Türkiye İngiltere-Galler Arasında Güvenlik Aktörleri

Transkript

Türkiye İngiltere-Galler Arasında Güvenlik Aktörleri
T.C.
POLİS AKADEMİSİ
GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
TÜRKİYE İLE İNGİLTERE VE GALLER ARASINDA
GÜVENLİK AKTÖRLERİ KARŞILAŞTIRMASI
DOKTORA TEZİ
Ali YENER
Danışman
Prof.Dr. Arif KÖKTAŞ
Ankara – 2015
T.C.
POLİS AKADEMİSİ
GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
TÜRKİYE İLE İNGİLTERE VE GALLER ARASINDA
GÜVENLİK AKTÖRLERİ KARŞILAŞTIRMASI
DOKTORA TEZİ
Ali YENER
Danışman
Prof.Dr. Arif KÖKTAŞ
Ankara – 2015
ONAY
Ali YENER tarafından hazırlanan “Türkiye İle İngiltere ve Galler Arasında
Güvenlik Aktörleri Karşılaştırması”
başlıklı bu çalışma,
29.05.2015 tarihinde
yapılan savunma sınavı sonucunda (oybirliği / oyçokluğu) ile başarılı bulunarak
jürimiz tarafından Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi Anabilim dalında Doktora tezi
olarak kabul edilmiştir.
[İmza]
……….
Prof. Dr. Veysel K. BİLGİÇ (Başkan)
[İmza]
……….
Prof. Dr. Mehmet Akif ÖZER
[İmza]
……….
Doç. Dr. Arif KÖKTAŞ (Danışman)
[İmza]
……….
Doç. Dr. Orçun İMGA
[İmza]
……….
Doç. Dr. Murat AKÇAKAYA
1
TELİF HAKLARI BEYANNAMESİ
GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Doktora tezi olarak sunduğum bu çalışmayı bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı
düşecek bir yol ve yardıma başvurmaksızın yazdığımı, yararlandığım eserlerin
kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlardan her seferinde yollama yaparak
yararlandığımı belirtir; bunu şerefimle beyan ederim.
Enstitü veya başka herhangi bir mercii tarafından belli bir zamana bağlı
kalmaksızın, tezimle ilgili bu beyana aykırı bir durumun tespit edilmesi durumunda,
ortaya çıkacak tüm ahlaki ve hukuki sonuçlara katlanacağımı bildiririm.
29/05/2015
Ali YENER
2
ÖZET
T.C.
Polis Akademisi
Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi Anabilim Dalı
Türkiye ile İngiltere ve Galler Arasında Güvenlik Aktörleri Karşılaştırması
Hazırlayan: Ali YENER
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Arif KÖKTAŞ
2015, 333
Bu çalışmanın amacı, güvenlik kavramaları ve örgüt teorileri ışığında,
Türkiye ile İngiltere-Galler’in iç güvenlik aktörlerinin geçirdiği tarihi süreçleri
irdelemek ve mevcut işlevlerini açıklamak, çağdaş liberal demokrasi ilkeleri
doğrultusunda bir değerlendirmeye tabi tutarak karşılaştırmaktır. Bu bağlamda,
özellikle Türkiye’nin yapısına uygun bir iç güvenlik sisteminin oluşumu sürecine de
bir katkı yapılacaktır.
Çalışma, her iki ülkenin iç güvenlik aktörlerini ayrıntılı bir şekilde ele
almaktadır ve iç güvenlik politikalarını şekillendiren iç ve dış dinamikleri ve
faktörleri ortaya koymaktadır. Çalışmanın iddiası; İngiltere-Galler’de, iç güvenlik
bürokrasisi aktörlerinin devlet yönetimindeki konumu, çağdaş liberal demokrasi
ilkeleri açısından Türkiye örneğinden daha gelişmiş bir seviyededir ve Türkiye için
örnek teşkil edebilecek özelliklere sahiptir. Türkiye’de bu durumun gerçekleşmesi,
sivil liberal demokrasinin tam olarak kurulmasına ve yerleşmesine hizmet edecektir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye’de İç Güvenlik, İngiltere ve Galler’de İç
Güvenlik, Polis, Jandarma, Hesap Verebilirlik, Sivil Denetim. Türkiye İçin Yeni Bir
Model.
3
ABSTRACT
Police Academy
Institute of Security Sciences
Department of Security Strategies and Management
A Comparison In Terms of Security Actors Between Turkey and
England&Wales
Ali YENER
Ph. D. Dissertation
Supervisor: Prof. Dr. Arif KÖKTAŞ
2015, 333
In the light of the security concepts and organizational theories, the aim of
this study is to examine Turkey’s and England-Wales’ internal security actors’
historical process and to explain their existing functions and to assess them while
comparing them in accordance with the principles of modern liberal democracy. In
this context, the study will particularly contribute to the formation of Turkey’s recent
internal security system process. In this study, the both countries’ internal security
actors are discussed in detail and their internal security policies and factors, shaping
the internal and external dynamics, are revealed.
The study claims that the homeland security bureaucracy actors’ positon at
state level in England and Wales is also more advanced than Turkish sample in terms
of the principles of modern liberal democracy. Therefore there are some features that
can set an example for Turkey. If this occurs in Turkey, the civil liberal democracy
will be settled and established completely.
Keywords: Homeland Security In Turkey, Homeland Security In England
and Wales, Police, Gendarmerie, , Accountability, Civilian Control, A New Model
For Turkey.
4
TÜRKİYE İLE İNGİLTERE VE GALLER ARASINDA
GÜVENLİK AKTÖRLERİ KARŞILAŞTIRMASI
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ONAY .......................................................................................................................... 1
TELİF HAKLARI BEYANNAMESİ....................................................................... 2
ÖZET........................................................................................................................... 3
ABSTRACT ................................................................................................................ 4
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... 5
KISALTMALAR ....................................................................................................... 9
GİRİŞ ........................................................................................................................ 11
BİRİNCİ BÖLÜM
İÇGÜVENLİK BÜROKRASİSİ: KAVRAMSAL VE TEORİK
ÇERÇEVE
1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE .............................................................................. 17
1.1.1. Güvenlik, Dış Güvenlik ve İç Güvenlik................................................. 17
1.1.2. Kolluk, Polis ve Jandarma ..................................................................... 18
1.1.3. Bürokrasi ................................................................................................. 19
1.1.4. Sivil ve Askeri Bürokrasi ........................................................................ 20
1.1.5. Güvenlik Bürokrasisi .............................................................................. 21
1.1.6. Sivil Denetim (Baskı Grupları ve Kamuoyu Denetimi) ....................... 21
1.1.7. Genel ve Özel Kolluk .............................................................................. 21
1.1.8. Modernite (Modernlik ya da Modernleşme) ........................................ 22
1.2. TEORİK ÇERÇEVE ........................................................................................ 23
1.2.1. Bürokrasi Tanımları ve Bürokrasinin Gelişim Süreci ........................ 24
1.2.2. Bazı Öncü Düşünürler ve Bürokrasi ..................................................... 27
1.2.2.1. Marx’a Göre Bürokrasi ............................................................... 28
5
1.2.2.2. Weber’e Göre Bürokrasi ............................................................. 29
1.2.2.3. Seçkinci Bürokrasi Teorisi .......................................................... 31
1.2.3. Örgüt Teorileri ........................................................................................ 31
1.2.4. Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı (YKY) ................................................... 41
1.3. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİ ........................................................................ 44
1.3.1. Güvenlik Kavramı ve Teorik Yaklaşımlar ........................................... 44
1.3.2. İç Güvenlik ve Aktörleri ......................................................................... 52
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İÇGÜVENLİK BÜROKRASİSİ
2.1. TÜRKİYE’DE DEVLET GELENEĞİ VE KAMU BÜROKRASİSİ .......... 55
2.1.1. Türkiye’de Devlet Geleneği ve Özellikleri ............................................ 57
2.1.2. Türkiye Bürokrasisinin Genel Özellikleri ............................................ 59
2.2. TÜRKİYE’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ ................ 68
2.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler .................................. 69
2.2.1.1. Polis Teşkilatı ............................................................................... 69
2.2.1.2. Jandarma Teşkilatı ...................................................................... 74
2.2.1.3. Sahil Güvenlik Komutanlığı ........................................................ 79
2.2.1.4. Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü (GMGM) .................. 83
2.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler ..................................... 84
2.2.2.1. Cumhurbaşkanı ........................................................................... 84
2.2.2.2. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ...................................... 86
2.2.2.3. Bakanlar Kurulu.......................................................................... 91
2.2.2.4. Başbakan ...................................................................................... 91
2.2.2.5. İçişleri Bakanlığı ....................................................................... 102
2.2.2.6. Mülki İdare Amirliği ................................................................. 109
2.2.2.7. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler ..................... 119
2.2.2.8. Türk Kolluk Görevlileri, Haklar ve Yasaklar ........................... 130
2.2.2.9. Türkiye’de İç Güvenlik Aktörleri ve Etkinlik, Verimlilik,
Hesapverebilirlik, Şeffaflık, Sivil Denetim ve Gözetim ........... 133
2.2.2.10. Türkiye’de Siber Güvenlik ...................................................... 153
6
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İNGİLTERE-GALLER’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ
3.1. İNGİLTERE-GALLER’DE BÜROKRASİ .................................................. 157
3.1.1. İngiliz Devlet Geleneği ve Özellikleri .................................................. 160
3.1.2. İngiliz Bürokrasinin Genel Özellikleri ................................................ 163
3.2. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ ......................................... 165
3.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler ................................ 166
3.2.1.1. İl Emniyet Müdürlükleri (County Police) ................................ 166
3.2.1.2. Londra İl Emniyet Müdürlüğü (London Metropolitan Police
Service, MET) ........................................................................... 174
3.2.1.3. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Bazı Özel Birimler ....................... 177
3.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler ................................... 189
3.2.2.1. Kraliçe veya Kral (Queen, King) ............................................... 189
3.2.2.2. Parlamento (The Parliament) ................................................... 191
3.2.2.3. Hükümet (The Government), Kabine (The Cabinet), Başbakan
(The Prime Minister) ve Bakanlar (Secretary of States,
Secretaries, Ministers and Junior Ministers) .......................... 196
3.2.2.4. İçişleri Bakanlığı (The Home Secretary) .................................. 201
3.2.2.5. BK Adalet Bakanlığı (The Secretary of State for Justice) ....... 205
3.2.2.6 İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler ...................... 212
3.2.2.7. İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu (England
and Wales Independent Police Complaints Commission, IPPC)
................................................................................................... 218
3.2.2.8. İngiltere ve Galler Polis ve Suç Komisyonerleri (England and
Wales Police and Crime Commissioners) ................................ 224
3.2.2.9. Birleşil Krallık İstihbarat Birimleri .......................................... 225
3.2.2.10. İngiliz Polisinin Hukuki Statüsü, Haklar ve Yasaklar .......... 232
3.2.2.11. İngiltere-Galler’de Yerel Yönetimler: İl, İlçe ve Köy Yönetimi
(County, City ve Parish) ........................................................... 233
7
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE İLE İNGİLTERE-GALLER İÇ GÜVENLİK
BÜROKRASİLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI
DEĞERLENDİRİLMESİ
4.1. HER İKİ DEVLETİN GENEL OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI ........ 238
4.1.1. Modernleşme Süreçleri Açısından Karşılaştırma .............................. 240
4.1.2. İç Güvenlik Yapılanmaları Açısından Karşılaştırma ........................ 246
4.1.3. Güvenlik Kurulları Açısından Karşılaştırma .................................... 252
4.1.4. Askeri Bürokrasinin İç Güvenlikteki Rolleri Açısından Karşılaştırma
................................................................................................................. 255
4.1.5. Kolluk Birimleri, Temel Prensipler ve Hizmetler Açısından
Karşılaştırma ......................................................................................... 259
4.1.6. Mülki İdare Amirleri Açısından Karşılaştırma ................................. 266
4.1.7. Adalet Aktörleri Açısından Karşılaştırma ......................................... 269
4.1.8. Türkiye’de Mevcut Olup, İngiltere’de Olmayan Birimler Açısından
Karşılaştırma ......................................................................................... 271
4.1.9. İngiliz Sisteminde Olup, Türkiye’de Olmayan Birimler Açısından
Karşılaştırma ......................................................................................... 273
4.1.10. Mali Suçlar ve Yolsuzlukla Mücadele Açısından Karşılaştırma .... 280
4.1.11. Siber Suçlarla Mücadele Açısından Karşılaştırma .......................... 281
4.2.12. İç Güvenlik Kurumlarının Hesapverebilirlik, Etkinlik, Verimlilik,
Saydamlık ve Demokratik-Sivil Denetim Açılarından Karşılaştırılması
................................................................................................................. 282
4.2. GENEL DEĞERLENDİRME VE BİR MODEL ÖNERİSİ ....................... 293
4.2.1. Türkiye İçin Yeni Bir İç Güvenlik Modeli ......................................... 293
4.2.2. 04 Nisan 2015 Tarihli Türk İç Güvenlik Reformu Işığında Yeni Model
Önerisinin Değerlendirilmesi................................................................ 297
SONUÇ .................................................................................................................... 302
KAYNAKÇA ............................................. ERROR! BOOKMARK NOT DEFINED.
8
KISALTMALAR
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
ACPO
: Emniyet Müdürleri Derneği (The Association of Chief Police
Officers)
BK (UK)
: Birleşik Krallık (United Kingdom)
UKBA
: BK Sınır Kurumu (UK Border Agency)
BTP
: Britanya Ulaştırma Polisi (British Transport Police)
CHP
: Cumhuriyet Halk Partisi
CMK
: Ceza Muhakemesi Kanunu
CNC
: Sivil Nükleer Polislik Kurumu (The Civil Nuclear Constabulary)
Çev.
: Çeviren
Der.
: Derleyen
DDK
: Devlet Denetleme Kurulu
DP
: Demokrat Parti
DMK
: Devlet Memurları Kanunu
Ed.
: Editör
EGM
: Emniyet Genel Müdürlüğü
GMGM
: Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü
HMRC
: BK Gelir ve Gümrük İdaresi (Her Majesty's Revenue and Customs)
HSE
: Büyük Britanya Sağlık ve Güvenlik İdaresi (Great Britain Health and
Safety Executive)
IMF
: Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund)
IPPC
: İngiltere ve Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu (The
England and Wales Independent Police Complaints Commission)
JGK
: Jandarma Genel Komutanlığı
JTGYY
: Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği
KDGM
: Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı
KHK
: Kanun Hükmünde Kararname
MASAK
: Mali Suçları Araştırma Kurulu
m.
: Madde
9
MET
: Londra İl Emniyet Müdürlüğü (London Metrapolitan Police)
MGK
: Milli Güvenlik Kurulu
MGSB
: Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi
MI5
: İç İstihbarat Örgütü (The Security Service)
MI6 (SIS)
: Gizli İstihbarat Örgütü (The Secret İntelligence Service)
MİA
: Mülki İdare Amiri
MİT
: Milli İstihbarat Teşkilatı
MOD
: Savunma Bakanlığı (Ministry of Defence)
MSB
: Milli Savunma Bakanlığı
NABIS
: Büyük Britanya Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri (Great Britain
National Ballistics Intelligence Service)
NATO
: Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty
Organization)
NCA
: Ulusal Suç Örgütü (National Crime Agency)
NWCU
: Ulusal Vahşi Hayatı Koruma Birimi (National Wildlife Crime Unit)
OGM
: Orman Genel Müdürlüğü
ONS
: Ulusal İstatistik Kurumu (Organization of National Statistics)
PVSK
: Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu
SFO
: İngiltere ve Galler ve Kuzey İrlanda Ciddi Yolsuzluklar Kurumu
(England and Wales and Northern Ireland Serious Fraud Office)
SGK
: Sahil Güvenlik Komutanlığı
SOME
: Siber Olaylara Müdahale Ekipleri
TBMM
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
TDK
: Türk Dil Kurumu
TİB
: Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı
TSK
: Türk Silahlı Kuvvetleri
TÜİK
: Türkiye İstatistik Kurumu
UDHB
: Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı
YÖK
: Yüksek Öğretim Kurulu
10
GİRİŞ
Bilindiği gibi, modern devletin ve onun uğraşı alanlarının başında güvenlik, özellikle
de iç güvenlik gelmektedir. Bu çalışmanın genel çerçevesi, güvenlik ve güvenlik
yönetimi olmakla beraber, iç güvenlik ve onun bürokratik kurumlarına ağırlık
verilmiştir.
Başta belirtilmesi gereken bir husus, Türklerin İngiltere dediği ülkenin resmi
adı Birleşik Krallıktır (BK) ve İngiltere, Galler, Kuzey İrlanda ve İskoçya’dan
oluşur. Ancak aşağıda izah edileceği gibi, ülkenin idari yapısı teklik arz etmez.
Özellikle İngiltere-Galler’de aynı sistem uygulanır ki, bunun adı da İngiliz
sistemidir. Bu sebeple, zaman zaman Birleşik Krallık’a (BK) atıfta bulunulmuş
olmakla beraber çoğunlukla anlatılanlar İngiliz sistemi üzerine olacaktır. Çalışma
boyunca İngiliz sistemi denince, aslında İngiltere-Galler kastedilmektedir.
Öncelikle, neden böyle bir karşılaştırma yapıldığına ve neden İngiliz
örneğinin seçildiği hususuna, birkaç cümleyle temas etmek açıklayıcı olacaktır.
Türkiye, modernleşmesini tamamlayabilmek amacıyla kendi ihtiyaçlarına göre, başta
Fransa ve İngiltere olmak üzere, gelişmiş Batı ülkelerinin tecrübelerinden
yararlanmıştır ve yararlanmaya da devam etmektedir. 19. yüzyılda başlayan bu
modernleşme süreci, 1923 yılında Cumhuriyetin kuruluşu ile hızlanmış, Avrupa
Birliği süreci ile de adeta şaha kalktığı değerlendirmesi yapılabilir.
Batı Dünyasını da tek düze, aynı sistemi uygulayan ülkeler olarak kabul
etmek de doğru değildir. Tam aksine, temel anlamda iki görüşün ağır bastığı
söylenebilir: Devletçi Kara Avrupa’sı geleneği ile daha ferdiyetçi ve kişi
özgürlüklerini ön plana çıkaran Anglo-Sakson geleneğidir. Bu iki model arasında çok
ciddi farklar vardır. Kara Avrupası sitemi, bireyin tercihini ve haklarını
önemsemekle ve korumakla beraber, çoğunluğun tercihini, yönetimin merkezine
koymaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere ile özdeşleşen AngloSakson ekolde ise birey, sistemin temelinde yer almaktadır.
Türk devletinin bürokratik yönetim geleneklerini ve özelliklerini de
hatırlatmak gerekir: Merkeziyetçi, güçlü ve imparatorluk geleneklerine de sahip, bu
yapısıyla da elitist bir karaktere sahiptir
11
Ayrıca,
devlet
sistemlerinin,
devlet-toplum
ilişkileri
açısından
da
sınıflandırıldığı, bu bağlamda, devlet organizasyonunun kendi toplumuna karşı güçlü
veya zayıf olarak nitelendirildikleri değerlendirmeler ayrı bir önem arz eder. Bu
anlamda güçlü devlet geleneğine örnek olarak Almanya, Fransa, Türkiye ve Japonya
sayılırken, zayıf devlete de ABD ve İngiltere örnek gösterilmektedir. Güçlü devleti
temsil eden Türkiye’nin iç güvenlik modeli ile zayıf devleti temsil eden İngiltere
modelinin karşılaştırılması önemlidir.
İngiltere-Galler’in bu çalışmaya esas alınmasının bir önemli sebebi de, 1829
yılından beri, ilk modern polislik teşkilatının kurulmuş olması ve birçok kişi ve bilim
insanınca en başarılı sivil polis örneği olarak gösterilmesidir.
Ülkeler arasında, zaman zaman mutluluk anketleri yapılmaktadır ve bunlara
göre de İngiltere-Galler vatandaşları, hep en üst sıraları işgal etmektedirler. Bu da, bu
mutluluğu temin eden ülke kurumlarını, dolayısıyla bunda önemli katkısı olduğu
değerlendirilebilecek
iç
güvenlik
aktörlerinin
dikkate
alınması
gerektiğini
hatırlatması bakımından önemli olarak değerlendirilebilir.
Sonuçta, dünyada uygulanan siyasal sistemler açısından önemli bir yer işgal
eden Anglo-Sakson Kapitalizmi geleneği ile yönetilen ve bireysel özgürlükleri
önemseyen ülke örneklerinden birisi olan İngiltere-Galler ile daha devletçi bir
geleneğe sahip olan Türkiye’nin, iç güvenlik aktörleri açısından karşılaştırılması,
özel bir öneme sahiptir. Zira bireysel özgürlükleri yakından ilgilendiren bu
kurumların, yapıları ve fonksiyonları açısından ortaya koydukları tecrübeler, örnek
alınıp alınmama açılarından değerlendirilmeye değer odluklarında şüphe yoktur.
Bu açıklamalardan sonra, bilinmesi gereken bir husus da, günümüzde iç
güvenlik ve dış güvenlik ayırımının zorunlu hale gelmiş olmasıdır. Dış güvenliği
sağlama görevini “ordu” sürdürürken, iç güvenlik alanı genel olarak “polis” olarak
adlandırılan, nispeten yeni bir birime bırakılmıştır. Bunun sonucunda da polis
aracılığıyla güvenliğin temin edilmesi, beraberinde yepyeni bürokratik bir
yapılanmayı getirmiştir
Bu bağlamda hem Türk, hem de İngiliz güvenlik ve iç güvenlik bürokrasileri,
araştırmalara konu olabilecek zengin özelliklere sahiptir. Tarihi süreçleri göz önünde
12
bulundurulduğunda, her iki ülkenin de dünyanın en eski yönetim geleneğinden
geldiklerinde kuşku yoktur. Polis adıyla Dünya’da ilk faaliyete geçen bürokratik
aktörün İngiltere’nin başkenti Londra’da 1829 yılında kurulması, çok kısa bir süre
sonra da, o zamanın Türk başkenti İstanbul’da, 1845 yılında bir polis teşkilatı
kurulması, bunun en önemli göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bunun yanında,
her iki ülkenin değişik aralıkla da olsa benzeri etnik terör tecrübesi yaşamış olmaları,
benzer uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, organize suçlar ve daha birçok önemli
suçlarla karşı karşıya kalmaları, iç güvenlik bürokrasilerini daha güçlü bir yapıya
sahip olma zorunluluğunu gerektirmiştir.
Bu çalışma öncelikle, İngiliz iç güvenlik bürokrasisini bir bütün olarak ele
alması ve Türkiye örneği ile karşılaştırması bakımından bir ilk olması dolayısıyla
önemli bir çalışmadır. Çünkü daha önce, İngiliz polisini anlatan birçok çalışma
olmasına rağmen, İngiltere-Galler iç güvenlik bürokrasisini, bütün aktörleri ile ele
alan ve ayrıntılı inceleyen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. En önemlisi de,
yüzyıllardır birbirine etkileyen bu iki sistem arasında, sürekli politika transferleri
yaşandığından ve özellikle son yıllarda, Avrupa Birliği katılım sürecinin de etkisiyle,
ciddi etkileşimler yaşandığından, bu çalışmada ele alınan hususlar ve sonuçlar, kamu
politikaları açısından da rehber niteliği taşıma potansiyeline sahiptir.
Tezin ana konusu, genel olarak iç güvenlik ve iç güvenlik bürokrasisi
kavramlarına ilişkin kavramsal ve kuramsal çerçevenin belirlenmesi, İngiliz ve Türk
iç güvenlik bürokrasilerinin yapılanması, temel aktörlerinin teşkilatlanması, görev ve
yetkilerine ilişkin incelemeler ve ele alınan iki ülke iç güvenlik bürokrasilerinin
karşılaştırılmalarından oluşmuştur.
Bu çalışmanın ana konusu bağlamında, Türkiye ile İngiltere-Galler iç
güvenlik bürokrasilerine ilişkin, iç güvenlik bürokrasinin temel aktörlerinin hangi
kişi ve kurumlar olduğu ile bunların, iç güvenlik politikalarının oluşturulmasında ve
uygulanmasındaki rollerinin neler olduğu, aralarında var olan ilişkiler ele alındı.
Ayrıca iki ülke arasındaki benzerlik ve farklılıkların neler olduğu, benzerlik ve
farklılık bağlamında hangi sistemin, çağdaş liberal demokrasi ve evrensel hukuk
ilkelerine daha uygun olduğu, iç güvenlik bürokrasisinde yaşanan sorunlar ve
bunların çözümlerinin neler olabileceği ve ele alınan iç güvenlik bürokrasilerinin
13
birbirlerine örnek olabilecek, olumlu yönleri, uygulamaları ve kurumlarının neler
olabileceği hususlarının cevapları irdelendi.
Bu çalışmanın ana amacı; güvenlik ve bürokrasi kavramlarından yola çıkarak,
iç güvenlik bürokrasisi kavramını tanımlamak; Türk ve İngiliz iç güvenlik
bürokrasisi ve aktörlerini, iç güvenlik bağlamında bir bütün olarak incelemek; bu
aktörleri karşılaştırarak, benzeyen ve ayrışan özelliklerini ortaya koymak ve mevcut
sorunların çözümü için birbirlerine örnek oluşturabilecek özelliklerini tespit etmektir.
Diğer bir ifadeyle tezin en önemli amacı; evrensel liberal demokrasi ilkelerinin
ışığında, bir iç güvenlik bürokrasi karşılaştırması ve değerlendirmesi yaparak,
Türkiye iç güvenlik bürokrasisinin güçlü ve zayıf yönlerinin tespiti ile bunlar için bir
alternatif sunmaktır.
Araştırmaya konu olacak iç güvenlik bürokrasisi kurumları, Türkiye ile
İngiltere-Galler iç güvenlik bürokrasisi ile sınırlı olmakla beraber, ülkenin sistemi
gereği, bazen de Birleşik Krallık (BK), (United Kingdom) güvenlik bürokrasisine
atıflarda bulunmayı da gerektirecektir.
Bu çalışmada kullanılan yöntemler kısaca şöyle ifade edilebilir: Tezin
konusu, iki ayrı iç güvenlik bürokrasi sisteminin karşılaştırılarak değerlendirilmesi
olduğundan çalışma; kaynakların toplanması, ardından tasnif edilmesi, seçilmiş
kaynakların analizinden sonra tezin yazılmasıyla sonlandı.
Kaynakların toplanması ile ilgili olarak; öncelikle tezin her bölümü için ayrı
ayrı olarak, Türkçe ve İngilizce bibliyografya eserler tarandı, bununla birlikte,
konuyla ilgili, hem Türk hem de İngiliz süreli yayınları, günlük gazeteler ve internet
sitelerinde yer alan yazılardan yararlanıldı.
Tez ile ilgili alan araştırması yapma imkânı bulunamamıştır. Özellikle karşı
taraf olan İngiltere-Galler’de, bu araştırmayı yapmak ve gerekli muhatapları bulmak
oldukça güçtür ve çok zorlu bir prosedüre muhataptır. Bu sebeple, özellikle kaynak
taramasına ağırlık verilmiş ve alan araştırması eksikliğinin giderilmesi yolu tercih
edilmiştir. Bu çalışmayı değerlendirirken, yaklaşık iki yıl süren bir çalışma olduğu ve
bu
süre
zarfında
birçok
yasal
düzenlemelerin
olduğu
da
göz
önünde
bulundurulmalıdır. Nitekim bu çerçevede, çalışma sonlanmadan, Nisan 2015’te
14
Türkiye’deki iç güvenlik yapılanmalarını ilgilendiren çok önemli bazı düzenlemeler
yapılmıştır ki, bunlar değerlendirme bölümünde ele alınmıştır.
Tezin kavramsal ve kuramsal çerçevesini oluşturan ilk bölümünün yazılması
için güvenlik ve bürokrasi alanında yazılmış temel sayılabilecek eserlerden
yararlanıldı. Betimleyici nitelik taşıyan ve iç güvenlik bürokrasisi aktörlerini
inceleyen ikinci ve üçüncü bölümlerin yazılmasında ise ilgili kurumların internet
siteleri, yasal dayanağını oluşturan mevzuat ile iç güvenlik alanında yazılmış
makalelerden genişçe faydalanıldı. Konuyla ilgili yasal mevzuat yanında, yurt içi ve
yurt dışında yazılmış kitaplar, makaleler, elektronik yayınlar, çeşitli istatistikî
kaynaklar, resmi rapor ve yazışmalar, kurum kayıtları gibi yazılı kaynaklardan elde
edilen veriler bilimsel olarak analiz edilerek değerlendirildi. İki ülkenin iç güvenlik
bürokrasilerini karşılaştıran son bölümün yazımında ise önceki bölümlerden elde
edilen bilgi ve bulgular öncelikli olarak kullanılarak karşılaştırmalar yapıldı.
Tezin önemi, konusu, amacı ve kullanılan yöntemin belirlenmesinden sonra
kısaca bölümlerin tanıtımı yapılabilir:
Tezin birinci bölümünde genel olarak güvenlik bürokrasisi ile ilgili kavramsal
ve kuramsal çerçeve çizildi.
Tezin ikinci bölümünde, Türk iç güvenlik bürokrasisi ve aktörleri ele alındı.
Bürokrasi-siyaset ilişkileri ekseninde, Türk kamu bürokrasisinin hangi aşamalardan
geçerek bugüne geldiği irdelendi. Ardından Cumhurbaşkanından köy korucusuna
kadar, Türk iç güvenlik bürokrasisi aktörleri, tarihsel gelişimi, bağlılık durumu,
teşkilat yapısı, iç güvenlik alanı ile ilgili görev ve yetkileri ve daha birçok yönlerden
incelendi. Bu bölümde ağırlıklı olarak özellikle iç güvenlik hizmetini bizzat sunan,
başta polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza teşkilatları ele alındı. Bu
kurumların yapıları, görev ve yetkilerinin yanı sıra, personel kaynakları ve eğitim
durumları da geniş bir şekilde incelendi.
Tezin üçüncü bölümünde, karşılaştırmanın diğer tarafı olan İngiliz iç
güvenlik bürokrasisi, bütün aktörleri ile ikinci bölüme paralel bir şekilde irdelendi ve
ele alındı. Tabii olarak, İngiliz sistemi, devlet ve bürokrasi gelenekleri ve özellikleri
de kısaca vurgulandı.
15
Tezin son bölümünde ise, Türk ve İngiliz iç güvenlik bürokrasilerinin
kapsamlı bir karşılaştırması yapıldı. Bu bağlamda, Türkiye ile İngiltere-Galler,
modernleşme süreçleri, iç güvenlik yapılanmaları, güvenlik kurulları, askeri
bürokrasinin iç güvenlikteki rolleri, kolluk birimleri, temel prensipler ve hizmetler,
mülki idare amirleri, adalet aktörleri, Türkiye’de mevcut olup, İngiltere’de olmayan
birimler, İngiltere’de mevcut olup, Türkiye’de olmayan birimler, mali suçlar ve
yolsuzlukla mücadele, siber suçlarla mücadele ve iç güvenlik kurumlarının hesap
verebilirlik, saydamlık ve demokratik-sivil denetimi açılarından karşılaştırıldı.
Ardından genel bir değerlendirme yapılarak Türkiye için bir iç güvenlik modeli
önerisinde bulunuldu.
Sonuç bölümünde ise bu çalışmanın kısa bir özeti ve değerlendirmesi yapıldı.
16
BİRİNCİ BÖLÜM
İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ: KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE
Bu bölümde, tezde çok sık kullanılacak bazı kavramlar ile bu kavramlara dayanak
teşkil eden teorik yaklaşımlar ele alınarak ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır.
Bu tanımlamalardan sonra, tezin bütününü ilgilendiren ve en geniş anlamda
kabul görmüş bürokratik çerçeve çizilerek, temel teoriler ele alınmıştır. Bu
bağlamda, bürokrasi kavramının birçok tanımı ve bürokrasinin gelişim süreci
irdelenmiş, bazı öncü düşünürlerin bürokrasi ile ilgili görüş ve düşüncelerine yer
verilerek, seçkinci bürokrasi teorisine temas edilmiş, en bilinen örgüt teorileri ele
alınarak, en önemli temsilcilerinin görüşlerine yer verilmiştir. En son olarak da, iç
güvenlik bürokrasisi ile ilgili görüş ve düşünceler değerlendirilerek, aktörleri olan
kişi ve kurumlar tanımlanmıştır.
1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Modern devlet olgusuyla birlikte, yönetim ve ilgili kavramlar ayrı bir önem ve anlam
kazanmıştır. Bu sebeple, geleneksel devlet olgusunun hüküm sürdüğü uzun yüzyıllar
boyunca karşılaşılmayan birçok yeni kavramla karşılaşılması söz konusudur.
Modernleşme süreci ve modern devlet olguları, çoğu alanda olduğu gibi yönetim
bilimlerine birçok yeni kavram kazandırmıştır. Hatta modernite öncesi, yönetim
bilimi diye bir bilim dalı olmadığını da hatırlatmakta fayda vardır (Öztaş, 2013:8182).
Çalışma konusuyla alakalı kavramların birden çok anlamı olacağı gibi, yere,
zamana ve içinde bulunulan sosyal, siyasal ve ekonomik durumlara göre değişen
anlamları da olabileceği göz önünde bulundurularak, çalışmada sıkça karşılaşılacak
olan kavramların hangi anlamda kullanılacaklarına açıklık getirilecektir.
1.1.1. Güvenlik, Dış Güvenlik ve İç Güvenlik
Günlük hayatta da çok sık kullanılan bir kavram olan güvenlik, bir diğer ifadeyle
emniyet, çok geniş içeriğe sahip bir kavramdır. Bu sebeple tanımlamanın zorluğu
ortadadır. Bu bağlamda kişiye, zamana, siyasi ve ekonomik sistemlere ve mekana
17
göre farklılık gösterebileceğinden, çeşitli tanımların ortaya çıkması sonucunu
doğurmaktadır (Çınar, 1997:57).
Güvenlik, kelime olarak, “toplum yaşamında kanuni düzenin aksamadan
yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet” anlamında
kullanılmaktadır (TDK, 1988:57).
Dış güvenlik, bir devletin başka bir devlet ya da devletlerin, kurum ve
kuruluşların etkisi altında olmama, politikalarını tespit ederken, bu birimlerden emir
ve direktif almama, savaş dâhil, yabancı devletlerin her türlü saldırısından uzak
durma, etkilenmeme ve karşı koyma şeklinde kendini gösterir (Çınar, 1997:62).
Kısaca dış güvenlik, bir ülkenin dışarıdan gelebilecek her türlü tehditlere karşı
korunması olarak tanımlanabilir. Demokratik ülkelerde, dış güvenliği sağlama
görevi, ordu veya silahlı kuvvetler olarak adlandırılan bürokratik birime verilmiştir.
İç güvenlik ise, bir ülkenin coğrafi sınırları içerisinde, muhtemel tehdit ve
tehlikeden uzak olunması, başta vatandaşların güvenliği ve huzurunun sağlanması,
daha sonra da sırasıyla, devlete ve özel kişilere ait binaların, muhtemel sabotaj ve
benzeri tehlikelere karşı korunması anlaşılır. Bu koruma, genellikle toplumun maddi
düzenini sağlamak ve korumak anlamına gelir (Çınar, 1997:61). Dış ve iç güvenliği
birbirinden ayıran en önemli unsurun tehdidin kaynağı olduğu açıktır. Eğer tehdit
dışarıdan geliyorsa dış güvenlik, ülke sınırları içerisinden ise iç güvenlik söz
konusudur. Ancak, iç tehditlerin dış kaynaklı olabildiği de unutulmamalıdır.
1.1.2. Kolluk, Polis ve Jandarma
Kolluk, kamu düzenini sağlayan ya da koruyan ve kamu düzeni bozulduğunda
düzeltip eski durumuna getiren faaliyetlerin hepsi ile bu faaliyetleri yürüten
görevliler ve onların oluşturduğu devlet kurumunu ifade eder (Gözübüyük, 2003:45).
Demokratik toplumlarda kolluk, suç ve suçluyla mücadele etmek, kamu
düzeni ve güvenliğini sağlamak, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini korumak
görevlerini yerine getirir (Alderson, 1979:159). Bu bağlamda kolluk hizmetlerini
yürüten bürokratik kurumlar ülkeden ülkeye farklılıklar göstermekle birlikte genel
18
olarak; polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza gibi adlar altında
örgütlenmişlerdir.
Polis kelimesi köken olarak Latince ve Yunancadan gelmektedir. Fakat
orijinaline bakıldığı zaman, polis kelimesi bugünkünden çok daha geniş bir anlam
içerir. Bayley’e göre polislik: “Polis tanımının üç unsuru var; fiziki güç
kullanabilme, dâhilde kullanılma ve kolektif bir yönetim”(1985:7). Schwartz ve
Miller’e polislik: “Düzen sağlamakla görevli özel silahlı bir güçtür” (1964:7).
Mawby ise polislik için “Meşruiyeti, yapısı ve görevleri itibariyle farklı olan bir
kurumdur” diyor (1990:12–15).
Yukarıdaki tanımlar polisi bazı yönüyle tanımlamaklaberaber, bu tanımları da
içeren en kapsamlı polis tanımı şöyle yapılmıştır ki, tezde sürekli bu anlamda
kullanılacaktır: “Ammenin asayişini, huzur ve güvenini, kişilerin tasarruf–iş
güvenini, konut dokunulmazlığını korumakla, halkın can, ırz ve malını muhafaza ile
yükümlü bir güvenlik teşkilatıdır” (Şafak ve Şafak, 2003:1-2).
1.1.3. Bürokrasi
Bu çalışmada en çok kullanılacak ve karşılaşılacak kavramlardan birisi olan ve
günlük hayatta çok farklı anlamlarda kullanılan bürokrasi kelimesi, Latince “bureau”
ve “cratie” kelimelerinden oluşan ve birçok anlamı olan kavramlardan birisidir. Bir
sonraki bölümde genişce izah edileceği için burada, kısaca bürokrasinin tez içinde,
“güvenlik, eğitim ve sağlık gibi, devletin herhangi bir hizmet alanında örgütlenen
devlet kurumları sistemi ve onlarda çalışanlar grubu” (Öztaş, 2013:130-131)
anlamında kullanılacağını belirtmekle yetinilecektir.
Bu kapsamda, bu çalışmaya konu olan iki yönetim sistemi; Türkiye ile
İngiltere-Galler, yaşayan iki modern ülke olduklarından ve bu ülkelerin güvenlikle
ilgili bürokratik aktörleri ele alınacağından, modern bürokrasi kavramına da göz
atmak gerekir.
Weber'in ifadesiyle modern bürokrasi, resmi ve hukuki bir alanın var olduğu
ve bu alanın yasal ve yönetsel kurallar ve ilişkiler çerçevesinde belirlendiği yönetsel
yapıları ifade etmektedir (Weber, 1978:956). Buradan da anlaşılacağı üzere modern
19
bürokrasi geleneksel devlet yapılanmalarının haricinde, tamamen farklı ve modern
kurallara bağlı bir yapılanmayı ifade etmektedir.
Modern bürokrasi, modernleşmeyle birlikte devlet yapısında meydana gelen
değişime paralel gelişmiş bir kavramdır. Devlet yönetiminin hukuk temelinde
gerçekleştirilmeye başlamasıyla birlikte, devlet çalışanlarının da statüleri değişime
uğramıştır. Geleneksel devlet yapısında devlet çalışanları, yöneticinin bir kulu veya
tebaası konumundayken modernleşmeyle birlikte, devlet çalışanları da devlet
karşısında hukuki statü ve haklar kazanmışlardır. Bu haklar genel itibariyle; düzenli
maaş, yıllık izin ve çalışma sürelerinin haricinde çeşitli hukuki haklar olarak
sıralanabilir. Modern bürokratlar artık işlerini profesyonel olarak gerçekleştirmekte
ve yetki-sorumluluk dengesi çerçevesinde görevlerini gerçekleştirmektedirler. Bu
bürokratik yapı, zaman içerisinde modernleşmenin de etkisiyle devlet içerisinde bir
güç unsuru haline gelmiştir (Çevik, 2012:56).
1.1.4. Sivil ve Askeri Bürokrasi
Sivil bürokrasi kavramı genel itibariyle bakıldığında, modernleşme sürecinin ve
modern devletin ortaya koymuş olduğu en önemli kavramlardan biridir. Modern
devlet yapılanmasını ve demokratikleşme sürecini olgunlaştıran birçok ülkede
olduğu gibi Türkiye'de de bu kavramın karşıladığı alan, askeri bürokrasiden arda
kalan bürokratik birimleri ifade etmektedir (Heper,1974a:58-61). Türkiye'nin
yaşamış olduğu tarihi tecrübelerin de etkisiyle bu kavram, normal anlamının ötesinde
özel olarak askeri bürokrasinin etkinliğine eleştirel bir anlam yükleyen bir kavram
olarak da ortaya çıkmaktadır. Bu kavram güvenlik bürokrasisi sınırlarının anlaşılması
açısından da önemli bir yere sahiptir.
Askeri bürokrasi, ülkenin dış güvenliğini temin etmek amacıyla örgütlenmiş
olan askeri devlet birimlerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Türkiye için bunlar,
görevleri tamamen dış güvenliği sağlamak olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Hava
Kuvvetleri Komutanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığıdır. Fakat Genelkurmay
Başkanlığına bağlı olup da asli görevi iç güvenliği tesis etmek olan, ancak savaş
hallerinde
Genelkurmay
Başkanlığına
bağlanmaları
kuralı
göz
önünde
20
bulundurulduğunda, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı da
askeri bürokrasi grubuna dâhil edilebilir.
1.1.5. Güvenlik Bürokrasisi
Bu tezde ele alınacak olan güvenlik yönetimi aktörlerini ifade etmesi bakımından
özel öneme sahip olan bir kavram olan güvenlik bürokrasisi denildiğinde, ülke
içerisinde yer alan iç ve dış güvenliği temin etmekle görevli bütün güvenlik
birimlerini içine alan bürokratik kademeler anlaşılmalıdır. Türkiye için bunlar; polis,
jandarma ve sahil güvenlik gibi iç güvenliği tesis etmekle görevli olan kolluk
birimlerinin yanı sıra, dış güvenliği tesis edecek olan ordunun kara, hava ve deniz
kuvvetleridir.
Bunlara ek olarak, bu birimlere yardımcı olarak kurulmuş olan birimler de
güvenlik bürokrasisine dâhildir. Bunlar içerisinde Gümrükler Muhafaza Teşkilatı,
Milli Güvenlik Kurulu ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) sayılabileceği gibi, son
dönemde kurulan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ve Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığı gibi yapılanmalar da güvenlik bürokrasisi içerisindeki
kurumlar olarak ifade edilebilir.
1.1.6. Sivil Denetim (Baskı Grupları ve Kamuoyu Denetimi)
Sivil denetim, özellikle yeni kamu yönetimi anlayışı ve bunun bir sonucu olarak
devlet yönetiminde şeffaflığın, verimlilik, etkinlik ile hesap verilebilirlik, katılımcı
anlayış ve yerelleşme, vatandaş odaklı hizmet gibi değerlerin öne çıkmasına (Çevik,
2010:70) paralel olarak daha çok kullanılmaya başlanmış bir kavram olup, devlet
organları veya kişilerinin, doğrudan devlete bağlı olmayan ve birçok yönden sivil
olan
kişi
veya
kuruluşlar
tarafından
denetlenmesi
anlamına
gelmektedir
(Karaosmanoğlu, 2010:127; Tortop vd., 2010:139-140) ve tezde bu anlamda
kullanılacaktır.
1.1.7. Genel ve Özel Kolluk
Bu iki kavram tezde sık sık kullanılacağından kısaca temas etmek gerekir. Genel
kolluktan, ülkenin genel asayiş ve düzenini sağlamakla görevli polis, jandarma,
gümrük muhafaza ve sahil güvenlik gibi devlet birimleri anlaşılmakta olup, bu
21
birimler ülkenin bütününde aynı görev ve yetkilere sahiptirler. Özel kolluk ise,
orman muhafaza, geçici köy koruculuğu, köy bekçiliği, belediye zabıtası gibi, ilgili
yer ve zamanda, sadece görevlendirildikleri konularda görevli olan birimleri ifade
eder (Çevik vd., 2010:17-34).
1.1.8. Modernite (Modernlik ya da Modernleşme)
Modernleşme, çok genel anlamda Batı’nın, Sanayi Devrimi ve ulus devlet kavramını
hayata geçirdiği sürecin adıdır ve bu anlamda geri kalan dünya tarafından taklit
edilmiştir ki, bunun bir diğer adı da modernleştirmedir (Çevik, 2010:26). Bir diğer
ifadeyle modernite, Batı’da, 17. yüzyılla beraber, Rönesans ve Reform hareketleriyle
başlayıp, 19. yüzyılda dünya genelinde etkisini hissettiren siyasi, sosyal ve ekonomik
süreçlere uyumlu hale gelme olarak değerlendirilmektedir (Türköne, 2014:478).
Ortaylı ise modernleşmenin, gelişmiş toplumun özelliklerinin, az gelişmişler
tarafından alınması olarak tanımlandığını söylüyor (2001:13).
Tabii ki moderleşme bir süreç olarak değerlendirildiğinde, gelişmemiş olan
toplumların, gelişmiş olanlara benzeme ve ulaşma çabası olarak ifade edilebilir.
Günümüzde modernleşmeye yüklenen anlama bakıldığında ise daha çok geleneksel
toplumdan modern topluma geçişin ifade edildiği görülmektedir. Bu açıdan
modernleşme, toplumsal değişim sürecinin objektif ve evrensel kanunlara bağlı
olarak, birbirini izleyen ve sonradan getirilenin, öncekine göre daha üstün kabul
edildiği kademeli bir ilerleme ve gelişim fikrini ifade etmektedir (Köker, 2008:156)
ki, tezde bu anlamda kullanılmasına dikkat edilecektir.
Bu çalışma esnasında sıklıkla karşılaşılacak en temel kavramların
açıklanmasından sonra, çalışma esnasında doğrulanıp doğrulanamayacağı tartışılacak
olan
ana
ve
alt
hipotezlerden
de
bahsetmek,
çalışmanın
anlaşılmasını
kolaylaştıracaktır.
Bu bağlamda, tezin ana hipotezi, “İngiltere-Galler’de, iç güvenlik bürokrasisi
aktörlerinin devlet yönetimindeki konumu, çağdaş liberal demokrasi ilkeleri
açısından, Türkiye örneğinden daha gelişmiş bir seviyededir” şeklinde olup, bu
doğrultuda altı alt hipotez geliştirilmiştir:
22
Alt Hipotez 1: Türkiye’de, tarihsel süreç içerisinde oluşan devlet-toplum,
bürokrasi-siyaset ilişkileri Osmanlıdan günümüze merkeziyetçi ve bürokratik bir
devlet geleneğine işaret etmektedir. Merkeziyetçi bir teşkilat yapısı, güçlü bir devlet
anlayışı ve yukarıdan aşağıya devleti ve toplumsal yapıyı dizayn eden bir anlayış,
Türk devletinin özellikleri ve devlet geleneği olarak günümüze kadar devam
etmektedir.
Alt Hipotez 2: Türkiye’de, güvenlik bürokrasisinin ana aktörleri olan asker ve
polis, ülkenin idari ve siyasi hayatında önemli bir yeri ve rolü olduğu ve tarihsel
süreç içerisinde özellikle askeri müdahaleler ve ideolojik devlet anlayışı nedeniyle,
çağdaş demokratik hukuk devletlerinde olmayan bazı anlayış ve uygulamaların,
azalarak da olsa ülkeye hâkim olduğu bir gerçektir.
Alt Hipotez 3: Araştırma konusu ile ilgili olarak Türk Anayasasında,
kanunlarında ve diğer meri mevzuatta, askeri bürokrasiyi güçlü kılan, demokratik
devlet düzeninde olmaması gereken düzenlemeler bulunmaktadır.
Alt Hipotez 4: Türkiye’de sivil otoritelerin, güvenlik bürokrasisi üzerindeki
denetimi etkin ve yeterli değildir.
Alt Hipotez 5: İç güvenlikten sorumlu olan bütün kurumların idari yapısı,
günümüz çağdaş liberal demokratik devlet ve milli güvenlik anlayışına uygun, tüm
toplumsal katmanlarla işbirliği içerisinde, özellikle ülkenin iç güvenlik sorunlarına
çözüm üretecek bir yapıya dönüştürülmesi acil bir ihtiyaçtır.
Alt Hipotez 6: Türk tarihinin yaklaşık son iki yüzyılı, hem Osmanlı Devleti
hem de Cumhuriyet döneminde, neredeyse bütünüyle batılaşma ve modernleşme
serüveniyle dolu olmasına rağmen, halen daha Batılı anlamda liberal demokratik
standartlar yeterince yerleşmemiştir. Bu da ülkede yaşayan insanların, sistemden
hoşnutsuz olmalarına yol açmaktadır.
1.2. TEORİK ÇERÇEVE
Ana konusu iç güvenlik bürokrasisi olan bu çalışmada, esas olarak, iç güvenlik ve iç
güvenlik kurumları ele alınacak olmakla beraber, sürekli bahse konu edilecek
bürokrasi kavramının daha iyi anlaşılması için bu bölümün yazılmasına ihtiyaç
23
duyulmuştur. Ancak, bölümün amacı, bürokrasiyi, her yönü ile tartışmak değil;
yukarıda kısaca açıklanan bürokrasi kavramı ile ilgili teorileri ele alarak, Tez’in ana
konusu olan iç güvenlik bürokrasisinin daha iyi anlaşılmasına ışık tutulmaya
çalışmaktır.
Bu doğrultuda, birinci alt başlıkta başta bürokrasi kavramına ilişkin çeşitli
tanımlar ile bürokrasinin tarihsel gelişimine yer verilmiş, Marx ve Weber’e göre
bürokrasi ile örgüt teorileri açısından bürokrasi ele alınmış, ardından örgüt teorileri
özet olarak anlatılmıştır.
1.2.1. Bürokrasi Tanımları ve Bürokrasinin Gelişim Süreci
Günlük hayatta çok sık kullanılan bir kavram olan bürokrasi, değişik anlamlarda
kullanılabilmektedir (Türköne, 2014:420). Bundan hareketle olsa gerek Mises,
“Kimse bürokrasinin tam ve açık bir tarifini yapmak teşebbüsüne girişmemiştir.
Bürokrasi kelimesi, daima müphem bir mana ifade etmiştir. Bürokrasinin ne
olduğunu tarif ve izah etmeleri istendiği takdirde, bu kelimeyi kullanan birçok
kimselerin müşkül mevkie düşecekleri muhakkaktır” (2000:6), diyerek bürokrasiyi
tanımlamanın zorluğunu dile getirmiştir.
Bu bağlamda, birbirinden farklı anlamlar taşıyan bir kavramla karşı
karşıyayız (Öztaş, 2013:130; Aykaç, 1997:37). Buradan hareketle Öztaş, genel olarak
bürokrasinin dört ayrı anlamda kullanıldığını belirtiyor: İlki, kırtasiyecilik denen ve
olumsuzluk ifade eden, işin özünden ziyade şekilciliğe boğulan bürokrasiyi ifade
eder. Bu anlamdaki bürokrasi, belki binlerce yıldır kullanılan ve hep kendisinden
şikâyet edilegelen bir kavramdır (Lewis: 2013:192). İkincisi, kamu mal ve
hizmetlerini üretmek için kurulmuş daireleri, üçüncüsü kamu politikalarını
uygulayan çalışanları ve memurları, dördüncüsü ise örgüt, örgütlenme ve işleyiş
biçimini ifade etmektedir (2013:131).
Bürokrasi
kelimesinin
Türkçede
en
çok
kırtasiyecilik
anlamında
kullanıldığında şüphe yoktur (Tortop vd., 2010:205). Bürokrasi kavramının ilk defa
Fransa’da ortaya çıktığı ve ilk kullanan kişinin de 1745 yılında Fransız fizyokrat
iktisatçı Vincent de Gournay olduğu konusunda görüş birliği bulunmaktadır (Öztaş,
2013:131). Bürokrasi ve bürokrat tabirlerinin bazen hakaret kastiyle kullanıldığına
24
rastlanır. Birçok çalışan kimse kendisinin bir bürokrat olduğunu ve işlerinde
kırtasiyeci zihniyeti ile hareket ettiğini kabul etmez. Şahıslar, müesseseler ve
muameleler hakkında hakaretle karışık bir tenkit yapmak isteyenler, bürokrat ve
bürokrasi kelimelerini kullanırlar. Herkes bürokrasinin hakikaten fena bir şey olduğu
ve dünya yüzünden kaldırılması lazım geldiği kanaatindedir (Mises, 2000:5).
Bürokrasinin bu yönüne temas eden başka birçok bilim insanı olduğu bilinmektedir
(Eryılmaz, 2004:2-3).
Ancak bürokrasinin hayatın bir parçası olduğu da kabul edilmelidir. Zira
bürokrasi, hizmetlerin “iktisadi hesaba” göre kıymetlendirilemediği bir idare
sistemidir (Mises, 2000:44).
James, biraz farklı sayılabilecek bir bürokrasi tanımı yapmıştır. Zira ona göre
bürokrasi; kamu kuruluşlarının önceden belirlenmiş koşullara göre örgütlenmesi ve
gene önceden belirlenen kurallar dışına çıkılmadan yönetilmesi ve işleyişidir
(1996:393).
Bürokrasiyi sadece devlet yönetimi ile irtibatlandırmayan tanımlar da
önemlidir. Zira yapısı itibariyle bürokrasi hem özel hem de devlet örgütlerine
gereklidir. Bu bağlamda bürokrasi, iş bölümü ve uzmanlaşma temeli üzerinde
yükselen otoritenin merkezileştiği hiyerarşik yönetim yapısını ifade eden bir
kavramdır. Batı ülkelerinde hâkim geleneksel görüşe göre bürokrasi, siyasal
kurumlar tarafından saptanan hizmet politikalarını uygulamaktan sorumlu bir araç,
bir mekanizmadır (Aykaç, 1997:39-40).
Buraya kadar yapılan tanımlardan anlaşılacağı gibi bürokrasi idari, siyasi ve
sosyal yönleri olan geniş bir kavramdır. Bürokrasi konusundaki değişik anlamlar, bu
sosyal
örgüt
biçiminin
özelliklerini
tanımlamadaki
farklı
yaklaşımlardan
kaynaklanmaktadır.
Bu konuda iki temel yaklaşımdan söz edilir. Birinci yaklaşım bürokrasiyi;
işbölümü, hiyerarşi ve prosedür sistemi gibi belirli yapısal özelliklere sahip bir örgüt
biçimi olarak ele almaktadır. Örgütün davranışsal özelliklerini esas alan ikinci
yaklaşımda ise; örgütün objektiflik, kesinlik, doğruluk, dosya bilgisi ve tutarlılık gibi
pozitif yönlerine olduğu kadar; sorumluluktan kaçma, kırtasiyecilik, katılık, aşırı
25
gizlilik, yetki devretmekte ve kullanmakta isteksizlik gibi olumsuz yönlerine vurgu
yapılmaktadır (Eryılmaz, 2004:7).
Çevik, bürokrasinin, kamu örgütü anlamında da kullanıldığını, bu bağlamda,
kamu yönetiminin örgütsel yapı ve işlevleri anlamına geldiğine işaret etmiştir. Bu
açıdan, bürokrasi dendiğinde, içindeki bürokrat denilen kamu görevlilerinden, bu
kamu görevlilerinin kendi aralarındaki her türlü yatay veya dikey ilişkilerinden,
bunların sahip oldukları yetkilerden ve diğer yapısal öğelerden oluştuğu
düşünülmektedir (2007b:61-63).
İlkel toplumlarda bugünkü anlamda bir örgüt ve bürolar yoktu. İnsanlar
yasalar yerine, sözlü emirler ve geleneklerle yönetiliyordu. Yöneten ve yönetilenler
arasındaki ilişkiler doğrudan doğruya olduğu için, arada aracılar da bulunmuyordu.
Ancak toplumlar arasında harp yapma ve vergi alma zorunluluğu ortaya çıktıktan
sonra hükümdarlar, aracılar kullanma ve bunlarla emirleri diğer kişilere ulaştırma
imkânına kavuştular.
Ortaçağın sonlarında, henüz bürokrasi olarak isimlendirilmemekle beraber bir
yönetim sistemi gelişmeye başlamıştır. Krallık otoritesinin güçlenmesi ve daimi gelir
kaynaklarının bulunması, matbaanın bulunması ve diğer teknik ilerlemelerin bu
gelişmede önemli rolü olmuştur. Bu gelişmelere paralel olarak örgütler ve büroların
kuruluşlarında da gelişmeler olmuştur (Tortop vd., 2010:205).
Eryılmaz, Weber ve onu yorumlayanların görüşlerini dikkate alarak, yasalrasyonel bürokrasinin ortaya çıkışında etkili olan faktörleri, “hacim”, “devletin
gelişmesi”, “ulus devlet”, “kapitalist sistem”, “ideolojik ve siyasal nedenler”, “özel
idari sorunlar ve ihtiyaçlar”, “sanayileşme”, “demokrasi ve eşitlik düşüncesi” ve
“sosyal şartlar” olmak üzere sıralamıştır (2004:71).
Bürokrasinin gelişmesi ve büyümesi, modernleşme ile yakından ilgilidir
(Öztaş, 2013:81). Modernleşme artık bir tercih olarak görülmemekte, bir zorunluluk
olarak kabul edilmektedir (Heper, 1973:17). Modernleşme veya modernleştirmenin,
temel olarak Batının bazı seçilmiş somut kurumlarını ve yaşam biçimlerini
benimsemek olduğu kabul edildiğine göre, Türkiye’nin modernleşme tarihinin de
aynı yol ve yöntemi izlemesi normal kabul edilmelidir (Heper, 1973:19).
26
Örgütlerin yapısal ve işlevsel farklılaşması, değişik amaçlı sayısız bürokratik
kurumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Modern toplumlarda yaşamak zorunda
olan her bir fert, bir ya da birden fazla örgütün parçası haline gelmiş, sosyal ilişkileri
bürokratikleştiren organizasyonların sayıları ve yapıları giderek büyümüştür (Öztaş,
2013:81-82).
Günümüzde halkın büyük bir kısmı, çalışma hayatlarını örgütler içinde
geçirmektedirler; ikamet ettikleri yer olarak bir yerel yönetimin hemşehrisidirler;
alışveriş yapmak için büyük marketlere, tedavi olmak için hastanelere, yönetime
katılmak için siyasi partilere, iş bulmak için iş kurumuna, kendilerini ve sahip
oldukları araçları ve malları çeşitli risklerden korumak için sigorta şirketlerine,
çocuklarının eğitimi için okullara, kendilerini geliştirmek ve topluma yararlı olmak
için çeşitli dernek ve vakıflara üye olmakta ya da gitmektedirler (Eryılmaz, 2004:19).
Heper’e göre bürokrasi, ülke gelişmişliğine bağlı olarak, bazı yapısal-işlevsel
farklılıklar gösterir. Zira gelişmiş ülkelerde bürokrasi hayli yaygın, karmaşık ve
genellikle siyasal kararları uygulayan bir kurumdur. Bu ülkelerde bürokrasi, az
gelişmiş ülkelere oranla daha uzman kadrolardan oluşur, işlevlerini çok daha dikkatli
bir biçimde yerine getirir. Bunun en önemli nedenlerinden biri mali ve teknolojik
imkanların elverişli olmasıdır (1973:92-93).
Az gelişmiş ülkelerde bürokrasi, genellikle gelişmiş ülke bürokrasileri taklit
edilerek geliştirilmiştir. Bunun sonucu olarak bu bürokrasiler, ortaya çıkan yeni
sorunlar açısından işlevsel olmayan özellikler edinmişlerdir. İkinci temel özellik,
yetenekli personel yetersizliğidir. Eldeki personel, yeniliğe dönük, dinamik bir idare
anlayışına ve teknik becerilere sahip değildir. Aksine, geleneksel toplumun tutum ve
davranışları bürokrasiye de yansımaktadır. Bu ülke bürokrasilerinin bir diğer temel
özelliği biçimsellik olgusunun hayli belirgin şekilde ortaya çıkmasıdır. Nihayet bu
ülkelerde bürokrasiler büyük ölçüde “siyasi”dirler (Heper, 1973:130).
1.2.2. Bazı Öncü Düşünürler ve Bürokrasi
Her sahada çığır açanlar, eskimeyen ve değişmeyen bir önemi her zaman korurlar.
Nasıl ki ampulu veya telefonu bulan kişilerin adı hiç değişmediği gibi, sosyal
bilimlerde ve dolayısıyla bürokrasiye yaklaşım konusunda iki kişinin ayrı bir önemi
27
vardır: Karl Marx ve Max Weber. Karl Marx bir bürokrasi teorisi ileri sürmemiştir
ama bürokrasiye getirdiği eleştiriler, bu konuda ortaya atılan görüş ve teorilere ilham
kaynağı olmuşlardır. Max Weber’in önemini ise, örgüt ve teorilerini çalışan herkes
şartsız kabul edecektir. Çünkü bu konuyu en çarpıcı ve bilimsel bir şekilde ele alan
öncü bir sosyal bilimcidir. Bu sebeple, her ikisinin de bürokrasi konusundaki
görüşleri kısaca ele alınacaktır.
1.2.2.1. Marx’a Göre Bürokrasi
Her ne kadar bürokrasi kavramı, Marx’ın düşüncesinde merkezi bir konu olarak
doğrudan yer almasa da, bürokrasi toplumun güç yapısı ile ilişkisi bakımından
dolaylı ilgisini çekmiştir. Marx, bürokrasi kavramını ve olgusunu, devlet yönetimi
bağlamında ele almış ve olumsuz anlamda kullanmıştır. Bürokrasi kavramı ile hem
yönetim sistemi ve hem de bu sistemi çalıştıran bürokratlar anlatılmak istenilmiştir
(Eryılmaz, 2004:21).
Marx bürokrasi kavramını, Hegel’in devlet anlayışını inceleyerek ve
eleştirerek ele almıştır. Hegel’e göre devlet, genel yararı temsil etmekte, kamu
yönetimi ise devletle sivil toplum arasında bir köprü olarak görülmektedir. Ancak
Marx’a göre devlet, genel yararı değil, hâkim sınıfın özel çıkarlarını temsil
etmektedir. Genel yarar kavramı, hâkim sınıfın özel çıkarlarının egemenliğini örtbas
etmenin ideolojik bir aracıdır. Sivil toplum ise, burjuva sınıfının egemenliğinin
üretildiği bir alandır. Bu bakış açısına göre bürokrasi, özel bir sosyal grup olup,
hâkim sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenlik kurmasını sağlayan vasıtadır.
Marx’a göre bürokrasi, halkın çoğunluğunun, esrarengiz ve kendilerinden uzak bir
varlık olarak hissettikleri, zulmedici özerk bir güç haline gelir. Halkın hayatını
düzenlemekle beraber, onların denetiminden ve idrakinden uzaktır. Marx, bürokratın
girişim gücünün yokluğuna, düşünce kısırlığına, sorumluluk almaktaki isteksizliğine
vurgu yapmaktadır. Bu noksanlıklar ya da yetersizlikler, her şeyi yapmaya kendini
muktedir
gören
bürokratları
endişelendirmez.
Gerçekte
bürokratlar,
kendi
ayrıcalıklarını ve pozisyonlarını güçlendirmek amacıyla egemenlik fonksiyonlarını
sürekli genişletmek isterler (Eryılmaz, 2004:26).
28
Gerçekte Marx, daha sonraları Weber ve onu takip edenler tarafından ayrıntılı
olarak incelenecek olan bürokrasinin, birçok özelliğine ve sorununa parmak
basmıştır. Bürokratik görevin kutsallaştırılması ve amaçların araçlarla yer değişmesi
gibi hususlar, Marx’ın haleflerini etkilediği konuların başında gelmektedir (Eryılmaz,
2004:28).
Sonuçta Marx ve takipçileri, bürokrasiye yönelik en radikal eleştirileri
getirmişlerdir (Türköne, 2014:441). Onlara göre bürokrasi kötü bir şeydir ve yok
edilmelidir. Bunu gerçekleştirmek de üç aşamada mümkün olabilir: Birincisi, bütün
çalışanlara aynı ücret verilerek, ayrıcalıklı konumlar sona erdirilir. İkincisi, yasama
ve yürütme birleştirilerek, doğrudan demokrasiye geçilmelidir. Üçüncüsü de, kamu
görevlilerinin
başarı
durumlarının
oylanarak,
başarısız
olanların
görevden
uzaklaştırılmaları sağlanmalıdır. Bu şekilde, zaten cazibesini yitirecek olan bürokrasi
de yok olacaktır (Fişek, 2012:106)
1.2.2.2. Weber’e Göre Bürokrasi
Max Weber, bürokrasi konusunu sistemli ve kapsamlı bir biçimde inceleyen bir
Alman sosyal bilimcidir. Günümüzde Weber ismi, bürokrasi kavramıyla adeta
bütünleşmiştir. Weber, bürokrasiyi doğrudan tanımlamak yerine, onun unsurlarını ve
özelliklerini belirtmekle yetinmiştir (Eryılmaz, 2004:44).
Weber’in ifade ettiği ideal bürokrasinin bu özelliklerini, Öztaş şu şekilde
özetlemiştir (2013:133-145; Türköne, 2014:424-425).
Yasalarla
düzenlenmiş
yetki
alanı:
Bürokratik
yapılarda
amaçların
gerçekleştirilmesi için gerekli düzenli çalışmalar, resmi görevler belirli bir biçimde
dağıtılmıştır. Bu görevlerin yerine getirilmesi için gerekli emirleri verme yetkisi ve
yaptırımlar kurallara bağlanmıştır. Görevlerin düzenli ve sürekli yürütülmesi; gerekli
yetkilerin kullanılması, sistematik hükümlerle sağlanmıştır.
Otorite hiyerarşisi: Örgütün yapılanması, otorite hiyerarşisine göre yapılır,
görevler hiyerarşik bir düzen içinde yürütülür. Bu düzen sayesinde her bir alt birim,
üst birimin denetim ve gözetimi altına girer. Bu ilke, kamu kurumlarında olduğu
kadar, büyük parti örgütlerinde ve özel işletmelerde de geçerlidir.
29
Yönetimin yazılı belgelere dayanması: Çağdaş bürokrasinin yönetimi, yazılı
belgelere dayanır. Bu belgeler, gerektiğinde kullanılmak üzere saklanır. Söz konusu
belgelerin yazılması için geniş bir görevliler ve kâtipler kadrosu istihdam edilir.
Resmi görevleri yürüten memur kadrosuna, yönetimin maddi aygıtı ve dosyaları ile
birlikte “daire” denir. Özel sektörde ise buna, genellikle “büro” adı verilir.
Uzmanlaşma: Daire ya da büro yönetimi, esaslı bir uzmanlık eğitimini
gerektirir. Uzmanlaşma, işbölümünün bir sonucudur. İşbölümü ile ortaya çıkan
çeşitli faaliyet alanlarında çalışanlar, yaptıkları işte kısa zamanda uzmanlaşırlar.
Gayrişahsîlik: İdeal bir memur, işleri, sevgi ve nefret gibi duygusallıktan
uzak, bütünüyle gayrişahsî kurallara göre yürütür. Resmi işlerde, kişisel düşünceleri
bir tarafa bırakmak, tarafsızlık için olduğu kadar, verimlilik bakımından da ön şart
niteliğindedir.
Kariyer yapısı: Bürokraside memuriyet bir meslektir. İşe alınmalar, belirli
niteliklere bağlı olarak özel sınavla sağlanır. Memur, kamu hizmeti hiyerarşisi içinde
kendine bir kariyer edinmeye çalışır, alt basamaklardan üst görevlere doğru,
uzmanlıklarına ve kıdemlerine bağlı olarak ilerler.
Kurallar sistemi: İşyeri yönetimi, belli bir istikrarı ve kapsamı olan,
öğrenilebilir genel kurallara bağlıdır. Bürokraside işler, birbirleriyle uyumlu soyut
kurallar tarafından yönetilir ve bu soyut kurallar, belirli olaylara uygulanır. Belirli
olaylar konusunda karar alınırken, önceden belirlenmiş soyut ve genel kurallara göre
hareket edilir.
Kamu ve özel hayatın ayrışması: Kamu hizmetinin çağdaş örgütlenişi, kural
olarak, resmi daireyi görevlinin özel konutundan ayırdığı gibi, bürokrasi de, genel
olarak resmi faaliyet ile özel yaşam alanını birbirinden ayrıştırmıştır. Modern iş
yönetimi tipi ne denli yerleşmişse bu ayrımlar o denli netleşmiştir.
Burada bir dönem, özellikle de geleneksel devlet döneminde, bazı ülkelerde
bürokratlığın ve dolayısıyla bürokrasinin, babadan oğula geçen bir meslek olduğunu
ve bunun uzun bir dönem uygulandığını hatırlamakta ve de doğuracağı tekelleşmenin
sakıncalarını hatırlamak gerekir (Lewis, 2013:229-231).
30
Özet olarak bürokrasi, işbölümü, resmi yetki alanı, otorite hiyerarşisi, kurallar
sistemi, yazılı belgeler, kamu ve özel hayatın ayrıştığı, gayrişahsîlik ve liyakatı esas
alan bir örgüt biçimidir. Başka bir anlatımla, Weber’e göre bürokrasi, bir yönetim
biçimi değil, yazılı kurallara göre işlerin profesyonel görevliler tarafından
yürütüldüğü bir örgüt biçimidir. Bu örgüt biçimi yalnızca devlete özgü değildir; özel
sektörde de bu örgütlenme biçimi yaygındır (Eryılmaz, 2004:48).
1.2.2.3. Seçkinci Bürokrasi Teorisi
Bu çalışmada çok önemli olmamakla beraber, bürokrasiyi ilgilendiren bu akımdan da
kısaca bahsetmekte yarar vardır. Özellikle 1930’lu yıllarda, büyük ekonomik
bunalımın da etkisiyle, siyaset kurumuna ciddi eleştiriler getirildi. Zira bütün
kararlar, nihai olarak onlar tarafından veriliyordu ve ortada bunalım varsa,
sorumluluk da onlara ait olmalıydı. Bunun çözümü, siyasetçilerin yetkilerini
azaltarak, onun yerine iş adamları ve “teknokrasi”den oluşan seçkin bir kesim
oluşturmak, devletin ve ekonominin yönetiminde bu kesimi hâkim kılmaktır. Bu
seçkinci bürokrasi teorisinin belli başlı savunucuları, A.R. Michels, Bruno Rizzi,
James Burnham ve C. Wright Mills gibi düşünür ve bilim insanlarıdır (Fişek,
2012:112-117).
1.2.3. Örgüt Teorileri
Tezin bu kısmında, genel olarak kamu bürokrasisinin veya özel sektör kuruluşlarının
örgütsel yapısını ve işleyişini açıklamayı amaçlayan, örgüt teorileri olarak
adlandırılan ve belli bir süreç içerisinde yönetimin gelişimine paralel gelişim özelliği
gösteren açıklamalar ele alınmıştır.
Güvenlik bürokrasini ve dolayısıyla aktörleri olan örgütlerinin, teorik olarak
tanımlanması için örgüt teorilerinin incelenmesi gerekir. Bu amaçla, bu konuyu ele
alan her akademik çalışmada esas olduğu gibi, örgütle ilgili teorik açıklamalar
incelenmiştir.
Bu çerçevede ilk karşılaşılan teorisyenler Taylor ve Fayol’dur. Bunlar,
yapmış oldukları bilimsel gözlem ve deneylerle, çalışmış oldukları örgütlerin
yapılarını, sistemli bir şekilde teorik çerçeveye oturtmaya çalışmışlardır. Taylor, 20.
31
yüzyılda yayınlamış olduğu “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” adlı kitabında, o dönemde
çalışmış olduğu Ford fabrikasındaki gözlemlerinden de yararlanarak, büyük
işletmelerin yönetilmesiyle ilgili ilkeler ortaya koymuştur. Bu ilkelerin aynı zamanda
evrensel olduğunu savunmuştur. Taylor’ın çalışmasında temel güdümleyici verim
artışı olduğundan, işletmede çalışanların sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını
önemsememiştir. Çalışanlardan elde edilecek işgücü veriminin azami ölçüde
arttırılabilmesi için değerlendirmeler yapmıştır. Taylor'un bu yaklaşımı daha sonra
kendisine bu konuda eleştirilerin yönlendirilmesine ve bu konuda farklı bir akımın
ortaya çıkmasına da ortam hazırlamıştır (Çevik, 2012:52-54).
Taylor, ortaya koymuş olduğu bilimsel yönetim teorisinin ilkelerini dört
madde halinde belirlemiştir (1997:12): Yönetim faaliyeti gerçekleştirilirken,
yapılacak her bir işin bölümleri için ayrı birimler oluşturulmalıdır: Yönetim, üretimi
gerçekleştirecek olan personeli bilimsel olarak seçmeli ve personelini eğitip
geliştirmelidir. Yönetim, personelin bilimsel metotlar çerçevesinde çalışmasını temin
etmelidir. Yönetim, işletmenin sorumluluğunu personel ile yöneticiler arasında
dengeli bir şekilde paylaştırmalıdır.
Taylor'un oluşturduğu bu teori, isminden ve ilkelerinden de anlaşılacağı üzere
yönetim faaliyetine bilimsel bir bakış açısı kazandırmakta ve bilimselliğin önemine
vurgu yapmaktadır (Öztaş, 2013:83-84). Yapılacak olan işin detaylarının bilimsel
esaslara göre belirlenmesinin yanı sıra, işi yapacak olan personelin bilimsel
standartlara göre seçilerek yetiştirilmesi de bu teorinin temelini oluşturmaktadır.
Örgüt içerisindeki hiyerarşik kademelendirmeden sonra, her kademe için
işbölümünün gerçekleştirilmesi ve hangi personelin hangi işi yapacağının yazılı
olarak belirlenmesi aşaması gelmektedir. Böylelikle kimin ne iş yapacağının
belirlenmesinin yanı sıra personelden beklentiler de ortaya konmaktadır (Çevik,
2007a:75). Bu durum denetimi kolaylaştırmanın yanında verimliliğin arttırılmasında
da etkin rol oynamaktadır.
Bu teoride Taylor, kendi çalıştığı fabrikada, üretim faaliyetlerini gruplara
ayırarak her bir işin yapılma zamanını gözlemlemiştir. Bu gözlem esnasında boşuna
harcanan zaman dilimlerini de gözlemleme fırsatını yakalamıştır. Bu gözlemin
ardından, işlerin daha kısa sürede yapılabilmesi veya daha fazla üretim
32
gerçekleştirilebilmesi için teşvik sistemleri geliştirmiştir. Bir iş için oluşturmuş
olduğu standart birimin üstüne çıkan personele teşvik sistemi getirerek, bir
motivasyon sistemi oluşturmuş ve böylelikle üretimin artmasını sağlamıştır. Bu
araştırmayı yaparken bilimsel gözlemler ve usuller kullandığı için de bu teorinin
genel geçerliğini göstermiş oldu (Öztaş, 2013:87).
Taylor'un ortaya koyduğu teoride örgütlenme modeli, Weber'in ortaya
koyduğu bürokrasi teorisindeki modelle benzerlikler göstermektedir. Taylor da
Weber gibi merkezi bir yapılanmadan ve bu yapılanmanın hiyerarşik esaslara göre
yukarıdan aşağıya doğru kurgulanması gerektiğine vurgu yapmakta ve ast-üst
ilişkisinin net bir şekilde belirlenmesi gerektiğini ifade etmektedir.
Bu alanda Taylor'dan farklı olarak yönetim anlayışları ve davranışları üzerine
araştırma yapan teorisyen Henri Fayol’dur.
Taylor, yönetim faaliyetleri ve hareketleri üzerinde çalışmasına karşın Fayol
ise
yönetim
anlayışları,
fikirleri
ve
davranışları
üzerine
çalışmalarını
gerçekleştirmiştir. Fayol'un yönetim literatürüne kazandırmış olduğu en önemli
unsurlar
yönetim
ilkeleridir.
Bunlar,
planlama,
örgütleme,
yönlendirme,
koordinasyon ve denetimdir (Tortop vd., 2010:21).
Yönetim modellerinin klasikleri arasında yerini alan Fayol'un beşlemesi şöyle
açıklanmaktadır (Öztaş, 2013:108-112):
Planlama,
yönetim
faaliyetinin
en
önemli
aşamalarından
birini
oluşturmaktadır. Planlama, geleceği hesaplamanın yanı sıra bu hesaplamalara göre
faaliyete geçmeyi de kapsamaktadır. Kısacası yapılacak işlerin önceden belirlenerek
bu çerçevede gerçekleştirilen faaliyetlere planlama denmektedir. Bu çerçevede
yönetim faaliyetini gerçekleştirme sürecinde en önemli planlama faaliyetleri arasında
iş planlaması gelmektedir. İş planı, bina, ekipman, sermaye, üretim gücü ve
çalışanlar gibi maddi kaynakları ve yapılan işlerin kapsamının yanı sıra önceden
belirlenmesi zor olsa da planlamaya tabi tutulabilecek olan ticari, mali ve teknik
imkanların önceden hesaplanarak belirlenme sürecini ifade eder. Kısacası işletmenin
üretim sürecindeki rotasını belirleme faaliyetini ifade eder.
33
Örgütleme, bir işletmenin işleyiş şemasını oluşturmanın yanı sıra onun
çalışabilmesi için malzeme, tesisat, sermaye ve çalışan gibi çeşitli ihtiyaçlarının
programlanarak işletmeye kazandırılması sürecini kapsamaktadır. İşletmenin
faaliyetlerini gerçekleştirebilmek için sahip olması gereken organların neler
olduğunun tespit edilmesi ve bunun yanı sıra bu organlarda çalıştırılacak olan
personelin hangi birimde görevlendirileceği ve hangi işi yapacağı da örgütleme
faaliyeti kapsamında yer almaktadır.
Örgütlenme faaliyetinin gerçekleştirilmesinde örgütlerin hacimleri de önem
arz etmektedir, zira örgüt bünyesinde sadece bir kişi bulunabileceği gibi milyonlarca
kişinin görevli olduğu örgütler de söz konusudur. Bu çerçevede çok büyük
yapılanmalar içeren örgütlerin de örgütlenmeleri karmaşıklık arz eder. Bundan dolayı
çok büyük organizasyonların en üstteki tepe yöneticisinden en alttaki işçilerine kadar
sağlıklı bir yönetim şemasına ve her birimde nasıl bir görevlinin çalışacağını önceden
belirleyen iyi bir örgütlenme çalışması sonrasında tespit edilmelidir.
Yönlendirme, işletmenin örgütlenmesini tamamlamasının sonrasında, her bir
birimin ayrı yapacağı bir faaliyeti olmanın yanı sıra, merkezi olarak işletmenin tepe
yöneticisinin de gerçekleştireceği bir kumanda faaliyetidir. Yönlendirmeden asıl
olarak, her birim yöneticisinin işletmenin amaçları doğrultusunda personelini sevk ve
idare etmesi kastedilmektedir.
Koordinasyon, bir işletmenin verimli bir şekilde çalışmasını sağlamak için
bütün birimlerinin ve çalışanlarının, uyumlu bir şekilde çalışmasını sağlamayı
amaçlamaktadır. Çünkü her alt birim diğer alt birimlere ve üst yönetim birimine
bağımlı olarak çalışmaktadır. Bu bağımlılık, birimler arasındaki iletişimi ve birlikte
çalışabilmeyi, yani koordinasyonu da zorunlu kılmaktadır.
Özellikle büyük ölçekli işletmelerde ve holdinglerde, koordinasyon çok
önemli bir yönetim unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ölçekteki işletmelerin
içinde koordinasyonun tesis edilmesi hayati önem arz etmektedir. Çünkü birimler
arasındaki sağlıklı haber akışı ve etkileşim, üretim sürecinin de sağlıklı bir şekilde
yönlendirilmesinin başlıca gereksinimleri arasında yer almaktadır. Bu durum büyük
işletmelerin bir bütün olarak çalışabilmesine yardımcı olur. Bunun sağlıklı bir şekilde
34
gerçekleştirilebilmesi için de en büyük görev, bütün birimlerin kendisine bağlı
olduğu tepe yöneticisine düşmektedir.
Denetim, işletmenin planlamış olduğu ve yine işletmenin ortaya koymuş
olduğu genel ilkelere uygun olarak işlerin yürütülüp yürütülmediğinin kontrol
edildiği faaliyetler süreci olarak ifade edilmektedir. Denetimde asli amaç, yapılan
hata ve yanlışlıkların tespit edilerek, düzeltilmesi ve tekrarının önüne geçilecek
önlemlerin alınmasıdır. Denetim faaliyeti, işletmenin birimleri, üretim faaliyetleri ve
ürünler üzerinde yapılacak kontrol faaliyetlerinin yanı sıra çalışanların kontrolünü de
içermektedir.
Denetim faaliyetinin gerçekleştirilmiş olması, işletmeye tek başına bir şey
kazandırmaz. Bunun için denetleme faaliyeti gerçekleştirildikten sonra, bunun
faydalı bir sonuca ulaşabilmesi için, bir geri besleme mekanizmasıyla, süreçten elde
edilen sonuçlar, iyi bir şekilde değerlendirilerek, gerekli düzenlemeler ve
iyileştirmeler yapılarak, tekrar işletmenin yönetim sistemine sokulmalıdır. Bu
çerçevede önceden belirlenen hedeflere ulaşılmasında karşılaşılmış olan hatalar
gözden geçirilerek, aksaklıklar tespit edilip giderilir ve sürece olumlu bir şekilde
yansıtılması sağlanır. Kısacası denetim süreci, yapılan hatalardan ders çıkartılarak
çözümlerin oluşturulup uygulanması sürecini ifade etmektedir.
Bu iki teorisyen, daha çok örgütlerin yapısal özellikleri üzerinde
durmuşlardır. Bu yapıların biçimsel özelliklerini açıklamayı ve ideal biçimsel
yapıları ortaya koymayı amaç edinmişlerdir. Ancak bu teorisyenlerin, yönetsel
yapıları sadece biçimsel olarak incelemeye almış olmaları, sonra gelen birçok
teorisyen için temel eleştiri konusunu teşkil etmiştir. Bu sonrakilere göre, mekanik
ilişkilerin ötesinde insani ve sosyal değerlerin de gönünde bulundurulması gerektiği
ifade edilmiştir (Çevik, 2012:58). Bunların en önemli temsilcilerinden olan Elton
Mayo'nun geliştirdiği teori, bu akımın en belirgin özelliklerini bünyesinde
barındırmaktadır.
Elton Mayo, 1927 ve 1932 yılları arasında Western Electric Şirketi'nin
Hawthorne
tesislerinde
yapmış
olduğu
gözlemler
sonrasında
teorisini
olgunlaştırmıştır. Bu tesislerde gerçekleştirmiş olduğu deneylerde ısı, ışık, nem ve
35
dinlenme süreleri
gibi
etkenlerin üretim
üzerindeki
etkilerini
belirlemeyi
amaçlamıştı. Ancak, bu deneyler esnasında fiziksel koşulların giderek bozulmasına
karşın grup dayanışması, çalışanların moral değerlerinin yüksek oluşu ve çalışanlar
arasındaki davranış ve ilişkilerin iyi olmasının, üretim sürecine olumlu etki
sağladığını gözlemlemiştir (Nohutçu, 2010:25-26).
Mayo, gerçekleştirdiği deneyin dönemine de dikkat çekmektedir. O dönemde,
etkisini günümüzde de arttırarak devam ettirdiği açık olan bireysel toplum yapısının
ve teknolojik gelişmelerin, çalışma grupları arasında bir dağılmaya neden olduğunu
ifade etmektedir. Böylelikle çalışanın işletmeye ve çalışma arkadaşlarına olan
bağlılık duygusu zedelenmekte ve grup içerisinde kazandığı aidiyet duygularını da
yitirmesine neden olmaktadır Bu durumda çalışanların motivasyonu kırılmakta ve iş
verimleri düşmektedir. Bu problemin aşılması ve işletmenin veriminin sağlanması ve
arttırılması için çalışanlar arasındaki sosyal ve insani bağların tesis edilmesi ve
güçlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, beşeri unsurlar, bireyin psikolojik
ve sosyolojik ihtiyaçları, çalışma davranışı üzerinde etkilidir (Öztaş, 2013:163-174).
Mayo'nun gerçekleştirmiş olduğu bu araştırmanın ortaya koyduğu en önemli
noktalardan biri, örgüt teorileri içerisinde klasik yaklaşımlardaki mekanik bakış
açısının üzerine, örgütsel performansı artırdığı gözlemlenen insani ilişkilerin bu
sürece dâhil edilmiş olmasıdır. Bu yaklaşım, örgütlerin yapılarının mekanik değil
canlı ve sosyal yapılar olduğunu ortaya koymaktadır (Çevik, 2012:58). Aynı
zamanda örgütün çalışanlarıyla bir bütün teşkil ettiğini ve örgütün ihtiyaç ve
sıkıntılarının tespit edilmesi için çalışanların durumunun bu konuda belirleyici
olacağı anlaşılmaktadır.
Bu teorisyenlerin, örgütü sadece biçimsel olarak ele almalarına ve insan
davranışlarına indirgemelerine karşın, daha sonra gelen birçok modern dönem
teorisyeni, insani ilişkilerin de ötesinde, örgütün çevresinin de sürece dâhil edilmesi
gerektiğini ortaya koydular. Bu çerçevede, örgütün çevresiyle bir bütün teşkil ettiğini
ve örgütle ilgili değerlendirme yapılırken veya bir karar alırken örgütün çevresinin
gözönünde bulundurulması gerektiği ortaya konmuştur (Öztaş, 2013:216).
bağlamda,
en
önemli
yaklaşımlar
“Sistem
Yaklaşımı”
ve
Bu
“Durumsallık
Yaklaşımı”dır.
36
Sistem Yaklaşımı, esas olarak tabiattaki biyolojik düzenin yönetime
uyarlanmasıdır. Nasıl ki tabiatta, bütün canlıların tabi olduğu bir sistem var, örgüt
için de bir sistem sözkonusudur (Genç, 2005, 71-72). Birçok düşünür sistemi,
birbirine bağımlı olan iki ve daha fazla parça veya alt sistemlerden oluşan, çalışma
ve özellikleri itibariyle belirli bir sınırı olan ve diğer sistemlerden ayırdedilen
örgütlenmiş ve bölünmez bir bütün olarak tanımlamaktadırlar (Eren, 2009:49).
Bu bağlamda, fen bilimlerinin kullandığı genel sistem anlayışı, Katz ve Kahn
tarafından örgüt analizinde kullanılmak üzere önerilir. Bu düşünürler örgütü açık
sistemler olarak tanımlarlar. Bu analizde, daha önce hesaba katılmayan çevre
unsurunu da analize dâhil ederler. Burada bütün parçaların birleşmesinden oluşan ana
sistem ve o sistemi meydana getiren parçalara alt sistem denmektedir. Bir de örgütün
ana amaçlarını gerçekleştiren suprasistem vardır. Bunlar sürekli etkileşim
halindedirler. Sonuçta bu sstem bir çevre içinde yer alır. Örgütü çevresinden ayıran
hayali çizgiye sınır denir. Sistemler çevrelerinden girdi alırlar ve bunları
değerlendirerek bir çıktıya dönüştürürler ki, buna da genel olarak mal ve hizmet adı
verilir. Sistemler de açık ve kapalı sistemler olarak iki ayrılırlar. Açık sistem
çevresiyle girdi ve çıktı alış verişinde bulunurken, kapalı sistemlerde bu sözkonusu
değildir. Açık sistemlerde geribesleme denen, çevrenin beklentilerinin karşılanması
bulunmaktadır. Sistemin varlığını sürdürebilmesi için dengede olması gerekir.
Sonuçta sistem, bir şekilde hayatını sonlandırma tehlikesi ve gerçeği ile karşı
karşıyadır. Açık sistemler bu tehlikeyi daha olay bertaraf etmekte ve geciktirmekte
iken, kapalı sistemlerin bu şansı pek yoktur. Siyasal sistemin ve bu sistem içerisinde,
planlanarak oluşturulan kamu politikalarının analiz edilmesi çok önemlidir (Öztaş,
2013:190-208).
Sistem
yaklaşımı,
örgütün
idari
fonksiyonlarının
dar
bir
şekilde
yorumlamasının önüne geçerek, diğer sistemlerle ve kendi alt sistemleriyle çevresel
etkenlerin de karar mekanizmasına dâhil edilmesini sağlar. Örgütün kurumsal
yapısını, alt sistemlerin amaçlarıyla uyumlu hale getirerek, alt sistemlerin ana
sisteme ne tür katkılarının olacağı belirlenir. Yönetsel sistem içerisindeki
ayrışmaların önüne geçerek örgütün asli amaçlarına odaklanması sağlanır ve
37
böylelikle oluşabilecek sorunlara da etkin çözümler üretebilecek bir yapılanma
oluşturulmuş olur (Nohutçu, 2010:32).
Bu teoride siyasal sistem, çevresiyle bir bütün olarak değerlendirilmektedir.
Bu çerçevede oluşturulacak olan kamu politikası, siyasal sistemin çevresinden gelen
beklentiler doğrultusunda şekillendirilir. Bu siyasal sistem, bir toplum içerisinde, o
toplumu birbirine bağlayan, yönetsel kararları veren ve toplumun değerlerini koruyan
ve karşılıklı iletişim içerisinde hareket eden bir yapı olarak tanımlamaktadır.
Oluşturulan her kamu politikası da bu sistemin çıktısını oluşturmaktadır. Bu kamu
politikası oluşturma sürecinde, sistem yaklaşımını da açıklayan çeşitli kavramlar
mevcuttur. Bunlar; siyasal sistem, girdi, çıktı ve çevredir.
Sistem teorisini tam anlamıyla kavrayabilmek için bu kavramların neyi
karşıladığını bilmek gerekmektedir (Çevik, 2012:62): Siyasal sistem, var olan
yönetim sistemini, kamu yönetimi açısından baktığımızda daha genel bir ifadeyle
devleti ifade etmektedir. Girdi ise, siyasal sisteme iletilen talepler ve bu talepler
esnasında sunulan destekler olarak değerlendirilmektedir. Çıktı ise, girdilerin siyasal
sistem tarafından değerlendirildikten sonra ortaya koymuş olduğu çözümleri,
kararları ve bunlar çerçevesinde yapmış olduğu çalışmaları ifade etmektedir. Çevre
ise bütün bu üç kavramı da kapsayan sosyal, ekonomik ve siyasal etkenlerin tümünü
ifade etmektedir.
Bu kavramlar, sistem yaklaşımının işleyişini de bir bakıma ortaya
koymaktadır. Birey veya gruplar siyasal sisteme isteklerini ve beklentilerini
iletmeleriyle sisteme girdi sokulmuş olur. Bu taleplere siyasal sistemin vermiş
olduğu olumlu veya olumsuz cevaplar ve o doğrultuda gerçekleştirilen faaliyetler de
çıktıları oluşturmaktadır. Bu çıktılar aynı zamanda siyasal sistemin üretmiş olduğu
kamu politikalarıdır. Bu çıktıların beklentileri karşılayıp karşılamama durumuna göre
de çevre tarafından tekrar bir geri bildirimle yeni bir girdi ortaya çıkartılır. Bu yeni
girdilere sistem tekrar yanıt verir ve süreç bir sarmal halinde böylelikle bir bütün
olarak devam eder.
1970’li yıllardan itibaren yaygınlaşan Durumsallık Teorisi, temel olarak
Sistem Yaklaşımının üzerine bina edilmiştir. Dahası bu teori, Tavistock
38
Enstitüsünden Fred Emery ve Eric Trist’in; Tom Burns ile G. M. Stalker’ın, ayrıca
Joan Woodward’ın çalışmalarının sonuçlarına dayanmaktadır. Bu kuram, her zaman
ve her yerde geçerli bir “en iyi” örgüt yapısı ve yönetimi yoktur, esasına dayanır ve
“en iyinin” duruma göre değişebileceğini kabul eder (Öztaş, 2010:216).
Bu çerçevede çalışmalarını yürüten Selznick, diğer modern örgüt teorisyenleri
gibi örgütlerin çevreleriyle olan ilişkilerini incelemiştir. Selznick, örgütlerin
çevrelerine kaçınılmaz bir ölçüde bağlı olduklarını ve bu durumun örgütü temelden
etkilediğini
ifade
etmektedir.
Selznick'e
göre
örgütler
hem
çevrelerinin
yönlendirmesi hem de kendi içlerindeki sosyal sistemlerin etkisiyle şekillenirler.
Hatta çevredeki sosyal yapı, çalışanlarla birlikte örgütün içerisine girer ve örgütün bu
çevrenin değerleri doğrultusunda şekillenmesine sebep olur. Böylelikle örgüt,
çalışanların sosyal karakterine göre bir kimliğe bürünmüş olur (Çevik, 2010: 63).
Bu etkileşim, kamu örgütlenmelerinde daha belirgin olarak ortaya
çıkmaktadır. Kamu hizmeti veya malı üreten bir kamu örgütü, hizmeti götürmekle
yükümlü olduğu kesimin ihtiyaçlarını gözönünde bulundurmak ve onların istekleri
doğrultusunda faaliyetlerini şekillendirmek durumundadır. Özellikle güçlü sivil
örgütlenmeler de bu hizmetle bir şekilde muhatap iseler, kamu örgütlerinin
yönlendirilme ihtimali daha güçlü bir seçeneğe dönüşmektedir (Çevik, 2007b: 157).
Bu durum zaman içerisinde, hizmet sunan kamu personeliyle, hizmetin hitap
ettiği kesim arasında bir ilişkinin tesis edilmesine yol açar. Bu ilişki de kamu
örgütlerini ve personelini bu çevreyle iletişime geçerek etkilenmesini zorunlu kılar
(Çevik, 2007a:82-83). Kısacası, örgütlerin hayatiyetlerinin devam ettirilebilmesi için
çevreleriyle sağlıklı birer iletişim ağı kurmaları gerekmektedir. Bu iletişimde de
çevrenin sosyal yapısı ve bu yapıya paralel olarak sosyal talepler de göz önünde
bulundurularak,
örgütlere
bu
ihtiyaçlar
çerçevesinde
yeni
katılımlar
gerçekleştirilmelidir ki, ancak bu örgütlerin devamlılıkları sağlanabilmiş olsun.
Selznick bunu kooptasyon mekanizması olarak adlandırmaktadır (Çevik, 2007b:
158). Kooptasyonu, “bir örgütün istikrarını veya hayatta kalmasını tehlikeye sokan
unsurları ortadan kaldırmak için örgütün karar alma mekanizmalarına lider
statüsünde yeni elemanların dâhil edilmesi” süreci olarak tanımlamaktadır (Çevik,
2012:65). Çevreden dâhil edilecek olan bu personel, çevrenin ihtiyaçlarını daha iyi
39
bileceğinden ve tahlil edebileceğinden ötürü çevresel tehditler çevreye hâkim
yöntemle birlikte ortadan kaldırılmış olacaktır.
Durumsallık Yaklaşımına göre, klasik örgüt teorilerindeki “insansız örgüt”,
“örgütsüz insanlar” veya yönetimde evrensel genel geçer ilkeler bulmak mümkün
değildir. Yani bu teoriler, her yerde ve her şartta geçerli olan bir yönetim yapısını
mümkün görmemektedir (Öztaş, 2013:216-217).
Bu teoride, her örgütün kendine has değişkenleri çerçevesinde değerlendirilip,
kendine has bir yönetim yapısının teşkil edilmesi amaçtır (Tortop vd., 2010:223).
Durumsallık yaklaşımında örgütler, çevresel koşullarla iç içe ve uyumlu olarak
çalışan açık sistemlerdir (Nohutçu, 2010:36). Durumsallık yaklaşımında örgütün
çevreyle olan ilişkisi önemli bir belirleyici unsurdur. Örgütün çevresi de aynı
zamanda örgütün kendine özgü yapılanmasını belirleyecek etkenleri ifade
etmektedir. Örgüt yapılanmasında ve yönetiminde örgüte has olarak çevresel
etkenlere baktığımızda bunların arasında teknolojik, yasal, siyasi, ekonomik,
demografik, ekolojik ve kültürel çevresel faktörler yer almaktadır (Tortop vd.,
2010:225). Bunların her biri, bütün örgütler için farklılık arz edeceğinden dolayı,
örgütün yapılanması ve yönetim yapısı da bu çevresel faktörlere göre diğer örgütlere
nazaran farklılıklar arz edecektir.
Durumsallık yaklaşımın önde gelen diğer temsilcileri arasında yer alan Burns
ve Stalker, İngiltere'de sanayi kuruluşları üzerinde yapmış oldukları çalışmalarla,
örgütlerin yönetim yapılarını incelemişlerdir. Bu çalışmalar sonucunda yönetim
sistemlerini
organik
ve
mekanik
olmak
üzere
iki
ayrı
kategoride
değerlendirmişlerdir. Mekanik yönetim modeli Weber'in bürokratik modellemesine
uygun durağan ve istikrarlı örgütler için uygun bir model olduğunu ifade
etmektedirler. Ancak istikrarsızlığın var olduğu ve hiyerarşik kademelerin net bir
şekilde belirlenemediği ve görevlerin de bu ölçüde net olarak dağıtılamadığı örgütler
için de, organik yönetim modelinin uygun olduğunu ifade etmektedirler (Öztaş,
2013:220).
Bu modelde, örgüt içerisindeki ilişkiler mekanik örgütlere göre daha esnektir.
Hiyerarşik kademeler arasındaki iletişim ve etkileşim yukarıdan aşağıya emir
40
vermekten ziyade bir danışma şeklinde gerçekleştirilir (Çevik, 2012:67). Mekanik ve
organik örgüt yönetim modelleri, kendi özel şartları içerisinde değerlendirilmesi
gereken modellerdir. Bu modellerin birbirine üstünlük gibi bir durumunun söz
konusu olmadığı ancak, şartlara göre birinin diğerine göre daha avantajlı bir yönetim
sergileyeceğini ifade etmektedirler (Burns ve Stalker, 1961:125).
1.2.4. Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı (YKY)
Örgüt teorilerini incelerken üzerinde durulması gereken önemli görüşlerden birisi de
Yeni Kamu Yönetimi (YKY) yaklaşımıdır. Özellikle 1980 ve 1990’larda, yönetim
anlayışında meydana gelen değişiklikler ve bu alandaki taleplerin ürettiği, bir diğer
anlamda da eski Weberyen bürokrasiye tepki olarak, kamu yönetimine yaklaşımlarda
yeni bir tema olarak ortaya çıkan bir anlayış olan YKY, farklı biçimlerde de
adlandırılmıştır; “piyasa temelli kamu yönetimi” ve “girişimci hükümet” gibi (Bilgiç,
2013:28).
Devlet, geleneksel anlayış çerçevesinde, daha çok adalet, savunma ve
güvenlik alanlarında faaliyet gösterirken, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, artan
taleplerin de etkisiyle, konut, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanlarına da el
atmasının sonucunda, kaçınılmaz olarak yeni yönetim paradigması olarak ortaya
çıktmıştır (Özer, 2012:204; Bilgiç, 2013:33).
Kısa bir tanımla özetlemek gerekirse; fiyat tabanlı, bürokratik olmayan,
piyasa orijinli ve müşteri tercihli kamu hizmetlerinden oluşan yapı, kurulması
gereken en ideal sistem olarak görülmekte, kamu hizmeti koşullarının, müşterilerin
umduğu verimlilik kriterine uygun olarak etkin yapılarla ve becerikli yöneticilerce
sunulmasıdır (Özer, 2012:202).
Bu YKY yaklaşımın ortaya çıkmasının tek bir nedeni olmadığı gibi, birçok
ekonomik, sosyal ve politik faktöre bağlı olarak ortaya çıktığı bilinmektedir.
YKY’nin yedi temel özelliğini Eryılmaz şu şekilde özetlemiştir:
1-Kamu yönetiminde yöneticiye geniş yönetme serbestliğinin sağlanması,
2-Performans ölçümü yapılması,
3-Prosedürden çok sonuçlara önem verilmesi,
41
4-Kaynakların kullanılmasında disiplin ve tutumluluk,
5-Kamu sektöründe rekabetin artırılması,
6-Büyük yapılı organizasyonların, optimal büyüklükte yeni yapılara
dönüştürülmesi,
7-Kamuda, özel sektör yönetim tekniklerinin uygulanması (2010:22).
Bir diğer ifadeyle, YKY’nin özellikleri aşağıdaki gibi özetlenebilir;
profesyonel yönetimi oluşturmak, satandartları belirginleştirmek ve performansı
ölçmek, çıktı kontrolüne büyük önem vermek, hizmet sunan kamu birimlerini
küçültmek, müşteriye odaklanmak, rekabete vurgu yapmak, özel sektör yöntemlerine
vurgu yapmak, kaynak kullanımında disiplin sağlamak, büyük hedeflerde
merkezileşme ve uygulamada adem-i merkezileşmektir (Özer, 2012:218-225).
YKY ile özel sektördeki uygulamaların kamu sektörüne de uyarlanması temel
amaç olduğundan hareketle özel sektördeki müşteri odaklı yönetim, kamuya
vatandaş odaklı hizmet şeklinde aktarılmaktadır. Bu da yönetişimi ortaya çıkarmıştır.
Yönetişim, kamu yönetimi, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarını içine alan
kompleks bir sistem ve bunların kendi aralarındaki ilişkiler ağı ve karşılıklı
etkileşimlerini ifade eder (Eryılmaz, 2010:27; Özer, 2012:360-361).
Burada kısaca, geleneksel kamu yönetimi ile YKY anlayışlarının yapısal ve
işlevsel farklarına da kısaca temas etmek gerekir. Buna göre, geleneksel yönetim;
katı örgüt yapısına sahip, merkeziyetçi, katı hiyerarşili, geniş merkezi yapılı, hizmet
devleti anlayışlı, büyük ölçekli ve bürokrasi eğilimli olmasına karşın, YKY; esnek
örgüt yapılı, adem-i merkeziyetçi, yumuşak hiyerarşili, dar merkezli-geniş çevreli,
minimal devlet anlayışlı, küçük ölçekli yapıya sahip ve piyasa yönelimli anlayışa
sahiptir. İşlevsel açılardan da geleneksel kamu yönetimi; örgüt merkezli, kurallara
bağlı yakın kontrol, sevk ve idare esaslı, sabit ücrete dayalı, bürokrat tipi yöneticili,
az yetkili yönetici, gizlilik, hizmetlerde nicelik, üst yöneticiye bağlı değerlendirme,
kapalı enformasyon kanallarına sahip olma, yetkiyi merezde toplayan, risk almakta
isteksiz, kuralcı ve kırtasiyeci, girdi ve süreç odaklı ve birey yönetimli olmasına
karşın, YKY; işletme anlayışlı, müşteri-vatandaş merkezli, performans hedefli
denetim sistemine sahip, yönetişim esaslı, performansa bağlı ücret veren, girişimci ve
42
yetkilendirilmiş yöneticili, şeffaflık üzerine kurulmuş, hizmetlerde kalite, çok yönlü
değerlendirme, açık enformasyon kanallarına sahip, yetkiyi paylaşan, risk almakta
istekli, vizyon sahibi ve istekli, çıktı ve sonuç odaklı, ekip yönetimli olma gibi
özelliklere sahiptir (Eryılmaz, 2010:26-27; Bilgiç, 2013:36-39; Özer, 2012:225-234).
YKY, kaçınılmaz olarak bütün ülkelerin kamu yönetimini olduğu gibi Türk
kamu yönetimini de olumlu olarak etkilemiştir. 1980’lerden beri bütün dünyada
popüler hale gelen YKY anlayışı, Türkiye’de de Turgut Özal ile birlikte
uygulanmaya baslanmıstır. Bu anlayış uygulamaya girdiği yıllardan itibaren hem
merkezi hem de yerel birimler üzerinde etkisini göstermiş ve uygulama alanı
bulmuştur. Türkiye’de, özellikle merkezi yönetimin faaliyet alanları daraltılarak özel
sektöre daha fazla yer verilmeye baslanmış, özelleştirmelerle, devlet daha geri planda
tutulmustur. Yerel yönetimlere de daha fazla görev ve yetkiler verilerek, merkezi
idarenin yükü hafifletilmeye çalışılmıştır (Çevikbaş, 2012:1).
Özellikle son 10-15 yıldır kamu yönetimi alanında yürütülen reform
çalışmaları, Türk kamu yönetimini daha şeffaf ve hesapvesapverebilir olmasına
yönelik olduğunu söylemek gerekir. Bu kapsamda, özellikle 2003 yılından itibaren
çok önemli çalışmalar yapılmış ve en azından ciddi zihniyet değişiminin önü
açılmıştır. Sırasıyla; geleneksel anlayışın aksine “idare” yerine “yönetim” kavramı
kullanılmaya başlanmış; yönetimde açıklık ve hesapverebilirliğin önünü açıcı
çalışmalar yapılmış; iş ve işlemlerde tutumluluk, verimlilik ve etkinlik odaklı
anlayışın önü açılmış; yerel yönetimlere ağırlık verilerek yetkileri ve görevleri
arttıtılmış; mali denetim ve performans denetimine yer verilmiş; kamu denetçiliği
kurumu kurulmuş ve merkezin yetkilere azaltılmaya çalışılmıştır (Bilgiç, 2013:4041).
Bu bağlamda yapılan her çalışma, doğrudan veya dolaylı olarak iç güvenlik
hizmeti sunan örgütleri de etkilemektedir. Hem Türk hem de diğer modern ülke iç
güvenlik örgütleri, daha çok geleneksel örgüt tiplerine çok benzeseler ve özelliklerini
taşısalar da, gerek kamu yönetimi, gerek özel sektör yönetiminin ulaştığı
gelişmelerden ciddi olarak etkilenmektedirler. Aşağıda da ayrıntılı olarak görüleceği
gibi, hem Türkiye hem de İngiltere-Galler modelinde ciddi yenilikler sağlanmıştır.
43
Bağımsız Kolluk Şikâyet Birimi, Ombudsman, Bilgi Edinme Kanunu, Performans
Denetimi gibi.
Özetle örgüt teorileri, genel olarak değerlendirildiğinde, klasik dönemden
günümüze değin yaşanılan sürecin ne kadar baş döndürücü bir ivmeyle gerçekleşmiş
olduğu ve kısa sürede örgütlerin yapısal anlamda almış olduğu mesafe idrak
edilebilir. Daha açık bir ifadeyle, klasik dönemde insan unsurunun dahi
değerlendirilmeye katılmadığı bir dönemden, toplumsal dönüşüm adına, kısa bir
zaman zarfında, günümüz şeffaf örgüt yapılanmalarına geçişte çok hızlı bir gelişme
süreci yaşanmıştır.
Bu durum devlet yönetiminde de etkisini göstermiş ve yeni kamu yönetimi
adıyla anılan bir yaklaşımın gelişmesine neden olmuştur. Bu yeni yönetim anlayışı,
klasik
yönetim
anlayışına
tamamen
zıt
ve
onun
karşısında
kendini
konumlandırmaktadır. Bu çerçevede yeni kamu yönetimi olgusu, esnek bir hiyerarşi,
dar bir örgüt merkezi yapısı, geniş ve yatay bir çevrenin yanı sıra ademi merkezi
yönetim ilkeleri etrafında şekillenmektedir. Bunlara ek olarak da devletin
küçültülerek üstlenmiş olduğu rollerin de kısıtlanmasını öngörmektedir (Bilgiç,
2003:35). Devlet bürokrasisinde kendini hissettiren bu durum, katı hiyerarşik
yapılanmalar olan kolluk birimlerinde az da olsa etkisini göstermiş olsa da, bu
örgütlerden, kendi içlerinde demokratik bir yönetim göstermelerinden ziyade, halkın
güvenlik taleplerini etkin bir şekilde yerine getirmeleri daha öncelikle talep
edildiğinden, bu tür örgütlerin yapısı ve yönetim şekilleri, klasik örgüt teorilerine
daha uygun gözükmektedirler.
1.3. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİ
1.3.1. Güvenlik Kavramı ve Teorik Yaklaşımlar
Bu bölümde, güvenlik kavramının çeşitli tanımları ve tarihsel gelişimi ele alınarak,
bu kavrama getirilen teorik yaklaşımlara temas edilmiş, iç güvenlik kavramının
ortaya çıkardığı polislik kurumunun ortak özelliklerine vurgu yapılmış ve ardından
da farklı güvenlik türleri olan iç güvenlik ve dış güvenliğin farklılıkları ortaya
konulmuştur.
44
Güvenlik, insanoğlunun gerek bireysel, gerekse de toplumsal yaşamının
önemli bir kısmını meşgul etmesine ve gelecek ile ilgili aldığı karar ve politikalar
üzerinde önemli derecede etkisi bulunmasına rağmen, yeteri kadar analiz edilmemiş,
deneye dayalı olarak tanımlanamamış ve üzerinde anlaşmaya varılamamış olma
niteliğini uzun bir süre korumuştur. Ancak son yirmi yıldır hakkında daha fazla
araştırma yapılan ve makale yazılan bir kavram olan güvenlik, önemli ölçüde
anlaşılabilir, rasyonel olarak analiz edilebilir ve bu doğrultuda oluşturulmuş olan
güvenlik politikaları eleştirilebilir ve değerlendirilebilir bir hal almıştır (Beren,
2010:13).
Güvenlik kavramı ve algısının zamandan zamana ve konudan konuya göre de
değişiklik gösterdiği ve bu şekilde farklı güvenlik tür ve seviyelerinden söz
edilebileceği görülmüştür (Beren, 2010:14). Güvenlik, insanlık tarihi kadar eski ve
köklü bir ihtiyaçtır. İnsan var olduğundan bu yana bazen doğadan, bazen
hayvanlardan, çoğu zaman da hemcinsi olan insanlardan gelen tehlike ve tehditlere
maruz kalmıştır ve kalmaya da devam etmektedir. İnsanlar, “can” ve “mal”
güvenlikleri için sürekli olarak önlem alma gereği hissetmişlerdir. Toplumsal
değişim ve dönüşümlerle beraber, insanların güvenlik tehdit algılamaları da sürekli
olarak değişmiştir (Cerrah, 2011:19).
Güvenliğin tanımı ve tehdit algılamasının kapsamı, toplumsal değişime bağlı
olarak değişiklik göstereceğinde kuşku yoktur. İlk toplumlarda “can” güvenliğine
indirgenen güvenlik, insanların zamanla servet biriktirmeleri sonucu olarak “mal”
güvenliğini de içermiştir. Can ve mal güvenliği önemini hiçbir zaman
kaybetmemekle beraber, içinde yaşadığımız çağda güvenlik, artık sadece bunlara
indirgenemeyecek kadar çeşitlenmiş ve bireyin “değerler” olarak korunmasını
istediği unsurları da içermiştir. Mesela, “düşünce ve ifade hürriyeti”, “din ve vicdan
hürriyeti” ile “ırz ve namus” insanların en az canları kadar önem verdikleri ve
korumak için mallarını harcadıkları ve gerektiğinde canlarını tehlikeye attıkları
değerler arasındadır. Aynı din içindeki farklı inanç, “etnik”, “kültürel”, “bölgesel” ve
“alt-kültür” gibi farklılaşmalar da bireyin korunmasını istediği değerler arasında yer
alır (Cerrah, 2011:21).
45
Güvenlik, daha önce de açıklandığı gibi, kelime olarak, “toplum yaşamında
kanuni düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu,
emniyet” anlamında kullanılmaktadır (TDK, 1988:57).
Güvenlik, devletin, kamu düzeninin, çalışma hayatının, hayat hakkının,
kişisel hak ve hürriyetlerin, can ve mal emniyetinin korunmasından, çeşitli kaza ve
yangınların verecekleri zararlara karşı korunmaya kadar, çok geniş kapsamlı bir
deyimdir. Güvenlik, geniş kapsamı olan bir deyim olduğundan, bahsedilen konuya
göre tanımı değişebilmektedir. Güvenliği kısaca, kişilerin canlarının, mallarının, ırz
ve namuslarının her türlü tehdit, saldırı ve kazalara karşı korunmasıdır şeklinde
tanımlamak mümkündür (Kuyaksil ve Tiyek, 2003:66).
Aydın’a göre güvenlik, genel olarak toplumun ve dolayısıyla bireylerin her
türlü suça karşı korunması, temel hakların kullanılabileceği bir ortamın sağlanması
ve buna aykırı davrananların yakalanarak, gereken yasal işleme tabi tutulması için
gerekli tüm önlemlerin alınması anlamına gelir ve devletin topluma sunduğu önemli
ve vazgeçilmez hizmetlerinden biridir (2002:124).
Bu tanımlardan anlaşıldığı üzere güvenlik, eski çağlarda, insanın kendini
koruması anlamına gelirken, günümüz toplumunda can ve mal emniyetinin yanında,
bireyin temel hak ve özgürlüklerini de kapsayan, demokrasinin olduğu her yerde
bahsedilen bir kavram haline gelmiştir (Çınar, 1997:57).
Sonuçta güvenlik, ilk insan toplulukları için “hayatta kalma, aç kalmama ve
barınma” olarak algılanmakta iken, günümüzde bu kavrama, kişi hak ve özgürlükleri,
kendini ifade etme, inanç özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü gibi yeni değerler de ilave
edilerek, çağımızdaki güvenlik anlayışına ulaşılmıştır. Çünkü zaman içinde “sahip
olunan değerlere” yeni değerler eklenmiş ya da bu mevcut değerler değişmiştir
(Beren, 2010:14).
Güvenlik üzerine yapılan tanımlamaların çeşitlilik göstermesi, güvenliğin, her
kavram gibi, zaman içerisinde gelişmekte ve değişmekte olduğunun bir göstergesidir.
Beren, güvenlik kavramının gelişim sürecini dört döneme ayırarak ele almıştır
(2010:20): Birinci dönem devlet öncesi dönemdir. Bu dönem, insanlığın var
olmasıyla başlayan ve devlet mekanizmasıyla tanışmalarına kadar geçen süreyi ifade
46
etmektedir ki, burada güvenlik, hayatta kalabilmek demektir. İkinci dönem,
insanlığın devlet ile tanışmasından sanayi devrimine kadar olan süreci kapsamaktadır
ki, bu dönem klasik devlet anlayışı dönemi veya feodal dönem olarak da ifade
edilebilmektedir. Uygar toplumun ilk biçimi olan küçük kent devletlerinin ortaya
çıkışı ile birlikte belli bir kimlik yapısına sahip topluluğu içte ve dışta koruyan
düzenli ordular oluşturulmuştur (Şenel, 1996:41). Bu durum aynı zamanda bir
gerekliliktir. Çünkü artan insan nüfusu beraberinde çeşitlilikleri de getirmiş ve
tehlike sadece vahşi doğa olmaktan çıkmıştır. Bu dönemde yoğun bir şekilde yaşanan
toprak mücadeleleri ve keşfedilen yaşama alanlarını koruma arzusu, güvenlik
kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır (Çankal, 2010:9). Üçüncü dönem ise,
sanayileşme, kentleşme ve uzmanlaşma ile beraber, tarım toplumundan endüstriyel
topluma geçilerek, modern devletin kurulduğu dönemi ifade etmektedir. Bu dönem
sanayi devrimi ile başlayan ve bilgi toplumu da olan, post-modern çağa kadar uzanan
periyodu kapsamaktadır. Bu dönemde, 1759 Fransız İhtilalı’nın de etkisiyle birey,
bireysel hak ve hürriyetler gibi kavramların öne çıkmış olması, güvenliğin artık
sadece devlet açısından değil, aynı zamanda birey açısından da ele alınmasının
gerekliliğini gösterdiği söylenebilir (Ergut, 2004:79). Son dönem olan dördüncü
aşamada ise, 20. yüzyılın ilk yarısında tartışılmaya başlanan ve aynı yüzyılın
sonlarına doğru güçlenen post-modernizmin egemen olduğu içinde bulunduğumuz
dönemi ifade etmektedir.
Bu gelişmelerin ışığında güvenlik kavramının, anlam bakımında hızlı bir
değişim ve gelişime maruz kaldığını söylemek mümkündür. Bu gelişim ve değişim,
20.yüzyıl sonrasında kendini oldukça hissettirmiş ve giderek küreselleşen dünya
düzeni içerisinde daha da önemsenen bir hal almıştır. Konunun daha iyi anlaşılması
bakımından bunlardan da kısaca bahsetmek gerekmektedir.
20.yüzyılın son çeyreğinden itibaren, modern toplumlardan farklı olarak,
post-modern toplumlarda, başta bireysel hak ve özgürlükler olmak üzere, bireyin
önem verdiği tüm değerlerin, en az onun can ve mal güvenliği kadar önemli
olduğuna vurgu yapan yeni bir güvenlik anlayışı ortaya çıkmıştır. Birey ve toplumun
huzurunu bozabilen “her ne pahasına olursa olsun” şeklindeki bir mutlak güvenlik
anlayışından, meşruiyet sınırları içinde yürütülen ve vatandaşların “yaşam kalitesini”
47
korumayı ve artırmayı amaçlayan, hukukun üstünlüğü ilkesini özümsemiş, insan
merkezli güvenlik anlayışına geçilmiştir. İnsan merkezli güvenlik, insanı devletin
varlığı için bir araç olarak değil, devleti insana hizmet eden bir araç olarak görür
(Cerrah, 2011:25).
Burada hatırlanması gereken bir husus da, bugünün şartlarında güvenlik
alanının, bireyin karşılaşabileceği diğer unsurlara nazaran genellikle devlet, savaş,
terör, asayiş gibi kavramlarla çokça ilişkili olduğu hususudur. 20. yüzyılın ikinci
yarısında hızla artış gösteren terörist gruplar ve etkileri, güvenlik kavramının yeni
Binyıl’da terör üzerine gelişeceğinin işareti olarak da kabul edilebilir (Çankal,
2010:10).
Nitekim “11 Eylül 2001” New York saldırısı sonrasında güvenlik kavramı,
geleneksel anlamından uzaklaşmış, iç ve dış güvenlik ayrımı buharlaşmış ve
güvenliğin daha militarize edildiği bir süreç başlamıştır. Bu süreçte, kaçınılmaz
olarak, güvenlik uğruna temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilebileceği inancı
yaygınlaşmıştır. Tehdit algılaması ve korkuya dayanan güvenlikçi siyaset anlayışı,
kitlesel desteği de arkasına alarak, baskıcı uygulamaları kolayca haklılaştırabilmiştir
(Arslan, 2006a:121).
Yine de korku dönemlerinin aşılmasıyla birlikte, devlet odaklı güvenlik
hizmetinden vatandaş odaklı güvenlik hizmetine doğru bir değişim söz konusu
olabilir. Çünkü Fındıklı’nın da belirttiği gibi, “Bütün canlı varlıklar güvenlik
içgüdüsü ve donanımı ile dünyaya gelirler. Her canlının kendine göre güvenliğini
sağlayacak bir silahı ve donanımı vardır... Canlılar içinde dünyaya savunmasız ve
silahsız gelen tek varlık insandır. İnsanlar, güvenliklerini sağlamanın yolunu,
hemcinsleriyle bir arada toplu halde yaşamada bulmuşlardır. Gerçekten insanları
toplu halde yaşamaya zorlayan sebeplerin başında, güvenlik ihtiyacı gelmektedir”
(1997:4). Buradan hareketle, devlet denen hizmet aygıtının en odağında, güvenlik
sağlama işlevi olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Güvenlik tanımından ve de geçirdiği evrelerden kısaca bahsettikten sonra,
güvenlik hizmetini, diğer kamu hizmetlerinden farklı kılan özelliklere de temas
etmekte yarar vardır. Zira bu özellikler, bu hizmeti sunan ferdi veya kurumsal
48
güvenlik aktörlerinin, kurum alt kültürlerini önemli ölçüde etkilediklerinde kuşku
yoktur.
Güvenlik hizmeti bir kamu hizmeti niteliğinde olup, kamu veya özel sektöre
bağlı güvenlik güçleri veya teşkilatları tarafından sunulabilir. Güvenlik hizmeti
profesyonel olarak sunulur. Güvenlik hizmeti önleyici ve koruyucu niteliklere
sahiptir. Güvenlik hizmetinin yerine getirilebilmesi için silah kullanmaya kadar
varan çeşitli zor kullanma yollarından yararlanılır.
Burada, güvenlik hizmetlerini diğer kamu hizmetlerinden ayıran en önemli
özellik olan bu zor kullanma, yakalama vb görev ve yetkilerinden kaynaklanan
duruma özel bir vurgu yapmak, bu aktörleri anlama anlamında faydalı olacaktır.
Şöyle ki; artan terör olayları sebebiyle, bütün çağdaş demokrasilerde insan hakları ve
güvenlik kavramları arasında bir denge sağlamak önemli bir sorun haline gelmiştir.
İnsanların güvenlik istekleri arttıkça, insan hakları ihlalleri de artabilecektir.
Gerçekte de etkili, insan haklarına ve özgürlüklere saygılı, müdahaleci olmayan bir
güvenlik sistemi kurmak çok zordur. Yani bu ikisi arasında denge kurmak oldukça
zordur. Bu durumda güvenlik kuvvetleri, özgürlükler için tam bir tehdit olmanın
ötesinde onunla uzlaşmaya bile yanaşmayabilecektir (Alderson, 1979:12). Tam
aksine, güvenlik kuvvetleri, insan hakları ve özgürlükleri garanti eden kurum
pozisyonunda olmalıdır. İkinci olarak, güvenlik kuvvetleri, demokratik bir ülkede,
askeri kurumlardan sonra en güçlü kurumdur. Üçüncü olarak, güvenlik kuvvetleri her
ülkede 24 saat boyunca suç ve suçlularla uğraşmaktadırlar. Bu durum onları, bu
konuda savaşmaktan alıkoyabilir, isteksiz yapabilir. Dördüncüsü, güvenlikle insan
hakları arasındaki kaçınılmaz ilişkidir. Devlet denilen aygıt, aynı güvenlik kuvvetleri
aracılığıyla, hem toplumun bir kesiminin hak ve özgürlüklerini koruyacak, hem de
diğer bir kesimi tehlikelerden, suç ve suçlulardan koruyacaktır (Crawshaw vd.,
1998:1).
Güvenlik güçleri, toplumlara güvenlik sağlarken, insanları sokak ortasında
durdurmak hakkına sahip olacaklar, zanlıları gözaltına almak ve tutuklamaları
gerekecek, suçluları açık, kapalı takip etmek zorundalar, suç işlenmesini önlemek ve
bazen suçluların kaçmasını önlemek amacıyla ateş açmaları gerekecek ve soruşturma
amacıyla gözaltına alma hakları olacaktır. Yoksa bu yetkiler olmadan suç ve
49
suçlularla mücadele etmek mümkün olmayacaktır. Bununla beraber, güvenlik
kuvvetleri, suç ve suçluların önlenmesi için kendilerine verilen bu yetkileri isteyerek
veya istemeyerek suiistimal etme eğilimindedirler. Bu durumda yaşam hakkını,
işkence yasağını, gözaltındakilere iyi muamele edilmesi, keyfi tutuklanmama hakkı
gibi haklar ihlal edilme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Hâlbuki bu haklar kişi
onurunun ayrılmaz bir parçası olup evrenseldirler. Özetle bu çelişki; insan hakları ve
güvenlik dengesi ile polisin haksız eleştirilere maruz kalması, her iki taraftan da ciddi
şikâyetlere sebebiyet vermektedir
Güvenlik hizmeti değişik sistemler veya yöntemlerle sunulabilir. Yani her
zaman ve her yerde tek tip sistemle veya bir tek standartta sunulamaz, kurumdan
kuruma, ülkeden ülkeye, sistemden sisteme farklı bir sistemle örgütlenip sunulabilir.
Mesela, demokratik ve antidemokratik güvenlik sistemleri söz konusu olabilir
(Aydın, 2002:126). Güvenlik hizmeti halk tarafından rutinde, yani normal
zamanlarda lüzumsuz, acil durumlarda ise yetersiz olarak değerlendirilmektedir
(Kuyaksil ve Tiyek, 2003:67).
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından Kuyaksil ve Tiyek’e göre,
güvenlik hizmetlerinin özelliklerini de ifade etmekte fayda var (2003:66-68): Günün
24 saatini kapsayan sürekli bir hizmettir. Hizmetin etkin ve kesintisiz olarak
sürdürülebilmesi için nöbet sistemi geliştirilmiştir; her güvenlik birimi kendi
sorumluluk alanının güvenliğini sağlamakla görevlidir. Ancak her güvenlik biriminin
sağladığı hizmetten diğer güvenlik birimleri de faydalanırlar. Dolayısıyla sunulan her
güvenlik hizmetinin ülke güvenliğine katkısı vardır. Ayrıca ihtiyaç halinde, yetkili
kişilerin talimatıyla güvenlik güçleri birbirlerine yardımcı olurlar. Güvenlik hizmeti
sunan kişiler, yasalarda belirlenen şekil ve şartların oluşması durumunda, yasalarda
belirtildiği şekilde zor kullanma ve silah taşıma yetkisine sahiptirler; genellikle
üniforma giyerler.
Yukarıda sözü edilen işbölümü ve uzmanlaşma ile iç güvenlik ve dış güvenlik
ayrımının daha net anlaşılmasında bazı tespitler vurgulanmalıdır:
Güvenlik sektörünün dış güvenlik yani savunma (defence) olarak tanımlanan
bölümünden sorumlu olan kurumlar silahlı kuvvetler (armed forces) olarak
50
adlandırılırken, iç güvenlik görevlerini yerine getiren kurumlar ise güvenlik
hizmetleri (police services- law enforcement agencies) olarak tanımlanır. Güvenlik
sektörünün her iki alanının her ne kadar ilk bakışta bazı ortak noktaları var gibi
görünse de ‘kuvvet’ ve ‘hizmet’ kavramlarının birbirinden çok farklı eğitim ve görev
felsefeleri bulunmaktadır.
Askerlik ve polislik gibi meslek mensuplarının üniforma ve silah taşımaktan
dolayı aralarında görülen benzerlikler aslında çok yüzeyseldir. Kaldı ki her iki
meslek mensuplarının eğitimi, aldıkları ve kullandıkları silahlar arasında çap ve
boyut bağlamında da büyük farklar bulunmaktadır. Her iki kurumun hizmet felsefesi
ve bu hizmeti üretme ve sunma yöntemleri birbirinden çok farklıdır ve farklı da
olmalıdır. Yine her iki kurumun hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimleri de farklıdır ve
farklı olmalıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, askerlik bir savunma gücü (defence)
iken, polislik bir iç güvenlik hizmetidir (service). Kısacası, askerlik polislik olmadığı
gibi, polislik de askerlik değildir.
Adından da anlaşılacağı gibi, silahlı kuvvetler (armed forces) bir ülkenin
kendisini dış tehditlerden korumak için sahip olduğu silahlı güçtür. Silahlı
kuvvetlerin görev alanına giren dış tehditler düşman olarak tanımlanır. Silahlı
kuvvetlerin düşmana karşı kullanmış olduğu silah, teçhizat ve uygulamalar da bir
hizmet ifası değil savaş icrasıdır. Diğer bir tanımlama ile silahlı kuvvetler bir kamu
hizmet kurumu değil, kuvvet kurumudur.
Gelişmiş ülkelerde ‘polislik’ (policing) olarak da tanımlanan iç güvenlik
görevlerini yerine getiren polis ve diğer kurumlar ise bir hizmet kurumudurlar. Bu
kurumlar düşmana karşı savaşmaz, kendi vatandaşlarının, hatta vatandaş statüsünde
olmasa bile ülkede yaşayan herkese, yukarıda tanımı yapılan güvenlik hizmetini
sağlamaktan sorumludurlar. Asker düşmanı yok etmek, imha etmek için savaşırken,
polis en genel anlamda, kanunları uygulamak ve kendi vatandaşı olan zanlıları etkisiz
hale getirmek için ancak yasalar çerçevesinde gerektiği kadar bir güç kullanabilir.
Görevleri gereği zaman zaman silah kullanmak durumunda kalsalar bile, iç güvenlik
birimlerinin temel fonksiyonları savaş değil hizmettir ve muhatapları da düşman
değil, o ülkenin vatandaşıdır (Cerrah, 2011:259-260).
51
1.3.2. İç Güvenlik ve Aktörleri
İç güvenlik bürokrasisini iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi, içgüvenliği
doğrudan sağlamakla hukuken görevlendirilen kurumlar ki, mesela polis ve jandarma
başta olmak üzere bütün kolluk kuvvetleridirler. İkincisi ise, iç güvenlik alanına
ilişkin görev ve yetkileri olan kurumlar ki, buna örnek olarak TBMM, Milli Güvenlik
Kurulu (MGK), Milli İstihbarat Teşkilat (MİT), Mali Suçları Araştırma Kurulu
(MASAK) ve mülki idare amirlikleri gibi, diğer görevlerinin yanında iç güvenlik
alanıyla da ilgili olarak görev ve hizmetler ifa eden kişi ve kurumlar gösterilebilir.
Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde, iç güvenlik bürokrasisinin bütün aktörleri ayrı
ayrı ele alınmıştır.
İleri demokrasiye sahip ülkelerde, genel olarak iç güvenlikten “polis” diye
adlandırılan ve tamamen sivil bir örgüt olan birim sorumlu tutulurken, bazı ülkelerde
asli görevi dış güvenliği korumak olan ordu veya ona bağlı askeri kurumların kolluk
hizmetini sunduğu görülebilmektedir. Öte yandan, milli güvenliğin muğlâk
tanımlanması ile dış ve iç güvenlik ayırımının net anlaşılmadığı durumlarda, iç
güvenlik bürokrasisine çok fazla kurumun dâhil edildiği görülmektedir. Bu durumda,
kurumlara getirilebilecek en önemli kıstas, sunduğu hizmetin niteliği olabilir; eğer
kurumun sunduğu hizmet, kamu düzeni ve güvenliği sağlama, suç ve suçlularla
mücadele niteliği taşıyorsa o kurum iç güvenlik bürokrasisine dâhil edilmelidir.
Özet olarak, bu bölümde anlatılanlar ışığında, tezde çok sık kullanılacak
kavramlar ile bu kavramlara dayanak teşkil eden teorik yaklaşımlar incelendi. Bu
çerçevede, öncelikle tezin ana konusu olan güvenlik ve iç güvenlikle yakından ilgili
olan kavramların bazen birden çok anlama gelebilecekleri görüldü. Bu sebeple, hangi
kavramın bu çalışmada, hangi anlamda kullanılacağını belirtmek ve sınırlarını
çizmek önemli olduğundan, bu bölüm en temel bölüm olarak önemini vurgulamak
gerekir.
Bu arada, kavramsal tanımlamalardan sonra, tezin bütününü ilgilendiren ve en
geniş anlamda kabul görmüş temel teorilerin açıklanması da ayrı bir öneme sahiptir.
Zira konusu bürokrasi olan bir çalışmada, Weber ve Marx’ın bu konudaki görüş ve
düşüncelerini aktarmamak bir eksiklik olarak görüleceğinde kuşku yoktur. Bu
52
bağlamda görüldü ki, Weber bir bürokrasi tanımı yapmak yerine, ideal bürokrasinin
özelliklerini belirtmekle yetinmiştir. Bunlar da; bürokrasinin yetki alanı yasalarla
düzenlenmiştir, hiyerarşisi belirlenmiştir, yönetim yazılı belgelere dayanır, çalışanlar
işlerinde uzmanlaşırlar, işlerin yürütümünde gayrişahsîlik esastır, bürokratlık bir
kariyerdir, kurallar sistemi hâkimdir, kamu ve özel hayatın ayrışması gerekir. Marx
ise özünde bürokrasiye karşıdır ve onu, burjuvanın ve sömürünün hizmetinde
gördüğünden ona düşmandır. Temelde bürokrasiye getirdiği eleştiriler diğer bilim
insanları tarafından kabul görmüştür ve bunlardan yararlanılmıştır. Seçkinci
bürokrasi teorisyenleri ise daha ziyade siyasete eleştiri getirerek, ona karşın
teknokratlarla iş adamlarının karar alma süreçlerinde daha yetkin olmaları gerektiğini
savunmuştur.
Örgüt teorilerinden klasik örgüt teorisinin öncüleri olan Taylor ve Fayol,
örgütü biçimsel yönden ele almış, yönetim faaliyetine bilimsel bir bakış açısı
kazandırmakta ve bilimselliğin önemine vurgu yapmışlardır. Ancak örgütte çalışan
insanları ve davranışlarını göz ardı ettikleri için büyük eleştiri almışlardır.
Buna karşın, daha sonraki örgüt teorisyenleri, öncekine yapılan eleştirileri de
göz önünde bulundurarak, insan davranışlarının örgüte ve üretime nasıl etki yaptığı
hususları üzerinde de ağırlıklı olarak durmuşlardır.
Modern örgüt teorileri oldukça çeşitlidir. Bu görüşlere göre, daha önceki iki
teoriye yapılan eleştiriler de dikkate alınarak, örgütlerin yapıları açıklanırken, insani
ilişkilerin de üzerine çıkılarak, örgüt yapılanmalarının çevrelerinin de sürece dâhil
edilmesi gerektiği hususu ağırlık kazanmıştır.
Globalizm ve iletişim araçlarının ileri seviyeye ulaşmalarına paralel olarak,
dünyanın yeni bir şekil alması ve artık ulusal sınırların önemini kaybetmesi üzerine
ortaya çıkan ve içinde bulunulan dönem ayrı bir öneme sahiptir. Bu dönemde
örgütsel anlamda yeni yapılanmalar ortaya çıkmıştır.
İç
güvenlik
bürokrasisi
ile
ilgili
çeşitli
görüş
ve
düşüncelerin
değerlendirilmesinden, artık modern devlet için, iç güvenlik ve dış güvenlik
ayrımının kaçınılmaz olduğu anlaşılmaktadır. Bu ayırım da daha ziyade tehdidin
kaynağına göre yapılmaktadır. Buna göre iç güvenliği sağlayan aktörler, bazen
53
Türkiye örneğinde anlatılacağı gibi doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan polis,
jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafazayı ifade edeceği gibi, bazen de diğer
birçok görevinin yanında iç güvenlik alanında da görevleri olan cumhurbaşkanı,
başbakan, bakan, vali, emniyet müdürü, kaymakam gibi kişileri ifade etmektedir.
54
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İÇGÜVENLİK BÜROKRASİSİ
Bu ikinci bölüm iki alt bölüm olarak düzenlenmiş olup, birinci bölümde Türk Kamu
bürokrasisi, Türk devlet geleneği ve özellikleri ile Türk bürokrasisinin genel
özellikleri kısaca ele alınmıştır. İkinci alt bölümde ise Türk iç güvenlik
bürokrasisinde doğrudan ve dolaylı olarak görev alan aktörler ayrıntılı olarak ele
alınarak geniş bir değerlendirmeye tabi tutulmuş ve özellikle iç güvenlikteki görev ve
yetkilerine temas edilmiştir. Bunun yanında, Türk kolluk görevlileri, yasal haklar ve
yasaklar bağlamında değerlendirilerek, Türk İç Güvenlik Aktörlerinin Sivil Denetim
ve Gözetimi geniş bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Son olarak da Türkiye’de
siber güvenlik ele alınmıştır.
2.1. TÜRKİYE’DE DEVLET GELENEĞİ VE KAMU BÜROKRASİSİ
Bu çalışmadan yararlanmak isteyen ve ülke hakkında yeterli bilgiye sahip
olmayanları da hesaba katarak, kısaca Türkiye hakkında bazı bilgiler vermekte yarar
var: Türkiye, başkenti Ankara olan ve Avrupa ile Asya kıtalarının her ikisinde de
toprağı bulunan bir ülkedir. Ülke topraklarının bir bölümü Anadolu Yarımadası'nda,
bir bölümü ise Balkan Yarımadası'nın uzantısı olan Trakya'da bulunur. Ülkenin üç
yanı Akdeniz, Karadeniz ve bu iki denizi birbirine bağlayan Marmara Denizi ve Ege
Denizi ile çevrilidir. Komşuları; batıda Yunanistan ve Bulgaristan, doğuda Gürcistan,
Ermenistan, Azerbaycan ve İran, güneyde ise Irak ve Suriye'dir. Ayrıca kuzeyinde
bulunan Karadeniz vesilesiyle, sırasıyla Romanya, Moldova, Ukrayna ve Rusya
Federasyonu ile de deniz komşusudur.
Nüfusu 2014 sonu itibarıyla 77.695.904 kişi olup (TÜİK, 2015) % 98’i
Müslümandır. Uluslararası ilişkiler açısından dünyanın en sıcak bölgelerinden
birinde bulunan Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle 2000’lerin başından
itibaren uyguladığı “komşularla sıfır sorun politikasına” kadar, yakın tarihe kadar
komşu ülkelerle dostane bir ilişki içinde olamamıştı. Son 2-3 yıl hariç tutulursa, bu
politikanın başarıyla uygulandığını söylemek gerekir. Bunlarla bağlantılı olarak,
gerek birçok sınır ötesi suç açısından bir “transfer ülke” konumunda olması, gerek
nüfusa paralel olarak var olan iç suç oranlarının büyüklüğü, gerekse de son otuz
55
yıldır devam eden terörün başını çektiği güvenlik sorunları, hem ordunun hem de iç
güvenlik kurumlarının güçlü olmasını gerektirmiştir.
Türkiye, günümüzde bağımsız yedi Türk devletinden biridir. Ülkenin resmî
dili Türkçedir. Ülkedeki en yaygın din, yukarıda da belirtildiği gibi % 98 ile
Müslümanlık olsa da, az sayıda olmakla beraber Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi
Semavi dinlere mensup kişilerin yanında, Yezidi veya bazı diğer yerel inançlara
sahip kişiler, az da olsa bulunur.
Türkiye kelimesi, Latinceden türemiştir ve Ortaylı’nın ifadesiyle, 11. ve 12.
yüzyıllar boyunca yoğun olarak Türk kökenli kavimlerin, Yunanca Anatolia olarak
anılan bölgeye gelmesiyle birlikte, bu toprakların Türkleşmesi üzerine, bu topraklara
12. yüzyıldan itibaren, Batı kaynaklarında verilen isimdir (2008:29-31). Ancak
yüzyıllar boyunca, hariçtekiler tarafından kullanılmasına ragmen, 1920’de Türkler
tarafından, TBMM’nin açılmasından sonra resmi olarak kullanılmaya başlanmıştır
(Lewis, 2009:4). Bir önemli husus da, yine Ortaylı’nın vurguladığı gibi Türkler,
yakınındaki diğer rakip ülkeler olan Rusya, Fransa, Almanya, İspanya, İngiltere, İran
veya İtalya gibi milletlerle kıyaslandıklarında, vatanlarını en son kuran ülkelerden
birisidir (2008:30). Bunun bu çalışmaya en önemli yansıması; asırlardır iç ve dış
tehditle, bir anlamda da meşruiyet sorunu ile karşı karşıya olan bir ülkenin
kurumlarının yapılanması ve öncelikleri de sürekli buna göre şekillenmiştir.
Asırlardır çok güçlü bir ordu sahibi olmak, bütün kurumlarını güvenlik amaçlı
şekillendirmek, anayasalarında bile güvenliği en önemli hedefler arasına koymak
gibi somut durumlar bunun en önemli göstergesidir. Somut bir delil de, 1919-1922
arasında, ülkenin bir kısım topraklarının, bu toprakları yurt edinmesinden neredeyse
700-800 yıl sonra bile, “eski sahiplilik” iddiasıyla işgal edilmesidir.
Türkiye, siyaset bilimciler ve ekonomistlere göre stratejik konumu, büyük
ekonomisi ve askeri kabiliyetiyle, halen bölgesel bir güçtür. Kişi başına düşen milli
geliri 10.500 (on bin) ABD Doları civarındadır. Gayrı Safi Milli Hâsılası ile de
Dünya’nın 17. büyük ekonomisidir (IMF, 2014). Türkiye’de 1945’ten beri çok partili
sisteme geçilmiş olsa bile, yapılan askeri darbeler demokrasiyi zaman zaman
kesintiye uğrattığı da unutulmamalıdır.
56
2.1.1. Türkiye’de Devlet Geleneği ve Özellikleri
Osmanlılardan beri Türklerin hep bir resmi ideolojisi oldu. Bu resmi ideoloji
Osmanlı Döneminde “Nizam-ı Âlem” ülküsü, yani “Dünyaya nizam vermek”
(Eryılmaz, 1991:239) ya da “asayişin, güvenliğin sağlandığı, herkesin işinde gücünde
olduğu düzen” iken (Türköne, 2014:59), Cumhuriyet döneminde de bunun yerini
“Atatürkçülük” aldı. Bütün kurumların, üniversitelerin de dâhil olmak üzere, amaç ve
hedefleri “Atatürk ilke ve inkılâplarına uygun nesiller” yetiştirmek olarak belirlendi
(YÖK, 2014). Bunun ifadesi, ülkenin anayasasından başlamak üzere, tüm mevzuatı
buna dayandırıldı ve bütün resmi kurumların, dolayısıyla da iç güvenlik aktörlerinin
birinci ve öncelikli amacı, ülkenin resmi ideolojisini yaymak ve korumak olarak
belirlendi. Böyle olması, tarafsız ve adil bir kolluk düzeni kurmayı bir hayli sorunlu
hale getirdi. Kaldı ki, Türköne’nin vurguladığı gibi, Türkiye’de devlet, Batılı liberal
devletlerde olduğu gibi araçsal bir değer olmaktan öteye, bizatihi bir amacı ifade
etmektedir. Her şeyden önce gelir, resmi ideolojiye dayanır ve ülkeyi çağdaşlaştırma
programını yürütür (Türköne, 2014:92).
Held’in vurguladığı gibi Avrupa’da, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar iki tür
devlet sistemi, ağırlıklı olarak uygulanıyordu. Bunlardan ilki Fransa, Rusya, Prusya
gibi ülkelerde uygulanan mutlak krallık modeli iken, ikincisi İngiltere ve Hollanda
gibi ülkelerde uygulanan anayasal monarşi modeliydi (2006:56). Bu iki model,
zamanla iki ayrı demokrasi sistemi ortaya çıkardılar. Bunlardan ilki, bugün ABD ve
BK genel yönetimine hâkim olan ve “Anglo-Saxon Kapitalizm sistemi (McLean ve
McMillan, 2009:16-17; Heper, 1973:99) diye de adlandırılan sistem ile Kara
Avrupa’sı ülkelerinin çoğunda ve Türkiye’de uygulanan Kara Avrupası sistemidir.
Bu sitem, bireyin tercihini ve haklarını önemsemekle ve korumakla beraber,
çoğunluğun tercihini, yönetimin merkezine koymaktadır. Zira bu sistemin esin
kaynakları arasında en önemlilerinden olan, J.J. Rousseau gibi sembol isimlere göre
birey olarak insanın yaşamı, toplumun genel iradesinin ne dediğine ve devletin nasıl
uygun gördüğüne bağlıdır (Göze, 2000:191-213).
Türkiye, Tanzimat’tan beri uzun yıllar boyunca, genelde Kara Avrupası
geleneğini, özelde ise Fransa sistemini esas alarak sistemini kurmuştur (Eryılmaz,
1991:18). Türk halkının modernleşme hareketleri içinde aktif bir rolünün
57
olmamasının ve sonuçta bütün yenilik hareketleri gibi, hak ve özgürlüklerin de
tepeden gelmesi geleneğinin de, devlet geleneğinde önemli bir rol oynadığı
unutulmamalıdır (Eryılmaz, 1991:15).
Dahası, devlet sistemlerinin, devlet-toplum ilişkileri bağlamında da
sınıflandırıldığı, bu bağlamda, devlet organizasyonunun kendi toplumuna karşı güçlü
veya zayıf olarak nitelendirildikleri değerlendirmeler ayrı bir önem arz eder. Buna
göre güçlü devlet; kamu faaliyetlerinde, herkesin kabul edeceği bir meşruiyeti içeren
bir geleneğe dayanan ve kamu gücünün kendine has olarak tanımlanmasına ve
otoriter şeklinde kullanılmasını istemeye dayanan devlet olarak esas alındığında
(Dayson, 1980: 256, aktaran: Çevik, 2010: 28), bu güçlü devletin bütün yönleriyle
topluma egemen olmayı amaçladığı; toplumun ve ülkenin kalkınmasında rol
üstlendiği; ekonomik, sosyal ve siyasal yaşam için geniş rollere sahip olduğu; kamu
bürokratlarının ve yöneticilerinin daimi olduğu ve bunların, kamu politikaları karar
sürecinde, sosyal gruplardan daha fazla önemli role sahip oldukları; kamu
yöneticilerinin sürekli korumaları gereken devlet çıkarları olduğu; bu çıkarların da
hem devleti hem de toplumu ilgilendiren çıkarlar olduğu açıkça görülecektir (Çevik,
2010:28).
Çevik, güçlü devlet geleneğine örnek olarak Almanya, Fransa, Türkiye ve
Japonya’yı sayarken, zayıf devlete de Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’yi
örnek göstermektedir (2010:28-29).
Türkiye’de var olan bu devletçi geleneğin yerleşmesinin kuşkusuz başka
sebepleri de vardır. Zira Türk devlet geleneğinin yaşadığı tecrübelerin de buna
önemli bir etkisi ve katkısı olmuştur. İnalcık’ın da vurguladığı gibi, Türk-Moğol
geleneği ile kurulan devletlerde, iktidarın hangi yöntemle devredileceği net olarak
belirlenmemiştir ve genel olarak iktidarın kaynağının Tanrı olduğu kabul edilmiştir.
15. yüzyıldan itibaren İslam âleminde de hâkimiyetin kaynağının Allah’ın lütfuna ve
inayetine bağlı olduğu anlayışı yerleşmişti. Tabiidir ki, yine de bazı gelenekler vardı
ve büyük erkek evladın, bir şekilde saltanatı devam ettirmesi kabul ediliyordu. Bu
saltanatı devam ettirebilmek için de başkente yakın olunması veya en erken
ulaşılması gerekiyordu. Bu da evlatlar arasında, uygun bir vilayete vali olarak atanma
konusunda ciddi rekabetin yaşanmasına sebebiyet veriyordu. Bu rekabetin öncesinde
58
ve sonrasında da taht kavgaları baş gösterebiliyordu. Ancak bu da güçlü ve kalıcı
devletlerin oluşmasına engel oluyordu. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak isteyen
Osmanlılar, taht kavgalarının önüne geçebilmek için gerekirse, taht üzerinde miras
iddiasında
bulunabilecek
kardeşlerin,
tahtı
ele
geçiren
tarafından
öldürülebilmelerinin hukuken önünü açtılar. Zira devlet çok önemli idi ve yaşaması
için bazı fedakârlıklar gerekiyordu. Ayrıca, bu şekilde bir anlamda, beş on kişinin
katledilmesi, taht kavgaları sonucunda on binlerce kişinin katlinden daha az zararlı
görülmüş ve de toplumsal faydalar da hesaba katılmış olmalıdır (İnalcık, 2011:85).
Ancak, romansal bir kurgu da olsa, Türk-İslam devlet geleneğinde, özellikle
de Osmanlı geleneğinde, Hobbes ve Lock’un savunduğu gibi, ferdi yaşatmanın
devleti yaşatmak olduğu, önce ferdin geldiği vurgusu olduğu da savunulmaktadır
(Buğra, 1982:121-122).
2.1.2. Türkiye Bürokrasisinin Genel Özellikleri
Türk Bürokrasisini anlamak ve açıklamak için Osmanlı bürokrasisinden biraz olsun
bahsetmek gerekir. Çünkü Eryılmaz’ın da belirttiği gibi, Osmanlı’dan Cumhuriyete
geçişte, İmparatorluk bürokrasisinin biçimsel yönü ile birlikte, yönetim gelenekleri
ve siyasi kültürü de, Cumhuriyete intikal etmiştir (2004:133).
Bu bağlamda, 1930'lu yıllarda oturtulmuş olan Türk bürokratik yapısının, 19.
yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda hayata geçirilen yönetim sisteminin bir devamı
olduğu ifade edilmektedir (Yalçındağ, 1970:20). Osmanlı Devleti, ilk altı hükümdar
dönemini kapsayan yaklaşık yüz elli yılık dönemde, Bizans Devletinden ve diğer
Türk Beyliklerinden ele geçirdikleri topraklarla mekânsal, kurumsal ve sosyoekonomik yapı olarak bir devlet olma özelliğine kavuşmuştur (Eroğlu, 2007:16-19).
Türkiye modernleşmesini tamamlayabilmek amacıyla, kendi ihtiyaçlarına göre, başta
Fransa ve İngiltere olmak üzere, gelişmiş Batı ülkelerinin tecrübelerinden de
yararlanmıştır (İnalcık, 2011:244).
Günümüz Türkiye bürokrasisinin oluşmasında çok önemli bir dönem olan
Tanzimat döneminde bürokratlar, padişahın yönetimdeki üstün konumunu koruması
gerektiğini düşünmenin yanı sıra, devletin kurumlarıyla temsil edilmesi gerektiğini
de düşünüyorlardı ve siyaset oluşturma yetkisinin de bürokratlarda olması gerektiğini
59
düşünmekteydiler (Heper, 1974b:148-149). Bu bürokratların yönetime karşı
tutumlarında, eğitimleri ve Avrupa'yla olan ilişkileri de etkin rol oynamıştır.
Tanzimat dönemindeki bürokratlar, yoğunlukla Batı’da eğitim görmüş, kapalı
bir grup olmalarının bir sonucu olarak, devleti yönetme hususunda sadece kendilerini
yetkin görmüşlerdir. Tabii bunun doğal sonucu, kendilerini padişahın hizmetinde
değil de devletin hizmetinde görmüşlerdir. Buradan çıkan sonuç, sivil bürokrasinin
siyasal bağımsızlığı için mücadele etmişlerdir (Heper, 1974a:69-71). Bu dönemin
bürokratları, modernleşme sürecine de dâhil olarak merkezi güçlendirmeyi
amaçlamışlardır. Bunu gerçekleştirirken de yeni kurumların topluma her alanda
nüfuz etmesini amaç edinmişlerdir. Bunu
yaparken de padişahın direkt
müdahalelerinin önünü alıp, hukuk kurallarına göre işleyen ve kendi içinde tutarlı
olan bir sistem oluşturulması hedeflenmiştir. Bu girişimler sonucunda da Bab-ı Âli
devlet yönetimini fiili olarak gerçekleştiren bir kurum haline gelmiştir. Böylelikle
bürokrasinin yönetimdeki etkinliği de devletin her alanında kendini hissettirmiştir
(Hanioğlu, 1989:57). Bu arada, 1869 yılında gayrimüslimleri de içine alan davalara
bakan laik Nizamiye Mahkemeleri kurulmuştur (Erdoğan, 2008:31).
19. yüzyılın son döneminde, İttihat ve Terakki Partisinin de etkisiyle, askeri
bürokrasi siyaset arenasında etkin rol oynamaya başlamıştır. İttihat ve Terakki Partisi
Osmanlı bürokrasisini siyasallaştırmış ve teknik özelliklerin ikinci plana itilmesine
neden olmuşlardır (Eryılmaz, 2008:136). Bu dönemde askeri ve sivil bürokrasi ortak
hareket etmeye başlamışlardır. Bu iki bürokratik kanat Tanzimat döneminden
başlayarak I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde de devam eden bir çabayla, devlet
yönetimine ve topluma hâkim olma konusunda çalışmalar sürdürmüşlerdir
(Yalçındağ, 1970:50). Böylelikle yeni kurulacak olan Cumhuriyet rejimini kuracak
olan kadroların işini kolaylaştırdığı gibi, bu rejime çok yabancı olan Osmanlı halkı
tarafından benimsenmesinde de kolaylık sağlamış oldu.
23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ve
kurucu meclis olarak çalışmalarına başlaması, bunu takiben 25 Nisan'da bir yürütme
organı oluşturulması ve 2 Mayıs'ta da İcra Vekilleri Heyeti'nin seçilmesine dair
Kanunun kabulüyle birlikte, Meclisin yapısı olgunlaştırılmış oldu. 20 Ocak 1921'de
de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabulüyle, devletin anayasal temelleri de atılmış
60
oldu. 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı Devleti ortadan kalkmış
oldu ve yeni devletin de Lozan Barış Antlaşması'nda uluslararası sistem tarafından
tanınmasıyla uluslararası alanda da devletin varlığı kabul edilmiş oluyordu (Alpkaya,
1998:21). Sonuçta, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet de ilan edilerek yeni bir
döneme ve devlete geçilmiş olunuyordu (Göyünç, 1999:27).
Açıktır ki, Cumhuriyet dönemi de çok değişik aşamalardan geçerek bugüne
ulaştı. 1923’ten 1946’ya kadar olan dönemi, arada birkaç denemenin dışında “Tek
Parti Dönemi” olarak adlandırmak mümkündür. Bu dönemde, yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti, birçok yönden yeni bir rejim getirmesine karşın, birçok kurumun ve
idari-kültürel geleneğin de Osmanlı mirası olarak bünyesine almıştır. Bürokratik yapı
ve bürokratik kültür de, Osmanlıdan alınan gelenekler arasında yer almaktadır.
Yönetim yapısında çeşitli değişiklikler yapılmış olmasına rağmen günümüzde, devlet
bürokrasisinde hala Osmanlıdaki bürokratik yönetim geleneğinin izlerine rastlanmak
mümkündür (Aykaç, 1997:161).
Cumhuriyetin ilk yıllarında güçlü bir merkeziyetçilik algısı ve bu çerçevede
merkezi bir yönetimin etkisi söz konusuydu. Böyle bir dönemde yasaların ve
reformların da bu merkezi otorite doğrultusunda düzenlendiği ifade edilmektedir
(Görmez, 1997:100-101). Bürokrasi, bu reformların halka benimsetilmesinde etkin
bir rol oynamıştır. Bunu gerçekleştirirken tek parti olan Cumhuriyet Halk Fırkası
(CHF) da bürokrasiye yardımcı olmuştur. Bu dönemde CHF ve bürokrasi, iç içe
geçmiş bir durum sergilemekteydiler. Böyle bir tecrübe Türk tarihinde ilk defa
oluyordu.
Yeni sistemin oturtulmasında ve programların uygulanmasında askeri
bürokrasi de etkin rol oynamıştır. Hatta bir dönem, daha net sonuç elde edilmesi için,
sivil bürokrasi askeri bürokrasinin otoritesine girmiştir. Bazı bölgelerde askeri
bürokratlar, valilik görevinde bile bulunmuşlardı. Hatta askeri bürokrasinin, mülki
idare görevleri olmasa da, hükümetle sivil bürokrasi arasında aracı rol oynadığı
görülmüştür. Ancak bu durum daha sonra azaltılarak sivil bürokrasi etkisini yine
artırmıştır (Heper, 1974a:101-102).
61
Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin yeni kurulmuş olmasının da etkisiyle,
bürokratların sayısı çok fazla değildi. Ancak devlet eliyle gördürülen hizmetlerin
sayısının artması, bürokratların da hızlı bir şekilde sayısının artmasına sebep
olmuştur (Şaylan, 1989:299-300). Cumhuriyetin ilk yıllarında, bürokrasinin yapısı ve
işlevleri de fazla gelişmiş değildi. Henüz kapsamlı toplumsal ve ekonomik devlet
görevleri oluşmadığı için İçişleri, Dışişleri, Maliye, Adalet ve Savunma gibi, daha
çok klasik devlet hizmetlerini yerine getirmekle görevli bakanlıklar dikkati
çekmekteydi. Bayındırlık, Sağlık, Eğitim, Tarım ve Ticaret gibi bakanlıkların
örgütsel yapısı oldukça küçüktü. Ancak devletin modernleşme ve ekonomik
gelişmeye yönelik politikaları, kamu bürokrasisinin kısa zamanda büyümesini
sağladı (Eryılmaz, 2004:138).
Heper’e göre, kökleri Tanzimat’a kadar uzanan sivil bürokratik yönetim
geleneği, Cumhuriyetin ilanından 1950’ye kadar uzanan dönemde altın yıllarına
ulaşmıştır. Söz konusu dönemde memurluk, sahip olduğu mali imkânlar, yetkiler ve
ayrıcalıklarıyla toplumsal statüsü en yüksek mesleklerin başında geliyordu. Ancak,
1930’lu yılların sonlarına doğru, yavaş yavaş özel sektörün gelişmesi ve yeni meslek
gruplarının ortaya çıkması ile birlikte memurların gelir dağılımındaki paylarında bir
azalma süreci başlamıştır (Eryılmaz, 2004:142).
Askeri bürokrasinin sivil bürokrasi üzerindeki etkisinin azalmış gibi
görünmesiyle birlikte, siyasetle sivil bürokrasi yakın bir ilişki içine girmişti. Artık
siyasetle bürokrasi tam anlamıyla iç içe girmiş durumdaydı. Bürokratlar isteklerini
siyaset aracılığıyla topluma yansıtabiliyorlardı. Bu durumun en bariz göstergesi
1930'ların sonunda valiler, Cumhuriyet Halk Partisinin mahalli temsilcileri
konumuna getirilmesiydi. Aynı zamanda 1935'te İçişleri Bakanı da partinin genel
sekreteri ilan edilmişti (Heper, 1974a:114-115). Mecliste alınan kararlar, uygulamada
gerçekleştirilen faaliyetleri meşrulaştırma amacını taşımaktaydı (Öz, 1996:142).
Bunun yanı sıra siyasetle bütünleşik bir yapı sergileyen bürokrasi, bu dönemde yeni
kurulan devletin benimsemiş olduğu ilke ve değerleri topluma iletme fonksiyonunu
da üstlenmişti (Heper, 1977:72).
62
Bu dönemde ağır vergiler, bürokrasideki yolsuzluklar ve hükümetin yönetim
zafiyetleri sebepleriyle sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktaydı (Karpat,
2007:76-77).
Demokratik sistemlerde bürokrasinin görevinin, meşru yollarla işbaşına gelen
siyasal iktidarın aldığı kararları uygulamak olduğunda şüphe yoktur (Durgun,
2003:203). Ancak teorideki bu duruma karşın, uygulamaya bakıldığında, çeşitli
bürokratik gruplar, zaman içerisinde siyasete ve bazen de diğer bürokratik gruplara
karşı bürokratik direnç göstererek, devlet yönetimini kilitleyebilmişlerdir. Bu
bürokratik yapıların başında, askeri ve adli bürokrasi gelmektedir.
1950 seçimlerinde CHP seçimleri kaybetti ve DP çok partili dönemin ilk
farklı iktidarı oldu (Görmez, 1993:124).
DP, seçimleri kazanmadan önce, seçim programı kapsamında bürokrasiyi
karşısına almamaya özen göstermiş ve programını CHP üzerinden kurgulamıştı.
Hatta
bürokrasiye
geçmişteki
faaliyetlerinden
ötürü
soruşturmaya
tabi
tutulmayacakları garantisini de vermesine karşın bürokrasi, bu yeni siyasi yapı ve
yapılanmaya ılımlı yaklaşmadı. Demokrat Parti'yi, Cumhuriyet'in temel değerlerine
ve kurumlarına karşı bir tehdit olarak algıladı. Bu bakış açısının bir sonucu olarak da,
kendilerine bu değerleri korumayı görev olarak benimsedi (Heper, 1985:77). Böylece
Türk kamu yönetiminde yeni seçilen siyasi seçkinler ile bürokratik seçkinler arasında
önemli bir çatışma ortaya çıkmış ve 1950-60 arası artarak devam etmiştir. Heper’in
(Çevik, 2007a:98) belirttiği gibi, siyasilerin bürokratları sindirmek için önlerinde
değişik seçenekler oldu.
Bu dönemde bürokrasi,
ülkede demokrasinin
gelişmesinden ziyade
inkılâpların korunmasını amaç edinmiştir. Bunu gerçekleştirmek için de bürokrasi
siyasal etkinliğini devam ettirmek için mücadele etmeye devam etmiştir. Bu
durumun bir sonucu olarak siyasal yapıyı temsil eden DP ile bürokrasi arasında
çatışmalar yaşanmasına neden olmuştur. Bu çatışma bürokrasinin siyasal etkinliğini
belirli bir oranda azaltmış olsa da tamamen ortadan kaldırmaya yetmemiştir (Heper,
1977:100).
63
Bu yeni dönemde DP, toplumsal talepleri karşılamaya odaklanırken,
bürokrasinin talep ve görüşlerine pek önem vermemişti. Bürokrasinin iktidara
müdahalelerini en düşük seviyeye indirmeye çalışmıştı. Bunu yapmaktaki asli amacı
da, bürokrasinin sistem içerisindeki egemenliğini ortadan kaldırmaktı (Aykaç,
1997:170). Bunu gerçekleştirebilmek için, “bakanlık emrine alma”, “re'sen emekliye
sevk etme” ve hükümet kararlarına karşı Danıştay'a gitme yolunu kapatma gibi
düzenlemelere imza atmışlardı. Bu düzenlemelerle yüksek düzey bürokratların
sistem içerisindeki etkinlikleri azaltılmaya çalışılmıştır. Yapılan bu düzenlemelerin
haricinde, TBMM'deki bürokratik çoğunluğun yerini de iş adamları ve halktan kişiler
doldurarak meclisteki etkinliklerini de kesintiye uğratmış oldular (Şaylan, 1989:305).
Gerçekleştirilen bu düzenlemeler ve hayata geçirilen uygulamalar bürokrasi
ve siyaseti birbirinden uzaklaştırdığı gibi aynı zamanda aralarında geri döndürülemez
bir ayrışmanın da başlamasına neden olmuştu. Çok partili hayata geçişle birlikte belli
bir dönemde oturmuş olan, siyasetle bürokrasi arasındaki iktidar paylaşımı ve
eşgüdümü, yerini iktidar mücadelesine bırakmış oldu. Askeri ve sivil bürokrasi, bu
yeni sistemi iktidarlarına karşı ciddi bir tehdit olarak görmüşlerdi (Bilgin, 1997:27).
Bu tehdit algısının sonucu ise 27 Mayıs 1960 askeri bürokrasi darbesi oldu.
Bürokrasinin aleyhine bozulan bu sistemi tekrar kendi lehlerine dönüştürebilmek
isteyen askeri bürokrasiye mensup kadrolar, 27 Mayıs 1960 tarihinde, askeri darbe
yaparak siyasi iktidarı cebren devirmiş oldu. Bu durum açık bir şekilde askeri
bürokrasinin siyasete ve parlamenter rejime müdahalesi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu müdahalenin sonrasında hazırlanan anayasayla birlikte oluşturulan
yeni düzen ve kurumlarla parlamenter siyasetin etkisi azaltılarak bürokrasinin
etkinliği tekrar artırılmış oldu.
1961 Anayasası
ile
bürokrasiye, siyaset
karşısında belirli
yetkiler
devredilmiştir. Bu yetkiler Anayasa Mahkemesi, Üniversiteler ve MGK gibi çeşitli
kurumlara verilmiştir (Eryılmaz, 2008:147). Mesela Milli Güvenlik Kurulu, sistem
içerisinde yerini almış ve parlamentonun egemenliğini paylaşır hale gelmişti. MGK,
hükümete iç güvenliğin yanı sıra dış güvenlikle ilgili de tavsiyelerde bulunmaktaydı.
İlk kurulduğu dönemlerden yeni düzenlemeye kadar da devletin siyaseti üzerinde son
derece etkin bir rol almış hatta bazı dönemlerde de kabinenin yerini alarak karar
64
oluşturma mekanizması görüntüsü sergilemişti (Zürcher, 2008:357). Oluşturulan bu
yeni kurumlarla atanmışlar, seçilmişlere karşı daha güçlü hale gelmiş oluyordu ve
bürokrasi eski güçlü konumuna dönmüş oluyordu.
Gerçekleştirilen bu askeri müdahale ve sonrasında yapılan düzenlemelerle
birlikte askeri ve sivil yönetim alanları birbirinden ayrılmış ve idarenin bütünlüğü de
böylelikle bozulmuş oldu ve bir yanda sivil idare düzeni, diğer yanda da askeri idare
düzeni olmak üzere, kendi içerisinde, kendine yeten iki farklı bürokrasi kutuplaşması
meydana getirildi (Durgun, 2003:213).
DP döneminde, ekonomik olarak da zayıflayan bürokrasi, Darbe döneminde
oluşturulan kurumlarla bu sıkıntıyı gidermeye çalışmıştır. Askeri bürokrasinin
kurmuş olduğu OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) bu eksikliği gidermeye ve
askeri bürokrasinin ekonomik olarak da güçlenmesine imkân sağlamıştır
(Küçükömer, 2007:115).
12 Mart 1971 tarihinde, bir önceki müdahalenin üzerinden 11 yıl geçtikten
sonra, o dönemden farklı olarak, yönetimi direkt devralmayarak Cumhurbaşkanı,
Meclis ve Senato Başkanlarına verdikleri bir muhtırayla askeri müdahale
gerçekleştirilmiş oldu (Hale, 1996:160).
12 Mart 1971 tarihindeki muhtıra sonrasında, Anayasada gerçekleştirilen bazı
değişikliklerle birlikte siyaset ve bürokrasi arasındaki ilişkiler tekrar bir revizyona
tabi tutuldu. Bu değişikliklerle bazı özerk kurumların özerklikleri kaldırılmıştır. Bu
kurumların özerklikleri kaldırılmak suretiyle bu özerklikten faydalanarak güçlerini
artıran sivil toplum kuruluşlarının etkisi azaltılmaya çalışılmıştır. Haliyle bu durum
bürokrasinin eski etkinliğini tekrar artırmaya yönelik olmuştur. Böylelikle
bürokrasinin devlet içindeki konumu daha güçlü bir hale getirilmiş oluyordu. (Akın,
1995: 66).
Bu müdahale sonrasında gerçekleştirilen anayasal değişikliklere bakılacak
olunursa, temel hak ve özgürlükler kısıtlanarak, askeri bürokrasiye çeşitli
iyileştirmeler yapılmıştır (Tanör, 1996:315-318).
65
Bunların
yanı
sıra,
askeri
bürokrasinin
elini
güçlendirecek
çeşitli
düzenlemeler de gerçekleştirilmiştir. Askeri mahkemeleri güçlendirecek bir
düzenleme
olarak
bazı
sivil
mahkemelerin
yetkileri
askeri
mahkemelere
devredilmiştir. Ayrıca sıkıyönetime geçiş de kolaylaştırılmıştır (Erdoğan, 2008:129130).
80'li yıllara gelindiğinde, küresel boyutta yaşanan ve devlet yapılanmalarını
da etkisi altına alan değişim sonucunda bürokratik yapı, teşkilatlanma ve işleyişiyle
bütünleşik olarak değişime ayak uyduramamış ve kendisinden beklenen performansı
sergileyememiştir. Bu durumun bir sonucu olarak ekonomik ve sosyal değişimin
gerisinde kalmıştır (Karaer, 1987:29). Bu geri kalmışlık ve bürokrasinin etkinliğini
yitirmesi, 1980 askeri müdahalesini meşru kılma amacını taşıyan kaynaklardan birini
oluşturmaktaydı. Bu müdahaleyle, askeri bürokrasinin sistem içerisindeki etkinliği
zirve noktasına ulaşmıştır.
12 Eylül müdahalesi sonrasında hazırlanan anayasayla, MGK'nın durumu
tekrar düzenlenerek 1961 Anayasasına göre daha etkin ve güçlü bir konuma
getirilmişti. Artık MGK danışma ve tavsiye niteliğinde kararlar almanın ötesinde,
aldığı kararlar Bakanlar Kurulu tarafından öncelikli olarak dikkate alınacak bir kurul
statüsüne dönüştürülmüştü Askeri bürokrasi bu düzenlemeyle yürütmeye müdahil
olabilecek bir statüye yükseltilmiş oluyordu. Bu konum hiçbir kamusal kuruma
verilmeyen,
hatta
Meclisi
de
aşan
yetkilerle
donatılmalarıyla
daha
da
güçlendirilmiştir (Başbuğ, 1997:1291-1293).
Askeri bürokrasinin güçlendirilmesi sadece bu düzenlemelerle de sınırlı
kalmamıştır. Parlamenter sistemi temelinden zedeleyen düzenlemeler de bu dönemde
karşılaşılan uygulamalar arasında yer almaktadır. Aşırı sol sendika federasyonları,
sağ etnik ve dini temelli kuruluşlarla tüm siyasi partiler kapatılarak parlamenter
sistem sekteye uğratılmıştır. Yine bu dönemde üniversiteler, Yüksek Öğretim
Kurulu'nun denetim sistemine dâhil edilerek, yıllarca tartışılacak bir kurum da hayata
geçirilmiş oldu (Heper, 2006: 24-25).
Bu dönemde, devletin ve toplumun her kademesinde yapılan uygulamalardan
da anlaşılacağı üzere, devlet yönetimi içerisinde askeri bürokrasinin bariz bir etkisi
66
görülmektedir. Bu durum yasal olarak da desteklenerek meşru bir zemine
oturtulmaya çalışılmıştır.
Askeri darbe sonrasında oluşturulan askeri bürokrasi egemenliği, dış
baskıların da etkisiyle, 1983 yılında Türkiye'nin yeniden parlamenter hayata aktif
olarak geçmesiyle birlikte, egemenliğin tekrar siyasi partilere devredilmesine ortam
hazırlamıştır. Ancak bu durum askeri bürokrasinin tamamen siyasetten arındığı ve
gücünü yitirdiği anlamını taşımamaktaydı. 1983’ten sonra bürokratlar, bulundukları
makamı koruyabilmek ve daha fazla orada kalabilmek için, ya kendi çıkarları
amacıyla ya da gelecek beklentisiyle siyasilere yakın durmaya başlamışlardır.
Böylece son dönemde bürokratlar ikincil konumu kabul eder hale gelmişlerdir
(Çevik, 2007a:100).
12 Eylül darbesi ve 28 Şubat 1997 tarihinde “post-modern darbe” olarak
adlandırılan müdahale, askeri bürokrasinin varlığını ve etkinliğini tekrar günyüzüne
çıkarmış oluyordu (Heper, 2006:25-26).
Artık günümüzde, küreselleşmenin tetikleyici unsurları arasında yer alan
teknolojik gelişmeler ve bu teknolojik gelişmelere bağlı olarak iletişim kanallarının
yaygınlaşması sonrasında, dünyayı temelinden değiştirmiş ve sosyal yapılardaki
değişimin hızını eskiden hiç olmadığı kadar yüksek bir ivmeye ulaştırmıştır. Yeni
teknolojik gelişmeler yeni fırsatlar doğurmanın yanı sıra, yeni taleplerin ortaya
çıkmasına da neden olmuştur. Bu durum da, söz konusu taleplerin karşılanma
zorunluluğunu beraberinde getirmiştir (Yazıcı, 2001:6).
Bu bağlamda oluşturulan üst kurullar, görevlendirildikleri alanda düzenleme
yapma yetkisini kullanarak kurallar koymanın yanı sıra, bu kuralların uygulanmasını
denetlemekte ve gerektiğinde de çeşitli yaptırımlar uygulayabilmektedirler. Bu
kurulların bir başka önemli özelliği de, kendi alanlarındaki uyuşmazlıkları çözme
yetkisine sahip olmalarıdır. Bütün bu özelliklerden hareketle üst kurullar, devletin
tekelinde bulunan yasama, yürütme ve yargı erklerini, kendi bünyelerinde daha
düşük yoğunluklarda kullanacak yetkilerle donatılmışlardır. Bu özeliklerinden dolayı
da basit idari örgütler olmanın ötesinde, karma ve melez kuruluşlar olarak
nitelendirilmektedirler (Tan, 2002:26).
67
Üst kurullar üzerine kurulan bu yeni sistem, siyasetin etki alanını daraltarak
teknokratlara devretmiştir. Bu kurullar, yetkili oldukları alanlarda, piyasa kurallarına
daha rasyonel yaklaşarak siyasetin taraflı ve çıkarcı yaklaşımının önüne geçmeyi
amaçlamaktadırlar (Eryılmaz, 2008:162).
Türk modernleşme süreci, bütünüyle olmasa da büyük oranda bürokrasi eliyle
ama özellikle de askeri bürokrasi eliyle yürütüldü. Bunun en önemli sebebi, askeri ve
teknik açıdan Batı’nın gerisine düşen Osmanlı, bu açığını kapatmak için askeriteknik reformlara ağırlık verdi ve bu da diğer reformların önünü açtı (Ortaylı,
2001:18).
Sonuçta, Türk bürokrasisi, merkeziyetçi, güçlü ve imparatorluk geleneklerine
de sahip ve elitist bir karakter çizen yapısıyla kendisini göstermektedir.
2.2. TÜRKİYE’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ
Türkiye, her modern devlet gibi, iç güvenliğini sağlamak için, ulusal ve yerel
düzeyde bir iç güvenlik bürokrasisi oluşturmuştur. Türk iç güvenlik bürokrasisinde
cumhurbaşkanından köy korucusuna kadar birçok aktör mevcuttur. Bir başka
ifadeyle, iç güvenlikten doğrudan ve dolaylı sorumlu olan aktörler vardır. Ya da, asli
görevi sadece iç güvenlik hizmeti sunmak olan aktörlerin yanında, sunduğu bir kısım
hizmetlerin yanında, iç güvenlikle ilgili hizmetler de sunan aktörler olduğu görülür.
Kısacası, Türkiye’de iç güvenlik hizmeti sunan oldukça çok miktarda aktör söz
konusudur. Kaldı ki Türkiye, doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan resmi birimlerde
bile çoklu bir yapılanmayı tercih eden ülkelerdendir (Çevik vd., 2010:17-18). İç
güvenlik aktörlerini anlatırken, birçok farklı sınıflandırma mümkündür. Ancak
konunun kolay anlaşılması amacıyla, basit bir yaklaşım gösterilerek şu şekilde bir
sınıflandırma uygun görüldü: Öncelikle tek işi iç güvenliği sağlamak olan aktörler
olarak genel kolluk; yani polis, jandarma ve sahil güvenlik birimleri ile gümrük
muhafaza, orman muhafaza, köy koruculuğu ve belediye zabıtası hizmetlerini
yürüten birimler ele alınmıştır.
Bu asli hizmet birimlerinin yanında, diğer bir sınıf iç güvenlik aktörleri de,
diğer birçok görevinin yanında, iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetkileri de olan,
Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı,
68
mülki idare amirlikler, adalet kurumları, Milli Güvenlik Kurulu, Milli İstihbarat
Teşkilatı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı vd.
aktörlerdir.
Aşağıda geniş olarak anlatılacağı gibi, iç güvenlik bürokrasisinin temel
aktörleri kolluk güçleridir. Genel kolluk deyince, polis, jandarma, sahil güvenlik ve
gümrük muhafaza teşkilatları anlaşılırken, özel kolluk deyince, özel bir kanun ile
kurulan görev ve yetki alanı genel kolluğa göre sınırlı olan, köy bekçisi, orman
muhafaza memuru, gümrük muhafaza memuru, belediye zabıtası gibi daha küçük bir
birimi kapsayan kolluk güçleri anlaşılır (Arslan ve Eryılmaz, 2006:4).
2.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler
Yukarıda da tekrarlandığı gibi, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak açısından iç
güvenlik aktörleri, hem Türkiye hem de İngiltere-Galler bölümünde, doğrudan bu
hizmeti sunan aktörler ve dolaylı olarak bu hizmeti sunan aktörler şeklinde, iki ana
bölümde incelenmiştir.
2.2.1.1. Polis Teşkilatı
Bu bölümde, özellikle hitap ettiği kişi sayısı ve görev yaptığı yerleşim merkezleri
olan il ve ilçe merkezleri açısından en önemli iç güvenlik aktörü olan Türk Polis
Teşkilatı’nın tarihi, görev ve yetkileri ele alınacaktır.
Dünyadaki en eski polis teşkilatlarından birisi olan Türk Polis Teşkilatı, 10
Nisan 1845'de İstanbul'da “Polis” adıyla bir teşkilat kurulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Tabii ki bu teşkilat kurulmadan önce de polisin yaptığı görevler değişik askeri
kuruluşlar tarafından yerine getirilmekteydi Ancak yeni kurulan polis teşkilatının
görevleri 20 Mart 1845’te çıkarılan 17 maddelik Polis Nizamnamesinde, net olarak
belirtilmiştir (EGM, 2014).
30 Haziran 1930 tarihinde ise yeni bir yapılanmaya gidilmiş ve Emniyet
Teşkilatının kadro ve dereceleri, atama, yükselme, mesleğe girme, cezalandırma gibi
hususları içeren 46 maddelik 2049 sayılı Polis Teşkilatı Kanunu çıkarılmıştır. Bu
arada polis eğitimine önem verilerek, orta ve yüksek kademe amir yetiştirmek
amacıyla, Ankara’da 6 Kasım 1937 tarihinde Polis Enstitüsü kurulmuş, 1984 yılında
69
ise eğitim süresi dört yıla çıkarılarak, Polis Akademisi’ne dönüştürülmüştür. Polis
Akademisi en son 2001 yılında çıkarılan bir kanunla Üniversite hüviyetine
kavuşturulmuş, Polis Meslek Yüksek Okulları Akademiye bağlanmıştır (Çufalı,
2002:27).
Polislik politikalarının günümüze kadar devam eden uygulamalarının yasal
altyapısını oluşturan ve bazı önemli değişikliklerle beraber hala yürürlükte olan iki
önemli kanun 1930’lu yıllarda kabul edilmiştir. Bunlar 4 Temmuz 1934 tarihli 2559
sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) ve 4 Haziran 1937 tarihli 3201
sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu (ETK)’dur. Sonradan bazı değişiklikler olsa da bu
kanunlar günümüze kadar yürürlükte kalmaya devam etmiştir (Göksu vd., 2011:19).
Türk Polis Teşkilatı, merkezde Emniyet Genel Müdürlüğü adıyla İçişleri
Bakanlığı çatısı altında, taşrada ise il ve ilçe yönetim yapılanması içinde vali ve
kaymakamlara bağlı olarak çalışır. Türk idari sisteminde il ve ilçelerin güvenlik ve
esenliğinden birinci derecede sorumlu olanlar, kolluk birimleri olmayıp, mülki idare
amirleridir. Yürürlükteki mevzuat ve uygulamaya göre polis teşkilatı, merkezi ve
taşra yapılanması, mülki idare sisteminin bir parçası olarak ve ‘sivil otoritenin emri
ve denetiminde’ görev yapan bir kolluk kurumudur (Cerrah, 2006:82).
Emniyet Genel Müdürlüğü Teşkilatı merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatlarından
oluşur. Taşrada olup da doğrudan merkeze bağlı birimler de mevcuttur. Merkez
teşkilatında Daire Başkanlıkları, Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Basın
ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, Özel Kalem Müdürlüğü, Trafik Hizmetleri Başkanlığı
ve Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü yer almaktadır (EGM, 2014). Buna göre
EGM Daire Başkanlıkları şöyledir: Ana Komuta Kontrol Merkezi (AKKM) Dairesi
Başkanlığı, Arşiv Dairesi Başkanlığı, Asayiş Dairesi Başkanlığı, Bilgi İşlem Dairesi
Başkanlığı, Bilişim Suçlarıyla Mücadele Daire Başkanlığı, Dış İlişkiler Dairesi
Başkanlığı, Eğitim Dairesi Başkanlığı, Güvenlik Dairesi Başkanlığı, Haberleşme
Dairesi Başkanlığı, Havacılık Dairesi Başkanlığı, İdari Mali İşler Dairesi Başkanlığı,
İkmal ve Bakım Dairesi Başkanlığı, İnşaat Emlak Dairesi Başkanlığı, İnterpolEuropol-Sirene Dairesi Başkanlığı, İstihbarat Dairesi Başkanlığı, Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı, Koruma Dairesi Başkanlığı,
Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi Başkanlığı, Özel Güvenlik Dairesi
70
Başkanlığı, Özel Harekât Dairesi Başkanlığı, Personel Dairesi Başkanlığı, Pasaport
Dairesi Başkanlığı, Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı, Sosyal Hizmetler Dairesi
Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı, TBMM Koruma Dairesi
Başkanlığı, Trafik Uygulama ve Denetleme Dairesi Başkanlığı, Trafik Planlama ve
Destek Dairesi Başkanlığı, Trafik Eğitim ve Araştırma Dairesi Başkanlığı ve
Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanlığı.
Polis teşkilatı taşrada, 81 ilde, İl Emniyet Müdürlüğü düzeyinde
teşkilatlanmış olup, eğitim kurumları ise Polis Akademisi Başkanlığı, Polis Koleji
Müdürlüğü, Polis Meslek Yüksek Okulu Müdürlükleri, Polis Moral Eğitim Merkezi
Müdürlükleri (POMEM) ve Kriminal Polis Labaratuvar Müdürlüklerinden oluşur.
Ayrıca Polis Bakım ve Yardım Sandığı, EGM Yüksek Öğrenim Öğrenci Yurtları ve
IPA (Uluslararası Polis Birliği) Türkiye Başkanlığı, EGM’nin diğer birimleri
arasında yer almaktadır.
Emniyet Genel Müdürü, genelde sivil kökenli bürokrat olan valiler arasından
atanır. Askerî müdahaleler sonrasında asker kökenli genel müdürler atandığı gibi,
son yıllarda bazı polis kökenli valilerin emniyet genel müdürü olduğu da
görülmüştür. Emniyet Genel Müdürü Bakanlar Kurulunca atanır ve görev süresi,
önceden belirlenmiş bir zaman dilimiyle sınırlı değildir (Cerrah, 2006:82).
Bugün bütün dünyada uygulanan polislik uygulamalarını iki ana grupta
toplamak mümkündür: Reaktif ve proaktif polislik. Reaktif (tepkisel) polislik, polis
teşkilatının bir suç işlendikten sonra harekete geçerek, faile karşı ilgili kanunları
uygulamasıdır. Proaktif (önleyici) polislik ise, polis teşkilatının suç işlenmeden önce
harekete geçerek, suçun ortaya çıkışını engelleyici tedbirleri almasıdır (Seyhan,
2002:191). Türkiye’deki uygulamanın da bu doğrultuda olduğunu söylemek
mümkündür. Bu bağlamda polisin görevleri genel olarak adli, yani kovuşturucu ve
idari, yani önleyici olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Adli otoritenin emir ve talimatları doğrultusunda harekete geçmek, suç
delillerini toplamak, suç faillerini tespit edip yakalamak, Cumhuriyet Başsavcılarının
yerine ve onların bilgileri altında soruşturma veya tahkikat yapmak, sanıkla birlikte
suç delillerini adli makamlara teslim etmek, polisin adli görevleri arasında yer
71
alırken; polisin önleyici, koruyucu ve yardım edici olmak üzere, idari görevleri de
bulunmaktadır (Göksu vd., 2011:21).
Polis, şehir ve kasabaların kolluk personelidir. Jandarma ise, kırsal bölgede
görev yapan kolluk personelidir. Bununla beraber, pek çok bucak ve hatta bir kısım
ilçeye polislik hizmeti götürülemediğinden, bu yerlerde jandarmanın görev yaptığı
durumlar sözkonusu olabilmektedir. Buna karşılık, ilçe ya da bucak merkezi olmayan
önemli iskele veya istasyonlarda kolluk görevi polis tarafından yerine getirilmektedir
(Günday, 2003:254). Bunun yasal dayanağını 1961 yılında çıkarılan “Emniyet ve
Asayiş İşlerinde İl, İlçe ve Bucaklardaki Jandarma ve Emniyet Ödevlerinin
Yapılması ve Yetkilerinin Kullanılması Suretini ve Aralarındaki Münasebetleri
Gösterir Yönetmelik oluşturur (JANDARMA, 2014).
EGM Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığının yayınlamış olduğu 2012 yılı
Faaliyet Raporu’ndan elde edilen verilere göre, 2012 yılsonu itibarıyla Polis
Teşkilatının üstlendiği bütün görevler, 255.239 personel tarafından yürütülmektedir.
Bu personelden 242.228’i emniyet hizmetlerinde, geri kalanı da sivil personel olarak
diğer polislik dışı hizmetlerde istihdam edilmektedir (EMG, 2014).
Türk Polis teşkilatının yönetici personel kaynağı, Polis Koleji ile devamında
Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesidir. Memur kaynağı ise, Türkiye’nin
çeşitli illerinde bulunan Polis Akademisine bağlı polis meslek yüksek okullarıdır.
Son yıllarda yüksek öğrenimini tamamlamış olanlara kısa süreli polis meslek eğitimi
veren polis meslek eğitim merkezleri (POMEM) de teşkilatın memur ihtiyacını
karşılamaktadır (Çevik vd. 2010:20).
EGM’nin
ihtiyaç
duyduğu
uzmanlık
alanlarında,
personel ihtiyacını
karşılamak üzere, Ankara’da bulunan devlet üniversitelerinin çeşitli bölümlerinde
okuyan öğrencileri bünyesine alarak, fakültelerindeki eğitimlerinin yanı sıra, polis
mesleki eğitim ve disiplin kuralları çerçevesinde eğitim-öğretim veren bir birim
(FYO şubesi) Polis Akademisinde mevcuttur.
Genel anlamıyla iç güvenlik alanındaki bilimsel araştırma, incelemeler, yayın
ve eğitim-öğretim faaliyetleriyle Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, bu
alanda Türkiye’nin önemli beyin merkezlerinden biridir. 2002 yılında kuruluşu
72
tamamlanan Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde 9 ana bilim dalında; Adli Bilimler,
Ceza Adaleti, Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi, İstihbarat Araştırmaları Programı,
Suç Araştırmaları, Ulaşım Güvenliği ve Yönetimi, Uluslararası Güvenlik,
Uluslararası Güvenlik (İngilizce) Programı, Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan
Suçlar Programı yüksek lisans eğitimi verilmektedir (Çevik vd. 2010:20).
2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununa göre polis, asayişi amme,
şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını
muhafaza ve ammenin istirahatını temin eder. Yardım isteyenlerle yardıma muhtaç
olan çocuk, alil ve acizlere muavenet eder. Kanun ve nizamnamelerinin kendisine
verdiği vazifeleri yapar (m.1).
Aynı Kanunun 2. maddesi de polisin görevlerini ikiye ayırmıştır. Buna göre
polis, önleyici kolluk olarak; kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, hükümet
emirlerine ve kamu düzenine uygun olmayan hareketlerin işlenmesinden önce, bu
kanun hükümleri dairesinde önünü alır. Yani önleyici kolluk hizmetlerini yürütür.
Türk polisi aynı zamanda adli polistir ve buna göre, işlenmiş olan bir suç
hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri
yapar.
Kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan polis;
amirinden aldığı emri, kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse,
yerine getirmez ve bu aykırılığı emri verene bildirir. Ancak, amir emrinde ısrar eder
ve bu emrini yazılı olarak yenilerse, emir yerine getirilir. Bu halde, emri yerine
getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine getirilmez.
Yerine getirenler sorumluluktan kurtulamaz.
Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. Bazı
emirlerin, niteliği gereği yazılı olarak verilmesi istenilemez. Bu hallerde emrin yerine
getirilmesinden doğabilecek sorumluluk emri verene aittir.
Polis bu görevlerini yerine getirirken, yerine göre durdurma ve kimlik sorma,
yerine göre de zor ve silah kullanma yetkilerine sahiptir. Polis, görevini yaparken
73
direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor
kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre
ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde, kademeli olarak artan nispette bedenî
kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
Türk polisi, görev ve yetkileri bakımından aşağı yukarı bütün demokratik
polisler gibidir. En önemli fark, hem idari hem de adli kolluk olarak görev
yapmasıdır.
Türk polis teşkilatının, özellikle 1984 yılından itibaren, Özal Hükümetleri ile
birlikte, her açıdan ciddi ilerlemeler kaydettiğini, çağdaş her demokratik ülkelerdeki
meslektaşlarından pek de geri olmadığını söylemek mümkündür. Bu tespit ve
değerlendirmeler, özellikle teknik donanım ve mesleki beceriler açısından yapılabilir.
Ancak, özellikle insan haklarına özde bağlılık, her türlü gayrı insani muamele ile
mücadele ve mesleki sorunlar açısından hala daha ciddi eksikliklerin olduğu da bir
gerçektir. Özellikle, kurum iç işleyişi açısından, mevzuattan ve hukukilikten ziyade,
amirlerin emirleri ve fiili durum önemini korumaya ve dolayısıyla teşkilata hâkim
olmaya devam etmektedir. Öyle ki, mesai saatlerinin insani bir şekle sokulması
taleplerinde olduğu gibi, kurum içindeki en küçük yasal hak talepleri bile ciddi
dışlamalara sebebiyet verebilmektedir.
2.2.1.2. Jandarma Teşkilatı
Jandarma teşkilatı, iç güvenlik bürokrasisinde önemli bir yere sahiptir. Sorumluluk
alanında emniyet ve asayişi sağlamakla görevli silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk
kuvvetidir (Çevik vd., 2010:27). Özellikle, 1980’lerden beri yıllardır süren bölücü
terörle mücadelede, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde etkin bir görev üstlenmiştir.
Resmi web sayfasında verilen bilgilere göre arşivlerde, 1839 yılından itibaren
“Jandarma” adına ve muhtelif “Jandarma tayin kararnamelerine” rastlanılmış
olduğundan; Türk Jandarma Teşkilatının 1839 yılında kurulduğu anlaşılmış ise de
araştırmalarda kuruluş ay ve gününün tespiti mümkün olmamıştır (JANDARMA,
2014). Bu nedenle Asakir-i Zaptiye Nizamnamesi’nin kabul tarihi olan 14 Haziran
74
1869 tarihinin 14 Haziranı alınarak, “14 Haziran 1839” tarihi Jandarma Teşkilatının
kuruluş günü olarak kabul edilmiştir.
1869 Nizamnamesi ile zabıta görev ve hizmetleri, yetki ve sorumlulukları
hukuki bir çerçeve içine alınmıştır. 10 Haziran 1930 tarihinde, 1706 sayılı Kanun
çıkarılmış ve Jandarma Teşkilatı bugünkü hukuki statüsünü kazanmıştır.
1935 yılında Jandarma Subaylarının Harp Okulu’nda yetiştirilmesi esası
kabul edilmiştir. 1937 yılında Jandarma Teşkilat ve Vazife Nizamnamesi yürürlüğe
girmiştir. 1939 yılında Jandarma Teşkilatı; Sabit Jandarma Birlikleri, Seyyar
Jandarma Birlikleri, Jandarma Eğitim Birlikleri ve Okullar olmak üzere üç grup
halinde yeniden düzenlenmiştir.
2803 sayılı Kanunla Jandarmaya verilen görev, yetki ve sorumlulukları,
hizmetin gerektirdiği bağlılık ve ilişkilerle teşkilat, kuruluş-konuşlanma, personel
kaynakları ve yetiştirilmesi, görev özelliğinden doğan adli ve mali konular, 1983
yılında çıkarılan “Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği” ile
düzenlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin
korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren
silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir (Çevik vd., 2010:27).
Jandarma Genel Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası olup,
Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay
Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden
İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Ancak Jandarma Genel Komutanı, Bakana karşı
sorumludur. Jandarma Genel Komutanlığı Teşkilatı; Jandarma Genel Komutanlığı
Karargâhı ve Bağlı Birlikleri, Jandarma İç Güvenlik Birlikleri, Mülki teşkilata tabi
olmayan Jandarma Birlikleri (Jandarma Komando Birlikleri ve Jandarma Havacılık
Birlikleri), mülki teşkilata tabi olan Jandarma Birlikleri (Jandarma Bölge
Komutanlıkları, İl Jandarma Komutanlıkları, Merkez İlçe ve İlçe Jandarma
Komutanlıkları), Jandarma Sınır (Seyyar) Birlikleri, Jandarma Eğitim Birlikleri,
Jandarma Okulları, Jandarma İdari ve Lojistik Destek Birlikleri ile görevin özelliğine
bağlı olarak kurulacak diğer kuruluşlardan oluşur (JGK, 2014).
75
Jandarma teşkilatı, polis teşkilatının sorumlu olduğu il ve ilçe belediye
sınırları dışında kalan yerlerde görev yapmaktadır. Coğrafi olarak, ülkenin yüzde
90’ından fazla bir alanda görevlidir. Bu anlamda jandarma, coğrafi alan olarak en
büyük iç güvenlik aktörüdür. Ancak bu alanlarda yaşayan vatandaşlar sayıca polisin
görevli olduğu alanlardan daha azdır. Dahası, özellikle turizmin ve iç göçün
etkisiyle, jandarmanın görevli olduğu sahanın nüfus yoğunluğu, yaz kış çok büyük
farklılıklar göstermektedir.
Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır:
Mülki görevleri; emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve
kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için
gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış
korunmalarını yapmak.
Adli görevleri; işlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri
yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek.
Askeri görevleri; askeri kanun ve nizamların gereği görevlerle Genelkurmay
Başkanlığınca verilen görevleri yapmak.
Diğer görevleri; mülkî, adlî ve askerî görevler dışında kalan, kânun ve
nizamlar ile emir ve alınan kararlar doğrultusunda ifa edilmesi gereken, tesis ve şahıs
koruması ile nakil emniyeti gibi görevlerdir.
Askeri görev olarak sayılanlar hariç tutulduğunda, Türk jandarmasının da
aslında aynen Türk polisi gibi, kendisine tahsis edilen görev sahasında, idari
(önleyici) kolluk ve adli kolluk hizmetlerini birlikte yaptığı görülecektir. Buna
paralel olarak, kendi görev sahasında polisin sahip olduğu görev ve yetkilere sahiptir
ve yaklaşık benzeri ilkelerle görevini yerine getirir. Bunun haricinde, TSK’nın bir
parçası olmanın getirdiği avantaj ve dezavantajlara da aynen sahiptir.
Jandarma teşkilatı, iç güvenlikle ilgili görevlerini, yani emniyet ve asayiş
görevlerini icra etmek maksadıyla kurulan Jandarma İçgüvenlik Birlikleri vasıtasıyla
yerine getirmektedir. Bunlar, Jandarma Bölge Komutanlıkları, İl Jandarma
76
Komutanlıkları,
İlçe
Jandarma
Komutanlıkları
ve
Jandarma
Karakol
Komutanlıklarıdır.
Türkiye genelinde (14) Jandarma Bölge Komutanlığı mevcuttur. Jandarma
Bölge Komutanlıklarının kuruluşları standart olmayıp, sayıları değişen İl Jandarma
Komutanlıkları bulunmaktadır. Ayrıca, ihtiyaca göre, bazılarında Jandarma
Komando veya Özel Harekât Birlikleri ile Kriminal Bölge Laboratuarları
bulunmaktadır. Ayrıca, her ilde, o ilin adıyla anılan toplam 81 İl Jandarma
Komutanlığı mevcuttur. İl Jandarma Komutanlıklarının kuruluşunda, sayıları değişen
İlçe Jandarma Komutanlıkları bulunmaktadır. Ayrıca, ihtiyaca göre bazı İl Jandarma
Komutanlıklarında, Jandarma Komando Birlikleri, Özel Harekât Birlikleri, Cezaevi
veya Tesis Koruma birlikleri de bulunmaktadır. Türk Taşra İdaresi gereği de, İl
Jandarma Komutanlıklarına bağlı, bulunduğu ilçenin adıyla anılan İlçe Jandarma
Komutanlıkları mevcuttur. İlçe Jandarma Komutanlıkları, emniyet ve asayiş
hizmetlerini, kendilerine bağlı değişik sayıdaki jandarma karakolları vasıtasıyla
yürütürler. Emniyet ve asayiş hizmetlerinin aslî unsuru olan Jandarma Karakol
Komutanlıkları, 24 saat esasına göre hizmet vermekte olup, tüm ülke sathında yaygın
olarak teşkilâtlanmıştır (Çevik vd. 2010:28).
Ayrıca, emniyet ve asayiş görevlerinde etkinliği artırmak, hizmette vatandaşa
daha yakın olmak gibi maksatlarla, özellikle turizmin yoğun olduğu illerde, kritik yol
kavşaklarında, otoban giriş ve çıkışlarında görev yapabilecek şekilde, Jandarma
Asayiş Noktaları teşkil edilmiştir (JGK, 2014; Çevik vd., 2010:28).
Jandarma Genel Komutanlığı personeli; subay, astsubay, uzman jandarma,
askeri öğrenci, erbaş ve erler ile sivil memur ve işçilerden oluşur. Jandarma teşkilatı
eğitim-öğretim sistemi şu şekildedir (JGK, 2014; Çevik vd., 2010:29-30):
Subay Eğitim ve Öğretimi: Kara Harp Okulu’ndan mezun olan jandarma
teğmenler ile sözleşmeli jandarma teğmenler ve subaylık sınavını kazanan jandarma
astsubaylar, Jandarma Subay Okulu’nda, 1 yıl süreyle adlî, mülkî, askerî ve diğer
görevlerin öğretildiği, jandarma meslek eğitim ve öğretimine tabi tutulmakta,
mezuniyeti müteakip, Jandarma Komando Okulu’nda 4 ay süre ile komando kursu
görmektedirler.
77
Astsubay eğitim ve öğretimi: Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sonuçlarına göre
lise mezunlarından alınanların, Jandarma Astsubay Meslek Yüksek Okulunda
(JAMYO) 2 yıl süre ile; fakülte ve yüksek okul mezunlarından sınavla alınan, kıta
kaynaklı uzman jandarma ve sözleşmeli erbaşların, Jandarma Astsubay Temel
Kursunda (JATEK) 1 yıl süre ile; fakülte ve yüksek okul mezunlarından sınavla
alınan ve ön sözleşmeleri yapılan astsubay adaylarının Sözleşmeli Bayan Astsubay
Kursunda 1 yıl süre ile yetiştirilmelerini kapsamaktadır.
Uzman Jandarma Eğitim-Öğretimi: JGK’nın uzman jandarma ihtiyacı, sivil
kaynaktan temin edilmekte olup, en az lise ve dengi okul mezunları ile yüksek okul,
meslek yüksek okulu ve fakülte mezunları başvuruda bulunabilmektedirler. Uzman
Jandarma Okulunda öğrencilere 1 yıl süre ile intibak, eğitim ve öğretim, uygulamalı
eğitim ve atış ile uygulamalı meslek eğitimi verilmektedir. Eğitim ve öğretim
süresince, mesleki, askeri, hukuki, sosyal konular ile beden eğitimi ve spor olmak
üzere beş ayrı bölümde, dersler okutulmaktadır. Uzman Jandarma Okulunda meslek
ve askeri dersler ağırlıklı olarak okutulmaktadır.
Meslek İçi Kurslar: Jandarma personelinin meslekî gelişimini sağlamaya
yönelik olarak açılan kurslar olan yabancı lisan, meslek içi, ihtisas ve diğer kurslar
gibi kurslar, uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitim yöntemleri ile verilmektedir.
Ayrıca, 1991 yılından bu yana Jandarma Okullar Komutanlığında,
Arnavutluk, Azerbaycan, Fransa, Gambiya, Gürcistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve
Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinden, değişik rütbelerde personele eğitim ve öğretim
verilmiştir (Çevik vd., 2010:29).
Jandarma, askeri yönü ağır basan bir kurum olarak, her ne kadar kolluk
hizmetleri yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı olsa da, üzerinde Genelkurmay
Başkanlığının etkisi daha fazladır (Bilgiç, 2005:113). Bu da, kolluk hizmetlerini
sunan polis ile jandarma arasında koordinasyon yönünden bazı sakıncalar
doğurabilmektedir.
Denetim ve saydamlık yönünden bakılacak olursa, polis üzerinde siyasi, idari
ve medya yoluyla denetim daha kolay olmasına karşılık, aynı şeyi jandarma için
söylemek oldukça zordur. Buna bir de Emniyet Genel Müdürünün aksine, Jandarma
78
Genel Komutanının MGK’da üye olarak temsili gibi ayrıcalıklı durum eklenince,
dünyanın şu anda gitmekte olduğu sivilleşme ve demokratikleşme eğilimi ile
bağdaştırılması zor bir durum olduğu söylenebilir (Bilgiç, 2005:113).
Askeri bir kuvveti, kolluk hizmetlerinde kullanmanın bazı olumsuz sonuçları
vardır ki, en önemlisi halk nazarında ordunun yıpranmasıdır. Görev ve sorumluluğu
farklı olmasına rağmen, jandarmanın asker üniformalı olması, onun tamamen asker
olarak algılanmasına neden olmaktadır. Oysa Batılı ülkelerdeki jandarma,
askerlerden farklı üniforma ve imaja bürünmüştür. Daha da önemlisi, günümüzde
birçok suç son derece karmaşık ve organize özellikler göstermektedir. Buna paralel
olarak suçla mücadele eskiye oranla çok daha fazla uzmanlık gerektirmektedir.
Hâlbuki subay, astsubay ve uzman personel dışında jandarma personelinin büyük bir
kısmı meslekten olmayan, geçici olarak askerlik hizmetini bu şekilde ifa eden
kişilerden oluşmaktadır. Alanlarında uzmanlaşıncaya kadar da askerlikleri bitip terhis
olmaktadırlar (Bilgiç, 2005:116).
2.2.1.3. Sahil Güvenlik Komutanlığı
İç güvenlik aktörleri arasında, genel kolluk içinde, üçüncü önemde ele alınacak birim
Sahil Güvenlik Komutanlığı’dır.
09 Temmuz 1982 tarihinde, 2692 sayılı Kanun kabul edilmiş ve 13 Temmuz
1982 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak, Sahil Güvenlik Komutanlığı
kurulmuştur. Bu değişiklik ile birlikte Jandarma Genel Komutanlığına bağlı olan
Jandarma Deniz Bölge Komutanlıkları, Sahil Güvenlik Komutanlığı emrine verilmiş
ve Sahil Güvenlik Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz Komutanlıkları adını almıştır.
Sahil Güvenlik Komutanlığı 01 Eylül 1982 tarihinden itibaren fiilen göreve
başlamış, ancak 2692 sayılı Kanunun birinci geçici madde hükmüne göre 1985 yılına
kadar Jandarma Genel Komutanlığına bağlı olarak görev yapması kabul edilmiştir.
2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun, Marmara ve Boğazların
sorumluluğunu Sahil Güvenlik Komutanlığına vermesi sonucunda, görevlerin en
etkin şekilde yapılabilmesi maksadıyla kuruluş yapısına bir ana-ast komutanlık
79
eklenerek Ekim 1982 ayında “Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Komutanlığı”
kurulmuştur.
01 Ocak 1985 tarihine kadar Jandarma Genel Komutanlığına bağlı olarak
görev yapan Sahil Güvenlik Komutanlığı, bu tarihten itibaren Türk Silahlı
Kuvvetlerinin kadro ve kuruluşu içerisinde, barışta görev ve hizmet yönünden İçişleri
Bakanlığına bağlı, olağanüstü haller ve savaş halinde ise Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı emrine girecek, silahlı bir güvenlik kuvveti olarak, ülkenin bütün
sahillerinde, iç suları olan Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında,
liman ve körfezlerinde, karasularında, münhasır ekonomik bölgesi ile ulusal ve
uluslararası hukuk kuralları uyarınca, egemenlik ve denetimi altında bulunan tüm
deniz alanlarında faaliyetlerini sürdürmeye başlamıştır.
1993 yılında Sahil Güvenlik Komutanlığının ana üs komutanlıklarının adları
yeniden
düzenlenmiş
ve
bölge
komutanlığı
olarak
aşağıdaki
şekilde
adlandırılmışlardır:
1-Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlığı
2-Sahil Güvenlik Karadeniz Bölge Komutanlığı
3-Sahil Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanlığı
4-Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanlığı
Sahil Güvenlik Komutanlığının bugün ve gelecekteki personel ihtiyacının
karşılanması ve görev etkinliğinin artırılması amacıyla 24 Haziran 2003 tarihinde
2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu'nda değişiklik yapılmıştır. Bu
değişiklikle Sahil Güvenlik Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı Kuvvet
Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığı gibi müstakil bir yapıya
kavuşturulmuştur.
Ankara’daki merkez karargâhına ilaveten taşrada 4 bölge komutanlığı,
Marmara ve Boğazlar, Karadeniz, Akdeniz ve Ege Deniz Bölge Komutanlığı, Sahil
Güvenlik Hava Komutanlığı, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığı ve
Sahil Güvenlik İkmal Merkez Komutanlığı şeklinde örgütlenmiştir. Bu bölgelere
bağlı grup ve bot komutanlıkları daha alt birimler olarak faaliyet göstermektedirler
(Göksu vd., 2011:31).
80
2692 sayılı kanuna göre, SGK’nın başlıca görevleri şunlardır: Sahil ve
karasularını korumak, güvenliğini sağlamak; denizlerimizde can ve mal emniyetini
sağlamak; deniz ve kıyılarda görülecek başıboş mayın, patlayıcı madde ve şüpheli
cisimler için gerekli tedbirleri alarak, ilgili makamlara iletmek; deniz seyir
yardımcılarının çalışma durumlarını izlemek, görülen aksaklıkları ilgili makamlara
iletmek, karasularına giren mültecileri, yanlarında bulunabilecek silah ve
mühimmattan arındırmak ve bunları ilgili makamlara teslim etmek; deniz yolu ile
yapılan her türlü kaçakçılık eylemine engel olmak; gemi ve deniz araçlarının telsiz,
sağlık, pasaport, demirleme, bağlama, avlanma, dalgıçlık ve bayrak çekme ile ilgili
kanunlarda belirtilen hükümlere aykırı eylemlerini önlemek; su ürünleri avcılığını
denetlemek; deniz kirliliğini önlemek maksadıyla denetimler yapmak; su altı
dalışlarını denetleyerek, eski eser kaçakçılığına engel olmak; Türk arama kurtarma
sahasında, uluslararası arama ve kurtarma sözleşmesi ile ulusal arama kurtarma
yönetmeliğinde belirtilen esaslar dâhilinde, arama kurtarma görevlerini yerine
getirmek; yat turizmi faaliyetlerini denetlemek; emredildiğinde Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı emrinde ülke savunmasına katkıda bulunmaktır.
Sahil Güvenlik Komutanlığı mensupları, kendilerine kanun ile verilen
görevlerin yapılmasında; silah kullanma yetkisi dâhil kanunların diğer iç güvenlik
kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler. Liman sınırları dışında Türk
kanunlarına göre cezalandırılması gereken eylemlere, ilgili kanun ve uluslararası
antlaşmalar hükümlerine göre el koyarlar.
Suçun denizde başlayıp karada devam etmesi ya da suçluların karaya geçmesi
hallerinde, yetkili güvenlik kuvveti olaya el koyuncaya kadar, suç delillerinin
kaybolmasını ve suçluların kaçmasını önlemek amacıyla yetkilerini karada da
sürdürürler. Ancak, durum en kısa sürede gerekli imkânlar kullanılarak mahalli
mülki amire bildirilir (SGK Kanunu, m. 5).
Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli; subay, astsubay, uzman erbaş, askeri
öğrenci, erbaş ve erler ile sivil memur ve işçilerden oluşur. SGK’nın subay ihtiyacı
Deniz Harp Okulu tarafından karşılanmakta olup, bunların yetersiz kalması veya bu
kaynakta yetiştirilmeyen sınıflar için kendi nam ve hesabına üniversite bitiren
adaylardan muvazzaf subay alımı ve sözleşmeli subay alımı yapılmaktadır.
81
Astsubaylar ise, Deniz, Kara ve Hava Kuvvetleri Astsubay Meslek Yüksek
Okullarından temin edilmektedir. Ayrıca göreve yeni katılan personele aşağıdaki
kurslar verilmektedir: Can Kurtarma ve İlk Yardım Kursu (2 Hafta), Arama
Kurtarma Kursu (2 Hafta), Kontrol Tim Kursu (2 Hafta), Seyir Emniyeti ve Denizde
Çatışmayı Önleme Kuralları Kursu (1 Hafta), Nükleer Madde Kaçakçılığı Kursu (3
Gün), Aday Devlet Memuru Temel Eğitim Kursu (2 Hafta), Öğretim Tekniği ve
Program Geliştirme Kursu (2 Hafta), Fotoğraf ve Video Çekim Tekniği Kursu (1
Hafta), Sahil Güvenlik Oryantasyon Kursu (3 Hafta), Yakalama Gözaltına Alma ve
İfade Alma Kursu (1 Hafta), SG Grup Komutanlığı Oryantasyon Kursu (2 Hafta),
Süratli Bot Kullanma Kursu (1 Hafta), Devlet Memurlarının Görevde Yükselme
Kursu (3 Hafta) ve Temel İlk Yardım Kursu (3 Gün).
01 Eylül 2005 tarihinden, itibaren Sahil Güvenlik sınıfı olarak seçilen tüm
subaylar, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığı’nda 22 hafta süreli Sahil
Güvenlik Temel Eğitimine, Seyir, Telsiz, Motorcu, Elektrikçi, Elektronik, Silah sınıfı
astsubaylar, yine Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığında 19 hafta süreli
Sahil Güvenlik Temel Eğitimine ve 13 hafta süreli Astsubay Oryantasyon Kursuna
tabi tutulmaktadırlar. Söz konusu eğitimlerde, Sahil Güvenlik görevlerine yönelik
kanun, tüzük ve yönetmeliklerin teorik olarak kursiyer subay ve astsubaylara
verilmesinin yanı sıra uygulamalı eğitimler de yapılmaktadır.
Sahil Güvenlik Komutanlığı, diğer iç güvenlik aktörleri olan polis ve
jandarmaya göre oldukça yeni bir iç güvenlik aktörüdür ve muhatap olduğu adli ve
idari kolluk hizmetleri yönüyle de daha az sayıda olayla ilgilenmek durumundadır.
Bu birimin görevleri, tezin konusu olan İngiltere örneğinde olduğu gibi, polis veya
jandarma tarafından da yürütülebilir. Ancak bu haliyle devam etmesi durumunda da,
yukarıda jandarma için bahsedilen sakıncalar, SGK için de söz konusudur. Dahası,
yüzyılı aşan bir süreden beri uygulanan jandarma sistemi bile daha tam
sivilleşmemişken, sahil güvenlik adı altında ama daha ziyade askeri nitelikli bir iç
güvenlik örgütüne ne kadar ihtiyaç olduğu sürekli tartışmaya açık duracaktır. Bunun
yerine, TSK ile ilişkisi olmayan ve ülkenin iç ve dış sularında görev yapacak, polis
benzeri bir iç güvenlik aktörü oluşturulması, hem ülke ihtiyaçlarına hem de
demokratik gelişmelere daha uygun olacağı söylenebilir.
82
2.2.1.4. Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü (GMGM)
Türkiye’de genel kolluk yetkisi bulunan kurumlardan biri olan Gümrükler Muhafaza
Genel Müdürlüğü (GMGM), 03 Haziran 2011 tarihli 640 sayılı “Gümrük ve Ticaret
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin 6.
maddesine göre, Gümrük ve Ticaret Bakanlığına bağlı olarak görev yapmaktadır.
GMGM’nin adli kolluk sıfatı, Ceza Muhakemesi Kanunu 164. maddesinde de
belirtilmiştir. Kanun’da yapılan tanıma göre, “adlî kolluk; … 2.7.1993 tarihli ve 485
sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 8. maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik
görevlilerini ifade eder” (CMK, m. 164).
Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü teşkilatı, Gümrük ve Muhafaza
Başmüdürlükleri, Başmüdürlüklere bağlı Şube Müdürlükleri ve Gümrük Muhafaza
Müdürlükleri ile bu Müdürlüklere bağlı Bölge ve Kısım Amirlikleri şeklinde
teşkilatlanmıştır.
GMGM’nün görev sahası, Türkiye gümrük bölgesi olarak belirlenmiş, çeşitli
kanun, tüzük ve yönetmeliklerle verilmiş görev ve yetkiler ile bu görev ve yetkilerin
yerine getirilmesine ilişkin usul ve esaslar, 07.11.2003 tarih 25282 sayılı Gümrük
Muhafaza Görev Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Ayrıca, gümrük muhafaza amir ve
memurları; şef, muayene memuru, gemi personeli, şoför, yardımcı hizmetli personeli
hariç olmak üzere görevleri sırasında ve görevleri dışında silah bulundurma, taşıma
ve görevleri gereğince kullanma yetkisine sahiptirler.
Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a-Gümrüklü yer ve sahalarda kamu düzeninin bozulmasını önleyecek
tedbirleri almak, buraların takip ve muhafazasını sağlamak, gerektiğinde müdahalede
bulunarak durumu adlî mercilere intikal ettirmek.
b-Deniz ve hava limanlarıyla kara sınırlarındaki gümrük kapılarında ve diğer
gümrüklü yer ve sahalarda giriş ve çıkış yapan kişi, eşya ve taşıtların muhafazası ile
gümrüğe sevk edilmesini sağlamak ve gümrük işlemleri bitirilmeden buralardan
çıkmalarını önlemek.
83
c-Yatlara ilişkin işlemlerin yürütülmesini sağlamak.
ç-Gümrüklü yer ve sahalarda münhasıran, Türkiye Cumhuriyeti Gümrük
Bölgesinde, gerektiğinde ilgili kuruluşlarla işbirliği yapmak suretiyle kaçakçılığı
önlemek, izlemek ve soruşturmak.
d-Türkiye Cumhuriyeti Gümrük Bölgesinde kişi, eşya ve taşıtların
kaçakçılıkla mücadele kapsamında takibini yapmak.
e-Kaçakçılıkla mücadele için, bilimsel yöntemler de kullanmak suretiyle bilgi
toplayarak, gerekli araştırma, soruşturma ve operasyonları yapmak, taşra teşkilatının
yapacağı operasyonları koordine etmek, gerektiğinde taşra teşkilatı ile müşterek
operasyon yapmak.
f-Kaçakçılıkla mücadele amacıyla ulusal ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği
yapmak, bilgi değişiminde bulunmak, protokoller hazırlamak ve uygulamak,
gerektiğinde müşterek operasyonlar yapmak.
g-Kaçakçılıkla etkin mücadele etmek amacıyla ulusal ve uluslararası bilgi
akışına dayalı veri tabanları oluşturmak, verileri işlemek, değerlendirmek ve risk
analizi çerçevesinde kullanılabilecek nitelikte olanları Risk Yönetimi ve Kontrol
Genel Müdürlüğüne iletmek.
h-Adlî kolluğa ilişkin olarak diğer kanunlarla verilen görevleri yapmak.
ı-Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.
Görev sahası sınırlı olsa dahi, kolluk yetkisine sahip ve iç güvenlik alanında
fiilen görevli bulunan Gümrük Muhafaza Teşkilatı, tartışmasız iç güvenlik
bürokrasisi aktörlerinden biridir. Görevini başarıyla yapması, özellikle kaçakçılığın
ve değişik vergi kayıplarının önlenmesi açısından büyük önem arz etmektedir.
2.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler
2.2.2.1. Cumhurbaşkanı
Türkiye’de yürütmenin yapılanmasında, iki başlı yürütme sistemi benimsenmiştir.
Bu sisteme göre yürütme, cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulundan oluşur. 1982
84
Anayasası 8. maddesindeki, “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar
Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir”
hükmüyle yürütmenin çerçevesini çizer.
Türkiye’de, Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olup, halk tarafından beş
yıllığına seçilir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri üzerindeki belirleyici ve
denetleyici yetkileri, Cumhurbaşkanını siyasi iktidarın paydaşlarından biri haline
getirmiştir. Cumhurbaşkanı Türk Silahlı Kuvvetleri de dâhil olmak üzere, yürütme ve
yargı başlığı altında toplanan tüm kurum ve kuruluşların üyelerinin atanmasında
etkin bir konumdadır.
1982 Anayasası güvenlik ve milli güvenlik konularında Cumhurbaşkanına
önemli yetkiler vermiştir. Anayasanın 104. maddesine göre milli güvenlik konusu ve
güvenlik kurumlarıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanının görevleri arasında şu hususlar
bulunur: “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
Başkomutanlığını temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar
vermek, Genelkurmay Başkanını atamak, Millî Güvenlik Kurulunu toplantıya
çağırmak, Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek, başkanlığında toplanan
Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun
hükmünde kararname çıkarmak...”. Anayasa’nın 117. madde ise Cumhurbaşkanına
Başkomutanlık görevini verir: “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
manevî varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.
Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık
görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir.”
Buradan, Türkiye’de Cumhurbaşkanının, iç güvenlik bürokrasisindeki yeri ve
önemini net olarak anlamak mümkündür. Kendisi, tartışmasız, bütün bürokrasinin
başı olduğu gibi, güvenlik bürokrasisinin de başıdır. Bu konudaki en önemli
kurullara başkanlık eder. En önemli siyasi ve bürokratik mevkilerdeki atamalara
nihai imzayı atar. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar, Emniyet Genel Müdürü,
Jandarma Genel Komutanı, MGK Genel Sekreteri, MİT Müsteşarı, il valileri, il
emniyet müdürleri gibi, güvenlik bürokrasisini yöneten bütün önemli aktörlerin
atama kararlarını nihai olarak imzalar.
85
Türkiye
Cumhurbaşkanının
bütün
bu
yetkileri,
bir
bütün
olarak
değerlendirildiğinde, bir parlamenter demokrasi için oldukça fazla olduğunu, adeta
yarı başkanlık gibi bir statüye sahip olduğunu söylemek mümkündür. Devlet
Denetleme Kurulu adıyla bir birimin kendisine bağlı olması bile bunun güzel bir
delilidir. Zira demokratik parlamenter sistemde cumhurbaşkanları daha ziyade
sembolik yetkileri olan ve devleti en üst seviyede temsil eden bir konumdadırlar.
Devlet Denetleme Kurulu (DDK)
1982 Anayasasının 108. maddesine dayanmaktadır. Cumhurbaşkanına bağlı olarak
faaliyetlerini yürütür. 9 üyeden oluşur. Kuruluş kanunu olan 2443 sayılı kanuna göre
yüksek öğrenimini bitiren ve 12 yıl devlet hizmetinde bulunan herkes,
Cumhurbaşkanı tarafından üyeliğe atanabilir.
DDK, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını, sermayesinin yarısından fazlası bir
kamu kurumu veya kuruluşu tarafından karşılanan her türlü kuruluşu, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarını, her düzeyde işçi ve işveren meslek teşekküllerini,
kamuya yararlı dernekler ile vakıfları, Cumhurbaşkanının talebi üzerine inceler,
araştırır ve denetler. Ancak soruşturma açma yetkisi yoktur. Eğer bir suç unsuruna
rastlarsa, ilgili birimlere suç duyurusunda bulunur (Sanal, 2002:162-182). .
DDK’nın yaptırım gücü olmasa da, adeta bir ombudsman gibi, kamuoyunu
etkileme, ve hakkında inceleme ve denetleme yaptığı birimin kendine çekidüzen
vermesini sağlama işlevi çok açıktır. Bu bağlamda iç güvenlik birimleri üzerinde
olumlu bir işlev görebileceğini değerlendirmek gerekir. Ancak askeri ve adli
kuruluşların görev kavramının dışında olduğu unutulmamalıdır. Türk iç güvenlik
birimlerinin bir kısmının da askeri kuruluşlar olduğu aşağıda incelenecektir.
2.2.2.2. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)
TBMM, ülkenin tek ve yegâne yasama organıdır. Anayasa, yasa ve içtüzük yapma
tekelini elinde bulundurur. Bu bağlamda, güvenlik ve iç güvenlik konularında da en
önemli aktörlerden birisidir. Zira bu aktörlerin bütün yasal dayanağının kaynağıdır.
Ayrıca, ülkenin güvenlik politikalarının da meşruiyet kaynağı olması, hükümet
politikalarını ve programlarını kabul eden organ olması açısından da büyük önem arz
eder.
86
TBMM’nin görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esasları,
Anayasa’nın 75. maddesinden 100. maddesine kadar düzenlemiş olup, buna göre;
dört yıllığına seçilen 550 milletvekilinden oluşur. Genel olarak görev ve yetkileri;
kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları
denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek;
para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; milletlerarası antlaşmaların
onaylanmasını uygun bulmak, üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile
genel ve özel af ilanına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen
yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.
Burada hatırlanmasında yarar bulunan bir husus, çağdaş demokrasilerin ayırt
edici özelliklerinden birisi olan, bütün sektörlerde olduğu gibi, güvenlik sektörünün
de sivil ve demokratik denetimidir. Bu denetimin en üst ve en etkili uygulayıcısı
parlamentolardır. Sivil asker ilişkilerinde, evrensel düzeyde kabul görmüş tek bir
model olmamasına karşın, Born’a göre demokratik bir sistemde güvenlik sektörünün
sivil denetimi için aşağıdaki temel ilkelerin uygulanması gerekir (2003: 22):
1-Toplumda güç kullanma tekeline sahip tek meşru kurum devlettir. Güvenlik
güçleri bu gücünü kullanırken demokratik meşru yönetimin denetiminde olmalıdır.
2-Parlamento
egemen
güçtür;
dolayısıyla
savunma
ve
güvenlik
politikalarında son sözü söyleyen kurumdur.
3-Parlamento,
savunma
ve
güvenlik
siyasetinin
veya
stratejilerinin
oluşturulmasından, geliştirilmesinden ve uygulanmasından hükümeti sorumlu tutar.
4-Savunma ve güvenlik harcamalarının belirlenmesi ve denetimi, olağanüstü
hal ve savaş ilanı gibi konularda parlamento anayasal role sahip yegâne kurumdur.
5-Güvenlik sektörü dâhil, devletin bütün kurum ve kuruluşları, iyi yönetişim
ve hukukun üstünlüğü ilkesine tabi olmalıdır.
6-Silahlı Kuvvetler, milli savunma ve güvenlik politikalarının bir aracıdır.
7-Güvenlik sektörü teşkilatları, siyasi olarak tarafsızlardır.
Ancak Türkiye’de, siyaset alanının tamamını kuşatacak şekilde tanımlanan
milli güvenliğin nasıl sağlanacağına ilişkin stratejiyi ifade eden Milli Güvenlik
Siyaseti Belgesi (MGSB), gizlilik dereceli bir devlet belgesi olarak değerlendirildiği
87
için, TBMM üyelerinin bilgisine sunulmamaktadır. Güvenlik kavramının tartışılması
ve buna ilişkin parametrelerin belirlenmesinde, bilhassa MGSB’nin oluşturulmasında
ve uygulanmasının denetiminde, parlamentonun herhangi bir doğrudan rolü olduğu
söylenemez (Yıldız, 2006:14).
Güvenliğin sağlanması önemli mali sonuçları doğurduğundan, savunma ve
güvenlik harcamalarının belirlenmesi ve denetiminde parlamentoların rolü önemlidir.
Türkiye’de parlamentonun bu görevini yeterli düzeyde ifa edemediği ifade edilebilir.
TBMM, özellikle sürekli komisyonlar aracılığıyla, idari kuruluşlar olan
güvenlik aktörleri üzerinde denetim yetkilerini kullanabilirler. Ancak burada
parlamenter sistemin doğasında olan zorluklarla karşılaşmak söz konusudur. Şöyle
ki, idarenin fiili başı olan başbakan, parlamentodaki en güçlü partinin de başıdır. En
güçlü parti, aynı zamanda meclis komisyonlarına da hâkimdir. Bu durumda, kendi
hükümetlerini ve ona bağlı kurumları sıkı bir şekilde denetlemeleri de
beklenmemelidir. Çünkü orada çalışan bütün üst düzey bürokratları da kendi
hükümetleri atamıştır.
TBMM, kendisine bağlı Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu aracılığıyla da
bir denetim ve öneri işlevi yürütme imkânına sahiptir. Ancak bu kurum çok yeni
olduğundan ve de diğer kurumlar gibi, üst düzey atamalar siyasi olduğundan, işlevini
yerine getirip getiremeyeceği hakkında tahminde bulunmak zor olacaktır. Ayrıca
TBMM’nde kanunla kurulmuş bulunan üç ayrı komisyonun da iç güvenlikle
doğrudan veya dolaylı olarak görev ve sorumluluğu vardır. Özellikle de bu
komisyonlar,
idare
üzerindeki
yasama
denetimini
gerçekleştiren
araçlar
konumundadırlar. Bu komisyonlar İçişleri Komisyonu, Milli Savunma Komisyonu
ve Güvenlik ve İstihbarat Komisyonlarıdır. Ayrıca TBMM’ye bağlı olarak faaliyet
gösteren Kamu Denetçiliği Kurumu ile Sayıştay da yaptıkları görevler açısından
bütün kurumları olduğu gibi, iç güvenlik kurumlarını da yakından ilgilendirirler.
Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsman)
Kamu Denetçiliği Kurumu, iç güvenliği dolaylı ilgilendiren kurumsal bir aktördür ve
Türkiye için çok yenidir. Buna karşın Dünyada çok eski yıllardan beri uygulanan,
adeta kamu kurumları ile vatandaş arasında hakem rolü oynamakla beraber, verdiği
88
kararlar bağlayıcı olmayan ama en azından kamudan hızlı cevap alınmasına vesile
olan, güzel bir hesap verebilirlik uygulamasıdır. Bunun yanında, siyasi bir denetim
aracı olması dolayısıyla da bürokrasi üzerinde önemli bir denetim işlevi gördüğü
değerlendirilmektedir (Türköne, 2014:430).
Türkiye’de, 29/6/2012 tarihli ve 28338 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu ile idarenin her türlü
eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı, adalet anlayışı
içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve
önerilerde bulunmak üzere TBMM’ye bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli
Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuş olup, 29/3/2013 tarihi itibariyle şikayet
başvuruları alınmaya başlanmıştır (KAMU DENETÇİSİ, 2014).
Kurumun en temel görevi, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin
her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet
anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak
ve idareye önerilerde bulunmaktır.
Ancak kuruluş kanununa göre, Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler
ile resen imzaladığı kararlar ve emirler, yasama yetkisinin kullanılmasına ilişkin
işlemler, yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin kararlar ile Türk Silahlı
Kuvvetlerinin sırf askerî nitelikteki faaliyetleri, Kurumun görev alanı dışındadır.
TSK ile ilgili getirilen sınırlama, özellikle iç güvenlik aktörü olarak da görev
yapan Jandarma ve Sahil Güvenlik hizmetleri ve personeli açısından sıkıntı
doğurabilecek bir düzenleme olarak yorumlanmaya açıktır. Türkiye’de, genellikle bu
tür düzenlemeler hak ve özgürlükleri kısıtlama gerekçesi olarak kullanılma
eğiliminde olduğundan temkinli olmak gerekir. Ama Aydın’ın vurguladığı gibi, bu
uygulama ile adil yönetim ve hizmet dağılımı, hak ve hürriyetlerin kullanılması,
yolsuzlukların önlenmesi ve devlet-halk arasında karşılıklı güvenin kurulması ile
ilgili sorunlara çözüm olup olamayacağını, uygulamayı görmeden de karar
vermemekte fayda vardır (2013:300). Kaldı ki, dünyadaki örneklerine de
bakıldığında, ombudsmanların yaptırım gücü yoktur. Bu nedenle kısa vade yerine,
89
uzun vadede kamuoyunu memnun edecek uygulamalar ve öneriler geliştirmelerini
beklemek daha doğru olacaktır (Özden, 2005:125).
Sayıştay
Sayıştay, anayasal kuruluşlardan olup, Türk Anayasası’nın 160. maddesinde
düzenlenmiştir. Kuruluş tarihi konusunda ihtilaf olsa da, ki 1862 veya 1866 diyen
bilim insanları olmuştur, sonuçta uzun bir geçmişe sahip bir kamu kurumudur (Tepe,
1995:11).
Kuruluş kanununa göre görevleri, genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve
giderleri ile mallarını, TBMM adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
işlemlerini, yargılama yoluyla kesin hükme bağlamak ve yasalarla verilen inceleme,
denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevli, özel bir yargı yeri olup,
denetleme, yargılama ve idare etmek görevleri vardır (Sanal, 2002:104).
TBMM’ye bağlı olarak faaliyetini yürüten Sayıştay’ın en önemli amacı,
Aydın’ın aktarımıyla, “kamu yönetiminin, Türk halkının refah ve mutluluğuna daha
fazla hizmet edecek şekilde yenilenmesine ve geliştirilmesine katkıda bulunmak”
olup, vizyonu; “hesap veren ve saydam kamu yönetiminin teminatıdır ve misyonu da,
TBMM’nin bütçe hakkını kullanmasına yönelik olarak, kamu idarelerinin etkin,
verimli, ekonomik ve hukuka uygun bir biçimde faaliyet göstermesini, kamu
kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun
olarak elde edilmesini, saklanmasını ve kullanılmasını sağlamak için denetim
yaparak raporlar üretmek ve sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla
kesin hükme bağlamak”tır (2013:142).
Sayıştay denetimlerini, Denetim Grupları ve onların altlarında görev yapan
destek ve yardımcı birimler aracılığıyla yapar.
Görüldüğü gibi, Türk Sayıştayı da, Batılı çağdaş liberal demokrasilerdekine
benzer görev ve yetkilerle donatılmıştır. Görevini en iyi şekilde yerine getirebilecek
şekilde de örgütlenmiştir.
90
2.2.2.3. Bakanlar Kurulu
Demokratik ülkelerde, güvenlik politikalarının oluşturulması ve yürütülmesinden
hükümetler sorumludur. Bunun en önemli nedeni, hükümetlerin demokratik “hesap
verebilirlik” ilkesi gereğince icraatlarından dolayı parlamentoya ve seçimlerde de
halka karşı sorumlu olmalarıdır. Hükümetler bir yandan ülke içinde güvenlik ve
asayişin sağlanması için gerekli tedbirleri almak, diğer yandan dışarıdan gelecek
tehditler karşısında ülkeyi savunmak bağlamında, politikalar geliştirip uygulamakla
yetkili ve sorumludurlar. Siyasal iktidar, güvenlik ve savunma politikalarının
oluşturulmasında, elbette bürokratlar ve uzmanlardan teknik destek alacaktır, ancak
siyasi karar ve sorumluluk son tahlilde hükümetlere aittir (Arslan, 2006b:22).
1982 Anayasası’nın 117. maddesine göre “Millî güvenliğin sağlanmasından
ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur.” Aynı şekilde, Anayasa’nın 118.
maddesi de, 3 Ekim 2001 tarihli Anayasa değişikliği ile Milli Güvenlik Kurulunun
görevini; “Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili
alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonunun sağlanması konusundaki
görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirmek” olarak belirlemektedir. MGK’nın
“Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun
huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere
ait kararlar Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.”
Şu halde milli güvenlik konusundaki kararların alınması ve uygulanması
yetkisi Bakanlar Kuruluna aittir. Ancak bu anayasal duruma rağmen, uygulamada
sivil-asker ilişkilerinin farklı bir eksende şekillendiğini söylemek mümkündür. Bu
anlamda, milli güvenlik siyasetinin belirlenmesinde, son bir kaç yıla kadar
hükümetlerden ziyade askerî bürokrasi etkili olmaktaydı (Arslan, 2006b:22).
2.2.2.4. Başbakan
Başbakan, Türkiye’de uygulanan parlamenter sistemin gereği olarak, ülkenin idari
anlamda en önemli kişisidir. Bu bağlamda, burada başbakanın güvenlikle ilgili
görevlerine temas edilecek, ardından başbakanlığa bağlı olarak görev yapan
güvenlikle ilgili birimler anlatılacaktır.
91
3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun, Başbakanın güvenlik dâhil, yönetim
siyasetiyle ilgili görevlerini, asıl olarak, başbakanlık teşkilatı üzerinden açıklar.
Kanun Başbakanı, Bakanlar Kurulunun Başkanı, Bakanlıkların ve başbakanlık
teşkilatının en üst amiri olarak tanımlar. Bu tanım çerçevesinde Başbakan, “Türkiye
Cumhuriyetinin yüksek hak ve menfaatlerini korumak ve gözetmek, milletin huzur
ve güvenini sağlayıcı önlemleri almak, genel ahlakı ve kamu düzenini muhafaza
etmek, (...) hükümetin genel siyasetini yürütmek ve diğer maksatlarla bakanlıklar
arasında uyum ve işbirliğini temin eder.”
Başbakanlık
teşkilatının
görevleri
arasında ise “iç güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda, görevli
kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak bulunur.
Başbakanlığın iç ve dış güvenlikle ilgili görevleri, başbakanlığın ana hizmet
birimleri arasında yer alan Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yerine
getirilir. Daha önce daire başkanlığı şeklindeki bu örgütlenme, 2006 yılında yapılan
mevzuat değişikliğiyle genel müdürlük düzeyine getirilmiştir. Genel Müdürlük,
başbakanlığın, iç güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda görevli
kuruluşlarla ilişkilerini yürütmek, gerektiğinde bu kuruluşlar arasında koordinasyonu
sağlamak,
inceleme,
araştırma
ve
toplantılar
yapmak,
yaptırmak,
bunları
değerlendirmek ve tekliflerde bulunmak, sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilan edilen
bölgelerde, sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilanına esas olan konularda bilgileri
derlemek, değerlendirmek ve bu hususlarda koordinasyonu sağlamak, bu görevlerle
ilgili kamuoyunu bilgilendirici çalışmalar yapmak ve bu konuda kurulan kurulların
sekreterlik işlerini yürütmekle görevlidir.
Başbakanlığın iç güvenlikle ilgili yetkilerini düzenleyen bir diğer unsur da,
28 Şubat ortamında, 9 Ocak 1997 tarihinde çıkartılan Başbakanlık Kriz Yönetim
Merkezi Yönetmeliği idi (Erdal, 2009:25). Ancak bu Yönetmek 19/02/2011 tarih ve
27851 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 31/01/2011 tarih ve 2011/1359 sayılı
yönetmeliğin 9. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Burada vurgulanması gereken bir husus, kurum olarak Başbakanlık,
Türkiye’ye mahsus özellikler de arz eder. Şöyle ki, Birleşik Krallık (İngiltere)
başbakanı daha ziyade, teoride de vurgulandığı gibi, bakanlar için “eşitler arasında
92
birinci” konumuna daha yakın durur ve kendisine bağlı doğrudan yönettiği idari
birimler yokken, üçüncü bölümde anlatılacağı gibi, sadece bakanlar arasında
koordinasyon görevini yürütürken, Türkiye’de, “Başbakanlık” da diğer bakanlıklar
gibi bir bakanlık olarak örgütlenmiştir ve birçok önemli idari birim ya doğrudan, ya
da dolaylı olarak bu bakanlıkla ilişkilendirilmiştir: Milli Güvenlik Kurulu (MGK)
Genel Sekreterliği, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Türkiye İnsan Hakları Kurumu,
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) veya Genelkurmay Başkanlığı gibi.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve MGK Genel Sekreterliği
Aşağıda anlatılacağı gibi, MGK’ya cumhurbaşkanı başkanlık etmekle beraber, bu
kurum Genel Sekreterlik olarak Başbakanlığa bağlıdır.
Milli Güvenlik Kurulu, 1961 Anayasasının getirdiği ve Türkiye’ye has
özellikler taşıyan ve iç güvenlikle de ilgili birçok önemli işlevler üstlenmiş bir kurul
olduğundan, burada kısaca olarak ele alınmıştır.
MGK, Türkiye’nin güvenlik alanındaki en önemli kuruludur ve anayasal
dayanağa sahiptir.
Milli Güvenlik kavramı yukarıda açıklanmıştı. Bu tanımdan, milli güvenliğin,
devletin bütün alanını içine alan, hem iç güvenliği, hem de devlete karşı dışarıdan
gelebilecek tehlikelere yönelik olarak dış güvenliği de kapsayan bir kavram olduğu
anlaşılmaktadır.
İç güvenliği de içine alan bir üst kavram olan milli güvenliği, dolayısıyla
milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili aldığı kararları ile
MGK, iç güvenlik bürokrasisinin önemli aktörlerinden biridir. Nitekim Kurulun iç
güvenlikle ilgili geniş kapsamlı gündem konularından da bu durum anlaşılmaktadır.
Başta bölücü terör ve irtica tehditleri ve kapkaç terörü gibi asayiş sorunlarının
yanı sıra, “iç göçün nedenleri ve özellikle büyük kentlerde yarattığı sorunlar”, “ulusal
bilim ve teknoloji stratejisinin yaşama geçirilmesi”, “su kaynaklarının etkin
kullanılması”, “enerji güvenliği” gibi yeni konuların MGK gündemine alındığı
görülmektedir. Ayrıca, 90’lı yıllarda ‘bölücülük’ ve ‘irtica’nın öncelikli tehdit
93
konumuna getirilmesinden sonra, iç güvenliği ilgilendiren konular, kurul gündemine
daha yüksek sıklılıkta alınmaya başlanmıştır (Özcan, 2006:35).
Türkiye’de ise ilk Milli Güvenlik Kurulu sayılabilecek yasal birim olan
Yüksek Müdafaa Meclisi ve Umumi Kâtipliği, 24 Nisan 1933 yılında, 14443 Sayılı
İcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi ile kurulmuştur (Güney, 2011:66). Bu Karara göre
bu Meclis, Bakanlar Kurulu’na Genelkurmay Başkanı’nın katılımıyla oluşuyordu.
Anayasal bir kuruluş olmayan bu Kurul, esas olarak savaş hali hazırlıkları yapıyordu.
Bu sebeple, bu Kurulu bugünkü MGK’ya benzetmek oldukça zor görünmekle
beraber, bu Meclis milli güvenlikle ilgili Türkiye’deki ilk kurum olarak kabul
edilebilir.
1961 Anayasası ile merkezden yönetim teşkilatı içerisinde, merkez teşkilatına
yardımcı olmak üzere Milli Güvenlik Kurulu kurulmuştur. Milli Güvenlik
Kurulu’nun oluşumunu düzenleyen 1961 Anayasa’sının 111. maddesi ve 11.12.1962
tarihli ve 129 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Kanunu’nun 1. maddesine göre, Milli
Güvenlik Kurulu, “…Cumhurbaşkanının, hazır bulunmadığı zaman Başbakanın
başkanlığında Başbakan, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcıları, Milli Savunma,
İçişleri, Dışişleri, Maliye, Ulaştırma ve Çalışma Bakanları ile gündemle ilgili olarak
Başbakanın davet edeceği diğer bakanlardan ve Genel Kurmay Başkanı ile Kara,
Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarından kurulur” hükmünü getirmişti (Akgüner,
1983:203-205). Milli Güvenlik Kurulu, asker ve sivillerden oluşan karma bir organ
olarak oluşturulmakla birlikte, sivil kesimden katılan üye sayısı askeri kesimden
gelen üyelerden fazla idi.
Milli Güvenlik Kurulu’nun yanı sıra, 129 sayılı Milli Güvenlik Kurulu
Kanunu ile Başbakanlığa bağlı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Teşkilatı
kurulmuştur. Genel Sekreterliğin kuruluş, görev, yetki ve çalışma usulleri, Milli
Güvenlik Kurulu’nca hazırlanıp, Bakanlar Kurulu’nca çıkarılan Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreterlik Yönetmeliğinde düzenlenmiştir. Milli Güvenlik Kurulu
Genel Sekreterlik teşkilatında Milli Güvenlik Politika ve Planlama Dairesi, Sivil
Olağanüstü Hal Planlama Dairesi, Araştırma, İnceleme ve Danışma Dairesi, Personel
ve İdari İşler Şubesi ile geçici olarak görev yapan İhtisas Komiteleri ve Komisyonları
da bulunurdu (Akgüner, 1983:2006-213).
94
Kurul’da alınan kararlar gizli olduğundan basına yansıyan ve bazen
yargılamalara konu olan haberlere bakılırsa, çok normal zannettiğimiz zamanlarda
dahi meşru hükümetlerin başbakan ve bakanlarının azarlandığı ve sorgulandığı
haberlerinin medya araçlarında çok sık yer aldığına şahit olunmaktadır (Öztürk ve
Yurteri, 2011:174-175).
12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra yürürlüğe konulan 1982
Anayasa’sında da, Milli Güvenlik Kurulu’na yer verilmiştir.
MGK’nın bileşimini ve işlevlerini köklü biçimde değiştiren
yasal
düzenlemenin 1982 Anayasası olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. O tarihe
kadar sivil üyelerin çoğunlukta olduğu Kurul’da, sivil ve askeri üyelerin sayıları
siviller aleyhine eşitlenmiştir… Bir yandan sivil üyelerin sayısı azaltılırken, diğer
yandan Jandarma Genel Komutanının katılımıyla asker üyelerin sayısı artırılmıştır.
Dolayısıyla bu düzenlemeyi bir “askerleştirme” eylemi olarak görmek yanlış olmaz
(Sezen, 2000:71-72).’ Eryılmaz ise, 1982 Anayasa’sını ‘yürütmenin Cumhurbaşkanı
kanadının yetki ve görevleri ile Milli Güvenlik Kurulu’nun siyasal sistem içinde
ağırlığını arttırdığı’ şeklinde yorumlamaktadır (2008:152).
2003 yılına kadar MGK’da hep askeri üyelerin çoğunlukta olduğu
görülürken, yapılan değişiklikle sivil üyelerin sayısı arttırılmış ve 2004 yılında MGK
Genel Sekreteri olarak ilk kez bir sivil bürokrat atanmış olması, bir askeri üst kurul
gibi algılana gelmiş MGK’nın, sivilleşmesi yolunda önemli adımlar olarak
değerlendirilmelidir.
MGK Genel Sekreterliği teşkilatı 2945 sayılı Kanunla, Başbakana bağlı
olarak kurulmuştur. MGK Genel Sekreteri, Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının
onayı ile atanır. Söz konusu atamanın, Türk Silâhlı Kuvvetleri mensupları arasından
yapılmasının öngörülmesi hâlinde Genelkurmay Başkanının olumlu görüşü alınır.
2003 yılına kadar Genel Sekreterlik örgütü Başbakanlığa bağlı olarak
kurulmuş olmasına karşın, personel yapısı bakımından askerî nitelikli bir kurum
durumundaydı. 2945 sayılı yasa uyarınca, Genel Sekreterlik, “uygulamaları takip ve
kontrol” etmek, “düzenleyici, yönlendirici ve koordine edici işbirliğinde bulunmak”
gibi görev ve yetkilerle donatılmıştı. Yasanın 13. maddesi uyarınca, görevleriyle
95
ilgili olarak; gerekli her türlü çalışma, araştırma, inceleme ve değerlendirmeleri
yapmak gibi geniş yetkilere sahip idi (Özcan, 2006:40). Ancak 2003 Ağustos’unda
yasada yapılan radikal değişikliklerden sonra, örgütün yetkilerine önemli ölçüde
kısıtlamalar ve örgütsel yapısında kapsamlı değişiklikler getirilmiş, bazı işlevleri de
başka kurumlara devredilmiştir.
Özetle, belki de dünyadaki ilk örneği olan Türk MGK’sı, dünyadaki
örneklerinden etkilenmekle beraber birçok noktada kendine has özellikler arz
etmektedir. Çünkü diğer ülke örneklerinin aksine Türk MGK’sı, 2001 yılına kadar
hükümetler için bir danışma, koordinasyon ve yardımlaşma platformu olmaktan çok,
özellikle 1961 Anayasası sonrasında, seçimle gelen politikacılarla askerlerin ülkeyi
birlikte yönettikleri bir platform olduğu değerlendirmesi yapmak mümkündür.
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)
Başbakanlığa bağlı olan Milli İstihbarat Teşkilatı, doğrudan iç güvenlik hizmeti
sunmamakla beraber, bu hizmeti sunan birimlere, özellikle istihbarat desteği
sağlayarak önemli görevler ifa etmektedir.
Tarihte birçok devlet kurmuş ve bunu yönetmiş olan Türklerin, bu devletleri
yönetirken, zamanın gereği olarak istihbarattan yararlandıklarında şüphe yoktur.
Özellikle Osmanlı Devleti’nin altı asır ayakta kalabilmesinin arkasında, komşu ve
rakip devletlerden ciddi bir bilgi akışı olduğunu tahmin etmek zor değildir. En
meşhurları, Padişah 2. Abdülhamit’in kurduğu istihbarat sistemi ile son dönemin
Hükümeti olan İttihat ve Terakki Partisi döneminde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa
ismen anılabilir.
Günümüze gelince, bütün modern devletler, milli güvenliklerine yönelik iç ve
dış tehditleri önceden bilmek ve buna karşı tedbirlerini almak için bir istihbarat
teşkilatına ihtiyaç duymaktadırlar. Milli güvenlik siyasetinin oluşturulması ile ülkede
asayiş ve güvenliğin sağlanması ve suçla mücadelede devlet istihbarat kurumlarının
rolü büyüktür.
2937 sayılı Kanun’da teşkilatın kuruluşu ve ana görevleri genel hatlarıyla
belirtilmiş; birimlerin sayısı, adları, ayrıntılı görevleri ve iç örgütlenme ile ilgili diğer
hususlar Başbakanın onaylayacağı gizli yönetmeliklere bırakılmıştır. Bu arada bu
96
çalışma devam ederken 17 Nisan 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6532
sayılı kanun ile MİT kanununda ciddi değişiklikler olmuştur. Özellikle MİT’e yeni
görev ve yetkiler de verilmiştir ki, bunlara burada temas edilmiştir.
MİT doğrudan Başbakana bağlanmıştır. MGK’nda görüşüldükten sonra,
Başbakanın inhası ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanan MİT Müsteşarı yalnızca
Başbakana karşı sorumludur.
Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır (2937 s. Kanun, m. 4):
a-Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına,
bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren
bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler
hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.
b) Devletin milli güvenlik siyasetiyle ilgili planların hazırlanması ve
yürütülmesinde; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri ile ilgili bakanlıkların istihbarat istek ve ihtiyaçlarını
karşılamak.
c) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi
için Milli Güvenlik Kurulu ve Başbakana tekliflerde bulunmak.
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat ve istihbarata karşı koyma
faaliyetlerine teknik konularda müşavirlik yapmak ve koordinasyonun sağlanmasında
yardımcı olmak.
e) Genelkurmay Başkanlığınca Silahlı Kuvvetler için lüzum görülecek haber
ve istihbaratı, yapılacak protokole göre Genelkurmay Başkanlığına ulaştırmak.
f) Milli Güvenlik Kurulunda belirlenecek diğer görevleri yapmak.
g) İstihbarata karşı koymak.
h) Dış güvenlik, terörle mücadele ve millî güvenliğe ilişkin konularda
Bakanlar Kurulunca verilen görevleri yerine getirmek.
i) Dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile
siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve
97
sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek,
analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak.
j) İstihbarat kapasitesini, niteliğini ve etkinliğini artırmak amacıyla çağdaş
istihbarat usul ve yöntemlerini araştırmak, teknolojik gelişmeleri takip etmek ve
uygun görülenleri temin etmek. Millî İstihbarat Teşkilatına bu görevler dışında görev
verilemez.
Bu görevlerini yerine getirirken MİT, Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve
kuruluşları ile kamu hizmeti veren kuruluşların yöneticileri ve istihbarat
hizmetlerinden sorumlu kişileri ile istihbaratın tevcihi, istihsali ve istihbarata karşı
koyma konularında, doğrudan ilişki kurmaya, uygun koordinasyon yöntemlerini
uygulamaya, bahsedilen kurumlara ait arşivlerden ve elektronik bilgi işlem
merkezlerinden, kendi görev sahasına giren konularda yararlanmaya ve bunlarla
irtibat kurmaya yetkilidir.
Genel zabıtaya tanınan kimlik sorma, arama, el koyma, yakalama ve ifade
alma gibi hak ve yetkiler, Teşkilât'a ait her türlü tesis, bina ve araçlar ile mensuplara
yönelik saldırı ve sabotajlara karşı koruma ve emniyetle görevli olan, iç güvenlik ve
istihbarata karşı koyma konularında yürütülen operasyonları icra eden, MİT
Müsteşarlığı personeli tarafından kullanılır. MİT mensupları bu hak ve yetkileri
kullanırken güvenlik güçleri ile işbirliği yapması genel kural olmakla birlikte,
istihbarata karşı koyma, ülkeye
yönelik casusluk faaliyeti
yürüttüğünden
şüphelenilen kişilerin takip altına alınması, suçüstü yapılarak yakalanması ve yargıya
intikali sürecinde, görevli personel, genel zabıtaya tanınmış olan hak ve yetkilerin
tamamını bizzat kullanabilmektedirler (MİT, 2014).
MİT, kuruluşundan günümüze kadar, Türkiye’de en çok tartışılan kurumların
başında gelmektedir. Gerek üzerindeki gizlilik şemsiyesi, gerekse uygulamalardan
kaynaklanan bazı sorunlar, bu kurumun demokratik ve insan hakları ilkeleri
çerçevesinde yeterince tartışılmasına pek müsaade etmemiştir ve etmemeye de
devam etmektedir. Bu da, Türkiye’deki birçok karanlık olayın aydınlatılmasında,
MİT’in beklenen fonksiyonlarını eda etmediği eleştirisinin yöneltilmesine sebebiyet
vermektedir. Sürekli iç kalkışmalara, isyanlara ve terör olaylarına maruz kalan bir
ülke olan Türkiye’de, bu olayları aydınlatma ve yargı önüne çıkarma konusunda,
98
başta MİT olmak üzere, bütün istihbarat birimlerine büyük sorumluluklar
düşmektedir.
Bu bağlamda, MİT Kanununda 2014 yılında yapılan değişikliklerin nasıl
sonuç vereceğini, bunların Anayasaya uygunluğunu, henüz Anayasa Mahkemesi
karar vermediği için, değerlendirmek mümkün olmamaktadır. Şu kadarını belirtmek
gerekirse, özellikle getirilen gizlilik ve sorumsuzlukla ilgili maddeler, demokratik bir
düzende, her kamu kurumunun tabi olacağı hesap verebilirlik ve şeffaflık
prensipleriyle açıkça çatışacağında kuşku yoktur. Bu da uzun vadede demokrasiye
zarar verme potansiyeline sahiptir.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)
Hemen girişte ifade edilmesi gereken bir husus, TSK, çağdaş demokrasilerdeki
uygulamaların aksine, esas olarak Türkiye’de birçok açıdan özerk ve yarı bağımsız
bir yapıya sahiptir. Bir kere Genelkurmay Başkanlığı, Anayasa’da ele alınmıştır. 117.
maddede aynen şöyle denilmektedir: “Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin
komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine
getirir.
Genelkurmay
Başkanı,
Bakanlar
Kurulunun
teklifi
üzerine,
Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay
Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.”
Bu ifadede geçen, “Başbakana karşı sorumludur” ifadesine binaen, burada
incelenmesi daha uygun görülmüştür.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanlığına bağlı Kara Kuvvetleri
Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile
barış döneminde İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yapan ve sefer durumunda
Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesine dâhil olan Jandarma Genel
Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığından meydana gelmektedir.
TSK ve ona başkanlık eden Genelkurmay başkanının hukuki statüsünü, genel
olarak bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekirse, sağlanan anayasal statünün ve buna
bağlı olarak oluşturulan yasal statünün, gelişmiş Batı demokrasilerine ve AB
ilkelerine uygun olduğunu söylemek oldukça zordur.
99
TSK’nin teşkilatlanmasında yer alan ve iç güvenlik bürokrasisinde önemli
yere sahip Jandarma teşkilatı ile Sahil Güvenlik teşkilatı çalışmanın ilerleyen
bölümlerde daha detaylı ele alınacağından, burada sadece, TSK’ya iç güvenlik
alanına ilişkin görev ve yetki tanıyan, bazıları yürürlükten kaldırılmış olan yasal
düzenlemeler ele alınmıştır. Bu yasal düzenlemelerin bazıları şu şekilde
değerlendirilmiştir:
TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesi şöyle idi: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi;
Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve
korumaktır”. Hukuken muğlâk bu tanım, TSK tarafından, ülkenin iç güvenlik
sorunlarına müdahale etmek için yasal dayanak, bazı askeri darbe ve müdahalelerin
gerekçesi olarak gösterilmiştir. Bu madde, 13.07.2013 tarihinde yapılan değişiklikle
şöyle olmuştur: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve
tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî
gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi
kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına
yardımcı olmaktır.”
Bu değişiklikle, yukarıda bahsedilen muğlâklık büyük ölçüde giderilmiş ve
bir anlamda da TSK’nın, doğrudan iç güvenlik alanında da görevli olabileceği
anlayışı ortadan kaldırılmıştır denebilir. Ayrıca, iç güvenlik dış güvenlik ikilemine
bir ölçüde açıklık getirerek, gelişmiş demokrasilerde var olan, iç güvenlik, dış
güvenlik ayırımını, görev ve yetki farklılığını vurgulaması açısından da önemli bir
adım olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye’de, yukarıdaki yasal düzenlemeler esas alınarak, son 25-30 yıl
süresince, özellikle de bölücü terör sebebiyle, TSK birimleri, çok yoğun bir şekilde iç
güvenlik alanında görevlendirilmişlerdir. Bu tecrübenin sonucunda, askeri birlikler
adeta iç güvenlik birimlerine dönüşmüşlerdir. Bu da beraberinde değişik sıkıntıları ve
sakıncaları getirdiğinde kuşku yoktur. Her devletin kendi iç düzeni, gelenek ve
teamülleri olmakla beraber, İngiltere örneğinde de anlatılacağı gibi, demokratik
devletlerde esas olan, askeri birliklerin iç güvenlikte kullanılmasının istisnai
olmasıdır.
100
Türkiye İnsan Hakları Kurumu
Türkiye’de, insan hakları ihlallerini azaltmak ve Avrupa Birliği üyelik sürecinde
eleştirileri en aza indirmek amacıyla, özellikle son 10-15 yılda ciddi çalışmalar
yapılmış ve en son 30 Haziran 2012 tarihinde, 6332 sayılı Kanun ile Türkiye İnsan
Hakları Kurumu kurulmuştur.
Burada, bu kurumun ele alınmasının en önemli sebebi, Kuruluş Kanununun,
3. maddesinde, bu kurumun Başbakanlıkla ilişkili olduğunun vurgulanmasıdır. Bu
Kurum, fiilen daha önce Başbakanlığa bağlı olan “İnsan Hakları Dairesi
Başkanlığının” bir devamı gibi olsa da, hukuken çok farklı bir yapıdadır. Ancak
henüz çok yeni olduğundan ve daha 2013 yılında faaliyete geçtiğinden, uygulamada
ne tür faydalar sağlayacağını görmek mümkün olmamıştır.
Buna rağmen, kuruluş amacı, “insan haklarının korunması ve geliştirilmesi
konusunda çalışmalar yapmak” (m.1) olduğuna göre, bu Kurumdan ciddi bir gelişme
beklemek abartı olmamalıdır.
Görevlerine baktığımızda ise, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine
ve ihlallerin önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak; işkence ve kötü muamele ile
mücadele etmek; şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip
etmek; sorunların çözüme kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak; bu
amaçla eğitim faaliyetlerini yürütmek; insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek
ve değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla görevli ve yetkilidir.
Ayrıca Kurum, kuruluş Kanunu ve diğer mevzuatla Kuruma verilen inceleme,
araştırma, ziyaret ve başvuruları inceleme görevi esnasında bir suçun işlendiğini
öğrenmesi hâlinde, genel hükümlere göre işlem yapılabilmesi için, gerekli
gördüğünde ihbar veya şikâyette bulunabilir (6332 sayılı Kanun, m.4).
Bu Kurumun görev ve yetkileri ile iç güvenlik aktörlerinin yürüttükleri
hizmetler arasında ciddi bir ilişki olacağı öngörülebilir. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarından da bilindiği gibi, iç güvenlik aktörleri, doğaları gereği en
fazla insan hakkı ihlali iddiasıyla haklarında işlem yapılan kamu kurumları olduğu
bilinen bir gerçektir. Özetle, işkence yasağından yaşam hakkı ihlaline, özel hayatın
101
gizliliğinden, aşırı güç kullanımı ve kötü muameleye kadar birçok hak ihlali iddiası,
genellikle iç güvenlik hizmeti sunan kurum personeline karşı yapılmaktadır.
Bu durumda, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun, tabir caizse en önemli ve
birinci öncelikli müşterilerinin iç güvenlik hizmeti sunan kurumların personelinin
olacağını varsaymak, geçmiş uygulamalar da göz önünde bulundurulduğunda, abartı
sayılmamalıdır. Özetle, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun etkili, verimli ve
hakkaniyetli bir şekilde faaliyetler sunması, iç güvenliğin de daha insani ve
demokratik bir şekilde sunulmasına yardımcı olacaktır. Ancak, TBMM’ye bağlı
Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu, adli denetim mekanizmaları, aşağıda anlatılacak
Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
hakkı gibi yeni düzenlemeler, görev çatışması ve çekişmesi potansiyeli taşıdıkları
değerlendirmesi yapmak da mümkündür. Daha da önemlisi, bu ve benzeri
kurumların kurulması ve yeni hakların ihdas edilmesi, Avrupa İnsan Hakaları
Mahkemesine yapılacak şikâyetleri azaltma potansiyeline sahiptir.
2.2.2.5. İçişleri Bakanlığı
İçişleri Bakanı ve Bakanlığı, Türkiye için en önemli siyasi ve idari iç güvenlik
aktörüdür. Bunun birinci ve en önemli sebebi, yasal mevzuat, iç güvenlikten bu
bakanı sorumlu tutmuştur. İkinci sebebi ise, iç güvenlik hizmetlerini yürüten polis,
jandarma ve sahil güvenlik teşkilatlarının, bu hizmetleri yürütürken İçişleri
Bakanının emrinde çalışmak zorunda olmalarındandır.
Bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini
ve genel ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak; sınır, kıyı ve
karasularının muhafaza ve emniyetini sağlamak; karayollarında trafik düzenini
sağlamak ve denetlemek; suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve
yakalamak; her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek; yurdun iç politikasına, il ve
ilçelerin genel ve özel durumları ile ilgili değerlendirmeler yapmak ve Bakanlar
Kuruluna tekliflerde bulunmak; ülkenin idari bölümlere ayrılması, il ve ilçelerin
genel idarelerini, mahalli idareleri ve bunların merkezi idare ile olan alaka ve
münasebetlerini düzenlemek; nüfus ve vatandaşlık hizmetlerini yürütmek; kanunlarla
102
verilen diğer görevleri yürütmekle görevli İçişleri Bakanı, üstlenmiş olduğu bu
görevleri merkez ve taşra teşkilatları marifetiyle yerine getirmektedir.
Yukarıda ifade edildiği gibi, iç güvenlik ve iç tehdit konusunda yetkili ve
sorumlu en üst makam İçişleri Bakanlığıdır. İçişleri Bakanı, “bakanlık hizmetlerini
mevzuata, hükümetin genel siyasetine, milli güvenlik siyasetine, kalkınma planlarına
ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle görevlidir. Kanunun 29. maddesine
göre İçişleri Bakanlığının kolluk görevlerini ve sayılan hizmetleri şu kuruluşları
vasıtasıyla yürütür: Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve
Sahil Güvenlik Komutanlığı.
Türkiye’de iç güvelik aktörlerinin yapısı ve işlevleri, bazı ülkelerin, mesela
İngiltere-Galler’in aksine, çoklu olup, bunlar İçişleri Bakanına bağlı polis, jandarma,
sahil güvenlik gibi genel kolluk birimleridir ve Bakan vasıtasıyla görev ve yetkilerini
kullanmaktadırlar. Ayrıca taşrada genel asayişten sorumlu olan mülki idare amirleri,
il valileri ve ilçe kaymakamları da, her türlü atanma, tayin ve terfi gibi tüm özlük
hakları bakımından bu bakanlığa bağlıdırlar. Bu sebeple, en önemli Türk iç güvenlik
aktörleri olan bu birim ve kuruluşlar, İçişleri Bakanlığı başlığı altında incelenecektir.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KDGM)
Resmi Gazete’nin 04.03.2010 tarihli nüshasında yayımlanarak yürürlüğe giren 5952
sayılı “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun” ile terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda
ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere, İçişleri
Bakanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı,
08.07.2011 tarihinde yapılan değişiklikle Başbakanlığa bağlanmıştı. Ancak 2013
yılında tekrar İçişleri Bakanlığına bağlanan Müsteşarlık, bağımsız bir istihbarat
birimi olarak kurulmamış olup güvenlikle ilgili operasyonel bir faaliyeti de
bulunmamaktadır.
KDGM, müsteşar, müsteşar yardımcıları ile ana hizmet, danışma ve yardımcı
hizmet birimlerinden oluşmakla birlikte; gerekli görüldüğünde görevleri ve hizmet
süreleri belirtilmek kaydıyla, Müsteşarın teklifi ve Bakanın onayı ile özel ihtisas ve
araştırma komisyonları kurulabilmektedir. Müsteşarlığın ana hizmet birimleri;
103
Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığı, Araştırma-Geliştirme
Daire Başkanlığı, İletişim Daire Başkanlığı ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı'ndan
oluşmaktadır. Danışma birimleri ise Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı, Hukuk
Müşavirliği ve Müsteşarlık Müşavirleri olarak belirlenmiştir. Müsteşarlığın yardımcı
hizmet birimi ise İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı olarak
düzenlenmiştir.
Müsteşarlık bünyesinde, terörle mücadele alanında oluşturulacak politika ve
stratejiler ile alınacak tedbirlere esas olmak üzere, ilgili birimler olan Genelkurmay
Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü gibi birimlerden stratejik istihbaratın alınması ve
değerlendirilmesi amacıyla doğrudan Müsteşara bağlı İstihbarat Değerlendirme
Merkezi kuruluş çalışmaları devam etmektedir.
5952 sayılı kanun gereğince, güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında
terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve
uygulamaları değerlendirmek amacıyla, Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu
kurulmuştur. Kurul, İçişleri Bakanının başkanlığında (2011 yılından itibaren İçişleri
Bakanı yerine, Başbakan veya görevlendireceği Başbakan Yardımcısı olarak
anlamak lazım), Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı
Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı,
Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşur. Kurulun sekreterya
görevi Müsteşarlık tarafından yerine getirilmektedir.
Müsteşarlığın terörle mücadele alanında görevleri şunlardır:
a-Araştırma, analiz, izleme ve değerlendirme çalışmaları yaparak, politika ve
stratejiler üretmek,
b-Güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimlerinden gelen stratejik istihbaratın
analizi, paylaşımı ve etkin kullanımını sağlamak,
c-İlgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlayarak etkinlik ve
verimliliği artırmak,
104
ç-Ulusal
ve
uluslararası
alanda
yapılan
çalışmalarla
kamuoyunu
bilgilendirmek ve toplumsal desteği sağlamak,
d-Mevzuat ile verilen görevleri, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı
ilkeleri çerçevesinde yerine getirmektir (KDGM, 2014).
Yukarıda sayılan görevlere bakıldığında, bu kurumun ihtiyaçtan doğduğu
söylenebilir. Ancak, başka ülke örneklerine bakıldığında, bu sayılan hizmet ve
görevlerin tamamının, mesela Milli Güvenlik Kurumu Genel Sekreterliği bünyesinde
de yapılabileceği rahatlıkla söylenebilir. Ancak, geçmişte yaşanan tecrübeler ve
MGK’nın askeri geçmişi, Hükümeti daha sivil ve kendi emrinde bir kurum
oluşturmaya itmiş olduğu da akla gelebilir. Ama her halükarda, Türkiye gibi iç
güvenlik alanında birden fazla aktörün yer aldığı bir ülkede, pek tabii ciddi bir
koordinasyon eksikliği olacaktır ve bunu önlemek için de bir mekanizmaya ihtiyaç
vardır. Zaten, İngiltere örneğinde de görüleceği gibi, iç güvenlik kuruluşlarını tek
çatı altında toplamak da pek mümkün değildir. Aynı bakanlık altında bile olsa, yine
de uğraştıkları sorumluluk alanlarının gereği olarak aralarında işbirliği ve eşgüdüm
ihtiyacı her zaman söz konusu olacaktır.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, çok yeni bir birimdir ve doğrudan kolluk hizmeti
sunmasa da daha önce kolluk tarafından yürütülen bazı hizmetleri sunmak üzere
kurulmuştur ve aynı zamanda Türk kamu bürokrasisinin, ülkede ve dünyada
meydana gelen gelişmelere göre kendini yenileme kabiliyetine örnek gösterilebilecek
yepyeni bir genel müdürlüktür.
Kuruluş Kanunu’nun genel gerekçelerine bakıldığında ülkeler arasında artan
insan hareketleri, göç olgusunu siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla
önemli bir politika alanı hâline getirmiştir. Söz konusu insan hareketleri; çeşitli
nedenlerle ülkelere giriş ve çıkış yapan, vatandaşı oldukları veya yaşadıkları
ülkelerden ayrılarak diğer bir ülkeye göç eden, orada yerleşen, iş kuran veya koruma
talep eden yabancıların yanı sıra, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti gibi örgütlü
suçlarla doğrudan bağlantılı olan düzensiz göçü de kapsamaktadır.
105
11.04.2013 tarihli ve 28615 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
giren, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile İçişleri Bakanlığına
bağlı olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Kabul edilen bu Kanun’a
göre, öncelikle yabancıların Türkiye’ye giriş ve çıkışları, vize ve ikamet izinleri
hususları düzenlenmiştir. Bu konulardaki dağınık, güncelliğini yitirmiş, karşılaşılan
sorunlara cevap vermekte yetersiz mevzuatın yerine, ülkenin gelişme vizyonuyla
uyumlu, uluslararası normlara uygun, millî çıkarları gözeten, ilgili olduğu konuları
tüm yönleriyle kuşatan, kaliteli mevzuat ilkelerine uygun düzenlemeler getirilmiştir.
Tasarı ile vize ve ikamet izinlerine ilişkin konularda uygulamada yaşanan sıkıntıların
önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Kanunun bir diğer temel ayağını, uluslararası koruma düzenlemeleri
oluşturmaktadır. Vize ve ikamet izinlerinden farklı olarak, uluslararası korumayla
ilgili hususlarda dağınık ve güncelliğini kaybetmiş, bir kanun dahi bulunmamakta;
insan haklarını, millî güvenliği ve uluslararası ilişkileri doğrudan etkileyen bu son
derece önemli konu, idarî düzenlemeler aracılığıyla yürütülmeye çalışılmaktaydı.
Kanunla, uygulamadaki söz konusu eksiklik giderilmektedir.
Kanun, özgürlük ve güvenlik ilkeleri noktasında önemli sonuçları olan sınır
dışı etme uygulamasına yönelik olarak da berrak bir hukukî çerçeve oluşturmakta;
kimler hakkında sınır dışı etme kararı alınacağı, sınır dışı etme kararının hangi
durumlarda uygulanamayacağı, alınan kararın nasıl yerine getirileceği hususlarını
sağlam bir temele oturtmaktadır.
Türkiye, Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafî
kısıtlama ile taraf olduğundan, tasarıda yer verilen uluslararası koruma statüleri de
anılan husus çerçevesinde, mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma şeklinde
düzenlenmiştir. Uluslararası koruma başvurusunun şartları ve prosedürleri, başvuru
sahiplerine sağlanan barınma imkânları, idarî gözetim, başvurunun incelenme
kriterleri, incelemede dikkat edilecek usûller, mülakat, karar ve itiraz aşamaları
özenle düzenlenerek, bir uluslararası koruma vak’asının muhtemel tüm aşamaları
açık kurallara bağlanmıştır. Başvuru sahiplerinin durumları ve takip edebilecekleri
idarî ve hukukî yollar hakkında her aşamada bilgilendirilmesi esas alınmış, başvuru
sürecinde hiçbir mağduriyetin yaşanmaması için gerekli çerçeve çizilmiştir.
106
Başvuru aşamasından sonra uluslararası koruma statüsü elde edenlere eğitim,
çalışma, sosyal yardım ve sağlık imkânları sağlanması hususları düzenleme altına
alınırken, statünün hangi hâllerde sona ereceği ve iptal edileceği de açık hükümlerle
belirlenmiştir.
Bir diğer önemli nokta, Türk toplumu ve yabancılar arasında iletişimi
mümkün kılan ve ilk kez Türk mevzuatına girecek olan “uyum” konusundaki
düzenlemelerdir. Bununla, yabancıların ve uluslararası koruma başvurusu ve statüsü
sahibi kişilerin toplumla uyumu, toplumun da yabancılarla uyum içinde
bulunabilmesi için yapılacak çalışmalara imkân tanınmakta, her şeyden önce bu
sürecin önü açılmaktadır. Bu hükümler, kimi ülkelerde olduğu gibi göçü kısıtlama
amaçlı değil, yabancıların ve toplumun bilinçli ve düzenli bir şekilde birlikte
yaşamalarını mümkün kılacak ve kolaylaştıracak esnek bir yapıda düzenlenmiştir.
Kanunda, özel ihtiyaç sahibi gruplar için de düzenlemeler getirilmiş, bu
grupların özel ihtiyaçları gözetilmiştir. Mesela insan ticareti mağdurları ve refakatsiz
çocuklar için önemli koruma hükümlerine yer verilmiştir.
İnsan ticareti ile mücadele çerçevesinde, insan ticareti mağdurlarının
korunması sığınma evleri ve ulusal yardım hattının sürdürülebilirliği, ulusal
yönlendirme
mekanizmasının
daha
etkin
şekilde
işlerliğinin
sağlanması
amaçlanmıştır.
Yukarıda da kısaca temas edildiği gibi, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü
kurulmadan önce kolluk birimleri tarafından yürütülen bu ve benzeri görev ve
yetkiler artık 2013 yılından itibaren bu birim tarafından yürütülmektedir. Henüz
kuruluş aşamasında olan bir birim olduğundan dolayı, hakkında bir değerlendirme
yapmak mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber, bu Genel Müdürlüğün uğraşı
alanları ile birçok potansiyel suçun çakışacağı ortada olduğuna göre, üç temel adli
kolluk birimi olan polis, jandarma ve sahil güvenlikle işbirliği ve etkin
koordinasyonun, başarısına olumlu katkıda bulunacağı açıktır. Daha önce bu
görevleri yürüten ve benzeri yetkileri kullanan kolluk birimlerinin, bu birime karşı
kurumsal taassupla yaklaşmamaları, başarısını arttıracaktır.
107
Köy Korucuları, Gönüllü Köy Korucuları ve Geçici Köy Korucuları
Gerek mevzuat, gerekse uygulamanın takibi açısından İçişleri Bakanlığının gözetim
ve denetimi altında faaliyetlerini yürüten gönüllü ve geçici köy koruculuğu sistemi,
Türkiye’ye has özellikler arz etmektedir. Diğer bazı görevlerinin yanında, temel
olarak iç güvenlik hizmeti sunmaktadır.
Köy korucularıyla ilgili yasal düzenleme 442 sayılı Köy Kanunu’nda yer
almaktadır. Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için
görevlendirilen köy korucuları, silahlı bir özel kolluk gücü olup, köy muhtarının emri
altında görev yapar. Her köyde bir köy korucusu olmakla birlikte, nüfusa göre sayısı
artabilmektedir. Korucular ihtiyar meclisi tarafından tutulur ve köy muhtarının
vereceği haber üzerine, kaymakamın onayı ile işe başlar (Köy Kanunu, m. 68-73).
Köy korucuları, kanuni şartlar oluştuğunda silah kullanma yetkisine sahiptirler.
Onlara karşı gelinmesi jandarmaya karşı gelinmiş sayılmaktadır.
Köy Kanunu, gönüllü köy koruculuğu adıyla da bir düzenleme yapmıştır.
Buna göre, köy muhtarı ve ihtiyar meclisi, mahsul zamanlarında çapulcular ve eşkıya
türemiş ise yağmadan köy halkını korumak için köylünün eli silah tutanlarından,
lüzumu kadarını gönüllü korucu ayırarak, bunların isimlerini bir kâğıda yazıp
kaymakama götürür. Kaymakamın müsaadesi olursa, bu gönüllü korucular asıl
korucularla beraber yağmacılara ve eşkıyaya karşı köy ve köylüyü korurlar (m. 74).
Bu madde gereği, özellikle bir dönem terörün yoğun yaşandığı Doğu ve Güneydoğu
illerinde, aşağıda anlatılacak “geçici köy koruculuğu” çerçevesinde kadro
verilemeyen köylerde, bu ad altında köylüler gönüllü köy korucusu olarak
görevlendirilerek, kendilerine silah verilerek, teröre karşı köylerini korumaları
sağlandı.
Köy Kanununda, değişik zamanlarda yapılan değişikliklerle, “geçici köy
koruculuğu” adı altında yeni bir uygulama getirilmiş olup, terörle mücadeleye
yardımcı olmaları amaçlanmıştır. Buna göre, Bakanlar Kurulunca tespit edilecek
illerde; olağanüstü hal ilanını gerektiren sebeplere ve şiddet hareketlerine ait ciddi
belirtilerin köyde veya çevrede ortaya çıkması veya her ne sebeple olursa olsun,
köylünün canına ve malına tecavüz hareketlerinin artması hallerinde, valinin teklifi
108
ve İçişleri Bakanının onayı ile yeteri kadar geçici köy korucusu görevlendirilmesi
kararlaştırılabilir. Bu şekilde görevlendirilecek geçici köy korucusu sayısı 40.000
kişiyi geçemez. Bakanlar Kurulu, bu sayıyı yüzde elliye kadar artırmaya yetkilidir.
Görevlendirmeyi gerektiren hallerin ortadan kalkması durumunda veya idarî zaruret
hallerinde görevlendirmeye ilişkin aynı usul uygulanmak suretiyle geçici köy
korucusu olarak yapılan görevlendirmelere son verilebilir.
Kırsal alanda genel kolluk hizmeti sunan jandarma teşkilatının kadro ve görev
olarak genişlemesini de vurgulamak gerekir. Bu sayede köy koruculuğu sistemine
ihtiyacın azaldığı değerlendirmesi yapılabilir.
2.2.2.6. Mülki İdare Amirliği
Hem tarihi hem de kanuni dayanakları açısından, Türk usulü mülki idare amirliği
ayrı bir başlıkta ele alınmaya değer özelliklere sahip olduğunda kuşku yoktur.
Türkiye’de merkezin taşra yönetimi, Anayasasına göre il yönetimi sistemidir.
Buna göre ülke il adı altında bölümlere ayrılmıştır. Daha alt birimlerin kurulması
anayasal bir zorunluluk olmamakla beraber, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa göre
iller de ilçelere bölünmüştür. Bu Kanun aynı zamanda il yönetiminin başında vali,
ilçe yönetiminin başında da kaymakamın olacağını düzenlemiştir. Ayrıca bu kanun,
vali ve kaymakamların görevleriyle yetkilerini de düzenleyen en temel kanun olma
özelliğini de taşımaktadır.
Kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, emniyet ve asayişin korunmasında,
mülki idare amirlerinin sorumluluğu, görev ve yetkileri geniştir. Dolayısıyla mülki
idare amirleri, iç güvenlik bürokrasisi bağlamında ele alınması mecburi
aktörlerdendir. Bu sebeple bu bölümde, mülki idare amirlerinin hukuki durumu,
atanma usulleri, güvenliğe ilişkin görevleri ile kolluk teşkilatları ile olan ilişkileri ele
alınacaktır.
Mülki idare kuruluşunun Anayasal dayanağı, 1982 Anayasasının 126.
maddesidir. Bu maddede, “Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından, coğrafya
durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de
diğer kademeli bölümlere ayrılır” denilmiştir. Bu madde aslında, 1949 yılında
109
çıkarılan İl İdaresi Kanunu ile yıllardır uygulanarak bugünkü anlamına kavuşmuştu
ve daha da geniş bir uygulamayla günümüz mülki idare amirliğinin temelini
oluşturmuştur. Anayasadaki ifade, aslında uygulamanın hukuki duruma yansıması
olarak da ifade edilebilir.
İl İdaresi Kanunu’nun getirdiği bu sistemde Türkiye, merkezi idare kuruluşu
bakımından illere, iller ilçelere ve ilçeler de bucaklara bölünmüş,
illerde vali,
ilçelerde kaymakam ve bucaklarda da bucak müdürü yönetimin başı olarak
düzenlenmiştir.
Bucak müdürü, bucakta en büyük Hükümet memuru ve temsilcisiydi.
Bucaklar hukuken varlıklarını uzun süre sürdürseler de, İçişleri Bakanlığı bucak
müdürü ataması yapmadığından, fiilen ortadan kalkmış durumdaydılar. Ayrıca,
1980’lerin sonunda bu bucakların çoğu değişik kanunlarla ilçelere dönüştürüldüler.
Bir kısmı da kentlere olan yoğun nüfüs göçü sebebiyle fiilen köy statüsüne
dönüştüler. Zira nüfusları oldukça azaldı. Şu an için Türkiye’de bucak müdürü
bulunmamaktadır (Engin, 2008:19). Dolayısıyla bu çalışmada mülki idare amirleri
olarak vali ile kaymakam anlatılacaktır.
1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesine göre,
Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı; vali ve kaymakamlar ile bu sıfatları kazanmış
olup, İçişleri Bakanlığı merkez ve il kuruluşunda çalışanları ve kaymakam adaylarını
kapsamaktadır.
Vali
İl genel idaresinin başı ve mercii validir. Bakanlıkların kuruluş kanunlarına göre
illerde lüzumu kadar teşkilat bulunur. Bu teşkilat valinin emri altındadır. Ancak, adli
ve askeri kuruluşlar bundan müstesnadır.
Valiler, İçişleri Bakanlığının inhası, Bakanlar Kurulunun kararı ve
Cumhurbaşkanının tasdiki ile tayin olunurlar (İİK, m.6). Vali, ilde devletin ve
hükümetin temsilcisi ve ayrı ayrı her bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi
yürütme vasıtasıdır (İİK, m.9). Valinin güvenliğe ilişkin görevleri İl İdaresi
Kanununun 11. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:
110
Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve
teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak
için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini
istihdam eder, bu teşkilatların amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri
derhal yerine getirmekle yükümlüdür.
Vali, memleketin sınır ve kıyı emniyetini ve sınır ve kıyı emniyetiyle ilgili
bütün işleri, yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlar ve yürütür. Ayrıca, il sınırları
içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin,
kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi, valinin görevlerindendir.
Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.
Jandarma, polis, gümrük muhafaza ve diğer özel kolluk kuvvetlerinin bütün
ast ve üstlerinin, il içine münhasır olmak üzere geçici veya sürekli olarak, vali
tarafından yerleri değiştirilebilir ve bundan hemen ilgili bakanlıklara bilgi verir.
Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle
önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri durumlarda; aldıkları
tedbirlerin,
bu
kuvvetlerle
uygulanmasını
mümkün
görmedikleri
veya
uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen
diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse
Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının, sınır
birlikleri dâhil olmak üzere, en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından,
mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler (2935 sayılı
Olağanüstü Hal Kanunu, m. 21-22). Bu durumlarda, ihtiyaç duyulan kuvvetlerin
İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi
hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir.
Valinin yaptığı yardım istemi, geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil
durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak
yapılabilir. Bu konuda izlenecek yol ve yöntem konusu, Türk Silahlı Kuvvetleri
bölümünde anlatıldığından, burada yeniden anlatılmaya gerek görülmemiştir.
Devlete, özel idareye, belediye ve köylere ait olan veya bunlara bağlı bulunan
veya bunların gözetim ve denetimi altında iş gören daire ve müesseselerle, diğer
111
bütün gerçek ve tüzel kişiler tarafından işletilen mali, ticari, sınaî ve iktisadi
müesseseler, işletmeler, ambarlar, depolar ve sair uzman, fen adamı, teknisyen, işçi
gibi personel bulunduran yerler, Devlet ve memleket emniyet ve asayişi ve iş
hayatının düzenlenmesi bakımından valinin gözetim ve denetimi altındadırlar
(Karaosmanoğlu, 2010:86-95).
Vali, adli ve askeri kurumlar hariç, bakanlıklar ve tüzel kişiliği haiz genel
müdürlükler ile bunların ildeki teşkilatında çalışan bütün kamu görevlilerinin en
büyük amiridir. Bu sıfatla memurların çalışmalarını gözetir, kurumların işlemesini
denetler. Vali, ilde bütün bakanların tek tek temsilcisi olması dolayısıyla, il idare
şube başkanları ve kaymakamlar, kendi
görevlerinin yürütülmesinden ve
personelinin mevzuatta belirtilen ödev ve görevlerinin yerine getirilmesinden valiye
karşı sorumludurlar (İİK, m.13).
Türk idare sistemi içinde önemli işlevleri olan valilik müessesesi ile iç
güvenlikte asker birliklerin kullanılması konusuna da, “vali” başlığı altında temas
etmek gerekir. Zira iç güvenlikte askerin görev almasının en başta gelen kural,
valinin bu konuda bir talebi olmasıdır.
Bu bağlamda, İl İdaresi Kanununun 11/D maddesi, toplumsal olayların polis
gücüyle önlenemediği durumlarda, Vali’nin talebiyle Kara Kuvvetlerinden
yararlanılması hususunu düzenlemektedir.
Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle
önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu
kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde,
diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden
yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel
Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dâhil olmak
üzere, en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından, mümkün olan en hızlı
vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan
kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan
talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir.
112
Valinin yaptığı yardım istemi, geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil
durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak
yapılabilir. Bu işlemler şöyle uygulanır:
a-Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde; muhtemel
olaylar için istenen askeri kuvvet, valinin görüşü alınarak, olaylara hızla el koymaya
uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur.
b-Olayların niteliğine göre, istenen askeri kuvvetin çapı, vali ile koordine
edilerek askeri birliğin komutanı tarafından, görevde kalış süresi, askeri birliğin
komutanı ile koordine edilerek vali tarafından belirlenir.
c-Askeri kuvvetin müstakil olarak görevlendirilmesi durumunda; verilen
görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir
ve talimatlarına göre, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nda belirtilen
yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler
kullanılarak yerine getirilir.
ç-Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve
koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali
tarafından tespit edilir.
d-Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte
yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı
tarafından üstlenilir.
e-Birden fazla ili içine alan olaylarda, ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya
farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda, iller veya
kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri
ve gerekli görülen diğer hususlar, yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde
Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre
yürütülür.
f-Bu esasların uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla,
gerekli görülen hallerde, İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak
görevlendirir.
g-Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi
ve eylemcilerin, eylemlerini müteakip, komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit
edilmesi durumunda, valinin talebi üzerine ilgili komutan, eylemcileri ele geçirmek
113
veya tesirsiz hale getirmek maksadıyla, her defasında Genelkurmay Başkanlığı
kanalı ile Hükümetin müsaadesiyle, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve
Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak
suretiyle, sınırlı hedefli sınır ötesi harekât planlayıp icra edebilir.
h-Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askeri birlik mensupları hakkında bu
görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı tabi oldukları kanun
hükümlerine göre işlem yapılır.
ı-Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları
karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar, Bakanlar Kurulunca uygun görülecek
fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten
yapılır.
i-Her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı
ve kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir.
j-Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme,
araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri
giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır.
k-Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi değildir.
Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca
yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir (İl İdaresi Kanunu. Md.11/D).
Kaymakam
İlçe genel idaresinin başı ve mercii kaymakamdır. Kaymakam, ilçede Hükümetin
temsilcisidir. İlçenin genel idaresinden kaymakam sorumludur. Bakanlıkların kuruluş
kanunlarına göre ilçede kurulan teşkilat (adli ve askeri teşkilat hariç) kaymakamın
emri altındadır. Kaymakamlar, İçişleri Bakanlığı Müdürler Encümeninin seçimi ve
Bakanın tasvibi üzerine müşterek karar ve Cumhurbaşkanının tasdikiyle tayin olunur.
Kaymakam, ilçe sınırları içinde bulunan genel ve özel kolluk kuvvet ve
teşkilatının amiridir. Bu sıfatla kaymakam, güvenliğe ilişkin aşağıdaki görevleri
yürütür:
Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken
tedbirleri alır. Bu maksatla devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder.
114
Kanun, tüzük, yönetmelik ve hükümet kararları hükümlerinin yürütülmesi için
emirler verir. Kaymakam, memleketin sınır ve kıyı emniyetiyle ilgili bütün işleri
yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlar ve yürütür.
İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa
müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi,
kaymakamın ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için gereken karar ve
tedbirleri alır. Kaymakam, valinin tasvibiyle ilçe genel ve özel kolluk kuvvetleri
mensuplarının geçici veya sürekli olarak yerlerini değiştirebilir.
Kaymakam, ilçe çevresinde çıkabilecek olayların, emrindeki kolluk
kuvvetleriyle önlenmesine olanak bulunmayacağı kanısına varır veya ilçe içindeki
kolluk kuvvetleriyle önlenemeyecek olağanüstü ve ani olaylar karşısında kalırsa,
hemen valiye bilgi vererek yardım ister ve en yakın askeri komutanlara da haber
verir. Yardıma gelen askeri kuvvet İl idaresi kanununun 11/D maddesi uyarınca
kendisine verilecek görevi yerine getirir.
Kaymakam, devlete, il özel idaresine, belediye ve köylere ait olan ve bunlara
bağlı bulunan yahut bunların gözetim ve denetimi altında iş gören daire ve
müesseselerle diğer bütün gerçek ve tüzel kişiler tarafından işletilen mali, ticari, sınaî
ve iktisadi müesseseler, işletmeler, ambarlar, depolar ve sair uzman, fen adamı,
teknisyen ve işçi gibi personel bulunduran ve barındıran yerler, devlet ve memleket
emniyet ve asayişi ve iş hayatının düzenlenmesi bakımından kaymakamın gözetim
ve denetimi altındadır. Buralarda bulunan veya çalışanların kimlik ve nitelikleri
hakkında kaymakamlar, bu yerlerden bilgi isteyebilir, istenilen bilgiler hemen verilir
(İİK, m.32).
İlçe idare şube başkanları, kendi şubelerine taalluk eden kanun, tüzük,
yönetmelik ve hükümet kararlarıyla, kendi dairelerine tevdi edilmiş olan görevlerin
sürat ve intizam dâhilinde görülmesinden, doğrudan doğruya kaymakama karşı
sorumludurlar (Karaosmanoğlu, 2010:99-103).
Mülki idare amirlerinin güvenliğe ilişkin görev ve yetkileri; bizzat kendisine
tanınan görev ve yetkiler, idari kolluğun amiri sıfatıyla yüklenen görev ve yetkiler
olmak üzere ikiye ayrılabilir. Başta İl İdaresi Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyetleri
115
Kanunu olmak üzere çeşitli kanunlarla mülki idare amirlerine tanınan önleyici kolluk
yetkilerinin, o ilde emniyet, huzur ve güvenliğin sağlanmasında, dolayısıyla iç
güvenliğin korunmasındaki etkileri tartışılmazdır. Arslan ile Eryılmaz’ın özetlediği
haliyle, mülki idare amirlerinin, idari kolluk yetkileri şunlardır: Arama; ifade
özgürlüğüne müdahale etme; sporda şiddetin önlenmesi; kişilerin adreslerinden
ayrılmasına müsaade etme; birden fazla ilde soruşturma yapma; işyeri, dernek ve
lokalleri faaliyetten men etme; dernek faaliyetlerine müdahale etme; hükümlü ve
tutukluların sağlık şartlarını gözetim ve denetim altında tutma; çalışma izni verme;
taşınmaz mal zilyetliğine yapılan tecavüzlerin önlenmesi; grev ve lokavtların
kontrolü (2006:15-38).
Mülki idare amirlerinin kolluk teşkilatları ile olan ilişkilerinde bazı sorunlarla
karşılaşılmaktadır. Emniyet personeli üzerinde sicil, terfi, ödül, atanma, yer
değiştirme, disiplin, görevden uzaklaştırma ve izin işlemleri gibi konulardaki
yetkilerinden dolayı mülki idare amirleri ile polis teşkilatı arasındaki ilişkiler belli
düzene oturtulmuştur. Bunun aksine, mülki idare amirleri ile askeri bir kimliğe de
sahip Jandarma ve Sahil Güvenlik Teşkilatları arasındaki ilişkilerde, hem yasal
düzenlemede, hem de uygulamada sorunlar yaşandığı bilinmektedir.
İİK’na göre, mülki idare amirleri, o yerin genel ve özel kolluğun en büyük
mülki amiridirler. Fakat Jandarma veya Sahil Güvenlik Teşkilatlarının özel kanun,
mevzuatlarla, valilerin özellikle, kaymakamların, askeri kolluk güçleri üzerindeki
denetim yetkileri sınırlandırılmış, bu kurumlar hep bir ayrıcalıklı konumda
tutulmuştur.
Mülki idare amirleriyle, Türkiye yüzölçümünün yüzde 92’sinin emniyet ve
asayişinden sorumlu jandarma arasındaki ilişkilerde; 1983 yılından bu yana ciddi
yapısal problemler ortaya çıkmaktadır. Özellikle kaymakamların, jandarma teşkilatı
üzerindeki denetim ve gözetleme yetkisi çok ciddi ve önemli seviyede azalmış ve bir
noktada ilçe sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin sağlanmasından ve kamu
düzeninin korunmasından birinci derecede sorumlu olmalarına rağmen; jandarmanın
sorumlu olduğu bölgelerdeki iç güvenlik hizmetlerinden dışlanmışlardır (Serinkan,
2007a).
116
2803 sayılı Kanunun 25. maddesi ile mülki idare amirlerinin jandarma
teşkilatı üzerindeki İl İdaresi Kanunundan doğan yetkilerinin önemli bir kısmını
kaldırmıştır. Buna göre; vali ve kaymakamlar, uzman jandarma çavuşlar dışındaki
personele disiplin cezası veremez, geçici olarak görevlendiremez, görevden
uzaklaştıramaz, takdirname ve sicil veremez olmuştu. Buna göre, “Jandarmanın
mülki görevlerini ilgilendiren ve disiplin cezasını gerektiren fiilleri ortaya çıktığında
valiler, il jandarma komutanından; kaymakamlar, ilçe jandarma komutanından
gereken cezanın verilmesini talep ederler. Komutanlar, bunlar hakkında askeri
mevzuat çerçevesinde gerekli işlemi yaparlar” (JTGYYK, m.185) hükmü getirildi.
Vali ve kaymakamların doğrudan doğruya, resen disiplin cezası vermek veya disiplin
soruşturması açmak yetkileri, 04 Nisan 2015 tarihli kanunla yeniden düzenlenerek,
bu yetki sadece il valisine verildi. Kaymakamın tek önemli yetkisi, ilçe jandarma
komutanına izin vermek şeklindedir.
2803 sayılı Kanunun sakıncalarını kısmen ortadan kaldırmak amacıyla, 1993
yılında 507 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, ilgili kanuna üç madde
eklenmiştir. İlk eklenen maddeye göre, jandarma teşkilatının mülki idareye bağlı
birlikleri, İçişleri Bakanlığı ve valiler tarafından denetlenip; teftiş edilebilecektir.
Ancak ilçe düzeyinde genel ve özel kolluğun amiri ve emniyet ve asayişten birinci
derece sorumlu mülki idare amiri olan kaymakamlara; jandarma teşkilatını denetleme
ve teftiş etme yetkisi yine tanınmamıştır (Serinkan, 2007a).
İkinci eklenen maddeye göre, valiler tarafından, il ve ilçe jandarma
komutanları hakkında mesleki sicillerinden ayrı olarak mülki sicil düzenlenecektir.
Ancak burada dikkat çeken husus, kaymakamlara yine sicil düzenleme yetkisinin
verilmemiş olmasıdır. Kaymakamlar, jandarma uzman çavuşları dışında, kendilerine
bağlı olarak çalışan ilçe jandarma komutanları ile jandarma subay ve astsubayları
hakkında, sicil düzenleyemeyeceklerdir. Getirilen bu düzenlemeye rağmen
uygulamada, valiler tarafından il ve ilçe jandarma komutanları hakkında mülki sicil
raporu doldurulamamaktadır. Bunun nedeni, valiler tarafından verilecek mülki sicilin
usul ve esaslarının, kanuni düzenlemenin yapıldığı tarihten itibaren onca yıl geçmiş
olmasına rağmen henüz subay ve astsubay sicil yönetmeliğinde düzenlenmemiş
olmasıdır (Serinkan, 2007a).
117
Üçüncü eklenen maddeyle de, il ve ilçe jandarma komutanları ile karakol
komutanlarına izin verilmesinde veya izinli olarak görevden ayrılmalarında, mahallin
mülki amirinin “uygun görüşünün” alınması zorunluluğu getirilmiştir. Ancak
uygulamada, bu hükmün de kaymakamlar açısından sağlıklı ve verimli işletilebildiği
söylenemez. Pek çok ilçede bu madde hükmü hiç uygulanmamakta veya sadece
sözlü olarak kaymakamlara bilgi verilmektedir (Serinkan, 2007a).
PVSK’da vurgulandığı gibi, kolluğun görev ve yetkileri önleyici ve adli
olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır ki; polisin mülki idare amirleriyle ilişkilerinde
önleyici nitelikteki görev ve yetkileri gündeme gelmektedir. Diğer bir ifade ile
valiler, suç işlenmesi sonrası, kamu düzeninin korunması adına adli mercilere emir
veremez. Mülki idare amirleri, kanuna göre, “kamu düzeni ve kamu güvenliğinin
sağlanmasından sorumlu olan” kolluğa, sadece, önleyici görev ve yetkileri
çerçevesinde emir verebilirler. Bu nedenle, valinin alacağı veya alınmasını isteyeceği
tedbirler adli değil önleyici nitelik taşımak zorundadır (Arslan ve Eryılmaz, 2006:5).
SGK’nın görevlerinden hangilerinin adli ve idari olduğu hususu, 16.07.1985
tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen “Sahil Güvenlik Komutanlığının
Adli ve İdari Görevlerine İlişkin Tüzük”te ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Devlet kolluğu olan genel idari kolluğun üçüncü unsurunu, sahil güvenlik
teşkilatı oluşturmaktadır. İçişleri Bakanlığına bağlı bir kolluk teşkilatı olmasına
rağmen, sahil güvenlik teşkilatının vali ve kaymakamlar yönünden hiçbir bağlılığı
bulunmamaktadır. Sahil güvenlik teşkilatının, sivil idareye bağlılığı ve mülki idare
amirleri ile olan ilişkileri jandarmanın da gerisindedir. Sahil Güvenlik Komutanlığı,
barışta görev ve hizmet yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı olmasına rağmen, taşra
teşkilatındaki Sahil Güvenlik birimlerinin vali ve kaymakamlarla ilişkileri ve
bağlılıkları, ne 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu ne de Sahil Güvenlik
Komutanlığının İdari ve Adli Görevlerine İlişkin Tüzükte düzenlenmiştir. Bu durum
sahil güvenlik teşkilatının, öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri kadro yapısı ve kuruluş
teşkilatı içerisinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ancak 5442 sayılı İl İdaresi
Kanununa göre vali ve kaymakamlar, emniyet ve asayiş ile önleyici kolluk
hizmetlerinin yerine getirilmesinden, mülki sınırları içerisinde, birinci derecede
sorumlu olmalarının yanı sıra; memleketin sınır ve kıyı emniyetini ve sınır ve kıyı
118
emniyetiyle ilgili bütün işlerini yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlamak ve
yürütmekle de sorumludurlar. Bölge komutanlıklarında görev yapan sahil güvenlik
personelinin özlük hakları, izin, sicil ve disiplin hukuku açısından vali ve
kaymakamlarla hiçbir bağlılığı bulunmamaktadır.
Genel idari kolluk olmasına rağmen, İçişleri Bakanlığı’nın talimatı
doğrultusunda, vali ve kaymakamların başkanlığında, jandarma komutanı ve emniyet
müdürlerinin katılımıyla, her il ve ilçede, günlük yapılan asayiş saatine katılma
zorunlulukları da bulunmamaktadır. Bu yapısı itibariyle Sahil Güvenlik Komutanlığı,
nevi şahsına münhasır, askeri bir teşkilat olarak idari görevlerini yerine getirmektedir
(Serinkan, 2007b).
Özetle, mülki idare amirleri, madem görev yerlerinin emniyet ve asayişinden
de en üst düzeyde sorumludurlar, o halde, bütün genel ve özel kolluk birimleri ile
olan ilişkileri, onlar üzerindeki görev ve yetkileri de aynı düzeyde olmalıdır. En basit
ifadeyle, jandarma ve sahil güvenlikle olan ilişkiler, onlar üzerinde sahip olunan
görev ve yetkiler de, polis teşkilatı ile olan duruma paralel olmalıdır ki, bu
görevlerini en iyi şekilde ifade edebilsinler.
2.2.2.7. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler
Orman Genel Müdürlüğü (OGM)
Orman Genel Müdürlüğü (OGM), 1937 yılında çıkarılan 3204 sayılı kanunla
kurulmuştur. Aynı yıl yürürlüğe giren 3116 sayılı Orman Kanunu ile bugünkü
modern ormancılığın temeli atılmıştır. Bugün yürürlükte olan 6831 sayılı Orman
Kanunu ise 1956 yılında çıkarılmıştır. Orman Bakanlığı ise ilk olarak 1969 yılında
kurulmuş olup, Orman Genel Müdürlüğü, bağlı kuruluş olarak Orman Bakanlığının
bünyesinde yer almıştır. İlk Orman Bakanlığı varlığını 1981 yılına kadar
sürdürebilmiştir. Bu tarihte Orman Genel Müdürlüğü, Tarım ve Orman Bakanlığına
bağlanmıştır. Ancak her geçen gün önemi artan ormancılık faaliyet ve hizmetlerinin
gerçekleştirilmesinde karşılaşılan sorunlar, Bakanlığın 1991 yılında yeniden
kurulmasına yol açmıştır. 2003 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kurulmasıyla
bu bakanlığa bağlanmıştır. Nihayet, 29.06.2011 tarihinde Orman ve Su İşleri
119
Bakanlığının kurulmasıyla, OGM bu bakanlığın bağlı kuruluşu olmuştur (OGM,
2014).
Orman suçları ile mücadele görevi, OGM’nin ana hizmet birimlerinden biri
olan Orman Zararlılarıyla Mücadele Dairesi Başkanlığına bırakılmıştır. Bu görev
OGM Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında
Kanun’un, 7. maddesinde, “Ormanları usulsüz müdahalelerden korumak, ormanlarda
tahribata yol açan hastalık ve her çeşit orman zararlılarıyla mücadele etmek veya
ettirmek, ormanların sağlığının korunması ve orman zararlılarının yayılmasını
önlemek için karantina tedbirleri almak, zararlılarla mücadele etmek amacıyla
laboratuarlar kurmak veya kurdurmak” olarak tanımlanmıştır.
OGM, ormanların kanun dışı müdahalelerden korunması ve diğer ormancılık
hizmetlerinin en iyi şekilde yapılabilmesi için, Orman Bölge Müdürlüğü, Orman
İşletme Müdürlüğü, Orman İşletme Şefliği ve Orman Koruma Ekipleri şeklinde
teşkilatlanmıştır. 293 nolu, Ormanların Kanun Dışı Müdahalelerden Korunması
Esasları Tebliği’nin 5. Maddesine göre orman muhafaza memurları, 6831 sayılı
Orman Kanununda tanımlanan suçların işlenmesinin önlenmesi veya işlenen suçlarla
ilgili olarak başlatılan soruşturmadaki görevleri kapsamında kolluk görevlisi sıfatını
taşırlar. Orman muhafaza memurları silah taşıma ve yasal şartlar oluştuğunda,
kullanma yetkisine sahiptirler. Ayrıca, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
164. maddesinde yapılan adli kolluk tanımı, orman muhafaza memurlarını
kapsamasa bile, yukarıda da belirtildiği gibi orman suçlarıyla ilişkin başlatılan
soruşturmadaki görevlerinden dolayı kolluk görevlisi sıfatını taşırlar. Ancak görev
alanı, orman bölgesiyle sınırlıdır.
Görev ve sorumlulukları şu şekilde açıklanabilir:
Ormanların ve orman ürünlerinin muhafaza ve bakımlarının temininden;
görev sahasındaki orman içi ve orman dışı ağaçlandırma sahalarının, fidanlıkların,
tohum bahçeleri ve tohum meşçerelerinin, enerji ormanlarının, kavakçılık, toprak
muhafaza ve mera ıslahı sahalarının, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı, tabiatı
koruma alanlarının, yaban hayatı koruma sahaları, yaban hayvanı üretme
istasyonları, yaban hayvanı yerleştirme alanları ve mesire yerlerinin korunmasından;
120
görev sahalarında mevcut av hayvanları ile akarsu ve göllerdeki balık varlığının
korunmasından, avcılık ve balıkçılığa ilişkin işlerin yürütülmesinden; ormanların
işletilmesi ile ilgili olarak, damga ve işaretleme, anormal ağaçların tespiti, kesim,
tomruklama ve ölçme, imalat, nakliyat ve depolama, bakım ve gençleştirme, tali ürün
üretimi, tohum temini, ağaçlandırma, fidanlık, toprak muhafaza ve mera işlerinin
yürütülmesinden; görev sahaları içinde veya civarında çıkacak orman yangınları ile
mücadele çalışmalarına katılmaktan ve verilen görevleri yapmaktan; görev sahaları
içindeki orman zararlıları ile mücadele işlerine ait görevlerin yapılmasından; idareye
ait her türlü yapı ve tesislerle, ormanların nasıl, ne zaman ve ne ölçüde
kullanılacağını ve orman kadastrosuna ait sınır işaretlerinin muhafazasından, bina ve
tesislere giriş çıkışların kontrolü ile sabotajlara karşı korunmasından; muhtelif
maksatlarla kendilerine verilen her türlü silah, alet ve malzemenin iyi muhafaza ve
bakımından; kanunen el koymakla görevli bulundukları suçların arama, soruşturma
ve kovuşturulmasından, tutanak tanziminden ve sahaları içinde vazife gören yangın
gözetleme ve söndürme işçilerinin, av koruma ve üretme sahaları ile balık üretme
istasyonlarında görevli bekçi ve bakıcıların, üretim ve yetiştirme işlerinde çalışan
işçilerin gözetimi ve denetiminden ve benzeri hizmetlerin görülmesinden
sorumludurlar (OGM, 2014).
Ormanların korunması açısından çok önemli görevler yürüten bu kurumun,
diğer genel kolluk birimleriyle yakın işbirliği içinde olması, başarısını arttıracak
niteliktedir. Genel kolluk birimleri olan polis, jandarma ve sahil güvenlik birimleri
de, bu tür suçları takip etmekle zaten görevlidirler.
Belediye Zabıtası
03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 51. maddesine göre, belediye
zabıtası, beldede esenlik, huzur, sağlık ve düzenin sağlanmasıyla görevli olup bu
amaçla, belediye meclisi tarafından alınan ve belediye zabıtası tarafından yerine
getirilmesi gereken emir ve yasaklarla, bunlara uymayanlar hakkında mevzuatta
öngörülen ceza ve diğer yaptırımları uygular.
Görevini yaparken zabıtaya karşı gelenler, kolluk kuvvetlerine karşı gelenler
gibi cezalandırılır. Belediye zabıta teşkilâtının çalışma usûl ve esasları, çalışanların
görev ve yetkileri, memurluğa alınması için taşımaları gereken nitelikler, alacakları
121
meslek içi eğitim, görevde yükselme, meslekten çıkarılma, giyecekleri kıyafet ve
savunma amaçlı olarak kullanacakları aletler ile zabıta teşkilâtında hizmet
gereklerine göre oluşturulacak birimler, İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan
“Belediye Zabıta Yönetmeliği” ile düzenlenmiştir.
Belediye zabıtası, belediye sınırları içerisinde görevli ve yetkilidir. Ayrıca,
mücavir alanlarda kanunlarla belediyenin yetki ve sorumluluğuna verilmiş hizmetler
bakımından da yetkili ve görevlidir.
Adalet Kurumları
Türk iç güvenlik bürokrasisinde adalet aktörleri, özellikle adli kolluğun amiri olarak
savcılık makamı önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada savcılık
teşkilatının ele alınmasında yarar vardır. Ancak Türkiye’de savcılık teşkilatını
incelemeden önce genel olarak Türk adalet sistemine göz atılması faydalı olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 9. maddesine göre; “Yargı yetkisi, Türk
Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Türkiye’de adli yargı mahkemeleri ve idari yargı mahkemeleri olmak üzere
iki ayrı yargı mahkemesi söz konusudur. Adli Mahkemeler Hukuk ve Ceza
Mahkemeleri olarak iki türdür. Savcılığın, kolluğun adli amiri olarak görev yaptığı
mahkemeler ceza mahkemeleridir. Baktığı davaların niteliği, öngörülen cezaların
ağırlığına göre ilk derece ceza mahkemeleri; sulh ceza, asliye ceza ve ağır ceza
mahkemeleri olarak üç çeşittir. Ayrıca, hukuk ve ceza davalarına temyiz mahkemesi
olarak bakan Yargıtay bulunmaktadır.
Bütün hukuk ve ceza ilk derece mahkemelerinden çıkan kararlara ilişkin
halen tek temyiz mahkemesi olduğundan, Yargıtay’ın iş yükü büyüktür. Dolayısıyla
Yargıtay’ın iş yükünü azaltmak, adalet hizmetinin daha kısa sürede dağıtılmasını
sağlamak amacıyla, ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında istinaf
mahkemelerinin kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Türkiye genelinde 15 bölgede
kurulması öngörülen bu mahkemeler, ilk derece mahkemelerin kararlarını bir üst
mahkeme sıfatıyla gözden geçirecek, gerekirse yeniden duruşma yapacaktır.
122
Adli yargı mercilerince verilen karar ve hükümleri temyiz yolu ile inceleyen
son merci olan Yargıtay, 6 Mart 1868 tarihinde “Divan-ı Ahkâm-ı Adliye” ismiyle
kurulmuş, 20.04.1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1924
Anayasası) ile bugünkü adını almıştır. Yargıtay, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 1.
maddesi Yargıtay’ı, “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı
merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası ile bu kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev
yapan, bağımsız bir yüksek mahkemedir” şeklinde tanımlanmıştır. Bugün Yargıtay
bünyesinde 23 Hukuk, 15 Ceza Dairesi bulunmaktadır.
Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde savcılık makamı yoktur. Ancak savcının
mevcut olmaması bu mahkemelerde görülen davaların savcı tarafından açılmadığı
anlamına gelmemelidir. Bu davaları Asliye Ceza Mahkemesi yanındaki savcı açtığı
gibi mahkemenin verdiği karara karşı temyiz yoluna da başvurabilmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 164. maddesi, adli kolluğun tanımı ile
savcının adli kolluğun amiri sıfatını şöyle belirtmiştir: “Adli kolluk; 4.6.1937 tarihli
ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci Maddeleri, 10.3.1983
tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci
Maddesi, 2.7.1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci Maddesi ve 9.7.1982
tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü Maddesinde
belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder.”
Soruşturma işlemleri, cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda
öncelikle adli kolluğa yaptırılır. Adli kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adli
görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir. Bilindiği gibi içgüvenliği sağlamakla
hukuken görevlendirilen genel kolluk birimlerinin önemli bir görev alanı, suç
işlendikten sonra suçluların yakalanarak ceza soruşturması tamamlanarak adalete
teslim etme sürecini kapsamaktadır. Bu süreçte adli kolluk, tamamen savcılığın emri
altında olması, savcılık makamını iç güvenlik alanında etkili bir aktör kılmaktadır.
Savcı, suç işlendikten sonra suça el koyup soruşturma yapmak, kamu davası açmak,
bizzat kendisi veya kolluğa emir ve talimatlar vererek, suç soruşturmasını yürütmek,
takipsizlik veya sanığın tutuklanmasını talep etmek, mahkemede iddia makamını
123
temsil etmek vb. görevleriyle, bozulan kamu düzeninin onarılması ve suçluların
cezalandırılarak adaletin yeniden inşasında payları büyüktür.
Türkiye’de ayrıca adli bir kolluk teşkilatı olmadığı, bu sebeple adli ve idari
kolluk hizmetlerini yürüten emniyet, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza
teşkilatlarının üzerinde, savcının da adli amiri olmasından dolayı bir çift başlığın söz
konusu olduğu ve bu durumun da uygulamada ciddi sorunlara yol açtığı
bilinmektedir. Özellikle de, bu durum, önleyici kolluk hizmeti ile adli kolluk
hizmetinin iç içe geçtiği durumlarda daha bariz olarak ortaya çıkmaktadır.
Ancak, her halükarda savcılık müessesesi, doğrudan iç güvenlik hizmeti
sunan bir aktör olmasa da, iç güvenlik hizmetlerinin sunulması sürecini etkileyen
önemli bir aktör olduğunda kuşku yoktur.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)
İletişim kaynaklarının yaygınlaşması, hem suç çeşitlerini artırmış hem de suçla
mücadele hususunda çeşitli yeniliklerin ve imkânların ortaya çıkmasına ortam
hazırlamıştır. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı; 23.07.2005 tarihli Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 2559, 2803 ve 2937 sayılı Kanunlarda
değişiklik yapan 5397 sayılı Kanun ile kurulmuş olup, 23 Temmuz 2006 tarihinden
itibaren ilgili mevzuatın öngördüğü iş ve işlemleri tek merkezden yürütmektedir
(TİB, 2014)
23.05.2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 5651 sayılı “İnternet
Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ile Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığı’nın
Kanunda
sayılan
İnternete
ilişkin
görevleri
de
yapması
düzenlenmiştir. Bu doğrultuda anılan görevleri yerine getirmek üzere İnternet Daire
Başkanlığı kurulmuştur (TİB, 2014).
Başkanlık; Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu bünyesinde, doğrudan
Kurum Başkanına bağlı olarak faaliyet göstermekte olup, Telekomünikasyon İletişim
Başkanı ile Hukuk, Teknik İşletme, Bilgi Sistemleri, İdari ve İnternet Daire
Başkanlıklarından oluşmaktadır. Başkanlıkta, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının ilgili birimlerinden
124
birer temsilci bulunmaktadır. Başkanlığa bağlı herhangi bir taşra teşkilatı
bulunmamaktadır. Bu çerçevede TİB Kurumu, 5651 sayılı “İnternet Ortamında
Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla
Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ile kurularak, suç unsuru olabilecek iletişim
kaynaklarına ulaşmak ve suç oluşmadan önce, çeşitli iletişim kaynaklarına sınırlama
getirmek gibi çeşitli görevleri yerine getirmektedir. Böylelikle kolluk güçlerine bu
konuda yardımcı olmaktadır.
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, kamu tüzel kişiliğine sahiptir ve idarî
ve mali özerkliği vardır. Kurum'un ilişkili olduğu bakanlık ise Ulaştırma,
Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığıdır. Ancak Kurum görevlerini yerine getirirken
bağımsızdır ve hiçbir organ, makam, merci veya kişi tarafından Kuruma emir ve
talimat verilemez. Kurum, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu ile Başkanlık
teşkilatından oluşmaktadır. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu, Kurumun karar
organıdır.
Kurul, biri başkan olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur ve Kurul Başkanı
aynı zamanda Kurumun da başkanıdır. Kurumun genel yapılanmasına bakıldığında,
ana hizmet birimleri, hukuk müşavirliği, daire başkanlıkları ve müdürlükler şeklinde
teşkilatlanmıştır. Daire başkanlıkları Hukuk Daire Başkanlığı, Teknik Daire
Başkanlığı, İdari Daire Başkanlığı ve İnternet Daire Başkanlığı şeklinde
düzenlenmiştir. Ana hizmet birimlerinin yanı sıra danışma ve yardımcı hizmet
birimleri ve bölge müdürlükleri şeklinde teşkilatlanan taşra teşkilatı birimleri de
bulunmaktadır.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının görevleri, “Telekomünikasyon
Yoluyla Yapılan İletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi
ve Kayda Alınmasına Dair Usul ve Esaslar ile Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığının Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik” adıyla çıkartılan
yönetmelik çerçevesinde belirlenmiştir. Başkanlığın görevleri, telekomünikasyon
yoluyla gerçekleştirilen veya gerçekleştirilecek iletişimin tespiti, dinlenmesi, sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınmasına yönelik iş ve işlemleri tek bir
merkezden yürüterek, bu bilgilerin ilgili mevzuata uygun olup olmadığını incelemek
ve gerektiğinde yetkili mercilere başvuruda bulunmaktır. Yine bu kapsamda
125
gerçekleştirilen işlemler sonucunda, elde edilen verileri ve bilgileri ilgisine göre Millî
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına, Emniyet Genel Müdürlüğüne ve Jandarma Genel
Komutanlığına, talep etmeleri halinde mahkemeye ve Cumhuriyet başsavcılıklarına
iletmek bu kurumun görevleri arasında yer almaktadır (m. 17).
Yasal alt yapı çerçevesinde yapılacak tespit, dinleme, sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesi ve kayda alınması faaliyetleri ile mevzuatla verilen görevlerin
yerine getirilmesini sağlayacak her türlü teknik alt yapının, kamu kurum ve
kuruluşları ile kamu hizmeti veren kuruluşlar ve işletmeciler tarafından kurulmasını
sağlamak, sağlatmak ve gerekli alt yapıyı kurmayan işletmecilerin cezalandırılması
yönünde girişimde bulunmak da yine görevler arasında sayılmaktadır. Görev alanına
giren konularla ilgili ulusal ve uluslararası alanda meydana gelen gelişmeleri takip
etmek, bu kapsamda uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği ve koordinasyonu
sağlamak ve gelişmelerin Başkanlık hizmetlerine yansıtılması için gerekli önlemleri
almak, Başkanlık faaliyetleri için yurt içinden ve yurt dışından teminine ihtiyaç
duyulan her türlü malzeme, sistem, yazılım ve donanımı belirleyerek Kurum
Başkanına bildirmek de kurumun görevleri arasında yer almaktadır (TİB, 2014).
İnternetin yoğun kullanımıyla birlikte ortaya çıkan çeşitli aksaklıkların
giderilmesinde de kurumun bazı görevleri söz konusudur. İnternet Ortamında
Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla
Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun kapsamında, Ulaştırma Bakanlığı, kolluk
kuvvetleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile içerik, yer ve erişim sağlayıcılar ve
ilgili sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon oluşturmak da görevleri
arasındadır. Buna ek olarak, internet ortamında yapılan ve 5651 sayılı Kanun
kapsamına giren suçları oluşturan içeriğe sahip faaliyet ve yayınları önlemeye
yönelik çalışmalar yapmak da yine önemli görevleri arasında yer almaktadır. Yine
İnternet ortamındaki yayınların izlenmesi suretiyle, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda yer alan; intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu
veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini,
müstehcenlik, fuhuş ve kumar oynanması için yer ve imkân sağlama suçları ile 5816
sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan suçların
işlenmesini önlemek için izleme ve bilgi ihbar merkezi dâhil, gerekli her türlü teknik
126
altyapıyı kurmak veya kurdurmak, bu altyapıyı işletmek veya işletilmesini sağlamak
da kurumun görevleri arasında yer almaktadır.
Bunlara ek olarak, internet ortamında herkese açık çeşitli servislerde
yapılacak filtreleme, perdeleme ve izleme esaslarına göre donanım üretilmesi veya
yazılım yapılmasına ilişkin asgarî kriterleri belirlemenin yanı sıra hâkim, mahkeme
veya Cumhuriyet savcısı tarafından verilen erişimin engellenmesi kararlarını
uygulamak ve buna ilişkin iş ve işlemleri yürütmek de kurumun görevleri arasında
sayılmaktadır (TİB, 2014).
TİB, kolluk birimlerinin istihbarat ihtiyacını belirli ölçüde karşılama
görevinin yanı sıra, son dönemde çok hızlı yaygınlaşan internet kullanımından
meydana gelebilecek sakıncaların giderilmesi hususunda da önleyici kolluk faaliyeti
görmesi açısından son derece önemli bir iç güvenlik bürokrasisi aktörüdür. Son
dönemde bürokraside meydana gelen gelişmeler çerçevesinde, üst kurulların ortaya
çıkması ve iç güvenlik bürokrasisinde de bu etkinin sonucu olarak ortaya çıkmış bir
kurum konumundadır.
Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK)
MASAK, 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanunun
19.11.1996 tarihinde yürürlüğe girmesiyle kurulmuştur. Bu düzenlemeyi takiben 17
Şubat 1997 tarihinde de faaliyetlerine başlamıştır. MASAK, suç gelirlerinin
aklanması ve terörün finanse edilmesine karşı etkili bir şekilde mücadele ederek,
etkin ve verimli bir ekonomi oluşturulmasına katkıda bulunmanın yanı sıra temiz bir
toplum oluşmasına da katkıda bulunmayı amaç edinen bir üst kuruldur (MASAK,
2014).
Bu vizyona ulaşabilmek için kanuni mevzuat çerçevesinde MASAK'ın yapısı
ve görevleri ortaya konmuştur. Bu kurulun oluşumu, görevleri, yetkileri ve yapısı
“Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun” ve “Malî Suçlarla
Mücadele
Koordinasyon
Kurulunun
Çalışma
Usul
ve
Esasları
Hakkında
Yönetmelik” çerçevesinde belirlenmiştir.
Maliye Bakanlığına bağlı olarak görevini yürüten Koordinasyon Kurulu,
yönetmelikte belirtildiği üzere, Maliye Bakanlığı Müsteşarının başkanlığında toplanır
127
ve Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanı, Maliye
Hesap Uzmanları Kurulu Başkanı, Gelir İdaresi Başkanı, İçişleri Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü, Dışişleri Bakanlığı
Ekonomik İşler Genel Müdürü, Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanı, Hazine
Müsteşarlığı Banka ve Kambiyo Genel Müdürü, Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık
Genel Müdürü, Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanı, Gümrük Müsteşarlığı
Gümrükler Genel Müdürü, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkan
Yardımcısı, Sermaye Piyasası Kurulu Başkan Yardımcısı ve Türkiye Cumhuriyeti
Merkez Bankası Başkan Yardımcısından oluşan geniş bir kadroya sahiptir.
Maliye Bakanlığı Müsteşarının olmadığı durumlarda ise Mali Suçları
Araştırma Kurulu Başkanı toplantıya başkanlık etmektedir. Suç Gelirlerinin
Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Çıkarılan Kanunda MASAK'ın görevleri de
belirtilmiştir: Maliye Bakanlığına bağlı olarak çalışan bu Kurul, suç gelirlerinin
aklanmasının önlenmesi amacıyla politika hazırlamak ve bu politikaları uygulamak
için stratejiler geliştirmek, bu amaçla ilgili kurum ve kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamak, ortak çalışmalar gerçekleştirmek, görüş ve bilgi
alışverişinde bulunmanın yanı sıra, belirlenen politikalar çerçevesinde kanun, tüzük
ve yönetmelik taslakları hazırlayarak bu Kanun ile buna ilişkin Bakanlar Kurulu
kararlarının uygulanması hususunda düzenlemeler yapmakla görevlidir. Yine suç
gelirlerinin aklanması alanındaki gelişmeler ile aklama suçunun önlenmesi ve ortaya
çıkarılmasına yönelik yöntemler konusunda araştırmalar yapmanın yanı sıra suç
gelirlerinin aklanmasını önlemek için sektörlere göre çalışmalar yapmak, önlemler
geliştirerek uygulamayı izlemek ve bu suçlara karşı kamuoyu duyarlılığını ve
desteğini artırmaya yönelik çalışmalar yapmak da bu Kurulun görevleri arasında yer
almaktadır.
Aynı kanun kapsamında suç gelirlerinin aklanması ve teröre finansman
sağlanmasının önlenmesi amacıyla veri toplamak, şüpheli işlem bildirimlerini almak,
analiz ederek değerlendirmek de Kurulun görevidir. Kurul bu çerçevede
değerlendirme sürecinde gerek duyulduğu takdirde kolluk ve diğer birimlerden kendi
görev alanlarında inceleme ve araştırma yapılması talebinde de bulunabilmektedir.
128
Bu görevlere ek olarak Kanun kapsamına giren işlemler ile ilgili araştırma ve
incelemeler yaparak, yapılan bu araştırma ve incelemeler sonucunda aklama suçunun
işlendiği hususunda kanıtların varlığının tespit edilmesi durumunda, Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre gerekli işlemlerin yapılması için Cumhuriyet
başsavcılığına suç duyurusunda bulunmak ve buna karşılık Cumhuriyet savcıları
tarafından intikal ettirilen konuları da inceleyerek aklama suçunun tespitine ilişkin
talepleri yerine getirmek de Kurulun görevleri arasında yer almaktadır.
Kurul görevlerini gerçekleştirirken de kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve
tüzel kişilerle tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlardan da her türlü bilgi ve belgeyi
istemenin yanı sıra bilgi ve ihtisasına ihtiyaç duyulan diğer kamu kurum ve
kuruluşlarında çalışanların Başkanlık bünyesinde geçici olarak görevlendirilmelerini
talep etme yetkisine de sahiptir.
Yönetmelikte de Kurulun görevlerine atıf yapılmaktadır. Bu çerçevede
Koordinasyon Kurulu, suç gelirlerinin aklanmasını önlenmek amacıyla oluşturulacak
olan kanun taslakları ile Bakanlar Kurulu kararı sonrasında yürürlüğe girecek olan
yönetmelik taslaklarını değerlendirmenin yanı sıra uygulamayla ilgili kurum ve
kuruluşlar arasında koordinasyonun sağlanmasıyla görevli ve yetkilidir. Bu görevlere
ek olarak Başkan, Koordinasyon Kurulu toplantılarını düzenlemenin yanı sıra,
gerektiğinde de Kurulu olağanüstü toplantıya çağırmak; çalışmaların verimli ve etkin
bir şekilde yürütülmesini sağlamak ve toplantılarda alınan karar ve önerileri ilgili
makamlara bildirmekle görevli ve yetkilidir. Diğer bir taraftan da Koordinasyon
Kurulunun üyeleri, alınan kararların kendi kurum ve kuruluşlarında etkin bir şekilde
uygulanmasını takip etmek ve sonuçlarını Malî Suçları Araştırma Kurulu
Başkanlığına iletmekle görevli ve yetkilidir.
MASAK, mali suçların takibi ve önlenmesiyle ilgili son derece kilit bir
konumda yer almaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde birçok farklı suç
kaleminin de ekonomik boyutlu olması açısından MASAK'ın görev alanı birçok
farklı suç türünü de aydınlatması açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle
terörün finansmanında, kara paranın fonksiyonu göz önünde bulundurulduğunda,
MASAK son derece önemli bir iç güvenlik aktörü konumunda yer almaktadır.
129
2.2.2.8. Türk Kolluk Görevlileri, Haklar ve Yasaklar
Bu çalışma bir karşılaştırma çalışması olduğundan dolayı, iç güvenlik örgütlerinin ve
çalışanlarının tabi oldukları görev, yetki ve sorumluluklara temas etmenin yanında,
sahip oldukları haklara da temas etmek gerekir.
Öncelikle vurgulamak gerekir ki, EGM emrinde görev yapan emniyet sınıfı
görevlileri, aynı zamanda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na (DMK) tabi
olduklarından, genel memur haklarına sahiptirler. Bu haklar da kısaca; uygulamayı
isteme hakkı, yani kanunlar ve bu kanunlara dayanılarak yayınlanan tüzük ve
yönetmeliklere göre tayin ve tesbit olunup yürürlükte bulunan hükümlerin kendileri
hakkında aynen uygulanmasını istemek hakkına sahiptirler (m. 17). Güvenlik hakkı,
yani kanunlarda yazılı haller dışında devlet memurunun memurluğuna son verilmez,
aylık ve başka hakları elinden alınamaz (m. 18). Emeklilik hakkı, yani devlet
memurlarının, özel kanununda yazılı belirli şartlar dâhilinde, emeklilik hakları vardır
(m. 19). Çekilme hakkı, yani devlet memurları, DMK’da belirtilen esaslara göre
memurluktan çekilebilirler (m.20). Müracaat, şikâyet ve dava açma hakkı, yani
devlet memurları kurumlarıyla ilgili resmi ve şahsi işlerinden dolayı müracaat;
amirleri veya kurumları tarafından kendilerine uygulanan idari eylem ve işlemlerden
dolayı şikâyet ve dava açma hakkına sahiptirler (m. 21). Sendika kurma hakkı, yani
devlet memurları, Anayasada ve özel kanununda belirtilen hükümler uyarınca
sendikalar ve üst kuruluşlar kurabilir ve bunlara üye olabilirler (m. 22). İzin hakkı,
yani devlet memurları, kanunda gösterilen süre ve şartlarla izin hakkına sahiptirler
(m.23). Kovuşturma ve yargılama hakkı, bu hakka göre devlet memurlarının
görevleri ile ilgili işledikleri suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması
ve haklarında dava açılması özel hükümlere tabidir (m.24). İsnat ve iftiralara karşı
korunma hakkı, yani devlet memurları hakkındaki ihbar ve şikâyetler, garaz veya
mücerret hakaret için, uydurma bir suç isnadı suretiyle yapıldığı ve soruşturma veya
yargılamanın tabi olduğu kanuni işlem sonucunda, bu isnat sabit olmadığı takdirde,
merkezde bu memurun en büyük amiri, illerde valiler, isnatta bulunanlar hakkında
kamu davası açılmasını Cumhuriyet Savcılığından isterler (m.25).
Bütün bu haklara bakıldığında, Türk polis teşkilatlarında çalışan kamu
görevlileri, herhangi ileri bir demokrasi ülkesinde olan birçok hakka sahiptir. Ancak
130
özellikle uygulamada ciddi problemlerle karşılaşıldığı bilinmektedir. Özellikle 24
saat usulüne göre çalışılan bir teşkilat olması dolayısıyla, mesai saatleri oldukça
karmaşıktır. 12 saat çalışıp 24 saat dinlenme olabileceği gibi, bu süreler çalışılan
bölüme ve amire göre sürekli değişmektedir.
Polis personelinin bu durumuna karşılık, jandarma ve sahil güvenlik
personeli, gerek erler gerekse rütbeliler açısından, Türk askerlik mevzuatına
tabidirler. Ayrıca erler, mevzuat gereği sınırlı hak ve görevlere sahiptirler. Bir kere
erlik, her sağlıklı Türk vatandaşı erkeğin yapmak zorunda olduğu, anayasal bir
yükümlülüktür ve şu an itibariyle 12 aydır. Ancak üniversite mezunları için bu süre
altı aydır. Erlik, ücret alınmadan yapılan bir vatan hizmetidir. Bu iki hizmet
kurumunda da erlerden, asli ve sürekli kolluk hizmetlerinden çok, geri hizmet
denilen, temizlik, nöbet tutma, sürücülük ve birliklerin güvenliğini sağlama gibi
işlerde yararlanılmaktadır. Bu sebeple, tecrübe ve uzmanlık gerektiren hizmet
dallarında, bunlar çalıştırılmamaktadırlar. Erlik, Türk mevzuatına göre, izinler hariç,
bütün gün askeri kışlada sürdürülen tam günlü bir vazifedir. Erlerin bütün bakımı ve
barınması, görev yaptığı birliklere aittir. Yani devlete aittir. Kendilerine çok cüzi bir
ücret ödenir.
Diğer rütbeliler ise askerlikle ilgili mevzuatın kendilerine sağladığı,
DMK’nın sağladığına benzer haklara sahiptirler.
211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun birinci maddesine göre TSK’nın
kapsamı şu şekildedir: “Türk Silâhlı Kuvvetleri: Kara (Jandarma dâhil), Deniz (Sahil
Güvenlik dâhil) ve Hava Kuvvetleri subay, askerî memur, astsubay, erbaş ve erleri
ile askerî öğrencilerden teşekkül eden ve seferde ihtiyatlarla ikmal edilen, kadro ve
kuruluşlarla teşkilâtı gösterilen silâhlı Devlet kuvvetidir.” Bu maddeye bakıldığında,
jandarma ve sahil güvenlik personeli de askeri kurum personelidirler. Bunlar, her
kamu görevlisinin sahip oldukları, benzer haklara sahiptirler; yıllık izin, aylık maaş,
şikâyet ve talepte bulunma gibi. Ancak unutulmamalıdır ki, bütün ülkelerde olduğu
gibi Türkiye’de de askeri disiplin, diğer bütün kamu kurumlarına göre daha katıdır.
Bir anlamda, Türk askeri örgütleri, tam birer klasik örgüt modelidirler.
131
En önemli sorunların başında ise, kolluk kuvvetlerinin sendikalaşmasına, yani
örgütlenmelerine getirilen sınırlamalar gelmektedir. Buna göre kolluk mensupları,
bütün devlet memurları gibi toplu hareket edemezler. Yani Devlet memurlarının,
kamu hizmetlerini aksatacak şekilde, memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri
veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelip de, Devlet hizmetlerinin ve
işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde
bulunmaları yasaktır (m. 26). Bunun anlamı aslında grev yasağıdır. Devlet
memurlarının greve karar vermeleri, grev tertiplemeleri, ilan etmeleri, bu yolda
propaganda yapmaları yasaktır. Devlet memurları, herhangi bir greve veya grev
teşebbüsüne katılamaz, grevi destekleyemez veya teşvik edemezler (m. 27).
Tabii, toplu hareket etme ve sendika yasağının yanında, kolluk görevlilerinin
kendi aralarında dernek kurmaları da fiilen engellenmektedir. Bu da, mevcut
haklarını savunmalarına ve yeni haklar almalarına ciddi bir engel durumundadır.
4688 sayılı sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’nun 15.
maddesi j bendi, “Emniyet hizmetleri sınıfı ve emniyet teşkilâtında çalışan diğer
hizmet sınıflarına dâhil personelinin,” f bendi de silahlı kuvvetler mensuplarının grev
yasağına dâhil olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Örgütlenme ve grev yasağının, kolluk örgütleri mensuplarının haklarını elde
etmedeki olumsuz rolü olduğunda kuşku yoktur.
Bu bölüm, emniyet mensuplarının yemin metni hatırlatılarak bitirilecektir.
Emniyet mensupları, DMK 6. maddesindeki ifadelerle yemin ederler. Bu metin
şöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine,
Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye
Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı
kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel
değerlerini benimseyip, koruyup bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan
haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik, bir hukuk
devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilerek, bunları
davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”
132
2.2.2.9. Türkiye’de İç Güvenlik Aktörleri ve Etkinlik, Verimlilik, Hesapverebilirlik,
Şeffaflık, Sivil Denetim ve Gözetim
Sivil gözetim, dikey sivil gözetim ve yatay sivil gözetim olarak ikiye ayrılmaktadır:
Meclis denetimi, adli ve idari yargıdan oluşan adli denetim, İçişleri Bakanlığının
denetimi, müfettişlikler, iç denetim mekanizmaları, vali ve kaymakamların denetimi,
dikey sivil
gözetim
kapsamını
oluştururken,
Avrupa
ülkelerinde
görülen
ombudsman, kişisel veri koruma kurumu, işkenceyi önleme komisyonu, güvenlik
etiği komisyonu, güvenlik kuvvetleri tarafından yönetilen gözaltı merkezlerinin
denetçisi ve bağımsız kolluk şikayet komisyonu gibi kurumlar dikey bağımsız sivil
gözetim mekanizmalarını oluşturmaktadırlar. Buna karşın, sivil toplum kuruluşları ve
medya, yatay sivil gözetim yapıları kapsamında değerlendirilmektedir. Sivil
gözetimin bir diğer önemli bölümü olan vatandaşların sivil demokratik haklarının
geliştirilmesi, güvenlik politikalarına vatandaş ve yerel yönetimlerin katılımlarının
sağlanması ile mümkün olmaktadır. Ulusal güvenlik konseyleri, vatandaş beklentileri
konusunda yapılan ulusal araştırmalar, kent güvenliği forumları, yerel güvenlik
sözleşmeleri, yerel güvenlik konseyleri ve yerel istişare mekanizmaları bu amaçla
oluşturulan mekanizmalardır (Karaosmanoğlu, 2010: 47-127; Çevik vd, 2010: 125142).
Hukuk devletinde kurumların, kuruluşların ve kişilerin faaliyetleri, hakları,
sorumlulukları tanımlanarak anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve benzeri mevzuatla
düzenlemelere bağlanmıştır. Kurumların; faaliyetlerini hukuk düzenine uygun
yürütüp yürütmediğini incelemek, açıkladıkları bilgilerin ve iddiaların doğru ve
güvenilir olup olmadığını araştırmak ve kurum yöneticilerinin kurumla çıkar ilişkisi
içinde bulunan kişi ve kurumlara, topluma ve devlete hesap verme yükümlülüklerini
(accountabilitiy) yerine getirmelerini sağlamak üzere tarafsız ve bağımsız bir kişi,
kişiler veya kurumlar tarafından denetlenmeleri hukuk devletinde zorunlu
tutulmaktadır. Gerek bireysel gerekse toplumsal faaliyetlerin, belirli bir amaca
yönelik olarak gerçekleştirildiği kabul edilirse, amaçlanan sonucun elde edilip
edilmediği ve bu amaca ulaşmak için izlenen yöntemlerin önceden bilinen norm ve
standartlara uygun olup olmadığının saptanmasına yönelik yapılan araştırma ve
muhakeme, denetimle sağlanır.
133
Bu genel tanım ve bilgilendirme ışığında, Türk iç güvenlik aktörlerinin birkaç
çeşit idari ve mali denetime tabi tutuldukları aşağıda anlatılacaktır.
TBMM Denetimi
Yukarıda da bahsedildiği gibi TBMM, Anayasa ve kendi İç Tüzüğünde belirtilen
usul ve esaslara göre, bütün kamu kurum ve kuruluşlarını olduğu gibi, doğrudan veya
dolaylı olarak, iç güvenlik hizmeti sunan kuruluşları da denetler. Bu denetim yolları
yazılı ve sözlü soru önergesi, genel görüşme, meclis araştırması, meclis soruşturması
ve gensoru şeklinde olur. Bu kavramlar çok bilinen kavramlar olduğundan ayrıntılı
olarak açıklamasına gitmeye gerek görülmedi. Ancak, bilindiği gibi, parlamenter
demokrasilerde, iktidara hâkim olan parti veya partiler, parlamentoya da hâkim
olduklarından, bu parlamento denetimi ile iç güvenlik aktörleri üzerinde kesin ve
etkili bir denetim yapmak söz konusu değildir. Öncelikle, bu denetim yolları
kullanılarak, mesela Meclis’te bir milletvekili, Başbakan veya ilgili bakanın
cevaplandırması amacıyla bir kurum veya orada çalışan kişiler hakkında soru
sorarak, aslında bir sonuç alamayacağını, o kurum hakkında bir işlem yapılmasını
temin edemeyeceğini bilir. Buna rağmen kamuoyununun o konuda bilgi sahibi
olmasını sağlar. Ayrıca, yürütme bu talep üzerine girişimde bulunarak o konuyu
araştırır. Özetle, TBMM denetim mekanizmaları, iç güvenlik aktörleri üzerinde
doğrudan bir denetim yapamasalar da dolaylı olarak denetlemiş ve yönlendirmiş
olurlar.
Bir diğer husus da, Parlamentoya hâkim olan parti veya partilerin oluşturduğu
hükümet, iç güvenlik aktörlerinin tabi oldukları tayin ve terfi sistemini işletirler. Yani
bu kurumları kendileri yönettikleri için, bir muhalefet partisi eleştirdi diye, kendi
atadıkları kişileri genellikle görevden almazlar. Bunda, kendi hükümetlerinin
yıpranacağı endişesinin de etkisini unutmamak gerekir.
İşin özü, Meclisinin denetim yolları, idari ve teknik açılardan pek işlevsel
olmasa da, aslında siyasi bir denetim yoludur ve sonuçta, en azından genel seçim
dönemlerinde sonuç verebilecektir. Zaten bu tür denetim yollarının bir diğer amacı
da iktidarları halka şikâyet ederek, seçimlerde oy vermemelerini sağlamaktır ki, bu
birçok zaman işe yaramıştır. Halkın dilek ve şikâyetlerini dikkate almayan iktidarlar,
mutlaka oy kaybederek iktidarlarını kaybetmişlerdir. Bu da, demokrasilerin olmazsa
134
olmaz şartlarından olan, “hesap verebilirlik ilkesinin” gereği açısından büyük önem
taşır.
Yasama organı, gözetim ve denetimini, güvenlik sektörünü ve güvenlik
sektörüne mensup çalışanların yetkilerini tanımlayan ve düzenleyen yasaları yaparak
ve ilgili bütçe tahsisatını onaylayarak yerine getirir (Yıldız, 2006:13). Bu kapsamda
parlamentonun savunma ve güvenlik politikalarının belirlenmesinde, savunma ve
güvenlik siyasetinin veya stratejilerinin oluşturulması ve geliştirilmesinde, güvenlik
sektörünün bütçesine ve toplumun güvenliği için gerekli silah alımına karar
verilmesinde nihai belirleyici kurum olması gerektiği görüşünü savunanlar da vardır
(Akyeşilmen, 2009:13). Ancak parlamentonun, güvenlik sektörünü denetiminde
karşılaşılan zorluklar vardır ki, bunların başında, güvenlik sektörünün gizliliği ile
bilgi ve uzmanlık gerektiren nitelikte olması gelir.
Yukarıda bahsedilen kıstaslar çerçevesinde, 2005 yılının bilânçosuna
bakıldığında, parlamentonun, ne yasa yapma ne de denetim yollarını kullanma
açısından, etkili bir pozisyonda bulunmadığı, savunma ve güvenlik politikalarının
oluşturulmasında, tehditlerin belirlenmesinde ve üst düzey güvenlik bürokrasisinin
atamalarında, anlamlı bir işlev ve katkısının bulunmadığı görülmektedir (Yıldız,
2006:20).
Tam bir sivil denetim için parlamentonun güvenlikle alakalı yasama
faaliyetlerinin yanı sıra, savunma ve güvenlik siyasetinin veya stratejilerinin
oluşturulması ve geliştirilmesinde, güvenlik sektörünün bütçesine ve toplumun
güvenliği için gerekli silah alımına karar verilmesinde etkin ve yetkili bir rol
oynaması ön şarttır (Akay, 2009:14). Parlamentonun, egemen güç olarak savunma ve
güvenlik politikalarında son sözü söyleyen kurum olması, güvenlik sektörünün sivil
denetimi temel ilkelerinden biri olduğu unutulmamalıdır (Born, 2003:22).
Sayıştay Denetimi
Bilindiği gibi Sayıştay, TBMM’ye bağlıdır ve bütün kamu kurum ve kuruluşlarının
harcamalarını denetler. Anayasa’nın 160. maddesine göre Sayıştay, merkezî yönetim
bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve
giderleri ile mallarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve
135
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen
inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. Sayıştay’ın
kesin hükümleri hakkında, ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren on beş gün
içinde bir kereye mahsus olmak üzere, karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler.
Bu kararlar dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamaz.
Görüldüğü gibi Sayıştay’ın mali denetim organı olarak rolü çok önemli ve
etkilidir. Bu şekilde her kurum, TBMM’de, kamuoyu önünde harcamalarından
hesaba çekilir ve ne tür harcamalar yaptığı, bütün ülkenin bilgisine sunulur. Sayıştay
denetiminin, bütün kamu kurumlarının hesap verebilirliğine katkı yaptığı gibi, iç
güvenlik kurumlarına aynı seviyede katkı yaptığında kuşku yoktur. Ancak,
unutulmamalıdır ki bu denetim biçimi daha çok geçmişe yönelik olup, yapılan bitmiş
harcama ve faaliyetler üzerinden gerçekleşir ve çağdaş liberal demokrasilerdeki
Sayıştay benzeri kuruluşların yürüttükleri verimlilik (effectiveness), tutumluluk
(economy) ve etkinlik (efficiency) denetimini karşılamamaktadır. Gerçi yeterli
olmasa da son yıllarda artan bir performans denetimi çabası da ortadadır (Efendi,
1995:154-161).
Askerî malların denetlenmesinde radikal bir adım atılarak, 30.07.2003 tarihli
ve 4963 sayılı Kanun’la, “gizli” tutulması kaydıyla, bu denetimin TBMM adına
görev yapan Sayıştay tarafından yapılması öngörülmüştür. Ancak bu husus henüz
Sayıştay Kanunu’na yansımamış, Ek 12’nin öngördüğü yönetmelik de, anılan
hükümde sayılan kurumlar arasında mutabakat sağlanamadığı için çıkarılamamıştır.
Bu
değişikliği
içerecek
yeni
Sayıştay
Kanunu
tasarısının
hazırlıkları
sürdürülmektedir (Yıldız, 2006:14). Karakaş’a göre, bu denetimin “GİZLİ” gizlilik
dereceli bir yönetmelikle düzenlenecek olması, uygulamaya sokulsa bile denetimin
şeffaflığına gölge düşürecektir (2009:176-178).
Devlet Denetleme Kurulu (DDK)
Anayasa’nın 108. maddesinde düzenlenen bu kurulun görev ve işleyişini yine
Anayasa şöyle düzenlemiştir: İdarenin hukuka uygunluğunun, düzenli ve verimli
şekilde
yürütülmesinin
Cumhurbaşkanlığına
bağlı
ve
olarak
geliştirilmesinin
kurulan
sağlanması
Devlet
Denetleme
amacıyla,
Kurulu,
136
Cumhurbaşkanının isteği üzerine, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve
sermayesinin yarısından fazlasına bu kurum ve kuruluşların katıldığı her türlü
kuruluşta, kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi
ve işveren meslek kuruluşlarında, kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, her türlü
inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapar.
Silahlı Kuvvetler ve yargı organları, DDK’nın görev alanı dışındadır. DDK
üyeleri ve üyeleri içinden Başkanı, kanunda belirlenen nitelikteki kişiler arasından,
Cumhurbaşkanınca atanır. İç işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri,
kanunla düzenlenir.
Türkiye’de birçok idari denetim mekanizması olmasına rağmen, ilk kez 1982
Anayasasının böyle bir sistem getirmesinin en önemli amacının, tarafsız olan ama
aynı zamanda yürütmenin de başı olan Cumhurbaşkanı’na olan genel güveni
kullanarak, halkın sisteme olan güvenini arttırmak olduğu söylenebilir. Bu yöntemle,
özellikle çok partili hayatta rastlanılan ve siyasi tarafların birbirine olan
güvensizliğinin önüne geçmek de amaçlanmış olabilir. Ayrıca, sistemin hesap
verebilir olmasına katkısı da unutulmamalıdır.
Burada bir olumsuz durum, özellikle askeri kuruluşların istisna tutulmasıdır.
Hem başkomutan, hem de yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının, kendine bağlı
olan bu Kurul aracılığı ile askeri kuruluşları denetlemesi, o kuruluşlara karşı olan
güveni arttırıcı olacağında kuşku yoktur. Askeri kuruluşlar istisna olunca, bundan
jandarma ve sahil güvenliğin de istisna olacağında kuşku yoktur.
Ayrıca, jandarma ve sahil güvenliğin askeri kuruluş nitelikleri, zaten onlar
üzerindeki sivil ve idari denetimi zorlaştırdığı da ortadadır. Daha da önemlisi, askeri
mevzuat gereği emniyet ve bağlı birimlerindeki bütün atamalar siyasi iktidarın
doğrudan yetkisinde iken, jandarma ve sahil güvenliğin atamaları daha özerk bir
sisteme bağlıdır ve sadece üst düzey komutanların atamaları hükümete bağlıdır.
Diğer atamaları üst düzey bürokratlar yapmaktadır.
137
İç Denetim
İç denetim; kurum faaliyetlerinin yönetim politikalarına, planlarına, programlarına ve
yasalara uygunluğunu ölçerek, iç kontrol sisteminin amacına uygun işleyip
işlemediğini değerlendirir. İç denetim, örgütün iç kontrol sisteminin etkinliğini
değerlendirdiği için aynı zamanda bizzat kendisi iç kontrol aracıdır. Bu bağlamda ele
alındığında, Türk iç güvenlik kurumlarının birçok iç denetim mekanizması söz
konusudur. Hemen hemen her birimde kendi teftiş kurulları vardır. Emniyet Genel
Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve diğer kolluk
hizmet sunan birimlerin teftiş ve denetim hizmeti yürüten birimleri, yukarıdaki
tanıma uygun iç denetimler yapmaktadır. Ayrıca İçişleri Bakanı, kendisine bağlı
Teftiş Kurulunda görevli mülkiye müfettişleri aracılığıyla, kendi görev sahasındaki
bütün konuları araştırmaya, incelemeye ve denetlemeye yetkilidir. Zaten bu amaçla,
belli periyotlarla İçişleri Bakanlığı, bütün illeri, valilikleri, emniyet müdürlüklerini,
jandarma komutanlıklarını denetler. Ayrıca, birim amirlerinin, kendi birimlerini
denetlemekle yükümlü oldukları da unutulmamalıdır.
Adli Denetim
Adli denetimden maksat, adalet kurumları olan mahkemeler eliyle yapılan
denetimdir. Anayasa’nın 125. maddesine göre, “İdarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”. Bu anayasal görev, Türk hukuk sisteminde,
idare mahkemeleri ve Danıştay aracılığıyla yerine getirilir. İdare Mahkemeleri, Bölge
İdare Mahkemeleri ve Danıştay aracılığıyla yürütülen bu hizmete göre, idare
dediğimiz bütün kamu kurum ve kuruluşları, dolayısıyla iç güvenlik kuruluşlarının
her türlü eylemi ve işlemine karşı, hukuka aykırılık iddiasıyla, suçun niteliğine göre
bu mahkemelerde dava açılabilmektedir. Sonuçta, ister bu kurumların kendi
personeliyle ilgili kararları, isterse vatandaşlarla ilgili kararları, hukuka aykırılık
durumunda bozulabilmektedir.
Her ülkede hukuk, diğer idari işlemlere göre yavaş işler ve özel bir prosedür
gerektirir ama sonuçları her taraf için bağlayıcıdır. Çok başvurulmasa da, idare kendi
eylem ve işlemlerinden resen de vazgeçebilir. Belki de bu bağlamda Türkiye Kamu
Denetçiliği Kurumu ile Türkiye İnsan Hakları Kurumları daha aktif rol
138
oynayabilirler. Yani mahkemeye başvurulup sonuç alınmasını beklemeden de karar
verebilirler. İdari kuruluşlar da buna uyarlarsa, kişilerin mahkemelerde daha uzun
süre beklemelerini önleyebilirler.
Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi, bu kuruluşlar henüz daha 2013 yılında
faaliyete geçtiklerinden, kendi teamüllerini ve özgün metodlarını oluşturabilmiş
değillerdir. Özetle, bu kurumların daha etkin çalışması, mahkemelerin iş yükünü
azaltacaktır.
Kolluk Gözetim Komisyonu veya Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması
Kolluk kuvvetlerinin eylem ve işlemleri zaman zaman çeşitli gerekçelerle şikâyet
veya suçlamalara konu olabilmektedir. Halktan gelen şikâyetler her ne kadar kurum
personeli veya müfettişleri tarafından araştırılıp bir sonuca bağlanıyor olsa da,
şikâyetin tarafları, bu kurumların bulgularını kendi personelini koruma, kollama veya
taraftarlık ile itham edebilmektedir. Bu gibi suçlamalar medyaya da yansıtıldığında;
hem kurumların hem de ülkenin güvenilirliğine yönelik bir takım soru işaretleri
ortaya çıkartılabilmektedir. Bu durumda her taraftan yakınmalar olabilmektedir.
Ancak yakınmaları en aza indirebilmek için bağımsız bir mekanizmaya ihtiyaç
olduğunda şüphe yoktur.
Burada, Türkiye’de kolluk kuvvetlerinin personelleri ile ilgili şikâyetlerde
izlenen usulden bahsederek konuya açıklık getirmek gerekir. Her üç genel kolluk
birimi de (polis teşkilatı, jandarma teşkilatı, sahil güvenlik teşkilatı) farklı şekilde
şikâyet denetim sistemine sahiptir.
Mevcut şikâyet sistemi çok karışık bir yapıya sahiptir. Kolluk personeli
hakkındaki şikâyetler, Cumhurbaşkanlığına, TBMM Başkanlığına (İnsan Hakları
İnceleme Komisyonu), Başbakanlık Türkiye İnsan Hakları Kurumuna, İçişleri
Bakanlığına, Adalet Bakanlığına (Cumhuriyet Savcılığına), Jandarma Genel
Komutanlığına
(JIHIDEM),
Emniyet
Genel
Müdürlüğüne,
Sahil
Güvenlik
Komutanlığına, Valilik ve Kaymakamlıklara, İl ve İlçelerdeki Kolluk Makamlarına
(Emniyet
Müdürlüğü/Amirliği,
Jandarma
ve
Sahil
Güvenlik
Komutanlığı)
yapılabilmektedir.
139
Şikâyet başvuruları belirtilen makamlardan hangisine yapılırsa yapılsın,
şikâyet konusu şikâyet ile ilgili işlem yapmaya yetkili otoriteye gönderilmektedir.
Şikâyetle ilgili işlem yapmaya yetkili otorite, şikâyet dilekçesi kendisine geldikten
sonra, şikâyet ile ilgili araştırma yaptırabilir, araştırma sonucuna göre farklı işlem
tesis edebilir. Birinci olarak, şikâyet konusu işlemi araştırma sonucuna göre işlemden
kaldırabilir. İkinci olarak, araştırma sonucuna göre disiplin soruşturması gerektiren
bir eylemin tespiti sözkonusu ise disiplin soruşturması başlatabilir. Üçüncü olarak,
ceza kovuşturması gerektirmesi durumunda ise yetkili makamlardan soruşturma izni
alınabilmesi için, 4483 sayılı Memur ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkındaki Kanun hükmü gereğince inceleme yaptırır. Yetkili otoriteler, gerek
araştırma, gerek disiplin soruşturması olsun, gerekse inceleme soruşturmasının
yapılması konusunda, soruşturmacı olarak, diğer bir ifade ile muhakkik olarak,
kurum içerisinden şikâyet edilen kolluk personelinin üstü konumundaki başka bir
kolluk personelini görevlendirmektedir. Genel soruşturmacı uygulaması bu yönde
olmasına karşın, önemli şikâyetler ve toplumda infial uyandırmış, kamuoyuna mal
olmuş şikâyetler ile üst rütbeli kolluk personeli hakkında, içişleri bakanlığı, emniyet
genel müdürlüğü ve jandarma genel komutanlığı teftiş kurulu bünyesindeki
müfettişler tarafında soruşturmalar yürütülmektedir.
Buraya kadar Türk sistemi ile ilgili olarak anlatılanlardan, bağımsız ve
tarafsızlığının ciddi olarak sorgulanabilir olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.
Zira kolluk şikâyet mekanizmasının bağımsızlığı, en temel gereksinimlerden olup
halkın bu mekanizmaya güvenmesi bir diğer temel gereksinimdir. Kolluk şikâyet
mekanizmalarının yapısal bağımsızlığının esas olmasına özen gösterilmelidir. Polis
ve diğer kolluk kurumlarıyla içsel veya dışsal bir bağı olan kişi veya kurum
temsilcilerinin şikâyet mekanizmasında yer alması çok doğru bir yaklaşım
olmayacaktır. Bazı ülkelerde olduğu gibi, kolluk şikâyet mekanizması ekonomik
olarak bağımsız olabileceği gibi ve tüzel bir kişiliğe de sahip olması tercih edilebilir.
Şikâyet mekanizması hızlı ve çabuk hareket edebilmeli ve karar verebilmelidir.
Şikâyet mekanizmanın işleyişi açık ve şeffaf olmalıdır; mekanizmanın gizli gündemi
olmamalıdır. Şikâyet mekanizmasının ulusal, bölgesel ve yerel görev alanları açıkça
belirlenmelidir; yetki ve görev karmaşası yaşanmamalıdır.
140
Bu bağlamda, özellikle demokratik sistemlerde kurumların yozlaşmaya
uğramadan sağlıklı işleyişini devam ettirilebilmek için birçok ilkeler yürürlüğe
konulmaktadır. Bunlardan bazıları ‘açıklık’, ‘şeffaflık’ ve ‘hesap verilebilirlik’
ilkeleri sayılmaktadır. Türkiye’nin idare yapısına bakıldığında birçok alanda,
yukarıda belirtilen demokratik prensiplerin uygulanamadığı, ‘gizlilik’, ‘yasal
dokunulmazlık’ veya ‘hesap vermezlik’ durumları ile adaletin tam olarak
gerçekleşmesine imkân tanınmadığı söylenebilir. Ancak kamu düzeninin korunması
ve uluslararası demokratik gelişmişlik seviyesinin artırılması açısından, demokratik
denetim yollarının Türkiye’de de yürürlüğe konulması artık bir zorunluluk olarak
görülmelidir.
Neden Kolluk Kuvvetlerinin Sivil ve Demokratik Denetimi?
Birçok kamu kurum personeli gibi, güvenlik kuvvetleri personeli de zaman zaman
yanlış
veya
haksız
uygulamalar
yaptıkları
iddialarıyla,
şikâyetlere
konu
edilebilmektedirler. Bu tür müracaat ve şikâyetler normalde, yukarıda da bahsedildiği
gibi, kamu disiplin mevzuatı ve kurumsal hiyerarşi gereği, gerekli usuller takip
edilerek, kurum disiplin sistemi içerisinde araştırılıp bir sonuca bağlanmaktadır.
Ancak, bu tür iddiaların yerinde ve yeterince araştırılıp sonuçlandırılmış oldukları
konusunda kamuoyunda ciddi kuşkular vardır. Bu şikâyet konularında verilen
kararlar, çoğu zaman meslek dayanışmasının etkisinde kaldıklarından olumsuz
eleştirilere konu olabilmektedir. Enformasyon teknolojilerinin çok yaygın olduğu ve
yoğun olarak kullanıldığı günümüzde, artık en küçük bir olay bile mercek altına
alınarak büyütülüp, çok geniş kitlelere, çok hızlı bir şekilde servis edilebilmekte ve
farklı gündemler oluşturulabilmektedir. Bu gibi durumlarda, kamu vicdanının
rahatlatılması ve adaletin tecelli ettirildiğine dair şüphelerin son bulması açısından,
bazı modern demokratik sistemlerde, “bağımsız ve tarafsız denetim” kurumlarının
oluşturulduğu görülmektedir.
Bu çerçevede, Türk kolluk kuvvetlerinin, suçlama ve şikâyetlere konu olan
bir takım eylem ve işlemlerinin demokratik denetim yolları ile soruşturulabilmesinin,
bu kurumların hem iç kamuoyu nezdinde hem de dış dünyada yıpratıcı
propagandalara malzeme olmamaları ve kamu vicdanının tatmini açısından büyük
faydalar sağlayacağı şüphesizdir. Sonuçta bir bağımsız kurul oluşturulmasının,
141
Türkiye’nin demokratikleşmesine ve insan haklarına saygılı yönetim anlayışının
geliştirilmesine çok önemli katkılar sağlayacağı da açıktır.
Bu bağlamda burada, diğer başarılı ülke örneklerinden ve de ele alarak
çözdükleri bazı örnek olaylardan bahsedilmesi, amaçlanan hususların daha uygun
ifade edilme imkânına kavuşmuş olur. Şöyle ki, öncelikle bu birimin amacı
şikâyetleri cezalandırmak değil, yanlışların bir daha tekrarlamamasını sağlamak
olmalıdır. İngiltere’den anlatılacak birkaç örnek olay, bu birimin neler yapabileceği
açısından fikir verecektir (IPCC, 2015):
Birinci olayda, Northampton il emniyet müdürlüğü bölgesinde meydana
gelen ve İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonuna intikal eden bir
olaydır: 27 Haziran 2007 tarihinde, saat 12.30’da bir vatandaş, ambulans servisini
arayarak, evinde intihar etmek istediğini bildirir. Bu ihbar üzerine eve bir ambulans
gönderilir ve ambulans personeline şahıstan bir zarar gelmemesi açısından durum
polise de haber verilir. Polis merkezi operatörü, ambulans görevlilerinin, polis oraya
gelinceye kadar içeriye girmemelerini söyler ve bilgisayar kayıtlarına, ambulans
görevlilerine yardım edilmek üzere gidilecek 1. dereceden acil olay notu düşer.
Ancak, operasyon merkezindeki görevli, hasta bir şahsın ambulans görevlilerine
saldırmayacağını düşündüğü için ve de kendilerince müdahale edecek daha acil
olaylar olduğu gerekçesiyle, ekrana düşülen notun aciliyet derecesini 1. dereceden, 4.
dereceye düşürerek, arka sıralara atar. Evin kapısında yirmi dakika kadar bekleyen
ambulans görevlileri, evin içine girmek isteseler de giremeyince, polisi 12.45’de
tekrar arayıp yardım isterler. Ancak, bu sefer bilgisayar programındaki bir hatadan
kaynaklanan gecikmeden dolayı bu olayın tekrar 1. derecede acil sınıfına alınması
gecikir ve polis olay yerine, ilk aramadan itibaren ancak bir saat onbeş dakika sonra
varabilir. Polisin bir türlü olay yerine gelmediğini gören ambulans görevlileri, evin
kapısını kırıp içeriye girerler. Ancak, ilk ihbar ile içeriye giriş arasında geçen bir saat
içinde şahıs kendini çoktan asarak ölmüştür.
Şahsın yakınlarının, durumdan şikâyetçi olmaları üzerine, olayı araştıran
IPCC (Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu, The Independent Police Complaints
Commission) görevlileri, olayı inceledikten sonra, Northampton polisinin suç değil
ama ihmal veya yanlışlık sayılabilecek mahiyette kabahatli olduğuna karar verir. Bu
142
doğrultuda bazı personelin uyarılması, emniyet müdürlüğü bilgisayarlarındaki
program hatalarının düzelttirilmesi ve haber merkezi ve operasyon merkezindeki
çalışanların daha uyumlu çalışabilmeleri için bir takım ilave eğitimlere tabi
tutulmalarını karara bağlar. Arıca, Northampton Emniyet Müdürlüğü’nün bu
tavsiyeleri ne ölçüde hayata geçirdiğini de takibe alır (IPCC, 2008).
İkinci örnek olay: Suffolk bölgesinde, 1 Eylül 2006’da, Ian Snelling isimli
şahıs, sarhoş bir vaziyette, VK1 isimli dükkâna girerek alışveriş bahanesi ile hırsızlık
yapmak ister, ancak dükkân sahibi olayı fark edince, şahıs dükkânın tuvaletine kaçar
ve kendisini içeriye kilitler. Dükkân sahibi durumu polise haber verince, olay yerine
gelen 4 polis memuru kapıyı zorla açar ve şahsı nezarethaneye götürürler. Şahsın
durumu “sarhoş” olarak kayıtlara geçirilir ve her yarım saatte bir kontrol edilmek
üzere hücresine konur. Nezarethanede bulunan kapalı devre video kayıtlarına göre
görevliler onu her yarım saat yerine her 15 dakikada bir ziyaret ederek durumunu
kontrol ederler. Ancak, şahsın saat 13.16’daki kontrolünde, durumunun iyi olmadığı
ve solunum sorunları yaşadığı görülünce, hemen bir ambulans çağrılır ve ambulans
görevlilerinin, şahsın solunumunu düzeltmek ve hayatta kalmasını sağlamak için
gösterdikleri çabaya rağmen şahıs saat 14.16’da ölür.
Bu olay üzerine yapılan otopside, şahsın alkol yanında paracetamol ve
propanalol türü ilaçları da, aşırı dozda almak sureti ile kendi ölümüne sebep olduğu
sonucuna ulaşılır. Ancak sebep ne olursa olsun, nezarethanelerdeki ölümler otomatik
olarak IPCC’ye bildirilmek zorunda olduğu için, IPCC, konuyu araştırır. Sonuçta,
şahsın yakalandığı anda aşırı sarhoş olması ve dengesiz davranışlarda bulunması
nedeni ile ne onu ilk yakalayan görevliler ne de nezarethanedeki görevliler, onun
aşırı ilaç aldığını bilemeyecekleri ve de normal yapmaları gereken vazifelerini yerine
getirdikleri sonucuna vararak, haklarında cezai işlem yapılmasına gerek olmadığı
sonucuna varır ve durumu şahsın ailesine bir mektupla da bildirir (IPCC, 2008).
Ancak bundan sonra aynı mahiyette ölümlerin yaşanmaması için,
nezarethanelerdeki rutin kontrollerde, şahısların daha aktif olarak ayıklık
kontrollerinin yapılması ve personelin bu konuda sağlık eğitimlerinden geçirilmesi
tavsiyesinde bulunarak, bu husustaki Suffolk Emniyet Müdürlüğünün uygulamalarını
takibe alır.
143
Üçüncü örnek olay ise Dünya kamuoyu önünde cereyan etmiş, 22 Temmuz
2005 tarihli, Brezilyalı elektrik teknisyeni Jean Charles de Menezes’in bir intihar
bombacısı olduğu zannı ile Londra Stockwell Metro istasyonunda, Metropolitan
polislerince vurulması olayıdır: Bir iş için evinden çıkan Brezilyalı elektrik
teknisyeni Jean Charles de Menezes, bir suikast bombacısı olduğu şüphesi ile bir
Metropolitan Polis Anti-Terör Ünitesi tarafından takibe alınır ve onu Stockwell
metro istasyonundaki bir metro trenine binip bir koltuğa oturduğu sırada, şahitlerin
ifadesi ile üzerine atlanarak ve de hiçbir uyarı yapılmadan, doğrudan kafasına sıkılan
kurşunlarla öldürülür.
Bu olay Metropolitan Polisi’nce basına, “metro istasyonunda intihar eylemi
yapmak için gelen bir İslamcı terörist, kahraman polislerimiz tarafından amacına
ulaşamadan öldürüldü” diye de duyurulur. Ancak bu olay medyaya yansıtıldıktan
kısa bir süre sonra, yapılan detaylı araştırmalarda anlaşılır ki, bu şahıs bir intihar
bombacısı değil, gündelik işlerine giden, sıradan bir elektrik teknisyenidir ve de
Müslüman bile değil, Katolik bir Hıristiyan’dır.
Kanun gereği böyle bir olayın IPCC tarafından bağımsız olarak araştırılması
durumunda kamuoyundaki imajlarının çok ciddi olarak zedeleneceğini gören
Metropolitan Polis Müdürü Sör Ian Blair, İçişleri Bakanlığına bir yazı yazarak, bu
öldürme olayının bir terörle mücadele operasyonu olduğunu ve IPCC tarafından
araştırılmasının kendilerinin terörle mücadelesine zarar vereceği ve istihbarat
kaynaklarının hayatlarını tehlikeye atacağını gerekçe göstererek, IPCC tarafından
bağımsız olarak araştırılmasının engellenmesini ister. Bu arada Metropolitan Polis
Müdürlüğü basına; “İslamcı terörist kılıklı eylemcinin; kafasında bir beyzbol şapka,
eteklerinden kablolar sarktığı açıkça görülen bol kesimli bir pardösü ve bol kesimli
bir pantolon ile geldiği metro istasyonunda, bilet turnikelerinin üzerinden atlayıp,
trenlere doğru hızla yürürken, polisin şüphesini çektiği ve polislerin kendisini takip
ettiği, dur ihtarında bulununca kaçmaya başladığı ve bu kovalamaca devam ederken,
aniden bir metro treninin içine atladığı; bunun üzerine şüphelinin üzerindeki
bombayı patlatmasına fırsat vermemek için, üzerine atlayan kahraman polislerce
vurulduğuna” dair gazetelerde çarşaf çarşaf haberler ve TV programları yayınlatılır
(BBC News, 2005).
144
Bu olay karşısındaki İçişleri Bakanlığının tavrı, Hindistan’da 1920 yılında
yaşanan ve sadece gösteri yapan sivillere ateş açılması sonucu, yaklaşık 500 masum
insanın öldürülmesi üzerine, zamanın Savunma Bakanı olan Winston Chirchill’in,
olayı örtmek şöyle dursun, aksine üzerine giden ve gereğini yapan tavrını
hatırlatmaktadır (Belge, 2011: 49). Sonuçta Metropolitan Polis Müdürlüğünce
yapılmak istenen bütün engelleme çalışmalarına rağmen bu olay, kanun gereğince
IPCC tarafından araştırılır ve ortaya çıkan durum şudur: Brezilyalı, altından kablolar
sarkan bol bir palto ve pantolon değil; kısa bir kot-mont ve kot pantolon giymektedir.
Ayrıca şahıs bilet turnikelerden atlamamış ve normal yolcular gibi, biletini
kullanarak geçmiştir. Neticede, sıradan bir yolcu gibi kimseden kaçmadan veya
kimse tarafından kovalanmadan veya uyarılmasına sebep olacak bir davranışta
bulunmadan, herkes gibi, boş bulduğu bir koltuğa oturup yoluna devam etmek
istemiştir. Ancak, araştırmalar ortaya çıkarmıştır ki; Brezilyalının polisçe vurularak
öldürülmesine sebep olan olay kendisinden değil, polis istihbaratından kaynaklanan
bir hata sonucunda oluşmuştur. Zira Metropolitan polisi, bu öldürme olayından 4 gün
önce Londra metrosunu bombalayan Pakistan uyruklu teröristlerden birisinin,
Brezilyalının oturduğu apartmandaki dairelerden birisinde olduğuna dair bir bilgiye
ulaşır ve apartmanı gözetlemeye başlar. Charles de Menezes, Brezilyalı olması
sebebi ile Pakistanlılar gibi esmer tenlidir ve polis onu evinden çıkar çıkmaz, başka
bir intihar eylemi için harekete geçen bombacı terörist zannedip takibe alır ve
kendilerince bir boşluğunu buldukları anda üzerine atlayıp öldürmeyi planlarlar.
Çünkü intihar bombacıları, teslim olmayı pek akıllarından geçirmeyen eylemci
grubundan olduklarından dolayı, hem polis hem de halk için çok tehlikelidirler. Bu
sebeple Brezilyalıyı takibe alan polisler, onda aradıkları boş bir anı ancak, onun
metroya binip bir koltuğa oturduğu anda yakalayabilirler ve kendisine hiçbir uyarıda
bulunmadan hemen harekete geçerler. Onların Charles de Menezes’i öldürmeden
önce hiçbir uyarıda bulunmamalarının sebebi de, kendisine her hangi bir uyarıda
bulundukları takdirde, onun da diğer intihar bombacıları gibi
davranıp,
yakalanacağını anladığı anda üzerlerindeki bombayı patlatıp, hem kendisini, hem
polisleri, hem de etraftaki halkı öldürebileceğine dair kaygılarıdır (IPCC, 2007).
Sonuçta IPCC’nin çalışmaları sayesinde bu gerçekler ortaya çıkartılmış,
ilgililer mahkemeye verilmiş ve İngiltere’de bu tür olayların bir daha meydana
145
gelmemesi için Metropolitan Polis Müdürlüğüne ve bütün diğer polis birimlerine bir
takım tavsiyelerde bulunulmuş ve yürürlüğe konulmaları sağlanmıştır (IPCC, 2007).
İngiltere’den alınan bu üç örnek olay, ayrı ayrı değerlendirildiğinde, olayın
taraflarının ve kamu vicdanının rahatlatılması açısından IPCC’nin ne kadar değerli
hizmetler verdiği ve de güvenlik kuvvetlerince yapılan hata, eksiklik ve aksaklıkların
ortaya çıkarılması; hatalı personel olur ise cezalandırılmaları ve de aynı türden
olayların bir daha tekrar etmemesi için yapılacak iyileştirmeler hususlarındaki
gayretlerinin, kolluk birimleri üzerindeki faydaları anlaşılabilmektedir. Denilebilir ki,
eğer Charles de Menezes olayı IPCC’ce araştırılmamış olsa idi; belki de doğrular
asla ortaya çıkamayacak; belki de İngiliz ve dünya kamuoyu Brezilyalı elektrikçi
Hıristiyan-Katolik Charles de Menezes’i, gerçekten terörist bir eylem yapmak üzere
iken öldürülen bir intihar bombacısı ve de onu yanlışlıkla öldüren polisleri de
halklarının güvenliği için canlarını tehlikeye atan kahramanlar olarak bilmeye devam
edeceklerdi. Ayrıca, IPCC’nin soruşturmaları sayesinde Metropolitan polisi ve bütün
İngiliz polisleri bundan sonra yapacakları operasyonlar konusunda çok daha dikkatli
olmak ve operasyonel yöntemlerinde değişiklik yapmak zorunda kalmışlardır. Her ne
kadar ölüler kendilerini savunamasalar da IPCC sayesinde gerçeklerin ortaya
çakması, İngiliz polislerini operasyonları esnasında birilerini vururken iki kez
düşünmeye zorlayacaktır. Çünkü IPCC sayesinde halk daha uyanık hale gelmiştir
(Davies&CroallTyrer, 2010: 173).
Bu üç örnek olayın benzerlerinin Türkiye’de de her gün yaşandığına şahit
olunmaktadır. Ancak Türk kolluk kuvvetlerinin tavrı da, bu olayların çözülmesi ve
sorumluların cezalandırılarak bir daha benzeri olayların olmamasından ziyade,
Londra İl Emniyet Müdürlüğüne benzediği söylenebilir. Burada sayısız örnek
sıralamak mümkündür. Yukarıda da kısmen bahsedildiği gibi, kolluk kurumunun alt
kültürü, hemen hemen her meslekte olduğu gibi, arkadaşını, meslektaşını, her
halükarda koruma anlayışını gerektirmektedir. Zira bugün o arkadaşının başına gelen
olay veya yaptığı o hatayı, bir başka gün kendisi de yapabilecek olan bir kolluk
mensubu, gerçeklerin ortaya çıkması konusunda isteksiz olması gayet doğaldır.
Bunun yanında, Türk Yönetim geleneğinden gelen, “kol kırılır yen içinde kalır”
anlayışını da hatırlamak gerekir. Birçok konu, hukuka intikal ettirilmeden, kurum
146
içinde, kendi aralarında halledilmektedir. Bu durum, kısa vadede kurum
çalışanlarının menfaatine olsa da, uzun vadede hiç de öyle olmamaktadır. Özellikle
bilişim teknolojisinin geldiği seviye de dikkate alındığında, hiçbir gerçek uzun süre
gizli kalmadığından, hem kurumlar hem de kişiler yıpranmaktadır. Önemli bir husus
da; kolluk birimleri, diğer kamu örgütlerinden farklıdırlar ve yüklendikleri görev
dolayısıyla farklı ve üstün yetkilere sahiptirler. Bu da onları, diğerlerine göre daha
hassas bir konuma koymaktadır (Çevik&Göksu&Filiz&Gül, 2010:125)
Bu bağlamda, yaşayan sistemler olan ve çevrelerindeki değişim ve
gelişmelere duyarlı olan devlet denilen mekanizmalar, gerekli önlemleri yavaş da
olsa almak zorunda kalıyorlar. Türkiye devleti de son yıllarda, kamu yönetimi
alanında dünyada meydana gelen bu ve benzeri gelişmelerden etkilenmektedir ve
kendi sistemi doğrultusunda önlemlerini almaktadır. Bu kapsamda, kolluk
hizmetlerinin yürütülmesinden sorumlu bakanlık olan İçişleri Bakanlığı bir çalışma
başlatarak, önemli bir projeyi yürütmüştür. Bu çerçevede, TBMM Başkanlığına,
Bakanlar Kurulu tarafından bir Kanun Tasarısı sunulmuştur. Kanun Tasarısının adı,
“Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısıdır.” Teklif ilgili Meclis komisyonlarında ele alınarak
Meclis Genel Kurulunun gündemine sunulmuştur (TBMM, 2014).
Tasarı ile İçişleri Bakanlığı Müsteşarının başkanlığında Kolluk Gözetim
Komisyonu oluşturulması öngörülmekte; bir taraftan kamuoyunun ve kolluk teşkilatı
personelinin kolluk şikâyet sistemine güven duygusunun daha üst seviyelere
taşınması hedeflenmekte, bir taraftan da kolluk görevlileri hakkında yapılan
şikâyetlere ilişkin kayıt ve soruşturma sistemlerinin mevcut yasal altyapısının
Avrupa Birliği standartlarına ulaştırılması amaçlanmaktadır.
Avrupa Birliği üyeliğine adaylık süreci ve katılım müzakereleri çerçevesinde,
kolluk gözetim komisyonu kurulması gereği, Avrupa Komisyonu tarafından
hazırlanan İlerleme Raporlarında ve Katılım Ortaklığı Belgelerinde yer almıştır.
Türkiye’de bağımsız bir kolluk gözetim komisyonu kurulması hususu 2008 Katılım
Ortaklığı Belgesinde kısa vadeli öncelikler arasında sayılmış ve Türkiye 2007
İlerleme Raporunda “Türkiye’nin güvenlik güçleri tarafından insan hakları ihlalleri
yapıldığına dair iddiaları daha kapsamlı bir şekilde incelemesi gerektiği” belirtilmiş,
147
2010 İlerleme Raporunda da, Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın
TBMM’ye
sunulmuş
olması
olumlu
bir
gelişme
olarak
değerlendirilmiştir. 2008 yılı Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin
Türkiye Ulusal Programı’nda ise işkencenin ve kötü muamelenin önlenmesi, kolluk
birimlerinin daha etkin, verimli ve hesap verebilir bir şekilde çalışmasını teminen,
ilgili kurumlar tarafından adli, idari ve kurumsal tedbirler alınması öngörülmüştür.
Gene kolluk gözetim komisyonu kurulmasına ilişkin kanun tasarısının hazırlanması
hususu, Türkiye’nin Katılım Süreci için AB Stratejisi 2010-2011 Eylem Planı’nda da
yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde yer alan “yaşam hakkı” ve 3. maddesinde yer
alan “işkence ve kötü muamele yasağı” ile ilgili olarak açılan davaların bazılarında,
Türkiye aleyhine karar verilmesinin temel gerekçesi olarak, yapılan şikâyetlerin
incelenmesinin ve araştırılmasının bağımsız merciler tarafından yapılmıyor oluşunu
göstermiştir.
Kanun Tasarısının genel gerekçelerine bakıldığında görülecektir ki (TBMM,
2014); 3152 sayılı “İçişleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun”un
2. maddesi uyarınca, Bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle,
İçişleri Bakanlığı, ülkenin iç güvenliğini ve Anayasada yer alan temel hak ve
özgürlüklerin korunmasını sağlamaktadır. Bakanlık bu görevlerini kendisine bağlı
kuruluşlar olan Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı eliyle yerine getirmektedir. Kolluk, kamu düzenini sağlamaya
yönelik bir kamu hizmeti faaliyetidir. Polis, Jandarma ve Sahil Güvenlik
mensuplarına durdurma, önlem araması ve silah kullanma gibi yetkiler başta olmak
üzere, diğer kamu görevlilerinde bulunmayan bir takım yetkiler tanınmıştır. Özellikle
zor ve silah kullanma yetkilerinin ölçülülük ilkesi dâhilinde kullanılması büyük
önem arz etmektedir. Bu yetkiler kullanılırken yasal sınırın dışına çıkılması, insan
hakları ihlallerine sebep olabilmektedir. Bu tür durumlarda, öldürme, yaralama,
işkence gibi fiillerin vuku bulduğuna dair şikâyetler gelebilmekte ve bu tür ihlaller
yazılı ve görsel basında da yer alabilmektedir. Vatandaşın kolluğa duyduğu güvenin
zedelenmemesi için bu tip suçlar teftiş kurullarınca soruşturulmaktadır. Ancak
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, Türkiye’de bu tür insan hakları
ihlallerinde yapılan soruşturmaların ve önlemlerin yetersiz olduğu belirtilmektedir.
148
Tasarı ile bir yandan kamuoyunun ve kolluk personelinin kolluk şikâyet sistemine
olan güveninin yükseltilmesi, bir yandan da kolluk şikâyet sisteminin Avrupa Birliği
standartlarına uygun hale getirilmesi hedeflenmektedir. Tasarı ile kolluk hakkında
yapılan şikâyetlerin, gene kolluk personelince soruşturulmasının önüne geçilmekte,
soruşturma yetkisinin Bakanlığın teftiş kuruluna bırakılması sağlanmaktadır.
Kurulacak Komisyon, üst düzey kamu görevlilerinden, üniversite öğretim
üyelerinden ve serbest avukatlardan oluşacaktır. Soruşturmalar mülkiye müfettişleri
marifetiyle yapılacaktır.
Dahası, 2003 yılında Hükümet tarafından, Türkiye’deki reformların etkin
şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla kurulan Reform İzleme Grubu’nun 16
Mart 2012 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen 25. toplantısının basın bildirisinde
belirtildiği gibi, “insan haklarının güçlendirilmesi ve insan hakları konusuna
bütüncül bir yaklaşımı devlet düzenimize yerleştirmek” amacıyla bu Tasarı
hazırlanmış; Avrupa Birliği müktesebatı incelendiğinde, konuya ilişkin olarak ortak
bir Avrupa Birliği düzenlemesi olmadığını, konu en iyi ülke uygulamaları temelinde
ve Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin koyduğu ilkeler ışığında incelenmiştir.
Yasa Tasarısı oluşturulurken ayrıca, Türkiye-AB Mali İşbirliği 2005 programlaması
çerçevesinde İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülen “Türk Ulusal Polisi ve
Jandarması için Bağımsız Kolluk Şikâyet Komisyonu” başlıklı projenin çıktılarından
da faydalanılmıştır (TBMM, 2014).
Türkiye İçin Önerilen Kolluk Gözetim Komisyonu ve Değerlendirilmesi
Yukarıda da kısaca temas edildiği gibi, Bakanlar Kurulu tasarısı olarak TBMM’ne
gönderilen metne bakıldığında, oluşturulan Kolluk Gözetim Komisyonu’nun kolluk
birimlerinden bağımsız olarak oluşturulduğunu söylemek mümkündür. Tasarıya göre
Komisyonun başkanı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarıdır. Üyeleri ise Bakanlık I. Hukuk
Müşaviri, Teftiş Kurulu Başkanı ile Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü,
üniversite öğretim üyeleri arasından gösterilen adaylar arasından Bakanlar Kurulunca
seçilecek bir ceza hukukçusu ile yine adalet Bakanının göstereceği adaylar arasından,
Bakanlar Kurulunca seçilecek bir avukattan oluşuyor. Üyeliğin süresi dört yıl,
yeniden seçilmek de mümkündür. Seçilenler, görev süresince görevden alınamazlar.
149
Komisyon üyeleri soruşturmaları bizzat yapmayacak, bu işler İçişleri
Bakanlığı Teftiş Kurulunca, sadece bu konularda yetiştirilmiş ve uzmanlaşmış
mülkiye müfettişlerince yapılacaktır.
Komisyonun görevlerine baktığımızda, kolluk birimleri personeline ceza
uygulamaktan daha çok gözetim, denetim ve yol göstericilik olduğunu söylemek
mümkündür.
Her şeyden önce, mevcut sisteme göre önerilen sistemin çok daha bağımsız
olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca, ciddi soruşturmaların kolluk birimleri
yerine mülkiye müfettişlerince soruşturulacak olması da oldukça olumlu bir adım
olarak kabul edilebilir.
Ancak bazı hususlara şüphe ile yaklaşmakta da fayda var. Şöyle ki:
a-Komisyonun başkanı, bakanlığın en üst bürokratı olan müsteşardır ve
dolayısıyla bakanlığın en meşgul kişisidir. Onca işinin arasında, bu kadar önemli bir
konuya yeterince vakit ayıramayacağını tahmin etmek mümkündür. Bunun yerine,
sadece işi bu olan bir başkan düşünülebilirdi. Burada, Komisyonun alacağı kararların
uygulanabilirliğine ve kabul edilebilirliğine katkısı olmasının amaçlandığını tahmin
etmek mümkündür.
b-Daha sonraki bölümde anlatılacağı gibi, İngiltere&Galler Bağımsız Polis
Şikayetleri Komisyonu üyelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de üyelikler tam zamanlı
olabilir. Zira herkesin de bildiği gibi, öngörülen üyelik sisteminde üyeler sadece
toplantılara katılmakla yetinerek, raportörlerin verdiği bilgilerle yetinecek, diğer
zamanlarda asli işleriyle uğraşmak zorunda kalacaklardır ve de kolluk gözetim
sistemine yeterince katkıda bulunamayacaklardır.
Hâlbuki bunun yerine, özellikle adliyeden, mülkiyeden veya kolluk
birimlerinden emekli olmuş ve altmış beş yaşını doldurduğu için bir daha memurluğa
atanamayacak ve bu konulara da ilgili, üç beş akil kişi bulunup, Komisyonda sürekli
çalıştırılabilse daha isabetli olabilirdi. Zira bu kişilerin yol göstericiliği sayesinde
nice yanlışların önü kesileceği için, bunlara verilen az miktardaki ücretlerin kat kat
karşılığı alınmış olacaktır.
150
c-Komisyonun ve çalışma sisteminin büyük oranda İçişleri Bakanlığı
bünyesinde oluşturulması da ayrı sıkıntılara sebebiyet verebilecektir. Bir kere
herkesin bildiği gibi, mülkiye müfettişleri, görevlerini en iyi şekilde yapmayı
amaçlamanın
yanında,
en
kısa
zamanda
da
bir
ile
“vali”
olmayı
da
amaçlamaktadırlar. Hâlbuki soruşturacakları kişi ve birimler de onları vali olarak
önerecek “Bakan” tarafından atanmakta ve yönetilmektedir. Onlara karşı isnat
edilecek her kusur aynı zamanda “Bakan”a da atfedilmiş olacaktır. Bu durumda, hele
bir de Türkiye’nin çok partili hayatın başından beri aşırı politize olmuş yapısı da
dikkate alınırsa, mülkiye müfettişlerinin, bakanla çelişmeleri ve sonuçta vali olma
ihtimallerini azaltmaları sözkonusu olacaktır. Bunu bildikleri için de “tarafsız” olma
konusunda isteksiz davranacaklarında kuşku yoktur.
Burada anlatılanlar ışığında, mevcut Tasarı henüz TBMM’nde tasarı şeklinde
olduğundan değiştirilmesi için vakit olduğu anlamına gelmektedir. Burada
önerilebilecek hususlar, kurulacak bu birimin bağımsız ve tarafsız bir yapıya sahip
olmasıdır. Soruşturmacıların, soruşturmaları etkin bir şekilde yürütebilmesi ve
soruşturmaların topluma güven verebilmesi ancak oluşturulacak bağımsızlık ve
tarafsızlıkla sağlanabilir. Kurulacak sistemde diğer önemli bir husus ise şikâyetler
konusunda sistemin hem şikâyet edenler hem de şikâyet edilenler açısından adil
olmasıdır. Sistemin, sürece dâhil olan herkes tarafından tam olarak anlaşılabilmesi
için, sistem net bir şekilde açıklanmalı ve anlatılmalıdır. Şikâyet sistemine
başvurunun ve erişiminin kolay, basit olması ve tüm vatandaşlar tarafından serbest
bir şekilde başvurunun yapılabilmesi sistemin temel ilkelerinden olmalıdır. Şikâyet
sisteminin, gerek toplum tarafından gerekse kolluk personeli tarafından açıkça
anlaşılabilmesi için şeffaflık ve açıklığın sağlanması gerekir. Oluşturulacak yapı,
farklılığa ve çeşitliliğe önem vermelidir. Sistemin yapmış olduğu iş ve işlemlerden
dolayı hesap verebilir olması gerekir.
Bir önemli husus da, kurulacak bu birim, sadece polis, jandarma ve sahil güvenlik
gibi
genel
kolluk
birimlerini
değil,
yapılan
işin
hassasiyetine
binaen,
İngiltere&Galler örneğinde olduğu gibi, bütün kolluk birimlerini kapsamalıdır.
Özetle, tam da yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, yeni kurulacak şikâyet
sistemi, mevcut olan bir kurum içerisinde ek görev, yetkiler ve sorumluluklar
151
verilerek değil, son yıllarda oluşturulan bağımsız kurullar gibi, tamamen yeni bir
kurum olarak oluşturulmalıdır. Oluşturulacak bu kuruma/kurula yapılacak yasal
değişikliklerden sonra, görevini yerine etkili olarak getirebilmek için yeni görev,
yetki ve sorumluluklar verilmelidir. Kurumun karar ve yürütme organı tabi üyelerden
ve atanmış üyelerden oluşan her biri kendi alanında otorite sahibi kendi alanında
kendini ispatlamış, kolluk personeli olarak çalışma geçmişi olan veya olmayan
ehliyetli ve liyakatli kişilerden oluşan üyelerin oluşturduğu bir kurul tarafından
gerçekleştirilmelidir. Başka ülkelere bakarak, ille de kolluk geçmişi olan birileri
olmasın demenin ülke şartlarına çok uygun olmadığı da söylenebilir. Bunlar
çoğunlukta olmamalıdırlar ama adaletli, dürüst, tarafsız kalabilecek birkaç emekli
kolluk mensubunun burada olmasının, sistemin kolluk birimlerince benimsenmesini
kolaylaştıracak bir işlev de göreceği unutulmamalıdır.
Soruşturmaları, Kurul tarafından atanan soruşturma tecrübesine sahip
bağımsız soruşturmacılar yapmalıdır. Oluşturulacak sistem, ciddi şikâyetlerin
soruşturulması yanında, kolluk personeli ile ilgili tüm şikâyetleri kayıt altına alma ve
alınan bu kayıtlardan yıllık raporlar hazırlama gibi görevler de ifa edebilir. Çünkü
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, 1999 yılında 50 vakayı incelemiş ve polisin
karıştığı ölüm ya da kötü muamele iddialarıyla ilgili soruşturmaların genellikle
yüzeysel ve yetersiz olduğu, soruşturmalarda kanıt ya da tanık aranmadığı, kusurlu
adli ve tıbbi incelemelerin söz konusu olduğu ve anlamlı bir soruşturma yürütmede
isteksizlik olduğu kararına varmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu durumun halen
devam ettiğini, söz konusu raporda örnek vakalarla tespit etmiştir. Bu tespite göre,
bugün de hâlâ savcılar birçok vakada iddialara konu olan memurları sorgulamamakta
ve ifadelerini almamakta, gözaltı kayıtlarındaki çelişkileri araştırmamakta, görgü
tanığı veya olay yeri adli inceleme delilleri gibi kanıtların peşine düşmemekte,
mağdur veya tanıkların ifadelerine geç başvurmakta, görünür kötü muamele izlerini
ya da şikâyetleri dikkate almamakta; sıklıkla polis ile ilgili soruşturma yürütmek
yerine olayın mağdurlarına karşı TCK’nın 265. maddesine istinaden “kamu
görevlisine mukavemetten” kovuşturma başlatmakta; gözaltına alınanların yeterli
uzmanlığı olmayan sağlık görevlilerince muayene edilmesini mesele etmemekte,
yetersiz adli tıp incelemeleri üzerine gitmemekte; tüm kanıtlar elde edilmeden
kovuşturma ya da görevsizlik kararı vermektedirler (Berksoy, 2013: 47).
152
Sonuç olarak, oluşturulacak bu birim ister kurul, ister komisyon olsun,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına dayanarak, kolluk denetimi yapan
benzer komisyonların sahip olması gereken beş temel ilkeye uygun olmalıdır
(TBMM, 2014): Soruşturmayı yürütenler ile hakkında şikâyet bulunanlar arasında
kurumsal yahut hiyerarşik bir bağ bulunmaması gerekir (Bağımsızlık İlkesi);
Soruşturmanın
yeterli
delil
toplama
kapasitesi
olması
(Yeterlilik
İlkesi);
Soruşturmanın hukuk devletine güveni sağlayacak şekilde hızlı gerçekleştirilmesi
(Sürat İlkesi); Usuller ve karar alma sürecinin şeffaflığı (Şeffaflık İlkesi) ve Şikâyette
bulunanın da sürece dâhil edilmesidir.
2.2.2.10. Türkiye’de Siber Güvenlik
Türkiye’de siber güvenliğin sağlanması, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı’nın görev ve sorumluluğundadır. Siber güvenlik konusu çok yeni bir konu
olduğundan, yeterince çalışılmadığını söylemek mümkündür. İç güvenliği de, hem
doğrudan hem de dolaylı olarak yakından ilgilendirdiğinde kuşku yoktur. Zira
günümüzde neredeyse bütün kamu örgütleri, mobil telefonlar, kurumsal web
sayfaları, her türlü resmi yazışmaların yapılması ve arşivlenmesi açısından siber
güvenliğe ileri derecede muhtaç durumdadır. Ayrıca, iç güvenliğin sağlanmasının
çok özel önem arz ettiği, depremler veya büyük seller gibi doğal afetler, ya da büyük
terör saldırıları durumunda, alınacak tedbirler, zanlıların yakalanması ve delillerin
toplanabilmesi açısından da siber güvenlik büyük önem arz eder. Hatırlanacağı gibi,
Türkiye’de 1999 yılında Marmara Bölgesinde meydana gelen büyük deprem
esnasında hem GSM operatörleri, hem de telsizler bir müddet hizmet dışı kalması
dolayısıyla, felaketin etkilerinin daha da büyümesine, alınacak önlemlerin ve
kurtarma çalışmalarının gecikmesine sebebiyet vermiştir.
Bu ve benzeri gerekçeleri göz önünde bulunduran Türkiye hükümeti, 20
Ekim 2012 tarihinde bir Bakanlar Kurulu kararı yayınlayarak, bu sahadaki gerekli
düzenlemeleri yaptı (RESMİ GAZETE, 20.10.2012). Bu kararın amacı, kamu kurum
ve kuruluşlarınca bilgi teknolojileri üzerinden sağlanan her türlü hizmet, işlem ve
veri ile bunların sunumunda yer alan sistemlerin güvenliğinin sağlanmasına ve
gizliliğinin korunmasına yönelik tedbirlerin alınması ile bilgi ve iletişim
153
teknolojilerine ilişkin kritik altyapıların işletiminde yer alacak gerçek ve tüzel
kişilerce uyulacak usul ve esasları belirlemektir.
Bu kararla birlikte, siber güvenlikle ilgili olarak alınacak önlemleri
belirlemek, hazırlanan plan, program, rapor, usul, esas ve standartları onaylamak ve
bunların uygulanmasını ve koordinasyonunu sağlamak amacıyla; Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanının başkanlığında Dışişleri,
İçişleri,
Milli
Savunma, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlıkları müsteşarları, Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Genelkurmay
Başkanlığı Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanı, Bilgi Teknolojileri ve
İletişim Kurumu Başkanı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanı, Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanı, Telekomünikasyon İletişim
Başkanı ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanınca (UDHB) belirlenecek
bakanlık ve kamu kurumlarının üst düzey yöneticilerinden oluşan Siber Güvenlik
Kurulu kurulmuştur.
Hem bu kurulun hem de siber güvenlikle ilgili iş ve işlemlerin yürütülmesi
ile ilgili olarak Bakanlık bir tebliğ yayınlamıştır. Bu tebliğe göre (UDHB, 2014),
Siber Olaylara Müdahale Ekipleri (SOME) kurulacak, bu ekipler de belirlenen
prensipler ışığında çalışmalarını yürüteceklerdir. Diğer resmi kurumlar, kendi
bünyelerinde SOME kurabilirler. Bu durumda, kurumsal SOME’lerin kuruluşunun
eşgüdümü Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yürütülür.
Siber güvenlikle ilgili diğer önemli aktör ise Milli İstihbarat Teşkilatı’dır.
Buna göre, 17 Nisan 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6532 sayılı kanun ile
MİT kanununda ciddi değişiklikler olmuştur. Özellikle MİT’e yeni görev ve yetkiler
de verilmiştir ki, bunlardan siber güvenliği ilgilendireni; “dış istihbarat, millî
savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her
türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak
suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen
istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak”tır.
Siber güvenlik, birçok yönü olan, yeni bir güvenlik alanı olduğundan, kolluk
birimleri açısından önemi açısından henüz net bir değerlendirme yapmak mümkün
154
gözükmemektedir. Özellikle polis ve jandarma, kendi görev sahalarında gerekli
tedbirleri ve yasal önlemleri almak için çalışmalar yaptıkları görülmektedir.
Bu ikinci bölümün sonunda, bütün anlatılanlar ışığında özetlemek gerekirse;
ikinci bölüm göstermiştir ki, Türk devlet geleneği, halka ve sivil topluma karşılık
“güçlü devlet” geleneğine sahip devletlerden olup, her daim resmi bir ideolojisi
olmuştur.
Türk bürokrasisi ise bütün sivilleştirme çabalarına rağmen hala daha
temelde militarist bir bürokrasidir. Bunun iki temel sebebi; bürokrasinin, Osmanlıdan
beri, modernleşmesini askeri bürokrasi öncülüğünde
bürokrasinin
Cumhuriyet
döneminde,
darbeler
yürütmesi
ve askeri
ülkeyi
yoluyla
doğrudan
yönetmesidir. Bürokrasinin diğer temel özellikleri, merkeziyetçi, güçlü ve
imparatorluk geleneklerine de sahip, elitist bir karakter çizmesidir.
Bu devlet ve bürokrasi gelenekleri ve özellikleri ile oluşan Cumhurbaşkanı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Bakanlar Kurulu, Başbakan, Milli Savunma
Bakanlığı (MSB), İçişleri Bakanlığı ve bunlara bağlı faaliyet gösteren başta MGK,
TSK, EGM, JGK, SGK ve MİT ile mülki idare amirleri en önemli Türk iç güvenlik
bürokrasisi aktörleridirler. Bunların yanında Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü,
Orman
Genel
Müdürlüğü
(OGM),
Belediye
Zabıtası,
Adalet
Kurumları,
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), Mali Suçları Araştırma Kurulu
(MASAK) gibi kişi, kurul ve kuruluşlar ve onlara bağlı birimler de, diğer
görevlerinin yanında, iç güvenlikte önemli görev ve yetkileri olan birimlerdir.
Türk
kolluk
görevlileri,
yasal
haklar
ve
yasaklar
bağlamında
değerlendirildiğinde ve Türk İç Güvenlik Aktörlerinin Sivil Denetim ve Gözetimi
geniş bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, diğer bir deyişle, bu birimlerin görev ve
yetkilerinin değerlendirilmesinden anlaşılacağı gibi Türkiye, çağdaş her demokratik
ülkede olması gereken bütün kurumların neredeyse tamamına sahiptir ve işleyen bir
sistemi
vardır.
Sistemini
yenilemeye
ve
geliştirmeye
de
istekli
olduğu
değerlendirmesi yapılabilir. Çünkü Türkiye demokratik bir devletin gerektirdiği
kurumları kurmuş ve faaliyete de geçirmiştir. Zira Türkiye, çok partili siyasal bir
sisteme, demokratik seçim sistemine ve Avrupa Birliği mevzuatına uyum
gösterebilecek bir yönetim sistemine sahiptir.
155
İşte bundan dolayı Türkiye, gerek tarihi mirası, gerekse temel hak ve
özgürlüklere verdiği güvence ve demokratik kurumlarıyla, önemli bir mesafe
almıştır. Bunu yaparken de bütün bürokratik kurumları buna uyum sağlamak
durumunda kalmışlardır. Gelinen bu aşamada Türkiye’nin ve ürettiği kurumlarının,
demokrasiden başka bir alternatifi de yoktur.
Bütün
bu
gelişmeler,
Türkiye'nin
yönetim
tarihi
de
göz
önünde
bulundurularak genel bir değerlendirme yapılacak olursa, kolluk birimleri de dâhil
olmak üzere, bütün bürokratik yapılanmaların, diğer örgüt yapılanmaları gibi bir
gelişim seyri içerisinde olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Bu gelişim sürecinin halen
devam etmekte olduğu, yaşanan son gelişmelerle birlikte kendini göstermektedir.
156
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İNGİLTERE-GALLER’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ
Bu bölümde, önceki bölümle paralel olarak İngiliz Kamu bürokrasisi ele alınarak,
İngiliz devlet geleneği ve özellikleri ile bürokrasisinin genel özelliklerine temas
edilmiş, ardından, İngiltere-Galler iç güvenlik bürokrasisi aktörleri; tarihsel gelişim
süreçleri, teşkilatlanmaları, iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetkileri açısından ele
alınıp değerlendirilmiştir.
3.1. İNGİLTERE-GALLER’DE BÜROKRASİ
Bu bölümde, Birleşik Krallık ve ona bağlı alt devletler mahiyetinde olan İngiltereGaller ile ilgili gerekli bazı bilgiler verilerek, İngiltere kamu bürokrasisine kısaca
temas edilecektir. Çünkü her ülkenin iç güvenlik bürokrasisi, diğer bürokratik
kurumlarda olduğu gibi, o ülkenin özel şartlarında geliştiğinden, bu özellikleri göz
önüne alınarak değerlendirilmelidir.
2014 ortalarında nüfusu tahminen yaklaşık 64 milyondur (ONS, 2014).
Zaman zaman iç karışıklıklar ve iç savaşlar yaşamış olsa da, 1066’da Normanlar’ın
adayı fethi (Toynbee, 1976:440) sonrası bir dış istila, işgal ve hatta bir işgal
teşebbüsü bile yaşamamış ve doğal bir ada olan Britanya ve onun üzerinde
kurulmuştur. Belge’nin de dediği gibi, bir kere ada olduğu için doğal olarak koruma
altındadır ve bunun sonucu olarak da çok büyük bir ordu beslemek zorunda değildir
(2011:30). Bunun çok büyük avantajları olduğunda kuşku yoktur: Bir kere, ülkenin
ekonomik kaynakları, verimsiz bir saha olan silahlanmaya ve büyük bir ordu besleme
yerine, daha verimli sahalara, büyük altyapı yatırımlarına, ticarete vb sahalara doğal
olarak yönelmiştir. Bir diğer çok önemli fayda ise, ortada çok büyük ve her yerde
örgütlenmiş bir “ordu” olmayınca, ülke yönetim geleneği, ordu ve dolayısıyla asker
müdahalesi olmadan, adeta tamamen sivil güçlerin eliyle şekillendi. Bunun
sonucunda da, özellikle Türkiye ile kıyaslandığında çok daha sivil bir devlet idaresi
ortaya çıktı (Belge, 2011:27-50).
BK, etnik ve dini açıdan çoklu bir toplumdur. Tarihten gelen ana ırklar başta
İngilizler, İskoçlar, Galliler ve İrlandalılar iken, özellikle sömürgelerden sonra
157
onlarca ayrı ırk ve dinden insan barındırmaktadır. Etnik grupların başında
Pakistanlılar, Hindistanlılar, Bengaller ve diğer ırklar gelirken, din olarak da büyük
bir çoğunluk İngiliz Anglikan Kilisesi’ne mensupken, ülkede Katolik, Protestan,
Metodist gibi Hıristiyanlık mezheplerine mensuplar da vardır. Ayrıca Müslümanlar
ve Sikh’ler de önemli bir yekûn teşkil eder (ONS, 2014). Hemen hatırlanmalıdır ki,
Avrupa’da ilk ve tek milli kilise İngilizlere aittir ve Sekizinci Henry ve ondan sonra
gelen üç Kral veya Kraliçe tarafından kurulmuştur (Davies, 1998:545).
Dört alt devletten meydana gelir: Büyük Britanya adasında yeralan, İngiltere,
İskoçya ve Galler ile İrlanda Adası'nda yeralan Kuzey İrlanda (TurpinveTomkins,
2011:210). Krallık'a ait, Wight Adası, Lundy, Scilly Adaları, Anglesey ve Hebrid
Adaları, Orkney Adaları ve Shetland Adaları gibi irili ufaklı birçok ada vardır ki,
bunların bir kısmında, BK idari sisteminden farklı sistemler uygulanmaktadır
(Boylan-Kemp, 2011:3-4).
İskoçya ve Kuzey İrlanda’da uygulanan hukuk düzenleri, hem tarihi, hem de
siyasal açılardan oldukça farklılık gösterirler. Çünkü İskoçya Birleşik Krallığa 1707
yılında, İrlanda ise 1800’lerin başında katılmıştı (Turpin ve Tomkins, 2011:222). Bu
sebeple, bu çalışmada, daha çok, aynı sisteme sahip olan ve 1536’dan beri aralarında
birleşme anlaşması olan ve BK ülkesinin, nüfus ve coğrafya olarak büyük bir
kısmına hâkim olan İngiltere-Galler yönetim yapıları esas alınacaktır (Moran,
2005:474; Turpin ve Tomkins, 2011:245). Bununla beraber, Türkiye’deki kullanımın
da etkisiyle, zaman zaman Birleşik Krallık (BK), İngiltere veya Britanya isimleri
aynı anlamda kullanılacaktır.
İngiltere ve Galler sistemleri ve yönetim yapıları birbirine çok yakındır ve
hemen hemen aynı hukuk sistemine tabidirler ki, bu sistemin adı aslında İngiliz
sistemidir (Peele, 2004:1-16). Zira her ne kadar birleşme anlaşması 1536 yılında
imzalanmış olsa da, Galler ondan önce de İngiltere’nin yönetim ve hâkimiyeti altında
idi. O anlaşma, fiili duruma hukukilik kazandırmıştı. Buna karşın, 1707 yılında
İskoçya, Edinburgh’da bulunan kendi parlamentosunu feshederek, İngiltere ile
birleşme anlaşmasını imzalamış ve her dönem Londra’daki Parlamentoya üye
göndermeyi kabul etmiştir. Aynı şekilde İrlanda da, 1800 yılında Dublin'deki
parlâmentoyu
ilga
ederek
(Turpin
ve
Tomkins,
2011:253),
Londra’daki
158
Parlamentoya katılmış olduğundan, farklı hukuki altyapıya ve statüye sahiptirler. Bu
farklılıkta, 1997 yılında çıkarılan ve İskoçya ile Kuzey İrlanda’ya geniş bir özerklik
tanıyan ve BK hukuk sistemi içinde, anayasal değişiklikler içeren Özerklik
Kanunu’nun (Devolution Act) da önemli rolü vardır (Peele, 2004:1; Boylan-Kemp,
2011: 4). Bu kanunla Galler’e de kısmi özerklik verilmiştir ve orada da yasama
görevi yapacak bir Meclis kurulmuştur ama bu daha çok yönetmelik mahiyetinde
yasama işlevidir. Buna karşın İskoçya ve Kuzey İrlanda, savunma ve ekonomi
konuları hariç, kendi iç hukuki düzenlemelerini yapma, yani kendi yasal
düzenlemelerini yapma haklarına kavuşmuşlardır ve daha da önemlisi, bu iki ülke, bu
kanunla birlikte, Londra’dan ayrı hükümetlere ve ayrı ayrı yönetim yapılarına
kavuşmuşlardır (Peele, 2004:61-64).
Buna karşın İngiltere ve Galler, Birleşme Anlaşmasının imzalandığı 1536’dan
önce ve sonra, çok sıkı bir ilişki içinde olduklarından, büyük oranda ortak bir sistem
kurmuşlardır ve eğitimden sağlığa, kilise yönetiminden polis yönetimine, bu iki
ülkede aynı hukuk ve idare sistemi uygulanmaktadır ve iki ülkenin resmi dilleri de,
hem Galce hem de İngilizce’dir (Moran, 2005:474; Boylan-Kemp, 2011:4).
Britanya adasında iç barış sağlanınca, özellikle 1707 yılında İskoçya ile
yapılan Birleşme Antlaşması ile BK’ın bir Dünya gücü olma yolunda hızlı adımlarla
ilerlediği görülmektedir (Ross, 2007:221-253). Bir Dünya gücü olmak için tabii ki
büyük bir silahlı güce ve bunu besleyecek büyük bir ekonomiye ihtiyaç vardır.
Özellikle de deniz aşırı kıtalarda sömürgeler ve koloniler kurduğu için buna daha da
çok ihtiyacı vardı. İçerdeki tehditleri bertaraf etmenin de avantajıyla, ticarete
yöneldiklerini ve kısa zamanda Dünya ticaretinde söz sahibi oldukları görülmektedir
(Belge, 2011:32-33).
İngiltere’in veya bütün BK’ın güvenlik sorunları, genel olarak içeriden
kaynaklanan güvenlik sorunlarıdır. Şimdilerde bitmiş olsa da, 60’larda başlayan
İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İrish Republican Army, İRA) terörü ülkeyi 90’ların
sonuna kadar etkilemiştir. Şimdilerde ise özellikle 2001, 11 Eylül ABD New York
terör saldırısı ile birlikte ve de Soğuk Savaş Dönemi’nin sona ermesiyle, artan terör
saldırıları veya terör saldırı tehditleri, ülkenin dışarıdan da gelen tehditlere açık
olduğu anlamına gelmektedir. Zaten aşağıda da değerlendirileceği gibi, iç güvenlik
159
örgütleri de, gelen bu tehditlere paralel olarak sürekli yapılandırılmaktadır. Ulusal
Suç Ajansı (NCA) gibi bir birimin kurulması, bunlardan sadece birisidir.
Türkiye ile İngiltere-Galler’in, genel güvenlik ve iç güvenlik problemleri,
büyük oranda benzerlik arz eder. Ancak suç profili, suç çeşitleri değişebilir. İngiltere
dâhilinde en çok işlenen suçlar; aile içi şiddet olayları, gasp ve hırsızlık, kaynağı
belirli veya belirsiz şiddet olayları ile cinayet, dolandırıcılık, anti sosyal davranışlar
gibi suçlar olup, Türkiye’deki suç ve suçlu profiline benzemektedir. Ancak oranlar
tabii ki farklılık arz eder. Mesela İngiltere sınırlarında gençlik alkolizmi ve buna
bağlı olarak anti sosyal davranışlar çok yaygındır (UK POLICE, 2014).
3.1.1. İngiliz Devlet Geleneği ve Özellikleri
Baştan belirtmek gerekir ki, Belge’nin ifade ettiği gibi BK’ta, askeri bir ideolojiye,
içerde veya dışarıda müsaade edilmediği gibi, bu ülkede yaşanan demokrasi süreci,
askeri kurumları da sivilleştirmiştir (2011:48-49).
Devletçi ve merkeziyetçi Türk modeline karşılık, Anglo-Sakson geleneğinin
en iyi ve en uzun uygulayıcısı olan, İngiliz modeli, bireyi ve özgürlükleri daima
önemseyen ve öne çıkaran bir sistem olma başarısını göstermiştir (Turpin ve
Tomkins, 2011:743-842). Bu bağlamda, Dünya siyasi haritasında, son iki yüzyılda
meydana gelen gelişmelere bakarak bir değerlendirme yapılırsa, bu başarısının hala
daha devam ettiğini söylemek mümkündür. BK, bu rolünü devlet olarak da İkinci
Dünya Savaşına kadar sürdürmüş, ancak bundan sonra devlet olarak rolünü ABD’ye
devretse de, mevcut medeniyet birikimiyle, bu sisteme en büyük desteği vermeye
devam etmektedir.
Devletlerin sistem olarak, güçlü ve zayıf devlet sınıflandırılmasına tabi
tutulduğundan daha önce bahsedilmişti. Bu bağlamda, zayıf devlet; çoğulculuk,
temsil ve siyasal kültürde müzakere geleneği gibi özelliklerle karakterize edilen,
kamu yönetiminin bir araç olarak görüldüğü ve siyasette yaygın bir gayrı resmiliğin
olduğu devlet olarak tanımlanmaktadır (Çevik, 2010:28-29). Bu devlette, devletin
topluma hizmet etmesi beklenir ve teşkilat olarak devlet, bürokrasi ve kamu
yöneticileri tarafsız konumda olup, insanlardan gelen talepleri yerine getiren, ikincil
160
konumdadırlar. Bu devletlere örnek olarak gösterilen ülkerden birisi de İngiltere’dir
(Çevik, 2010:29).
BK, barındırdığı farklı milletler olan İngilizler, İskoçlar, Galliler ve
İrlandalıların yanında, eski sömürgelerinden gelen farklı din ve milletten onlarcasını
bir arada barış içinde yaşatabilme başarısını gösterebilmeyi başarmış, çok kültürlü bir
toplumdur (BBC, 05.04.2004). Her ne kadar, kısa sayılmayacak bir İrlanda terörü
sorunu yaşamış olsa da, sonunda bir şekilde iç barışı sağlama başarısını
gösterebilmiştir.
BK, tabi olduğu siyasi yapısıyla daha çok merkeziyetçi ulus devletlerden
sayılır. Ancak aslında, BK ne tam bir federal devlettir, ne de tam bir merkezi ulus
devlettir. Aslında kendi şahsına münhasır özellikleri olan bir devlettir (Deacon,
2012:248-249). Zira hem yerel milletler olan İskoçların, Gallilerin ve İrlandalıların
yerel meclisleri vardır. Hem de ülkenin genelini, Londra’dan yöneten bir merkezi
parlamento vardır. Ancak, mesela federal bir devlet olan ABD’de olduğu gibi, her alt
ülkenin ayrı bir anayasası yoktur. Ülkede tek resmi dil uygulaması da yoktur. Her alt
ülke, isterse kendi dilinde de resmi yazışma yapar. Mesela İngiltere-Galler
sınırlarında, hem İngilizce hem de Galce resmi dildir. Bütün resmi kurumların resmi
web sayfaları incelenince bu durum görülür.
BK siyasi sistemi, yukarıda kısmen temas edildiği gibi, merkezi ve üniter bir
yönetim sisteminin egemen olduğu kabul görmekle beraber (Grant, 2009:163-164),
sistem çok karmaşık ve içiçe geçen yönlere sahiptir (Peele, 2004 :1). Pilkington’ın
ifadesiyle, bu sistem hiçbir zaman tam anlamıyla üniter olmamıştır. Çünkü diğer alt
ülkelerin ve yerel yönetimlerin, bir şekilde yönetimde etki ve yetkileri hep olmuştur
(2002: 7-8). Ancak bunun tersi de doğrudur. Yani sistem hiçbir zaman federal de
olmamıştır (Pyper ve Robins, 1995:219). Öyleyse bu sistemin adı nedir? Bunun net
cevabını vermek oldukça zordur. Hem merkezi ulus devlet özelliklerini, hem de
federal devlet özelliklerini aynı anda gösteren bir sistem olduğunu, aşağıda
anlatılacaklar ışığında söylemek mümkündür.
Britanya Anayasası’nın özünü oluşturan “teamüllerden” de söz etmek gerekir.
Bu sistemde, birçok Anayasal demokraside olduğu gibi, adı anayasa olan ve
161
maddelerden oluşan yazılı bir temel kanun söz konusu değildir. Bunun yerine,
öncelikle toplumun önemli bir kesimi tarafından kabul gören teamüller uygulanır
(Heywood, 2008:165-185). Mesela yukarıda bahsedilen ve kralın yasaları onaması
yetkisi, diğer ülke anayasalarında olduğu gibi her hangi bir yazılı metinde
bulunmamaktadır (Grant, 2009:21).
Anayasa’nın esasını, tarihi evrim ve gelişmelerden doğan gerçek ihtiyaçlar
belirlemektedir. Bunlar da, her konuda yasal düzenleme yetkisi olan Parlamentonun
her daim varlığı ile yasama, yürütme ve yargı arasında var olduğu düşünülen güçler
ayrılığı ilkelerdir (Peele, 2004:33; King, 2007:1-15). Ancak unutulmamalıdır ki, bu
sistemde yargıçların, yani yargının Parlamento üzerinde bir gücü, yasaları
yorumlama yetkisi yoktur. Diğer bir ifadeyle, bir anayasa mahkemesi yoktur ve
hiçbir kurum veya kişi, Parlamento’nun çıkardığı bir kanunu değiştiremez ve
kaldıramaz (Roberts, 1986:136-143). Parti disiplininin oynadığı rol de göz önünde
bulundurulursa, yasama ve yürütmenin içiçeliği açısından bu sistem, seçilmiş
diktatörlük ürettiği eleştirisini de hep almıştır (Peele, 2004:35).
Kısaca, BK sisteminde, adı “anayasa” olan, yazılı tek bir metin yoksa da,
herkes tarafından kabul gören ve anayasaya eşdeğerde sayılan kaynaklar vardır.
Bunlar Peele’e göre ayrıcalıklı yetkiler, mahkeme kararları, bazı kanunlar,
gelenekler, bazı yasal metinler ve ikinci derecedeki otoritelerin kararlarıdır
(2004:36). Bunlar arasında var olan herhangi bir çelişki veya değişiklik durumunda,
en son çıkan kanun metnine uyulmaktadır. Ancak vurgulamak gerekir ki, bir anlamda
nihai güç, mahkeme kararlarıdır veya diğer bir deyişle yargıçlardır. Zira sonuçta bir
kanunun uygulamasını yapacak ve onu yorumlayacak kişi yargıçtır. Eğer bir
referandum yapılmadıktan ve doğrudan halka sorulmadıktan sonra, Parlamento’nun
çıkardığı kanunları bu yargıçlar uygulayacaklardır (Turpin ve Tomkins, 2011:96).
BK anayasası için bu anlatılanları daha iyi anlayabilmek için Heywood’un
ifade ettiği konuları da göz önünde bulundurmak gerekir (2008:105-106) ki, onlar da;
anayasaları, “yazılı olanlar ve olmayanlar” şeklinde ayırmak yerine, taşıdıkları
özelliklere göre ayırmak daha doğrudur. BK sisteminde, adına anayasa denen yasal
bir metin yoktur ama bir anayasada olması gereken hususlar, ayrı ayrı yasalarda
düzenlenmiştir (Turpin ve Tomkins, 2011:1). Bunların kabulü ve değiştirilmesi için
162
özel şartlar gerekmez, yani sıradan kanun nasıl kabul ediliyor ve değiştiriliyorsa
aynen o şekilde olur. Dahası, bu kanunların denetimi bir hâkimlik sistemine, yani bir
anayasa ya da yüksek yargı denetimine tabi değildir. Sonuçta iş yine gelip
geleneklere ve toplumun, yukarda bahsedilen genel kabulüne kalmaktadır. Yani,
olmaz ama eğer BK halkı, artık Parlamentonun gereksizliğine inanıyorsa ve bu
konuda yapılacak bir yasal düzenlemeye karşı çıkmıyorsa, yetkilerini yine 800 yıl
önceki gibi krala devretmek istiyorsa, hukuken buna engel olabilecek bir güç veya
kurum yoktur. Dolayısıyla, bu sistemde değiştirilemez hükümler de yoktur.
3.1.2. İngiliz Bürokrasinin Genel Özellikleri
BK, aralıklarla işgale uğramış olsa da, ki en son işgal 1066 yılındaki Normanların
işgalidir (Boylan-Kemp, 2011:11), yüzyıllardır varlığını kesintisiz devam ettirmiş bir
devlettir (Heywood, 2008:18). Bunun anlamı da, yüzyıllara dayanan gelenekleri ve
düzenlemeleri barındırır. Bugün gelinen aşamada, parlamenter demokrasi olarak
adlandırılan yönetim şekillerine, en güzel örneği teşkil etse de, bu seviyeye gelmesi
yüzyıllara dayanan, sancılı bir mücadele sürecinin sonucudur (King, 2007:1).
Bu sürecin hiç kuşkusuz en önemli kavşağını 1215 Magna Carta Sözleşmesi
oluşturmaktadır (Grant, 2009:2). Magna Carta kısaca, Kralın yetkilerini, vergi veren
toprak sahipleri ile paylaşmayı ve onlara danışmayı kabul ettiği bir metin olarak
kabul edilir ve bugünkü Parlamentoya giden yolun başlangıcını oluşturur (Peele,
2004:34, Heywood, 2008:18). Diğer önemli bir aşama ise, 1689’da yayınlanan
Haklar Bildirgesi Kanunudur (Grant, 2009: 3) ki, buna göre artık Kral,
Parlamentonun egemenliğini, tek yetkili organ olduğunu kabul ediyor ve ayrıca bu
Kanun, Parlamentonun izni ve onayı olmadan vergi ve asker toplanmasını
yasaklamıştır, Parlamento seçimleri de hür bir hale gelmiştir (Heywood, 2008:12).
Bu süreci ve ülkenin yönetim yapısını anlamanın en kestirme ve kolay
yolunun, Parlamentonun geçirdiği süreci anlamak olduğu söylenmiştir (Peele,
2004:34) : İngiliz Parlamentosunun, Kral, Lordlar Kamarası ve Avam Kamarasını
ifade ettiği bilinmektedir. Bunlar arasında eşit bir güç dağılımı olduğu akla gelebilir
ama böyle değildir. Özellikle 1911 ve 1949 tarihli “Parlâmento Kanunları” Lordlar
Kamarasının yetkilerini geniş ölçüde kısmıştır ve mali konulardaki bütün yetkilerini
163
kaldırmıştır (Heywood, 2008:198). Yani sözkonusu kanunlara göre, bazı hallerde
Lordlar Kamarasının onayı olmaksızın kanun çıkarılması mümkündür. Fakat her
halükarda Lordlar Kamarasının, mali kanunlar hariç, diğer kanunların onay sürecini
geciktirebilme yetkisi, fiiliyatta o kanunun çıkış şansını azaltmaktadır. Tabii ki
günümüzde, gelinen aşamada, Kralın yasama faaliyetindeki rolü tamamen şeklidir
(Heywood, 2008:198-199). 1707 yılında, Kraliçe Anne'nin kullanmasından beri,
hiçbir hükümdar, bir kanun tasarısını onaylamama yetkisini kullanmamıştır (Grant,
2009:20).
Burada bahsedilen Britanya sisteminin özü, “parlâmento egemenliği ilkesidir”
(parliamentary sovereignty) ve bu sebeple yetkilerine kısaca temas etmek gerekir.
Gerçi BK güvenlik aktörleri incelenirken zaten temas edilecek olmakla beraber,
sistemi anlama açısından, Parlamentoyu ve ona olan bakış açısını iyi anlamak
gerekir.
Britanya anayasasına göre, her çeşit kanunu yapmak veya kaldırmak hakkı,
sadece Parlamento’ya aittir. Yani hiçbir kişi veya kurulun, bir Parlâmento kanununu
iptale veya ihmale hakkı bulunmadığı anlamına gelir (Grant, 2009:25). Tek cümleyle
Parlâmento, tabiat bakımından imkânsız olmayan her şeyi yapabilir (Roberts,
1986:140-142).
BK
siyasi
sisteminin
ana
unsuru
mahiyetinde
olan
Parlâmento
egemenliğinden bahsedilirken, değinilmesi gereken önemli bir nokta da, fiiliyatta
hükümetin Parlâmentoya hâkim oluşudur (Heywood, 2008:204-210). Bu durum, BK
hayatına hâkim olan disiplinli iki parti sisteminin ve de dar bölge seçim sisteminin
bir sonucudur (Roberts, 1986:12-30). Bu sisteme göre, ülke, toplam milletvekili
adedince seçim bölgesine ayrılır. Her seçim bölgesinden tek milletvekili çıkar.
Bunun doğal sonucu olarak da, ilk iki büyük parti milletvekilliklerinin çoğunu
kazanır. Üçüncü parti ise, oy oranının çok altında bir miktar vekile sahip olur.
Gerçekten bu sistem, koalisyon hükümetlerine pek az imkân vermekte ve kabine
hemen hemen her zaman tek bir partiden, yani Avam Kamarasında çoğunluğa sahip
olan partiden meydana gelmektedir. Bu bakımdan hükümet, Avam Kamarasında,
ancak kendi partisine mensup üyelerden, yeter sayısının aleyhte oy vermesi ile
yenilgiye uğrayabilir (Norton, 2011:86-93).
164
Hükümetin Avam Kamarası üzerindeki kontrolü, sadece Parlamento’ya
getirdiği kanun teklifleri bakımından söz konusu değildir. Üstelik hükümet,
kanunların kendi istediği şekilde ve istediği zamanda kabul edilmesini sağlamak için,
Kamaranın çalışma usulünü de kontrol altında bulundurur (Heywood, 2008:204209).
Birçok
Britanyalı
politikacının,
muhtemelen
kendi
Parlamentolarını
zayıflatacağı kanaatiyle, Avrupa Birliğinin bir federal devlete dönüşmesine açıkça
karşı çıkmasına rağmen (Thatcher, 1995:470-507), BK Parlamentosu’nun bu güçlü
konumunun, 1973 yılından itibaren, Avrupa Birliğine üye olunmasıyla birlikte
aşındığını, en azından tek belirleyici olma konumundan çıktığını söylemek gerekir
(Heywood, 2008:306-314; Turpin ve Tomkins, 2011:20). Zira Avrupa Birliği
anlaşmalarıyla birlikte, artık BK Parlamentosu birçok konuda nihai karar verici organ
olma konumunu kaybetmiştir. Bu durum, bütün AB üyeleri için geçerli olsa da, BK
Parlamentosunun geleneksel gücü açısından ayrı bir önem taşıdığı hususu,
vurgulanmaya değer bir durumdur (Bache ve George, 2006:33-36).
Özetle, bu sistemde güçlü bir yasama ve oradan çıkan çok güçlü bir yürütme
olduğu açıktır. Bir de anayasal bir yargı denetiminin olmadığını da eklersek,
yürütmenin ne kadar güçlü olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Yani BK siyasi sistemini
değerlendirirken, güçler ayrılığından çok güçler uyumundan söz etmek daha doğru
olacaktır (Peele, 2004:34).
3.2. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ
Bu bölümde, İngiliz sisteminde, iç güvenlik bürokrasisi ele alınmıştır. Hemen
belirtilmelidir ki, her gelişmiş ve sanayileşmesini tamamlamış modern ülke gibi, bu
ülke de, çok çeşitlenmiş bir bürokrasiye ve çok büyük bir kamu işgücüne sahiptir
(Harrison, 1996:297).
Türkiye’de olduğu gibi bu aktörlerin bir kısmı doğrudan iç güvenlik hizmeti
sunan birimler olduğu gibi, bir kısmı da iç güvenlik hizmetlerinin sunulmasında,
dolaylı olarak görev ve yetkilere sahiptir.
165
3.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler
Yukarıda, Türkiye bölümünde anlatılanlara paralel olarak burada da iç güvenlik
aktörleri, doğrudan ve dolaylı olarak bu hizmeti sunanlar başlıklarıyle ele alınmıştır.
Bu bağlamda doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan aktörler aşağıdaki gibidir:
3.2.1.1. İl Emniyet Müdürlükleri (County Police)
İngiliz polisi, en eski modern polis örgütü olarak kabul edilmenin yanında, birçok
kişi ve bilim insanınca da en başarılı sivil polis örneği olarak da kabul edilmektedir
(Torry ve Morris, 1992:435-491; Morgan ve Newburn, 1997:75). İngiltere-Galler’de
polis denince, ilk önce akla gelen aktörler il emniyet müdürlükleridir. Bu bağlamda
BK Polis Teşkilatı, dünyada ilk kurulan polis teşkilatlarındandır ki, ilk olarak Londra
İl Emniyet Müdürlüğü Teşkilatı 1829 yılında kuruldu (Peele, 2004:454). 1835
yılında ise, Yerel Yönetimeler Kanunu ile taşrada da, her ilde polis teşkilatı
kurulmuştur (Davies ve Croall ve Tyrer, 2010:161).
Şu anki polislikle ilgili en önemli yasal dayanak da 1964 tarihli kanundur
(Peele, 2004:454; Fındıklı, 1993:82). 19. yüzyılda, polis teşkilatları kuruluncaya
kadar ister Britanya’da olsun, ister diğer ülkelerde olsun, iç güvenlik ile dış güvenlik
gibi bir ayırım yoktu. Bütün güvenlik işleri askeri birliklerce yürütülüyordu. Sanayi
Devrimi ile birlikte kırsaldan kentlere doğru büyük nüfus göçleri oldu. Bu da bireysel
ve toplumsal suçlarda büyük artışlara sebebiyet verdi (Emsley, 1991:54-57).
Bu yeni durumla, normal askeri birliklerle mücadele zorlaştı. Jason-Lloyd’a
göre bunun iki önemli sebebi vardı: Birincisi, askeri birlikler şehir dışında
konuşlanıyorlardı, olay mahalline gelmeleri çok zaman alıyordu. Çoğu zaman onlar
gelinceye kadar her şey bitiyordu. Geç gelmelerden dolayı da delil vs
toplanamıyordu. İkincisi de, bu askeri birliklerin kullandıkları ağır silahlar çok hasar
verici ve yaralayıcı oluyorlardı. Hatta birçok zaman istenmeyen ölümlere,
yaralanmalara sebebiyet veriyorlardı. Bu iki sebepten dolayı, ülkenin iç işlerinde
suçlarla mücadelede özel yetişmiş bir güvenlik birimine ihtiyaç vardı (2000:3). Tabii,
polisin önleyici kuvvet olma özelliği de bu şekilde ortaya çıktı. Yani daha küçük
kuvvetlerle ve daha hafif silahlarla donatılmış bu güvenlik birimleri, şehrin içinde
166
rahatça dolaşarak, muhtemel suçları da önleme işlevi de görmeye başladı. Görüldüğü
gibi polis teşkilatı tamamen ihtiyaçlardan doğmuş oldu (Hart, 1951:26-38).
Burada, il emniyet müdürlüklerinin görev ve yetkilerini, teşkilat yapılarını
anlatmadan önce, İngiliz sisteminde “polis” denince ne anlaşıldığına ve unvanlarına
kısaca temas etmek, sistemin anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Buna göre
“polis memuru” en alt unvandır, ancak BK polis teşkilatlarında görev yapan kişiler
hangi unvanda olurlarsa olsunlar, adli veya idari kolluk hizmetlerinin yürütülmesinde
“polis memuru” yetkilerine her aşamada sahiptirler (Jason-Lloyd, 2000:10). İngiltere
polisleri, bu adli ve idari kolluk görevlerini, görevli oldukları il emniyet müdürlükleri
ve sınırlarındaki sularda da kullanırlar (Jason-Lloyd, 2000:3).
Sürekli görevli polis memurlarının yanında, yarım gün veya gönüllü çalışan
toplum polisi memurları da vardır (Roberts, 1986:266). Bunlar, 2007 yılına kadar
yukarıda sayılan “polislik” yetkilere sahip değilken, bu yılda yapılan yasal
düzenleme ile birlikte, aynen polis memurlarının sahip oldukları yetkilere sahip hale
geldiler.
Kolluk kuvvetlerinin kullandığı unvanlar, sırasıyla şöyle ifade edilebilir: Polis
memuru (Police Constable), çavuş (Sergeant), müfettiş (Inspector), başmüfettiş
(Chief Inspector), polis amiri (Superintendent), baş polis amiri ( Chief
Superintendent), komutan (Commander), komisyoner yardımcısı muavini (Deputy
Assistant Commissioner), komisyoner yardımcısı (Assistant Commissioner),
komisyoner başyardımcısı (Deputy Commissioner) ve il emniyet müdürüdür
(Commissioner) (Çevik, ed, 2008:233; Jason-Lloyd, 2000:15). Bu unvanlar Londra
Polisinin kullandığı unvanlardır, diğer il emniyet müdürlüklerinde kullanılan
unvanlarda bazı değişiklikler vardır (Davies ve Croall ve Tyrer, 2010:166). Diğer
illerde, il emniyet müdürlerine “chief constable” denmesi gibi (Jason-Lloyd,
2000:15; Reiner, 1991:11).
İngiltere-Galler polisleri, operasyonlar hariç silah taşımazlar ki, bunun
dünyada pek örneği yoktur (Emsley, 1991: 154-157). Herkes, en alt görev olan polis
memurluğundan mesleğe başlar (Jason-Lloyd, 2000:14). Türkiye’de olduğu gibi,
rütbelilerin mezun olduğu bir polis akademisi olmadığı gibi, polis memurları polis
167
okullarında değil, mesleğe başladıktan sonra eğitilirler ve iki yıllık deneme süreleri
söz konusudur (Çevik, ed. 2008:233).
İngiltere il emniyet müdürlüklerinde polis memuru olmak için izlenen süreç
ve alınan eğitim Türkiye’deki sisteme çok benzemekte olup kısaca şöyledir: İlk
olarak yazılı bir teste tabi olunur. Bu teste girebilmek için; 18.5-55 yaş arasında
olmak, ki bu limitler memuru alacak birime göre değişebilir; BK, İrlanda veya İngiliz
Uluslar Topluluğu Ülkeler Birliğine üye bir ülkenin vatandaşı olmak, ya da BK’ta
oturma izni olmak; iyi bir karaktere ve yeterli fiziki güç ile sürücü belgesine sahip
olmak gerekir. Bu testi geçenler, mülakata alınırlar. Mülakatı da geçenler, sağlık ve
dayanıklılık testine tabi tutulurlar. Tabii bu arada haklarında güvenlik soruşturması
yapılır. Zira geçmişlerinde, polis olmalarına engel bir durum olmamalıdır (ACPO,
2014).
Bütün bu aşamaları geçenler aday polis olarak, İlk Polislik Eğitimi ve
Geliştirme Programı (The Initial Police Learning and Development Programme,
IPLDP) adlı eğitimi alırlar. Bundan sonra, her aday polis memuru, ilk iki yılın içinde,
Üçüncü Seviye Polislik Diploması (The Level 3 Diploma in Policing, QCF) almak
zorundadır. Bu eğitim programlarının düzenlenmesinden ve takip edilmesinden, polis
memurunun çalıştığı il emniyet müdürlüğü sorumludur. Bu müdürlükler de, kendi
yerel imkânlarına ve geleneklerine göre bu programlarını düzenlerler. Bu eğitim
programlarının içeriğinden de kısaca bahsetmek gerekir.
İlk Polislik Eğitimi ve Geliştirme Programı dört aşamada yürütülür. Buna
göre birinci aşamada aday memurlara polis örgütü hakkında genel bilgiler verilir ve
ilk yardım, sağlık ve güvenlik, polis güvenliği, genel bilgisayar, ırklar ve farklılıklar,
insan hakları ve toplum güvenliği stratejileri gibi konularda kendilerine eğitim
verilir. İkinci aşamada ise önleyici kolluk hizmetleri ve toplumla ilişkiler konusunda
eğitime tabi tutulurlar. Üçüncü aşama ise, herhangi bir uygulama alanında,
öğrendiklerini de uygulamayı içeren bir staj mahiyetindedir ve örnek olaylar
üzerinden film ve similasyon aracılığıyla eğitime devam edilir. Son aşamada da,
operasyonların nasıl yürütüldüğünü öğrenirler. Bu süreç devam ederken, her memur
sürekli değerlendirmeye tabi tutulur. Bu değerlendirmeler sonucunda, polis
168
memurluğunu yürütebileceğinden emin olunanlar memurluğa kesin kabul edilirler
(ACPO, 2014).
Polis memurluğuna girildikten sonra, meslek içi yükselmelerin nasıl bir
sitemle yürütüldüğünden de kısaca bahsetmek gerekir. Buna göre, polis
memurluğundan sonraki rütbeler olan çavuşluk (sergeant) ve müfettişlik (inspector)
için bir imtihan süreci var. Çavuş, Türkiye’deki anlamda komser yardımcılığı
görevini yürütüyor, polis memurları, toplum polisleri ve sivil memurlardan oluşan bir
ekibe amirlik ediyor ve operasyonları yönetiyor. Müfettiş ise bu çavuşlardan oluşan
bir grubu yönetiyor. Daha çok planlama görevi var, operasyonları bizzat yönetmiyor.
Bu iki göreve atanabilmek için iki ayrı sınav var; birisi yazılı test, diğeri ise adayın
talipli olduğu görev için sorun çözme yeteneğini ölçen rol oynama sınavıdır. Bu
sınav aşamalarını geçen polis memurları ve çavuşlardan bir havuz oluşturulur ve bir
görev boşalması olduğunda, buralara bu havuzdan başvuru yapılır. Bir değerlendirme
komitesi de, mülakatla bu adaylar arasından seçimini yapar (ACPO, 2014).
Çavuşluk ve müfettişlik görevlerinin üstündeki rütbeler için atamalarda biraz
daha farklı bir yöntem izlenmektedir. Az sayıdaki bu üst rütbelerde bir boşalma
olduğunda, bu rütbeler için gerekli yetenek ve şartlar, yetkili komite tarafında ilan
edilir ve müracaatlar da bu komiteye yapılır. Bu komite de, hem test yöntemiyle,
hem de tecrübelerini değerlendirerek, bu görevi yürütüp yürütemeyeceklerini
kararlaştırır. Bu bağlamda mesela, baş polis amiri (chief superintendent) olarak
atanmak isteyenler, bu konularda değerlendirme yapmaya yetkili olan, Ulusal
Yüksek Polislik Değerlendirme Merkezine (The Senior Police National Assessment
Centre, PNAC) başvururlar. Burada yapılan değerlendirme sonucunda başarılı
olanlar, Stratejik Komutanlık Kursuna katılırlar. Ancak bu kursu bitirenler, il
emniyet müdürlüğü görevlerine atanmak için başvurabilirler (ACPO, 2014).
Görüldüğü gibi, İngiliz polisi, aldığı eğitim ve gerekli yetenekler açısından
çok benzerlikler arz etse de, meslek içi yükselme sistemi açısından tamamen farklılık
arz eder.
Yukarıda ifade edilen tam zamanlı resmi polisler ile yarım gün veya gönüllü
çalışan polis memurlarının yanında, bir de sivil görevliler vardır. Bunlar her il
169
emniyet müdürlüğünde bulunabilecekleri gibi diğer ulusal polis birliklerinde de
çalışırlar (Jason-Lloyd, 2000:14).
Bu bağlamda, İngiliz polislik hizmetleri ile ilgili olarak 2002 yılında yapılan
bir reformdan da kısaca bahsetmekte yarar var. Buna göre, 2002 yılında yapılan
değişikliklerle, polislik hizmetlerinde reform yapılmış ve BK temel kolluk kuvveti
olan polis organlarının amiri pozisyonundaki İçişleri Bakanı adına yepyeni görev ve
yetkiler getirilmiştir ki, bu sayede İçişleri Bakanına ve merkezi hükümete, özerk
yapıdaki yerel polis müdürlükleri üzerinde oldukça geniş ve kapsamlı yetkiler
verilmiştir: İçişleri Bakanlığı, “polislik için stratejik öncelikleri” ortaya koyan bir
plan yapar. Kolluk hizmeti yürüten birimler, merkezi hükümetin stratejik öncelikleri
ile tutarlı, üç yıllık bir stratejik plan üretmek zorundadırlar. İçişleri Bakanına, yerel
polis güçlerinin performansını izlemek yetkisi verilmiştir. İçişleri Bakanı, yerel polis
müdürlüklerinin hizmetlerini verimsiz ya da etkisiz olduğunu değerlendirildiği
takdirde, bu müdürlükleri bir eylem planı oluşturmaya zorlar. İçişleri Bakanına,
Bakanlık Emniyet Müfettişlerinin başarısızlık raporu üzerine, doğrudan il emniyet
müdürlerini görevden alma yetkisi verilmiştir. İngiltere sınırlarında, üniformalı
olmayan ve iş garantisi ile çalışmayan kişilerden oluşan, toplum destek birimleri
kurulmuştur. Bakanlık, özel güvenlik ve mahalle bekçilerini artırarak, polis ailesinin
desteklenmesini ve genişlemesini sağlayabilir. Bakanlık, yabancı kökenlilerin polis
birimlerine katılımını teşvik eder. Polis, trafik kazalarına karışan ve durumundan
şüphelendiği araç sürülerinden, alkol tahlili için kan örneği alabilir. Polis,
sürücülerinin halka sıkıntı ve rahatsızlık verdiğine inandığı araçlara el koyabilir
(Newburn, 2008:241).
Burada belirtmek gerekir ki, BK iç güvenlik sistemine genel olarak
bakıldığında, bu düzenlemelere ciddi ihtiyaç olduğu değerlendirilmesi yapılabilir,
zira yerel polis teşkilatları üzerinde İçişleri Bakanının sınırlı yetkileri olması ve
merkezi bir standardın olmaması hep eleştirilen bir durumdu (Jason-Lloyd, 2000:6).
Bu genel açıklamalardan sonra, yerel kolluk kuvvetleri olarak, il emniyet
müdürleri ve müdürlüklerinin görev, yetki ve sorumlulukları değerlendirilecektir.
170
İngiltere-Galler’de şu anda 43 ayrı polis gücü vardır ve bunlar kendi
bölgelerinde görev yaparlar ki, daha önce bu birimler il emniyet müdürlüğü olarak
ifade edildiler (Peele, 2004:454; Jason-Lloyd, 2000:3). Bunlar, 1996 tarihli Polislik
Kanununa
göre
faaliyetlerini
yürüten,
Avon
ve
Somerset,
Bedfordshire,
Cambridgeshire, Cheshire, Cleveland, Cumbria, Derbyshire, Devon ve Cornwall,
Dorset, Durham,
Hertfordshire,
Merseyside,
Essex, Gloucestershire, Hampshire and Isle of Wight,
Humberside,
Norfolk,
Kent,
North
Lancashire,
Yorkshire,
Leicestershire,
Northamptonshire,
Lincolnshire,
Northumbria,
Nottinghamshire, South Yorkshire, Staffordshire, Suffolk, Surrey, Sussex, Thames
Valley, Warwickshire, West Mercia, West Midlands, West Yorkshire, Wiltshire,
Dyfed-Powys, Gwent, North Wales, South Wales, Manchester ve Londra İl Emniyet
Müdürlükleri ile Londra Şehri Polisidir (Londra Büyükşehir Belediyesi sınırlarının
içinde kalır ama ayrı bir polis teşkilatı vardır, adı da the City of London Police’dir)
(ACPO, 2014).
Tekrar hatırlanacağı gibi, İngiltere-Galler’de tek tip kolluk sistemi mevcuttur.
Yani Türkiye’de olduğu gibi polis, jandarma ve sahil güvenlik ayrımı yoktur. Tüm
ülke genelinde iç güvenlikten polis sorumludur. Diğer bir ifadeyle, ulusal seviyede
örgütlenmiş merkezi bir polis veya jandarma gücü yoktur. İngiliz halkı, öteden beri
milli ve merkezi bir polis sistemi kurulması görüşüne şiddetle karşı çıkmış, polisin
belirli bir kişi veya kuruma bağlı kalmasını, kişi hak ve özgürlükleri açısından
sakıncalı görmüştür (Fındıklı, 1993:82). Bu anlayışın değişmiş olacağı ve de bazı
ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak, polis teşkilatının yürüttüğü bazı hizmetler,
Ulusal Suç Ajansı (USA) gibi, merkezileştirildi. Ancak bu çaba yine çok ciddi yerel
tepki ve dirençle karşılaştı (Newburn, 2008:248).
Yukarıda vurgulandığı gibi, belirli tek bir merkeze bağlı olmayan İngiliz
polisi, merkezi hükümet (İçişleri Bakanlığı), yerel yönetimler (polis otoriteleri) ve
yerel polis sorumluları tarafından ortaklaşa yönetilmektedir. Bu yönetim yapısına
üçlü sistem (the tripartite system) de denmektedir (Fındıklı, 1993:83; Newburn,
2008:224-248).
Bu konuyu vurgulayanlardan olan Peele, bu 43 adet polis gücünün, hem
merkezi idareye, hem de yerel yönetimlere bağlı olduklarını, yani o ilin emniyet
171
müdürü, İl Yerel Polis Kurulu (the County Local Police Authority) ki, 2012 yılından
itibaren değiştirildi ve bu görev artık Polis ve Suç Komisyoneri (the Police and
Crime Commissioner) diye adlandırılabilecek ve doğrudan seçmenlerin oyuyla
göreve gelen kişilere devredildi ki, bunlara aşağıda kısaca temas edilecektir. Bu üçlü
yapı, yani il emniyet müdürü, il polis ve suç komisyoneri ve BK İçişleri Bakanı,
birlikte, polislik hizmetleri için konulan standartların sağlanıp sağlanmadığından
sorumludurlar ve bu hususları takip ederler ki, bu oldukça hassas bir iştir (2004:455).
Yerel
yönetimler
bölümünde
anlatılacak
olmakla,
beraber
burada
hatırlamakta yarar var: BK yönetim sistemine göre, Türkiye’deki il yönetimini
andıran county yönetimleri vardır ve polislik hizmetleri üzerinde bazı yetkilere
sahiptirler. Yerel Polislik Kurulu, 17 üyeden oluşuyordu. Bunların üçü sulh hukuk
hakimi, dokuzu il genel meclisi üyesiydi ve diğer beşi de İçişleri Bakanınca atanırdı
(Peele, 2004:455). Ancak bu kurullardan beklenen elde edilemeyince, 2012 yılında
kaldırıldılar.
Her il emniyet müdürlüğünün başında, bir il emniyet müdürü vardır. İl
emniyet müdürlerinin emniyet genel müdürlüğü gibi merkezi bir makama bağlılığı
yoktur (Reiner, 1991: 1). Yani il emniyet müdürleri, her bölgenin baş sorumlusu
olarak doğrudan bir otoriteye bağlı değildirler ve doğrudan kimseden emir almazlar
(Jason-Lloyd, 2000:8). Bir diğer ifadeyle bunlar, görevlerini yürütürken, Türkiye’de
olduğu gibi, vali, kaymakam, savcı gibi belli bir kişiden emir almak yerine,
kanunları, vicdanlarını ve geçmiş tecrübelerini göz önünde bulundururlar ki, bu
durum onları, belki de dünyanın en bağımsız müdürleri konumuna getirir (Reiner,
1991:343).
İl emniyet müdürlerinin polis üzerinde önemli yetkileri vardır. Polisin
yürüttüğü tüm icrai nitelikteki operasyonel çalışmaları emniyet müdürleri
yürütmektedir. İl Emniyet Müdürüne, idari görevlerinde İl Emniyet Müdür
Yardımcıları yardım etmektedir. İl Emniyet Müdürü, polisin operasyonel
çalışmalarını bizzat yürütmektedir. Gerek ilgili polis kanunu gerekse mahkemeler,
Emniyet Müdürünün bağımsız bir yürütücü olmasına ağırlık vermişlerdir (Fındıklı,
1993:87).
172
Yukarıda belirtildiği gibi, BK İçişleri Bakanlığı, hem suçların önlenmesinden
ve kontrolünden, hem de diğer bazı iç işlerinden sorumludur. Bu bağlamda, İçişleri
Bakanı, adil bir soruşturma yaptırarak il emniyet müdürü ile müdür yardımcısını
işten çıkarabilir (Jason-Lloyd, 2000:12-13).
Bakanın polis ve emniyet müdürleri üzerindeki yetkileri sadece bununla
sınırlı değildir. Zira 2012 yılında, Polis ve Suç Komisyonerliği sistemi kuruluncaya
kadar, yerel polis kurulları baş polisi, yani il emniyet müdürünü, mülakat ve ilan
yoluyla seçip İçişleri Bakanı’nın onayına sunuyorlardı. İçişleri Bakanının oluruyla
atanan bu il emniyet müdürleri de, bütün diğer alt birimlere atama yaparlar.
Londra
İl
Emniyet
Müdürü hariç, bütün
polis
örgütleri Kraliyet
Başsavcılığının denetimine açıktır (Peele, 2004:455). İl emniyet müdürlerinin önemli
görevleri vardır; il emniyet müdür yardımcılığı unvanının altındaki bütün atamaları
yaparlar, görev içi yükselmelerden sorumludurlar ve astlarının disiplin işlemlerini
yürütürler. Yukarıda da belirtildiği gibi, emniyet müdürlerine kimse emir veremez,
operasyonlarda dahi yetki onlardadır. Personel alımı ve işten çıkarılması konusunda
da, onlara emir verilemez ve baskı yapılamaz (Jason-Lloyd, 2000:11).
Eğer BK iç güvenlik hizmetlerinden söz ediliyorsa, Moran’ın belirttiği gibi
polislik hizmetleri, kamu hizmetleri içinde en çok yerelleştirilmiş kamu
hizmetlerindendir (2005:488; Peele, 2004:454). Tabii bunun bir anlamı da, bir polis
memurunun kariyerine bir bölgede başlayıp orada bitirebilmesidir. Muhtemelen
ülkenin toplumsal özellikleri bunda önemli rol oynamaktadır.
Normalde İngiltere iç güvenliğinde askeri birlikler kullanılmaz. Ancak
1960’lardan sonra, artan terör olayları sebebiyle, Kuzey İrlanda’da, geniş bir şekilde
askeri birliklerin görevlendirildiğine şahit olunmuştur.
Polis teşkilatı daha çok yerel olsa da, genel ilkeler ve politikalar İçişleri
Bakanlığınca belirlenir. 1994 yılında çıkarılan Polis ve Mahkemeler Kanununa göre
Bakanlığın sistemi denetleme ve gözetleme görevi vardır. Ancak İngiltere polisi,
aynı zamanda adli polistir ve adli konularda doğrudan savcıya bağlıdır (Jason-Lloyd,
2000:9-10).
173
İngiliz polisini anlamak açısından burada hatırlatılması gereken bir husus da,
1996 tarihli Polis Kanunu’nun 29. maddesine göre İngiliz polisinin yemin metnidir.
Bu metin şöyledir: “Ben, (burada polis memuru adını ve soyadını da zikrediyor) tam
bir ciddiyetle ve içtenlikle, polis memuru olarak, Kraliçe’ye en iyi şekilde ve
dürüstçe; adaletle, doğrulukla, dikkatlice, tarafsız bir şekilde, temel insan haklarına
sahip çıkarak ve insanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeyerek hizmet edeceğimi
beyan ederek tasdik ederim. Ve ayrıca, bütün gücümü, en iyi şekilde, barışın
muhafazasına, insanlara ve mallarına karşı yapılan tüm saldırıları önlemeye
odaklanarak, göreve devam ettiğim müddetçe, becerilerimi ve bilgilerimi, hukuka
uygun olarak, sadakatle görevimin ifasına adayacağım” (ACPO, 2014). Burada,
dilin ve zihniyetin inceliklerinin önemini hatırlatarak, birebir tercümenin ne kadar
zor olduğunun anlaşılması bakımından, orijinal metni de buraya koymak gerekti.
Metnin İngilizcesi aynen şöyledir: (“I, (name) of (address) do solemnly and sincerely
declare and affirm that I will well and truly serve the Queen in the office of
constable, with fairness, integrity, diligence and impartiality, upholding fundamental
human rights and according equal respect to all people; and that I will, to the best of
my power, cause the peace to be kept and preserved and prevent all offences against
people and property; and that while I continue to hold the said office I will to the best
of my skill and knowledge discharge all the duties thereof faithfully according to
law.”) Bu yemin, polis yetkisi kullanan bütün kolluk görevlileri tarafından yapılmak
zorundadır.
3.2.1.2. Londra İl Emniyet Müdürlüğü (London Metropolitan Police Service,
MET)
Burada il emniyet müdürlükleri anlatılmakla beraber, aşağıda izah edilecek
sebeplerden dolayı, Londra İl Emniyet Müdürlüğü, alt bir bölümde anlatılmayı hak
edecek özelliklere sahiptir. Ayrıca, en eski Britanya polis birimi olmanın yanında,
ilgili otoriteler tarafından başarılı bir büyük şehir polisi sayılır ve de birçok açıdan
İngiliz polisinin tipik özelliklerini, en çok yansıtan polis birimidir (Holdaway,
1979:14-15).
43 il emniyet müdürlüğünden birisi olmakla beraber, Londra İl Emniyet
müdürlüğünün yapısı ve yönetimi, diğer il müdürlüklerinden oldukça farklıdır. Bu
174
bağlamda, BK İçişleri Bakanı, bu birim polisi üzerinde farklı yetkilere sahiptir.
Öncelikle Londra polisi doğrudan doğruya İçişleri Bakanına bağlıdır (Emsley,
1991:250). Muhtemelen dünyada ilk kurulan polis teşkilatıdır (Jason-Lloyd, 2000:3;
Peele, 2004:454). İl müdürü, diğer müdürlerden farklı olarak İçişleri Bakanının
teklifi ve Kraliçenin onayı ile atanır (Oliver, 1997: 85). Yine aynı şekilde, diğer
müdürlükler, Polis ve Suç Komisyonerinin gözetimine tabi iken, Londra’da bunun
yerini İçişleri Bakanı alır (Newburn, 2008:227-248).
Aşağıda anlatılırken kısmen temas edileceği gibi, Londra İl Emniyet
Müdürlüğü,
hem Londra Büyükşehir Belediyesi sınırlarında yerel adli ve idari
kolluk hizmetlerini yürüttüğü gibi, hem de bazı alanlarda, ulusal polis birimi olarak
görev yapmaktadır. En önemli ulusal görevler; terörle mücadele, hassas bölge ve
şahıslara yakın koruma gibi hizmetlerdir. Suçluların kayıtlarının tutulması gibi bazı
merkezi hizmetler ile Interpol’le ilişkiler, Londra İl Emniyet Müdürlüğünce
sağlanmaktadır. Başka merkezi birimler de vardır: Merkezi araç kayıt sistemi,
uyuşturucu kaçakçılığı kayıtları, bilgisayar kayıtları gibi (Jason-Lloyd, 2000:12).
İngiltere il emniyet müdürlükleri içinde, personel ve imkânlar bakımından
doğal olarak hep en büyüğü olmuştur (Emsley, 1991: 250) ve halen 50 bin civarında
çalışanı vardır (MET, 2014). Bunlar polis memurları, sivil memurlar, toplum destek
polisleri ve gönüllü polislerdir. Diğer il emniyet müdürlüklerinden biraz farklı olarak
Londra İl Emniyet Müdürü, (ki İngilizcesi de farklıdır; “commissioner”, diğer il
emniyet müdürleri “baş polis” anlamına gelen “chef constable” unvanını
kullanıyorlar) Londra Büyükşehir Belediyesi’nin Polis ve Ceza Ofisi’ne (The
Mayor’s Office for Policing and Crime) karşı sorumlu olup, hesap verme
yükümlülüğündedir (Newburn, 2008:224-248). Bu birim halk arasında “MET” veya
“Scotland Yard” olarak da anılır. Scotland Yard denmesi, ilk binanın yer aldığı
sokağın adının Great Scotland Yard sokağı olmasıdır. Merkezi bina Londra’da,
Viktoria semtinde olup, bütün devlet birimleri anlamına gelen “Whitehall”
bölgesindedir. Genel sorumluluk alanı, bütün Londra sınırları anlamında,
“Metropolitan Police District” bölgesi iken, ayrıca 32 alt belediye sınırlarında da
büroları vardır. Türkiye’deki ilçe emniyet müdürlükleri benzeri bir yapıdır.
175
Londra İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri, ulusal görevleri ile ilgili olarak
İngiltere-Galler dâhilinde de yetkilidirler. Cinayet vb ciddi suçların işlenmesi
durumunda bütün ülke sınırlarında sorumluluk, duruma göre ya yerel polis
müdürlüklerine ya da Londra MET polisine geçer. Bu durum aşağıda anlatılacak
Savunma Bakanlığı veya Britanya Ulaştırama Polisleri için de geçerlidir. Yani onlar
da ciddi suçlarda, sorumlu polise haber vermek zorundadırlar. Ancak, terör suçları ve
kompleks cinayet suçları, her halükarda MET’in görev sahasındadır (MET, 2014).
Londra İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Komutanlığı (Protection Command),
Londra Polisi’nin yürüttüğü bir diğer ulusal hizmettir. Bu birim önemli ulusal ve
uluslararası kişilerin, diplomatların ve kraliyet aile fertlerinin ülke çapında korunma
hizmetini yürütür.
Terörle Mücadele Komutanlığı (Counter Terrorism Command)
Yukarıda, il emniyet müdürleri kısmında da anlatıldığı gibi, BK polis teşkilatı yerel
teşkilatlara bölünmüştür ve bazı ulusal görevler, ya ulusal bir birim kurularak oraya
devredilmiştir, ya da bazı ulusal görevler, yerel polis birliklerinden birisine
verilmiştir. Bunlardan birisi de, Londra İl Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı olarak
faaliyet gösteren, Terörle Mücadele Komutanlığıdır. 2006 yılında, Anti Terör Birimi
ile Özel Birim’in birleştirilmesi ile kurulmuştur (MET, 2014). Bu birimin en önemli
görevi, Londra’yı ve bütün BK’ı, terör tehdidine karşı korumaktır. Bu görevini
yerine getirirken, daha önce olduğu gibi, istihbarat toplamaya, operasyonlar yapmaya
ve araştırmalar yapmaya devam etmektedir. Görevleri esnasında, özellikle iç ve dış
istihbarat teşkilatları olan MI5 (Britanya İç İstihbarat Örgütü) ve MI6 (Gizli
İstihbarat Örgütü) ile de sıkı bir işbirliği içindedir.
Bu Komutanlık yerel, ulusal ve uluslararası operasyonlar yapabilir. Bu temel
görevinin yanında bazı ulusal güvenlik hizmeti de sunmaktadır. Bunlardan birisi aile
içi şiddete karşı alınacak tedbirlerdir ki, daha önce bu görev Ulusal Aile İçi Aşırılık
Birimi (National Domestic Extremism Unit) tarafından yürütülüyordu. Diğeri de,
bazı hassas ulusal güvenlik soruşturmalarıdır; Resmi Sırlar Kanunu soruşturmaları,
savaş suçları soruşturmaları, insanlığa karşı işlenen suçlar ve politik amaçlı
cinayetler gibi (MET, 2104).
176
3.2.1.3. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Bazı Özel Birimler
İngiliz sistemini anlama açısından ele alınarak değerlendirilmesi geren diğer başka
birimler de mevcuttur
ki,
bunların
ele alınmaması
durumunda sistemin
anlaşılmasında sorunlarla kaşılaşılma ihtimali olduğundan, bu birimler aşağıda kısaca
anlatılmıştır.
Ulusal Suç Ajansı (The National Crime Agency, NCA)
Ulusal Suç Ajansı, 7 Ekim 2013 tarihinde, Suç ve Mahkemeler Kanunu’na (the
Crime and Courts Act) göre kurulmuş olmakla beraber, aslında yeni bir birim
değildir. Daha önceki adı, Ciddi ve Organize Suçlar Ajansı idi (The Serious and
Organised Crime Agency, SOCA). İsmi değişmekle beraber görev ve yetkilerinde
önemli bir değişiklik olmamıştır. En önemli değişiklik, daha operasyonel bir yapıya
kavuşturulmasıdır (ACPO, 2014). Aslında NCA’ndan önce, benzeri görevleri ifa
eden birkaç birim vardı. Bunların dağınıklığı, beklenen amaca ulaşmasına engel
olduğu için birleştirilerek bu birim kuruldu. Önceki birimlerin en önemlisi, bu
birimdi (Newburn, 2008:246).
Özerk bir yapıda olup, herhangi bir bakanlığa doğrudan bağlı olmadan
faaliyetlerini, Londra merkezli yürütmektedir. Johnston’un makalesinde belirttiği
gibi, BK’ın FBI’ı olarak adlandırılabilecek yetkilerle faaliyete geçmiştir. Yine ona
göre, özellikle organize suçlarla mücadele eden güvenlik kuruluşlarının yapısından
doğan, bilgi ve istihbarat paylaşmama, rekabet etme ve kendi imparatorluğunu kurma
gibi olumsuz gerekçelere dayanılarak, organize suçlarla mücadele etmek üzere
kurulmuştur (Johnston, 2013).
Bu birim, organize suçlar ile birden fazla polis bölgesini ve uluslararası
sınırları ilgilendiren suçlarla mücadele etmekle görevlendirilmiştir. Ajans’ın en
önemli görevleri; uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve uluslararası mali
yolsuzluklar gibi önemli suçlarla, ulusal çapta mücadele etmektir. Dört binden fazla
personeli olup ulusal ve uluslararası her türlü benzeri kuruluşla ortak çalışmaktadır
(NCA, 2014).
177
Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi, İngiltere-Galler sınırları içinde 43 ayrı
polis bölgesi vardır ve bunların birden fazlasını ilgilendiren suçlarda, her taraftan da
görevlilerin bulunduğu bir ekip tarafından operasyonlar yürütülür. Ancak artık NCA
ile birlikte, özellikle onun görev sahasına giren konular, onun görevlilerince, ama
diğer polis güçlerinin de yardımıyla yürütülmektetir. Bu da, olaylara daha stratejik
bakılmasına ve önlemlerin de ona göre alınmasına yardımcı olacak bir durumdur. Bir
diğer deyişle, olaylara müdahaleyi ve çözüm yollarını kolaylaştıracak bir işleve
sahiptir.
Tekrar vurgulamak gerekirse, organize suçların yapısının karmaşık olması,
ülke sınırlarını aşabilmesi, organize suç örgütlerinin diğer organize suç örgütleri ile
işbirliği yapmaları, bunların suç işlerken çok esnek bir yapıda olmaları vb sebeplerle,
yerel polis teşkilatlarının görev ve yetki anlayışları ile bunlarla mücadele etmek
neredeyse imkânsızdı. Bu sebeplerle, yeni ve geniş yetkilerle donanmış bir birim,
edineceği tecrübelerin ve uluslararası kuruluşlardan alacağı tecrübelerle, bu tür
suçlarla daha etkili ve verimli bir mücadele sürdürecektir. Sonuçta bu yolla, bu tür
suçları durduracak veya engelleyecektir. Bir de, organize suçların idari ve mali
büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, bunlarla özel mücadele gerektiği daha
iyi anlaşılacaktır (NCA, 2014).
NCA’nın, organize suçlar bölümü, ekonomik suçlar bölümü, sınır suçları bölümü,
siber suçlar bölümü ve çocuk koruma bölümü adıyla beş ayrı bölümü vardır.
Çalışanlar güvenlik teşkilatlarından olmak zorunda değildir, çok değişik birimlerden
gelebilirler. Genel Müdür, diğer ilgili bütün teşkilatlara emir verme ve onları
görevlendirme yetkisine sahiptir. Bütün iş ve işlemlerinden, İçişleri Bakanına karşı
sorumludur. Bu yetki, Teşkilatı çok güçlü kılacak bir yetkidir. Bu genel müdür, adeta
BK’ın en yetkili polis görevlisidir. Bunun yanında başka bazı yetkiler, değişik
kuruluşlardan alınarak NCA’ya verilmiştir; yaralama ve sıra dışı silahlar, potansiyel
seri katiller konusunda uzmanlar ve Ulusal Kayıp Kişiler Bürosu gibi (NCA, 2014).
Fakat bütün bu yetkilerine rağmen NCA, Amerikan FBI gibi terörle mücadele
yetkisine sahip değildir. Bu yetki hala merkezi polis teşkilatı olan Londra İl Emniyet
Müdürlüğü’nün (Scotland Yard) elindedir ve bu yetkiyi bazı bölgesel ekiplerle ve
MI5 ajanlarıyla yürütür (MET, 2014).
178
NCA, görevleri ile ilgili olarak bütün ülkede yetkilidir. Yani diğer polis
teşkilatlarının aksine, ülke düzeyinde yetkili tek güvenlik teşkilatıdır denebilir.
Ancak yine de belirtmek gerekir ki, bütün yetkilerini, İngiltere sınırlarında
kullanırken, İskoçya için yapacağı operasyonları, İskoçya Polisi ve İskoçya
Hükümeti ile birlikte yapması gerekir. Kuzey İrlanda’da ise, sınır ve gümrükle ilgili
görevlerini aynen yerine getirir, ancak diğer görevlerini Kuzey İrlanda Polis
Teşkilatı’na bırakmak zorundadır (NCA, 2014).
Yukarıda da belirtildiği gibi, NCA birkaç ayrı bölüm olarak faaliyetlerini
yürütür. Bunların ilki, Organize Suç Komutanlığı’dır. Her türlü organize suçlarla,
yerel, ulusal veya uluslararası seviyede mücadele yürütür. Yerel polis teşkilatları ve
diğer ilgili kolluk birimleri ile koordineli olarak hedef kitlelere karşı hazırlıklar
yapar. İkincisi, Sınır Polislik Komutanlığı’dır. Her türlü yasadışı kişi veya malın
sınırlardan geçmesine engel olmakla görevlidir. Ayrıca sınırlarda görevleri olan diğer
kolluk kuvvetleri ile de koordinasyonu yürütür. Yurt dışı veya limanlardaki
operasyonları yürütür. Üçüncüsü ise Ekonomik Suç Komutanlığı’dır ve organize suç
örgütlerinin işlediği mali dolandırıcılık suçları ile önemli ekonomik suçları takip
eder. Diğer birim de Çocuk İstismarı ve Çevrimiçi Koruma Merkezi’dir. İlgili bütün
paydaşlar olan sanayi ve devlet kuruluşları, çocuk vakıf ve dernekleri ve diğer ilgili
kolluk kuvvetleri ile işbirliği yaparak çocukların cinsel istirmarını önler ve suçlular
hakkında dava açılmasını sağlar. Son birim olan siber güvenlik ünitesi ise, ülkenin
her türlü siber güvenliğe yönelik tehditleri takip eder ve önlemler alır (ACPO, 2014).
Sonuç olarak NCA, görevleri ile ilgili olarak BK ve İskoçya Parlamentoları
ile Kuzey İrlanda Meclisine karşı sorumludur ve onların denetimine de tabidir.
Görevlileri, görevlerini yaparken polis memurlarının sahip oldukları yetkileri
kullanırlar.
Britanya Ulaştırma Polisi (The British Transport Police, BTP)
Ulusal seviyede görev yapan bir kolluk birimidir (Newburn, 2008:156). Britanya
Ulaştırma Polisi ismi yanıltıcı olabilir. Türkiye’de bir karşılığı yoktur. Aslında
Britanya Tren Yolları Polisi diye adlandırılsa daha doğru olurdu. Zira bu teşkilatta
çalışan polislerin görev alanları daha çok demir yollarıdır. Bütün demiryollarının
179
yanında, Londra Metrosunda, Docklands Hafif Metrosunda, Midland Metro ve
Tramvay Sisteminde, Croydon Tramvay Sisteminde, Sunderland ve Glasgow
Metrosunda da görevli ve yetkilidir (BTP, 2014). Bu Teşkilat, 1945 yılında çıkarılan,
Britanya Ulaştırma Komisyon Kanunu gereği kurulmuştur.
Bu polis teşkilatı, 1994 yılına kadar adli polis yetkisine sahip değildi. Daha
ziyade önleyici kolluk hizmeti niteliğinde olan devriye gezme, bilet kontrolü, kamu
düzenini sağlama gibi işleri yürütüyordu. Ancak 1994 yılında çıkarılan Ulaştırma
Polis Kanunu ile adli kolluk hizmeti yürütmeye de hak kazandı (Oliver, 1997:99). Bu
hak ve yetkiler 2003 yılında, Tren Yolları ve Ulaştırma Güvenliği Kanunu ile son
halini aldı. Bu Kanunun 31. maddesine göre, Britanya ulaştırma polisleri,
vagonlarda, tren yolları ağlarında, her hangi bir istasyonda, bakım depolarında, demir
yollarının kullandığı kara parçalarında ve bütün Britanya sınırlarındaki tren
yollarında meydana gelen herhangi bir adli olayda, diğer kolluk birimlerinde görev
yapan polislerin sahip oldukları adli kolluk yetkilerine sahiptirler (Newburn,
2008:159).
Aynı zamanda bu polisler, yukarıda sayılan birimlere arama izni almadan
girebilirler, bir suç işlensin veya işlenmesin, bu birimlere girmek için makul ölçüde
zor kullanırlar. Bunlara karşı direnç veya saldırılar, polislere yapılmış gibi muamele
görür. Kullandıkları üniformalar ve rütbeler, diğer BK kolluk birimlerine
benzemektedir (Oliver, 1997:100-103).
Britanya Ulaştırma Polis Kurulu olarak adlandırılabilecek bir Kurulu vardır
(British Transport Police Authority) ve bu birimin üzerinde denetim ve gözetim
yetkileri olan sivil kurul pozisyonundadır. Bir anlamda, demokratik hesap
verebilirliği sağlamak amacıyla kurulmuştur. 2004 yılında kurulan ve bağımsız bir
yapısı olan bu birim, Teşkilatın çalışmalarını, tren yolları camiası adına gözetler.
Özellikle de tren yolları görevlileri ve yolcuları ile görüşerek, bu polis teşkilatının
görevlerini etkili ve verimli bir şekilde yürütüp yürütmediğini denetler (ACPO,
2014).
Bu Kurul, aynı zamanda Teşkilatın Baş Polisini ve diğer üst düzey polisleri
atar ve onlarla ilgili şikâyetleri de değerlendirerek sonuçlandırır. Bu ve benzeri
180
yetkilerinden dolayı bu Kurul, Teşkilatın patronu olarak değerlendirilebilir (Oliver,
1997:99-101).
Bu polis teşkilatının bütçesi, BK sınırlarında çalışan tren yolu şirketlerinden
gelen gelirlerden oluşur. Bütçenin oluşmasında bağımsız Kurul’un da rolü vardır ve
son sözü söyleyerek bütçeyi onaylar. Bunun anlamı, parayı şirketler verdiğine göre
Kurul, bu şirketlerin Britanya Ulaştırma Polis Teşkilatından en iyi hizmeti almalarını
sağlamakla yükümlüdür (BTP, 2014).
Büyük Britanya Demiryolları Şirketi, 1980’lerde özelleştirilerek, birden çok
sayıda özel şirkete dönüşmüşlerdir. Bu özelleşmeye rağmen, şirketlerde çalışan
görevlilerin bazı kolluk yetkileri devam etmektedir. Bu yetkiler; bilet kontrolü
yapmak, saldırgan veya suçlular hakkında adli takibat yapmak ve bu kişileri,
demiryolları araçlarından ve binalarından uzaklaştırmak gibi yetkilerdir. Bu
görevliler, polis gelinceye kadar bu tür zanlı veya saldırganları gözaltında tutmaya ve
onlar üzerine zor kullanma yetkilerine sahiptirler. Bu görevliler iş ve işlemlerini,
1840 tarihli Demiryolları Düzenleme Kanunu’na göre yürütürler (BTP, 2014).
Sivil Nükleer Polis Teşkilatı (The Civil Nuclear Constabulary, CNC)
Yaklaşık elli yıl süre ile faaliyet yürüten ve 2005 yılında faaliyetine son verilen BK
Atom Enerjisi Kurumu Emniyet Müdürlüğü’nün (The United Kingdom Atomic
Energy Authority Constabulary) (Oliver, 1997:103-105) yerine, ulusal düzeyde
görev yapan bir diğer kolluk birimi olarak, 2004 tarihli Enerji Kanunu ile kurulmuş
ve 2005’te faaliyete başlamıştır (Newburn, 2008:156). Aynı kanunla bir de Sivil
Nükleer Polis Kurulu kurulmuştur. Bu Kurul’un Teşkilat üzerinde gözetim ve
denetim yetkileri vardır. Sivil Nükleer Polis Teşkilatı öncelikle, sivil amaçlı nükleer
enerji santrallerini ve her türlü nükleer ürünün fiziki korumasını sağlar. Bu görevini
birçok ortak kuruluşla işbirliği içinde yürütür. Özellikle İçişleri Bakanlığına bağlı
çalışan kolluk kuvvetleri ile ilişkileri yürütür. Farklı da olsa, sonuçta bölgesinde
polislik hizmeti yürütür. 2007’den beri yaklaşık 800 polis memuru ve 100 adet de
sivil memurla görevini sürdürmektedir. Bu birimin takip ettiği en önemli görev,
korudukları nükleer santrallere yapılabilecek terörist saldırıları önlemek olduğundan,
asıl olarak bu konuya yoğunlaşmışlardır (CNC, 2014).
181
Bu birimde görev yapan polislerin sahip oldukları görev, yetki ve ayrıcalıklar
şunlardır: Görev yaptıkları nükleer santralın, 5 km çapındaki her alanına girme
yetkileri vardır. Her türlü nükleer maddenin yüklenmesi ve boşaltılmasının
güvenliğini sağlarlar. Nükleer maddelerin taşınması esnasında da gerekli gördükleri
her durumda müdahale yetkisine sahiptirler. Nükleer maddelere karşı muhtemel her
saldırıya karşı tedbir almak amacıyla harekete geçebilirler. Bu birimin emniyet
müdürü ve yapılan iş ve işlemler, yukarıda belirtildiği gibi, Kraliyet Polis
Müfettişlerinin denetimine tabidir. Ayrıca, İçişleri Bakanlığı yerine, Enerji ve İklim
Değişikliği Bakanlığına (The Department of Energy and Climate Change) bağlıdır
(ACPO, 2014). Bazı raporlarda da belirtildiği gibi bu Teşkilat, klasik adli veya idari
kolluk işlerinden daha çok önleyici kolluk işlevi yürüttüğünden, istatistikî olarak
uğraştığı suçların miktarı çok düşüktür. Bunun anlamı da, bu birim klasik bir kolluk
kuvveti gibi çalışmamaktadır. 2010-11 yıllarında, bu birimin toplam tutukladığı kişi
sayısının 12 olduğunu söylemek, konunun anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Önemli
bir ayrıntı, BK yerel polis birimlerinde çalışan polislerin aksine, Sivil Nükleer Polis
Teşkilatı polisleri, görevleri esnasında silah taşırlar. Son olarak, nükleer enerji
karşıtlarına karşı gizli istihbarat operasyonları yürütme yetkileri vardır (UK POLICE,
2014).
Savunma Bakanlığı Polisi (The Ministry of Defence Police, MOD)
Savunma Bakanlığı Polisi, BK dâhilinde, Londra’daki merkez de dâhil olmak üzere,
bu bakanlığa ait bütün binaların korunmasından sorumlu, ulusal bir iç güvenlik
birimidir (Newburn, 2008:156). Sivil bir polistir. Kraliyet Askeri Polisi ile
karıştırılmamalıdır. 3000 civarında polis memuru vardır. 1971 yılında, üç ayrı askeri
polis gücü olan, Hava Kuvvetleri Polisi, Ordu Polisi ve Deniz Kuvvetleri Polislerinin
birleştirilmesiyle oluşturuldu (ACPO, 2014). İki bölümden oluşur ve merkezi
Wethersfield, Essex’dir (Oliver, 1997:96).
Görev ve sorumlulukları ile görev alanları şöyledir: Büyük oranda, BK diğer
kolluk birimlerine benzemekle beraber, bazı konularda bunlardan farklılık gösterir.
Özellikle oynadığı rol, görevler ve sorumluluk bakımından bu farklılık görülebilir.
Öncelikle bu birim, Savunma Bakanlığının her türlü mülkünü korur ve çalışanlarına
güvenlik sağlar. Bu sayılan birimleri, her türlü terör saldırısına karşı korur. Bunun
182
yanında, bu birimlere ve oralarda çalışan kişilere, diğer normal kolluk hizmetlerini de
sunar. 1987 tarihli Savunma Bakanlığı Polislik Kanununa göre bütün görevlilerine
polis yetkisi verilmiştir ve bunlar görevlerinin yüzde doksanında silah taşırlar. Birkaç
bölümü vardır. Bunlardan en önemlilerinden birisi de, uluslararası görevleri yerine
getiren bölümdür ki, bu bölümün en önemli ortakları, Birleşmiş Milletler, NATO ve
BK Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanlığı’dır. Anlaşılacağı gibi, BK yurt dışına
güvenlik görevlisi gönderirken daha çok bu birimden yararlanır. 2010 yılı sonu
itibariyle bu birimde çalışan polis sayısı 3500 civarındayken, bu sayı Ekim 2013’te
2700’e indirilmiştir. Bu sayının 2016’da 2400’e indirilmesi de resmi hedefler
arasındadır (MOD, 2014; Oliver, 1997:97).
Savunma Bakanlığı Polisi’nin bahsedilen bölümlerinden birisi de, “deniz
ünitesidir” ki, en önemli görevi, Kraliyet Deniz Kuvvetlerinin birimlerini korumak
ve onlarla ilgili devriye hizmetleri sunmaktır. Ayrıca denizaltıların ve deniz üstü
araçlarla ilgili de her türlü koruma hizmetini sunar.
Bu birime bağlı diğer bir ünite de “köpek ünitesidir” ki, BK içinde, Londra İl
Emniyet Müdürlüğünden sonra ikinci en büyük polis köpek birimidir. Bu köpekler
uyuşturucu ve patlayıcılar konusunda eğitimlidirler.
Bir diğer birim olan “Suç Soruşturma Bölümü” ise görev yaptığı askeri
birliklerin alanlarında ciddi mali yolsuzluklar, askeri ihale yolsuzlukları ile ilgilenir.
“Operasyonel Destek Ünitesi” ise, bu birimin hareketli ve esnek birimidir. Özel
ihtiyaç durumunda harekete geçer. “Özel Eskort Grup” ise Savunma Bakanlığının
özellikle nükleer silahlarının ulaşımında eskortluk ve güvenlik hizmeti sunar. “Taktik
Destek Grup” da nükleer yangın söndürme konusunda uzmandır ve ülkenin nükleer
değerlerini korumada öncülük yapar. “Merkezi Destek Grup” da, ekstra ihtiyaç
durumunda diğer ünitelere destek sağlar (MOD, 2014; Oliver, 1997:97-98).
Özetle bu birim, Türkiye’deki askeri inzibatın görevlerine benzer görevleri
yürüttüğü gibi, askeri bölgelere koruma hizmeti de sunmaktadır.
183
Ulusal Vahşi Hayat Suç Ünitesi (National Wildlife Crime Unit, NWCU)
İngiliz polisini konu edinen bilimsel eserlerde hakkında herhangi bir bilgiye
ulaşılamamışsa da, resmi web sayfalarında verilen bilgilere göre, Ulusal Vahşi Hayat
Suç Ünitesi, 2006 yılında faaliyete geçmiştir. Merkezi Livingston West Lothian’dır.
15 üyesi olup, üyeleri arasında analistler, istihbarat görevlileri ve polis kökenli
soruşturmacı görevliler vardır. Ulusal arenada görev yapan bir kolluk birimidir. En
önemli görevleri, nesli tehlikede olan hayvanların takibi, yasa dışı tahnitçiliğin takibi
ve bunların açık artırmayla satışı, her türlü vahşi hayvan neslinin takibi,
kaçakçılığının önlenmesi ve yumurtalarının toplanması gibi konuları takip etmektir.
Özetle vahşi hayatın korunmasına yönelik istihabarat toplar ve ilgili kolluk
kuvvetleri için analitik ve destekleyici bilgiler temin eder. Yeri gelmişken BK
sınırlarında, vahşi hayata dair bazı yasaklardan bahsetmek gerekir ki bunlar; yaban
tavşan avlamak, geyik avlamak, bazı balık türlerini avlamak, porsuk avlamak, yarasa
avlamak, yaban hayvan yumurtalarını çalmak veya koleksiyonunu yapmak, bazı bitki
türlerinin ticaretini yapmak gibi faaliyetlerdir (NWCU, 2014).
Büyük Britanya Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri (Great Britain National
Ballistics Intelligence Service, NABIS)
Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri, ulusal seviyede görev yapan ve kolluk
kuvvetlerine yardımcı olan bir birimdir. BK sınırlarında, Türkiye’deki EGM veya
JGK benzeri ulusal bir kolluk olmadığı için, ulusal bazı fonksiyonların yürütülmesi
için bu tür birimlere ihtiyaç vardır. Yerel polis birimleri olan il emniyet müdürlükleri
bünyesinde, ayrı ayrı balistik birimi kurmak ciddi bir kaynak israfı anlamına geleceği
için de bu böyledir.
Adından da tahmin edileceği gibi bu birim, ulusal bazda bütün balistik
incelemeleri yapmakla ve bunlarla ilgili verileri saklamakla görevlidir. Yani herhangi
bir suça karışmış her türlü ateşli silahın, gerektiğinde balistik incelemesini yapmakla
yükümlüdür. Bu amaçla, bütün kolluk kuvvetlerinden gelen talepleri yerine getirir.
Birmingham, Manchaster ve Londra’da büroları vardır ve son haline 2008 yılında
getirilmiştir (NABIS, 2014).
184
İngiltere ve Galler Ulusal Polis Hava Hizmetleri (England and Wales National
Police Air Service)
İngiltere-Galler sınırlarında hizmet sunan bütün kolluk birimlerinin hava kuvveti
ihtiyacını yerine getiren Ulusal Hava Hizmetleri birimi, West Yorkshire il emniyet
müdürlüğü bünyesinde yapılandırılmış, ulusal bir kolluk birimidir. Bu birim, 2012
yılında faaliyete geçmiş çok yeni bir birimdir. Yine yukarıda birçok kez temas
edildiği gibi, Britanya idari sisteminin daha yerel olmasına bir cevap niteliğinde
ortaya çıkmış olup, özellikle de Emniyet Müdürleri Derneği’nin (ACPO) 2009
yılında yayınlamış oldukları raporun bunda büyük etkisi olmuştur. Bu dernek, adında
da anlaşılacağı ve aşağıda da kısaca anlatılacağı gibi, bir dernek olmasına rağmen,
Türkiye’deki anlayışa göre Anayasada yer alan kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarından olup, devletçe desteklenmektedir. Birçok ulusal kolluk hizmeti bu
Dernekçe yürütülmektedir. Bu birim kuruluncaya kadar bu tür hizmetler yerel
birimlerce karşılanıyordu ve bu da ciddi zaman ve kaynak israfına sebebiyet
veriyordu.
Bu uygulamaya geçilirken, İçişleri Bakanlığı ve 43 İl Emniyet Müdürlüğü,
kendi aralarında ilk kez bir Ulusal İşbirliği Anlaşması (National Collaboration
Agreement) imzaladılar. Bu sayede de aynı ihtiyaçları daha ucuza elde etme
imkânına kavuştular. Bu Anlaşma ile birlikte kurulan bu birim, İngiltere sınırlarında
yaşayanların yüzde 98’ine, 20 dakika içinde hava hizmeti ihtiyacı sunma imkânı
getirmiş oldu. Tabii bunu yaparken 23 ayrı yerde, 25 hava aracı ile konuşlandı ve 24
saat esasına göre çalışmaya başladı. Bir arıza durumunda da yedek araç
bulundurularak kesintisiz hizmet imkânı sağlandı (UK POLICE, 2014).
Merkezi Otoban Polisi (The Central Motorway Policing)
Tahmin edilebileceği gibi, her türlü yolların, her yönüyle güvenliği ve kontrolü, BK
yerel kolluk birimlerinin görevleri arasındadır. Ancak özellikle otobanların yapısı
itibariyle, ayrı bir teşkilata ihtiyaç olduğundan, Merkezi Otoban Polisi de ihtiyaçtan
ortaya çıkmış, tam olarak ulusal olmasa da, İngiltere sınırlarındaki otobanların büyük
bir kısmını kontrol etmek üzere, üç ayrı il emniyet müdürlüğünce kurulmuş bir
birimdir. Bu il emniyet müdürlükleri sırasıyla, West Midlands, West Mercia and
185
Staffordshire il emniyet müdürlükleridir. Bu birimin araç, gereç ve personeli bu üç
müdürlükten temin edilmiştir. Bu birimin görev sahası, sekiz ayrı otobandan
oluşmakta olup yaklaşık 650 km civarındadır. Görevlileri, 24 saat esasına göre
devriye hizmeti sunmakta olup, Birmingham, Worcestershire and Staffordshire
bölgelerinde konuşlanmışlardır (UK POLICE, 2014).
Kraliyet Parklar Polisi (Royal Parks Constabulary)
Kraliyet Park Polisliği, 1872 tarihli Parklar Düzenleme Kanunu’na kadar
gitmektedir. İlk yıllarda bu birimde çalışanlar için kullanılan unvan “bekçi”
(keeper)’dir, ancak bunlar kendi görev alanlarında polis yetkisine sahiptiler. 1974
yılında Parklar Düzenleme Kanunu değiştirildi ve bunlara da polis denmeye başlandı.
2004 yılında ise, bu işleri yürütmek üzere, Londra Büyükşehir Emniyet Müdürlüğü
içinde, Kraliyet Parklar Operasyonel Komutanlık Ünitesi kuruldu ve özellikle Londra
sınırlarındaki 17 adet Kraliyet parkının korunmasını üstlendi. Bu birimin mali
kaynağı, Kraliyet Parklar Ajansı tarafından sağlanmaktadır.
Londra sınırlarında görevli olup, sorumlu olduğu parkların içinde güvenlik ve
asayişi sağlayarak, hem önleyici hem de adli kolluk hizmeti sunmaktadır. Bu birimde
polislerin yanında gönüllü polisler (special constables) ile toplum polisleri
(communty support officer) de, 7/24 esasına göre çalışmaktadır. Bu birimin sorumlu
olduğu parklardan bir kısmı dünyaca meşhur olup, her yıl milyonlarca yerli ve
yabancı tarafından ziyaret edilmektedir. Bunlardan bazıları, Bushy Park, Green Park,
Greenwich Park, Hyde Park, Kensington Bahçeleri, Regent's Park, Richmond Park,
St James's Park, Victoria Tower Bahçeleri, Brompton Mezarlığı’dır. Bu parkların
genel
idaresi,
Kültür,
Medya,
Olimpiyatlar
ve
Spor
Bakanlığına
aittir
(ROYALPARKS, 2014).
Limanlar Polisi (Ports Police)
BK’ta iki çeşit liman polisi vardır, büyük kısmı 1847 tarihli Limanlar ve Bütün
İskeleler Kanunu çerçevesinde, genel olarak liman polisleri olarak görev yaparken,
az bir kısmı da, kendi limanlarının adıyla anılan, Port of Dover ve Port of Liverpool
gibi polis birlikleridir (ACPO, 2014). Her halükarda bu liman polisleri de diğer genel
kolluk polislerinin sahip oldukları yetkileri, kendi görev alanında kullanırlar. Bu
186
Kanun çerçevesinde görev yapan toplam polis memuru sayısı 200 civarındadır. 2013
tarihli Deniz Navigasyon Kanunu, liman polislerinin görev alanlarının bir km kadar
çevresinde de yetkili olmalarına izin vermiştir. Ancak bu polislerin görev sahalarında
işlenen ciddi suçlarla ve kazalarla ilgili olarak yerel polis birlikleri yetkilidir.
Burada hatırlamak gerekir ki, bu limanları özel şirketler işletmektedir.
Dolayısıyla, bir kamu hizmeti olması beklenen kolluk hizmeti, özel sektör tarafından
sunulmaktadır (Newburn, 2008:156).
Gönüllü Polislik (The Special Constabulary)
Jason-Lloyd’un anlatımıyla “Özel Polislik” olarak da adlandırılan bu görev, BK
dâhilinde, yarım gün çalışan polis gücüdür. Temel esprisi, o polis bölgesinde yaşayıp
da gönüllü olarak polislik yapmak isteyen kişilerden oluşmasıdır. Yani bu birimde
çalışanlar bir ücret almazlar, sadece polise yardımcı olurlar. İngiltere ve İskoçya’da
mevcut bütün il emniyet müdürlükleri bünyesinde “gönüllü polislik” birimi
bulunmaktadır ve son yıllarda bu birimlerde çalışanların toplam sayısı yirmi bin
civarındadır (2000:19).
2002 yılında çıkarılan, Polis Reformu Kanunu ile bunların statüleri yenilendi.
Buna göre, özel polisler, diğer tam zamanlı ve maaşlı polisler gibi hâkim önünde
yemin ederek göreve başlarlar ve tutuklama yetkisi de dâhil, diğer polislerin sahip
oldukları yetkilere sahiptirler. Görev olarak da, diğer gönüllü bir polis veya normal
polisle birlikte aynı işleri yaparlar. Yaya veya araçla devriye gezme gibi. Fakat çok
özel uzmanlık gerektiren terörle mücadele, trafik polisliği ve kaçakçılık gibi bölümde
çalışmaları da doğal olarak beklenmez. Çünkü bu birimde çalışmak için daha fazla
eğitim ve tecrübeye ihtiyaç vardır ki, bunu da bu özel polislerin sağlaması
beklenemez (Newburn, 2008:227).
İngiliz İç Güvenlik Sistemi ve Asker
Silahlı kuvvetler, yani kara, hava ve deniz kuvvetleri Savunma Bakanına bağlı askeri
birlikler olup, ülke savunmasında, yani dış güvenlikte kullanılan silahlı askeri
birimlerdir. Moran’ın belirttiği gibi silahlı kuvvetler ancak aşağıdaki üç durumda iç
güvenlikte, kamu düzeninin sağlanmasıyla ilgili görevlendirilirler (2005:485):
Birincisi, iç güvenlikten sorumlu polisin barış ve güvenliği sağlayamadığı
187
durumlardır. Bunun en önemli örneği de, Kuzey İrlanda’da polis kuvvetlerinin
güvenliği sağlayamaması üzerine, yaklaşık 30 yıl boyunca askeri birliklerin iç
güvenlikte görevlendirilmesidir. İkinci durum, acil hizmetleri normal olarak sağlayan
birimlerde bir aksama veya tamamen sağlanamaması durumudur. Bunun en önemli
örnekleri ise, 1977 ve 2003 yıllarında, sanayi sektörlerinde meydana gelen olaylar
esnasında, itfaiye hizmetlerinin yetersiz kalması sebebiyle ordu birliklerinin görev
almalarıdır.
Üçüncü durum ise, önemli bir terörist saldırı ihtimali durumudur. Her ne
kadar Kuzey İrlanda sorununun çözümünden sonra buna ihtiyaç olmamışsa da, 2001
yılı 11 Eylül New York saldırılarından sonra, bu ihtimal her zaman gündemde olan
bir diğer durumdur.
Tabii burada, terör saldırılarına karşı alınacak önlemlerin çok yönlü olması
gerektiğini de hatırlamakta yarar vardır. Burada, Moran’ın vurguladığı gibi, terörle
mücadelede gelinen aşamada, silahlı kuvvetlere daha çok ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır
(2005:486). Fakat bu durum beraberinde bazı problemleri de getirmiştir; düşmanla
mücadele için yetiştirilen ordu birliklerinin, iç güvenlik alanında gerekli
hassasiyetleri koruması zor olmaktadır. Zira savaşta karşısında düşman vardır ve
mücadelenin sınırları daha geniş iken, burada karşısında kendi vatandaşı vardır ve
mücadele daha hassastır. Öldürdüğü insan, belki de aynı saflarda savaştığı bir
arkadaşının çok yakın bir akrabası olabilir. Türkiye’de de bölücü terör örgütü ile
mücadelelerde bu ve benzeri durumlarla çok karşılaşıldı. Baba, oğul, yeğen vs kimi
terörist, kimisi de Türk milliyetçisi olabildi. En azından bu tür çelişkiler filmlere bile
konu oldular (Cıvaoğlu, 2012).
Bu gibi, askeri birliklerin iç güvenlikte kullanılmaları durumunda, karşılaşılan
en önemli sorunlardan birisi de, istihbarat bilgilerinin koordinasyonudur.
Hatırlanacağı gibi, Türkiye’de de, neredeyse sırf bu amaçla, Kamu Düzeni ve
Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.
BK Savunma Bakanlığına bağlı olarak çalışan bir Savunma İstihbarat Birimi
de mevcuttur. Türkiye’deki askeri istihbarata benzeyen bir yapısı vardır. Bu
istihbarat birimleri arasındaki sorunları çözmek, Başbakanlık Ofisindeki, Ortak
188
İstihbarat Teşkilatı’nın görevidir. Bu Teşkilatın başkanı, Ortak İstihbarat Komitesine
de başkanlık eder ve her türlü iç ve dış istihbaratı koordine eder (UK
GOVERNMENT, 2014).
Tek cümleyle özetlemek gerekirse, BK Savunma Bakanlığı’nın iç güvelik
rolü ancak istisnai durumlarda, nadiren söz konusudur. Bütün askeri birlikler bu
bakanlığa bağlıdır. Türkiye’deki gibi sembolik bir bakanlık değildir. Diğer bir
ifadeyle, savunma bakanlığı ve genelkurmay başkanlığı ayırımı yoktur. Savunma
Bakanı, ülkenin bütün savunma politikalarının siyasi sorumlusudur.
Özetleme gerekirse, yukarıda görüldüğü üzere, İngiliz sisteminde iç güvenlik
hizmeti sunan birimler genel olarak “polis” olarak adlandırılmaktadırlar. Ancak
görev, yetki ve sorumluluk açılarından birçok farklılıklar mevcuttur.
3.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler
Parlamenter demokrasi ile yönetilen bir ülke olan Birleşik Krallık, tipik özelliklere
sahip olmakla beraber, klasik hiyerarşi içinde, Kral (Kraliçe), devletin başıdır
(Roberts, 1986:185-187). Ondan sonra sırasıyla Parlamento, Bakanlar Kurulu,
Başbakan, Bakanlar ve diğer özerk kuruluşlar yer almaktadırlar. Özetle; BK yürütme
organları sırasıyla; Taç (Crown veya Monarchy), Özel Konsey (Privy Council),
Bakanlar Kurulu (The Government), Başbakan (The Prime Minister), Kabine (The
Cabinet) ve yürütmenin yönetim aracı olan Kamu Yönetimi bürokrasisinden oluşur
(Heywood, 2008:225-227, Roberts, 1986:134). Yürütmenin en geniş halkasını Özel
Konsey oluşturur; sonra sırasıyla Bakanlar Kurulu, Kabine, İç Kabine, Kısmi Kabine
ve Kabine Komiteleri yer almaktadır. Ancak, “Taç” (Crown) sözcüğü “Kral ya da
Kraliçe” ile eş anlamlı değildir. “Taç” denilince bu, Kralı ve Bakanları da kapsayan,
devleti kasteden bir kavram niteliğindir. (Roberts, 1986:135-136). Adeta,
Osmanlılardaki, “Bab-ı Ali” ile “devlet”in kastedilmesi gibi, burada da “Taç “ ile
aynı şey kastedimektedir.
3.2.2.1. Kraliçe veya Kral (Queen, King)
Parlamenter Monarşik bir yönetim yapısına sahip olan Birleşik Krallıkta, devletin
başında Kral ya da Kraliçe bulunur. Taç; yürütmenin başı, yasamanın ayrılmaz
189
parçası, yargının başı, silahlı kuvvetlerin başkomutanı, İngiltere Kilisesinin
(Anglikan Kilisesi) yüce yöneticisidir (Roberts,1986:135). BK tarihine bakıldığında,
kısa bir Cumhuriyet dönemi hariç, devletin başında daima bir kralın veya kraliçenin
bulunduğu bilinmektedir. Kral veya kraliçe, kraliyet ailesinden gelmektedir. Ülkenin
en eski kurumudur. Zira 829 yılında, İngiliz birliğini sağlayan, Kral Egbert’ten beri,
bu kurum hep olmuştur. 1701 tarihli, Türkçeye Tac-ı Tevarüs Kanunu olarak çevrilen
(Göze, 2000:443) bir (The Act of Settlement) kanunla da, krallığın görev ve yetkileri
belirlenmiş ve Taç’ın en yaşlı evlada geçmesi kuralı getirilmiştir (Norton, 2011:362).
Bin yılı aşkın ülke tarihinde, sadece 18 yıl ülke kralsız bir dönem yaşamıştır. Bu ara
dönem olan 1642- 1660 yılları arasında iç savaş çıkmıştır ve Oliver Cromwell isimli
bir asker, kendisini “Koruyucu Lord” unvanıyla devletin başı ilan etmiştir ama 1660
yılında ölümü üzerine, Kral Charles yeniden tahtına geri dönmüştür (Çevik (ed).
2008:220; Heywood, 2008:10-12).
Günümüz modern Britanya Kraliçesi’nin, devlet yönetimi açısından
konumunu tek cümle ile ifade etmek gerekirse, dünyada bu kadar az yetkili ama bir o
kadar da etkili bir devlet başkanı bulmak mümkün gözükmemektedir (Judge,
2005:76-79). BK Kraliçesinin devlet idaresi açısından o kadar az yetkileri vardır ki,
bir cümlede saymak mümkündür: Başbakanı atamak, parlamentoyu başbakanın talebi
üzerine feshetmek, Parlamentonun açılışını, bir konuşma ile yapmak, ki bu
konuşmayı da Başbakan hazırlar, yasaları kabul etmektir ve çok istisnai olarak bazı
bürokratların atamasını onamaktır (Roberts, 1986:186).
Monark, resmi olarak aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı,
Kanada ve Avustralya'yı içeren bazı ülkelerin de devlet başkanıdır. Birleşik Krallıkta
hükümdarlık, cinsiyet farkı gözetmeksizin, sadece kan bağı ile ebeveynlerden
çocuklara geçer. Evlilik yolu ile kral veya kraliçe olunamaz (Norton, 2011:362).
BK Kraliçesi’nin, iç veya dış güvenlikle ilgi herhangi bir görevi
bulunmamaktadır. Dolaylı olarak etkisi ve bazı rolleri olsa da, başkanlık ettiği bir
kurul, kurum veya kuruluş olmadığı gibi, bu hizmetleri sunan kuruluşlar üzerinde de
herhangi bir yetkisi yoktur. Olsa olsa bazı atamalarda imzası olmakla birlikte (Peele,
2004:36; Jason-Lloyd, 2000:8), bu da sembolik anlamlar içerdiği için kayda değer bir
durum değildir (Roberts, 1986:186).
190
3.2.2.2. Parlamento (The Parliament)
Dünyanın en eskilerinden olan BK Parlamentosu, iki kamaradan oluşur (Martin,
2013:43): İlki, 650 üyeli olan ve üyeleri beşer yıllık dönemler için seçilen Avam
Kamarası (the House of Commons) ve ikincisi ise, eskiden çoğunluğunu soyluların
oluşturduğu ve üyeliğin babadan oğla geçtiği, ama şimdi genellikle hükümet ve
Kraliçe tarafından tayin ile hayat boyu üyelik yapılan Lordlar Kamarasıdır (the
House of Lords) (Roberts, 1986:12-13). 2001'den beri Lordlar Kamarası'nın
yapısının çağdaşlaştırılması için bir reform çalışması başlatılmıştır ama hala daha
yeni sistem ortaya çıkmamıştır (Heywood, 2008:217-218).
Parlamento’da yasa yapma süreci üç aşamalıdır: Avam Kamarası, Lordlar
Kamarası ve Kraliçe veya Kral. Avam Kamarası’nın şu an için üye sayısı 650’dır.
Avam Kamarası, İngiliz parlamentosunun halkoylarıyla seçilen üyelerinden oluşan
yasama organıdır ve aslında parlamento denildiğinde akla Avam Kamarası
gelmektedir. Seçimler en çok 5 yılda bir tekrarlanır (Rogers ve Walters, 2004:22).
İngiltere’de 523, İskoçya’da 72, Galler’de 38, Kuzey İrlanda’da 17 seçim bölgesi
vardır (Roberts, 1986:12). Her seçim bölgesi bir parlamento üyesi çıkarır.
Parlamento üyelerinden birisinin ölümü, istifa etmesi veya emekli olması durumunda
derhal bir ara seçimle yeni üye görev başına getirilir (Roberts, 1986:30-32).
Milletvekili olmak için 21 yaşını bitirmek ve o seçim bölgesinden on kişinin imzasını
almak yeterlidir (Roberts, 1986:13).
Avam Kamarası’nın en önemli görevi yasa yapmaktır ki, bu görev
Parlamento üstünlüğü (Supremacy of the Paliament) ilkesini doğurmuştur (Roberts,
1986:140). Hükümeti kabul etmek ve düşürmek ile hükümeti ya da bir diğer
ifadesiyle yürütmeyi denetlemek de Parlamento’nun en önemli görevleri arasındadır
(Roberts, 1986:152-154).
Lordlar Kamarası’nın ise sabit bir üye sayısı yoktur. Üyeleri birkaç yöntemle
atanır: Hayat boyu lordlar, miras yoluyla gelen lordlar, dini lordlar ile üst düzey
hâkimlerden oluşurdu (Roberts, 1986:178). Ancak artık yüksek hakimler, Lordlar
Kamarası’nda temsil edilmek yerine, Yüce Mahkeme’de (The Supreme Court) temsil
edilmektedirler (Martin, 2013 :43). Lordlar kamarası üyeleri maaş almazlar, ancak
191
görevleri gereğince bir seyahat yapmaları gerekirse, bu seyahatin giderleri devlet
tarafından karşılanır.
Birleşik Krallık parlamento modelinde yasama gücü, halkın temsilcilerinin
oluşturduğu yasama organında vücut bulur. Bu güç, yukarıda da kısaca temas
edildiği gibi, başka hiçbir kişi, kurum veya kuruluşla paylaşılamaz (Roberts,
1986:140). Diğer bir ifadeyle, halkın temsilcisi konumunda bulunan Parlamento,
fiiliyatta Avam Kamarası üyeleri, her konuda, kraliyet kurumunun kaldırılması da
dâhil olmak üzere, karar alma yetkisine sahiptirler. Onlar, ancak seçim döneminde,
halka siyasal kararları dolayısıyla hesap verirler. Halk bunları onaylamıyorsa, onlara
oy vermemek suretiyle tercihini belirtir. Bu kararların kaldırılması veya yerine yeni
kararların alınması, bir dönem sonra seçilecek olan temsilcilerin görevidir. Bu
uygulama, tam bir dolaylı demokrasi örneği olup, halk siyasal sistemin yönetimine
doğrudan katılmamakta, alınan kararları ancak dolaylı olarak etkilemektedir. Bundan
dolayıdır ki, bu sistemde bütün ülkenin katıldığı referandum uygulamaları pek
görülmez (Roberts, 1986:80-82).
Bu sistemde Parti hükümeti esastır ve yürütme gücünü kullanan başbakan ve
bakanlar kurulu, aynı zamanda yasamayla kaynaşmıştır ve onu etkisi altında tutar.
Daha çok iki partili bir parti sistemine dayalı olarak çalışır. Üçüncü ve diğer partiler,
istisnai durumlar dışında, genellikle çok güçlü değildirler. Bu değerlendirme,
Parlamento’da temsil anlamındadır. Yani seçim sistemi, yukarıda da vurgulandığı
gibi, her bölgeden tek bir vekil çıkarır ve tek turlu bir seçim vardır. Bu durumda,
partilerin oy oranları birbirine çok yakın olduğu durumlarda, ki bu 2010’da oldu,
üçüncü parti oy oranına göre çok daha az vekil kazanır (Grant, 2009: 93-97).
Westminster modelinde, demokrasinin önemli unsurlarından birisinin de
meclis egemenliği ilkesi olduğu yukarıda vurgulanmıştı (Heywood, 2008:206). Buna
göre parlamentonun gücü, sistemde açık bir şekilde görülür. İngiltere'de
parlamentoyu denetleyecek bir organ yoktur. Hukuki açıdan yasama gücüne
konulmuş hiçbir sınır yoktur. Parlamento, anayasal nitelikli kuralları da aynı adi
yasalar gibi koyar veya kaldırır. BK’ta muhalefetin, azınlıkların veya marjinal
grupların, iktidarın baskı ya da zorbalığından korkmasına gerek yoktur. Herhangi bir
192
hukuki ve kurumsal güvence olmamasına karşın, ülke halkının tarihsel özgürlük
duygusu en büyük güvencedir (Heywood, 2008:165-185; Martin, 2013: 54).
Milletvekili seçimleriyle ilgili genel kurallar, Türkiye’den bilinenlere
benzerlik arz eder (Roberts, 1986:12-30). Yasaya göre, seçimler beş yılda bir
yapılması gerekir (Martin, 2013:43). Ancak genelde, nadiren maksimum 5 yıllık süre
beklenir, süre dolmadan meclis çözülerek seçime gidilir. Mesela 1997 yılında,
mevcut hükümet meclisi 4 yıl sonunda dağıtarak seçime gitmiştir (Rogers ve
Walkers, 2004:22).
Burada, seçimlerde oy verme hakkı ve yaşı ile ilgili düzenlemelerden ve
gelişmelerden de bahsetmek gerekir. Zira bu, çok zorlu ve uzun bir mücadele
sürecini ifade eder. Buna göre, Parlamento ve seçim sistemi, yüzyıllardır var
olmasına rağmen, BK sisteminde herkesin oy kullanması, genel eşitlik anlayışı ancak
1930’larda sağlanabilmiştir. Öyle zannedildiği gibi, bir günde bir kanun çıkarılarak,
eşit oy hakkına sahip olunmamıştır. Önceleri sadece mülkiyet sahibi erkekler oy
kullanırken, daha sonraları bütün erkekler oy kullanma hakkını elde ettiler. Birinci
Dünya Savaşı sonrası da, belli yaşa gelen kadınlara oy hakkı verildi ama ilk kez
1930’da ancak bütün kadınlar, erkeklerle aynı şartlarda oy kullanabildiler (Farrell,
2011:25-31).
Yasalar çıkarılırken önce Avam Kamarası'nda ele alınır ve kabul edilir,
ardından Lordlar Kamarasında da ele alınıp kabul edildikten sonra, Kraliçenin onayı
ile yürürlüğe konulur (Roberts, 1986:144-188).
Parlamento’da yasa yapmanın yolu şöyledir (Roberts, 1986:154-158; Grant,
2009:76-78; Martin, 2013:47-49): Taslak halindeki yasalara kanun tasarısı denir ve
her vekil tarafından sunulur, bununla birlikte bakanlar tarafından da sunulabilir.
Bakan tarafından sunulan yasalara “hükümet tasarısı” ve vekillerin sunduğuna ise
“özel vekil tasarısı” denir. Diğer bir sınıflama da ise genel toplumu ilgilendirenlerine
“toplum tasarısı”, özel bir grubu veya bireyleri ilgilendirenlerine “özel tasarı” ve özel
tasarının halkı ilgilendiren istisnalarının olduğu tasarılarsa “karma tasarı” diye
adlandırılır.
193
Tasarılar değişik evrelerde gelişirler. İlk evre genelde formalite içeren “ilk
okuma” evresidir. Sonraki evre “ikinci okuma” evresidir ki, burada tasarı içeriği
tartışılır. İkinci okuma evresi sonunda, Parlamento tarafından oylama yapılabilme ve
oylama sonucu Parlamento tarafından reddedilme ihtimali vardır. Bununla beraber,
hükümet tasarıları çok nadir olarak reddedilir. Normalde, ikinci okuma evresi sonrası
tasarı ilgili yasa komitesine gönderilir. Lordlar kamarasında, Büyük Komite veya
Tüm Kamaralar Komitesi görevlidir. Burada, tartışmaya sebep vermeyecek şekilde
özel prosedürden geçirilir. Avam Kamarasında ise Süreklilik Komitesinde ele alınır.
Tüm Kamaralar Komitesi ise önemli yasa tasarılarında kullanılır. Komiteler tasarıları
madde madde incelerler ve gerekirse yeniden değerlendirilmesini sağlamak
amacıyla, tasarıyı kendi değişiklik önerileri ile geri gönderirler. Üçüncü Okuma
evresinde, Avam Kamarasında başka bir değişiklik istemi olmazsa, Üçüncü Okuma
evresinin bitirildiği ilan edilerek Lordlar Kamarasına sunulur. Lordlar Kamarasında
da oylama sonucu tasarı kanunlaşır. Her hangi kamaranın birinde oluşacak
anlaşmazlık çözülmezse yasa tasarısı kanunlaşamaz (Grant, 2009:78-82).
1911 Parlamento Kanunu’na göre, Lordlar Kamarasının yasa tasarılarını
reddetme gücü önemli ölçüde kısıtlanmıştır ve bu kısıtlamalar 1949 yılında daha da
artırılmıştır. Buna göre, şayet Avam Kamarası, yasa tasarısını iki kere kabul etmiş ve
Lordlar kamarası her ikisini de reddederek geri göndermişse, Lordlar Kamarasının
reddine bakılmazsızın yasa, Krala onaya gönderilir. Sonuçta tüm yasalar teorik
olarak Lordlar kamarası ve Avam kamarasının kabulü ile Krallıkta onaylandıktan
sonra kanunlaşır (Roberts, 1986:180-181; Martin, 2013:49-50).
Her modern, gelişmiş örgüt gibi, BK Parlamentosunun da, canlı ve sürekli bir
organizma olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü, özellikle Lordlar Kamarası
bağlamında, kamuoyunda sürekli değerlendirmelere tabi tutulmakta ve reform
talepleri ile muhatap olmaktadır (Heywood, 2008 :194; Martin, 2013:44-45).
Özetle, BK Parlamentosu iki kamaralı bir parlamento olup, asıl gücü seçimle
gelen üyelerin oluşturduğu Avam Kamarası elinde tutmakla beraber, Lordlar
Kamarasınının görev ve fonksiyonları bir bütün olarak değerlendirildiğinde,
sembolik olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca Lordlar Kamarası’ndaki üst
düzey hâkimlerin oluşturduğu komite yüksek mahkeme işlevi de görmektedir. Bu
194
yüksek hâkimler oy kullanmazlar ve sadece temyiz mahkemesi işlevi yürütürler.
Yani Yüksek Mahkeme (The Supreme Court), daha çok temyiz merciidir. ABD veya
bazı ülkelerdeki gibi anayasa mahkemesi görevi yoktur (Roberts, 1986:40).
Parlamento, her demokratik parlamenter sistemde olduğu gibi, ülkenin tek
yasa koyucu organı olarak, iç güvenlik aktörlerinin dayanağı olan bütün yasal
düzenlemeleri yapan organ olma özelliğini taşımaktadır. İç güvenlik hizmetlerinin
günlük sunumundan doğrudan sorumlu olmasa da, yürütmeyi denetleyen en önemli
kurum (Heywood, 2008:202-203) olması sebebiyle, bu kurumlar üzerinde doğrudan
denetleyici rolü olduğunda kuşku yoktur.
Ayrıca, hükümet ve bakanları aracılığıyla, sistemdeki eksiklikleri ve
boşlukları tespit etme ve bunları giderici yasal düzenlemelerde bulunma görevi
olduğu da gözönünde bulundurulmalıdır (Heywood, 2008:193-214).
En önemlisi de, hesapverebilirliğin en üst derecede ölçüldüğü organdır. Zira
iç güvenlik hizmetlerinden memnuniyeti ölçmenin en kestirme ve kat’i yolu, belli
periyotlarla yapılan milletvekili seçimleridir (Roberts, 1986:12-30). Eğer halk bu
hizmetlerden memnunsa, o hizmetleri sunan hükümeti, daha doğrusu o hükümeti
kuran parti veya partileri yeniden seçerek veya seçmeyerek hesap sorma aracı olarak
Parlamentoyu kullanacaktır. Sonuçta, BK sisteminde, iç güvenlik hizmetlerinin
sunulmasında rol alan aktörlerin hepisi de Parlamentoya karşı doğrudan
sorumludurlar.
Parlamento’da, iç güvenliği ilgilendiren ve bu hizmeti yürüten birimler
üzerinde sivil denetim ve gözetim yetkileri olan belli başlı mekanizmalar, İçişleri
Komisyonu (The Home Affairs Committee), Savunma Komisyonu (The Defence
Committee) ve İstihbarat ve Güvenlik Komisyonudur (The Intelligence And Security
Committee Of Parliament). Ayrıca Parlamento bünyesinde bir de ombudsmanlık
kurumu da çalışmaktadır. Şu anda adı, İngiltere Parlamento ve Sağlık Hizmetleri
Ombudsmanlık Kurumu olmakla beraber bu kurum, ilk olarak 1967 yılında,
Parlamento Komiseri (The Parliament Commissioner) adıyla kurulmuştur. BK’ı
oluşturan her alt ülkede, kendi adlarıyla, yani İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler
Ombudsmanı vardır. Bu sistemin ortaya çıkmasında, İngiliz adalet sisteminde, ayrı
195
bir idari yargı geleneğinin olmaması da etkili oluştur. Çünkü idari davalar da normal
adli mahkemelerde yürütülüyordu ki, bu çok masraflı ve uzun bir süreç anlamına
geliyordu. Bu sistemin sakıncalarını gidermek amacıyla getirilen ombudsmanlık
sistemi, halkta memnuniyet oluşturdu. Daha sonraki yıllarda ise birden çok sahada;
sağlık,
yerel
yönetimler,
hapishaneler
gibi
ambudsmanlık
kuruldu
(THE
PARLIAMENTARY AND HEALTH SERVICE OMBUDSMAN, 2014; Özden,
2005:61).
3.2.2.3. Hükümet (The Government), Kabine (The Cabinet),
Başbakan (The
Prime Minister) ve Bakanlar (Secretary of States, Secretaries, Ministers and
Junior Ministers)
Aşağıda ayrıntılı olarak anlatılacağı üzere, İngiliz idari ve siyasi sisteminin kendine
has özelliklerinden dolayı, bu kişi ve birimleri aynı başlık altında ele almak daha
doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilmiştir.
BK’ta yürütmenin en üst halkasını başbakan ve onun seçtiği bakanlardan
oluşan hükümet ve kabine oluşturmaktadır (Roberts, 1986:200). Dolayısıyla anayasal
sistemde
kilit
rol
başbakana
aittir
(Roberts,1986:202).
Kraliçe,
Avam
Kamarası’ndaki çoğunluğa sahip olan partinin başkanını başbakan olarak
atamaktadır (Roberts, 1986:202). Başbakanın Avam Kamarası üyesi olma şartı, 20.
yüzyıl başlarında geçerli olmaya başlamış bir ilkedir. Daha önceleri birçok başbakan
Lordlar Kamarası’ndan seçilmiştir (Çam, 1993:42). Başbakanın üstünlüğü, öncelikli
olarak hükümeti kurma yetkisinden gelmektedir. Bunun yanında, hükümetin başı
statüsünden yararlanarak, bakanları azledebilmesi de başbakanın gücünü arttıran bir
başka husustur (Çam, 1993:42; Roberts, 1986:206-207).
Başbakanın görevlerine bakıldığında, kabine toplantılarının gündemini
belirlediği, kabineye başkanlık ettiği, bakanlar arası yetki ve sorumluluk dağılımını
gerçekleştirdiği ve Kraliçe’ye, hükümet çalışmaları konusunda bilgi verdiği
görülecektir (Heywood, 2008:229). Bunun yanında, başbakan aynı zamanda,
kamusal politikalarla ilgili son karar verici konumundadır. Başbakan çok sayıda
kamu görevlisinin atanması için kraliçeye teklifte bulunur (Roberts, 1986:206).
196
Bunlar arasında İngiliz Kilisesi’nin üst düzey görevlileri de, üst düzey yargıçlar ve
diğer bazı üst düzey kamu görevlileri bulunmaktadır (Karasu, 2004:94).
Kabine, kamu politikalarının belirlenmesinde uzlaşmayı esas almak
zorundadır. Çünkü parlamenter demokrasilerde, ülkenin en önemli ve en üst yürütme
organı olan bakanlar kurulu, ortak sorumluluk ilkesiyle yönetilir. Yani bakanlar
kurulu kararlarını oybirliği ile alır. Bu BK yönetiminde de böyledir (Roberts,
1986:219). Yani Kabine’nin, sadece başbakanın aldığı kararları onaylama gibi bir
fonksiyonu yoktur. Kabine üyeleri kolektif sorumluluk ilkesi gereğince, kabine
tarafından alınan kararları kamuoyu önünde savunmak zorundadır (Uzun, 2003:604;
Garnett ve Lynch, 2012:153-161). Önemli bir özellik de, BK sisteminde
Başbakanlık, Türkiye’de olduğu gibi bir bakanlık değildir (Roberts, 1986:203),
Başbakanın her türlü idari ve bürokratik işlerini takip eden, yaklaşık iki yüz kişilik
bir ekibi vardır (Garnett ve Lynch, 2012:161). Sonuçta kendisine doğrudan bağlı
idari birimler yoktur.
Bakanlar Kurulunun, ya da diğer ifadesiyle hükümetin her üyesi, Kabine
içinde yer almamaktadır (Heywood, 2008:230). Kabine, başbakan ve başbakan
yardımcısının dışında, ortalama 20 dolayında bakandan oluşmaktadır. Kabinenin
görevleri, başbakana yardımcı olmak, hükümet politikalarını belirlemek, bakanlıklar
arasında eşgüdümü sağlamak, kamu kurumlarının ve kamu hizmetlerinin kapasitesini
iyileştirmek ve kamu yönetimi ile ilgili standartlar oluşturmak olarak belirtilebilir
(Karasu, 2004:94; Heywood, 2008:230-235; Peele, 2004:139-140).
BK Kabine Sisteminin bir diğer önemli özelliği de, başbakana yakın birkaç
bakandan oluşan iç kabine ya da kimi dönemlerde ortaya çıkan kısmi kabinenin
olmasıdır (Roberts,1986 :221). İç kabine, genellikle başbakana yakın bakanlardan ve
hizmet alanına bağlı olarak güçlü olan bakanlardan oluşmaktadır. Bunun yanında,
belirli konularda hızlı karar alabilmek için, kabinenin sadece bir bölümünden oluşan
kabineler, belli bir süre içinde kabinenin tümü kendilerinden oluşuyormuş gibi karar
alabilmektedirler (Emre, 1997:34).
Özetle, BK devlet sistemi de, her devlet sisteminde olduğu gibi, kamu
düzenini ve güvenliğini sağlamayı amaçlamaktadır (Moran, 2005:471). Peele de, BK
197
sınırlarında güvenlik ve asayiş işlerinin birlikte ele alınması gerektiğini, bu bağlamda
esas olarak bu işleri iki ayrı devlet kurumunun yürüttüğünü, bunların da mahkemeler
ve
İçişleri
Bakanlığı
olduğunu
vurgulamaktadır
(2005:111).
Diğer
bir
değerlendirmeye göre ise, BK iç güvenlik ve güvenlik aktörleri, bakanlık seviyesinde
İçişleri, Savunma ve Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanlıkları olarak sıralanmıştır
(Peele, 2004:113). Bu sistemde, kamu düzenini ve güvenliğini sağlayan güvenlik
aktörlerini incelerken, Moran’ın çizdiği şemayı esas almakla işe başlamakta fayda
var. Buna göre bakanlıklar seviyesindeki güvenlik aktörleri aşağıdaki gibidir
(2005:484): En üstte, her halükarda, sistem gereği Başbakan bulunur. Ondan sonra,
kendilerine bağlı birimler sebebiyle, İçişleri, Dışişleri ve İngiliz Uluslar Topluluğu
Bakanlığı ile Savunma Bakanlığı gelir.
Yukarıda anlatıldığı gibi, BK Hükümeti ya da diğer bir deyişle Bakanlar
Kurulu, ülkenin en güçlü ve en önemli yürütme organıdır ve yürütmenin başı da
Hükümetin başı olan Başbakandır. Parti disiplinin de katkısıyla Başbakan, hem
partisine, hem de Parlamentoya hakimdir. Her ne kadar birçok bilim insanına göre,
palamenter demokrasi teorisinde, başbakanlar eşitler arasında birinci kabul edilse de
(Peele, 2008:229), fiilyatta bu hiç de böyle değildir. BK Hükümeti, belki de
dünyanın en güçlü hükümetidir. Moran’ın tespit ve değerlendirmelerinde de bunu
görmekteyiz (2005:114-137).
Birleşik Krallıkta yürütme gücünün odak noktası başbakan ve onun
çevresinde yer alan bakanlardan oluşan kabinedir (The Cabinet). Bütün bakanlar
hükümet (The Government) üyesi olmakla birlikte, bunların yalnızca bir bölümü
kabine üyesidir. Bu hükümet ve kabine kavramlarının ayrı anlamlar içermesinden
kaynaklanmaktadır. Birleşik Krallıkta hükümet, kabineyi de içeren ve 100 dolayında
üyesi bulunan geniş bir birimdir (Heywood, 2008:228-232).
İngiliz coğrafyasında başbakan kelimesi ilk kez resmen 1730 yılında
kullanılmıştır (Garnett ve Lynch, 2012:15). Kurum yasal dayanağını ise 1937’de
çıkarılan Minister of the Crown Act yasası ile elde etmiştir. Başbakanla birlikte
hükümette 3 ayrı düzeyde bakan vardır (Roberts, 1986:229):
İlki, Kabine
Bakanlarıdır. Bunların sayıları 20 dolayındadır ve kabine bunlardan oluşmaktadır,
bunlar başbakanın en yakınında bulunan bakanlardır. Kabinede en önemli
198
bakanlıklar bunlara aittir. İkincisi, Kabine üyesi olmayan Bakanlardır ki, sayıları 30
kadardır. Bunlar bakan olmakla birlikte kabine dışındadırlar ve kendilerine Ministers
of State (devlet bakanı) denmektedir. Görevleri, büyük bakanlıkların belli
bölümlerini yönetmektir. Üçüncü tür bakanlar ise junior ministers denilen alt düzey
bakanlardır ve sayıları 50 dolayındadır. Genellikle bağlı oldukları Kabine üyesi
bakanın meclis ile ilişkilerini yürütmektedirler. Hükümet içinde kıdemsizdirler.
Görüldüğü gibi BK Hükümet Kabinesi, bilinen ve Türkiye’de uygulan
hükümet modelinden farklıdır. Bu kabine üyesi olan veya olmayan birçok bakan
Kabine ofisinde sürekli çalışan komitelere üyedirler ve çoğunlukla bu komitelerin
toplantılarına katılarak, hükümet politikalarının uygulanmasını takip ederler
(Roberts, 1986:221).
Ayrıca bu sistemde hükümet, devlet yönetiminde tecrübe kazanılan bir
platform özelliği de taşımaktadır. Bu tezin yazılmaya başlanıldığı tarih itibariyle
David Cameron başkanlığında, bir başbakan yardımcısı ile 21 Kabine üyesi bakanın
(secretary) yanında, tam 99 kişi de, bakan unvanıyla görev yapmaktaydı (UK
GOVERNMENT, 2014).
Yukarıda bahsedilen BK güvenlik aktörleri şemasından da anlaşılacağı üzere,
en önemli güvenlik aktörleri olan İçişleri, Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, BK
Hükümet Kabinesi’nin en önemli bakanlarından oldukları için, BK hükümetinin,
güvenlik aktörlerinin en önemlilerinden olduğunu söylemek mümkündür. Zira bu
bakanlar, ayrı ayrı güvenlik hizmetlerinin yürütülmesinden sorumlu en önemli kişiler
ve kuruluşlar oldukları gibi, birlikte de bazı komitelerde ve en önemlisi, kabinede
görev yapmakta ve alınan kararlara etki etmektedirler. Ortak sorumluluk gereği de,
bütün kabine, güvenlik hizmetlerinin en etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesinden
sorumludur (Roberts, 1986:219).
Yukarıda da vurgulandığı gibi BK Başbakanı, gerek hükümetin ve de
Parlamentodaki en güçlü partinin başkanı olması, gerekse de ülkede uygulanan parti
disiplini anlayışının bir sonucu olarak, çok güçlü bir konumdadır. Özellikle de tek
parti iktidarında, Parlamentoda ezici bir çoğunluğa sahip olması, bu durumu
pekiştirmektedir (Heywood, 2008:228).
199
Daha doğru bir ifadeyle, Heywood’un özetlediği gibi BK Başbakanının görev
ve yetkilerini anlamak açısından, sadece hükümeti kurma görevi bile, onu güçlü
kılmaya yetmektedir. Bunun dışında hükümet politikalarının yürütülmesinden de
sorumludur. Kabine toplantılarını yönetir. Hükümeti kurmak görevinin yanında,
değiştirmek ve dağıtmak görevi de ona aittir. En büyük partinin başkanı olarak, fiilen
parlamentoyu da kontrol eder. Dolayısıyla ülkenin ulusal lideridir ve ülkeyi
yönetmektedir (2008:228-232).
Bütün bu görev ve yetkilerin onu, diğer bakanların ve kurumların üstünde bir
konuma oturttuğu açıktır (Garnett ve Lynch, 2012:153-161). Böylece, adli yargılama
süreci dışındaki her kamusal yönetim alanında rolü olduğunu kabul etmek gerekir.
Bunun anlamı, BK güvenlik yönetiminden de, nihai aşamada başbakan sorumludur.
Burada, Başbakanın görev ve sorumluluklarını belirten açık yasa hükümleri
olmadığını da hatırlatmak gerekir (Garnett ve Lynch, 2012:153). Ancak, kabineye ve
birçok komiteye başkanlık etmesi dolayısıyla, güvenlik yönetimine de vaziyet
etmektedir. Tek cümleyle, BK Başbakanı en önemli güvenlik aktörlerindendir.
Milli Güvenlik Kurulu (The National Security Council)
Resmi web sayfasında verilen bilgilere göre MGK, 2010 yılında, David Cameron
Hükümeti ile birlikte kurulmuş, yeni bir birimdir (Garnett ve Lynch, 2012:163).
Konseyin başkanı başbakandır, üyeler ise Başbakan Yardımcısı, Maliye Bakanı,
Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanı, İçişleri Bakanı, Savunma Bakanı,
Uluslararası Gelişmeler Bakanı ile Güvenlik Bakanı’dır. Diğer bazı bakanlar da
gerektiğinde toplantıya katılırlar.
Kurul olağan olarak haftada bir toplanır. Milli Güvenlik Kurulu, BK ulusal güvenlik
politikalarının görüşülüp kararlaştırıldığı en üst düzey forum niteliğindedir. Burada
alınan kararlar, diğer bütün kamu kurumlarını bağlayıcı ve yönlendirici niteliktedir.
Ancak bu Kurul’un yapısı, diğer birimlerle ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerinin
nasıl olacağı henüz netleşmemiştir. Bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Şu
kadar ki, Kurulun şu anki en önemli görevi, ulusal güvenliği sağlayan kuruluşlar
arasında koordinasyonu sağlamaktır.
200
MGK’ya bağlı, bakanlar seviyesinde üç ayrı alt komite vardır. Bu komitelerin
görevleri; ulusal güvenlikle ilgili tehditleri, tehlikeleri, dirençleri ve ihtimaller ile
bunlarla ilgili her türlü istihbaratı değerlendirmektir. Ayrıca nükleer caydırma ve
güvenlikle, BK’ın muhtemel uluslararası güçlerle ilişkilerini değerlendirir. Özetle bu
komiteler, ulusal güvenliği ilgilendiren ilgili bütün birimlerle görüşerek, konuları
daha derinlemesine araştırırlar. MGK’nin sekretaryasını, Ulusal Güvenlik Danışmanı
yürütür (National Security Adviser). Diğer bakanlar, genelkurmay başkanı veya
istihbarat birimlerinin başkanları, konu kendilerini ilgilendirdiğinde toplantılara
çağrılırlar (UK GOVERNMENT, 2014).
3.2.2.4. İçişleri Bakanlığı (The Home Secretary)
BK iç güvelik aktörleri içerisinde, hiyerarşik olarak olmasa da fiilen ve hukuken en
önemli yönetim biriminin, aşağıda anlatılacakların ışığında, İçişleri Bakanlığı
olduğunu söylemek mümkündür. Zira geleneksel olarak iç barışın korunmasından
sorumludur ve İngiltere iç güvenlik aktörlerini de koordine eder (Hart, 1951:6). Bir
diğer ifadeyle, İngiliz polisi üzerindeki yetkileri, hukuken olmasa da fiilen merkezi
bir polis teşkilatının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir ki, bu durum da Bakanı
çok daha önemli bir pozisyona taşımıştır (Reiner, 2000:167).
BK İçişleri Bakanlığının resmi web sayfasında da vurgulandığı gibi, BK
İçişleri Bakanının belli başlı görevleri; göç ve pasaport işlerini yürütmek,
uyuşturucuyla mücadele ve suçla mücadele politikalarını yürütmek, terörle
mücadeleyi yürütmek ve adli ve önleyici kollukla ilgili prensipleri koymak, bu
kurumların yasal durumunu takip etmek, bunlarla ilgili bazı atamaları yapmak, iç
istihbaratı yürütmek, ülke sınırlarını korumak ve ayrıca evlat edinme işlerini de
yürütmektir (UK HOMEOFFİCE, 2014; Peele, 2005:113; Jason-Lloyd, 2000:12).
Tek cümleyle İçişleri Bakanlığı, kolluk hizmetlerinden sorumlu en üst siyasi
makamdır (Critchley, 1967:268).
İçişleri Bakanlığının, 2003 yılına kadar bazı adli görevleri olduğunu
hatırlatmakta fayda var. Seçim işlerini takip etmek, açık hükümet işleri (şeffaflık),
bilgi edinme hakkı uygulamaları, sulh hukuk mahkemeleri ve hapishaneleri
201
yönetmek gibi. Bunlar şimdi Lordlar Kamarasının bir bölümü olan Anayasal İşler
Bölümüne ve Adalet Bakanlığına devredilmiştir (Peele, 2005:113).
BK sınırları içerisinde ve tabii ki İngiltere sınırlarında, iç güvenliği birinci
derecede sağlayan aktör İçişleri Bakanlığı’dır. Zira yukarıda da belirtildiği gibi,
ülkede en aktif ve yaygın olarak faaliyet gösteren iç güvenlik aktörlerinden olan polis
teşkilatları ve iç istihbarat teşkilatı (MI5), doğrudan veya dolaylı olarak bu
bakanlığın sorumluluk sahasına girer. Bu sahadaki hükümet politikalarının
yürütülmesinden birinci derecede İçişleri Bakanı sorumludur (Peele, 2004:163).
Bu arada, BK hukuk düzeninde, iç güvenlik ile dış güvenlik arasında keskin
sınırlar çizilmiştir (Moran, 2005:488). Tek cümleyle, iç güvenlikte sorumluluk ve
yetki, polis teşkilatında, dış saldırı durumunda ise silahlı kuvvetlerde, dolayısıyla
Savunma Bakanlığındadır. Ancak bu durum, silahlı kuvvetlerin hiçbir zaman iç
güvenlikte
kullanılmadığı
veya
kullanılmayacağı
anlamına
gelmez.
Hangi
durumlarda, silahlı kuvvetlerin iç güvenlik alanında faaliyet göstereceği hususu,
Savunma Bakanlığı kısmında ele alınacaktır.
Burada, özellikle İçişleri Bakanlığının iç güvenlik hizmetlerini yürüten
birimlerine ve görevlerine kısaca temas edilecektir. Aşağıda anlatılacak ve
açıklanacak olmakla beraber, İngiltere örneğinde, Türkiye’de olduğu gibi ulusal
düzeyde örgütlenmiş iç güvenlik birimleri yoktur. Bütün il emniyet müdürlükleri
müstakildir. Çeşitlilik olarak da, bütün kolluk birimleri “polis” olarak adlandırılır.
Bununla beraber, bütün polis birimleri, politika ve standartların belirlenmesi
açısından İçişleri Bakanlığı’nın yetki alanına dâhil olduklarından, önemine ve görev
alanının genişliğine göre, sırasıyla bu bakanlığın altında anlatılmasının daha uygun
olacağı değerlendirilmiştir. Ancak önemli bir ayrıntı da, Britanya polisini anlatan
hemen her bilimsel kaynak, polisi ikiye ayırmaktadır: İçişleri Bakanlığı ile doğrudan
ilişkili olanlar ve diğerleri (Newburn, 2008:225). Bu çalışmada da bu ayırıma sadık
kalınmaya çalışılacaktır.
İngiltere
iç
güvenlik
sistemi,
birçok
açıdan
Türkiye’deki
sistemi
andırmaktadır. Zira bazı kuruluşlar doğrudan iç güvenlik ve asayiş hizmeti sunarken,
202
bazıları da asli hizmetlerinin yanında, hususi şartlar altında güvenlik hizmeti de
sunmaktadırlar.
İçişleri Bakanlığı Polis Müfettişliği (The Inspectorate Constabulary)
İçişleri Bakanlığı emrinde görev yapan bir birimdir, beş müfettişten oluşur ve
bunlardan birisi baş emniyet müfettişidir. Bu müfettişler, 1993 yılına kadar il
emniyet müdürlüğü yapmış kişiler arasından, İçişleri Bakanı ve Başbakanın önerisi
üzerine, Kraliçe tarafından atanıyorlardı (Hart, 1951: 6). Ancak bu tarihten sonra,
emniyet müdürlüğü yapmayanlardan da atama yapılmaya başlandı ve şu anda beş
kişinin sadece ikisi emniyet kökenlidir (UK GOVERNMENT, 2014). 1856 yılında,
İngiltere polis birimlerini, görevdeki etkinlik ve yerindelik açısından denetlemek
amacıyla kurulmuştur (Newburn, 2008: 244-245).
Aldıkları kararlar, özellikle il emniyet müdürünü etkiler. Başarısızlık
raporundan sonra müdür, İçişleri Bakanınca görevden alınabilir. Her yıl
Parlamento’ya değerlendirme raporu sunarlar (Jason-Lloyd, 2000:13-14). Bu
raporların dışında, eğer İçişleri Bakanı veya il emniyet müdürleri talep ederlerse,
herhangi özellikli bir konuyu da araştırmaya yetkilidirler. Bu müfettişler, aynı
zamanda, diğer kolluk kuvvetleri olan Silahlı Kuvvetler Polisleri (Armed Forces
Police – Royal Navy, Royal Military, Royal Air Force Police), Britanya Ulaştırma
Polisi (British Transport Police),
Sivil Nükleer Polis Teşkilatı (Civil Nuclear
Constabulary), Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi (Her Majesty’s Revenue and
Customs), Savunma Bakanlığı Polisi (Ministry of Defence Police), Kuzey İrlanda
Polis Hizmetleri (Police Service of Northern Ireland) ve Ulusal Suç Ajansı (The
National Crime Agency) üzerinde de aynı teftiş ve denetleme yetkilerine sahiptirler
(UK GOVERMENT, 2014).
BK Sınır Ajansı, (UK Border Agency, UKBA)
Yukarıda, BK İçişleri Bakanlığı’nın görevlerinden bahsedilirken göç, iltica ve
sınırların korunması görevlerinin de bunlar arasında olduğundan bahsedilmişti. Bu
bağlamda, Bakanlığa bağlı olarak faaliyetlerini yürüten BK Sınır Ajansı da bu
konularda görevli resmi teşkilattır. Şu anki statüsünü, “Sınırlar, Vatandaşlık ve Göç
203
Kanunu” (The Borders, Citizenship and Immigration Act) ile elde ederek, 1 Nisan
2009 tarihinde göreve başlamıştır.
Bu birimde çalışan görevliler, göçmenlik ve gümrük uzmanı memurlardır ve
yetkilerini BK hudut kapılarında yerine getirirler. Ajans şu anda yaklaşık 23.500
personel ile 130 ülkede faaliyet göstermektir.
En önemli görevleri, BK için vize taleplerini değerlendirmek, bu konularda
istihbarat toplayarak merkezi bilgilendirmek ve görevleri ile ilgili işbirliği
oluşturarak, BK sınırlarının korunmasına yönelik ilk önlemleri almaktır. Bu Ajans,
BK sınırlarını korumakla görevlendirilmiş tek remi organdır ve görevlerini yaparken
yerel polis teşkilatları, mahkemeler, yerel yönetimler ve halkla yakın işbirliği içinde
çalışır.
Ajansın kurulmasıyla birlikte, Ağustos 2009’da, Kraliyet Gelir ve Gümrük
İdaresi’nin, gümrüklerin korunmasından görevli birkaç bin kadar personeli buraya
aktarıldı ve bu Ajans adına sınırların korunması ve gözetlenmesi görevini üstlendi.
BK sınırlarında, her türlü kaçakçılık faaliyetleri ile bu Ajans mücadele etmeye
başladı. Bu bağlamda BK sınırlarından giren her türlü malların kontrolünden de bu
birim sorumlu oldu.
Ajans’ın e-sınırlar programı sayesinde, yolcuların BK giriş ve çıkışları,
yolculuk öncesinde kontrol edilmeye başlandı. Bu amaçla, BK sınırlarındaki birçok
havaalanına otomatik vize kontrol sistemi kuruldu. Bu Ajans’ın bir diğer önemli
görevi de, BK hükümetinin, AB dışından gelecek işgücü politikasını takip etmektir.
Bu bağlamda ülke içinde operasyonlar yapar, yasa dışı organize göçleri takip eder,
göçle ilgili illegal girişleri ve vize süre aşımı gibi suçları takip eder ve yabancı
suçluların cezalarını çektikten sonra sınır dışı edilmeleri işlemlerini de yürütür.
Henüz kesinleşmemekle beraber, şu anki BK İçişleri Bakanı olan Theresa
May, 26 Mart 2013 tarihinde, Ajans’ın ikiye bölüneceğini, şu haliyle yeterli
olmadığını, göç ve vize işleri ile bir birimin, gümrük işleriyle de diğer bir birimin
ilgileneceğini ilan etti. Bu amaçla, 2014 yılında yeni bir kanun tasarısının
Parlamentoya sunulacağı resmen ifade edildi.
204
Göç memurları (polisleri) 1971 tarihli Göç Kanunu’na göre gerektiğinde,
limanlarda veya yurt içinde tutuklama ve gözaltına alma yetkilerine sahiptirler.
Gümrüklerde görev yapanlar üniforma da giyerler ve rütbeleri de vardır. Gümrük
görevlileri (polisleri) daha fazla yetkiye sahiptirler. Görev sahalarında her yere
girmeye, araştırma yapmaya ve gerektiğinde kişi veya malları tutmaya yetkileri
vardır. Gümrükler ve Vergiler Kanunu’na göre ise, suç işleyen veya suç işlediğinden
şüphelendikleri herkesi tutma yetkisine sahiptirler (UKBA, 2014).
Bu
örgüt,
görev
ve
yetkileri
bakımından
yeni
bir
örgüt
olarak
değerlendirilmelidir. Yukarıda Türk iç güvenlik aktörü olarak anlatılan Türkiye Göç
İdaresi Genel Müdürlüğü’nün de, bu birimden esinlenerek kurulduğu söylenmelidir.
Zaten bu çalışmanın bir amacı da ülkeler arasındaki bu tür etkileşimleri tespit etmek
olmalıdır.
3.2.2.5. BK Adalet Bakanlığı (The Secretary of State for Justice)
Yukarıda da bir kaç kez temas edildiği gibi, Britanya sistemi çok karmaşık bir
sistemdir ve kendi vatandaşlarının birçoğu bile, bu sistemin ayrıntılarını ve
inceliklerini bilmemektedir. Bu bağlamda, Kabine’de “secretary” ve “minister”
olarak
adlandırılan
görevler,
Türkiye’de
sadece
“bakanlık”
kelimesiyle
karşılanmaktadır ama işin aslı, görev ve işleyiş bakımından farklıdır. Şöyle ki,
mesela Adalet Bakanı “The Secretary of State for Justice” ibaresi ile ifade edilir. Ona
bağlı olan bazı bölümleri idare eden kimselere ise “minister” denmektedir. Bunlar da
bakan gibi politikacıdırlar ama daha az tecrübelidirler. Burada bir yanlış anlamaya
sebebiyet vermemek için kelimelerin İngilizcelerini kullanmak daha doğru olabilir.
BK Adalet Bakanlığı, 2007 yılında yeni kurulmuş bir bakanlıktır (UK
GOVERNMENT, 2014). Görevleri, daha önce başka bakanlıklar veya kuruluşlarca
yürütülüyorlardı. Burada Adalet Bakanlığı’nın iç güvenlikle ilgili en önemli
görevlerine temas edilip, ona bağlı “ministry” olarak faaliyet gösteren Hapishaneler
ve Rehabilitasyon Bölümüne ve genel olarak İngiliz adalet sistemi anlatılacaktır.
BK Adalet Bakanlığının yaptığı birçok iş, daha önce İçişleri Bakanlığı
tarafından yürütülüyordu. Bunlardan bazıları: Halkı suç ve suçlulardan korumak,
suçları azaltmak, halk ve mağdurlar için daha etkili, şeffaf ve duyarlı bir ceza hukuku
205
sistemi kurmaktır. Bu bağlamda Adalet Bakanlığı, mahkemelerden, hapishanelerden,
şartlı tahliye hizmetleri ve düzenli bulunma hizmetlerinden de sorumludur. Ayrıca
Adalet Bakanlığı, diğer paydaş birimlerle birlikte, adalet sistemini izlemek ve gerekli
reformları yapmakla da sorumlu ve görevlidir. Dahası, yeni kanun yapımından,
demokrasiyi güçlendirmekten ve insan haklarını korumaktan da Adalet Bakanlığı
sorumludur ki, bütün bu sayılan görev ve sorumluluklar, bir şekilde iç güvenlikle
doğrudan ve dolaylı ilgili hususlardır (JUSTICE, 2014).
Bakanlığın resmi verilerine göre, 76 bin personelle Adalet Bakanlığı, BK
sınırlarındaki en geniş bakanlık departmanı özelliğini taşımaktadır. Yıllık bütçesi ise
dokuz milyar Sterling civarındadır. Her yıl milyonlarca insan, İngiltere’de, 500
civarındaki mahkemeden ve de 133 adet hapishaneden yararlanmaktadır. Bütün bu
görevleri ifa ederken Adalet Bakanlığı, birçok paydaşla beraber çalışılmaktadır.
Kraliyet Hapishane Hizmetleri (HM Prison Service), Kraliyet Mahkeme Hizmetleri
(HM Courts and Tribunals Service), Şartlı Salıverme Hizmetleri (Probation Service),
Ulusal Mahkûmlar Yönetim Hizmetleri (National Offender Management Service
(NOMS), Yasal Yardım Ajansı (Legal Aid Agency), Gençlik Adalet Kurulu (Youth
Justice Board) gibi.
Hapishane Yönetimi (The Ministry for Prisons and Rehabilitation)
Dolaylı olarak da olsa, mahkûmların yeniden topluma kazandırılması işlevini yürüten
bu birim, iç güvenlikte rol üstlenen birimlerdendir. BK hapishaneleri, idari olarak bir
bakan (The Minister for Prisons and Rehabilitaion) yönetiminde olup, BK
Kabinesi’nin asli üyesi olan Adalet Bakanına bağlıdır. Adalet Bakanına bağlı olan
Hapishaneler ve Rehabilitasyon Bakanının en temel görevleri kısaca; hapishaneleri
yönetmek, şartlı salıverme işlerini takip etmek, mahkûmların rehabilite edilmelerini
sağlamak, gençlik adalet sisteminin iş ve işlemlerini takip etmek ve ulusal
cezalandırma politikasını takip etmektir (JUSTICE, 2014).
Hapishanelerin yönetimi, polis yönetiminde olduğu gibi İçişleri Bakanlığına
bağlıydı. Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi, BK Adalet Sistemi’nde yapılan
reformlar neticesinde 2007 yılında Adalet Bakanlığı kuruldu ve hapishaneler de
oraya bağlandı. Bu bağlamda hapishane yönetimi, infaz sisteminin önemli bir parçası
206
olduğu için, kamu güvenliği açısından önemlidir. Zira hapishaneler, mahkûmların
yeniden rehabilite edilerek topluma kazandırılabilecekleri kamu kuruluşlarıdırlar.
Geleneksel olarak hapishane hizmetleri İngiltere-Galler’de, diğer birçok
kamu kurumunun aksine, oldukça merkezi bir yönetim yapısına sahiptirler (Moran,
2005:489). Özellikle 1990’lı yıllarda, hapishane yönetimlerinin başarısızlığı, kötü
yönetim vs sebeplerden dolayı isyanlar ve kaçışların arttığını hatırlamak gerekir
(BBC, 1990).
İngiltere sınırlarındaki hapishane yönetimi ve işlevleri aşağıdaki gibi
özetlenebilir (UK GOVERNMENT, 2014):
1 Mayıs 2007 yılında, Adalet Bakanlığı kurularak, İngiltere-Galler
sınırlarında, mahkemeler, hapishaneler ve şartlı salıverme ile ilgili iş, işlem ve
politikaları devraldı. Bu işleri yürütmek üzere, Ulusal Suçlu Yönetim Hizmetleri
adıyla (The National Offender Management Service) idari bir birim oluşturulmuştur.
Gözaltında ve hapishanelerdeki zanlı ve mahkûmlara gerekli hizmetleri
sunmak üzere kurulan Hapishane Hizmetleri (Prison Service) birimi, şartlı salıverme
hizmetlerini sunan Kurullar ve Vakıflar (the Bords and Trusts) birimi ile gözaltında
veya hapishanelerde bulunan çocuk ve gençlere sunulan hizmetlerden sorumlu olan
Gençlik Adalet Kurulu (the Youth Justice Board), bu Ulusal Suçlu Yönetim
Hizmetleri birimine bağlıdır.
Türkiye’deki Adalet Bakanlığı ile adalet sistemi arasındaki ilişkiler gibi
olmasa da, BK Adalet sisteminin, bu başlık altında anlatılmasının daha isabetli
olacağı değerlendirilmiştir.
Adalet Kurumları: Mahkemeler ve İngiliz Yargı Sistemi
İngiliz iç güvenlik aktörlerinin görev ve sorumluluklarını anlayabilmek için, adalet
ve yargı sistemini bilmek gerekir. Bundan da önemlisi, Peele’in vurguladığı gibi,
etkili ve verimli çalışan bir adalet sisteminin, o toplumun ve bireylerinin güvenlik ve
refahını önemli ölçüde etkileyeceğini bilmek gerekir (2005:435). Bunun geniş
anlamlarının olduğu muhakkaktır. Zira adalet sistemi, verdiği kararlarla ve getirdiği
yorumlarla, kendini değiştirme ve yenileme imkânı olsa da bu sınırlıdır. Adalet
207
sistemindeki herhangi bir aksamayı, halkın refah ve güvenliğini etkileyen eksiklikleri
gidermek de tabii ki yasamanın önemli görevlerindendir (Boylan-Kemp, 2011:5978).
Kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanmasında mahkemeler, her ülkede olduğu
gibi BK’ta da çok önemlidirler. Ayrıca bunlar dört ayrı hususiyeti ifade ettikleri için
de önemlidirler. Bunlar; hukuki olanı sembolize etmeleri, hukuki olana müracaat
edilmesini hatırlatmaları, hukukun nasıl yorumlanabileceği ve buradan yeni kurallar
ihdas edilmesini temin etmeleridir (Moran, 2005:473). 1995 yılında yapılan
değişiklikle, İngiliz Adalet Yönetim Sistemi, Adalet Hizmetleri adıyla ayrılmış ve
yaklaşık 9000 kişi çalışana ulaşmıştır (Moran, 2005:477).
Yargıda, 1997 yılından itibaren reform niteliğinde değişiklikler yapılmıştır
(Moran, 2005:477). Bu değişiklikler 2005 yılına kadar devam etmiştir. Özellikle
daha adil, etkili ve tarafsız bir adalet sistemi kurmaya yönelik yenilikler ve
değişiklikler yapılmıştır. Hâkimlerin atanmasından sorumlu olan ve Lordlar
Kamarası’nın da başkanı olan Lord Şansalyö’den bu görev alınarak, yüksek
hâkimlerden oluşan bir komiteye devredilmiştir. Lord Şansalyö Bölümü kapatılarak
Anayasal İşler Bölümü kurulmuştur (Boylan-Kemp, 2011:185-187).
İngiltere-Galler sınırlarında uygulanan ve bu çalışmayı en çok ilgilendiren
İngiliz yargı sisteminin özelliklerinden kısaca bahsetmek gerekir. Peele’in da
belirttiği gibi BK sınırlarında birbirinden farklı hukuk sistemleri uygulanmaktadır
(2005:435). Bu bağlamda İngiltere-Galler hukuk sistemi, birçok konuda olduğu gibi
aynıdır. Burada hatırlatılması gereken bir önemli husus, bugün İngiltere-Galler
sınırlarında uygulanan ve adına İngiliz adalet sistemi denilen sistem, 15. yüzyıldan
beri, Galler’de de, Kral 7. Henry’den beri uygulanan bir sistemdir (Boylan-Kemp,
2011:4).
Öncelikle bu sistem kendine has özellikler gösterir. Bir kere, meslekten
olmayan hâkimler barındırır ve bunlara hâkim denmez. Bu kişiler, daha çok ilk
derece mahkemesi de sayılan, adalet sisteminin ilk basamağı olan, sulh ceza
mahkemeleri denebilecek Magistrates’ Court’larda görev yaparlar (Heywood,
2008:264). Bu mahkemeler Türkçeye, genellikle sulh ceza mahkemesi olarak
208
çevrilseler de, bu tam doğru değildir. Zira İngiltere sınırlarında açılan her adli dava
ilk önce bu mahkemelere gelir ve buralarda görevli olan ve asli işi hâkimlik olmayan,
ama sırayla ve bir ücret almadan, gönüllü çalışan ve Türkçeye, sulh hâkimi olarak
çevrilebilecek, magistrate’lar tarafından karara bağlanır. Magistrates’ kurumunun
aslı, 12. yüzyıla kadar gitmektedir ve bu kurumun doğma sebebi, kişiler arasında
uzlaşma sağlama işlevleridir (Boylan-Kemp, 2011:172).
Bir anlamda bu mahkemeler, ilk başvuru görevini yaparlar, davayı ya
kendileri yürütürler ya da diğer ilgili görevli mahkemelere yönlendirirler. Mesela
olay bir hakaret davası ise, bu kendi sorumluluklarına girer ama eğer ortada bir
cinayet davası varsa, bunu Kraliyet Mahkemesi’ne (Crown Court) yönlendirmek
zorundadırlar. Ancak tutuklama, şartlı salıverme vb her türlü ön işlemi bu
mahkemeler yaparlar. Bu mahkemelerde jüri yoktur. Bu mahkemeler 1992 yılına
kadar İçişleri Bakanlığına bağlı iken, bu yıldan itibaren, BK adalet sisteminin en üst
birimi olan ve o günkü adıyla, Lord Şansalye Bölümüne bağlanmışlardır (Peele,
2005:45; Boylan-Kemp, 2011:179).
Bu mahkemelerde hem, boşanma, evlat edinme gibi medeni hukuk
davalarına, hem de ceza davalarına bakılır. Hukuk mahkemelerindeki davalarda 3
yargıç (magistrate) birden bulunur. Dava bu yargıçların ortak kararıyla sonuçlanır.
Magistrate’lara, davalarda bir hukuk danışmanı (legal adviser) eşlik eder. 17
yaşından küçük çocuklarla ilgili davalar çocuk ve gençlik mahkemelerinde (Juvenile
Court, Youth Court) görülür (Boylan-Kemp, 2011:149-173).
Daha önemli hukuk davaları, İl Mahkemelerinde (County Court) görülür.
İngiltere’de yaklaşık 300 İl Mahkemesi bulunmaktadır. Davalının veya davacının
hukuk mahkemesinin verdiği karara veya cezaya itiraz etme hakkı vardır. Bunun için
bir üst mahkemeye başvurması gerekmektedir. Medeni Hukuk davası sonuçlarına
itiraz etmek için Yüksek Mahkemeye (High Court), ceza davalarının sonuçlarına
itiraz etmek için de Kraliyet Mahkemesine (Crown Court) başvurmak gerekmektedir.
Ağır ceza mahkemeleri de denebilecek kraliyet mahkemeleri (Crown Courts), ağır
cezalık denebilecek suçlara bakarlar ve ayrıca önemli hukuki davalar da burada
çözülür. Ayrıca da sulh ceza mahkemeleri için temyiz mahkemesi niteliğindedirler.
Bu mahkemelerde juri sistemi vardır. Hâkimin görevi, bir kanun maddesini olaya
209
uygulamak değildir. Onun görevi, tarafları dinlemek ve muhakemenin adil devam
etmesini sağlamaktır. Jürinin kararından sonra gerekli cezayı uygular (Boylan-Kemp,
2011:40-53). Bu mahkemelerin de üzerinde, Temyiz Mahkemeleri (The Court of
Appeals), bunlardan sonra da Yüksek Mahkeme (Supreme Court) vardır ki, 2009
yılında ihdas edilmiştir. Bundan önce Lordlar Kamarası (The House of Lords) bu
görevi yürütüyordu (Boylan-Kemp, 2011:41-45).
Mahkemeler bakımından var olan hiyerarşi, aşağıdan yukarıya doğru şöyle
sıralanabilir: Hakem Heyetleri veya İdare Mahkemeleri (Tribunals), Sulh Ceza
Mahkemeleri (Magistrates’ Courts), İl Mahkemeleri (County Courts), Ağır Ceza
Mahkemeleri (Crown Courts), Temyiz Mahkemeleri (The Court of Appeals), Özel
Konsey (The Privy Council), Yüksek Mahkeme (Supreme Court), Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (The European Court of Human Rights) ve Avrupa Birliği
Adalet Divanı (The European Court of Justice) (Boylan-Kemp, 2011:40-53).
Bilinmesi ve vurgulanması gereken bir önemli husus da, İngiliz hukuk
geleneği, kara Avrupasında uygulanan sistemden çok farklıdır. Bu hukuk sisteminin
temeli, “ortak hukuk” anlamında, “common law” kelimesiyle ifade etmektedir
(Peele, 2005:439; Boylan-Kemp, 2011:11-12). Buna göre, hâkimler karar verirken
gelenekleri ve teamülleri göz önünde bulundururlar. Bu hukuk uygulamadan
doğmuştur. Daha önce, benzeri olaylarda verilen kararlara bakılır ve ona göre karar
verilir. Özetle, İngiliz hukuk kurallarının büyük bir ekseriyeti, Parlâmentoca kabul
edilmiş kanunlar vasıtasıyla yahut Kralların emirnameleriyle değil, mahkemeler ve
hâkimler tarafından ihdas edilmiştir. Yani İngiliz hukuk kuralları hâkimler tarafından
vazedilmiştir, içtihada dayanır. Burada bilinmesi gereken önemli bir husus da, bu
sistemde mahkeme kararları gerekçeli olarak yazılmak zorundadır. Her hâkimin
kararına itiraz edilebilir. Ve bu kararlar merkezi bir sistemle, her yıl bir yıllıkta
toplanarak yayınlanır ve herkese açıktır. Bu durumda, bir hâkim, karşısına çıkan her
davada, önceki örnek veya benzeri durumlarda verilen kararları görme şansına sahip
olur.
Tabii bu sistemin değiştiğini, özellikle de AB hukuku ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin kararlarının geçerli olduğu düşünülürse, eski uygulamadan
210
oldukça uzaklaştığını söylemek gerekir. Ama her şeye rağmen, hukuk yaşayan bir
süreç olduğu için bir anda ve hızlı bir şekilde değişmesini beklememek gerekir.
Burada, daha çok hukuk davalarının ve idari bazı konuların ele alındığı
mahkemeler olan ve Türkiye’deki idare mahkemelerinin karşılığı olan ve İngilizce
“tribunal” adı verilen birimlerden de kısaca bahsetmek gerekir. Bu mahkemeler çok
yenidirler, 2011 yılında kurulmuşlardır. Buralarda, kamu kurum veya kuruluşlarınca
verilen kararlara karşı yapılan itirazlar ele alınmaktadır ve verilen kararlara karşı da,
Temyiz Mahkemesi Hukuk bölümünde temyiz davası açılabilir. Bu mahkemelerin
üzerinde de Yüksek Mahkeme vardır ve aşağıdaki mahkemelerden gelen davaları
karara bağlar.
Sonuçta, temyiz yoluyla çözülemeyen davalar ancak, yüce mahkeme işlevi
gören Lordlar Kamarasına gider ama bu çok nadir görülen bir durumdur. Hem
yargılamanın çok masraflı olması, hem de çok uzun zaman alması sebebiyle, bu yola
çok da başvurulmamaktadır (Pele, 2005:439-459; Boylan-Kemp, 2011:40-53).
Burada, yukarıda bahsedilen ve 1997 yılından itibaren BK adalet sisteminde
yapılan reformlara temas etmek gerekir. Buna göre, ilk olarak Lordlar Kamarasının
da başkanı olan ve aynı zamanda yüksek yargıç rolüne sahip olan Lord Şansalyö
Bölümü kapatılmıştır. Bunun dengi olarak, 2003 yılında Anayasal İşler Bölümü (The
Constitutional Affairs Department) kurulmuş ve buradan sorumlu kişi de, Kabine
üyesi bir bakan seviyesine getirilmiştir. İkinci olarak, eski sistemin devamı
sağlanarak, aile mahkemelerinden en üst seviyeye kadar bütün yargı sistemi reforme
edilmeye çalışılmıştır. Bunlar yapılırken daha şeffaf, daha kapsayıcı olan ve her
kesime ulaşabilen bir sistem amaçlanmıştır. Üçüncü olarak, Lordlar Kamarasında,
yüksek hâkimlerden oluşan bir temyiz mahkemesi oluşturulmuştur ve görevleri daha
netleşmiştir. Bu yüksek hâkimler Lordlar Kamarasının üyesidirler ama yasama
faaliyetlerine katılmazlar. Dördüncü olarak, BK adalet sistemine, 1998 yılından
itibaren İnsan Hakları Kanunu dâhil edilmiştir. Yani evrensel insan hakları iç hukuk
kuralı haline getirilmiştir ve her mahkemenin buna uyması zorunluluk haline
gelmiştir. Son olarak, daha önce de kısmen temas edildiği gibi, Avrupa Birliği
hukuku, Avrupa Adalet Divanı kararları aracılığıyla BK iç hukuku haline gelmiştir.
O zamana kadar yargı birliği olan BK adalet sistemine, Ekim 2000’den itibaren İdari
211
Yargı mahkemeleri de dâhil olmuştur (Peele, 2005:440; UK GOVERNMENT, 2014;
Boylan-Kemp, 2011:185-188).
Hâkimlerin işe başlaması ve atanmalarından sorumlu bir komisyon vardır.
Soruşturmaları da bu komisyon yürütür.
Burada son olarak BK adalet sisteminde hâkimlerin tarafsızlık ve
bağımsızlıklarının nasıl sağlanmaya çalışıldığına da temas etmekte, sistemi anlama
açısından yararlar vardır. Heywood’un tespitlerine göre bu şöyle sağlanmıştır: Hâkim
atamalarında politik müdahaleler en aza indirilmiştir. Önemli bir suç işlemedikten
sonra işten çıkarılamazlar. Hâkimlerin ödemeleri, her yıl Avam Kamarasının
onayladığı bütçe aracılığıyla değil, bağımsız bir komisyonca yönetilen bir fondan
karşılanır. Yürütmekte oldukları davalar ve aldıkları ara kararlar eleştirilemez.
Eğitimleri ve yetiştirilmeleri, yürütme organı tarafından yapılmaz, tamamen hâkim,
savcı ve avukatlardan oluşan bir birim tarafından yapılır. Hâkimlerin en üst
seviyedeki amiri olan Lord Şansalyö, aynı zamanda Hükümet Kabinesinin de bir
üyesidir. Bu durum tarafsızlığına şüphe düşürse de yaptığı yeminle, tarafsız kalacağı
varsayılmaktadır. Hâkimler siyasi partilere üye olamazlar ve siyasi faaliyetlere
katılamazlar. Bir kişinin hâkim olarak bir mahkemeye atanabilmesi için ortalama 2030 yıl avukat veya savcı olarak çalışması gerekir ki, bu ona ciddi bir tecrübe
kazandırır. Kararlarını gerekçelendirmek zorundadırlar. Son olarak, hâkimler
geleneksel olarak kamuoyunda tartışılan mevzulara dâhil olmazlar ki, bu konular
önlerine bir dava olarak gelebilir (2008:267-270).
3.2.2.6 İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler
Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi (Her Majesty's Revenue and Customs,
HMRC)
İç güvenlik hizmeti sunan kurumlar arasında sayılan (Newburn, 2008:157) bu birim,
2005 yılında çıkarılan Gelir ve Gümrükler İçin Komisyonerler Kanunu’na göre,
Dâhili Gelirler, Gümrük Gelirleri ve Vergi İdaresi’nin (The Inland Revenue and
Customs and Excise) yerine kurulan Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi, genel bir
ifadeyle BK’ta vergi işlerinden sorumludur. En önemli görevi ise, BK gelir gider
212
dengesini takip etmek ve muhtaç durumdaki kişi ve gruplara kamusal yardım
yapılmasını sağlamaktır (HMRC, 2014).
Bu idare özerk bir kurumdur, bir bakanlığa bağlı değildir. Yönetiminden
sorumlu olan komisyonerler, Kraliçe tarafından atanırlar. Bu birimin harcamalarını
gözetlemekten sorumlu olan Hazine Bakanı tarafından, çalışmaları hakkında
Parlamento’ya rapor sunulur. Hazine birimi, stratejik vergi politikasını belirler.
Kraliyet Gelir ve Gümrükler İdaresi de, bu politikanın gereklerinin yerine getirilip
getirilmediğini ve sürdürülebilirliğini denetler. Bir anlamda bu iki kuruluş, bu
konuda politika ortaklarıdırlar. Kraliyet Gelir ve Gümrükler İdaresi mevcut
görevlerini yürütürken; Hazineye olan para ve gelir akışının güvenliğini sağlar, BK
kamu harcamalarının temin edilip edilemeyeceğinden emin olmaya çalışır, yasal
olarak ödenmesi gereken hastalık ve annelik ödemelerini yönetir, mali olarak
desteklenmesi hedeflenmiş kişi ve ailelerin ödemelerini takip eder, çocuk
yardımlarını idare eder, BK vergi sisteminin en basit ve müşteri odaklı yürütülmesini
hedefler ve kamu bankacılığını denetler.
Bu kurumun görevlileri, görevlerini yaparken bazı özel yetkilere sahiptirler.
Bu kişiler, ciddi organize mali suçları soruşturan ceza müfettişi konumundadırlar.
Tütün, sigara, alkol ve petrol kaçakçılığı konusu da bu birimin yetki sahasındadır.
Görevliler, yetkilerini yerine getirirken, zorla girme ve gizli takip de dâhil birçok
kolluk yetkisini kullanırlar. Görevleriyle ilgili suç işlenmesi veya kuvvetli şüphe
durumunda, tutuklama ve tutma yetkileri de vardır. Zira burada kamunun milyarlarca
lirasının kaybı söz konusudur.
BK idari yapısını bilenlerin tahmin edebileceği gibi, birçok kamu yardımı
beyan üzerine yapılmaktadır. Bu da kötüye kullanmaya açık bir durum meydana
getirdiğinden, bu özel yetki ve göreve ihtiyaç vardır. Ayrıca, bu birim sayesinde
hükümete gerekli olan ciddi istihbarat temini, değerlendirme ve analiz mümkün
olabilmektedir. Bu birimin takip ettiği davaların birçoğunda, polis veya diğer kolluk
birimleri ile işbirliği ve koordinasyon ihtiyacı olabilir (HMRC, 2014).
213
BK Yangın ve Kurtarma Teşkilatları (UK Fire and Rescue Authorities)
Bu kuruluşların yetki, görev ve sorumluluklarını anlamak açısından, BK Yangın ve
Kurtarma Hizmetlerinin tarihine kısaca bakmakta fayda var. Özellikle Ortaçağ’da,
ülkenin yapısı gereği evlerin çoğu ağaçtan yapılıyordu ve bu da ciddi yangınlara
sebebiyet veriyordu. Çok büyük yangın kayıpları yaşanması sebebiyle yerel yangın
teşkilatları kurulmaya başlandı, ancak bunlar ortak bir standarda dayanmıyordu. En
son 1666 yılında Londra’da yaşanan çok büyük bir yangından sonra her şey değişti
ve şehir yangın teşkilatlarının standartlaşması yoluna gidildi. Öncelikle yangına karşı
evler sigortalanmaya başlandı. Bu sigortalama işi sebebiyle de yangın söndürme
şirketleri kurulmaya başlandı. Sonuçta da bu şirketlerin her biri, yangın söndürme
birimi de oluşturdular ama bu da sorunlar çıkarıyordu. Zira her şirket kendi
sigortaladığı binayı söndürüyordu. Bunun anlamı da, doğru şirkete haber verene
kadar bina yanıp kül oluyordu ki, bunun üzerine şirketler 1833 yılında birleşerek
Londra Yangın İtfaiye Müessesesi’ni (The London Fire Engine Establishment)
kurdular. Bu tarihten sonra yangınla mücadele araçları hızla gelişti, buhar
makinalarının da yardımıyla, yangına bol miktarda su atabilen araçlar icat edilmeye
başlandı. Bu araçların da katkısıyla 1940’lara gelindiğinde, ülke genelinde, yerel
yönetimlerin idare ettiği itfaiye birimlerinin sayısı 1400-1500 civarındaydı.
Bu gelişmelerden sonra, 1947 yılında İtfaiye Hizmetleri Kanunu çıkarıldı. Bu
kanunla birlikte, BK dâhilindeki 148 il özel idaresi veya belediyesi İtfaiye Hizmetleri
birimi oluşturdular. Bu kanunda değişik zamanlarda yenilemeler oldu, aynı zamanda
1974 yılında yerel yönetimlerin yeniden organize edilmesi ile birlikte, belediye veya
il özel idarelerinin sayısında azalmaya gidildi. Bunun anlamı, itfaiye teşkilatlarında
da azalma demekti. Nihayet 1986 yılında yapılan değişiklik üzerine, bu itfaiye
teşkilatları yerel yönetimlerden alınarak özerk bir yapıya kavuştular. Böylece şu anda
BK itfaiye teşkilatlarının sayısı 63 adettir.
Bu özerkliğe gidilirken ülke genelinde, her itfaiye teşkilatı için bir İtfaiye
Kurulu (Fire Authority) oluşturuldu. Bu kurulların en temel görevi, itfaiye
teşkilatlarının etkili ve verimli çalışıp çalışmadığını gözetlemektir. Ayrıca yerel
yönetimlerden toplananan ve itfaiye idareleri bütçelerine aktarılan vergilerin de
takibini yapar. Yukarıda da hatırlatıldığı gibi, BK sınırlarında yaşayan her vatandaş,
214
istisnalar dışında, Türkiye’deki emlak vergisine benzer, ama ondan çok daha
fazlasını yerel yönetimlere, yıllık olarak öder. Ödemeler hane başına yapılır ama ev
sahibi olup olmamaya bakılmaz. Bu verginin içinde itfaiye idaresi vergisi de vardır
(VALUATION OFFICE AGENCY, VOA, 2014).
Bu itfaiye idarelerinde çalışanların en önemli görev ve yetkileri, özellikle
yangın dolayısıyla ödenen yüksek miktarlı sigorta ödemeleri ve bunlara bağlı
suiistimaller sebebiyle, yangınlarla ilgili yangın mahallerinde delil toplamak,
mahkemelerde dava açmak, davaları takip etmek vb şeklinde özetlenebilir. Kısacası,
her ne kadar bir kolluk birimi olmasa da yaptıkları işin niteliğinden dolayı kolluk
birimlerine ciddi yardımda bulunduklarında şüphe yoktur. Tek cümleyle tamamlayıcı
bir işlevleri olduğu söylenebilir (FIRESERVICE, 2014).
İngiltere-Galler ve Kuzey İrlanda Ciddi Dolandırıcılık Bürosu, (England and
Wales and Northern Ireland Serious Fraud Office, SFO)
Ciddi Dolandırıcılık Ofisi, BK Başsavcısına bağlı olarak çalışan bağımsız bir
birimdir ve kolluk yetkilerine sahiptir. Temel olarak ciddi ve karmaşık dolandırıcılık
ve yolsuzlukları soruşturur ve gerekiyorsa mahkemelerde dava açılmasını sağlar.
İngiltere-Galler ve Kuzey İrlanda sınırlarında görev yapar. Yurt içinde veya dışında,
görevi ile ilgili her konuda araştırma ve soruşturma yapar, gerekli her türlü belgeyi
ilgili kurum veya kuruluştan ister ve bunlar da vermek zorundadır. Bu kurum ve
kuruluşlara, her türlü ticari kişi ve kuruluşla, bankalar da dâhildir (SFO, 2014).
Bu kurum aynı zamanda, 2010 tarihli Rüşvet Önleme Kanunu’nun (Bribery
Act) en önemli uygulatıcısıdır. Ki bu kanun, özellikle Londra’nın ve BK’ın güvenli
bir yatırım bölgesi olmasını amaçlamıştır. Kurumun en önemli amacı, büyük
yolsuzluklar ve dolandırıcılıkların önüne geçerek halka güven vermektir. Bunu
yaparken de, ülkedeki adli yargı sistemini desteklemektedir. Zira özellikle,
dolandırıcılık ve yolsuzluklarla mücadele ederek, bunların topluma maliyetini
azaltmakta, böylece ülkede adaletin ve hukukun üstünlüğünün hâkim olmasını
sağlamakta ve sonuçta bütün BK ticaret ve maliye erbabının sisteme güveninin
sürmesine katkıda bulunmaktadır. Bunu başarabilmek için etkili ve verimli çalışması,
dolandırıcılığı ve yolsuzlukları engelleyici tedbirler alması gerekir. Bu işleri
215
yaparken, özellikle muhasebecilerle, avukatlarla, bilgisayar uzmanlarıyla ve
polislerle işbirliği yapmak zorundadırlar. Zira ilgilendikleri alanlar uzmanlık
gerektirir. Çünkü sonuçta işlenmiş bir mali suç olması demek, ilgililerin
mahkemelere sevk edilmeleri demektir. Bu birim görevlileri, iş ve işlemlerini
yürütürken Kraliyet savcılarının kullandıkları yetkilere sahiptirler (SFO, 2014).
Büyük Britanya Sağlık ve Güvenlik İdaresi (Great Britain Health and Safety
Executive, HSE)
Büyük Britanya Sağlık ve Güvenlik İdaresi, 1974 tarihli İş Sağlığı ve Güvenliği
Kanunu ile kurulmuştur ve BK sınırları içerisinde, işyeri güvenliği, sağlığı ve refahı
ile ilgili standartları koyan ve bunların yerine getirilip getirilmediğini denetleyen,
özerk bir teşkilattır. Yürüttüğü işlevler açısından, iç güvenlik birimlerinden sayılır
(Newburn, 2008:157). Bütün resmi veya özel işyerleri, bu birimin çalışma alanına
girer. Liverpool ve Merseyside şehirlerinde merkezi vardır. Kurulmasıyla birlikte,
daha önce faal olan Fabrika Güvenliği Müfettişliği ile Tren Yolları Güvenliği
Müfettişliği de bu birime bağlanmıştır. Bu birim Çalışma ve Emekliler Bakanlığı
tarafından finanse edilir. Temel olarak fabrikalardaki büyük veya küçük bütün iş
kazalarını araştırır. İşyeri güvenliği için gerekli olan standartları koyar, bunlarla ilgili
araştırmalar ve yayınlar yapar (HSE, 2014).
Büyük Britanya Araç ve Operatör Kurumu (Great Britain Vehicle and
Operator Services Agency)
Bu teşkilat, özerk bir birim olup BK Ulaştırma Bakanlığı tarafından finanse
edilmektedir. Bu bakanlık, 20 Haziran 2013 tarihinde, bu teşkilatın, 2014 yılında
Sürücülük Standartları Ajansı ile birleşeceğini ilan etti ancak henüz bu birleşme
tamamlanmadığı için bu birim de ayrıca aşağıda kısaca anlatılacaktır. 28 Kasım
2013’te ilan edildiğine göre bu yeni birimin adı, Sürücü ve Araç Standartları Ajansı
(Driver and Vehicle Standards Agency) olacaktır.
Bu birim görevlileri, araç ve sürücülere çeşitli cezalar verme yetkisine
sahiptirler. Mesela azami araç kullanma süresinin veya istiap haddinin aşılması gibi
durumlarda bu cezaları verirler. Bu cezalara yerli veya yabancı sürücülerin tamamı
muhataptır. Bu birimin en önemli görev ve yetkileri, kamyonların, otobüslerin ve her
216
türlü çekicilerin araç muayenelini yaptırmak, bunun yanında bu tür araçların ve
sürücülerinin yol güvenliği ve çevreye uyum standartlarına uygunluğunu denetlemek,
ülkede araç muayenesi yapma yetkisi olan, yaklaşık 20 bin işyerini denetlemek,
ülkede ticari araçları denetleyen trafik komisyonerlerinin belgelerini vermek, mahalli
idarelerin otobüs servisleri ile ilgili ruhsat ve kayıt işlerini yapmak, araç çarpışmaları
sonrası soruşturmaları yürütmek ve yol güvenliği ile ilgili eğitici ve tavsiyeye
yönelik yayınlar yapmaktır. Yukarıda da belirtildiği gibi, birçok ülkede kolluk
kuvvetleri tarafından yürütülen bu görevler BK’ta, bu özerk birim tarafında, yaklaşık
2500 kişi ile yerine getirilmektedir (VEHICLE AND OPERATOR SERVICE
AGENCY, 2014).
Büyük Britanya Sürücülük Standartları Ajansı (Great Britain Driving
Standards Agency)
Britanya Sürücülük Standartları Ajansı, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı faaliyetini
yürüten idari bir teşkilattır. En temel görevi, BK yollarında, her türlü araç ve ve
motosiklet sürücülük standartlarını belirlemektir. Bunun için gerekli olan eğitim,
kurs, teori vb bilgileri belirler. Sürücü belgeleri için yapılan teorik ve pratik testleri
yapmaktan sorumludur. Sürücü belgesi veren kuruluşlarla, buralarda çalışan
eğitimcileri onaylama yetkisine de sahiptir. Kısacası BK sınırlarında her türlü sürücü
belgesi, eğitimi, test ve sürücü belgelerinin geri alınması ve iadesi gibi işlerle
görevlidir. Yukarıda da belirtildiği gibi 2014 yılından itibaren BK Araç ve Operatör
Hizmetleri Ajansı ile birleştirileceği ilan edilmiştir (DRIVING STANDARDS
AGENCY, 2014).
Büyük Britanya Sürücü ve Araç Ruhsatlandırma Ajansı (Great Britain Driver
and Vehicle Licensing Agency)
Büyük Britanya Sürücü ve Araç Ruhsatlandırma Ajansı, sürücü belgeleri ve araç
ruhsatları ile kayıtları tutmaktan sorumlu olan idari bir birimdir. Araç plakaları ile
sürücü belgelerini vermenin yanında, özel plaka numarası da satmaktadır. Ulaştırma
Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini, Galler’de Swansea şehrinde yürütür. Daha
önceki adı, Sürücü ve Araç Ruhsatlandırma Merkezi idi. Büyük Britanya’da, 39 ayrı
yerde bürosu vardır. Bu birimin önemli bir görevi de, postane veya elektronik devlet
217
aracılığı ile taşıt vergilerini de toplamaktır. Bu teşkilat, sürücü belgeleri ve araç
ruhsat kayıtlarını tutarak, ayrıca araç vergilerini toplayarak, ülke yollarının
güvenliğine yardımcı olmakta, araç bağlantılı suçları azaltmakta, çevre sorunları ile
ilgili girişimleri desteklemekte ve araç vergi kaçaklarını azaltmaktadır. Bunu
yaparken de, bütün kayıtları tuttuğu için, kolluk kuvvetlerine ve istihbarat
birimlerine, araç vb şeylerle ilgili suçların takip ve çözümünde yardımcı olmaktadır
(DRIVER AND VEHICLE LICENSING AGENCY, 2014).
Yukarıda da kısmen temas edildiği gibi, BK sisteminde tek kişi yönetimine
karşı sürekli bir şüphe duyulmuştur. Bunun gerekçelerini, Kralla burjuvazinin
mücadelesinin en belirgin başlangıcı olan 1215 tarihli Magna Carta anlaşmasına
kadar götürmek mümkündür. Tek kişiye bağlı sistemlerin suiistimale açık
olduğundan hareketle, yöneticileri kontrol eden ve değişik kökenlerden gelen
üyelerden oluşan kurul geleneği, bu sistemde, sağlıktan iç güvenliğe hemen hemen
her sektörde söz konusudur. Belediyelerde, Türkiye’nin tam aksine en etkili yönetici
belediye başkanı değil belediye meclisidir. Zaten bu sebeple, Londra ve bir kaç diğer
birim dışında, halkın doğrudan seçtiği başkan yoktur. Meclis, her yıl kendi
üyelerinden birisini, bir yıl için temsil makamı olarak başkan seçer. Sağlık
sisteminde de, her ilde bir kurul sistemi yönetir. Yukarıda da bahsedildiği gibi, BK
Ulaştırma Polisini gözetleyen bir kurul var. Bu bağlamda, burada BK iç güvenlik
sisteminde oluşturulan komite, kurul veya komisyon olarak adlandırılabilecek birçok
oluşum anlatılacaktır.
3.2.2.7. İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu (England and
Wales Independent Police Complaints Commission, IPPC)
Bağımsız bir kolluk şikâyet birimi, aslında dünya için de çok yeni bir uygulamadır ve
eğer uygulama başarılı olursa, bütün ülkeler için örnek alınabilecek bir konuma
yerleşeceğinde kuşku yoktur. Bu bağlamda, Türkiye bölümünde de vurgulandığı
gibi, en çok şikâyet edilen ve ciddi suç ithamları ile karşılaşan kamu birimlerinin
başında gelen iç güvenlik birimlerinin durumunu ve uygulamalarını iyileştirme
açısından da bu tür kurumlar önem arz ederler. Kaldı ki, gerek BK ve gerekse
Türkiye, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi’nin denetimini, yani yargılama
218
sürecini kabul etmiş iki ülkedir. Bu ülkeler hakkındaki en çok şikâyetler, iç güvenlik
aktörleri ve mahkeme kaynaklıdır.
Dahası, aleyhteki mahkûmiyet kararları da, daha çok bu birimlerin
uygulamalarının sonucuna dayanmaktadır. Kaldı ki, Yeni Kamu Yönetimi
anlayışının en önemli ilkelerinden olan, “hesap verebilirlik” ilkesinin de gereği, daha
bağımsız ve hesap sorabilen bir birimi gerektirir. Şöyle ki; polis, insan hakları ve
özgürlükleri yakından ilgilendiren çok önemli yetkilere sahip olduğundan, çok
önemli bir bürokratik kurumdur ve bu birimin hesap verebilirliğini sağlamak, diğer
kamu kurumlarından önce gelir (Reiner, 1996:555-563). Bu ve benzeri sebeplerle, bu
birim burada ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
İngiltere’de polis ve benzeri birimlerle ilgili yapılan ciddi şikâyetlerin
soruşturulmasından sorumlu olan IPCC, hükümet dışı bir yapıya sahiptir (non departmental public body). IPCC, polis şikâyetleri sistemini kontrol etmekte ve
polisin, kendilerine yapılan şikâyetleri değerlendirirken uygulaması gereken
standartları belirlemekte ve polisin yapmış olduğu yanlışlıklardan ders çıkarmasını
sağlayarak, polisin çalışmalarının iyileştirmesini sağlamaktır. IPCC, bağımsız bir
kurumdur ve kararlarını tamamıyla hükümetten, polisten, şikâyetçilerden ve sivil
toplum örgütlerinden bağımsız bir şekilde alır.
2004 yılında, İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu
kuruluncaya kadar (Martin, 2013:155), temel olarak “polis polisi” soruşturuyordu.
İlk örgüt, Polis Şikâyetleri Kurumu’dur. 1977’den 1985 yılına kadar 8 yıl görev yaptı
ve Polis Şikâyet Otoritesi ile yer değiştirdi. Bu örgüt döneminde de polislerle ilgili
şikâyetler ilgili birimlerce soruşturuluyordu (Reiner, 2000: 184-188). Ancak İçişleri
Bakanı isterse, bir başka polis örgütünce soruşturma yapılmasını isteyebilirdi (JasonLloyd, 2000:209-210). Bu iki otorite de halktan yeterince güven alamadı, çünkü halk
bunları tarafsız ve etkili bulmadı. İşte bu sebeplerle, polislerle ilgili şikâyetleri
incelemek üzere IPCC 2004 yılında kuruldu (IPCC, 2014).
Polis şikâyetleri sistemini değiştirme konusu uzun yıllar problem olmaya
devam etti. Daha önceki bölümlerde de tartışıldığı gibi, toplumsal düzenin
sağlanması ile insan haklarının korunması arasındaki sıkı ilişki, bu konuyu ister
219
istemez önemli bir hale getiriyor (Kargin, 2011:2-4). Bu ilişkilerin sonucunda
polisler hakkında çok sık şikâyetler yapıldığından, bunların soruşturmasında, hem
halkın hem de güvenlik kuvvetlerinin güvenini kazanmak gerekiyor. Ancak böyle bir
sistemin her iki tarafça da adil, bağımsız ve yeterli olduğu kabul edilebilir (Baldwin
ve Kinsey, 1982:117-124).
Eski sistemde, bir şikâyeti kaydedip kaydetmemek polisin elindeydi, kaydetse
bile soruşturmayı kimin yapacağına yine kendisi karar veriyordu. Soruşturmanın
sonunda disiplin veya cezai işlem teklifini de kendisi yapıyordu. Polis bu işlemleri
yaparken, meslek kültürünün ve mesleki dayanışmanın etkisinde kalacağı açıktır.
Suçlu olduğu kanaatine ve sonucuna varsa dahi, bir meslektaşın diğer bir meslektaşı
cezalandırılmasını istemek zordur. Aynı olayın kendi başına da gelebileceğini
düşünmek, tarafsız olmalarına engel olmaktadır. Bu durumu bilen vatandaşlar da,
başına gelen sıkıntılarla ilgili olarak boşuna şikâyet etmeme eğiliminde
olmaktadırlar. Burada, “it iti ısırmaz” deyişinin, Türkiye’de de ne kadar yaygın ve
etkili olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu durumda halk, mevcut şikâyet sistemi
halkı değil, polisi korumaktadır, diye düşünüyor. Bu durum birçok araştırmada da
ortaya çıkmış durumdadır (Home Office Research Study 93, 1987:2).
Bazı araştırmalara göre, bağımsız şikâyet mekanizması kurulması halkın
sisteme güveni açısından önemlidir. Özellikle 1999 yılında yayınlanan Macpherson
Raporu ile artık Britanya toplumunun eski homojen yapısında olmadığı, yeni
çeşitlilik karşısında, polislik kültürü ve alışkanlıklarının değişmesi vurgusunu, kolluk
birimlerinin de, hizmetleri esnasında gözönünde bulundurduğu gerçeği ortaya
çıkmıştır (Loftus, 2009:192-193). Bir başka deyimle halk, polisin polisi soruşturduğu
sisteme güvenmemektedir. Çünkü bu sistemde saldıranlarla soruşturanlar aynı
kişilerdir, yani hem hâkim hem saldırgandırlar. Bundan dolayı, güvenlik kuvvetlerine
karşı yapılan şikâyetler, gerçekten bağımsız bir birim tarafından ele alınmalı ve
sonuçlandırılmalıdır (Reiner ve Spencer, 1993:188).
Sonuçta, polislik mesleğinin bir gereği olan, sürekli suçlularla muhatap
olmanın yol açtığı, suça bulaşma ihtimalinin yüksekliği de göz önünde
bulundurulmalıdır (Choongh, 1997:237). Ayrıca, sık sık temas edildiği gibi, polislik
bürokrasisinin olağan bir bürokratik yapı olmadığı göz önünde bulundurularak,
220
ancak insanlık âlemi kendini reforme ederek, suça bulaşmaktan vazgeçtiğinde, böyle
bir denetime ihtiyaç olmayacağı değerlendirmesi yapılabilir (Bent, 1974:13).
Komisyonun Görevleri
IPCC’nin görevi, İngiltere’de polis ile ilgili ciddi şikâyetleri ve kötü muamele
iddialarını bağımsız bir şekilde soruşturmaktadır. IPCC, aynı zamanda, yerel
polislerce yapılan şikâyetlerle ilgili olarak, şikâyetin sonucundan tatmin olmayan
kişiler olması durumunda, yerel polisin yapmış olduğu soruşturmaya itiraz mercii
olarak bakar. Buna ek olarak, polis kuvvetlerinin, halkın çıkarının gerektirdiği üzere,
en ciddi dosyaları IPCC’ye havale etmesi gerekmektedir. IPCC, bununla ilgili bir
polis soruşturmasını yönetebilir ya da denetleyebilir. IPCC’de, soruşturma yapan
soruşturmacıların bir kısmı polis kökenli iken, komisyondaki üyelerden hiçbirinin
polislik ile geçmişten gelen bir bağı bulunmamaktadır ve polis için çalışmamıştır.
Soruşturmacılar bu soruşturmayı yaptıkları esnada tamamen polis yetkisine
sahipler, istedikleri binaya girebiliyorlar, istedikleri evrakı alıp inceleyebiliyorlar.
Dahası, dosyaları doğrudan savcılığa sunma yetkisine de sahipler. IPCC, kendi
prensiplerini koyma ve yerel standartlar oluşturma konusunda sınırsız yetkilere
sahiptir. Şikâyet mekanizmasının ulaşılabilirliğini arttırmakla görevlidir (Martin,
2013:155).
IPCC Yapısı ve Çalışma Usulü
IPCC, bir başkan ve 12 komisyon üyesi tarafından yönetilmektedir. Üyelerden ikisi
de başkan yardımcısıdır. Komisyon Başkanı, İçişleri Bakanının teklifi ile Kraliçe
tarafından atanmaktadır. Başkan, komisyon toplantılarının yapılmasından ve
kurumun temsilinden sorumludur. Tüm üyeler ve 2 başkan yardımcısı İçişleri Bakanı
tarafından atanmaktadır. Başkan ve üyelerin polislik mesleğinde daha önceden
çalışmamış olması gerekir. Başkan ve üyeler beş yıllığına atanırlar. Komisyon,
IPCC’nin yürütme ve karar organıdır. Komisyon iki ayda bir Londra’da
toplanmaktadır. Toplantılar halka açıktır. Toplantı gündemi toplantıdan üç gün önce
yayımlanmaktadır. Toplantı kararı salt çoğunluk sistemi ile alınır (IPCC, 2014).
221
IPCC, topluma daha iyi ve yakın hizmet verebilmek için, bölgesel olarak da
örgütlemiştir. Komisyon üyeleri ve görevlileri Cardiff, Coalville, London, Sale and
Wakefield gibi bölgesel ofislerde bulunmaktadır. Komisyon üyelerine, bu beş bölge
paylaştırılmıştır. Komisyon üyeleri pek çok farklı alandan gelmekte olup, aralarında
avukatlar, sağlık ve eğitim profesyonelleri, gönüllü kuruluşlardan, ticari ve sosyal
kurumlardan gelen kişiler de bulunmaktadır.
Komisyon, genel sekreter ve genel sekreter emrinde çalışan 400 personel
tarafından desteklenmektedir. Genel Sekreter, (Chief Executive) komisyon tarafından
oluşturulan komite tarafından oybirliği ile belirlenir ve İçişleri Bakanı onayı ile
atanır. Genel sekreter, IPCC’nin hesaplarından sorumlu en üst yöneticidir ve emrinde
çalışan görevlilerle komisyonun görev ve sorumluluklarını yerine getirmesine
yardımcı olur.
IPCC’nin amacı, öncelikle güvenlik kurumlarında çalışan personel hakkında
yapılacak şikâyet ve kötü muamele iddialarını açık, bağımsız ve adil bir şekilde
araştırmak; bu surette kamu vicdanını tatmin ve de halkın bu kurumalara olan
güvenini devam ettirebilmek için gerekli uygulama ve düzenlemeleri yapmaktır.
Ancak IPCC, bağımsız denetim yapmak yanında güvenlik kuvvetlerinin ‘kaliteli’ ve
‘güvenilir’ hizmet sunumu uygulamalarına da rehberlik etmekte ve onlara bu hususta
yol haritaları sunarak, çok önemli roller de üstlenmektedir. Belki de bu sebepledir ki,
bir kurum olarak BK polis kurumu, ülkede en fazla inandırıcılığı ve güvenilirliği olan
kurumların başında yer almaktadır.
Bu noktada, IPCC’nin, böylesine geniş yetkilerle donatılmış olmasına rağmen
sadece bir bağımsız denetim ve disiplin kurulu olduğunu ve de bir mahkeme
olmadığını belirtmekte fayda vardır. IPCC, prensip olarak bağımsız bir ‘disiplin’,
‘denetim’ ve ‘rehberlik’ kurumu olarak çalışmaktadır ve polisin bireysel veya
kurumsal olarak yanlış metotlar, usuller ya da politikalar uyguladığına dair kanaatleri
oluşursa, bunların düzeltilmesini veya değiştirilmelerini istemektedirler. Fakat
yapılan araştırmalar ve soruşturmalar esnasında veya sonunda, eğer mevcut ceza
kanunlarına konu olan açık bir suç unsuruna rastlarlarsa, ilgili cumhuriyet
savcılıklarına suç duyurusunda bulunulmakta ve ellerindeki delilleri ilgili makama
sunarak, faillerin yargılanmasını talep etmektedirler.
222
IPCC’nın Görev Alanı
Polis birimleri, kendilerine yapılan şikâyetler neticesinde veya resen haberdar
oldukları aşağıdaki durumları 2002 tarihli Polis Reform Kanunu gereği IPCC’ye
havale etmek zorundadırlar (IPCC, 2014): Polisin, doğrudan veya dolaylı olarak
karıştığı olaylar neticesinde ölen veya yaralanan kişilerin bulunduğu durumlar; polis
tarafından saldırıya uğradıkları veya darp edildikleri konularda vatandaşlardan gelen
şikâyetler; polis tarafından cinsel tacize uğranıldığına dair iddialar; poliste zimmet,
iltimas, irtikâp veya rüşvet gibi yozlaşma iddiaları; polisin, vatandaşlar arasında
ayırımcılık yaptığına veya ayırımcı davranışlarda bulunduğuna dair iddialar ile polis
personelince, ceza kanunlarına konu teşkil eden suçlardan birinin işlenmiş olması
durumlarıdır (Martin, 2013: 155).
Yukarıdaki maddelere ilaveten ve genellikle vatandaşlar tarafından yapılan
müracaat ve şikâyetlere ek olarak, polis personeli de kurum içi şahsi ilişkilerini
ilgilendiren durumlar dışında, eğer amirlerinin veya iş arkadaşlarının, genel hizmetler
konusunda yanlış uygulamalar yaptıkları kanaatine ulaşırlarsa, bu konuda IPCC’yi
uyarabilmekte ve kimliklerinin gizli tutulması kaydı ile bu gibi hususların
araştırılması
ve
düzeltilmesi
konusunda
onlardan
girişimde
bulunmalarını
isteyebilmektedirler.
IPCC, sadece il emniyet müdürlükleri üzerinde değil, tahminen bütün iç
güvenlik ve benzeri hizmeti yürüten birimler üzerinde, mevcut bütün yetkilerini
kullanma hakkına sahiptir. Bu birimlerin en önemlileri şunlardır: İl emniyet
müdürlükleri, Polis ve Suç Komisyonerleri (Police and Crime Commissioners) ,
Ulusal Suç Ajansı (National Crime Agency), Kraliyet Gümrük ve Gelir İdaresi (HM
Revenue and Customs), BK Sınır Ajansı (The UK Border Agency), İngiltere Polis
Federasyonu (Police Federation of England and Wales), İngiltere Polis Amirleri
Derneği (Police Superintendants’ Association of England and Wales), Polis ve Suç
Komisyonerleri Derneği (Association of Police and Crime Commissioners).
Özetle, IPCC başkanı Kraliçe tarafından atanır ve diğer üyeler ise İçişleri
Bakanı tarafından, açılan yarışma sınavında başarılı olanlar arasından atanır. Kurul
üyeleri 5 yıllığına atanır, üyelerin üçte biri iki yılda bir yenilenir ve bu Kurulun
223
üyeleri, bu bölümde anlatılan polis müfettişleriyle beraber çalışırlar, bu çalışmalar
sonrasında hazırlanan raporlar İçişleri Bakanlığına sunulur. Komisyonun bağımsız
bütçesi bulunmakla beraber, İçişleri Bakanlığına bağlı olarak örgütlenmiştir ve
Komisyon, kolluk birimlerinden kaynaklanan bütün şikâyetleri değil, sadece ölüm,
yaralama, işkence, yolsuzluk gibi önemli şikâyetleri incelemektedir ve Kurul Başkanı
ve üyelerinin kolluk geçmişleri bulunmamaktadır.
Son olarak, kamu biriminde olduğu gibi, polis bürokrasisi de, bu tür bir,
kendinden yarı veya tam bağımsız bir mekanizmaya, başlangıçta ciddi olarak karşı
çıktığını belirtmek gerekir (Hain ed., 1979:43).
3.2.2.8. İngiltere ve Galler Polis ve Suç Komisyonerleri (England and Wales Police
and Crime Commissioners)
Daha önce de kısmen bahsedildiği gibi, İngiltere sınırlarında 43 il emniyet
müdürlüğünün yanında, onlar üzerinde bazı yetkileri olan 17’şer kişilik, yerel polis
kurulları vardı. Ancak bu kurulların gerek üye yapıları ki, yukarıda bahsedildiği gibi
üç ayrı yöntemle seçiliyorlardı, gerekse çalışma yöntemleri sebebiyle beklenen
verimi ve etkinliği sağlayamadılar. Bu kurulların yerine, şu andaki koalisyon
hükümeti, 2012 yılında yaptığı yasal değişiklikle, Polis ve Suç Komisyonerleri
sistemini getirdi (ACPO, 2014). Bunlar her polis bölgesi için, partilerin gösterdiği
adaylar veya bağımsız adaylar arasından, doğrudan seçim yoluyla, en çok oy
alanlardan oluştular. Ancak bu seçimler 41 il emniyet müdürlüğü bölgesinde yapıldı,
Londra Şehir Polisi (The City of London) ve Londra İl Emniyet Müdürlüğü (MET)
bölgesinde seçim yapılmadı, buralarda sorumlu seçilmiş birim Londra Büyükşehir
Belediye Başkanı olduğundan, polisin üzerinde zaten kontrol ve denetim yetkisi
vardı. Bu arada seçimlere katılım yüzde 10-20 arasında ve çok düşük olduğundan,
ülkede çok ciddi bir temsil tartışması başladı (APCCS, 2014).
Bu komisyonerlerin görevlerinden ve sorumluluklarından kısaca bahsetmek
gerekirse; 2011 yılında çıkarılan Polis Reformu ve Sosyal Sorumluluk Kanunu’na
göre, bu kişiler daha önce yerel polis kurullarının yürüttüğü, emniyet müdürünü işe
alma veya işten çıkarma, polis teşkilatının önceliklerini belirleme, halka karşı
sorumluluklarını takip etme ve milyonlarca Sterling tutan bütçelerini denetleme
224
görevlerini yürütmekten sorumludurlar. Ancak tekrar hatırlamakta yarar var,
Londra’da bu görev, seçilmiş Londra Büyükşehir Belediye Başkan yardımcılarından
birisi zaten polis ve suç biriminden sorumlu olarak bu görevleri yerine getirmeye
devam etmektedir. Londra Büyükşehir Belediyesi Polis ve Suç Ofisi adıyla çalışan
bu birim, Belediye Meclis üyelerinden oluşan Polis ve Suç Komitesi tarafından
denetlenmektedir (THE GUARDIAN, 2012).
Diğer yerel polis müdürlükleri bölgesinde ise, her birine bir adet karşılık
olmak üzere, Polis ve Suç Paneli adı altında, kurul benzeri bir birim oluşturulmuştur.
Bu panellerde görev alacak kişiler, o polis bölgesinin yerel meclisine üye olanlar
arasından seçilirler. Bu birim, yerel Polis ve Suç Komisyonerinin faaliyetlerini,
çalışmalarını ve kararlarını denetler ve değerlendirir. Bu Paneller, komisyonerleri, bir
suç işlemeleri durumunda görevden uzaklaştırabilecekleri gibi, atayacakları il
emniyet müdürünü de veto edebilirler.
Bu komisyonerler, bir suç işlemeleri durumunda, yukarıda anlatılan
Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonuna şikâyet edilebilirler. Bunlar dört yıl için
seçiliyorlar ve en çok iki dönem görev yapabiliyorlar. Seçim bölgesindeki her
seçmen bu seçimde de oy kullanıyor. Eğer seçim bölgesinde ikiden fazla aday varsa,
seçmenler iki adaya oy verebiliyor ama birinci ve ikinci tercihlerini ayırarak oy
veriyorlar.
3.2.2.9. Birleşil Krallık İstihbarat Birimleri
BK veya İngiltere iç güvenlik aktörlerinin anlatıldığı bir çalışmada, mutlaka
istihbarat birimlerinin de anlatılması gerekir. Bunlar, iç güvenlik aktörleri arasında,
operasyonel manada çok aktif olmasalar da, BK istihbarat birimleri, dünyadaki
mevkidaşları arasında en önemlilerindendir ve belki de biraz da bu sebeple, burada
ayrı bir başlık altında incelenmeyi hak ediyorlar.
Gerçekten de bunlar birçok ülkeye göre, mesela ABD’ye göre daha kompleks
ve karışık bir görünüm arz ederler (Newburn, 2008:156). Belli başlı BK istihbarat
birimleri, İç İstihbarat Örgütü (Security Servise, MI5), Gizli İstihbarat Örgütü (the
Secret Intelligence Service, MI6), Devlet İletişim Merkezi (the Government
Communications Headquarters (GCHQ), Savunma İstihbaratı (Defence Intelligence)
225
ve Londra İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Ünitesi (London's Metropolitan Police,
Special İntelligence Branch) gibi birimlerdir. Bu birimlerin üzerinde, Başbakanlığın
gözetim ve denetiminde çalışan resmi ve ana bir komite vardır. Adı, Merkezi
İstihbarat Mekanizmazısı’dır (the Central Intelligence Machinery) ve en önemli
işlevi, istihbarat birimleri arasında koordinasyon sağlamaktır. Bunun yanında, bu
birimlerin
faaliyetlerini
raporlar
ve
performansları
hakkında
hükümete
değerlendirmelerde bulunur. Özellikle de, ülke kaynaklarının verimli kullanılıp
kullanılmadığını inceler. Bu komitenin yanında, mesela Kabine Sekreteri’nin de
yardım ve katkısıyla Başbakan, bütün istihbarat birimlerine nezaret eder. Bunun
dışında İçişleri Bakanı MI5, Ulusal Suç İstihbarat Hizmetleri ve Scotland Yard
İstihbarat Ünitelerini kontrol ederken, Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanı da MI6
ile Devlet İletişim Merkezini (GCHQ) kontrol eder (UK INTELLIGENCE AND
SECURITY, 2014).
Bu sayılan birimler, aşağıda daha ayrıntılı olarak, özellikle görev ve yetkileri
açısından incelenecektir.
Gizli İstihbarat Örgütü (The Secret İntelligence Service, MI6)
Kendisi dışında MI6 olarak adlandırılan ama resmi adı BK Gizli İstihbarat Örgütü
olan bu birim, Dışişleri ve İngiliz Milletler Topluluğu Bakanlığı’na bağlı olarak,
yaklaşık 3200 kişi ile görev yapmaktadır (UK GOVERNMENT, 2014). Başlıca
görev ve sorumlulukları, resmi web adresinde, aşağıdaki gibi sıralanmıştır (SIS,
2014):
Gizli istihbarat toplar ve BK Hükümetinin amaçlarını desteklemek için,
denizaşırı gizli operasyonlar yürütür. Bu faaliyetler için parametreler, fonksiyonlar
elde eder.
Bilgi toplama ve yurtdışındaki kişilerin eylemleri ve niyetleri ile ilgili diğer
görevlerini, 1994 yılında çıkarılan İstihbarat Hizmetleri Kanununa göre yürütür. Bu
bağlamda Hükümetin savunma ve dış politikaları için gerekli bilgileri toplar, ulusal
güvenliğin, ekonomik çıkarların ve ciddi suçların önlenmesi veya tespitini destekler.
Hükümetin güvenlik, savunma, dış ve ekonomi politikalarına destek için, Birleşik
Krallık dışında istihbarat toplamaktan öncelikle sorumludur. Bu görevlerini
226
yürütürken diğer istihbarat teşkilatları olan MI5 ve Devlet İletişim Merkezi
(Government Communications Headquarters, GCHQ) ile yakın bir işbirliği içinde
çalıştığı gibi, Silahlı Kuvvetler, Savunma Bakanlığı, Dışişleri ve İngiliz Topluluklar
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kraliyet Gelir ve Gümrükler İdaresi ve diğer kolluk
birimleri ile de yakın bir işbirliği içinde çalışmaktadır (Bunyan, 1976:155-191).
Kısaca, bu teşkilatın tarihinden ve geçirdiği değişimlerden de bahsetmek
gerekir.1909 yılında İmparatorluk Savunma Komisyonu, Gizli Servis Bürosu’nu
(Secret Service Bureau) kurdu (Bunyan, 1976:152). Bu da modern anlamda ilk
istihbarat örgütünün kuruluşu anlamına gelmektedir. Bundan önce, çok eskilere
giden bir istihbarat geleneği, tabii ki BK dâhilinde de vardı. Bunlar daha çok
yabancıların haberleşme, mektuplaşma gibi faaliyetlerini takip etme veya yakalayıp
engelleme şeklinde oluyordu. Ayrıca bazı kralların yurt dışına ajanlar gönderdikleri
de bilinmektedir ( Bunyan, 1976:102-104).
Bu sahada en önemli gelişme, Almanya ve onun büyüyen deniz gücü tehdidi
ile BK dahilinde çıkan sansasyonel gazete haberleri olduğu için, 1909 yılında Gizli
Servis Bürosu’nun kurulması ile birlikte, iki önemli görev yapmaya başladı; birincisi
ülke içinde casusluk karşıtı faaliyetler, ikincisi de potansiyel düşmanlar hakkında dış
istihbarat toplamaktı. Birincisine, dâhili bölüm anlamında “the home section”,
diğerine de yabancı bölüm anlamında “the foreign section” adı verildi. İşte bu ilk
bölüm daha sonra MI5’e, yani İç İstihbarat Örgütü birimine, diğeri de MI6 olarak
bilinen Gizli İstihbarat Örgütü birimine dönüştü ve böylece daha o tarihlerde iç ve
dış istihbarat birbirinden ayrılmış oldu.
Özellikle, iki dünya savaşı öncesi ve sonrasında, bu iki örgüt ciddi faydalar
sağladılar. Her iki savaşta da, müttefik ordularının başarısında bunların sağladıkları
istihbaratın ciddi faydaları oldu. 1945 sonrası başlayan Soğuk Savaş dönemi,
istihbarat ihtiyacını da farklı boyutlara taşıdı. Artık Avrupa, Doğu ve Batı olarak
bölündüğü için, BK için Doğu’dan bilgi taşımak, MI6 Teşkilatının en önemli
önceliği oldu. Ne zaman ki Berlin Duvarı, 1989 yılında yıkıldı, artık ona göre
istihbarat daha farklı anlamalar kazanmaya başladı. Dünya da artık eskisine göre
daha istikrarsız bir hal almıştı, çünkü artık karşımızda artan terör olayları, bölgesel
çatışmalar, kitle imha silahlarındaki artışlar ve uluslararası ciddi suçlar vardı. Bütün
227
bu gelişmelere göre de, iç ve dış istihbarat yeni şekillere girmek zorunda kalıyordu
(SIS, 2014).
Teşkilatın görevlerini dört ana başlık altında toplamak mümkündür (SIS,
2014):
Birincisi, terörle mücadele konusundaki görevleridir. Buna göre, BK
Hükümeti tarafından oluşturulan Ulusal Güvenlik Strateji’sine (The National
Secutity Strategy) göre belirlenmiş hedeflerin yerine getirilmesine yardımcı olur. Bu
bağlamda, dışarıdan gelebilecek terörist saldırıları takip eder, bu tür saldırıya karşı
korumayı güçlendirici önlemler alır, eğer bir saldırı gerçekleşmiş ise, onun etkilerini
hafifletmek için gerekli önlemleri almaya yardımcı olur. Yurt dışından, BK’a veya
onun çıkarlarına karşı gelebilecek her türlü terör saldırısı tehdidini araştırır ve
engeller.
İkinci önemli görevi, kimyasal ve nükleer silahlarla ilgilidir. Buna göre, BK
devlet olarak, uluslararası taahhütleri gereği silahsızlanmayı tercih etmiş bir ülke
olduğundan, kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlara sahip olmak isteyen ülkeleri,
bunlara sahip olmama konusunda ikna etmeye çalıştığı gibi, olanların da miktarlarını
azaltmalarına yardımcı olmayı tercih eder. BK özellikle, bu mahiyetteki silahları
elinde bulunduran devletlerle, terörist örgütler arasındaki ilişkileri takip eder ve bu
silahların teröristlerin eline geçmesine engel olur. İşte, bu amaçları gerçekleştirmek
için MI6 ajanları çalışırlar ve gerekli önlemleri alırlar.
Üçüncü görev siber güvenlikle ilgilidir. Buna göre, BK uydu yayınlarının,
internet yayınlarının ve telekomünikasyon ağlarının güvenliği özel bir önem arz eder.
Çünkü bu sayılanlarda meydana gelecek herhangi bir aksaklık veya kesinti, bunlara
karşı dışarıdan yapılabilecek herhangi bir saldırı, ulusal güvenliği tehlikeye
düşürebilir. İşte bu bağlamda, bu tür aksaklık veya saldırıların olmaması için MI6,
içeriden ve dışarıdan istihbarat toplar.
Dördüncü tür göreve göre, uluslararası sahadaki istikrarsızlık ve çatışma
durumlarında, her devlet gibi BK da bunlardan olumsuz etkilenir. Bunların olumsuz
etkilerini en aza indirebilmek için Britanya hükümeti, MI6 aracılığıyla hazırlıklar
yapar. Diğer düşman devletlerden veya devlet dışı güçlerden gelebilecek işaretleri,
228
önbelirtileri, MI6 personeli takip eder. Alınması gereken tedbirler ve atılması
gereken adımlar konusunda BK hükümetlerini uyarırlar.
İç İstihbarat Örgütü (The Security Service, MI5)
BK iç istihbarat hizmetlerinden sorumlu olan bu teşkilat, yukarıda da belirtildiği gibi
1909 yılında, dış istihbarattan sorumlu olan MI6 ile birlikte kurulmuştur (Bunyan,
1976:154) ve başlangıçta, istihbaratta iç dış ayrımı yapılmamıştır. Daha sonra 1910
yılında ise bunlar ayrılarak iki ayrı kuruluş haline getirilmişlerdir (Peele, 2005:114).
En son 1994 yılında, İstihbarat Hizmetleri Kanunu çıkarılmıştır ve şu anda
MI5 teşkilatı bu kanuna göre faaliyetlerini yürütmektedir. Bu kanuna göre
Parlamento’da, istihbarat faaliyetlerini denetlemek amacıyla, İstihbarat ve Güvenlik
Komisyonu adıyla bir komisyon kurulmuştur. Ayrıca, istihbaratla ilgili şikâyetleri ele
alıp karara bağlayan bir de mahkeme kurulmuştur (Peele, 2005:114).
Doğrudan İçişleri Bakanlığına bağlı olmasa da bu Örgüt veya daha bilinen
adıyla MI5, iç istihbarattan sorumlu olup, kendi ifadelerine göre İçişleri Bakanlığı ile
birlikte çalışmaktadır. Burada verilen bilgilere göre, 1989 yılında çıkarılan Güvenlik
Hizmetleri Kanununa göre en önemli görevleri ülkeyi, yabancı güçlerden
kaynaklanabilecek sabotajlara, casusluk faaliyetlerine ve terörizm faaliyetlerine karşı
korumaktır. Bu arada, görev sahası ile ilgili konularda özel ve kamu kuruluşlarına
tavsiyelerde de bulunur. Kitle imha silahları ile ilgili çalışmalar yapar. Önemli
suçlarla ilgili istihbari bilgiler temin eder. MI5’in en önemli çalışma sahaları;
uluslararası terörle mücadele, ulusal terörle mücadele, casusluk karşıtı faaliyetler,
önleyici güvenlik hizmetleri ve kitle imha silahlarının tespiti sahalarıdır. Bu kurum
tabii olarak, Bakanlar Kuruluna tabi, Ortak İstihbarat Komitesi’nin aldığı öncelikleri
de yerine getirir. Temel olarak, bu kuruluşun görevlerinin önleyici güvenlik
hizmetleri niteliğinde olduğunu söylemek gerekir. Özellikle son yıllarda artan terör
tehlikesi sebebiyle, uluslararası tehditlere öncelik verdiği değerlendirmesi yapılabilir.
Bu kuruluşa ayrılan mali kaynakların da bu oranda arttığı söylenebilir. MI5 polisle
birlikte, her türlü ciddi suçlarla mücadele konusunda beraber çalışmakta olup, polisin
bu konudaki faaliyetlerini desteklemektedir (MI5, 2014).
229
Gelişmelere paralel olarak MI5, iki dünya savaşı arasında, Almanya veya
taraftarlarına odaklandı, çünkü o günkü en önemli tehdit onlardı. Soğuk Savaş
döneminde ise mücadele komünistlerle yapıldı. Bugün ise, yukarıda da özetlendiği
gibi, daha çok terör ve casusluk karşıtı faaliyetlere ağırlık vermiş durumdadır.
Londra İl Emniyet Müdürlüğü Bilimsel İstihbarat Ünitesi (The Metropolitan
Police the Scientific Intelligence Unit)
Yukarıda Londra polisinden veya diğer adıyla Scotland Yard’dan bahsedilmişti.
Yerel görevlerinin yanında bazı ulusal görevleri de vardır.
1829 yılında BK’ta
kurulmuş en eski polis teşkilatı olduğundan, kuruluşundan beri istihbarat ve takiple
uğraşan bölümleri oldu. Bunlar arasında olan bu birim, daha çok insan davranışları
ve DNA analizleri gerektiren önemli ve karmaşık suçların çözümüne odaklanmıştır.
En büyük başarısı da 1986 yılında, dünyada ilk kez bir katil ve tecavüzcüyü, DNA
testinden elde edilen delillerle yakalaması oldu (UK INTELLIGENCE AND
SECURITY, 2014). Bütün çalışmalarında, MI5 ile yakın bir çalışma içindedir
(Bunyan, 1976:129).
Londra İl Emniyet Müdürlüğü Özel İrlanda Ünitesi (Scotland Yard Special
Irish Branch)
Bu bölüm, İrlanda’nın bağımsızlığı için mücadele eden Fenian Hareketi’nin
Londra’da, 1883 yılında bir bomba patlatması üzerine kuruldu (Bunyan, 1976:104).
Daha sonra bu bölüm daha çok Özel Ünite olarak anılmaya başlandı. Bu birim,
terörle mücadele konularında, önlem alması gereken birimlere yardımcı olacak
bilgiler toplamaya başladı. Bir önemli görevi de, MI5 çalışanlarının deşifre olmaması
için, mahkemelerde ve bilirkişi gereken olaylarda, bunlardan yaralanılmaya başlandı
ve bu halen devam etmektedir (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014).
Londra İl Emniyet Müdürlüğü Ulusal Suç İstihbarat Servisi (Scotland Yard
National Criminal Intelligence Service)
Bu birim İçişleri Bakanının 1992 yılındaki onanıyla kuruldu. Bir anlamda
Türkiye’deki sabıka kaydı tutmaya benzer bir işlevi var. Her türlü suç ve suçlu
kayıtlarını tutmaktadır (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014).
230
Devlet İletişim Merkezi (The Government Communications Headquarters)
1919 yılında, ilk olarak Devlet Şifre ve Şifreleme Okulu (the Government Code and
Cypher School) adıyla kuruldu. 1920 ve 1930’lu yıllarda, özellikle Alman ve Sovyet
şifreli haberleşmelerinin çözümünde başarılar sağladı. 1930’larda ise Almanların,
gizli şifreli haberleşme anlamına gelen enigma makinesini keşfinden sonra, işleri
daha da zorlaştı ve bunu çözmek için çok uzun süre uğraştılar. Bu arada merkezini
Londra’dan, Bletchery Park’a taşıdı. Bu birim, özellikle, BK sınırlarındaki yaşayan
yabancıların, iletişimle ilgili bilgilerini takip edip, ilgililerine ulaştırır (Bunyan, 1976:
191).
1942 yılında ise şu anki ismi olan Devlet İletişim Merkezi adını aldı.
Faaliyetlerinin çoğu, istihbarat birimlerine yardımcı olarak özetlenebilir. Yaptığı
işlere
göre
değişik
alt
bölümleri
vardır.
İstenmeyen
radyo
yayınlarının
engellenmesinden, yabancı iletişimin engellenmesine kadar, birçok faaliyet
yürütmektedir. Ama en önemli işinin şifreli haberleşmeleri çözmek olduğu
söylenebilir. Bu görevlerini 4-5 bin civarında personelle yürütmektedir (UK
INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014).
Askeri İstihbarat (Military intelligence)
Bu birimin kuruluş tarihi, Kırım Savaşı yılları olan 1855’lere kadar gitmektedir
(Bunyan, 1976: 184-185). Askeri İstihbarat birimi, Savunma Bakanlığına bağlı
çalışmaktadır. Birçok birim, ayrı ayrı askeri istihbarat faaliyetlerini yürütmektedir.
Yani tek bir isim altında yürütülen toptan görevli bir birim söz konusu değildir.
Ancak askeri istihbarat işlerini yürütecek kişileri yetiştirmek ve eğitmek üzere
Savunma İstihbarat ve Güvenlik Merkezi (The Defense Intelligence and Security
Center) adıyla bir birim de 1996 yılında kurulmuştur (UK INTELLIGENCE AND
SECURITY, 2014).
Belirtmek gerekir ki, bu kadar çok ayrı istihbarat birimi olunca, bunlar
arasında koordinasyon sorunu ortaya çıkacağında şüphe yoktur. Bu sorunu gidermek
amacıyla, 1946 yılından beri, değişik koordinasyon birimleri oluşturulmuştur ki,
bunların en önemlisi, Ortak İstihbarat Komistesidir (The Joint Intelligence
Committee) (Bunyan, 1976:186-187).
231
3.2.2.10. İngiliz Polisinin Hukuki Statüsü, Haklar ve Yasaklar
Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı gibi İngiliz polisi yerel bir hizmet sunar. İl
emniyet müdürlükleri de yereldir. Yani Türkiye’de olduğu gibi merkezi bir emniyet
teşkilatı yoktur. Bu müdürlüklerin yerel bir bütçesi vardır ama mali kaynaklar hem
yerelden hem de merkezden gelir. Polis memurları kraliyet memurlarıdır. Polis,
yürütmenin bir parçasıdır ama onun doğrudan bir parçası değildir. Polis amirleri olan
emniyet müdürleri, İçişleri Bakanı ve yerel otoritelere karşı sorumlu olsalar da,
yürüttükleri operasyonlarla veya personelleri ile ilgili hiçbir kişi veya makamdan
emir almak durumunda değildirler. Savcılar bile adli operasyonlarda onlara emir
vermekten kaçınırlar. Polislerle ilgili yapılan şikâyetler, özel bir prosedürle takip
edilir. Daha önce incelendiği gibi bunlar, İngiltere Bağımsız Polis Şikâyetleri
Komisyonu tarafından incelenip karara bağlanır. Yani Türkiye’de olduğu gibi
polislerin yargılanması da özel bir yönteme tabidir. Eğer bu komisyon, işlenen fiilin
genel bir suç olduğuna karar verirse, polis hakkında mahkemede dava açılmasını
sağlar. Ancak bu şikâyetler daha çok görevleriyle ilgilidir. Genel suçlardan dolayı
doğrudan mahkemelerde yargılanırlar.
Polis memurlarının işledikleri bir kusurdan dolayı, emniyet idaresi tazminat
ödemeye mahkûm edilmişse, bu o ilin bütçesinden ödenir. Bu durumda polise rücu
edip etmeme yetkisi, il emniyet müdürüne aittir. Polisler yukarıda da belirtildiği gibi
“Kralın memurlarıdırlar”, yani iş akdiyle çalışmazlar. Bunun anlamı, iş garantileri
vardır. Ancak emre itaatsizlik, görevini kötüye kullanma, görevini savsaklama,
ırkçılık yapma ve polislik mesleği ile bağdaşmayacak kötü ün yapmış işlere bulaşma
gibi durumlarda, bir polisin işine son verilebilir.
Polisler bir sendikaya üye olamazlar, mali haklar ve maaş artışı pazarlığı
yapamazlar. Ancak sadece İngiltere-Galler ve İskoçya Polis Federasyonu’na üye
olabilirler. Bu federasyon onların haklarını savunur ama yine de iç disiplin ve
kurumsal yükselmeler konuları bu pazarlıkların dışındadır. Polisler tarafsız olmak
zorundadırlar, politika yapamazlar. Polisler sürekli görevli kabul edilirler, izindeyken
bile iletişim bilgilerini vermekle yükümlüdürler, görevli olmasalar bile acil durumda,
yetkili polisler gelinceye kadar olaya müdahale etmek zorundadırlar. Bu sebeple
resmi kimliklerini sürekli taşımak zorundadırlar (Jason-Lloyd, 2000:9-10).
232
3.2.2.11. İngiltere-Galler’de Yerel Yönetimler: İl, İlçe ve Köy Yönetimi (County,
City ve Parish)
Türkiye’den farklı olarak mahalli idareler, İçişleri Bakanlığı yerine, yapısal ve
fonksiyonel ilişkileri bakımından tamamıyla Toplum ve Yerel Yönetimler
Bakanlığına (The Secretary of State for Communities and Local Government)
bağlıdır. Modern anlamda yerel yönetim, 1835 yılında kabul edilen ‘Belediye
Şirketleri Yasası’ ile başlamıştır ve böylece ilk belediyeler kurulmuştur. 1888
yılındaki ‘il meclisleri’ ile « belediye meclisleri » de faaliyetlere başlatılarak, yerel
idareler ve halk arasındaki köprüler sağlamlaştırılmıştır. O tarihlerden itibaren yerel
yönetim sistemi, birçok kez değişime uğramıştır.
BK yerel yönetim birimleri üç ana başlık aldında toplanabilir; il özel idareleri
(county), ilçe belediyeleri (district) ve köy idareleri (parish). Bunların İngiltere’deki
toplam sayısı, köy idareleri hariç 411’dir (Peele, 2004:358). Daha iyi anlaşılmaları
bakımından bunları Türkiye’deki yerel yönetimlere verilen isimlerle anılması uygun
görüldü. Buna göre, il özel idareleri, yani “county” olarak adlandırılan ilk kademeler,
halkanın en üstündedir. BK’ta en üst yerel idare olan bu County’ler aslında tarihsel
süreç içerisinde “Kontluk” olarak geçmekteydi, ancak ‘1974 yılı Yerel Yönetimler
Yasası’ ile değişikliğe uğramıştır. İlçe belediye yönetimleri: ‘Boroughs’, ‘Districts’
veya ‘Councils’ olarak adlandırılan ikinci kademeler, halkanın ortasında yer
almaktadırlar. Türkiye’deki ilçe yönetimlerine benzemektedirler. Üçüncü kademe
köy veya kasaba yönetimleri olarak adlandırılabilecek olan “parish”ler ise daha az
nüfuslu olmakla beraber, ekonomik düzeyde ilk iki kademeye göre daha az
gelişmişlerdir (Roberts, 1986:282-292).
İlk kademe yönetimleri olan “county”ler, eğitim, ulaştırma, toplum sağlığı,
güvenlik, çevre planlaması, konut denetimi, kütüphane hizmetleri ve kırsal alan
geliştirme faaliyetlerinde tek yetkili kurum iken; ikinci kademe yönetimleri olan
“district”ler konutlarla ilgili tüm hizmetleri, imar ve çevre kontrol işlerini, çöp
toplama ve imha etme, çevre temizliği, gıda denetimi, açık alan düzenlemeleri ve
oyun alanları gibi konularda yetkilendirilmiştir (Roberts, 1986:292-295).
233
İl özel idarelerinin sayıları değişmekle beraber, her birinin bir “İl Meclisi”
(County Council) adı verilen, 4 yıllığına doğrudan halk tarafından seçilen bir karar
alma organları vardır. Bu meclisler ‘Mayor’ ya da ‘Chairman’ denilen bir başkanı
kendi üyeleri arasından seçerler. Yani il yönetiminin başkanı doğrudan seçimle
göreve gelmez (Roberts, 1986:296-299).
Bu çalışma açısından yerel yönetimler özel bir önem arz ederler. Şöyle ki, BK
idari sisteminde, kolluk hizmetleri “yerel hizmetler” arasında yer alır. Ancak bu
durum Türkiye’deki durumla karıştırılmamalıdır. Zira BK’ta belediye başkanı, vali
ve kaymakam gibi doğrudan seçilen veya atanan mülki amirler yoktur. Hatta dahası,
BK’ta belediye başkanı da yoktur. Londra ve Manchester Büyükşehir Belediyeleri
hariç, doğrudan seçilen bir belediye başkanı yoktur. Belediye veya il özel idaresi
üyeleri kendi üyeleri arasından birisini, belli periyotlarla başkan seçerler ve o kişi
bazı yerlerde “belediye başkanı” (mayor) olarak anıldığı gibi, il özel idarelerinde de,
il özel idaresi meclis başkanı olarak anılır. Fakat bunların çok fazla yetkisi yoktur,
asıl yetkili olan birimler, karar organları olan belediye veya il özel idaresi
meclisleridir. Köy idarelerinde ise sadece meclis yetkilidir.
Burada yine hatırlamak gerekir ki, BK yerel kolluk birimlerinin amirleri olan
baş polis veya Türkçesi ile il emniyet müdürleri, doğrudan kimseden emir almazlar,
kimseye de bağlı değildirler. Yani, Türkiye’de olduğu gibi vali veya kaymakam
yoksa bu müdürler belediye başkanının emrinde midirler diye akla gelebilir. Ancak
öyle değildirler. Tamamen de bağımsız değildirler. Özellikle il özel idareleri ile
aralarında hem gelir gider açısından hem de görevler açısından bağ ve ilişkiler vardır.
En önemlisi de belediye gelirlerinden bu idareleri pay aktarılır. Yukarıda kısaca
anlatıldığı üzere, bu idareler de gerek doğrudan gerekse Polis ve Suç Komisyonerleri
aracılığıyla kolluk kuvvetlerinin çalışmalarını denetlerler.
İngiltere yerel yönetimlerinin yapıları ve görevleri merkezi yönetim
tarafından belirli aralıklarla değişime tabi tutulmuştur. 1990’lı yıllarda yapılan
değişiklikle sisteme ivme kazandırılarak hizmet akışı iyileştirilmeye çalışılmıştır
(Peele, 2004:369). 1990’lı yıllardan itibaren İngiltere’de, Yeni Kamu Yönetimi
anlayışı çerçevesinde, ‘yerel yönetişim’ yaklaşımı gelişerek, hizmetlerin daha etkin,
daha hızlı bir şekilde yürütülmesini sağlamak, kamusal örgütleri şeffaf bir hale
234
getirerek, halkın yönetime katılmasını güçlendirmek amacıyla, sivil toplum
kuruluşlarının da yerel hizmetlere aktif bir biçimde katılması öngörülmüştür. En son
haliyle yerel yönetimlerin genel görevleri şöyle sıralanabilir; “eğitim ve okulların
yönetimi, sosyal hizmetler, imar planları ve arazi yönetimi, yolların ve toplu
taşımanın yönetilmesi, çöp toplama ve çevre sağlığı, müze, kütüphane, park ve spor
alanlarının bakım ve yönetimi, kolluk ve itfaiye hizmetleri” (Heywood, 2008:294;
Roberts, 1986:292-295). Burada konuyu dağıtmamak adına ayrıntıya girmemekle
beraber kısaca, bu görevler her yerel yönetim çeşidine ait, bütün görevlerdir. Ancak
mesela, eğitim görevi il özel idarelerine aitken, çöp toplama yetkisi ilçe
belediyelerine aittir.
Yakın tarihten yapılan son değişiklik ile Tony Blair hükümeti 2000 yılında,
Thatcher döneminde büyükşehir fonksiyonuna son verilen, Londra’ya bu fonksiyon
tekrar verilmiştir ve ‘Londra Büyükşehir Belediyesi’ adıyla yeniden kurulmuştur
(Heywood, 2008:296).
Yerel Polis Kurulu, İl Yönetimi’ne bağlıydı ve güvenlikle ilgili görev ve
yetkilere sahipti. Ancak bu yetkilerini, yukarıda da anlatıldığı gibi, 2012 yılında Polis
ve Suç Komisyonerlerine devrettiler.
‘Metropolitin Boroughs’ ve ‘County Districts’ olarak adlandırılan ikinci
kademe yerel yönetimleri olan ilçe yönetimlerinin de bir belediye veya ilçe meslisi
olarak adlandırılabilecek bir karar alma organı vardır ve bu meclisin üyeleri
arasından seçtiği bir Başkan vardır. İngiliz yerel yönetim sistemi içinde, görev ve
yetki bakımından en aktifidir (Roberts, 1986:296-297).
Köy veya kasaba diye adlandırılan “parish” yönetimlerinin sayısı oldukça
fazladır. İşleyiş olarak Parish’ler meclis sistemi içinde temsili demokrasi modeline
göre veya doğrudan halk katılımı biçiminde faaliyet göstermektedirler. Nüfusu 200’e
kadar olan köylerde doğrudan halk katılımı öngörülmüşken, 200’ü geçen köy ve
kasabalarda meclis faaliyeti zorunludur. Buna göre, 100’ün üzerindeki köyde meclis
bulunmaktadır (UK GOVERMENT, 2014).
İngiltere
sınırlarındaki
yerel
yönetimler,
özellikle
de
İl
Yönetimi
diyebileceğimiz County idareleri, kendi sınırları içinde, her türlü olağan üstü
235
durumları planlamak ve bununla mücadele etmekten sorumludurlar. Yukarıda da
kısaca bahsedildiği gibi, 43 Polis İdaresi, büyük ölçüde bu il sınırlarına tabidir. Her il
emniyet kuvvetleri ile oranın il yönetimi arasında bir bağ vardır ve ortak bir yönetim
meclisleri vardı. Buna gore ortak komite, polis amirleri, tarafsız kişiler ve o il meclis
üyelerinden seçilen kişilerden oluşurdu (Moran, 2005:488).
Belediye Zabıtası (Municipal Policing)
Birçok demokratik ülkede olduğu gibi, BK dâhilindeki her belediye idaresine bağlı
bir belediye zabıtası görev yapmaktadır. Bunlarında da polis benzeri görev ve
yetkileri vardır. Bu birimde görev yapan yerel polisler, inşaat-emlak, çevrenin
korunması ve gıda sağlığı standartlarının uygulanmasını denetlerler. Bu bağlamda,
ilgili binalara girebilirler ve soruşturmaları yönetirler (Newburn, 2008: 158).
Özetle bu bölümde görüldü ki; İngiliz devlet geleneği, Türk devlet geleneğine
göre, halka ve sivil topluma karşı “zayıf devlet” geleneğinden gelmektedir. Yazılı,
tek bir metinde toplanmış bir anayasası olmayan, buna karşılık teamüllerin ve yazılı
bazı metinlerin, yasal düzenlemelerin, mahkeme yorumlarından oluşan, karmaşık bir
anayasaya sahip bir geneleği temsil eder. Sivil gelenekleri ağır basan, siyaset kurumu
olan
Parlamento’nun
her
türden
bürokratik
kurumdan
üstün
olduğu
ve
parlamentonun mutlak üstünlüğünün herkesçe kabul gördüğü, sivil ve barışçıl bir
modernleşme geleneğinden gelmektedir.
Bürokrasisi ve bürokratik kurumları, merkeziyetçi özelliklere de sahip
olmakla beraber yerel özellikleri ağır basan özellikler taşır. Askeri ve güvenlik
bürokrasi de dâhil, bütün kurumlarını profesyonelleştirmiş ve yerelleştirmiştir. En
önemli iç güvenlik aktörü olan polis örgütleri de, yerel olarak örgütlenmişlerdir ve
sundukları hizmet de yereldir.
Birçok bilim insanı, İngiliz polisini örnek polis olarak göstermiştir ve
göstermeye de devam edecektir. Her türlü eleştiriye rağmen, gerek saydamlık,
gerekse hesap verebilirlik açısından örnek alınabilecek bir yapıda örgütlendiklerinde
kuşku yoktur. Bu bağlamda, özellikle IPCC ve oynadığı rolü, örnek alınabilecek bir
kuruluş olduğunu ayrıca vurgulamak gerekir. Türkiye’nin de bu kuruluşu örnek
almak üzere bir proje yürüttüğü ve sonucunda bir yasa tasarısı da hazırladığı
236
bilindiğine göre, işin özünden uzaklaşmadan ama kendi ihtiyaçlarına da uyan, daha
da önemlisi, hesap verebilirliği ve saydamlığı kolaylaştıran bir iç güvenlik sistemi
oluşmasını da hedeflemesi gerektiğini değerlendirmek gerekir.
Burada anlatılanlar, İngiliz iç güvenlik yönetiminin hemen hemen her ülkede
olduğu gibi, çok aktörlü bir saha olduğunu ve bunlar arasında koordinasyon
gereğinin ve sürtüşmenin engellenmesinin, bu örgütlerin başarısında çok hayati bir
öneme sahip olduğunu göstermektedir. Zaten bu çok aktörlülük aynı zamanda, yetki
ve sorumluluk kargaşası anlamına da gelmektedir. Koordinasyon gerçekten zor bir
görevdir, zira iç içe geçebilen vazifeler söz konusudur ve basitçe bir hiyerarşik
sıralama ile bu konunun üstesinden gelinemez.
237
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE İLE İNGİLTERE-GALLER İÇ GÜVENLİK
BÜROKRASİLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI
DEĞERLENDİRİLMESİ
Çalışmanın Birinci Bölümünde, tezde karşılaşılacak temel kavramların tanımları
yapıldıktan sonra, konunun dayanağı olan teorik çerçeve de izah edildi. İkinci ve
üçüncü bölümlerde, karşılaştırılacak olan iki ülke iç güvenlik bürokrasisi ayrıntılı
olarak ele alındıktan sonra, tezin en önemli bölümü olan Türkiye ile İngiltere-Galler
İç Güvenlik Bürokrasisinin Karşılaştırılması bölümüne geçilmiştir.
Bu bölümde, Türkiye ile İngiltere-Galler devlet sistemleri, modernleşme
süreçleri, iç güvenlik yapılanmaları, güvenlik kurulları, askeri bürokrasinin iç
güvenlikteki rolleri, kolluk birimleri, temel prensipler ve hizmetler, mülki idare
amirleri, adalet aktörleri, Türkiye’de mevcut olup, İngiltere’de olmayan birimler,
İngiltere’de mevcut olup, Türkiye’de olmayan birimler, mali suçlar ve yolsuzlukla
mücadele, siber suçlarla mücadele ve iç güvenlik kurumlarının etkinlik ve verimlilik,
hesap
verebilirlik,
saydamlık
ve
demokratik-sivil
denetim
açılarından
karşılaştırılması yapılacak, dolayısıyla her iki sistem de, bir bütün olarak
karşılaştırılmış olacaktır. Bu bölümün ikinci bölümünde ise genel bir değerlendirme
yapılarak, Türkiye için bir model önerilecektir.
4.1. HER İKİ DEVLETİN GENEL OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI
Bir hatırlatma yaparak başlamakta fayda var; Türkler ve Britanyalılar (Britons),
dünya egemenliği anlamında halef-selef konumunda olmuş iki büyük millettir.
İstanbul’u fetheden Türkler, artık bu tarihten 1700’lere kadar o günkü dünyanın
jandarması konumunu muhafaza etmişlerdir (Ortaylı, 2008:73-78). Bu tarihten sonra
da yerini diğer Batılı ülkelerin yanında, özellikle Britanya İmparatorluğuna,
1950’lere kadar sürecek şekilde devretmişlerdir (Belge, 2011:27).
Bu iki halef
selefin birbirinden her alanda ciddi etkileşimlerde bulunduğu muhakkaktır. 16.
yüzyılda başlayan bu etkileşimin halen artarak devam ettiğini söylemek mümkündür
238
(İnalcık, 2000:425-440). Özellikle de 2. Dünya Savaşı sonrasında bu etkileşim ABD
üzerinden ve de İngiliz dili sebebiyle devam etmiştir.
Özellikle, İngilizcenin hegemonyasının bütün dünyayı kaplamasının da
etkisiyle, Türkiye’de, 1980’lerden sonra, başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere, bütün
kamu kurum ve kuruluşları, personellerini öncelikle dil öğrenmek, daha sonra da
mastır ve doktora aracılığıyla bilim yapmak üzere, BK ve ABD’ye göndermiştir.
Bunun en basit sonucu, son 25 yıllık Türk kamu bürokrasisi üzerinde, Anglo-Sakson
kapitalist sisteminin etkilerinin çok açık bir şekilde görülmesidir.
Bunun da en somut etkisi, ideolojik kamu bürokrasisinin yerini, insan
haklarına daha saygılı ve daha hizmet odaklı bir kamu bürokrasisine yönelme
almıştır denebilir. Bu bağlamda, özellikle de Emniyet Genel Müdürlüğü ve bağlı
birimlerinin sunduğu iç güvenlik hizmetlerinin, bu süreçten oldukça olumlu
etkilendikleri değerlendirilebilir. Tabii bunda EGM’nün, çok sayıda rütbeliyi ve
akademik personelini, başta ABD olmak üzere Anglo- Sakson geleneğiyle yönetilen
ülkelere göndermesi çok önemli rol oynamıştır (EGM, 2014). Zira Dünyanın en
gelişmiş ülkesi olan ABD ile en gelişmişlerinden birisi olan BK’ta, en az bir iki yıl
kalan bu kişiler, hem günlük hayatlarında gördükleri olumlu uygulamaları, hem de
inceleyip araştırma konusu yaptıkları güzel ve örnek uygulamaları, ülkeye döndükten
sonra, kendi görevlerinde de uygulama imkânına kavuşuyorlar. Fakat bu etkileşim
karşılıklı olmayıp, daha çok Türkiye’nin alıcı taraf olduğu da unutulmamalıdır.
Türkiye ve Birleşik Krallık (UK), Avrupa kıtasında ve dünya çapında
örgütlenmiş bazı uluslararası teşkilatlara; Birleşmişler Milletler (BM), Avrupa
Konseyi, Dünya Ticaret Örgütü (WTO), NATO, OECD, AGİT, Uluslararası Para
Fonu (IMF), ve G-20 gibi, üye iki devlettir. Bunun dışında Birleşik Krallık, AB’ye,
G-8 olarak adlandırılan, ekonomik olarak en gelişmiş ülkeler birliğine, İngiliz
Uluslar Topluluğuna da üyedir. Yani her iki devlet de, başta Batı Dünyasıyla ve tabii
ki bütün dünya ile bütünleşmişlerdir.
İngiltere, hatırlanacağı gibi yeryüzündeki en eski demokrasiye sahip ülkedir.
Geçirdiği evreler dikkate alındığında, Türkiye’den çok farklı bir süreç yaşadığı
söylenebilir. En azından bu süreç çok daha barışçı ve evrimsel olmuştur. Halen gerek
239
ekonomisiyle, gerekse sosyal, siyasal ve uluslararası yapısıyla bir dünya gücü
olmaya devam etmektedir. Zira BM’in Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden
birisidir ve veto hakkı vardır.
Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği’nin verdiği bilgilere
göre, Dünyanın en gelişmiş altıncı büyük ekonomisidir. Kişi başına düşen milli gelir
35.000 ABD Doları civarındadır (T.C. Londra Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği,
2014). Bu da ekonomik olarak Türkiye’nin yaklaşık dört katına karşılık gelmektedir.
Özellikle de dili olan İngilizce sayesinde, her yıl milyonlarca kişi, yabancı dil
öğrenmek ve eğitim almak amacıyla bu ülkeye gitmektedir. Tek cümleyle, dünyanın
en önemli ülkelerinin başlarında yer almaktadır. Bu iki devlet sistemini genel olarak
karşılaştırdıktan sonra, daha ayrıntılı olarak ele alarak karşılaştırmak gerekir.
4.1.1. Modernleşme Süreçleri Açısından Karşılaştırma
Bu başlık ve takip eden “İç Güvenlik Yapılanmaları Açısından Karşılaştırma” başlığı
altında, bu çalışmanın en önemli alt hipotezlerinden olan, “Türkiye’de, tarihsel süreç
içerisinde oluşan devlet-toplum, bürokrasi-siyaset ilişkileri Osmanlıdan günümüze
merkeziyetçi ve bürokratik bir devlet geleneğine işaret etmektedir. Merkeziyetçi bir
teşkilat yapısı, güçlü bir devlet anlayışı ve yukarıdan aşağıya devleti ve toplumsal
yapıyı dizayn eden bir anlayış, Türk devletinin özellikleri ve devlet geleneği olarak
günümüze kadar devam etmektedir” alt hipotezinin değerlendirilmesi yapılacak ve
adeta doğruluğu test edilecektir.
Burada, iki ülkenin yönetim yapılarının geçirdikleri tarihi süreçleri hatırlamak
gerekir. Zira bu süreç mevcut kurumlarını, dolayısıyla iç güvenlik kurumlarını da
birçok
açıdan
etkilemiştir.
Türkiye’nin
idari
yapısı,
Osmanlı
Devletinin
kuruluşundan itibaren bütün yapılanma askeri esaslara dayanmaktaydı. Devletin
başkanı olan padişah da bir askerdir ve savaşlara katılmak zorundadır. Merkez ve
taşra yönetimi de, gerek tımarlı sipahiler gerekse diğer eyalet, vilayet
bölümlendirmeleri hep askeri esaslara göre yapılıyordu. Devletin birliğini, düzenini
ve dış saldırılara karşı korunmasını sağlamak için düzenli ve güvenli, büyük askeri
birlikler bulundurulması mecburi idi. İnalcık’ın da ifade ettiği gibi, Hanedan ve
askeri sınıf, ülke yönetiminde merkezi bir konumda olup, tüm sosyo-politik
240
yapılanmanın temel taşı durumunda idi (2000:53). Bu durum, onca iç ve dış gelişme
ve değişmeye rağmen, son 15-20 yıla kadar, hatta son on yıla kadar, Türk yönetim
yapısında artarak veya şekil değiştirerek varlığını devam ettirmiştir (Belge,
2011:540). Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusu ile başlayan süreçte, 1980’lerden
itibaren, tam üyelik müzakerelerinin başlaması için gerekli reformlarla birlikte, bu
militarist kamu bürokrasisinden daha sivil bir bürokrasiye geçildiği, en azından
görüntünün bu yönde olduğunu söylemek mümkündür.
Buna karşın, İngiliz sistemi çok farklı bir gelişme seyri izlemiştir. Bir kere,
yukarıda da anlatıldığı gibi, 1215 yılında imzalanan Magna Carta anlaşmasından
itibaren, ülke aşama aşama, evrimsel biçimde, bugünkü demokrasiye ulaşmıştır. Bu
süreç, öncelikle Kral’ın “vergi koyma yetkisini” kısıtlamıştır. Kendilerine
sorulmadan yeni vergi konulmaması hakkını elde eden soylu sınıf ve zamanla
burjuva sınıfı, daha fazla ticarete yoğunlaştı. En azından ticaret ve sanayi ile uğraşan
soylular ve burjuva sınıfı, Parlamento’da Lordlar Kamarası ve Avam Kamarasını
oluşturdular ve zaman içinde Kralın mali yetkilerinin yanında, bütün ciddi yetkilerini
aldılar (Göze, 2000: 441-449). Bunun en pratik anlamı, artık Krallar, iktidarlarını
korumak için büyük ordular beslemek mecburiyetinden ve imkânından mahrum
kaldılar. Böylece sistem militarizmden uzaklaşmak zorunda kaldı. Eğer Kral,
iktidarını korumak için büyük bir ordu besleme hakkına sahip olsaydı, bu iktidarı
korumak ve sürdürmek için diğer bütün kurumlarını da militarize etmek zorunda
olacaktı. Tıpkı, hala 21. yüzyılda “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” (SABAH, 2012)
sloganlarını dile getirebilen ve de bu sloganı, bu çalışmanın yapıldığı anda bile, en
üst askeri kurum olarak kabul edilen Genelkurmay Başkanlığı’nın ana hizmet
binasının önünde sergileyen Türkiye gibi.
Bu bağlamda her iki ülkenin modernleşme süreçlerini hatırlamak gerekir. Zira
bu süreç, günümüzün bütün kurumlarını, dolayısıyla iç güvenlik aktörlerini de bir
şekilde ve önemli oranda etkilemiştir. İngiliz modernleşme süreci tedrici, evrimsel ve
de daha çok iç dinamiklerin etkisiyle meydana gelmiş bir süreçtir (Belge, 2011:2750). Bir kere bu süreçte çok büyük iç karışıklıklar, iç savaşlar, hatta kanlı taht
kavgaları da pek olmamıştır. İngilizler, diğer ortakları olan Galliler, İskoçlar ve
İrlandalılarla çok büyük ve uzun süren iç savaş yaşamamışlardır. Bunun açık bir
241
istisnası olan ve mevcut Kralı tahttan indirip kendini ülkenin Koruyucu Lord’u ilan
eden ve 18 sene civarında bir cumhuriyet dönemi kuran Cromwell’in öldüğü
1660’tan (Eroğul, 1996:1) beri asker, yani “ordu” iç politikada, hiçbir zaman
doğrudan yer almamıştır (Belge, 2011:50). Yani bu ülkenin iç ve dış politikası ve
dolayısıyla kurumları askerin müdahalesinin dışında oluşmuştur.
Bu bağlamda vurgulanması gereken önemli bir husus, ülkede kanlı ve uzun
süren iç savaşların olmamasının en önemli sebebi Parlamento’dur. Zira gelişen
demokrasi anlayışına paralel olarak, buranın iki kanadı olan Avam Kamarası ve
Lordlar Kamarasının oluşması ile bir ülkede savaşmak için sebepleri olan ve çıkarları
çatışan
soylularla
zenginlerin,
yani
burjuvanın
anlaşıp
çıkarlarını
bağdaştırabilecekleri bir mekanizma ortaya çıktığından, artık savaşarak hak elde
etmelerine gerek kalmamıştır (Belge, 2011:40-41).
Bu barışçı ve sorunları konuşarak halletme geleneği bütün ülkeye yerleşmiş
oldu. Böylece özgürlüğe ve haklara inanan, demokrasiye sahip çıkan bir halk
geleneği oluştu (Belge, 2011:39). Bu geleneği, yoğun bir şekilde deniz aşırı
sömürgelerinde de uyguladılar. Çok az bir istisna dışında, çoğu ülkeye ticaret
yoluyla, ikna yoluyla gittiler ve aynı yolla orada kaldılar. Dahası, birçok diğer
sömürgeci Avrupa milletlerinin aksine, Britanya ile savaşarak bağımsız olan millet
çok azdır. Dahası, Britanyalılar bu devletlerle öyle bir ilişki kurmuşlardır ki,
bağımsızlıktan sonra bile, İngiliz Milletler Topluluğu (The Commonwealth)
vesilesiyle en yakın müttefikleri BK olmuştur (Eroğul, 1996:2).
Buna karşın Türklerin tarihi çok zıt bir mecrada devam etmiştir. Birçok
ülkeyi yüzyıllar boyunca yöneten millet olan Türkler, bağımsızlık savaşı veya başka
bir yolla bir ülkeyi, mesela Macaristan’ı, Yunanistan’ı veya Tunus’u kaybettikten
sonra tekrar normal ilişki kurabilmeleri yüzyıllar alabilmiştir. Dahası, arkalarında bir
Türk dostu kesimden de çoğu zaman mahrumdular veya varsa da ilişkilerini devam
ettirecek bir mekanizma kuramadılar (Davutoğlu, 2010:316).
Yukarıda,
Üçüncü
Bölümde,
İngiliz
polis
teşkilatlarının
kuruluş
gerekçelerinde de anlatıldığı gibi, en önemli iç güvenlik birimleri olan yerel polis
müdürlükleri ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Başka bir ülkeden, bir politika transferinin
242
sonucu değildir. Gerçek ihtiyaçtan ortaya çıkınca da halkın hizmetine adapte olmakta
sorun yaşamamıştır. Diğer bir ifadeyle ve aşağıda daha da uzunca anlatılacağı gibi,
demokrasinin gerekleri olan parlamento denetimi, hesap verebilirlik ve saydamlık
gibi ilkelerin gereklerine daha kolay adapte olmaktadırlar.
Türk modernleşme sürecinin şekillenmesinde, iç dinamiklerden gelen
taleplerin yanında, ama belki de onlardan çok daha fazla, dış dinamiklerden
kaynaklanan taleplerin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Gerçi Ortaylı’nın
vurguladığı gibi, bu süreçte dış etki bir gerçektir ama özellikle ve sonuçta reformlar
Türklere aittir (1999:269). Ayrıca, bu sürecin en belirgin bir özelliği de militarist bir
modernleşme olmasıdır (Belge, 2011:539-753; Ortaylı, 1999:123-169). Modernleşme
süreci, bütünüyle olmasa da büyük oranda bürokrasi eliyle ama özellikle de askeri
bürokrasi eliyle yürütüldü. Bunun en önemli sebebi, askeri ve teknik açıdan Batı’nın
gerisine düşen Osmanlı, bu açığını kapatmak için askeri-teknik reformlara ağırlık
verdi ve bu da diğer reformların önünü açtı (Ortaylı, 2001:18).
Hatırlanacağı gibi, Enderun’a gelen ve orada yetişen her devşirme, en kötü
ihtimalle asker oluyordu ki, bu da onun için, geldiği sınıf olan köylülüğe göre çok
büyük önem arz ediyordu ve onun için ona bu imkânı lütfeden Padişaha şeksiz ve
şüphesiz itaat içindeydi. Bu anlayış, Enderun kalkmasına ve Cumhuriyet idaresine
geçilmesine rağmen biraz şekil değiştirerek de olsa büyük oranda aynen devam etti
(Belge, 2011:582-583). Şöyle ki; o günün asker ve devlet adamlarının yerini alan
Türk subayı, polisi veya diğer bürokratı, kendine bu imkânları sunan ve hele hele
Cumhuriyetin ilk yıllarında, göreceli olarak toplumun diğer kesimlerine göre daha
refah içinde yaşamalarını sağlayan “devletlerine” sadakatle bağlıdırlar.
Bunun en basit görünümü, herkes devlete soyut olarak ama bir üst amirine
mutlak olarak bağlılık ve sadakat içindedir. 21. yüzyılda ve AB’nin eşiğinde
olunmasına rağmen hala bir Türk polisinin veya jandarma uzman çavuşunun amirine
itiraz etmesi, kanunsuz emirlerini hatırlatması beklenemez (Çevik ve Demirci, 2008:
115). Üstelik bu konuda yasa ile korunmasına rağmen bunu yapması beklenemez.
Yaparsa ya disiplin cezası almayı, ya görev yeri değişikliğini ya da en azından uzun
bir hukuki mücadele sürecini göze alması gerekir. Gerçi Bilgi Edinme Kanunu gibi,
son yıllarda yapılan bazı düzenlemeler, bazı ilerlemeler sağlamışsa da, yine de bu
243
konuda büyük bir zihniyet değişim olduğunu söylemek zordur. Demek ki, ülkenin
rejimi tamamen değişse de, eski anlayış ve uygulamaları değiştirmek o kadar da
kolay olmamaktadır.
Hâlbuki hesap verebilirlik ilkesini benimsemiş ve bu ilkenin, bir ülkede
hükümet etme yöntemi ile siyasi sistem arasındaki hayati role sahip olduğu
bilincinde olan (Hughes, 2012:205) İngiliz polisi, öncelikle, görevini yaptığı yerdeki
halka karşı sorumludur. Amirinin ona kanunsuz bir emir vermesi çok zordur.
İngiltere’de yaşayan birçok kişinin gözlemleyebileceği gibi, onu istediği yere tayin
edemez, görev yerini her istediği zaman değiştiremez. Görev içeriğini haksız bir
şekilde değiştirebilmesi için de bütün o il halkını karşısına alması gerekir. Çünkü
kamuoyu o memura, hak ve özgürlükler konusunda çok hassas olduğu için, basın ve
yayın kuruluşları aracılığıyla onlara sahip çıkacağı umulur. Türkiye’de ise durumunu
basına konu ettiren polis memuru veya jandarma mensubu, kendisini kapı önünde
bulma ihtimali çok yüksektir ama en azından görev yerinin değişeceğinden veya bir
disiplin cezası alacağından emin olabilir. Burada, anlamlı olması bakımında Türk
polisinin yemin metni ile BK polisinin yemin metnini karşılaştırmakta fayda var.
Yukarıda belirtildiği gibi, Türk polis memurları ve diğer emniyet hizmetleri
sınıfı mensupları, bütün devlet memurları gibi aynı yemin metnine bağlı olarak,
DMK 6. maddesindeki ifadelerle yemin ederler.
İngiliz polis yemin metni ise, 1996 tarihli Polis Kanunu’nun 29. Maddesinde
mevcut olup yukarıda tamamıyla belirtilmişti.
Bu iki yemin metni, iki ülke kolluk birimlerinin hizmet mantaliteleri
arasındaki farkı ve dayandıkları esasları anlamak açısından önemli göstergeler
sunmaktadırlar. Buna göre, İngiliz polis yemin metnine bakıldığında devlete vurgu
sadece “Kraliçe” anılarak, o da aslında devlet kastedilerek yapılmaktadır. Bunun
dışındaki bütün kelimeler ve cümleler, görevin en iyi şekilde yapılmasına
odaklanmışlardır. Buna karşın Türk polisinin yaptığı yemin, adeta bütünüyle,
devlete, onun resmi ideolojisine ve daha da önemlisi, görevi ile doğrudan ilgili
olmayan birçok konuya odaklanmıştır. Tabii ki bu yeminin arka planında, ülkenin
geçirdiği modernleşme tecrübesinin önemli etkilerini görmek gerekir. Bunun kolluk
244
hizmetlerine veya diğer bir deyişle iç güvenlik örgütlerine yansıması, asli kolluk
görevlerine odaklanmanın yanında, normalde bir kolluk görevi olmayan resmi
ideoloji, milli ve manevi değerleri koruma gibi soyut sayılabilecek görevlerin de
beraberce yürütülmesi zorunluluğu ve zorluğudur. Bu durum hiç bir olumsuzluk
doğurmasa bile, en azından kaynak israfına yol açacak, birçok kolluk görevlisinin,
vaktini
asli
kolluk
hizmetlerinin
dışında,
başka
görevlerle
geçirmesini
gerektirecektir.
Türk modernleşme süreci bağlamında üzerinde durulması gereken bir olgu
da, parlamenter demokrasilerin vazgeçilmezlerinden olan kuvvetler ayrılığı ilkesine
ne kadar sadık kalındığıdır. Bir kere, Osmanlı döneminde kuvvetler ayrılığından söz
etmek mümkün değildi. Sonuçta her şey Padişah’ın mülkü idi. Ancak Cumhuriyetle
birlikte kurulan rejim, en azından teoride parlamenter demokrasi idi. Ancak Mustafa
Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kuran Meclisteki taraftarları, buna pek
taraftar değildiler (Belge, 2011:606-608). Buna bağlı olarak Cumhuriyet dönemi,
büyük oranda kuvvetler ayrılığı ilkelerini uygulamadı. Yani özellikle bağımsız ve
tarafsız bir yargı kurulmasına müsaade edilmedi. Buna, bir de profesyonel ordu
yerine “rejim ordusu” veya diğer bir deyişle, “Türk Cumhuriyetini kollama ve
korumakla” görevlendirilmiş bir ordu eklendi. Zaten ülkeyi 1923’ten 1950’ye kadar
tek parti olan CHP yönetmişti. Tek cümleyle ortada ordu-parti ve yargının birlikte
yönettiği bir ülke vardı (Belge, 2011:617). Bu anlayış, 1950’de çok partili seçimle
birden bire değişmedi. Bu üç kesim kendini uzun zaman ülkenin gerçek sahibi olarak
gördü. Bu bağlamda, seçimle gelen hükümetleri askeri darbelerle değiştirip yeniden
anayasalar yazdılar ve sistemi, adeta askeri bürokrasi üzerine kurdular. Çünkü resmi
ideolojiye en sadık ve en güvenilir kişiler oradan geliyordu. Hâlbuki buna benzer bir
süreç BK’ta hiçbir zaman yaşanmadı. Türk modernleşmesi ile Britanya
modernleşmesi bu bağlamda taban tabana zıt bir mecrada geliştiler. Bu da iç
güvenlik örgütlerini, hem örgütlenme açısından hem de personel açısından oldukça
etkiledi.
Türk modernleşmesi, içtihat yoluyla, aynen BK’ta olduğu gibi yönetimini
geliştiremedi. Hâlbuki İngiliz hukuk sisteminden hatırlanacağı gibi, ülkede bir
anayasa hiç olmadı ve birçok husus yazılı olarak düzenlenmedi, tam aksine temel
245
bazı hususlar anayasal nitelikteki teamüllere ve mahkeme içtihatlarına bağlı gelişti
(Eroğul, 1996:2) ve ülkenin hâkimleri, ortada uygulamak zorunda oldukları bir
kanun metni olmamasına rağmen, tecrübelerinden bir hukuk geliştirdiler. Bu hukuk
sistemi de ülkeyi geliştirdi. Bunun en pratik sonucu, hangi hizmeti sunarsa sunsun,
bütün kamu kurumlarının tarafsız olması benimsendi. Bunun içindir ki, halen daha
Türkiye’de hükümetin değişmesi ile bütün bakanlıkların üst kadroları değişirken,
BK’ta ise müsteşar veya genel müdür seviyesinde bile değişiklikler olmamaktadır.
Bunun en kestirme faydası, bürokratik kurumlarda kurumsal hafızalarda kesintiler ve
çatışmalar olmamasıdır. Hükümetler değişse de, kamu hizmetleri aynen sunulmaya
devam edilmektedir. Böylece bir ülkede, hükümetlerden beklenen en önemli görevler
arasında bulunan güvenlik ve asayişin sunulmasında bir aksama veya eksiklik
olmamaktadır. Demek ki, BK kamu bürokrasi ile Türk kamu bürokrasisinin bu temel
özelliği, sunulan kolluk hizmetlerini de oldukça önemli oranlarda etkilemektedir.
Özetle, her iki ülkenin modernleşme tarihi oldukça farklı mecralarda
gelişmiş; Türkiye, daha ziyade militarist ve askeri bir modernleşme süreci yaşarken;
İngiltere, bunun tam zıddı bir şekilde, bütünüyle sivil bir modernleşme sürecinden
geçmiş, bu da bütün kurumlarını, yönetim anlayışlarını, dolayısıyla iç güvenlik
aktörlerini, oluşum ve işleyiş açısından derinden etkilemiştir.
4.1.2. İç Güvenlik Yapılanmaları Açısından Karşılaştırma
Öncelikle iki ülkenin devlet başkanları farklıdır; Türkiye’ninki Cumhurbaşkanı iken,
BK devlet başkanı “Kral veya Kraliçe’dir”. Geleneksel olarak çok güçlü bir “Taç”
geleneğine sahip olmakla beraber, zamanla bütün yetkileri “göstermelik” hale gelmiş
bir BK “Kraliçesine” karşın, Türkiye Cumhurbaşkanı, özellikle de 1982
Anayasası’nın da kendisine verdiği yetkilerle, adeta yarı başkan statüsüne
kavuşturulmuş, güçlü bir konuma sahiptir. Bir de buna, 2014 yılından itibaren, genel
halkoyu ile seçilmiş olmasını da eklemek gerekir ki, siyasi konumu da oldukça
güçlenmiş olacaktır.
Dahası Türkiye Cumhurbaşkanı, iktidar erklerinin üzerindeki belirleyici ve
denetleyici yetkileri ile siyasi iktidarın önemli bir paydaşı konumundadır. Özellikle
iç güvenlik alanına ilişkin olarak atama yetkisi, TSK ile MGK’ya ilişkin yetkileri
246
açısından onu çok güçlü kılmaktadır. Buna karşın BK Kraliçesi de bütün üst düzey
bürokrat atamalarını imzalar ama bu tamamen göstermelik ve geleneksel bir yetkidir.
Asıl yetki ilgili bakan ve başbakandadır. Ayrıca, Türkiye Cumhurbaşkanı, kendisine
bağlı Devlet Denetleme Kurulu ile bütün kamu kurum ve kuruluşlarını, dolayısıyla iç
güvenlik aktörlerini de denetleyebilir. Bunlar üzerinde doğrudan bir yaptırım gücü
olmasa da, kamuoyuna açıklamalarda bulunması ve devletin başı sıfatıyla bunları
değerlendirmesi bile başlı başına bir yaptırım olarak yetmektedir. Dahası, eğer bir
suç unsuruna rastlanması durumunda da, ilgili makamlara suç duyurusunda
bulunmaktadır.
Türkiye
Cumhurbaşkanı
MGK’ya
başkanlık
da
ederek
gündemini
belirlemesine karşın, BK Kraliçesi’nin böyle bir görevi yoktur. Türkiye
Cumhurbaşkanı, hem Anayasa Mahkemesine, hem de yüksek yargı organlarına,
hatırı sayılır miktarda üyeler atayarak, yargı erki üzerinde de önemli bir konuma
sahipken, BK Kraliçesinin benzeri bir görevi yoktur. Kısacası, her iki ülkenin devlet
başkanları da ülkelerinde, yasama, yürütme ve yargı erklerinin başı konumunda
olmalarının yanında, Meclis açılış konuşması yapma, Meclisi feshetme, bazı yüksek
düzey atamaları imzalama, hükümeti onama, bunların atamasını veya görevden
alınmasını onama gibi benzer yetkileri vardır. Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı, DDK
ile yürütmeyi denetleme, yüksek yargıya resen atamalar gibi farklı ve daha güçlü
yetkilerle, özellikle devletin bütün kurumları üzerinde daha aktif ve etkilidir.
Türkiye’de yasama organı tek meclisli, TBMM’dir ve dört yıllığına seçilen
550 milletvekilinden oluşur. BK Parlamentosu ise Avam Kamarası ve Lordlar
Kamarası olarak iki meclislidir. Avam Kamarası, dar bölge seçim sistemi ile seçilen
650 milletvekilinden oluşmaktadır. Lordlar Kamarası ise, daha çok Başbakanın
teklifi üzerine, Kraliçe tarafından atanan üyelerden oluşur. Bunların önemli bir kısmı
hayat boyu üye iken, bir kısmı da üyeliklerini soydan alırlar. Parlamento’da asıl güç
Avam Kamarası’ndadır ama Lordlar Kamarası’nın da bazı yetkileri vardır.
Zannedildiği gibi asla sembolik değildir.
Parlamentonun, egemen güç olarak savunma ve güvenlik politikalarında son
sözü söyleyen kurum olması beklenirken, Türkiye’de parlamentonun bu görevini tam
anlamıyla yerine getiremediği açık bir gerçektir. BK Parlamentosu da bazı açılardan,
247
özellikle de parlamenter sistemin gereği olarak benzerlikler arz eder. Zira her iki
sistemde de yürütme ile yasama iç içedir. Hükümetin başı, yani başbakanlar aynı
zamanda hükümeti kuran partinin de başıdırlar. Bu da onları hem yürütmede, hem de
yasamada istediklerini yapmaya, istedikleri politikaları kabul ettirmeye sevk
etmektedir. Ancak iki ülke arasındaki en önemli fark da burada ortaya çıkmaktadır.
Çünkü BK’ta, özellikle özgürlükler konusunda çok hassas bir kamuoyu vardır.
Türkiye’de aynı şeyi bulmak ve görmek oldukça zordur. Bu bağlamda, özellikle BK
Parlamentosu’ndaki komisyonlar oldukça aktif çalışmaktadırlar. Yayınladıkları yıllık
raporlarla, adeta hükümetin kolluk ile ilgili politikalarını analiz etmekte ve ciddi
önerilerde bulunmalarına karşın, TBMM bünyesindeki ilgili komisyonların böyle bir
görevi yoktur. Ayrıca BK Parlamentosu, diğer denetim metotlarını çok aktif bir
şekilde, özellikle de soru sorma yöntemini, sözlü olarak kullandığından, kamuoyuna
ciddi güven verirken, Türkiye’de bu yöntem çok az kullanılmakta, yazılı sorulara da
çok geç cevap verilmektedir. Özetle, her iki parlamento arasında, fonksiyonel açıdan
ciddi benzerlikler olmasına karşın, özellikle BK Parlamentosu’nun, iç güvenlik
politikalarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve denetlenmesinde daha etkili
olduğunu söylemek gerekir. Ama her iki parlamentonun da iç güvenlikle ilgili
atamalarda herhangi bir görev ve yetkileri yoktur. Zaten parlamenter demokrasilerde
böyle bir beklenti de yoktur.
Dünya üzerinde doğrudan demokrasi ile yönetilen ülke olmadığına göre,
temsili demokrasi ile yönetilen ülkelerde, bütün diğer politikalarda olduğu gibi
güvenlik politikalarının oluşturulması ve yürütülmesinden de yürütmenin en önemli
unsuru olan “hükümetler” sorumludur. Türkiye Anayasası’nın 117. maddesine göre
“Millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına
hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine, yani millete karşı, Bakanlar
Kurulu sorumludur.” Ancak Anayasasındaki bu açık vurguya rağmen, uygulamada
Bakanlar Kurulunun bu görevini etkili bir biçimde yerine getiremediği, askeri
bürokrasinin, milli güvenlik politikasının oluşturulmasında daha etkin olduğu
vurgulanmalıdır. Bir kere Türkiye’de, ülkenin en önemli güvenlik birimlerinden olan
Silahlı Kuvvetler, Bakanlar Kurulu’nun bir üyesi olan ve milli iradenin güvenlik ve
yurt savunması işlerini yürütmesi beklenen Milli Savunma Bakanlığına bağlı olarak
örgütlenmek şöyle dursun, genel devlet örgütlenmesi içinde, Anayasal bir özerkliğe
248
sahiptir (Çelik, 2008:174-175). Zira 1982 Anayasası, Genelkurmay Başkanına 117.
maddesiyle anayasal bir statü tanımıştır. Bu maddeye göre de Genelkurmay Başkanı
adeta bağımsızdır, sadece başbakana karşı sorumludur. Bu ifade de kendi başına
fazla bir şey ifade etmemektedir. Zira TSK, hala daha, birçok kişiye göre ülkenin
rejimini kollama ve korumakla görevlidir (Çelik, 2008:25).
Son 10-15 yılda, özellikle de AB Katılım sürecinin de etkisiyle, Türkiye
Hükümeti, iç ve dış güvenlik konularında daha aktif rol oynamaya başlamıştır.
Yeterli olmasa da yasal ve anayasal bazı düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle
MGK’nın anayasal statüsünde yapılan değişiklikler ile askerlerin, ülke güvenliği
üzerindeki tek hâkim rolü azalmıştır. Özellikle üye yapısı değişerek, hükümet kanadı
çoğunluğu sağlamış oldu. Kararlarının bağlayıcılığı da tamamen olmasa da bakanlar
kurulunun inisyatifine bırakıldı. Ama her türlü gelişmelere, yapılan demokratik
reformlara rağmen, Türkiye’nin iç ve dış güvenlik politikasını Bakanlar Kurulu’nun
bağımsız bir şekilde belirlediğini söylemek hala daha zordur.
TSK, özellikle Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
aracılığı ile de adeta coğrafi olarak ülkenin yüzde 80-90’ının iç güvenliğine de
müdahil bir durumdadır. Bu kolluk birimlerine, önemli hukuki ve fiili kazanımları
vasıtasıyla etki edebilmektedir. Sonuçta bunların bütün personel politikasını
belirleyen birim Genelkurmay Başkanlığıdır.
Buna karşın BK Bakanlar Kurulu, bir kere yapısı itibariyle Türkiye’den
oldukça farklılık arz eder. Ana yapıyı oluşturan 20-25 bakanın yanında, yardımcı
bakanlarla beraber 80-100 kişiden oluşmaktadır. BK sisteminin başarısının arkasında
var olan sebeplerden birisini de bu bakanlar kurulu sisteminde aranmalıdır. Zira
bakanlar genellikle tecrübelilerden seçilirken, milletvekillerinden bazı daha az
tecrübeliler de, bakanlıkların alt bölümlerini, adeta Türkiye’deki genel müdürler gibi
yönetmek üzere atanmaktadırlar. Böylece devlet işlerinde de tecrübe kazanarak,
ileride daha üst görevlere, üst bakanlıklara atanmakta ve daha başarılı olmaktadırlar.
BK sisteminde, 25 yaşında milletvekili olup da, hemen ana bir bakanlığa atanma
olayına pek rastlanmaz.
249
Bakanlar Kurulu, ülkenin bütün politikalarını olduğu gibi, güvenlik
politikalarını da belirler ve uygular. Bunlar kamuoyu önünde açıkça tartışılır. Bütün
özel ve kamu kurumlarının görüşleri alınır. Baskı grupları denilen ve bu ülkede gayet
meşru kabul edilen kesimlerin önerileri de, bu politikaların belirlenmesinde önemli
rol oynar (Eroğul, 1996:56-67).
Türkiye’de Bakanlar Kurulu, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları ile
EGM’nün atanması gibi önemli iç ve dış güvenlik aktörlerinin göreve
getirilmelerindeki yetkileri gibi, kısmen önemli roller üstlenmekle beraber, dış
güvenliği ilgilendiren kritik konularda ikincil rollere itildiği ifade edilebilir. Fakat
Bakanlar Kurulunu ilgilendiren en önemli iç ve dış güvenlik konusu, kamuoyunda
“Kırmızı Kitap” ve “Gizli Anayasa” olarak da anılan Milli Güvenlik Siyaseti
Belgesi’dir. 2945 sayılı MGK Kanununun ifadesiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin milli
menfaati ve milli hedeflerini, milli hedeflere ulaşılması için takip edilecek iç ve dış
güvenlik ile savunma siyasetlerine ilişkin esasları kapsamaktadır. Devletin Milli
Güvenlik Siyaseti; milli güvenliğin sağlanması ve milli hedeflere ulaşılması amacı
ile Milli Güvenlik Kurulu'nun belirlediği görüşler dâhilinde Bakanlar Kurulu
tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan
siyaseti ifade etmektedir. Her ne kadar bu Belge’nin Bakanlar Kurulunca kabulü
gerekiyorsa da, hazırlanmasından MGK sorumludur, önce MGK’da görüşülüp kabul
edildikten sonra Bakanlar Kurulu’nun onayına sunulur. Dolayısıyla askeri birimlerin
daha etkili olduğunu söylemek mümkündür (Çelik, 2008:263-270).
Birleşik Krallık’ta ise Bakanlar Kurulu, içinde barındırdığı Milli Güvenlik
Kurulu ve bazı diğer komitelerin de katkısıyla, içgüvenliğin en önemli
aktörlerindendir. Tabii ki askerlerin ve sivillerin görüşleri alınır ve bu görüşlere de
ciddi önem verilir, zira sonuçta uzman olan ve kararları uygulayacak olan birimler
onlara aittir ama nihai karar daima halkın seçtiği hükümete aittir.
Türkiye’de iç güvenlik ve iç tehdit konusunda yetkili ve sorumlu makam
İçişleri Bakanlığı iken, BK’ta bu şekilde doğrudan bir birim söylemek mümkün
değildir. Çünkü yerelde emniyet ve asayişi sağlayan birimler doğrudan bir birime,
hatta İçişleri Bakanlığına da bağlı değildirler. Ancak yine de, ülkenin iç güvenlik
politikasını ve kolluk kuvvetleri ile ilgili genel prensipleri tesis eden ve uygulanıp
250
uygulanmadığını takip eden birim İçişleri Bakanlığı olduğundan dolayı, yine de bu
bakanlığı, ülkenin iç güvenlikten sorumlu birimi olarak addetmek doğru olacaktır.
Ayrıca, ulusal bazda görev yapan kolluk birimleri de bu bakanlığın gözetim ve
denetiminde faaliyetlerini yürütmektedirler. İç istihbarattan sorumlu MI5 de bu
bakanlığa bağlıdır. Dahası, iç güvenlik kolluk birimlerinin önemli atamalarını bu
bakan yapmaktadır. İl emniyet müdürlerinin atama onayı, Bağımsız Polis Şikâyetleri
Komisyonu üyelerinin atanmaları, polis müfettişlerinin atanmaları gibi. Kısacası, her
iki ülkede de iç güvenlikten sorumlu bakanlıklar İçişleri Bakanlıklarıdır. Bazı
uygulama farklılıkları olsa da, temel bir benzerlik olduğu söylenebilir.
İlgili Kanuna göre, Türkiye İçişleri Bakanlığının görevleri arasında;
“Bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle ülkesi ve milleti ile
bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel
ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak, sınır, kıyı ve karasularımızın
muhafaza ve emniyetini sağlamak, karayollarında trafik düzenini sağlamak ve
denetlemek, suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak, her türlü
kaçakçılığı men ve takip etmek, yurt sathında sivil savunma hizmetlerini yürütmek
ve koordinasyonu sağlamak...” bulunmaktadır. Birleşik Krallık İçişleri Bakanının
görevleri de bunlara paralellik arz etmektedir: Göç ve pasaport işlerini yürütmek,
uyuşturuyla mücadele ve suçla mücadele politikalarını yürütmek, terörle mücadeleyi
yürütmek ve adli ve önleyici kollukla ilgili prensipleri koymak, bu kurumların yasal
durumunu takip etmek, bunlarla ilgili bazı atamaları yapmak, iç isithbaratı yürütmek,
ülke sınırlarını korumak ve ayrıca evlat edinme işlerini de yürütmektir. Görüldüğü
gibi içgüvenliği sağlamaktan sorumlu bu bakanlıkların görev alanı bazı konularda
farklılık göstermektedir. Bunun dışında Türkiye’de mülki idare amirleri İçişleri
Bakanlığına bağlı olarak görev yaparken, BK’ta buna benzer bir makam veya görev
bulunmamaktadır.
Hizmet alanlarından dolayı iki ülkenin içişlerinden sorumlu bakanlıklara
bağlı kurumlar da farklılık göstermektedir. BK İçişleri Bakanlığı’na bağlı veya bu
bakanlıkla ilgili iç güvenlikle ilgili kurumların başında iç istihbarat birimi MI5, BK
Sınır Ajansı, Ulusal Suç Ajansı, Londra İl Emniyet Müdürlüğü ve il emniyet
müdürlükleri gelmektedir. Türkiye’de ise İçişleri Bakanlığı içgüvenliği, Emniyet
251
Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
vasıtasıyla yürütmektedir. BK kolluk birimleri arasında, Türkiye’de olduğu gibi,
askeri nitelikli jandarma ve sahil güvenlik gibi birimler bulunmamaktadır.
Burada, bir önceki iki alt bölümde anlatılanların ışığında, bu çalışmanın en
önemli alt hipotezlerinden olan, “Türkiye’de, tarihsel süreç içerisinde oluşan devlettoplum, bürokrasi-siyaset ilişkileri Osmanlıdan günümüze merkeziyetçi ve
bürokratik bir devlet geleneğine işaret etmektedir. Merkeziyetçi bir teşkilat yapısı,
güçlü bir devlet anlayışı ve yukarıdan aşağıya devleti ve toplumsal yapıyı dizayn
eden bir anlayış, Türk devletinin özellikleri ve devlet geleneği olarak günümüze
kadar devam etmektedir”, görüşünün büyük oranda doğrulandığı değerlendirmesi
yapılabilir. Zira gerek ülkedeki genel yönetim zihniyeti ve gerekse hiyarşik olarak en
astından en üstüne kadar, neredeyse bütün kurumlarının bu anlayış çerçevesinde
örgütlendiklerine, yerel yönetimlerin bazı organlarının seçimle gelmelerinin dışında,
ülkenin en ücra köşesine kadar bütün kamu görevlilerinin merkezden atandığına,
bütün kamusal örgütlerin, özellikle de iç güvenlik hizmeti yürüten birimlerin en
önemlileri olan emniyet, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafazanın merkezi
bir yapılanmaya sahip olduklarına şahit olunmaktadır. Buna karşılık İngiliz sistemi,
neredeyse bütün kamu hizmetlerini hem yerelleştirme başarısını göstermiştir, hem de
profosyenelliştirmiştir.
4.1.3. Güvenlik Kurulları Açısından Karşılaştırma
Bu başlık ile bir sonraki başlık olan, “Askeri Bürokrasinin İç Güvenlikteki Rolleri
Açısından Karşılaştırma » başlıkları altında, bu çalışmanın diğer önemli alt
hipotezlerinden olan, « Türkiye’de, güvenlik bürokrasisinin ana aktörleri olan asker
ve polis, ülkenin idari ve siyasi hayatında önemli bir yeri ve rolü olduğu ve tarihsel
süreç içerisinde, özellikle askeri müdahaleler ve ideolojik devlet anlayışı nedeniyle,
çağdaş demokratik hukuk devletlerinde olmayan bazı anlayış ve uygulamaların,
azalarak da olsa ülkeye hâkim olduğu bir gerçektir” hipotezi ile “Araştırma konusu
ile ilgili olarak Türk Anayasasında, kanunlarında ve diğer meri mevzuatta, askeri
bürokrasiyi
güçlü
kılan,
demokratik
devlet
düzeninde
olmaması
gereken
düzenlemeler bulunmaktadır” alt hipotezinin değerlendirmesi yapılarak, doğruluğu
test edilecektir.
252
İkinci bölümde, ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, Türkiye’de MGK, eski bir
devlet kurumu olup kuruluşu 1933 yılına, hatta düşünce bazında TBMM’nin
kuruluşuna kadar dayanmaktadır. Birleşik Krallık MGK’sı ise daha çok yeni olup, şu
anda yönetimde olan David Cameron Hükümeti ile birlikte, 2010 yılında
kurulmuştur. Bugünkü ve tarihteki haliyle, belki de dünyada tek olan Türk
MGK’sının, güvenliğin sıkça konuşulduğu ve hep gündemde kaldığı Türkiye’de,
güvenlik ve iç güvenlik bürokrasisindeki ağırlığı büyüktür. Ayrıca, teşkilatlanması ve
kazandığı tecrübe açısından, karşılaştırıldığı BK MGK’sından daha ileride olduğu
açıkça söylenebilir. Milli güvenlik politikasının oluşturulması ile güvenliğin her
alanına ilişkin önemli kararların alındığı Türkiye MGK’sında, askeri kanadın katılımı
hala çok yüksektir. Zaten önceden, 2001 Anayasa değişikliğine kadar Kurul’da asker
sivil kanat beşer üye ile temsil ediliyordu. Halen daha dört kuvvet komutanı ile
genelkurmay başkanının burada bulunması anlamsız gözükmektedir. Kaldı ki,
genelkurmay başkanı bütün diğer askeri birimlerin de üstü konumunda olduğuna
göre, burada askerlerin onun tarafından temsil edilmeleri yeterli görülebilirdi. Eğer
amaç, askerlerin de, güvenlikle ilgili politika oluşturulan her zeminde temsil edilmesi
olsaydı, muhtemelen bunu asker kanadı da anlayışla karşılardı. Ancak burada askeri
kanadın bu kadar çoğunlukta temsil edilmesinin, psikolojik amaçları da olduğu
tahmin edilebilir. Özellikle 1961 Anayasası ve sonraki dönemde oluşturulan
MGK’da görüşülen konulara bakıldığında, Türk MGK’nun, “milli güvenlik”
gerekçesiyle, milli güvenlikten, sağlığa, sosyal yardımlardan, dış politikaya kadar,
hemen hemen ülke politikalarının hepisine müdahil olduğunu söylemek abartı
olmayacaktır (Çelik, 2008:421-464).
Britanya MGK’nda, asker veya sivil fark etmez, herhangi bir bürokrat, üye
olarak bulunmamaktadır. Bir de Türk MGK’sına devlet başkanı olan Cumhurbaşkanı
başkanlık ederken, Britanya MGK’sına Başbakan başkanlık etmektedir. Buradan
hareketle, her ikisi arasındaki en önemli fark ortaya çıkmaktadır: Türk MGK’sı, son
beş on yılda kısmen değişse de, ülkenin, askerlerle seçilmiş sivillerin birlikte
yönetildiği bir zemin işlevi görürken, Britanya’nınki tamamen Hükümet için danışma
ve istişarelerde bulunma zeminidir. Zaten halen çok yenidir ve yasal bir dayanağı da
olmayıp anayasal bir kuruluş niteliğinde değildir.
253
Türk MGK’sı, o kadar asker niteliklidir ki, başta Genel Sekreteri olmak
üzere, personelin büyük bir kısmı emekli veya muvazzaf olmak üzere asker
kökenlilerden oluşur. İlk sivil bürokrasi kökenli genel sekreter, ancak 2004 yılında
atanabilmiştir. Zaten bu tarihten sonra, özellikle de AB ile tam üyelik
müzakerelerinin başlamasının da etkileriyle, Türk MGK’sı eski öneminden büyük
kayıplar vermiştir. Bazı bilim insanları tarafından dile getirildiğinin aksine (Akgüner,
1983:220-221), Türk MGK’sı, hiçbir zaman, sadece askeri bürokrasinin, kendi görüş
ve düşüncelerini, seçilmiş hükümete karşı dile getirdikleri bir zemin olmamıştır. Tam
aksine, devlet iktidarının hükümetle devlet organları arasında paylaşılma zemini
olmuştur (Çelik, 2008:41).
Türk MGK’sının, BK MGK’sına göre daha geniş görev ve yetkilere sahip
olduğu görülmektedir. MGK görev ve yetkilerinin geniş olması, milli güvenliğin çok
geniş ve muğlâk tanımlanan bir kavram oluşundan kaynaklandığı öne sürülebilir.
Burada, Türkiye’de iç güvenlik ve dış güvenlik tanımının ve ayırımının net
olmadığını, özellikle de MGK’nun görev ve yetkileri konusunda böyle bir ayırıma
gidilmediği bilinmelidir. Bazı ülkelerde, mesela Amerika Birleşik Devletlerinde,
özellikle 2001, 11 Eylül saldırılarının akabinde böyle bir ayırıma gidilmiş ve “İç
Güvenlik Kurulu”, (Homland Security Council) ile “Dış Güvenlik Kurulu”, (National
Security Council) birbirinden ayrılmıştır (WHITEHOUSE, 2014).
Türk MGK’sı, bu haliyle kalacaksa da, en azından Emniyet Genel Müdürü ile
diğer bazı iç güvenlik aktörleri de üye olarak yer alabilirler. Ancak böyle bir kurulun
Anayasa’da yer almasına ve Anayasal bir güvenceye sahip olmasına gerek olup
olmadığı da, ülke güvenliği açısından ele alınmalıdır. Belki daha esnek bir yapıda
olması, birçok ayrıntının düzenlenmesi hususu, kanuna bırakılmalıdır.
Türk MGK’sına yönelik olarak aslında, bir ‘danışma kurulu’ niteliğinde
olması gerekirken, daha ‘bağlayıcı’ kararların alındığı bir platforma dönüştüğü
konusunda itirazlar vardır. Oysa BK MGK’sı, haftada bir toplanmasına rağmen
sistem içinde daha pasiftir ve tamamen danışma niteliğindedir. Zaten tamamen
seçilmiş üyelerden oluşur.
254
Henüz yeni kurulmuş olmakla birlikte iç güvenlik alanında görev yapması
beklenen bir başka kurul ise, 5952 sayılı Kamu Düzeni Ve Güvenliği Müsteşarlığının
Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanuna göre kurulan, Terörle Mücadele
Koordinasyon Kuruludur. Kurul, İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay
İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı,
Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı
Müsteşarı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil
Güvenlik Komutanından oluşur. Kurulun görevi ise güvenlik kuruluşları ve ilgili
kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu
alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmektir.
BK yönetim sisteminde bu görev yine MGK tarafından yerine getirilmektedir.
Ancak bürokratik yapı olarak, Hükümet seviyesinde, yani İngilizlerin deyimiyle
Downing Street’te, terörle mücadele bağlamında, güvenlik ve istihbarat konularının
koordinasyonundan sorumlu olan en üst düzey bürokrat, müsteşar seviyesindeki
Güvenlik ve İstihbarat Koordinatörüdür. Bu koordinatör aynı zamanda, çok büyük
doğal afetler ve terör eylemleri durumlarının yönetiminden de sorumlu olan
Olağanüstü Hal Genel Müdürü’nün (the Civil Contingencies Seretariat) çalışmalarını
da gözetler.
Görüldüğü gibi, her iki ülkede de, terörle mücadele amacıyla, kolluk
kuvvetleri ve güvenlik kurumları arasındaki bilgi paylaşımı ve koordinasyonu
sağlamak üzere, birer güvenlik kurulu oluşturulmuş durumdadır. Her iki ülkede de,
henüz oluşum süreci devam etmekte olan bu Kurulların, ileride iç güvenlik alanında
etkin rol almaları beklenmelidir.
4.1.4. Askeri Bürokrasinin İç Güvenlikteki Rolleri Açısından Karşılaştırma
Yukarıda da kısmen temas edildiği gibi, Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başladığı
11. yüzyıldan itibaren yaptıkları en önemli ve büyük iş, askerlik ve ordu kurmak
olmuştur, denebilir. Zira gerek Anadolu Selçuklu Devleti ve gerekse Osmanlı Devleti
dönemlerinde, sürekli iç karışıklıklar ve dış düşmanla mücadele edilmiştir. Bunun
tabii sonucu da, her dönemde güçlü bir ordunun zaruret olarak ortaya çıkmasıdır.
Sonuçta devletin en önemli ve birincil kurumu askeri kurumlar olmuştur ve bu
255
durum 1923 sonrası, Cumhuriyetle birlikte de devam etmiştir. Daha da önemlisi ve
günümüz Türkiye’sini de derinden etkileyen unsur, Türk Ordusu’nun, özellikle İkinci
Meşrutiyetle birlikte ve yoğun olarak Cumhuriyet döneminde yüklendiği ideolojik
misyondur. Buna göre Türk Ordusu’nun birinci ve en önemli görevi, modernleşmeyi
veya bir diğer deyimle batılılaşmayı gerçekleştirmektir. Bunu da “laiklik” vurgusuyla
yapmıştır (Çelik, 2008:31).
Cumhuriyeti kuran kadrolar, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, daha
çok askeri bürokrasiden geliyorlardı. Bunun en önemli sebebi, Osmanlı’dan ayakta
kalan en güçlü kurum, ordu kurumu idi. Bu sebeple Atatürk bu kuruma sahip çıktı ve
ona özerk bir konum sağladı (Çelik, 2008:37). Bu özerk konum Cumhuriyetin
kuruluşundan itibaren, özellikle de darbeler döneminde artarak devam etti. Kısmen
son yıllarda azalmış olsa da, hala daha varlığını ve önemini sürdürdüğünde kuşku
yoktur. Bu bağlamda, birçok bilim insanı tarafından vurguladığı gibi, 2001 yılında
Anayasa’nın 118. maddesinde yapılan değişikliklerle, ordunun siyasete yaptığı
müdahalelerin başat aracı olan MGK’nın sivil üye sayısı arttırılmış ve kararlarının
“Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınacağı” ifadesi “değerlendirilir” olarak
değiştirilmiştir.
Son 10-12 yılda yapılan bunca değişikliğe rağmen, Ordu’nun tarihi ayrıcalıklı
konumu, iç güvenlik aktörlerini de önemli ölçüde etkilemiştir; bir kere, Ordu ne
kadar müsaade etmişse, iç güvenlik hizmeti sunan “polis”in gelişmesine ve
büyümesine o kadar izin verilmiştir. Özellikle 1980 Askeri Darbe Yönetiminden
ülkeyi devralan sivil ilk hükümet olan Turgut Özal hükümeti, orduya karşı polisi
geliştirmenin hem iç güvenlikte, hem de askeri darbelerin önlenmesinde ne kadar
önemli olduğunu fark etmiş ve bu yolda adımlar atmıştır. Türk polis teşkilatının
tarihine bakınca, başta personel sayısının artırılması, eğitim kalitesinin yükseltilmesi
ve araç, gereç ve yetki bakımından polisin çağdaşları seviyesine çıkarılması
faaliyetlerinin hep bu dönem sonrasına denk geldiği görülecektir. Zira Cumhuriyetin
kuruluşundan bu yıllara kadar, Türkiye’nin içgüvenliği, bazı büyük şehirler hariç,
adeta Ordu’nun bir parçası olan ve ona bağlı olarak çalışan “jandarma” tarafından
sağlanmıştır.
256
Zaten her askeri darbe sonrasında, TSK’nın etkisiyle “jandarma” mülki idare
ve İçişleri Bakanlığından adeta koparılmıştır ama iç güvenlikte çalışmaya devam
etmiştir. Bu durum, askeri darbelere zemin hazırlayıcı bir rol üstlenmiştir. Zira Türk
Ordusu’nun darbecilik tarihi ile ülke genelinde örgütlenme şekline bakıldığında,
“jandarmasız” darbe yapmasının imkânsız olduğu değerlendirilebilir. Zira Türkiye
mülki idare bölümlemesine göre teşkilatlanan tek askeri birim “jandarma”dır. Diğer
askeri birlikler bazı illerde ve az sayıda ilçede konuşlanmışlardır. Örgüt yapıları
gereği de, ülkenin genel yönetiminden haberdar değildirler ve bu konuda da
tecrübeleri yoktur. Herhalde bunun için olsa gerek, Berksoy da, Ordu’nun bu özerk
konumunu, hala bazı vasıtalarla sürdürmeye çalıştığını vurgulamaktadır. Çünkü
Ordu’nun özerk ve ayrıcalıklı konumu bazı açılardan korunurken, militarist bir
kültürün günlük hayata nüfuz ederek, sürdürülmesine yol açan, zorunlu askerlik
sistemi, jandarmanın polislik işinde kullanılması gibi, çeşitli uygulamalar
sürmektedir. Ordunun, hem uygulanan askerî stratejiler ve askerlikte gerçekleşen
insan hakları ihlalleri ile ilgili olarak hem de mali açıdan parlamento, parlamento dışı
kurumlar ve yargı tarafından denetimi hâlâ son derece sınırlıdır (2013:14).
Diğer bir husus da, Ordu’nun bu güçlü konumu, Türkiye’ye has uygulamalar
getirmiştir; il ve ilçe garnizon komutanlığı, ortak operasyon durumunda iç güvenlikte
askerlerin komutanlık yapmaları gibi.
Garnizon komutanlığı başka bir ülkede örneği olmayan, sürekli askeri gücün
varlığını halka ve devlet bürokrasisine hatırlatan bir uygulama özelliği azr
etmektedir. Bu sayede, mesela devlet törenlerinde daima asker veya jandarma,
polisin önünde yer bulmaktadır. Demek ki, Ordu vesilesiyle iç güvenlik birimleri
daima geri plana itilmişlerdir. Bu konuda sadece polis değil, jandarma da payını
almıştır. Zira Türk Ordusunu tanıyan herkes bilir ki, jandarma “yedi kocalı hürmüz”
gibidir. Ne asker, ne polis ne de devlet dairesidir, ama yerine göre hepisidir. Mesela
Türk Ordusu’nun sahip olduğu orgenerallik kadrolarından birisi de “jandarmaya” ait
olmasına rağmen bu kadroya daima, jandarma teşkilatında bir gün bile çalışmamış,
kara sınıfından bir orgeneral atanır. Yani jandarmanın sahip olduğu orgenerallik
kadrosunu, jandarma sınıfı kullanamaz. Çünkü orda da Ordu hegemonyası vardır.
257
TSK’nın izni olmadan bazı silahlar iç güvenlik birimlerince kullanılamaz.
Jandarmanın kullandığı askeri unvanları polis kullanamaz.
Son bir husus da, iç güvenlik sahasında yapılan ortak operasyonlarda, daima
askeri birlik komutanlarının emrine geçileceğinin İçişleri Bakanlığı’nca da kabul
edilmiş olmasıdır (EMASYA Protokolu). Bu durum profesyonellikle asla
bağdaşmaz. Zira bir ordu subayı, içgüvenliği çok bilmez, tecrübesi yoktur,
içgüvenliğin gerektirdiği hassasiyetlere sahip olmayabilir. Bu tür kabullerin
arkasında yatan en önemli gerekçenin, Türk subaylık mesleğinin, meslek alt
kültüründen kaynaklandığını tahmin etmek mümkündür. Tek bir cümleyle, Tük iç
güvenlik birimleri daima askeri bürokrasinin etkisinde kalarak bugünlere gelmiştir.
Bu sebeple de hala asker olma vasıfları, jandarma ve sahil güvenlikte daha ön
plandadır.
Asıl görev alanı dış güvenliği sağlamak olan Ordu’nun, iç güvenlik ile ilgili
konularla sık sık gündeme gelmesi ve silahlı kuvvetlerin bir parçası olan kurumlarca,
iç güvenlik hizmetlerinin sunulması, Türkiye’yi BK örneğinden ayıran temel
özelliklerdendir. Çünkü BK Silahlı Kuvvetleri, ülke siyasetine müdahalenin ötesinde,
tamamen siyasi otoritenin yönetim ve denetimi altındadır.
BK Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye örneğinden farklı olarak Milli
Savunma Bakanlığı’na bağlıdır. Ayrıca, olağanüstü durumlarda, Hükümet tarafından
Silahlı Kuvvetlere önceden belirlenmiş görevler verilebilmektedir. Bunun haricinde
silahlı kuvvetlerin iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetkileri bulunmamaktadır.
Britanya Silahlı Kuvvetleri, bağlılık durumu, atama, denetim, bütçe, yargı, ceza
soruşturması ayrıcalıkları gibi, TSK’nın sahip olduğu birçok ayrıcalıklardan,
yoksundur.
Bu husus, Türkiye’nin bürokrasi geleneği ve güvenlik ihtiyaçları ile
ilişkilendirilerek, geçirdiği modernleşme süreci açısından açıklanabilir. Ancak, dış ve
iç güvenlik ayırımı, ‘işbölümü’, ‘sivil denetimi’, ‘şeffaflık’ ve ‘hesapverebilirlik’
gibi ilkeler açısından bakıldığında, Britanya Silahlı Kuvvetleri’nın, TSK’ya göre,
demokrasi gereklilikleri konusunda çok daha önde olduğunu söylemek mümkündür.
258
Bunu da, yukarıda anlatıldığı gibi, geçirmiş olduğu militarizmden uzak modernleşme
sürecine borçludurlar.
Britanya Silahlı Kuvvetleri, profesyonel bir ordu olup, sivil mantıkla çalışan
bir kurum olması geleneği sonucunda, Türkiye’de görülen durumlarla orada
karşılaşılmaz. Yani, kolluk kuvvetleri, askeri bürokrasinin gölgesinde kalmamış,
doğal gelişimini göstermiştir. Yukarıda, iki önceki alt bölümde anlatılanlardan ve
yapılan karşılaştırmalardan, değerlendirilen diğer önemli iki alt hipotezin de
doğrulandığı değerlendirmesini yapmak gerekir.
4.1.5. Kolluk Birimleri, Temel Prensipler ve Hizmetler Açısından Karşılaştırma
Bu başlık altında, “İç güvenlikten sorumlu olan bütün kurumların idari yapısı,
günümüz çağdaş liberal demokratik devlet ve milli güvenlik anlayışına uygun, tüm
toplumsal katmanlarla işbirliği içerisinde, özellikle ülkenin iç güvenlik sorunlarına
çözüm üretecek bir yapıya dönüştürülmesi acil bir ihtiyaçtır” alt hipotezinin
değerlendirilmesi yapılacaktır.
Türkiye, Birleşik Krallık’ın aksine, çoklu kolluk sistemini benimsemiştir.
Türk polis teşkilatının görev alanı il ve ilçe belediye sınırları iken, BK’da ise, polis
ülkenin her yerinde görev yapmaktadır. Burada, her iki ülkenin coğrafi büyüklükleri
ve geçirdikleri nüfüs hareketleri tarihi de büyük önem taşır. Zira Türkiye, coğrafi
olarak, BK’ın yaklaşık dört katı büyük bir ülkedir. Nüfusun dağılımı çok dengesizdir.
15 milyon insanın yaşadığı İstanbul’un coğrafi km karesi, yedi bin kişinin yaşadığı
Erzincan İli Kemah ilçesinin coğrafi büyüklüğünün sadece iki katıdır. Bu durumda,
her iki yerde aynı kolluk birimi ile çalışmanın zorluğu daha iyi anlaşılacaktır.
Turizmin de etkisiyle Türkiye’de yaz ve kış aylarında ciddi nüfus farklılıkları
olmaktadır.
Ayrıca büyük kentlerde yaşayan kişiler, yazları eski bağlı oldukları köyleri
ziyaret etmektedirler. Bu da daha çok Türkiye’de görülen özel bir durumdur. Dahası,
karasularının uzunluğu ve insan kaçakçılığı ile kaçak avlanma açısından önemli
noktalarda bulunması sebebiyle, güçlü ve etkili bir sahil güvenlik hizmetine ihtiyaç
göstermektedir. Buna karşın BK, AB’nin Ortak Sınır Yönetim Politikasının da
katkısıyla, sınırlarından çok uzaklarda insan kaçakçılığı ile mücadele edebilmektedir
259
(Köktaş ve Yılmaz, 2010). Karasuları, AB’nin de karasuları olduğu için, ortak
politikalar gereği korunmaktadır. Gerçi bu sayılan gerekçeler, kolluk çeşitliliğinin
gerekçeleri olmanın temel sebepleri olarak değerlendirilmeyebilir.
Sonuçta, tarihi ve sosyal sebeplerin de etkisiyle Türkiye’de çoklu kolluk
yapısı varken, BK’ta tekli denebilecek bir kolluk sistemi vardır. Üçüncü Bölümde de
anlatıldığı gibi, İngiltere-Galler’de polis, görev yeri ve birimi değişse de aynı
unvanları, görev ve yetkileri kullanır. Sadece Londra İl Emniyet Müdürlüğünün
kullandığı unvanlar da küçük farklılıklar vardır ama orada çalışan polis ile her hangi
bir ilde çalışan polis arasında görev ve yetki bakımından hiçbir fark yoktur.
Bütün birimlerde en alt unvan olan “polis memuru” (constable) aynı kelime
ile ifade edilir. Türkiye’de ise, polis, jandarma ile sahil güvenliğin kullandığı unvan
ve rütbeler bile farklılık göstermektedir.
En temel farklardan birisi de, BK sınırlarında askeri mahiyetli bir kolluk
birimi olmamasının doğal sonucu olarak, “er” olarak zorunlu hizmet yapan
vatandaşlar, kolluk birimlerinde görev yapmazlar. Dahası, BK’ta zorunlu askerlik
yerine, yukarıda da bahsedildiği gibi profesyonel askerlik vardır. Bunun anlamı da,
askerlik hizmeti de diğer sağlık, eğitim vb hizmetler gibi profesyonel bir iştir,
meslektir ve isteyen, talep eden vatandaşların çalıştığı bir sektördür.
Her iki ülkede de “polisin” başlıca görevleri, kamu düzeni ve güvenliğini
sağlama, suçla mücadele etme ve adli suç soruşturmalarını yürütmektir. Türkiye’de
polis sayısı 250 bin civarındadır (EGM, 2014). Jandarma personel sayısı da, erler de
dâhil edildiğinde yaklaşık o kadar vardır (Yener, 2007:37; Çevik vd., 2010:28).
Üstelik Türkiye’deki bu miktara, Sahil Güvenlik Teşkilatı, gümrük ve orman
muhafaza memurları, köy korucuları ile belediye zabıtaları dâhil değildir.
Bunların da dâhil edilmesi durumunda, bu sayının toplamda 600 bin civarında
olduğu tahmin edilebilir. Bunun anlamı da her 130-150 kişiye bir kolluk personeli
düşmektedir ki bu rakam gelişmiş ülkelerde 200-250 kişi civarında olduğundan,
onlara gore iki kat bir rakamı ifade ettiği görülür (Çevik vd., 2010:28).
260
Buna karşın BK’da toplam polis sayısı, 2008 yılında yaklaşık 170 bin
civarındadır. Ancak il emniyet müdürlüklerinde çalışan sivil personel sayısı oldukça
yüksektir ve yaklaşık 50-60 bin civarında oldukları tahmin edilmektedir.
Bu durumda, toplam personel sayısı 220-230 bindir. Bunların da yaklaşık 50
bini, Londra İl Emniyet Müdürlüğünde çalışmaktadır (MET, 2014; UK HOME
OFFICE, 2014). Bunun anlamı da, Londra’da yaklaşık sekiz milyon kişi yaşadığına
göre, 160 kişiye bir polis düşmektedir ki, bu rakam ülke geneli için yaklaşık olarak
200 olarak tahmin edilebilir. Zira Londra, başkent olması, ülkede en çok suç işlenen
şehir olması ile en çok etnik yapıyı barındırması gibi sebeplerin yanında, bazı ulusal
birimleri de bünyesinde taşıması dolayısıyla, diğer illerden daha fazla polis
çalıştırdığını söylemek mümkündür.
Türkiye’de ve İngiltere-Galler’de, kolluğun görev sahası ve yaptıkları işler
birbirine benzerlik gösterir ki, bunlar branşına bağlı olarak istihbarat, asayiş, terörle
mücadele, trafik gibi hizmetlerdir. Her iki ülkedeki kolluk birimleri, hangi ad altında
hizmet ederse etsin, hem adli hem de idari kolluk hizmetleri sunarlar.
Bunun
yanında BK kolluk hizmetleri arasında, sınırların korunması, parkların korunması
gibi bazı diğer kamu düzeni hizmetleri de bulunmaktadır.
Türkiye’de iç istihbarattan polis ve jandarma sorumlu iken, BK’da ise bu
görev MI5 olarak da adlandırılan İç İstihbarat Örgütü tarafından yerine
getirilmektedir. Buna karşın Türkiye’de MİT, hem iç hem de dış istihbarat
yapmaktadır. Gerçi BK MI6 da, dış istihbarata yoğunlaşsa da bazen iç istihbarata da
karışabilmektedir. Bununla beraber, casusluk karşıtı faaliyetler temel olarak MI5’in
görevidir.
Türkiye’de polis ve jandarma, görev sahalarına giren konularda istihbarat
yapma yetkisine de sahipler. Buna karşın BK’ta istihbarat hizmetleri, tamamen ayrı
bir kolluk birimi olan ve yine İçişleri Bakanlığına bağlı faaliyetini yürüten MI5
tarafından yürütülmektedir.
İstihbarat bağlamında, her iki ülke sistemleri arasında en ciddi fark ve sorun,
bu hizmetlerin yapıları gereği, demokratik ve sivil denetimlerinin yapılıp yapılmadığı
ile ilgilidir. BK istihbarat hizmetleri, ister iç istihbarat olsun, ister dış istihbarat, geniş
261
bir
şekilde
ve
devlet
sırlarını
açığa
çıkarmayacak
şekilde
açıkça
BK
Parlamentosu’nun denetimine tabidir. Parlamentoda mevcut olan İstihbarat ve
Güvenlik Komisyonu,
istihbaratla ilgili kamu birimlerini denetlemek amacıyla
kurulmuştur. BK Parlamentosu komisyonlarının ciddi çalışma usulleri ve bu yolla
idareyi denetleme geleneği göz önünde bulundurulduğunda, en azından bu birimlerin
denetlendiklerini bilerek faaliyetlerini yasal sınırlar içerisinde kalarak sürdürecekleri
kabul edilmelidir.
Buna karşın Türk istihbarat birimlerinin sivil bir denetime tabi olmadıklarını,
özellikle milli güvenlik ve devlet sırrı gibi gerekçelerle, toplumun bilgisi dışında
hareket ettiklerini, sonuçta da yasal sınırlar içinde kalıp kalmadıkları hususunda ciddi
kuşkular olduğu her zaman söylenmektedir (Berksoy, 2013:51-56).
Her iki ülkenin kolluk kuvvetleri, doğrudan veya dolaylı olarak İçişleri
Bakanlığına bağlı, taşrada ise Türkiye’de vali ve kaymakamın emri altında
çalışmaktayken, BK’ta böyle bir sistem yoktur. Adeta emniyet müdürleri özerktirler.
Doğrudan emir aldıkları resmi bir amir veya birim yoktur. Tabii ki sorumlu oldukları
makamlar sözkonusudur; İçişleri Bakanlığı, Polis ve Suç Komisyonerleri, Polis
Müfettişleri gibi. Ancak bunlar dahi, herhangi bir olayın nasıl çözüleceği konusunda,
hele olay adli bir olay ise cumhuriyet savcıları bile herhangi bir emir vermedikleri
gibi, bundan özellikle kaçınırlar.
Bunun bir anlamı da, BK kolluk hizmetleri, diğer bazı yerel hizmetler olan
eğitim, sosyal hizmetler, çevre temizliği ve çöp toplama gibi yerel bir hizmettir.
Kısacası, Türk ve İngiliz kolluk hizmeti sunma mantığı oldukça birbirine zıttır.
Türkiye, ister polis, ister jandarma veya sahil güvenlik aracılığıyla olsun, ülkenin her
yerinde ve herkese aynı standartta bir güvenlik hizmeti sunarken; BK ise, daha çok
polis adı verilen kolluk birimleriyle, ülkenin her bölgesinde farklılıklar arz edebilen
bir şekilde bu hizmeti sunmaktadır. Bunun bir diğer ifadesi, Türkiye’de genel kolluk
olarak görev yapan birimlerde çalışan personelden çok azı ki, % 10 civarındaki sivil
memurlar hariç, hangi rütbede olursa olsun, belli periyotlara, ülkenin değişik
bölgelerinde mecburi tayine tabii iken, BK polisleri aynı il emniyet müdürlüğünde
işe başlayıp oradan emekli olabilirler.
262
İki ülke kolluk görevlilerinin işe başlama ve yükselmeleri açısından çok
önemli farkları olduğu görülmektedir. Türkiye’de, en alt seviyede kolluk hizmeti
sunan personeller olan polis memurları ve uzman çavuşlarla astsubayların mezun
oldukları okullarla aldıkları eğitim, özlük hakları ve yükselebilecekleri rütbeler ile
bunların polis, jandarma ve sahil güvenlikte amirleri olan subaylar ile emniyetin
amirleri arasında çok büyük farklar vardır.
Buna karşın BK’ta, hangi eğitimi almış olursa olsun, polis teşkilatında işe
başlayacak olan kişinin yapabileceği ilk görev “polis memurluğu”dur. Daha sonra
göstereceği başarıya göre, boşalan üst görevlere müracaat ederek, başarısına göre
atanabilir. Başarılı olursa, il emniyet müdürlüğü kadrosuna kadar da yükselir.
Yukarıda Üçüncü Bölümde anlatılan, İngiltere’deki 43 il emniyet müdürü de zaten
bir zamanlar polis memuru olarak mesleğe başlamış kişilerdir.
İki ülke arasındaki bu iki önemli farkı anlamak ve anlatmak oldukça zor
olabilir. Ancak Türkiye’de, Polis Akademisi’nden mezun olduğu gün, bir birime
komiser yardımcısı olarak atanan bir kişi ile Harp Okulu’ndan mezun olup “teğmen”
rütbesiyle bir ilçeye atanan subayın, meslek tecrübeleri ile o birimlerde çalışan 10-20
yıllık polis memurları veya astubayların tecrübeleri karşılaştırıldığında, suçların
önlenmesi veya çözülmesindeki rolleri daha iyi değerlendirilebilir. Kaldı ki, en alttan
en üste doğru yükselme imkânının olması, o kolluk birimini daha güçlü kılacağında
kuşku yoktur.
Ancak Türkiye’de uygulanan sistemin güçlü yönleri de olduğu söylenebilir.
Özellikle zeki ve başarılı öğrencileri, iş garantisi ile toplayarak, yatılı bir Polis
Koleji’nde, ardından aynı kişileri Polis Akademisi’nde, tek düze eğitimden geçirmek,
hem çok güçlü bir kurum alt kültürü ile yetişmelerini sağlayabilir, hem de çok
başarılı bir kurmay sınıfı ortaya çıkarabilir.
Yalnız burada, Türk kamu bürokrasisinin ve dolayısıyla kolluk bürokrasisinin
genel yapısı ortaya çıkmaktadır ki, genellikle çok cazip olmayan ve üstün zekâdan
çok, üstün itaati gerektiren niteliği çok bariz ve nettir. Zira Türk bürokratından,
görevin gereğini yapması değil, üstlerine mutlak itaat etmesi beklenir (Çevik ve
Demirci, 2008:115). Uygulamadan ortaya çıkan, kolluk birimlerinde çok sayıda
263
kurmay görev olmadığıdır. Burada da, bu kadar az kurmay vazife için bu kadar çok
kaynak israfına gerek olup olmadığı gerçeği ile karşı karşıya gelmek durumu ortaya
çıkar.
BK’ta bir benzeri olmayan “jandarma teşkilatı”, Türkiye’de, görev ve
yetkileri bakımından önemli bir rol oynar. Jandarma Teşkilatı, Türkiye
yüzölçümünün yaklaşık % 9o’ına varan geniş bir alanda görev yapmaktadır.
Jandarmanın görevleri başlıca mülki, adli ve askeri görevler olarak ayrılmaktadır.
Bunun yanı sıra, ülke kara sınırlarının bir kısmını koruma, cezaevlerinin güvenliğini
sağlama da Jandarmanın görevleri arasındadır. Jandarma sorumluluk alanında polisin
sahip olduğu bütün yetkilere sahiptir. Türkiye’nin doğu bölgelerinde teröre karşı
yapılan mücadelede jandarma etkin bir rol üstlenmiştir. Jandarma personeli, hak ve
yükümlülükler bakımından büyük oranda diğer askeri birim personeli gibidir.
Sahil Güvenlik Komutanlığı da, BK’ta benzeri olmayan bir kolluk birimi
olarak, öncelikle Türk karasularında adli ve idari kolluk hizmeti sunar. Bu birimin
personeli de aynen jandarmada olduğu gibi, büyük oranda askeri niteliklidir.
Türkiye’de, özellikle de AB sürecinin getirdiği, kamu hizmetlerinin
sivilleştirilmesi ve ülkenin genel olarak daha sivil ve demokratik yapıya
kavuşturulması bağlamında, başta jandarma olmak üzere, askeri nitelikli kolluk
birimlerinin varlığı ve mevcut statüleri hep tartışma konusu olmuştur ve olmaya da
devam edecek gibi gözükmektedir (Berksoy, 2013:27-29).
BK ile kıyaslandığında, oradaki anlayış gereği, merkezi bir kolluk kuvveti ve
bütün gücün merkezi bir yapıda toplandığı bir birim kabul görmemesinin en önemli
sebebi, daha önce de anlatılan, ülkenin sivil ve demokratik geleneğidir. Ülke
polisinin, Londra hariç, silah bile taşıyamadığı ve de sürekli toplum tarafından, hesap
verebilir konumda tutulduğu unutulmamalıdır.
İki ülkenin polis halk ilişkilerinden de bahsetmek gerekirse, BK’taki
ilişkilerin Türkiye’dekinden daha iyi düzeyde olduğu söylenebilir. Özellikle son 1015 yıllık süreçte Türkiye’de, insan hakları ile ilgili mevzuatta meydana gelen gelişme
ve değişmelerin ışığında bazı ilerlemelerin olduğu gözlemlenmektedir. AB İlerleme
Raporlarında da vurgulanan bu husus, Türk bürokrasisindeki militarizmin izlerini
264
azalttığı gibi, insan hakları konusunda da birçok yeni hak ve uygulamanın da önünü
açmıştır. Ama unutulmamalıdır ki, asıl sorun mevzuattan değil uygulamadan
geldiğinden, uygulamaları ve gelenekleri beş on yıl gibi kısa sürelerde değiştirmek
oldukça zordur (Berksoy, 2013:57-61). Kaldı ki, Türkiye’deki polis algısı, uzun bir
sürece dayalı olarak olumsuz bir algıdır ve vatandaşlar, mecbur kalmadıkça polisle
ilişkiye girmek istememektedirler (Çevik ve Göksu, 2007:27-31).
Diğer bir husus da, her iki ülke kolluk görevlilerinin görev, yetki ve haklar
bakımından oldukça benzer durumda olmalarıdır: Görevlerini yaparken yasal
güvence altındadırlar. Görevleri ile ilgili suçlardan dolayı doğrudan savcının
karşısına çıkmazlar, önce idari bir soruşturmadan sonra, suçlu bulunulurlarsa
mahkemede yargılanırlar. Sendika kurmalarına izin verilmez. Diğer kamu
kurumlarına göre daha disiplinli ve katı hiyerarşi içinde çalışırlar.
Türk polisi ve jandarma teşkilatları, oldukça gelişmiş bir uluslararası ikili
ilişkiler ağına sahiptirler. Türk polisi Europol üyesidir. Birçok ülke ile de ikili
anlaşmalarla eğitim ve yardım faaliyetlerine katılırlar. İngiliz polisi ise Londra İl
Emniyet Müdürlüğü’nce uluslararası arenada temsil edilir.
Türkiye’deki, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
gibi yarı asker veya askerimsi iç güvenlik teşkilatlarına BK’ta asla rastlanmaz. Daha
olağanüstü fark ise, BK kolluk kuvvetleri, Londra hariç silah taşımazlar. Bu, dünyada
pek görülen bir durum değildir. Biraz da Anglo-Sakson geleneğinde bulunur. Bunun
köklerini, yukarıda anlatılan ülke tarihinde ve modernleşme sürecinde aramak yanlış
olmayacaktır. Güçlü bir ordu geleneği olmadığı gibi, asla Britanyalılara “asker
millet” de denemez. Bu iyi savaşamadıkları veya savaş kazanamadıkları anlamında
değil, özellikle Türklerle karşılaştırıldıklarında, ön plana çıkacak özellik olarak
askerlik veya ordu çıkmamaktadır.
Hâlbuki Türk Tarihi deyince akla ilk gelen iki şey ordu ve devlettir. Türkiye
Cumhurbaşkanlığı Forsundaki 16 bayrağın temsil ettiği 16 tarihi Türk devletine
karşın, bin yıldır bilinen tek bir Britanya vardır. Gerçi BK’a katılıp da daha sonra
bağılsız olan İrlanda ile önce sömürge olup sonra tekrar bağımsızlığına kavuşan ülke
örnekleri vardır ama bunların hiçbirisi Britanya adasında yaşamamışlardır.
265
Bağlılık bakımından, Jandarma Genel Komutanlığı, TSK’nın bir parçası olup,
Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay
Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden
İçişleri Bakanlığına bağlıdır. BK’ta ise Emniyet Genel Müdürü, Jandarma Genel
Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı gibi, merkezi bir şemsiye üst teşkilat
yoktur. Daha önce de yeri geldikçe vurgulandığı gibi, İngiltere, hatta İskoçya ve
Kuzey İrlanda’da, yerel il emniyet müdürlükleri vardır ve bunlar, arasında herhangi
bir ast üst ilişkisi yoktur. Koordinasyona ihtiyaç olması durumunda, İçişleri
Bakanlığı veya daha çok Emniyet Müdürleri Derneği (The Association of Chief
Police Officers) devreye girer ve bu birimler arasında koordinasyonu sağlar.
Bütün bu anlatılanların ışığında, bölüm başında duyurulan alt hipotez olan,
“İç güvenlikten sorumlu olan bütün kurumların idari yapısı, günümüz çağdaş liberal
demokratik devlet ve milli güvenlik anlayışına uygun, tüm toplumsal katmanlarla
işbirliği içerisinde, özellikle ülkenin iç güvenlik sorunlarına çözüm üretecek bir
yapıya dönüştürülmesi acil bir ihtiyaçtır” hipotezinin büyük ölçüde gerçek olduğu
değerlendirmesini yapmak mümkündür.
4.1.6. Mülki İdare Amirleri Açısından Karşılaştırma
Türkiye’de mülki idare amirleri İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yaparlar.
Görev yaptıkları il ve ilçe sınırları içerisinde, asayiş ve güvenliği sağlamakla
yükümlü, yasal makam mülki idare amirleri olduğu için, kolluk kuvvetleri üzerinde
ciddi yetkileri vardır.
Türkiye’deki sistemin tarihi dayanakları olduğunu vurgulamak gerekir. Zira
sıkça bahsedildiği gibi Osmanlı Devleti ve sonrasında yaşanan modernleşme
sürecinin askeri ve bürokratik niteliği çok nettir. Ayrıca, Osmanlılardan başlayarak,
devletin yapılanmasında askeri ve mülki yapılanmalar hep iç içe olmuştur. En
önemlisi de, 1864 Vilayet Nizamnamesi’ne kadar (Eryılmaz, 1991:196) Osmanlı
Devleti’nde eyalet valiliği ile ordu komutanlığı aynı kişide birleşebiliyordu. Yani vali
aynı zamanda askeri bir kişilikti, vezir unvanı da taşıyordu ve aynı zamanda mülki
amir olarak sivil hizmetler de yürütüyordu.
266
1864’ten itibaren, bugün halen Türkiye’de uygulanan vilayet sisteminin de
temelleri atılmış oldu. O zamanki sistemde vilayet, sancak, kaza ve köy vardı. Daha
sonra, Cumhuriyetle birlikte sancak kaldırılarak, vilayet, kaza ve bucak sistemine
geçildi. Özetle, Tanzimatla başlayan süreçte, mülki amirler adli ve askeri işlerin
dışında, vilayet ve kazanın her türlü iş ve işlemlerini, merkez adına yürütmeye
devam ettiler. Öyle ki, bugün halen uygulanan İl İdaresi Kanunu’na göre vali ve
kaymakamlar,
görev
yerlerindeki
bütün
özel
ve
tüzel
kuruluşu
bizzat
denetleyebilecek yetkiye sahiptirler. Her ne kadar son yıllarda, özellikle askeri
darbelerin ve yerel yönetim reformlarının etkisi ile bu yetki ve görevlerinde azalma
olduğu iddia edilebilse de, her yeni düzenlemeyle yeni görev ve yetkilere sahip
oldukları, yani görev ve yetkilerinde artış olduğu da iddia edilebilir. Mesela, 1983
tarih ve 5649 sayılı, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile vali ve
kaymakamların görev ve yetkilerinin önemli bir kısmı askeri amirlere aktarılmışken,
1986 tarih ve 3294 sayı ile çıkarılan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik
Kanunu ile de vali ve kaymakamlara, ciddi sosyal görevler verilmiştir ki, günümüzde
görevlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Türk yönetim sisteminde, özellikle de modernleşme sürecinde, önemli tarihi
görevler üstlenmiş olan mülki idare amirliği, değişerek de olsa bu işlevini devam
ettirmektedir. Ülkedeki bütün genel kolluk birimleri de, büyük oranda mülki idare
sistemine göre örgütlenmişlerdir. Özellikle polis ve jandarma bu kapsamdadır.
İngiliz yönetim sisteminde benzeri olmayan bu sistemi, oradaki belediye
başkanlıklarına veya il veya ilçe belediye meclis başkanlıklarına benzetmemek
gerekir. Zira orada belediye başkanlıkları, meclis üyeleri arasından, çoğu zaman bir
yıllığına seçilen ve daha çok törensel görevleri olan kişilerdir. Meclis başkanları da
sadece meclislerin toplantılarını yönetirler ve bazı koordinasyon görevleri vardır.
Yerel yönetimlerde asıl yetkili ve etkili olan, o yerel yönetimi yöneten kişi veya
makam, bizdeki benzeri il özel idareleri ve büyükşehir belediyelerinde ihdas edilen
“genel sekreterlik” makamının karşılığı olan “chief executive”dir.
Ancak bu görevde bulunan kişilerin de Türkiye’deki mülki amirlerin
görevlerine benzer bir görevleri yoktur. Bütçenin hazırlanması, personelin
yönetilmesi,
gibi
daha
yerel
hizmetlerle
vazifelidirler.
Güvenlikle
ilgili
267
yapabilecekleri en önemli görev, il emniyet müdürlüğü ile diğer ilgili hizmet
birimleri ile toplantılar organize ederek, işbirliği ve eşgüdüm sağlamaktır. Mesela
görevli oldukları ildeki emniyet müdürü ile sağlık ve yangın teşkilatı arasında
koordinasyonu gerektiren bir husus olursa, bir araya gelirler. Ancak bunun dışında,
güvenlikle ilgili yürütülen hiçbir iş ve işleme müdahale etmezler, edemezler.
Yukarıda da bahsedildiği gibi, il emniyet müdürleri hiçbir makam veya
kişiden doğrudan veya dolaylı olarak emir almazlar. Bu durum aslında Britanya
yönetim sisteminin getirdiği bir durumdur. Aynı durum eğitim, sağlık ve yangın
hizmetleri sunan birimler için de böyledir. Bunun belki de en önemli sebebi,
yüzyıllara dayanan tecrübesiyle, kamu hizmetleri ve özgürlükler konusunda çok
duyarlı olan bir kamuoyunun varlığı ile buna kaynaklık eden doğrudan vergilerin
yüksekliğidir.
Bu bağlamda, her BK vatandaşı, yerel yönetimlere yüksek miktarlarda,
mesela ortalama hane başına 3-4 bin TL civarında doğrudan yıllık “yerel vergi”
(council tax) öderler (EXETER COUNCIL, 2014) ve bu da vatandaşlık bilincini
ciddi şekilde etkilemiştir. Bu bilinç sayesinde yapılan kamu harcamalarını sorgular
ve denetler.
BK İçişleri Bakanı, bütün kolluk birimlerini; etkinlik, yetkinlik ve tasarruflu
davranma açılarından değerlendirir. Bakanın bu konularda hazırladığı plana uyulup
uyulmadığı konusu, Kraliyet Emniyet Müfettişleri tarafından denetimlerinde dikkate
alınır. Ayrıca Sayıştay denetimlerinde de bu kriterler dikkate alınır (Wright,
2002:160-166). Gerçi Wright, teknoloji ve modern imkânlar ne kadar gelişirse
gelişsin, ortaya en iyi performans kriterlerini koyarsa koysun, güvenlik sektöründe
somut kriterler koymanın zorluğunu ve nihayetinde en önemli kriterin ahlaki
sorumluluk duygusu olduğunu da vurgular (2002:78).
Türkiye’de emniyet personeli üzerinde sicil, terfi, ödül, atanma, yer
değiştirme, disiplin, görevden uzaklaştırma ve izin işlemleri gibi konulardaki
yetkilerinden dolayı mülki idare amirleri ile polis teşkilatı arasındaki ilişkiler belli
düzene oturtulmuştur. Bunun aksine, mülki idare amirleri ile askeri bir kimliğe sahip
jandarma ve sahil güvenlik teşkilatları arasındaki ilişkilerde hem yasal düzenlemede,
268
hem de uygulamada yaşanan sorunlardan şikâyet edilmektedir. Bu birimlerle ilgili
düzenlemelerin de en azından polis seviyesine getirilmesi, Türk mülki idare
sisteminin özü açısından beklenmelidir.
4.1.7. Adalet Aktörleri Açısından Karşılaştırma
Kolluk hizmetlerini ilgilendirmesi açısından her iki ülkede de savcılık önemlidir.
Zira hem İngiliz polisi, hem de Türk genel kolluk birimleri, aynı zamanda adli kolluk
hizmetini de aynı anda sunarlar. Bu bakımdan ele alındığında, her iki ülkede de, bir
suç işlendiğinin tespitinden sonra kolluk, adli kolluk olur ve savcının veya duruma
göre mahkemenin emrine girer.
Burada iki ülke arasındaki en önemli fark, BK dâhilinde hemen her adli
vak’a, önce “magisterate court” diye adlandırdıkları, Türkiye’de bir benzeri olmayan,
sulh ceza mahkemesi denebilecek mahkemelere intikal eder. Bu mahkemeler davanın
seyrini, daha önceki tecrübelerinden hareketle belirlerler. İngiliz hukukunun esası
olan “common law” geleneğine göre; hangi suç için ne tür ceza verileceğini belirten
bir genel ceza kanunu olmadığından, yüzyıllardır oluşan geleneğe göre bir ceza
öngörülmektedir.
Bu mahkemelerdeki hâkimler hukukçu değiller, gönüllü olarak bu işi yapan
ve çoğu zaman emekli olan meslek sahiplerinden seçilirler. Asıl işi yürütenler, bu
mahkemelerde staj yapan hukuk fakültelerinden mezun olan “barister” ve “solisitor”
olarak adlandırılan kişilerdir. Bunlar da BK sistemine has meslekler olup, bunları
Türkçeye, “avukatlık” veya “savcılık” olarak tercüme etmek de işin ruhuna uygun
değildir.
Bu sistemde, en önemli husus, polis zanlıyı ve delilleri bu mahkemelere
sunar. Mahkemelerdeki hâkimler de, durumuna göre çoğu zaman para cezası,
zorunlu kamu hizmeti, nadiren de hapis cezası verirler. Eğer suç, ciddi yaralama,
cinayete teşebbüs, cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı gibi ciddi bir suç ise, bu
mahkemeler sadece ön işlemler olan tutuklama, kefaletle salıverme vb konularda
karar verip davayı Kraliyet Mahkemesi denen Crown Court’a yönlendirirler.
269
Anlaşılacağı gibi, dosya tamamlanıncaya kadar, genellikle savcılık diye bir
müessese devreye girmez. Adeta polis Türkiye’deki savcılık görevini de yaparak
dosyayı tamamlar. İngiliz mahkemelerinin Türkiye’dekilerden bir temel farkı da, bu
mahkemelerde jüri sistemi vardır. Bu ciddi suç dosyalarında hâkim hakem
rolündedir. Tarafların iddialarını adaletle dile getirip delillerini jüri önünde, özgürce
dile getirmekten, yani tabir caizse, muhakemeyi yönetmekten sorumludurlar. Burada
taraflar delillerini ortaya koyarlar ve jüri, zanlının suçlu olup olmadığına karar verir.
Eğer jüri kişinin suçsuz olduğuna karar vermişse, hâkimin yapacağı hiçbir şey
yoktur. Dosya kapanır. Bu mahkemelerde savcı vardır ve sadece iddiaları ve delilleri
dile getirir.
Türkiye’de ise savcılık diye bir müessese vardır ve adli kolluğun amiridir.
Adli vakalar gizlilik içerisinde ve savcının emir ve talimatları doğrultusunda
yürütülür. Mahkemelerde dava açılıp açılmayacağına savcılık makamı karar verir.
Yani kolluğun sunduğu delillerin yetersiz olduğu durumlarda, savcılık kovuşturmaya
yer olmadığına karar verebilir. Bir olayın mahkemelik olup olmadığına ancak savcı
karar verir. Türkiye’deki sistemde, kolluğun adli yetkileri, BK kolluğuna göre daha
sınırlı olduğu değerlendirilebilir.
Türkiye’de suç işlendiği şüphesinden itibaren savcılık kurumu devreye
girerken, BK’ta, 1986 yılına kadar bütün adli süreci polis yöneterek, mahkemeye
kadar intikal ettirmekle yükümlüydü. Ancak o zamana kadarki uygulamanın bazı
sakıncaları ortaya çıktı; özellikle polis, aldığı eğitim ve tecrübesinin etkisiyle, adli
prosedür konusunda yeterli bilgiye sahip değildi ve kamu yararına olmayan birçok
gereksiz dava açılmaya başlandı. Bunun üzerine, 1985 yılında “The Code of Crown
Prosecutions”, “Kraliyet Savcılar Kanunu” değiştirildi ve artık gerektiğinde savcılar
adli prosedüre müdahil olmaya başladılar (THE CROWN PROSECUTION
SERVICE, CPS, 2014).
Türkiye’de savcılık makamı, mahkemelerin yanında yer almaktadır. Diğer bir
ifade ile savcılık teşkilatı ayrı bir yapılanma içerisinde olmayıp kanunla öngörülen
mahkemelerin
bünyesinde
savcılık
makamı
bulunmaktadır.
Gerek
eğitim
konusundaki birlikteliği, gerekse birbirlerine geçiş yapabilmelerinden dolayı
Türkiye’de hâkim ve savcılar aynı kategoride yer almaktadır. Üstelik Hâkimler ve
270
Savcılar Yüksek Kurulu da, adından anlaşılacağı üzere her iki meslek mensuplarını
temsil etmektedir. Mahkemelerdeki duruşma salonlarında savcı ve hâkimlerin oturma
düzeni bile bu iki meslek mensuplarının içiçe olduğunun bir örneğidir.
Kolluk ile olan ilişkisine bakıldığında, her iki ülkenin savcılık makamı adli
kolluğun üzerinde geniş emir verme ve denetim yetkilerine sahip olduğu
görülmektedir. Suç soruşturmasına ilişkin ufak bir fark şu ki; Türkiye’de suç
dosyaları tamamen savcıların elinde olup, savcılar soruşturmayı bizzat kendisi
yürütmekte ve kolluğa da emir ve talimat vererek soruşturmayı yürütürken, BK’da
suç dosyaları kolluğun elinde olup, kanunla belirlenmiş konularda savcının izin ve
talimatına göre soruşturmayı yürütmek durumundadır.
4.1.8. Türkiye’de Mevcut Olup, İngiltere’de Olmayan Birimler Açısından
Karşılaştırma
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı
Türkiye’de de oldukça yeni olan KDGM’na benzer bir kurum BK’da yoktur. Ancak
Müsteşarlığın paralelinde, güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle
mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve
uygulamaları değerlendirmek amacıyla kurulan Terörle Mücadele Koordinasyon
Kurulu’na benzer kurul, yukarıda da bahsedildiği gibi, BK’da da mevcuttur.
Yıllardır terör sorunu ile karşı karşıya bulunan Türkiye ve BK’ın, terörle
mücadelede edindikleri tecrübeler ve bilimsel çalışmalar; her iki ülkenin güvenlik
kurum ve kuruluşları açısından eğitici nitelikte önemli kaynaklardır. Bu bağlamda,
başta KDGM olmak üzere terörle mücadele alanında görev yapan kurumların
çalışmalarının yakından takip edilmesi, BK iç güvenlik kurumları açısından önemli
olabilir.
Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı
Yukarıda teşkilat yapıları, görev ve yetkileri ayrıntılı olarak anlatılan Emniyet Genel
Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın
benzeri kolluk birimlerinin, İngiliz sisteminde olmadığını, olmasının da kendi sistem
271
mantığı içinde pek mümkün olmadığı izah edildiği için, burada sadece, bu mahiyette
merkezi bir teşkilatın İngiliz sistemine uygun olup olmadığı değerlendirilebilir.
Britanya sisteminde, özellikle de silahlı kurumlar için, güçlü merkezi
birimlere sempati ile bakılmamaktadır. Bunun en önemli sebebinin, “Kral” ile
yapılan ve yüzyıllara dayanan güç mücadelesi olabilir.
Hatırlanacağı gibi, Kral’ın gücüne önemli sınırlamalar getiren ilk sözleşme
olan Magna Carta’nın en önemli özelliği, artık Kral soylulara danışmadan yeni
vergiler koyamayacaktı. Bir kral yeni ve daha çok vergiye neden ihtiyaç duyar? Emri
altındaki kurumları ve tabii askeri birliklerini büyütmek ister. Çünkü bu yolla, ülkeyi
kontrol altında tutması daha kolay olacaktır.
İşte zenginlerin, soyluların ve sonuçta ve zamanla vergi veren her yurttaşın
bilinçli olduğu bir durum ortaya çıkmıştır: Eğer merkezde silahlı ve çok büyük bir
kurum olursa, onu taşradan ve ülkenin dört bir yanından kontrol etmek çok zor
olacağından, Britanya halkı her kurumun, polis de dâhil, kendine en yakın şekilde
örgütlenmisini tercih etmiştir. Üçüncü Bölümde anlatılan BK yerel yönetimleri,
itfaiye ve kurtarma hizmetleri bunlara en iyi örneklerdir.
Burada, bazı suçların ulusal ve uluslararası boyutu sebebiyle, onlarla
mücadele edebilecek farklı yapılı teşkilatların kurulmasının zorunluluğu akla
gelecektir. İşte bunun için de, İngiliz sistemi, ulusal suçlarla mücadele için Ulusal
Suç Ajansı’nı ve hassas kişileri korumak gibi, parkları korumak gibi de görevleri
olan Londra İl Emniyet Müdürlüğü (The Scotland Yard Police) teşkilatını kurmuştur.
Özetle, BK yönetim sistemi içinde Türkiye’de olduğu gibi EGM, JGK veya
SGK gibi tek merkezden yönetilen bir kolluk birimi önermek, sistem bütünlüğü ile
çelişeceği gibi, askeri niteliklerinden dolayı da, dünyanın belki de en sivil demokrat
polisi
için,
askeri
nitelikte
kolluk
birimi
önerme
mantıksızlığı
içinde
olunamayacağını değerlendirmek gerekir.
Gümrük Muhafaza Teşkilatı
Türkiye’de, genel kolluk hizmeti sunan kuruluşlardan olan bu birim, gümrük
sahalarında görev yapan merkezi bir teşkilat olmasına karşılık, İngiltere’de her
272
limanın veya gümrüklü sahanın kendi polisi vardır. Türkiye’de bu birim, ülkenin
genel güvenliğinden sorumlu olan İçişleri Bakanlığına değil de, Gümrük ve Ticaret
Bakanlığına bağlıdır. Bunun en pratik sonucu, İçişleri Bakanlığı’nın denetimine tabi
değildir (Karaosmanoğlu, 2010:107). BK iç güvenlik birimleri merkezi bir çatı
örgütüne bağlı değilseler de, yukarıda anlatıldığı gibi, bunların uyacakları kurallar,
genel prensipler, kullanacakları unvanlar bile İçişleri Bakanlığı tarafından
belirlendiğinden, uygulamada büyük farklılıklarla ve bunun doğuracağı sakıncalarla
karşılaşılmamaktadır.
Orman Muhafaza Memurluğu
Türkiye’deki orman muhafaza görevlilerinin BK’ta tam karşılığı olmamakla beraber,
bu birimin Türkiye’de yürüttüğü hizmetleri, BK Ulusal Vahşi Hayat Suç Ünitesi
(National Wildlife Crime Unit) ile parklar polisinin yürüttüğü söylenebilir.
Unutmamak gerekir ki, Türkiye’deki geniş ormanlık alanlara karşılık İngiltere
sınırlarında çok geniş ormanlıklar yoktur. Olmayan önemli bir şey de, bir şekilde
ormanlık alanları yok edip oraya sahip olmak isteyen orman düşmanı vatandaşlardır.
Mevcut ormanlık alanların da çoğu milli park şeklinde düzenlenmiştir.
4.1.9. İngiliz Sisteminde Olup, Türkiye’de Olmayan Birimler Açısından
Karşılaştırma
Türkiye’de faaliyet yürüten genel kolluk birimleri, BK ile karşılaştırıldığında çok
daha az çeşitli ve basit kalmaktadırlar. Bütün ülkede, görev sahası üçe ayrılmıştır;
polis, jandarma ve sahil güvenlik. Basitçe şehirlerde polis, kırsalda jandarma ve
karasularında da sahil güvenlik sorumludur. Buna mukabil BK sisteminde, çok
çeşitlilik vardır ve adeta bu birimlerin örgütlenme şekli karmaşık bir durum arz
etmektedirler.
Sıradan bir Türk vatandaşı, bulunduğu yerdeki sorumlu kolluk birimini bilir
ve nereye başvuracağından emindir. Ancak BK sisteminde durum o kadar basit
değildir. Basit suçlarda mevcut il emniyet müdürlükleri sorumludur ama suçun
niteliği
biraz
karmaşıklaşması
durumunda
devreye
başka
başka
birimler
girebilmektedir. Öncellikle vurgulamak gerekir ki, bu birimlerin tamamının, duruma
273
göre polislik yetkileri vardır. Özellikle bir suç şüphesi durumunda, bu birim personeli
polislik görevi yaparlar. Bu birimler şunlardır:
Ulusal Suç Ajansı (National Crime Agency)
Bazı belli başlı suçlarla mücadele konusunda ulusal seviyede görevlidir. Başta terörle
mücadele ve ciddi organize suçlar bu kapsama girer. Sık sık vurgulandığı gibi, BK
yerel polis teşkilatları il il örgütlendiklerinden ve de bir çatı teşkilatları
bulunmadığından, bazı suçlarla mücadele konusunda yetersiz kalmaktadırlar.
Özellikle terör suçları ve organize suçlar genellikle birden fazla bölgeyi
ilgilendirdiklerinden, ayrı bir birimi gerekli kılmaktadırlar. Türkiye’de böyle bir
birime gerek olmadığı değerlendirmesi yapılabilir. Zira her ilde bu suçlarla mücadele
edecek bir birim vardır. Eğer birden fazla ili ilgilendiriyorsa, çatı kuruluşlar,
valilikler devreye girerek koordinasyon sorununu çözerler.
Britanya Ulaştırma Polisi (The Britania Transport Police)
Bu birim sadece demiryolları polisliği yapmaktadır. Ülkenin tarihine bir göz atılırsa,
1860’lardan başlayarak, dünyanın en eski demiryolları ağına sahip olduğu, her türlü
ulaşımın karayolundan çok demiryolları ile yapıldığını tahmin etmek zor değildir. Bu
durumda da, demiryollarında asayiş ve güvenliğin sağlanması amacıyla ayrı bir
kolluk birimine ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. Bu birimde çalışan görevliler
sadece bilet kontrolu yapmazlar, aynı zamanda polislik görevini de yürütürler. Ancak
karmaşık olayları en yakın il emniyet müdürlüğüne yönlendirirler. Türkiye’de böyle
bir birime gerek olmadığı değerlendirilebilir. Zira zaten demiryolları ağı çok daha
kısadır hem de suçun mekânına göre polis veya jandarma en kısa zamanda devreye
girerek olaylara vaziyet edebilmektedir.
Parklar Polisi
Ülkede çok sayıdaki parkları korumak ve oraları ziyaret eden halka güvenlik hizmeti
sunmak üzere kurulmuştur. Gerçi bunların bir kısmı, Üçüncü Bölümde de anlatıldığı
gibi en yakın il emniyet müdürlüklerine devredilmiş olsa da, Britanya halkının
geleneklerine olan bağlılığı sebebiyle, halen varlıklarını devam ettirenler de vardır.
Ayrıca BK içinde ve büyük şehirlerin merkezlerinde, çok geniş sahalara yayılan
274
parklar, varlıklarını yüzyıllardır sürdürmektedirler. Londra’daki Hyde Park, Green
Park, St. James Park gibi. Türkiye’de ise böyle parklar olmadığı gibi, olanlar da
daralmağa devam ettiklerinden, buralar için ayrı bir kolluk birimi oluşturmayı
düşünmek bile akla gelmeyecektir. İstanbul ve Ankara’da, bu şekilde bir park alanı
yoktur. Mesela Atatürk Orman Çiftliği, böyle bir alan olmaya namzetken, son 20-25
yıldır bir şekilde imara açılarak oldukça daraltılmıştır.
BK Yangın ve Kurtarma Teşkilatları (UK Fire and Rescue Authorities)
Adlarından da anlaşılacağı gibi, yangın söndürme ve kaza veya büyük felaketler
durumunda kurtarma faaliyetlerini yürütürler. Bunlar da il emniyet müdürlüklerine
benzer bir şekilde, il çapında veya ona yakın bir coğrafi alanda teşkilatlanmışlardır.
Türkiye’de ise her belediyenin bir yangın söndürme teşkilatı vardır. Kurtarma
konusu ise, Başbakanlık Acil Afet Durum Başkanlığı’nın bünyesinde düzenlenmiştir.
Her il merkezinde bir Acil ve Afet Kurtarma Müdürlüğü vardır. Özellikle 1999
yılında Marmara bölgesinde meydana gelen büyük depremden sonra bu teşkilatın
yapısı ve durumu birkaç kez elden geçirilmiştir.
Kolluk açısından bu birimleri ele aldığımızda, BK sistemi bu birim
çalışanlarına kolluk yetkisi de vermiştir. Zira hem yangınlar hem de diğer afet
durumları, suç ilenmesine de müsait durumlar olduğu için, bu tür olaylara ilk önce
müdahale etmekle yükümlü olan birim çalışanlarının, olaylara polislik açısından da
bakabilmeleri önemlidir. Zira hem yangınlar kasıtlı olarak çıkarılmış olabilirler, hem
de bazı büyük afet olayları, mesela bina çökmesi gibi, bir sabotaj sonucu olabilir. Bu
durumda, ilk müdahaleyi yapan kişiler bilgili, yetkili ve tecrübeli olmazlarsa, suç
delilleri yok olabilir. Türkiye’de de bu bağlamda yasal düzenlemeler yapılması, bu
tür suçlarla mücadelede sonuç almayı kolaylaştırabilir.
Sivil Nükleer Polis Teşkilatı (The Civil Nuclear Constabulary)
Türkiye’de benzeri olmayan bir kolluk birimidir, en önemli görevleri BK nükleer
enerji santrallerini korumak ve nükleer malzemelerin taşınması, nakli ve korunması
hizmetlerini yürütmektir. İçişleri Bakanlığına değil, Enerji ve İklim Değişikliği
Bakanlığına bağlıdır. Diğer polis birimlerinin aksine görevlerinde silah taşırlar. Bir
benzerinin Türkiye’de kurulmasının gerekli olmadığı değerlendirilebilir.
275
Ulusal Vahşi Hayat Suç Ünitesi (National Wildlife Crime Unit)
BK dâhilinde, nesli tehlikede olan hayvanların takibi, yasa dışı tahnitçiliğin takibi ve
bunların açık artırmayla satışı, her türlü vahşi hayvan neslinin takibi, kaçakçılığının
önlenmesi ve yumurtalarının toplanması gibi konuları takip etmektir. Özetle ulusal
vahşi hayatın korunmasına yönelik istihbarat toplar ve ilgili kolluk kuvvetleri için
analitik ve destekleyici bilgiler temin eder. Sayılan bu işlevleriyle, Türkiye’de
benzeri bulunmayan kolluk birimlerindendir. Türkiye’de bu görevler, görev
bölgesine göre genel kolluk birimlerince yürütülür. Daha çok kara veya deniz
avcılığının korunması amacıyla, getirilen av yasaklarının uygulanıp uygulanmadığı
şeklinde yürütülen bir hizmettir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin kendine özgü doğal yaşamını korumak amacıyla,
özel bir kolluk birimi oluşturmak yerine, mevcut genel kolluk birimlerinin içinde,
özellikle de gerekli bölgelerde, bu konulara yoğunlaşmış mevcut alt birimler daha da
güçlendirilebilir. Bunların diğer ilgili kamu kurumları ile yakın ilişki içinde
çalışmalarının
daha
uygun
olabileceği
değerlendirilebilir.
Sahil
Güvenlik
Komutanlığının görevleri arasında zaten av yasaklarının takibi bulunmaktadır.
Jandarma teşkilatı da, çeşitli kanunlardan kaynaklanan görevleri gereği bazı
illerde “çevre timleri” oluşturmuştur. Bu timlerin oldukça çok çeşitli görevleri vardır.
Bunlardan bazıları; çevrenin ve ekolojik dengenin korunması ve çevre kirliliğinin
önlenmesi maksadıyla, sorumluluk bölgesinde kontroller yapmak ve meydana
gelebilecek kirlilikleri takip etmek, tehlikeli atık ve tehlikeli kimyasalların taşınması
işlemlerinin ilgili mevzuata uygun olup olmadığını kontrol etmek, ulusal mevzuat ve
uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınan canlı türleri ve alanların
korunmasına yönelik olarak avlanma, toplama ve kaçakçılık faaliyetlerine karşı
alınacak önlemler kapsamında da; kaçak yapılaşma, kaçak kesim ve diğer şekillerde
orman alanlarının tahrip ve talan edilmesi, devlet malı niteliğindeki korunması
gereken taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılması, bozulması, zarara
uğratılması, izinsiz yurt dışına çıkartılması, alınıp satılması, sit alanları ve orman
alanlarında yapılan veya yapılmakta olan yapıların kontrol edilmesi, Kara Avcılığı
Kanunu ve Merkez Av Komisyonu kararlarına aykırı hareketlerin kontrol edilmesi,
276
sit alanları ve orman alanlarında yapılan veya yapılmakta olan yapıların kontrol
edilmesidir (JGK, 2014).
Görüldüğü gibi, bu birimin görev ve yetkilerini Türk Jandarma Teşkilatı
büyük oranda karşılamaktadır. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, “jandarma çevre
timleri” daha çok çevre suçlarının işlenmesini önlemek veya işlenmişse adli
mercilere intikalini veya yasal para cezalarının uygulanmasını yürütür. Hâlbuki
BK’daki amaç, doğal vahşi hayatın korunmasıdır. Eğer Türkiye için de bu önemli bir
ihtiyaç ise, yeni bir birim yerine, jandarmaya daha çok görev verilerek, uzman
personel takviyesiyle sorunun çözülebileceği değerlendirilebilir.
Büyük Britanya Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri (Great Britain National
Ballistics Intelligence Service)
İngiltere dâhilinde, suça karışmış silahlarla ilgili balistik incelemeleri yapar ve
bunların kayıtlarını tutar. Bütün polis birimleri ve il emniyet müdürlükleri bu birimle
çalışmak zorundadır. Türkiye’de ise bu görevler EGM ve JGK bünyesinde ayrı ayrı
yapılmaktadır. Kaynak israfı ve uygulamada birlik sağlama açısından, Türkiye’deki
bu görevi yapan bütün birimler tek çatı altında toplanarak, bir bakanlığa bağlanabilir.
Mümkünse, daha özerk bir yapı olan Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi bir
birime bağlanabilir.
İngiltere ve Galler Ulusal Polis Hava Hizmetleri (England and Wales National
Police Air Service)
Son yıllarda, bütün il emniyet müdürlüklerinin ortaklaşa kurduğu bir birimdir. Ayrı
ayrı hava gücü bulundurmanın getireceği ekstra yüklerden de kurtulunması
amaçlanmıştır. Türkiye’de ise her kolluğun kendi hava gücü vardır. Bunları
birleştirmek de oldukça zor görünmektedir. Özellikle de jandarma görev sahasının
çok geniş olması dikkate alındığında, ayrı bir hava gücü bulundurması zorunlu
görülebilir. Sürekli vurgulandığı gibi, genel kollukdaki çeşitlilik, Türkiye’de ciddi bir
koordinasyon sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki, bu kadar büyük
teşkilatların kendi içlerinde de koordinasyon ciddi bir konudur.
277
Merkezi Otoban Polisi (Central Motorway Policing)
Çoğu durumda olduğu gibi İngiliz sisteminin uygulamadan ürettiği bir polislik
birimidir. Otoban statüsündeki yolların yönetimi özellik arz ettiğinden ve de çoğu
zaman bu yollar birden fazla il emniyet müdürlüğü sorumluluk bölgesini
ilgilendirdiğinden, bu şekilde özel bir kolluk birimi kurmayı gerekli kılmıştır.
Özellikle otobanların yoğun olduğu orta BK bölgesinin il emniyet müdürlükleri bir
araya gelerek bu birimi faaliyete geçirdi. Türkiye’de ise otobanların durumu diğer
yollardan farklı değildir. Trafikle ilgili kontroller bölge trafik müdürlükleri eli ile
kontrol edilirken, adli ve önleyici kolluk hizmetleri açısından, durumuna göre polis
veya jandarma görev yapmaktadır. Benzeri bir birimin Türkiye’de kurulmasının çok
faydalı olmayacağı değerlendirilebilir. Zira otoban ağı çok geniş değildir, otoban
trafiği BK kadar yoğun değildir ve zaten hem trafik hem de diğer suçlar açısından
özel bir yoğunluk yaşandığını söylemek zordur.
Limanlar Polisi (Ports Police)
Genel olarak BK limanlarında görev yaparlar ve Türkiye’deki gümrük muhafaza
memurlarının yaptıkları görevleri ifa ederler. Bu birimlerde çalışan polisler de diğer
birimlerdeki polisler gibidir. Aynı rütbe ve unvanları kullanırlar. Genellikle görev
yaptıkları liman idaresine bağlı olarak çalışırlar. Yani bir bakanlığın doğrudan
personeli değildirler. Bazı uygulama ve isimlendirme farkı olsa da, temelde her iki
ülke uygulaması büyük oranda benzeşmektedir.
Gönüllü Polislik (the Special Constabulary)
Çok özel bir uygulama olup, tamamen gönüllü polislik yapanları ifade etmektedir.
İlk İngiliz polis teşkilatının kurulduğu 1829 yılından beri uygulamada olan bir
sistemdir. Burada temel amaç, polise yardımcı olabilecek gönüllü halk gücünden
yararlanmaktır. Bu gönüllüler bir asıl polis ile beraber çalışmak zorundadırlar.
Görevleri esnasında aynen polisin haiz olduğu bütün yetkileri kullanırlar. Türkiye’de
bu fonksiyonu yürüten bir birim yoktur. Olsa olsa, emniyet ve jandarma istihbarat
birimlerinin kullandıkları özel kaynaklar buna biraz benzetilebilir. Ancak temelde
çok farklıdırlar. Böyle bir birimi Türkiye’ye taşımak oldukça zordur. Zira devlet
memurluğu anayasal statüsü olan, kanuni hakları olan, ağır görev ve sorumluluklara
278
muhatap olan bir iştir. Özetle, Türkiye şartlarına uymayan bir uygulama olarak
değerlendirmek daha doğru gözükmektedir.
BK Sınır Ajansı (The UK Border Agency)
Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, birbirine benzerlik arz eden iki kuruluştur.
BK Sınır Ajansı hem sınırları korur, hem de ülkenin göç politikalarını yürütür. Gerçi
bu iki fonksiyonun 2014 yılından itibaren ayrı iki birim tarafından yürütüleceği ilan
edilmişse de, bu satırların yazıldığı tarihte henüz gerçekleşmemişti.
BK vizelerini, oturma izinlerini, ikamet ve takip işlerini bu birim
yürütmektedir, o nedenle birçok ülkede, konsoloslukların bünyesinde personel
bulundurmaktadır ve aynı zamanda sınır kapılarında vize kontrollerini yapan
birimdir. Bu fonksiyonları açısından Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile
benzerlik arz eder. Zira yabancıların Türkiye’ye giriş ve çıkışları, vize ve ikamet
izinleri hususlarını yürütmek, bu birimin görevidir. 2013 yılında faaliyete
geçtiğinden, henüz kuruluş aşamasındadır. Uygulamayı görmek için üç beş yılın
geçmesini beklemek daha doğru olacaktır.
BK Sınır Ajansı, aynı zamanda ülke sınırlarını da koruduğu için, yürüttükleri
fonsiyonların bir kısmı, genel kolluk fonksiyonları olduğundan, sınırları koruyan
mevcut personelinin polislik yetkisi vardır. Silah taşıma, tutma, gözaltına alma gibi.
Aslında, buna benzer bir teşkilatın Türkiye’de de kurulması için İçişleri Bakanlığı bir
çalışma başlattı. Köktaş’ın ifade ettiği şekilde, “Sınır Güvenlik Birimi” kurma
çalışmalarını ve ortaya çıkan öneriyi şu şekilde özetlemek mümkündür: AB entegre
sınır politikasına uygun olarak yeni bir “Sınır Güvenlik Birimi” kurularak, bu
görevin bütün AB ülkelerinde olduğu gibi sivilleştirilmesi ve profesyonelleştirilmesi
amaçlanmıştır. Bu amaçla polislerden oluşan bir birim oluşturulacak, askerin görevi
zamanla sonlandırılacaktır. Zira Türkiye sınırlarında yasa dışı göç, insan kaçakçılığı
ve uyuşturucu kaçakçılığı suçları sürekli işlenmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek
üzere 2010 yılında bir kanun tasarısı hazırlandı. Bu tasarıya göre; kurulacak yeni
birimin adı Türkiye Sınır Güvenliği Genel Müdürlüğü olacaktır. Bu Genel Müdürlük
bünyesinde deniz sınırları bölümü, kara sınırları bölümü, sınır kontrol bölümü, adli
bölüm, yabancı polislik ve taşra müdürlükleri bulunacaktır (Köktaş, 2011).
279
Ancak, bu tasarı henüz yasalaşmadığı için mevcut durumda, Türkiye
sınırlarının korunması ve kontrolü çoklu bir sisteme tabidir. TSK da dâhil olmak
üzere, bütün kolluk kuvvetlerinin kara, hava ve deniz sınırlarının korunmasında ve
kontrolünde görev ve yetkileri vardır. Bazı Kara Kuvvetleri Komutanlığı sınır
birlikleri, sadece sınırlarından sorumlu olduğu gibi, Sahil Güvenlik Komutanlığı
deniz sınırlarını korumaktadır. Jandarma Genel Komutanlığının da kara sınırlarının
korunmasında görev ve yetkileri olduğu gibi, havalimanlarında da kontrolü polis
sağlamaktadır.
Avrupa Birliği uyum çerçevesinde, Türkiye’nin kara sınırlarının korunması,
egemenlik ve denetimi altında bulunan deniz alanlarında kanunlarla kendisine verilen
görevlerin yerine getirilmesi ve yetkilerin kullanılması, sınır kapılarında kamu
düzeni ve güvenliği ile yolcu giriş ve çıkış kontrolünün sağlanması, yasadışı göç,
sınırla bağlantılı insan ticareti ve diğer suçlarla mücadele edilmesi, yabancılarla
ilgili olarak mevzuatla verilen kolluk görevlerinin yürütülmesi amacıyla (Köktaş,
2011) kurulacak “Sınır Muhafaza Teşkilatı Başkanlığı” ile ilgili yasal düzenlemeleri
oluşturma çalışmaları devam etmektedir.
Teşkilatlanma olarak Emniyet Teşkilatına benzeyen bu yeni kurumun
personelini ise ilk başta mevcut durumda sınır güvenliği alanında çalışan personeller
oluşturacaktır. Eğer kurulursa, iç güvenlik bürokrasisinin önemli bir aktörü olacağı
ortadadır.
4.1.10. Mali Suçlar ve Yolsuzlukla Mücadele Açısından Karşılaştırma
Türkiye’de suç gelirlerinin aklanması ile mücadele etmek amacıyla, 1997 yılında
Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) kuruldu. Özellikle suç niteliğindeki
faaliyetler olan uyuşturucu kaçakçılığı, her türlü mal kaçakçılığı ve diğer kara
paraların aklanmasının önlenmesine odaklanan Kurul, suç gelirlerinin aklanması
alanındaki gelişmeler ile aklama suçunun önlenmesi ve ortaya çıkarılmasına yönelik
yöntemler konusunda araştırmalar yapmanın yanı sıra, suç gelirlerinin aklanmasını
önlemek için sektörlere göre çalışmalar yapmak, önlemler geliştirerek uygulamayı
izlemek ve bu suçlara karşı kamuoyu duyarlılığını ve desteğini artırmaya yönelik
çalışmalar yapması gerektiğinden, mali suçların takibi ve önlenmesiyle ilgili son
280
derece kilit bir konumda yer almaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, birçok
farklı suç kaleminin ekonomik boyutlu olması açısından MASAK'ın görevi, bunların
aydınlatılması açısından önem arz etmektedir. Özellikle terörün finansmanında, kara
paranın fonksiyonu göz önünde bulundurulduğunda, MASAK son derece önemli bir
iç güvenlik aktörü konumunda yer almaktadır.
Buna mukabil BK sisteminde, MASAK’ın yürüttüğü hizmetler açısından
karşımıza iki ayrı örgüt çıkmaktadır; birincisi Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi (Her
Majesty's Revenue and Customs), diğeri de İngiltere-Galler ve Kuzey İrlanda Ciddi
Dolandırıcılık Bürosu’dur (England and Wales and Northern Ireland Serious Fraud
Office).
Üçüncü Bölümde anlatıldığı gibi, bu iki örgüt hem suç gelirlerinin
aklanmasını önlemeye yönelik çalışmalar yürüttükleri gibi, özellikle büyük ve
organize mali suçların araştırılması, soruşturulması ve mahkemeye intikal ettirilmesi
ile görevlidirler. Bunun yanında, özellikle BK sisteminde, sosyal yardımların çok
yüksek olduğu da dikkate alınırsa, bu konulardaki suiistimalleri de ortaya çıkarmak
Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi’nin görevidir. Zira aile yardımları, çocuk
yardımları, işsizlik yardımlar gibi sosyal yardımları bu birim yamaktadır ve bu
konularda da ciddi yolsuzluklar olmaktadır. Yani özellikle hak etmeyen kişilerin
yardım almalarını engellemek açısından önemli bir işlev üstlenmiş durumdadır.
Türkiye’de ise bu konuda doğrudan görevli bir birim yoktur. Mesela il ve ilçe
sosyal yardımlaşma veya dayanışma vakıflarından haksız yardım alanların tespiti
veya haksız işsizlik maaşı ödenmesi ya da dul ve yetim maaşı ödenmesi konusundaki
suistimalleri tespit etmek ve yasal işlem yapmak, daha çok ilgili kurumun görevi
olarak algılanmaktadır. Tabii, duruma göre polis veya jandarma da bu tür mali
suçlarla ilgili işlem yaparak savcılıkları harekete geçirebilir.
4.1.11. Siber Suçlarla Mücadele Açısından Karşılaştırma
Siber suçlarla mücadele konusu, bütün dünya için çok yeni bir alan olup, internetin
icadı ve yaygınlaşması ile elektronik iş ve işlemlerin devreye girmesi sonucu ortaya
çıkmıştır. Siber güvenlik, siber ortamda kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıklarını
korumak amacıyla kullanılan araçlar, politikalar, güvenlik kavramları, güvenlik
281
teminatları, kılavuzlar, risk yönetimi yaklaşımları, faaliyetler, eğitimler, en iyi
uygulamalar ve teknolojiler bütünüdür. Kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıkları,
bilgi
işlem
donanımlarını,
personeli,
altyapıları,
uygulamaları,
hizmetleri,
telekomünikasyon sistemlerini ve siber ortamda iletilen ve/veya saklanan bilgilerin
tümünü kapsamaktadır (www.btk.gov.tr, 2014). Siber güvenlik, kurum, kuruluş ve
kullanıcıların varlıklarına ait güvenlik özelliklerinin siber ortamda bulunan güvenlik
risklerine karşı koyabilecek şekilde oluşturulmasını ve idame edilmesini sağlamayı
amaçlamaktadır. Siber güvenliğin temel hedefleri erişilebilirlik, bütünlük yani aslına
uygunluk ve inkâr edilemezliği de kapsar. Bu bağlamda her ülke için, hele hele
gelişmiş bir ülke için siber güvenliğin önemi yadsınamaz.
Bu konuya önem verdiklerini göstermeleri bakımından BK ve Türkiye gerekli
adımları atmıştır. BK siber güvenliğinden, öncelikle MI6 ve NCA görevlidirler.
Ancak bilişimle ilgili bütün kurumlar da buna yardımcı olmaya mecburdur.
Türkiye’de ise öncelikli sorumlu birim Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik
Bakanlığı olmakla beraber, her kurum ayrıca kendi bilişim istemini korumakla da
görevlidir. Sonuçta koordinasyon görevi bu Bakanlığa aittir. Bu arada, TBMM 17
Nisan 2014 tarihinde kabul ettiği, 6532 sayılı kanun ile MİT’e siber güvenlikle ilgili
olarak, özellikle istihbarat toplama görevi vermiştir ve Güvenlik ve İstihbarat
Komisyonu adıyla bünyesinde yeni bir komisyon kurmuştur. Bu komisyon
aracılığıyla, bütün istihbarat birimleri üzerinde hesapverebilirlik denetimi yapılması
amaçlanmıştır.
Ancak unutulmamalıdır ki, iç güvenlik aktörlerinin görevlerini yapmalarında
siber güvenlik çok büyük önem arz etmektedir. En küçük aksilik büyük karmaşaya
ve başarısızlıklara sebebiyet verebilir.
4.2.12. İç Güvenlik Kurumlarının Hesapverebilirlik, Etkinlik, Verimlilik,
Saydamlık ve Demokratik-Sivil Denetim Açılarından Karşılaştırılması
Bu bölümde “Türkiye’de sivil otoritelerin, güvenlik bürokrasi üzerindeki denetimi
etkin ve yeterli değildir” alt hipotezi ile “Türk tarihinin yaklaşık son iki yüzyılı, hem
Osmanlı Devleti hem de Cumhuriyet döneminde, neredeyse bütünüyle batılaşma ve
modernleşme serüveniyle dolu olmasına rağmen, halen daha Batılı anlamda liberal
282
demokratik standartlar yeterince yerleşmemiştir. Bu da ülkede yaşayan insanların,
sistemden hoşnutsuz olmalarına yol açmaktadır” alt hipotezi değerlendirilecektir.
İki modern çağdaş demokratik ülkenin iç güvenlik aktörleri karşılaştırılırken,
kuşkusuz göz önünde bulundurulacak en önemli kıstaslardan birisi de, bu birimlerin
demokratik ve sivil denetime tabi olup olmadıkları, bu bağlamda sivil denetim ve
hesap verebilirliğe ne kadar açık olup olmadıkları olmalıdır (Pike, 1985:155).
Öncelikle, hesap verebilirliği; kendilerine yetki verilen ve kaynak aktarılanlar
üzerinde, anlaşmaya varılmış beklentiler ışığında, sonuçlara ulaşmak bakımından
değerlendirmeye tabi tutmak olarak tanımlandığına göre bu kavram, devlet-vatandaş
ilişkilerinde güven tesis etmeyi, bilgi alabilmeyi, kontrol etmeyi ve yön vermeyi de
içeren bir kavramdır (Çevik vd., 2010:126). Bu çerçevede hesap verebilirlik, birçok
şekilde sınıflandırılmış olsa da, genel ve mahalli seçimler, sivil toplum kuruluşları,
medya, yasama organları, yargı sistemleri, denetim kuruluşları, komisyonlar,
yolsuzlukla mücadele kuruluşları, teftiş kurulları, kamu denetçisi (ombudsman),
kamu şikayet komisyonları gibi sistemler aracılığı ile gerçekleşir.
Hesap verebilirlik ilkesinin bu kadar önemli hale gelmesinde, Yeni Kamu
Yönetimi anlayışının da çok önemli katkıları oldu. Zira bu anlayışın temel ilkeleri;
süreç yerine sonuca odaklanma, risk almanın gerekliliği, yöneticilere kendilerine
verilen
görevleri
gerçekleştirmek
için
sunulan
yöntem
ve
kaynakların
kullanılmasında esneklik tanınması, bu esnekliğin sonucunda da kendilerinden hesap
vermeleri talep edilmesi gibi temel ilkelere dayanmaktadır (Çevik vd., 2010:128130).
Bir sistemin hesap verebilir olabilmesi için gerekli olan altyapıların
sağlanması amacıyla Türkiye’de bazı adımlar atılmıştır. Bunların başında,
09.10.2003 tarih ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetim ve Kontrol Kanunu, 5176 sayılı kanunla kurulan Kamu Etik Kurulu,
Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu, 24.10.2007 tarihli Kolluk Etik İlkeleri ve
Avrupa Polis Etiği Kurallarıdır (APEK).
Bu kanun, ilke veya uygulamaların bir kısmı bütün kamu kurumlarını
ilgilendirdiği gibi, bir kısmı da sadece kolluk birimlerini ilgilendirmektedir ama her
283
halükarda tamamı, ülkede saydamlığı sağlamaya yöneliktir ve hesap verebilirliğe
ciddi katkıda bulunurlar.
Birkaç cümle ile bu sayılan araçlardan bahsetmek gerekirse, Bilgi Edinme
Kanunu Türkiye için çok yenidir ve uygulanması zaman alacaktır. Zira Türkiye gibi
devletin her iş ve işleminin sır olarak kabul edildiği bir ülkede, kamu birimleri
sıradan vatandaşlara, yaptıkları işler hakkında bilgi vermeye karşı ciddi isteksizlik
göstermektedirler. Tabii ki bu kanunun temel amacı, her gelişmiş demokratik ülkede
olması gereken hususlardan olan saydamlığı amaçladığında kuşku yoktur.
Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu da, özellikle kamunun kullandığı
mali kaynakların doğru ve etkin kullanılıp kullanılmadığı hususundaki şeffaflığı
sağlamaya ve ülkenin mali sisteminin hesap verebilirliğini sağlamaya yönelik ihdas
edildiğinde kuşku yoktur.
Kamu Görevlileri Etik Kurulu da Türkiye için çok yeni bir uygulamadır. Bu
Kurul, bütün kamu görevlilerini bazı etik ilkeler çerçevesinde değerlendirmek üzere
kurulmuştur. Bu ilkeler arasında hesap verebilirlik de vardır.
Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu, yukarıda kısaca anlatıldığı gibi,
TBMM’ye bağlı ama özerk bir yapıda faaliyet yürütmek üzere 2013 yılında faaliyete
geçmiştir. Kurumun en temel görevi, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine,
idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına
dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden
incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmaktır. Bu durumda, bütün kolluk
birimleri de bu birimin muhatabı durumundadırlar. 24.10.2007 tarihinde ilan edilen
Kolluk Etik İlkeleri de, uygulandığı takdirde hesap verebilirlik ve denetimin
sağlanmasına ciddi katkılarda bulunabilecek ilke ve prensipleri barındırmaktadırlar.
Avrupa Polis Etiği Kuralları da 1998-2001 yılları arasında, Avrupa
Konseyine üye bütün ülke temsilcilerinin katılımı ile oluşturulmuştur ve bunlar Türk
polis birimleri için de geçerli ilkelerdir. Bu ilkeler arasında da hesap verebilirliği
gerektiren maddeler vardır (Çevik vd., 2010:132-140).
284
Bu yasal düzenlemelere, Türkiye İnsan Hakları Kurumunu da eklemek
gerekir. Yeni oluşturulan ve henüz tam faaliyete geçmeyen bu kurum da, bütün kamu
kurumlarınının uygulamalarını, insan hakları temel prensipleri bağlamında denetleme
yetkisine sahiptir.
Görüldüğü gibi Türk devlet sistemi, bütün kamu birimlerinde olduğu gibi
kolluk birimlerinin de hesap verebilirliğini sağlamak için gerekli olan şekli şartları
sağlamış durumdadır. Ancak bu şekli şartlara rağmen, zaman zaman temas edildiği
gibi, bünyesinde barındırdığı; aşırı merkeziyetçilik ve gizlilik esaslı olma gibi
özelliklerinden dolayı, kamu görevlileri ve tabii kolluk görevlileri, kendilerini
toplumun hizmetinde görme yerine, devletin emrinde olduklarına inandıklarından,
hesap verme sorumluluğundan kaçmaktadırlar. Bu durumun güvenlik hizmeti veren
kurumlarda daha belirgin olduğu da vurgulanmıştır (Çevik vd., 2010:142).
Türkiye’de yönetimin saydamlığı ve hesap verebilir olması için atılan yasal
adımların çok yeni olması ve henüz uygulama ve teamüllerin tam oturmamasının
yanında, yüzyıllara dayanan geleneksel yönetim anlayışının da etkisiyle, buna
ulaşmasının epey bir zaman alacağı değerlendirmesinde bulunmak mümkündür. Bu
bağlamda, Türk iç güvenlik aktörlerinin, Yeni Kamu Yönetimi ilkeleri arasında
önemli bir yeri olan saydamlık ve hesap verebilirliğin epey uzağında olduklarını
söylemek mümkündür. Ancak atılan adımları da önemsemek ve dikkatle takip etmek
gerekir.
Ayrıca, burada ele alınacak diğer denetim araçlarının, yukarıda zikredilen
eksiklikleri bir ölçüde giderdiği değerlendirmesini yapmak da mümkün olabilecektir.
Zira Türkiye’de yasama denetimi, yargı denetimi ve idari denetim geleneği, bu
sayılanlara göre çok daha eskidir ve teamülleriyle olgunlaşmıştır. Bunlardan da
burada kısaca bahsedilecektir.
Buna göre yukarıda, Türkiye iç güvenlik aktörleri bölümünde anlatılan
TBMM, İçişleri Bakanlığı ve mülki idare amirlikleri, dolaylı hesap verebilirliği
sağlamaları açısından ayrı bir önem arz ederler. Şöyle ki; TBMM hem doğrudan,
milletvekilleri aracılığıyla soru, genel görüşme, meclis araştırması, meclis
soruşturması ve gensoru yöntemi aracılığıyla iç güvenlik aktörlerini ve
285
uygulamalarının hesap verebilirliliğini her zaman denetleyebilir (Karaosmanoğlu,
2010:47-52).
Bu sistem aşağı yukarı bütün parlamenter demokratik sistemlerde aynıdır.
Burada en büyük handikap, hem palamentoya hem de hükümete, yani yasama ve
yürütmeye hakim olan güç, iktidar partisi veya partileri olduğundan, kendi atadığı
bürokratları ve kurduğu sistemi, etkin bir şekilde denetleme konusunda, bütün
inisiyatifi elinde tutmaktadır. Ayrıca parlamentoda yasal olarak kurulu bulunan
komisyonlar olan İçişleri, Milli Savunma, Dilekçe, İnsan Hakları İnceleme ve
Güvenlik ve İstihbarat Komisyonları aracılığı ile de ilgili bütün idari kuruluşlar
yasama denetimine tabidirler.
Yasama denetimi ile ilgili olarak demokrasi teorisini hatırlamakta yarar var:
Temsili demokrasilerde milletler kendilerini, seçtiği vekiller ve onlardan oluşan
hükümetler aracılığıyla yönettiğine göre, bu yönetim araçları olan bürokratik
kurumları da kendilerinin denetlemeleri pratikte çok zor olduğundan, seçtikleri
vekiller aracılığıyla denetlemeleri gerekir. Aslında bütün bürokratik kurumlar,
parlamento da dâhil, meşruiyetini milletten almıştır ve onun arzu ve istekleri
doğrultusunda icraatlarını yürütüp yürütmediklerinin hesabını da kendisine
vermelidir ve verecektir. Basit bir örnekle, bir işadamı, kendisini koruması için,
maaşlı olarak güvenlik görevlisi çalıştırdığı durumda, tabii ki onun gerçekten
kendisini koruyup korumadığını, vaktini ve kendisine sunulan imkânları nasıl
kullandığını denetlemeye ne kadar hakkı varsa, halkın da mevcut iç güvenlik
aktörlerinden en az o ölçüde hesap sorma hakkı vardır. Zira nihai olarak bütün bu
görevlilerin masraflarını aynı halk karşıladığı gibi, kullandığı bütün yetkileri de aynı
halk sunmaktadır.
İdari hesap verebilirlik bağlamında ise İçişleri Bakanlığı çok önemli bir hesap
sorma aracıdır. Eryılmaz’ın vurguladığı gibi, demokratik bir toplumda kolluğa olan
toplumsal güvenin sarsılmaması için kolluğun her uygulaması şeffaf olmalı ve kolluk
her uygulamasının hesabını verebilme konumunda tutulabilmesi için iç ve dış
denetim büyük önem arz ettiği gibi, iç denetimi kolluk amirleri yaparken dış
denetimleri de mülkiye müfettişler, mülki amirler, kolluk müfettişleri ve yargı
mekanizması yapar (2009:15).
286
İçişleri Bakanlığı, mülkiye müfettişleri aracılığıyla, bütün kolluk birimlerini
rutin olarak denetler. Bu denetimlerde kolluğun bütün önleyici kolluk iş ve işlemleri
denetime tabi tutulur. Mülki idare amirleri olan vali ve kaymakamlar da kolluk
üzerinde denetim görev ve yetkisine sahiptirler.
Ancak özellikle jandarma birlikleri ile sahil güvenliğin denetiminde yasal
zorluklar vardır. Daha da önemlisi, bu denetim yetkisinin kullanılmasının önünde
ciddi pratik engeller sözkonusudur. Özellikle il ve ilçelerde, bu denetimleri
yapabilecek yetenekte ve tecrübede personel bulmak zordur. Mülki amirlerinin bizzat
bu denetimleri yürütmesi de bazı sıkıntılara sebebiyet verebileceğinden çok
uygulanabilir değildir. Bu sebeplerle, her ne kadar, mülkiye müfettişler rutin
denetimlerinde, mülki amirlerin bu denetimi yapıp yapmadıklarını kontrol etseler de,
gerçekte bu denetimler ve gösterilen tutanaklar göstermelik olmaktan öteye
geçememektedirler. Bakanlığın, uygulamadaki bu eksiklikleri giderme konusunda
yoğun bir çaba içerisinde olduğunu gösteren çalışmalara da imza attığını söylemek
gerekir (Eryılmaz, 2009:139).
Görüldüğü gibi, Türk iç güvenlik aktörleri, her türlü eksiklik ve eleştiriye
rağmen büyük ölçüde, biçimsel olarak demokratik hesap verebilirlik kriterlerine tabi
tutulmaktadırlar. Ancak unutulmamalıdır ki, bu kritelerin özde mi yoksa söz de mi
olduğu sürekli tartışılacaktır. Çünkü bir kere, Türkiye’deki bütün kamu görevlileri,
görevleriyle ilgili işledikleri bir suçtan dolayı yargılanmaları özel bir prosedüre ve
izne tabidir. Bu izin süreci de adli denetime tabi olsa da, pratikte uygulanması
zordur. Valinin verdiği “yargılanmasına izin verilmemesi” kararının idari yargı
tarafından kaldırılması zorluklar içerir. Veya tersi de doğrudur. Bu durumda memuru
koruyan özel kanunlar vardır zira bu memurlar güçlü devletin memurlarıdırlar.
Dahası, gerek memurların tabi oldukları disiplinle ilgili mevzuat gerekse
yargılanma ve hesap verme ile ilgili mevzuatın özü, devlet memurlarının görevlerini
yaparken hizmet ettikleri halkı değil de devleti korumalarını gerektirmektedir. Bu da
dolaylı olarak hesap vermelerini zorlaştırmaktadır. Zira devlet memurları ve tabii
kolluk görevlileri, hiyerarşik bağlılık nedeniyle, siyasal ve bürokratik üstlerine karşı
sorumluluk hissetmekte, dolayısıyla onları mutlu ettikleri sürece görevlerini iyi veya
kötü ifa etmelerinde bir sorunla karşılaşmayacaklardır. Türk bürokrasisinin merkezi
287
ve hantal yapısı, halkın ve yerel birimlerin, kamu politikalarının oluşturulmasına ve
uygulanmasına katılmasını teşvik etmediği gibi, bu kurumların daha az başarılı
olmaları sonucunu da doğurmaktadır (Çevik ve Demirci, 2008:113-116). Sonuç
olarak Türk bürokratik sisteminde hesap verebilirliğin özde olmaktan çok sözde
olmaya yakın durduğu değerlendirmesi daha gerçekçi gözükmektedir.
Türkiye’de iç güvenlik örgütlerinin sivil denetimi denince, demokratik
toplum gereklerine uygun olarak, bireylerin farklı menfaatlerinin, yine bireyler ve
toplumsal örgütlenmeler aracılığıyla korunması ve geliştirilmesi anlaşılacağına göre
(Karaosmanoğlu, 2010:127), bu denetimin araçları da bu bağlamda oluşacaktır.
Öncelikle, yukarıda da kısmen bahsedildiği gibi, bir kere Bilgi Edinme Kanunu, her
sivil kişi veya kuruluşa, her türlü iç güvenlik örgütüne, yaptığı iş ve işlemlerle ilgili
olarak bilgi edinme hakkı vermektedir.
Uygulamadaki zorluklar bir yana bırakılırsa, böyle bir hakkın olması bile,
sivil denetimin yolunu açmaya yetmektedir. Zira geleneksel Türk devleti, gizlilik
üzerine bina edildiğinden, böyle bir uygulamaya alışması zaman alacaktır. Ancak
unutulmamalıdır ki, böyle bir hakkın olması, Türkiye’de iç güvenlik kurumları
üzerinde demokratik denetime geçildiği anlamına da gelmemektedir. Türkiye’deki
güçlü devlet geleneği, henüz buna müsaade edecek gibi gözükmemektedir. Dahası,
genel kolluk hizmeti sunan jandarma ve sahil güvenliğin askeri bürokratik yapısı, bu
zorlukları daha da arttırmaktadır. Bilgi Edinme Kanunu askeri konuları istisna
tuttuğundan, kolaylıkla bu istisnaların arkasına sığınma eğilimlerine rastlanmaktadır.
Dahası, bütün bu iç güvenlik aktörlerinin hesap verebilirliği ve demokratik
sivil denetimi, sadece mevzuat sorunu olmayıp, arkasında derin siyasi, idari,
sosyolojik ve tarihsel karakterler barındırdığı göz önünde bulundurulmalıdır
(Karaosmanoğlu, 2010:150).
Türk iç güvenlik birimlerinin hesap verebilirliği ve sivil denetimi bağlamında
değerlendirmesinden sonra İngiliz iç güvenlik aktörlerinin değerlendirilmesine
geçilebilir.
Burada bahsedilen İngiliz polisi, daha ilk kuruluşundan itibaren hesap
verebilir olmasına büyük önem verilen bir kamu kuruluşudur (Reiner, 2000:167288
199). Öncelikle, iki ülke sistemi de parlamenter demokrasi modeli olduğu için
yasama denetiminin Türkiye ile büyük oranda benzeştiğini söylemek gerekir.
TBMM’de kullanılan her türlü denetim aracı BK’ta da kullanılmaktadır. Ancak
yukarıda parlamentonun üstünlüğü ilkesi anlatılırken de vurgulandığı gibi, ülkede
krallıktan sonraki en eski kurum olması ve büyük mücadelelere dayanan yaklaşık
800 yıllık bir geçmişi olması, ayrıca İngiliz anayasasındaki konumu itibariyle,
krallığı da kaldırmak dâhil, tabiat açısından yapılması mümkün olan her şeyi
yapmaya yetkili olması, aldığı kararları kaldıracak veya değiştirecek bir makam veya
birim olmaması sebeplerinden dolayı ve ayrıca halkın bu kuruma verdiği önemin
sonucu, BK yasama denetiminin sözde değil özde bir denetim olduğu ve iç güvenlik
hizmeti sunan kurumlar üzerinde de ciddi etkileri olduğu değerlendirmesi rahatlıkla
yapılabilir.
Ayrıca ülkede Türkiye’deki Bilgi Edinme Kanunu benzeri bir kanun
olduğunu, İnsan Hakları Kanunu adı altında, evrensel bütün insan hakları ilkelerinin
iç hukuk haline getirildiğini, dahası, ülkenin idari sistemi dolayısıyla, birçok kamu
hizmetinin mahalli olduğunu, bunun da hesap verebilirliği sağladığını, en azından
kolaylaştırdığını söylemek mümkündür.
Bu çalışmanın ilgili bölümlerinde sıkça vurgulandığı gibi, BK halkı bütün
kamu hizmetlerinde olduğu gibi, güvenlik hizmetlerinin de merkezileştirilmesine
şiddetle kaşı çıkmaktadır. Tabii ki bunun en önemli amacı hesap verebilirliği
sağlamaktır. Zaten bu amaçla gerekli bütün araçları da ihdas etmiştir. Bu araçların
başında, her ilde seçimle işbaşına gelen bir Polis ve Suç Komisyonerliği kurumu
gelmektedir. 2012’de kurulan bu sistemden önce de, yerel Polis Kurulları aynı işlevi
uzun yıllar gördü. Bu kurulların üye sayısı 17 idi. Değişik sakıncalarından dolayı,
doğrudan seçimle işbaşına gelen ve tek işi il emniyet müdürlüğünün sunduğu kolluk
hizmetlerinin yerindeliğini denetlemek olan bu birim kuruldu. Diğer bir ifadeyle, her
ne kadar ülkede çok güçlü bir parlamento ve dolayısıyla yasama denetimi bütün
kurumlar üzerinde bulunsa da, BK halkı Londra’dan yapılan denetimi yeterli
görmemektedir. Bunun yerine, yaşadığı yerde denetim yaparak kurumların hesap
verebilirliğini sağlamaktadır.
289
Dahası, yukarıda temas edildiği gibi, İngiltere sınırlarında faaliyet gösteren
hemen her iç güvenlik örgütünün üzerinde gözetim yetkisi bulunan bir kurul veya
birim vardır. 41 İl emniyet müdürü üzerinde gözetim yapan polis ve suç
komisyonerlerinin yanında, Londra İl Emniyet Müdürlüğü (Scotland Yard) ile
Londra Şehir Polisi üzerinde gözetim görevini bizzat İçişleri Bakanı ve Londra
Belediye Başkanı yürütmektedir. Ayrıca, Britanya Ulaştırma Polisi, Yangın ve
Kurtarma Birimleri gibi birimler üzerinde de gözetim görevi yapan kurullar vardır ve
bunlar daha çok seçilmiş kişilerdir. İngiltere iç güvenlik aktörlerinin hesap
verebilirliğine aracılık eden en önemli mekanizmadan birisi de Kraliyet Polis
Müfettişliği birimidir. Hatırlanacağı gibi bu birim, sadece il emniyet müdürlüklerini
değil, bütün iç güvenlik birimlerini denetlemeye yetkilidir. Özellikle İçişleri
Bakanlığınca konulan genel prensiplerin, hedeflerin yerine getirilip getirilmediğini
denetlemesi açısından, siyasi otoritenin elini güçlendirdiği değerlendirilebilir.
İngiliz polisi üzerindeki parlamento denetimi, yerel gözetim ve denetimin
yanında, bir diğer çok önemli denetim mekanizması da IPCC tarafından yapılan
denetimdir. Yukarıda görev ve yetkileri ayrıntılı olarak anlatılırken vurgulandığı gibi,
önemli ve ciddi suçların işlenmesi veya şikâyetler gibi durumlarda, tamamen
polislikten bağımsız ve özerk bir kurum olan Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu
devreye girmektedir ve hem bu örgütlerden hesap sormakta hem de onların
icraatlarında daha saydam olmalarına katkıda bulunmaktadır.
2005 yılında, Londra’da metrosunda polis tarafından öldürülen Menzes
olayında da görüldüğü gibi, IPCC ısrarla bu olayı araştırarak gerçeklerin halk
tarafından bilinmesini sağlayarak, aslında siteme olan güveni arttırdığında kuşku
yoktur. Kaldı ki, güvenlik sektörüyle ilgilenen bütün akademisyenlerin vurguladığı
gibi, bu örgütlerin yürüttükleri görevler çok hassas görevlerdir ve diğer birçok kamu
hizmetinden farklıdırlar. Zira hemen hemen hepsi de insanların günlük hayatını
etkiler veya özgürlüklerini ilgilendirir. Yani bir insanın hayat boyu tapu dairesiyle,
inşaat veya emlak işlerini yürüten bir birimle hiçbir işi olmayabilir ancak bilerek
veya bilmeyerek polisle her an işi olabilir. Zira onun haberi olmadan polis telefonunu
dinleyebilir, bakkala gideceği yolu kapatabilir, satın aldığı her türlü ürünü ondan
habersiz kredi kartından vs kontrol edebilir. Bu durumda, bir ülkede her kuruma
290
olduğu gibi polislik hizmeti yürüten kurumlara güven duyulması da önemlidir.
İngiliz sistemi bunun önemini keşfettiği için, bunun gereği olan önlemleri alma
konusunda adım atmaktan çekinmemiştir.
Burada hatırlatmak gerekir ki, her kurumda olduğu gibi İngiliz polisi de
kendinden tamamen bağımsız bir polis şikâyet sistemine karşı çıkmıştır. Türkiye’de
de benzeri kurulmaya çalışılırken de aynı direnç hâsıl olmuştur. Ama
unutulmamalıdır ki, kurumlara güvenmeyen halk, gecikmeli olarak da olsa, mutlaka
meşru yollardan bunun bir alternatifini üretir. Yeniçeri ocağının kaldırılışı bunun
güzel bir örneğidir.
İki ülke arasındaki hesap verebilirlik uygulamasındaki farkı anlayabilmek için
uygulanan vergi politikalarına da kısaca göz atmakta yarar var. Buna göre, BK
geleneklerine atıfta bulunmakta yarar var: “Vergi veren, hesap da sorar” mantığı ve
geleneği ülkede hâkimdir. Her BK vatandaşı, hane başına, yaşadığı yerel yönetime
yıllık bir vergi verir, bunun yanında itfaiye ve güvenlik hizmetleri vergisini de ayrıca
öder ki, bunların toplam miktarı, hane başına en az 1000 (bin) Sterlinden fazladır. Bu
da yaklaşık 3600 TL demektir (EXETER COUNCIL, 2014).
Türkiye’de de son yıllarda moda olmaya başlayan ve birçok kamu görevlisine
söylenen, “senin maaşını ben ödüyorum” sözü, BK sınırlarında çok somuttur, zira
insanlar doğrudan vergi öderler. Öyle ki, Türkçede kullanılan, “bunun, devlete
maliyeti” veya “devleti şu kadar zarara uğrattı” gibi tabirlerin yerini, “bunun, vergi
verenlere (taxpayers) maliyeti” veya “vergi verenlerin şu kadar parası zarara
uğratıldı” gibi tabirler alır. Bunu günlük hayatta, herhangi bir gazetede hergün
görmek mümkündür (FINANCIAL TIMES, 2014; Davenport and Hughes, 2014:1).
Türkiye’de ise bu biraz soyuttur, zira vergileri vatandaşlar ödese de, dolaylı
vergiler hâkim olduğundan, vatandaş vergi ödediğinden habersiz vergi öder. Bunun
doğal sonucu da, doğrudan vergi verdiği bilincinde olmayan vatandaşın, kamudan
hesap sorma konusunda çok da bilinçli hareket edemeyeceği gerçeğidir.
Burada, dolaylı vergileri teşvik eden siyasal iktidarların, vergi toplamayı
kolaylaştırma amacı gütmenin yanında, hesap soran vatandaş istemedikleri gibi
291
dolaylı bir sonuç da çıkarmak mümkündür. Zira herkesin de bildiği gibi “para veren”
hesap da sorar.
Bu konunun iç güvenlik aktörleri açısından önemini vurgulamakta yarar var:
24 saat sunulan bir hizmet olduğu için, bu hizmetin demokrasi ve insan hakları
evrensel hükümlerine göre sunulup sunulmadığı, o ülkede yaşayan herkesi
ilgilendirir. Bunun tespit ve denetimini de sadece klasik kamu denetimi yollarıyla
yapmak mümkün değildir. Bu bağlamda bilinçli vatandaşa ihtiyaç duyulur. Bilinçli
vatandaş da, devlet denen aygıtın kendi verdiği vergilerle işlediğini bilir. Bunu
bilmesi için de vergi vermesi gerekir. Verdiği vergiden haberinin olması gerekir.
Basit bir hesapla, Türkiye’de 2012 Kesin Bütçe Kanunu’na göre toplam toplanan
vergi miktarı, 350 milyar Türk Lirasıdır (TBMM, 2014). Bunun yaklaşık yüzde
sekseni dolaylı vergidir. Yani gelir vergisi ve kurumlar vergisi gibi kazançtan alınan
doğrudan vergilerin dışında kalan vergiler, yaklaşık 280 milyar TL’dir. Bunun
anlamı da, her bir Türk vatandaşı, KDV, ÖTV, vs adı altında yaklaşık dört bin TL
vergi ödemiştir ama bundan habersiz gibidir. Aslında her Türk vatandaşı da bir BK
vatandaşı gibi önemli miktarda vergi ödemiştir ama bundan haberi yoktur.
Bu oran 2003 yılında yaklaşık %70 iken AB ortalaması ise %52 olup,
neredeyse dolaylı ve dolaysız vergiler eşittir. Kaldı ki bu oran gelişmiş ülkelerde
daha da yüksek olup, ABD, Japonya ve İsviçre gibi ülkelerde % 70 civarındadır. Bu
durumun, yani dolaysız vergilerin yüksekliğinin, ülke vatandaşları arasında,
ekonominin sorumluluğunu yüklenme açısından adaletsiz bir durum olduğunda
şüphe yoktur ve nihayetinde Türkiye’de sürekli dolaylı vergilerin oranında artış
yaşanmaktadır (Bilici, 2006:204-206; Bilici ve Bilici, 2013:173). Zira bu oran,
Cumhuriyet’in başlarında dolaysız vergiler yönünde idi ve zamanla ve sürekli dolaylı
vergiler yönünde artışlar göstermeye devam etti (Heper, 1981:53-55).
Bu başlık altında, Transparency International UK isimli araştırma
kuruluşunun çalışma ve bulgularına da kısaca atıfta bulunmakta fayda var. Özellikle
savunma ve güvenlik sektörüne saydamlık getirmeyi ve halka hesap verebilirliği
arttırmayı amaçlayan bu çalışmaya göre, dünya savunma ve güvenlik harcamalarının
yaklaşık yüzde doksanını yapan 82 ülke, saydamlık ve hesap verebilirlik kriterleri
açısından değerlendirmeye tabi tutulmuşlardır (Transparency International, 2013:1).
292
Bu çalışmanın sonuçları, özellikle Türkiye açısından hiç de iç açıcı
gözükmemektedir. 82 ülke arasında BK en iyi ilk dokuz ülkeden birisi iken Türkiye
ancak dördüncü grup olan, bahsedilen ilkeler açısından yüksek riskli ülkeler grubu
olan, Pakistan, Bangladeş, Etiyopya, Çin, Gana, Ürdün gibi ülkeler arasında,
sonlarda yer almıştır (2013:12-13).
Bu çalışma ve diğer yukarıda anlatılan hususlar da göstermektedir ki,
İngiltere-Galler iç güvenlik aktörleri hesap verebilirlik açısından ciddi bir kontrole,
gözetime ve denetime tabi olduklarında kuşku yoktur. Bunun içindir ki, dünyada
örnek gösterilen bir algısı ve yapısı vardır. Ancak yukarıda izah edildiği gibi,
Türkiye’nin, bu kriterleri sağlama açısından kat etmesi gereken uzun bir yolu olduğu
ortadadır.
Bu değerlendirme ve karşılaştırmaların da gösterdiği gibi, bölümün başında
değerlendirilmeye tabi tutulan alt hipotezler olan; “Türkiye’de sivil otoritelerin,
güvenlik bürokrasi üzerindeki denetimi etkin ve yeterli değildir” ve “Türk tarihinin
yaklaşık son iki yüzyılı, hem Osmanlı Devleti hem de Cumhuriyet döneminde,
neredeyse bütünüyle batılaşma ve modernleşme serüveniyle dolu olmasına rağmen,
halen daha Batılı anlamda liberal demokratik standartlar yeterince yerleşmemiştir.
Bu da ülkede yaşayan insanların, sistemden hoşnutsuz olmalarına yol açmaktadır”
görüşleri doğrulanmaktadır.
4.2. GENEL DEĞERLENDİRME VE BİR MODEL ÖNERİSİ
4.2.1. Türkiye İçin Yeni Bir İç Güvenlik Modeli
Hatırlanacağı gibi bu tezin ana hipotezi, “İngiltere-Galler’de, iç güvenlik bürokrasisi
aktörlerinin devlet yönetimindeki konumu, çağdaş liberal demokrasi ilkeleri
açısından Türkiye örneğinden daha gelişmiş bir seviyededir” şeklinde olup, bu
doğrultuda
altı
alt
hipotez
geliştirilmişti.
Bunlar
da
sırasıyla
yukarıda
değerlendirildiler.
Bu çalışma, baştan beri şu ana kadar, ele alınan ana ve alt hipotezleri
doğrulayan birçok sonuca ulaşmıştır. Bunların en önemlileri aşağıdaki gibi
özetlenebilir:
293
Hem Türkiye, hem de BK, modern ve çağdaş iki demokrat ülke olarak
sistemlerini bir şekilde başarıyla devam ettirmektedirler. Sonuçta aralarında ciddi
uygulama ve anlayış farkı olsa da, her iki ülke de dünyada ve bölgelerinde hatırı
sayılır bir öneme sahiptirler.
Türk iç güvenlik aktörlerinin tarihine bakıldığında, sadece Cumhuriyet
döneminde değil, Osmanlılardan beri, ihtiyaca göre kendini yenileyen ve değiştiren
bir karaktere sahip
oldukları açıkça
görülecektir.
Bu durumun, ülkenin
modernleşmesine ve demokratikleşmesine paralellik arz ettiğinde de kuşku yoktur.
İstenilen seviyede olmadığı değerlendirmesi ve eleştirisi, her sistem için
yapıldığı gibi, Türkiye için de yapılmaktadır ve yapılacaktır. Ama tek cümleyle,
sistemin kendini yenilediğinde ve geliştirdiğinde de kuşku yoktur.
İngiliz veya diğer deyişle BK iç güvenlik aktörleri de, belki de birçok ülkeye
örneklik teşkil etmelerinin yanında, dünyanın en iyileri arasında gösterilmektedirler
ve gösterilmeye de devam edileceklerdir. Sistemin kendini sürekli yenilediği ve
geliştirdiği de adeta ayrı bir üstünlük olarak vurgulanabilir. Bunun en son ve en güzel
örnekleri, Polis ve Suç Komisyonerliği, IPCC ve NCA’dır. Özellikle IPCC,
uygulamalarıyla diğer bütün ülkelere örneklik teşkil etmektedir.
Her iki ülke de, modern demokratik bürokratik kurumlara sahiptir ve bunları
geliştirmek için gerekli sistematik alt yapıya sahiptirler. İngiltere-Galler, dünyanın en
gelişmiş demokrasilerinden olmakla beraber, Türkiye de neredeyse yüz elli yıldır
anayasalarla yönetilen, modern Batı’nın bütün kurumlarına sahip, çağdaş dünyanın
çağdaş bir üyesidir. Türkiye’de, bu bürokratik kurumların aşırı merkezi ve ideoljik
olarak yapılanmalarına karşılık, BK kurumları daha yerel ve profesyoneldirler.
Her iki ülke kolluk birimleri, dünyanın en eskilerinden olup yerleşmiş ve
kökleşmiş geleneklere sahiptirler. Zaman zaman ve dönem dönem sıkıntılar yaşasalar
da, iç güvenlik aktörleri her iki modelde de, ülkenin en gerekli ve önemli kurumları
arasında olma özelliklerini sürekli korumaktadırlar. Ancak Türk iç güvenlik
bürokrasinde, çağdaş liberal demokrasilerde görülmeyen bazı uygulamalar ve
geleneklerin hala daha devam ettiğini de gözden kaçırmamak gerekir ki, bunların
azaldığı tespiti de vurgulanmalıdır.
294
Bütün bu değerlendirmelerin sonucunda, Tez’in ana hipotezi ve altıncı alt
hipotezi bağlamında, Türkiye için önerilebilecek bir iç güvenlik kolluk sistemi
hakkında da bazı değerlendirmelar yapmak gerekir:
BK sisteminden ilhamla, iç güvenlik birimleri sadece iç güvenlik hizmeti
sunan birimlere dönüştürülmeli, TSK ile her türlü bağları sonlandırılmalıdır. Bu
bağlamda, mevcut birimler olan polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük
muhafaza, muhafaza edilmelidir. Ancak, BK’ta olduğu gibi, bunların yürüttüğü
kolluk hizmetleri ile ilgili ilkeler ve kriterler İçişleri Bakanlığı tarafından
belirlenmeli ve bunların sağlanıp sağlanmadığı, yine aynı bakanlık tarafından sıkıca
denetlenmelidir.
Bu birimler aynen muhafaza edilmelidir. Zira Türkiye gibi, darbe ve
müdahale geleneğini yüzyıllardır barındıran bir ülkede, iç güvenliği tek bir birime
bırakmamak, idari ve siyasi açıdan da daha isabetli olacaktır. Kaldı ki bu durum,
İngiliz sisteminde var olan, iç güvenlik hizmetlerinin yerelliği ve çeşitliliğini,
Türkiye’de de karşılayabilecek bir mekanizma olarak değerlendirilmelidir.
Bu genel ilkeler çerçevesinde, yani polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük
muhafazanın tam anlamıyla profosyonel iç güvenlik birimine dönüştürüldüğü
sistemde, bu birimlerin personel kaynakları da birleştirilmeli ve özellikle askeri
okullarla bağlantıları sonlandırılmalıdır.
Bu birimlerin personelleri, aynı nitelikte hizmetler sunacakları için, aynı
nitelikte olmalarını sağlayacak bir eğitim sürecine tabi tutulmalıdır. Mesela, eğer lise
seviyesinde bir eğitime tabi tutulacaklarsa, tek bir “İç Güvenlik Koleji”nde
eğitilmeleri sağlanmalı, yok herkes genel lise eğitimini alıp, lisans seviyesinde
eğitimden sonra, iç güvenlik hizmetlerine katılacak ise, o zaman da, bugünkü Polis
Akademisi benzeri bir yapı oluşturularak, bu eğitimin sonunda mezunların, başarı ve
taleplerine göre kolluk birimlerini seçmelerine müsaade etmek uygun olabilir.
Bir diğer altenatif de, Türkiye’de bugün, gerçek anlamda iç güvenlik birimi
olan polis örnek alınarak, diğer birimler olan jandarma, sahil güvenlik ve gümrük
muhafazada da aynı sistemin uygulanması olabilir. Yani, polis koleji, polis akademisi
gibi jandarma koleji, jandarma akademisi, sahil güvenlik koleji, sahil güvenlik
295
akademisi vs kurulabilir ama, bunun rantabl ve gerçekleşebilir olup olmadığı, ayrıca
değerlendirilmelidir.
Bütün iç güvenlik birimleri aynı rütbe ünvanlarını kullanmalıdırlar. Bugün
olduğu gibi, polisin, jandarmanın, sahil güvenliğin ayrı ayrı ünvanlar kullanması
çağdaş devlet anlayışına çok uygun düşmemektedir. Kaldı ki, aynı işi yapan kişilerin,
birbirinden alakasız unvanlar, rütbeler kullanmalarının makul bir izahı yoktur.
İngiliz polis modelinde olduğu gibi, her polis memurunun mesleğe aynı
seviyeden başlaması ayrı bir önem taşır. Türkiye’de, adeta kast sistemi kurallarını
andıran uygulamalar, dünyanın geldiği çağdaş liberal demokrasi uygulamaları ile
ciddi olarak çelişmektedir. Bu bağlamda, her ne kadar alt rütbedeki memurların, belli
şartlar altında üst rütbelere yükselmelerine izin verilse de, bunun da ciddi sorunlara
yol açtığı ortadadır. Özellikle, mevcut uygulamanın, en azından ciddi bir uygulama
ve tecrübe eksikliğine yol açtığı ortadadır. Mesela, uygulama ve tecrübelerden
bilinebileceği gibi, Türkiye’deki amirler, ister kaymakam olsun, ister emniyet
müdürü, isterse de jandarma komutanı olsun, resmi yazı yazma tecrübeleri yoktur.
Kendi başına bir sanık ifadesi alamazlar. Bu sayılanlar sadece imza atarlar, işleri
astlar yaparlar. Bunun sakıncalarından kurtulmak gerekir. Bu sakıncalardan
kurtulmanın bir yolu, İngiliz modelinde olduğu gibi, herkesin mesleğe aynı rütbeden
başlayarak, başarı ve bilgisini arttırdıkça, sınavlarla yükselmesi olabilir.
Yukarıda önerilen bağlamda, bütün iç güvenlik birimlerinin sivilleştiği
durumda, artık “er” olarak kimsenin istihdam edilmemesi gerektiğini söylemeye bile
ihtiyaç olmasa da, “jandarma”nın kır karakol modelini de gözden geçirmek gerekir.
Bugünkü uygulamaya göre, zaten kırsal nüfüs hızla azaldığı için bu karakollar iç
güvenlik hizmeti sunma yerine, kendi varlıklarını koruma hizmeti sunmaktadırlar.
Bunların yerine, helikopter de dâhil, gerekli araçlarla donatılıp, daha mobilize bir
hale getirilmeleri gerekir. Elde yeterli istatistikî veriler olmasa da, bütün ülkede bu
jandarma karakollarının çok az adli ve mülki hizmet sunduklarını, uygulama ve
tecrübeden tahmin etmek mümkündür.
Belki terör olan bölgeler bundan istisna olsa da, şu son bir kaç yılda, terörün
durmasıyla, bu karakollarda da sadece askeri hizmetlerin yürütüldüğü söylenebilir.
296
Jandarma ve sahil güvenlik, tam bir kolluk birimi gibi çalışmaya başlayıp, askeri
görevlerinden kurtulduğu takdirde, zaten bugün yüzbinlerce gereksiz personelden de
kurtulacak ve adli ve idari kolluk hzmetlerine yoğunlaşacaktır ki, bunu da çok daha
az sayıda bir personelle yapması mümkündür.
Bu
yeni
modelde,
bütün
atamalar
İçişleri
Bakanlığının
yetki
ve
sorumluluğunda olmalıdır. Zira bu modelin ne kadar gerekli ve zorunlu olduğunu, bir
de on yılda bir “askeri darbe” geleneği açısından değerlendirmek gerekir. Çünkü
Türkiye’de “jandarmasız” darbe yapmak mümkün değildir. Diğer askeri birimler
olan kara, hava ve deniz kuvvetleri, kendi ihtiyaçları doğrultusunda, ülkenin az
sayıdaki il veya ilçesinde, mülki bölünmeye bağlı kalmadan örgütlenmesine karşın
jandarma, her il, ilçe ve birçok kasabada örgütlendiğinden, bir darbe durumunda,
güvenilir ortak olarak ona mutlak ihtiyaç duyulacaktır.
Ayrıca, ülkenin genel gidişatı hakkında da, askeri bir örgüt olarak güvenilir
bilgi kaynağı olarak ondan yararlanılmıştır ve yararlanılacaktır. 28 Şubat sürecinde,
özellikle kamu
görevlilerinin fişlenmesi
görevini
jandarmanın
üstlendiğini
hatırlamak bile, denmek isteneni anlamaya yetecektir.
Kısacası, iç güvenlik örgütlerini tam anlamıyla sivilleştirmiş bir Türkiye’de,
eskisi gibi rahat askeri müdahalelerin olması da mümkün olmayacağından, bu
modelin sivil liberal demokrasiye hizmet edeceğinde kuşku yoktur.
4.2.2. 04 Nisan 2015 Tarihli Türk İç Güvenlik Reformu Işığında Yeni Model
Önerisinin Değerlendirilmesi
Bu çalışmaya başlanmasının üzerinden iki yıldan fazla bir süre geçti. Bu süre
içerisinde Türkiye’de ve dünyada, bu çalışmayı etkileyen bazı değişiklikler ve
gelişmeler yaşandı ve yaşanmaya da devam etmektedir. Bu değişimler ve gelişmeler
bile, modern örgüt teorisyenlerini doğrular mahiyette olduklarında kuşku yoktur. Zira
her örgüt gibi, iç güvenlik örgütleri de çevrelerinde meydana gelen değilikliklerden
sürekli etkilenmektedirler.
4 Nisan 2015 tarihli Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren yasa ile
getirilen yenilik ve değişiklikleri birkaç başlık altında incelemek gerekir: Kolluk
297
kuvvetlerinin durdurma, arama ve gözaltına alma, gerektiğinde silah kullanma gibi
yetkileri yeniden düzenlenmektedir; mülki idare amirlerinin yetki ve sorumlulukları
daha belirgin hale getirilmektedir; toplumsal olaylarda kişilerin vücut bütünlüğüne ve
kamu malları ile gerçek ve tüzel kişilerin mallarına verilen zararların Devlet
tarafından karşılanması halinde, genel hükümlere göre sorumlulara zorunlu olarak
rücu edilmesi, rücu istemine ilişkin zamanaşımı sürelerinin bir kat artırılarak
uygulanması düzenlemesi getirilmektedir; fiziksel engel ve benzeri sağlık sorunları
gibi sebeplerle müşteki, mağdur ve tanık ifadelerinin kolluk tarafından konutlarda
veya işyerlerinde alınması mümkün kılınmaktadır; bonzai ve türevi sentetik
uyuşturucu maddelere yönelik cezai yaptırımlar daha caydırıcı hale getirilmektedir;
araç kiralama işlemleri kayıt altına alınmaktadır; polis amirlerinin rütbe terfilerinde
liyakate dayalı bir sistem uygulanması getirilmekte ve ihtiyaçtan fazla sayıdaki
birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf emniyet müdürlerine, belli bir miktar ek
ödeme yapılmak suretiyle resen emeklilik sistemi getirilmektedir; Emniyet
Teşkilatındaki tüm eğitim kurumları Polis Akademisine bağlanmaktadır; Jandarma
Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının İçişleri Bakanlığı ile ilişkileri
yeniden düzenlenmektedir ve son olarak da, büyükşehir belediyesi sınırları içinde
olmakla birlikte hizmet gerekleri bakımından uygun görülen yerlerin jandarmanın
görev alanı olarak tespit edilmesine imkân sağlanmaktadır.
Tahmin edileceği gibi bu düzenlemelerin tamamı bu çalışmayı doğrudan
ilgilendirmediğinden, daha ziyade çalışmayı doğrudan etkileyen düzenlemelere
temas edilmesinin daha doğru olacağı değerlendirilmiştir.
Bu bağlamda, bu yasanın getirdiği en önemli düzenlemeler, malum olduğu
üzere, kolluğun en önemli görevi olan önleyici kolluk hizmetlerini kolaylaştırıcı ve
toplumsal olayların büyümeden önlenmesine yönelik düzenlemeleri doğrudan
etkileyen, koluk kuvvetlerinin durdurma, arama, gözaltına alma ve silah kulanma ile
ilgilidir. Bu düzenlemeler kolluğun yetkilerini arttırmaktadırlar. Bu bağlamda,
yetkilerin arttırılmasına paralel olarak da bu yetkilerin kullanılmasından doğabilecek
sakıncaları
giderebilmek
amacıyla,
mülki
amirlerin
denetim
yetkileri
de
arttırılmaktadır.
298
Ayrıca bu yetkilerin kullanılmasında, doğrudan kolluk birimi olmayan mülki
amirlerin yetki ve sorumlulukları da arttrılmaktadır ki, bu düzenlemeyi de olumlu bir
durum olarak değerlendirmek mümkündür.
Polis amirlerinin terfi sisteminde kıdem yerine liyakatin esas alınacağına dair
bir düzenleme yapılması da mesleğe kalite katabilecek bir düzenleme olarak
değerlendirilmelidir.
Polis Koleji ve Polis Akademisinin kapatılması ile emniyet mensuplarının
eğitimi konusu da yeniden düzenlenmektedir. Bu konuda getirilen düzenlemeyi
değerlendirebilmek için uygulamayı görmek gerekir. Ancak çok güçlü bir polis alt
kültürü oluşturan yatılı kolej ve akademi geleneğinin, toplumdan kopuk bir kurum
geleneği oluşturduğunu söylemek mümkündür. Yeni düzenleme ile birlikte,
toplumun aleyhine kullanılabilecek bu polislik alt kültürünün zayıflaması ve
toplumdan kopuk olmayan, aksine toplumla daha iç içe yaşayabilen bir geleneğin
gelişmesi sağlanabilir. Çok basit bir örnekle, kolejde ve akademide, neredeyse
yirmidört saat birlikte yaşayan rütbeliler arasında çok ciddi gönül bağları
oluşmaktadır. Bu da, arkadaşlık ve devredaşlık gibi kavramların etkisiyle, bir suç
veya hata işlenmesi durumunda, arkadaşını korumayı ön plana çıkarabilmektedir.
Çağdaş Batı Demokrasilerinde artık pek görülmeyen yatılı okul uygulamalarının, bu
ve
benzeri
sakıncalarından
kurtulmak
için
olumlu
bir
gelişme
olarak
değerlendirilebilir.
Tabii unutmamak gerekir ki, bu tür yatılı okul geleneğinin getirdiği birçok
faydalı geleneğin de yok olma tehlikesi her zaman mevcuttur.
Bu yasanın, iç güvenlik aktörleri ile ilgili getirdiği en önemli düzenlemeler,
JGK ve SGK’nın, valiler ve İçişleri Bakanlığıyla ilişileri konusundadır. Burada
amacın, sivil otoritenin, bu birimler üzerinde kontrolünü arttırmak olduğunda kuşku
yoktur. Bu bağlamda, JGK bünyesinde, müşterek kararname ile atananlar hariç, daire
başkanları, il ve ilçe jandarma komutanlarının atanması yetkisi tamamen İçişleri
Bakanına verilmektedir. SGK bünyesinde de birçok atamada da artık Bakan tam
yetkili olacaktır.
299
İçişleri Bakanı veya duruma göre vali, bu birimlerin personelini, haklarında
bir soruşturma açılması durumunda, geçici olarak görevden uzaklaşatırma yetkisine
sahip olmuştur. Ancak vali, il jandarma komutanını görevden uzaklaştıramayacaktır.
Bakan ve valiler, JGK ve SGK’yı, askeri görevleri hariç, denetleyebileceklerdir.
Valiler, emirleri altındaki JGK ve SGK personelini değerlendirme hakkına sahip
olmakdadırlar. İl ve İlçe jandarma komutanları, izinlerini mülki amirlerinden
alacaklardır. Valiler, emirleri altındaki JGK ve SGK personelinin disiplin amiri
konumuna gelmişlerdir.
JGK ve SGK personelinin kıyafeti konusunda, Genelkurmay Başkalığı ve
Savunma Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığı nihai olarak yetkili
kurum haline gelmektedir.
İçişleri Bakanı ve mülki amirlerin, JGK ve SGK personeli üzerindeki
yetkileri ile ilgili düzenlemeleri, sivil denetim, hesapverebilirlik ve saydamlık
anlamında olumlu değerlendirmek gerekir. Ancak özellikle kaymakamlara, jandarma
ve sahil güvenlik üzerinde denetim yetkisinin açıkça verilmemesi ve sadece ilçe
jandarma komutanına izin veren kişi konumuna getirilmesi, yasaya göre ilçenin
asayiş ve düzeninden sorumlu olan kaymakamın, bu hizmetleri layıkıyla yürütmesini
zorlaştıracağı da ortadadır.
Kaldı ki bu düzenleme, ilçenin mülki amiri olan kaymakamın, asayiş
hizmetini yürüten bütün birimlerle ilişkilerini aynı seviyeye getirmekten çok uzaktır.
Bu da, önerilen model açısından ciddi bir uyumsuzluk olarak değerlendirilebilir.
Dahası, bu çalışmanın önerdiği modelde, Türkiye’de var olan jandarma, polis,
sahil güvenlik ve gümrük muhafaza gibi genel kolluk birimlerinin muhafaza edilmesi
gerekli görülmekle birlikte, aynı eğitimden geçirilmeleri, aynı unvanlara ve özlük
haklara sahip olmaları da öngörülmektedir. Yeni yasa bunları sağlama konusunda
hiçbir adım atmamaktadır. Hiçbir adım atmadığı gibi, önerilen modelin aksine,
jandarma ve sahil güveniğin, askeri niteliğini sonlandırmak yerine pekiştirmiştir. Zira
TBMM’ye gönderilen Bakanlar Kurulu tasarısının gerekçesinde, “JGK ve SGK’nın,
Genelkurmayla bağlantısının kaldırılması veya ilişkilerinin yeniden tanzimi yönünde
herhangi bir düzenleme yapılmadığına” dair güvence verilmektir. Bu da,
300
Türkiye’deki iç güvenlik aktörlerinin en önemli sorunlarından olan ve görevlerini
hakkıyla yapmalarının önündeki en önemli engellerden birisi olan “askeri olma”
niteliklerini değiştirmemektedir.
Özetle, yeni yasal düzenleme, kolluk kuvvetlerinin önleyici güvenlik
hizmetlerini
daha
etkin
ve
verimli
yapmalarını
sağlayacak
düzenlemeler
getirmektedir. Tam anlamıyla sivil bir denetimin yolunu açmasa da, İçişleri Bakanı
ve mülki amirlerin yetkileri arttırılarak sivil otoritenin denetimi ve kontrolü
kolaylaştırılmaktadır.
Ancak
iç
güvenlik
hizmetlerinin,
çağdaş
liberal
demokrasilerdeki seviyede sivilleşmesini sağayacak içerikten de uzak olduğu
değerlendirmesini yapmak da mümkündür. Tek cümleyle bu düzenlemeler,
çalışmanın önerdiği model ışığında, tamamı olumlu ancak yetersiz düzenlemelerdir.
301
SONUÇ
Bu çalışmada, buraya kadar, tezde karşılaşılacak temel kavramlar açıklandı ve teze
temel teşkil edecek örgüt teorileri izah edildi. Türk bürokrasi tarihi ile devlet
sisteminin genel özelliklerine temas edilerek, iç güvenliği sağlama bakımından
doğrudan veya dolaylı görev ve yetkisi olan kurumlar ele alınarak anlatıldı. Ayrıca
İngiltere-Galler ile onların da dâhil olduğu İngiliz sistemi ele alınarak, bu ülkede iç
güvenlik hizmeti sunan birimler ayrıntılı olarak anlatılarak, her iki ülkenin iç
güvenlik sistemleri birçok açıdan karşılaştırıldı.
Bu çalışmanın sonucunda çok belirgin bir şekilde görüldü ki, iki ülkenin
modernleşme süreçleri çok farklı gelişmiştir. Türkiye’nin militarist ve tepeden
inmeci bir modernleşme süreci yasaması, tabii ki bütün kurumlarını bu yönde
etkilemiştir. Bu süreç bütün kurumları olduğu gibi iç güvenlik kurumlarını da
etkilemiş ve belirlemiştir.
Öyle ki, AB’ye tam üyelik sürecinin bir adım ötesinde olunmasına rağmen,
ülkenin iç güvenliğini sağlayan genel kolluk birimlerinden olan jandarma ve sahil
güvenlik, hala askeri nitelikte örgütlerdir. Polisin de, son on-yirmi yıl hariç, kendisini
atayan siyasi iktidardan çok, her on yılda bir darbe yapması doğal karşılanan askere
daha fazla bağlılık hissettiği değerlendirmesi yapılabilir.
Dahası, ülkenin iç ve dış istihbaratından sorumlu olan MİT de, daha 10-15 yıl
öncesine kadar başında bir generalin olduğu, personelinin askeri niteliğinin ağır
bastığı kamusal bir örgüttü.
İç ve dış güvenlikle ilgili her konunun görüşüldüğü MGK da, neredeyse tam
bir askeri örgüt görünümünü son zamanlara kadar muhafaza etmiş ve adeta ülkenin
askeri bürokrat-politikacı birlikte yönetildiği bir platform özelliği göstermiş, ancak
son üç genel sekreter sivil bürokratlar arasından atanmıştır.
Belki de en ilginç olan, ülkenin coğrafi olarak yüzde doksanının iç güvenlik
hizmetini üstlenen Jandarma’nın Genel Komutanı, hala, hayatında belki de bir gün
bile iç güvenlik hizmeti yürütmemiş, karacı orgeneraller arasından atanması
uygulamasına devam edilmesidir.
302
Cumhuriyet
dönemi
açısından
bütüncül
bir
değerlendirmeye
tabi
tutulduğunda, ilk yıllarda, tek parti yönetimi hâkim olduğu için, siyaset ile
bürokrasinin uyum içinde çalıştığı görülür. Çok partili döneme geçtikten sonra ise
siyasetle bürokrasi arasında ve zaman zaman da bürokratik gruplar arasında çeşitli
güç mücadelelerinin yaşandığı görülmektedir. Bu süreçte mücadelelerin zaman
zaman vesayetçi anlayış lehine dönerken zaman zaman da sivil-demokratik siyaset
lehine döndüğü görülmektedir.
Artık günümüzde siyaset, etkinliğini bir taraftan artırırken, diğer taraftan da
bürokrasi kademeleri içerisinde etkin bir konuma sahip olan üst kurullar ortaya
çıkmıştır. Bu üst kurullar özerklikleri, düzenleme ve denetleme yetkileri nedeniyle
sistem içerisinde güçlü bir konuma sahip olmuşlardır.
Türkiye'nin iç güvenlik bürokrasisi bu bağlamda değerlendirildiğinde, diğer
bürokratik kademelere tam paralel bir gelişim çizgisi izlemediği görülecektir. Zira
ülkede, geleneksel iç güvenlik aktörleri olan, mülki idare amirliği ve savcılık
makamı, Polis Teşkilatı, Jandarma ve Sahil Güvenlik kurumları ve bunların yanında
Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Milli Güvenlik
Kurulu, bazı değişikliklere tabi tutulmakla beraber, büyük oranda geleneksel
konumlarını muhafaza etmeye devam etmektedirler.
Bu birimlere son yıllarda, bürokraside meydana gelen gelişmelere paralel
olarak MASAK ve TİB’in, üst kurul mahiyetinde eklendiği belirtilmelidir. Kamu
Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı da, özellikle terörle mücadelede koordinasyon
hizmeti sunmak üzere, iç güvenlik aktörleri arasında yerini almıştır. Ayrıca, bütün
bürokratik kurumları ilgilendiren Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu ile Türkiye
İnsan Hakları Kurumu da son birkaç yılda faaliyetlerine başlamıştır. Ancak bu
sayılan birimlerin, TİB dışında, Türk iç güvenlik yönetiminde belirleyici ve
yönlendirici mahiyette olduklarını söylemek henüz mümkün gözükmemektedir.
Türkiye’de, iç güvenlik alanındaki bürokratik yapılanmanın çok fazla aktörlü
olması ve bunların da bir kısmının askeri özellikleri bünyelerinde barındırmaları,
güvenlik
hizmetlerinin
yürütülmesinde
ciddi
koordinasyon
eksikliğine
ve
farklılaşmalara sebebiyet verdiği değerlendirmesi yapılabilir.
303
Dahası, örgüt teorilerinin gelişim çizgisinde yaşanan şeffaflaşma, hesap
verebilirlik ve üretilen hizmetlerde tasarruf, etkinlik ve verimlilik anlayışının varlığı
ve etkisi, Türk iç güvenlik bürokrasisinde henüz tam olarak görülmemektedir. Diğer
bir ifadeyle, Türk iç güvenlik aktörlerinin, post-modern gelişmelerden ve örgütler
üzerindeki etkilerinden yeterince nasiplenmedikleri görülmektedir. Ancak bu
çalışmada da sık sık vurgulandığı gibi, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmak için
birçok düzenlemenin de yapıldığı görülmektedir.
İster kamusal, ister özel olsun, bütün örgütlerin daha etkin ve insan odaklı
hizmet sunabilmek amacıyla, daha esnek ve şeffaf yapılara dönüştüğü günümüz
örgüt yapılanmaları göz önünde bulundurulunca, iç güvenlik bürokrasisinin de
zamanla bu yapıya dönüşmesi gerektiği ortadadır. Zaten hem Türkiye’de hem de
İngiltere-Galler’de,
bağımsız
bir
kolluk
şikâyet
mekanizması
kurulması,
ombudsmanlık kurumu, insan hakları kurumları, hep bu çabanın göstergeleri olarak
ortadadır. Burada en önemli direncin, devlet sırrı ve gizlilik gibi değişik gerekçelerle
askeri bürokratik kademelerden geldiği ve bunların da halen iç güvenlik
bürokrasisinde, askeri yapılarıyla hizmet sunmaya devam ettiklerinden, iç güvenlik
hizmetlerinin sivilleşmesinde ve normalleşmesinde bir direnç oluşturduğu ortadadır.
Ancak özellikle AB tam üyelik sürecinde, bu kurumların demokratikleşmeleri
ve modernleşmeleri için gerekli adımlar da atılmıştır ve atılmaya da devam
etmektedir. Bu bir süreçtir ve olumlu sonuçlar vereceğini ummak gerekir. Türk
kolluk kuvvetleri de geçmişlerine göre çok daha demokrat ve sivil bir anlayışla idare
edilmekte ve bu doğrultuda hızla ilerlemektedirler. Bu sürecin hızını belirlemek
sadece kolluk kuvvetlerinin elinde olmayıp, halkın ve ülkenin bütün kurumlarının
göstereceği performansa da bağlı olduğu açıktır.
BK veya daha sık kullanılan İngiltere ise dünyanın en eski parlamenter
sistemi olarak, birçok ülkeden farklı bir modernleşme süreci yaşamıştır. Bu süreç
daha evrimsel ve sivil bir yapıda gerçekleştiğinden, ülkedeki bütün kurumlar da buna
göre oluşmuştur. Askeri kurumlar bile çok sivil bir yapıda olup, askerlik profosyonel
bir iştir. Yani askerlik de herhangi sıradan bir meslek gibi ifa edilir. Diğer bir
ifadeyle, vatan, millet, din ve diğer ulvi duygular ve amaçlar uğruna değil, tamamen
bir geçim vesilesi olarak, bir meslek olarak görülür.
304
Hangi ad altında ve hangi birime bağlı olarak çalışırsa çalışsın İngiliz polisi,
belki de dünyanın en sivil ve en özerk polisidir. Silah taşımaması, birçok hesap
verme mekanizmasına tabi tutulması, dolayısıyla farklı ülkelerdeki mevkidaşlarına
göre oldukça saydam bir yapıya sahip olması ve özgürlükçü bir kamuoyuna hizmet
etmesi, ona bu özellikleri kazandırmıştır.
Bu bağlamda, özellikle İngiliz polisinin tabi olduğu hesap verebilirlik
mekanizmalarını hatırlamak gerekir: Her polis birimini denetleyen bir kurul var;
Britania Transport Police Authority gibi; her il emniyet müdürlüğünün iş ve
işlemlerini denetleyen ve o ilin adıyla anılan, doğrudan seçimle göreve gelen Polis ve
Suç Komisyonerliği (The Police and Crime Commissioner) ile hem polise karşı
şikayetleri inceleyen ve hataları en aza indirmeye çalışan, ve polisten bağımsız
çalışan IPCC çok önemlidir. Her ne kadar İngiliz kolluk birimlerini doğrudan kontrol
eden ve yönlendiren merkezi bir birim yoksa da, İçişleri Bakanlığı, prensipler ve
ilkeler ihdas ederek ve bazı atamalardaki yetkilerini kullanarak bu işlevi yerine
getirmektedir.
Burada, özgürlüğüne düşkün ve bu mücadeleyi yüzyıllardır, nesiller boyu
sürdüren özgürlükçü kamuoyunun varlığını da unutmamak gerekir. Zira İngiliz
kurumları varlıklarını, Magna Carta’dan başlayarak, yüzyıllara dayanan büyük
mücadelelere borçludurlar. Türkiye ve benzeri bazı ülkelerde olduğu gibi, dar bir
kadronun dayatmaları sonucunda çıkarılmış anayasalar veya diğer mevzuatlarla bir
günde kurulmuş birimler değildirler. Bu sebeplerle de halk bu birimlerin önemine ve
gerekliliğine inandığı müddetçe, hiçbir hükümet onlara esastan dokunmayı ve
değiştirmeyi düşünmemiştir. Ayrıca, bu özgürlüğüne düşkün halk sayesinde, iç
güvenlik kurumlarının insan haklarına saygılı ve adil bir şekilde çalışması için
gerekli mekanizmaları da ciddi bir şekilde önemsemişlerdir. Silah taşımamaları, iç
güvenlik hizmetinin yerelleştirilmesi, her türlü sivil denetim yollarının açık tutulması
gibi örnekler bu bağlamda hatırlanabilir.
İngiliz polisi; teamülleri, uygulamaları, kılık kıyafeti ve kullandığı rütbe
unvanlarıyla, yaklaşık olarak ülkenin bütününde aynı özellikleri göstermesine
karşılık, Türk kolluk birimleri birbirlerinden çok farklı teamüllere, gelenek ve
göreneklere, kıyafetlere, unvanlara ve ekonomik ve sosyal imkânlara sahiptirler.
305
Zira İngiliz iç güvenlik birimleri merkezi bir çatı örgüte bağlı değilseler de, bunların
uyacakları kurallar, genel prensipler, kullanacakları unvanlar bile İçişleri Bakanlığı
tarafından belirlendiğinden, uygulamada büyük farklılıklarla ve bunun doğuracağı
sakıncalarla karşılaşılmamaktadır.
Hâlbuki Türkiye iç güvenlik aktörleri aynı işi yapmalarına rağmen
kullandıkları
unvanlardan,
giydikleri
üniformaya
kadar
büyük
farklılıklar
gösterebilmektedirler. Bu da adeta, farklı ülkelerin farklı birimleriymiş görüntüsü
vermektedir.
İngiliz polisine Türkiye’den bakınca, daha merkezi olmasının gerektiği ve bu
anlamda Türk kolluk kuvvetleri gibi örgütlenmesi tavsiye ve tercih edilebilir. Bir
diğer ifadeyle, Türkiye’deki merkezi yapının da birçok faydası vardır ve İngiliz
polisi de bu merkezi yapının olumlu taraflarını transfer edebilir.
Buna karşın, Türkiye’deki kolluk sisteminin başarısını arttırmak ve daha
demokrat olmasını sağlamak amacıyla, özellikle Bağımsız Polis Şikâyetleri
Komisyonu benzeri bir yapının kurulması süreci tamamlanmalıdır. Dahası, Türk
kolluk kuvvetlerinin daha hesap verebilir olmasının mekanizmaları yeterli olmadığı
görüldüğünden, gerekli olanlar kurulup işletilmelidir. Bununla beraber, bu
mekanizmaya katkıda bulunacak ve son birkaç yılda kurulan Türkiye Kamu
Denetçiliği, Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru hakkı uygulamalarını de beklemek gerekir.
Bu çalışmanın ortaya koyduğu önemli bir bulgu da, Türk Anayasasında,
kanunlarında ve diğer mer’i mevzuatta, askeri bürokrasiyi güçlü kılan, demokratik
devlet düzeninde olmaması gereken düzenlemeler bulunduğu gerçeğidir. Bunların
ortadan kaldırılması için 10-15 yılda ciddi çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Bu
bağlamda, Türk anayasası başta olmak üzere, birçok mevzuat AB normlarına ve
çağdaş normlara uydurulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalara tam sonuç alınıncaya ve
çağdaş liberal demokrat ülkeler seviyesine ulaşıncaya kadar devam edilmelidir.
Bu çalışmanın gösterdiği bir başka önemli bulgu da, Türkiye’de, sivil
otoritelerin, güvenlik bürokrasi üzerindeki denetiminin etkin ve yeterli olmadığıdır.
Bu bağlamda, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun
306
kurulması ve Anayasa Mahkemesine kişisel başvuru hakkının tanıması gibi yapılan
ciddi yasal düzenlemeler olmakla beraber, bunlar daha birkaç yıllık gelişmelerdir. Bu
konuda daha bilinçli bir kamuoyu oluşması ve hesap veren ve saydam bir iç güvenlik
bürokrasisi elde etmek için, vergi mevzuatı da dâhil, her türlü araç harekete
geçirilmeli, hesap sorma mekanizmaları, dar bürokratik yapılardan ziyade, geniş halk
kitlelerinin emrine verilmelidir.
307
KAYNAKÇA
Akay, Hale, (2009), Türkiye’de Güvenlik Sektörü: Sorular, Sorunlar, Çözümler,
İstanbul: TESEV Yayınları.
Akay, Hale, (2011), “Türkiye’de Asker-Sivil İlişkileri: 2000-2011 Dönemine İlişkin
Bir
Değerlendirme”,
http://www.hyd.org.tr/staticfiles/files/asker_sivil__hale_akay.pdf
(E.T:
06.08.2014).
Akbaba, Burcu, (2006), Ulus Devlet Anlayışı Bağlamında Türkiye’de Ordu Siyaset
İlişkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Akgüner, Tayfun, (1983), 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli
Güvenlik Kurulu, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3162, Siyasal Bilimler
Fakültesi Yayın No:12, İstanbul: Gür-Ay Matbaası.
Aksan, Virginia H., (2004). Ottomans And Europeans: Contacts and Conflicts,
İstanbul: The Isis Press.
Akşin, Sina, (2007), Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
Akın, Fetullah, (1995), “Yeni Bir Değişim Stratejisi Olarak Özelleştirme”, Vedat
Bilgin, Erdinç Yazıcı, Fetullah Akın, Aydın Başbuğ ve Ahmet Nuri Yurdusev
(Ed.), İkibine Beş Kala Türkiye ve Dünya, Ankara: Türk Metal Sendikası
Yayınları.
Akyeşilmen, Nezir, (2009), “Yasama: Türkiye Büyük Millet Meclisi”, Ali
Bayramoğlu ve Ahmet İnsel (Ed.), Almanak Türkiye 2006-2008, Güvenlik
Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.13-22.
Alderson, John, (1979), Policing Freedom A Commentary on the Dilemmas of
Policing in Western Democracy, Exeter: Macdonald and Evans.
308
Alpkaya, Faruk, (1998), Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurulması (1923-24), İstanbul:
İletişim Yayınları.
Arslan, Zühtü, (2006a), “11 Eylül Sonrasında Yeni Güvenlik Anlayışı, İnsan Hakları
ve Demokratik Kolluk”, Polis Bilimleri Dergisi, 8(2), ss.121-136.
Arslan, Zühtü, (2006b), “Hükümet”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak Türkiye 2005,
Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.2231.
Arslan, Zühtü ve Eryılmaz, Bedri, (2006), “Mülki İdare Amirleri ve Kolluk İlişkisi
ve Temel Hakların Korunması”, Son Rapor, Yayınlanmamış rapor.
Association
of
Chief
Police
Officers
(ACPO),
(2014),
http://www.npcc.police.uk/NPCCBusinessAreas/Default.aspx
(E.T:
20.03.2014).
Ateş, Hamza, (2003), “Postbürokratik Kamu Yönetimi”, Asım Balcı, Ahmet
Nohutçu, Namık Kemal Öztürk ve Bayram Coşkun (Ed.), Kamu Yönetiminde
Çağdaş Yaklaşımlar-Sorunlar, Tartışmalar, Çözüm Önerileri, Modeller,
Dünya ve Türkiye Yansımaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss. 57-60.
Aydın, Ahmet Hamdi, (2002), “Özel Güvenlik Teşkilatı: Kuruluşu, Görevleri,
Yetkileri”, Polis Bilimleri Dergisi, 4(1-2), ss.123-136.
Aydın, Ahmet Hamdi, (2013), Türk Kamu Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Aykaç, Burhan, (1997), Kamu Bürokrasisi ve Türk Kamu Personel Yönetiminde
Bürokratik Eğilimler, Ankara: YÖK Matbaası.
Baldwin, Robert ve Kinsey, Richard, (1982), Police Powers and Politics, London:
Quartet Boks Limited.
Başbuğ, Aydın, (1997), “Ya Milli Güvenlik Kurulu Ya Demokratik Cumhuriyet”,
Yeni Türkiye, 18, ss. 1288-1292.
309
Bayley, David H., (1985), Patterns of Policing: A Comparative International
Analysis, New Brunswick: Rutgers University Pres.
BBC NEWS, (1990), “Rioting inmates take over Strangeways”, 01 Nisan 1990,
http://news.bbc.co.uk/onthisday/hi/dates/stories/april/1/newsid_4215000/421
5173.stm (E.T: 20.05.2014).
BBC NEWS (2004) “So what exactly is multiculturalism?”, 05 Nisan 2004,
http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/3600791.stm (E.T: 11.07.2014).
BBC NEWS, (2005), “Man Shot Dead by Police on Tube”, 22 Temmuz 2005,
http://news.bbc.co.uk/1/hi/uk/4706787.stm (E.T: 07.07.2014).
Belge, Murat, (2011), Militarist Modernleşme, Almanya, Japonya, Türkiye, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Bent, A. Edward, (1974), The Politics of Law Enforcement, Toronto: D.C Heath and
Company.
Beren, Fatih, (2010), İç Güvenlik İstihbaratında Saydamlık- Etkililik İlişkisi,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri
Enstitüsü.
Berksoy, Biriz (2013), “Türkiye’de Ordu, Polis ve İstihbarat Teşkilatları: Yakın
Dönem Gelişmeler ve Reform İhtiyaçları”, İstanbul: TESEV Yayınları.
http://www.tesev.org.tr/assets/publications/file/12653TR_GuvenlikSektorOze
ti15_04_13onay.pdf (E.T: 13.03.2014).
Bilgi
Teknolojileri
ve
İletişim
Kurumu,
(2014),
http://www.btk.gov.tr/tr-
TR/Birimler-Gorevleri (E.T: 04 Nisan 2014).
Bilgiç, Veysel K., (2003), “Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı”, Asım Balcı, Ahmet
Nohutçu, Namık Kemal Öztürk ve Bayram Coşkun (Ed.), Kamu Yönetiminde
Çağdaş Yaklaşımlar-Sorunlar, Tartışmalar, Çözüm Önerileri, Modeller,
Dünya ve Türkiye Yansımaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss. 25-38.
310
Bilgiç, Veysel K., (2005), Yönetim ve Güvenlik: Güncel Sorunlar ve Çözüm
Önerileri, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Bilgin, Vedat, (1997), “Türkiye'de Anti Demokratik Geleneğin Gücü Nereden
Geliyor?”, Yeni Türkiye, 17, ss. 25-43.
Bilici, Nurettin, (2000), “Dolaylı-Dolaysız Vergiler Dengesi (Veya Dengesizliği)”,
Falay, Nihat, Şahin, Mehmet ve Kesik, Ahmet, (Ed.), Kamu Maliyesine Yeni
Bakış (Teori ve Uygulama), Ankara: Seçkin Yayıncılık. ss.195-209.
Bilici, Nurettin ve Bilici, Adem, (2013), Kamu Maliyesi, 2. Baskı, Ankara: Seçkin
Yayıncılık.
Born, Hans, (2003), Güvenlik Sektörünün Parlamenter Gözetimi: İlkeler,
Mekanizmalar ve Uygulamalar, Esra Ortakan Kaliber ve Alper Kaliber (çev.),
İstanbul: TESEV Yayınları.
Boylan-Kemp, Jo, (2011), English Legal System-The Fudamentals, Second Edition,
London: Sweet&Maxwell Limited.
British
Transport
Police,
(BTP),
(2014),
http://www.btp.police.uk/about_us/our_vision,_mission_and_values.aspx
(E.T: 21.01.2014).
Buğra, Tarık, (1982), Osmancık, Cihan Devletini Kuran İrade, Şuur ve Karakter,
İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş.
Bunyan, Tony, (1976), The History and Pracrice of The Political Police in Britain,
London: Julian Friedmann Publishers Ltd.
Burns, T. and Stalker, G. M., (1961), The Management of Innovation, London:
Tavistok.
Cerrah, İbrahim ve Semiz, Emin, (Haz.), (1998), 21. Yüzyılda Polis, Temel SorunlarÇağdaş Yaklaşımlar, Ankara: EGM Asayiş Daire Başkanlığı.
311
Cerrah, İbrahim, (2006), “Polis”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak Türkiye 2005, Güvenlik
Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss. 82-95.
Cerrah, İbrahim, (2011), Demokratik Toplumlarda İçgüvenlik, Ankara: Polis
Akademisi Yayınları.
Choongh, Satnam, (1997), Policing As Social Discipline, Oxford: Oxford University
Press.
Cıvaoğlu, Güneri, (2012), “PKK’lı ve Türk Milliyetçisi Oğlu”, Milliyet, 14 Ekim
2012,
http://www.milliyet.com.tr/pkk-li-ve-turk-milliyetcisi-
oglu/siyaset/siyasetyazardetay/14.10.2012/1611339/default.htm
(E.T:
20.04.2014).
Crawshaw, Ralph; Devlin, Barry ve Williamson, Tom, (1998), Human Rights and
Policing, Standards for Good Behaviour and a Strategy for Change, London:
Kluwer Law International.
Critchley, T. A., (1967), A History of Police in England and Wales, London: The
Garden City Pres Ltd.
Çam, Esat, (1993), Devlet Sistemleri, İstanbul: Der Yayınları.
Çadırcı, Musa, (2007), Tanzimat Sürecinde Türkiye: Ülke Yönetimi, Ankara: İmge
Kitabevi.
Çankal, Bilal, (2010), İçgüvenlik Amaçlı İstihbarat Faaliyetlerinin Kurumsal ve
Toplumsal Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Polis
Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü.
Çelik, Seydi, (2008), Osmanlı’dan Günümüze Devlet ve Asker, Askeri Bürokrasinin
Anayasal Sistem İçerisindeki Yeri, İstanbul: Salyangoz Yayınları.
Çevik, Hasan Hüseyin, (2007a), Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Ankara:
Seçkin Yayıncılık.
312
Çevik, Hasan Hüseyin, (2007b), “Örgüt Teorilerinde Değişim Çizgisi”, Bilal
Eryılmaz; Musa Eken ve Mustafa Lütfi Şen (Ed.), Kamu Yönetimi Yazıları
Teoride Değişim, Yeniden Yapılanma, Sorunlar ve Tartışmalar, Ankara:
Nobel Yayınları, ss. 145-170.
Çevik, Hasan Hüseyin (d.), (2008), Karşılaştırmalı Polis Yönetimi, Ankara: EGM
Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı.
Çevik, Hasan Hüseyin, (2010), Kamu Yönetimi, Kavramlar-Sorunlar-Tartışmalar, 1.
Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Çevik, Hasan Hüseyin, (2012), Kamu Yönetimi, Kavramlar-Sorunlar-Tartışmalar, 2.
Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Çevik, Hasan Hüseyin; Göksu, Turgut; Filiz, Orhan ve Gül, Serdar Kenan, (2010),
Güvenlik Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Çevik, Hasan Hüseyin ve Demirci, Süleyman, (2008), Kamu Politikası Kavramlar,
Aktörler, Süreç, Modeller, Analiz, Karar Verme, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Çevik, Hasan Hüseyin ve Göksu, Turgut, (2007), Güvenlik Personeli İçin Polis-Halk
İlişkileri, Güvenlikte İletişim, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Çevikbaş, Rafet, “Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı ve Türkiye Uygulamaları”,
Ekonomi ve Yönetim Araştırmaları Dergisi, c.1, s.2, Aralık 2012.
https://www.google.com.tr/#q=%C3%87evikba%C5%9F%2C+Rafet%2C+%
E2%80%9CYeni+Kamu+Y%C3%B6netimi+Anlay%C4%B1%C5%9F%C4
%B1+ve+T%C3%BCrkiye+Uygulamalar%C4%B1%E2%80%9D%2C+Ekon
omi+ve+Y%C3%B6netim+Ara%C5%9Ft%C4%B1rmalar%C4%B1+Dergisi
+1(2)%2C+Aral%C4%B1k+2012.+ (E.T:03.04.2015).
Çınar, Bekir, (1997), Devlet Güvenliği, İstihbarat ve Terör, Ankara: Sam Yayın.
313
Çufalı, Mustafa, (2002), “Türk Polis Tarihi”, Hasan Hüseyin Çevik ve Turgut Göksu
(Ed.), Türkiye’de Devlet, Toplum ve Polis, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss.1929.
Davenport, Justin ve Hughes, Tammy, (2014), “I’ll Leave Embassy Soon, Says
Assange”, London Evening Standard, 18 Ağustos 2014, s.1.
Davies, Malcolm; Croall, Hazel ve Tyrer, Jane, (2010), Criminal Justice, Fourth
Edition, Essex: Pearson Education Limited.
Davies, Norman, (1998), Europe, A History, A Panorama Of Europe, East and West,
From The Ice Age To The Cold War, From The Urals To Gibraltar, New
York: Harper Perental.
Davutoğlu, Ahmet, (2010), Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 47.
Basım, İstanbul: Küre Yayınları.
Deacon, Russell, (2012), Devolution İn The United Kingdom, Second Edition,
Edinburgh: Edinburgh University Press.
Durgun, Şenol, (2003), “Türkiye'de Bürokratik Siyaset”, Burhan Aykaç, Şenol
Durgun ve Hüseyin Yayman (Ed.), Türkiye'de Kamu Yönetimi, Ankara: Yargı
Yayınevi, ss. 203-223.
Efendi, Mehmet, (1995), Sayıştay’ın Verimlilik Etkinlik ve Tutumluluk (VET)
Denetimi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu
Amme İdaresi Enstitüsü.
Emniyet
Genel
Müdürlüğü
(EGM),
(2014),
ttp://www.egm.gov.tr/Documents/emniyet_genel_mudurlugu_Stratejik_Plani.
pdf, (E.T: 23.03.2014).
Emre, Cahit, (1997), Karşılaştırmalı Kamu Yönetimine Giriş, Ankara: Siyasal
Kitabevi.
314
Emsley, Clive, (1991), The English Police A Political And Social History, London:
Addison Wesley Longman Limited.
Engin, Tuncay, (2008), Mülki İdare Amirlerinin Kolluk Birimleri ile Olan İlişkileri,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Polis Akademisi Güvenlik
Bilimleri Enstitüsü.
England and Wales and Northern Ireland Serious Fraud Office (SFO), (2014),
http://www.sfo.gov.uk/about-us/who-we-are.aspx (E.T: 31.12.2013).
England and Wales Assosiation Police and Crime Commissioners (APCC) (2014),
http://apccs.police.uk/role-of-the-pcc/ (E.T: 22.11.2013).
Erdal, Meryem, (2009), “Yürütme”, Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel (Ed.), Almanak
Türkiye 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul:
TESEV Yayınları, ss.23-33.
Erdoğan, Mustafa, (2008), Türkiye'de Anayasalar ve Siyaset, Ankara: Liberte
Yayınları.
Eren, Erol, (2009), Yönetim ve Organizasyon (Çağdaş ve Küresel Yaklaşımlar),
İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
Ergut, Ferdan, (2004), Modern Devlet ve Polis: Osmanlı’dan Cumhuriyete
Toplumsal Denetimin Diyalektiği, İstanbul: İletişim Yayınları.
Eroğlu, Haldun, (2007), Osmanlılar Yönetim ve Strateji, İstanbul: Bilimevi Basın
Yayın.
Eroğul, Cem, (1996), Çağdaş Devlet Düzenleri, (İngiltere, Amerika, Fransa),
Ankara: İmaj Yayıncılık.
Eryılmaz, Bedri, (2009), İnsan Hakları Prensipleri Işığında Kolluk Uygulamalarının
Denetimi, Ankara: İçişleri Bakanlığı Yayını.
Eryılmaz, Bilal, (1991), Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, Ankara: İşaret
Yayınları.
315
Eryılmaz, Bilal, (2004), Bürokrasi ve Siyaset, İstanbul: Alfa Yayınları.
Eryılmaz, Bilal, (2008), Bürokrasi ve Siyaset-Bürokratik Devletten Etkin Yönetime,
İstanbul: Alfa Basın Yayım Dağıtım Ltd. Şti.
Eryılmaz, Bilal, (2009), Kamu Yönetimi, Ankara: Okutman Yayıncılık.
Eryılmaz, Bilal, (2010), Kamu Yönetimi, Düşünceler, Yapılar, Fonksiyonlar, Ankara:
Okutman Yayıncılık.
Exeter Council, (2014), http://www.exeter.gov.uk/index.aspx?articleid=8919, (E.T:
14.04.2014).
Farrell, David M., (2011), Electoral Systems, A Comparative Introduction, London:
Palgrave Macmillan Publishers Limited.
Financial Times, (2014), Whitehall Farce On Digital Display, 20 Ağustos 2014, s.8.
Fişek, Kurthan, (2012), Yönetim, 4. Baskı, Ankara: Kilit Yayınları.
Fındıklı, Remzi, (1997), “Kamu Yönetiminin Kolluk Gücü Olarak Polis ve Polis
Yönetiminde Çağdaş Gelişmeler”, 21. Yüzyılda Nasıl Bir Kamu Yönetimi
Sempozyumu, Ankara: TODAİE.
Fındıklı, Remzi, (1993), İngiliz Polis Teşkilatı, Ankara: Akit Yayıncılık.
Garnett, Mark ve Lynch, Phlip, (2012) Exploring British Politics, Third Edition,
Essex: Pearson Education Limited.
Genç, Nurullah, (2004), Yönetim ve Organizasyon, Çağdaş Sistemler ve Yaklaşımlar,
2.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Göksu, Turgut; Çevik, Hasan Hüseyin; Filiz, Orhan ve Gül, Serdar Kenan, (2011),
Güvenlik Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayınları.
Görmez, Kemal, (1993), Yerel Demokrasi ve Türk Belediyeciliği, Ankara: Hizmet-İş
Sendikası Yayınları.
316
Görmez, Kemal, (1997), Yerel Demokrasi ve Türkiye, Ankara: Vadi Yayınları.
Göyünç, Nejat, (1999), “Osmanlı ve Devleti -Kuruluşunun 700. Yılı Münasebetiyle”,
Türkiye Günlüğü, 58, ss. 23-27, Ankara.
Göze, Ayferi, (2000), Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Basım
Yayım Dağıtım A.Ş.
Gözübüyük, A. Şeref, (2003), Yönetim Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi.
Gümrük
Muhafaza
Teşkilatı,
(2014),
https://www.gtb.gov.tr/kurumsal/hakkimizda/tarihce (E.T: 22.04.2014).
Grant, Moyra, (2009), The UK Parliament, Edinburgh: Edinbugh Univeristy Press.
Great
Britain
Health
and
Safety
Executive
(HSE),
(2014),
www.hse.gov.uk/foi/internalops/ocs/300-399/334_2/) (E.T: 30.05.2014).
Great
Britain
National
Ballistics
Intelligence
Servic
(NABİS),
(2014),
Agency
(2014),
http://www.nabis.police.uk/About-Us (E.T: 23.01.2014).
Great
Britain
Vehicle
and
Operator
Services
https://www.gov.uk/government/organisations/vehicle-and-operator-servicesagency (E.T: 28.06.2014).
Great
Britain
Driving
Standards
Agency
(2014),
https://www.gov.uk/government/organisations/driving-standardsagency/about (E.T: 27.07.2014).
Great
Britain
Driver
and
Vehicle
Licensing
Agency,
(2014),
https://www.gov.uk/government/organisations/driver-and-vehicle-licensingagency (E.T: 22.02.2014).
Güney, Mehmet Sait, (2011), Türkiye’de İç Güvenlik Bürokrasisi, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü.
Hain, Peter (ed.) (1979), Policing The Police, London: John Calder Publishers Ltd.
317
Hale, William, (1996), Türkiye 'de Ordu ve Siyaset, Ahmet Fethi (çev.), İstanbul: Hil
Yayın.
Hanioğlu, M. Şükrü, (1989), “Tanzimat Bürokrasisine Dönüş Arzuları ve Jön
Türkler”, Türkiye Günlüğü, 8, ss. 56-59.
Harrison, Brian, (1996), Transformation of British Politics 1860-1995, Oxford:
Oxford University Press.
Hart, J.M., (1951), The British Police, London: The Whitefriars Pres Ltd.
Health and Security Executive (HSE), (2014), http://www.hse.gov.uk/contact/ (E.T:
21.04.2014).
Held, David, (2006), Models of Democracy, Third Edition, Cambridge: Polity Press.
Heper, Fethi, (1981), Toplumsal Yapı İle Vergi Yapıları Arasındaki İlişkiler,
Eskişehir: Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları No
126/148.
Heper, Metin, (1973), Modernleşme ve Bürokrasi, Ankara: Sosyal Bilimler Derneği
Yayınları.
Heper, Metin, (1974a), Bürokratik Yönetim Geleneği, Ankara: ODTÜ Yayınları.
Heper, Metin, (1974b), “Değişen Türkiye'de Bazı Üst Kademe Yöneticiliği”, AİD,
7(2), ss.1-23.
Heper, Metin, (1977), Türk Kamu Bürokrasisinde Gelenekçilik ve Modernleşme,
İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
Heper, Metin, (1985), The State Tradition in Turkey, Beverley: Eothen Press.
Heper, Metin, (2006), Türkiye Sözlüğü Siyaset, Toplum ve Kültür, Ankara: Doğu Batı
Yayınları.
318
Her
Majesty's
Revenue
and
Customs
(HMRC),
(2014),
https://www.gov.uk/government/organisations/hm-revenue-customs/about
(E.T: 20.12.2013).
Heywood, Andrew, (2008), Essentials of UK Politics, Basingstoke: Palgrave
Macmillan.
Holdaway, Simon, ed.(1979), The British Police, London: Edward Arnold Limited.
Home Affairs Committee, (1997), First Report. Police Complaints and Diciplinary
Procedures, London: The Stationery Office Limited.
Home Office Research Study 93, (1987), The Police Complaints Procedure A Survey
of Complainants’ Views, London: Her Majesty’s Stationery Office.
Hughes, Owen, E., (2012), Public Management and Administration, Fourth Edition,
New York: Palgrave Macmillan Publishers Limited.
Ian, Bache and George, Stephen, (2006), Politics In The European Union, Second
Edition, Oxford: Oxford University pres.
Independant
Police
Complaint
Commission
http://www.ipcc.gov.uk/reports/learning-the-lessons/library
(IPCC),
(E.T:
20.01.2014).
International Monetary Fund (IMF), (2014), http://www.imf.org/external/index.htm,
(E.T: 20.11.2013).
İnalcık, Halil, (2000), Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1. Cilt,
Halil Berktay (çev.), İstanbul: Eren Yayıncılık.
İnalcık, Halil, (2006), Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Ruşen Sezer
(çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
İnalcık, Halil, (2011), Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı, Devlet, Kanun,
Diplomasi, İstanbul: Timaş Yayınları.
319
James, Wilson Q. (1996), Bürokrasi, Doğan Canman vd. (çev.), Ankara: TODAİE
Yayınları.
Jandarma Genel Komutanlığı (JGK), (2014), http://www.jandarma.tsk.tr/ (E.T:
30.03.2014).
Jason-Lloyd, Leonard, (2000), An Intruduction To Policing and Police Powers,
London: Cavendish Publishing Limited.
Johnston, Philip, (2013), “The National Crime Agency: Does Britain need an FBI?”,
Telegraph, 07 Ekim 2013, http://www.telegraph.co.uk/news/uknews/law-andorder/10361009/The-National-Crime-Agency-Does-Britain-need-an-FBI.html
(E.T: 02.02.2014).
Jreisat, Jamil E., (2004), “Governance in a Globalizing World”, International
Journal of Public Administration, 27(13-14), ss.1003-1029.
Judge, David, (2005), Political Institutions In The United Kingdom, Oxford: Oxford
University Press.
JUSTICE,
(2014),
https://www.gov.uk/government/organisations/hm-courts-and-
tribunals-service (E.T: 23.02.2014).
Kamu
Denetçisi,
(2014),
http://www.ombudsman.gov.tr/custom_page-325-
kanun.html (E.T: 23.06.2014).
Kamu
Düzeni
ve
Güvenliği
Müsteşarlığı,
(2014),
http://www.kdgm.gov.tr/snetix/solutions/KDGM/resources/uploads/files/strat
ejikplan.pdf (E.T: 30.03.2014).
Kara
Kuvvetleri
Komutanlığı,
(2014),
http://www.kkk.tsk.tr/KKKHakkinda/KKKtarihce.aspx (E.T: 23.04.2014).
Karaer, Tacettin, (1987), “12 Eylül ve Türk Kamu Yönetiminin Yeniden
Düzenlenmesi”, AİD, 20(3), ss. 29-54.
320
Karakaş, Eser, (2009), “Askeri Harcamaların ve Askeri Malların Parlamenter ve
Yargısal (Sayıştay) Denetimi”, Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel (Ed.),
Almanak Türkiye 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim,
İstanbul: TESEV Yayınları, ss.176-178.
Karaosmanoğlu, Fatih, (2010), Küreselleşme Perspektifinden İç Güvenlik ve Sivil
Denetim, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Karasu, Koray (2004), “İngiltere”, Birgül Ayman Güler (ed.), Kamu Yönetimi Ülke
İncelemeleri, Ankara: SBF Yayını, Yayın No:1, ss.115.
Kargin, Vedat, (2011), Peer Reporting of Unethical Police Behavior, El Paso (ABD):
LFB Scholarly Publishing LLC.
Karpat, Kemal H., (1996), Osmanlı İmparatorluğunda Reform Hareketleri, Türk
Demokrasi Tarihi Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, İstanbul: Afa
Yayınları.
Karpat, Kemal H., (2000), (Ed). Ottoman Past and Today’s Turkey, Boston: Brill.
Leiden.
Karpat, Kemal H., (2006), Osmanlı'da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma, Dilek
Özdemir (çev.), Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Karpat, Kemal H., (2007), Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi 1876-1980, Esin
Soğancılar (çev.), Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Kili, Suna, (2003), The Ataturk Revolution. A Paradigm of Modernization, Istanbul:
Şefik Matbaası.
King, Anthony, (2007), The British Constitution, Oxford: Oxford University Press.
Köker, Levent, (2008), Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye, Ankara: Dipnot Yayınları.
Köktaş,
Arif,
(2011),
“Sınır
Güvenlik
Birimi
Kurma
Çalışmaları”,
(http://www.sde.org.tr/userfiles/file/Sinir%20Birlikleri%20Analiz.pdf
321
(E.T: 01.03.2014).
Köktaş, Arif ve Yılmaz, Ömer, (2010), “Avrupa Birliği Entegre Sınır Yönetimi
Modeli: Schengen Sözleşmesi’nden Stockholm Programına”, Polis Bilimleri
Dergisi, 1(2), ss.1-22.
Küçükömer, İdris, (2007), “Batılılaşma” Düzenin Yabancılaşması, İstanbul: Bağlam
Yayıncılık.
Kuyaksil, Ali ve Tiyek, Musa, (2003), “Türkiye’de Güvenlik Hizmeti Olarak Özel ve
Gönüllü Güvenlik”, Polis Bilimleri Dergisi, 5(2), ss. 65-94.
Lewis, Bernard, (2009), Modern Türkiye’nin Doğuşu, 3. Baskı, Ankara: Arkadaş
Yayınları.
Lewis, Bernard, (2013), Ortadoğu, İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi, 9. Baskı, Selen Y.
Kölay (çev.), Ankara: Arkadaş Yayınevi.
Loftus, Bethan, (2009), Police Culture in a Changing World, Oxford: Oxford
University Pres.
Macpherson, Sir William, (1999), The Stephen Lawrence Inquiry Report,
http://newsvote.bbc.co.uk/hi/english/static/special_report/1999/02/99/stephe_
lawrence/report/default.htm#Introduction (E.T: 01.01.2014).
Mali
Suçları
Araştırma
Kurulu
(MASAK),
(2014),
http://www.masak.gov.tr/tr/content/gorev-ve-yetkiler/39 (E.T: 12.02.2014).
Mango, Andrew, (1998), Turkey, London: Thames and Hudson.
Mardin, Şerif, (2006), Türkiye'de Toplum ve Siyaset-Makaleler 1, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Martin, Jacqueline, (2013), The English Legal System, 7th Edition, London: Hodder
Education.
322
Mawby, Rob I., (1990), Comparative Policing Issues: The British and American
Experience in International Perspective, London: Unwin Hayman.
McCarthy, Justin, (2001), The Ottoman Peoples and the End of Empire, Great
Britain: Hodder Arnold.
McLean, Iain and McMillan, Alistair, (2009), Oxford Concise Dictionary of Politics,
Third Edition, Oxford: Oxford University Pres.
MET, (2014), http://content.met.police.uk/Site/about (E.T: 20.06.2014).
Milli
Güvenlik
Kurulu
(MGK),
(2014),
http://www.mgk.gov.tr/index.php/kurumsal/mevzuat/mgk-ve-mgk-gensekkanunu (E.T: 17.03.2014).
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), (2014), http://www.mit.gov.tr/gorev.html (E.T:
22.04.2014).
Mises, Ludvig Von, (2000), Bürokrasi, Feridun Ergin (çev.), Ankara: Liberte
Yayınları.
Moran, Michael, (2000), Politics and Governance In The UK, New York: Palgrave
MacMillan.
Morgan, Rod ve Newburn, Tim, (1997), The Future of Policing, Oxford: Clarendon
Press.
Mulholland, Helene, (2012), “Police and crime commissioner elections: who, what
and
why-Q&A”,
The
Guardian,
13
Kasım
2012,
http://www.theguardian.com/uk/2012/nov/13/police-crime-commissionerelections-explained (E.T: 21.12.2013).
National
Crime
Agency
(NCA),
(2014),
http://www.nationalcrimeagency.gov.uk/about-us/what-we-do/intelligenceand-operations-directorate/border-policing-command (E.T: 25.06.2014).
323
National
Wildlife
Crime
Unit
(NWCU),
(2014),
http://www.nwcu.police.uk/about/mission-statement/ (E.T: 24.01.2014).
Nohutçu, Ahmet, (2010), Kamu Yönetimi, Ankara: Savaş Yayınevi.
Norton, Phlip, (2011), The British Polity, 5th Edition, London: Pearson Eucation.
Newburn, Tim, (ed.) (2008), The Handbook of Policing, Second Edition,
Cullompton: Willian Publishing.
Office
of
National
Statistics
(ONS),
(2014),
http://www.ons.gov.uk/ons/publications/index.html (E.T: 01.07.2014).
Oliver, Ian, (1997), Police, Government and Accountability, Ipswich: The Ipswich
Book Company Ltd.
Orman Genel Müdürlüğü (OGM), (2014), “Orman Genel Müdürlüğü Tarihi”,
http://web.ogm.gov.tr/Sayfalar/tarihcemiz.aspx (E.T: 01.08.2014)
Onar, Sıddık Sami, (2003), “İdare İlmi ve İdare Hukuku Bakımından Türkiye'nin
İdari ve Hukuki Bünyesinin Geçirdiği İstihaleler ve Bugünkü Durum”,
Burhan Aykaç, Şenol Durgun ve Hüseyin Yayman (Ed.), Türkiye'de Kamu
Yönetimi, Ankara: Yargı Yayınevi, ss. 3-34.
Ortaylı, İlber, (1999), İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 1. Baskı, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Ortaylı, İlber, (2001), Gelenekten Geleceğe, İstanbul: Hil Yayınları.
Ortaylı, İlber, (2008), Tarihimiz ve Biz, İstanbul: Timaş Yayınları.
Ortaylı, İlber, (2011), Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, 31. Baskı, İstanbul: Timaş
Yayınları.
Öz, Esat, (1996), Otoriterizm ve Siyaset- Türkiye'de Tek Parti Rejimi ve Siyasal
Katılma, Ankara: Yetkin Yayınları.
Özbudun, Ergun, (2009), Türk Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları.
324
Özcan, Gencer, (2006), “Milli Güvenlik Kurulu”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak Türkiye
2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları,
ss.32-45.
Özden, Kemal, (2005), Ombudsman Yeni Yönetim Anlayışı İçin Bir Model, İstanbul:
Tasam Yayınları.
Özer, Mehmet Akif, (2012), Yeni Kamu Yönetimi, Ankara: Barış Yayınları.
Öztaş, Nail, (2013), Yönetim, Örgüt ve Yönetim Kuramları, Ankara: Otorite
Yayınları.
Öztürk, Saygı ve Yurteri, Kemal, (2011), MGK Dünü ve Bugünüyle Milli Güvenlik
Kurulu, İstanbul: Doğan Kitap.
Parlak, Bekir ve Sobacı, Zahid, (2005), Kuram ve Uygulamalarda Kamu YönetimiUlusal ve Global Perspektifler, Bursa: Alfa Akademi.
Peele, Gillian, (2004), Governing The UK, British Politics in The 21st Century,
Oxford: Blackwell Publishing.
Pike, Michael S., (1985), The Principles of Policing, London: The Macmillan Press
Ltd.
Reiner, Robert, (1978), The Blue-Coated Worker, A Sociological Study of Police
Unionism, Cambridge: Cambridge University Press.
Reiner, Robert, (1991), Chief Constables, Oxford: Oxford University Press.
Reiner, Robert ve Spencer, Sarah, (ed), (1993), Accountable Policing, Effectiveness,
Empowerment and Equity, London: Premier Printers.
Reiner, Robert, (2000), The Politics of The Police, Third Edition, Oxford: Oxford
University Press.
Roberts, David, (1986), Politics A New Approach, Lancashire: Causeway Press Ltd.
325
Rogers, Robert ve Walters, Rhodri, (2004), How Parliament Works, Fifth Edition,
Essex: Pearson Education Limited.
Ross, David, (2007), Scotland, History of A Nation, Finland: Lomond Boks.
Royalparks, (2014), http://www.royalparks.org.uk/about-us/police (E.T: 30.01.2014).
Sabah, (2012), “TSK’dan Yeni 18 Mart Afişleri”, Sabah, 03 Mart 2012,
www.sabah.com.tr/Gundem/2012/03/14/tskdan-yeni-18-mart-afisleri
(E.T:
25.02.2014).
Sahil
Güvenlik
Komutanlığı
(SGK),
(2014),
http://www.sgk.tsk.tr/baskanliklar/plan_prensipler/gorevler/gorevler.asp (E.T:
19.04.2014).
Sahil Güvenlik Komutanlığı (SGK), (2014), “Sahil Güvenlik Komutanlığı Teşkilat
Yapısı”,
http://www.sgk.tsk.tr/baskanliklar/harekat/organizasyon/organizasyon.asp
(E.T: 03.02.2014).
Sanal, Recep, (2002), Türkiye’de Yönetsel Denetim ve Devlet Denetleme Kurulu,
Ankara: TODAİE Yayını.
Scarman, Lord J., (1982), The Brixton Disorders 10-12th April, London: HMSO.
Schwartz, Richard D. ve Miller, James C., (1964), “Legal Evolution and Societal
Complexity”, American Journal of Sociology vol. 70, ss. 159-69.
Secret Intelligence Service (SIS), (2014), https://www.sis.gov.uk/about-us/what-wedo.html (E.T: 04.01.2014).
Security Service (MI5), (2014), https://www.mi5.gov.uk/home/about-us/what-wedo.html (E.T: 21.03.2014).
Serinkan,
Cafer,
(2007a),
“Mülki
İdare
Amiri
ve
http://www.kolayidare.com/komuk_i/habergoster.asp?id=119
Jandarma”,
(E.T:
03.08.2014).
326
Serinkan,
Cafer,
(2007b),
“Sahil
Güvenlik
Teşkilatı
ve
Mülki
İdare”,
http://www.supermeydan.net/forum176/thread35998.html (E.T: 03.08.2013).
Seyhan, Kazım, (2002), “Polislik ve Suçun Önlenmesi”, Hasan Hüseyin Çevik ve
Turgut Göksu (Ed.), Türkiye’de Devlet, Toplum ve Polis, Ankara: Seçkin
Yayıncılık, ss.173-203.
Sezen, Seriye, (2000), “Milli Güvenlik Kurulu Üzerine”, Amme İdaresi Dergisi,
33(4), ss. 63-83.
Shearing, C. D. ve Leon, J. S., (1976), “Reconsidering The Police Role: A Challenge
To A Challenge Of Popular Conception”, Canadian Journal of Criminology
and Corrections vol. 19, ss. 331 – 45.
Soysal, Tamer, (2002), “Demokrasi İdaresi Üzerine Bir Retorik”, Sosyal Bilimler
Enstitüsü
Dergisi,
(13),
ss.331-341,
http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/17_Soysal.pdf (E.T: 11.02.2014).
Şaylan, Gencay, (1989), “Cumhuriyet Bürokrasisi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul: İletişim Yayınları.
Şafak, Ali ve Şafak, Ahmet Ş., (2003), Güvenlik Kuvvetleri ve Polis Mevzuatı,
Polisin El Kitabı, Ankara: Polis Akademisi Yayını.
Şenel, Alaeddin, (1996), Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayın.
Tan, Turgut, (2002), “Bağımsız İdari Otoriteler veya Düzenleyici Kurullar”, AİD,
35(2), ss.11-37.
Tanör, Bülent, (1996), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), İstanbul:
Afa Yayınları.
Taraf,
(2009),
Pimini
Çekip
Bombayı
Verdi,
26
Ağustos
http://www.taraf.com.tr/haber-pimini-cekip-bombayi-verdi-39631
2009,
(E.T:
20.07.2014).
327
Taylor, F. W., (1997), Bilimsel Yönetimin İlkeleri, Bahadır Akın (çev.), Konya: Çizgi
Yayınları.
T.C.
Londra
Büyükelçiliği
Ticaret
Müşavirliği,
(2014),
http://www.musavirlikler.gov.tr/index.cfm?ulke=LONvedil=TRveSubmit=Gi
ri%C5%9F (E.T: 20.02.2014).
Telekomünikasyon
İletişim
Başkanlığı
(TİB),
(2014),
http://www.tib.gov.tr/kat/baskanlik (E.T: 03.01.2014).
Tepe, Veysel, (1995), Parlamentonun Sayıştay Vasıtasıyla Yürütme Organını
Denetlemesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Türkiye ve
Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü .
Thatcher, Margaret, (1995), The Path To Power, London: Harper Collins Publishers.
The
European
Commission,
Regular
Report
on
Turkey,
(2005),
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2005/package/s
ec_1426_final_progress_report_tr_en.pdf (E.T: 30.07.2014).
The
UK
Border
Agency
(UKBA),
(2014),
https://www.gov.uk/government/organisations/uk-visas-andimmigration/about (E.T: 20.03.2014).
The
UK
Fire
and
Rescue
Authorities
(FİRE
SERVİCE),
(2014),
http://www.fireservice.co.uk/history/onthisday (E.T: 04.02.2014).
The
UK
National
Statistics,
(2014),
https://www.gov.uk/government/statistics/announcements (E.T: 01.07.2014).
The UK Government, (2014), https://www.gov.uk/browse/justice (E.T: 25.06.2014).
The UK Homeoffice, (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/homeoffice/about (E.T: 15.03.2014).
328
The
UK
Parliament,
(2014),
http://www.parliament.uk/business/committees/
committees-a-z/commons-select/home-affairs-committee/role/
(E.T:
19.06.2014).
The UK Police, (2014), http://www.police.uk/volunteering/ (E.T: 20.02.2014).
The
Parliamentary
And
Health
Service
Ombudsman,
(2014),
http://www.ombudsman.org.uk/about-us/who-we-are (E:T: 24.06.2014).
The Civil Nuclear Constabulary (CNC), (2014), https://www.gov.uk/government/
organisations/civil-nuclear-constabulary (E.T: 25.01.2014).
The Ministry of Defance Police (MOD), (2014), http://www.mod.police.uk/ourpurpose.html (E.T: 21.03.2014).
The
Crown
Prosecutıon
Servıce
(CPS),
(2014),
http://www.cps.gov.uk/legal/index.html (E.T: 20.04.2014).
Torry, Michel and Morris, Norval, (1992), Modern Policing, Chicago ve London:
University of Chicago Press.
Tortop, Nuri; İsbir, Eyüp G.; Aykaç, Burhan; Yayman, Hüseyin ve Özer, M. Akif,
(2010), Yönetim Bilimi, 8. Baskı, Ankara: Nobel Yayınları.
Toynbee, Arnold, (1976), Mankind and Mother Earth, A Narrtive History of The
World, London: Oxford University Pres.
Turpin, Colin ve Tomkins, Adam, (2011), The British Government and The
Constitution, Seventh Edition, Cambridge: Cambridge University Press.
Türk Dil Kurumu, (1988), Türkçe Sözlük, Yeni Baskı, Ankara.
Türk
Dil
Kurumu,
(2014),
Büyük
Sözlük,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.G
TS.55a6357740d5f4.30520182 (E.T: 30.01.2013).
329
Türkiye
İstatistik
Kurumu
(TÜİK),
(2015),
http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (E.T: 08.02.2015).
Türköne, Mümtazer, (2014), Siyaset, İstanbul: Etkileşim Yayınları.
UK Intelligence And Security, (2014), http://www.faqs.org/espionage/Ul-Vo/UnitedKingdom-Intelligence-and-Security.html (E.T: 20.02.2014).
Ulaştırma,
Denizcilik
ve
Haberleşme
Bakanlığı
(UDHB),
(2014),
http://www.udhb.gov.tr/doc/siberg/SOME_Teblig.pdf (E.T: 18.01.2014).
Uzun, Şentürk, (2003), “Büyük Britanya Yönetim Sistemi”, Koraltay Nitas (Ed.),
21. Yüzyılda Yönetim, Ankara: Türk İdari Araştırmalar Vakfı Yayınları,
Yayın No:2, ss.605-612.
Valuation
Offıce
Agency
(VOA),
(2014),
https://www.gov.uk/government/organisations/valuation-office-agency (E.T:
30.01.2014).
Weber, Max, (1978), “Economy and Society an Outline of Interpretive Sociology II”,
California: University of California Press.
Wright, Alan, (2002), Policing An Introduction To Concepts and Practice,
Cullompton: Willian Publishing.
Yalçındağ, Selçuk, (1970), “Kamu Yönetimi Sisteminin Tarihsel Evrimi Üzerine
Notlar”, AİD, 5(2), ss.19-51.
Yargıtay, (2014), http://www.yargitay.gov.tr/index2.php?pgid=6 (E.T: 23.04.2014).
Yıldız, Ahmet, (2006), “Türkiye Büyük Millet Meclisi”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak
Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV
Yayınları, ss.12-21.
Yazıcı, Erdinç, (2001), “Endüstri İlişkileri Sisteminde Değişimi Üreten Temel
Dinamikler”, Gazi Üniversitesi İİBFDergisi, 3(3), ss.1-18.
330
Yener, Ali, (2007), Europeanization History In Turkey And Establishing An
Independent Police Complaint Commission (IPCC) And Its Effects On
Turkey-Eu Accession Process, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Exeter:
Exeter Üniversitesi.
Yüksek
Öğretim
Kurumu
(YÖK),
http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.2547&Mevz
uatIliski=0&sourceXmlSearch= (E.T: 01.01.2014).
Yüksel, Erkan, (2004),
Medya Güvenlik Kurulu,
T.C. Anadolu Üniversitesi
Yayınları No: 1551, İletişim Bilimleri Fakültesi Yayınları No: 56, Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi.
Zürcher, Erik Jan, (2008), Modern Türkiye’nin Tarihi, Yasemin Saner (çev.),
İstanbul: İletişim Yayınları.
YARARLANILAN MEVZUAT
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası.
442 sayılı Köy Kanunu.
3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun.
6831 sayılı Orman Kanunu.
6085 sayılı Sayıştay Kanunu.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu.
2575 sayılı Danıştay Kanunu.
5393 sayılı Belediye Kanunu.
331
3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun.
3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun.
3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun.
2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu.
25340 sayılı MGK Genel Sekreterliği Yönetmeliği.
1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun.
211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu.
2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu.
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu.
2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu.
2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu.
5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun.
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu.
640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname.
2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu.
2443 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanun.
6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu.
6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu.
332
6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu.
2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu.
2692 Sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu.
5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu.
5549 Sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun.
25282 sayılı Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği.
18254 sayılı Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği.
18835 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığının Adli ve İdari Görevlerine İlişkin Tüzük.
Adli Kolluk Yönetmeliği.
Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği.
Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği.
Malî Suçlarla Mücadele Koordinasyon Kurulunun Çalışma Usul ve Esasları
Hakkında Yönetmelik.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yönetmeliği.
Sahil Güvenlik Komutanlığının İdari ve Adli Görevlerine İlişkin Tüzük.
Telekomünikasyon Kurumunun Teşkilat ve Görevleri İle Çalışma Usul ve Esasları
Hakkında Yönetmelik.
Emniyet ve Asayiş İşlerinde İl, İlçe ve Bucaklardaki Jandarma ve Emniyet
Ödevlerinin Yapılması ve Yetkilerinin Kullanılması Suretini ve Aralarındaki
Münasebetleri Gösterir Yönetmelik.
333
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı Soyadı
: Ali YENER
Doğum Yeri
: Terme
Mesleği
: Mülki İdare Amiri
Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi
: A.nkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yüksek Lisans Öğrenimi : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Bildiği Yabancı Diller
: İngilizce
Yabancı Dil Puan ve Türü: ILTS.(6.0), KPDS.(86)
Bilimsel Faaliyetler
: ---
İş Deneyimi
Stajlar
Projeler
: Kaymakamlık Stajı (3 yıl)
: ---
Çalıştığı Kurumlar
: Tokat Valiliği, Konya-Emirgazi Kaymakamlığı,
Erzincan-Kemah Kaymakamlığı, Erzurum Vali Yardımcılığı, Kilis Vali
Yardımcılığı, Ordu Vali Yardımcılığı ve İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliği.
İletişim
E-Posta
: [email protected]
Tel.
: 553 421 33 61
Tarih
: 29.05.2015