Türkiye İngiltere-Galler Arasında Güvenlik Aktörleri
Transkript
Türkiye İngiltere-Galler Arasında Güvenlik Aktörleri
T.C. POLİS AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE YÖNETİMİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE İLE İNGİLTERE VE GALLER ARASINDA GÜVENLİK AKTÖRLERİ KARŞILAŞTIRMASI DOKTORA TEZİ Ali YENER Danışman Prof.Dr. Arif KÖKTAŞ Ankara – 2015 T.C. POLİS AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE YÖNETİMİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE İLE İNGİLTERE VE GALLER ARASINDA GÜVENLİK AKTÖRLERİ KARŞILAŞTIRMASI DOKTORA TEZİ Ali YENER Danışman Prof.Dr. Arif KÖKTAŞ Ankara – 2015 ONAY Ali YENER tarafından hazırlanan “Türkiye İle İngiltere ve Galler Arasında Güvenlik Aktörleri Karşılaştırması” başlıklı bu çalışma, 29.05.2015 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda (oybirliği / oyçokluğu) ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi Anabilim dalında Doktora tezi olarak kabul edilmiştir. [İmza] ………. Prof. Dr. Veysel K. BİLGİÇ (Başkan) [İmza] ………. Prof. Dr. Mehmet Akif ÖZER [İmza] ………. Doç. Dr. Arif KÖKTAŞ (Danışman) [İmza] ………. Doç. Dr. Orçun İMGA [İmza] ………. Doç. Dr. Murat AKÇAKAYA 1 TELİF HAKLARI BEYANNAMESİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Doktora tezi olarak sunduğum bu çalışmayı bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yol ve yardıma başvurmaksızın yazdığımı, yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlardan her seferinde yollama yaparak yararlandığımı belirtir; bunu şerefimle beyan ederim. Enstitü veya başka herhangi bir mercii tarafından belli bir zamana bağlı kalmaksızın, tezimle ilgili bu beyana aykırı bir durumun tespit edilmesi durumunda, ortaya çıkacak tüm ahlaki ve hukuki sonuçlara katlanacağımı bildiririm. 29/05/2015 Ali YENER 2 ÖZET T.C. Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi Anabilim Dalı Türkiye ile İngiltere ve Galler Arasında Güvenlik Aktörleri Karşılaştırması Hazırlayan: Ali YENER Doktora Tezi Tez Danışmanı: Prof. Dr. Arif KÖKTAŞ 2015, 333 Bu çalışmanın amacı, güvenlik kavramaları ve örgüt teorileri ışığında, Türkiye ile İngiltere-Galler’in iç güvenlik aktörlerinin geçirdiği tarihi süreçleri irdelemek ve mevcut işlevlerini açıklamak, çağdaş liberal demokrasi ilkeleri doğrultusunda bir değerlendirmeye tabi tutarak karşılaştırmaktır. Bu bağlamda, özellikle Türkiye’nin yapısına uygun bir iç güvenlik sisteminin oluşumu sürecine de bir katkı yapılacaktır. Çalışma, her iki ülkenin iç güvenlik aktörlerini ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır ve iç güvenlik politikalarını şekillendiren iç ve dış dinamikleri ve faktörleri ortaya koymaktadır. Çalışmanın iddiası; İngiltere-Galler’de, iç güvenlik bürokrasisi aktörlerinin devlet yönetimindeki konumu, çağdaş liberal demokrasi ilkeleri açısından Türkiye örneğinden daha gelişmiş bir seviyededir ve Türkiye için örnek teşkil edebilecek özelliklere sahiptir. Türkiye’de bu durumun gerçekleşmesi, sivil liberal demokrasinin tam olarak kurulmasına ve yerleşmesine hizmet edecektir. Anahtar Kelimeler: Türkiye’de İç Güvenlik, İngiltere ve Galler’de İç Güvenlik, Polis, Jandarma, Hesap Verebilirlik, Sivil Denetim. Türkiye İçin Yeni Bir Model. 3 ABSTRACT Police Academy Institute of Security Sciences Department of Security Strategies and Management A Comparison In Terms of Security Actors Between Turkey and England&Wales Ali YENER Ph. D. Dissertation Supervisor: Prof. Dr. Arif KÖKTAŞ 2015, 333 In the light of the security concepts and organizational theories, the aim of this study is to examine Turkey’s and England-Wales’ internal security actors’ historical process and to explain their existing functions and to assess them while comparing them in accordance with the principles of modern liberal democracy. In this context, the study will particularly contribute to the formation of Turkey’s recent internal security system process. In this study, the both countries’ internal security actors are discussed in detail and their internal security policies and factors, shaping the internal and external dynamics, are revealed. The study claims that the homeland security bureaucracy actors’ positon at state level in England and Wales is also more advanced than Turkish sample in terms of the principles of modern liberal democracy. Therefore there are some features that can set an example for Turkey. If this occurs in Turkey, the civil liberal democracy will be settled and established completely. Keywords: Homeland Security In Turkey, Homeland Security In England and Wales, Police, Gendarmerie, , Accountability, Civilian Control, A New Model For Turkey. 4 TÜRKİYE İLE İNGİLTERE VE GALLER ARASINDA GÜVENLİK AKTÖRLERİ KARŞILAŞTIRMASI İÇİNDEKİLER Sayfa ONAY .......................................................................................................................... 1 TELİF HAKLARI BEYANNAMESİ....................................................................... 2 ÖZET........................................................................................................................... 3 ABSTRACT ................................................................................................................ 4 İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... 5 KISALTMALAR ....................................................................................................... 9 GİRİŞ ........................................................................................................................ 11 BİRİNCİ BÖLÜM İÇGÜVENLİK BÜROKRASİSİ: KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE 1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE .............................................................................. 17 1.1.1. Güvenlik, Dış Güvenlik ve İç Güvenlik................................................. 17 1.1.2. Kolluk, Polis ve Jandarma ..................................................................... 18 1.1.3. Bürokrasi ................................................................................................. 19 1.1.4. Sivil ve Askeri Bürokrasi ........................................................................ 20 1.1.5. Güvenlik Bürokrasisi .............................................................................. 21 1.1.6. Sivil Denetim (Baskı Grupları ve Kamuoyu Denetimi) ....................... 21 1.1.7. Genel ve Özel Kolluk .............................................................................. 21 1.1.8. Modernite (Modernlik ya da Modernleşme) ........................................ 22 1.2. TEORİK ÇERÇEVE ........................................................................................ 23 1.2.1. Bürokrasi Tanımları ve Bürokrasinin Gelişim Süreci ........................ 24 1.2.2. Bazı Öncü Düşünürler ve Bürokrasi ..................................................... 27 1.2.2.1. Marx’a Göre Bürokrasi ............................................................... 28 5 1.2.2.2. Weber’e Göre Bürokrasi ............................................................. 29 1.2.2.3. Seçkinci Bürokrasi Teorisi .......................................................... 31 1.2.3. Örgüt Teorileri ........................................................................................ 31 1.2.4. Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı (YKY) ................................................... 41 1.3. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİ ........................................................................ 44 1.3.1. Güvenlik Kavramı ve Teorik Yaklaşımlar ........................................... 44 1.3.2. İç Güvenlik ve Aktörleri ......................................................................... 52 İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE İÇGÜVENLİK BÜROKRASİSİ 2.1. TÜRKİYE’DE DEVLET GELENEĞİ VE KAMU BÜROKRASİSİ .......... 55 2.1.1. Türkiye’de Devlet Geleneği ve Özellikleri ............................................ 57 2.1.2. Türkiye Bürokrasisinin Genel Özellikleri ............................................ 59 2.2. TÜRKİYE’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ ................ 68 2.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler .................................. 69 2.2.1.1. Polis Teşkilatı ............................................................................... 69 2.2.1.2. Jandarma Teşkilatı ...................................................................... 74 2.2.1.3. Sahil Güvenlik Komutanlığı ........................................................ 79 2.2.1.4. Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü (GMGM) .................. 83 2.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler ..................................... 84 2.2.2.1. Cumhurbaşkanı ........................................................................... 84 2.2.2.2. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ...................................... 86 2.2.2.3. Bakanlar Kurulu.......................................................................... 91 2.2.2.4. Başbakan ...................................................................................... 91 2.2.2.5. İçişleri Bakanlığı ....................................................................... 102 2.2.2.6. Mülki İdare Amirliği ................................................................. 109 2.2.2.7. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler ..................... 119 2.2.2.8. Türk Kolluk Görevlileri, Haklar ve Yasaklar ........................... 130 2.2.2.9. Türkiye’de İç Güvenlik Aktörleri ve Etkinlik, Verimlilik, Hesapverebilirlik, Şeffaflık, Sivil Denetim ve Gözetim ........... 133 2.2.2.10. Türkiye’de Siber Güvenlik ...................................................... 153 6 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İNGİLTERE-GALLER’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ 3.1. İNGİLTERE-GALLER’DE BÜROKRASİ .................................................. 157 3.1.1. İngiliz Devlet Geleneği ve Özellikleri .................................................. 160 3.1.2. İngiliz Bürokrasinin Genel Özellikleri ................................................ 163 3.2. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ ......................................... 165 3.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler ................................ 166 3.2.1.1. İl Emniyet Müdürlükleri (County Police) ................................ 166 3.2.1.2. Londra İl Emniyet Müdürlüğü (London Metropolitan Police Service, MET) ........................................................................... 174 3.2.1.3. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Bazı Özel Birimler ....................... 177 3.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler ................................... 189 3.2.2.1. Kraliçe veya Kral (Queen, King) ............................................... 189 3.2.2.2. Parlamento (The Parliament) ................................................... 191 3.2.2.3. Hükümet (The Government), Kabine (The Cabinet), Başbakan (The Prime Minister) ve Bakanlar (Secretary of States, Secretaries, Ministers and Junior Ministers) .......................... 196 3.2.2.4. İçişleri Bakanlığı (The Home Secretary) .................................. 201 3.2.2.5. BK Adalet Bakanlığı (The Secretary of State for Justice) ....... 205 3.2.2.6 İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler ...................... 212 3.2.2.7. İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu (England and Wales Independent Police Complaints Commission, IPPC) ................................................................................................... 218 3.2.2.8. İngiltere ve Galler Polis ve Suç Komisyonerleri (England and Wales Police and Crime Commissioners) ................................ 224 3.2.2.9. Birleşil Krallık İstihbarat Birimleri .......................................... 225 3.2.2.10. İngiliz Polisinin Hukuki Statüsü, Haklar ve Yasaklar .......... 232 3.2.2.11. İngiltere-Galler’de Yerel Yönetimler: İl, İlçe ve Köy Yönetimi (County, City ve Parish) ........................................................... 233 7 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE İLE İNGİLTERE-GALLER İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI DEĞERLENDİRİLMESİ 4.1. HER İKİ DEVLETİN GENEL OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI ........ 238 4.1.1. Modernleşme Süreçleri Açısından Karşılaştırma .............................. 240 4.1.2. İç Güvenlik Yapılanmaları Açısından Karşılaştırma ........................ 246 4.1.3. Güvenlik Kurulları Açısından Karşılaştırma .................................... 252 4.1.4. Askeri Bürokrasinin İç Güvenlikteki Rolleri Açısından Karşılaştırma ................................................................................................................. 255 4.1.5. Kolluk Birimleri, Temel Prensipler ve Hizmetler Açısından Karşılaştırma ......................................................................................... 259 4.1.6. Mülki İdare Amirleri Açısından Karşılaştırma ................................. 266 4.1.7. Adalet Aktörleri Açısından Karşılaştırma ......................................... 269 4.1.8. Türkiye’de Mevcut Olup, İngiltere’de Olmayan Birimler Açısından Karşılaştırma ......................................................................................... 271 4.1.9. İngiliz Sisteminde Olup, Türkiye’de Olmayan Birimler Açısından Karşılaştırma ......................................................................................... 273 4.1.10. Mali Suçlar ve Yolsuzlukla Mücadele Açısından Karşılaştırma .... 280 4.1.11. Siber Suçlarla Mücadele Açısından Karşılaştırma .......................... 281 4.2.12. İç Güvenlik Kurumlarının Hesapverebilirlik, Etkinlik, Verimlilik, Saydamlık ve Demokratik-Sivil Denetim Açılarından Karşılaştırılması ................................................................................................................. 282 4.2. GENEL DEĞERLENDİRME VE BİR MODEL ÖNERİSİ ....................... 293 4.2.1. Türkiye İçin Yeni Bir İç Güvenlik Modeli ......................................... 293 4.2.2. 04 Nisan 2015 Tarihli Türk İç Güvenlik Reformu Işığında Yeni Model Önerisinin Değerlendirilmesi................................................................ 297 SONUÇ .................................................................................................................... 302 KAYNAKÇA ............................................. ERROR! BOOKMARK NOT DEFINED. 8 KISALTMALAR ABD : Amerika Birleşik Devletleri ACPO : Emniyet Müdürleri Derneği (The Association of Chief Police Officers) BK (UK) : Birleşik Krallık (United Kingdom) UKBA : BK Sınır Kurumu (UK Border Agency) BTP : Britanya Ulaştırma Polisi (British Transport Police) CHP : Cumhuriyet Halk Partisi CMK : Ceza Muhakemesi Kanunu CNC : Sivil Nükleer Polislik Kurumu (The Civil Nuclear Constabulary) Çev. : Çeviren Der. : Derleyen DDK : Devlet Denetleme Kurulu DP : Demokrat Parti DMK : Devlet Memurları Kanunu Ed. : Editör EGM : Emniyet Genel Müdürlüğü GMGM : Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü HMRC : BK Gelir ve Gümrük İdaresi (Her Majesty's Revenue and Customs) HSE : Büyük Britanya Sağlık ve Güvenlik İdaresi (Great Britain Health and Safety Executive) IMF : Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund) IPPC : İngiltere ve Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu (The England and Wales Independent Police Complaints Commission) JGK : Jandarma Genel Komutanlığı JTGYY : Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği KDGM : Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı KHK : Kanun Hükmünde Kararname MASAK : Mali Suçları Araştırma Kurulu m. : Madde 9 MET : Londra İl Emniyet Müdürlüğü (London Metrapolitan Police) MGK : Milli Güvenlik Kurulu MGSB : Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi MI5 : İç İstihbarat Örgütü (The Security Service) MI6 (SIS) : Gizli İstihbarat Örgütü (The Secret İntelligence Service) MİA : Mülki İdare Amiri MİT : Milli İstihbarat Teşkilatı MOD : Savunma Bakanlığı (Ministry of Defence) MSB : Milli Savunma Bakanlığı NABIS : Büyük Britanya Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri (Great Britain National Ballistics Intelligence Service) NATO : Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty Organization) NCA : Ulusal Suç Örgütü (National Crime Agency) NWCU : Ulusal Vahşi Hayatı Koruma Birimi (National Wildlife Crime Unit) OGM : Orman Genel Müdürlüğü ONS : Ulusal İstatistik Kurumu (Organization of National Statistics) PVSK : Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu SFO : İngiltere ve Galler ve Kuzey İrlanda Ciddi Yolsuzluklar Kurumu (England and Wales and Northern Ireland Serious Fraud Office) SGK : Sahil Güvenlik Komutanlığı SOME : Siber Olaylara Müdahale Ekipleri TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TDK : Türk Dil Kurumu TİB : Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı TSK : Türk Silahlı Kuvvetleri TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu UDHB : Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı YÖK : Yüksek Öğretim Kurulu 10 GİRİŞ Bilindiği gibi, modern devletin ve onun uğraşı alanlarının başında güvenlik, özellikle de iç güvenlik gelmektedir. Bu çalışmanın genel çerçevesi, güvenlik ve güvenlik yönetimi olmakla beraber, iç güvenlik ve onun bürokratik kurumlarına ağırlık verilmiştir. Başta belirtilmesi gereken bir husus, Türklerin İngiltere dediği ülkenin resmi adı Birleşik Krallıktır (BK) ve İngiltere, Galler, Kuzey İrlanda ve İskoçya’dan oluşur. Ancak aşağıda izah edileceği gibi, ülkenin idari yapısı teklik arz etmez. Özellikle İngiltere-Galler’de aynı sistem uygulanır ki, bunun adı da İngiliz sistemidir. Bu sebeple, zaman zaman Birleşik Krallık’a (BK) atıfta bulunulmuş olmakla beraber çoğunlukla anlatılanlar İngiliz sistemi üzerine olacaktır. Çalışma boyunca İngiliz sistemi denince, aslında İngiltere-Galler kastedilmektedir. Öncelikle, neden böyle bir karşılaştırma yapıldığına ve neden İngiliz örneğinin seçildiği hususuna, birkaç cümleyle temas etmek açıklayıcı olacaktır. Türkiye, modernleşmesini tamamlayabilmek amacıyla kendi ihtiyaçlarına göre, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere, gelişmiş Batı ülkelerinin tecrübelerinden yararlanmıştır ve yararlanmaya da devam etmektedir. 19. yüzyılda başlayan bu modernleşme süreci, 1923 yılında Cumhuriyetin kuruluşu ile hızlanmış, Avrupa Birliği süreci ile de adeta şaha kalktığı değerlendirmesi yapılabilir. Batı Dünyasını da tek düze, aynı sistemi uygulayan ülkeler olarak kabul etmek de doğru değildir. Tam aksine, temel anlamda iki görüşün ağır bastığı söylenebilir: Devletçi Kara Avrupa’sı geleneği ile daha ferdiyetçi ve kişi özgürlüklerini ön plana çıkaran Anglo-Sakson geleneğidir. Bu iki model arasında çok ciddi farklar vardır. Kara Avrupası sitemi, bireyin tercihini ve haklarını önemsemekle ve korumakla beraber, çoğunluğun tercihini, yönetimin merkezine koymaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere ile özdeşleşen AngloSakson ekolde ise birey, sistemin temelinde yer almaktadır. Türk devletinin bürokratik yönetim geleneklerini ve özelliklerini de hatırlatmak gerekir: Merkeziyetçi, güçlü ve imparatorluk geleneklerine de sahip, bu yapısıyla da elitist bir karaktere sahiptir 11 Ayrıca, devlet sistemlerinin, devlet-toplum ilişkileri açısından da sınıflandırıldığı, bu bağlamda, devlet organizasyonunun kendi toplumuna karşı güçlü veya zayıf olarak nitelendirildikleri değerlendirmeler ayrı bir önem arz eder. Bu anlamda güçlü devlet geleneğine örnek olarak Almanya, Fransa, Türkiye ve Japonya sayılırken, zayıf devlete de ABD ve İngiltere örnek gösterilmektedir. Güçlü devleti temsil eden Türkiye’nin iç güvenlik modeli ile zayıf devleti temsil eden İngiltere modelinin karşılaştırılması önemlidir. İngiltere-Galler’in bu çalışmaya esas alınmasının bir önemli sebebi de, 1829 yılından beri, ilk modern polislik teşkilatının kurulmuş olması ve birçok kişi ve bilim insanınca en başarılı sivil polis örneği olarak gösterilmesidir. Ülkeler arasında, zaman zaman mutluluk anketleri yapılmaktadır ve bunlara göre de İngiltere-Galler vatandaşları, hep en üst sıraları işgal etmektedirler. Bu da, bu mutluluğu temin eden ülke kurumlarını, dolayısıyla bunda önemli katkısı olduğu değerlendirilebilecek iç güvenlik aktörlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatması bakımından önemli olarak değerlendirilebilir. Sonuçta, dünyada uygulanan siyasal sistemler açısından önemli bir yer işgal eden Anglo-Sakson Kapitalizmi geleneği ile yönetilen ve bireysel özgürlükleri önemseyen ülke örneklerinden birisi olan İngiltere-Galler ile daha devletçi bir geleneğe sahip olan Türkiye’nin, iç güvenlik aktörleri açısından karşılaştırılması, özel bir öneme sahiptir. Zira bireysel özgürlükleri yakından ilgilendiren bu kurumların, yapıları ve fonksiyonları açısından ortaya koydukları tecrübeler, örnek alınıp alınmama açılarından değerlendirilmeye değer odluklarında şüphe yoktur. Bu açıklamalardan sonra, bilinmesi gereken bir husus da, günümüzde iç güvenlik ve dış güvenlik ayırımının zorunlu hale gelmiş olmasıdır. Dış güvenliği sağlama görevini “ordu” sürdürürken, iç güvenlik alanı genel olarak “polis” olarak adlandırılan, nispeten yeni bir birime bırakılmıştır. Bunun sonucunda da polis aracılığıyla güvenliğin temin edilmesi, beraberinde yepyeni bürokratik bir yapılanmayı getirmiştir Bu bağlamda hem Türk, hem de İngiliz güvenlik ve iç güvenlik bürokrasileri, araştırmalara konu olabilecek zengin özelliklere sahiptir. Tarihi süreçleri göz önünde 12 bulundurulduğunda, her iki ülkenin de dünyanın en eski yönetim geleneğinden geldiklerinde kuşku yoktur. Polis adıyla Dünya’da ilk faaliyete geçen bürokratik aktörün İngiltere’nin başkenti Londra’da 1829 yılında kurulması, çok kısa bir süre sonra da, o zamanın Türk başkenti İstanbul’da, 1845 yılında bir polis teşkilatı kurulması, bunun en önemli göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bunun yanında, her iki ülkenin değişik aralıkla da olsa benzeri etnik terör tecrübesi yaşamış olmaları, benzer uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, organize suçlar ve daha birçok önemli suçlarla karşı karşıya kalmaları, iç güvenlik bürokrasilerini daha güçlü bir yapıya sahip olma zorunluluğunu gerektirmiştir. Bu çalışma öncelikle, İngiliz iç güvenlik bürokrasisini bir bütün olarak ele alması ve Türkiye örneği ile karşılaştırması bakımından bir ilk olması dolayısıyla önemli bir çalışmadır. Çünkü daha önce, İngiliz polisini anlatan birçok çalışma olmasına rağmen, İngiltere-Galler iç güvenlik bürokrasisini, bütün aktörleri ile ele alan ve ayrıntılı inceleyen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. En önemlisi de, yüzyıllardır birbirine etkileyen bu iki sistem arasında, sürekli politika transferleri yaşandığından ve özellikle son yıllarda, Avrupa Birliği katılım sürecinin de etkisiyle, ciddi etkileşimler yaşandığından, bu çalışmada ele alınan hususlar ve sonuçlar, kamu politikaları açısından da rehber niteliği taşıma potansiyeline sahiptir. Tezin ana konusu, genel olarak iç güvenlik ve iç güvenlik bürokrasisi kavramlarına ilişkin kavramsal ve kuramsal çerçevenin belirlenmesi, İngiliz ve Türk iç güvenlik bürokrasilerinin yapılanması, temel aktörlerinin teşkilatlanması, görev ve yetkilerine ilişkin incelemeler ve ele alınan iki ülke iç güvenlik bürokrasilerinin karşılaştırılmalarından oluşmuştur. Bu çalışmanın ana konusu bağlamında, Türkiye ile İngiltere-Galler iç güvenlik bürokrasilerine ilişkin, iç güvenlik bürokrasinin temel aktörlerinin hangi kişi ve kurumlar olduğu ile bunların, iç güvenlik politikalarının oluşturulmasında ve uygulanmasındaki rollerinin neler olduğu, aralarında var olan ilişkiler ele alındı. Ayrıca iki ülke arasındaki benzerlik ve farklılıkların neler olduğu, benzerlik ve farklılık bağlamında hangi sistemin, çağdaş liberal demokrasi ve evrensel hukuk ilkelerine daha uygun olduğu, iç güvenlik bürokrasisinde yaşanan sorunlar ve bunların çözümlerinin neler olabileceği ve ele alınan iç güvenlik bürokrasilerinin 13 birbirlerine örnek olabilecek, olumlu yönleri, uygulamaları ve kurumlarının neler olabileceği hususlarının cevapları irdelendi. Bu çalışmanın ana amacı; güvenlik ve bürokrasi kavramlarından yola çıkarak, iç güvenlik bürokrasisi kavramını tanımlamak; Türk ve İngiliz iç güvenlik bürokrasisi ve aktörlerini, iç güvenlik bağlamında bir bütün olarak incelemek; bu aktörleri karşılaştırarak, benzeyen ve ayrışan özelliklerini ortaya koymak ve mevcut sorunların çözümü için birbirlerine örnek oluşturabilecek özelliklerini tespit etmektir. Diğer bir ifadeyle tezin en önemli amacı; evrensel liberal demokrasi ilkelerinin ışığında, bir iç güvenlik bürokrasi karşılaştırması ve değerlendirmesi yaparak, Türkiye iç güvenlik bürokrasisinin güçlü ve zayıf yönlerinin tespiti ile bunlar için bir alternatif sunmaktır. Araştırmaya konu olacak iç güvenlik bürokrasisi kurumları, Türkiye ile İngiltere-Galler iç güvenlik bürokrasisi ile sınırlı olmakla beraber, ülkenin sistemi gereği, bazen de Birleşik Krallık (BK), (United Kingdom) güvenlik bürokrasisine atıflarda bulunmayı da gerektirecektir. Bu çalışmada kullanılan yöntemler kısaca şöyle ifade edilebilir: Tezin konusu, iki ayrı iç güvenlik bürokrasi sisteminin karşılaştırılarak değerlendirilmesi olduğundan çalışma; kaynakların toplanması, ardından tasnif edilmesi, seçilmiş kaynakların analizinden sonra tezin yazılmasıyla sonlandı. Kaynakların toplanması ile ilgili olarak; öncelikle tezin her bölümü için ayrı ayrı olarak, Türkçe ve İngilizce bibliyografya eserler tarandı, bununla birlikte, konuyla ilgili, hem Türk hem de İngiliz süreli yayınları, günlük gazeteler ve internet sitelerinde yer alan yazılardan yararlanıldı. Tez ile ilgili alan araştırması yapma imkânı bulunamamıştır. Özellikle karşı taraf olan İngiltere-Galler’de, bu araştırmayı yapmak ve gerekli muhatapları bulmak oldukça güçtür ve çok zorlu bir prosedüre muhataptır. Bu sebeple, özellikle kaynak taramasına ağırlık verilmiş ve alan araştırması eksikliğinin giderilmesi yolu tercih edilmiştir. Bu çalışmayı değerlendirirken, yaklaşık iki yıl süren bir çalışma olduğu ve bu süre zarfında birçok yasal düzenlemelerin olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim bu çerçevede, çalışma sonlanmadan, Nisan 2015’te 14 Türkiye’deki iç güvenlik yapılanmalarını ilgilendiren çok önemli bazı düzenlemeler yapılmıştır ki, bunlar değerlendirme bölümünde ele alınmıştır. Tezin kavramsal ve kuramsal çerçevesini oluşturan ilk bölümünün yazılması için güvenlik ve bürokrasi alanında yazılmış temel sayılabilecek eserlerden yararlanıldı. Betimleyici nitelik taşıyan ve iç güvenlik bürokrasisi aktörlerini inceleyen ikinci ve üçüncü bölümlerin yazılmasında ise ilgili kurumların internet siteleri, yasal dayanağını oluşturan mevzuat ile iç güvenlik alanında yazılmış makalelerden genişçe faydalanıldı. Konuyla ilgili yasal mevzuat yanında, yurt içi ve yurt dışında yazılmış kitaplar, makaleler, elektronik yayınlar, çeşitli istatistikî kaynaklar, resmi rapor ve yazışmalar, kurum kayıtları gibi yazılı kaynaklardan elde edilen veriler bilimsel olarak analiz edilerek değerlendirildi. İki ülkenin iç güvenlik bürokrasilerini karşılaştıran son bölümün yazımında ise önceki bölümlerden elde edilen bilgi ve bulgular öncelikli olarak kullanılarak karşılaştırmalar yapıldı. Tezin önemi, konusu, amacı ve kullanılan yöntemin belirlenmesinden sonra kısaca bölümlerin tanıtımı yapılabilir: Tezin birinci bölümünde genel olarak güvenlik bürokrasisi ile ilgili kavramsal ve kuramsal çerçeve çizildi. Tezin ikinci bölümünde, Türk iç güvenlik bürokrasisi ve aktörleri ele alındı. Bürokrasi-siyaset ilişkileri ekseninde, Türk kamu bürokrasisinin hangi aşamalardan geçerek bugüne geldiği irdelendi. Ardından Cumhurbaşkanından köy korucusuna kadar, Türk iç güvenlik bürokrasisi aktörleri, tarihsel gelişimi, bağlılık durumu, teşkilat yapısı, iç güvenlik alanı ile ilgili görev ve yetkileri ve daha birçok yönlerden incelendi. Bu bölümde ağırlıklı olarak özellikle iç güvenlik hizmetini bizzat sunan, başta polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza teşkilatları ele alındı. Bu kurumların yapıları, görev ve yetkilerinin yanı sıra, personel kaynakları ve eğitim durumları da geniş bir şekilde incelendi. Tezin üçüncü bölümünde, karşılaştırmanın diğer tarafı olan İngiliz iç güvenlik bürokrasisi, bütün aktörleri ile ikinci bölüme paralel bir şekilde irdelendi ve ele alındı. Tabii olarak, İngiliz sistemi, devlet ve bürokrasi gelenekleri ve özellikleri de kısaca vurgulandı. 15 Tezin son bölümünde ise, Türk ve İngiliz iç güvenlik bürokrasilerinin kapsamlı bir karşılaştırması yapıldı. Bu bağlamda, Türkiye ile İngiltere-Galler, modernleşme süreçleri, iç güvenlik yapılanmaları, güvenlik kurulları, askeri bürokrasinin iç güvenlikteki rolleri, kolluk birimleri, temel prensipler ve hizmetler, mülki idare amirleri, adalet aktörleri, Türkiye’de mevcut olup, İngiltere’de olmayan birimler, İngiltere’de mevcut olup, Türkiye’de olmayan birimler, mali suçlar ve yolsuzlukla mücadele, siber suçlarla mücadele ve iç güvenlik kurumlarının hesap verebilirlik, saydamlık ve demokratik-sivil denetimi açılarından karşılaştırıldı. Ardından genel bir değerlendirme yapılarak Türkiye için bir iç güvenlik modeli önerisinde bulunuldu. Sonuç bölümünde ise bu çalışmanın kısa bir özeti ve değerlendirmesi yapıldı. 16 BİRİNCİ BÖLÜM İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ: KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE Bu bölümde, tezde çok sık kullanılacak bazı kavramlar ile bu kavramlara dayanak teşkil eden teorik yaklaşımlar ele alınarak ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır. Bu tanımlamalardan sonra, tezin bütününü ilgilendiren ve en geniş anlamda kabul görmüş bürokratik çerçeve çizilerek, temel teoriler ele alınmıştır. Bu bağlamda, bürokrasi kavramının birçok tanımı ve bürokrasinin gelişim süreci irdelenmiş, bazı öncü düşünürlerin bürokrasi ile ilgili görüş ve düşüncelerine yer verilerek, seçkinci bürokrasi teorisine temas edilmiş, en bilinen örgüt teorileri ele alınarak, en önemli temsilcilerinin görüşlerine yer verilmiştir. En son olarak da, iç güvenlik bürokrasisi ile ilgili görüş ve düşünceler değerlendirilerek, aktörleri olan kişi ve kurumlar tanımlanmıştır. 1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE Modern devlet olgusuyla birlikte, yönetim ve ilgili kavramlar ayrı bir önem ve anlam kazanmıştır. Bu sebeple, geleneksel devlet olgusunun hüküm sürdüğü uzun yüzyıllar boyunca karşılaşılmayan birçok yeni kavramla karşılaşılması söz konusudur. Modernleşme süreci ve modern devlet olguları, çoğu alanda olduğu gibi yönetim bilimlerine birçok yeni kavram kazandırmıştır. Hatta modernite öncesi, yönetim bilimi diye bir bilim dalı olmadığını da hatırlatmakta fayda vardır (Öztaş, 2013:8182). Çalışma konusuyla alakalı kavramların birden çok anlamı olacağı gibi, yere, zamana ve içinde bulunulan sosyal, siyasal ve ekonomik durumlara göre değişen anlamları da olabileceği göz önünde bulundurularak, çalışmada sıkça karşılaşılacak olan kavramların hangi anlamda kullanılacaklarına açıklık getirilecektir. 1.1.1. Güvenlik, Dış Güvenlik ve İç Güvenlik Günlük hayatta da çok sık kullanılan bir kavram olan güvenlik, bir diğer ifadeyle emniyet, çok geniş içeriğe sahip bir kavramdır. Bu sebeple tanımlamanın zorluğu ortadadır. Bu bağlamda kişiye, zamana, siyasi ve ekonomik sistemlere ve mekana 17 göre farklılık gösterebileceğinden, çeşitli tanımların ortaya çıkması sonucunu doğurmaktadır (Çınar, 1997:57). Güvenlik, kelime olarak, “toplum yaşamında kanuni düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet” anlamında kullanılmaktadır (TDK, 1988:57). Dış güvenlik, bir devletin başka bir devlet ya da devletlerin, kurum ve kuruluşların etkisi altında olmama, politikalarını tespit ederken, bu birimlerden emir ve direktif almama, savaş dâhil, yabancı devletlerin her türlü saldırısından uzak durma, etkilenmeme ve karşı koyma şeklinde kendini gösterir (Çınar, 1997:62). Kısaca dış güvenlik, bir ülkenin dışarıdan gelebilecek her türlü tehditlere karşı korunması olarak tanımlanabilir. Demokratik ülkelerde, dış güvenliği sağlama görevi, ordu veya silahlı kuvvetler olarak adlandırılan bürokratik birime verilmiştir. İç güvenlik ise, bir ülkenin coğrafi sınırları içerisinde, muhtemel tehdit ve tehlikeden uzak olunması, başta vatandaşların güvenliği ve huzurunun sağlanması, daha sonra da sırasıyla, devlete ve özel kişilere ait binaların, muhtemel sabotaj ve benzeri tehlikelere karşı korunması anlaşılır. Bu koruma, genellikle toplumun maddi düzenini sağlamak ve korumak anlamına gelir (Çınar, 1997:61). Dış ve iç güvenliği birbirinden ayıran en önemli unsurun tehdidin kaynağı olduğu açıktır. Eğer tehdit dışarıdan geliyorsa dış güvenlik, ülke sınırları içerisinden ise iç güvenlik söz konusudur. Ancak, iç tehditlerin dış kaynaklı olabildiği de unutulmamalıdır. 1.1.2. Kolluk, Polis ve Jandarma Kolluk, kamu düzenini sağlayan ya da koruyan ve kamu düzeni bozulduğunda düzeltip eski durumuna getiren faaliyetlerin hepsi ile bu faaliyetleri yürüten görevliler ve onların oluşturduğu devlet kurumunu ifade eder (Gözübüyük, 2003:45). Demokratik toplumlarda kolluk, suç ve suçluyla mücadele etmek, kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini korumak görevlerini yerine getirir (Alderson, 1979:159). Bu bağlamda kolluk hizmetlerini yürüten bürokratik kurumlar ülkeden ülkeye farklılıklar göstermekle birlikte genel 18 olarak; polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza gibi adlar altında örgütlenmişlerdir. Polis kelimesi köken olarak Latince ve Yunancadan gelmektedir. Fakat orijinaline bakıldığı zaman, polis kelimesi bugünkünden çok daha geniş bir anlam içerir. Bayley’e göre polislik: “Polis tanımının üç unsuru var; fiziki güç kullanabilme, dâhilde kullanılma ve kolektif bir yönetim”(1985:7). Schwartz ve Miller’e polislik: “Düzen sağlamakla görevli özel silahlı bir güçtür” (1964:7). Mawby ise polislik için “Meşruiyeti, yapısı ve görevleri itibariyle farklı olan bir kurumdur” diyor (1990:12–15). Yukarıdaki tanımlar polisi bazı yönüyle tanımlamaklaberaber, bu tanımları da içeren en kapsamlı polis tanımı şöyle yapılmıştır ki, tezde sürekli bu anlamda kullanılacaktır: “Ammenin asayişini, huzur ve güvenini, kişilerin tasarruf–iş güvenini, konut dokunulmazlığını korumakla, halkın can, ırz ve malını muhafaza ile yükümlü bir güvenlik teşkilatıdır” (Şafak ve Şafak, 2003:1-2). 1.1.3. Bürokrasi Bu çalışmada en çok kullanılacak ve karşılaşılacak kavramlardan birisi olan ve günlük hayatta çok farklı anlamlarda kullanılan bürokrasi kelimesi, Latince “bureau” ve “cratie” kelimelerinden oluşan ve birçok anlamı olan kavramlardan birisidir. Bir sonraki bölümde genişce izah edileceği için burada, kısaca bürokrasinin tez içinde, “güvenlik, eğitim ve sağlık gibi, devletin herhangi bir hizmet alanında örgütlenen devlet kurumları sistemi ve onlarda çalışanlar grubu” (Öztaş, 2013:130-131) anlamında kullanılacağını belirtmekle yetinilecektir. Bu kapsamda, bu çalışmaya konu olan iki yönetim sistemi; Türkiye ile İngiltere-Galler, yaşayan iki modern ülke olduklarından ve bu ülkelerin güvenlikle ilgili bürokratik aktörleri ele alınacağından, modern bürokrasi kavramına da göz atmak gerekir. Weber'in ifadesiyle modern bürokrasi, resmi ve hukuki bir alanın var olduğu ve bu alanın yasal ve yönetsel kurallar ve ilişkiler çerçevesinde belirlendiği yönetsel yapıları ifade etmektedir (Weber, 1978:956). Buradan da anlaşılacağı üzere modern 19 bürokrasi geleneksel devlet yapılanmalarının haricinde, tamamen farklı ve modern kurallara bağlı bir yapılanmayı ifade etmektedir. Modern bürokrasi, modernleşmeyle birlikte devlet yapısında meydana gelen değişime paralel gelişmiş bir kavramdır. Devlet yönetiminin hukuk temelinde gerçekleştirilmeye başlamasıyla birlikte, devlet çalışanlarının da statüleri değişime uğramıştır. Geleneksel devlet yapısında devlet çalışanları, yöneticinin bir kulu veya tebaası konumundayken modernleşmeyle birlikte, devlet çalışanları da devlet karşısında hukuki statü ve haklar kazanmışlardır. Bu haklar genel itibariyle; düzenli maaş, yıllık izin ve çalışma sürelerinin haricinde çeşitli hukuki haklar olarak sıralanabilir. Modern bürokratlar artık işlerini profesyonel olarak gerçekleştirmekte ve yetki-sorumluluk dengesi çerçevesinde görevlerini gerçekleştirmektedirler. Bu bürokratik yapı, zaman içerisinde modernleşmenin de etkisiyle devlet içerisinde bir güç unsuru haline gelmiştir (Çevik, 2012:56). 1.1.4. Sivil ve Askeri Bürokrasi Sivil bürokrasi kavramı genel itibariyle bakıldığında, modernleşme sürecinin ve modern devletin ortaya koymuş olduğu en önemli kavramlardan biridir. Modern devlet yapılanmasını ve demokratikleşme sürecini olgunlaştıran birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de bu kavramın karşıladığı alan, askeri bürokrasiden arda kalan bürokratik birimleri ifade etmektedir (Heper,1974a:58-61). Türkiye'nin yaşamış olduğu tarihi tecrübelerin de etkisiyle bu kavram, normal anlamının ötesinde özel olarak askeri bürokrasinin etkinliğine eleştirel bir anlam yükleyen bir kavram olarak da ortaya çıkmaktadır. Bu kavram güvenlik bürokrasisi sınırlarının anlaşılması açısından da önemli bir yere sahiptir. Askeri bürokrasi, ülkenin dış güvenliğini temin etmek amacıyla örgütlenmiş olan askeri devlet birimlerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Türkiye için bunlar, görevleri tamamen dış güvenliği sağlamak olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığıdır. Fakat Genelkurmay Başkanlığına bağlı olup da asli görevi iç güvenliği tesis etmek olan, ancak savaş hallerinde Genelkurmay Başkanlığına bağlanmaları kuralı göz önünde 20 bulundurulduğunda, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı da askeri bürokrasi grubuna dâhil edilebilir. 1.1.5. Güvenlik Bürokrasisi Bu tezde ele alınacak olan güvenlik yönetimi aktörlerini ifade etmesi bakımından özel öneme sahip olan bir kavram olan güvenlik bürokrasisi denildiğinde, ülke içerisinde yer alan iç ve dış güvenliği temin etmekle görevli bütün güvenlik birimlerini içine alan bürokratik kademeler anlaşılmalıdır. Türkiye için bunlar; polis, jandarma ve sahil güvenlik gibi iç güvenliği tesis etmekle görevli olan kolluk birimlerinin yanı sıra, dış güvenliği tesis edecek olan ordunun kara, hava ve deniz kuvvetleridir. Bunlara ek olarak, bu birimlere yardımcı olarak kurulmuş olan birimler de güvenlik bürokrasisine dâhildir. Bunlar içerisinde Gümrükler Muhafaza Teşkilatı, Milli Güvenlik Kurulu ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) sayılabileceği gibi, son dönemde kurulan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı gibi yapılanmalar da güvenlik bürokrasisi içerisindeki kurumlar olarak ifade edilebilir. 1.1.6. Sivil Denetim (Baskı Grupları ve Kamuoyu Denetimi) Sivil denetim, özellikle yeni kamu yönetimi anlayışı ve bunun bir sonucu olarak devlet yönetiminde şeffaflığın, verimlilik, etkinlik ile hesap verilebilirlik, katılımcı anlayış ve yerelleşme, vatandaş odaklı hizmet gibi değerlerin öne çıkmasına (Çevik, 2010:70) paralel olarak daha çok kullanılmaya başlanmış bir kavram olup, devlet organları veya kişilerinin, doğrudan devlete bağlı olmayan ve birçok yönden sivil olan kişi veya kuruluşlar tarafından denetlenmesi anlamına gelmektedir (Karaosmanoğlu, 2010:127; Tortop vd., 2010:139-140) ve tezde bu anlamda kullanılacaktır. 1.1.7. Genel ve Özel Kolluk Bu iki kavram tezde sık sık kullanılacağından kısaca temas etmek gerekir. Genel kolluktan, ülkenin genel asayiş ve düzenini sağlamakla görevli polis, jandarma, gümrük muhafaza ve sahil güvenlik gibi devlet birimleri anlaşılmakta olup, bu 21 birimler ülkenin bütününde aynı görev ve yetkilere sahiptirler. Özel kolluk ise, orman muhafaza, geçici köy koruculuğu, köy bekçiliği, belediye zabıtası gibi, ilgili yer ve zamanda, sadece görevlendirildikleri konularda görevli olan birimleri ifade eder (Çevik vd., 2010:17-34). 1.1.8. Modernite (Modernlik ya da Modernleşme) Modernleşme, çok genel anlamda Batı’nın, Sanayi Devrimi ve ulus devlet kavramını hayata geçirdiği sürecin adıdır ve bu anlamda geri kalan dünya tarafından taklit edilmiştir ki, bunun bir diğer adı da modernleştirmedir (Çevik, 2010:26). Bir diğer ifadeyle modernite, Batı’da, 17. yüzyılla beraber, Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayıp, 19. yüzyılda dünya genelinde etkisini hissettiren siyasi, sosyal ve ekonomik süreçlere uyumlu hale gelme olarak değerlendirilmektedir (Türköne, 2014:478). Ortaylı ise modernleşmenin, gelişmiş toplumun özelliklerinin, az gelişmişler tarafından alınması olarak tanımlandığını söylüyor (2001:13). Tabii ki moderleşme bir süreç olarak değerlendirildiğinde, gelişmemiş olan toplumların, gelişmiş olanlara benzeme ve ulaşma çabası olarak ifade edilebilir. Günümüzde modernleşmeye yüklenen anlama bakıldığında ise daha çok geleneksel toplumdan modern topluma geçişin ifade edildiği görülmektedir. Bu açıdan modernleşme, toplumsal değişim sürecinin objektif ve evrensel kanunlara bağlı olarak, birbirini izleyen ve sonradan getirilenin, öncekine göre daha üstün kabul edildiği kademeli bir ilerleme ve gelişim fikrini ifade etmektedir (Köker, 2008:156) ki, tezde bu anlamda kullanılmasına dikkat edilecektir. Bu çalışma esnasında sıklıkla karşılaşılacak en temel kavramların açıklanmasından sonra, çalışma esnasında doğrulanıp doğrulanamayacağı tartışılacak olan ana ve alt hipotezlerden de bahsetmek, çalışmanın anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Bu bağlamda, tezin ana hipotezi, “İngiltere-Galler’de, iç güvenlik bürokrasisi aktörlerinin devlet yönetimindeki konumu, çağdaş liberal demokrasi ilkeleri açısından, Türkiye örneğinden daha gelişmiş bir seviyededir” şeklinde olup, bu doğrultuda altı alt hipotez geliştirilmiştir: 22 Alt Hipotez 1: Türkiye’de, tarihsel süreç içerisinde oluşan devlet-toplum, bürokrasi-siyaset ilişkileri Osmanlıdan günümüze merkeziyetçi ve bürokratik bir devlet geleneğine işaret etmektedir. Merkeziyetçi bir teşkilat yapısı, güçlü bir devlet anlayışı ve yukarıdan aşağıya devleti ve toplumsal yapıyı dizayn eden bir anlayış, Türk devletinin özellikleri ve devlet geleneği olarak günümüze kadar devam etmektedir. Alt Hipotez 2: Türkiye’de, güvenlik bürokrasisinin ana aktörleri olan asker ve polis, ülkenin idari ve siyasi hayatında önemli bir yeri ve rolü olduğu ve tarihsel süreç içerisinde özellikle askeri müdahaleler ve ideolojik devlet anlayışı nedeniyle, çağdaş demokratik hukuk devletlerinde olmayan bazı anlayış ve uygulamaların, azalarak da olsa ülkeye hâkim olduğu bir gerçektir. Alt Hipotez 3: Araştırma konusu ile ilgili olarak Türk Anayasasında, kanunlarında ve diğer meri mevzuatta, askeri bürokrasiyi güçlü kılan, demokratik devlet düzeninde olmaması gereken düzenlemeler bulunmaktadır. Alt Hipotez 4: Türkiye’de sivil otoritelerin, güvenlik bürokrasisi üzerindeki denetimi etkin ve yeterli değildir. Alt Hipotez 5: İç güvenlikten sorumlu olan bütün kurumların idari yapısı, günümüz çağdaş liberal demokratik devlet ve milli güvenlik anlayışına uygun, tüm toplumsal katmanlarla işbirliği içerisinde, özellikle ülkenin iç güvenlik sorunlarına çözüm üretecek bir yapıya dönüştürülmesi acil bir ihtiyaçtır. Alt Hipotez 6: Türk tarihinin yaklaşık son iki yüzyılı, hem Osmanlı Devleti hem de Cumhuriyet döneminde, neredeyse bütünüyle batılaşma ve modernleşme serüveniyle dolu olmasına rağmen, halen daha Batılı anlamda liberal demokratik standartlar yeterince yerleşmemiştir. Bu da ülkede yaşayan insanların, sistemden hoşnutsuz olmalarına yol açmaktadır. 1.2. TEORİK ÇERÇEVE Ana konusu iç güvenlik bürokrasisi olan bu çalışmada, esas olarak, iç güvenlik ve iç güvenlik kurumları ele alınacak olmakla beraber, sürekli bahse konu edilecek bürokrasi kavramının daha iyi anlaşılması için bu bölümün yazılmasına ihtiyaç 23 duyulmuştur. Ancak, bölümün amacı, bürokrasiyi, her yönü ile tartışmak değil; yukarıda kısaca açıklanan bürokrasi kavramı ile ilgili teorileri ele alarak, Tez’in ana konusu olan iç güvenlik bürokrasisinin daha iyi anlaşılmasına ışık tutulmaya çalışmaktır. Bu doğrultuda, birinci alt başlıkta başta bürokrasi kavramına ilişkin çeşitli tanımlar ile bürokrasinin tarihsel gelişimine yer verilmiş, Marx ve Weber’e göre bürokrasi ile örgüt teorileri açısından bürokrasi ele alınmış, ardından örgüt teorileri özet olarak anlatılmıştır. 1.2.1. Bürokrasi Tanımları ve Bürokrasinin Gelişim Süreci Günlük hayatta çok sık kullanılan bir kavram olan bürokrasi, değişik anlamlarda kullanılabilmektedir (Türköne, 2014:420). Bundan hareketle olsa gerek Mises, “Kimse bürokrasinin tam ve açık bir tarifini yapmak teşebbüsüne girişmemiştir. Bürokrasi kelimesi, daima müphem bir mana ifade etmiştir. Bürokrasinin ne olduğunu tarif ve izah etmeleri istendiği takdirde, bu kelimeyi kullanan birçok kimselerin müşkül mevkie düşecekleri muhakkaktır” (2000:6), diyerek bürokrasiyi tanımlamanın zorluğunu dile getirmiştir. Bu bağlamda, birbirinden farklı anlamlar taşıyan bir kavramla karşı karşıyayız (Öztaş, 2013:130; Aykaç, 1997:37). Buradan hareketle Öztaş, genel olarak bürokrasinin dört ayrı anlamda kullanıldığını belirtiyor: İlki, kırtasiyecilik denen ve olumsuzluk ifade eden, işin özünden ziyade şekilciliğe boğulan bürokrasiyi ifade eder. Bu anlamdaki bürokrasi, belki binlerce yıldır kullanılan ve hep kendisinden şikâyet edilegelen bir kavramdır (Lewis: 2013:192). İkincisi, kamu mal ve hizmetlerini üretmek için kurulmuş daireleri, üçüncüsü kamu politikalarını uygulayan çalışanları ve memurları, dördüncüsü ise örgüt, örgütlenme ve işleyiş biçimini ifade etmektedir (2013:131). Bürokrasi kelimesinin Türkçede en çok kırtasiyecilik anlamında kullanıldığında şüphe yoktur (Tortop vd., 2010:205). Bürokrasi kavramının ilk defa Fransa’da ortaya çıktığı ve ilk kullanan kişinin de 1745 yılında Fransız fizyokrat iktisatçı Vincent de Gournay olduğu konusunda görüş birliği bulunmaktadır (Öztaş, 2013:131). Bürokrasi ve bürokrat tabirlerinin bazen hakaret kastiyle kullanıldığına 24 rastlanır. Birçok çalışan kimse kendisinin bir bürokrat olduğunu ve işlerinde kırtasiyeci zihniyeti ile hareket ettiğini kabul etmez. Şahıslar, müesseseler ve muameleler hakkında hakaretle karışık bir tenkit yapmak isteyenler, bürokrat ve bürokrasi kelimelerini kullanırlar. Herkes bürokrasinin hakikaten fena bir şey olduğu ve dünya yüzünden kaldırılması lazım geldiği kanaatindedir (Mises, 2000:5). Bürokrasinin bu yönüne temas eden başka birçok bilim insanı olduğu bilinmektedir (Eryılmaz, 2004:2-3). Ancak bürokrasinin hayatın bir parçası olduğu da kabul edilmelidir. Zira bürokrasi, hizmetlerin “iktisadi hesaba” göre kıymetlendirilemediği bir idare sistemidir (Mises, 2000:44). James, biraz farklı sayılabilecek bir bürokrasi tanımı yapmıştır. Zira ona göre bürokrasi; kamu kuruluşlarının önceden belirlenmiş koşullara göre örgütlenmesi ve gene önceden belirlenen kurallar dışına çıkılmadan yönetilmesi ve işleyişidir (1996:393). Bürokrasiyi sadece devlet yönetimi ile irtibatlandırmayan tanımlar da önemlidir. Zira yapısı itibariyle bürokrasi hem özel hem de devlet örgütlerine gereklidir. Bu bağlamda bürokrasi, iş bölümü ve uzmanlaşma temeli üzerinde yükselen otoritenin merkezileştiği hiyerarşik yönetim yapısını ifade eden bir kavramdır. Batı ülkelerinde hâkim geleneksel görüşe göre bürokrasi, siyasal kurumlar tarafından saptanan hizmet politikalarını uygulamaktan sorumlu bir araç, bir mekanizmadır (Aykaç, 1997:39-40). Buraya kadar yapılan tanımlardan anlaşılacağı gibi bürokrasi idari, siyasi ve sosyal yönleri olan geniş bir kavramdır. Bürokrasi konusundaki değişik anlamlar, bu sosyal örgüt biçiminin özelliklerini tanımlamadaki farklı yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır. Bu konuda iki temel yaklaşımdan söz edilir. Birinci yaklaşım bürokrasiyi; işbölümü, hiyerarşi ve prosedür sistemi gibi belirli yapısal özelliklere sahip bir örgüt biçimi olarak ele almaktadır. Örgütün davranışsal özelliklerini esas alan ikinci yaklaşımda ise; örgütün objektiflik, kesinlik, doğruluk, dosya bilgisi ve tutarlılık gibi pozitif yönlerine olduğu kadar; sorumluluktan kaçma, kırtasiyecilik, katılık, aşırı 25 gizlilik, yetki devretmekte ve kullanmakta isteksizlik gibi olumsuz yönlerine vurgu yapılmaktadır (Eryılmaz, 2004:7). Çevik, bürokrasinin, kamu örgütü anlamında da kullanıldığını, bu bağlamda, kamu yönetiminin örgütsel yapı ve işlevleri anlamına geldiğine işaret etmiştir. Bu açıdan, bürokrasi dendiğinde, içindeki bürokrat denilen kamu görevlilerinden, bu kamu görevlilerinin kendi aralarındaki her türlü yatay veya dikey ilişkilerinden, bunların sahip oldukları yetkilerden ve diğer yapısal öğelerden oluştuğu düşünülmektedir (2007b:61-63). İlkel toplumlarda bugünkü anlamda bir örgüt ve bürolar yoktu. İnsanlar yasalar yerine, sözlü emirler ve geleneklerle yönetiliyordu. Yöneten ve yönetilenler arasındaki ilişkiler doğrudan doğruya olduğu için, arada aracılar da bulunmuyordu. Ancak toplumlar arasında harp yapma ve vergi alma zorunluluğu ortaya çıktıktan sonra hükümdarlar, aracılar kullanma ve bunlarla emirleri diğer kişilere ulaştırma imkânına kavuştular. Ortaçağın sonlarında, henüz bürokrasi olarak isimlendirilmemekle beraber bir yönetim sistemi gelişmeye başlamıştır. Krallık otoritesinin güçlenmesi ve daimi gelir kaynaklarının bulunması, matbaanın bulunması ve diğer teknik ilerlemelerin bu gelişmede önemli rolü olmuştur. Bu gelişmelere paralel olarak örgütler ve büroların kuruluşlarında da gelişmeler olmuştur (Tortop vd., 2010:205). Eryılmaz, Weber ve onu yorumlayanların görüşlerini dikkate alarak, yasalrasyonel bürokrasinin ortaya çıkışında etkili olan faktörleri, “hacim”, “devletin gelişmesi”, “ulus devlet”, “kapitalist sistem”, “ideolojik ve siyasal nedenler”, “özel idari sorunlar ve ihtiyaçlar”, “sanayileşme”, “demokrasi ve eşitlik düşüncesi” ve “sosyal şartlar” olmak üzere sıralamıştır (2004:71). Bürokrasinin gelişmesi ve büyümesi, modernleşme ile yakından ilgilidir (Öztaş, 2013:81). Modernleşme artık bir tercih olarak görülmemekte, bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir (Heper, 1973:17). Modernleşme veya modernleştirmenin, temel olarak Batının bazı seçilmiş somut kurumlarını ve yaşam biçimlerini benimsemek olduğu kabul edildiğine göre, Türkiye’nin modernleşme tarihinin de aynı yol ve yöntemi izlemesi normal kabul edilmelidir (Heper, 1973:19). 26 Örgütlerin yapısal ve işlevsel farklılaşması, değişik amaçlı sayısız bürokratik kurumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Modern toplumlarda yaşamak zorunda olan her bir fert, bir ya da birden fazla örgütün parçası haline gelmiş, sosyal ilişkileri bürokratikleştiren organizasyonların sayıları ve yapıları giderek büyümüştür (Öztaş, 2013:81-82). Günümüzde halkın büyük bir kısmı, çalışma hayatlarını örgütler içinde geçirmektedirler; ikamet ettikleri yer olarak bir yerel yönetimin hemşehrisidirler; alışveriş yapmak için büyük marketlere, tedavi olmak için hastanelere, yönetime katılmak için siyasi partilere, iş bulmak için iş kurumuna, kendilerini ve sahip oldukları araçları ve malları çeşitli risklerden korumak için sigorta şirketlerine, çocuklarının eğitimi için okullara, kendilerini geliştirmek ve topluma yararlı olmak için çeşitli dernek ve vakıflara üye olmakta ya da gitmektedirler (Eryılmaz, 2004:19). Heper’e göre bürokrasi, ülke gelişmişliğine bağlı olarak, bazı yapısal-işlevsel farklılıklar gösterir. Zira gelişmiş ülkelerde bürokrasi hayli yaygın, karmaşık ve genellikle siyasal kararları uygulayan bir kurumdur. Bu ülkelerde bürokrasi, az gelişmiş ülkelere oranla daha uzman kadrolardan oluşur, işlevlerini çok daha dikkatli bir biçimde yerine getirir. Bunun en önemli nedenlerinden biri mali ve teknolojik imkanların elverişli olmasıdır (1973:92-93). Az gelişmiş ülkelerde bürokrasi, genellikle gelişmiş ülke bürokrasileri taklit edilerek geliştirilmiştir. Bunun sonucu olarak bu bürokrasiler, ortaya çıkan yeni sorunlar açısından işlevsel olmayan özellikler edinmişlerdir. İkinci temel özellik, yetenekli personel yetersizliğidir. Eldeki personel, yeniliğe dönük, dinamik bir idare anlayışına ve teknik becerilere sahip değildir. Aksine, geleneksel toplumun tutum ve davranışları bürokrasiye de yansımaktadır. Bu ülke bürokrasilerinin bir diğer temel özelliği biçimsellik olgusunun hayli belirgin şekilde ortaya çıkmasıdır. Nihayet bu ülkelerde bürokrasiler büyük ölçüde “siyasi”dirler (Heper, 1973:130). 1.2.2. Bazı Öncü Düşünürler ve Bürokrasi Her sahada çığır açanlar, eskimeyen ve değişmeyen bir önemi her zaman korurlar. Nasıl ki ampulu veya telefonu bulan kişilerin adı hiç değişmediği gibi, sosyal bilimlerde ve dolayısıyla bürokrasiye yaklaşım konusunda iki kişinin ayrı bir önemi 27 vardır: Karl Marx ve Max Weber. Karl Marx bir bürokrasi teorisi ileri sürmemiştir ama bürokrasiye getirdiği eleştiriler, bu konuda ortaya atılan görüş ve teorilere ilham kaynağı olmuşlardır. Max Weber’in önemini ise, örgüt ve teorilerini çalışan herkes şartsız kabul edecektir. Çünkü bu konuyu en çarpıcı ve bilimsel bir şekilde ele alan öncü bir sosyal bilimcidir. Bu sebeple, her ikisinin de bürokrasi konusundaki görüşleri kısaca ele alınacaktır. 1.2.2.1. Marx’a Göre Bürokrasi Her ne kadar bürokrasi kavramı, Marx’ın düşüncesinde merkezi bir konu olarak doğrudan yer almasa da, bürokrasi toplumun güç yapısı ile ilişkisi bakımından dolaylı ilgisini çekmiştir. Marx, bürokrasi kavramını ve olgusunu, devlet yönetimi bağlamında ele almış ve olumsuz anlamda kullanmıştır. Bürokrasi kavramı ile hem yönetim sistemi ve hem de bu sistemi çalıştıran bürokratlar anlatılmak istenilmiştir (Eryılmaz, 2004:21). Marx bürokrasi kavramını, Hegel’in devlet anlayışını inceleyerek ve eleştirerek ele almıştır. Hegel’e göre devlet, genel yararı temsil etmekte, kamu yönetimi ise devletle sivil toplum arasında bir köprü olarak görülmektedir. Ancak Marx’a göre devlet, genel yararı değil, hâkim sınıfın özel çıkarlarını temsil etmektedir. Genel yarar kavramı, hâkim sınıfın özel çıkarlarının egemenliğini örtbas etmenin ideolojik bir aracıdır. Sivil toplum ise, burjuva sınıfının egemenliğinin üretildiği bir alandır. Bu bakış açısına göre bürokrasi, özel bir sosyal grup olup, hâkim sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenlik kurmasını sağlayan vasıtadır. Marx’a göre bürokrasi, halkın çoğunluğunun, esrarengiz ve kendilerinden uzak bir varlık olarak hissettikleri, zulmedici özerk bir güç haline gelir. Halkın hayatını düzenlemekle beraber, onların denetiminden ve idrakinden uzaktır. Marx, bürokratın girişim gücünün yokluğuna, düşünce kısırlığına, sorumluluk almaktaki isteksizliğine vurgu yapmaktadır. Bu noksanlıklar ya da yetersizlikler, her şeyi yapmaya kendini muktedir gören bürokratları endişelendirmez. Gerçekte bürokratlar, kendi ayrıcalıklarını ve pozisyonlarını güçlendirmek amacıyla egemenlik fonksiyonlarını sürekli genişletmek isterler (Eryılmaz, 2004:26). 28 Gerçekte Marx, daha sonraları Weber ve onu takip edenler tarafından ayrıntılı olarak incelenecek olan bürokrasinin, birçok özelliğine ve sorununa parmak basmıştır. Bürokratik görevin kutsallaştırılması ve amaçların araçlarla yer değişmesi gibi hususlar, Marx’ın haleflerini etkilediği konuların başında gelmektedir (Eryılmaz, 2004:28). Sonuçta Marx ve takipçileri, bürokrasiye yönelik en radikal eleştirileri getirmişlerdir (Türköne, 2014:441). Onlara göre bürokrasi kötü bir şeydir ve yok edilmelidir. Bunu gerçekleştirmek de üç aşamada mümkün olabilir: Birincisi, bütün çalışanlara aynı ücret verilerek, ayrıcalıklı konumlar sona erdirilir. İkincisi, yasama ve yürütme birleştirilerek, doğrudan demokrasiye geçilmelidir. Üçüncüsü de, kamu görevlilerinin başarı durumlarının oylanarak, başarısız olanların görevden uzaklaştırılmaları sağlanmalıdır. Bu şekilde, zaten cazibesini yitirecek olan bürokrasi de yok olacaktır (Fişek, 2012:106) 1.2.2.2. Weber’e Göre Bürokrasi Max Weber, bürokrasi konusunu sistemli ve kapsamlı bir biçimde inceleyen bir Alman sosyal bilimcidir. Günümüzde Weber ismi, bürokrasi kavramıyla adeta bütünleşmiştir. Weber, bürokrasiyi doğrudan tanımlamak yerine, onun unsurlarını ve özelliklerini belirtmekle yetinmiştir (Eryılmaz, 2004:44). Weber’in ifade ettiği ideal bürokrasinin bu özelliklerini, Öztaş şu şekilde özetlemiştir (2013:133-145; Türköne, 2014:424-425). Yasalarla düzenlenmiş yetki alanı: Bürokratik yapılarda amaçların gerçekleştirilmesi için gerekli düzenli çalışmalar, resmi görevler belirli bir biçimde dağıtılmıştır. Bu görevlerin yerine getirilmesi için gerekli emirleri verme yetkisi ve yaptırımlar kurallara bağlanmıştır. Görevlerin düzenli ve sürekli yürütülmesi; gerekli yetkilerin kullanılması, sistematik hükümlerle sağlanmıştır. Otorite hiyerarşisi: Örgütün yapılanması, otorite hiyerarşisine göre yapılır, görevler hiyerarşik bir düzen içinde yürütülür. Bu düzen sayesinde her bir alt birim, üst birimin denetim ve gözetimi altına girer. Bu ilke, kamu kurumlarında olduğu kadar, büyük parti örgütlerinde ve özel işletmelerde de geçerlidir. 29 Yönetimin yazılı belgelere dayanması: Çağdaş bürokrasinin yönetimi, yazılı belgelere dayanır. Bu belgeler, gerektiğinde kullanılmak üzere saklanır. Söz konusu belgelerin yazılması için geniş bir görevliler ve kâtipler kadrosu istihdam edilir. Resmi görevleri yürüten memur kadrosuna, yönetimin maddi aygıtı ve dosyaları ile birlikte “daire” denir. Özel sektörde ise buna, genellikle “büro” adı verilir. Uzmanlaşma: Daire ya da büro yönetimi, esaslı bir uzmanlık eğitimini gerektirir. Uzmanlaşma, işbölümünün bir sonucudur. İşbölümü ile ortaya çıkan çeşitli faaliyet alanlarında çalışanlar, yaptıkları işte kısa zamanda uzmanlaşırlar. Gayrişahsîlik: İdeal bir memur, işleri, sevgi ve nefret gibi duygusallıktan uzak, bütünüyle gayrişahsî kurallara göre yürütür. Resmi işlerde, kişisel düşünceleri bir tarafa bırakmak, tarafsızlık için olduğu kadar, verimlilik bakımından da ön şart niteliğindedir. Kariyer yapısı: Bürokraside memuriyet bir meslektir. İşe alınmalar, belirli niteliklere bağlı olarak özel sınavla sağlanır. Memur, kamu hizmeti hiyerarşisi içinde kendine bir kariyer edinmeye çalışır, alt basamaklardan üst görevlere doğru, uzmanlıklarına ve kıdemlerine bağlı olarak ilerler. Kurallar sistemi: İşyeri yönetimi, belli bir istikrarı ve kapsamı olan, öğrenilebilir genel kurallara bağlıdır. Bürokraside işler, birbirleriyle uyumlu soyut kurallar tarafından yönetilir ve bu soyut kurallar, belirli olaylara uygulanır. Belirli olaylar konusunda karar alınırken, önceden belirlenmiş soyut ve genel kurallara göre hareket edilir. Kamu ve özel hayatın ayrışması: Kamu hizmetinin çağdaş örgütlenişi, kural olarak, resmi daireyi görevlinin özel konutundan ayırdığı gibi, bürokrasi de, genel olarak resmi faaliyet ile özel yaşam alanını birbirinden ayrıştırmıştır. Modern iş yönetimi tipi ne denli yerleşmişse bu ayrımlar o denli netleşmiştir. Burada bir dönem, özellikle de geleneksel devlet döneminde, bazı ülkelerde bürokratlığın ve dolayısıyla bürokrasinin, babadan oğula geçen bir meslek olduğunu ve bunun uzun bir dönem uygulandığını hatırlamakta ve de doğuracağı tekelleşmenin sakıncalarını hatırlamak gerekir (Lewis, 2013:229-231). 30 Özet olarak bürokrasi, işbölümü, resmi yetki alanı, otorite hiyerarşisi, kurallar sistemi, yazılı belgeler, kamu ve özel hayatın ayrıştığı, gayrişahsîlik ve liyakatı esas alan bir örgüt biçimidir. Başka bir anlatımla, Weber’e göre bürokrasi, bir yönetim biçimi değil, yazılı kurallara göre işlerin profesyonel görevliler tarafından yürütüldüğü bir örgüt biçimidir. Bu örgüt biçimi yalnızca devlete özgü değildir; özel sektörde de bu örgütlenme biçimi yaygındır (Eryılmaz, 2004:48). 1.2.2.3. Seçkinci Bürokrasi Teorisi Bu çalışmada çok önemli olmamakla beraber, bürokrasiyi ilgilendiren bu akımdan da kısaca bahsetmekte yarar vardır. Özellikle 1930’lu yıllarda, büyük ekonomik bunalımın da etkisiyle, siyaset kurumuna ciddi eleştiriler getirildi. Zira bütün kararlar, nihai olarak onlar tarafından veriliyordu ve ortada bunalım varsa, sorumluluk da onlara ait olmalıydı. Bunun çözümü, siyasetçilerin yetkilerini azaltarak, onun yerine iş adamları ve “teknokrasi”den oluşan seçkin bir kesim oluşturmak, devletin ve ekonominin yönetiminde bu kesimi hâkim kılmaktır. Bu seçkinci bürokrasi teorisinin belli başlı savunucuları, A.R. Michels, Bruno Rizzi, James Burnham ve C. Wright Mills gibi düşünür ve bilim insanlarıdır (Fişek, 2012:112-117). 1.2.3. Örgüt Teorileri Tezin bu kısmında, genel olarak kamu bürokrasisinin veya özel sektör kuruluşlarının örgütsel yapısını ve işleyişini açıklamayı amaçlayan, örgüt teorileri olarak adlandırılan ve belli bir süreç içerisinde yönetimin gelişimine paralel gelişim özelliği gösteren açıklamalar ele alınmıştır. Güvenlik bürokrasini ve dolayısıyla aktörleri olan örgütlerinin, teorik olarak tanımlanması için örgüt teorilerinin incelenmesi gerekir. Bu amaçla, bu konuyu ele alan her akademik çalışmada esas olduğu gibi, örgütle ilgili teorik açıklamalar incelenmiştir. Bu çerçevede ilk karşılaşılan teorisyenler Taylor ve Fayol’dur. Bunlar, yapmış oldukları bilimsel gözlem ve deneylerle, çalışmış oldukları örgütlerin yapılarını, sistemli bir şekilde teorik çerçeveye oturtmaya çalışmışlardır. Taylor, 20. 31 yüzyılda yayınlamış olduğu “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” adlı kitabında, o dönemde çalışmış olduğu Ford fabrikasındaki gözlemlerinden de yararlanarak, büyük işletmelerin yönetilmesiyle ilgili ilkeler ortaya koymuştur. Bu ilkelerin aynı zamanda evrensel olduğunu savunmuştur. Taylor’ın çalışmasında temel güdümleyici verim artışı olduğundan, işletmede çalışanların sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını önemsememiştir. Çalışanlardan elde edilecek işgücü veriminin azami ölçüde arttırılabilmesi için değerlendirmeler yapmıştır. Taylor'un bu yaklaşımı daha sonra kendisine bu konuda eleştirilerin yönlendirilmesine ve bu konuda farklı bir akımın ortaya çıkmasına da ortam hazırlamıştır (Çevik, 2012:52-54). Taylor, ortaya koymuş olduğu bilimsel yönetim teorisinin ilkelerini dört madde halinde belirlemiştir (1997:12): Yönetim faaliyeti gerçekleştirilirken, yapılacak her bir işin bölümleri için ayrı birimler oluşturulmalıdır: Yönetim, üretimi gerçekleştirecek olan personeli bilimsel olarak seçmeli ve personelini eğitip geliştirmelidir. Yönetim, personelin bilimsel metotlar çerçevesinde çalışmasını temin etmelidir. Yönetim, işletmenin sorumluluğunu personel ile yöneticiler arasında dengeli bir şekilde paylaştırmalıdır. Taylor'un oluşturduğu bu teori, isminden ve ilkelerinden de anlaşılacağı üzere yönetim faaliyetine bilimsel bir bakış açısı kazandırmakta ve bilimselliğin önemine vurgu yapmaktadır (Öztaş, 2013:83-84). Yapılacak olan işin detaylarının bilimsel esaslara göre belirlenmesinin yanı sıra, işi yapacak olan personelin bilimsel standartlara göre seçilerek yetiştirilmesi de bu teorinin temelini oluşturmaktadır. Örgüt içerisindeki hiyerarşik kademelendirmeden sonra, her kademe için işbölümünün gerçekleştirilmesi ve hangi personelin hangi işi yapacağının yazılı olarak belirlenmesi aşaması gelmektedir. Böylelikle kimin ne iş yapacağının belirlenmesinin yanı sıra personelden beklentiler de ortaya konmaktadır (Çevik, 2007a:75). Bu durum denetimi kolaylaştırmanın yanında verimliliğin arttırılmasında da etkin rol oynamaktadır. Bu teoride Taylor, kendi çalıştığı fabrikada, üretim faaliyetlerini gruplara ayırarak her bir işin yapılma zamanını gözlemlemiştir. Bu gözlem esnasında boşuna harcanan zaman dilimlerini de gözlemleme fırsatını yakalamıştır. Bu gözlemin ardından, işlerin daha kısa sürede yapılabilmesi veya daha fazla üretim 32 gerçekleştirilebilmesi için teşvik sistemleri geliştirmiştir. Bir iş için oluşturmuş olduğu standart birimin üstüne çıkan personele teşvik sistemi getirerek, bir motivasyon sistemi oluşturmuş ve böylelikle üretimin artmasını sağlamıştır. Bu araştırmayı yaparken bilimsel gözlemler ve usuller kullandığı için de bu teorinin genel geçerliğini göstermiş oldu (Öztaş, 2013:87). Taylor'un ortaya koyduğu teoride örgütlenme modeli, Weber'in ortaya koyduğu bürokrasi teorisindeki modelle benzerlikler göstermektedir. Taylor da Weber gibi merkezi bir yapılanmadan ve bu yapılanmanın hiyerarşik esaslara göre yukarıdan aşağıya doğru kurgulanması gerektiğine vurgu yapmakta ve ast-üst ilişkisinin net bir şekilde belirlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu alanda Taylor'dan farklı olarak yönetim anlayışları ve davranışları üzerine araştırma yapan teorisyen Henri Fayol’dur. Taylor, yönetim faaliyetleri ve hareketleri üzerinde çalışmasına karşın Fayol ise yönetim anlayışları, fikirleri ve davranışları üzerine çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Fayol'un yönetim literatürüne kazandırmış olduğu en önemli unsurlar yönetim ilkeleridir. Bunlar, planlama, örgütleme, yönlendirme, koordinasyon ve denetimdir (Tortop vd., 2010:21). Yönetim modellerinin klasikleri arasında yerini alan Fayol'un beşlemesi şöyle açıklanmaktadır (Öztaş, 2013:108-112): Planlama, yönetim faaliyetinin en önemli aşamalarından birini oluşturmaktadır. Planlama, geleceği hesaplamanın yanı sıra bu hesaplamalara göre faaliyete geçmeyi de kapsamaktadır. Kısacası yapılacak işlerin önceden belirlenerek bu çerçevede gerçekleştirilen faaliyetlere planlama denmektedir. Bu çerçevede yönetim faaliyetini gerçekleştirme sürecinde en önemli planlama faaliyetleri arasında iş planlaması gelmektedir. İş planı, bina, ekipman, sermaye, üretim gücü ve çalışanlar gibi maddi kaynakları ve yapılan işlerin kapsamının yanı sıra önceden belirlenmesi zor olsa da planlamaya tabi tutulabilecek olan ticari, mali ve teknik imkanların önceden hesaplanarak belirlenme sürecini ifade eder. Kısacası işletmenin üretim sürecindeki rotasını belirleme faaliyetini ifade eder. 33 Örgütleme, bir işletmenin işleyiş şemasını oluşturmanın yanı sıra onun çalışabilmesi için malzeme, tesisat, sermaye ve çalışan gibi çeşitli ihtiyaçlarının programlanarak işletmeye kazandırılması sürecini kapsamaktadır. İşletmenin faaliyetlerini gerçekleştirebilmek için sahip olması gereken organların neler olduğunun tespit edilmesi ve bunun yanı sıra bu organlarda çalıştırılacak olan personelin hangi birimde görevlendirileceği ve hangi işi yapacağı da örgütleme faaliyeti kapsamında yer almaktadır. Örgütlenme faaliyetinin gerçekleştirilmesinde örgütlerin hacimleri de önem arz etmektedir, zira örgüt bünyesinde sadece bir kişi bulunabileceği gibi milyonlarca kişinin görevli olduğu örgütler de söz konusudur. Bu çerçevede çok büyük yapılanmalar içeren örgütlerin de örgütlenmeleri karmaşıklık arz eder. Bundan dolayı çok büyük organizasyonların en üstteki tepe yöneticisinden en alttaki işçilerine kadar sağlıklı bir yönetim şemasına ve her birimde nasıl bir görevlinin çalışacağını önceden belirleyen iyi bir örgütlenme çalışması sonrasında tespit edilmelidir. Yönlendirme, işletmenin örgütlenmesini tamamlamasının sonrasında, her bir birimin ayrı yapacağı bir faaliyeti olmanın yanı sıra, merkezi olarak işletmenin tepe yöneticisinin de gerçekleştireceği bir kumanda faaliyetidir. Yönlendirmeden asıl olarak, her birim yöneticisinin işletmenin amaçları doğrultusunda personelini sevk ve idare etmesi kastedilmektedir. Koordinasyon, bir işletmenin verimli bir şekilde çalışmasını sağlamak için bütün birimlerinin ve çalışanlarının, uyumlu bir şekilde çalışmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Çünkü her alt birim diğer alt birimlere ve üst yönetim birimine bağımlı olarak çalışmaktadır. Bu bağımlılık, birimler arasındaki iletişimi ve birlikte çalışabilmeyi, yani koordinasyonu da zorunlu kılmaktadır. Özellikle büyük ölçekli işletmelerde ve holdinglerde, koordinasyon çok önemli bir yönetim unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ölçekteki işletmelerin içinde koordinasyonun tesis edilmesi hayati önem arz etmektedir. Çünkü birimler arasındaki sağlıklı haber akışı ve etkileşim, üretim sürecinin de sağlıklı bir şekilde yönlendirilmesinin başlıca gereksinimleri arasında yer almaktadır. Bu durum büyük işletmelerin bir bütün olarak çalışabilmesine yardımcı olur. Bunun sağlıklı bir şekilde 34 gerçekleştirilebilmesi için de en büyük görev, bütün birimlerin kendisine bağlı olduğu tepe yöneticisine düşmektedir. Denetim, işletmenin planlamış olduğu ve yine işletmenin ortaya koymuş olduğu genel ilkelere uygun olarak işlerin yürütülüp yürütülmediğinin kontrol edildiği faaliyetler süreci olarak ifade edilmektedir. Denetimde asli amaç, yapılan hata ve yanlışlıkların tespit edilerek, düzeltilmesi ve tekrarının önüne geçilecek önlemlerin alınmasıdır. Denetim faaliyeti, işletmenin birimleri, üretim faaliyetleri ve ürünler üzerinde yapılacak kontrol faaliyetlerinin yanı sıra çalışanların kontrolünü de içermektedir. Denetim faaliyetinin gerçekleştirilmiş olması, işletmeye tek başına bir şey kazandırmaz. Bunun için denetleme faaliyeti gerçekleştirildikten sonra, bunun faydalı bir sonuca ulaşabilmesi için, bir geri besleme mekanizmasıyla, süreçten elde edilen sonuçlar, iyi bir şekilde değerlendirilerek, gerekli düzenlemeler ve iyileştirmeler yapılarak, tekrar işletmenin yönetim sistemine sokulmalıdır. Bu çerçevede önceden belirlenen hedeflere ulaşılmasında karşılaşılmış olan hatalar gözden geçirilerek, aksaklıklar tespit edilip giderilir ve sürece olumlu bir şekilde yansıtılması sağlanır. Kısacası denetim süreci, yapılan hatalardan ders çıkartılarak çözümlerin oluşturulup uygulanması sürecini ifade etmektedir. Bu iki teorisyen, daha çok örgütlerin yapısal özellikleri üzerinde durmuşlardır. Bu yapıların biçimsel özelliklerini açıklamayı ve ideal biçimsel yapıları ortaya koymayı amaç edinmişlerdir. Ancak bu teorisyenlerin, yönetsel yapıları sadece biçimsel olarak incelemeye almış olmaları, sonra gelen birçok teorisyen için temel eleştiri konusunu teşkil etmiştir. Bu sonrakilere göre, mekanik ilişkilerin ötesinde insani ve sosyal değerlerin de gönünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir (Çevik, 2012:58). Bunların en önemli temsilcilerinden olan Elton Mayo'nun geliştirdiği teori, bu akımın en belirgin özelliklerini bünyesinde barındırmaktadır. Elton Mayo, 1927 ve 1932 yılları arasında Western Electric Şirketi'nin Hawthorne tesislerinde yapmış olduğu gözlemler sonrasında teorisini olgunlaştırmıştır. Bu tesislerde gerçekleştirmiş olduğu deneylerde ısı, ışık, nem ve 35 dinlenme süreleri gibi etkenlerin üretim üzerindeki etkilerini belirlemeyi amaçlamıştı. Ancak, bu deneyler esnasında fiziksel koşulların giderek bozulmasına karşın grup dayanışması, çalışanların moral değerlerinin yüksek oluşu ve çalışanlar arasındaki davranış ve ilişkilerin iyi olmasının, üretim sürecine olumlu etki sağladığını gözlemlemiştir (Nohutçu, 2010:25-26). Mayo, gerçekleştirdiği deneyin dönemine de dikkat çekmektedir. O dönemde, etkisini günümüzde de arttırarak devam ettirdiği açık olan bireysel toplum yapısının ve teknolojik gelişmelerin, çalışma grupları arasında bir dağılmaya neden olduğunu ifade etmektedir. Böylelikle çalışanın işletmeye ve çalışma arkadaşlarına olan bağlılık duygusu zedelenmekte ve grup içerisinde kazandığı aidiyet duygularını da yitirmesine neden olmaktadır Bu durumda çalışanların motivasyonu kırılmakta ve iş verimleri düşmektedir. Bu problemin aşılması ve işletmenin veriminin sağlanması ve arttırılması için çalışanlar arasındaki sosyal ve insani bağların tesis edilmesi ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, beşeri unsurlar, bireyin psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçları, çalışma davranışı üzerinde etkilidir (Öztaş, 2013:163-174). Mayo'nun gerçekleştirmiş olduğu bu araştırmanın ortaya koyduğu en önemli noktalardan biri, örgüt teorileri içerisinde klasik yaklaşımlardaki mekanik bakış açısının üzerine, örgütsel performansı artırdığı gözlemlenen insani ilişkilerin bu sürece dâhil edilmiş olmasıdır. Bu yaklaşım, örgütlerin yapılarının mekanik değil canlı ve sosyal yapılar olduğunu ortaya koymaktadır (Çevik, 2012:58). Aynı zamanda örgütün çalışanlarıyla bir bütün teşkil ettiğini ve örgütün ihtiyaç ve sıkıntılarının tespit edilmesi için çalışanların durumunun bu konuda belirleyici olacağı anlaşılmaktadır. Bu teorisyenlerin, örgütü sadece biçimsel olarak ele almalarına ve insan davranışlarına indirgemelerine karşın, daha sonra gelen birçok modern dönem teorisyeni, insani ilişkilerin de ötesinde, örgütün çevresinin de sürece dâhil edilmesi gerektiğini ortaya koydular. Bu çerçevede, örgütün çevresiyle bir bütün teşkil ettiğini ve örgütle ilgili değerlendirme yapılırken veya bir karar alırken örgütün çevresinin gözönünde bulundurulması gerektiği ortaya konmuştur (Öztaş, 2013:216). bağlamda, en önemli yaklaşımlar “Sistem Yaklaşımı” ve Bu “Durumsallık Yaklaşımı”dır. 36 Sistem Yaklaşımı, esas olarak tabiattaki biyolojik düzenin yönetime uyarlanmasıdır. Nasıl ki tabiatta, bütün canlıların tabi olduğu bir sistem var, örgüt için de bir sistem sözkonusudur (Genç, 2005, 71-72). Birçok düşünür sistemi, birbirine bağımlı olan iki ve daha fazla parça veya alt sistemlerden oluşan, çalışma ve özellikleri itibariyle belirli bir sınırı olan ve diğer sistemlerden ayırdedilen örgütlenmiş ve bölünmez bir bütün olarak tanımlamaktadırlar (Eren, 2009:49). Bu bağlamda, fen bilimlerinin kullandığı genel sistem anlayışı, Katz ve Kahn tarafından örgüt analizinde kullanılmak üzere önerilir. Bu düşünürler örgütü açık sistemler olarak tanımlarlar. Bu analizde, daha önce hesaba katılmayan çevre unsurunu da analize dâhil ederler. Burada bütün parçaların birleşmesinden oluşan ana sistem ve o sistemi meydana getiren parçalara alt sistem denmektedir. Bir de örgütün ana amaçlarını gerçekleştiren suprasistem vardır. Bunlar sürekli etkileşim halindedirler. Sonuçta bu sstem bir çevre içinde yer alır. Örgütü çevresinden ayıran hayali çizgiye sınır denir. Sistemler çevrelerinden girdi alırlar ve bunları değerlendirerek bir çıktıya dönüştürürler ki, buna da genel olarak mal ve hizmet adı verilir. Sistemler de açık ve kapalı sistemler olarak iki ayrılırlar. Açık sistem çevresiyle girdi ve çıktı alış verişinde bulunurken, kapalı sistemlerde bu sözkonusu değildir. Açık sistemlerde geribesleme denen, çevrenin beklentilerinin karşılanması bulunmaktadır. Sistemin varlığını sürdürebilmesi için dengede olması gerekir. Sonuçta sistem, bir şekilde hayatını sonlandırma tehlikesi ve gerçeği ile karşı karşıyadır. Açık sistemler bu tehlikeyi daha olay bertaraf etmekte ve geciktirmekte iken, kapalı sistemlerin bu şansı pek yoktur. Siyasal sistemin ve bu sistem içerisinde, planlanarak oluşturulan kamu politikalarının analiz edilmesi çok önemlidir (Öztaş, 2013:190-208). Sistem yaklaşımı, örgütün idari fonksiyonlarının dar bir şekilde yorumlamasının önüne geçerek, diğer sistemlerle ve kendi alt sistemleriyle çevresel etkenlerin de karar mekanizmasına dâhil edilmesini sağlar. Örgütün kurumsal yapısını, alt sistemlerin amaçlarıyla uyumlu hale getirerek, alt sistemlerin ana sisteme ne tür katkılarının olacağı belirlenir. Yönetsel sistem içerisindeki ayrışmaların önüne geçerek örgütün asli amaçlarına odaklanması sağlanır ve 37 böylelikle oluşabilecek sorunlara da etkin çözümler üretebilecek bir yapılanma oluşturulmuş olur (Nohutçu, 2010:32). Bu teoride siyasal sistem, çevresiyle bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede oluşturulacak olan kamu politikası, siyasal sistemin çevresinden gelen beklentiler doğrultusunda şekillendirilir. Bu siyasal sistem, bir toplum içerisinde, o toplumu birbirine bağlayan, yönetsel kararları veren ve toplumun değerlerini koruyan ve karşılıklı iletişim içerisinde hareket eden bir yapı olarak tanımlamaktadır. Oluşturulan her kamu politikası da bu sistemin çıktısını oluşturmaktadır. Bu kamu politikası oluşturma sürecinde, sistem yaklaşımını da açıklayan çeşitli kavramlar mevcuttur. Bunlar; siyasal sistem, girdi, çıktı ve çevredir. Sistem teorisini tam anlamıyla kavrayabilmek için bu kavramların neyi karşıladığını bilmek gerekmektedir (Çevik, 2012:62): Siyasal sistem, var olan yönetim sistemini, kamu yönetimi açısından baktığımızda daha genel bir ifadeyle devleti ifade etmektedir. Girdi ise, siyasal sisteme iletilen talepler ve bu talepler esnasında sunulan destekler olarak değerlendirilmektedir. Çıktı ise, girdilerin siyasal sistem tarafından değerlendirildikten sonra ortaya koymuş olduğu çözümleri, kararları ve bunlar çerçevesinde yapmış olduğu çalışmaları ifade etmektedir. Çevre ise bütün bu üç kavramı da kapsayan sosyal, ekonomik ve siyasal etkenlerin tümünü ifade etmektedir. Bu kavramlar, sistem yaklaşımının işleyişini de bir bakıma ortaya koymaktadır. Birey veya gruplar siyasal sisteme isteklerini ve beklentilerini iletmeleriyle sisteme girdi sokulmuş olur. Bu taleplere siyasal sistemin vermiş olduğu olumlu veya olumsuz cevaplar ve o doğrultuda gerçekleştirilen faaliyetler de çıktıları oluşturmaktadır. Bu çıktılar aynı zamanda siyasal sistemin üretmiş olduğu kamu politikalarıdır. Bu çıktıların beklentileri karşılayıp karşılamama durumuna göre de çevre tarafından tekrar bir geri bildirimle yeni bir girdi ortaya çıkartılır. Bu yeni girdilere sistem tekrar yanıt verir ve süreç bir sarmal halinde böylelikle bir bütün olarak devam eder. 1970’li yıllardan itibaren yaygınlaşan Durumsallık Teorisi, temel olarak Sistem Yaklaşımının üzerine bina edilmiştir. Dahası bu teori, Tavistock 38 Enstitüsünden Fred Emery ve Eric Trist’in; Tom Burns ile G. M. Stalker’ın, ayrıca Joan Woodward’ın çalışmalarının sonuçlarına dayanmaktadır. Bu kuram, her zaman ve her yerde geçerli bir “en iyi” örgüt yapısı ve yönetimi yoktur, esasına dayanır ve “en iyinin” duruma göre değişebileceğini kabul eder (Öztaş, 2010:216). Bu çerçevede çalışmalarını yürüten Selznick, diğer modern örgüt teorisyenleri gibi örgütlerin çevreleriyle olan ilişkilerini incelemiştir. Selznick, örgütlerin çevrelerine kaçınılmaz bir ölçüde bağlı olduklarını ve bu durumun örgütü temelden etkilediğini ifade etmektedir. Selznick'e göre örgütler hem çevrelerinin yönlendirmesi hem de kendi içlerindeki sosyal sistemlerin etkisiyle şekillenirler. Hatta çevredeki sosyal yapı, çalışanlarla birlikte örgütün içerisine girer ve örgütün bu çevrenin değerleri doğrultusunda şekillenmesine sebep olur. Böylelikle örgüt, çalışanların sosyal karakterine göre bir kimliğe bürünmüş olur (Çevik, 2010: 63). Bu etkileşim, kamu örgütlenmelerinde daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Kamu hizmeti veya malı üreten bir kamu örgütü, hizmeti götürmekle yükümlü olduğu kesimin ihtiyaçlarını gözönünde bulundurmak ve onların istekleri doğrultusunda faaliyetlerini şekillendirmek durumundadır. Özellikle güçlü sivil örgütlenmeler de bu hizmetle bir şekilde muhatap iseler, kamu örgütlerinin yönlendirilme ihtimali daha güçlü bir seçeneğe dönüşmektedir (Çevik, 2007b: 157). Bu durum zaman içerisinde, hizmet sunan kamu personeliyle, hizmetin hitap ettiği kesim arasında bir ilişkinin tesis edilmesine yol açar. Bu ilişki de kamu örgütlerini ve personelini bu çevreyle iletişime geçerek etkilenmesini zorunlu kılar (Çevik, 2007a:82-83). Kısacası, örgütlerin hayatiyetlerinin devam ettirilebilmesi için çevreleriyle sağlıklı birer iletişim ağı kurmaları gerekmektedir. Bu iletişimde de çevrenin sosyal yapısı ve bu yapıya paralel olarak sosyal talepler de göz önünde bulundurularak, örgütlere bu ihtiyaçlar çerçevesinde yeni katılımlar gerçekleştirilmelidir ki, ancak bu örgütlerin devamlılıkları sağlanabilmiş olsun. Selznick bunu kooptasyon mekanizması olarak adlandırmaktadır (Çevik, 2007b: 158). Kooptasyonu, “bir örgütün istikrarını veya hayatta kalmasını tehlikeye sokan unsurları ortadan kaldırmak için örgütün karar alma mekanizmalarına lider statüsünde yeni elemanların dâhil edilmesi” süreci olarak tanımlamaktadır (Çevik, 2012:65). Çevreden dâhil edilecek olan bu personel, çevrenin ihtiyaçlarını daha iyi 39 bileceğinden ve tahlil edebileceğinden ötürü çevresel tehditler çevreye hâkim yöntemle birlikte ortadan kaldırılmış olacaktır. Durumsallık Yaklaşımına göre, klasik örgüt teorilerindeki “insansız örgüt”, “örgütsüz insanlar” veya yönetimde evrensel genel geçer ilkeler bulmak mümkün değildir. Yani bu teoriler, her yerde ve her şartta geçerli olan bir yönetim yapısını mümkün görmemektedir (Öztaş, 2013:216-217). Bu teoride, her örgütün kendine has değişkenleri çerçevesinde değerlendirilip, kendine has bir yönetim yapısının teşkil edilmesi amaçtır (Tortop vd., 2010:223). Durumsallık yaklaşımında örgütler, çevresel koşullarla iç içe ve uyumlu olarak çalışan açık sistemlerdir (Nohutçu, 2010:36). Durumsallık yaklaşımında örgütün çevreyle olan ilişkisi önemli bir belirleyici unsurdur. Örgütün çevresi de aynı zamanda örgütün kendine özgü yapılanmasını belirleyecek etkenleri ifade etmektedir. Örgüt yapılanmasında ve yönetiminde örgüte has olarak çevresel etkenlere baktığımızda bunların arasında teknolojik, yasal, siyasi, ekonomik, demografik, ekolojik ve kültürel çevresel faktörler yer almaktadır (Tortop vd., 2010:225). Bunların her biri, bütün örgütler için farklılık arz edeceğinden dolayı, örgütün yapılanması ve yönetim yapısı da bu çevresel faktörlere göre diğer örgütlere nazaran farklılıklar arz edecektir. Durumsallık yaklaşımın önde gelen diğer temsilcileri arasında yer alan Burns ve Stalker, İngiltere'de sanayi kuruluşları üzerinde yapmış oldukları çalışmalarla, örgütlerin yönetim yapılarını incelemişlerdir. Bu çalışmalar sonucunda yönetim sistemlerini organik ve mekanik olmak üzere iki ayrı kategoride değerlendirmişlerdir. Mekanik yönetim modeli Weber'in bürokratik modellemesine uygun durağan ve istikrarlı örgütler için uygun bir model olduğunu ifade etmektedirler. Ancak istikrarsızlığın var olduğu ve hiyerarşik kademelerin net bir şekilde belirlenemediği ve görevlerin de bu ölçüde net olarak dağıtılamadığı örgütler için de, organik yönetim modelinin uygun olduğunu ifade etmektedirler (Öztaş, 2013:220). Bu modelde, örgüt içerisindeki ilişkiler mekanik örgütlere göre daha esnektir. Hiyerarşik kademeler arasındaki iletişim ve etkileşim yukarıdan aşağıya emir 40 vermekten ziyade bir danışma şeklinde gerçekleştirilir (Çevik, 2012:67). Mekanik ve organik örgüt yönetim modelleri, kendi özel şartları içerisinde değerlendirilmesi gereken modellerdir. Bu modellerin birbirine üstünlük gibi bir durumunun söz konusu olmadığı ancak, şartlara göre birinin diğerine göre daha avantajlı bir yönetim sergileyeceğini ifade etmektedirler (Burns ve Stalker, 1961:125). 1.2.4. Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı (YKY) Örgüt teorilerini incelerken üzerinde durulması gereken önemli görüşlerden birisi de Yeni Kamu Yönetimi (YKY) yaklaşımıdır. Özellikle 1980 ve 1990’larda, yönetim anlayışında meydana gelen değişiklikler ve bu alandaki taleplerin ürettiği, bir diğer anlamda da eski Weberyen bürokrasiye tepki olarak, kamu yönetimine yaklaşımlarda yeni bir tema olarak ortaya çıkan bir anlayış olan YKY, farklı biçimlerde de adlandırılmıştır; “piyasa temelli kamu yönetimi” ve “girişimci hükümet” gibi (Bilgiç, 2013:28). Devlet, geleneksel anlayış çerçevesinde, daha çok adalet, savunma ve güvenlik alanlarında faaliyet gösterirken, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, artan taleplerin de etkisiyle, konut, sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanlarına da el atmasının sonucunda, kaçınılmaz olarak yeni yönetim paradigması olarak ortaya çıktmıştır (Özer, 2012:204; Bilgiç, 2013:33). Kısa bir tanımla özetlemek gerekirse; fiyat tabanlı, bürokratik olmayan, piyasa orijinli ve müşteri tercihli kamu hizmetlerinden oluşan yapı, kurulması gereken en ideal sistem olarak görülmekte, kamu hizmeti koşullarının, müşterilerin umduğu verimlilik kriterine uygun olarak etkin yapılarla ve becerikli yöneticilerce sunulmasıdır (Özer, 2012:202). Bu YKY yaklaşımın ortaya çıkmasının tek bir nedeni olmadığı gibi, birçok ekonomik, sosyal ve politik faktöre bağlı olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. YKY’nin yedi temel özelliğini Eryılmaz şu şekilde özetlemiştir: 1-Kamu yönetiminde yöneticiye geniş yönetme serbestliğinin sağlanması, 2-Performans ölçümü yapılması, 3-Prosedürden çok sonuçlara önem verilmesi, 41 4-Kaynakların kullanılmasında disiplin ve tutumluluk, 5-Kamu sektöründe rekabetin artırılması, 6-Büyük yapılı organizasyonların, optimal büyüklükte yeni yapılara dönüştürülmesi, 7-Kamuda, özel sektör yönetim tekniklerinin uygulanması (2010:22). Bir diğer ifadeyle, YKY’nin özellikleri aşağıdaki gibi özetlenebilir; profesyonel yönetimi oluşturmak, satandartları belirginleştirmek ve performansı ölçmek, çıktı kontrolüne büyük önem vermek, hizmet sunan kamu birimlerini küçültmek, müşteriye odaklanmak, rekabete vurgu yapmak, özel sektör yöntemlerine vurgu yapmak, kaynak kullanımında disiplin sağlamak, büyük hedeflerde merkezileşme ve uygulamada adem-i merkezileşmektir (Özer, 2012:218-225). YKY ile özel sektördeki uygulamaların kamu sektörüne de uyarlanması temel amaç olduğundan hareketle özel sektördeki müşteri odaklı yönetim, kamuya vatandaş odaklı hizmet şeklinde aktarılmaktadır. Bu da yönetişimi ortaya çıkarmıştır. Yönetişim, kamu yönetimi, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarını içine alan kompleks bir sistem ve bunların kendi aralarındaki ilişkiler ağı ve karşılıklı etkileşimlerini ifade eder (Eryılmaz, 2010:27; Özer, 2012:360-361). Burada kısaca, geleneksel kamu yönetimi ile YKY anlayışlarının yapısal ve işlevsel farklarına da kısaca temas etmek gerekir. Buna göre, geleneksel yönetim; katı örgüt yapısına sahip, merkeziyetçi, katı hiyerarşili, geniş merkezi yapılı, hizmet devleti anlayışlı, büyük ölçekli ve bürokrasi eğilimli olmasına karşın, YKY; esnek örgüt yapılı, adem-i merkeziyetçi, yumuşak hiyerarşili, dar merkezli-geniş çevreli, minimal devlet anlayışlı, küçük ölçekli yapıya sahip ve piyasa yönelimli anlayışa sahiptir. İşlevsel açılardan da geleneksel kamu yönetimi; örgüt merkezli, kurallara bağlı yakın kontrol, sevk ve idare esaslı, sabit ücrete dayalı, bürokrat tipi yöneticili, az yetkili yönetici, gizlilik, hizmetlerde nicelik, üst yöneticiye bağlı değerlendirme, kapalı enformasyon kanallarına sahip olma, yetkiyi merezde toplayan, risk almakta isteksiz, kuralcı ve kırtasiyeci, girdi ve süreç odaklı ve birey yönetimli olmasına karşın, YKY; işletme anlayışlı, müşteri-vatandaş merkezli, performans hedefli denetim sistemine sahip, yönetişim esaslı, performansa bağlı ücret veren, girişimci ve 42 yetkilendirilmiş yöneticili, şeffaflık üzerine kurulmuş, hizmetlerde kalite, çok yönlü değerlendirme, açık enformasyon kanallarına sahip, yetkiyi paylaşan, risk almakta istekli, vizyon sahibi ve istekli, çıktı ve sonuç odaklı, ekip yönetimli olma gibi özelliklere sahiptir (Eryılmaz, 2010:26-27; Bilgiç, 2013:36-39; Özer, 2012:225-234). YKY, kaçınılmaz olarak bütün ülkelerin kamu yönetimini olduğu gibi Türk kamu yönetimini de olumlu olarak etkilemiştir. 1980’lerden beri bütün dünyada popüler hale gelen YKY anlayışı, Türkiye’de de Turgut Özal ile birlikte uygulanmaya baslanmıstır. Bu anlayış uygulamaya girdiği yıllardan itibaren hem merkezi hem de yerel birimler üzerinde etkisini göstermiş ve uygulama alanı bulmuştur. Türkiye’de, özellikle merkezi yönetimin faaliyet alanları daraltılarak özel sektöre daha fazla yer verilmeye baslanmış, özelleştirmelerle, devlet daha geri planda tutulmustur. Yerel yönetimlere de daha fazla görev ve yetkiler verilerek, merkezi idarenin yükü hafifletilmeye çalışılmıştır (Çevikbaş, 2012:1). Özellikle son 10-15 yıldır kamu yönetimi alanında yürütülen reform çalışmaları, Türk kamu yönetimini daha şeffaf ve hesapvesapverebilir olmasına yönelik olduğunu söylemek gerekir. Bu kapsamda, özellikle 2003 yılından itibaren çok önemli çalışmalar yapılmış ve en azından ciddi zihniyet değişiminin önü açılmıştır. Sırasıyla; geleneksel anlayışın aksine “idare” yerine “yönetim” kavramı kullanılmaya başlanmış; yönetimde açıklık ve hesapverebilirliğin önünü açıcı çalışmalar yapılmış; iş ve işlemlerde tutumluluk, verimlilik ve etkinlik odaklı anlayışın önü açılmış; yerel yönetimlere ağırlık verilerek yetkileri ve görevleri arttıtılmış; mali denetim ve performans denetimine yer verilmiş; kamu denetçiliği kurumu kurulmuş ve merkezin yetkilere azaltılmaya çalışılmıştır (Bilgiç, 2013:4041). Bu bağlamda yapılan her çalışma, doğrudan veya dolaylı olarak iç güvenlik hizmeti sunan örgütleri de etkilemektedir. Hem Türk hem de diğer modern ülke iç güvenlik örgütleri, daha çok geleneksel örgüt tiplerine çok benzeseler ve özelliklerini taşısalar da, gerek kamu yönetimi, gerek özel sektör yönetiminin ulaştığı gelişmelerden ciddi olarak etkilenmektedirler. Aşağıda da ayrıntılı olarak görüleceği gibi, hem Türkiye hem de İngiltere-Galler modelinde ciddi yenilikler sağlanmıştır. 43 Bağımsız Kolluk Şikâyet Birimi, Ombudsman, Bilgi Edinme Kanunu, Performans Denetimi gibi. Özetle örgüt teorileri, genel olarak değerlendirildiğinde, klasik dönemden günümüze değin yaşanılan sürecin ne kadar baş döndürücü bir ivmeyle gerçekleşmiş olduğu ve kısa sürede örgütlerin yapısal anlamda almış olduğu mesafe idrak edilebilir. Daha açık bir ifadeyle, klasik dönemde insan unsurunun dahi değerlendirilmeye katılmadığı bir dönemden, toplumsal dönüşüm adına, kısa bir zaman zarfında, günümüz şeffaf örgüt yapılanmalarına geçişte çok hızlı bir gelişme süreci yaşanmıştır. Bu durum devlet yönetiminde de etkisini göstermiş ve yeni kamu yönetimi adıyla anılan bir yaklaşımın gelişmesine neden olmuştur. Bu yeni yönetim anlayışı, klasik yönetim anlayışına tamamen zıt ve onun karşısında kendini konumlandırmaktadır. Bu çerçevede yeni kamu yönetimi olgusu, esnek bir hiyerarşi, dar bir örgüt merkezi yapısı, geniş ve yatay bir çevrenin yanı sıra ademi merkezi yönetim ilkeleri etrafında şekillenmektedir. Bunlara ek olarak da devletin küçültülerek üstlenmiş olduğu rollerin de kısıtlanmasını öngörmektedir (Bilgiç, 2003:35). Devlet bürokrasisinde kendini hissettiren bu durum, katı hiyerarşik yapılanmalar olan kolluk birimlerinde az da olsa etkisini göstermiş olsa da, bu örgütlerden, kendi içlerinde demokratik bir yönetim göstermelerinden ziyade, halkın güvenlik taleplerini etkin bir şekilde yerine getirmeleri daha öncelikle talep edildiğinden, bu tür örgütlerin yapısı ve yönetim şekilleri, klasik örgüt teorilerine daha uygun gözükmektedirler. 1.3. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİ 1.3.1. Güvenlik Kavramı ve Teorik Yaklaşımlar Bu bölümde, güvenlik kavramının çeşitli tanımları ve tarihsel gelişimi ele alınarak, bu kavrama getirilen teorik yaklaşımlara temas edilmiş, iç güvenlik kavramının ortaya çıkardığı polislik kurumunun ortak özelliklerine vurgu yapılmış ve ardından da farklı güvenlik türleri olan iç güvenlik ve dış güvenliğin farklılıkları ortaya konulmuştur. 44 Güvenlik, insanoğlunun gerek bireysel, gerekse de toplumsal yaşamının önemli bir kısmını meşgul etmesine ve gelecek ile ilgili aldığı karar ve politikalar üzerinde önemli derecede etkisi bulunmasına rağmen, yeteri kadar analiz edilmemiş, deneye dayalı olarak tanımlanamamış ve üzerinde anlaşmaya varılamamış olma niteliğini uzun bir süre korumuştur. Ancak son yirmi yıldır hakkında daha fazla araştırma yapılan ve makale yazılan bir kavram olan güvenlik, önemli ölçüde anlaşılabilir, rasyonel olarak analiz edilebilir ve bu doğrultuda oluşturulmuş olan güvenlik politikaları eleştirilebilir ve değerlendirilebilir bir hal almıştır (Beren, 2010:13). Güvenlik kavramı ve algısının zamandan zamana ve konudan konuya göre de değişiklik gösterdiği ve bu şekilde farklı güvenlik tür ve seviyelerinden söz edilebileceği görülmüştür (Beren, 2010:14). Güvenlik, insanlık tarihi kadar eski ve köklü bir ihtiyaçtır. İnsan var olduğundan bu yana bazen doğadan, bazen hayvanlardan, çoğu zaman da hemcinsi olan insanlardan gelen tehlike ve tehditlere maruz kalmıştır ve kalmaya da devam etmektedir. İnsanlar, “can” ve “mal” güvenlikleri için sürekli olarak önlem alma gereği hissetmişlerdir. Toplumsal değişim ve dönüşümlerle beraber, insanların güvenlik tehdit algılamaları da sürekli olarak değişmiştir (Cerrah, 2011:19). Güvenliğin tanımı ve tehdit algılamasının kapsamı, toplumsal değişime bağlı olarak değişiklik göstereceğinde kuşku yoktur. İlk toplumlarda “can” güvenliğine indirgenen güvenlik, insanların zamanla servet biriktirmeleri sonucu olarak “mal” güvenliğini de içermiştir. Can ve mal güvenliği önemini hiçbir zaman kaybetmemekle beraber, içinde yaşadığımız çağda güvenlik, artık sadece bunlara indirgenemeyecek kadar çeşitlenmiş ve bireyin “değerler” olarak korunmasını istediği unsurları da içermiştir. Mesela, “düşünce ve ifade hürriyeti”, “din ve vicdan hürriyeti” ile “ırz ve namus” insanların en az canları kadar önem verdikleri ve korumak için mallarını harcadıkları ve gerektiğinde canlarını tehlikeye attıkları değerler arasındadır. Aynı din içindeki farklı inanç, “etnik”, “kültürel”, “bölgesel” ve “alt-kültür” gibi farklılaşmalar da bireyin korunmasını istediği değerler arasında yer alır (Cerrah, 2011:21). 45 Güvenlik, daha önce de açıklandığı gibi, kelime olarak, “toplum yaşamında kanuni düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet” anlamında kullanılmaktadır (TDK, 1988:57). Güvenlik, devletin, kamu düzeninin, çalışma hayatının, hayat hakkının, kişisel hak ve hürriyetlerin, can ve mal emniyetinin korunmasından, çeşitli kaza ve yangınların verecekleri zararlara karşı korunmaya kadar, çok geniş kapsamlı bir deyimdir. Güvenlik, geniş kapsamı olan bir deyim olduğundan, bahsedilen konuya göre tanımı değişebilmektedir. Güvenliği kısaca, kişilerin canlarının, mallarının, ırz ve namuslarının her türlü tehdit, saldırı ve kazalara karşı korunmasıdır şeklinde tanımlamak mümkündür (Kuyaksil ve Tiyek, 2003:66). Aydın’a göre güvenlik, genel olarak toplumun ve dolayısıyla bireylerin her türlü suça karşı korunması, temel hakların kullanılabileceği bir ortamın sağlanması ve buna aykırı davrananların yakalanarak, gereken yasal işleme tabi tutulması için gerekli tüm önlemlerin alınması anlamına gelir ve devletin topluma sunduğu önemli ve vazgeçilmez hizmetlerinden biridir (2002:124). Bu tanımlardan anlaşıldığı üzere güvenlik, eski çağlarda, insanın kendini koruması anlamına gelirken, günümüz toplumunda can ve mal emniyetinin yanında, bireyin temel hak ve özgürlüklerini de kapsayan, demokrasinin olduğu her yerde bahsedilen bir kavram haline gelmiştir (Çınar, 1997:57). Sonuçta güvenlik, ilk insan toplulukları için “hayatta kalma, aç kalmama ve barınma” olarak algılanmakta iken, günümüzde bu kavrama, kişi hak ve özgürlükleri, kendini ifade etme, inanç özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü gibi yeni değerler de ilave edilerek, çağımızdaki güvenlik anlayışına ulaşılmıştır. Çünkü zaman içinde “sahip olunan değerlere” yeni değerler eklenmiş ya da bu mevcut değerler değişmiştir (Beren, 2010:14). Güvenlik üzerine yapılan tanımlamaların çeşitlilik göstermesi, güvenliğin, her kavram gibi, zaman içerisinde gelişmekte ve değişmekte olduğunun bir göstergesidir. Beren, güvenlik kavramının gelişim sürecini dört döneme ayırarak ele almıştır (2010:20): Birinci dönem devlet öncesi dönemdir. Bu dönem, insanlığın var olmasıyla başlayan ve devlet mekanizmasıyla tanışmalarına kadar geçen süreyi ifade 46 etmektedir ki, burada güvenlik, hayatta kalabilmek demektir. İkinci dönem, insanlığın devlet ile tanışmasından sanayi devrimine kadar olan süreci kapsamaktadır ki, bu dönem klasik devlet anlayışı dönemi veya feodal dönem olarak da ifade edilebilmektedir. Uygar toplumun ilk biçimi olan küçük kent devletlerinin ortaya çıkışı ile birlikte belli bir kimlik yapısına sahip topluluğu içte ve dışta koruyan düzenli ordular oluşturulmuştur (Şenel, 1996:41). Bu durum aynı zamanda bir gerekliliktir. Çünkü artan insan nüfusu beraberinde çeşitlilikleri de getirmiş ve tehlike sadece vahşi doğa olmaktan çıkmıştır. Bu dönemde yoğun bir şekilde yaşanan toprak mücadeleleri ve keşfedilen yaşama alanlarını koruma arzusu, güvenlik kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır (Çankal, 2010:9). Üçüncü dönem ise, sanayileşme, kentleşme ve uzmanlaşma ile beraber, tarım toplumundan endüstriyel topluma geçilerek, modern devletin kurulduğu dönemi ifade etmektedir. Bu dönem sanayi devrimi ile başlayan ve bilgi toplumu da olan, post-modern çağa kadar uzanan periyodu kapsamaktadır. Bu dönemde, 1759 Fransız İhtilalı’nın de etkisiyle birey, bireysel hak ve hürriyetler gibi kavramların öne çıkmış olması, güvenliğin artık sadece devlet açısından değil, aynı zamanda birey açısından da ele alınmasının gerekliliğini gösterdiği söylenebilir (Ergut, 2004:79). Son dönem olan dördüncü aşamada ise, 20. yüzyılın ilk yarısında tartışılmaya başlanan ve aynı yüzyılın sonlarına doğru güçlenen post-modernizmin egemen olduğu içinde bulunduğumuz dönemi ifade etmektedir. Bu gelişmelerin ışığında güvenlik kavramının, anlam bakımında hızlı bir değişim ve gelişime maruz kaldığını söylemek mümkündür. Bu gelişim ve değişim, 20.yüzyıl sonrasında kendini oldukça hissettirmiş ve giderek küreselleşen dünya düzeni içerisinde daha da önemsenen bir hal almıştır. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından bunlardan da kısaca bahsetmek gerekmektedir. 20.yüzyılın son çeyreğinden itibaren, modern toplumlardan farklı olarak, post-modern toplumlarda, başta bireysel hak ve özgürlükler olmak üzere, bireyin önem verdiği tüm değerlerin, en az onun can ve mal güvenliği kadar önemli olduğuna vurgu yapan yeni bir güvenlik anlayışı ortaya çıkmıştır. Birey ve toplumun huzurunu bozabilen “her ne pahasına olursa olsun” şeklindeki bir mutlak güvenlik anlayışından, meşruiyet sınırları içinde yürütülen ve vatandaşların “yaşam kalitesini” 47 korumayı ve artırmayı amaçlayan, hukukun üstünlüğü ilkesini özümsemiş, insan merkezli güvenlik anlayışına geçilmiştir. İnsan merkezli güvenlik, insanı devletin varlığı için bir araç olarak değil, devleti insana hizmet eden bir araç olarak görür (Cerrah, 2011:25). Burada hatırlanması gereken bir husus da, bugünün şartlarında güvenlik alanının, bireyin karşılaşabileceği diğer unsurlara nazaran genellikle devlet, savaş, terör, asayiş gibi kavramlarla çokça ilişkili olduğu hususudur. 20. yüzyılın ikinci yarısında hızla artış gösteren terörist gruplar ve etkileri, güvenlik kavramının yeni Binyıl’da terör üzerine gelişeceğinin işareti olarak da kabul edilebilir (Çankal, 2010:10). Nitekim “11 Eylül 2001” New York saldırısı sonrasında güvenlik kavramı, geleneksel anlamından uzaklaşmış, iç ve dış güvenlik ayrımı buharlaşmış ve güvenliğin daha militarize edildiği bir süreç başlamıştır. Bu süreçte, kaçınılmaz olarak, güvenlik uğruna temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilebileceği inancı yaygınlaşmıştır. Tehdit algılaması ve korkuya dayanan güvenlikçi siyaset anlayışı, kitlesel desteği de arkasına alarak, baskıcı uygulamaları kolayca haklılaştırabilmiştir (Arslan, 2006a:121). Yine de korku dönemlerinin aşılmasıyla birlikte, devlet odaklı güvenlik hizmetinden vatandaş odaklı güvenlik hizmetine doğru bir değişim söz konusu olabilir. Çünkü Fındıklı’nın da belirttiği gibi, “Bütün canlı varlıklar güvenlik içgüdüsü ve donanımı ile dünyaya gelirler. Her canlının kendine göre güvenliğini sağlayacak bir silahı ve donanımı vardır... Canlılar içinde dünyaya savunmasız ve silahsız gelen tek varlık insandır. İnsanlar, güvenliklerini sağlamanın yolunu, hemcinsleriyle bir arada toplu halde yaşamada bulmuşlardır. Gerçekten insanları toplu halde yaşamaya zorlayan sebeplerin başında, güvenlik ihtiyacı gelmektedir” (1997:4). Buradan hareketle, devlet denen hizmet aygıtının en odağında, güvenlik sağlama işlevi olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Güvenlik tanımından ve de geçirdiği evrelerden kısaca bahsettikten sonra, güvenlik hizmetini, diğer kamu hizmetlerinden farklı kılan özelliklere de temas etmekte yarar vardır. Zira bu özellikler, bu hizmeti sunan ferdi veya kurumsal 48 güvenlik aktörlerinin, kurum alt kültürlerini önemli ölçüde etkilediklerinde kuşku yoktur. Güvenlik hizmeti bir kamu hizmeti niteliğinde olup, kamu veya özel sektöre bağlı güvenlik güçleri veya teşkilatları tarafından sunulabilir. Güvenlik hizmeti profesyonel olarak sunulur. Güvenlik hizmeti önleyici ve koruyucu niteliklere sahiptir. Güvenlik hizmetinin yerine getirilebilmesi için silah kullanmaya kadar varan çeşitli zor kullanma yollarından yararlanılır. Burada, güvenlik hizmetlerini diğer kamu hizmetlerinden ayıran en önemli özellik olan bu zor kullanma, yakalama vb görev ve yetkilerinden kaynaklanan duruma özel bir vurgu yapmak, bu aktörleri anlama anlamında faydalı olacaktır. Şöyle ki; artan terör olayları sebebiyle, bütün çağdaş demokrasilerde insan hakları ve güvenlik kavramları arasında bir denge sağlamak önemli bir sorun haline gelmiştir. İnsanların güvenlik istekleri arttıkça, insan hakları ihlalleri de artabilecektir. Gerçekte de etkili, insan haklarına ve özgürlüklere saygılı, müdahaleci olmayan bir güvenlik sistemi kurmak çok zordur. Yani bu ikisi arasında denge kurmak oldukça zordur. Bu durumda güvenlik kuvvetleri, özgürlükler için tam bir tehdit olmanın ötesinde onunla uzlaşmaya bile yanaşmayabilecektir (Alderson, 1979:12). Tam aksine, güvenlik kuvvetleri, insan hakları ve özgürlükleri garanti eden kurum pozisyonunda olmalıdır. İkinci olarak, güvenlik kuvvetleri, demokratik bir ülkede, askeri kurumlardan sonra en güçlü kurumdur. Üçüncü olarak, güvenlik kuvvetleri her ülkede 24 saat boyunca suç ve suçlularla uğraşmaktadırlar. Bu durum onları, bu konuda savaşmaktan alıkoyabilir, isteksiz yapabilir. Dördüncüsü, güvenlikle insan hakları arasındaki kaçınılmaz ilişkidir. Devlet denilen aygıt, aynı güvenlik kuvvetleri aracılığıyla, hem toplumun bir kesiminin hak ve özgürlüklerini koruyacak, hem de diğer bir kesimi tehlikelerden, suç ve suçlulardan koruyacaktır (Crawshaw vd., 1998:1). Güvenlik güçleri, toplumlara güvenlik sağlarken, insanları sokak ortasında durdurmak hakkına sahip olacaklar, zanlıları gözaltına almak ve tutuklamaları gerekecek, suçluları açık, kapalı takip etmek zorundalar, suç işlenmesini önlemek ve bazen suçluların kaçmasını önlemek amacıyla ateş açmaları gerekecek ve soruşturma amacıyla gözaltına alma hakları olacaktır. Yoksa bu yetkiler olmadan suç ve 49 suçlularla mücadele etmek mümkün olmayacaktır. Bununla beraber, güvenlik kuvvetleri, suç ve suçluların önlenmesi için kendilerine verilen bu yetkileri isteyerek veya istemeyerek suiistimal etme eğilimindedirler. Bu durumda yaşam hakkını, işkence yasağını, gözaltındakilere iyi muamele edilmesi, keyfi tutuklanmama hakkı gibi haklar ihlal edilme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Hâlbuki bu haklar kişi onurunun ayrılmaz bir parçası olup evrenseldirler. Özetle bu çelişki; insan hakları ve güvenlik dengesi ile polisin haksız eleştirilere maruz kalması, her iki taraftan da ciddi şikâyetlere sebebiyet vermektedir Güvenlik hizmeti değişik sistemler veya yöntemlerle sunulabilir. Yani her zaman ve her yerde tek tip sistemle veya bir tek standartta sunulamaz, kurumdan kuruma, ülkeden ülkeye, sistemden sisteme farklı bir sistemle örgütlenip sunulabilir. Mesela, demokratik ve antidemokratik güvenlik sistemleri söz konusu olabilir (Aydın, 2002:126). Güvenlik hizmeti halk tarafından rutinde, yani normal zamanlarda lüzumsuz, acil durumlarda ise yetersiz olarak değerlendirilmektedir (Kuyaksil ve Tiyek, 2003:67). Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından Kuyaksil ve Tiyek’e göre, güvenlik hizmetlerinin özelliklerini de ifade etmekte fayda var (2003:66-68): Günün 24 saatini kapsayan sürekli bir hizmettir. Hizmetin etkin ve kesintisiz olarak sürdürülebilmesi için nöbet sistemi geliştirilmiştir; her güvenlik birimi kendi sorumluluk alanının güvenliğini sağlamakla görevlidir. Ancak her güvenlik biriminin sağladığı hizmetten diğer güvenlik birimleri de faydalanırlar. Dolayısıyla sunulan her güvenlik hizmetinin ülke güvenliğine katkısı vardır. Ayrıca ihtiyaç halinde, yetkili kişilerin talimatıyla güvenlik güçleri birbirlerine yardımcı olurlar. Güvenlik hizmeti sunan kişiler, yasalarda belirlenen şekil ve şartların oluşması durumunda, yasalarda belirtildiği şekilde zor kullanma ve silah taşıma yetkisine sahiptirler; genellikle üniforma giyerler. Yukarıda sözü edilen işbölümü ve uzmanlaşma ile iç güvenlik ve dış güvenlik ayrımının daha net anlaşılmasında bazı tespitler vurgulanmalıdır: Güvenlik sektörünün dış güvenlik yani savunma (defence) olarak tanımlanan bölümünden sorumlu olan kurumlar silahlı kuvvetler (armed forces) olarak 50 adlandırılırken, iç güvenlik görevlerini yerine getiren kurumlar ise güvenlik hizmetleri (police services- law enforcement agencies) olarak tanımlanır. Güvenlik sektörünün her iki alanının her ne kadar ilk bakışta bazı ortak noktaları var gibi görünse de ‘kuvvet’ ve ‘hizmet’ kavramlarının birbirinden çok farklı eğitim ve görev felsefeleri bulunmaktadır. Askerlik ve polislik gibi meslek mensuplarının üniforma ve silah taşımaktan dolayı aralarında görülen benzerlikler aslında çok yüzeyseldir. Kaldı ki her iki meslek mensuplarının eğitimi, aldıkları ve kullandıkları silahlar arasında çap ve boyut bağlamında da büyük farklar bulunmaktadır. Her iki kurumun hizmet felsefesi ve bu hizmeti üretme ve sunma yöntemleri birbirinden çok farklıdır ve farklı da olmalıdır. Yine her iki kurumun hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimleri de farklıdır ve farklı olmalıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, askerlik bir savunma gücü (defence) iken, polislik bir iç güvenlik hizmetidir (service). Kısacası, askerlik polislik olmadığı gibi, polislik de askerlik değildir. Adından da anlaşılacağı gibi, silahlı kuvvetler (armed forces) bir ülkenin kendisini dış tehditlerden korumak için sahip olduğu silahlı güçtür. Silahlı kuvvetlerin görev alanına giren dış tehditler düşman olarak tanımlanır. Silahlı kuvvetlerin düşmana karşı kullanmış olduğu silah, teçhizat ve uygulamalar da bir hizmet ifası değil savaş icrasıdır. Diğer bir tanımlama ile silahlı kuvvetler bir kamu hizmet kurumu değil, kuvvet kurumudur. Gelişmiş ülkelerde ‘polislik’ (policing) olarak da tanımlanan iç güvenlik görevlerini yerine getiren polis ve diğer kurumlar ise bir hizmet kurumudurlar. Bu kurumlar düşmana karşı savaşmaz, kendi vatandaşlarının, hatta vatandaş statüsünde olmasa bile ülkede yaşayan herkese, yukarıda tanımı yapılan güvenlik hizmetini sağlamaktan sorumludurlar. Asker düşmanı yok etmek, imha etmek için savaşırken, polis en genel anlamda, kanunları uygulamak ve kendi vatandaşı olan zanlıları etkisiz hale getirmek için ancak yasalar çerçevesinde gerektiği kadar bir güç kullanabilir. Görevleri gereği zaman zaman silah kullanmak durumunda kalsalar bile, iç güvenlik birimlerinin temel fonksiyonları savaş değil hizmettir ve muhatapları da düşman değil, o ülkenin vatandaşıdır (Cerrah, 2011:259-260). 51 1.3.2. İç Güvenlik ve Aktörleri İç güvenlik bürokrasisini iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi, içgüvenliği doğrudan sağlamakla hukuken görevlendirilen kurumlar ki, mesela polis ve jandarma başta olmak üzere bütün kolluk kuvvetleridirler. İkincisi ise, iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetkileri olan kurumlar ki, buna örnek olarak TBMM, Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Milli İstihbarat Teşkilat (MİT), Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ve mülki idare amirlikleri gibi, diğer görevlerinin yanında iç güvenlik alanıyla da ilgili olarak görev ve hizmetler ifa eden kişi ve kurumlar gösterilebilir. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde, iç güvenlik bürokrasisinin bütün aktörleri ayrı ayrı ele alınmıştır. İleri demokrasiye sahip ülkelerde, genel olarak iç güvenlikten “polis” diye adlandırılan ve tamamen sivil bir örgüt olan birim sorumlu tutulurken, bazı ülkelerde asli görevi dış güvenliği korumak olan ordu veya ona bağlı askeri kurumların kolluk hizmetini sunduğu görülebilmektedir. Öte yandan, milli güvenliğin muğlâk tanımlanması ile dış ve iç güvenlik ayırımının net anlaşılmadığı durumlarda, iç güvenlik bürokrasisine çok fazla kurumun dâhil edildiği görülmektedir. Bu durumda, kurumlara getirilebilecek en önemli kıstas, sunduğu hizmetin niteliği olabilir; eğer kurumun sunduğu hizmet, kamu düzeni ve güvenliği sağlama, suç ve suçlularla mücadele niteliği taşıyorsa o kurum iç güvenlik bürokrasisine dâhil edilmelidir. Özet olarak, bu bölümde anlatılanlar ışığında, tezde çok sık kullanılacak kavramlar ile bu kavramlara dayanak teşkil eden teorik yaklaşımlar incelendi. Bu çerçevede, öncelikle tezin ana konusu olan güvenlik ve iç güvenlikle yakından ilgili olan kavramların bazen birden çok anlama gelebilecekleri görüldü. Bu sebeple, hangi kavramın bu çalışmada, hangi anlamda kullanılacağını belirtmek ve sınırlarını çizmek önemli olduğundan, bu bölüm en temel bölüm olarak önemini vurgulamak gerekir. Bu arada, kavramsal tanımlamalardan sonra, tezin bütününü ilgilendiren ve en geniş anlamda kabul görmüş temel teorilerin açıklanması da ayrı bir öneme sahiptir. Zira konusu bürokrasi olan bir çalışmada, Weber ve Marx’ın bu konudaki görüş ve düşüncelerini aktarmamak bir eksiklik olarak görüleceğinde kuşku yoktur. Bu 52 bağlamda görüldü ki, Weber bir bürokrasi tanımı yapmak yerine, ideal bürokrasinin özelliklerini belirtmekle yetinmiştir. Bunlar da; bürokrasinin yetki alanı yasalarla düzenlenmiştir, hiyerarşisi belirlenmiştir, yönetim yazılı belgelere dayanır, çalışanlar işlerinde uzmanlaşırlar, işlerin yürütümünde gayrişahsîlik esastır, bürokratlık bir kariyerdir, kurallar sistemi hâkimdir, kamu ve özel hayatın ayrışması gerekir. Marx ise özünde bürokrasiye karşıdır ve onu, burjuvanın ve sömürünün hizmetinde gördüğünden ona düşmandır. Temelde bürokrasiye getirdiği eleştiriler diğer bilim insanları tarafından kabul görmüştür ve bunlardan yararlanılmıştır. Seçkinci bürokrasi teorisyenleri ise daha ziyade siyasete eleştiri getirerek, ona karşın teknokratlarla iş adamlarının karar alma süreçlerinde daha yetkin olmaları gerektiğini savunmuştur. Örgüt teorilerinden klasik örgüt teorisinin öncüleri olan Taylor ve Fayol, örgütü biçimsel yönden ele almış, yönetim faaliyetine bilimsel bir bakış açısı kazandırmakta ve bilimselliğin önemine vurgu yapmışlardır. Ancak örgütte çalışan insanları ve davranışlarını göz ardı ettikleri için büyük eleştiri almışlardır. Buna karşın, daha sonraki örgüt teorisyenleri, öncekine yapılan eleştirileri de göz önünde bulundurarak, insan davranışlarının örgüte ve üretime nasıl etki yaptığı hususları üzerinde de ağırlıklı olarak durmuşlardır. Modern örgüt teorileri oldukça çeşitlidir. Bu görüşlere göre, daha önceki iki teoriye yapılan eleştiriler de dikkate alınarak, örgütlerin yapıları açıklanırken, insani ilişkilerin de üzerine çıkılarak, örgüt yapılanmalarının çevrelerinin de sürece dâhil edilmesi gerektiği hususu ağırlık kazanmıştır. Globalizm ve iletişim araçlarının ileri seviyeye ulaşmalarına paralel olarak, dünyanın yeni bir şekil alması ve artık ulusal sınırların önemini kaybetmesi üzerine ortaya çıkan ve içinde bulunulan dönem ayrı bir öneme sahiptir. Bu dönemde örgütsel anlamda yeni yapılanmalar ortaya çıkmıştır. İç güvenlik bürokrasisi ile ilgili çeşitli görüş ve düşüncelerin değerlendirilmesinden, artık modern devlet için, iç güvenlik ve dış güvenlik ayrımının kaçınılmaz olduğu anlaşılmaktadır. Bu ayırım da daha ziyade tehdidin kaynağına göre yapılmaktadır. Buna göre iç güvenliği sağlayan aktörler, bazen 53 Türkiye örneğinde anlatılacağı gibi doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafazayı ifade edeceği gibi, bazen de diğer birçok görevinin yanında iç güvenlik alanında da görevleri olan cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, vali, emniyet müdürü, kaymakam gibi kişileri ifade etmektedir. 54 İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE’DE İÇGÜVENLİK BÜROKRASİSİ Bu ikinci bölüm iki alt bölüm olarak düzenlenmiş olup, birinci bölümde Türk Kamu bürokrasisi, Türk devlet geleneği ve özellikleri ile Türk bürokrasisinin genel özellikleri kısaca ele alınmıştır. İkinci alt bölümde ise Türk iç güvenlik bürokrasisinde doğrudan ve dolaylı olarak görev alan aktörler ayrıntılı olarak ele alınarak geniş bir değerlendirmeye tabi tutulmuş ve özellikle iç güvenlikteki görev ve yetkilerine temas edilmiştir. Bunun yanında, Türk kolluk görevlileri, yasal haklar ve yasaklar bağlamında değerlendirilerek, Türk İç Güvenlik Aktörlerinin Sivil Denetim ve Gözetimi geniş bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Son olarak da Türkiye’de siber güvenlik ele alınmıştır. 2.1. TÜRKİYE’DE DEVLET GELENEĞİ VE KAMU BÜROKRASİSİ Bu çalışmadan yararlanmak isteyen ve ülke hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanları da hesaba katarak, kısaca Türkiye hakkında bazı bilgiler vermekte yarar var: Türkiye, başkenti Ankara olan ve Avrupa ile Asya kıtalarının her ikisinde de toprağı bulunan bir ülkedir. Ülke topraklarının bir bölümü Anadolu Yarımadası'nda, bir bölümü ise Balkan Yarımadası'nın uzantısı olan Trakya'da bulunur. Ülkenin üç yanı Akdeniz, Karadeniz ve bu iki denizi birbirine bağlayan Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir. Komşuları; batıda Yunanistan ve Bulgaristan, doğuda Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve İran, güneyde ise Irak ve Suriye'dir. Ayrıca kuzeyinde bulunan Karadeniz vesilesiyle, sırasıyla Romanya, Moldova, Ukrayna ve Rusya Federasyonu ile de deniz komşusudur. Nüfusu 2014 sonu itibarıyla 77.695.904 kişi olup (TÜİK, 2015) % 98’i Müslümandır. Uluslararası ilişkiler açısından dünyanın en sıcak bölgelerinden birinde bulunan Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle 2000’lerin başından itibaren uyguladığı “komşularla sıfır sorun politikasına” kadar, yakın tarihe kadar komşu ülkelerle dostane bir ilişki içinde olamamıştı. Son 2-3 yıl hariç tutulursa, bu politikanın başarıyla uygulandığını söylemek gerekir. Bunlarla bağlantılı olarak, gerek birçok sınır ötesi suç açısından bir “transfer ülke” konumunda olması, gerek nüfusa paralel olarak var olan iç suç oranlarının büyüklüğü, gerekse de son otuz 55 yıldır devam eden terörün başını çektiği güvenlik sorunları, hem ordunun hem de iç güvenlik kurumlarının güçlü olmasını gerektirmiştir. Türkiye, günümüzde bağımsız yedi Türk devletinden biridir. Ülkenin resmî dili Türkçedir. Ülkedeki en yaygın din, yukarıda da belirtildiği gibi % 98 ile Müslümanlık olsa da, az sayıda olmakla beraber Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi Semavi dinlere mensup kişilerin yanında, Yezidi veya bazı diğer yerel inançlara sahip kişiler, az da olsa bulunur. Türkiye kelimesi, Latinceden türemiştir ve Ortaylı’nın ifadesiyle, 11. ve 12. yüzyıllar boyunca yoğun olarak Türk kökenli kavimlerin, Yunanca Anatolia olarak anılan bölgeye gelmesiyle birlikte, bu toprakların Türkleşmesi üzerine, bu topraklara 12. yüzyıldan itibaren, Batı kaynaklarında verilen isimdir (2008:29-31). Ancak yüzyıllar boyunca, hariçtekiler tarafından kullanılmasına ragmen, 1920’de Türkler tarafından, TBMM’nin açılmasından sonra resmi olarak kullanılmaya başlanmıştır (Lewis, 2009:4). Bir önemli husus da, yine Ortaylı’nın vurguladığı gibi Türkler, yakınındaki diğer rakip ülkeler olan Rusya, Fransa, Almanya, İspanya, İngiltere, İran veya İtalya gibi milletlerle kıyaslandıklarında, vatanlarını en son kuran ülkelerden birisidir (2008:30). Bunun bu çalışmaya en önemli yansıması; asırlardır iç ve dış tehditle, bir anlamda da meşruiyet sorunu ile karşı karşıya olan bir ülkenin kurumlarının yapılanması ve öncelikleri de sürekli buna göre şekillenmiştir. Asırlardır çok güçlü bir ordu sahibi olmak, bütün kurumlarını güvenlik amaçlı şekillendirmek, anayasalarında bile güvenliği en önemli hedefler arasına koymak gibi somut durumlar bunun en önemli göstergesidir. Somut bir delil de, 1919-1922 arasında, ülkenin bir kısım topraklarının, bu toprakları yurt edinmesinden neredeyse 700-800 yıl sonra bile, “eski sahiplilik” iddiasıyla işgal edilmesidir. Türkiye, siyaset bilimciler ve ekonomistlere göre stratejik konumu, büyük ekonomisi ve askeri kabiliyetiyle, halen bölgesel bir güçtür. Kişi başına düşen milli geliri 10.500 (on bin) ABD Doları civarındadır. Gayrı Safi Milli Hâsılası ile de Dünya’nın 17. büyük ekonomisidir (IMF, 2014). Türkiye’de 1945’ten beri çok partili sisteme geçilmiş olsa bile, yapılan askeri darbeler demokrasiyi zaman zaman kesintiye uğrattığı da unutulmamalıdır. 56 2.1.1. Türkiye’de Devlet Geleneği ve Özellikleri Osmanlılardan beri Türklerin hep bir resmi ideolojisi oldu. Bu resmi ideoloji Osmanlı Döneminde “Nizam-ı Âlem” ülküsü, yani “Dünyaya nizam vermek” (Eryılmaz, 1991:239) ya da “asayişin, güvenliğin sağlandığı, herkesin işinde gücünde olduğu düzen” iken (Türköne, 2014:59), Cumhuriyet döneminde de bunun yerini “Atatürkçülük” aldı. Bütün kurumların, üniversitelerin de dâhil olmak üzere, amaç ve hedefleri “Atatürk ilke ve inkılâplarına uygun nesiller” yetiştirmek olarak belirlendi (YÖK, 2014). Bunun ifadesi, ülkenin anayasasından başlamak üzere, tüm mevzuatı buna dayandırıldı ve bütün resmi kurumların, dolayısıyla da iç güvenlik aktörlerinin birinci ve öncelikli amacı, ülkenin resmi ideolojisini yaymak ve korumak olarak belirlendi. Böyle olması, tarafsız ve adil bir kolluk düzeni kurmayı bir hayli sorunlu hale getirdi. Kaldı ki, Türköne’nin vurguladığı gibi, Türkiye’de devlet, Batılı liberal devletlerde olduğu gibi araçsal bir değer olmaktan öteye, bizatihi bir amacı ifade etmektedir. Her şeyden önce gelir, resmi ideolojiye dayanır ve ülkeyi çağdaşlaştırma programını yürütür (Türköne, 2014:92). Held’in vurguladığı gibi Avrupa’da, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar iki tür devlet sistemi, ağırlıklı olarak uygulanıyordu. Bunlardan ilki Fransa, Rusya, Prusya gibi ülkelerde uygulanan mutlak krallık modeli iken, ikincisi İngiltere ve Hollanda gibi ülkelerde uygulanan anayasal monarşi modeliydi (2006:56). Bu iki model, zamanla iki ayrı demokrasi sistemi ortaya çıkardılar. Bunlardan ilki, bugün ABD ve BK genel yönetimine hâkim olan ve “Anglo-Saxon Kapitalizm sistemi (McLean ve McMillan, 2009:16-17; Heper, 1973:99) diye de adlandırılan sistem ile Kara Avrupa’sı ülkelerinin çoğunda ve Türkiye’de uygulanan Kara Avrupası sistemidir. Bu sitem, bireyin tercihini ve haklarını önemsemekle ve korumakla beraber, çoğunluğun tercihini, yönetimin merkezine koymaktadır. Zira bu sistemin esin kaynakları arasında en önemlilerinden olan, J.J. Rousseau gibi sembol isimlere göre birey olarak insanın yaşamı, toplumun genel iradesinin ne dediğine ve devletin nasıl uygun gördüğüne bağlıdır (Göze, 2000:191-213). Türkiye, Tanzimat’tan beri uzun yıllar boyunca, genelde Kara Avrupası geleneğini, özelde ise Fransa sistemini esas alarak sistemini kurmuştur (Eryılmaz, 1991:18). Türk halkının modernleşme hareketleri içinde aktif bir rolünün 57 olmamasının ve sonuçta bütün yenilik hareketleri gibi, hak ve özgürlüklerin de tepeden gelmesi geleneğinin de, devlet geleneğinde önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır (Eryılmaz, 1991:15). Dahası, devlet sistemlerinin, devlet-toplum ilişkileri bağlamında da sınıflandırıldığı, bu bağlamda, devlet organizasyonunun kendi toplumuna karşı güçlü veya zayıf olarak nitelendirildikleri değerlendirmeler ayrı bir önem arz eder. Buna göre güçlü devlet; kamu faaliyetlerinde, herkesin kabul edeceği bir meşruiyeti içeren bir geleneğe dayanan ve kamu gücünün kendine has olarak tanımlanmasına ve otoriter şeklinde kullanılmasını istemeye dayanan devlet olarak esas alındığında (Dayson, 1980: 256, aktaran: Çevik, 2010: 28), bu güçlü devletin bütün yönleriyle topluma egemen olmayı amaçladığı; toplumun ve ülkenin kalkınmasında rol üstlendiği; ekonomik, sosyal ve siyasal yaşam için geniş rollere sahip olduğu; kamu bürokratlarının ve yöneticilerinin daimi olduğu ve bunların, kamu politikaları karar sürecinde, sosyal gruplardan daha fazla önemli role sahip oldukları; kamu yöneticilerinin sürekli korumaları gereken devlet çıkarları olduğu; bu çıkarların da hem devleti hem de toplumu ilgilendiren çıkarlar olduğu açıkça görülecektir (Çevik, 2010:28). Çevik, güçlü devlet geleneğine örnek olarak Almanya, Fransa, Türkiye ve Japonya’yı sayarken, zayıf devlete de Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’yi örnek göstermektedir (2010:28-29). Türkiye’de var olan bu devletçi geleneğin yerleşmesinin kuşkusuz başka sebepleri de vardır. Zira Türk devlet geleneğinin yaşadığı tecrübelerin de buna önemli bir etkisi ve katkısı olmuştur. İnalcık’ın da vurguladığı gibi, Türk-Moğol geleneği ile kurulan devletlerde, iktidarın hangi yöntemle devredileceği net olarak belirlenmemiştir ve genel olarak iktidarın kaynağının Tanrı olduğu kabul edilmiştir. 15. yüzyıldan itibaren İslam âleminde de hâkimiyetin kaynağının Allah’ın lütfuna ve inayetine bağlı olduğu anlayışı yerleşmişti. Tabiidir ki, yine de bazı gelenekler vardı ve büyük erkek evladın, bir şekilde saltanatı devam ettirmesi kabul ediliyordu. Bu saltanatı devam ettirebilmek için de başkente yakın olunması veya en erken ulaşılması gerekiyordu. Bu da evlatlar arasında, uygun bir vilayete vali olarak atanma konusunda ciddi rekabetin yaşanmasına sebebiyet veriyordu. Bu rekabetin öncesinde 58 ve sonrasında da taht kavgaları baş gösterebiliyordu. Ancak bu da güçlü ve kalıcı devletlerin oluşmasına engel oluyordu. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak isteyen Osmanlılar, taht kavgalarının önüne geçebilmek için gerekirse, taht üzerinde miras iddiasında bulunabilecek kardeşlerin, tahtı ele geçiren tarafından öldürülebilmelerinin hukuken önünü açtılar. Zira devlet çok önemli idi ve yaşaması için bazı fedakârlıklar gerekiyordu. Ayrıca, bu şekilde bir anlamda, beş on kişinin katledilmesi, taht kavgaları sonucunda on binlerce kişinin katlinden daha az zararlı görülmüş ve de toplumsal faydalar da hesaba katılmış olmalıdır (İnalcık, 2011:85). Ancak, romansal bir kurgu da olsa, Türk-İslam devlet geleneğinde, özellikle de Osmanlı geleneğinde, Hobbes ve Lock’un savunduğu gibi, ferdi yaşatmanın devleti yaşatmak olduğu, önce ferdin geldiği vurgusu olduğu da savunulmaktadır (Buğra, 1982:121-122). 2.1.2. Türkiye Bürokrasisinin Genel Özellikleri Türk Bürokrasisini anlamak ve açıklamak için Osmanlı bürokrasisinden biraz olsun bahsetmek gerekir. Çünkü Eryılmaz’ın da belirttiği gibi, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte, İmparatorluk bürokrasisinin biçimsel yönü ile birlikte, yönetim gelenekleri ve siyasi kültürü de, Cumhuriyete intikal etmiştir (2004:133). Bu bağlamda, 1930'lu yıllarda oturtulmuş olan Türk bürokratik yapısının, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda hayata geçirilen yönetim sisteminin bir devamı olduğu ifade edilmektedir (Yalçındağ, 1970:20). Osmanlı Devleti, ilk altı hükümdar dönemini kapsayan yaklaşık yüz elli yılık dönemde, Bizans Devletinden ve diğer Türk Beyliklerinden ele geçirdikleri topraklarla mekânsal, kurumsal ve sosyoekonomik yapı olarak bir devlet olma özelliğine kavuşmuştur (Eroğlu, 2007:16-19). Türkiye modernleşmesini tamamlayabilmek amacıyla, kendi ihtiyaçlarına göre, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere, gelişmiş Batı ülkelerinin tecrübelerinden de yararlanmıştır (İnalcık, 2011:244). Günümüz Türkiye bürokrasisinin oluşmasında çok önemli bir dönem olan Tanzimat döneminde bürokratlar, padişahın yönetimdeki üstün konumunu koruması gerektiğini düşünmenin yanı sıra, devletin kurumlarıyla temsil edilmesi gerektiğini de düşünüyorlardı ve siyaset oluşturma yetkisinin de bürokratlarda olması gerektiğini 59 düşünmekteydiler (Heper, 1974b:148-149). Bu bürokratların yönetime karşı tutumlarında, eğitimleri ve Avrupa'yla olan ilişkileri de etkin rol oynamıştır. Tanzimat dönemindeki bürokratlar, yoğunlukla Batı’da eğitim görmüş, kapalı bir grup olmalarının bir sonucu olarak, devleti yönetme hususunda sadece kendilerini yetkin görmüşlerdir. Tabii bunun doğal sonucu, kendilerini padişahın hizmetinde değil de devletin hizmetinde görmüşlerdir. Buradan çıkan sonuç, sivil bürokrasinin siyasal bağımsızlığı için mücadele etmişlerdir (Heper, 1974a:69-71). Bu dönemin bürokratları, modernleşme sürecine de dâhil olarak merkezi güçlendirmeyi amaçlamışlardır. Bunu gerçekleştirirken de yeni kurumların topluma her alanda nüfuz etmesini amaç edinmişlerdir. Bunu yaparken de padişahın direkt müdahalelerinin önünü alıp, hukuk kurallarına göre işleyen ve kendi içinde tutarlı olan bir sistem oluşturulması hedeflenmiştir. Bu girişimler sonucunda da Bab-ı Âli devlet yönetimini fiili olarak gerçekleştiren bir kurum haline gelmiştir. Böylelikle bürokrasinin yönetimdeki etkinliği de devletin her alanında kendini hissettirmiştir (Hanioğlu, 1989:57). Bu arada, 1869 yılında gayrimüslimleri de içine alan davalara bakan laik Nizamiye Mahkemeleri kurulmuştur (Erdoğan, 2008:31). 19. yüzyılın son döneminde, İttihat ve Terakki Partisinin de etkisiyle, askeri bürokrasi siyaset arenasında etkin rol oynamaya başlamıştır. İttihat ve Terakki Partisi Osmanlı bürokrasisini siyasallaştırmış ve teknik özelliklerin ikinci plana itilmesine neden olmuşlardır (Eryılmaz, 2008:136). Bu dönemde askeri ve sivil bürokrasi ortak hareket etmeye başlamışlardır. Bu iki bürokratik kanat Tanzimat döneminden başlayarak I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde de devam eden bir çabayla, devlet yönetimine ve topluma hâkim olma konusunda çalışmalar sürdürmüşlerdir (Yalçındağ, 1970:50). Böylelikle yeni kurulacak olan Cumhuriyet rejimini kuracak olan kadroların işini kolaylaştırdığı gibi, bu rejime çok yabancı olan Osmanlı halkı tarafından benimsenmesinde de kolaylık sağlamış oldu. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ve kurucu meclis olarak çalışmalarına başlaması, bunu takiben 25 Nisan'da bir yürütme organı oluşturulması ve 2 Mayıs'ta da İcra Vekilleri Heyeti'nin seçilmesine dair Kanunun kabulüyle birlikte, Meclisin yapısı olgunlaştırılmış oldu. 20 Ocak 1921'de de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabulüyle, devletin anayasal temelleri de atılmış 60 oldu. 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı Devleti ortadan kalkmış oldu ve yeni devletin de Lozan Barış Antlaşması'nda uluslararası sistem tarafından tanınmasıyla uluslararası alanda da devletin varlığı kabul edilmiş oluyordu (Alpkaya, 1998:21). Sonuçta, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet de ilan edilerek yeni bir döneme ve devlete geçilmiş olunuyordu (Göyünç, 1999:27). Açıktır ki, Cumhuriyet dönemi de çok değişik aşamalardan geçerek bugüne ulaştı. 1923’ten 1946’ya kadar olan dönemi, arada birkaç denemenin dışında “Tek Parti Dönemi” olarak adlandırmak mümkündür. Bu dönemde, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, birçok yönden yeni bir rejim getirmesine karşın, birçok kurumun ve idari-kültürel geleneğin de Osmanlı mirası olarak bünyesine almıştır. Bürokratik yapı ve bürokratik kültür de, Osmanlıdan alınan gelenekler arasında yer almaktadır. Yönetim yapısında çeşitli değişiklikler yapılmış olmasına rağmen günümüzde, devlet bürokrasisinde hala Osmanlıdaki bürokratik yönetim geleneğinin izlerine rastlanmak mümkündür (Aykaç, 1997:161). Cumhuriyetin ilk yıllarında güçlü bir merkeziyetçilik algısı ve bu çerçevede merkezi bir yönetimin etkisi söz konusuydu. Böyle bir dönemde yasaların ve reformların da bu merkezi otorite doğrultusunda düzenlendiği ifade edilmektedir (Görmez, 1997:100-101). Bürokrasi, bu reformların halka benimsetilmesinde etkin bir rol oynamıştır. Bunu gerçekleştirirken tek parti olan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) da bürokrasiye yardımcı olmuştur. Bu dönemde CHF ve bürokrasi, iç içe geçmiş bir durum sergilemekteydiler. Böyle bir tecrübe Türk tarihinde ilk defa oluyordu. Yeni sistemin oturtulmasında ve programların uygulanmasında askeri bürokrasi de etkin rol oynamıştır. Hatta bir dönem, daha net sonuç elde edilmesi için, sivil bürokrasi askeri bürokrasinin otoritesine girmiştir. Bazı bölgelerde askeri bürokratlar, valilik görevinde bile bulunmuşlardı. Hatta askeri bürokrasinin, mülki idare görevleri olmasa da, hükümetle sivil bürokrasi arasında aracı rol oynadığı görülmüştür. Ancak bu durum daha sonra azaltılarak sivil bürokrasi etkisini yine artırmıştır (Heper, 1974a:101-102). 61 Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin yeni kurulmuş olmasının da etkisiyle, bürokratların sayısı çok fazla değildi. Ancak devlet eliyle gördürülen hizmetlerin sayısının artması, bürokratların da hızlı bir şekilde sayısının artmasına sebep olmuştur (Şaylan, 1989:299-300). Cumhuriyetin ilk yıllarında, bürokrasinin yapısı ve işlevleri de fazla gelişmiş değildi. Henüz kapsamlı toplumsal ve ekonomik devlet görevleri oluşmadığı için İçişleri, Dışişleri, Maliye, Adalet ve Savunma gibi, daha çok klasik devlet hizmetlerini yerine getirmekle görevli bakanlıklar dikkati çekmekteydi. Bayındırlık, Sağlık, Eğitim, Tarım ve Ticaret gibi bakanlıkların örgütsel yapısı oldukça küçüktü. Ancak devletin modernleşme ve ekonomik gelişmeye yönelik politikaları, kamu bürokrasisinin kısa zamanda büyümesini sağladı (Eryılmaz, 2004:138). Heper’e göre, kökleri Tanzimat’a kadar uzanan sivil bürokratik yönetim geleneği, Cumhuriyetin ilanından 1950’ye kadar uzanan dönemde altın yıllarına ulaşmıştır. Söz konusu dönemde memurluk, sahip olduğu mali imkânlar, yetkiler ve ayrıcalıklarıyla toplumsal statüsü en yüksek mesleklerin başında geliyordu. Ancak, 1930’lu yılların sonlarına doğru, yavaş yavaş özel sektörün gelişmesi ve yeni meslek gruplarının ortaya çıkması ile birlikte memurların gelir dağılımındaki paylarında bir azalma süreci başlamıştır (Eryılmaz, 2004:142). Askeri bürokrasinin sivil bürokrasi üzerindeki etkisinin azalmış gibi görünmesiyle birlikte, siyasetle sivil bürokrasi yakın bir ilişki içine girmişti. Artık siyasetle bürokrasi tam anlamıyla iç içe girmiş durumdaydı. Bürokratlar isteklerini siyaset aracılığıyla topluma yansıtabiliyorlardı. Bu durumun en bariz göstergesi 1930'ların sonunda valiler, Cumhuriyet Halk Partisinin mahalli temsilcileri konumuna getirilmesiydi. Aynı zamanda 1935'te İçişleri Bakanı da partinin genel sekreteri ilan edilmişti (Heper, 1974a:114-115). Mecliste alınan kararlar, uygulamada gerçekleştirilen faaliyetleri meşrulaştırma amacını taşımaktaydı (Öz, 1996:142). Bunun yanı sıra siyasetle bütünleşik bir yapı sergileyen bürokrasi, bu dönemde yeni kurulan devletin benimsemiş olduğu ilke ve değerleri topluma iletme fonksiyonunu da üstlenmişti (Heper, 1977:72). 62 Bu dönemde ağır vergiler, bürokrasideki yolsuzluklar ve hükümetin yönetim zafiyetleri sebepleriyle sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktaydı (Karpat, 2007:76-77). Demokratik sistemlerde bürokrasinin görevinin, meşru yollarla işbaşına gelen siyasal iktidarın aldığı kararları uygulamak olduğunda şüphe yoktur (Durgun, 2003:203). Ancak teorideki bu duruma karşın, uygulamaya bakıldığında, çeşitli bürokratik gruplar, zaman içerisinde siyasete ve bazen de diğer bürokratik gruplara karşı bürokratik direnç göstererek, devlet yönetimini kilitleyebilmişlerdir. Bu bürokratik yapıların başında, askeri ve adli bürokrasi gelmektedir. 1950 seçimlerinde CHP seçimleri kaybetti ve DP çok partili dönemin ilk farklı iktidarı oldu (Görmez, 1993:124). DP, seçimleri kazanmadan önce, seçim programı kapsamında bürokrasiyi karşısına almamaya özen göstermiş ve programını CHP üzerinden kurgulamıştı. Hatta bürokrasiye geçmişteki faaliyetlerinden ötürü soruşturmaya tabi tutulmayacakları garantisini de vermesine karşın bürokrasi, bu yeni siyasi yapı ve yapılanmaya ılımlı yaklaşmadı. Demokrat Parti'yi, Cumhuriyet'in temel değerlerine ve kurumlarına karşı bir tehdit olarak algıladı. Bu bakış açısının bir sonucu olarak da, kendilerine bu değerleri korumayı görev olarak benimsedi (Heper, 1985:77). Böylece Türk kamu yönetiminde yeni seçilen siyasi seçkinler ile bürokratik seçkinler arasında önemli bir çatışma ortaya çıkmış ve 1950-60 arası artarak devam etmiştir. Heper’in (Çevik, 2007a:98) belirttiği gibi, siyasilerin bürokratları sindirmek için önlerinde değişik seçenekler oldu. Bu dönemde bürokrasi, ülkede demokrasinin gelişmesinden ziyade inkılâpların korunmasını amaç edinmiştir. Bunu gerçekleştirmek için de bürokrasi siyasal etkinliğini devam ettirmek için mücadele etmeye devam etmiştir. Bu durumun bir sonucu olarak siyasal yapıyı temsil eden DP ile bürokrasi arasında çatışmalar yaşanmasına neden olmuştur. Bu çatışma bürokrasinin siyasal etkinliğini belirli bir oranda azaltmış olsa da tamamen ortadan kaldırmaya yetmemiştir (Heper, 1977:100). 63 Bu yeni dönemde DP, toplumsal talepleri karşılamaya odaklanırken, bürokrasinin talep ve görüşlerine pek önem vermemişti. Bürokrasinin iktidara müdahalelerini en düşük seviyeye indirmeye çalışmıştı. Bunu yapmaktaki asli amacı da, bürokrasinin sistem içerisindeki egemenliğini ortadan kaldırmaktı (Aykaç, 1997:170). Bunu gerçekleştirebilmek için, “bakanlık emrine alma”, “re'sen emekliye sevk etme” ve hükümet kararlarına karşı Danıştay'a gitme yolunu kapatma gibi düzenlemelere imza atmışlardı. Bu düzenlemelerle yüksek düzey bürokratların sistem içerisindeki etkinlikleri azaltılmaya çalışılmıştır. Yapılan bu düzenlemelerin haricinde, TBMM'deki bürokratik çoğunluğun yerini de iş adamları ve halktan kişiler doldurarak meclisteki etkinliklerini de kesintiye uğratmış oldular (Şaylan, 1989:305). Gerçekleştirilen bu düzenlemeler ve hayata geçirilen uygulamalar bürokrasi ve siyaseti birbirinden uzaklaştırdığı gibi aynı zamanda aralarında geri döndürülemez bir ayrışmanın da başlamasına neden olmuştu. Çok partili hayata geçişle birlikte belli bir dönemde oturmuş olan, siyasetle bürokrasi arasındaki iktidar paylaşımı ve eşgüdümü, yerini iktidar mücadelesine bırakmış oldu. Askeri ve sivil bürokrasi, bu yeni sistemi iktidarlarına karşı ciddi bir tehdit olarak görmüşlerdi (Bilgin, 1997:27). Bu tehdit algısının sonucu ise 27 Mayıs 1960 askeri bürokrasi darbesi oldu. Bürokrasinin aleyhine bozulan bu sistemi tekrar kendi lehlerine dönüştürebilmek isteyen askeri bürokrasiye mensup kadrolar, 27 Mayıs 1960 tarihinde, askeri darbe yaparak siyasi iktidarı cebren devirmiş oldu. Bu durum açık bir şekilde askeri bürokrasinin siyasete ve parlamenter rejime müdahalesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu müdahalenin sonrasında hazırlanan anayasayla birlikte oluşturulan yeni düzen ve kurumlarla parlamenter siyasetin etkisi azaltılarak bürokrasinin etkinliği tekrar artırılmış oldu. 1961 Anayasası ile bürokrasiye, siyaset karşısında belirli yetkiler devredilmiştir. Bu yetkiler Anayasa Mahkemesi, Üniversiteler ve MGK gibi çeşitli kurumlara verilmiştir (Eryılmaz, 2008:147). Mesela Milli Güvenlik Kurulu, sistem içerisinde yerini almış ve parlamentonun egemenliğini paylaşır hale gelmişti. MGK, hükümete iç güvenliğin yanı sıra dış güvenlikle ilgili de tavsiyelerde bulunmaktaydı. İlk kurulduğu dönemlerden yeni düzenlemeye kadar da devletin siyaseti üzerinde son derece etkin bir rol almış hatta bazı dönemlerde de kabinenin yerini alarak karar 64 oluşturma mekanizması görüntüsü sergilemişti (Zürcher, 2008:357). Oluşturulan bu yeni kurumlarla atanmışlar, seçilmişlere karşı daha güçlü hale gelmiş oluyordu ve bürokrasi eski güçlü konumuna dönmüş oluyordu. Gerçekleştirilen bu askeri müdahale ve sonrasında yapılan düzenlemelerle birlikte askeri ve sivil yönetim alanları birbirinden ayrılmış ve idarenin bütünlüğü de böylelikle bozulmuş oldu ve bir yanda sivil idare düzeni, diğer yanda da askeri idare düzeni olmak üzere, kendi içerisinde, kendine yeten iki farklı bürokrasi kutuplaşması meydana getirildi (Durgun, 2003:213). DP döneminde, ekonomik olarak da zayıflayan bürokrasi, Darbe döneminde oluşturulan kurumlarla bu sıkıntıyı gidermeye çalışmıştır. Askeri bürokrasinin kurmuş olduğu OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) bu eksikliği gidermeye ve askeri bürokrasinin ekonomik olarak da güçlenmesine imkân sağlamıştır (Küçükömer, 2007:115). 12 Mart 1971 tarihinde, bir önceki müdahalenin üzerinden 11 yıl geçtikten sonra, o dönemden farklı olarak, yönetimi direkt devralmayarak Cumhurbaşkanı, Meclis ve Senato Başkanlarına verdikleri bir muhtırayla askeri müdahale gerçekleştirilmiş oldu (Hale, 1996:160). 12 Mart 1971 tarihindeki muhtıra sonrasında, Anayasada gerçekleştirilen bazı değişikliklerle birlikte siyaset ve bürokrasi arasındaki ilişkiler tekrar bir revizyona tabi tutuldu. Bu değişikliklerle bazı özerk kurumların özerklikleri kaldırılmıştır. Bu kurumların özerklikleri kaldırılmak suretiyle bu özerklikten faydalanarak güçlerini artıran sivil toplum kuruluşlarının etkisi azaltılmaya çalışılmıştır. Haliyle bu durum bürokrasinin eski etkinliğini tekrar artırmaya yönelik olmuştur. Böylelikle bürokrasinin devlet içindeki konumu daha güçlü bir hale getirilmiş oluyordu. (Akın, 1995: 66). Bu müdahale sonrasında gerçekleştirilen anayasal değişikliklere bakılacak olunursa, temel hak ve özgürlükler kısıtlanarak, askeri bürokrasiye çeşitli iyileştirmeler yapılmıştır (Tanör, 1996:315-318). 65 Bunların yanı sıra, askeri bürokrasinin elini güçlendirecek çeşitli düzenlemeler de gerçekleştirilmiştir. Askeri mahkemeleri güçlendirecek bir düzenleme olarak bazı sivil mahkemelerin yetkileri askeri mahkemelere devredilmiştir. Ayrıca sıkıyönetime geçiş de kolaylaştırılmıştır (Erdoğan, 2008:129130). 80'li yıllara gelindiğinde, küresel boyutta yaşanan ve devlet yapılanmalarını da etkisi altına alan değişim sonucunda bürokratik yapı, teşkilatlanma ve işleyişiyle bütünleşik olarak değişime ayak uyduramamış ve kendisinden beklenen performansı sergileyememiştir. Bu durumun bir sonucu olarak ekonomik ve sosyal değişimin gerisinde kalmıştır (Karaer, 1987:29). Bu geri kalmışlık ve bürokrasinin etkinliğini yitirmesi, 1980 askeri müdahalesini meşru kılma amacını taşıyan kaynaklardan birini oluşturmaktaydı. Bu müdahaleyle, askeri bürokrasinin sistem içerisindeki etkinliği zirve noktasına ulaşmıştır. 12 Eylül müdahalesi sonrasında hazırlanan anayasayla, MGK'nın durumu tekrar düzenlenerek 1961 Anayasasına göre daha etkin ve güçlü bir konuma getirilmişti. Artık MGK danışma ve tavsiye niteliğinde kararlar almanın ötesinde, aldığı kararlar Bakanlar Kurulu tarafından öncelikli olarak dikkate alınacak bir kurul statüsüne dönüştürülmüştü Askeri bürokrasi bu düzenlemeyle yürütmeye müdahil olabilecek bir statüye yükseltilmiş oluyordu. Bu konum hiçbir kamusal kuruma verilmeyen, hatta Meclisi de aşan yetkilerle donatılmalarıyla daha da güçlendirilmiştir (Başbuğ, 1997:1291-1293). Askeri bürokrasinin güçlendirilmesi sadece bu düzenlemelerle de sınırlı kalmamıştır. Parlamenter sistemi temelinden zedeleyen düzenlemeler de bu dönemde karşılaşılan uygulamalar arasında yer almaktadır. Aşırı sol sendika federasyonları, sağ etnik ve dini temelli kuruluşlarla tüm siyasi partiler kapatılarak parlamenter sistem sekteye uğratılmıştır. Yine bu dönemde üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurulu'nun denetim sistemine dâhil edilerek, yıllarca tartışılacak bir kurum da hayata geçirilmiş oldu (Heper, 2006: 24-25). Bu dönemde, devletin ve toplumun her kademesinde yapılan uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, devlet yönetimi içerisinde askeri bürokrasinin bariz bir etkisi 66 görülmektedir. Bu durum yasal olarak da desteklenerek meşru bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. Askeri darbe sonrasında oluşturulan askeri bürokrasi egemenliği, dış baskıların da etkisiyle, 1983 yılında Türkiye'nin yeniden parlamenter hayata aktif olarak geçmesiyle birlikte, egemenliğin tekrar siyasi partilere devredilmesine ortam hazırlamıştır. Ancak bu durum askeri bürokrasinin tamamen siyasetten arındığı ve gücünü yitirdiği anlamını taşımamaktaydı. 1983’ten sonra bürokratlar, bulundukları makamı koruyabilmek ve daha fazla orada kalabilmek için, ya kendi çıkarları amacıyla ya da gelecek beklentisiyle siyasilere yakın durmaya başlamışlardır. Böylece son dönemde bürokratlar ikincil konumu kabul eder hale gelmişlerdir (Çevik, 2007a:100). 12 Eylül darbesi ve 28 Şubat 1997 tarihinde “post-modern darbe” olarak adlandırılan müdahale, askeri bürokrasinin varlığını ve etkinliğini tekrar günyüzüne çıkarmış oluyordu (Heper, 2006:25-26). Artık günümüzde, küreselleşmenin tetikleyici unsurları arasında yer alan teknolojik gelişmeler ve bu teknolojik gelişmelere bağlı olarak iletişim kanallarının yaygınlaşması sonrasında, dünyayı temelinden değiştirmiş ve sosyal yapılardaki değişimin hızını eskiden hiç olmadığı kadar yüksek bir ivmeye ulaştırmıştır. Yeni teknolojik gelişmeler yeni fırsatlar doğurmanın yanı sıra, yeni taleplerin ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Bu durum da, söz konusu taleplerin karşılanma zorunluluğunu beraberinde getirmiştir (Yazıcı, 2001:6). Bu bağlamda oluşturulan üst kurullar, görevlendirildikleri alanda düzenleme yapma yetkisini kullanarak kurallar koymanın yanı sıra, bu kuralların uygulanmasını denetlemekte ve gerektiğinde de çeşitli yaptırımlar uygulayabilmektedirler. Bu kurulların bir başka önemli özelliği de, kendi alanlarındaki uyuşmazlıkları çözme yetkisine sahip olmalarıdır. Bütün bu özelliklerden hareketle üst kurullar, devletin tekelinde bulunan yasama, yürütme ve yargı erklerini, kendi bünyelerinde daha düşük yoğunluklarda kullanacak yetkilerle donatılmışlardır. Bu özeliklerinden dolayı da basit idari örgütler olmanın ötesinde, karma ve melez kuruluşlar olarak nitelendirilmektedirler (Tan, 2002:26). 67 Üst kurullar üzerine kurulan bu yeni sistem, siyasetin etki alanını daraltarak teknokratlara devretmiştir. Bu kurullar, yetkili oldukları alanlarda, piyasa kurallarına daha rasyonel yaklaşarak siyasetin taraflı ve çıkarcı yaklaşımının önüne geçmeyi amaçlamaktadırlar (Eryılmaz, 2008:162). Türk modernleşme süreci, bütünüyle olmasa da büyük oranda bürokrasi eliyle ama özellikle de askeri bürokrasi eliyle yürütüldü. Bunun en önemli sebebi, askeri ve teknik açıdan Batı’nın gerisine düşen Osmanlı, bu açığını kapatmak için askeriteknik reformlara ağırlık verdi ve bu da diğer reformların önünü açtı (Ortaylı, 2001:18). Sonuçta, Türk bürokrasisi, merkeziyetçi, güçlü ve imparatorluk geleneklerine de sahip ve elitist bir karakter çizen yapısıyla kendisini göstermektedir. 2.2. TÜRKİYE’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ Türkiye, her modern devlet gibi, iç güvenliğini sağlamak için, ulusal ve yerel düzeyde bir iç güvenlik bürokrasisi oluşturmuştur. Türk iç güvenlik bürokrasisinde cumhurbaşkanından köy korucusuna kadar birçok aktör mevcuttur. Bir başka ifadeyle, iç güvenlikten doğrudan ve dolaylı sorumlu olan aktörler vardır. Ya da, asli görevi sadece iç güvenlik hizmeti sunmak olan aktörlerin yanında, sunduğu bir kısım hizmetlerin yanında, iç güvenlikle ilgili hizmetler de sunan aktörler olduğu görülür. Kısacası, Türkiye’de iç güvenlik hizmeti sunan oldukça çok miktarda aktör söz konusudur. Kaldı ki Türkiye, doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan resmi birimlerde bile çoklu bir yapılanmayı tercih eden ülkelerdendir (Çevik vd., 2010:17-18). İç güvenlik aktörlerini anlatırken, birçok farklı sınıflandırma mümkündür. Ancak konunun kolay anlaşılması amacıyla, basit bir yaklaşım gösterilerek şu şekilde bir sınıflandırma uygun görüldü: Öncelikle tek işi iç güvenliği sağlamak olan aktörler olarak genel kolluk; yani polis, jandarma ve sahil güvenlik birimleri ile gümrük muhafaza, orman muhafaza, köy koruculuğu ve belediye zabıtası hizmetlerini yürüten birimler ele alınmıştır. Bu asli hizmet birimlerinin yanında, diğer bir sınıf iç güvenlik aktörleri de, diğer birçok görevinin yanında, iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetkileri de olan, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı, 68 mülki idare amirlikler, adalet kurumları, Milli Güvenlik Kurulu, Milli İstihbarat Teşkilatı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı vd. aktörlerdir. Aşağıda geniş olarak anlatılacağı gibi, iç güvenlik bürokrasisinin temel aktörleri kolluk güçleridir. Genel kolluk deyince, polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza teşkilatları anlaşılırken, özel kolluk deyince, özel bir kanun ile kurulan görev ve yetki alanı genel kolluğa göre sınırlı olan, köy bekçisi, orman muhafaza memuru, gümrük muhafaza memuru, belediye zabıtası gibi daha küçük bir birimi kapsayan kolluk güçleri anlaşılır (Arslan ve Eryılmaz, 2006:4). 2.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler Yukarıda da tekrarlandığı gibi, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak açısından iç güvenlik aktörleri, hem Türkiye hem de İngiltere-Galler bölümünde, doğrudan bu hizmeti sunan aktörler ve dolaylı olarak bu hizmeti sunan aktörler şeklinde, iki ana bölümde incelenmiştir. 2.2.1.1. Polis Teşkilatı Bu bölümde, özellikle hitap ettiği kişi sayısı ve görev yaptığı yerleşim merkezleri olan il ve ilçe merkezleri açısından en önemli iç güvenlik aktörü olan Türk Polis Teşkilatı’nın tarihi, görev ve yetkileri ele alınacaktır. Dünyadaki en eski polis teşkilatlarından birisi olan Türk Polis Teşkilatı, 10 Nisan 1845'de İstanbul'da “Polis” adıyla bir teşkilat kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. Tabii ki bu teşkilat kurulmadan önce de polisin yaptığı görevler değişik askeri kuruluşlar tarafından yerine getirilmekteydi Ancak yeni kurulan polis teşkilatının görevleri 20 Mart 1845’te çıkarılan 17 maddelik Polis Nizamnamesinde, net olarak belirtilmiştir (EGM, 2014). 30 Haziran 1930 tarihinde ise yeni bir yapılanmaya gidilmiş ve Emniyet Teşkilatının kadro ve dereceleri, atama, yükselme, mesleğe girme, cezalandırma gibi hususları içeren 46 maddelik 2049 sayılı Polis Teşkilatı Kanunu çıkarılmıştır. Bu arada polis eğitimine önem verilerek, orta ve yüksek kademe amir yetiştirmek amacıyla, Ankara’da 6 Kasım 1937 tarihinde Polis Enstitüsü kurulmuş, 1984 yılında 69 ise eğitim süresi dört yıla çıkarılarak, Polis Akademisi’ne dönüştürülmüştür. Polis Akademisi en son 2001 yılında çıkarılan bir kanunla Üniversite hüviyetine kavuşturulmuş, Polis Meslek Yüksek Okulları Akademiye bağlanmıştır (Çufalı, 2002:27). Polislik politikalarının günümüze kadar devam eden uygulamalarının yasal altyapısını oluşturan ve bazı önemli değişikliklerle beraber hala yürürlükte olan iki önemli kanun 1930’lu yıllarda kabul edilmiştir. Bunlar 4 Temmuz 1934 tarihli 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) ve 4 Haziran 1937 tarihli 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu (ETK)’dur. Sonradan bazı değişiklikler olsa da bu kanunlar günümüze kadar yürürlükte kalmaya devam etmiştir (Göksu vd., 2011:19). Türk Polis Teşkilatı, merkezde Emniyet Genel Müdürlüğü adıyla İçişleri Bakanlığı çatısı altında, taşrada ise il ve ilçe yönetim yapılanması içinde vali ve kaymakamlara bağlı olarak çalışır. Türk idari sisteminde il ve ilçelerin güvenlik ve esenliğinden birinci derecede sorumlu olanlar, kolluk birimleri olmayıp, mülki idare amirleridir. Yürürlükteki mevzuat ve uygulamaya göre polis teşkilatı, merkezi ve taşra yapılanması, mülki idare sisteminin bir parçası olarak ve ‘sivil otoritenin emri ve denetiminde’ görev yapan bir kolluk kurumudur (Cerrah, 2006:82). Emniyet Genel Müdürlüğü Teşkilatı merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatlarından oluşur. Taşrada olup da doğrudan merkeze bağlı birimler de mevcuttur. Merkez teşkilatında Daire Başkanlıkları, Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, Özel Kalem Müdürlüğü, Trafik Hizmetleri Başkanlığı ve Trafik Araştırma Merkezi Müdürlüğü yer almaktadır (EGM, 2014). Buna göre EGM Daire Başkanlıkları şöyledir: Ana Komuta Kontrol Merkezi (AKKM) Dairesi Başkanlığı, Arşiv Dairesi Başkanlığı, Asayiş Dairesi Başkanlığı, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı, Bilişim Suçlarıyla Mücadele Daire Başkanlığı, Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı, Eğitim Dairesi Başkanlığı, Güvenlik Dairesi Başkanlığı, Haberleşme Dairesi Başkanlığı, Havacılık Dairesi Başkanlığı, İdari Mali İşler Dairesi Başkanlığı, İkmal ve Bakım Dairesi Başkanlığı, İnşaat Emlak Dairesi Başkanlığı, İnterpolEuropol-Sirene Dairesi Başkanlığı, İstihbarat Dairesi Başkanlığı, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı, Koruma Dairesi Başkanlığı, Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi Başkanlığı, Özel Güvenlik Dairesi 70 Başkanlığı, Özel Harekât Dairesi Başkanlığı, Personel Dairesi Başkanlığı, Pasaport Dairesi Başkanlığı, Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı, Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı, TBMM Koruma Dairesi Başkanlığı, Trafik Uygulama ve Denetleme Dairesi Başkanlığı, Trafik Planlama ve Destek Dairesi Başkanlığı, Trafik Eğitim ve Araştırma Dairesi Başkanlığı ve Yabancılar Hudut İltica Dairesi Başkanlığı. Polis teşkilatı taşrada, 81 ilde, İl Emniyet Müdürlüğü düzeyinde teşkilatlanmış olup, eğitim kurumları ise Polis Akademisi Başkanlığı, Polis Koleji Müdürlüğü, Polis Meslek Yüksek Okulu Müdürlükleri, Polis Moral Eğitim Merkezi Müdürlükleri (POMEM) ve Kriminal Polis Labaratuvar Müdürlüklerinden oluşur. Ayrıca Polis Bakım ve Yardım Sandığı, EGM Yüksek Öğrenim Öğrenci Yurtları ve IPA (Uluslararası Polis Birliği) Türkiye Başkanlığı, EGM’nin diğer birimleri arasında yer almaktadır. Emniyet Genel Müdürü, genelde sivil kökenli bürokrat olan valiler arasından atanır. Askerî müdahaleler sonrasında asker kökenli genel müdürler atandığı gibi, son yıllarda bazı polis kökenli valilerin emniyet genel müdürü olduğu da görülmüştür. Emniyet Genel Müdürü Bakanlar Kurulunca atanır ve görev süresi, önceden belirlenmiş bir zaman dilimiyle sınırlı değildir (Cerrah, 2006:82). Bugün bütün dünyada uygulanan polislik uygulamalarını iki ana grupta toplamak mümkündür: Reaktif ve proaktif polislik. Reaktif (tepkisel) polislik, polis teşkilatının bir suç işlendikten sonra harekete geçerek, faile karşı ilgili kanunları uygulamasıdır. Proaktif (önleyici) polislik ise, polis teşkilatının suç işlenmeden önce harekete geçerek, suçun ortaya çıkışını engelleyici tedbirleri almasıdır (Seyhan, 2002:191). Türkiye’deki uygulamanın da bu doğrultuda olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda polisin görevleri genel olarak adli, yani kovuşturucu ve idari, yani önleyici olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Adli otoritenin emir ve talimatları doğrultusunda harekete geçmek, suç delillerini toplamak, suç faillerini tespit edip yakalamak, Cumhuriyet Başsavcılarının yerine ve onların bilgileri altında soruşturma veya tahkikat yapmak, sanıkla birlikte suç delillerini adli makamlara teslim etmek, polisin adli görevleri arasında yer 71 alırken; polisin önleyici, koruyucu ve yardım edici olmak üzere, idari görevleri de bulunmaktadır (Göksu vd., 2011:21). Polis, şehir ve kasabaların kolluk personelidir. Jandarma ise, kırsal bölgede görev yapan kolluk personelidir. Bununla beraber, pek çok bucak ve hatta bir kısım ilçeye polislik hizmeti götürülemediğinden, bu yerlerde jandarmanın görev yaptığı durumlar sözkonusu olabilmektedir. Buna karşılık, ilçe ya da bucak merkezi olmayan önemli iskele veya istasyonlarda kolluk görevi polis tarafından yerine getirilmektedir (Günday, 2003:254). Bunun yasal dayanağını 1961 yılında çıkarılan “Emniyet ve Asayiş İşlerinde İl, İlçe ve Bucaklardaki Jandarma ve Emniyet Ödevlerinin Yapılması ve Yetkilerinin Kullanılması Suretini ve Aralarındaki Münasebetleri Gösterir Yönetmelik oluşturur (JANDARMA, 2014). EGM Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığının yayınlamış olduğu 2012 yılı Faaliyet Raporu’ndan elde edilen verilere göre, 2012 yılsonu itibarıyla Polis Teşkilatının üstlendiği bütün görevler, 255.239 personel tarafından yürütülmektedir. Bu personelden 242.228’i emniyet hizmetlerinde, geri kalanı da sivil personel olarak diğer polislik dışı hizmetlerde istihdam edilmektedir (EMG, 2014). Türk Polis teşkilatının yönetici personel kaynağı, Polis Koleji ile devamında Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesidir. Memur kaynağı ise, Türkiye’nin çeşitli illerinde bulunan Polis Akademisine bağlı polis meslek yüksek okullarıdır. Son yıllarda yüksek öğrenimini tamamlamış olanlara kısa süreli polis meslek eğitimi veren polis meslek eğitim merkezleri (POMEM) de teşkilatın memur ihtiyacını karşılamaktadır (Çevik vd. 2010:20). EGM’nin ihtiyaç duyduğu uzmanlık alanlarında, personel ihtiyacını karşılamak üzere, Ankara’da bulunan devlet üniversitelerinin çeşitli bölümlerinde okuyan öğrencileri bünyesine alarak, fakültelerindeki eğitimlerinin yanı sıra, polis mesleki eğitim ve disiplin kuralları çerçevesinde eğitim-öğretim veren bir birim (FYO şubesi) Polis Akademisinde mevcuttur. Genel anlamıyla iç güvenlik alanındaki bilimsel araştırma, incelemeler, yayın ve eğitim-öğretim faaliyetleriyle Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü, bu alanda Türkiye’nin önemli beyin merkezlerinden biridir. 2002 yılında kuruluşu 72 tamamlanan Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde 9 ana bilim dalında; Adli Bilimler, Ceza Adaleti, Güvenlik Stratejileri ve Yönetimi, İstihbarat Araştırmaları Programı, Suç Araştırmaları, Ulaşım Güvenliği ve Yönetimi, Uluslararası Güvenlik, Uluslararası Güvenlik (İngilizce) Programı, Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Programı yüksek lisans eğitimi verilmektedir (Çevik vd. 2010:20). 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununa göre polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatını temin eder. Yardım isteyenlerle yardıma muhtaç olan çocuk, alil ve acizlere muavenet eder. Kanun ve nizamnamelerinin kendisine verdiği vazifeleri yapar (m.1). Aynı Kanunun 2. maddesi de polisin görevlerini ikiye ayırmıştır. Buna göre polis, önleyici kolluk olarak; kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmayan hareketlerin işlenmesinden önce, bu kanun hükümleri dairesinde önünü alır. Yani önleyici kolluk hizmetlerini yürütür. Türk polisi aynı zamanda adli polistir ve buna göre, işlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapar. Kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan polis; amirinden aldığı emri, kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı emri verene bildirir. Ancak, amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazılı olarak yenilerse, emir yerine getirilir. Bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine getirilmez. Yerine getirenler sorumluluktan kurtulamaz. Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. Bazı emirlerin, niteliği gereği yazılı olarak verilmesi istenilemez. Bu hallerde emrin yerine getirilmesinden doğabilecek sorumluluk emri verene aittir. Polis bu görevlerini yerine getirirken, yerine göre durdurma ve kimlik sorma, yerine göre de zor ve silah kullanma yetkilerine sahiptir. Polis, görevini yaparken 73 direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde, kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. Türk polisi, görev ve yetkileri bakımından aşağı yukarı bütün demokratik polisler gibidir. En önemli fark, hem idari hem de adli kolluk olarak görev yapmasıdır. Türk polis teşkilatının, özellikle 1984 yılından itibaren, Özal Hükümetleri ile birlikte, her açıdan ciddi ilerlemeler kaydettiğini, çağdaş her demokratik ülkelerdeki meslektaşlarından pek de geri olmadığını söylemek mümkündür. Bu tespit ve değerlendirmeler, özellikle teknik donanım ve mesleki beceriler açısından yapılabilir. Ancak, özellikle insan haklarına özde bağlılık, her türlü gayrı insani muamele ile mücadele ve mesleki sorunlar açısından hala daha ciddi eksikliklerin olduğu da bir gerçektir. Özellikle, kurum iç işleyişi açısından, mevzuattan ve hukukilikten ziyade, amirlerin emirleri ve fiili durum önemini korumaya ve dolayısıyla teşkilata hâkim olmaya devam etmektedir. Öyle ki, mesai saatlerinin insani bir şekle sokulması taleplerinde olduğu gibi, kurum içindeki en küçük yasal hak talepleri bile ciddi dışlamalara sebebiyet verebilmektedir. 2.2.1.2. Jandarma Teşkilatı Jandarma teşkilatı, iç güvenlik bürokrasisinde önemli bir yere sahiptir. Sorumluluk alanında emniyet ve asayişi sağlamakla görevli silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir (Çevik vd., 2010:27). Özellikle, 1980’lerden beri yıllardır süren bölücü terörle mücadelede, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde etkin bir görev üstlenmiştir. Resmi web sayfasında verilen bilgilere göre arşivlerde, 1839 yılından itibaren “Jandarma” adına ve muhtelif “Jandarma tayin kararnamelerine” rastlanılmış olduğundan; Türk Jandarma Teşkilatının 1839 yılında kurulduğu anlaşılmış ise de araştırmalarda kuruluş ay ve gününün tespiti mümkün olmamıştır (JANDARMA, 2014). Bu nedenle Asakir-i Zaptiye Nizamnamesi’nin kabul tarihi olan 14 Haziran 74 1869 tarihinin 14 Haziranı alınarak, “14 Haziran 1839” tarihi Jandarma Teşkilatının kuruluş günü olarak kabul edilmiştir. 1869 Nizamnamesi ile zabıta görev ve hizmetleri, yetki ve sorumlulukları hukuki bir çerçeve içine alınmıştır. 10 Haziran 1930 tarihinde, 1706 sayılı Kanun çıkarılmış ve Jandarma Teşkilatı bugünkü hukuki statüsünü kazanmıştır. 1935 yılında Jandarma Subaylarının Harp Okulu’nda yetiştirilmesi esası kabul edilmiştir. 1937 yılında Jandarma Teşkilat ve Vazife Nizamnamesi yürürlüğe girmiştir. 1939 yılında Jandarma Teşkilatı; Sabit Jandarma Birlikleri, Seyyar Jandarma Birlikleri, Jandarma Eğitim Birlikleri ve Okullar olmak üzere üç grup halinde yeniden düzenlenmiştir. 2803 sayılı Kanunla Jandarmaya verilen görev, yetki ve sorumlulukları, hizmetin gerektirdiği bağlılık ve ilişkilerle teşkilat, kuruluş-konuşlanma, personel kaynakları ve yetiştirilmesi, görev özelliğinden doğan adli ve mali konular, 1983 yılında çıkarılan “Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği” ile düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Jandarması, emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir (Çevik vd., 2010:27). Jandarma Genel Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir parçası olup, Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Ancak Jandarma Genel Komutanı, Bakana karşı sorumludur. Jandarma Genel Komutanlığı Teşkilatı; Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı ve Bağlı Birlikleri, Jandarma İç Güvenlik Birlikleri, Mülki teşkilata tabi olmayan Jandarma Birlikleri (Jandarma Komando Birlikleri ve Jandarma Havacılık Birlikleri), mülki teşkilata tabi olan Jandarma Birlikleri (Jandarma Bölge Komutanlıkları, İl Jandarma Komutanlıkları, Merkez İlçe ve İlçe Jandarma Komutanlıkları), Jandarma Sınır (Seyyar) Birlikleri, Jandarma Eğitim Birlikleri, Jandarma Okulları, Jandarma İdari ve Lojistik Destek Birlikleri ile görevin özelliğine bağlı olarak kurulacak diğer kuruluşlardan oluşur (JGK, 2014). 75 Jandarma teşkilatı, polis teşkilatının sorumlu olduğu il ve ilçe belediye sınırları dışında kalan yerlerde görev yapmaktadır. Coğrafi olarak, ülkenin yüzde 90’ından fazla bir alanda görevlidir. Bu anlamda jandarma, coğrafi alan olarak en büyük iç güvenlik aktörüdür. Ancak bu alanlarda yaşayan vatandaşlar sayıca polisin görevli olduğu alanlardan daha azdır. Dahası, özellikle turizmin ve iç göçün etkisiyle, jandarmanın görevli olduğu sahanın nüfus yoğunluğu, yaz kış çok büyük farklılıklar göstermektedir. Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır: Mülki görevleri; emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak. Adli görevleri; işlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek. Askeri görevleri; askeri kanun ve nizamların gereği görevlerle Genelkurmay Başkanlığınca verilen görevleri yapmak. Diğer görevleri; mülkî, adlî ve askerî görevler dışında kalan, kânun ve nizamlar ile emir ve alınan kararlar doğrultusunda ifa edilmesi gereken, tesis ve şahıs koruması ile nakil emniyeti gibi görevlerdir. Askeri görev olarak sayılanlar hariç tutulduğunda, Türk jandarmasının da aslında aynen Türk polisi gibi, kendisine tahsis edilen görev sahasında, idari (önleyici) kolluk ve adli kolluk hizmetlerini birlikte yaptığı görülecektir. Buna paralel olarak, kendi görev sahasında polisin sahip olduğu görev ve yetkilere sahiptir ve yaklaşık benzeri ilkelerle görevini yerine getirir. Bunun haricinde, TSK’nın bir parçası olmanın getirdiği avantaj ve dezavantajlara da aynen sahiptir. Jandarma teşkilatı, iç güvenlikle ilgili görevlerini, yani emniyet ve asayiş görevlerini icra etmek maksadıyla kurulan Jandarma İçgüvenlik Birlikleri vasıtasıyla yerine getirmektedir. Bunlar, Jandarma Bölge Komutanlıkları, İl Jandarma 76 Komutanlıkları, İlçe Jandarma Komutanlıkları ve Jandarma Karakol Komutanlıklarıdır. Türkiye genelinde (14) Jandarma Bölge Komutanlığı mevcuttur. Jandarma Bölge Komutanlıklarının kuruluşları standart olmayıp, sayıları değişen İl Jandarma Komutanlıkları bulunmaktadır. Ayrıca, ihtiyaca göre, bazılarında Jandarma Komando veya Özel Harekât Birlikleri ile Kriminal Bölge Laboratuarları bulunmaktadır. Ayrıca, her ilde, o ilin adıyla anılan toplam 81 İl Jandarma Komutanlığı mevcuttur. İl Jandarma Komutanlıklarının kuruluşunda, sayıları değişen İlçe Jandarma Komutanlıkları bulunmaktadır. Ayrıca, ihtiyaca göre bazı İl Jandarma Komutanlıklarında, Jandarma Komando Birlikleri, Özel Harekât Birlikleri, Cezaevi veya Tesis Koruma birlikleri de bulunmaktadır. Türk Taşra İdaresi gereği de, İl Jandarma Komutanlıklarına bağlı, bulunduğu ilçenin adıyla anılan İlçe Jandarma Komutanlıkları mevcuttur. İlçe Jandarma Komutanlıkları, emniyet ve asayiş hizmetlerini, kendilerine bağlı değişik sayıdaki jandarma karakolları vasıtasıyla yürütürler. Emniyet ve asayiş hizmetlerinin aslî unsuru olan Jandarma Karakol Komutanlıkları, 24 saat esasına göre hizmet vermekte olup, tüm ülke sathında yaygın olarak teşkilâtlanmıştır (Çevik vd. 2010:28). Ayrıca, emniyet ve asayiş görevlerinde etkinliği artırmak, hizmette vatandaşa daha yakın olmak gibi maksatlarla, özellikle turizmin yoğun olduğu illerde, kritik yol kavşaklarında, otoban giriş ve çıkışlarında görev yapabilecek şekilde, Jandarma Asayiş Noktaları teşkil edilmiştir (JGK, 2014; Çevik vd., 2010:28). Jandarma Genel Komutanlığı personeli; subay, astsubay, uzman jandarma, askeri öğrenci, erbaş ve erler ile sivil memur ve işçilerden oluşur. Jandarma teşkilatı eğitim-öğretim sistemi şu şekildedir (JGK, 2014; Çevik vd., 2010:29-30): Subay Eğitim ve Öğretimi: Kara Harp Okulu’ndan mezun olan jandarma teğmenler ile sözleşmeli jandarma teğmenler ve subaylık sınavını kazanan jandarma astsubaylar, Jandarma Subay Okulu’nda, 1 yıl süreyle adlî, mülkî, askerî ve diğer görevlerin öğretildiği, jandarma meslek eğitim ve öğretimine tabi tutulmakta, mezuniyeti müteakip, Jandarma Komando Okulu’nda 4 ay süre ile komando kursu görmektedirler. 77 Astsubay eğitim ve öğretimi: Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sonuçlarına göre lise mezunlarından alınanların, Jandarma Astsubay Meslek Yüksek Okulunda (JAMYO) 2 yıl süre ile; fakülte ve yüksek okul mezunlarından sınavla alınan, kıta kaynaklı uzman jandarma ve sözleşmeli erbaşların, Jandarma Astsubay Temel Kursunda (JATEK) 1 yıl süre ile; fakülte ve yüksek okul mezunlarından sınavla alınan ve ön sözleşmeleri yapılan astsubay adaylarının Sözleşmeli Bayan Astsubay Kursunda 1 yıl süre ile yetiştirilmelerini kapsamaktadır. Uzman Jandarma Eğitim-Öğretimi: JGK’nın uzman jandarma ihtiyacı, sivil kaynaktan temin edilmekte olup, en az lise ve dengi okul mezunları ile yüksek okul, meslek yüksek okulu ve fakülte mezunları başvuruda bulunabilmektedirler. Uzman Jandarma Okulunda öğrencilere 1 yıl süre ile intibak, eğitim ve öğretim, uygulamalı eğitim ve atış ile uygulamalı meslek eğitimi verilmektedir. Eğitim ve öğretim süresince, mesleki, askeri, hukuki, sosyal konular ile beden eğitimi ve spor olmak üzere beş ayrı bölümde, dersler okutulmaktadır. Uzman Jandarma Okulunda meslek ve askeri dersler ağırlıklı olarak okutulmaktadır. Meslek İçi Kurslar: Jandarma personelinin meslekî gelişimini sağlamaya yönelik olarak açılan kurslar olan yabancı lisan, meslek içi, ihtisas ve diğer kurslar gibi kurslar, uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitim yöntemleri ile verilmektedir. Ayrıca, 1991 yılından bu yana Jandarma Okullar Komutanlığında, Arnavutluk, Azerbaycan, Fransa, Gambiya, Gürcistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinden, değişik rütbelerde personele eğitim ve öğretim verilmiştir (Çevik vd., 2010:29). Jandarma, askeri yönü ağır basan bir kurum olarak, her ne kadar kolluk hizmetleri yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı olsa da, üzerinde Genelkurmay Başkanlığının etkisi daha fazladır (Bilgiç, 2005:113). Bu da, kolluk hizmetlerini sunan polis ile jandarma arasında koordinasyon yönünden bazı sakıncalar doğurabilmektedir. Denetim ve saydamlık yönünden bakılacak olursa, polis üzerinde siyasi, idari ve medya yoluyla denetim daha kolay olmasına karşılık, aynı şeyi jandarma için söylemek oldukça zordur. Buna bir de Emniyet Genel Müdürünün aksine, Jandarma 78 Genel Komutanının MGK’da üye olarak temsili gibi ayrıcalıklı durum eklenince, dünyanın şu anda gitmekte olduğu sivilleşme ve demokratikleşme eğilimi ile bağdaştırılması zor bir durum olduğu söylenebilir (Bilgiç, 2005:113). Askeri bir kuvveti, kolluk hizmetlerinde kullanmanın bazı olumsuz sonuçları vardır ki, en önemlisi halk nazarında ordunun yıpranmasıdır. Görev ve sorumluluğu farklı olmasına rağmen, jandarmanın asker üniformalı olması, onun tamamen asker olarak algılanmasına neden olmaktadır. Oysa Batılı ülkelerdeki jandarma, askerlerden farklı üniforma ve imaja bürünmüştür. Daha da önemlisi, günümüzde birçok suç son derece karmaşık ve organize özellikler göstermektedir. Buna paralel olarak suçla mücadele eskiye oranla çok daha fazla uzmanlık gerektirmektedir. Hâlbuki subay, astsubay ve uzman personel dışında jandarma personelinin büyük bir kısmı meslekten olmayan, geçici olarak askerlik hizmetini bu şekilde ifa eden kişilerden oluşmaktadır. Alanlarında uzmanlaşıncaya kadar da askerlikleri bitip terhis olmaktadırlar (Bilgiç, 2005:116). 2.2.1.3. Sahil Güvenlik Komutanlığı İç güvenlik aktörleri arasında, genel kolluk içinde, üçüncü önemde ele alınacak birim Sahil Güvenlik Komutanlığı’dır. 09 Temmuz 1982 tarihinde, 2692 sayılı Kanun kabul edilmiş ve 13 Temmuz 1982 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak, Sahil Güvenlik Komutanlığı kurulmuştur. Bu değişiklik ile birlikte Jandarma Genel Komutanlığına bağlı olan Jandarma Deniz Bölge Komutanlıkları, Sahil Güvenlik Komutanlığı emrine verilmiş ve Sahil Güvenlik Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz Komutanlıkları adını almıştır. Sahil Güvenlik Komutanlığı 01 Eylül 1982 tarihinden itibaren fiilen göreve başlamış, ancak 2692 sayılı Kanunun birinci geçici madde hükmüne göre 1985 yılına kadar Jandarma Genel Komutanlığına bağlı olarak görev yapması kabul edilmiştir. 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun, Marmara ve Boğazların sorumluluğunu Sahil Güvenlik Komutanlığına vermesi sonucunda, görevlerin en etkin şekilde yapılabilmesi maksadıyla kuruluş yapısına bir ana-ast komutanlık 79 eklenerek Ekim 1982 ayında “Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Komutanlığı” kurulmuştur. 01 Ocak 1985 tarihine kadar Jandarma Genel Komutanlığına bağlı olarak görev yapan Sahil Güvenlik Komutanlığı, bu tarihten itibaren Türk Silahlı Kuvvetlerinin kadro ve kuruluşu içerisinde, barışta görev ve hizmet yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı, olağanüstü haller ve savaş halinde ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrine girecek, silahlı bir güvenlik kuvveti olarak, ülkenin bütün sahillerinde, iç suları olan Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında, liman ve körfezlerinde, karasularında, münhasır ekonomik bölgesi ile ulusal ve uluslararası hukuk kuralları uyarınca, egemenlik ve denetimi altında bulunan tüm deniz alanlarında faaliyetlerini sürdürmeye başlamıştır. 1993 yılında Sahil Güvenlik Komutanlığının ana üs komutanlıklarının adları yeniden düzenlenmiş ve bölge komutanlığı olarak aşağıdaki şekilde adlandırılmışlardır: 1-Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlığı 2-Sahil Güvenlik Karadeniz Bölge Komutanlığı 3-Sahil Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanlığı 4-Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanlığı Sahil Güvenlik Komutanlığının bugün ve gelecekteki personel ihtiyacının karşılanması ve görev etkinliğinin artırılması amacıyla 24 Haziran 2003 tarihinde 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu'nda değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikle Sahil Güvenlik Komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı Kuvvet Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığı gibi müstakil bir yapıya kavuşturulmuştur. Ankara’daki merkez karargâhına ilaveten taşrada 4 bölge komutanlığı, Marmara ve Boğazlar, Karadeniz, Akdeniz ve Ege Deniz Bölge Komutanlığı, Sahil Güvenlik Hava Komutanlığı, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığı ve Sahil Güvenlik İkmal Merkez Komutanlığı şeklinde örgütlenmiştir. Bu bölgelere bağlı grup ve bot komutanlıkları daha alt birimler olarak faaliyet göstermektedirler (Göksu vd., 2011:31). 80 2692 sayılı kanuna göre, SGK’nın başlıca görevleri şunlardır: Sahil ve karasularını korumak, güvenliğini sağlamak; denizlerimizde can ve mal emniyetini sağlamak; deniz ve kıyılarda görülecek başıboş mayın, patlayıcı madde ve şüpheli cisimler için gerekli tedbirleri alarak, ilgili makamlara iletmek; deniz seyir yardımcılarının çalışma durumlarını izlemek, görülen aksaklıkları ilgili makamlara iletmek, karasularına giren mültecileri, yanlarında bulunabilecek silah ve mühimmattan arındırmak ve bunları ilgili makamlara teslim etmek; deniz yolu ile yapılan her türlü kaçakçılık eylemine engel olmak; gemi ve deniz araçlarının telsiz, sağlık, pasaport, demirleme, bağlama, avlanma, dalgıçlık ve bayrak çekme ile ilgili kanunlarda belirtilen hükümlere aykırı eylemlerini önlemek; su ürünleri avcılığını denetlemek; deniz kirliliğini önlemek maksadıyla denetimler yapmak; su altı dalışlarını denetleyerek, eski eser kaçakçılığına engel olmak; Türk arama kurtarma sahasında, uluslararası arama ve kurtarma sözleşmesi ile ulusal arama kurtarma yönetmeliğinde belirtilen esaslar dâhilinde, arama kurtarma görevlerini yerine getirmek; yat turizmi faaliyetlerini denetlemek; emredildiğinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde ülke savunmasına katkıda bulunmaktır. Sahil Güvenlik Komutanlığı mensupları, kendilerine kanun ile verilen görevlerin yapılmasında; silah kullanma yetkisi dâhil kanunların diğer iç güvenlik kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler. Liman sınırları dışında Türk kanunlarına göre cezalandırılması gereken eylemlere, ilgili kanun ve uluslararası antlaşmalar hükümlerine göre el koyarlar. Suçun denizde başlayıp karada devam etmesi ya da suçluların karaya geçmesi hallerinde, yetkili güvenlik kuvveti olaya el koyuncaya kadar, suç delillerinin kaybolmasını ve suçluların kaçmasını önlemek amacıyla yetkilerini karada da sürdürürler. Ancak, durum en kısa sürede gerekli imkânlar kullanılarak mahalli mülki amire bildirilir (SGK Kanunu, m. 5). Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli; subay, astsubay, uzman erbaş, askeri öğrenci, erbaş ve erler ile sivil memur ve işçilerden oluşur. SGK’nın subay ihtiyacı Deniz Harp Okulu tarafından karşılanmakta olup, bunların yetersiz kalması veya bu kaynakta yetiştirilmeyen sınıflar için kendi nam ve hesabına üniversite bitiren adaylardan muvazzaf subay alımı ve sözleşmeli subay alımı yapılmaktadır. 81 Astsubaylar ise, Deniz, Kara ve Hava Kuvvetleri Astsubay Meslek Yüksek Okullarından temin edilmektedir. Ayrıca göreve yeni katılan personele aşağıdaki kurslar verilmektedir: Can Kurtarma ve İlk Yardım Kursu (2 Hafta), Arama Kurtarma Kursu (2 Hafta), Kontrol Tim Kursu (2 Hafta), Seyir Emniyeti ve Denizde Çatışmayı Önleme Kuralları Kursu (1 Hafta), Nükleer Madde Kaçakçılığı Kursu (3 Gün), Aday Devlet Memuru Temel Eğitim Kursu (2 Hafta), Öğretim Tekniği ve Program Geliştirme Kursu (2 Hafta), Fotoğraf ve Video Çekim Tekniği Kursu (1 Hafta), Sahil Güvenlik Oryantasyon Kursu (3 Hafta), Yakalama Gözaltına Alma ve İfade Alma Kursu (1 Hafta), SG Grup Komutanlığı Oryantasyon Kursu (2 Hafta), Süratli Bot Kullanma Kursu (1 Hafta), Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Kursu (3 Hafta) ve Temel İlk Yardım Kursu (3 Gün). 01 Eylül 2005 tarihinden, itibaren Sahil Güvenlik sınıfı olarak seçilen tüm subaylar, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığı’nda 22 hafta süreli Sahil Güvenlik Temel Eğitimine, Seyir, Telsiz, Motorcu, Elektrikçi, Elektronik, Silah sınıfı astsubaylar, yine Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığında 19 hafta süreli Sahil Güvenlik Temel Eğitimine ve 13 hafta süreli Astsubay Oryantasyon Kursuna tabi tutulmaktadırlar. Söz konusu eğitimlerde, Sahil Güvenlik görevlerine yönelik kanun, tüzük ve yönetmeliklerin teorik olarak kursiyer subay ve astsubaylara verilmesinin yanı sıra uygulamalı eğitimler de yapılmaktadır. Sahil Güvenlik Komutanlığı, diğer iç güvenlik aktörleri olan polis ve jandarmaya göre oldukça yeni bir iç güvenlik aktörüdür ve muhatap olduğu adli ve idari kolluk hizmetleri yönüyle de daha az sayıda olayla ilgilenmek durumundadır. Bu birimin görevleri, tezin konusu olan İngiltere örneğinde olduğu gibi, polis veya jandarma tarafından da yürütülebilir. Ancak bu haliyle devam etmesi durumunda da, yukarıda jandarma için bahsedilen sakıncalar, SGK için de söz konusudur. Dahası, yüzyılı aşan bir süreden beri uygulanan jandarma sistemi bile daha tam sivilleşmemişken, sahil güvenlik adı altında ama daha ziyade askeri nitelikli bir iç güvenlik örgütüne ne kadar ihtiyaç olduğu sürekli tartışmaya açık duracaktır. Bunun yerine, TSK ile ilişkisi olmayan ve ülkenin iç ve dış sularında görev yapacak, polis benzeri bir iç güvenlik aktörü oluşturulması, hem ülke ihtiyaçlarına hem de demokratik gelişmelere daha uygun olacağı söylenebilir. 82 2.2.1.4. Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü (GMGM) Türkiye’de genel kolluk yetkisi bulunan kurumlardan biri olan Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü (GMGM), 03 Haziran 2011 tarihli 640 sayılı “Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin 6. maddesine göre, Gümrük ve Ticaret Bakanlığına bağlı olarak görev yapmaktadır. GMGM’nin adli kolluk sıfatı, Ceza Muhakemesi Kanunu 164. maddesinde de belirtilmiştir. Kanun’da yapılan tanıma göre, “adlî kolluk; … 2.7.1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8. maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder” (CMK, m. 164). Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü teşkilatı, Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlükleri, Başmüdürlüklere bağlı Şube Müdürlükleri ve Gümrük Muhafaza Müdürlükleri ile bu Müdürlüklere bağlı Bölge ve Kısım Amirlikleri şeklinde teşkilatlanmıştır. GMGM’nün görev sahası, Türkiye gümrük bölgesi olarak belirlenmiş, çeşitli kanun, tüzük ve yönetmeliklerle verilmiş görev ve yetkiler ile bu görev ve yetkilerin yerine getirilmesine ilişkin usul ve esaslar, 07.11.2003 tarih 25282 sayılı Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Ayrıca, gümrük muhafaza amir ve memurları; şef, muayene memuru, gemi personeli, şoför, yardımcı hizmetli personeli hariç olmak üzere görevleri sırasında ve görevleri dışında silah bulundurma, taşıma ve görevleri gereğince kullanma yetkisine sahiptirler. Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır: a-Gümrüklü yer ve sahalarda kamu düzeninin bozulmasını önleyecek tedbirleri almak, buraların takip ve muhafazasını sağlamak, gerektiğinde müdahalede bulunarak durumu adlî mercilere intikal ettirmek. b-Deniz ve hava limanlarıyla kara sınırlarındaki gümrük kapılarında ve diğer gümrüklü yer ve sahalarda giriş ve çıkış yapan kişi, eşya ve taşıtların muhafazası ile gümrüğe sevk edilmesini sağlamak ve gümrük işlemleri bitirilmeden buralardan çıkmalarını önlemek. 83 c-Yatlara ilişkin işlemlerin yürütülmesini sağlamak. ç-Gümrüklü yer ve sahalarda münhasıran, Türkiye Cumhuriyeti Gümrük Bölgesinde, gerektiğinde ilgili kuruluşlarla işbirliği yapmak suretiyle kaçakçılığı önlemek, izlemek ve soruşturmak. d-Türkiye Cumhuriyeti Gümrük Bölgesinde kişi, eşya ve taşıtların kaçakçılıkla mücadele kapsamında takibini yapmak. e-Kaçakçılıkla mücadele için, bilimsel yöntemler de kullanmak suretiyle bilgi toplayarak, gerekli araştırma, soruşturma ve operasyonları yapmak, taşra teşkilatının yapacağı operasyonları koordine etmek, gerektiğinde taşra teşkilatı ile müşterek operasyon yapmak. f-Kaçakçılıkla mücadele amacıyla ulusal ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak, bilgi değişiminde bulunmak, protokoller hazırlamak ve uygulamak, gerektiğinde müşterek operasyonlar yapmak. g-Kaçakçılıkla etkin mücadele etmek amacıyla ulusal ve uluslararası bilgi akışına dayalı veri tabanları oluşturmak, verileri işlemek, değerlendirmek ve risk analizi çerçevesinde kullanılabilecek nitelikte olanları Risk Yönetimi ve Kontrol Genel Müdürlüğüne iletmek. h-Adlî kolluğa ilişkin olarak diğer kanunlarla verilen görevleri yapmak. ı-Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak. Görev sahası sınırlı olsa dahi, kolluk yetkisine sahip ve iç güvenlik alanında fiilen görevli bulunan Gümrük Muhafaza Teşkilatı, tartışmasız iç güvenlik bürokrasisi aktörlerinden biridir. Görevini başarıyla yapması, özellikle kaçakçılığın ve değişik vergi kayıplarının önlenmesi açısından büyük önem arz etmektedir. 2.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler 2.2.2.1. Cumhurbaşkanı Türkiye’de yürütmenin yapılanmasında, iki başlı yürütme sistemi benimsenmiştir. Bu sisteme göre yürütme, cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulundan oluşur. 1982 84 Anayasası 8. maddesindeki, “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmüyle yürütmenin çerçevesini çizer. Türkiye’de, Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olup, halk tarafından beş yıllığına seçilir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri üzerindeki belirleyici ve denetleyici yetkileri, Cumhurbaşkanını siyasi iktidarın paydaşlarından biri haline getirmiştir. Cumhurbaşkanı Türk Silahlı Kuvvetleri de dâhil olmak üzere, yürütme ve yargı başlığı altında toplanan tüm kurum ve kuruluşların üyelerinin atanmasında etkin bir konumdadır. 1982 Anayasası güvenlik ve milli güvenlik konularında Cumhurbaşkanına önemli yetkiler vermiştir. Anayasanın 104. maddesine göre milli güvenlik konusu ve güvenlik kurumlarıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanının görevleri arasında şu hususlar bulunur: “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek, Genelkurmay Başkanını atamak, Millî Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak, Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek, başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak...”. Anayasa’nın 117. madde ise Cumhurbaşkanına Başkomutanlık görevini verir: “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir.” Buradan, Türkiye’de Cumhurbaşkanının, iç güvenlik bürokrasisindeki yeri ve önemini net olarak anlamak mümkündür. Kendisi, tartışmasız, bütün bürokrasinin başı olduğu gibi, güvenlik bürokrasisinin de başıdır. Bu konudaki en önemli kurullara başkanlık eder. En önemli siyasi ve bürokratik mevkilerdeki atamalara nihai imzayı atar. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar, Emniyet Genel Müdürü, Jandarma Genel Komutanı, MGK Genel Sekreteri, MİT Müsteşarı, il valileri, il emniyet müdürleri gibi, güvenlik bürokrasisini yöneten bütün önemli aktörlerin atama kararlarını nihai olarak imzalar. 85 Türkiye Cumhurbaşkanının bütün bu yetkileri, bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bir parlamenter demokrasi için oldukça fazla olduğunu, adeta yarı başkanlık gibi bir statüye sahip olduğunu söylemek mümkündür. Devlet Denetleme Kurulu adıyla bir birimin kendisine bağlı olması bile bunun güzel bir delilidir. Zira demokratik parlamenter sistemde cumhurbaşkanları daha ziyade sembolik yetkileri olan ve devleti en üst seviyede temsil eden bir konumdadırlar. Devlet Denetleme Kurulu (DDK) 1982 Anayasasının 108. maddesine dayanmaktadır. Cumhurbaşkanına bağlı olarak faaliyetlerini yürütür. 9 üyeden oluşur. Kuruluş kanunu olan 2443 sayılı kanuna göre yüksek öğrenimini bitiren ve 12 yıl devlet hizmetinde bulunan herkes, Cumhurbaşkanı tarafından üyeliğe atanabilir. DDK, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını, sermayesinin yarısından fazlası bir kamu kurumu veya kuruluşu tarafından karşılanan her türlü kuruluşu, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını, her düzeyde işçi ve işveren meslek teşekküllerini, kamuya yararlı dernekler ile vakıfları, Cumhurbaşkanının talebi üzerine inceler, araştırır ve denetler. Ancak soruşturma açma yetkisi yoktur. Eğer bir suç unsuruna rastlarsa, ilgili birimlere suç duyurusunda bulunur (Sanal, 2002:162-182). . DDK’nın yaptırım gücü olmasa da, adeta bir ombudsman gibi, kamuoyunu etkileme, ve hakkında inceleme ve denetleme yaptığı birimin kendine çekidüzen vermesini sağlama işlevi çok açıktır. Bu bağlamda iç güvenlik birimleri üzerinde olumlu bir işlev görebileceğini değerlendirmek gerekir. Ancak askeri ve adli kuruluşların görev kavramının dışında olduğu unutulmamalıdır. Türk iç güvenlik birimlerinin bir kısmının da askeri kuruluşlar olduğu aşağıda incelenecektir. 2.2.2.2. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) TBMM, ülkenin tek ve yegâne yasama organıdır. Anayasa, yasa ve içtüzük yapma tekelini elinde bulundurur. Bu bağlamda, güvenlik ve iç güvenlik konularında da en önemli aktörlerden birisidir. Zira bu aktörlerin bütün yasal dayanağının kaynağıdır. Ayrıca, ülkenin güvenlik politikalarının da meşruiyet kaynağı olması, hükümet politikalarını ve programlarını kabul eden organ olması açısından da büyük önem arz eder. 86 TBMM’nin görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esasları, Anayasa’nın 75. maddesinden 100. maddesine kadar düzenlemiş olup, buna göre; dört yıllığına seçilen 550 milletvekilinden oluşur. Genel olarak görev ve yetkileri; kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir. Burada hatırlanmasında yarar bulunan bir husus, çağdaş demokrasilerin ayırt edici özelliklerinden birisi olan, bütün sektörlerde olduğu gibi, güvenlik sektörünün de sivil ve demokratik denetimidir. Bu denetimin en üst ve en etkili uygulayıcısı parlamentolardır. Sivil asker ilişkilerinde, evrensel düzeyde kabul görmüş tek bir model olmamasına karşın, Born’a göre demokratik bir sistemde güvenlik sektörünün sivil denetimi için aşağıdaki temel ilkelerin uygulanması gerekir (2003: 22): 1-Toplumda güç kullanma tekeline sahip tek meşru kurum devlettir. Güvenlik güçleri bu gücünü kullanırken demokratik meşru yönetimin denetiminde olmalıdır. 2-Parlamento egemen güçtür; dolayısıyla savunma ve güvenlik politikalarında son sözü söyleyen kurumdur. 3-Parlamento, savunma ve güvenlik siyasetinin veya stratejilerinin oluşturulmasından, geliştirilmesinden ve uygulanmasından hükümeti sorumlu tutar. 4-Savunma ve güvenlik harcamalarının belirlenmesi ve denetimi, olağanüstü hal ve savaş ilanı gibi konularda parlamento anayasal role sahip yegâne kurumdur. 5-Güvenlik sektörü dâhil, devletin bütün kurum ve kuruluşları, iyi yönetişim ve hukukun üstünlüğü ilkesine tabi olmalıdır. 6-Silahlı Kuvvetler, milli savunma ve güvenlik politikalarının bir aracıdır. 7-Güvenlik sektörü teşkilatları, siyasi olarak tarafsızlardır. Ancak Türkiye’de, siyaset alanının tamamını kuşatacak şekilde tanımlanan milli güvenliğin nasıl sağlanacağına ilişkin stratejiyi ifade eden Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi (MGSB), gizlilik dereceli bir devlet belgesi olarak değerlendirildiği 87 için, TBMM üyelerinin bilgisine sunulmamaktadır. Güvenlik kavramının tartışılması ve buna ilişkin parametrelerin belirlenmesinde, bilhassa MGSB’nin oluşturulmasında ve uygulanmasının denetiminde, parlamentonun herhangi bir doğrudan rolü olduğu söylenemez (Yıldız, 2006:14). Güvenliğin sağlanması önemli mali sonuçları doğurduğundan, savunma ve güvenlik harcamalarının belirlenmesi ve denetiminde parlamentoların rolü önemlidir. Türkiye’de parlamentonun bu görevini yeterli düzeyde ifa edemediği ifade edilebilir. TBMM, özellikle sürekli komisyonlar aracılığıyla, idari kuruluşlar olan güvenlik aktörleri üzerinde denetim yetkilerini kullanabilirler. Ancak burada parlamenter sistemin doğasında olan zorluklarla karşılaşmak söz konusudur. Şöyle ki, idarenin fiili başı olan başbakan, parlamentodaki en güçlü partinin de başıdır. En güçlü parti, aynı zamanda meclis komisyonlarına da hâkimdir. Bu durumda, kendi hükümetlerini ve ona bağlı kurumları sıkı bir şekilde denetlemeleri de beklenmemelidir. Çünkü orada çalışan bütün üst düzey bürokratları da kendi hükümetleri atamıştır. TBMM, kendisine bağlı Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu aracılığıyla da bir denetim ve öneri işlevi yürütme imkânına sahiptir. Ancak bu kurum çok yeni olduğundan ve de diğer kurumlar gibi, üst düzey atamalar siyasi olduğundan, işlevini yerine getirip getiremeyeceği hakkında tahminde bulunmak zor olacaktır. Ayrıca TBMM’nde kanunla kurulmuş bulunan üç ayrı komisyonun da iç güvenlikle doğrudan veya dolaylı olarak görev ve sorumluluğu vardır. Özellikle de bu komisyonlar, idare üzerindeki yasama denetimini gerçekleştiren araçlar konumundadırlar. Bu komisyonlar İçişleri Komisyonu, Milli Savunma Komisyonu ve Güvenlik ve İstihbarat Komisyonlarıdır. Ayrıca TBMM’ye bağlı olarak faaliyet gösteren Kamu Denetçiliği Kurumu ile Sayıştay da yaptıkları görevler açısından bütün kurumları olduğu gibi, iç güvenlik kurumlarını da yakından ilgilendirirler. Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsman) Kamu Denetçiliği Kurumu, iç güvenliği dolaylı ilgilendiren kurumsal bir aktördür ve Türkiye için çok yenidir. Buna karşın Dünyada çok eski yıllardan beri uygulanan, adeta kamu kurumları ile vatandaş arasında hakem rolü oynamakla beraber, verdiği 88 kararlar bağlayıcı olmayan ama en azından kamudan hızlı cevap alınmasına vesile olan, güzel bir hesap verebilirlik uygulamasıdır. Bunun yanında, siyasi bir denetim aracı olması dolayısıyla da bürokrasi üzerinde önemli bir denetim işlevi gördüğü değerlendirilmektedir (Türköne, 2014:430). Türkiye’de, 29/6/2012 tarihli ve 28338 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu ile idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı, adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve önerilerde bulunmak üzere TBMM’ye bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuş olup, 29/3/2013 tarihi itibariyle şikayet başvuruları alınmaya başlanmıştır (KAMU DENETÇİSİ, 2014). Kurumun en temel görevi, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmaktır. Ancak kuruluş kanununa göre, Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler ile resen imzaladığı kararlar ve emirler, yasama yetkisinin kullanılmasına ilişkin işlemler, yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin kararlar ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin sırf askerî nitelikteki faaliyetleri, Kurumun görev alanı dışındadır. TSK ile ilgili getirilen sınırlama, özellikle iç güvenlik aktörü olarak da görev yapan Jandarma ve Sahil Güvenlik hizmetleri ve personeli açısından sıkıntı doğurabilecek bir düzenleme olarak yorumlanmaya açıktır. Türkiye’de, genellikle bu tür düzenlemeler hak ve özgürlükleri kısıtlama gerekçesi olarak kullanılma eğiliminde olduğundan temkinli olmak gerekir. Ama Aydın’ın vurguladığı gibi, bu uygulama ile adil yönetim ve hizmet dağılımı, hak ve hürriyetlerin kullanılması, yolsuzlukların önlenmesi ve devlet-halk arasında karşılıklı güvenin kurulması ile ilgili sorunlara çözüm olup olamayacağını, uygulamayı görmeden de karar vermemekte fayda vardır (2013:300). Kaldı ki, dünyadaki örneklerine de bakıldığında, ombudsmanların yaptırım gücü yoktur. Bu nedenle kısa vade yerine, 89 uzun vadede kamuoyunu memnun edecek uygulamalar ve öneriler geliştirmelerini beklemek daha doğru olacaktır (Özden, 2005:125). Sayıştay Sayıştay, anayasal kuruluşlardan olup, Türk Anayasası’nın 160. maddesinde düzenlenmiştir. Kuruluş tarihi konusunda ihtilaf olsa da, ki 1862 veya 1866 diyen bilim insanları olmuştur, sonuçta uzun bir geçmişe sahip bir kamu kurumudur (Tepe, 1995:11). Kuruluş kanununa göre görevleri, genel ve katma bütçeli dairelerin gelir ve giderleri ile mallarını, TBMM adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini, yargılama yoluyla kesin hükme bağlamak ve yasalarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevli, özel bir yargı yeri olup, denetleme, yargılama ve idare etmek görevleri vardır (Sanal, 2002:104). TBMM’ye bağlı olarak faaliyetini yürüten Sayıştay’ın en önemli amacı, Aydın’ın aktarımıyla, “kamu yönetiminin, Türk halkının refah ve mutluluğuna daha fazla hizmet edecek şekilde yenilenmesine ve geliştirilmesine katkıda bulunmak” olup, vizyonu; “hesap veren ve saydam kamu yönetiminin teminatıdır ve misyonu da, TBMM’nin bütçe hakkını kullanmasına yönelik olarak, kamu idarelerinin etkin, verimli, ekonomik ve hukuka uygun bir biçimde faaliyet göstermesini, kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesini, saklanmasını ve kullanılmasını sağlamak için denetim yaparak raporlar üretmek ve sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla kesin hükme bağlamak”tır (2013:142). Sayıştay denetimlerini, Denetim Grupları ve onların altlarında görev yapan destek ve yardımcı birimler aracılığıyla yapar. Görüldüğü gibi, Türk Sayıştayı da, Batılı çağdaş liberal demokrasilerdekine benzer görev ve yetkilerle donatılmıştır. Görevini en iyi şekilde yerine getirebilecek şekilde de örgütlenmiştir. 90 2.2.2.3. Bakanlar Kurulu Demokratik ülkelerde, güvenlik politikalarının oluşturulması ve yürütülmesinden hükümetler sorumludur. Bunun en önemli nedeni, hükümetlerin demokratik “hesap verebilirlik” ilkesi gereğince icraatlarından dolayı parlamentoya ve seçimlerde de halka karşı sorumlu olmalarıdır. Hükümetler bir yandan ülke içinde güvenlik ve asayişin sağlanması için gerekli tedbirleri almak, diğer yandan dışarıdan gelecek tehditler karşısında ülkeyi savunmak bağlamında, politikalar geliştirip uygulamakla yetkili ve sorumludurlar. Siyasal iktidar, güvenlik ve savunma politikalarının oluşturulmasında, elbette bürokratlar ve uzmanlardan teknik destek alacaktır, ancak siyasi karar ve sorumluluk son tahlilde hükümetlere aittir (Arslan, 2006b:22). 1982 Anayasası’nın 117. maddesine göre “Millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur.” Aynı şekilde, Anayasa’nın 118. maddesi de, 3 Ekim 2001 tarihli Anayasa değişikliği ile Milli Güvenlik Kurulunun görevini; “Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonunun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirmek” olarak belirlemektedir. MGK’nın “Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca değerlendirilir.” Şu halde milli güvenlik konusundaki kararların alınması ve uygulanması yetkisi Bakanlar Kuruluna aittir. Ancak bu anayasal duruma rağmen, uygulamada sivil-asker ilişkilerinin farklı bir eksende şekillendiğini söylemek mümkündür. Bu anlamda, milli güvenlik siyasetinin belirlenmesinde, son bir kaç yıla kadar hükümetlerden ziyade askerî bürokrasi etkili olmaktaydı (Arslan, 2006b:22). 2.2.2.4. Başbakan Başbakan, Türkiye’de uygulanan parlamenter sistemin gereği olarak, ülkenin idari anlamda en önemli kişisidir. Bu bağlamda, burada başbakanın güvenlikle ilgili görevlerine temas edilecek, ardından başbakanlığa bağlı olarak görev yapan güvenlikle ilgili birimler anlatılacaktır. 91 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun, Başbakanın güvenlik dâhil, yönetim siyasetiyle ilgili görevlerini, asıl olarak, başbakanlık teşkilatı üzerinden açıklar. Kanun Başbakanı, Bakanlar Kurulunun Başkanı, Bakanlıkların ve başbakanlık teşkilatının en üst amiri olarak tanımlar. Bu tanım çerçevesinde Başbakan, “Türkiye Cumhuriyetinin yüksek hak ve menfaatlerini korumak ve gözetmek, milletin huzur ve güvenini sağlayıcı önlemleri almak, genel ahlakı ve kamu düzenini muhafaza etmek, (...) hükümetin genel siyasetini yürütmek ve diğer maksatlarla bakanlıklar arasında uyum ve işbirliğini temin eder.” Başbakanlık teşkilatının görevleri arasında ise “iç güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda, görevli kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak bulunur. Başbakanlığın iç ve dış güvenlikle ilgili görevleri, başbakanlığın ana hizmet birimleri arasında yer alan Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilir. Daha önce daire başkanlığı şeklindeki bu örgütlenme, 2006 yılında yapılan mevzuat değişikliğiyle genel müdürlük düzeyine getirilmiştir. Genel Müdürlük, başbakanlığın, iç güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda görevli kuruluşlarla ilişkilerini yürütmek, gerektiğinde bu kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, inceleme, araştırma ve toplantılar yapmak, yaptırmak, bunları değerlendirmek ve tekliflerde bulunmak, sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilan edilen bölgelerde, sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilanına esas olan konularda bilgileri derlemek, değerlendirmek ve bu hususlarda koordinasyonu sağlamak, bu görevlerle ilgili kamuoyunu bilgilendirici çalışmalar yapmak ve bu konuda kurulan kurulların sekreterlik işlerini yürütmekle görevlidir. Başbakanlığın iç güvenlikle ilgili yetkilerini düzenleyen bir diğer unsur da, 28 Şubat ortamında, 9 Ocak 1997 tarihinde çıkartılan Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği idi (Erdal, 2009:25). Ancak bu Yönetmek 19/02/2011 tarih ve 27851 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 31/01/2011 tarih ve 2011/1359 sayılı yönetmeliğin 9. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Burada vurgulanması gereken bir husus, kurum olarak Başbakanlık, Türkiye’ye mahsus özellikler de arz eder. Şöyle ki, Birleşik Krallık (İngiltere) başbakanı daha ziyade, teoride de vurgulandığı gibi, bakanlar için “eşitler arasında 92 birinci” konumuna daha yakın durur ve kendisine bağlı doğrudan yönettiği idari birimler yokken, üçüncü bölümde anlatılacağı gibi, sadece bakanlar arasında koordinasyon görevini yürütürken, Türkiye’de, “Başbakanlık” da diğer bakanlıklar gibi bir bakanlık olarak örgütlenmiştir ve birçok önemli idari birim ya doğrudan, ya da dolaylı olarak bu bakanlıkla ilişkilendirilmiştir: Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) veya Genelkurmay Başkanlığı gibi. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve MGK Genel Sekreterliği Aşağıda anlatılacağı gibi, MGK’ya cumhurbaşkanı başkanlık etmekle beraber, bu kurum Genel Sekreterlik olarak Başbakanlığa bağlıdır. Milli Güvenlik Kurulu, 1961 Anayasasının getirdiği ve Türkiye’ye has özellikler taşıyan ve iç güvenlikle de ilgili birçok önemli işlevler üstlenmiş bir kurul olduğundan, burada kısaca olarak ele alınmıştır. MGK, Türkiye’nin güvenlik alanındaki en önemli kuruludur ve anayasal dayanağa sahiptir. Milli Güvenlik kavramı yukarıda açıklanmıştı. Bu tanımdan, milli güvenliğin, devletin bütün alanını içine alan, hem iç güvenliği, hem de devlete karşı dışarıdan gelebilecek tehlikelere yönelik olarak dış güvenliği de kapsayan bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. İç güvenliği de içine alan bir üst kavram olan milli güvenliği, dolayısıyla milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili aldığı kararları ile MGK, iç güvenlik bürokrasisinin önemli aktörlerinden biridir. Nitekim Kurulun iç güvenlikle ilgili geniş kapsamlı gündem konularından da bu durum anlaşılmaktadır. Başta bölücü terör ve irtica tehditleri ve kapkaç terörü gibi asayiş sorunlarının yanı sıra, “iç göçün nedenleri ve özellikle büyük kentlerde yarattığı sorunlar”, “ulusal bilim ve teknoloji stratejisinin yaşama geçirilmesi”, “su kaynaklarının etkin kullanılması”, “enerji güvenliği” gibi yeni konuların MGK gündemine alındığı görülmektedir. Ayrıca, 90’lı yıllarda ‘bölücülük’ ve ‘irtica’nın öncelikli tehdit 93 konumuna getirilmesinden sonra, iç güvenliği ilgilendiren konular, kurul gündemine daha yüksek sıklılıkta alınmaya başlanmıştır (Özcan, 2006:35). Türkiye’de ise ilk Milli Güvenlik Kurulu sayılabilecek yasal birim olan Yüksek Müdafaa Meclisi ve Umumi Kâtipliği, 24 Nisan 1933 yılında, 14443 Sayılı İcra Vekilleri Heyeti Kararnamesi ile kurulmuştur (Güney, 2011:66). Bu Karara göre bu Meclis, Bakanlar Kurulu’na Genelkurmay Başkanı’nın katılımıyla oluşuyordu. Anayasal bir kuruluş olmayan bu Kurul, esas olarak savaş hali hazırlıkları yapıyordu. Bu sebeple, bu Kurulu bugünkü MGK’ya benzetmek oldukça zor görünmekle beraber, bu Meclis milli güvenlikle ilgili Türkiye’deki ilk kurum olarak kabul edilebilir. 1961 Anayasası ile merkezden yönetim teşkilatı içerisinde, merkez teşkilatına yardımcı olmak üzere Milli Güvenlik Kurulu kurulmuştur. Milli Güvenlik Kurulu’nun oluşumunu düzenleyen 1961 Anayasa’sının 111. maddesi ve 11.12.1962 tarihli ve 129 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Kanunu’nun 1. maddesine göre, Milli Güvenlik Kurulu, “…Cumhurbaşkanının, hazır bulunmadığı zaman Başbakanın başkanlığında Başbakan, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcıları, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Ulaştırma ve Çalışma Bakanları ile gündemle ilgili olarak Başbakanın davet edeceği diğer bakanlardan ve Genel Kurmay Başkanı ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarından kurulur” hükmünü getirmişti (Akgüner, 1983:203-205). Milli Güvenlik Kurulu, asker ve sivillerden oluşan karma bir organ olarak oluşturulmakla birlikte, sivil kesimden katılan üye sayısı askeri kesimden gelen üyelerden fazla idi. Milli Güvenlik Kurulu’nun yanı sıra, 129 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Kanunu ile Başbakanlığa bağlı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Teşkilatı kurulmuştur. Genel Sekreterliğin kuruluş, görev, yetki ve çalışma usulleri, Milli Güvenlik Kurulu’nca hazırlanıp, Bakanlar Kurulu’nca çıkarılan Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterlik Yönetmeliğinde düzenlenmiştir. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterlik teşkilatında Milli Güvenlik Politika ve Planlama Dairesi, Sivil Olağanüstü Hal Planlama Dairesi, Araştırma, İnceleme ve Danışma Dairesi, Personel ve İdari İşler Şubesi ile geçici olarak görev yapan İhtisas Komiteleri ve Komisyonları da bulunurdu (Akgüner, 1983:2006-213). 94 Kurul’da alınan kararlar gizli olduğundan basına yansıyan ve bazen yargılamalara konu olan haberlere bakılırsa, çok normal zannettiğimiz zamanlarda dahi meşru hükümetlerin başbakan ve bakanlarının azarlandığı ve sorgulandığı haberlerinin medya araçlarında çok sık yer aldığına şahit olunmaktadır (Öztürk ve Yurteri, 2011:174-175). 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra yürürlüğe konulan 1982 Anayasa’sında da, Milli Güvenlik Kurulu’na yer verilmiştir. MGK’nın bileşimini ve işlevlerini köklü biçimde değiştiren yasal düzenlemenin 1982 Anayasası olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. O tarihe kadar sivil üyelerin çoğunlukta olduğu Kurul’da, sivil ve askeri üyelerin sayıları siviller aleyhine eşitlenmiştir… Bir yandan sivil üyelerin sayısı azaltılırken, diğer yandan Jandarma Genel Komutanının katılımıyla asker üyelerin sayısı artırılmıştır. Dolayısıyla bu düzenlemeyi bir “askerleştirme” eylemi olarak görmek yanlış olmaz (Sezen, 2000:71-72).’ Eryılmaz ise, 1982 Anayasa’sını ‘yürütmenin Cumhurbaşkanı kanadının yetki ve görevleri ile Milli Güvenlik Kurulu’nun siyasal sistem içinde ağırlığını arttırdığı’ şeklinde yorumlamaktadır (2008:152). 2003 yılına kadar MGK’da hep askeri üyelerin çoğunlukta olduğu görülürken, yapılan değişiklikle sivil üyelerin sayısı arttırılmış ve 2004 yılında MGK Genel Sekreteri olarak ilk kez bir sivil bürokrat atanmış olması, bir askeri üst kurul gibi algılana gelmiş MGK’nın, sivilleşmesi yolunda önemli adımlar olarak değerlendirilmelidir. MGK Genel Sekreterliği teşkilatı 2945 sayılı Kanunla, Başbakana bağlı olarak kurulmuştur. MGK Genel Sekreteri, Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanır. Söz konusu atamanın, Türk Silâhlı Kuvvetleri mensupları arasından yapılmasının öngörülmesi hâlinde Genelkurmay Başkanının olumlu görüşü alınır. 2003 yılına kadar Genel Sekreterlik örgütü Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuş olmasına karşın, personel yapısı bakımından askerî nitelikli bir kurum durumundaydı. 2945 sayılı yasa uyarınca, Genel Sekreterlik, “uygulamaları takip ve kontrol” etmek, “düzenleyici, yönlendirici ve koordine edici işbirliğinde bulunmak” gibi görev ve yetkilerle donatılmıştı. Yasanın 13. maddesi uyarınca, görevleriyle 95 ilgili olarak; gerekli her türlü çalışma, araştırma, inceleme ve değerlendirmeleri yapmak gibi geniş yetkilere sahip idi (Özcan, 2006:40). Ancak 2003 Ağustos’unda yasada yapılan radikal değişikliklerden sonra, örgütün yetkilerine önemli ölçüde kısıtlamalar ve örgütsel yapısında kapsamlı değişiklikler getirilmiş, bazı işlevleri de başka kurumlara devredilmiştir. Özetle, belki de dünyadaki ilk örneği olan Türk MGK’sı, dünyadaki örneklerinden etkilenmekle beraber birçok noktada kendine has özellikler arz etmektedir. Çünkü diğer ülke örneklerinin aksine Türk MGK’sı, 2001 yılına kadar hükümetler için bir danışma, koordinasyon ve yardımlaşma platformu olmaktan çok, özellikle 1961 Anayasası sonrasında, seçimle gelen politikacılarla askerlerin ülkeyi birlikte yönettikleri bir platform olduğu değerlendirmesi yapmak mümkündür. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başbakanlığa bağlı olan Milli İstihbarat Teşkilatı, doğrudan iç güvenlik hizmeti sunmamakla beraber, bu hizmeti sunan birimlere, özellikle istihbarat desteği sağlayarak önemli görevler ifa etmektedir. Tarihte birçok devlet kurmuş ve bunu yönetmiş olan Türklerin, bu devletleri yönetirken, zamanın gereği olarak istihbarattan yararlandıklarında şüphe yoktur. Özellikle Osmanlı Devleti’nin altı asır ayakta kalabilmesinin arkasında, komşu ve rakip devletlerden ciddi bir bilgi akışı olduğunu tahmin etmek zor değildir. En meşhurları, Padişah 2. Abdülhamit’in kurduğu istihbarat sistemi ile son dönemin Hükümeti olan İttihat ve Terakki Partisi döneminde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa ismen anılabilir. Günümüze gelince, bütün modern devletler, milli güvenliklerine yönelik iç ve dış tehditleri önceden bilmek ve buna karşı tedbirlerini almak için bir istihbarat teşkilatına ihtiyaç duymaktadırlar. Milli güvenlik siyasetinin oluşturulması ile ülkede asayiş ve güvenliğin sağlanması ve suçla mücadelede devlet istihbarat kurumlarının rolü büyüktür. 2937 sayılı Kanun’da teşkilatın kuruluşu ve ana görevleri genel hatlarıyla belirtilmiş; birimlerin sayısı, adları, ayrıntılı görevleri ve iç örgütlenme ile ilgili diğer hususlar Başbakanın onaylayacağı gizli yönetmeliklere bırakılmıştır. Bu arada bu 96 çalışma devam ederken 17 Nisan 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6532 sayılı kanun ile MİT kanununda ciddi değişiklikler olmuştur. Özellikle MİT’e yeni görev ve yetkiler de verilmiştir ki, bunlara burada temas edilmiştir. MİT doğrudan Başbakana bağlanmıştır. MGK’nda görüşüldükten sonra, Başbakanın inhası ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanan MİT Müsteşarı yalnızca Başbakana karşı sorumludur. Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır (2937 s. Kanun, m. 4): a-Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak. b) Devletin milli güvenlik siyasetiyle ilgili planların hazırlanması ve yürütülmesinde; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile ilgili bakanlıkların istihbarat istek ve ihtiyaçlarını karşılamak. c) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi için Milli Güvenlik Kurulu ve Başbakana tekliflerde bulunmak. d) Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetlerine teknik konularda müşavirlik yapmak ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcı olmak. e) Genelkurmay Başkanlığınca Silahlı Kuvvetler için lüzum görülecek haber ve istihbaratı, yapılacak protokole göre Genelkurmay Başkanlığına ulaştırmak. f) Milli Güvenlik Kurulunda belirlenecek diğer görevleri yapmak. g) İstihbarata karşı koymak. h) Dış güvenlik, terörle mücadele ve millî güvenliğe ilişkin konularda Bakanlar Kurulunca verilen görevleri yerine getirmek. i) Dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve 97 sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak. j) İstihbarat kapasitesini, niteliğini ve etkinliğini artırmak amacıyla çağdaş istihbarat usul ve yöntemlerini araştırmak, teknolojik gelişmeleri takip etmek ve uygun görülenleri temin etmek. Millî İstihbarat Teşkilatına bu görevler dışında görev verilemez. Bu görevlerini yerine getirirken MİT, Bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu hizmeti veren kuruluşların yöneticileri ve istihbarat hizmetlerinden sorumlu kişileri ile istihbaratın tevcihi, istihsali ve istihbarata karşı koyma konularında, doğrudan ilişki kurmaya, uygun koordinasyon yöntemlerini uygulamaya, bahsedilen kurumlara ait arşivlerden ve elektronik bilgi işlem merkezlerinden, kendi görev sahasına giren konularda yararlanmaya ve bunlarla irtibat kurmaya yetkilidir. Genel zabıtaya tanınan kimlik sorma, arama, el koyma, yakalama ve ifade alma gibi hak ve yetkiler, Teşkilât'a ait her türlü tesis, bina ve araçlar ile mensuplara yönelik saldırı ve sabotajlara karşı koruma ve emniyetle görevli olan, iç güvenlik ve istihbarata karşı koyma konularında yürütülen operasyonları icra eden, MİT Müsteşarlığı personeli tarafından kullanılır. MİT mensupları bu hak ve yetkileri kullanırken güvenlik güçleri ile işbirliği yapması genel kural olmakla birlikte, istihbarata karşı koyma, ülkeye yönelik casusluk faaliyeti yürüttüğünden şüphelenilen kişilerin takip altına alınması, suçüstü yapılarak yakalanması ve yargıya intikali sürecinde, görevli personel, genel zabıtaya tanınmış olan hak ve yetkilerin tamamını bizzat kullanabilmektedirler (MİT, 2014). MİT, kuruluşundan günümüze kadar, Türkiye’de en çok tartışılan kurumların başında gelmektedir. Gerek üzerindeki gizlilik şemsiyesi, gerekse uygulamalardan kaynaklanan bazı sorunlar, bu kurumun demokratik ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde yeterince tartışılmasına pek müsaade etmemiştir ve etmemeye de devam etmektedir. Bu da, Türkiye’deki birçok karanlık olayın aydınlatılmasında, MİT’in beklenen fonksiyonlarını eda etmediği eleştirisinin yöneltilmesine sebebiyet vermektedir. Sürekli iç kalkışmalara, isyanlara ve terör olaylarına maruz kalan bir ülke olan Türkiye’de, bu olayları aydınlatma ve yargı önüne çıkarma konusunda, 98 başta MİT olmak üzere, bütün istihbarat birimlerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu bağlamda, MİT Kanununda 2014 yılında yapılan değişikliklerin nasıl sonuç vereceğini, bunların Anayasaya uygunluğunu, henüz Anayasa Mahkemesi karar vermediği için, değerlendirmek mümkün olmamaktadır. Şu kadarını belirtmek gerekirse, özellikle getirilen gizlilik ve sorumsuzlukla ilgili maddeler, demokratik bir düzende, her kamu kurumunun tabi olacağı hesap verebilirlik ve şeffaflık prensipleriyle açıkça çatışacağında kuşku yoktur. Bu da uzun vadede demokrasiye zarar verme potansiyeline sahiptir. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Hemen girişte ifade edilmesi gereken bir husus, TSK, çağdaş demokrasilerdeki uygulamaların aksine, esas olarak Türkiye’de birçok açıdan özerk ve yarı bağımsız bir yapıya sahiptir. Bir kere Genelkurmay Başkanlığı, Anayasa’da ele alınmıştır. 117. maddede aynen şöyle denilmektedir: “Genelkurmay Başkanı; Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.” Bu ifadede geçen, “Başbakana karşı sorumludur” ifadesine binaen, burada incelenmesi daha uygun görülmüştür. Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanlığına bağlı Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile barış döneminde İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yapan ve sefer durumunda Kara ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesine dâhil olan Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığından meydana gelmektedir. TSK ve ona başkanlık eden Genelkurmay başkanının hukuki statüsünü, genel olarak bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekirse, sağlanan anayasal statünün ve buna bağlı olarak oluşturulan yasal statünün, gelişmiş Batı demokrasilerine ve AB ilkelerine uygun olduğunu söylemek oldukça zordur. 99 TSK’nin teşkilatlanmasında yer alan ve iç güvenlik bürokrasisinde önemli yere sahip Jandarma teşkilatı ile Sahil Güvenlik teşkilatı çalışmanın ilerleyen bölümlerde daha detaylı ele alınacağından, burada sadece, TSK’ya iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetki tanıyan, bazıları yürürlükten kaldırılmış olan yasal düzenlemeler ele alınmıştır. Bu yasal düzenlemelerin bazıları şu şekilde değerlendirilmiştir: TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesi şöyle idi: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır”. Hukuken muğlâk bu tanım, TSK tarafından, ülkenin iç güvenlik sorunlarına müdahale etmek için yasal dayanak, bazı askeri darbe ve müdahalelerin gerekçesi olarak gösterilmiştir. Bu madde, 13.07.2013 tarihinde yapılan değişiklikle şöyle olmuştur: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.” Bu değişiklikle, yukarıda bahsedilen muğlâklık büyük ölçüde giderilmiş ve bir anlamda da TSK’nın, doğrudan iç güvenlik alanında da görevli olabileceği anlayışı ortadan kaldırılmıştır denebilir. Ayrıca, iç güvenlik dış güvenlik ikilemine bir ölçüde açıklık getirerek, gelişmiş demokrasilerde var olan, iç güvenlik, dış güvenlik ayırımını, görev ve yetki farklılığını vurgulaması açısından da önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir. Türkiye’de, yukarıdaki yasal düzenlemeler esas alınarak, son 25-30 yıl süresince, özellikle de bölücü terör sebebiyle, TSK birimleri, çok yoğun bir şekilde iç güvenlik alanında görevlendirilmişlerdir. Bu tecrübenin sonucunda, askeri birlikler adeta iç güvenlik birimlerine dönüşmüşlerdir. Bu da beraberinde değişik sıkıntıları ve sakıncaları getirdiğinde kuşku yoktur. Her devletin kendi iç düzeni, gelenek ve teamülleri olmakla beraber, İngiltere örneğinde de anlatılacağı gibi, demokratik devletlerde esas olan, askeri birliklerin iç güvenlikte kullanılmasının istisnai olmasıdır. 100 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Türkiye’de, insan hakları ihlallerini azaltmak ve Avrupa Birliği üyelik sürecinde eleştirileri en aza indirmek amacıyla, özellikle son 10-15 yılda ciddi çalışmalar yapılmış ve en son 30 Haziran 2012 tarihinde, 6332 sayılı Kanun ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulmuştur. Burada, bu kurumun ele alınmasının en önemli sebebi, Kuruluş Kanununun, 3. maddesinde, bu kurumun Başbakanlıkla ilişkili olduğunun vurgulanmasıdır. Bu Kurum, fiilen daha önce Başbakanlığa bağlı olan “İnsan Hakları Dairesi Başkanlığının” bir devamı gibi olsa da, hukuken çok farklı bir yapıdadır. Ancak henüz çok yeni olduğundan ve daha 2013 yılında faaliyete geçtiğinden, uygulamada ne tür faydalar sağlayacağını görmek mümkün olmamıştır. Buna rağmen, kuruluş amacı, “insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapmak” (m.1) olduğuna göre, bu Kurumdan ciddi bir gelişme beklemek abartı olmamalıdır. Görevlerine baktığımızda ise, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak; işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek; şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek; sorunların çözüme kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak; bu amaçla eğitim faaliyetlerini yürütmek; insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla görevli ve yetkilidir. Ayrıca Kurum, kuruluş Kanunu ve diğer mevzuatla Kuruma verilen inceleme, araştırma, ziyaret ve başvuruları inceleme görevi esnasında bir suçun işlendiğini öğrenmesi hâlinde, genel hükümlere göre işlem yapılabilmesi için, gerekli gördüğünde ihbar veya şikâyette bulunabilir (6332 sayılı Kanun, m.4). Bu Kurumun görev ve yetkileri ile iç güvenlik aktörlerinin yürüttükleri hizmetler arasında ciddi bir ilişki olacağı öngörülebilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından da bilindiği gibi, iç güvenlik aktörleri, doğaları gereği en fazla insan hakkı ihlali iddiasıyla haklarında işlem yapılan kamu kurumları olduğu bilinen bir gerçektir. Özetle, işkence yasağından yaşam hakkı ihlaline, özel hayatın 101 gizliliğinden, aşırı güç kullanımı ve kötü muameleye kadar birçok hak ihlali iddiası, genellikle iç güvenlik hizmeti sunan kurum personeline karşı yapılmaktadır. Bu durumda, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun, tabir caizse en önemli ve birinci öncelikli müşterilerinin iç güvenlik hizmeti sunan kurumların personelinin olacağını varsaymak, geçmiş uygulamalar da göz önünde bulundurulduğunda, abartı sayılmamalıdır. Özetle, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun etkili, verimli ve hakkaniyetli bir şekilde faaliyetler sunması, iç güvenliğin de daha insani ve demokratik bir şekilde sunulmasına yardımcı olacaktır. Ancak, TBMM’ye bağlı Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu, adli denetim mekanizmaları, aşağıda anlatılacak Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı gibi yeni düzenlemeler, görev çatışması ve çekişmesi potansiyeli taşıdıkları değerlendirmesi yapmak da mümkündür. Daha da önemlisi, bu ve benzeri kurumların kurulması ve yeni hakların ihdas edilmesi, Avrupa İnsan Hakaları Mahkemesine yapılacak şikâyetleri azaltma potansiyeline sahiptir. 2.2.2.5. İçişleri Bakanlığı İçişleri Bakanı ve Bakanlığı, Türkiye için en önemli siyasi ve idari iç güvenlik aktörüdür. Bunun birinci ve en önemli sebebi, yasal mevzuat, iç güvenlikten bu bakanı sorumlu tutmuştur. İkinci sebebi ise, iç güvenlik hizmetlerini yürüten polis, jandarma ve sahil güvenlik teşkilatlarının, bu hizmetleri yürütürken İçişleri Bakanının emrinde çalışmak zorunda olmalarındandır. Bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak; sınır, kıyı ve karasularının muhafaza ve emniyetini sağlamak; karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek; suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak; her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek; yurdun iç politikasına, il ve ilçelerin genel ve özel durumları ile ilgili değerlendirmeler yapmak ve Bakanlar Kuruluna tekliflerde bulunmak; ülkenin idari bölümlere ayrılması, il ve ilçelerin genel idarelerini, mahalli idareleri ve bunların merkezi idare ile olan alaka ve münasebetlerini düzenlemek; nüfus ve vatandaşlık hizmetlerini yürütmek; kanunlarla 102 verilen diğer görevleri yürütmekle görevli İçişleri Bakanı, üstlenmiş olduğu bu görevleri merkez ve taşra teşkilatları marifetiyle yerine getirmektedir. Yukarıda ifade edildiği gibi, iç güvenlik ve iç tehdit konusunda yetkili ve sorumlu en üst makam İçişleri Bakanlığıdır. İçişleri Bakanı, “bakanlık hizmetlerini mevzuata, hükümetin genel siyasetine, milli güvenlik siyasetine, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle görevlidir. Kanunun 29. maddesine göre İçişleri Bakanlığının kolluk görevlerini ve sayılan hizmetleri şu kuruluşları vasıtasıyla yürütür: Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı. Türkiye’de iç güvelik aktörlerinin yapısı ve işlevleri, bazı ülkelerin, mesela İngiltere-Galler’in aksine, çoklu olup, bunlar İçişleri Bakanına bağlı polis, jandarma, sahil güvenlik gibi genel kolluk birimleridir ve Bakan vasıtasıyla görev ve yetkilerini kullanmaktadırlar. Ayrıca taşrada genel asayişten sorumlu olan mülki idare amirleri, il valileri ve ilçe kaymakamları da, her türlü atanma, tayin ve terfi gibi tüm özlük hakları bakımından bu bakanlığa bağlıdırlar. Bu sebeple, en önemli Türk iç güvenlik aktörleri olan bu birim ve kuruluşlar, İçişleri Bakanlığı başlığı altında incelenecektir. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KDGM) Resmi Gazete’nin 04.03.2010 tarihli nüshasında yayımlanarak yürürlüğe giren 5952 sayılı “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” ile terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere, İçişleri Bakanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, 08.07.2011 tarihinde yapılan değişiklikle Başbakanlığa bağlanmıştı. Ancak 2013 yılında tekrar İçişleri Bakanlığına bağlanan Müsteşarlık, bağımsız bir istihbarat birimi olarak kurulmamış olup güvenlikle ilgili operasyonel bir faaliyeti de bulunmamaktadır. KDGM, müsteşar, müsteşar yardımcıları ile ana hizmet, danışma ve yardımcı hizmet birimlerinden oluşmakla birlikte; gerekli görüldüğünde görevleri ve hizmet süreleri belirtilmek kaydıyla, Müsteşarın teklifi ve Bakanın onayı ile özel ihtisas ve araştırma komisyonları kurulabilmektedir. Müsteşarlığın ana hizmet birimleri; 103 Planlama, Koordinasyon ve Sosyal Destek Daire Başkanlığı, Araştırma-Geliştirme Daire Başkanlığı, İletişim Daire Başkanlığı ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı'ndan oluşmaktadır. Danışma birimleri ise Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği ve Müsteşarlık Müşavirleri olarak belirlenmiştir. Müsteşarlığın yardımcı hizmet birimi ise İnsan Kaynakları ve Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı olarak düzenlenmiştir. Müsteşarlık bünyesinde, terörle mücadele alanında oluşturulacak politika ve stratejiler ile alınacak tedbirlere esas olmak üzere, ilgili birimler olan Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü gibi birimlerden stratejik istihbaratın alınması ve değerlendirilmesi amacıyla doğrudan Müsteşara bağlı İstihbarat Değerlendirme Merkezi kuruluş çalışmaları devam etmektedir. 5952 sayılı kanun gereğince, güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla, Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu kurulmuştur. Kurul, İçişleri Bakanının başkanlığında (2011 yılından itibaren İçişleri Bakanı yerine, Başbakan veya görevlendireceği Başbakan Yardımcısı olarak anlamak lazım), Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşur. Kurulun sekreterya görevi Müsteşarlık tarafından yerine getirilmektedir. Müsteşarlığın terörle mücadele alanında görevleri şunlardır: a-Araştırma, analiz, izleme ve değerlendirme çalışmaları yaparak, politika ve stratejiler üretmek, b-Güvenlik kuruluşları ve istihbarat birimlerinden gelen stratejik istihbaratın analizi, paylaşımı ve etkin kullanımını sağlamak, c-İlgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlayarak etkinlik ve verimliliği artırmak, 104 ç-Ulusal ve uluslararası alanda yapılan çalışmalarla kamuoyunu bilgilendirmek ve toplumsal desteği sağlamak, d-Mevzuat ile verilen görevleri, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı ilkeleri çerçevesinde yerine getirmektir (KDGM, 2014). Yukarıda sayılan görevlere bakıldığında, bu kurumun ihtiyaçtan doğduğu söylenebilir. Ancak, başka ülke örneklerine bakıldığında, bu sayılan hizmet ve görevlerin tamamının, mesela Milli Güvenlik Kurumu Genel Sekreterliği bünyesinde de yapılabileceği rahatlıkla söylenebilir. Ancak, geçmişte yaşanan tecrübeler ve MGK’nın askeri geçmişi, Hükümeti daha sivil ve kendi emrinde bir kurum oluşturmaya itmiş olduğu da akla gelebilir. Ama her halükarda, Türkiye gibi iç güvenlik alanında birden fazla aktörün yer aldığı bir ülkede, pek tabii ciddi bir koordinasyon eksikliği olacaktır ve bunu önlemek için de bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Zaten, İngiltere örneğinde de görüleceği gibi, iç güvenlik kuruluşlarını tek çatı altında toplamak da pek mümkün değildir. Aynı bakanlık altında bile olsa, yine de uğraştıkları sorumluluk alanlarının gereği olarak aralarında işbirliği ve eşgüdüm ihtiyacı her zaman söz konusu olacaktır. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, çok yeni bir birimdir ve doğrudan kolluk hizmeti sunmasa da daha önce kolluk tarafından yürütülen bazı hizmetleri sunmak üzere kurulmuştur ve aynı zamanda Türk kamu bürokrasisinin, ülkede ve dünyada meydana gelen gelişmelere göre kendini yenileme kabiliyetine örnek gösterilebilecek yepyeni bir genel müdürlüktür. Kuruluş Kanunu’nun genel gerekçelerine bakıldığında ülkeler arasında artan insan hareketleri, göç olgusunu siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla önemli bir politika alanı hâline getirmiştir. Söz konusu insan hareketleri; çeşitli nedenlerle ülkelere giriş ve çıkış yapan, vatandaşı oldukları veya yaşadıkları ülkelerden ayrılarak diğer bir ülkeye göç eden, orada yerleşen, iş kuran veya koruma talep eden yabancıların yanı sıra, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti gibi örgütlü suçlarla doğrudan bağlantılı olan düzensiz göçü de kapsamaktadır. 105 11.04.2013 tarihli ve 28615 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile İçişleri Bakanlığına bağlı olarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Kabul edilen bu Kanun’a göre, öncelikle yabancıların Türkiye’ye giriş ve çıkışları, vize ve ikamet izinleri hususları düzenlenmiştir. Bu konulardaki dağınık, güncelliğini yitirmiş, karşılaşılan sorunlara cevap vermekte yetersiz mevzuatın yerine, ülkenin gelişme vizyonuyla uyumlu, uluslararası normlara uygun, millî çıkarları gözeten, ilgili olduğu konuları tüm yönleriyle kuşatan, kaliteli mevzuat ilkelerine uygun düzenlemeler getirilmiştir. Tasarı ile vize ve ikamet izinlerine ilişkin konularda uygulamada yaşanan sıkıntıların önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Kanunun bir diğer temel ayağını, uluslararası koruma düzenlemeleri oluşturmaktadır. Vize ve ikamet izinlerinden farklı olarak, uluslararası korumayla ilgili hususlarda dağınık ve güncelliğini kaybetmiş, bir kanun dahi bulunmamakta; insan haklarını, millî güvenliği ve uluslararası ilişkileri doğrudan etkileyen bu son derece önemli konu, idarî düzenlemeler aracılığıyla yürütülmeye çalışılmaktaydı. Kanunla, uygulamadaki söz konusu eksiklik giderilmektedir. Kanun, özgürlük ve güvenlik ilkeleri noktasında önemli sonuçları olan sınır dışı etme uygulamasına yönelik olarak da berrak bir hukukî çerçeve oluşturmakta; kimler hakkında sınır dışı etme kararı alınacağı, sınır dışı etme kararının hangi durumlarda uygulanamayacağı, alınan kararın nasıl yerine getirileceği hususlarını sağlam bir temele oturtmaktadır. Türkiye, Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafî kısıtlama ile taraf olduğundan, tasarıda yer verilen uluslararası koruma statüleri de anılan husus çerçevesinde, mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma şeklinde düzenlenmiştir. Uluslararası koruma başvurusunun şartları ve prosedürleri, başvuru sahiplerine sağlanan barınma imkânları, idarî gözetim, başvurunun incelenme kriterleri, incelemede dikkat edilecek usûller, mülakat, karar ve itiraz aşamaları özenle düzenlenerek, bir uluslararası koruma vak’asının muhtemel tüm aşamaları açık kurallara bağlanmıştır. Başvuru sahiplerinin durumları ve takip edebilecekleri idarî ve hukukî yollar hakkında her aşamada bilgilendirilmesi esas alınmış, başvuru sürecinde hiçbir mağduriyetin yaşanmaması için gerekli çerçeve çizilmiştir. 106 Başvuru aşamasından sonra uluslararası koruma statüsü elde edenlere eğitim, çalışma, sosyal yardım ve sağlık imkânları sağlanması hususları düzenleme altına alınırken, statünün hangi hâllerde sona ereceği ve iptal edileceği de açık hükümlerle belirlenmiştir. Bir diğer önemli nokta, Türk toplumu ve yabancılar arasında iletişimi mümkün kılan ve ilk kez Türk mevzuatına girecek olan “uyum” konusundaki düzenlemelerdir. Bununla, yabancıların ve uluslararası koruma başvurusu ve statüsü sahibi kişilerin toplumla uyumu, toplumun da yabancılarla uyum içinde bulunabilmesi için yapılacak çalışmalara imkân tanınmakta, her şeyden önce bu sürecin önü açılmaktadır. Bu hükümler, kimi ülkelerde olduğu gibi göçü kısıtlama amaçlı değil, yabancıların ve toplumun bilinçli ve düzenli bir şekilde birlikte yaşamalarını mümkün kılacak ve kolaylaştıracak esnek bir yapıda düzenlenmiştir. Kanunda, özel ihtiyaç sahibi gruplar için de düzenlemeler getirilmiş, bu grupların özel ihtiyaçları gözetilmiştir. Mesela insan ticareti mağdurları ve refakatsiz çocuklar için önemli koruma hükümlerine yer verilmiştir. İnsan ticareti ile mücadele çerçevesinde, insan ticareti mağdurlarının korunması sığınma evleri ve ulusal yardım hattının sürdürülebilirliği, ulusal yönlendirme mekanizmasının daha etkin şekilde işlerliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Yukarıda da kısaca temas edildiği gibi, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmadan önce kolluk birimleri tarafından yürütülen bu ve benzeri görev ve yetkiler artık 2013 yılından itibaren bu birim tarafından yürütülmektedir. Henüz kuruluş aşamasında olan bir birim olduğundan dolayı, hakkında bir değerlendirme yapmak mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber, bu Genel Müdürlüğün uğraşı alanları ile birçok potansiyel suçun çakışacağı ortada olduğuna göre, üç temel adli kolluk birimi olan polis, jandarma ve sahil güvenlikle işbirliği ve etkin koordinasyonun, başarısına olumlu katkıda bulunacağı açıktır. Daha önce bu görevleri yürüten ve benzeri yetkileri kullanan kolluk birimlerinin, bu birime karşı kurumsal taassupla yaklaşmamaları, başarısını arttıracaktır. 107 Köy Korucuları, Gönüllü Köy Korucuları ve Geçici Köy Korucuları Gerek mevzuat, gerekse uygulamanın takibi açısından İçişleri Bakanlığının gözetim ve denetimi altında faaliyetlerini yürüten gönüllü ve geçici köy koruculuğu sistemi, Türkiye’ye has özellikler arz etmektedir. Diğer bazı görevlerinin yanında, temel olarak iç güvenlik hizmeti sunmaktadır. Köy korucularıyla ilgili yasal düzenleme 442 sayılı Köy Kanunu’nda yer almaktadır. Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için görevlendirilen köy korucuları, silahlı bir özel kolluk gücü olup, köy muhtarının emri altında görev yapar. Her köyde bir köy korucusu olmakla birlikte, nüfusa göre sayısı artabilmektedir. Korucular ihtiyar meclisi tarafından tutulur ve köy muhtarının vereceği haber üzerine, kaymakamın onayı ile işe başlar (Köy Kanunu, m. 68-73). Köy korucuları, kanuni şartlar oluştuğunda silah kullanma yetkisine sahiptirler. Onlara karşı gelinmesi jandarmaya karşı gelinmiş sayılmaktadır. Köy Kanunu, gönüllü köy koruculuğu adıyla da bir düzenleme yapmıştır. Buna göre, köy muhtarı ve ihtiyar meclisi, mahsul zamanlarında çapulcular ve eşkıya türemiş ise yağmadan köy halkını korumak için köylünün eli silah tutanlarından, lüzumu kadarını gönüllü korucu ayırarak, bunların isimlerini bir kâğıda yazıp kaymakama götürür. Kaymakamın müsaadesi olursa, bu gönüllü korucular asıl korucularla beraber yağmacılara ve eşkıyaya karşı köy ve köylüyü korurlar (m. 74). Bu madde gereği, özellikle bir dönem terörün yoğun yaşandığı Doğu ve Güneydoğu illerinde, aşağıda anlatılacak “geçici köy koruculuğu” çerçevesinde kadro verilemeyen köylerde, bu ad altında köylüler gönüllü köy korucusu olarak görevlendirilerek, kendilerine silah verilerek, teröre karşı köylerini korumaları sağlandı. Köy Kanununda, değişik zamanlarda yapılan değişikliklerle, “geçici köy koruculuğu” adı altında yeni bir uygulama getirilmiş olup, terörle mücadeleye yardımcı olmaları amaçlanmıştır. Buna göre, Bakanlar Kurulunca tespit edilecek illerde; olağanüstü hal ilanını gerektiren sebeplere ve şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin köyde veya çevrede ortaya çıkması veya her ne sebeple olursa olsun, köylünün canına ve malına tecavüz hareketlerinin artması hallerinde, valinin teklifi 108 ve İçişleri Bakanının onayı ile yeteri kadar geçici köy korucusu görevlendirilmesi kararlaştırılabilir. Bu şekilde görevlendirilecek geçici köy korucusu sayısı 40.000 kişiyi geçemez. Bakanlar Kurulu, bu sayıyı yüzde elliye kadar artırmaya yetkilidir. Görevlendirmeyi gerektiren hallerin ortadan kalkması durumunda veya idarî zaruret hallerinde görevlendirmeye ilişkin aynı usul uygulanmak suretiyle geçici köy korucusu olarak yapılan görevlendirmelere son verilebilir. Kırsal alanda genel kolluk hizmeti sunan jandarma teşkilatının kadro ve görev olarak genişlemesini de vurgulamak gerekir. Bu sayede köy koruculuğu sistemine ihtiyacın azaldığı değerlendirmesi yapılabilir. 2.2.2.6. Mülki İdare Amirliği Hem tarihi hem de kanuni dayanakları açısından, Türk usulü mülki idare amirliği ayrı bir başlıkta ele alınmaya değer özelliklere sahip olduğunda kuşku yoktur. Türkiye’de merkezin taşra yönetimi, Anayasasına göre il yönetimi sistemidir. Buna göre ülke il adı altında bölümlere ayrılmıştır. Daha alt birimlerin kurulması anayasal bir zorunluluk olmamakla beraber, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa göre iller de ilçelere bölünmüştür. Bu Kanun aynı zamanda il yönetiminin başında vali, ilçe yönetiminin başında da kaymakamın olacağını düzenlemiştir. Ayrıca bu kanun, vali ve kaymakamların görevleriyle yetkilerini de düzenleyen en temel kanun olma özelliğini de taşımaktadır. Kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, emniyet ve asayişin korunmasında, mülki idare amirlerinin sorumluluğu, görev ve yetkileri geniştir. Dolayısıyla mülki idare amirleri, iç güvenlik bürokrasisi bağlamında ele alınması mecburi aktörlerdendir. Bu sebeple bu bölümde, mülki idare amirlerinin hukuki durumu, atanma usulleri, güvenliğe ilişkin görevleri ile kolluk teşkilatları ile olan ilişkileri ele alınacaktır. Mülki idare kuruluşunun Anayasal dayanağı, 1982 Anayasasının 126. maddesidir. Bu maddede, “Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli bölümlere ayrılır” denilmiştir. Bu madde aslında, 1949 yılında 109 çıkarılan İl İdaresi Kanunu ile yıllardır uygulanarak bugünkü anlamına kavuşmuştu ve daha da geniş bir uygulamayla günümüz mülki idare amirliğinin temelini oluşturmuştur. Anayasadaki ifade, aslında uygulamanın hukuki duruma yansıması olarak da ifade edilebilir. İl İdaresi Kanunu’nun getirdiği bu sistemde Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından illere, iller ilçelere ve ilçeler de bucaklara bölünmüş, illerde vali, ilçelerde kaymakam ve bucaklarda da bucak müdürü yönetimin başı olarak düzenlenmiştir. Bucak müdürü, bucakta en büyük Hükümet memuru ve temsilcisiydi. Bucaklar hukuken varlıklarını uzun süre sürdürseler de, İçişleri Bakanlığı bucak müdürü ataması yapmadığından, fiilen ortadan kalkmış durumdaydılar. Ayrıca, 1980’lerin sonunda bu bucakların çoğu değişik kanunlarla ilçelere dönüştürüldüler. Bir kısmı da kentlere olan yoğun nüfüs göçü sebebiyle fiilen köy statüsüne dönüştüler. Zira nüfusları oldukça azaldı. Şu an için Türkiye’de bucak müdürü bulunmamaktadır (Engin, 2008:19). Dolayısıyla bu çalışmada mülki idare amirleri olarak vali ile kaymakam anlatılacaktır. 1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesine göre, Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı; vali ve kaymakamlar ile bu sıfatları kazanmış olup, İçişleri Bakanlığı merkez ve il kuruluşunda çalışanları ve kaymakam adaylarını kapsamaktadır. Vali İl genel idaresinin başı ve mercii validir. Bakanlıkların kuruluş kanunlarına göre illerde lüzumu kadar teşkilat bulunur. Bu teşkilat valinin emri altındadır. Ancak, adli ve askeri kuruluşlar bundan müstesnadır. Valiler, İçişleri Bakanlığının inhası, Bakanlar Kurulunun kararı ve Cumhurbaşkanının tasdiki ile tayin olunurlar (İİK, m.6). Vali, ilde devletin ve hükümetin temsilcisi ve ayrı ayrı her bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır (İİK, m.9). Valinin güvenliğe ilişkin görevleri İl İdaresi Kanununun 11. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre: 110 Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilatların amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür. Vali, memleketin sınır ve kıyı emniyetini ve sınır ve kıyı emniyetiyle ilgili bütün işleri, yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlar ve yürütür. Ayrıca, il sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi, valinin görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Jandarma, polis, gümrük muhafaza ve diğer özel kolluk kuvvetlerinin bütün ast ve üstlerinin, il içine münhasır olmak üzere geçici veya sürekli olarak, vali tarafından yerleri değiştirilebilir ve bundan hemen ilgili bakanlıklara bilgi verir. Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri durumlarda; aldıkları tedbirlerin, bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının, sınır birlikleri dâhil olmak üzere, en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından, mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler (2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu, m. 21-22). Bu durumlarda, ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi, geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir. Bu konuda izlenecek yol ve yöntem konusu, Türk Silahlı Kuvvetleri bölümünde anlatıldığından, burada yeniden anlatılmaya gerek görülmemiştir. Devlete, özel idareye, belediye ve köylere ait olan veya bunlara bağlı bulunan veya bunların gözetim ve denetimi altında iş gören daire ve müesseselerle, diğer 111 bütün gerçek ve tüzel kişiler tarafından işletilen mali, ticari, sınaî ve iktisadi müesseseler, işletmeler, ambarlar, depolar ve sair uzman, fen adamı, teknisyen, işçi gibi personel bulunduran yerler, Devlet ve memleket emniyet ve asayişi ve iş hayatının düzenlenmesi bakımından valinin gözetim ve denetimi altındadırlar (Karaosmanoğlu, 2010:86-95). Vali, adli ve askeri kurumlar hariç, bakanlıklar ve tüzel kişiliği haiz genel müdürlükler ile bunların ildeki teşkilatında çalışan bütün kamu görevlilerinin en büyük amiridir. Bu sıfatla memurların çalışmalarını gözetir, kurumların işlemesini denetler. Vali, ilde bütün bakanların tek tek temsilcisi olması dolayısıyla, il idare şube başkanları ve kaymakamlar, kendi görevlerinin yürütülmesinden ve personelinin mevzuatta belirtilen ödev ve görevlerinin yerine getirilmesinden valiye karşı sorumludurlar (İİK, m.13). Türk idare sistemi içinde önemli işlevleri olan valilik müessesesi ile iç güvenlikte asker birliklerin kullanılması konusuna da, “vali” başlığı altında temas etmek gerekir. Zira iç güvenlikte askerin görev almasının en başta gelen kural, valinin bu konuda bir talebi olmasıdır. Bu bağlamda, İl İdaresi Kanununun 11/D maddesi, toplumsal olayların polis gücüyle önlenemediği durumlarda, Vali’nin talebiyle Kara Kuvvetlerinden yararlanılması hususunu düzenlemektedir. Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dâhil olmak üzere, en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından, mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. 112 Valinin yaptığı yardım istemi, geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir. Bu işlemler şöyle uygulanır: a-Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde; muhtemel olaylar için istenen askeri kuvvet, valinin görüşü alınarak, olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur. b-Olayların niteliğine göre, istenen askeri kuvvetin çapı, vali ile koordine edilerek askeri birliğin komutanı tarafından, görevde kalış süresi, askeri birliğin komutanı ile koordine edilerek vali tarafından belirlenir. c-Askeri kuvvetin müstakil olarak görevlendirilmesi durumunda; verilen görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir. ç-Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir. d-Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir. e-Birden fazla ili içine alan olaylarda, ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda, iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar, yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür. f-Bu esasların uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla, gerekli görülen hallerde, İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak görevlendirir. g-Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin, eylemlerini müteakip, komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda, valinin talebi üzerine ilgili komutan, eylemcileri ele geçirmek 113 veya tesirsiz hale getirmek maksadıyla, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesiyle, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle, sınırlı hedefli sınır ötesi harekât planlayıp icra edebilir. h-Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askeri birlik mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı tabi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır. ı-Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar, Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır. i-Her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı ve kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir. j-Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır. k-Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine tabi değildir. Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir (İl İdaresi Kanunu. Md.11/D). Kaymakam İlçe genel idaresinin başı ve mercii kaymakamdır. Kaymakam, ilçede Hükümetin temsilcisidir. İlçenin genel idaresinden kaymakam sorumludur. Bakanlıkların kuruluş kanunlarına göre ilçede kurulan teşkilat (adli ve askeri teşkilat hariç) kaymakamın emri altındadır. Kaymakamlar, İçişleri Bakanlığı Müdürler Encümeninin seçimi ve Bakanın tasvibi üzerine müşterek karar ve Cumhurbaşkanının tasdikiyle tayin olunur. Kaymakam, ilçe sınırları içinde bulunan genel ve özel kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Bu sıfatla kaymakam, güvenliğe ilişkin aşağıdaki görevleri yürütür: Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder. 114 Kanun, tüzük, yönetmelik ve hükümet kararları hükümlerinin yürütülmesi için emirler verir. Kaymakam, memleketin sınır ve kıyı emniyetiyle ilgili bütün işleri yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlar ve yürütür. İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi, kaymakamın ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için gereken karar ve tedbirleri alır. Kaymakam, valinin tasvibiyle ilçe genel ve özel kolluk kuvvetleri mensuplarının geçici veya sürekli olarak yerlerini değiştirebilir. Kaymakam, ilçe çevresinde çıkabilecek olayların, emrindeki kolluk kuvvetleriyle önlenmesine olanak bulunmayacağı kanısına varır veya ilçe içindeki kolluk kuvvetleriyle önlenemeyecek olağanüstü ve ani olaylar karşısında kalırsa, hemen valiye bilgi vererek yardım ister ve en yakın askeri komutanlara da haber verir. Yardıma gelen askeri kuvvet İl idaresi kanununun 11/D maddesi uyarınca kendisine verilecek görevi yerine getirir. Kaymakam, devlete, il özel idaresine, belediye ve köylere ait olan ve bunlara bağlı bulunan yahut bunların gözetim ve denetimi altında iş gören daire ve müesseselerle diğer bütün gerçek ve tüzel kişiler tarafından işletilen mali, ticari, sınaî ve iktisadi müesseseler, işletmeler, ambarlar, depolar ve sair uzman, fen adamı, teknisyen ve işçi gibi personel bulunduran ve barındıran yerler, devlet ve memleket emniyet ve asayişi ve iş hayatının düzenlenmesi bakımından kaymakamın gözetim ve denetimi altındadır. Buralarda bulunan veya çalışanların kimlik ve nitelikleri hakkında kaymakamlar, bu yerlerden bilgi isteyebilir, istenilen bilgiler hemen verilir (İİK, m.32). İlçe idare şube başkanları, kendi şubelerine taalluk eden kanun, tüzük, yönetmelik ve hükümet kararlarıyla, kendi dairelerine tevdi edilmiş olan görevlerin sürat ve intizam dâhilinde görülmesinden, doğrudan doğruya kaymakama karşı sorumludurlar (Karaosmanoğlu, 2010:99-103). Mülki idare amirlerinin güvenliğe ilişkin görev ve yetkileri; bizzat kendisine tanınan görev ve yetkiler, idari kolluğun amiri sıfatıyla yüklenen görev ve yetkiler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Başta İl İdaresi Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyetleri 115 Kanunu olmak üzere çeşitli kanunlarla mülki idare amirlerine tanınan önleyici kolluk yetkilerinin, o ilde emniyet, huzur ve güvenliğin sağlanmasında, dolayısıyla iç güvenliğin korunmasındaki etkileri tartışılmazdır. Arslan ile Eryılmaz’ın özetlediği haliyle, mülki idare amirlerinin, idari kolluk yetkileri şunlardır: Arama; ifade özgürlüğüne müdahale etme; sporda şiddetin önlenmesi; kişilerin adreslerinden ayrılmasına müsaade etme; birden fazla ilde soruşturma yapma; işyeri, dernek ve lokalleri faaliyetten men etme; dernek faaliyetlerine müdahale etme; hükümlü ve tutukluların sağlık şartlarını gözetim ve denetim altında tutma; çalışma izni verme; taşınmaz mal zilyetliğine yapılan tecavüzlerin önlenmesi; grev ve lokavtların kontrolü (2006:15-38). Mülki idare amirlerinin kolluk teşkilatları ile olan ilişkilerinde bazı sorunlarla karşılaşılmaktadır. Emniyet personeli üzerinde sicil, terfi, ödül, atanma, yer değiştirme, disiplin, görevden uzaklaştırma ve izin işlemleri gibi konulardaki yetkilerinden dolayı mülki idare amirleri ile polis teşkilatı arasındaki ilişkiler belli düzene oturtulmuştur. Bunun aksine, mülki idare amirleri ile askeri bir kimliğe de sahip Jandarma ve Sahil Güvenlik Teşkilatları arasındaki ilişkilerde, hem yasal düzenlemede, hem de uygulamada sorunlar yaşandığı bilinmektedir. İİK’na göre, mülki idare amirleri, o yerin genel ve özel kolluğun en büyük mülki amiridirler. Fakat Jandarma veya Sahil Güvenlik Teşkilatlarının özel kanun, mevzuatlarla, valilerin özellikle, kaymakamların, askeri kolluk güçleri üzerindeki denetim yetkileri sınırlandırılmış, bu kurumlar hep bir ayrıcalıklı konumda tutulmuştur. Mülki idare amirleriyle, Türkiye yüzölçümünün yüzde 92’sinin emniyet ve asayişinden sorumlu jandarma arasındaki ilişkilerde; 1983 yılından bu yana ciddi yapısal problemler ortaya çıkmaktadır. Özellikle kaymakamların, jandarma teşkilatı üzerindeki denetim ve gözetleme yetkisi çok ciddi ve önemli seviyede azalmış ve bir noktada ilçe sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin sağlanmasından ve kamu düzeninin korunmasından birinci derecede sorumlu olmalarına rağmen; jandarmanın sorumlu olduğu bölgelerdeki iç güvenlik hizmetlerinden dışlanmışlardır (Serinkan, 2007a). 116 2803 sayılı Kanunun 25. maddesi ile mülki idare amirlerinin jandarma teşkilatı üzerindeki İl İdaresi Kanunundan doğan yetkilerinin önemli bir kısmını kaldırmıştır. Buna göre; vali ve kaymakamlar, uzman jandarma çavuşlar dışındaki personele disiplin cezası veremez, geçici olarak görevlendiremez, görevden uzaklaştıramaz, takdirname ve sicil veremez olmuştu. Buna göre, “Jandarmanın mülki görevlerini ilgilendiren ve disiplin cezasını gerektiren fiilleri ortaya çıktığında valiler, il jandarma komutanından; kaymakamlar, ilçe jandarma komutanından gereken cezanın verilmesini talep ederler. Komutanlar, bunlar hakkında askeri mevzuat çerçevesinde gerekli işlemi yaparlar” (JTGYYK, m.185) hükmü getirildi. Vali ve kaymakamların doğrudan doğruya, resen disiplin cezası vermek veya disiplin soruşturması açmak yetkileri, 04 Nisan 2015 tarihli kanunla yeniden düzenlenerek, bu yetki sadece il valisine verildi. Kaymakamın tek önemli yetkisi, ilçe jandarma komutanına izin vermek şeklindedir. 2803 sayılı Kanunun sakıncalarını kısmen ortadan kaldırmak amacıyla, 1993 yılında 507 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, ilgili kanuna üç madde eklenmiştir. İlk eklenen maddeye göre, jandarma teşkilatının mülki idareye bağlı birlikleri, İçişleri Bakanlığı ve valiler tarafından denetlenip; teftiş edilebilecektir. Ancak ilçe düzeyinde genel ve özel kolluğun amiri ve emniyet ve asayişten birinci derece sorumlu mülki idare amiri olan kaymakamlara; jandarma teşkilatını denetleme ve teftiş etme yetkisi yine tanınmamıştır (Serinkan, 2007a). İkinci eklenen maddeye göre, valiler tarafından, il ve ilçe jandarma komutanları hakkında mesleki sicillerinden ayrı olarak mülki sicil düzenlenecektir. Ancak burada dikkat çeken husus, kaymakamlara yine sicil düzenleme yetkisinin verilmemiş olmasıdır. Kaymakamlar, jandarma uzman çavuşları dışında, kendilerine bağlı olarak çalışan ilçe jandarma komutanları ile jandarma subay ve astsubayları hakkında, sicil düzenleyemeyeceklerdir. Getirilen bu düzenlemeye rağmen uygulamada, valiler tarafından il ve ilçe jandarma komutanları hakkında mülki sicil raporu doldurulamamaktadır. Bunun nedeni, valiler tarafından verilecek mülki sicilin usul ve esaslarının, kanuni düzenlemenin yapıldığı tarihten itibaren onca yıl geçmiş olmasına rağmen henüz subay ve astsubay sicil yönetmeliğinde düzenlenmemiş olmasıdır (Serinkan, 2007a). 117 Üçüncü eklenen maddeyle de, il ve ilçe jandarma komutanları ile karakol komutanlarına izin verilmesinde veya izinli olarak görevden ayrılmalarında, mahallin mülki amirinin “uygun görüşünün” alınması zorunluluğu getirilmiştir. Ancak uygulamada, bu hükmün de kaymakamlar açısından sağlıklı ve verimli işletilebildiği söylenemez. Pek çok ilçede bu madde hükmü hiç uygulanmamakta veya sadece sözlü olarak kaymakamlara bilgi verilmektedir (Serinkan, 2007a). PVSK’da vurgulandığı gibi, kolluğun görev ve yetkileri önleyici ve adli olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır ki; polisin mülki idare amirleriyle ilişkilerinde önleyici nitelikteki görev ve yetkileri gündeme gelmektedir. Diğer bir ifade ile valiler, suç işlenmesi sonrası, kamu düzeninin korunması adına adli mercilere emir veremez. Mülki idare amirleri, kanuna göre, “kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan” kolluğa, sadece, önleyici görev ve yetkileri çerçevesinde emir verebilirler. Bu nedenle, valinin alacağı veya alınmasını isteyeceği tedbirler adli değil önleyici nitelik taşımak zorundadır (Arslan ve Eryılmaz, 2006:5). SGK’nın görevlerinden hangilerinin adli ve idari olduğu hususu, 16.07.1985 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen “Sahil Güvenlik Komutanlığının Adli ve İdari Görevlerine İlişkin Tüzük”te ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Devlet kolluğu olan genel idari kolluğun üçüncü unsurunu, sahil güvenlik teşkilatı oluşturmaktadır. İçişleri Bakanlığına bağlı bir kolluk teşkilatı olmasına rağmen, sahil güvenlik teşkilatının vali ve kaymakamlar yönünden hiçbir bağlılığı bulunmamaktadır. Sahil güvenlik teşkilatının, sivil idareye bağlılığı ve mülki idare amirleri ile olan ilişkileri jandarmanın da gerisindedir. Sahil Güvenlik Komutanlığı, barışta görev ve hizmet yönünden İçişleri Bakanlığına bağlı olmasına rağmen, taşra teşkilatındaki Sahil Güvenlik birimlerinin vali ve kaymakamlarla ilişkileri ve bağlılıkları, ne 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu ne de Sahil Güvenlik Komutanlığının İdari ve Adli Görevlerine İlişkin Tüzükte düzenlenmiştir. Bu durum sahil güvenlik teşkilatının, öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri kadro yapısı ve kuruluş teşkilatı içerisinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ancak 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa göre vali ve kaymakamlar, emniyet ve asayiş ile önleyici kolluk hizmetlerinin yerine getirilmesinden, mülki sınırları içerisinde, birinci derecede sorumlu olmalarının yanı sıra; memleketin sınır ve kıyı emniyetini ve sınır ve kıyı 118 emniyetiyle ilgili bütün işlerini yürürlükte bulunan hükümlere göre sağlamak ve yürütmekle de sorumludurlar. Bölge komutanlıklarında görev yapan sahil güvenlik personelinin özlük hakları, izin, sicil ve disiplin hukuku açısından vali ve kaymakamlarla hiçbir bağlılığı bulunmamaktadır. Genel idari kolluk olmasına rağmen, İçişleri Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda, vali ve kaymakamların başkanlığında, jandarma komutanı ve emniyet müdürlerinin katılımıyla, her il ve ilçede, günlük yapılan asayiş saatine katılma zorunlulukları da bulunmamaktadır. Bu yapısı itibariyle Sahil Güvenlik Komutanlığı, nevi şahsına münhasır, askeri bir teşkilat olarak idari görevlerini yerine getirmektedir (Serinkan, 2007b). Özetle, mülki idare amirleri, madem görev yerlerinin emniyet ve asayişinden de en üst düzeyde sorumludurlar, o halde, bütün genel ve özel kolluk birimleri ile olan ilişkileri, onlar üzerindeki görev ve yetkileri de aynı düzeyde olmalıdır. En basit ifadeyle, jandarma ve sahil güvenlikle olan ilişkiler, onlar üzerinde sahip olunan görev ve yetkiler de, polis teşkilatı ile olan duruma paralel olmalıdır ki, bu görevlerini en iyi şekilde ifade edebilsinler. 2.2.2.7. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler Orman Genel Müdürlüğü (OGM) Orman Genel Müdürlüğü (OGM), 1937 yılında çıkarılan 3204 sayılı kanunla kurulmuştur. Aynı yıl yürürlüğe giren 3116 sayılı Orman Kanunu ile bugünkü modern ormancılığın temeli atılmıştır. Bugün yürürlükte olan 6831 sayılı Orman Kanunu ise 1956 yılında çıkarılmıştır. Orman Bakanlığı ise ilk olarak 1969 yılında kurulmuş olup, Orman Genel Müdürlüğü, bağlı kuruluş olarak Orman Bakanlığının bünyesinde yer almıştır. İlk Orman Bakanlığı varlığını 1981 yılına kadar sürdürebilmiştir. Bu tarihte Orman Genel Müdürlüğü, Tarım ve Orman Bakanlığına bağlanmıştır. Ancak her geçen gün önemi artan ormancılık faaliyet ve hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde karşılaşılan sorunlar, Bakanlığın 1991 yılında yeniden kurulmasına yol açmıştır. 2003 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kurulmasıyla bu bakanlığa bağlanmıştır. Nihayet, 29.06.2011 tarihinde Orman ve Su İşleri 119 Bakanlığının kurulmasıyla, OGM bu bakanlığın bağlı kuruluşu olmuştur (OGM, 2014). Orman suçları ile mücadele görevi, OGM’nin ana hizmet birimlerinden biri olan Orman Zararlılarıyla Mücadele Dairesi Başkanlığına bırakılmıştır. Bu görev OGM Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un, 7. maddesinde, “Ormanları usulsüz müdahalelerden korumak, ormanlarda tahribata yol açan hastalık ve her çeşit orman zararlılarıyla mücadele etmek veya ettirmek, ormanların sağlığının korunması ve orman zararlılarının yayılmasını önlemek için karantina tedbirleri almak, zararlılarla mücadele etmek amacıyla laboratuarlar kurmak veya kurdurmak” olarak tanımlanmıştır. OGM, ormanların kanun dışı müdahalelerden korunması ve diğer ormancılık hizmetlerinin en iyi şekilde yapılabilmesi için, Orman Bölge Müdürlüğü, Orman İşletme Müdürlüğü, Orman İşletme Şefliği ve Orman Koruma Ekipleri şeklinde teşkilatlanmıştır. 293 nolu, Ormanların Kanun Dışı Müdahalelerden Korunması Esasları Tebliği’nin 5. Maddesine göre orman muhafaza memurları, 6831 sayılı Orman Kanununda tanımlanan suçların işlenmesinin önlenmesi veya işlenen suçlarla ilgili olarak başlatılan soruşturmadaki görevleri kapsamında kolluk görevlisi sıfatını taşırlar. Orman muhafaza memurları silah taşıma ve yasal şartlar oluştuğunda, kullanma yetkisine sahiptirler. Ayrıca, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 164. maddesinde yapılan adli kolluk tanımı, orman muhafaza memurlarını kapsamasa bile, yukarıda da belirtildiği gibi orman suçlarıyla ilişkin başlatılan soruşturmadaki görevlerinden dolayı kolluk görevlisi sıfatını taşırlar. Ancak görev alanı, orman bölgesiyle sınırlıdır. Görev ve sorumlulukları şu şekilde açıklanabilir: Ormanların ve orman ürünlerinin muhafaza ve bakımlarının temininden; görev sahasındaki orman içi ve orman dışı ağaçlandırma sahalarının, fidanlıkların, tohum bahçeleri ve tohum meşçerelerinin, enerji ormanlarının, kavakçılık, toprak muhafaza ve mera ıslahı sahalarının, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanlarının, yaban hayatı koruma sahaları, yaban hayvanı üretme istasyonları, yaban hayvanı yerleştirme alanları ve mesire yerlerinin korunmasından; 120 görev sahalarında mevcut av hayvanları ile akarsu ve göllerdeki balık varlığının korunmasından, avcılık ve balıkçılığa ilişkin işlerin yürütülmesinden; ormanların işletilmesi ile ilgili olarak, damga ve işaretleme, anormal ağaçların tespiti, kesim, tomruklama ve ölçme, imalat, nakliyat ve depolama, bakım ve gençleştirme, tali ürün üretimi, tohum temini, ağaçlandırma, fidanlık, toprak muhafaza ve mera işlerinin yürütülmesinden; görev sahaları içinde veya civarında çıkacak orman yangınları ile mücadele çalışmalarına katılmaktan ve verilen görevleri yapmaktan; görev sahaları içindeki orman zararlıları ile mücadele işlerine ait görevlerin yapılmasından; idareye ait her türlü yapı ve tesislerle, ormanların nasıl, ne zaman ve ne ölçüde kullanılacağını ve orman kadastrosuna ait sınır işaretlerinin muhafazasından, bina ve tesislere giriş çıkışların kontrolü ile sabotajlara karşı korunmasından; muhtelif maksatlarla kendilerine verilen her türlü silah, alet ve malzemenin iyi muhafaza ve bakımından; kanunen el koymakla görevli bulundukları suçların arama, soruşturma ve kovuşturulmasından, tutanak tanziminden ve sahaları içinde vazife gören yangın gözetleme ve söndürme işçilerinin, av koruma ve üretme sahaları ile balık üretme istasyonlarında görevli bekçi ve bakıcıların, üretim ve yetiştirme işlerinde çalışan işçilerin gözetimi ve denetiminden ve benzeri hizmetlerin görülmesinden sorumludurlar (OGM, 2014). Ormanların korunması açısından çok önemli görevler yürüten bu kurumun, diğer genel kolluk birimleriyle yakın işbirliği içinde olması, başarısını arttıracak niteliktedir. Genel kolluk birimleri olan polis, jandarma ve sahil güvenlik birimleri de, bu tür suçları takip etmekle zaten görevlidirler. Belediye Zabıtası 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 51. maddesine göre, belediye zabıtası, beldede esenlik, huzur, sağlık ve düzenin sağlanmasıyla görevli olup bu amaçla, belediye meclisi tarafından alınan ve belediye zabıtası tarafından yerine getirilmesi gereken emir ve yasaklarla, bunlara uymayanlar hakkında mevzuatta öngörülen ceza ve diğer yaptırımları uygular. Görevini yaparken zabıtaya karşı gelenler, kolluk kuvvetlerine karşı gelenler gibi cezalandırılır. Belediye zabıta teşkilâtının çalışma usûl ve esasları, çalışanların görev ve yetkileri, memurluğa alınması için taşımaları gereken nitelikler, alacakları 121 meslek içi eğitim, görevde yükselme, meslekten çıkarılma, giyecekleri kıyafet ve savunma amaçlı olarak kullanacakları aletler ile zabıta teşkilâtında hizmet gereklerine göre oluşturulacak birimler, İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılan “Belediye Zabıta Yönetmeliği” ile düzenlenmiştir. Belediye zabıtası, belediye sınırları içerisinde görevli ve yetkilidir. Ayrıca, mücavir alanlarda kanunlarla belediyenin yetki ve sorumluluğuna verilmiş hizmetler bakımından da yetkili ve görevlidir. Adalet Kurumları Türk iç güvenlik bürokrasisinde adalet aktörleri, özellikle adli kolluğun amiri olarak savcılık makamı önemli rol oynamaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada savcılık teşkilatının ele alınmasında yarar vardır. Ancak Türkiye’de savcılık teşkilatını incelemeden önce genel olarak Türk adalet sistemine göz atılması faydalı olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 9. maddesine göre; “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Türkiye’de adli yargı mahkemeleri ve idari yargı mahkemeleri olmak üzere iki ayrı yargı mahkemesi söz konusudur. Adli Mahkemeler Hukuk ve Ceza Mahkemeleri olarak iki türdür. Savcılığın, kolluğun adli amiri olarak görev yaptığı mahkemeler ceza mahkemeleridir. Baktığı davaların niteliği, öngörülen cezaların ağırlığına göre ilk derece ceza mahkemeleri; sulh ceza, asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleri olarak üç çeşittir. Ayrıca, hukuk ve ceza davalarına temyiz mahkemesi olarak bakan Yargıtay bulunmaktadır. Bütün hukuk ve ceza ilk derece mahkemelerinden çıkan kararlara ilişkin halen tek temyiz mahkemesi olduğundan, Yargıtay’ın iş yükü büyüktür. Dolayısıyla Yargıtay’ın iş yükünü azaltmak, adalet hizmetinin daha kısa sürede dağıtılmasını sağlamak amacıyla, ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında istinaf mahkemelerinin kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Türkiye genelinde 15 bölgede kurulması öngörülen bu mahkemeler, ilk derece mahkemelerin kararlarını bir üst mahkeme sıfatıyla gözden geçirecek, gerekirse yeniden duruşma yapacaktır. 122 Adli yargı mercilerince verilen karar ve hükümleri temyiz yolu ile inceleyen son merci olan Yargıtay, 6 Mart 1868 tarihinde “Divan-ı Ahkâm-ı Adliye” ismiyle kurulmuş, 20.04.1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası) ile bugünkü adını almıştır. Yargıtay, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 1. maddesi Yargıtay’ı, “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan, bağımsız bir yüksek mahkemedir” şeklinde tanımlanmıştır. Bugün Yargıtay bünyesinde 23 Hukuk, 15 Ceza Dairesi bulunmaktadır. Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde savcılık makamı yoktur. Ancak savcının mevcut olmaması bu mahkemelerde görülen davaların savcı tarafından açılmadığı anlamına gelmemelidir. Bu davaları Asliye Ceza Mahkemesi yanındaki savcı açtığı gibi mahkemenin verdiği karara karşı temyiz yoluna da başvurabilmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 164. maddesi, adli kolluğun tanımı ile savcının adli kolluğun amiri sıfatını şöyle belirtmiştir: “Adli kolluk; 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci Maddeleri, 10.3.1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci Maddesi, 2.7.1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci Maddesi ve 9.7.1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü Maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder.” Soruşturma işlemleri, cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adli kolluğa yaptırılır. Adli kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adli görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir. Bilindiği gibi içgüvenliği sağlamakla hukuken görevlendirilen genel kolluk birimlerinin önemli bir görev alanı, suç işlendikten sonra suçluların yakalanarak ceza soruşturması tamamlanarak adalete teslim etme sürecini kapsamaktadır. Bu süreçte adli kolluk, tamamen savcılığın emri altında olması, savcılık makamını iç güvenlik alanında etkili bir aktör kılmaktadır. Savcı, suç işlendikten sonra suça el koyup soruşturma yapmak, kamu davası açmak, bizzat kendisi veya kolluğa emir ve talimatlar vererek, suç soruşturmasını yürütmek, takipsizlik veya sanığın tutuklanmasını talep etmek, mahkemede iddia makamını 123 temsil etmek vb. görevleriyle, bozulan kamu düzeninin onarılması ve suçluların cezalandırılarak adaletin yeniden inşasında payları büyüktür. Türkiye’de ayrıca adli bir kolluk teşkilatı olmadığı, bu sebeple adli ve idari kolluk hizmetlerini yürüten emniyet, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza teşkilatlarının üzerinde, savcının da adli amiri olmasından dolayı bir çift başlığın söz konusu olduğu ve bu durumun da uygulamada ciddi sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Özellikle de, bu durum, önleyici kolluk hizmeti ile adli kolluk hizmetinin iç içe geçtiği durumlarda daha bariz olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, her halükarda savcılık müessesesi, doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan bir aktör olmasa da, iç güvenlik hizmetlerinin sunulması sürecini etkileyen önemli bir aktör olduğunda kuşku yoktur. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) İletişim kaynaklarının yaygınlaşması, hem suç çeşitlerini artırmış hem de suçla mücadele hususunda çeşitli yeniliklerin ve imkânların ortaya çıkmasına ortam hazırlamıştır. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı; 23.07.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 2559, 2803 ve 2937 sayılı Kanunlarda değişiklik yapan 5397 sayılı Kanun ile kurulmuş olup, 23 Temmuz 2006 tarihinden itibaren ilgili mevzuatın öngördüğü iş ve işlemleri tek merkezden yürütmektedir (TİB, 2014) 23.05.2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın Kanunda sayılan İnternete ilişkin görevleri de yapması düzenlenmiştir. Bu doğrultuda anılan görevleri yerine getirmek üzere İnternet Daire Başkanlığı kurulmuştur (TİB, 2014). Başkanlık; Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu bünyesinde, doğrudan Kurum Başkanına bağlı olarak faaliyet göstermekte olup, Telekomünikasyon İletişim Başkanı ile Hukuk, Teknik İşletme, Bilgi Sistemleri, İdari ve İnternet Daire Başkanlıklarından oluşmaktadır. Başkanlıkta, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının ilgili birimlerinden 124 birer temsilci bulunmaktadır. Başkanlığa bağlı herhangi bir taşra teşkilatı bulunmamaktadır. Bu çerçevede TİB Kurumu, 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ile kurularak, suç unsuru olabilecek iletişim kaynaklarına ulaşmak ve suç oluşmadan önce, çeşitli iletişim kaynaklarına sınırlama getirmek gibi çeşitli görevleri yerine getirmektedir. Böylelikle kolluk güçlerine bu konuda yardımcı olmaktadır. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, kamu tüzel kişiliğine sahiptir ve idarî ve mali özerkliği vardır. Kurum'un ilişkili olduğu bakanlık ise Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığıdır. Ancak Kurum görevlerini yerine getirirken bağımsızdır ve hiçbir organ, makam, merci veya kişi tarafından Kuruma emir ve talimat verilemez. Kurum, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu ile Başkanlık teşkilatından oluşmaktadır. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu, Kurumun karar organıdır. Kurul, biri başkan olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur ve Kurul Başkanı aynı zamanda Kurumun da başkanıdır. Kurumun genel yapılanmasına bakıldığında, ana hizmet birimleri, hukuk müşavirliği, daire başkanlıkları ve müdürlükler şeklinde teşkilatlanmıştır. Daire başkanlıkları Hukuk Daire Başkanlığı, Teknik Daire Başkanlığı, İdari Daire Başkanlığı ve İnternet Daire Başkanlığı şeklinde düzenlenmiştir. Ana hizmet birimlerinin yanı sıra danışma ve yardımcı hizmet birimleri ve bölge müdürlükleri şeklinde teşkilatlanan taşra teşkilatı birimleri de bulunmaktadır. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının görevleri, “Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi ve Kayda Alınmasına Dair Usul ve Esaslar ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik” adıyla çıkartılan yönetmelik çerçevesinde belirlenmiştir. Başkanlığın görevleri, telekomünikasyon yoluyla gerçekleştirilen veya gerçekleştirilecek iletişimin tespiti, dinlenmesi, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınmasına yönelik iş ve işlemleri tek bir merkezden yürüterek, bu bilgilerin ilgili mevzuata uygun olup olmadığını incelemek ve gerektiğinde yetkili mercilere başvuruda bulunmaktır. Yine bu kapsamda 125 gerçekleştirilen işlemler sonucunda, elde edilen verileri ve bilgileri ilgisine göre Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına, Emniyet Genel Müdürlüğüne ve Jandarma Genel Komutanlığına, talep etmeleri halinde mahkemeye ve Cumhuriyet başsavcılıklarına iletmek bu kurumun görevleri arasında yer almaktadır (m. 17). Yasal alt yapı çerçevesinde yapılacak tespit, dinleme, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınması faaliyetleri ile mevzuatla verilen görevlerin yerine getirilmesini sağlayacak her türlü teknik alt yapının, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu hizmeti veren kuruluşlar ve işletmeciler tarafından kurulmasını sağlamak, sağlatmak ve gerekli alt yapıyı kurmayan işletmecilerin cezalandırılması yönünde girişimde bulunmak da yine görevler arasında sayılmaktadır. Görev alanına giren konularla ilgili ulusal ve uluslararası alanda meydana gelen gelişmeleri takip etmek, bu kapsamda uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamak ve gelişmelerin Başkanlık hizmetlerine yansıtılması için gerekli önlemleri almak, Başkanlık faaliyetleri için yurt içinden ve yurt dışından teminine ihtiyaç duyulan her türlü malzeme, sistem, yazılım ve donanımı belirleyerek Kurum Başkanına bildirmek de kurumun görevleri arasında yer almaktadır (TİB, 2014). İnternetin yoğun kullanımıyla birlikte ortaya çıkan çeşitli aksaklıkların giderilmesinde de kurumun bazı görevleri söz konusudur. İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun kapsamında, Ulaştırma Bakanlığı, kolluk kuvvetleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile içerik, yer ve erişim sağlayıcılar ve ilgili sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon oluşturmak da görevleri arasındadır. Buna ek olarak, internet ortamında yapılan ve 5651 sayılı Kanun kapsamına giren suçları oluşturan içeriğe sahip faaliyet ve yayınları önlemeye yönelik çalışmalar yapmak da yine önemli görevleri arasında yer almaktadır. Yine İnternet ortamındaki yayınların izlenmesi suretiyle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş ve kumar oynanması için yer ve imkân sağlama suçları ile 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan suçların işlenmesini önlemek için izleme ve bilgi ihbar merkezi dâhil, gerekli her türlü teknik 126 altyapıyı kurmak veya kurdurmak, bu altyapıyı işletmek veya işletilmesini sağlamak da kurumun görevleri arasında yer almaktadır. Bunlara ek olarak, internet ortamında herkese açık çeşitli servislerde yapılacak filtreleme, perdeleme ve izleme esaslarına göre donanım üretilmesi veya yazılım yapılmasına ilişkin asgarî kriterleri belirlemenin yanı sıra hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından verilen erişimin engellenmesi kararlarını uygulamak ve buna ilişkin iş ve işlemleri yürütmek de kurumun görevleri arasında sayılmaktadır (TİB, 2014). TİB, kolluk birimlerinin istihbarat ihtiyacını belirli ölçüde karşılama görevinin yanı sıra, son dönemde çok hızlı yaygınlaşan internet kullanımından meydana gelebilecek sakıncaların giderilmesi hususunda da önleyici kolluk faaliyeti görmesi açısından son derece önemli bir iç güvenlik bürokrasisi aktörüdür. Son dönemde bürokraside meydana gelen gelişmeler çerçevesinde, üst kurulların ortaya çıkması ve iç güvenlik bürokrasisinde de bu etkinin sonucu olarak ortaya çıkmış bir kurum konumundadır. Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) MASAK, 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanunun 19.11.1996 tarihinde yürürlüğe girmesiyle kurulmuştur. Bu düzenlemeyi takiben 17 Şubat 1997 tarihinde de faaliyetlerine başlamıştır. MASAK, suç gelirlerinin aklanması ve terörün finanse edilmesine karşı etkili bir şekilde mücadele ederek, etkin ve verimli bir ekonomi oluşturulmasına katkıda bulunmanın yanı sıra temiz bir toplum oluşmasına da katkıda bulunmayı amaç edinen bir üst kuruldur (MASAK, 2014). Bu vizyona ulaşabilmek için kanuni mevzuat çerçevesinde MASAK'ın yapısı ve görevleri ortaya konmuştur. Bu kurulun oluşumu, görevleri, yetkileri ve yapısı “Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun” ve “Malî Suçlarla Mücadele Koordinasyon Kurulunun Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” çerçevesinde belirlenmiştir. Maliye Bakanlığına bağlı olarak görevini yürüten Koordinasyon Kurulu, yönetmelikte belirtildiği üzere, Maliye Bakanlığı Müsteşarının başkanlığında toplanır 127 ve Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanı, Maliye Teftiş Kurulu Başkanı, Maliye Hesap Uzmanları Kurulu Başkanı, Gelir İdaresi Başkanı, İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü, Dışişleri Bakanlığı Ekonomik İşler Genel Müdürü, Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanı, Hazine Müsteşarlığı Banka ve Kambiyo Genel Müdürü, Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık Genel Müdürü, Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanı, Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Genel Müdürü, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkan Yardımcısı, Sermaye Piyasası Kurulu Başkan Yardımcısı ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkan Yardımcısından oluşan geniş bir kadroya sahiptir. Maliye Bakanlığı Müsteşarının olmadığı durumlarda ise Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanı toplantıya başkanlık etmektedir. Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Çıkarılan Kanunda MASAK'ın görevleri de belirtilmiştir: Maliye Bakanlığına bağlı olarak çalışan bu Kurul, suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi amacıyla politika hazırlamak ve bu politikaları uygulamak için stratejiler geliştirmek, bu amaçla ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, ortak çalışmalar gerçekleştirmek, görüş ve bilgi alışverişinde bulunmanın yanı sıra, belirlenen politikalar çerçevesinde kanun, tüzük ve yönetmelik taslakları hazırlayarak bu Kanun ile buna ilişkin Bakanlar Kurulu kararlarının uygulanması hususunda düzenlemeler yapmakla görevlidir. Yine suç gelirlerinin aklanması alanındaki gelişmeler ile aklama suçunun önlenmesi ve ortaya çıkarılmasına yönelik yöntemler konusunda araştırmalar yapmanın yanı sıra suç gelirlerinin aklanmasını önlemek için sektörlere göre çalışmalar yapmak, önlemler geliştirerek uygulamayı izlemek ve bu suçlara karşı kamuoyu duyarlılığını ve desteğini artırmaya yönelik çalışmalar yapmak da bu Kurulun görevleri arasında yer almaktadır. Aynı kanun kapsamında suç gelirlerinin aklanması ve teröre finansman sağlanmasının önlenmesi amacıyla veri toplamak, şüpheli işlem bildirimlerini almak, analiz ederek değerlendirmek de Kurulun görevidir. Kurul bu çerçevede değerlendirme sürecinde gerek duyulduğu takdirde kolluk ve diğer birimlerden kendi görev alanlarında inceleme ve araştırma yapılması talebinde de bulunabilmektedir. 128 Bu görevlere ek olarak Kanun kapsamına giren işlemler ile ilgili araştırma ve incelemeler yaparak, yapılan bu araştırma ve incelemeler sonucunda aklama suçunun işlendiği hususunda kanıtların varlığının tespit edilmesi durumunda, Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre gerekli işlemlerin yapılması için Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunmak ve buna karşılık Cumhuriyet savcıları tarafından intikal ettirilen konuları da inceleyerek aklama suçunun tespitine ilişkin talepleri yerine getirmek de Kurulun görevleri arasında yer almaktadır. Kurul görevlerini gerçekleştirirken de kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişilerle tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlardan da her türlü bilgi ve belgeyi istemenin yanı sıra bilgi ve ihtisasına ihtiyaç duyulan diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların Başkanlık bünyesinde geçici olarak görevlendirilmelerini talep etme yetkisine de sahiptir. Yönetmelikte de Kurulun görevlerine atıf yapılmaktadır. Bu çerçevede Koordinasyon Kurulu, suç gelirlerinin aklanmasını önlenmek amacıyla oluşturulacak olan kanun taslakları ile Bakanlar Kurulu kararı sonrasında yürürlüğe girecek olan yönetmelik taslaklarını değerlendirmenin yanı sıra uygulamayla ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonun sağlanmasıyla görevli ve yetkilidir. Bu görevlere ek olarak Başkan, Koordinasyon Kurulu toplantılarını düzenlemenin yanı sıra, gerektiğinde de Kurulu olağanüstü toplantıya çağırmak; çalışmaların verimli ve etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak ve toplantılarda alınan karar ve önerileri ilgili makamlara bildirmekle görevli ve yetkilidir. Diğer bir taraftan da Koordinasyon Kurulunun üyeleri, alınan kararların kendi kurum ve kuruluşlarında etkin bir şekilde uygulanmasını takip etmek ve sonuçlarını Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına iletmekle görevli ve yetkilidir. MASAK, mali suçların takibi ve önlenmesiyle ilgili son derece kilit bir konumda yer almaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde birçok farklı suç kaleminin de ekonomik boyutlu olması açısından MASAK'ın görev alanı birçok farklı suç türünü de aydınlatması açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle terörün finansmanında, kara paranın fonksiyonu göz önünde bulundurulduğunda, MASAK son derece önemli bir iç güvenlik aktörü konumunda yer almaktadır. 129 2.2.2.8. Türk Kolluk Görevlileri, Haklar ve Yasaklar Bu çalışma bir karşılaştırma çalışması olduğundan dolayı, iç güvenlik örgütlerinin ve çalışanlarının tabi oldukları görev, yetki ve sorumluluklara temas etmenin yanında, sahip oldukları haklara da temas etmek gerekir. Öncelikle vurgulamak gerekir ki, EGM emrinde görev yapan emniyet sınıfı görevlileri, aynı zamanda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na (DMK) tabi olduklarından, genel memur haklarına sahiptirler. Bu haklar da kısaca; uygulamayı isteme hakkı, yani kanunlar ve bu kanunlara dayanılarak yayınlanan tüzük ve yönetmeliklere göre tayin ve tesbit olunup yürürlükte bulunan hükümlerin kendileri hakkında aynen uygulanmasını istemek hakkına sahiptirler (m. 17). Güvenlik hakkı, yani kanunlarda yazılı haller dışında devlet memurunun memurluğuna son verilmez, aylık ve başka hakları elinden alınamaz (m. 18). Emeklilik hakkı, yani devlet memurlarının, özel kanununda yazılı belirli şartlar dâhilinde, emeklilik hakları vardır (m. 19). Çekilme hakkı, yani devlet memurları, DMK’da belirtilen esaslara göre memurluktan çekilebilirler (m.20). Müracaat, şikâyet ve dava açma hakkı, yani devlet memurları kurumlarıyla ilgili resmi ve şahsi işlerinden dolayı müracaat; amirleri veya kurumları tarafından kendilerine uygulanan idari eylem ve işlemlerden dolayı şikâyet ve dava açma hakkına sahiptirler (m. 21). Sendika kurma hakkı, yani devlet memurları, Anayasada ve özel kanununda belirtilen hükümler uyarınca sendikalar ve üst kuruluşlar kurabilir ve bunlara üye olabilirler (m. 22). İzin hakkı, yani devlet memurları, kanunda gösterilen süre ve şartlarla izin hakkına sahiptirler (m.23). Kovuşturma ve yargılama hakkı, bu hakka göre devlet memurlarının görevleri ile ilgili işledikleri suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması ve haklarında dava açılması özel hükümlere tabidir (m.24). İsnat ve iftiralara karşı korunma hakkı, yani devlet memurları hakkındaki ihbar ve şikâyetler, garaz veya mücerret hakaret için, uydurma bir suç isnadı suretiyle yapıldığı ve soruşturma veya yargılamanın tabi olduğu kanuni işlem sonucunda, bu isnat sabit olmadığı takdirde, merkezde bu memurun en büyük amiri, illerde valiler, isnatta bulunanlar hakkında kamu davası açılmasını Cumhuriyet Savcılığından isterler (m.25). Bütün bu haklara bakıldığında, Türk polis teşkilatlarında çalışan kamu görevlileri, herhangi ileri bir demokrasi ülkesinde olan birçok hakka sahiptir. Ancak 130 özellikle uygulamada ciddi problemlerle karşılaşıldığı bilinmektedir. Özellikle 24 saat usulüne göre çalışılan bir teşkilat olması dolayısıyla, mesai saatleri oldukça karmaşıktır. 12 saat çalışıp 24 saat dinlenme olabileceği gibi, bu süreler çalışılan bölüme ve amire göre sürekli değişmektedir. Polis personelinin bu durumuna karşılık, jandarma ve sahil güvenlik personeli, gerek erler gerekse rütbeliler açısından, Türk askerlik mevzuatına tabidirler. Ayrıca erler, mevzuat gereği sınırlı hak ve görevlere sahiptirler. Bir kere erlik, her sağlıklı Türk vatandaşı erkeğin yapmak zorunda olduğu, anayasal bir yükümlülüktür ve şu an itibariyle 12 aydır. Ancak üniversite mezunları için bu süre altı aydır. Erlik, ücret alınmadan yapılan bir vatan hizmetidir. Bu iki hizmet kurumunda da erlerden, asli ve sürekli kolluk hizmetlerinden çok, geri hizmet denilen, temizlik, nöbet tutma, sürücülük ve birliklerin güvenliğini sağlama gibi işlerde yararlanılmaktadır. Bu sebeple, tecrübe ve uzmanlık gerektiren hizmet dallarında, bunlar çalıştırılmamaktadırlar. Erlik, Türk mevzuatına göre, izinler hariç, bütün gün askeri kışlada sürdürülen tam günlü bir vazifedir. Erlerin bütün bakımı ve barınması, görev yaptığı birliklere aittir. Yani devlete aittir. Kendilerine çok cüzi bir ücret ödenir. Diğer rütbeliler ise askerlikle ilgili mevzuatın kendilerine sağladığı, DMK’nın sağladığına benzer haklara sahiptirler. 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun birinci maddesine göre TSK’nın kapsamı şu şekildedir: “Türk Silâhlı Kuvvetleri: Kara (Jandarma dâhil), Deniz (Sahil Güvenlik dâhil) ve Hava Kuvvetleri subay, askerî memur, astsubay, erbaş ve erleri ile askerî öğrencilerden teşekkül eden ve seferde ihtiyatlarla ikmal edilen, kadro ve kuruluşlarla teşkilâtı gösterilen silâhlı Devlet kuvvetidir.” Bu maddeye bakıldığında, jandarma ve sahil güvenlik personeli de askeri kurum personelidirler. Bunlar, her kamu görevlisinin sahip oldukları, benzer haklara sahiptirler; yıllık izin, aylık maaş, şikâyet ve talepte bulunma gibi. Ancak unutulmamalıdır ki, bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de askeri disiplin, diğer bütün kamu kurumlarına göre daha katıdır. Bir anlamda, Türk askeri örgütleri, tam birer klasik örgüt modelidirler. 131 En önemli sorunların başında ise, kolluk kuvvetlerinin sendikalaşmasına, yani örgütlenmelerine getirilen sınırlamalar gelmektedir. Buna göre kolluk mensupları, bütün devlet memurları gibi toplu hareket edemezler. Yani Devlet memurlarının, kamu hizmetlerini aksatacak şekilde, memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelip de, Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır (m. 26). Bunun anlamı aslında grev yasağıdır. Devlet memurlarının greve karar vermeleri, grev tertiplemeleri, ilan etmeleri, bu yolda propaganda yapmaları yasaktır. Devlet memurları, herhangi bir greve veya grev teşebbüsüne katılamaz, grevi destekleyemez veya teşvik edemezler (m. 27). Tabii, toplu hareket etme ve sendika yasağının yanında, kolluk görevlilerinin kendi aralarında dernek kurmaları da fiilen engellenmektedir. Bu da, mevcut haklarını savunmalarına ve yeni haklar almalarına ciddi bir engel durumundadır. 4688 sayılı sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’nun 15. maddesi j bendi, “Emniyet hizmetleri sınıfı ve emniyet teşkilâtında çalışan diğer hizmet sınıflarına dâhil personelinin,” f bendi de silahlı kuvvetler mensuplarının grev yasağına dâhil olduğunu açıkça ifade etmektedir. Örgütlenme ve grev yasağının, kolluk örgütleri mensuplarının haklarını elde etmedeki olumsuz rolü olduğunda kuşku yoktur. Bu bölüm, emniyet mensuplarının yemin metni hatırlatılarak bitirilecektir. Emniyet mensupları, DMK 6. maddesindeki ifadelerle yemin ederler. Bu metin şöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” 132 2.2.2.9. Türkiye’de İç Güvenlik Aktörleri ve Etkinlik, Verimlilik, Hesapverebilirlik, Şeffaflık, Sivil Denetim ve Gözetim Sivil gözetim, dikey sivil gözetim ve yatay sivil gözetim olarak ikiye ayrılmaktadır: Meclis denetimi, adli ve idari yargıdan oluşan adli denetim, İçişleri Bakanlığının denetimi, müfettişlikler, iç denetim mekanizmaları, vali ve kaymakamların denetimi, dikey sivil gözetim kapsamını oluştururken, Avrupa ülkelerinde görülen ombudsman, kişisel veri koruma kurumu, işkenceyi önleme komisyonu, güvenlik etiği komisyonu, güvenlik kuvvetleri tarafından yönetilen gözaltı merkezlerinin denetçisi ve bağımsız kolluk şikayet komisyonu gibi kurumlar dikey bağımsız sivil gözetim mekanizmalarını oluşturmaktadırlar. Buna karşın, sivil toplum kuruluşları ve medya, yatay sivil gözetim yapıları kapsamında değerlendirilmektedir. Sivil gözetimin bir diğer önemli bölümü olan vatandaşların sivil demokratik haklarının geliştirilmesi, güvenlik politikalarına vatandaş ve yerel yönetimlerin katılımlarının sağlanması ile mümkün olmaktadır. Ulusal güvenlik konseyleri, vatandaş beklentileri konusunda yapılan ulusal araştırmalar, kent güvenliği forumları, yerel güvenlik sözleşmeleri, yerel güvenlik konseyleri ve yerel istişare mekanizmaları bu amaçla oluşturulan mekanizmalardır (Karaosmanoğlu, 2010: 47-127; Çevik vd, 2010: 125142). Hukuk devletinde kurumların, kuruluşların ve kişilerin faaliyetleri, hakları, sorumlulukları tanımlanarak anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve benzeri mevzuatla düzenlemelere bağlanmıştır. Kurumların; faaliyetlerini hukuk düzenine uygun yürütüp yürütmediğini incelemek, açıkladıkları bilgilerin ve iddiaların doğru ve güvenilir olup olmadığını araştırmak ve kurum yöneticilerinin kurumla çıkar ilişkisi içinde bulunan kişi ve kurumlara, topluma ve devlete hesap verme yükümlülüklerini (accountabilitiy) yerine getirmelerini sağlamak üzere tarafsız ve bağımsız bir kişi, kişiler veya kurumlar tarafından denetlenmeleri hukuk devletinde zorunlu tutulmaktadır. Gerek bireysel gerekse toplumsal faaliyetlerin, belirli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirildiği kabul edilirse, amaçlanan sonucun elde edilip edilmediği ve bu amaca ulaşmak için izlenen yöntemlerin önceden bilinen norm ve standartlara uygun olup olmadığının saptanmasına yönelik yapılan araştırma ve muhakeme, denetimle sağlanır. 133 Bu genel tanım ve bilgilendirme ışığında, Türk iç güvenlik aktörlerinin birkaç çeşit idari ve mali denetime tabi tutuldukları aşağıda anlatılacaktır. TBMM Denetimi Yukarıda da bahsedildiği gibi TBMM, Anayasa ve kendi İç Tüzüğünde belirtilen usul ve esaslara göre, bütün kamu kurum ve kuruluşlarını olduğu gibi, doğrudan veya dolaylı olarak, iç güvenlik hizmeti sunan kuruluşları da denetler. Bu denetim yolları yazılı ve sözlü soru önergesi, genel görüşme, meclis araştırması, meclis soruşturması ve gensoru şeklinde olur. Bu kavramlar çok bilinen kavramlar olduğundan ayrıntılı olarak açıklamasına gitmeye gerek görülmedi. Ancak, bilindiği gibi, parlamenter demokrasilerde, iktidara hâkim olan parti veya partiler, parlamentoya da hâkim olduklarından, bu parlamento denetimi ile iç güvenlik aktörleri üzerinde kesin ve etkili bir denetim yapmak söz konusu değildir. Öncelikle, bu denetim yolları kullanılarak, mesela Meclis’te bir milletvekili, Başbakan veya ilgili bakanın cevaplandırması amacıyla bir kurum veya orada çalışan kişiler hakkında soru sorarak, aslında bir sonuç alamayacağını, o kurum hakkında bir işlem yapılmasını temin edemeyeceğini bilir. Buna rağmen kamuoyununun o konuda bilgi sahibi olmasını sağlar. Ayrıca, yürütme bu talep üzerine girişimde bulunarak o konuyu araştırır. Özetle, TBMM denetim mekanizmaları, iç güvenlik aktörleri üzerinde doğrudan bir denetim yapamasalar da dolaylı olarak denetlemiş ve yönlendirmiş olurlar. Bir diğer husus da, Parlamentoya hâkim olan parti veya partilerin oluşturduğu hükümet, iç güvenlik aktörlerinin tabi oldukları tayin ve terfi sistemini işletirler. Yani bu kurumları kendileri yönettikleri için, bir muhalefet partisi eleştirdi diye, kendi atadıkları kişileri genellikle görevden almazlar. Bunda, kendi hükümetlerinin yıpranacağı endişesinin de etkisini unutmamak gerekir. İşin özü, Meclisinin denetim yolları, idari ve teknik açılardan pek işlevsel olmasa da, aslında siyasi bir denetim yoludur ve sonuçta, en azından genel seçim dönemlerinde sonuç verebilecektir. Zaten bu tür denetim yollarının bir diğer amacı da iktidarları halka şikâyet ederek, seçimlerde oy vermemelerini sağlamaktır ki, bu birçok zaman işe yaramıştır. Halkın dilek ve şikâyetlerini dikkate almayan iktidarlar, mutlaka oy kaybederek iktidarlarını kaybetmişlerdir. Bu da, demokrasilerin olmazsa 134 olmaz şartlarından olan, “hesap verebilirlik ilkesinin” gereği açısından büyük önem taşır. Yasama organı, gözetim ve denetimini, güvenlik sektörünü ve güvenlik sektörüne mensup çalışanların yetkilerini tanımlayan ve düzenleyen yasaları yaparak ve ilgili bütçe tahsisatını onaylayarak yerine getirir (Yıldız, 2006:13). Bu kapsamda parlamentonun savunma ve güvenlik politikalarının belirlenmesinde, savunma ve güvenlik siyasetinin veya stratejilerinin oluşturulması ve geliştirilmesinde, güvenlik sektörünün bütçesine ve toplumun güvenliği için gerekli silah alımına karar verilmesinde nihai belirleyici kurum olması gerektiği görüşünü savunanlar da vardır (Akyeşilmen, 2009:13). Ancak parlamentonun, güvenlik sektörünü denetiminde karşılaşılan zorluklar vardır ki, bunların başında, güvenlik sektörünün gizliliği ile bilgi ve uzmanlık gerektiren nitelikte olması gelir. Yukarıda bahsedilen kıstaslar çerçevesinde, 2005 yılının bilânçosuna bakıldığında, parlamentonun, ne yasa yapma ne de denetim yollarını kullanma açısından, etkili bir pozisyonda bulunmadığı, savunma ve güvenlik politikalarının oluşturulmasında, tehditlerin belirlenmesinde ve üst düzey güvenlik bürokrasisinin atamalarında, anlamlı bir işlev ve katkısının bulunmadığı görülmektedir (Yıldız, 2006:20). Tam bir sivil denetim için parlamentonun güvenlikle alakalı yasama faaliyetlerinin yanı sıra, savunma ve güvenlik siyasetinin veya stratejilerinin oluşturulması ve geliştirilmesinde, güvenlik sektörünün bütçesine ve toplumun güvenliği için gerekli silah alımına karar verilmesinde etkin ve yetkili bir rol oynaması ön şarttır (Akay, 2009:14). Parlamentonun, egemen güç olarak savunma ve güvenlik politikalarında son sözü söyleyen kurum olması, güvenlik sektörünün sivil denetimi temel ilkelerinden biri olduğu unutulmamalıdır (Born, 2003:22). Sayıştay Denetimi Bilindiği gibi Sayıştay, TBMM’ye bağlıdır ve bütün kamu kurum ve kuruluşlarının harcamalarını denetler. Anayasa’nın 160. maddesine göre Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve 135 sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir. Sayıştay’ın kesin hükümleri hakkında, ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren on beş gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere, karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler. Bu kararlar dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamaz. Görüldüğü gibi Sayıştay’ın mali denetim organı olarak rolü çok önemli ve etkilidir. Bu şekilde her kurum, TBMM’de, kamuoyu önünde harcamalarından hesaba çekilir ve ne tür harcamalar yaptığı, bütün ülkenin bilgisine sunulur. Sayıştay denetiminin, bütün kamu kurumlarının hesap verebilirliğine katkı yaptığı gibi, iç güvenlik kurumlarına aynı seviyede katkı yaptığında kuşku yoktur. Ancak, unutulmamalıdır ki bu denetim biçimi daha çok geçmişe yönelik olup, yapılan bitmiş harcama ve faaliyetler üzerinden gerçekleşir ve çağdaş liberal demokrasilerdeki Sayıştay benzeri kuruluşların yürüttükleri verimlilik (effectiveness), tutumluluk (economy) ve etkinlik (efficiency) denetimini karşılamamaktadır. Gerçi yeterli olmasa da son yıllarda artan bir performans denetimi çabası da ortadadır (Efendi, 1995:154-161). Askerî malların denetlenmesinde radikal bir adım atılarak, 30.07.2003 tarihli ve 4963 sayılı Kanun’la, “gizli” tutulması kaydıyla, bu denetimin TBMM adına görev yapan Sayıştay tarafından yapılması öngörülmüştür. Ancak bu husus henüz Sayıştay Kanunu’na yansımamış, Ek 12’nin öngördüğü yönetmelik de, anılan hükümde sayılan kurumlar arasında mutabakat sağlanamadığı için çıkarılamamıştır. Bu değişikliği içerecek yeni Sayıştay Kanunu tasarısının hazırlıkları sürdürülmektedir (Yıldız, 2006:14). Karakaş’a göre, bu denetimin “GİZLİ” gizlilik dereceli bir yönetmelikle düzenlenecek olması, uygulamaya sokulsa bile denetimin şeffaflığına gölge düşürecektir (2009:176-178). Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Anayasa’nın 108. maddesinde düzenlenen bu kurulun görev ve işleyişini yine Anayasa şöyle düzenlemiştir: İdarenin hukuka uygunluğunun, düzenli ve verimli şekilde yürütülmesinin Cumhurbaşkanlığına bağlı ve olarak geliştirilmesinin kurulan sağlanması Devlet Denetleme amacıyla, Kurulu, 136 Cumhurbaşkanının isteği üzerine, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve sermayesinin yarısından fazlasına bu kurum ve kuruluşların katıldığı her türlü kuruluşta, kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi ve işveren meslek kuruluşlarında, kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapar. Silahlı Kuvvetler ve yargı organları, DDK’nın görev alanı dışındadır. DDK üyeleri ve üyeleri içinden Başkanı, kanunda belirlenen nitelikteki kişiler arasından, Cumhurbaşkanınca atanır. İç işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri, kanunla düzenlenir. Türkiye’de birçok idari denetim mekanizması olmasına rağmen, ilk kez 1982 Anayasasının böyle bir sistem getirmesinin en önemli amacının, tarafsız olan ama aynı zamanda yürütmenin de başı olan Cumhurbaşkanı’na olan genel güveni kullanarak, halkın sisteme olan güvenini arttırmak olduğu söylenebilir. Bu yöntemle, özellikle çok partili hayatta rastlanılan ve siyasi tarafların birbirine olan güvensizliğinin önüne geçmek de amaçlanmış olabilir. Ayrıca, sistemin hesap verebilir olmasına katkısı da unutulmamalıdır. Burada bir olumsuz durum, özellikle askeri kuruluşların istisna tutulmasıdır. Hem başkomutan, hem de yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının, kendine bağlı olan bu Kurul aracılığı ile askeri kuruluşları denetlemesi, o kuruluşlara karşı olan güveni arttırıcı olacağında kuşku yoktur. Askeri kuruluşlar istisna olunca, bundan jandarma ve sahil güvenliğin de istisna olacağında kuşku yoktur. Ayrıca, jandarma ve sahil güvenliğin askeri kuruluş nitelikleri, zaten onlar üzerindeki sivil ve idari denetimi zorlaştırdığı da ortadadır. Daha da önemlisi, askeri mevzuat gereği emniyet ve bağlı birimlerindeki bütün atamalar siyasi iktidarın doğrudan yetkisinde iken, jandarma ve sahil güvenliğin atamaları daha özerk bir sisteme bağlıdır ve sadece üst düzey komutanların atamaları hükümete bağlıdır. Diğer atamaları üst düzey bürokratlar yapmaktadır. 137 İç Denetim İç denetim; kurum faaliyetlerinin yönetim politikalarına, planlarına, programlarına ve yasalara uygunluğunu ölçerek, iç kontrol sisteminin amacına uygun işleyip işlemediğini değerlendirir. İç denetim, örgütün iç kontrol sisteminin etkinliğini değerlendirdiği için aynı zamanda bizzat kendisi iç kontrol aracıdır. Bu bağlamda ele alındığında, Türk iç güvenlik kurumlarının birçok iç denetim mekanizması söz konusudur. Hemen hemen her birimde kendi teftiş kurulları vardır. Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve diğer kolluk hizmet sunan birimlerin teftiş ve denetim hizmeti yürüten birimleri, yukarıdaki tanıma uygun iç denetimler yapmaktadır. Ayrıca İçişleri Bakanı, kendisine bağlı Teftiş Kurulunda görevli mülkiye müfettişleri aracılığıyla, kendi görev sahasındaki bütün konuları araştırmaya, incelemeye ve denetlemeye yetkilidir. Zaten bu amaçla, belli periyotlarla İçişleri Bakanlığı, bütün illeri, valilikleri, emniyet müdürlüklerini, jandarma komutanlıklarını denetler. Ayrıca, birim amirlerinin, kendi birimlerini denetlemekle yükümlü oldukları da unutulmamalıdır. Adli Denetim Adli denetimden maksat, adalet kurumları olan mahkemeler eliyle yapılan denetimdir. Anayasa’nın 125. maddesine göre, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”. Bu anayasal görev, Türk hukuk sisteminde, idare mahkemeleri ve Danıştay aracılığıyla yerine getirilir. İdare Mahkemeleri, Bölge İdare Mahkemeleri ve Danıştay aracılığıyla yürütülen bu hizmete göre, idare dediğimiz bütün kamu kurum ve kuruluşları, dolayısıyla iç güvenlik kuruluşlarının her türlü eylemi ve işlemine karşı, hukuka aykırılık iddiasıyla, suçun niteliğine göre bu mahkemelerde dava açılabilmektedir. Sonuçta, ister bu kurumların kendi personeliyle ilgili kararları, isterse vatandaşlarla ilgili kararları, hukuka aykırılık durumunda bozulabilmektedir. Her ülkede hukuk, diğer idari işlemlere göre yavaş işler ve özel bir prosedür gerektirir ama sonuçları her taraf için bağlayıcıdır. Çok başvurulmasa da, idare kendi eylem ve işlemlerinden resen de vazgeçebilir. Belki de bu bağlamda Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu ile Türkiye İnsan Hakları Kurumları daha aktif rol 138 oynayabilirler. Yani mahkemeye başvurulup sonuç alınmasını beklemeden de karar verebilirler. İdari kuruluşlar da buna uyarlarsa, kişilerin mahkemelerde daha uzun süre beklemelerini önleyebilirler. Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi, bu kuruluşlar henüz daha 2013 yılında faaliyete geçtiklerinden, kendi teamüllerini ve özgün metodlarını oluşturabilmiş değillerdir. Özetle, bu kurumların daha etkin çalışması, mahkemelerin iş yükünü azaltacaktır. Kolluk Gözetim Komisyonu veya Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması Kolluk kuvvetlerinin eylem ve işlemleri zaman zaman çeşitli gerekçelerle şikâyet veya suçlamalara konu olabilmektedir. Halktan gelen şikâyetler her ne kadar kurum personeli veya müfettişleri tarafından araştırılıp bir sonuca bağlanıyor olsa da, şikâyetin tarafları, bu kurumların bulgularını kendi personelini koruma, kollama veya taraftarlık ile itham edebilmektedir. Bu gibi suçlamalar medyaya da yansıtıldığında; hem kurumların hem de ülkenin güvenilirliğine yönelik bir takım soru işaretleri ortaya çıkartılabilmektedir. Bu durumda her taraftan yakınmalar olabilmektedir. Ancak yakınmaları en aza indirebilmek için bağımsız bir mekanizmaya ihtiyaç olduğunda şüphe yoktur. Burada, Türkiye’de kolluk kuvvetlerinin personelleri ile ilgili şikâyetlerde izlenen usulden bahsederek konuya açıklık getirmek gerekir. Her üç genel kolluk birimi de (polis teşkilatı, jandarma teşkilatı, sahil güvenlik teşkilatı) farklı şekilde şikâyet denetim sistemine sahiptir. Mevcut şikâyet sistemi çok karışık bir yapıya sahiptir. Kolluk personeli hakkındaki şikâyetler, Cumhurbaşkanlığına, TBMM Başkanlığına (İnsan Hakları İnceleme Komisyonu), Başbakanlık Türkiye İnsan Hakları Kurumuna, İçişleri Bakanlığına, Adalet Bakanlığına (Cumhuriyet Savcılığına), Jandarma Genel Komutanlığına (JIHIDEM), Emniyet Genel Müdürlüğüne, Sahil Güvenlik Komutanlığına, Valilik ve Kaymakamlıklara, İl ve İlçelerdeki Kolluk Makamlarına (Emniyet Müdürlüğü/Amirliği, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı) yapılabilmektedir. 139 Şikâyet başvuruları belirtilen makamlardan hangisine yapılırsa yapılsın, şikâyet konusu şikâyet ile ilgili işlem yapmaya yetkili otoriteye gönderilmektedir. Şikâyetle ilgili işlem yapmaya yetkili otorite, şikâyet dilekçesi kendisine geldikten sonra, şikâyet ile ilgili araştırma yaptırabilir, araştırma sonucuna göre farklı işlem tesis edebilir. Birinci olarak, şikâyet konusu işlemi araştırma sonucuna göre işlemden kaldırabilir. İkinci olarak, araştırma sonucuna göre disiplin soruşturması gerektiren bir eylemin tespiti sözkonusu ise disiplin soruşturması başlatabilir. Üçüncü olarak, ceza kovuşturması gerektirmesi durumunda ise yetkili makamlardan soruşturma izni alınabilmesi için, 4483 sayılı Memur ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanun hükmü gereğince inceleme yaptırır. Yetkili otoriteler, gerek araştırma, gerek disiplin soruşturması olsun, gerekse inceleme soruşturmasının yapılması konusunda, soruşturmacı olarak, diğer bir ifade ile muhakkik olarak, kurum içerisinden şikâyet edilen kolluk personelinin üstü konumundaki başka bir kolluk personelini görevlendirmektedir. Genel soruşturmacı uygulaması bu yönde olmasına karşın, önemli şikâyetler ve toplumda infial uyandırmış, kamuoyuna mal olmuş şikâyetler ile üst rütbeli kolluk personeli hakkında, içişleri bakanlığı, emniyet genel müdürlüğü ve jandarma genel komutanlığı teftiş kurulu bünyesindeki müfettişler tarafında soruşturmalar yürütülmektedir. Buraya kadar Türk sistemi ile ilgili olarak anlatılanlardan, bağımsız ve tarafsızlığının ciddi olarak sorgulanabilir olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Zira kolluk şikâyet mekanizmasının bağımsızlığı, en temel gereksinimlerden olup halkın bu mekanizmaya güvenmesi bir diğer temel gereksinimdir. Kolluk şikâyet mekanizmalarının yapısal bağımsızlığının esas olmasına özen gösterilmelidir. Polis ve diğer kolluk kurumlarıyla içsel veya dışsal bir bağı olan kişi veya kurum temsilcilerinin şikâyet mekanizmasında yer alması çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bazı ülkelerde olduğu gibi, kolluk şikâyet mekanizması ekonomik olarak bağımsız olabileceği gibi ve tüzel bir kişiliğe de sahip olması tercih edilebilir. Şikâyet mekanizması hızlı ve çabuk hareket edebilmeli ve karar verebilmelidir. Şikâyet mekanizmanın işleyişi açık ve şeffaf olmalıdır; mekanizmanın gizli gündemi olmamalıdır. Şikâyet mekanizmasının ulusal, bölgesel ve yerel görev alanları açıkça belirlenmelidir; yetki ve görev karmaşası yaşanmamalıdır. 140 Bu bağlamda, özellikle demokratik sistemlerde kurumların yozlaşmaya uğramadan sağlıklı işleyişini devam ettirilebilmek için birçok ilkeler yürürlüğe konulmaktadır. Bunlardan bazıları ‘açıklık’, ‘şeffaflık’ ve ‘hesap verilebilirlik’ ilkeleri sayılmaktadır. Türkiye’nin idare yapısına bakıldığında birçok alanda, yukarıda belirtilen demokratik prensiplerin uygulanamadığı, ‘gizlilik’, ‘yasal dokunulmazlık’ veya ‘hesap vermezlik’ durumları ile adaletin tam olarak gerçekleşmesine imkân tanınmadığı söylenebilir. Ancak kamu düzeninin korunması ve uluslararası demokratik gelişmişlik seviyesinin artırılması açısından, demokratik denetim yollarının Türkiye’de de yürürlüğe konulması artık bir zorunluluk olarak görülmelidir. Neden Kolluk Kuvvetlerinin Sivil ve Demokratik Denetimi? Birçok kamu kurum personeli gibi, güvenlik kuvvetleri personeli de zaman zaman yanlış veya haksız uygulamalar yaptıkları iddialarıyla, şikâyetlere konu edilebilmektedirler. Bu tür müracaat ve şikâyetler normalde, yukarıda da bahsedildiği gibi, kamu disiplin mevzuatı ve kurumsal hiyerarşi gereği, gerekli usuller takip edilerek, kurum disiplin sistemi içerisinde araştırılıp bir sonuca bağlanmaktadır. Ancak, bu tür iddiaların yerinde ve yeterince araştırılıp sonuçlandırılmış oldukları konusunda kamuoyunda ciddi kuşkular vardır. Bu şikâyet konularında verilen kararlar, çoğu zaman meslek dayanışmasının etkisinde kaldıklarından olumsuz eleştirilere konu olabilmektedir. Enformasyon teknolojilerinin çok yaygın olduğu ve yoğun olarak kullanıldığı günümüzde, artık en küçük bir olay bile mercek altına alınarak büyütülüp, çok geniş kitlelere, çok hızlı bir şekilde servis edilebilmekte ve farklı gündemler oluşturulabilmektedir. Bu gibi durumlarda, kamu vicdanının rahatlatılması ve adaletin tecelli ettirildiğine dair şüphelerin son bulması açısından, bazı modern demokratik sistemlerde, “bağımsız ve tarafsız denetim” kurumlarının oluşturulduğu görülmektedir. Bu çerçevede, Türk kolluk kuvvetlerinin, suçlama ve şikâyetlere konu olan bir takım eylem ve işlemlerinin demokratik denetim yolları ile soruşturulabilmesinin, bu kurumların hem iç kamuoyu nezdinde hem de dış dünyada yıpratıcı propagandalara malzeme olmamaları ve kamu vicdanının tatmini açısından büyük faydalar sağlayacağı şüphesizdir. Sonuçta bir bağımsız kurul oluşturulmasının, 141 Türkiye’nin demokratikleşmesine ve insan haklarına saygılı yönetim anlayışının geliştirilmesine çok önemli katkılar sağlayacağı da açıktır. Bu bağlamda burada, diğer başarılı ülke örneklerinden ve de ele alarak çözdükleri bazı örnek olaylardan bahsedilmesi, amaçlanan hususların daha uygun ifade edilme imkânına kavuşmuş olur. Şöyle ki, öncelikle bu birimin amacı şikâyetleri cezalandırmak değil, yanlışların bir daha tekrarlamamasını sağlamak olmalıdır. İngiltere’den anlatılacak birkaç örnek olay, bu birimin neler yapabileceği açısından fikir verecektir (IPCC, 2015): Birinci olayda, Northampton il emniyet müdürlüğü bölgesinde meydana gelen ve İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonuna intikal eden bir olaydır: 27 Haziran 2007 tarihinde, saat 12.30’da bir vatandaş, ambulans servisini arayarak, evinde intihar etmek istediğini bildirir. Bu ihbar üzerine eve bir ambulans gönderilir ve ambulans personeline şahıstan bir zarar gelmemesi açısından durum polise de haber verilir. Polis merkezi operatörü, ambulans görevlilerinin, polis oraya gelinceye kadar içeriye girmemelerini söyler ve bilgisayar kayıtlarına, ambulans görevlilerine yardım edilmek üzere gidilecek 1. dereceden acil olay notu düşer. Ancak, operasyon merkezindeki görevli, hasta bir şahsın ambulans görevlilerine saldırmayacağını düşündüğü için ve de kendilerince müdahale edecek daha acil olaylar olduğu gerekçesiyle, ekrana düşülen notun aciliyet derecesini 1. dereceden, 4. dereceye düşürerek, arka sıralara atar. Evin kapısında yirmi dakika kadar bekleyen ambulans görevlileri, evin içine girmek isteseler de giremeyince, polisi 12.45’de tekrar arayıp yardım isterler. Ancak, bu sefer bilgisayar programındaki bir hatadan kaynaklanan gecikmeden dolayı bu olayın tekrar 1. derecede acil sınıfına alınması gecikir ve polis olay yerine, ilk aramadan itibaren ancak bir saat onbeş dakika sonra varabilir. Polisin bir türlü olay yerine gelmediğini gören ambulans görevlileri, evin kapısını kırıp içeriye girerler. Ancak, ilk ihbar ile içeriye giriş arasında geçen bir saat içinde şahıs kendini çoktan asarak ölmüştür. Şahsın yakınlarının, durumdan şikâyetçi olmaları üzerine, olayı araştıran IPCC (Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu, The Independent Police Complaints Commission) görevlileri, olayı inceledikten sonra, Northampton polisinin suç değil ama ihmal veya yanlışlık sayılabilecek mahiyette kabahatli olduğuna karar verir. Bu 142 doğrultuda bazı personelin uyarılması, emniyet müdürlüğü bilgisayarlarındaki program hatalarının düzelttirilmesi ve haber merkezi ve operasyon merkezindeki çalışanların daha uyumlu çalışabilmeleri için bir takım ilave eğitimlere tabi tutulmalarını karara bağlar. Arıca, Northampton Emniyet Müdürlüğü’nün bu tavsiyeleri ne ölçüde hayata geçirdiğini de takibe alır (IPCC, 2008). İkinci örnek olay: Suffolk bölgesinde, 1 Eylül 2006’da, Ian Snelling isimli şahıs, sarhoş bir vaziyette, VK1 isimli dükkâna girerek alışveriş bahanesi ile hırsızlık yapmak ister, ancak dükkân sahibi olayı fark edince, şahıs dükkânın tuvaletine kaçar ve kendisini içeriye kilitler. Dükkân sahibi durumu polise haber verince, olay yerine gelen 4 polis memuru kapıyı zorla açar ve şahsı nezarethaneye götürürler. Şahsın durumu “sarhoş” olarak kayıtlara geçirilir ve her yarım saatte bir kontrol edilmek üzere hücresine konur. Nezarethanede bulunan kapalı devre video kayıtlarına göre görevliler onu her yarım saat yerine her 15 dakikada bir ziyaret ederek durumunu kontrol ederler. Ancak, şahsın saat 13.16’daki kontrolünde, durumunun iyi olmadığı ve solunum sorunları yaşadığı görülünce, hemen bir ambulans çağrılır ve ambulans görevlilerinin, şahsın solunumunu düzeltmek ve hayatta kalmasını sağlamak için gösterdikleri çabaya rağmen şahıs saat 14.16’da ölür. Bu olay üzerine yapılan otopside, şahsın alkol yanında paracetamol ve propanalol türü ilaçları da, aşırı dozda almak sureti ile kendi ölümüne sebep olduğu sonucuna ulaşılır. Ancak sebep ne olursa olsun, nezarethanelerdeki ölümler otomatik olarak IPCC’ye bildirilmek zorunda olduğu için, IPCC, konuyu araştırır. Sonuçta, şahsın yakalandığı anda aşırı sarhoş olması ve dengesiz davranışlarda bulunması nedeni ile ne onu ilk yakalayan görevliler ne de nezarethanedeki görevliler, onun aşırı ilaç aldığını bilemeyecekleri ve de normal yapmaları gereken vazifelerini yerine getirdikleri sonucuna vararak, haklarında cezai işlem yapılmasına gerek olmadığı sonucuna varır ve durumu şahsın ailesine bir mektupla da bildirir (IPCC, 2008). Ancak bundan sonra aynı mahiyette ölümlerin yaşanmaması için, nezarethanelerdeki rutin kontrollerde, şahısların daha aktif olarak ayıklık kontrollerinin yapılması ve personelin bu konuda sağlık eğitimlerinden geçirilmesi tavsiyesinde bulunarak, bu husustaki Suffolk Emniyet Müdürlüğünün uygulamalarını takibe alır. 143 Üçüncü örnek olay ise Dünya kamuoyu önünde cereyan etmiş, 22 Temmuz 2005 tarihli, Brezilyalı elektrik teknisyeni Jean Charles de Menezes’in bir intihar bombacısı olduğu zannı ile Londra Stockwell Metro istasyonunda, Metropolitan polislerince vurulması olayıdır: Bir iş için evinden çıkan Brezilyalı elektrik teknisyeni Jean Charles de Menezes, bir suikast bombacısı olduğu şüphesi ile bir Metropolitan Polis Anti-Terör Ünitesi tarafından takibe alınır ve onu Stockwell metro istasyonundaki bir metro trenine binip bir koltuğa oturduğu sırada, şahitlerin ifadesi ile üzerine atlanarak ve de hiçbir uyarı yapılmadan, doğrudan kafasına sıkılan kurşunlarla öldürülür. Bu olay Metropolitan Polisi’nce basına, “metro istasyonunda intihar eylemi yapmak için gelen bir İslamcı terörist, kahraman polislerimiz tarafından amacına ulaşamadan öldürüldü” diye de duyurulur. Ancak bu olay medyaya yansıtıldıktan kısa bir süre sonra, yapılan detaylı araştırmalarda anlaşılır ki, bu şahıs bir intihar bombacısı değil, gündelik işlerine giden, sıradan bir elektrik teknisyenidir ve de Müslüman bile değil, Katolik bir Hıristiyan’dır. Kanun gereği böyle bir olayın IPCC tarafından bağımsız olarak araştırılması durumunda kamuoyundaki imajlarının çok ciddi olarak zedeleneceğini gören Metropolitan Polis Müdürü Sör Ian Blair, İçişleri Bakanlığına bir yazı yazarak, bu öldürme olayının bir terörle mücadele operasyonu olduğunu ve IPCC tarafından araştırılmasının kendilerinin terörle mücadelesine zarar vereceği ve istihbarat kaynaklarının hayatlarını tehlikeye atacağını gerekçe göstererek, IPCC tarafından bağımsız olarak araştırılmasının engellenmesini ister. Bu arada Metropolitan Polis Müdürlüğü basına; “İslamcı terörist kılıklı eylemcinin; kafasında bir beyzbol şapka, eteklerinden kablolar sarktığı açıkça görülen bol kesimli bir pardösü ve bol kesimli bir pantolon ile geldiği metro istasyonunda, bilet turnikelerinin üzerinden atlayıp, trenlere doğru hızla yürürken, polisin şüphesini çektiği ve polislerin kendisini takip ettiği, dur ihtarında bulununca kaçmaya başladığı ve bu kovalamaca devam ederken, aniden bir metro treninin içine atladığı; bunun üzerine şüphelinin üzerindeki bombayı patlatmasına fırsat vermemek için, üzerine atlayan kahraman polislerce vurulduğuna” dair gazetelerde çarşaf çarşaf haberler ve TV programları yayınlatılır (BBC News, 2005). 144 Bu olay karşısındaki İçişleri Bakanlığının tavrı, Hindistan’da 1920 yılında yaşanan ve sadece gösteri yapan sivillere ateş açılması sonucu, yaklaşık 500 masum insanın öldürülmesi üzerine, zamanın Savunma Bakanı olan Winston Chirchill’in, olayı örtmek şöyle dursun, aksine üzerine giden ve gereğini yapan tavrını hatırlatmaktadır (Belge, 2011: 49). Sonuçta Metropolitan Polis Müdürlüğünce yapılmak istenen bütün engelleme çalışmalarına rağmen bu olay, kanun gereğince IPCC tarafından araştırılır ve ortaya çıkan durum şudur: Brezilyalı, altından kablolar sarkan bol bir palto ve pantolon değil; kısa bir kot-mont ve kot pantolon giymektedir. Ayrıca şahıs bilet turnikelerden atlamamış ve normal yolcular gibi, biletini kullanarak geçmiştir. Neticede, sıradan bir yolcu gibi kimseden kaçmadan veya kimse tarafından kovalanmadan veya uyarılmasına sebep olacak bir davranışta bulunmadan, herkes gibi, boş bulduğu bir koltuğa oturup yoluna devam etmek istemiştir. Ancak, araştırmalar ortaya çıkarmıştır ki; Brezilyalının polisçe vurularak öldürülmesine sebep olan olay kendisinden değil, polis istihbaratından kaynaklanan bir hata sonucunda oluşmuştur. Zira Metropolitan polisi, bu öldürme olayından 4 gün önce Londra metrosunu bombalayan Pakistan uyruklu teröristlerden birisinin, Brezilyalının oturduğu apartmandaki dairelerden birisinde olduğuna dair bir bilgiye ulaşır ve apartmanı gözetlemeye başlar. Charles de Menezes, Brezilyalı olması sebebi ile Pakistanlılar gibi esmer tenlidir ve polis onu evinden çıkar çıkmaz, başka bir intihar eylemi için harekete geçen bombacı terörist zannedip takibe alır ve kendilerince bir boşluğunu buldukları anda üzerine atlayıp öldürmeyi planlarlar. Çünkü intihar bombacıları, teslim olmayı pek akıllarından geçirmeyen eylemci grubundan olduklarından dolayı, hem polis hem de halk için çok tehlikelidirler. Bu sebeple Brezilyalıyı takibe alan polisler, onda aradıkları boş bir anı ancak, onun metroya binip bir koltuğa oturduğu anda yakalayabilirler ve kendisine hiçbir uyarıda bulunmadan hemen harekete geçerler. Onların Charles de Menezes’i öldürmeden önce hiçbir uyarıda bulunmamalarının sebebi de, kendisine her hangi bir uyarıda bulundukları takdirde, onun da diğer intihar bombacıları gibi davranıp, yakalanacağını anladığı anda üzerlerindeki bombayı patlatıp, hem kendisini, hem polisleri, hem de etraftaki halkı öldürebileceğine dair kaygılarıdır (IPCC, 2007). Sonuçta IPCC’nin çalışmaları sayesinde bu gerçekler ortaya çıkartılmış, ilgililer mahkemeye verilmiş ve İngiltere’de bu tür olayların bir daha meydana 145 gelmemesi için Metropolitan Polis Müdürlüğüne ve bütün diğer polis birimlerine bir takım tavsiyelerde bulunulmuş ve yürürlüğe konulmaları sağlanmıştır (IPCC, 2007). İngiltere’den alınan bu üç örnek olay, ayrı ayrı değerlendirildiğinde, olayın taraflarının ve kamu vicdanının rahatlatılması açısından IPCC’nin ne kadar değerli hizmetler verdiği ve de güvenlik kuvvetlerince yapılan hata, eksiklik ve aksaklıkların ortaya çıkarılması; hatalı personel olur ise cezalandırılmaları ve de aynı türden olayların bir daha tekrar etmemesi için yapılacak iyileştirmeler hususlarındaki gayretlerinin, kolluk birimleri üzerindeki faydaları anlaşılabilmektedir. Denilebilir ki, eğer Charles de Menezes olayı IPCC’ce araştırılmamış olsa idi; belki de doğrular asla ortaya çıkamayacak; belki de İngiliz ve dünya kamuoyu Brezilyalı elektrikçi Hıristiyan-Katolik Charles de Menezes’i, gerçekten terörist bir eylem yapmak üzere iken öldürülen bir intihar bombacısı ve de onu yanlışlıkla öldüren polisleri de halklarının güvenliği için canlarını tehlikeye atan kahramanlar olarak bilmeye devam edeceklerdi. Ayrıca, IPCC’nin soruşturmaları sayesinde Metropolitan polisi ve bütün İngiliz polisleri bundan sonra yapacakları operasyonlar konusunda çok daha dikkatli olmak ve operasyonel yöntemlerinde değişiklik yapmak zorunda kalmışlardır. Her ne kadar ölüler kendilerini savunamasalar da IPCC sayesinde gerçeklerin ortaya çakması, İngiliz polislerini operasyonları esnasında birilerini vururken iki kez düşünmeye zorlayacaktır. Çünkü IPCC sayesinde halk daha uyanık hale gelmiştir (Davies&CroallTyrer, 2010: 173). Bu üç örnek olayın benzerlerinin Türkiye’de de her gün yaşandığına şahit olunmaktadır. Ancak Türk kolluk kuvvetlerinin tavrı da, bu olayların çözülmesi ve sorumluların cezalandırılarak bir daha benzeri olayların olmamasından ziyade, Londra İl Emniyet Müdürlüğüne benzediği söylenebilir. Burada sayısız örnek sıralamak mümkündür. Yukarıda da kısmen bahsedildiği gibi, kolluk kurumunun alt kültürü, hemen hemen her meslekte olduğu gibi, arkadaşını, meslektaşını, her halükarda koruma anlayışını gerektirmektedir. Zira bugün o arkadaşının başına gelen olay veya yaptığı o hatayı, bir başka gün kendisi de yapabilecek olan bir kolluk mensubu, gerçeklerin ortaya çıkması konusunda isteksiz olması gayet doğaldır. Bunun yanında, Türk Yönetim geleneğinden gelen, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışını da hatırlamak gerekir. Birçok konu, hukuka intikal ettirilmeden, kurum 146 içinde, kendi aralarında halledilmektedir. Bu durum, kısa vadede kurum çalışanlarının menfaatine olsa da, uzun vadede hiç de öyle olmamaktadır. Özellikle bilişim teknolojisinin geldiği seviye de dikkate alındığında, hiçbir gerçek uzun süre gizli kalmadığından, hem kurumlar hem de kişiler yıpranmaktadır. Önemli bir husus da; kolluk birimleri, diğer kamu örgütlerinden farklıdırlar ve yüklendikleri görev dolayısıyla farklı ve üstün yetkilere sahiptirler. Bu da onları, diğerlerine göre daha hassas bir konuma koymaktadır (Çevik&Göksu&Filiz&Gül, 2010:125) Bu bağlamda, yaşayan sistemler olan ve çevrelerindeki değişim ve gelişmelere duyarlı olan devlet denilen mekanizmalar, gerekli önlemleri yavaş da olsa almak zorunda kalıyorlar. Türkiye devleti de son yıllarda, kamu yönetimi alanında dünyada meydana gelen bu ve benzeri gelişmelerden etkilenmektedir ve kendi sistemi doğrultusunda önlemlerini almaktadır. Bu kapsamda, kolluk hizmetlerinin yürütülmesinden sorumlu bakanlık olan İçişleri Bakanlığı bir çalışma başlatarak, önemli bir projeyi yürütmüştür. Bu çerçevede, TBMM Başkanlığına, Bakanlar Kurulu tarafından bir Kanun Tasarısı sunulmuştur. Kanun Tasarısının adı, “Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısıdır.” Teklif ilgili Meclis komisyonlarında ele alınarak Meclis Genel Kurulunun gündemine sunulmuştur (TBMM, 2014). Tasarı ile İçişleri Bakanlığı Müsteşarının başkanlığında Kolluk Gözetim Komisyonu oluşturulması öngörülmekte; bir taraftan kamuoyunun ve kolluk teşkilatı personelinin kolluk şikâyet sistemine güven duygusunun daha üst seviyelere taşınması hedeflenmekte, bir taraftan da kolluk görevlileri hakkında yapılan şikâyetlere ilişkin kayıt ve soruşturma sistemlerinin mevcut yasal altyapısının Avrupa Birliği standartlarına ulaştırılması amaçlanmaktadır. Avrupa Birliği üyeliğine adaylık süreci ve katılım müzakereleri çerçevesinde, kolluk gözetim komisyonu kurulması gereği, Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporlarında ve Katılım Ortaklığı Belgelerinde yer almıştır. Türkiye’de bağımsız bir kolluk gözetim komisyonu kurulması hususu 2008 Katılım Ortaklığı Belgesinde kısa vadeli öncelikler arasında sayılmış ve Türkiye 2007 İlerleme Raporunda “Türkiye’nin güvenlik güçleri tarafından insan hakları ihlalleri yapıldığına dair iddiaları daha kapsamlı bir şekilde incelemesi gerektiği” belirtilmiş, 147 2010 İlerleme Raporunda da, Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı’nın TBMM’ye sunulmuş olması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. 2008 yılı Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı’nda ise işkencenin ve kötü muamelenin önlenmesi, kolluk birimlerinin daha etkin, verimli ve hesap verebilir bir şekilde çalışmasını teminen, ilgili kurumlar tarafından adli, idari ve kurumsal tedbirler alınması öngörülmüştür. Gene kolluk gözetim komisyonu kurulmasına ilişkin kanun tasarısının hazırlanması hususu, Türkiye’nin Katılım Süreci için AB Stratejisi 2010-2011 Eylem Planı’nda da yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde yer alan “yaşam hakkı” ve 3. maddesinde yer alan “işkence ve kötü muamele yasağı” ile ilgili olarak açılan davaların bazılarında, Türkiye aleyhine karar verilmesinin temel gerekçesi olarak, yapılan şikâyetlerin incelenmesinin ve araştırılmasının bağımsız merciler tarafından yapılmıyor oluşunu göstermiştir. Kanun Tasarısının genel gerekçelerine bakıldığında görülecektir ki (TBMM, 2014); 3152 sayılı “İçişleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun”un 2. maddesi uyarınca, Bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle, İçişleri Bakanlığı, ülkenin iç güvenliğini ve Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlamaktadır. Bakanlık bu görevlerini kendisine bağlı kuruluşlar olan Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı eliyle yerine getirmektedir. Kolluk, kamu düzenini sağlamaya yönelik bir kamu hizmeti faaliyetidir. Polis, Jandarma ve Sahil Güvenlik mensuplarına durdurma, önlem araması ve silah kullanma gibi yetkiler başta olmak üzere, diğer kamu görevlilerinde bulunmayan bir takım yetkiler tanınmıştır. Özellikle zor ve silah kullanma yetkilerinin ölçülülük ilkesi dâhilinde kullanılması büyük önem arz etmektedir. Bu yetkiler kullanılırken yasal sınırın dışına çıkılması, insan hakları ihlallerine sebep olabilmektedir. Bu tür durumlarda, öldürme, yaralama, işkence gibi fiillerin vuku bulduğuna dair şikâyetler gelebilmekte ve bu tür ihlaller yazılı ve görsel basında da yer alabilmektedir. Vatandaşın kolluğa duyduğu güvenin zedelenmemesi için bu tip suçlar teftiş kurullarınca soruşturulmaktadır. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, Türkiye’de bu tür insan hakları ihlallerinde yapılan soruşturmaların ve önlemlerin yetersiz olduğu belirtilmektedir. 148 Tasarı ile bir yandan kamuoyunun ve kolluk personelinin kolluk şikâyet sistemine olan güveninin yükseltilmesi, bir yandan da kolluk şikâyet sisteminin Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirilmesi hedeflenmektedir. Tasarı ile kolluk hakkında yapılan şikâyetlerin, gene kolluk personelince soruşturulmasının önüne geçilmekte, soruşturma yetkisinin Bakanlığın teftiş kuruluna bırakılması sağlanmaktadır. Kurulacak Komisyon, üst düzey kamu görevlilerinden, üniversite öğretim üyelerinden ve serbest avukatlardan oluşacaktır. Soruşturmalar mülkiye müfettişleri marifetiyle yapılacaktır. Dahası, 2003 yılında Hükümet tarafından, Türkiye’deki reformların etkin şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla kurulan Reform İzleme Grubu’nun 16 Mart 2012 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen 25. toplantısının basın bildirisinde belirtildiği gibi, “insan haklarının güçlendirilmesi ve insan hakları konusuna bütüncül bir yaklaşımı devlet düzenimize yerleştirmek” amacıyla bu Tasarı hazırlanmış; Avrupa Birliği müktesebatı incelendiğinde, konuya ilişkin olarak ortak bir Avrupa Birliği düzenlemesi olmadığını, konu en iyi ülke uygulamaları temelinde ve Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin koyduğu ilkeler ışığında incelenmiştir. Yasa Tasarısı oluşturulurken ayrıca, Türkiye-AB Mali İşbirliği 2005 programlaması çerçevesinde İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülen “Türk Ulusal Polisi ve Jandarması için Bağımsız Kolluk Şikâyet Komisyonu” başlıklı projenin çıktılarından da faydalanılmıştır (TBMM, 2014). Türkiye İçin Önerilen Kolluk Gözetim Komisyonu ve Değerlendirilmesi Yukarıda da kısaca temas edildiği gibi, Bakanlar Kurulu tasarısı olarak TBMM’ne gönderilen metne bakıldığında, oluşturulan Kolluk Gözetim Komisyonu’nun kolluk birimlerinden bağımsız olarak oluşturulduğunu söylemek mümkündür. Tasarıya göre Komisyonun başkanı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarıdır. Üyeleri ise Bakanlık I. Hukuk Müşaviri, Teftiş Kurulu Başkanı ile Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü, üniversite öğretim üyeleri arasından gösterilen adaylar arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir ceza hukukçusu ile yine adalet Bakanının göstereceği adaylar arasından, Bakanlar Kurulunca seçilecek bir avukattan oluşuyor. Üyeliğin süresi dört yıl, yeniden seçilmek de mümkündür. Seçilenler, görev süresince görevden alınamazlar. 149 Komisyon üyeleri soruşturmaları bizzat yapmayacak, bu işler İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulunca, sadece bu konularda yetiştirilmiş ve uzmanlaşmış mülkiye müfettişlerince yapılacaktır. Komisyonun görevlerine baktığımızda, kolluk birimleri personeline ceza uygulamaktan daha çok gözetim, denetim ve yol göstericilik olduğunu söylemek mümkündür. Her şeyden önce, mevcut sisteme göre önerilen sistemin çok daha bağımsız olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca, ciddi soruşturmaların kolluk birimleri yerine mülkiye müfettişlerince soruşturulacak olması da oldukça olumlu bir adım olarak kabul edilebilir. Ancak bazı hususlara şüphe ile yaklaşmakta da fayda var. Şöyle ki: a-Komisyonun başkanı, bakanlığın en üst bürokratı olan müsteşardır ve dolayısıyla bakanlığın en meşgul kişisidir. Onca işinin arasında, bu kadar önemli bir konuya yeterince vakit ayıramayacağını tahmin etmek mümkündür. Bunun yerine, sadece işi bu olan bir başkan düşünülebilirdi. Burada, Komisyonun alacağı kararların uygulanabilirliğine ve kabul edilebilirliğine katkısı olmasının amaçlandığını tahmin etmek mümkündür. b-Daha sonraki bölümde anlatılacağı gibi, İngiltere&Galler Bağımsız Polis Şikayetleri Komisyonu üyelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de üyelikler tam zamanlı olabilir. Zira herkesin de bildiği gibi, öngörülen üyelik sisteminde üyeler sadece toplantılara katılmakla yetinerek, raportörlerin verdiği bilgilerle yetinecek, diğer zamanlarda asli işleriyle uğraşmak zorunda kalacaklardır ve de kolluk gözetim sistemine yeterince katkıda bulunamayacaklardır. Hâlbuki bunun yerine, özellikle adliyeden, mülkiyeden veya kolluk birimlerinden emekli olmuş ve altmış beş yaşını doldurduğu için bir daha memurluğa atanamayacak ve bu konulara da ilgili, üç beş akil kişi bulunup, Komisyonda sürekli çalıştırılabilse daha isabetli olabilirdi. Zira bu kişilerin yol göstericiliği sayesinde nice yanlışların önü kesileceği için, bunlara verilen az miktardaki ücretlerin kat kat karşılığı alınmış olacaktır. 150 c-Komisyonun ve çalışma sisteminin büyük oranda İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulması da ayrı sıkıntılara sebebiyet verebilecektir. Bir kere herkesin bildiği gibi, mülkiye müfettişleri, görevlerini en iyi şekilde yapmayı amaçlamanın yanında, en kısa zamanda da bir ile “vali” olmayı da amaçlamaktadırlar. Hâlbuki soruşturacakları kişi ve birimler de onları vali olarak önerecek “Bakan” tarafından atanmakta ve yönetilmektedir. Onlara karşı isnat edilecek her kusur aynı zamanda “Bakan”a da atfedilmiş olacaktır. Bu durumda, hele bir de Türkiye’nin çok partili hayatın başından beri aşırı politize olmuş yapısı da dikkate alınırsa, mülkiye müfettişlerinin, bakanla çelişmeleri ve sonuçta vali olma ihtimallerini azaltmaları sözkonusu olacaktır. Bunu bildikleri için de “tarafsız” olma konusunda isteksiz davranacaklarında kuşku yoktur. Burada anlatılanlar ışığında, mevcut Tasarı henüz TBMM’nde tasarı şeklinde olduğundan değiştirilmesi için vakit olduğu anlamına gelmektedir. Burada önerilebilecek hususlar, kurulacak bu birimin bağımsız ve tarafsız bir yapıya sahip olmasıdır. Soruşturmacıların, soruşturmaları etkin bir şekilde yürütebilmesi ve soruşturmaların topluma güven verebilmesi ancak oluşturulacak bağımsızlık ve tarafsızlıkla sağlanabilir. Kurulacak sistemde diğer önemli bir husus ise şikâyetler konusunda sistemin hem şikâyet edenler hem de şikâyet edilenler açısından adil olmasıdır. Sistemin, sürece dâhil olan herkes tarafından tam olarak anlaşılabilmesi için, sistem net bir şekilde açıklanmalı ve anlatılmalıdır. Şikâyet sistemine başvurunun ve erişiminin kolay, basit olması ve tüm vatandaşlar tarafından serbest bir şekilde başvurunun yapılabilmesi sistemin temel ilkelerinden olmalıdır. Şikâyet sisteminin, gerek toplum tarafından gerekse kolluk personeli tarafından açıkça anlaşılabilmesi için şeffaflık ve açıklığın sağlanması gerekir. Oluşturulacak yapı, farklılığa ve çeşitliliğe önem vermelidir. Sistemin yapmış olduğu iş ve işlemlerden dolayı hesap verebilir olması gerekir. Bir önemli husus da, kurulacak bu birim, sadece polis, jandarma ve sahil güvenlik gibi genel kolluk birimlerini değil, yapılan işin hassasiyetine binaen, İngiltere&Galler örneğinde olduğu gibi, bütün kolluk birimlerini kapsamalıdır. Özetle, tam da yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, yeni kurulacak şikâyet sistemi, mevcut olan bir kurum içerisinde ek görev, yetkiler ve sorumluluklar 151 verilerek değil, son yıllarda oluşturulan bağımsız kurullar gibi, tamamen yeni bir kurum olarak oluşturulmalıdır. Oluşturulacak bu kuruma/kurula yapılacak yasal değişikliklerden sonra, görevini yerine etkili olarak getirebilmek için yeni görev, yetki ve sorumluluklar verilmelidir. Kurumun karar ve yürütme organı tabi üyelerden ve atanmış üyelerden oluşan her biri kendi alanında otorite sahibi kendi alanında kendini ispatlamış, kolluk personeli olarak çalışma geçmişi olan veya olmayan ehliyetli ve liyakatli kişilerden oluşan üyelerin oluşturduğu bir kurul tarafından gerçekleştirilmelidir. Başka ülkelere bakarak, ille de kolluk geçmişi olan birileri olmasın demenin ülke şartlarına çok uygun olmadığı da söylenebilir. Bunlar çoğunlukta olmamalıdırlar ama adaletli, dürüst, tarafsız kalabilecek birkaç emekli kolluk mensubunun burada olmasının, sistemin kolluk birimlerince benimsenmesini kolaylaştıracak bir işlev de göreceği unutulmamalıdır. Soruşturmaları, Kurul tarafından atanan soruşturma tecrübesine sahip bağımsız soruşturmacılar yapmalıdır. Oluşturulacak sistem, ciddi şikâyetlerin soruşturulması yanında, kolluk personeli ile ilgili tüm şikâyetleri kayıt altına alma ve alınan bu kayıtlardan yıllık raporlar hazırlama gibi görevler de ifa edebilir. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, 1999 yılında 50 vakayı incelemiş ve polisin karıştığı ölüm ya da kötü muamele iddialarıyla ilgili soruşturmaların genellikle yüzeysel ve yetersiz olduğu, soruşturmalarda kanıt ya da tanık aranmadığı, kusurlu adli ve tıbbi incelemelerin söz konusu olduğu ve anlamlı bir soruşturma yürütmede isteksizlik olduğu kararına varmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu durumun halen devam ettiğini, söz konusu raporda örnek vakalarla tespit etmiştir. Bu tespite göre, bugün de hâlâ savcılar birçok vakada iddialara konu olan memurları sorgulamamakta ve ifadelerini almamakta, gözaltı kayıtlarındaki çelişkileri araştırmamakta, görgü tanığı veya olay yeri adli inceleme delilleri gibi kanıtların peşine düşmemekte, mağdur veya tanıkların ifadelerine geç başvurmakta, görünür kötü muamele izlerini ya da şikâyetleri dikkate almamakta; sıklıkla polis ile ilgili soruşturma yürütmek yerine olayın mağdurlarına karşı TCK’nın 265. maddesine istinaden “kamu görevlisine mukavemetten” kovuşturma başlatmakta; gözaltına alınanların yeterli uzmanlığı olmayan sağlık görevlilerince muayene edilmesini mesele etmemekte, yetersiz adli tıp incelemeleri üzerine gitmemekte; tüm kanıtlar elde edilmeden kovuşturma ya da görevsizlik kararı vermektedirler (Berksoy, 2013: 47). 152 Sonuç olarak, oluşturulacak bu birim ister kurul, ister komisyon olsun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına dayanarak, kolluk denetimi yapan benzer komisyonların sahip olması gereken beş temel ilkeye uygun olmalıdır (TBMM, 2014): Soruşturmayı yürütenler ile hakkında şikâyet bulunanlar arasında kurumsal yahut hiyerarşik bir bağ bulunmaması gerekir (Bağımsızlık İlkesi); Soruşturmanın yeterli delil toplama kapasitesi olması (Yeterlilik İlkesi); Soruşturmanın hukuk devletine güveni sağlayacak şekilde hızlı gerçekleştirilmesi (Sürat İlkesi); Usuller ve karar alma sürecinin şeffaflığı (Şeffaflık İlkesi) ve Şikâyette bulunanın da sürece dâhil edilmesidir. 2.2.2.10. Türkiye’de Siber Güvenlik Türkiye’de siber güvenliğin sağlanması, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın görev ve sorumluluğundadır. Siber güvenlik konusu çok yeni bir konu olduğundan, yeterince çalışılmadığını söylemek mümkündür. İç güvenliği de, hem doğrudan hem de dolaylı olarak yakından ilgilendirdiğinde kuşku yoktur. Zira günümüzde neredeyse bütün kamu örgütleri, mobil telefonlar, kurumsal web sayfaları, her türlü resmi yazışmaların yapılması ve arşivlenmesi açısından siber güvenliğe ileri derecede muhtaç durumdadır. Ayrıca, iç güvenliğin sağlanmasının çok özel önem arz ettiği, depremler veya büyük seller gibi doğal afetler, ya da büyük terör saldırıları durumunda, alınacak tedbirler, zanlıların yakalanması ve delillerin toplanabilmesi açısından da siber güvenlik büyük önem arz eder. Hatırlanacağı gibi, Türkiye’de 1999 yılında Marmara Bölgesinde meydana gelen büyük deprem esnasında hem GSM operatörleri, hem de telsizler bir müddet hizmet dışı kalması dolayısıyla, felaketin etkilerinin daha da büyümesine, alınacak önlemlerin ve kurtarma çalışmalarının gecikmesine sebebiyet vermiştir. Bu ve benzeri gerekçeleri göz önünde bulunduran Türkiye hükümeti, 20 Ekim 2012 tarihinde bir Bakanlar Kurulu kararı yayınlayarak, bu sahadaki gerekli düzenlemeleri yaptı (RESMİ GAZETE, 20.10.2012). Bu kararın amacı, kamu kurum ve kuruluşlarınca bilgi teknolojileri üzerinden sağlanan her türlü hizmet, işlem ve veri ile bunların sunumunda yer alan sistemlerin güvenliğinin sağlanmasına ve gizliliğinin korunmasına yönelik tedbirlerin alınması ile bilgi ve iletişim 153 teknolojilerine ilişkin kritik altyapıların işletiminde yer alacak gerçek ve tüzel kişilerce uyulacak usul ve esasları belirlemektir. Bu kararla birlikte, siber güvenlikle ilgili olarak alınacak önlemleri belirlemek, hazırlanan plan, program, rapor, usul, esas ve standartları onaylamak ve bunların uygulanmasını ve koordinasyonunu sağlamak amacıyla; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanının başkanlığında Dışişleri, İçişleri, Milli Savunma, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlıkları müsteşarları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Genelkurmay Başkanlığı Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanı, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanı, Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanı, Telekomünikasyon İletişim Başkanı ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanınca (UDHB) belirlenecek bakanlık ve kamu kurumlarının üst düzey yöneticilerinden oluşan Siber Güvenlik Kurulu kurulmuştur. Hem bu kurulun hem de siber güvenlikle ilgili iş ve işlemlerin yürütülmesi ile ilgili olarak Bakanlık bir tebliğ yayınlamıştır. Bu tebliğe göre (UDHB, 2014), Siber Olaylara Müdahale Ekipleri (SOME) kurulacak, bu ekipler de belirlenen prensipler ışığında çalışmalarını yürüteceklerdir. Diğer resmi kurumlar, kendi bünyelerinde SOME kurabilirler. Bu durumda, kurumsal SOME’lerin kuruluşunun eşgüdümü Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yürütülür. Siber güvenlikle ilgili diğer önemli aktör ise Milli İstihbarat Teşkilatı’dır. Buna göre, 17 Nisan 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 6532 sayılı kanun ile MİT kanununda ciddi değişiklikler olmuştur. Özellikle MİT’e yeni görev ve yetkiler de verilmiştir ki, bunlardan siber güvenliği ilgilendireni; “dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak”tır. Siber güvenlik, birçok yönü olan, yeni bir güvenlik alanı olduğundan, kolluk birimleri açısından önemi açısından henüz net bir değerlendirme yapmak mümkün 154 gözükmemektedir. Özellikle polis ve jandarma, kendi görev sahalarında gerekli tedbirleri ve yasal önlemleri almak için çalışmalar yaptıkları görülmektedir. Bu ikinci bölümün sonunda, bütün anlatılanlar ışığında özetlemek gerekirse; ikinci bölüm göstermiştir ki, Türk devlet geleneği, halka ve sivil topluma karşılık “güçlü devlet” geleneğine sahip devletlerden olup, her daim resmi bir ideolojisi olmuştur. Türk bürokrasisi ise bütün sivilleştirme çabalarına rağmen hala daha temelde militarist bir bürokrasidir. Bunun iki temel sebebi; bürokrasinin, Osmanlıdan beri, modernleşmesini askeri bürokrasi öncülüğünde bürokrasinin Cumhuriyet döneminde, darbeler yürütmesi ve askeri ülkeyi yoluyla doğrudan yönetmesidir. Bürokrasinin diğer temel özellikleri, merkeziyetçi, güçlü ve imparatorluk geleneklerine de sahip, elitist bir karakter çizmesidir. Bu devlet ve bürokrasi gelenekleri ve özellikleri ile oluşan Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Bakanlar Kurulu, Başbakan, Milli Savunma Bakanlığı (MSB), İçişleri Bakanlığı ve bunlara bağlı faaliyet gösteren başta MGK, TSK, EGM, JGK, SGK ve MİT ile mülki idare amirleri en önemli Türk iç güvenlik bürokrasisi aktörleridirler. Bunların yanında Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü, Orman Genel Müdürlüğü (OGM), Belediye Zabıtası, Adalet Kurumları, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) gibi kişi, kurul ve kuruluşlar ve onlara bağlı birimler de, diğer görevlerinin yanında, iç güvenlikte önemli görev ve yetkileri olan birimlerdir. Türk kolluk görevlileri, yasal haklar ve yasaklar bağlamında değerlendirildiğinde ve Türk İç Güvenlik Aktörlerinin Sivil Denetim ve Gözetimi geniş bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, diğer bir deyişle, bu birimlerin görev ve yetkilerinin değerlendirilmesinden anlaşılacağı gibi Türkiye, çağdaş her demokratik ülkede olması gereken bütün kurumların neredeyse tamamına sahiptir ve işleyen bir sistemi vardır. Sistemini yenilemeye ve geliştirmeye de istekli olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Çünkü Türkiye demokratik bir devletin gerektirdiği kurumları kurmuş ve faaliyete de geçirmiştir. Zira Türkiye, çok partili siyasal bir sisteme, demokratik seçim sistemine ve Avrupa Birliği mevzuatına uyum gösterebilecek bir yönetim sistemine sahiptir. 155 İşte bundan dolayı Türkiye, gerek tarihi mirası, gerekse temel hak ve özgürlüklere verdiği güvence ve demokratik kurumlarıyla, önemli bir mesafe almıştır. Bunu yaparken de bütün bürokratik kurumları buna uyum sağlamak durumunda kalmışlardır. Gelinen bu aşamada Türkiye’nin ve ürettiği kurumlarının, demokrasiden başka bir alternatifi de yoktur. Bütün bu gelişmeler, Türkiye'nin yönetim tarihi de göz önünde bulundurularak genel bir değerlendirme yapılacak olursa, kolluk birimleri de dâhil olmak üzere, bütün bürokratik yapılanmaların, diğer örgüt yapılanmaları gibi bir gelişim seyri içerisinde olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Bu gelişim sürecinin halen devam etmekte olduğu, yaşanan son gelişmelerle birlikte kendini göstermektedir. 156 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İNGİLTERE-GALLER’DE İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ Bu bölümde, önceki bölümle paralel olarak İngiliz Kamu bürokrasisi ele alınarak, İngiliz devlet geleneği ve özellikleri ile bürokrasisinin genel özelliklerine temas edilmiş, ardından, İngiltere-Galler iç güvenlik bürokrasisi aktörleri; tarihsel gelişim süreçleri, teşkilatlanmaları, iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetkileri açısından ele alınıp değerlendirilmiştir. 3.1. İNGİLTERE-GALLER’DE BÜROKRASİ Bu bölümde, Birleşik Krallık ve ona bağlı alt devletler mahiyetinde olan İngiltereGaller ile ilgili gerekli bazı bilgiler verilerek, İngiltere kamu bürokrasisine kısaca temas edilecektir. Çünkü her ülkenin iç güvenlik bürokrasisi, diğer bürokratik kurumlarda olduğu gibi, o ülkenin özel şartlarında geliştiğinden, bu özellikleri göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. 2014 ortalarında nüfusu tahminen yaklaşık 64 milyondur (ONS, 2014). Zaman zaman iç karışıklıklar ve iç savaşlar yaşamış olsa da, 1066’da Normanlar’ın adayı fethi (Toynbee, 1976:440) sonrası bir dış istila, işgal ve hatta bir işgal teşebbüsü bile yaşamamış ve doğal bir ada olan Britanya ve onun üzerinde kurulmuştur. Belge’nin de dediği gibi, bir kere ada olduğu için doğal olarak koruma altındadır ve bunun sonucu olarak da çok büyük bir ordu beslemek zorunda değildir (2011:30). Bunun çok büyük avantajları olduğunda kuşku yoktur: Bir kere, ülkenin ekonomik kaynakları, verimsiz bir saha olan silahlanmaya ve büyük bir ordu besleme yerine, daha verimli sahalara, büyük altyapı yatırımlarına, ticarete vb sahalara doğal olarak yönelmiştir. Bir diğer çok önemli fayda ise, ortada çok büyük ve her yerde örgütlenmiş bir “ordu” olmayınca, ülke yönetim geleneği, ordu ve dolayısıyla asker müdahalesi olmadan, adeta tamamen sivil güçlerin eliyle şekillendi. Bunun sonucunda da, özellikle Türkiye ile kıyaslandığında çok daha sivil bir devlet idaresi ortaya çıktı (Belge, 2011:27-50). BK, etnik ve dini açıdan çoklu bir toplumdur. Tarihten gelen ana ırklar başta İngilizler, İskoçlar, Galliler ve İrlandalılar iken, özellikle sömürgelerden sonra 157 onlarca ayrı ırk ve dinden insan barındırmaktadır. Etnik grupların başında Pakistanlılar, Hindistanlılar, Bengaller ve diğer ırklar gelirken, din olarak da büyük bir çoğunluk İngiliz Anglikan Kilisesi’ne mensupken, ülkede Katolik, Protestan, Metodist gibi Hıristiyanlık mezheplerine mensuplar da vardır. Ayrıca Müslümanlar ve Sikh’ler de önemli bir yekûn teşkil eder (ONS, 2014). Hemen hatırlanmalıdır ki, Avrupa’da ilk ve tek milli kilise İngilizlere aittir ve Sekizinci Henry ve ondan sonra gelen üç Kral veya Kraliçe tarafından kurulmuştur (Davies, 1998:545). Dört alt devletten meydana gelir: Büyük Britanya adasında yeralan, İngiltere, İskoçya ve Galler ile İrlanda Adası'nda yeralan Kuzey İrlanda (TurpinveTomkins, 2011:210). Krallık'a ait, Wight Adası, Lundy, Scilly Adaları, Anglesey ve Hebrid Adaları, Orkney Adaları ve Shetland Adaları gibi irili ufaklı birçok ada vardır ki, bunların bir kısmında, BK idari sisteminden farklı sistemler uygulanmaktadır (Boylan-Kemp, 2011:3-4). İskoçya ve Kuzey İrlanda’da uygulanan hukuk düzenleri, hem tarihi, hem de siyasal açılardan oldukça farklılık gösterirler. Çünkü İskoçya Birleşik Krallığa 1707 yılında, İrlanda ise 1800’lerin başında katılmıştı (Turpin ve Tomkins, 2011:222). Bu sebeple, bu çalışmada, daha çok, aynı sisteme sahip olan ve 1536’dan beri aralarında birleşme anlaşması olan ve BK ülkesinin, nüfus ve coğrafya olarak büyük bir kısmına hâkim olan İngiltere-Galler yönetim yapıları esas alınacaktır (Moran, 2005:474; Turpin ve Tomkins, 2011:245). Bununla beraber, Türkiye’deki kullanımın da etkisiyle, zaman zaman Birleşik Krallık (BK), İngiltere veya Britanya isimleri aynı anlamda kullanılacaktır. İngiltere ve Galler sistemleri ve yönetim yapıları birbirine çok yakındır ve hemen hemen aynı hukuk sistemine tabidirler ki, bu sistemin adı aslında İngiliz sistemidir (Peele, 2004:1-16). Zira her ne kadar birleşme anlaşması 1536 yılında imzalanmış olsa da, Galler ondan önce de İngiltere’nin yönetim ve hâkimiyeti altında idi. O anlaşma, fiili duruma hukukilik kazandırmıştı. Buna karşın, 1707 yılında İskoçya, Edinburgh’da bulunan kendi parlamentosunu feshederek, İngiltere ile birleşme anlaşmasını imzalamış ve her dönem Londra’daki Parlamentoya üye göndermeyi kabul etmiştir. Aynı şekilde İrlanda da, 1800 yılında Dublin'deki parlâmentoyu ilga ederek (Turpin ve Tomkins, 2011:253), Londra’daki 158 Parlamentoya katılmış olduğundan, farklı hukuki altyapıya ve statüye sahiptirler. Bu farklılıkta, 1997 yılında çıkarılan ve İskoçya ile Kuzey İrlanda’ya geniş bir özerklik tanıyan ve BK hukuk sistemi içinde, anayasal değişiklikler içeren Özerklik Kanunu’nun (Devolution Act) da önemli rolü vardır (Peele, 2004:1; Boylan-Kemp, 2011: 4). Bu kanunla Galler’e de kısmi özerklik verilmiştir ve orada da yasama görevi yapacak bir Meclis kurulmuştur ama bu daha çok yönetmelik mahiyetinde yasama işlevidir. Buna karşın İskoçya ve Kuzey İrlanda, savunma ve ekonomi konuları hariç, kendi iç hukuki düzenlemelerini yapma, yani kendi yasal düzenlemelerini yapma haklarına kavuşmuşlardır ve daha da önemlisi, bu iki ülke, bu kanunla birlikte, Londra’dan ayrı hükümetlere ve ayrı ayrı yönetim yapılarına kavuşmuşlardır (Peele, 2004:61-64). Buna karşın İngiltere ve Galler, Birleşme Anlaşmasının imzalandığı 1536’dan önce ve sonra, çok sıkı bir ilişki içinde olduklarından, büyük oranda ortak bir sistem kurmuşlardır ve eğitimden sağlığa, kilise yönetiminden polis yönetimine, bu iki ülkede aynı hukuk ve idare sistemi uygulanmaktadır ve iki ülkenin resmi dilleri de, hem Galce hem de İngilizce’dir (Moran, 2005:474; Boylan-Kemp, 2011:4). Britanya adasında iç barış sağlanınca, özellikle 1707 yılında İskoçya ile yapılan Birleşme Antlaşması ile BK’ın bir Dünya gücü olma yolunda hızlı adımlarla ilerlediği görülmektedir (Ross, 2007:221-253). Bir Dünya gücü olmak için tabii ki büyük bir silahlı güce ve bunu besleyecek büyük bir ekonomiye ihtiyaç vardır. Özellikle de deniz aşırı kıtalarda sömürgeler ve koloniler kurduğu için buna daha da çok ihtiyacı vardı. İçerdeki tehditleri bertaraf etmenin de avantajıyla, ticarete yöneldiklerini ve kısa zamanda Dünya ticaretinde söz sahibi oldukları görülmektedir (Belge, 2011:32-33). İngiltere’in veya bütün BK’ın güvenlik sorunları, genel olarak içeriden kaynaklanan güvenlik sorunlarıdır. Şimdilerde bitmiş olsa da, 60’larda başlayan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İrish Republican Army, İRA) terörü ülkeyi 90’ların sonuna kadar etkilemiştir. Şimdilerde ise özellikle 2001, 11 Eylül ABD New York terör saldırısı ile birlikte ve de Soğuk Savaş Dönemi’nin sona ermesiyle, artan terör saldırıları veya terör saldırı tehditleri, ülkenin dışarıdan da gelen tehditlere açık olduğu anlamına gelmektedir. Zaten aşağıda da değerlendirileceği gibi, iç güvenlik 159 örgütleri de, gelen bu tehditlere paralel olarak sürekli yapılandırılmaktadır. Ulusal Suç Ajansı (NCA) gibi bir birimin kurulması, bunlardan sadece birisidir. Türkiye ile İngiltere-Galler’in, genel güvenlik ve iç güvenlik problemleri, büyük oranda benzerlik arz eder. Ancak suç profili, suç çeşitleri değişebilir. İngiltere dâhilinde en çok işlenen suçlar; aile içi şiddet olayları, gasp ve hırsızlık, kaynağı belirli veya belirsiz şiddet olayları ile cinayet, dolandırıcılık, anti sosyal davranışlar gibi suçlar olup, Türkiye’deki suç ve suçlu profiline benzemektedir. Ancak oranlar tabii ki farklılık arz eder. Mesela İngiltere sınırlarında gençlik alkolizmi ve buna bağlı olarak anti sosyal davranışlar çok yaygındır (UK POLICE, 2014). 3.1.1. İngiliz Devlet Geleneği ve Özellikleri Baştan belirtmek gerekir ki, Belge’nin ifade ettiği gibi BK’ta, askeri bir ideolojiye, içerde veya dışarıda müsaade edilmediği gibi, bu ülkede yaşanan demokrasi süreci, askeri kurumları da sivilleştirmiştir (2011:48-49). Devletçi ve merkeziyetçi Türk modeline karşılık, Anglo-Sakson geleneğinin en iyi ve en uzun uygulayıcısı olan, İngiliz modeli, bireyi ve özgürlükleri daima önemseyen ve öne çıkaran bir sistem olma başarısını göstermiştir (Turpin ve Tomkins, 2011:743-842). Bu bağlamda, Dünya siyasi haritasında, son iki yüzyılda meydana gelen gelişmelere bakarak bir değerlendirme yapılırsa, bu başarısının hala daha devam ettiğini söylemek mümkündür. BK, bu rolünü devlet olarak da İkinci Dünya Savaşına kadar sürdürmüş, ancak bundan sonra devlet olarak rolünü ABD’ye devretse de, mevcut medeniyet birikimiyle, bu sisteme en büyük desteği vermeye devam etmektedir. Devletlerin sistem olarak, güçlü ve zayıf devlet sınıflandırılmasına tabi tutulduğundan daha önce bahsedilmişti. Bu bağlamda, zayıf devlet; çoğulculuk, temsil ve siyasal kültürde müzakere geleneği gibi özelliklerle karakterize edilen, kamu yönetiminin bir araç olarak görüldüğü ve siyasette yaygın bir gayrı resmiliğin olduğu devlet olarak tanımlanmaktadır (Çevik, 2010:28-29). Bu devlette, devletin topluma hizmet etmesi beklenir ve teşkilat olarak devlet, bürokrasi ve kamu yöneticileri tarafsız konumda olup, insanlardan gelen talepleri yerine getiren, ikincil 160 konumdadırlar. Bu devletlere örnek olarak gösterilen ülkerden birisi de İngiltere’dir (Çevik, 2010:29). BK, barındırdığı farklı milletler olan İngilizler, İskoçlar, Galliler ve İrlandalıların yanında, eski sömürgelerinden gelen farklı din ve milletten onlarcasını bir arada barış içinde yaşatabilme başarısını gösterebilmeyi başarmış, çok kültürlü bir toplumdur (BBC, 05.04.2004). Her ne kadar, kısa sayılmayacak bir İrlanda terörü sorunu yaşamış olsa da, sonunda bir şekilde iç barışı sağlama başarısını gösterebilmiştir. BK, tabi olduğu siyasi yapısıyla daha çok merkeziyetçi ulus devletlerden sayılır. Ancak aslında, BK ne tam bir federal devlettir, ne de tam bir merkezi ulus devlettir. Aslında kendi şahsına münhasır özellikleri olan bir devlettir (Deacon, 2012:248-249). Zira hem yerel milletler olan İskoçların, Gallilerin ve İrlandalıların yerel meclisleri vardır. Hem de ülkenin genelini, Londra’dan yöneten bir merkezi parlamento vardır. Ancak, mesela federal bir devlet olan ABD’de olduğu gibi, her alt ülkenin ayrı bir anayasası yoktur. Ülkede tek resmi dil uygulaması da yoktur. Her alt ülke, isterse kendi dilinde de resmi yazışma yapar. Mesela İngiltere-Galler sınırlarında, hem İngilizce hem de Galce resmi dildir. Bütün resmi kurumların resmi web sayfaları incelenince bu durum görülür. BK siyasi sistemi, yukarıda kısmen temas edildiği gibi, merkezi ve üniter bir yönetim sisteminin egemen olduğu kabul görmekle beraber (Grant, 2009:163-164), sistem çok karmaşık ve içiçe geçen yönlere sahiptir (Peele, 2004 :1). Pilkington’ın ifadesiyle, bu sistem hiçbir zaman tam anlamıyla üniter olmamıştır. Çünkü diğer alt ülkelerin ve yerel yönetimlerin, bir şekilde yönetimde etki ve yetkileri hep olmuştur (2002: 7-8). Ancak bunun tersi de doğrudur. Yani sistem hiçbir zaman federal de olmamıştır (Pyper ve Robins, 1995:219). Öyleyse bu sistemin adı nedir? Bunun net cevabını vermek oldukça zordur. Hem merkezi ulus devlet özelliklerini, hem de federal devlet özelliklerini aynı anda gösteren bir sistem olduğunu, aşağıda anlatılacaklar ışığında söylemek mümkündür. Britanya Anayasası’nın özünü oluşturan “teamüllerden” de söz etmek gerekir. Bu sistemde, birçok Anayasal demokraside olduğu gibi, adı anayasa olan ve 161 maddelerden oluşan yazılı bir temel kanun söz konusu değildir. Bunun yerine, öncelikle toplumun önemli bir kesimi tarafından kabul gören teamüller uygulanır (Heywood, 2008:165-185). Mesela yukarıda bahsedilen ve kralın yasaları onaması yetkisi, diğer ülke anayasalarında olduğu gibi her hangi bir yazılı metinde bulunmamaktadır (Grant, 2009:21). Anayasa’nın esasını, tarihi evrim ve gelişmelerden doğan gerçek ihtiyaçlar belirlemektedir. Bunlar da, her konuda yasal düzenleme yetkisi olan Parlamentonun her daim varlığı ile yasama, yürütme ve yargı arasında var olduğu düşünülen güçler ayrılığı ilkelerdir (Peele, 2004:33; King, 2007:1-15). Ancak unutulmamalıdır ki, bu sistemde yargıçların, yani yargının Parlamento üzerinde bir gücü, yasaları yorumlama yetkisi yoktur. Diğer bir ifadeyle, bir anayasa mahkemesi yoktur ve hiçbir kurum veya kişi, Parlamento’nun çıkardığı bir kanunu değiştiremez ve kaldıramaz (Roberts, 1986:136-143). Parti disiplininin oynadığı rol de göz önünde bulundurulursa, yasama ve yürütmenin içiçeliği açısından bu sistem, seçilmiş diktatörlük ürettiği eleştirisini de hep almıştır (Peele, 2004:35). Kısaca, BK sisteminde, adı “anayasa” olan, yazılı tek bir metin yoksa da, herkes tarafından kabul gören ve anayasaya eşdeğerde sayılan kaynaklar vardır. Bunlar Peele’e göre ayrıcalıklı yetkiler, mahkeme kararları, bazı kanunlar, gelenekler, bazı yasal metinler ve ikinci derecedeki otoritelerin kararlarıdır (2004:36). Bunlar arasında var olan herhangi bir çelişki veya değişiklik durumunda, en son çıkan kanun metnine uyulmaktadır. Ancak vurgulamak gerekir ki, bir anlamda nihai güç, mahkeme kararlarıdır veya diğer bir deyişle yargıçlardır. Zira sonuçta bir kanunun uygulamasını yapacak ve onu yorumlayacak kişi yargıçtır. Eğer bir referandum yapılmadıktan ve doğrudan halka sorulmadıktan sonra, Parlamento’nun çıkardığı kanunları bu yargıçlar uygulayacaklardır (Turpin ve Tomkins, 2011:96). BK anayasası için bu anlatılanları daha iyi anlayabilmek için Heywood’un ifade ettiği konuları da göz önünde bulundurmak gerekir (2008:105-106) ki, onlar da; anayasaları, “yazılı olanlar ve olmayanlar” şeklinde ayırmak yerine, taşıdıkları özelliklere göre ayırmak daha doğrudur. BK sisteminde, adına anayasa denen yasal bir metin yoktur ama bir anayasada olması gereken hususlar, ayrı ayrı yasalarda düzenlenmiştir (Turpin ve Tomkins, 2011:1). Bunların kabulü ve değiştirilmesi için 162 özel şartlar gerekmez, yani sıradan kanun nasıl kabul ediliyor ve değiştiriliyorsa aynen o şekilde olur. Dahası, bu kanunların denetimi bir hâkimlik sistemine, yani bir anayasa ya da yüksek yargı denetimine tabi değildir. Sonuçta iş yine gelip geleneklere ve toplumun, yukarda bahsedilen genel kabulüne kalmaktadır. Yani, olmaz ama eğer BK halkı, artık Parlamentonun gereksizliğine inanıyorsa ve bu konuda yapılacak bir yasal düzenlemeye karşı çıkmıyorsa, yetkilerini yine 800 yıl önceki gibi krala devretmek istiyorsa, hukuken buna engel olabilecek bir güç veya kurum yoktur. Dolayısıyla, bu sistemde değiştirilemez hükümler de yoktur. 3.1.2. İngiliz Bürokrasinin Genel Özellikleri BK, aralıklarla işgale uğramış olsa da, ki en son işgal 1066 yılındaki Normanların işgalidir (Boylan-Kemp, 2011:11), yüzyıllardır varlığını kesintisiz devam ettirmiş bir devlettir (Heywood, 2008:18). Bunun anlamı da, yüzyıllara dayanan gelenekleri ve düzenlemeleri barındırır. Bugün gelinen aşamada, parlamenter demokrasi olarak adlandırılan yönetim şekillerine, en güzel örneği teşkil etse de, bu seviyeye gelmesi yüzyıllara dayanan, sancılı bir mücadele sürecinin sonucudur (King, 2007:1). Bu sürecin hiç kuşkusuz en önemli kavşağını 1215 Magna Carta Sözleşmesi oluşturmaktadır (Grant, 2009:2). Magna Carta kısaca, Kralın yetkilerini, vergi veren toprak sahipleri ile paylaşmayı ve onlara danışmayı kabul ettiği bir metin olarak kabul edilir ve bugünkü Parlamentoya giden yolun başlangıcını oluşturur (Peele, 2004:34, Heywood, 2008:18). Diğer önemli bir aşama ise, 1689’da yayınlanan Haklar Bildirgesi Kanunudur (Grant, 2009: 3) ki, buna göre artık Kral, Parlamentonun egemenliğini, tek yetkili organ olduğunu kabul ediyor ve ayrıca bu Kanun, Parlamentonun izni ve onayı olmadan vergi ve asker toplanmasını yasaklamıştır, Parlamento seçimleri de hür bir hale gelmiştir (Heywood, 2008:12). Bu süreci ve ülkenin yönetim yapısını anlamanın en kestirme ve kolay yolunun, Parlamentonun geçirdiği süreci anlamak olduğu söylenmiştir (Peele, 2004:34) : İngiliz Parlamentosunun, Kral, Lordlar Kamarası ve Avam Kamarasını ifade ettiği bilinmektedir. Bunlar arasında eşit bir güç dağılımı olduğu akla gelebilir ama böyle değildir. Özellikle 1911 ve 1949 tarihli “Parlâmento Kanunları” Lordlar Kamarasının yetkilerini geniş ölçüde kısmıştır ve mali konulardaki bütün yetkilerini 163 kaldırmıştır (Heywood, 2008:198). Yani sözkonusu kanunlara göre, bazı hallerde Lordlar Kamarasının onayı olmaksızın kanun çıkarılması mümkündür. Fakat her halükarda Lordlar Kamarasının, mali kanunlar hariç, diğer kanunların onay sürecini geciktirebilme yetkisi, fiiliyatta o kanunun çıkış şansını azaltmaktadır. Tabii ki günümüzde, gelinen aşamada, Kralın yasama faaliyetindeki rolü tamamen şeklidir (Heywood, 2008:198-199). 1707 yılında, Kraliçe Anne'nin kullanmasından beri, hiçbir hükümdar, bir kanun tasarısını onaylamama yetkisini kullanmamıştır (Grant, 2009:20). Burada bahsedilen Britanya sisteminin özü, “parlâmento egemenliği ilkesidir” (parliamentary sovereignty) ve bu sebeple yetkilerine kısaca temas etmek gerekir. Gerçi BK güvenlik aktörleri incelenirken zaten temas edilecek olmakla beraber, sistemi anlama açısından, Parlamentoyu ve ona olan bakış açısını iyi anlamak gerekir. Britanya anayasasına göre, her çeşit kanunu yapmak veya kaldırmak hakkı, sadece Parlamento’ya aittir. Yani hiçbir kişi veya kurulun, bir Parlâmento kanununu iptale veya ihmale hakkı bulunmadığı anlamına gelir (Grant, 2009:25). Tek cümleyle Parlâmento, tabiat bakımından imkânsız olmayan her şeyi yapabilir (Roberts, 1986:140-142). BK siyasi sisteminin ana unsuru mahiyetinde olan Parlâmento egemenliğinden bahsedilirken, değinilmesi gereken önemli bir nokta da, fiiliyatta hükümetin Parlâmentoya hâkim oluşudur (Heywood, 2008:204-210). Bu durum, BK hayatına hâkim olan disiplinli iki parti sisteminin ve de dar bölge seçim sisteminin bir sonucudur (Roberts, 1986:12-30). Bu sisteme göre, ülke, toplam milletvekili adedince seçim bölgesine ayrılır. Her seçim bölgesinden tek milletvekili çıkar. Bunun doğal sonucu olarak da, ilk iki büyük parti milletvekilliklerinin çoğunu kazanır. Üçüncü parti ise, oy oranının çok altında bir miktar vekile sahip olur. Gerçekten bu sistem, koalisyon hükümetlerine pek az imkân vermekte ve kabine hemen hemen her zaman tek bir partiden, yani Avam Kamarasında çoğunluğa sahip olan partiden meydana gelmektedir. Bu bakımdan hükümet, Avam Kamarasında, ancak kendi partisine mensup üyelerden, yeter sayısının aleyhte oy vermesi ile yenilgiye uğrayabilir (Norton, 2011:86-93). 164 Hükümetin Avam Kamarası üzerindeki kontrolü, sadece Parlamento’ya getirdiği kanun teklifleri bakımından söz konusu değildir. Üstelik hükümet, kanunların kendi istediği şekilde ve istediği zamanda kabul edilmesini sağlamak için, Kamaranın çalışma usulünü de kontrol altında bulundurur (Heywood, 2008:204209). Birçok Britanyalı politikacının, muhtemelen kendi Parlamentolarını zayıflatacağı kanaatiyle, Avrupa Birliğinin bir federal devlete dönüşmesine açıkça karşı çıkmasına rağmen (Thatcher, 1995:470-507), BK Parlamentosu’nun bu güçlü konumunun, 1973 yılından itibaren, Avrupa Birliğine üye olunmasıyla birlikte aşındığını, en azından tek belirleyici olma konumundan çıktığını söylemek gerekir (Heywood, 2008:306-314; Turpin ve Tomkins, 2011:20). Zira Avrupa Birliği anlaşmalarıyla birlikte, artık BK Parlamentosu birçok konuda nihai karar verici organ olma konumunu kaybetmiştir. Bu durum, bütün AB üyeleri için geçerli olsa da, BK Parlamentosunun geleneksel gücü açısından ayrı bir önem taşıdığı hususu, vurgulanmaya değer bir durumdur (Bache ve George, 2006:33-36). Özetle, bu sistemde güçlü bir yasama ve oradan çıkan çok güçlü bir yürütme olduğu açıktır. Bir de anayasal bir yargı denetiminin olmadığını da eklersek, yürütmenin ne kadar güçlü olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Yani BK siyasi sistemini değerlendirirken, güçler ayrılığından çok güçler uyumundan söz etmek daha doğru olacaktır (Peele, 2004:34). 3.2. İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİSİ AKTÖRLERİ Bu bölümde, İngiliz sisteminde, iç güvenlik bürokrasisi ele alınmıştır. Hemen belirtilmelidir ki, her gelişmiş ve sanayileşmesini tamamlamış modern ülke gibi, bu ülke de, çok çeşitlenmiş bir bürokrasiye ve çok büyük bir kamu işgücüne sahiptir (Harrison, 1996:297). Türkiye’de olduğu gibi bu aktörlerin bir kısmı doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan birimler olduğu gibi, bir kısmı da iç güvenlik hizmetlerinin sunulmasında, dolaylı olarak görev ve yetkilere sahiptir. 165 3.2.1. Doğrudan İç Güvenlik Hizmeti Sunan Aktörler Yukarıda, Türkiye bölümünde anlatılanlara paralel olarak burada da iç güvenlik aktörleri, doğrudan ve dolaylı olarak bu hizmeti sunanlar başlıklarıyle ele alınmıştır. Bu bağlamda doğrudan iç güvenlik hizmeti sunan aktörler aşağıdaki gibidir: 3.2.1.1. İl Emniyet Müdürlükleri (County Police) İngiliz polisi, en eski modern polis örgütü olarak kabul edilmenin yanında, birçok kişi ve bilim insanınca da en başarılı sivil polis örneği olarak da kabul edilmektedir (Torry ve Morris, 1992:435-491; Morgan ve Newburn, 1997:75). İngiltere-Galler’de polis denince, ilk önce akla gelen aktörler il emniyet müdürlükleridir. Bu bağlamda BK Polis Teşkilatı, dünyada ilk kurulan polis teşkilatlarındandır ki, ilk olarak Londra İl Emniyet Müdürlüğü Teşkilatı 1829 yılında kuruldu (Peele, 2004:454). 1835 yılında ise, Yerel Yönetimeler Kanunu ile taşrada da, her ilde polis teşkilatı kurulmuştur (Davies ve Croall ve Tyrer, 2010:161). Şu anki polislikle ilgili en önemli yasal dayanak da 1964 tarihli kanundur (Peele, 2004:454; Fındıklı, 1993:82). 19. yüzyılda, polis teşkilatları kuruluncaya kadar ister Britanya’da olsun, ister diğer ülkelerde olsun, iç güvenlik ile dış güvenlik gibi bir ayırım yoktu. Bütün güvenlik işleri askeri birliklerce yürütülüyordu. Sanayi Devrimi ile birlikte kırsaldan kentlere doğru büyük nüfus göçleri oldu. Bu da bireysel ve toplumsal suçlarda büyük artışlara sebebiyet verdi (Emsley, 1991:54-57). Bu yeni durumla, normal askeri birliklerle mücadele zorlaştı. Jason-Lloyd’a göre bunun iki önemli sebebi vardı: Birincisi, askeri birlikler şehir dışında konuşlanıyorlardı, olay mahalline gelmeleri çok zaman alıyordu. Çoğu zaman onlar gelinceye kadar her şey bitiyordu. Geç gelmelerden dolayı da delil vs toplanamıyordu. İkincisi de, bu askeri birliklerin kullandıkları ağır silahlar çok hasar verici ve yaralayıcı oluyorlardı. Hatta birçok zaman istenmeyen ölümlere, yaralanmalara sebebiyet veriyorlardı. Bu iki sebepten dolayı, ülkenin iç işlerinde suçlarla mücadelede özel yetişmiş bir güvenlik birimine ihtiyaç vardı (2000:3). Tabii, polisin önleyici kuvvet olma özelliği de bu şekilde ortaya çıktı. Yani daha küçük kuvvetlerle ve daha hafif silahlarla donatılmış bu güvenlik birimleri, şehrin içinde 166 rahatça dolaşarak, muhtemel suçları da önleme işlevi de görmeye başladı. Görüldüğü gibi polis teşkilatı tamamen ihtiyaçlardan doğmuş oldu (Hart, 1951:26-38). Burada, il emniyet müdürlüklerinin görev ve yetkilerini, teşkilat yapılarını anlatmadan önce, İngiliz sisteminde “polis” denince ne anlaşıldığına ve unvanlarına kısaca temas etmek, sistemin anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Buna göre “polis memuru” en alt unvandır, ancak BK polis teşkilatlarında görev yapan kişiler hangi unvanda olurlarsa olsunlar, adli veya idari kolluk hizmetlerinin yürütülmesinde “polis memuru” yetkilerine her aşamada sahiptirler (Jason-Lloyd, 2000:10). İngiltere polisleri, bu adli ve idari kolluk görevlerini, görevli oldukları il emniyet müdürlükleri ve sınırlarındaki sularda da kullanırlar (Jason-Lloyd, 2000:3). Sürekli görevli polis memurlarının yanında, yarım gün veya gönüllü çalışan toplum polisi memurları da vardır (Roberts, 1986:266). Bunlar, 2007 yılına kadar yukarıda sayılan “polislik” yetkilere sahip değilken, bu yılda yapılan yasal düzenleme ile birlikte, aynen polis memurlarının sahip oldukları yetkilere sahip hale geldiler. Kolluk kuvvetlerinin kullandığı unvanlar, sırasıyla şöyle ifade edilebilir: Polis memuru (Police Constable), çavuş (Sergeant), müfettiş (Inspector), başmüfettiş (Chief Inspector), polis amiri (Superintendent), baş polis amiri ( Chief Superintendent), komutan (Commander), komisyoner yardımcısı muavini (Deputy Assistant Commissioner), komisyoner yardımcısı (Assistant Commissioner), komisyoner başyardımcısı (Deputy Commissioner) ve il emniyet müdürüdür (Commissioner) (Çevik, ed, 2008:233; Jason-Lloyd, 2000:15). Bu unvanlar Londra Polisinin kullandığı unvanlardır, diğer il emniyet müdürlüklerinde kullanılan unvanlarda bazı değişiklikler vardır (Davies ve Croall ve Tyrer, 2010:166). Diğer illerde, il emniyet müdürlerine “chief constable” denmesi gibi (Jason-Lloyd, 2000:15; Reiner, 1991:11). İngiltere-Galler polisleri, operasyonlar hariç silah taşımazlar ki, bunun dünyada pek örneği yoktur (Emsley, 1991: 154-157). Herkes, en alt görev olan polis memurluğundan mesleğe başlar (Jason-Lloyd, 2000:14). Türkiye’de olduğu gibi, rütbelilerin mezun olduğu bir polis akademisi olmadığı gibi, polis memurları polis 167 okullarında değil, mesleğe başladıktan sonra eğitilirler ve iki yıllık deneme süreleri söz konusudur (Çevik, ed. 2008:233). İngiltere il emniyet müdürlüklerinde polis memuru olmak için izlenen süreç ve alınan eğitim Türkiye’deki sisteme çok benzemekte olup kısaca şöyledir: İlk olarak yazılı bir teste tabi olunur. Bu teste girebilmek için; 18.5-55 yaş arasında olmak, ki bu limitler memuru alacak birime göre değişebilir; BK, İrlanda veya İngiliz Uluslar Topluluğu Ülkeler Birliğine üye bir ülkenin vatandaşı olmak, ya da BK’ta oturma izni olmak; iyi bir karaktere ve yeterli fiziki güç ile sürücü belgesine sahip olmak gerekir. Bu testi geçenler, mülakata alınırlar. Mülakatı da geçenler, sağlık ve dayanıklılık testine tabi tutulurlar. Tabii bu arada haklarında güvenlik soruşturması yapılır. Zira geçmişlerinde, polis olmalarına engel bir durum olmamalıdır (ACPO, 2014). Bütün bu aşamaları geçenler aday polis olarak, İlk Polislik Eğitimi ve Geliştirme Programı (The Initial Police Learning and Development Programme, IPLDP) adlı eğitimi alırlar. Bundan sonra, her aday polis memuru, ilk iki yılın içinde, Üçüncü Seviye Polislik Diploması (The Level 3 Diploma in Policing, QCF) almak zorundadır. Bu eğitim programlarının düzenlenmesinden ve takip edilmesinden, polis memurunun çalıştığı il emniyet müdürlüğü sorumludur. Bu müdürlükler de, kendi yerel imkânlarına ve geleneklerine göre bu programlarını düzenlerler. Bu eğitim programlarının içeriğinden de kısaca bahsetmek gerekir. İlk Polislik Eğitimi ve Geliştirme Programı dört aşamada yürütülür. Buna göre birinci aşamada aday memurlara polis örgütü hakkında genel bilgiler verilir ve ilk yardım, sağlık ve güvenlik, polis güvenliği, genel bilgisayar, ırklar ve farklılıklar, insan hakları ve toplum güvenliği stratejileri gibi konularda kendilerine eğitim verilir. İkinci aşamada ise önleyici kolluk hizmetleri ve toplumla ilişkiler konusunda eğitime tabi tutulurlar. Üçüncü aşama ise, herhangi bir uygulama alanında, öğrendiklerini de uygulamayı içeren bir staj mahiyetindedir ve örnek olaylar üzerinden film ve similasyon aracılığıyla eğitime devam edilir. Son aşamada da, operasyonların nasıl yürütüldüğünü öğrenirler. Bu süreç devam ederken, her memur sürekli değerlendirmeye tabi tutulur. Bu değerlendirmeler sonucunda, polis 168 memurluğunu yürütebileceğinden emin olunanlar memurluğa kesin kabul edilirler (ACPO, 2014). Polis memurluğuna girildikten sonra, meslek içi yükselmelerin nasıl bir sitemle yürütüldüğünden de kısaca bahsetmek gerekir. Buna göre, polis memurluğundan sonraki rütbeler olan çavuşluk (sergeant) ve müfettişlik (inspector) için bir imtihan süreci var. Çavuş, Türkiye’deki anlamda komser yardımcılığı görevini yürütüyor, polis memurları, toplum polisleri ve sivil memurlardan oluşan bir ekibe amirlik ediyor ve operasyonları yönetiyor. Müfettiş ise bu çavuşlardan oluşan bir grubu yönetiyor. Daha çok planlama görevi var, operasyonları bizzat yönetmiyor. Bu iki göreve atanabilmek için iki ayrı sınav var; birisi yazılı test, diğeri ise adayın talipli olduğu görev için sorun çözme yeteneğini ölçen rol oynama sınavıdır. Bu sınav aşamalarını geçen polis memurları ve çavuşlardan bir havuz oluşturulur ve bir görev boşalması olduğunda, buralara bu havuzdan başvuru yapılır. Bir değerlendirme komitesi de, mülakatla bu adaylar arasından seçimini yapar (ACPO, 2014). Çavuşluk ve müfettişlik görevlerinin üstündeki rütbeler için atamalarda biraz daha farklı bir yöntem izlenmektedir. Az sayıdaki bu üst rütbelerde bir boşalma olduğunda, bu rütbeler için gerekli yetenek ve şartlar, yetkili komite tarafında ilan edilir ve müracaatlar da bu komiteye yapılır. Bu komite de, hem test yöntemiyle, hem de tecrübelerini değerlendirerek, bu görevi yürütüp yürütemeyeceklerini kararlaştırır. Bu bağlamda mesela, baş polis amiri (chief superintendent) olarak atanmak isteyenler, bu konularda değerlendirme yapmaya yetkili olan, Ulusal Yüksek Polislik Değerlendirme Merkezine (The Senior Police National Assessment Centre, PNAC) başvururlar. Burada yapılan değerlendirme sonucunda başarılı olanlar, Stratejik Komutanlık Kursuna katılırlar. Ancak bu kursu bitirenler, il emniyet müdürlüğü görevlerine atanmak için başvurabilirler (ACPO, 2014). Görüldüğü gibi, İngiliz polisi, aldığı eğitim ve gerekli yetenekler açısından çok benzerlikler arz etse de, meslek içi yükselme sistemi açısından tamamen farklılık arz eder. Yukarıda ifade edilen tam zamanlı resmi polisler ile yarım gün veya gönüllü çalışan polis memurlarının yanında, bir de sivil görevliler vardır. Bunlar her il 169 emniyet müdürlüğünde bulunabilecekleri gibi diğer ulusal polis birliklerinde de çalışırlar (Jason-Lloyd, 2000:14). Bu bağlamda, İngiliz polislik hizmetleri ile ilgili olarak 2002 yılında yapılan bir reformdan da kısaca bahsetmekte yarar var. Buna göre, 2002 yılında yapılan değişikliklerle, polislik hizmetlerinde reform yapılmış ve BK temel kolluk kuvveti olan polis organlarının amiri pozisyonundaki İçişleri Bakanı adına yepyeni görev ve yetkiler getirilmiştir ki, bu sayede İçişleri Bakanına ve merkezi hükümete, özerk yapıdaki yerel polis müdürlükleri üzerinde oldukça geniş ve kapsamlı yetkiler verilmiştir: İçişleri Bakanlığı, “polislik için stratejik öncelikleri” ortaya koyan bir plan yapar. Kolluk hizmeti yürüten birimler, merkezi hükümetin stratejik öncelikleri ile tutarlı, üç yıllık bir stratejik plan üretmek zorundadırlar. İçişleri Bakanına, yerel polis güçlerinin performansını izlemek yetkisi verilmiştir. İçişleri Bakanı, yerel polis müdürlüklerinin hizmetlerini verimsiz ya da etkisiz olduğunu değerlendirildiği takdirde, bu müdürlükleri bir eylem planı oluşturmaya zorlar. İçişleri Bakanına, Bakanlık Emniyet Müfettişlerinin başarısızlık raporu üzerine, doğrudan il emniyet müdürlerini görevden alma yetkisi verilmiştir. İngiltere sınırlarında, üniformalı olmayan ve iş garantisi ile çalışmayan kişilerden oluşan, toplum destek birimleri kurulmuştur. Bakanlık, özel güvenlik ve mahalle bekçilerini artırarak, polis ailesinin desteklenmesini ve genişlemesini sağlayabilir. Bakanlık, yabancı kökenlilerin polis birimlerine katılımını teşvik eder. Polis, trafik kazalarına karışan ve durumundan şüphelendiği araç sürülerinden, alkol tahlili için kan örneği alabilir. Polis, sürücülerinin halka sıkıntı ve rahatsızlık verdiğine inandığı araçlara el koyabilir (Newburn, 2008:241). Burada belirtmek gerekir ki, BK iç güvenlik sistemine genel olarak bakıldığında, bu düzenlemelere ciddi ihtiyaç olduğu değerlendirilmesi yapılabilir, zira yerel polis teşkilatları üzerinde İçişleri Bakanının sınırlı yetkileri olması ve merkezi bir standardın olmaması hep eleştirilen bir durumdu (Jason-Lloyd, 2000:6). Bu genel açıklamalardan sonra, yerel kolluk kuvvetleri olarak, il emniyet müdürleri ve müdürlüklerinin görev, yetki ve sorumlulukları değerlendirilecektir. 170 İngiltere-Galler’de şu anda 43 ayrı polis gücü vardır ve bunlar kendi bölgelerinde görev yaparlar ki, daha önce bu birimler il emniyet müdürlüğü olarak ifade edildiler (Peele, 2004:454; Jason-Lloyd, 2000:3). Bunlar, 1996 tarihli Polislik Kanununa göre faaliyetlerini yürüten, Avon ve Somerset, Bedfordshire, Cambridgeshire, Cheshire, Cleveland, Cumbria, Derbyshire, Devon ve Cornwall, Dorset, Durham, Hertfordshire, Merseyside, Essex, Gloucestershire, Hampshire and Isle of Wight, Humberside, Norfolk, Kent, North Lancashire, Yorkshire, Leicestershire, Northamptonshire, Lincolnshire, Northumbria, Nottinghamshire, South Yorkshire, Staffordshire, Suffolk, Surrey, Sussex, Thames Valley, Warwickshire, West Mercia, West Midlands, West Yorkshire, Wiltshire, Dyfed-Powys, Gwent, North Wales, South Wales, Manchester ve Londra İl Emniyet Müdürlükleri ile Londra Şehri Polisidir (Londra Büyükşehir Belediyesi sınırlarının içinde kalır ama ayrı bir polis teşkilatı vardır, adı da the City of London Police’dir) (ACPO, 2014). Tekrar hatırlanacağı gibi, İngiltere-Galler’de tek tip kolluk sistemi mevcuttur. Yani Türkiye’de olduğu gibi polis, jandarma ve sahil güvenlik ayrımı yoktur. Tüm ülke genelinde iç güvenlikten polis sorumludur. Diğer bir ifadeyle, ulusal seviyede örgütlenmiş merkezi bir polis veya jandarma gücü yoktur. İngiliz halkı, öteden beri milli ve merkezi bir polis sistemi kurulması görüşüne şiddetle karşı çıkmış, polisin belirli bir kişi veya kuruma bağlı kalmasını, kişi hak ve özgürlükleri açısından sakıncalı görmüştür (Fındıklı, 1993:82). Bu anlayışın değişmiş olacağı ve de bazı ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak, polis teşkilatının yürüttüğü bazı hizmetler, Ulusal Suç Ajansı (USA) gibi, merkezileştirildi. Ancak bu çaba yine çok ciddi yerel tepki ve dirençle karşılaştı (Newburn, 2008:248). Yukarıda vurgulandığı gibi, belirli tek bir merkeze bağlı olmayan İngiliz polisi, merkezi hükümet (İçişleri Bakanlığı), yerel yönetimler (polis otoriteleri) ve yerel polis sorumluları tarafından ortaklaşa yönetilmektedir. Bu yönetim yapısına üçlü sistem (the tripartite system) de denmektedir (Fındıklı, 1993:83; Newburn, 2008:224-248). Bu konuyu vurgulayanlardan olan Peele, bu 43 adet polis gücünün, hem merkezi idareye, hem de yerel yönetimlere bağlı olduklarını, yani o ilin emniyet 171 müdürü, İl Yerel Polis Kurulu (the County Local Police Authority) ki, 2012 yılından itibaren değiştirildi ve bu görev artık Polis ve Suç Komisyoneri (the Police and Crime Commissioner) diye adlandırılabilecek ve doğrudan seçmenlerin oyuyla göreve gelen kişilere devredildi ki, bunlara aşağıda kısaca temas edilecektir. Bu üçlü yapı, yani il emniyet müdürü, il polis ve suç komisyoneri ve BK İçişleri Bakanı, birlikte, polislik hizmetleri için konulan standartların sağlanıp sağlanmadığından sorumludurlar ve bu hususları takip ederler ki, bu oldukça hassas bir iştir (2004:455). Yerel yönetimler bölümünde anlatılacak olmakla, beraber burada hatırlamakta yarar var: BK yönetim sistemine göre, Türkiye’deki il yönetimini andıran county yönetimleri vardır ve polislik hizmetleri üzerinde bazı yetkilere sahiptirler. Yerel Polislik Kurulu, 17 üyeden oluşuyordu. Bunların üçü sulh hukuk hakimi, dokuzu il genel meclisi üyesiydi ve diğer beşi de İçişleri Bakanınca atanırdı (Peele, 2004:455). Ancak bu kurullardan beklenen elde edilemeyince, 2012 yılında kaldırıldılar. Her il emniyet müdürlüğünün başında, bir il emniyet müdürü vardır. İl emniyet müdürlerinin emniyet genel müdürlüğü gibi merkezi bir makama bağlılığı yoktur (Reiner, 1991: 1). Yani il emniyet müdürleri, her bölgenin baş sorumlusu olarak doğrudan bir otoriteye bağlı değildirler ve doğrudan kimseden emir almazlar (Jason-Lloyd, 2000:8). Bir diğer ifadeyle bunlar, görevlerini yürütürken, Türkiye’de olduğu gibi, vali, kaymakam, savcı gibi belli bir kişiden emir almak yerine, kanunları, vicdanlarını ve geçmiş tecrübelerini göz önünde bulundururlar ki, bu durum onları, belki de dünyanın en bağımsız müdürleri konumuna getirir (Reiner, 1991:343). İl emniyet müdürlerinin polis üzerinde önemli yetkileri vardır. Polisin yürüttüğü tüm icrai nitelikteki operasyonel çalışmaları emniyet müdürleri yürütmektedir. İl Emniyet Müdürüne, idari görevlerinde İl Emniyet Müdür Yardımcıları yardım etmektedir. İl Emniyet Müdürü, polisin operasyonel çalışmalarını bizzat yürütmektedir. Gerek ilgili polis kanunu gerekse mahkemeler, Emniyet Müdürünün bağımsız bir yürütücü olmasına ağırlık vermişlerdir (Fındıklı, 1993:87). 172 Yukarıda belirtildiği gibi, BK İçişleri Bakanlığı, hem suçların önlenmesinden ve kontrolünden, hem de diğer bazı iç işlerinden sorumludur. Bu bağlamda, İçişleri Bakanı, adil bir soruşturma yaptırarak il emniyet müdürü ile müdür yardımcısını işten çıkarabilir (Jason-Lloyd, 2000:12-13). Bakanın polis ve emniyet müdürleri üzerindeki yetkileri sadece bununla sınırlı değildir. Zira 2012 yılında, Polis ve Suç Komisyonerliği sistemi kuruluncaya kadar, yerel polis kurulları baş polisi, yani il emniyet müdürünü, mülakat ve ilan yoluyla seçip İçişleri Bakanı’nın onayına sunuyorlardı. İçişleri Bakanının oluruyla atanan bu il emniyet müdürleri de, bütün diğer alt birimlere atama yaparlar. Londra İl Emniyet Müdürü hariç, bütün polis örgütleri Kraliyet Başsavcılığının denetimine açıktır (Peele, 2004:455). İl emniyet müdürlerinin önemli görevleri vardır; il emniyet müdür yardımcılığı unvanının altındaki bütün atamaları yaparlar, görev içi yükselmelerden sorumludurlar ve astlarının disiplin işlemlerini yürütürler. Yukarıda da belirtildiği gibi, emniyet müdürlerine kimse emir veremez, operasyonlarda dahi yetki onlardadır. Personel alımı ve işten çıkarılması konusunda da, onlara emir verilemez ve baskı yapılamaz (Jason-Lloyd, 2000:11). Eğer BK iç güvenlik hizmetlerinden söz ediliyorsa, Moran’ın belirttiği gibi polislik hizmetleri, kamu hizmetleri içinde en çok yerelleştirilmiş kamu hizmetlerindendir (2005:488; Peele, 2004:454). Tabii bunun bir anlamı da, bir polis memurunun kariyerine bir bölgede başlayıp orada bitirebilmesidir. Muhtemelen ülkenin toplumsal özellikleri bunda önemli rol oynamaktadır. Normalde İngiltere iç güvenliğinde askeri birlikler kullanılmaz. Ancak 1960’lardan sonra, artan terör olayları sebebiyle, Kuzey İrlanda’da, geniş bir şekilde askeri birliklerin görevlendirildiğine şahit olunmuştur. Polis teşkilatı daha çok yerel olsa da, genel ilkeler ve politikalar İçişleri Bakanlığınca belirlenir. 1994 yılında çıkarılan Polis ve Mahkemeler Kanununa göre Bakanlığın sistemi denetleme ve gözetleme görevi vardır. Ancak İngiltere polisi, aynı zamanda adli polistir ve adli konularda doğrudan savcıya bağlıdır (Jason-Lloyd, 2000:9-10). 173 İngiliz polisini anlamak açısından burada hatırlatılması gereken bir husus da, 1996 tarihli Polis Kanunu’nun 29. maddesine göre İngiliz polisinin yemin metnidir. Bu metin şöyledir: “Ben, (burada polis memuru adını ve soyadını da zikrediyor) tam bir ciddiyetle ve içtenlikle, polis memuru olarak, Kraliçe’ye en iyi şekilde ve dürüstçe; adaletle, doğrulukla, dikkatlice, tarafsız bir şekilde, temel insan haklarına sahip çıkarak ve insanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeyerek hizmet edeceğimi beyan ederek tasdik ederim. Ve ayrıca, bütün gücümü, en iyi şekilde, barışın muhafazasına, insanlara ve mallarına karşı yapılan tüm saldırıları önlemeye odaklanarak, göreve devam ettiğim müddetçe, becerilerimi ve bilgilerimi, hukuka uygun olarak, sadakatle görevimin ifasına adayacağım” (ACPO, 2014). Burada, dilin ve zihniyetin inceliklerinin önemini hatırlatarak, birebir tercümenin ne kadar zor olduğunun anlaşılması bakımından, orijinal metni de buraya koymak gerekti. Metnin İngilizcesi aynen şöyledir: (“I, (name) of (address) do solemnly and sincerely declare and affirm that I will well and truly serve the Queen in the office of constable, with fairness, integrity, diligence and impartiality, upholding fundamental human rights and according equal respect to all people; and that I will, to the best of my power, cause the peace to be kept and preserved and prevent all offences against people and property; and that while I continue to hold the said office I will to the best of my skill and knowledge discharge all the duties thereof faithfully according to law.”) Bu yemin, polis yetkisi kullanan bütün kolluk görevlileri tarafından yapılmak zorundadır. 3.2.1.2. Londra İl Emniyet Müdürlüğü (London Metropolitan Police Service, MET) Burada il emniyet müdürlükleri anlatılmakla beraber, aşağıda izah edilecek sebeplerden dolayı, Londra İl Emniyet Müdürlüğü, alt bir bölümde anlatılmayı hak edecek özelliklere sahiptir. Ayrıca, en eski Britanya polis birimi olmanın yanında, ilgili otoriteler tarafından başarılı bir büyük şehir polisi sayılır ve de birçok açıdan İngiliz polisinin tipik özelliklerini, en çok yansıtan polis birimidir (Holdaway, 1979:14-15). 43 il emniyet müdürlüğünden birisi olmakla beraber, Londra İl Emniyet müdürlüğünün yapısı ve yönetimi, diğer il müdürlüklerinden oldukça farklıdır. Bu 174 bağlamda, BK İçişleri Bakanı, bu birim polisi üzerinde farklı yetkilere sahiptir. Öncelikle Londra polisi doğrudan doğruya İçişleri Bakanına bağlıdır (Emsley, 1991:250). Muhtemelen dünyada ilk kurulan polis teşkilatıdır (Jason-Lloyd, 2000:3; Peele, 2004:454). İl müdürü, diğer müdürlerden farklı olarak İçişleri Bakanının teklifi ve Kraliçenin onayı ile atanır (Oliver, 1997: 85). Yine aynı şekilde, diğer müdürlükler, Polis ve Suç Komisyonerinin gözetimine tabi iken, Londra’da bunun yerini İçişleri Bakanı alır (Newburn, 2008:227-248). Aşağıda anlatılırken kısmen temas edileceği gibi, Londra İl Emniyet Müdürlüğü, hem Londra Büyükşehir Belediyesi sınırlarında yerel adli ve idari kolluk hizmetlerini yürüttüğü gibi, hem de bazı alanlarda, ulusal polis birimi olarak görev yapmaktadır. En önemli ulusal görevler; terörle mücadele, hassas bölge ve şahıslara yakın koruma gibi hizmetlerdir. Suçluların kayıtlarının tutulması gibi bazı merkezi hizmetler ile Interpol’le ilişkiler, Londra İl Emniyet Müdürlüğünce sağlanmaktadır. Başka merkezi birimler de vardır: Merkezi araç kayıt sistemi, uyuşturucu kaçakçılığı kayıtları, bilgisayar kayıtları gibi (Jason-Lloyd, 2000:12). İngiltere il emniyet müdürlükleri içinde, personel ve imkânlar bakımından doğal olarak hep en büyüğü olmuştur (Emsley, 1991: 250) ve halen 50 bin civarında çalışanı vardır (MET, 2014). Bunlar polis memurları, sivil memurlar, toplum destek polisleri ve gönüllü polislerdir. Diğer il emniyet müdürlüklerinden biraz farklı olarak Londra İl Emniyet Müdürü, (ki İngilizcesi de farklıdır; “commissioner”, diğer il emniyet müdürleri “baş polis” anlamına gelen “chef constable” unvanını kullanıyorlar) Londra Büyükşehir Belediyesi’nin Polis ve Ceza Ofisi’ne (The Mayor’s Office for Policing and Crime) karşı sorumlu olup, hesap verme yükümlülüğündedir (Newburn, 2008:224-248). Bu birim halk arasında “MET” veya “Scotland Yard” olarak da anılır. Scotland Yard denmesi, ilk binanın yer aldığı sokağın adının Great Scotland Yard sokağı olmasıdır. Merkezi bina Londra’da, Viktoria semtinde olup, bütün devlet birimleri anlamına gelen “Whitehall” bölgesindedir. Genel sorumluluk alanı, bütün Londra sınırları anlamında, “Metropolitan Police District” bölgesi iken, ayrıca 32 alt belediye sınırlarında da büroları vardır. Türkiye’deki ilçe emniyet müdürlükleri benzeri bir yapıdır. 175 Londra İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri, ulusal görevleri ile ilgili olarak İngiltere-Galler dâhilinde de yetkilidirler. Cinayet vb ciddi suçların işlenmesi durumunda bütün ülke sınırlarında sorumluluk, duruma göre ya yerel polis müdürlüklerine ya da Londra MET polisine geçer. Bu durum aşağıda anlatılacak Savunma Bakanlığı veya Britanya Ulaştırama Polisleri için de geçerlidir. Yani onlar da ciddi suçlarda, sorumlu polise haber vermek zorundadırlar. Ancak, terör suçları ve kompleks cinayet suçları, her halükarda MET’in görev sahasındadır (MET, 2014). Londra İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Komutanlığı (Protection Command), Londra Polisi’nin yürüttüğü bir diğer ulusal hizmettir. Bu birim önemli ulusal ve uluslararası kişilerin, diplomatların ve kraliyet aile fertlerinin ülke çapında korunma hizmetini yürütür. Terörle Mücadele Komutanlığı (Counter Terrorism Command) Yukarıda, il emniyet müdürleri kısmında da anlatıldığı gibi, BK polis teşkilatı yerel teşkilatlara bölünmüştür ve bazı ulusal görevler, ya ulusal bir birim kurularak oraya devredilmiştir, ya da bazı ulusal görevler, yerel polis birliklerinden birisine verilmiştir. Bunlardan birisi de, Londra İl Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyet gösteren, Terörle Mücadele Komutanlığıdır. 2006 yılında, Anti Terör Birimi ile Özel Birim’in birleştirilmesi ile kurulmuştur (MET, 2014). Bu birimin en önemli görevi, Londra’yı ve bütün BK’ı, terör tehdidine karşı korumaktır. Bu görevini yerine getirirken, daha önce olduğu gibi, istihbarat toplamaya, operasyonlar yapmaya ve araştırmalar yapmaya devam etmektedir. Görevleri esnasında, özellikle iç ve dış istihbarat teşkilatları olan MI5 (Britanya İç İstihbarat Örgütü) ve MI6 (Gizli İstihbarat Örgütü) ile de sıkı bir işbirliği içindedir. Bu Komutanlık yerel, ulusal ve uluslararası operasyonlar yapabilir. Bu temel görevinin yanında bazı ulusal güvenlik hizmeti de sunmaktadır. Bunlardan birisi aile içi şiddete karşı alınacak tedbirlerdir ki, daha önce bu görev Ulusal Aile İçi Aşırılık Birimi (National Domestic Extremism Unit) tarafından yürütülüyordu. Diğeri de, bazı hassas ulusal güvenlik soruşturmalarıdır; Resmi Sırlar Kanunu soruşturmaları, savaş suçları soruşturmaları, insanlığa karşı işlenen suçlar ve politik amaçlı cinayetler gibi (MET, 2104). 176 3.2.1.3. İç Güvenlik Hizmeti Sunan Bazı Özel Birimler İngiliz sistemini anlama açısından ele alınarak değerlendirilmesi geren diğer başka birimler de mevcuttur ki, bunların ele alınmaması durumunda sistemin anlaşılmasında sorunlarla kaşılaşılma ihtimali olduğundan, bu birimler aşağıda kısaca anlatılmıştır. Ulusal Suç Ajansı (The National Crime Agency, NCA) Ulusal Suç Ajansı, 7 Ekim 2013 tarihinde, Suç ve Mahkemeler Kanunu’na (the Crime and Courts Act) göre kurulmuş olmakla beraber, aslında yeni bir birim değildir. Daha önceki adı, Ciddi ve Organize Suçlar Ajansı idi (The Serious and Organised Crime Agency, SOCA). İsmi değişmekle beraber görev ve yetkilerinde önemli bir değişiklik olmamıştır. En önemli değişiklik, daha operasyonel bir yapıya kavuşturulmasıdır (ACPO, 2014). Aslında NCA’ndan önce, benzeri görevleri ifa eden birkaç birim vardı. Bunların dağınıklığı, beklenen amaca ulaşmasına engel olduğu için birleştirilerek bu birim kuruldu. Önceki birimlerin en önemlisi, bu birimdi (Newburn, 2008:246). Özerk bir yapıda olup, herhangi bir bakanlığa doğrudan bağlı olmadan faaliyetlerini, Londra merkezli yürütmektedir. Johnston’un makalesinde belirttiği gibi, BK’ın FBI’ı olarak adlandırılabilecek yetkilerle faaliyete geçmiştir. Yine ona göre, özellikle organize suçlarla mücadele eden güvenlik kuruluşlarının yapısından doğan, bilgi ve istihbarat paylaşmama, rekabet etme ve kendi imparatorluğunu kurma gibi olumsuz gerekçelere dayanılarak, organize suçlarla mücadele etmek üzere kurulmuştur (Johnston, 2013). Bu birim, organize suçlar ile birden fazla polis bölgesini ve uluslararası sınırları ilgilendiren suçlarla mücadele etmekle görevlendirilmiştir. Ajans’ın en önemli görevleri; uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve uluslararası mali yolsuzluklar gibi önemli suçlarla, ulusal çapta mücadele etmektir. Dört binden fazla personeli olup ulusal ve uluslararası her türlü benzeri kuruluşla ortak çalışmaktadır (NCA, 2014). 177 Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi, İngiltere-Galler sınırları içinde 43 ayrı polis bölgesi vardır ve bunların birden fazlasını ilgilendiren suçlarda, her taraftan da görevlilerin bulunduğu bir ekip tarafından operasyonlar yürütülür. Ancak artık NCA ile birlikte, özellikle onun görev sahasına giren konular, onun görevlilerince, ama diğer polis güçlerinin de yardımıyla yürütülmektetir. Bu da, olaylara daha stratejik bakılmasına ve önlemlerin de ona göre alınmasına yardımcı olacak bir durumdur. Bir diğer deyişle, olaylara müdahaleyi ve çözüm yollarını kolaylaştıracak bir işleve sahiptir. Tekrar vurgulamak gerekirse, organize suçların yapısının karmaşık olması, ülke sınırlarını aşabilmesi, organize suç örgütlerinin diğer organize suç örgütleri ile işbirliği yapmaları, bunların suç işlerken çok esnek bir yapıda olmaları vb sebeplerle, yerel polis teşkilatlarının görev ve yetki anlayışları ile bunlarla mücadele etmek neredeyse imkânsızdı. Bu sebeplerle, yeni ve geniş yetkilerle donanmış bir birim, edineceği tecrübelerin ve uluslararası kuruluşlardan alacağı tecrübelerle, bu tür suçlarla daha etkili ve verimli bir mücadele sürdürecektir. Sonuçta bu yolla, bu tür suçları durduracak veya engelleyecektir. Bir de, organize suçların idari ve mali büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, bunlarla özel mücadele gerektiği daha iyi anlaşılacaktır (NCA, 2014). NCA’nın, organize suçlar bölümü, ekonomik suçlar bölümü, sınır suçları bölümü, siber suçlar bölümü ve çocuk koruma bölümü adıyla beş ayrı bölümü vardır. Çalışanlar güvenlik teşkilatlarından olmak zorunda değildir, çok değişik birimlerden gelebilirler. Genel Müdür, diğer ilgili bütün teşkilatlara emir verme ve onları görevlendirme yetkisine sahiptir. Bütün iş ve işlemlerinden, İçişleri Bakanına karşı sorumludur. Bu yetki, Teşkilatı çok güçlü kılacak bir yetkidir. Bu genel müdür, adeta BK’ın en yetkili polis görevlisidir. Bunun yanında başka bazı yetkiler, değişik kuruluşlardan alınarak NCA’ya verilmiştir; yaralama ve sıra dışı silahlar, potansiyel seri katiller konusunda uzmanlar ve Ulusal Kayıp Kişiler Bürosu gibi (NCA, 2014). Fakat bütün bu yetkilerine rağmen NCA, Amerikan FBI gibi terörle mücadele yetkisine sahip değildir. Bu yetki hala merkezi polis teşkilatı olan Londra İl Emniyet Müdürlüğü’nün (Scotland Yard) elindedir ve bu yetkiyi bazı bölgesel ekiplerle ve MI5 ajanlarıyla yürütür (MET, 2014). 178 NCA, görevleri ile ilgili olarak bütün ülkede yetkilidir. Yani diğer polis teşkilatlarının aksine, ülke düzeyinde yetkili tek güvenlik teşkilatıdır denebilir. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, bütün yetkilerini, İngiltere sınırlarında kullanırken, İskoçya için yapacağı operasyonları, İskoçya Polisi ve İskoçya Hükümeti ile birlikte yapması gerekir. Kuzey İrlanda’da ise, sınır ve gümrükle ilgili görevlerini aynen yerine getirir, ancak diğer görevlerini Kuzey İrlanda Polis Teşkilatı’na bırakmak zorundadır (NCA, 2014). Yukarıda da belirtildiği gibi, NCA birkaç ayrı bölüm olarak faaliyetlerini yürütür. Bunların ilki, Organize Suç Komutanlığı’dır. Her türlü organize suçlarla, yerel, ulusal veya uluslararası seviyede mücadele yürütür. Yerel polis teşkilatları ve diğer ilgili kolluk birimleri ile koordineli olarak hedef kitlelere karşı hazırlıklar yapar. İkincisi, Sınır Polislik Komutanlığı’dır. Her türlü yasadışı kişi veya malın sınırlardan geçmesine engel olmakla görevlidir. Ayrıca sınırlarda görevleri olan diğer kolluk kuvvetleri ile de koordinasyonu yürütür. Yurt dışı veya limanlardaki operasyonları yürütür. Üçüncüsü ise Ekonomik Suç Komutanlığı’dır ve organize suç örgütlerinin işlediği mali dolandırıcılık suçları ile önemli ekonomik suçları takip eder. Diğer birim de Çocuk İstismarı ve Çevrimiçi Koruma Merkezi’dir. İlgili bütün paydaşlar olan sanayi ve devlet kuruluşları, çocuk vakıf ve dernekleri ve diğer ilgili kolluk kuvvetleri ile işbirliği yaparak çocukların cinsel istirmarını önler ve suçlular hakkında dava açılmasını sağlar. Son birim olan siber güvenlik ünitesi ise, ülkenin her türlü siber güvenliğe yönelik tehditleri takip eder ve önlemler alır (ACPO, 2014). Sonuç olarak NCA, görevleri ile ilgili olarak BK ve İskoçya Parlamentoları ile Kuzey İrlanda Meclisine karşı sorumludur ve onların denetimine de tabidir. Görevlileri, görevlerini yaparken polis memurlarının sahip oldukları yetkileri kullanırlar. Britanya Ulaştırma Polisi (The British Transport Police, BTP) Ulusal seviyede görev yapan bir kolluk birimidir (Newburn, 2008:156). Britanya Ulaştırma Polisi ismi yanıltıcı olabilir. Türkiye’de bir karşılığı yoktur. Aslında Britanya Tren Yolları Polisi diye adlandırılsa daha doğru olurdu. Zira bu teşkilatta çalışan polislerin görev alanları daha çok demir yollarıdır. Bütün demiryollarının 179 yanında, Londra Metrosunda, Docklands Hafif Metrosunda, Midland Metro ve Tramvay Sisteminde, Croydon Tramvay Sisteminde, Sunderland ve Glasgow Metrosunda da görevli ve yetkilidir (BTP, 2014). Bu Teşkilat, 1945 yılında çıkarılan, Britanya Ulaştırma Komisyon Kanunu gereği kurulmuştur. Bu polis teşkilatı, 1994 yılına kadar adli polis yetkisine sahip değildi. Daha ziyade önleyici kolluk hizmeti niteliğinde olan devriye gezme, bilet kontrolü, kamu düzenini sağlama gibi işleri yürütüyordu. Ancak 1994 yılında çıkarılan Ulaştırma Polis Kanunu ile adli kolluk hizmeti yürütmeye de hak kazandı (Oliver, 1997:99). Bu hak ve yetkiler 2003 yılında, Tren Yolları ve Ulaştırma Güvenliği Kanunu ile son halini aldı. Bu Kanunun 31. maddesine göre, Britanya ulaştırma polisleri, vagonlarda, tren yolları ağlarında, her hangi bir istasyonda, bakım depolarında, demir yollarının kullandığı kara parçalarında ve bütün Britanya sınırlarındaki tren yollarında meydana gelen herhangi bir adli olayda, diğer kolluk birimlerinde görev yapan polislerin sahip oldukları adli kolluk yetkilerine sahiptirler (Newburn, 2008:159). Aynı zamanda bu polisler, yukarıda sayılan birimlere arama izni almadan girebilirler, bir suç işlensin veya işlenmesin, bu birimlere girmek için makul ölçüde zor kullanırlar. Bunlara karşı direnç veya saldırılar, polislere yapılmış gibi muamele görür. Kullandıkları üniformalar ve rütbeler, diğer BK kolluk birimlerine benzemektedir (Oliver, 1997:100-103). Britanya Ulaştırma Polis Kurulu olarak adlandırılabilecek bir Kurulu vardır (British Transport Police Authority) ve bu birimin üzerinde denetim ve gözetim yetkileri olan sivil kurul pozisyonundadır. Bir anlamda, demokratik hesap verebilirliği sağlamak amacıyla kurulmuştur. 2004 yılında kurulan ve bağımsız bir yapısı olan bu birim, Teşkilatın çalışmalarını, tren yolları camiası adına gözetler. Özellikle de tren yolları görevlileri ve yolcuları ile görüşerek, bu polis teşkilatının görevlerini etkili ve verimli bir şekilde yürütüp yürütmediğini denetler (ACPO, 2014). Bu Kurul, aynı zamanda Teşkilatın Baş Polisini ve diğer üst düzey polisleri atar ve onlarla ilgili şikâyetleri de değerlendirerek sonuçlandırır. Bu ve benzeri 180 yetkilerinden dolayı bu Kurul, Teşkilatın patronu olarak değerlendirilebilir (Oliver, 1997:99-101). Bu polis teşkilatının bütçesi, BK sınırlarında çalışan tren yolu şirketlerinden gelen gelirlerden oluşur. Bütçenin oluşmasında bağımsız Kurul’un da rolü vardır ve son sözü söyleyerek bütçeyi onaylar. Bunun anlamı, parayı şirketler verdiğine göre Kurul, bu şirketlerin Britanya Ulaştırma Polis Teşkilatından en iyi hizmeti almalarını sağlamakla yükümlüdür (BTP, 2014). Büyük Britanya Demiryolları Şirketi, 1980’lerde özelleştirilerek, birden çok sayıda özel şirkete dönüşmüşlerdir. Bu özelleşmeye rağmen, şirketlerde çalışan görevlilerin bazı kolluk yetkileri devam etmektedir. Bu yetkiler; bilet kontrolü yapmak, saldırgan veya suçlular hakkında adli takibat yapmak ve bu kişileri, demiryolları araçlarından ve binalarından uzaklaştırmak gibi yetkilerdir. Bu görevliler, polis gelinceye kadar bu tür zanlı veya saldırganları gözaltında tutmaya ve onlar üzerine zor kullanma yetkilerine sahiptirler. Bu görevliler iş ve işlemlerini, 1840 tarihli Demiryolları Düzenleme Kanunu’na göre yürütürler (BTP, 2014). Sivil Nükleer Polis Teşkilatı (The Civil Nuclear Constabulary, CNC) Yaklaşık elli yıl süre ile faaliyet yürüten ve 2005 yılında faaliyetine son verilen BK Atom Enerjisi Kurumu Emniyet Müdürlüğü’nün (The United Kingdom Atomic Energy Authority Constabulary) (Oliver, 1997:103-105) yerine, ulusal düzeyde görev yapan bir diğer kolluk birimi olarak, 2004 tarihli Enerji Kanunu ile kurulmuş ve 2005’te faaliyete başlamıştır (Newburn, 2008:156). Aynı kanunla bir de Sivil Nükleer Polis Kurulu kurulmuştur. Bu Kurul’un Teşkilat üzerinde gözetim ve denetim yetkileri vardır. Sivil Nükleer Polis Teşkilatı öncelikle, sivil amaçlı nükleer enerji santrallerini ve her türlü nükleer ürünün fiziki korumasını sağlar. Bu görevini birçok ortak kuruluşla işbirliği içinde yürütür. Özellikle İçişleri Bakanlığına bağlı çalışan kolluk kuvvetleri ile ilişkileri yürütür. Farklı da olsa, sonuçta bölgesinde polislik hizmeti yürütür. 2007’den beri yaklaşık 800 polis memuru ve 100 adet de sivil memurla görevini sürdürmektedir. Bu birimin takip ettiği en önemli görev, korudukları nükleer santrallere yapılabilecek terörist saldırıları önlemek olduğundan, asıl olarak bu konuya yoğunlaşmışlardır (CNC, 2014). 181 Bu birimde görev yapan polislerin sahip oldukları görev, yetki ve ayrıcalıklar şunlardır: Görev yaptıkları nükleer santralın, 5 km çapındaki her alanına girme yetkileri vardır. Her türlü nükleer maddenin yüklenmesi ve boşaltılmasının güvenliğini sağlarlar. Nükleer maddelerin taşınması esnasında da gerekli gördükleri her durumda müdahale yetkisine sahiptirler. Nükleer maddelere karşı muhtemel her saldırıya karşı tedbir almak amacıyla harekete geçebilirler. Bu birimin emniyet müdürü ve yapılan iş ve işlemler, yukarıda belirtildiği gibi, Kraliyet Polis Müfettişlerinin denetimine tabidir. Ayrıca, İçişleri Bakanlığı yerine, Enerji ve İklim Değişikliği Bakanlığına (The Department of Energy and Climate Change) bağlıdır (ACPO, 2014). Bazı raporlarda da belirtildiği gibi bu Teşkilat, klasik adli veya idari kolluk işlerinden daha çok önleyici kolluk işlevi yürüttüğünden, istatistikî olarak uğraştığı suçların miktarı çok düşüktür. Bunun anlamı da, bu birim klasik bir kolluk kuvveti gibi çalışmamaktadır. 2010-11 yıllarında, bu birimin toplam tutukladığı kişi sayısının 12 olduğunu söylemek, konunun anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Önemli bir ayrıntı, BK yerel polis birimlerinde çalışan polislerin aksine, Sivil Nükleer Polis Teşkilatı polisleri, görevleri esnasında silah taşırlar. Son olarak, nükleer enerji karşıtlarına karşı gizli istihbarat operasyonları yürütme yetkileri vardır (UK POLICE, 2014). Savunma Bakanlığı Polisi (The Ministry of Defence Police, MOD) Savunma Bakanlığı Polisi, BK dâhilinde, Londra’daki merkez de dâhil olmak üzere, bu bakanlığa ait bütün binaların korunmasından sorumlu, ulusal bir iç güvenlik birimidir (Newburn, 2008:156). Sivil bir polistir. Kraliyet Askeri Polisi ile karıştırılmamalıdır. 3000 civarında polis memuru vardır. 1971 yılında, üç ayrı askeri polis gücü olan, Hava Kuvvetleri Polisi, Ordu Polisi ve Deniz Kuvvetleri Polislerinin birleştirilmesiyle oluşturuldu (ACPO, 2014). İki bölümden oluşur ve merkezi Wethersfield, Essex’dir (Oliver, 1997:96). Görev ve sorumlulukları ile görev alanları şöyledir: Büyük oranda, BK diğer kolluk birimlerine benzemekle beraber, bazı konularda bunlardan farklılık gösterir. Özellikle oynadığı rol, görevler ve sorumluluk bakımından bu farklılık görülebilir. Öncelikle bu birim, Savunma Bakanlığının her türlü mülkünü korur ve çalışanlarına güvenlik sağlar. Bu sayılan birimleri, her türlü terör saldırısına karşı korur. Bunun 182 yanında, bu birimlere ve oralarda çalışan kişilere, diğer normal kolluk hizmetlerini de sunar. 1987 tarihli Savunma Bakanlığı Polislik Kanununa göre bütün görevlilerine polis yetkisi verilmiştir ve bunlar görevlerinin yüzde doksanında silah taşırlar. Birkaç bölümü vardır. Bunlardan en önemlilerinden birisi de, uluslararası görevleri yerine getiren bölümdür ki, bu bölümün en önemli ortakları, Birleşmiş Milletler, NATO ve BK Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanlığı’dır. Anlaşılacağı gibi, BK yurt dışına güvenlik görevlisi gönderirken daha çok bu birimden yararlanır. 2010 yılı sonu itibariyle bu birimde çalışan polis sayısı 3500 civarındayken, bu sayı Ekim 2013’te 2700’e indirilmiştir. Bu sayının 2016’da 2400’e indirilmesi de resmi hedefler arasındadır (MOD, 2014; Oliver, 1997:97). Savunma Bakanlığı Polisi’nin bahsedilen bölümlerinden birisi de, “deniz ünitesidir” ki, en önemli görevi, Kraliyet Deniz Kuvvetlerinin birimlerini korumak ve onlarla ilgili devriye hizmetleri sunmaktır. Ayrıca denizaltıların ve deniz üstü araçlarla ilgili de her türlü koruma hizmetini sunar. Bu birime bağlı diğer bir ünite de “köpek ünitesidir” ki, BK içinde, Londra İl Emniyet Müdürlüğünden sonra ikinci en büyük polis köpek birimidir. Bu köpekler uyuşturucu ve patlayıcılar konusunda eğitimlidirler. Bir diğer birim olan “Suç Soruşturma Bölümü” ise görev yaptığı askeri birliklerin alanlarında ciddi mali yolsuzluklar, askeri ihale yolsuzlukları ile ilgilenir. “Operasyonel Destek Ünitesi” ise, bu birimin hareketli ve esnek birimidir. Özel ihtiyaç durumunda harekete geçer. “Özel Eskort Grup” ise Savunma Bakanlığının özellikle nükleer silahlarının ulaşımında eskortluk ve güvenlik hizmeti sunar. “Taktik Destek Grup” da nükleer yangın söndürme konusunda uzmandır ve ülkenin nükleer değerlerini korumada öncülük yapar. “Merkezi Destek Grup” da, ekstra ihtiyaç durumunda diğer ünitelere destek sağlar (MOD, 2014; Oliver, 1997:97-98). Özetle bu birim, Türkiye’deki askeri inzibatın görevlerine benzer görevleri yürüttüğü gibi, askeri bölgelere koruma hizmeti de sunmaktadır. 183 Ulusal Vahşi Hayat Suç Ünitesi (National Wildlife Crime Unit, NWCU) İngiliz polisini konu edinen bilimsel eserlerde hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamışsa da, resmi web sayfalarında verilen bilgilere göre, Ulusal Vahşi Hayat Suç Ünitesi, 2006 yılında faaliyete geçmiştir. Merkezi Livingston West Lothian’dır. 15 üyesi olup, üyeleri arasında analistler, istihbarat görevlileri ve polis kökenli soruşturmacı görevliler vardır. Ulusal arenada görev yapan bir kolluk birimidir. En önemli görevleri, nesli tehlikede olan hayvanların takibi, yasa dışı tahnitçiliğin takibi ve bunların açık artırmayla satışı, her türlü vahşi hayvan neslinin takibi, kaçakçılığının önlenmesi ve yumurtalarının toplanması gibi konuları takip etmektir. Özetle vahşi hayatın korunmasına yönelik istihabarat toplar ve ilgili kolluk kuvvetleri için analitik ve destekleyici bilgiler temin eder. Yeri gelmişken BK sınırlarında, vahşi hayata dair bazı yasaklardan bahsetmek gerekir ki bunlar; yaban tavşan avlamak, geyik avlamak, bazı balık türlerini avlamak, porsuk avlamak, yarasa avlamak, yaban hayvan yumurtalarını çalmak veya koleksiyonunu yapmak, bazı bitki türlerinin ticaretini yapmak gibi faaliyetlerdir (NWCU, 2014). Büyük Britanya Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri (Great Britain National Ballistics Intelligence Service, NABIS) Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri, ulusal seviyede görev yapan ve kolluk kuvvetlerine yardımcı olan bir birimdir. BK sınırlarında, Türkiye’deki EGM veya JGK benzeri ulusal bir kolluk olmadığı için, ulusal bazı fonksiyonların yürütülmesi için bu tür birimlere ihtiyaç vardır. Yerel polis birimleri olan il emniyet müdürlükleri bünyesinde, ayrı ayrı balistik birimi kurmak ciddi bir kaynak israfı anlamına geleceği için de bu böyledir. Adından da tahmin edileceği gibi bu birim, ulusal bazda bütün balistik incelemeleri yapmakla ve bunlarla ilgili verileri saklamakla görevlidir. Yani herhangi bir suça karışmış her türlü ateşli silahın, gerektiğinde balistik incelemesini yapmakla yükümlüdür. Bu amaçla, bütün kolluk kuvvetlerinden gelen talepleri yerine getirir. Birmingham, Manchaster ve Londra’da büroları vardır ve son haline 2008 yılında getirilmiştir (NABIS, 2014). 184 İngiltere ve Galler Ulusal Polis Hava Hizmetleri (England and Wales National Police Air Service) İngiltere-Galler sınırlarında hizmet sunan bütün kolluk birimlerinin hava kuvveti ihtiyacını yerine getiren Ulusal Hava Hizmetleri birimi, West Yorkshire il emniyet müdürlüğü bünyesinde yapılandırılmış, ulusal bir kolluk birimidir. Bu birim, 2012 yılında faaliyete geçmiş çok yeni bir birimdir. Yine yukarıda birçok kez temas edildiği gibi, Britanya idari sisteminin daha yerel olmasına bir cevap niteliğinde ortaya çıkmış olup, özellikle de Emniyet Müdürleri Derneği’nin (ACPO) 2009 yılında yayınlamış oldukları raporun bunda büyük etkisi olmuştur. Bu dernek, adında da anlaşılacağı ve aşağıda da kısaca anlatılacağı gibi, bir dernek olmasına rağmen, Türkiye’deki anlayışa göre Anayasada yer alan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından olup, devletçe desteklenmektedir. Birçok ulusal kolluk hizmeti bu Dernekçe yürütülmektedir. Bu birim kuruluncaya kadar bu tür hizmetler yerel birimlerce karşılanıyordu ve bu da ciddi zaman ve kaynak israfına sebebiyet veriyordu. Bu uygulamaya geçilirken, İçişleri Bakanlığı ve 43 İl Emniyet Müdürlüğü, kendi aralarında ilk kez bir Ulusal İşbirliği Anlaşması (National Collaboration Agreement) imzaladılar. Bu sayede de aynı ihtiyaçları daha ucuza elde etme imkânına kavuştular. Bu Anlaşma ile birlikte kurulan bu birim, İngiltere sınırlarında yaşayanların yüzde 98’ine, 20 dakika içinde hava hizmeti ihtiyacı sunma imkânı getirmiş oldu. Tabii bunu yaparken 23 ayrı yerde, 25 hava aracı ile konuşlandı ve 24 saat esasına göre çalışmaya başladı. Bir arıza durumunda da yedek araç bulundurularak kesintisiz hizmet imkânı sağlandı (UK POLICE, 2014). Merkezi Otoban Polisi (The Central Motorway Policing) Tahmin edilebileceği gibi, her türlü yolların, her yönüyle güvenliği ve kontrolü, BK yerel kolluk birimlerinin görevleri arasındadır. Ancak özellikle otobanların yapısı itibariyle, ayrı bir teşkilata ihtiyaç olduğundan, Merkezi Otoban Polisi de ihtiyaçtan ortaya çıkmış, tam olarak ulusal olmasa da, İngiltere sınırlarındaki otobanların büyük bir kısmını kontrol etmek üzere, üç ayrı il emniyet müdürlüğünce kurulmuş bir birimdir. Bu il emniyet müdürlükleri sırasıyla, West Midlands, West Mercia and 185 Staffordshire il emniyet müdürlükleridir. Bu birimin araç, gereç ve personeli bu üç müdürlükten temin edilmiştir. Bu birimin görev sahası, sekiz ayrı otobandan oluşmakta olup yaklaşık 650 km civarındadır. Görevlileri, 24 saat esasına göre devriye hizmeti sunmakta olup, Birmingham, Worcestershire and Staffordshire bölgelerinde konuşlanmışlardır (UK POLICE, 2014). Kraliyet Parklar Polisi (Royal Parks Constabulary) Kraliyet Park Polisliği, 1872 tarihli Parklar Düzenleme Kanunu’na kadar gitmektedir. İlk yıllarda bu birimde çalışanlar için kullanılan unvan “bekçi” (keeper)’dir, ancak bunlar kendi görev alanlarında polis yetkisine sahiptiler. 1974 yılında Parklar Düzenleme Kanunu değiştirildi ve bunlara da polis denmeye başlandı. 2004 yılında ise, bu işleri yürütmek üzere, Londra Büyükşehir Emniyet Müdürlüğü içinde, Kraliyet Parklar Operasyonel Komutanlık Ünitesi kuruldu ve özellikle Londra sınırlarındaki 17 adet Kraliyet parkının korunmasını üstlendi. Bu birimin mali kaynağı, Kraliyet Parklar Ajansı tarafından sağlanmaktadır. Londra sınırlarında görevli olup, sorumlu olduğu parkların içinde güvenlik ve asayişi sağlayarak, hem önleyici hem de adli kolluk hizmeti sunmaktadır. Bu birimde polislerin yanında gönüllü polisler (special constables) ile toplum polisleri (communty support officer) de, 7/24 esasına göre çalışmaktadır. Bu birimin sorumlu olduğu parklardan bir kısmı dünyaca meşhur olup, her yıl milyonlarca yerli ve yabancı tarafından ziyaret edilmektedir. Bunlardan bazıları, Bushy Park, Green Park, Greenwich Park, Hyde Park, Kensington Bahçeleri, Regent's Park, Richmond Park, St James's Park, Victoria Tower Bahçeleri, Brompton Mezarlığı’dır. Bu parkların genel idaresi, Kültür, Medya, Olimpiyatlar ve Spor Bakanlığına aittir (ROYALPARKS, 2014). Limanlar Polisi (Ports Police) BK’ta iki çeşit liman polisi vardır, büyük kısmı 1847 tarihli Limanlar ve Bütün İskeleler Kanunu çerçevesinde, genel olarak liman polisleri olarak görev yaparken, az bir kısmı da, kendi limanlarının adıyla anılan, Port of Dover ve Port of Liverpool gibi polis birlikleridir (ACPO, 2014). Her halükarda bu liman polisleri de diğer genel kolluk polislerinin sahip oldukları yetkileri, kendi görev alanında kullanırlar. Bu 186 Kanun çerçevesinde görev yapan toplam polis memuru sayısı 200 civarındadır. 2013 tarihli Deniz Navigasyon Kanunu, liman polislerinin görev alanlarının bir km kadar çevresinde de yetkili olmalarına izin vermiştir. Ancak bu polislerin görev sahalarında işlenen ciddi suçlarla ve kazalarla ilgili olarak yerel polis birlikleri yetkilidir. Burada hatırlamak gerekir ki, bu limanları özel şirketler işletmektedir. Dolayısıyla, bir kamu hizmeti olması beklenen kolluk hizmeti, özel sektör tarafından sunulmaktadır (Newburn, 2008:156). Gönüllü Polislik (The Special Constabulary) Jason-Lloyd’un anlatımıyla “Özel Polislik” olarak da adlandırılan bu görev, BK dâhilinde, yarım gün çalışan polis gücüdür. Temel esprisi, o polis bölgesinde yaşayıp da gönüllü olarak polislik yapmak isteyen kişilerden oluşmasıdır. Yani bu birimde çalışanlar bir ücret almazlar, sadece polise yardımcı olurlar. İngiltere ve İskoçya’da mevcut bütün il emniyet müdürlükleri bünyesinde “gönüllü polislik” birimi bulunmaktadır ve son yıllarda bu birimlerde çalışanların toplam sayısı yirmi bin civarındadır (2000:19). 2002 yılında çıkarılan, Polis Reformu Kanunu ile bunların statüleri yenilendi. Buna göre, özel polisler, diğer tam zamanlı ve maaşlı polisler gibi hâkim önünde yemin ederek göreve başlarlar ve tutuklama yetkisi de dâhil, diğer polislerin sahip oldukları yetkilere sahiptirler. Görev olarak da, diğer gönüllü bir polis veya normal polisle birlikte aynı işleri yaparlar. Yaya veya araçla devriye gezme gibi. Fakat çok özel uzmanlık gerektiren terörle mücadele, trafik polisliği ve kaçakçılık gibi bölümde çalışmaları da doğal olarak beklenmez. Çünkü bu birimde çalışmak için daha fazla eğitim ve tecrübeye ihtiyaç vardır ki, bunu da bu özel polislerin sağlaması beklenemez (Newburn, 2008:227). İngiliz İç Güvenlik Sistemi ve Asker Silahlı kuvvetler, yani kara, hava ve deniz kuvvetleri Savunma Bakanına bağlı askeri birlikler olup, ülke savunmasında, yani dış güvenlikte kullanılan silahlı askeri birimlerdir. Moran’ın belirttiği gibi silahlı kuvvetler ancak aşağıdaki üç durumda iç güvenlikte, kamu düzeninin sağlanmasıyla ilgili görevlendirilirler (2005:485): Birincisi, iç güvenlikten sorumlu polisin barış ve güvenliği sağlayamadığı 187 durumlardır. Bunun en önemli örneği de, Kuzey İrlanda’da polis kuvvetlerinin güvenliği sağlayamaması üzerine, yaklaşık 30 yıl boyunca askeri birliklerin iç güvenlikte görevlendirilmesidir. İkinci durum, acil hizmetleri normal olarak sağlayan birimlerde bir aksama veya tamamen sağlanamaması durumudur. Bunun en önemli örnekleri ise, 1977 ve 2003 yıllarında, sanayi sektörlerinde meydana gelen olaylar esnasında, itfaiye hizmetlerinin yetersiz kalması sebebiyle ordu birliklerinin görev almalarıdır. Üçüncü durum ise, önemli bir terörist saldırı ihtimali durumudur. Her ne kadar Kuzey İrlanda sorununun çözümünden sonra buna ihtiyaç olmamışsa da, 2001 yılı 11 Eylül New York saldırılarından sonra, bu ihtimal her zaman gündemde olan bir diğer durumdur. Tabii burada, terör saldırılarına karşı alınacak önlemlerin çok yönlü olması gerektiğini de hatırlamakta yarar vardır. Burada, Moran’ın vurguladığı gibi, terörle mücadelede gelinen aşamada, silahlı kuvvetlere daha çok ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır (2005:486). Fakat bu durum beraberinde bazı problemleri de getirmiştir; düşmanla mücadele için yetiştirilen ordu birliklerinin, iç güvenlik alanında gerekli hassasiyetleri koruması zor olmaktadır. Zira savaşta karşısında düşman vardır ve mücadelenin sınırları daha geniş iken, burada karşısında kendi vatandaşı vardır ve mücadele daha hassastır. Öldürdüğü insan, belki de aynı saflarda savaştığı bir arkadaşının çok yakın bir akrabası olabilir. Türkiye’de de bölücü terör örgütü ile mücadelelerde bu ve benzeri durumlarla çok karşılaşıldı. Baba, oğul, yeğen vs kimi terörist, kimisi de Türk milliyetçisi olabildi. En azından bu tür çelişkiler filmlere bile konu oldular (Cıvaoğlu, 2012). Bu gibi, askeri birliklerin iç güvenlikte kullanılmaları durumunda, karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi de, istihbarat bilgilerinin koordinasyonudur. Hatırlanacağı gibi, Türkiye’de de, neredeyse sırf bu amaçla, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur. BK Savunma Bakanlığına bağlı olarak çalışan bir Savunma İstihbarat Birimi de mevcuttur. Türkiye’deki askeri istihbarata benzeyen bir yapısı vardır. Bu istihbarat birimleri arasındaki sorunları çözmek, Başbakanlık Ofisindeki, Ortak 188 İstihbarat Teşkilatı’nın görevidir. Bu Teşkilatın başkanı, Ortak İstihbarat Komitesine de başkanlık eder ve her türlü iç ve dış istihbaratı koordine eder (UK GOVERNMENT, 2014). Tek cümleyle özetlemek gerekirse, BK Savunma Bakanlığı’nın iç güvelik rolü ancak istisnai durumlarda, nadiren söz konusudur. Bütün askeri birlikler bu bakanlığa bağlıdır. Türkiye’deki gibi sembolik bir bakanlık değildir. Diğer bir ifadeyle, savunma bakanlığı ve genelkurmay başkanlığı ayırımı yoktur. Savunma Bakanı, ülkenin bütün savunma politikalarının siyasi sorumlusudur. Özetleme gerekirse, yukarıda görüldüğü üzere, İngiliz sisteminde iç güvenlik hizmeti sunan birimler genel olarak “polis” olarak adlandırılmaktadırlar. Ancak görev, yetki ve sorumluluk açılarından birçok farklılıklar mevcuttur. 3.2.2. İç Güvenlikte Dolaylı Hizmet Sunan Aktörler Parlamenter demokrasi ile yönetilen bir ülke olan Birleşik Krallık, tipik özelliklere sahip olmakla beraber, klasik hiyerarşi içinde, Kral (Kraliçe), devletin başıdır (Roberts, 1986:185-187). Ondan sonra sırasıyla Parlamento, Bakanlar Kurulu, Başbakan, Bakanlar ve diğer özerk kuruluşlar yer almaktadırlar. Özetle; BK yürütme organları sırasıyla; Taç (Crown veya Monarchy), Özel Konsey (Privy Council), Bakanlar Kurulu (The Government), Başbakan (The Prime Minister), Kabine (The Cabinet) ve yürütmenin yönetim aracı olan Kamu Yönetimi bürokrasisinden oluşur (Heywood, 2008:225-227, Roberts, 1986:134). Yürütmenin en geniş halkasını Özel Konsey oluşturur; sonra sırasıyla Bakanlar Kurulu, Kabine, İç Kabine, Kısmi Kabine ve Kabine Komiteleri yer almaktadır. Ancak, “Taç” (Crown) sözcüğü “Kral ya da Kraliçe” ile eş anlamlı değildir. “Taç” denilince bu, Kralı ve Bakanları da kapsayan, devleti kasteden bir kavram niteliğindir. (Roberts, 1986:135-136). Adeta, Osmanlılardaki, “Bab-ı Ali” ile “devlet”in kastedilmesi gibi, burada da “Taç “ ile aynı şey kastedimektedir. 3.2.2.1. Kraliçe veya Kral (Queen, King) Parlamenter Monarşik bir yönetim yapısına sahip olan Birleşik Krallıkta, devletin başında Kral ya da Kraliçe bulunur. Taç; yürütmenin başı, yasamanın ayrılmaz 189 parçası, yargının başı, silahlı kuvvetlerin başkomutanı, İngiltere Kilisesinin (Anglikan Kilisesi) yüce yöneticisidir (Roberts,1986:135). BK tarihine bakıldığında, kısa bir Cumhuriyet dönemi hariç, devletin başında daima bir kralın veya kraliçenin bulunduğu bilinmektedir. Kral veya kraliçe, kraliyet ailesinden gelmektedir. Ülkenin en eski kurumudur. Zira 829 yılında, İngiliz birliğini sağlayan, Kral Egbert’ten beri, bu kurum hep olmuştur. 1701 tarihli, Türkçeye Tac-ı Tevarüs Kanunu olarak çevrilen (Göze, 2000:443) bir (The Act of Settlement) kanunla da, krallığın görev ve yetkileri belirlenmiş ve Taç’ın en yaşlı evlada geçmesi kuralı getirilmiştir (Norton, 2011:362). Bin yılı aşkın ülke tarihinde, sadece 18 yıl ülke kralsız bir dönem yaşamıştır. Bu ara dönem olan 1642- 1660 yılları arasında iç savaş çıkmıştır ve Oliver Cromwell isimli bir asker, kendisini “Koruyucu Lord” unvanıyla devletin başı ilan etmiştir ama 1660 yılında ölümü üzerine, Kral Charles yeniden tahtına geri dönmüştür (Çevik (ed). 2008:220; Heywood, 2008:10-12). Günümüz modern Britanya Kraliçesi’nin, devlet yönetimi açısından konumunu tek cümle ile ifade etmek gerekirse, dünyada bu kadar az yetkili ama bir o kadar da etkili bir devlet başkanı bulmak mümkün gözükmemektedir (Judge, 2005:76-79). BK Kraliçesinin devlet idaresi açısından o kadar az yetkileri vardır ki, bir cümlede saymak mümkündür: Başbakanı atamak, parlamentoyu başbakanın talebi üzerine feshetmek, Parlamentonun açılışını, bir konuşma ile yapmak, ki bu konuşmayı da Başbakan hazırlar, yasaları kabul etmektir ve çok istisnai olarak bazı bürokratların atamasını onamaktır (Roberts, 1986:186). Monark, resmi olarak aynı zamanda İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı, Kanada ve Avustralya'yı içeren bazı ülkelerin de devlet başkanıdır. Birleşik Krallıkta hükümdarlık, cinsiyet farkı gözetmeksizin, sadece kan bağı ile ebeveynlerden çocuklara geçer. Evlilik yolu ile kral veya kraliçe olunamaz (Norton, 2011:362). BK Kraliçesi’nin, iç veya dış güvenlikle ilgi herhangi bir görevi bulunmamaktadır. Dolaylı olarak etkisi ve bazı rolleri olsa da, başkanlık ettiği bir kurul, kurum veya kuruluş olmadığı gibi, bu hizmetleri sunan kuruluşlar üzerinde de herhangi bir yetkisi yoktur. Olsa olsa bazı atamalarda imzası olmakla birlikte (Peele, 2004:36; Jason-Lloyd, 2000:8), bu da sembolik anlamlar içerdiği için kayda değer bir durum değildir (Roberts, 1986:186). 190 3.2.2.2. Parlamento (The Parliament) Dünyanın en eskilerinden olan BK Parlamentosu, iki kamaradan oluşur (Martin, 2013:43): İlki, 650 üyeli olan ve üyeleri beşer yıllık dönemler için seçilen Avam Kamarası (the House of Commons) ve ikincisi ise, eskiden çoğunluğunu soyluların oluşturduğu ve üyeliğin babadan oğla geçtiği, ama şimdi genellikle hükümet ve Kraliçe tarafından tayin ile hayat boyu üyelik yapılan Lordlar Kamarasıdır (the House of Lords) (Roberts, 1986:12-13). 2001'den beri Lordlar Kamarası'nın yapısının çağdaşlaştırılması için bir reform çalışması başlatılmıştır ama hala daha yeni sistem ortaya çıkmamıştır (Heywood, 2008:217-218). Parlamento’da yasa yapma süreci üç aşamalıdır: Avam Kamarası, Lordlar Kamarası ve Kraliçe veya Kral. Avam Kamarası’nın şu an için üye sayısı 650’dır. Avam Kamarası, İngiliz parlamentosunun halkoylarıyla seçilen üyelerinden oluşan yasama organıdır ve aslında parlamento denildiğinde akla Avam Kamarası gelmektedir. Seçimler en çok 5 yılda bir tekrarlanır (Rogers ve Walters, 2004:22). İngiltere’de 523, İskoçya’da 72, Galler’de 38, Kuzey İrlanda’da 17 seçim bölgesi vardır (Roberts, 1986:12). Her seçim bölgesi bir parlamento üyesi çıkarır. Parlamento üyelerinden birisinin ölümü, istifa etmesi veya emekli olması durumunda derhal bir ara seçimle yeni üye görev başına getirilir (Roberts, 1986:30-32). Milletvekili olmak için 21 yaşını bitirmek ve o seçim bölgesinden on kişinin imzasını almak yeterlidir (Roberts, 1986:13). Avam Kamarası’nın en önemli görevi yasa yapmaktır ki, bu görev Parlamento üstünlüğü (Supremacy of the Paliament) ilkesini doğurmuştur (Roberts, 1986:140). Hükümeti kabul etmek ve düşürmek ile hükümeti ya da bir diğer ifadesiyle yürütmeyi denetlemek de Parlamento’nun en önemli görevleri arasındadır (Roberts, 1986:152-154). Lordlar Kamarası’nın ise sabit bir üye sayısı yoktur. Üyeleri birkaç yöntemle atanır: Hayat boyu lordlar, miras yoluyla gelen lordlar, dini lordlar ile üst düzey hâkimlerden oluşurdu (Roberts, 1986:178). Ancak artık yüksek hakimler, Lordlar Kamarası’nda temsil edilmek yerine, Yüce Mahkeme’de (The Supreme Court) temsil edilmektedirler (Martin, 2013 :43). Lordlar kamarası üyeleri maaş almazlar, ancak 191 görevleri gereğince bir seyahat yapmaları gerekirse, bu seyahatin giderleri devlet tarafından karşılanır. Birleşik Krallık parlamento modelinde yasama gücü, halkın temsilcilerinin oluşturduğu yasama organında vücut bulur. Bu güç, yukarıda da kısaca temas edildiği gibi, başka hiçbir kişi, kurum veya kuruluşla paylaşılamaz (Roberts, 1986:140). Diğer bir ifadeyle, halkın temsilcisi konumunda bulunan Parlamento, fiiliyatta Avam Kamarası üyeleri, her konuda, kraliyet kurumunun kaldırılması da dâhil olmak üzere, karar alma yetkisine sahiptirler. Onlar, ancak seçim döneminde, halka siyasal kararları dolayısıyla hesap verirler. Halk bunları onaylamıyorsa, onlara oy vermemek suretiyle tercihini belirtir. Bu kararların kaldırılması veya yerine yeni kararların alınması, bir dönem sonra seçilecek olan temsilcilerin görevidir. Bu uygulama, tam bir dolaylı demokrasi örneği olup, halk siyasal sistemin yönetimine doğrudan katılmamakta, alınan kararları ancak dolaylı olarak etkilemektedir. Bundan dolayıdır ki, bu sistemde bütün ülkenin katıldığı referandum uygulamaları pek görülmez (Roberts, 1986:80-82). Bu sistemde Parti hükümeti esastır ve yürütme gücünü kullanan başbakan ve bakanlar kurulu, aynı zamanda yasamayla kaynaşmıştır ve onu etkisi altında tutar. Daha çok iki partili bir parti sistemine dayalı olarak çalışır. Üçüncü ve diğer partiler, istisnai durumlar dışında, genellikle çok güçlü değildirler. Bu değerlendirme, Parlamento’da temsil anlamındadır. Yani seçim sistemi, yukarıda da vurgulandığı gibi, her bölgeden tek bir vekil çıkarır ve tek turlu bir seçim vardır. Bu durumda, partilerin oy oranları birbirine çok yakın olduğu durumlarda, ki bu 2010’da oldu, üçüncü parti oy oranına göre çok daha az vekil kazanır (Grant, 2009: 93-97). Westminster modelinde, demokrasinin önemli unsurlarından birisinin de meclis egemenliği ilkesi olduğu yukarıda vurgulanmıştı (Heywood, 2008:206). Buna göre parlamentonun gücü, sistemde açık bir şekilde görülür. İngiltere'de parlamentoyu denetleyecek bir organ yoktur. Hukuki açıdan yasama gücüne konulmuş hiçbir sınır yoktur. Parlamento, anayasal nitelikli kuralları da aynı adi yasalar gibi koyar veya kaldırır. BK’ta muhalefetin, azınlıkların veya marjinal grupların, iktidarın baskı ya da zorbalığından korkmasına gerek yoktur. Herhangi bir 192 hukuki ve kurumsal güvence olmamasına karşın, ülke halkının tarihsel özgürlük duygusu en büyük güvencedir (Heywood, 2008:165-185; Martin, 2013: 54). Milletvekili seçimleriyle ilgili genel kurallar, Türkiye’den bilinenlere benzerlik arz eder (Roberts, 1986:12-30). Yasaya göre, seçimler beş yılda bir yapılması gerekir (Martin, 2013:43). Ancak genelde, nadiren maksimum 5 yıllık süre beklenir, süre dolmadan meclis çözülerek seçime gidilir. Mesela 1997 yılında, mevcut hükümet meclisi 4 yıl sonunda dağıtarak seçime gitmiştir (Rogers ve Walkers, 2004:22). Burada, seçimlerde oy verme hakkı ve yaşı ile ilgili düzenlemelerden ve gelişmelerden de bahsetmek gerekir. Zira bu, çok zorlu ve uzun bir mücadele sürecini ifade eder. Buna göre, Parlamento ve seçim sistemi, yüzyıllardır var olmasına rağmen, BK sisteminde herkesin oy kullanması, genel eşitlik anlayışı ancak 1930’larda sağlanabilmiştir. Öyle zannedildiği gibi, bir günde bir kanun çıkarılarak, eşit oy hakkına sahip olunmamıştır. Önceleri sadece mülkiyet sahibi erkekler oy kullanırken, daha sonraları bütün erkekler oy kullanma hakkını elde ettiler. Birinci Dünya Savaşı sonrası da, belli yaşa gelen kadınlara oy hakkı verildi ama ilk kez 1930’da ancak bütün kadınlar, erkeklerle aynı şartlarda oy kullanabildiler (Farrell, 2011:25-31). Yasalar çıkarılırken önce Avam Kamarası'nda ele alınır ve kabul edilir, ardından Lordlar Kamarasında da ele alınıp kabul edildikten sonra, Kraliçenin onayı ile yürürlüğe konulur (Roberts, 1986:144-188). Parlamento’da yasa yapmanın yolu şöyledir (Roberts, 1986:154-158; Grant, 2009:76-78; Martin, 2013:47-49): Taslak halindeki yasalara kanun tasarısı denir ve her vekil tarafından sunulur, bununla birlikte bakanlar tarafından da sunulabilir. Bakan tarafından sunulan yasalara “hükümet tasarısı” ve vekillerin sunduğuna ise “özel vekil tasarısı” denir. Diğer bir sınıflama da ise genel toplumu ilgilendirenlerine “toplum tasarısı”, özel bir grubu veya bireyleri ilgilendirenlerine “özel tasarı” ve özel tasarının halkı ilgilendiren istisnalarının olduğu tasarılarsa “karma tasarı” diye adlandırılır. 193 Tasarılar değişik evrelerde gelişirler. İlk evre genelde formalite içeren “ilk okuma” evresidir. Sonraki evre “ikinci okuma” evresidir ki, burada tasarı içeriği tartışılır. İkinci okuma evresi sonunda, Parlamento tarafından oylama yapılabilme ve oylama sonucu Parlamento tarafından reddedilme ihtimali vardır. Bununla beraber, hükümet tasarıları çok nadir olarak reddedilir. Normalde, ikinci okuma evresi sonrası tasarı ilgili yasa komitesine gönderilir. Lordlar kamarasında, Büyük Komite veya Tüm Kamaralar Komitesi görevlidir. Burada, tartışmaya sebep vermeyecek şekilde özel prosedürden geçirilir. Avam Kamarasında ise Süreklilik Komitesinde ele alınır. Tüm Kamaralar Komitesi ise önemli yasa tasarılarında kullanılır. Komiteler tasarıları madde madde incelerler ve gerekirse yeniden değerlendirilmesini sağlamak amacıyla, tasarıyı kendi değişiklik önerileri ile geri gönderirler. Üçüncü Okuma evresinde, Avam Kamarasında başka bir değişiklik istemi olmazsa, Üçüncü Okuma evresinin bitirildiği ilan edilerek Lordlar Kamarasına sunulur. Lordlar Kamarasında da oylama sonucu tasarı kanunlaşır. Her hangi kamaranın birinde oluşacak anlaşmazlık çözülmezse yasa tasarısı kanunlaşamaz (Grant, 2009:78-82). 1911 Parlamento Kanunu’na göre, Lordlar Kamarasının yasa tasarılarını reddetme gücü önemli ölçüde kısıtlanmıştır ve bu kısıtlamalar 1949 yılında daha da artırılmıştır. Buna göre, şayet Avam Kamarası, yasa tasarısını iki kere kabul etmiş ve Lordlar kamarası her ikisini de reddederek geri göndermişse, Lordlar Kamarasının reddine bakılmazsızın yasa, Krala onaya gönderilir. Sonuçta tüm yasalar teorik olarak Lordlar kamarası ve Avam kamarasının kabulü ile Krallıkta onaylandıktan sonra kanunlaşır (Roberts, 1986:180-181; Martin, 2013:49-50). Her modern, gelişmiş örgüt gibi, BK Parlamentosunun da, canlı ve sürekli bir organizma olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü, özellikle Lordlar Kamarası bağlamında, kamuoyunda sürekli değerlendirmelere tabi tutulmakta ve reform talepleri ile muhatap olmaktadır (Heywood, 2008 :194; Martin, 2013:44-45). Özetle, BK Parlamentosu iki kamaralı bir parlamento olup, asıl gücü seçimle gelen üyelerin oluşturduğu Avam Kamarası elinde tutmakla beraber, Lordlar Kamarasınının görev ve fonksiyonları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sembolik olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca Lordlar Kamarası’ndaki üst düzey hâkimlerin oluşturduğu komite yüksek mahkeme işlevi de görmektedir. Bu 194 yüksek hâkimler oy kullanmazlar ve sadece temyiz mahkemesi işlevi yürütürler. Yani Yüksek Mahkeme (The Supreme Court), daha çok temyiz merciidir. ABD veya bazı ülkelerdeki gibi anayasa mahkemesi görevi yoktur (Roberts, 1986:40). Parlamento, her demokratik parlamenter sistemde olduğu gibi, ülkenin tek yasa koyucu organı olarak, iç güvenlik aktörlerinin dayanağı olan bütün yasal düzenlemeleri yapan organ olma özelliğini taşımaktadır. İç güvenlik hizmetlerinin günlük sunumundan doğrudan sorumlu olmasa da, yürütmeyi denetleyen en önemli kurum (Heywood, 2008:202-203) olması sebebiyle, bu kurumlar üzerinde doğrudan denetleyici rolü olduğunda kuşku yoktur. Ayrıca, hükümet ve bakanları aracılığıyla, sistemdeki eksiklikleri ve boşlukları tespit etme ve bunları giderici yasal düzenlemelerde bulunma görevi olduğu da gözönünde bulundurulmalıdır (Heywood, 2008:193-214). En önemlisi de, hesapverebilirliğin en üst derecede ölçüldüğü organdır. Zira iç güvenlik hizmetlerinden memnuniyeti ölçmenin en kestirme ve kat’i yolu, belli periyotlarla yapılan milletvekili seçimleridir (Roberts, 1986:12-30). Eğer halk bu hizmetlerden memnunsa, o hizmetleri sunan hükümeti, daha doğrusu o hükümeti kuran parti veya partileri yeniden seçerek veya seçmeyerek hesap sorma aracı olarak Parlamentoyu kullanacaktır. Sonuçta, BK sisteminde, iç güvenlik hizmetlerinin sunulmasında rol alan aktörlerin hepisi de Parlamentoya karşı doğrudan sorumludurlar. Parlamento’da, iç güvenliği ilgilendiren ve bu hizmeti yürüten birimler üzerinde sivil denetim ve gözetim yetkileri olan belli başlı mekanizmalar, İçişleri Komisyonu (The Home Affairs Committee), Savunma Komisyonu (The Defence Committee) ve İstihbarat ve Güvenlik Komisyonudur (The Intelligence And Security Committee Of Parliament). Ayrıca Parlamento bünyesinde bir de ombudsmanlık kurumu da çalışmaktadır. Şu anda adı, İngiltere Parlamento ve Sağlık Hizmetleri Ombudsmanlık Kurumu olmakla beraber bu kurum, ilk olarak 1967 yılında, Parlamento Komiseri (The Parliament Commissioner) adıyla kurulmuştur. BK’ı oluşturan her alt ülkede, kendi adlarıyla, yani İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler Ombudsmanı vardır. Bu sistemin ortaya çıkmasında, İngiliz adalet sisteminde, ayrı 195 bir idari yargı geleneğinin olmaması da etkili oluştur. Çünkü idari davalar da normal adli mahkemelerde yürütülüyordu ki, bu çok masraflı ve uzun bir süreç anlamına geliyordu. Bu sistemin sakıncalarını gidermek amacıyla getirilen ombudsmanlık sistemi, halkta memnuniyet oluşturdu. Daha sonraki yıllarda ise birden çok sahada; sağlık, yerel yönetimler, hapishaneler gibi ambudsmanlık kuruldu (THE PARLIAMENTARY AND HEALTH SERVICE OMBUDSMAN, 2014; Özden, 2005:61). 3.2.2.3. Hükümet (The Government), Kabine (The Cabinet), Başbakan (The Prime Minister) ve Bakanlar (Secretary of States, Secretaries, Ministers and Junior Ministers) Aşağıda ayrıntılı olarak anlatılacağı üzere, İngiliz idari ve siyasi sisteminin kendine has özelliklerinden dolayı, bu kişi ve birimleri aynı başlık altında ele almak daha doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilmiştir. BK’ta yürütmenin en üst halkasını başbakan ve onun seçtiği bakanlardan oluşan hükümet ve kabine oluşturmaktadır (Roberts, 1986:200). Dolayısıyla anayasal sistemde kilit rol başbakana aittir (Roberts,1986:202). Kraliçe, Avam Kamarası’ndaki çoğunluğa sahip olan partinin başkanını başbakan olarak atamaktadır (Roberts, 1986:202). Başbakanın Avam Kamarası üyesi olma şartı, 20. yüzyıl başlarında geçerli olmaya başlamış bir ilkedir. Daha önceleri birçok başbakan Lordlar Kamarası’ndan seçilmiştir (Çam, 1993:42). Başbakanın üstünlüğü, öncelikli olarak hükümeti kurma yetkisinden gelmektedir. Bunun yanında, hükümetin başı statüsünden yararlanarak, bakanları azledebilmesi de başbakanın gücünü arttıran bir başka husustur (Çam, 1993:42; Roberts, 1986:206-207). Başbakanın görevlerine bakıldığında, kabine toplantılarının gündemini belirlediği, kabineye başkanlık ettiği, bakanlar arası yetki ve sorumluluk dağılımını gerçekleştirdiği ve Kraliçe’ye, hükümet çalışmaları konusunda bilgi verdiği görülecektir (Heywood, 2008:229). Bunun yanında, başbakan aynı zamanda, kamusal politikalarla ilgili son karar verici konumundadır. Başbakan çok sayıda kamu görevlisinin atanması için kraliçeye teklifte bulunur (Roberts, 1986:206). 196 Bunlar arasında İngiliz Kilisesi’nin üst düzey görevlileri de, üst düzey yargıçlar ve diğer bazı üst düzey kamu görevlileri bulunmaktadır (Karasu, 2004:94). Kabine, kamu politikalarının belirlenmesinde uzlaşmayı esas almak zorundadır. Çünkü parlamenter demokrasilerde, ülkenin en önemli ve en üst yürütme organı olan bakanlar kurulu, ortak sorumluluk ilkesiyle yönetilir. Yani bakanlar kurulu kararlarını oybirliği ile alır. Bu BK yönetiminde de böyledir (Roberts, 1986:219). Yani Kabine’nin, sadece başbakanın aldığı kararları onaylama gibi bir fonksiyonu yoktur. Kabine üyeleri kolektif sorumluluk ilkesi gereğince, kabine tarafından alınan kararları kamuoyu önünde savunmak zorundadır (Uzun, 2003:604; Garnett ve Lynch, 2012:153-161). Önemli bir özellik de, BK sisteminde Başbakanlık, Türkiye’de olduğu gibi bir bakanlık değildir (Roberts, 1986:203), Başbakanın her türlü idari ve bürokratik işlerini takip eden, yaklaşık iki yüz kişilik bir ekibi vardır (Garnett ve Lynch, 2012:161). Sonuçta kendisine doğrudan bağlı idari birimler yoktur. Bakanlar Kurulunun, ya da diğer ifadesiyle hükümetin her üyesi, Kabine içinde yer almamaktadır (Heywood, 2008:230). Kabine, başbakan ve başbakan yardımcısının dışında, ortalama 20 dolayında bakandan oluşmaktadır. Kabinenin görevleri, başbakana yardımcı olmak, hükümet politikalarını belirlemek, bakanlıklar arasında eşgüdümü sağlamak, kamu kurumlarının ve kamu hizmetlerinin kapasitesini iyileştirmek ve kamu yönetimi ile ilgili standartlar oluşturmak olarak belirtilebilir (Karasu, 2004:94; Heywood, 2008:230-235; Peele, 2004:139-140). BK Kabine Sisteminin bir diğer önemli özelliği de, başbakana yakın birkaç bakandan oluşan iç kabine ya da kimi dönemlerde ortaya çıkan kısmi kabinenin olmasıdır (Roberts,1986 :221). İç kabine, genellikle başbakana yakın bakanlardan ve hizmet alanına bağlı olarak güçlü olan bakanlardan oluşmaktadır. Bunun yanında, belirli konularda hızlı karar alabilmek için, kabinenin sadece bir bölümünden oluşan kabineler, belli bir süre içinde kabinenin tümü kendilerinden oluşuyormuş gibi karar alabilmektedirler (Emre, 1997:34). Özetle, BK devlet sistemi de, her devlet sisteminde olduğu gibi, kamu düzenini ve güvenliğini sağlamayı amaçlamaktadır (Moran, 2005:471). Peele de, BK 197 sınırlarında güvenlik ve asayiş işlerinin birlikte ele alınması gerektiğini, bu bağlamda esas olarak bu işleri iki ayrı devlet kurumunun yürüttüğünü, bunların da mahkemeler ve İçişleri Bakanlığı olduğunu vurgulamaktadır (2005:111). Diğer bir değerlendirmeye göre ise, BK iç güvenlik ve güvenlik aktörleri, bakanlık seviyesinde İçişleri, Savunma ve Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanlıkları olarak sıralanmıştır (Peele, 2004:113). Bu sistemde, kamu düzenini ve güvenliğini sağlayan güvenlik aktörlerini incelerken, Moran’ın çizdiği şemayı esas almakla işe başlamakta fayda var. Buna göre bakanlıklar seviyesindeki güvenlik aktörleri aşağıdaki gibidir (2005:484): En üstte, her halükarda, sistem gereği Başbakan bulunur. Ondan sonra, kendilerine bağlı birimler sebebiyle, İçişleri, Dışişleri ve İngiliz Uluslar Topluluğu Bakanlığı ile Savunma Bakanlığı gelir. Yukarıda anlatıldığı gibi, BK Hükümeti ya da diğer bir deyişle Bakanlar Kurulu, ülkenin en güçlü ve en önemli yürütme organıdır ve yürütmenin başı da Hükümetin başı olan Başbakandır. Parti disiplinin de katkısıyla Başbakan, hem partisine, hem de Parlamentoya hakimdir. Her ne kadar birçok bilim insanına göre, palamenter demokrasi teorisinde, başbakanlar eşitler arasında birinci kabul edilse de (Peele, 2008:229), fiilyatta bu hiç de böyle değildir. BK Hükümeti, belki de dünyanın en güçlü hükümetidir. Moran’ın tespit ve değerlendirmelerinde de bunu görmekteyiz (2005:114-137). Birleşik Krallıkta yürütme gücünün odak noktası başbakan ve onun çevresinde yer alan bakanlardan oluşan kabinedir (The Cabinet). Bütün bakanlar hükümet (The Government) üyesi olmakla birlikte, bunların yalnızca bir bölümü kabine üyesidir. Bu hükümet ve kabine kavramlarının ayrı anlamlar içermesinden kaynaklanmaktadır. Birleşik Krallıkta hükümet, kabineyi de içeren ve 100 dolayında üyesi bulunan geniş bir birimdir (Heywood, 2008:228-232). İngiliz coğrafyasında başbakan kelimesi ilk kez resmen 1730 yılında kullanılmıştır (Garnett ve Lynch, 2012:15). Kurum yasal dayanağını ise 1937’de çıkarılan Minister of the Crown Act yasası ile elde etmiştir. Başbakanla birlikte hükümette 3 ayrı düzeyde bakan vardır (Roberts, 1986:229): İlki, Kabine Bakanlarıdır. Bunların sayıları 20 dolayındadır ve kabine bunlardan oluşmaktadır, bunlar başbakanın en yakınında bulunan bakanlardır. Kabinede en önemli 198 bakanlıklar bunlara aittir. İkincisi, Kabine üyesi olmayan Bakanlardır ki, sayıları 30 kadardır. Bunlar bakan olmakla birlikte kabine dışındadırlar ve kendilerine Ministers of State (devlet bakanı) denmektedir. Görevleri, büyük bakanlıkların belli bölümlerini yönetmektir. Üçüncü tür bakanlar ise junior ministers denilen alt düzey bakanlardır ve sayıları 50 dolayındadır. Genellikle bağlı oldukları Kabine üyesi bakanın meclis ile ilişkilerini yürütmektedirler. Hükümet içinde kıdemsizdirler. Görüldüğü gibi BK Hükümet Kabinesi, bilinen ve Türkiye’de uygulan hükümet modelinden farklıdır. Bu kabine üyesi olan veya olmayan birçok bakan Kabine ofisinde sürekli çalışan komitelere üyedirler ve çoğunlukla bu komitelerin toplantılarına katılarak, hükümet politikalarının uygulanmasını takip ederler (Roberts, 1986:221). Ayrıca bu sistemde hükümet, devlet yönetiminde tecrübe kazanılan bir platform özelliği de taşımaktadır. Bu tezin yazılmaya başlanıldığı tarih itibariyle David Cameron başkanlığında, bir başbakan yardımcısı ile 21 Kabine üyesi bakanın (secretary) yanında, tam 99 kişi de, bakan unvanıyla görev yapmaktaydı (UK GOVERNMENT, 2014). Yukarıda bahsedilen BK güvenlik aktörleri şemasından da anlaşılacağı üzere, en önemli güvenlik aktörleri olan İçişleri, Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, BK Hükümet Kabinesi’nin en önemli bakanlarından oldukları için, BK hükümetinin, güvenlik aktörlerinin en önemlilerinden olduğunu söylemek mümkündür. Zira bu bakanlar, ayrı ayrı güvenlik hizmetlerinin yürütülmesinden sorumlu en önemli kişiler ve kuruluşlar oldukları gibi, birlikte de bazı komitelerde ve en önemlisi, kabinede görev yapmakta ve alınan kararlara etki etmektedirler. Ortak sorumluluk gereği de, bütün kabine, güvenlik hizmetlerinin en etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesinden sorumludur (Roberts, 1986:219). Yukarıda da vurgulandığı gibi BK Başbakanı, gerek hükümetin ve de Parlamentodaki en güçlü partinin başkanı olması, gerekse de ülkede uygulanan parti disiplini anlayışının bir sonucu olarak, çok güçlü bir konumdadır. Özellikle de tek parti iktidarında, Parlamentoda ezici bir çoğunluğa sahip olması, bu durumu pekiştirmektedir (Heywood, 2008:228). 199 Daha doğru bir ifadeyle, Heywood’un özetlediği gibi BK Başbakanının görev ve yetkilerini anlamak açısından, sadece hükümeti kurma görevi bile, onu güçlü kılmaya yetmektedir. Bunun dışında hükümet politikalarının yürütülmesinden de sorumludur. Kabine toplantılarını yönetir. Hükümeti kurmak görevinin yanında, değiştirmek ve dağıtmak görevi de ona aittir. En büyük partinin başkanı olarak, fiilen parlamentoyu da kontrol eder. Dolayısıyla ülkenin ulusal lideridir ve ülkeyi yönetmektedir (2008:228-232). Bütün bu görev ve yetkilerin onu, diğer bakanların ve kurumların üstünde bir konuma oturttuğu açıktır (Garnett ve Lynch, 2012:153-161). Böylece, adli yargılama süreci dışındaki her kamusal yönetim alanında rolü olduğunu kabul etmek gerekir. Bunun anlamı, BK güvenlik yönetiminden de, nihai aşamada başbakan sorumludur. Burada, Başbakanın görev ve sorumluluklarını belirten açık yasa hükümleri olmadığını da hatırlatmak gerekir (Garnett ve Lynch, 2012:153). Ancak, kabineye ve birçok komiteye başkanlık etmesi dolayısıyla, güvenlik yönetimine de vaziyet etmektedir. Tek cümleyle, BK Başbakanı en önemli güvenlik aktörlerindendir. Milli Güvenlik Kurulu (The National Security Council) Resmi web sayfasında verilen bilgilere göre MGK, 2010 yılında, David Cameron Hükümeti ile birlikte kurulmuş, yeni bir birimdir (Garnett ve Lynch, 2012:163). Konseyin başkanı başbakandır, üyeler ise Başbakan Yardımcısı, Maliye Bakanı, Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanı, İçişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Uluslararası Gelişmeler Bakanı ile Güvenlik Bakanı’dır. Diğer bazı bakanlar da gerektiğinde toplantıya katılırlar. Kurul olağan olarak haftada bir toplanır. Milli Güvenlik Kurulu, BK ulusal güvenlik politikalarının görüşülüp kararlaştırıldığı en üst düzey forum niteliğindedir. Burada alınan kararlar, diğer bütün kamu kurumlarını bağlayıcı ve yönlendirici niteliktedir. Ancak bu Kurul’un yapısı, diğer birimlerle ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerinin nasıl olacağı henüz netleşmemiştir. Bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Şu kadar ki, Kurulun şu anki en önemli görevi, ulusal güvenliği sağlayan kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamaktır. 200 MGK’ya bağlı, bakanlar seviyesinde üç ayrı alt komite vardır. Bu komitelerin görevleri; ulusal güvenlikle ilgili tehditleri, tehlikeleri, dirençleri ve ihtimaller ile bunlarla ilgili her türlü istihbaratı değerlendirmektir. Ayrıca nükleer caydırma ve güvenlikle, BK’ın muhtemel uluslararası güçlerle ilişkilerini değerlendirir. Özetle bu komiteler, ulusal güvenliği ilgilendiren ilgili bütün birimlerle görüşerek, konuları daha derinlemesine araştırırlar. MGK’nin sekretaryasını, Ulusal Güvenlik Danışmanı yürütür (National Security Adviser). Diğer bakanlar, genelkurmay başkanı veya istihbarat birimlerinin başkanları, konu kendilerini ilgilendirdiğinde toplantılara çağrılırlar (UK GOVERNMENT, 2014). 3.2.2.4. İçişleri Bakanlığı (The Home Secretary) BK iç güvelik aktörleri içerisinde, hiyerarşik olarak olmasa da fiilen ve hukuken en önemli yönetim biriminin, aşağıda anlatılacakların ışığında, İçişleri Bakanlığı olduğunu söylemek mümkündür. Zira geleneksel olarak iç barışın korunmasından sorumludur ve İngiltere iç güvenlik aktörlerini de koordine eder (Hart, 1951:6). Bir diğer ifadeyle, İngiliz polisi üzerindeki yetkileri, hukuken olmasa da fiilen merkezi bir polis teşkilatının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir ki, bu durum da Bakanı çok daha önemli bir pozisyona taşımıştır (Reiner, 2000:167). BK İçişleri Bakanlığının resmi web sayfasında da vurgulandığı gibi, BK İçişleri Bakanının belli başlı görevleri; göç ve pasaport işlerini yürütmek, uyuşturucuyla mücadele ve suçla mücadele politikalarını yürütmek, terörle mücadeleyi yürütmek ve adli ve önleyici kollukla ilgili prensipleri koymak, bu kurumların yasal durumunu takip etmek, bunlarla ilgili bazı atamaları yapmak, iç istihbaratı yürütmek, ülke sınırlarını korumak ve ayrıca evlat edinme işlerini de yürütmektir (UK HOMEOFFİCE, 2014; Peele, 2005:113; Jason-Lloyd, 2000:12). Tek cümleyle İçişleri Bakanlığı, kolluk hizmetlerinden sorumlu en üst siyasi makamdır (Critchley, 1967:268). İçişleri Bakanlığının, 2003 yılına kadar bazı adli görevleri olduğunu hatırlatmakta fayda var. Seçim işlerini takip etmek, açık hükümet işleri (şeffaflık), bilgi edinme hakkı uygulamaları, sulh hukuk mahkemeleri ve hapishaneleri 201 yönetmek gibi. Bunlar şimdi Lordlar Kamarasının bir bölümü olan Anayasal İşler Bölümüne ve Adalet Bakanlığına devredilmiştir (Peele, 2005:113). BK sınırları içerisinde ve tabii ki İngiltere sınırlarında, iç güvenliği birinci derecede sağlayan aktör İçişleri Bakanlığı’dır. Zira yukarıda da belirtildiği gibi, ülkede en aktif ve yaygın olarak faaliyet gösteren iç güvenlik aktörlerinden olan polis teşkilatları ve iç istihbarat teşkilatı (MI5), doğrudan veya dolaylı olarak bu bakanlığın sorumluluk sahasına girer. Bu sahadaki hükümet politikalarının yürütülmesinden birinci derecede İçişleri Bakanı sorumludur (Peele, 2004:163). Bu arada, BK hukuk düzeninde, iç güvenlik ile dış güvenlik arasında keskin sınırlar çizilmiştir (Moran, 2005:488). Tek cümleyle, iç güvenlikte sorumluluk ve yetki, polis teşkilatında, dış saldırı durumunda ise silahlı kuvvetlerde, dolayısıyla Savunma Bakanlığındadır. Ancak bu durum, silahlı kuvvetlerin hiçbir zaman iç güvenlikte kullanılmadığı veya kullanılmayacağı anlamına gelmez. Hangi durumlarda, silahlı kuvvetlerin iç güvenlik alanında faaliyet göstereceği hususu, Savunma Bakanlığı kısmında ele alınacaktır. Burada, özellikle İçişleri Bakanlığının iç güvenlik hizmetlerini yürüten birimlerine ve görevlerine kısaca temas edilecektir. Aşağıda anlatılacak ve açıklanacak olmakla beraber, İngiltere örneğinde, Türkiye’de olduğu gibi ulusal düzeyde örgütlenmiş iç güvenlik birimleri yoktur. Bütün il emniyet müdürlükleri müstakildir. Çeşitlilik olarak da, bütün kolluk birimleri “polis” olarak adlandırılır. Bununla beraber, bütün polis birimleri, politika ve standartların belirlenmesi açısından İçişleri Bakanlığı’nın yetki alanına dâhil olduklarından, önemine ve görev alanının genişliğine göre, sırasıyla bu bakanlığın altında anlatılmasının daha uygun olacağı değerlendirilmiştir. Ancak önemli bir ayrıntı da, Britanya polisini anlatan hemen her bilimsel kaynak, polisi ikiye ayırmaktadır: İçişleri Bakanlığı ile doğrudan ilişkili olanlar ve diğerleri (Newburn, 2008:225). Bu çalışmada da bu ayırıma sadık kalınmaya çalışılacaktır. İngiltere iç güvenlik sistemi, birçok açıdan Türkiye’deki sistemi andırmaktadır. Zira bazı kuruluşlar doğrudan iç güvenlik ve asayiş hizmeti sunarken, 202 bazıları da asli hizmetlerinin yanında, hususi şartlar altında güvenlik hizmeti de sunmaktadırlar. İçişleri Bakanlığı Polis Müfettişliği (The Inspectorate Constabulary) İçişleri Bakanlığı emrinde görev yapan bir birimdir, beş müfettişten oluşur ve bunlardan birisi baş emniyet müfettişidir. Bu müfettişler, 1993 yılına kadar il emniyet müdürlüğü yapmış kişiler arasından, İçişleri Bakanı ve Başbakanın önerisi üzerine, Kraliçe tarafından atanıyorlardı (Hart, 1951: 6). Ancak bu tarihten sonra, emniyet müdürlüğü yapmayanlardan da atama yapılmaya başlandı ve şu anda beş kişinin sadece ikisi emniyet kökenlidir (UK GOVERNMENT, 2014). 1856 yılında, İngiltere polis birimlerini, görevdeki etkinlik ve yerindelik açısından denetlemek amacıyla kurulmuştur (Newburn, 2008: 244-245). Aldıkları kararlar, özellikle il emniyet müdürünü etkiler. Başarısızlık raporundan sonra müdür, İçişleri Bakanınca görevden alınabilir. Her yıl Parlamento’ya değerlendirme raporu sunarlar (Jason-Lloyd, 2000:13-14). Bu raporların dışında, eğer İçişleri Bakanı veya il emniyet müdürleri talep ederlerse, herhangi özellikli bir konuyu da araştırmaya yetkilidirler. Bu müfettişler, aynı zamanda, diğer kolluk kuvvetleri olan Silahlı Kuvvetler Polisleri (Armed Forces Police – Royal Navy, Royal Military, Royal Air Force Police), Britanya Ulaştırma Polisi (British Transport Police), Sivil Nükleer Polis Teşkilatı (Civil Nuclear Constabulary), Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi (Her Majesty’s Revenue and Customs), Savunma Bakanlığı Polisi (Ministry of Defence Police), Kuzey İrlanda Polis Hizmetleri (Police Service of Northern Ireland) ve Ulusal Suç Ajansı (The National Crime Agency) üzerinde de aynı teftiş ve denetleme yetkilerine sahiptirler (UK GOVERMENT, 2014). BK Sınır Ajansı, (UK Border Agency, UKBA) Yukarıda, BK İçişleri Bakanlığı’nın görevlerinden bahsedilirken göç, iltica ve sınırların korunması görevlerinin de bunlar arasında olduğundan bahsedilmişti. Bu bağlamda, Bakanlığa bağlı olarak faaliyetlerini yürüten BK Sınır Ajansı da bu konularda görevli resmi teşkilattır. Şu anki statüsünü, “Sınırlar, Vatandaşlık ve Göç 203 Kanunu” (The Borders, Citizenship and Immigration Act) ile elde ederek, 1 Nisan 2009 tarihinde göreve başlamıştır. Bu birimde çalışan görevliler, göçmenlik ve gümrük uzmanı memurlardır ve yetkilerini BK hudut kapılarında yerine getirirler. Ajans şu anda yaklaşık 23.500 personel ile 130 ülkede faaliyet göstermektir. En önemli görevleri, BK için vize taleplerini değerlendirmek, bu konularda istihbarat toplayarak merkezi bilgilendirmek ve görevleri ile ilgili işbirliği oluşturarak, BK sınırlarının korunmasına yönelik ilk önlemleri almaktır. Bu Ajans, BK sınırlarını korumakla görevlendirilmiş tek remi organdır ve görevlerini yaparken yerel polis teşkilatları, mahkemeler, yerel yönetimler ve halkla yakın işbirliği içinde çalışır. Ajansın kurulmasıyla birlikte, Ağustos 2009’da, Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi’nin, gümrüklerin korunmasından görevli birkaç bin kadar personeli buraya aktarıldı ve bu Ajans adına sınırların korunması ve gözetlenmesi görevini üstlendi. BK sınırlarında, her türlü kaçakçılık faaliyetleri ile bu Ajans mücadele etmeye başladı. Bu bağlamda BK sınırlarından giren her türlü malların kontrolünden de bu birim sorumlu oldu. Ajans’ın e-sınırlar programı sayesinde, yolcuların BK giriş ve çıkışları, yolculuk öncesinde kontrol edilmeye başlandı. Bu amaçla, BK sınırlarındaki birçok havaalanına otomatik vize kontrol sistemi kuruldu. Bu Ajans’ın bir diğer önemli görevi de, BK hükümetinin, AB dışından gelecek işgücü politikasını takip etmektir. Bu bağlamda ülke içinde operasyonlar yapar, yasa dışı organize göçleri takip eder, göçle ilgili illegal girişleri ve vize süre aşımı gibi suçları takip eder ve yabancı suçluların cezalarını çektikten sonra sınır dışı edilmeleri işlemlerini de yürütür. Henüz kesinleşmemekle beraber, şu anki BK İçişleri Bakanı olan Theresa May, 26 Mart 2013 tarihinde, Ajans’ın ikiye bölüneceğini, şu haliyle yeterli olmadığını, göç ve vize işleri ile bir birimin, gümrük işleriyle de diğer bir birimin ilgileneceğini ilan etti. Bu amaçla, 2014 yılında yeni bir kanun tasarısının Parlamentoya sunulacağı resmen ifade edildi. 204 Göç memurları (polisleri) 1971 tarihli Göç Kanunu’na göre gerektiğinde, limanlarda veya yurt içinde tutuklama ve gözaltına alma yetkilerine sahiptirler. Gümrüklerde görev yapanlar üniforma da giyerler ve rütbeleri de vardır. Gümrük görevlileri (polisleri) daha fazla yetkiye sahiptirler. Görev sahalarında her yere girmeye, araştırma yapmaya ve gerektiğinde kişi veya malları tutmaya yetkileri vardır. Gümrükler ve Vergiler Kanunu’na göre ise, suç işleyen veya suç işlediğinden şüphelendikleri herkesi tutma yetkisine sahiptirler (UKBA, 2014). Bu örgüt, görev ve yetkileri bakımından yeni bir örgüt olarak değerlendirilmelidir. Yukarıda Türk iç güvenlik aktörü olarak anlatılan Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün de, bu birimden esinlenerek kurulduğu söylenmelidir. Zaten bu çalışmanın bir amacı da ülkeler arasındaki bu tür etkileşimleri tespit etmek olmalıdır. 3.2.2.5. BK Adalet Bakanlığı (The Secretary of State for Justice) Yukarıda da bir kaç kez temas edildiği gibi, Britanya sistemi çok karmaşık bir sistemdir ve kendi vatandaşlarının birçoğu bile, bu sistemin ayrıntılarını ve inceliklerini bilmemektedir. Bu bağlamda, Kabine’de “secretary” ve “minister” olarak adlandırılan görevler, Türkiye’de sadece “bakanlık” kelimesiyle karşılanmaktadır ama işin aslı, görev ve işleyiş bakımından farklıdır. Şöyle ki, mesela Adalet Bakanı “The Secretary of State for Justice” ibaresi ile ifade edilir. Ona bağlı olan bazı bölümleri idare eden kimselere ise “minister” denmektedir. Bunlar da bakan gibi politikacıdırlar ama daha az tecrübelidirler. Burada bir yanlış anlamaya sebebiyet vermemek için kelimelerin İngilizcelerini kullanmak daha doğru olabilir. BK Adalet Bakanlığı, 2007 yılında yeni kurulmuş bir bakanlıktır (UK GOVERNMENT, 2014). Görevleri, daha önce başka bakanlıklar veya kuruluşlarca yürütülüyorlardı. Burada Adalet Bakanlığı’nın iç güvenlikle ilgili en önemli görevlerine temas edilip, ona bağlı “ministry” olarak faaliyet gösteren Hapishaneler ve Rehabilitasyon Bölümüne ve genel olarak İngiliz adalet sistemi anlatılacaktır. BK Adalet Bakanlığının yaptığı birçok iş, daha önce İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülüyordu. Bunlardan bazıları: Halkı suç ve suçlulardan korumak, suçları azaltmak, halk ve mağdurlar için daha etkili, şeffaf ve duyarlı bir ceza hukuku 205 sistemi kurmaktır. Bu bağlamda Adalet Bakanlığı, mahkemelerden, hapishanelerden, şartlı tahliye hizmetleri ve düzenli bulunma hizmetlerinden de sorumludur. Ayrıca Adalet Bakanlığı, diğer paydaş birimlerle birlikte, adalet sistemini izlemek ve gerekli reformları yapmakla da sorumlu ve görevlidir. Dahası, yeni kanun yapımından, demokrasiyi güçlendirmekten ve insan haklarını korumaktan da Adalet Bakanlığı sorumludur ki, bütün bu sayılan görev ve sorumluluklar, bir şekilde iç güvenlikle doğrudan ve dolaylı ilgili hususlardır (JUSTICE, 2014). Bakanlığın resmi verilerine göre, 76 bin personelle Adalet Bakanlığı, BK sınırlarındaki en geniş bakanlık departmanı özelliğini taşımaktadır. Yıllık bütçesi ise dokuz milyar Sterling civarındadır. Her yıl milyonlarca insan, İngiltere’de, 500 civarındaki mahkemeden ve de 133 adet hapishaneden yararlanmaktadır. Bütün bu görevleri ifa ederken Adalet Bakanlığı, birçok paydaşla beraber çalışılmaktadır. Kraliyet Hapishane Hizmetleri (HM Prison Service), Kraliyet Mahkeme Hizmetleri (HM Courts and Tribunals Service), Şartlı Salıverme Hizmetleri (Probation Service), Ulusal Mahkûmlar Yönetim Hizmetleri (National Offender Management Service (NOMS), Yasal Yardım Ajansı (Legal Aid Agency), Gençlik Adalet Kurulu (Youth Justice Board) gibi. Hapishane Yönetimi (The Ministry for Prisons and Rehabilitation) Dolaylı olarak da olsa, mahkûmların yeniden topluma kazandırılması işlevini yürüten bu birim, iç güvenlikte rol üstlenen birimlerdendir. BK hapishaneleri, idari olarak bir bakan (The Minister for Prisons and Rehabilitaion) yönetiminde olup, BK Kabinesi’nin asli üyesi olan Adalet Bakanına bağlıdır. Adalet Bakanına bağlı olan Hapishaneler ve Rehabilitasyon Bakanının en temel görevleri kısaca; hapishaneleri yönetmek, şartlı salıverme işlerini takip etmek, mahkûmların rehabilite edilmelerini sağlamak, gençlik adalet sisteminin iş ve işlemlerini takip etmek ve ulusal cezalandırma politikasını takip etmektir (JUSTICE, 2014). Hapishanelerin yönetimi, polis yönetiminde olduğu gibi İçişleri Bakanlığına bağlıydı. Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi, BK Adalet Sistemi’nde yapılan reformlar neticesinde 2007 yılında Adalet Bakanlığı kuruldu ve hapishaneler de oraya bağlandı. Bu bağlamda hapishane yönetimi, infaz sisteminin önemli bir parçası 206 olduğu için, kamu güvenliği açısından önemlidir. Zira hapishaneler, mahkûmların yeniden rehabilite edilerek topluma kazandırılabilecekleri kamu kuruluşlarıdırlar. Geleneksel olarak hapishane hizmetleri İngiltere-Galler’de, diğer birçok kamu kurumunun aksine, oldukça merkezi bir yönetim yapısına sahiptirler (Moran, 2005:489). Özellikle 1990’lı yıllarda, hapishane yönetimlerinin başarısızlığı, kötü yönetim vs sebeplerden dolayı isyanlar ve kaçışların arttığını hatırlamak gerekir (BBC, 1990). İngiltere sınırlarındaki hapishane yönetimi ve işlevleri aşağıdaki gibi özetlenebilir (UK GOVERNMENT, 2014): 1 Mayıs 2007 yılında, Adalet Bakanlığı kurularak, İngiltere-Galler sınırlarında, mahkemeler, hapishaneler ve şartlı salıverme ile ilgili iş, işlem ve politikaları devraldı. Bu işleri yürütmek üzere, Ulusal Suçlu Yönetim Hizmetleri adıyla (The National Offender Management Service) idari bir birim oluşturulmuştur. Gözaltında ve hapishanelerdeki zanlı ve mahkûmlara gerekli hizmetleri sunmak üzere kurulan Hapishane Hizmetleri (Prison Service) birimi, şartlı salıverme hizmetlerini sunan Kurullar ve Vakıflar (the Bords and Trusts) birimi ile gözaltında veya hapishanelerde bulunan çocuk ve gençlere sunulan hizmetlerden sorumlu olan Gençlik Adalet Kurulu (the Youth Justice Board), bu Ulusal Suçlu Yönetim Hizmetleri birimine bağlıdır. Türkiye’deki Adalet Bakanlığı ile adalet sistemi arasındaki ilişkiler gibi olmasa da, BK Adalet sisteminin, bu başlık altında anlatılmasının daha isabetli olacağı değerlendirilmiştir. Adalet Kurumları: Mahkemeler ve İngiliz Yargı Sistemi İngiliz iç güvenlik aktörlerinin görev ve sorumluluklarını anlayabilmek için, adalet ve yargı sistemini bilmek gerekir. Bundan da önemlisi, Peele’in vurguladığı gibi, etkili ve verimli çalışan bir adalet sisteminin, o toplumun ve bireylerinin güvenlik ve refahını önemli ölçüde etkileyeceğini bilmek gerekir (2005:435). Bunun geniş anlamlarının olduğu muhakkaktır. Zira adalet sistemi, verdiği kararlarla ve getirdiği yorumlarla, kendini değiştirme ve yenileme imkânı olsa da bu sınırlıdır. Adalet 207 sistemindeki herhangi bir aksamayı, halkın refah ve güvenliğini etkileyen eksiklikleri gidermek de tabii ki yasamanın önemli görevlerindendir (Boylan-Kemp, 2011:5978). Kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanmasında mahkemeler, her ülkede olduğu gibi BK’ta da çok önemlidirler. Ayrıca bunlar dört ayrı hususiyeti ifade ettikleri için de önemlidirler. Bunlar; hukuki olanı sembolize etmeleri, hukuki olana müracaat edilmesini hatırlatmaları, hukukun nasıl yorumlanabileceği ve buradan yeni kurallar ihdas edilmesini temin etmeleridir (Moran, 2005:473). 1995 yılında yapılan değişiklikle, İngiliz Adalet Yönetim Sistemi, Adalet Hizmetleri adıyla ayrılmış ve yaklaşık 9000 kişi çalışana ulaşmıştır (Moran, 2005:477). Yargıda, 1997 yılından itibaren reform niteliğinde değişiklikler yapılmıştır (Moran, 2005:477). Bu değişiklikler 2005 yılına kadar devam etmiştir. Özellikle daha adil, etkili ve tarafsız bir adalet sistemi kurmaya yönelik yenilikler ve değişiklikler yapılmıştır. Hâkimlerin atanmasından sorumlu olan ve Lordlar Kamarası’nın da başkanı olan Lord Şansalyö’den bu görev alınarak, yüksek hâkimlerden oluşan bir komiteye devredilmiştir. Lord Şansalyö Bölümü kapatılarak Anayasal İşler Bölümü kurulmuştur (Boylan-Kemp, 2011:185-187). İngiltere-Galler sınırlarında uygulanan ve bu çalışmayı en çok ilgilendiren İngiliz yargı sisteminin özelliklerinden kısaca bahsetmek gerekir. Peele’in da belirttiği gibi BK sınırlarında birbirinden farklı hukuk sistemleri uygulanmaktadır (2005:435). Bu bağlamda İngiltere-Galler hukuk sistemi, birçok konuda olduğu gibi aynıdır. Burada hatırlatılması gereken bir önemli husus, bugün İngiltere-Galler sınırlarında uygulanan ve adına İngiliz adalet sistemi denilen sistem, 15. yüzyıldan beri, Galler’de de, Kral 7. Henry’den beri uygulanan bir sistemdir (Boylan-Kemp, 2011:4). Öncelikle bu sistem kendine has özellikler gösterir. Bir kere, meslekten olmayan hâkimler barındırır ve bunlara hâkim denmez. Bu kişiler, daha çok ilk derece mahkemesi de sayılan, adalet sisteminin ilk basamağı olan, sulh ceza mahkemeleri denebilecek Magistrates’ Court’larda görev yaparlar (Heywood, 2008:264). Bu mahkemeler Türkçeye, genellikle sulh ceza mahkemesi olarak 208 çevrilseler de, bu tam doğru değildir. Zira İngiltere sınırlarında açılan her adli dava ilk önce bu mahkemelere gelir ve buralarda görevli olan ve asli işi hâkimlik olmayan, ama sırayla ve bir ücret almadan, gönüllü çalışan ve Türkçeye, sulh hâkimi olarak çevrilebilecek, magistrate’lar tarafından karara bağlanır. Magistrates’ kurumunun aslı, 12. yüzyıla kadar gitmektedir ve bu kurumun doğma sebebi, kişiler arasında uzlaşma sağlama işlevleridir (Boylan-Kemp, 2011:172). Bir anlamda bu mahkemeler, ilk başvuru görevini yaparlar, davayı ya kendileri yürütürler ya da diğer ilgili görevli mahkemelere yönlendirirler. Mesela olay bir hakaret davası ise, bu kendi sorumluluklarına girer ama eğer ortada bir cinayet davası varsa, bunu Kraliyet Mahkemesi’ne (Crown Court) yönlendirmek zorundadırlar. Ancak tutuklama, şartlı salıverme vb her türlü ön işlemi bu mahkemeler yaparlar. Bu mahkemelerde jüri yoktur. Bu mahkemeler 1992 yılına kadar İçişleri Bakanlığına bağlı iken, bu yıldan itibaren, BK adalet sisteminin en üst birimi olan ve o günkü adıyla, Lord Şansalye Bölümüne bağlanmışlardır (Peele, 2005:45; Boylan-Kemp, 2011:179). Bu mahkemelerde hem, boşanma, evlat edinme gibi medeni hukuk davalarına, hem de ceza davalarına bakılır. Hukuk mahkemelerindeki davalarda 3 yargıç (magistrate) birden bulunur. Dava bu yargıçların ortak kararıyla sonuçlanır. Magistrate’lara, davalarda bir hukuk danışmanı (legal adviser) eşlik eder. 17 yaşından küçük çocuklarla ilgili davalar çocuk ve gençlik mahkemelerinde (Juvenile Court, Youth Court) görülür (Boylan-Kemp, 2011:149-173). Daha önemli hukuk davaları, İl Mahkemelerinde (County Court) görülür. İngiltere’de yaklaşık 300 İl Mahkemesi bulunmaktadır. Davalının veya davacının hukuk mahkemesinin verdiği karara veya cezaya itiraz etme hakkı vardır. Bunun için bir üst mahkemeye başvurması gerekmektedir. Medeni Hukuk davası sonuçlarına itiraz etmek için Yüksek Mahkemeye (High Court), ceza davalarının sonuçlarına itiraz etmek için de Kraliyet Mahkemesine (Crown Court) başvurmak gerekmektedir. Ağır ceza mahkemeleri de denebilecek kraliyet mahkemeleri (Crown Courts), ağır cezalık denebilecek suçlara bakarlar ve ayrıca önemli hukuki davalar da burada çözülür. Ayrıca da sulh ceza mahkemeleri için temyiz mahkemesi niteliğindedirler. Bu mahkemelerde juri sistemi vardır. Hâkimin görevi, bir kanun maddesini olaya 209 uygulamak değildir. Onun görevi, tarafları dinlemek ve muhakemenin adil devam etmesini sağlamaktır. Jürinin kararından sonra gerekli cezayı uygular (Boylan-Kemp, 2011:40-53). Bu mahkemelerin de üzerinde, Temyiz Mahkemeleri (The Court of Appeals), bunlardan sonra da Yüksek Mahkeme (Supreme Court) vardır ki, 2009 yılında ihdas edilmiştir. Bundan önce Lordlar Kamarası (The House of Lords) bu görevi yürütüyordu (Boylan-Kemp, 2011:41-45). Mahkemeler bakımından var olan hiyerarşi, aşağıdan yukarıya doğru şöyle sıralanabilir: Hakem Heyetleri veya İdare Mahkemeleri (Tribunals), Sulh Ceza Mahkemeleri (Magistrates’ Courts), İl Mahkemeleri (County Courts), Ağır Ceza Mahkemeleri (Crown Courts), Temyiz Mahkemeleri (The Court of Appeals), Özel Konsey (The Privy Council), Yüksek Mahkeme (Supreme Court), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (The European Court of Human Rights) ve Avrupa Birliği Adalet Divanı (The European Court of Justice) (Boylan-Kemp, 2011:40-53). Bilinmesi ve vurgulanması gereken bir önemli husus da, İngiliz hukuk geleneği, kara Avrupasında uygulanan sistemden çok farklıdır. Bu hukuk sisteminin temeli, “ortak hukuk” anlamında, “common law” kelimesiyle ifade etmektedir (Peele, 2005:439; Boylan-Kemp, 2011:11-12). Buna göre, hâkimler karar verirken gelenekleri ve teamülleri göz önünde bulundururlar. Bu hukuk uygulamadan doğmuştur. Daha önce, benzeri olaylarda verilen kararlara bakılır ve ona göre karar verilir. Özetle, İngiliz hukuk kurallarının büyük bir ekseriyeti, Parlâmentoca kabul edilmiş kanunlar vasıtasıyla yahut Kralların emirnameleriyle değil, mahkemeler ve hâkimler tarafından ihdas edilmiştir. Yani İngiliz hukuk kuralları hâkimler tarafından vazedilmiştir, içtihada dayanır. Burada bilinmesi gereken önemli bir husus da, bu sistemde mahkeme kararları gerekçeli olarak yazılmak zorundadır. Her hâkimin kararına itiraz edilebilir. Ve bu kararlar merkezi bir sistemle, her yıl bir yıllıkta toplanarak yayınlanır ve herkese açıktır. Bu durumda, bir hâkim, karşısına çıkan her davada, önceki örnek veya benzeri durumlarda verilen kararları görme şansına sahip olur. Tabii bu sistemin değiştiğini, özellikle de AB hukuku ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının geçerli olduğu düşünülürse, eski uygulamadan 210 oldukça uzaklaştığını söylemek gerekir. Ama her şeye rağmen, hukuk yaşayan bir süreç olduğu için bir anda ve hızlı bir şekilde değişmesini beklememek gerekir. Burada, daha çok hukuk davalarının ve idari bazı konuların ele alındığı mahkemeler olan ve Türkiye’deki idare mahkemelerinin karşılığı olan ve İngilizce “tribunal” adı verilen birimlerden de kısaca bahsetmek gerekir. Bu mahkemeler çok yenidirler, 2011 yılında kurulmuşlardır. Buralarda, kamu kurum veya kuruluşlarınca verilen kararlara karşı yapılan itirazlar ele alınmaktadır ve verilen kararlara karşı da, Temyiz Mahkemesi Hukuk bölümünde temyiz davası açılabilir. Bu mahkemelerin üzerinde de Yüksek Mahkeme vardır ve aşağıdaki mahkemelerden gelen davaları karara bağlar. Sonuçta, temyiz yoluyla çözülemeyen davalar ancak, yüce mahkeme işlevi gören Lordlar Kamarasına gider ama bu çok nadir görülen bir durumdur. Hem yargılamanın çok masraflı olması, hem de çok uzun zaman alması sebebiyle, bu yola çok da başvurulmamaktadır (Pele, 2005:439-459; Boylan-Kemp, 2011:40-53). Burada, yukarıda bahsedilen ve 1997 yılından itibaren BK adalet sisteminde yapılan reformlara temas etmek gerekir. Buna göre, ilk olarak Lordlar Kamarasının da başkanı olan ve aynı zamanda yüksek yargıç rolüne sahip olan Lord Şansalyö Bölümü kapatılmıştır. Bunun dengi olarak, 2003 yılında Anayasal İşler Bölümü (The Constitutional Affairs Department) kurulmuş ve buradan sorumlu kişi de, Kabine üyesi bir bakan seviyesine getirilmiştir. İkinci olarak, eski sistemin devamı sağlanarak, aile mahkemelerinden en üst seviyeye kadar bütün yargı sistemi reforme edilmeye çalışılmıştır. Bunlar yapılırken daha şeffaf, daha kapsayıcı olan ve her kesime ulaşabilen bir sistem amaçlanmıştır. Üçüncü olarak, Lordlar Kamarasında, yüksek hâkimlerden oluşan bir temyiz mahkemesi oluşturulmuştur ve görevleri daha netleşmiştir. Bu yüksek hâkimler Lordlar Kamarasının üyesidirler ama yasama faaliyetlerine katılmazlar. Dördüncü olarak, BK adalet sistemine, 1998 yılından itibaren İnsan Hakları Kanunu dâhil edilmiştir. Yani evrensel insan hakları iç hukuk kuralı haline getirilmiştir ve her mahkemenin buna uyması zorunluluk haline gelmiştir. Son olarak, daha önce de kısmen temas edildiği gibi, Avrupa Birliği hukuku, Avrupa Adalet Divanı kararları aracılığıyla BK iç hukuku haline gelmiştir. O zamana kadar yargı birliği olan BK adalet sistemine, Ekim 2000’den itibaren İdari 211 Yargı mahkemeleri de dâhil olmuştur (Peele, 2005:440; UK GOVERNMENT, 2014; Boylan-Kemp, 2011:185-188). Hâkimlerin işe başlaması ve atanmalarından sorumlu bir komisyon vardır. Soruşturmaları da bu komisyon yürütür. Burada son olarak BK adalet sisteminde hâkimlerin tarafsızlık ve bağımsızlıklarının nasıl sağlanmaya çalışıldığına da temas etmekte, sistemi anlama açısından yararlar vardır. Heywood’un tespitlerine göre bu şöyle sağlanmıştır: Hâkim atamalarında politik müdahaleler en aza indirilmiştir. Önemli bir suç işlemedikten sonra işten çıkarılamazlar. Hâkimlerin ödemeleri, her yıl Avam Kamarasının onayladığı bütçe aracılığıyla değil, bağımsız bir komisyonca yönetilen bir fondan karşılanır. Yürütmekte oldukları davalar ve aldıkları ara kararlar eleştirilemez. Eğitimleri ve yetiştirilmeleri, yürütme organı tarafından yapılmaz, tamamen hâkim, savcı ve avukatlardan oluşan bir birim tarafından yapılır. Hâkimlerin en üst seviyedeki amiri olan Lord Şansalyö, aynı zamanda Hükümet Kabinesinin de bir üyesidir. Bu durum tarafsızlığına şüphe düşürse de yaptığı yeminle, tarafsız kalacağı varsayılmaktadır. Hâkimler siyasi partilere üye olamazlar ve siyasi faaliyetlere katılamazlar. Bir kişinin hâkim olarak bir mahkemeye atanabilmesi için ortalama 2030 yıl avukat veya savcı olarak çalışması gerekir ki, bu ona ciddi bir tecrübe kazandırır. Kararlarını gerekçelendirmek zorundadırlar. Son olarak, hâkimler geleneksel olarak kamuoyunda tartışılan mevzulara dâhil olmazlar ki, bu konular önlerine bir dava olarak gelebilir (2008:267-270). 3.2.2.6 İç Güvenlik Hizmeti Sunan Diğer Bazı Birimler Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi (Her Majesty's Revenue and Customs, HMRC) İç güvenlik hizmeti sunan kurumlar arasında sayılan (Newburn, 2008:157) bu birim, 2005 yılında çıkarılan Gelir ve Gümrükler İçin Komisyonerler Kanunu’na göre, Dâhili Gelirler, Gümrük Gelirleri ve Vergi İdaresi’nin (The Inland Revenue and Customs and Excise) yerine kurulan Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi, genel bir ifadeyle BK’ta vergi işlerinden sorumludur. En önemli görevi ise, BK gelir gider 212 dengesini takip etmek ve muhtaç durumdaki kişi ve gruplara kamusal yardım yapılmasını sağlamaktır (HMRC, 2014). Bu idare özerk bir kurumdur, bir bakanlığa bağlı değildir. Yönetiminden sorumlu olan komisyonerler, Kraliçe tarafından atanırlar. Bu birimin harcamalarını gözetlemekten sorumlu olan Hazine Bakanı tarafından, çalışmaları hakkında Parlamento’ya rapor sunulur. Hazine birimi, stratejik vergi politikasını belirler. Kraliyet Gelir ve Gümrükler İdaresi de, bu politikanın gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini ve sürdürülebilirliğini denetler. Bir anlamda bu iki kuruluş, bu konuda politika ortaklarıdırlar. Kraliyet Gelir ve Gümrükler İdaresi mevcut görevlerini yürütürken; Hazineye olan para ve gelir akışının güvenliğini sağlar, BK kamu harcamalarının temin edilip edilemeyeceğinden emin olmaya çalışır, yasal olarak ödenmesi gereken hastalık ve annelik ödemelerini yönetir, mali olarak desteklenmesi hedeflenmiş kişi ve ailelerin ödemelerini takip eder, çocuk yardımlarını idare eder, BK vergi sisteminin en basit ve müşteri odaklı yürütülmesini hedefler ve kamu bankacılığını denetler. Bu kurumun görevlileri, görevlerini yaparken bazı özel yetkilere sahiptirler. Bu kişiler, ciddi organize mali suçları soruşturan ceza müfettişi konumundadırlar. Tütün, sigara, alkol ve petrol kaçakçılığı konusu da bu birimin yetki sahasındadır. Görevliler, yetkilerini yerine getirirken, zorla girme ve gizli takip de dâhil birçok kolluk yetkisini kullanırlar. Görevleriyle ilgili suç işlenmesi veya kuvvetli şüphe durumunda, tutuklama ve tutma yetkileri de vardır. Zira burada kamunun milyarlarca lirasının kaybı söz konusudur. BK idari yapısını bilenlerin tahmin edebileceği gibi, birçok kamu yardımı beyan üzerine yapılmaktadır. Bu da kötüye kullanmaya açık bir durum meydana getirdiğinden, bu özel yetki ve göreve ihtiyaç vardır. Ayrıca, bu birim sayesinde hükümete gerekli olan ciddi istihbarat temini, değerlendirme ve analiz mümkün olabilmektedir. Bu birimin takip ettiği davaların birçoğunda, polis veya diğer kolluk birimleri ile işbirliği ve koordinasyon ihtiyacı olabilir (HMRC, 2014). 213 BK Yangın ve Kurtarma Teşkilatları (UK Fire and Rescue Authorities) Bu kuruluşların yetki, görev ve sorumluluklarını anlamak açısından, BK Yangın ve Kurtarma Hizmetlerinin tarihine kısaca bakmakta fayda var. Özellikle Ortaçağ’da, ülkenin yapısı gereği evlerin çoğu ağaçtan yapılıyordu ve bu da ciddi yangınlara sebebiyet veriyordu. Çok büyük yangın kayıpları yaşanması sebebiyle yerel yangın teşkilatları kurulmaya başlandı, ancak bunlar ortak bir standarda dayanmıyordu. En son 1666 yılında Londra’da yaşanan çok büyük bir yangından sonra her şey değişti ve şehir yangın teşkilatlarının standartlaşması yoluna gidildi. Öncelikle yangına karşı evler sigortalanmaya başlandı. Bu sigortalama işi sebebiyle de yangın söndürme şirketleri kurulmaya başlandı. Sonuçta da bu şirketlerin her biri, yangın söndürme birimi de oluşturdular ama bu da sorunlar çıkarıyordu. Zira her şirket kendi sigortaladığı binayı söndürüyordu. Bunun anlamı da, doğru şirkete haber verene kadar bina yanıp kül oluyordu ki, bunun üzerine şirketler 1833 yılında birleşerek Londra Yangın İtfaiye Müessesesi’ni (The London Fire Engine Establishment) kurdular. Bu tarihten sonra yangınla mücadele araçları hızla gelişti, buhar makinalarının da yardımıyla, yangına bol miktarda su atabilen araçlar icat edilmeye başlandı. Bu araçların da katkısıyla 1940’lara gelindiğinde, ülke genelinde, yerel yönetimlerin idare ettiği itfaiye birimlerinin sayısı 1400-1500 civarındaydı. Bu gelişmelerden sonra, 1947 yılında İtfaiye Hizmetleri Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla birlikte, BK dâhilindeki 148 il özel idaresi veya belediyesi İtfaiye Hizmetleri birimi oluşturdular. Bu kanunda değişik zamanlarda yenilemeler oldu, aynı zamanda 1974 yılında yerel yönetimlerin yeniden organize edilmesi ile birlikte, belediye veya il özel idarelerinin sayısında azalmaya gidildi. Bunun anlamı, itfaiye teşkilatlarında da azalma demekti. Nihayet 1986 yılında yapılan değişiklik üzerine, bu itfaiye teşkilatları yerel yönetimlerden alınarak özerk bir yapıya kavuştular. Böylece şu anda BK itfaiye teşkilatlarının sayısı 63 adettir. Bu özerkliğe gidilirken ülke genelinde, her itfaiye teşkilatı için bir İtfaiye Kurulu (Fire Authority) oluşturuldu. Bu kurulların en temel görevi, itfaiye teşkilatlarının etkili ve verimli çalışıp çalışmadığını gözetlemektir. Ayrıca yerel yönetimlerden toplananan ve itfaiye idareleri bütçelerine aktarılan vergilerin de takibini yapar. Yukarıda da hatırlatıldığı gibi, BK sınırlarında yaşayan her vatandaş, 214 istisnalar dışında, Türkiye’deki emlak vergisine benzer, ama ondan çok daha fazlasını yerel yönetimlere, yıllık olarak öder. Ödemeler hane başına yapılır ama ev sahibi olup olmamaya bakılmaz. Bu verginin içinde itfaiye idaresi vergisi de vardır (VALUATION OFFICE AGENCY, VOA, 2014). Bu itfaiye idarelerinde çalışanların en önemli görev ve yetkileri, özellikle yangın dolayısıyla ödenen yüksek miktarlı sigorta ödemeleri ve bunlara bağlı suiistimaller sebebiyle, yangınlarla ilgili yangın mahallerinde delil toplamak, mahkemelerde dava açmak, davaları takip etmek vb şeklinde özetlenebilir. Kısacası, her ne kadar bir kolluk birimi olmasa da yaptıkları işin niteliğinden dolayı kolluk birimlerine ciddi yardımda bulunduklarında şüphe yoktur. Tek cümleyle tamamlayıcı bir işlevleri olduğu söylenebilir (FIRESERVICE, 2014). İngiltere-Galler ve Kuzey İrlanda Ciddi Dolandırıcılık Bürosu, (England and Wales and Northern Ireland Serious Fraud Office, SFO) Ciddi Dolandırıcılık Ofisi, BK Başsavcısına bağlı olarak çalışan bağımsız bir birimdir ve kolluk yetkilerine sahiptir. Temel olarak ciddi ve karmaşık dolandırıcılık ve yolsuzlukları soruşturur ve gerekiyorsa mahkemelerde dava açılmasını sağlar. İngiltere-Galler ve Kuzey İrlanda sınırlarında görev yapar. Yurt içinde veya dışında, görevi ile ilgili her konuda araştırma ve soruşturma yapar, gerekli her türlü belgeyi ilgili kurum veya kuruluştan ister ve bunlar da vermek zorundadır. Bu kurum ve kuruluşlara, her türlü ticari kişi ve kuruluşla, bankalar da dâhildir (SFO, 2014). Bu kurum aynı zamanda, 2010 tarihli Rüşvet Önleme Kanunu’nun (Bribery Act) en önemli uygulatıcısıdır. Ki bu kanun, özellikle Londra’nın ve BK’ın güvenli bir yatırım bölgesi olmasını amaçlamıştır. Kurumun en önemli amacı, büyük yolsuzluklar ve dolandırıcılıkların önüne geçerek halka güven vermektir. Bunu yaparken de, ülkedeki adli yargı sistemini desteklemektedir. Zira özellikle, dolandırıcılık ve yolsuzluklarla mücadele ederek, bunların topluma maliyetini azaltmakta, böylece ülkede adaletin ve hukukun üstünlüğünün hâkim olmasını sağlamakta ve sonuçta bütün BK ticaret ve maliye erbabının sisteme güveninin sürmesine katkıda bulunmaktadır. Bunu başarabilmek için etkili ve verimli çalışması, dolandırıcılığı ve yolsuzlukları engelleyici tedbirler alması gerekir. Bu işleri 215 yaparken, özellikle muhasebecilerle, avukatlarla, bilgisayar uzmanlarıyla ve polislerle işbirliği yapmak zorundadırlar. Zira ilgilendikleri alanlar uzmanlık gerektirir. Çünkü sonuçta işlenmiş bir mali suç olması demek, ilgililerin mahkemelere sevk edilmeleri demektir. Bu birim görevlileri, iş ve işlemlerini yürütürken Kraliyet savcılarının kullandıkları yetkilere sahiptirler (SFO, 2014). Büyük Britanya Sağlık ve Güvenlik İdaresi (Great Britain Health and Safety Executive, HSE) Büyük Britanya Sağlık ve Güvenlik İdaresi, 1974 tarihli İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile kurulmuştur ve BK sınırları içerisinde, işyeri güvenliği, sağlığı ve refahı ile ilgili standartları koyan ve bunların yerine getirilip getirilmediğini denetleyen, özerk bir teşkilattır. Yürüttüğü işlevler açısından, iç güvenlik birimlerinden sayılır (Newburn, 2008:157). Bütün resmi veya özel işyerleri, bu birimin çalışma alanına girer. Liverpool ve Merseyside şehirlerinde merkezi vardır. Kurulmasıyla birlikte, daha önce faal olan Fabrika Güvenliği Müfettişliği ile Tren Yolları Güvenliği Müfettişliği de bu birime bağlanmıştır. Bu birim Çalışma ve Emekliler Bakanlığı tarafından finanse edilir. Temel olarak fabrikalardaki büyük veya küçük bütün iş kazalarını araştırır. İşyeri güvenliği için gerekli olan standartları koyar, bunlarla ilgili araştırmalar ve yayınlar yapar (HSE, 2014). Büyük Britanya Araç ve Operatör Kurumu (Great Britain Vehicle and Operator Services Agency) Bu teşkilat, özerk bir birim olup BK Ulaştırma Bakanlığı tarafından finanse edilmektedir. Bu bakanlık, 20 Haziran 2013 tarihinde, bu teşkilatın, 2014 yılında Sürücülük Standartları Ajansı ile birleşeceğini ilan etti ancak henüz bu birleşme tamamlanmadığı için bu birim de ayrıca aşağıda kısaca anlatılacaktır. 28 Kasım 2013’te ilan edildiğine göre bu yeni birimin adı, Sürücü ve Araç Standartları Ajansı (Driver and Vehicle Standards Agency) olacaktır. Bu birim görevlileri, araç ve sürücülere çeşitli cezalar verme yetkisine sahiptirler. Mesela azami araç kullanma süresinin veya istiap haddinin aşılması gibi durumlarda bu cezaları verirler. Bu cezalara yerli veya yabancı sürücülerin tamamı muhataptır. Bu birimin en önemli görev ve yetkileri, kamyonların, otobüslerin ve her 216 türlü çekicilerin araç muayenelini yaptırmak, bunun yanında bu tür araçların ve sürücülerinin yol güvenliği ve çevreye uyum standartlarına uygunluğunu denetlemek, ülkede araç muayenesi yapma yetkisi olan, yaklaşık 20 bin işyerini denetlemek, ülkede ticari araçları denetleyen trafik komisyonerlerinin belgelerini vermek, mahalli idarelerin otobüs servisleri ile ilgili ruhsat ve kayıt işlerini yapmak, araç çarpışmaları sonrası soruşturmaları yürütmek ve yol güvenliği ile ilgili eğitici ve tavsiyeye yönelik yayınlar yapmaktır. Yukarıda da belirtildiği gibi, birçok ülkede kolluk kuvvetleri tarafından yürütülen bu görevler BK’ta, bu özerk birim tarafında, yaklaşık 2500 kişi ile yerine getirilmektedir (VEHICLE AND OPERATOR SERVICE AGENCY, 2014). Büyük Britanya Sürücülük Standartları Ajansı (Great Britain Driving Standards Agency) Britanya Sürücülük Standartları Ajansı, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı faaliyetini yürüten idari bir teşkilattır. En temel görevi, BK yollarında, her türlü araç ve ve motosiklet sürücülük standartlarını belirlemektir. Bunun için gerekli olan eğitim, kurs, teori vb bilgileri belirler. Sürücü belgeleri için yapılan teorik ve pratik testleri yapmaktan sorumludur. Sürücü belgesi veren kuruluşlarla, buralarda çalışan eğitimcileri onaylama yetkisine de sahiptir. Kısacası BK sınırlarında her türlü sürücü belgesi, eğitimi, test ve sürücü belgelerinin geri alınması ve iadesi gibi işlerle görevlidir. Yukarıda da belirtildiği gibi 2014 yılından itibaren BK Araç ve Operatör Hizmetleri Ajansı ile birleştirileceği ilan edilmiştir (DRIVING STANDARDS AGENCY, 2014). Büyük Britanya Sürücü ve Araç Ruhsatlandırma Ajansı (Great Britain Driver and Vehicle Licensing Agency) Büyük Britanya Sürücü ve Araç Ruhsatlandırma Ajansı, sürücü belgeleri ve araç ruhsatları ile kayıtları tutmaktan sorumlu olan idari bir birimdir. Araç plakaları ile sürücü belgelerini vermenin yanında, özel plaka numarası da satmaktadır. Ulaştırma Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini, Galler’de Swansea şehrinde yürütür. Daha önceki adı, Sürücü ve Araç Ruhsatlandırma Merkezi idi. Büyük Britanya’da, 39 ayrı yerde bürosu vardır. Bu birimin önemli bir görevi de, postane veya elektronik devlet 217 aracılığı ile taşıt vergilerini de toplamaktır. Bu teşkilat, sürücü belgeleri ve araç ruhsat kayıtlarını tutarak, ayrıca araç vergilerini toplayarak, ülke yollarının güvenliğine yardımcı olmakta, araç bağlantılı suçları azaltmakta, çevre sorunları ile ilgili girişimleri desteklemekte ve araç vergi kaçaklarını azaltmaktadır. Bunu yaparken de, bütün kayıtları tuttuğu için, kolluk kuvvetlerine ve istihbarat birimlerine, araç vb şeylerle ilgili suçların takip ve çözümünde yardımcı olmaktadır (DRIVER AND VEHICLE LICENSING AGENCY, 2014). Yukarıda da kısmen temas edildiği gibi, BK sisteminde tek kişi yönetimine karşı sürekli bir şüphe duyulmuştur. Bunun gerekçelerini, Kralla burjuvazinin mücadelesinin en belirgin başlangıcı olan 1215 tarihli Magna Carta anlaşmasına kadar götürmek mümkündür. Tek kişiye bağlı sistemlerin suiistimale açık olduğundan hareketle, yöneticileri kontrol eden ve değişik kökenlerden gelen üyelerden oluşan kurul geleneği, bu sistemde, sağlıktan iç güvenliğe hemen hemen her sektörde söz konusudur. Belediyelerde, Türkiye’nin tam aksine en etkili yönetici belediye başkanı değil belediye meclisidir. Zaten bu sebeple, Londra ve bir kaç diğer birim dışında, halkın doğrudan seçtiği başkan yoktur. Meclis, her yıl kendi üyelerinden birisini, bir yıl için temsil makamı olarak başkan seçer. Sağlık sisteminde de, her ilde bir kurul sistemi yönetir. Yukarıda da bahsedildiği gibi, BK Ulaştırma Polisini gözetleyen bir kurul var. Bu bağlamda, burada BK iç güvenlik sisteminde oluşturulan komite, kurul veya komisyon olarak adlandırılabilecek birçok oluşum anlatılacaktır. 3.2.2.7. İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu (England and Wales Independent Police Complaints Commission, IPPC) Bağımsız bir kolluk şikâyet birimi, aslında dünya için de çok yeni bir uygulamadır ve eğer uygulama başarılı olursa, bütün ülkeler için örnek alınabilecek bir konuma yerleşeceğinde kuşku yoktur. Bu bağlamda, Türkiye bölümünde de vurgulandığı gibi, en çok şikâyet edilen ve ciddi suç ithamları ile karşılaşan kamu birimlerinin başında gelen iç güvenlik birimlerinin durumunu ve uygulamalarını iyileştirme açısından da bu tür kurumlar önem arz ederler. Kaldı ki, gerek BK ve gerekse Türkiye, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi’nin denetimini, yani yargılama 218 sürecini kabul etmiş iki ülkedir. Bu ülkeler hakkındaki en çok şikâyetler, iç güvenlik aktörleri ve mahkeme kaynaklıdır. Dahası, aleyhteki mahkûmiyet kararları da, daha çok bu birimlerin uygulamalarının sonucuna dayanmaktadır. Kaldı ki, Yeni Kamu Yönetimi anlayışının en önemli ilkelerinden olan, “hesap verebilirlik” ilkesinin de gereği, daha bağımsız ve hesap sorabilen bir birimi gerektirir. Şöyle ki; polis, insan hakları ve özgürlükleri yakından ilgilendiren çok önemli yetkilere sahip olduğundan, çok önemli bir bürokratik kurumdur ve bu birimin hesap verebilirliğini sağlamak, diğer kamu kurumlarından önce gelir (Reiner, 1996:555-563). Bu ve benzeri sebeplerle, bu birim burada ayrıntılı olarak ele alınacaktır. İngiltere’de polis ve benzeri birimlerle ilgili yapılan ciddi şikâyetlerin soruşturulmasından sorumlu olan IPCC, hükümet dışı bir yapıya sahiptir (non departmental public body). IPCC, polis şikâyetleri sistemini kontrol etmekte ve polisin, kendilerine yapılan şikâyetleri değerlendirirken uygulaması gereken standartları belirlemekte ve polisin yapmış olduğu yanlışlıklardan ders çıkarmasını sağlayarak, polisin çalışmalarının iyileştirmesini sağlamaktır. IPCC, bağımsız bir kurumdur ve kararlarını tamamıyla hükümetten, polisten, şikâyetçilerden ve sivil toplum örgütlerinden bağımsız bir şekilde alır. 2004 yılında, İngiltere-Galler Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu kuruluncaya kadar (Martin, 2013:155), temel olarak “polis polisi” soruşturuyordu. İlk örgüt, Polis Şikâyetleri Kurumu’dur. 1977’den 1985 yılına kadar 8 yıl görev yaptı ve Polis Şikâyet Otoritesi ile yer değiştirdi. Bu örgüt döneminde de polislerle ilgili şikâyetler ilgili birimlerce soruşturuluyordu (Reiner, 2000: 184-188). Ancak İçişleri Bakanı isterse, bir başka polis örgütünce soruşturma yapılmasını isteyebilirdi (JasonLloyd, 2000:209-210). Bu iki otorite de halktan yeterince güven alamadı, çünkü halk bunları tarafsız ve etkili bulmadı. İşte bu sebeplerle, polislerle ilgili şikâyetleri incelemek üzere IPCC 2004 yılında kuruldu (IPCC, 2014). Polis şikâyetleri sistemini değiştirme konusu uzun yıllar problem olmaya devam etti. Daha önceki bölümlerde de tartışıldığı gibi, toplumsal düzenin sağlanması ile insan haklarının korunması arasındaki sıkı ilişki, bu konuyu ister 219 istemez önemli bir hale getiriyor (Kargin, 2011:2-4). Bu ilişkilerin sonucunda polisler hakkında çok sık şikâyetler yapıldığından, bunların soruşturmasında, hem halkın hem de güvenlik kuvvetlerinin güvenini kazanmak gerekiyor. Ancak böyle bir sistemin her iki tarafça da adil, bağımsız ve yeterli olduğu kabul edilebilir (Baldwin ve Kinsey, 1982:117-124). Eski sistemde, bir şikâyeti kaydedip kaydetmemek polisin elindeydi, kaydetse bile soruşturmayı kimin yapacağına yine kendisi karar veriyordu. Soruşturmanın sonunda disiplin veya cezai işlem teklifini de kendisi yapıyordu. Polis bu işlemleri yaparken, meslek kültürünün ve mesleki dayanışmanın etkisinde kalacağı açıktır. Suçlu olduğu kanaatine ve sonucuna varsa dahi, bir meslektaşın diğer bir meslektaşı cezalandırılmasını istemek zordur. Aynı olayın kendi başına da gelebileceğini düşünmek, tarafsız olmalarına engel olmaktadır. Bu durumu bilen vatandaşlar da, başına gelen sıkıntılarla ilgili olarak boşuna şikâyet etmeme eğiliminde olmaktadırlar. Burada, “it iti ısırmaz” deyişinin, Türkiye’de de ne kadar yaygın ve etkili olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu durumda halk, mevcut şikâyet sistemi halkı değil, polisi korumaktadır, diye düşünüyor. Bu durum birçok araştırmada da ortaya çıkmış durumdadır (Home Office Research Study 93, 1987:2). Bazı araştırmalara göre, bağımsız şikâyet mekanizması kurulması halkın sisteme güveni açısından önemlidir. Özellikle 1999 yılında yayınlanan Macpherson Raporu ile artık Britanya toplumunun eski homojen yapısında olmadığı, yeni çeşitlilik karşısında, polislik kültürü ve alışkanlıklarının değişmesi vurgusunu, kolluk birimlerinin de, hizmetleri esnasında gözönünde bulundurduğu gerçeği ortaya çıkmıştır (Loftus, 2009:192-193). Bir başka deyimle halk, polisin polisi soruşturduğu sisteme güvenmemektedir. Çünkü bu sistemde saldıranlarla soruşturanlar aynı kişilerdir, yani hem hâkim hem saldırgandırlar. Bundan dolayı, güvenlik kuvvetlerine karşı yapılan şikâyetler, gerçekten bağımsız bir birim tarafından ele alınmalı ve sonuçlandırılmalıdır (Reiner ve Spencer, 1993:188). Sonuçta, polislik mesleğinin bir gereği olan, sürekli suçlularla muhatap olmanın yol açtığı, suça bulaşma ihtimalinin yüksekliği de göz önünde bulundurulmalıdır (Choongh, 1997:237). Ayrıca, sık sık temas edildiği gibi, polislik bürokrasisinin olağan bir bürokratik yapı olmadığı göz önünde bulundurularak, 220 ancak insanlık âlemi kendini reforme ederek, suça bulaşmaktan vazgeçtiğinde, böyle bir denetime ihtiyaç olmayacağı değerlendirmesi yapılabilir (Bent, 1974:13). Komisyonun Görevleri IPCC’nin görevi, İngiltere’de polis ile ilgili ciddi şikâyetleri ve kötü muamele iddialarını bağımsız bir şekilde soruşturmaktadır. IPCC, aynı zamanda, yerel polislerce yapılan şikâyetlerle ilgili olarak, şikâyetin sonucundan tatmin olmayan kişiler olması durumunda, yerel polisin yapmış olduğu soruşturmaya itiraz mercii olarak bakar. Buna ek olarak, polis kuvvetlerinin, halkın çıkarının gerektirdiği üzere, en ciddi dosyaları IPCC’ye havale etmesi gerekmektedir. IPCC, bununla ilgili bir polis soruşturmasını yönetebilir ya da denetleyebilir. IPCC’de, soruşturma yapan soruşturmacıların bir kısmı polis kökenli iken, komisyondaki üyelerden hiçbirinin polislik ile geçmişten gelen bir bağı bulunmamaktadır ve polis için çalışmamıştır. Soruşturmacılar bu soruşturmayı yaptıkları esnada tamamen polis yetkisine sahipler, istedikleri binaya girebiliyorlar, istedikleri evrakı alıp inceleyebiliyorlar. Dahası, dosyaları doğrudan savcılığa sunma yetkisine de sahipler. IPCC, kendi prensiplerini koyma ve yerel standartlar oluşturma konusunda sınırsız yetkilere sahiptir. Şikâyet mekanizmasının ulaşılabilirliğini arttırmakla görevlidir (Martin, 2013:155). IPCC Yapısı ve Çalışma Usulü IPCC, bir başkan ve 12 komisyon üyesi tarafından yönetilmektedir. Üyelerden ikisi de başkan yardımcısıdır. Komisyon Başkanı, İçişleri Bakanının teklifi ile Kraliçe tarafından atanmaktadır. Başkan, komisyon toplantılarının yapılmasından ve kurumun temsilinden sorumludur. Tüm üyeler ve 2 başkan yardımcısı İçişleri Bakanı tarafından atanmaktadır. Başkan ve üyelerin polislik mesleğinde daha önceden çalışmamış olması gerekir. Başkan ve üyeler beş yıllığına atanırlar. Komisyon, IPCC’nin yürütme ve karar organıdır. Komisyon iki ayda bir Londra’da toplanmaktadır. Toplantılar halka açıktır. Toplantı gündemi toplantıdan üç gün önce yayımlanmaktadır. Toplantı kararı salt çoğunluk sistemi ile alınır (IPCC, 2014). 221 IPCC, topluma daha iyi ve yakın hizmet verebilmek için, bölgesel olarak da örgütlemiştir. Komisyon üyeleri ve görevlileri Cardiff, Coalville, London, Sale and Wakefield gibi bölgesel ofislerde bulunmaktadır. Komisyon üyelerine, bu beş bölge paylaştırılmıştır. Komisyon üyeleri pek çok farklı alandan gelmekte olup, aralarında avukatlar, sağlık ve eğitim profesyonelleri, gönüllü kuruluşlardan, ticari ve sosyal kurumlardan gelen kişiler de bulunmaktadır. Komisyon, genel sekreter ve genel sekreter emrinde çalışan 400 personel tarafından desteklenmektedir. Genel Sekreter, (Chief Executive) komisyon tarafından oluşturulan komite tarafından oybirliği ile belirlenir ve İçişleri Bakanı onayı ile atanır. Genel sekreter, IPCC’nin hesaplarından sorumlu en üst yöneticidir ve emrinde çalışan görevlilerle komisyonun görev ve sorumluluklarını yerine getirmesine yardımcı olur. IPCC’nin amacı, öncelikle güvenlik kurumlarında çalışan personel hakkında yapılacak şikâyet ve kötü muamele iddialarını açık, bağımsız ve adil bir şekilde araştırmak; bu surette kamu vicdanını tatmin ve de halkın bu kurumalara olan güvenini devam ettirebilmek için gerekli uygulama ve düzenlemeleri yapmaktır. Ancak IPCC, bağımsız denetim yapmak yanında güvenlik kuvvetlerinin ‘kaliteli’ ve ‘güvenilir’ hizmet sunumu uygulamalarına da rehberlik etmekte ve onlara bu hususta yol haritaları sunarak, çok önemli roller de üstlenmektedir. Belki de bu sebepledir ki, bir kurum olarak BK polis kurumu, ülkede en fazla inandırıcılığı ve güvenilirliği olan kurumların başında yer almaktadır. Bu noktada, IPCC’nin, böylesine geniş yetkilerle donatılmış olmasına rağmen sadece bir bağımsız denetim ve disiplin kurulu olduğunu ve de bir mahkeme olmadığını belirtmekte fayda vardır. IPCC, prensip olarak bağımsız bir ‘disiplin’, ‘denetim’ ve ‘rehberlik’ kurumu olarak çalışmaktadır ve polisin bireysel veya kurumsal olarak yanlış metotlar, usuller ya da politikalar uyguladığına dair kanaatleri oluşursa, bunların düzeltilmesini veya değiştirilmelerini istemektedirler. Fakat yapılan araştırmalar ve soruşturmalar esnasında veya sonunda, eğer mevcut ceza kanunlarına konu olan açık bir suç unsuruna rastlarlarsa, ilgili cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunulmakta ve ellerindeki delilleri ilgili makama sunarak, faillerin yargılanmasını talep etmektedirler. 222 IPCC’nın Görev Alanı Polis birimleri, kendilerine yapılan şikâyetler neticesinde veya resen haberdar oldukları aşağıdaki durumları 2002 tarihli Polis Reform Kanunu gereği IPCC’ye havale etmek zorundadırlar (IPCC, 2014): Polisin, doğrudan veya dolaylı olarak karıştığı olaylar neticesinde ölen veya yaralanan kişilerin bulunduğu durumlar; polis tarafından saldırıya uğradıkları veya darp edildikleri konularda vatandaşlardan gelen şikâyetler; polis tarafından cinsel tacize uğranıldığına dair iddialar; poliste zimmet, iltimas, irtikâp veya rüşvet gibi yozlaşma iddiaları; polisin, vatandaşlar arasında ayırımcılık yaptığına veya ayırımcı davranışlarda bulunduğuna dair iddialar ile polis personelince, ceza kanunlarına konu teşkil eden suçlardan birinin işlenmiş olması durumlarıdır (Martin, 2013: 155). Yukarıdaki maddelere ilaveten ve genellikle vatandaşlar tarafından yapılan müracaat ve şikâyetlere ek olarak, polis personeli de kurum içi şahsi ilişkilerini ilgilendiren durumlar dışında, eğer amirlerinin veya iş arkadaşlarının, genel hizmetler konusunda yanlış uygulamalar yaptıkları kanaatine ulaşırlarsa, bu konuda IPCC’yi uyarabilmekte ve kimliklerinin gizli tutulması kaydı ile bu gibi hususların araştırılması ve düzeltilmesi konusunda onlardan girişimde bulunmalarını isteyebilmektedirler. IPCC, sadece il emniyet müdürlükleri üzerinde değil, tahminen bütün iç güvenlik ve benzeri hizmeti yürüten birimler üzerinde, mevcut bütün yetkilerini kullanma hakkına sahiptir. Bu birimlerin en önemlileri şunlardır: İl emniyet müdürlükleri, Polis ve Suç Komisyonerleri (Police and Crime Commissioners) , Ulusal Suç Ajansı (National Crime Agency), Kraliyet Gümrük ve Gelir İdaresi (HM Revenue and Customs), BK Sınır Ajansı (The UK Border Agency), İngiltere Polis Federasyonu (Police Federation of England and Wales), İngiltere Polis Amirleri Derneği (Police Superintendants’ Association of England and Wales), Polis ve Suç Komisyonerleri Derneği (Association of Police and Crime Commissioners). Özetle, IPCC başkanı Kraliçe tarafından atanır ve diğer üyeler ise İçişleri Bakanı tarafından, açılan yarışma sınavında başarılı olanlar arasından atanır. Kurul üyeleri 5 yıllığına atanır, üyelerin üçte biri iki yılda bir yenilenir ve bu Kurulun 223 üyeleri, bu bölümde anlatılan polis müfettişleriyle beraber çalışırlar, bu çalışmalar sonrasında hazırlanan raporlar İçişleri Bakanlığına sunulur. Komisyonun bağımsız bütçesi bulunmakla beraber, İçişleri Bakanlığına bağlı olarak örgütlenmiştir ve Komisyon, kolluk birimlerinden kaynaklanan bütün şikâyetleri değil, sadece ölüm, yaralama, işkence, yolsuzluk gibi önemli şikâyetleri incelemektedir ve Kurul Başkanı ve üyelerinin kolluk geçmişleri bulunmamaktadır. Son olarak, kamu biriminde olduğu gibi, polis bürokrasisi de, bu tür bir, kendinden yarı veya tam bağımsız bir mekanizmaya, başlangıçta ciddi olarak karşı çıktığını belirtmek gerekir (Hain ed., 1979:43). 3.2.2.8. İngiltere ve Galler Polis ve Suç Komisyonerleri (England and Wales Police and Crime Commissioners) Daha önce de kısmen bahsedildiği gibi, İngiltere sınırlarında 43 il emniyet müdürlüğünün yanında, onlar üzerinde bazı yetkileri olan 17’şer kişilik, yerel polis kurulları vardı. Ancak bu kurulların gerek üye yapıları ki, yukarıda bahsedildiği gibi üç ayrı yöntemle seçiliyorlardı, gerekse çalışma yöntemleri sebebiyle beklenen verimi ve etkinliği sağlayamadılar. Bu kurulların yerine, şu andaki koalisyon hükümeti, 2012 yılında yaptığı yasal değişiklikle, Polis ve Suç Komisyonerleri sistemini getirdi (ACPO, 2014). Bunlar her polis bölgesi için, partilerin gösterdiği adaylar veya bağımsız adaylar arasından, doğrudan seçim yoluyla, en çok oy alanlardan oluştular. Ancak bu seçimler 41 il emniyet müdürlüğü bölgesinde yapıldı, Londra Şehir Polisi (The City of London) ve Londra İl Emniyet Müdürlüğü (MET) bölgesinde seçim yapılmadı, buralarda sorumlu seçilmiş birim Londra Büyükşehir Belediye Başkanı olduğundan, polisin üzerinde zaten kontrol ve denetim yetkisi vardı. Bu arada seçimlere katılım yüzde 10-20 arasında ve çok düşük olduğundan, ülkede çok ciddi bir temsil tartışması başladı (APCCS, 2014). Bu komisyonerlerin görevlerinden ve sorumluluklarından kısaca bahsetmek gerekirse; 2011 yılında çıkarılan Polis Reformu ve Sosyal Sorumluluk Kanunu’na göre, bu kişiler daha önce yerel polis kurullarının yürüttüğü, emniyet müdürünü işe alma veya işten çıkarma, polis teşkilatının önceliklerini belirleme, halka karşı sorumluluklarını takip etme ve milyonlarca Sterling tutan bütçelerini denetleme 224 görevlerini yürütmekten sorumludurlar. Ancak tekrar hatırlamakta yarar var, Londra’da bu görev, seçilmiş Londra Büyükşehir Belediye Başkan yardımcılarından birisi zaten polis ve suç biriminden sorumlu olarak bu görevleri yerine getirmeye devam etmektedir. Londra Büyükşehir Belediyesi Polis ve Suç Ofisi adıyla çalışan bu birim, Belediye Meclis üyelerinden oluşan Polis ve Suç Komitesi tarafından denetlenmektedir (THE GUARDIAN, 2012). Diğer yerel polis müdürlükleri bölgesinde ise, her birine bir adet karşılık olmak üzere, Polis ve Suç Paneli adı altında, kurul benzeri bir birim oluşturulmuştur. Bu panellerde görev alacak kişiler, o polis bölgesinin yerel meclisine üye olanlar arasından seçilirler. Bu birim, yerel Polis ve Suç Komisyonerinin faaliyetlerini, çalışmalarını ve kararlarını denetler ve değerlendirir. Bu Paneller, komisyonerleri, bir suç işlemeleri durumunda görevden uzaklaştırabilecekleri gibi, atayacakları il emniyet müdürünü de veto edebilirler. Bu komisyonerler, bir suç işlemeleri durumunda, yukarıda anlatılan Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonuna şikâyet edilebilirler. Bunlar dört yıl için seçiliyorlar ve en çok iki dönem görev yapabiliyorlar. Seçim bölgesindeki her seçmen bu seçimde de oy kullanıyor. Eğer seçim bölgesinde ikiden fazla aday varsa, seçmenler iki adaya oy verebiliyor ama birinci ve ikinci tercihlerini ayırarak oy veriyorlar. 3.2.2.9. Birleşil Krallık İstihbarat Birimleri BK veya İngiltere iç güvenlik aktörlerinin anlatıldığı bir çalışmada, mutlaka istihbarat birimlerinin de anlatılması gerekir. Bunlar, iç güvenlik aktörleri arasında, operasyonel manada çok aktif olmasalar da, BK istihbarat birimleri, dünyadaki mevkidaşları arasında en önemlilerindendir ve belki de biraz da bu sebeple, burada ayrı bir başlık altında incelenmeyi hak ediyorlar. Gerçekten de bunlar birçok ülkeye göre, mesela ABD’ye göre daha kompleks ve karışık bir görünüm arz ederler (Newburn, 2008:156). Belli başlı BK istihbarat birimleri, İç İstihbarat Örgütü (Security Servise, MI5), Gizli İstihbarat Örgütü (the Secret Intelligence Service, MI6), Devlet İletişim Merkezi (the Government Communications Headquarters (GCHQ), Savunma İstihbaratı (Defence Intelligence) 225 ve Londra İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Ünitesi (London's Metropolitan Police, Special İntelligence Branch) gibi birimlerdir. Bu birimlerin üzerinde, Başbakanlığın gözetim ve denetiminde çalışan resmi ve ana bir komite vardır. Adı, Merkezi İstihbarat Mekanizmazısı’dır (the Central Intelligence Machinery) ve en önemli işlevi, istihbarat birimleri arasında koordinasyon sağlamaktır. Bunun yanında, bu birimlerin faaliyetlerini raporlar ve performansları hakkında hükümete değerlendirmelerde bulunur. Özellikle de, ülke kaynaklarının verimli kullanılıp kullanılmadığını inceler. Bu komitenin yanında, mesela Kabine Sekreteri’nin de yardım ve katkısıyla Başbakan, bütün istihbarat birimlerine nezaret eder. Bunun dışında İçişleri Bakanı MI5, Ulusal Suç İstihbarat Hizmetleri ve Scotland Yard İstihbarat Ünitelerini kontrol ederken, Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanı da MI6 ile Devlet İletişim Merkezini (GCHQ) kontrol eder (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014). Bu sayılan birimler, aşağıda daha ayrıntılı olarak, özellikle görev ve yetkileri açısından incelenecektir. Gizli İstihbarat Örgütü (The Secret İntelligence Service, MI6) Kendisi dışında MI6 olarak adlandırılan ama resmi adı BK Gizli İstihbarat Örgütü olan bu birim, Dışişleri ve İngiliz Milletler Topluluğu Bakanlığı’na bağlı olarak, yaklaşık 3200 kişi ile görev yapmaktadır (UK GOVERNMENT, 2014). Başlıca görev ve sorumlulukları, resmi web adresinde, aşağıdaki gibi sıralanmıştır (SIS, 2014): Gizli istihbarat toplar ve BK Hükümetinin amaçlarını desteklemek için, denizaşırı gizli operasyonlar yürütür. Bu faaliyetler için parametreler, fonksiyonlar elde eder. Bilgi toplama ve yurtdışındaki kişilerin eylemleri ve niyetleri ile ilgili diğer görevlerini, 1994 yılında çıkarılan İstihbarat Hizmetleri Kanununa göre yürütür. Bu bağlamda Hükümetin savunma ve dış politikaları için gerekli bilgileri toplar, ulusal güvenliğin, ekonomik çıkarların ve ciddi suçların önlenmesi veya tespitini destekler. Hükümetin güvenlik, savunma, dış ve ekonomi politikalarına destek için, Birleşik Krallık dışında istihbarat toplamaktan öncelikle sorumludur. Bu görevlerini 226 yürütürken diğer istihbarat teşkilatları olan MI5 ve Devlet İletişim Merkezi (Government Communications Headquarters, GCHQ) ile yakın bir işbirliği içinde çalıştığı gibi, Silahlı Kuvvetler, Savunma Bakanlığı, Dışişleri ve İngiliz Topluluklar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kraliyet Gelir ve Gümrükler İdaresi ve diğer kolluk birimleri ile de yakın bir işbirliği içinde çalışmaktadır (Bunyan, 1976:155-191). Kısaca, bu teşkilatın tarihinden ve geçirdiği değişimlerden de bahsetmek gerekir.1909 yılında İmparatorluk Savunma Komisyonu, Gizli Servis Bürosu’nu (Secret Service Bureau) kurdu (Bunyan, 1976:152). Bu da modern anlamda ilk istihbarat örgütünün kuruluşu anlamına gelmektedir. Bundan önce, çok eskilere giden bir istihbarat geleneği, tabii ki BK dâhilinde de vardı. Bunlar daha çok yabancıların haberleşme, mektuplaşma gibi faaliyetlerini takip etme veya yakalayıp engelleme şeklinde oluyordu. Ayrıca bazı kralların yurt dışına ajanlar gönderdikleri de bilinmektedir ( Bunyan, 1976:102-104). Bu sahada en önemli gelişme, Almanya ve onun büyüyen deniz gücü tehdidi ile BK dahilinde çıkan sansasyonel gazete haberleri olduğu için, 1909 yılında Gizli Servis Bürosu’nun kurulması ile birlikte, iki önemli görev yapmaya başladı; birincisi ülke içinde casusluk karşıtı faaliyetler, ikincisi de potansiyel düşmanlar hakkında dış istihbarat toplamaktı. Birincisine, dâhili bölüm anlamında “the home section”, diğerine de yabancı bölüm anlamında “the foreign section” adı verildi. İşte bu ilk bölüm daha sonra MI5’e, yani İç İstihbarat Örgütü birimine, diğeri de MI6 olarak bilinen Gizli İstihbarat Örgütü birimine dönüştü ve böylece daha o tarihlerde iç ve dış istihbarat birbirinden ayrılmış oldu. Özellikle, iki dünya savaşı öncesi ve sonrasında, bu iki örgüt ciddi faydalar sağladılar. Her iki savaşta da, müttefik ordularının başarısında bunların sağladıkları istihbaratın ciddi faydaları oldu. 1945 sonrası başlayan Soğuk Savaş dönemi, istihbarat ihtiyacını da farklı boyutlara taşıdı. Artık Avrupa, Doğu ve Batı olarak bölündüğü için, BK için Doğu’dan bilgi taşımak, MI6 Teşkilatının en önemli önceliği oldu. Ne zaman ki Berlin Duvarı, 1989 yılında yıkıldı, artık ona göre istihbarat daha farklı anlamalar kazanmaya başladı. Dünya da artık eskisine göre daha istikrarsız bir hal almıştı, çünkü artık karşımızda artan terör olayları, bölgesel çatışmalar, kitle imha silahlarındaki artışlar ve uluslararası ciddi suçlar vardı. Bütün 227 bu gelişmelere göre de, iç ve dış istihbarat yeni şekillere girmek zorunda kalıyordu (SIS, 2014). Teşkilatın görevlerini dört ana başlık altında toplamak mümkündür (SIS, 2014): Birincisi, terörle mücadele konusundaki görevleridir. Buna göre, BK Hükümeti tarafından oluşturulan Ulusal Güvenlik Strateji’sine (The National Secutity Strategy) göre belirlenmiş hedeflerin yerine getirilmesine yardımcı olur. Bu bağlamda, dışarıdan gelebilecek terörist saldırıları takip eder, bu tür saldırıya karşı korumayı güçlendirici önlemler alır, eğer bir saldırı gerçekleşmiş ise, onun etkilerini hafifletmek için gerekli önlemleri almaya yardımcı olur. Yurt dışından, BK’a veya onun çıkarlarına karşı gelebilecek her türlü terör saldırısı tehdidini araştırır ve engeller. İkinci önemli görevi, kimyasal ve nükleer silahlarla ilgilidir. Buna göre, BK devlet olarak, uluslararası taahhütleri gereği silahsızlanmayı tercih etmiş bir ülke olduğundan, kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlara sahip olmak isteyen ülkeleri, bunlara sahip olmama konusunda ikna etmeye çalıştığı gibi, olanların da miktarlarını azaltmalarına yardımcı olmayı tercih eder. BK özellikle, bu mahiyetteki silahları elinde bulunduran devletlerle, terörist örgütler arasındaki ilişkileri takip eder ve bu silahların teröristlerin eline geçmesine engel olur. İşte, bu amaçları gerçekleştirmek için MI6 ajanları çalışırlar ve gerekli önlemleri alırlar. Üçüncü görev siber güvenlikle ilgilidir. Buna göre, BK uydu yayınlarının, internet yayınlarının ve telekomünikasyon ağlarının güvenliği özel bir önem arz eder. Çünkü bu sayılanlarda meydana gelecek herhangi bir aksaklık veya kesinti, bunlara karşı dışarıdan yapılabilecek herhangi bir saldırı, ulusal güvenliği tehlikeye düşürebilir. İşte bu bağlamda, bu tür aksaklık veya saldırıların olmaması için MI6, içeriden ve dışarıdan istihbarat toplar. Dördüncü tür göreve göre, uluslararası sahadaki istikrarsızlık ve çatışma durumlarında, her devlet gibi BK da bunlardan olumsuz etkilenir. Bunların olumsuz etkilerini en aza indirebilmek için Britanya hükümeti, MI6 aracılığıyla hazırlıklar yapar. Diğer düşman devletlerden veya devlet dışı güçlerden gelebilecek işaretleri, 228 önbelirtileri, MI6 personeli takip eder. Alınması gereken tedbirler ve atılması gereken adımlar konusunda BK hükümetlerini uyarırlar. İç İstihbarat Örgütü (The Security Service, MI5) BK iç istihbarat hizmetlerinden sorumlu olan bu teşkilat, yukarıda da belirtildiği gibi 1909 yılında, dış istihbarattan sorumlu olan MI6 ile birlikte kurulmuştur (Bunyan, 1976:154) ve başlangıçta, istihbaratta iç dış ayrımı yapılmamıştır. Daha sonra 1910 yılında ise bunlar ayrılarak iki ayrı kuruluş haline getirilmişlerdir (Peele, 2005:114). En son 1994 yılında, İstihbarat Hizmetleri Kanunu çıkarılmıştır ve şu anda MI5 teşkilatı bu kanuna göre faaliyetlerini yürütmektedir. Bu kanuna göre Parlamento’da, istihbarat faaliyetlerini denetlemek amacıyla, İstihbarat ve Güvenlik Komisyonu adıyla bir komisyon kurulmuştur. Ayrıca, istihbaratla ilgili şikâyetleri ele alıp karara bağlayan bir de mahkeme kurulmuştur (Peele, 2005:114). Doğrudan İçişleri Bakanlığına bağlı olmasa da bu Örgüt veya daha bilinen adıyla MI5, iç istihbarattan sorumlu olup, kendi ifadelerine göre İçişleri Bakanlığı ile birlikte çalışmaktadır. Burada verilen bilgilere göre, 1989 yılında çıkarılan Güvenlik Hizmetleri Kanununa göre en önemli görevleri ülkeyi, yabancı güçlerden kaynaklanabilecek sabotajlara, casusluk faaliyetlerine ve terörizm faaliyetlerine karşı korumaktır. Bu arada, görev sahası ile ilgili konularda özel ve kamu kuruluşlarına tavsiyelerde de bulunur. Kitle imha silahları ile ilgili çalışmalar yapar. Önemli suçlarla ilgili istihbari bilgiler temin eder. MI5’in en önemli çalışma sahaları; uluslararası terörle mücadele, ulusal terörle mücadele, casusluk karşıtı faaliyetler, önleyici güvenlik hizmetleri ve kitle imha silahlarının tespiti sahalarıdır. Bu kurum tabii olarak, Bakanlar Kuruluna tabi, Ortak İstihbarat Komitesi’nin aldığı öncelikleri de yerine getirir. Temel olarak, bu kuruluşun görevlerinin önleyici güvenlik hizmetleri niteliğinde olduğunu söylemek gerekir. Özellikle son yıllarda artan terör tehlikesi sebebiyle, uluslararası tehditlere öncelik verdiği değerlendirmesi yapılabilir. Bu kuruluşa ayrılan mali kaynakların da bu oranda arttığı söylenebilir. MI5 polisle birlikte, her türlü ciddi suçlarla mücadele konusunda beraber çalışmakta olup, polisin bu konudaki faaliyetlerini desteklemektedir (MI5, 2014). 229 Gelişmelere paralel olarak MI5, iki dünya savaşı arasında, Almanya veya taraftarlarına odaklandı, çünkü o günkü en önemli tehdit onlardı. Soğuk Savaş döneminde ise mücadele komünistlerle yapıldı. Bugün ise, yukarıda da özetlendiği gibi, daha çok terör ve casusluk karşıtı faaliyetlere ağırlık vermiş durumdadır. Londra İl Emniyet Müdürlüğü Bilimsel İstihbarat Ünitesi (The Metropolitan Police the Scientific Intelligence Unit) Yukarıda Londra polisinden veya diğer adıyla Scotland Yard’dan bahsedilmişti. Yerel görevlerinin yanında bazı ulusal görevleri de vardır. 1829 yılında BK’ta kurulmuş en eski polis teşkilatı olduğundan, kuruluşundan beri istihbarat ve takiple uğraşan bölümleri oldu. Bunlar arasında olan bu birim, daha çok insan davranışları ve DNA analizleri gerektiren önemli ve karmaşık suçların çözümüne odaklanmıştır. En büyük başarısı da 1986 yılında, dünyada ilk kez bir katil ve tecavüzcüyü, DNA testinden elde edilen delillerle yakalaması oldu (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014). Bütün çalışmalarında, MI5 ile yakın bir çalışma içindedir (Bunyan, 1976:129). Londra İl Emniyet Müdürlüğü Özel İrlanda Ünitesi (Scotland Yard Special Irish Branch) Bu bölüm, İrlanda’nın bağımsızlığı için mücadele eden Fenian Hareketi’nin Londra’da, 1883 yılında bir bomba patlatması üzerine kuruldu (Bunyan, 1976:104). Daha sonra bu bölüm daha çok Özel Ünite olarak anılmaya başlandı. Bu birim, terörle mücadele konularında, önlem alması gereken birimlere yardımcı olacak bilgiler toplamaya başladı. Bir önemli görevi de, MI5 çalışanlarının deşifre olmaması için, mahkemelerde ve bilirkişi gereken olaylarda, bunlardan yaralanılmaya başlandı ve bu halen devam etmektedir (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014). Londra İl Emniyet Müdürlüğü Ulusal Suç İstihbarat Servisi (Scotland Yard National Criminal Intelligence Service) Bu birim İçişleri Bakanının 1992 yılındaki onanıyla kuruldu. Bir anlamda Türkiye’deki sabıka kaydı tutmaya benzer bir işlevi var. Her türlü suç ve suçlu kayıtlarını tutmaktadır (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014). 230 Devlet İletişim Merkezi (The Government Communications Headquarters) 1919 yılında, ilk olarak Devlet Şifre ve Şifreleme Okulu (the Government Code and Cypher School) adıyla kuruldu. 1920 ve 1930’lu yıllarda, özellikle Alman ve Sovyet şifreli haberleşmelerinin çözümünde başarılar sağladı. 1930’larda ise Almanların, gizli şifreli haberleşme anlamına gelen enigma makinesini keşfinden sonra, işleri daha da zorlaştı ve bunu çözmek için çok uzun süre uğraştılar. Bu arada merkezini Londra’dan, Bletchery Park’a taşıdı. Bu birim, özellikle, BK sınırlarındaki yaşayan yabancıların, iletişimle ilgili bilgilerini takip edip, ilgililerine ulaştırır (Bunyan, 1976: 191). 1942 yılında ise şu anki ismi olan Devlet İletişim Merkezi adını aldı. Faaliyetlerinin çoğu, istihbarat birimlerine yardımcı olarak özetlenebilir. Yaptığı işlere göre değişik alt bölümleri vardır. İstenmeyen radyo yayınlarının engellenmesinden, yabancı iletişimin engellenmesine kadar, birçok faaliyet yürütmektedir. Ama en önemli işinin şifreli haberleşmeleri çözmek olduğu söylenebilir. Bu görevlerini 4-5 bin civarında personelle yürütmektedir (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014). Askeri İstihbarat (Military intelligence) Bu birimin kuruluş tarihi, Kırım Savaşı yılları olan 1855’lere kadar gitmektedir (Bunyan, 1976: 184-185). Askeri İstihbarat birimi, Savunma Bakanlığına bağlı çalışmaktadır. Birçok birim, ayrı ayrı askeri istihbarat faaliyetlerini yürütmektedir. Yani tek bir isim altında yürütülen toptan görevli bir birim söz konusu değildir. Ancak askeri istihbarat işlerini yürütecek kişileri yetiştirmek ve eğitmek üzere Savunma İstihbarat ve Güvenlik Merkezi (The Defense Intelligence and Security Center) adıyla bir birim de 1996 yılında kurulmuştur (UK INTELLIGENCE AND SECURITY, 2014). Belirtmek gerekir ki, bu kadar çok ayrı istihbarat birimi olunca, bunlar arasında koordinasyon sorunu ortaya çıkacağında şüphe yoktur. Bu sorunu gidermek amacıyla, 1946 yılından beri, değişik koordinasyon birimleri oluşturulmuştur ki, bunların en önemlisi, Ortak İstihbarat Komistesidir (The Joint Intelligence Committee) (Bunyan, 1976:186-187). 231 3.2.2.10. İngiliz Polisinin Hukuki Statüsü, Haklar ve Yasaklar Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı gibi İngiliz polisi yerel bir hizmet sunar. İl emniyet müdürlükleri de yereldir. Yani Türkiye’de olduğu gibi merkezi bir emniyet teşkilatı yoktur. Bu müdürlüklerin yerel bir bütçesi vardır ama mali kaynaklar hem yerelden hem de merkezden gelir. Polis memurları kraliyet memurlarıdır. Polis, yürütmenin bir parçasıdır ama onun doğrudan bir parçası değildir. Polis amirleri olan emniyet müdürleri, İçişleri Bakanı ve yerel otoritelere karşı sorumlu olsalar da, yürüttükleri operasyonlarla veya personelleri ile ilgili hiçbir kişi veya makamdan emir almak durumunda değildirler. Savcılar bile adli operasyonlarda onlara emir vermekten kaçınırlar. Polislerle ilgili yapılan şikâyetler, özel bir prosedürle takip edilir. Daha önce incelendiği gibi bunlar, İngiltere Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu tarafından incelenip karara bağlanır. Yani Türkiye’de olduğu gibi polislerin yargılanması da özel bir yönteme tabidir. Eğer bu komisyon, işlenen fiilin genel bir suç olduğuna karar verirse, polis hakkında mahkemede dava açılmasını sağlar. Ancak bu şikâyetler daha çok görevleriyle ilgilidir. Genel suçlardan dolayı doğrudan mahkemelerde yargılanırlar. Polis memurlarının işledikleri bir kusurdan dolayı, emniyet idaresi tazminat ödemeye mahkûm edilmişse, bu o ilin bütçesinden ödenir. Bu durumda polise rücu edip etmeme yetkisi, il emniyet müdürüne aittir. Polisler yukarıda da belirtildiği gibi “Kralın memurlarıdırlar”, yani iş akdiyle çalışmazlar. Bunun anlamı, iş garantileri vardır. Ancak emre itaatsizlik, görevini kötüye kullanma, görevini savsaklama, ırkçılık yapma ve polislik mesleği ile bağdaşmayacak kötü ün yapmış işlere bulaşma gibi durumlarda, bir polisin işine son verilebilir. Polisler bir sendikaya üye olamazlar, mali haklar ve maaş artışı pazarlığı yapamazlar. Ancak sadece İngiltere-Galler ve İskoçya Polis Federasyonu’na üye olabilirler. Bu federasyon onların haklarını savunur ama yine de iç disiplin ve kurumsal yükselmeler konuları bu pazarlıkların dışındadır. Polisler tarafsız olmak zorundadırlar, politika yapamazlar. Polisler sürekli görevli kabul edilirler, izindeyken bile iletişim bilgilerini vermekle yükümlüdürler, görevli olmasalar bile acil durumda, yetkili polisler gelinceye kadar olaya müdahale etmek zorundadırlar. Bu sebeple resmi kimliklerini sürekli taşımak zorundadırlar (Jason-Lloyd, 2000:9-10). 232 3.2.2.11. İngiltere-Galler’de Yerel Yönetimler: İl, İlçe ve Köy Yönetimi (County, City ve Parish) Türkiye’den farklı olarak mahalli idareler, İçişleri Bakanlığı yerine, yapısal ve fonksiyonel ilişkileri bakımından tamamıyla Toplum ve Yerel Yönetimler Bakanlığına (The Secretary of State for Communities and Local Government) bağlıdır. Modern anlamda yerel yönetim, 1835 yılında kabul edilen ‘Belediye Şirketleri Yasası’ ile başlamıştır ve böylece ilk belediyeler kurulmuştur. 1888 yılındaki ‘il meclisleri’ ile « belediye meclisleri » de faaliyetlere başlatılarak, yerel idareler ve halk arasındaki köprüler sağlamlaştırılmıştır. O tarihlerden itibaren yerel yönetim sistemi, birçok kez değişime uğramıştır. BK yerel yönetim birimleri üç ana başlık aldında toplanabilir; il özel idareleri (county), ilçe belediyeleri (district) ve köy idareleri (parish). Bunların İngiltere’deki toplam sayısı, köy idareleri hariç 411’dir (Peele, 2004:358). Daha iyi anlaşılmaları bakımından bunları Türkiye’deki yerel yönetimlere verilen isimlerle anılması uygun görüldü. Buna göre, il özel idareleri, yani “county” olarak adlandırılan ilk kademeler, halkanın en üstündedir. BK’ta en üst yerel idare olan bu County’ler aslında tarihsel süreç içerisinde “Kontluk” olarak geçmekteydi, ancak ‘1974 yılı Yerel Yönetimler Yasası’ ile değişikliğe uğramıştır. İlçe belediye yönetimleri: ‘Boroughs’, ‘Districts’ veya ‘Councils’ olarak adlandırılan ikinci kademeler, halkanın ortasında yer almaktadırlar. Türkiye’deki ilçe yönetimlerine benzemektedirler. Üçüncü kademe köy veya kasaba yönetimleri olarak adlandırılabilecek olan “parish”ler ise daha az nüfuslu olmakla beraber, ekonomik düzeyde ilk iki kademeye göre daha az gelişmişlerdir (Roberts, 1986:282-292). İlk kademe yönetimleri olan “county”ler, eğitim, ulaştırma, toplum sağlığı, güvenlik, çevre planlaması, konut denetimi, kütüphane hizmetleri ve kırsal alan geliştirme faaliyetlerinde tek yetkili kurum iken; ikinci kademe yönetimleri olan “district”ler konutlarla ilgili tüm hizmetleri, imar ve çevre kontrol işlerini, çöp toplama ve imha etme, çevre temizliği, gıda denetimi, açık alan düzenlemeleri ve oyun alanları gibi konularda yetkilendirilmiştir (Roberts, 1986:292-295). 233 İl özel idarelerinin sayıları değişmekle beraber, her birinin bir “İl Meclisi” (County Council) adı verilen, 4 yıllığına doğrudan halk tarafından seçilen bir karar alma organları vardır. Bu meclisler ‘Mayor’ ya da ‘Chairman’ denilen bir başkanı kendi üyeleri arasından seçerler. Yani il yönetiminin başkanı doğrudan seçimle göreve gelmez (Roberts, 1986:296-299). Bu çalışma açısından yerel yönetimler özel bir önem arz ederler. Şöyle ki, BK idari sisteminde, kolluk hizmetleri “yerel hizmetler” arasında yer alır. Ancak bu durum Türkiye’deki durumla karıştırılmamalıdır. Zira BK’ta belediye başkanı, vali ve kaymakam gibi doğrudan seçilen veya atanan mülki amirler yoktur. Hatta dahası, BK’ta belediye başkanı da yoktur. Londra ve Manchester Büyükşehir Belediyeleri hariç, doğrudan seçilen bir belediye başkanı yoktur. Belediye veya il özel idaresi üyeleri kendi üyeleri arasından birisini, belli periyotlarla başkan seçerler ve o kişi bazı yerlerde “belediye başkanı” (mayor) olarak anıldığı gibi, il özel idarelerinde de, il özel idaresi meclis başkanı olarak anılır. Fakat bunların çok fazla yetkisi yoktur, asıl yetkili olan birimler, karar organları olan belediye veya il özel idaresi meclisleridir. Köy idarelerinde ise sadece meclis yetkilidir. Burada yine hatırlamak gerekir ki, BK yerel kolluk birimlerinin amirleri olan baş polis veya Türkçesi ile il emniyet müdürleri, doğrudan kimseden emir almazlar, kimseye de bağlı değildirler. Yani, Türkiye’de olduğu gibi vali veya kaymakam yoksa bu müdürler belediye başkanının emrinde midirler diye akla gelebilir. Ancak öyle değildirler. Tamamen de bağımsız değildirler. Özellikle il özel idareleri ile aralarında hem gelir gider açısından hem de görevler açısından bağ ve ilişkiler vardır. En önemlisi de belediye gelirlerinden bu idareleri pay aktarılır. Yukarıda kısaca anlatıldığı üzere, bu idareler de gerek doğrudan gerekse Polis ve Suç Komisyonerleri aracılığıyla kolluk kuvvetlerinin çalışmalarını denetlerler. İngiltere yerel yönetimlerinin yapıları ve görevleri merkezi yönetim tarafından belirli aralıklarla değişime tabi tutulmuştur. 1990’lı yıllarda yapılan değişiklikle sisteme ivme kazandırılarak hizmet akışı iyileştirilmeye çalışılmıştır (Peele, 2004:369). 1990’lı yıllardan itibaren İngiltere’de, Yeni Kamu Yönetimi anlayışı çerçevesinde, ‘yerel yönetişim’ yaklaşımı gelişerek, hizmetlerin daha etkin, daha hızlı bir şekilde yürütülmesini sağlamak, kamusal örgütleri şeffaf bir hale 234 getirerek, halkın yönetime katılmasını güçlendirmek amacıyla, sivil toplum kuruluşlarının da yerel hizmetlere aktif bir biçimde katılması öngörülmüştür. En son haliyle yerel yönetimlerin genel görevleri şöyle sıralanabilir; “eğitim ve okulların yönetimi, sosyal hizmetler, imar planları ve arazi yönetimi, yolların ve toplu taşımanın yönetilmesi, çöp toplama ve çevre sağlığı, müze, kütüphane, park ve spor alanlarının bakım ve yönetimi, kolluk ve itfaiye hizmetleri” (Heywood, 2008:294; Roberts, 1986:292-295). Burada konuyu dağıtmamak adına ayrıntıya girmemekle beraber kısaca, bu görevler her yerel yönetim çeşidine ait, bütün görevlerdir. Ancak mesela, eğitim görevi il özel idarelerine aitken, çöp toplama yetkisi ilçe belediyelerine aittir. Yakın tarihten yapılan son değişiklik ile Tony Blair hükümeti 2000 yılında, Thatcher döneminde büyükşehir fonksiyonuna son verilen, Londra’ya bu fonksiyon tekrar verilmiştir ve ‘Londra Büyükşehir Belediyesi’ adıyla yeniden kurulmuştur (Heywood, 2008:296). Yerel Polis Kurulu, İl Yönetimi’ne bağlıydı ve güvenlikle ilgili görev ve yetkilere sahipti. Ancak bu yetkilerini, yukarıda da anlatıldığı gibi, 2012 yılında Polis ve Suç Komisyonerlerine devrettiler. ‘Metropolitin Boroughs’ ve ‘County Districts’ olarak adlandırılan ikinci kademe yerel yönetimleri olan ilçe yönetimlerinin de bir belediye veya ilçe meslisi olarak adlandırılabilecek bir karar alma organı vardır ve bu meclisin üyeleri arasından seçtiği bir Başkan vardır. İngiliz yerel yönetim sistemi içinde, görev ve yetki bakımından en aktifidir (Roberts, 1986:296-297). Köy veya kasaba diye adlandırılan “parish” yönetimlerinin sayısı oldukça fazladır. İşleyiş olarak Parish’ler meclis sistemi içinde temsili demokrasi modeline göre veya doğrudan halk katılımı biçiminde faaliyet göstermektedirler. Nüfusu 200’e kadar olan köylerde doğrudan halk katılımı öngörülmüşken, 200’ü geçen köy ve kasabalarda meclis faaliyeti zorunludur. Buna göre, 100’ün üzerindeki köyde meclis bulunmaktadır (UK GOVERMENT, 2014). İngiltere sınırlarındaki yerel yönetimler, özellikle de İl Yönetimi diyebileceğimiz County idareleri, kendi sınırları içinde, her türlü olağan üstü 235 durumları planlamak ve bununla mücadele etmekten sorumludurlar. Yukarıda da kısaca bahsedildiği gibi, 43 Polis İdaresi, büyük ölçüde bu il sınırlarına tabidir. Her il emniyet kuvvetleri ile oranın il yönetimi arasında bir bağ vardır ve ortak bir yönetim meclisleri vardı. Buna gore ortak komite, polis amirleri, tarafsız kişiler ve o il meclis üyelerinden seçilen kişilerden oluşurdu (Moran, 2005:488). Belediye Zabıtası (Municipal Policing) Birçok demokratik ülkede olduğu gibi, BK dâhilindeki her belediye idaresine bağlı bir belediye zabıtası görev yapmaktadır. Bunlarında da polis benzeri görev ve yetkileri vardır. Bu birimde görev yapan yerel polisler, inşaat-emlak, çevrenin korunması ve gıda sağlığı standartlarının uygulanmasını denetlerler. Bu bağlamda, ilgili binalara girebilirler ve soruşturmaları yönetirler (Newburn, 2008: 158). Özetle bu bölümde görüldü ki; İngiliz devlet geleneği, Türk devlet geleneğine göre, halka ve sivil topluma karşı “zayıf devlet” geleneğinden gelmektedir. Yazılı, tek bir metinde toplanmış bir anayasası olmayan, buna karşılık teamüllerin ve yazılı bazı metinlerin, yasal düzenlemelerin, mahkeme yorumlarından oluşan, karmaşık bir anayasaya sahip bir geneleği temsil eder. Sivil gelenekleri ağır basan, siyaset kurumu olan Parlamento’nun her türden bürokratik kurumdan üstün olduğu ve parlamentonun mutlak üstünlüğünün herkesçe kabul gördüğü, sivil ve barışçıl bir modernleşme geleneğinden gelmektedir. Bürokrasisi ve bürokratik kurumları, merkeziyetçi özelliklere de sahip olmakla beraber yerel özellikleri ağır basan özellikler taşır. Askeri ve güvenlik bürokrasi de dâhil, bütün kurumlarını profesyonelleştirmiş ve yerelleştirmiştir. En önemli iç güvenlik aktörü olan polis örgütleri de, yerel olarak örgütlenmişlerdir ve sundukları hizmet de yereldir. Birçok bilim insanı, İngiliz polisini örnek polis olarak göstermiştir ve göstermeye de devam edecektir. Her türlü eleştiriye rağmen, gerek saydamlık, gerekse hesap verebilirlik açısından örnek alınabilecek bir yapıda örgütlendiklerinde kuşku yoktur. Bu bağlamda, özellikle IPCC ve oynadığı rolü, örnek alınabilecek bir kuruluş olduğunu ayrıca vurgulamak gerekir. Türkiye’nin de bu kuruluşu örnek almak üzere bir proje yürüttüğü ve sonucunda bir yasa tasarısı da hazırladığı 236 bilindiğine göre, işin özünden uzaklaşmadan ama kendi ihtiyaçlarına da uyan, daha da önemlisi, hesap verebilirliği ve saydamlığı kolaylaştıran bir iç güvenlik sistemi oluşmasını da hedeflemesi gerektiğini değerlendirmek gerekir. Burada anlatılanlar, İngiliz iç güvenlik yönetiminin hemen hemen her ülkede olduğu gibi, çok aktörlü bir saha olduğunu ve bunlar arasında koordinasyon gereğinin ve sürtüşmenin engellenmesinin, bu örgütlerin başarısında çok hayati bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Zaten bu çok aktörlülük aynı zamanda, yetki ve sorumluluk kargaşası anlamına da gelmektedir. Koordinasyon gerçekten zor bir görevdir, zira iç içe geçebilen vazifeler söz konusudur ve basitçe bir hiyerarşik sıralama ile bu konunun üstesinden gelinemez. 237 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE İLE İNGİLTERE-GALLER İÇ GÜVENLİK BÜROKRASİLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI DEĞERLENDİRİLMESİ Çalışmanın Birinci Bölümünde, tezde karşılaşılacak temel kavramların tanımları yapıldıktan sonra, konunun dayanağı olan teorik çerçeve de izah edildi. İkinci ve üçüncü bölümlerde, karşılaştırılacak olan iki ülke iç güvenlik bürokrasisi ayrıntılı olarak ele alındıktan sonra, tezin en önemli bölümü olan Türkiye ile İngiltere-Galler İç Güvenlik Bürokrasisinin Karşılaştırılması bölümüne geçilmiştir. Bu bölümde, Türkiye ile İngiltere-Galler devlet sistemleri, modernleşme süreçleri, iç güvenlik yapılanmaları, güvenlik kurulları, askeri bürokrasinin iç güvenlikteki rolleri, kolluk birimleri, temel prensipler ve hizmetler, mülki idare amirleri, adalet aktörleri, Türkiye’de mevcut olup, İngiltere’de olmayan birimler, İngiltere’de mevcut olup, Türkiye’de olmayan birimler, mali suçlar ve yolsuzlukla mücadele, siber suçlarla mücadele ve iç güvenlik kurumlarının etkinlik ve verimlilik, hesap verebilirlik, saydamlık ve demokratik-sivil denetim açılarından karşılaştırılması yapılacak, dolayısıyla her iki sistem de, bir bütün olarak karşılaştırılmış olacaktır. Bu bölümün ikinci bölümünde ise genel bir değerlendirme yapılarak, Türkiye için bir model önerilecektir. 4.1. HER İKİ DEVLETİN GENEL OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI Bir hatırlatma yaparak başlamakta fayda var; Türkler ve Britanyalılar (Britons), dünya egemenliği anlamında halef-selef konumunda olmuş iki büyük millettir. İstanbul’u fetheden Türkler, artık bu tarihten 1700’lere kadar o günkü dünyanın jandarması konumunu muhafaza etmişlerdir (Ortaylı, 2008:73-78). Bu tarihten sonra da yerini diğer Batılı ülkelerin yanında, özellikle Britanya İmparatorluğuna, 1950’lere kadar sürecek şekilde devretmişlerdir (Belge, 2011:27). Bu iki halef selefin birbirinden her alanda ciddi etkileşimlerde bulunduğu muhakkaktır. 16. yüzyılda başlayan bu etkileşimin halen artarak devam ettiğini söylemek mümkündür 238 (İnalcık, 2000:425-440). Özellikle de 2. Dünya Savaşı sonrasında bu etkileşim ABD üzerinden ve de İngiliz dili sebebiyle devam etmiştir. Özellikle, İngilizcenin hegemonyasının bütün dünyayı kaplamasının da etkisiyle, Türkiye’de, 1980’lerden sonra, başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere, bütün kamu kurum ve kuruluşları, personellerini öncelikle dil öğrenmek, daha sonra da mastır ve doktora aracılığıyla bilim yapmak üzere, BK ve ABD’ye göndermiştir. Bunun en basit sonucu, son 25 yıllık Türk kamu bürokrasisi üzerinde, Anglo-Sakson kapitalist sisteminin etkilerinin çok açık bir şekilde görülmesidir. Bunun da en somut etkisi, ideolojik kamu bürokrasisinin yerini, insan haklarına daha saygılı ve daha hizmet odaklı bir kamu bürokrasisine yönelme almıştır denebilir. Bu bağlamda, özellikle de Emniyet Genel Müdürlüğü ve bağlı birimlerinin sunduğu iç güvenlik hizmetlerinin, bu süreçten oldukça olumlu etkilendikleri değerlendirilebilir. Tabii bunda EGM’nün, çok sayıda rütbeliyi ve akademik personelini, başta ABD olmak üzere Anglo- Sakson geleneğiyle yönetilen ülkelere göndermesi çok önemli rol oynamıştır (EGM, 2014). Zira Dünyanın en gelişmiş ülkesi olan ABD ile en gelişmişlerinden birisi olan BK’ta, en az bir iki yıl kalan bu kişiler, hem günlük hayatlarında gördükleri olumlu uygulamaları, hem de inceleyip araştırma konusu yaptıkları güzel ve örnek uygulamaları, ülkeye döndükten sonra, kendi görevlerinde de uygulama imkânına kavuşuyorlar. Fakat bu etkileşim karşılıklı olmayıp, daha çok Türkiye’nin alıcı taraf olduğu da unutulmamalıdır. Türkiye ve Birleşik Krallık (UK), Avrupa kıtasında ve dünya çapında örgütlenmiş bazı uluslararası teşkilatlara; Birleşmişler Milletler (BM), Avrupa Konseyi, Dünya Ticaret Örgütü (WTO), NATO, OECD, AGİT, Uluslararası Para Fonu (IMF), ve G-20 gibi, üye iki devlettir. Bunun dışında Birleşik Krallık, AB’ye, G-8 olarak adlandırılan, ekonomik olarak en gelişmiş ülkeler birliğine, İngiliz Uluslar Topluluğuna da üyedir. Yani her iki devlet de, başta Batı Dünyasıyla ve tabii ki bütün dünya ile bütünleşmişlerdir. İngiltere, hatırlanacağı gibi yeryüzündeki en eski demokrasiye sahip ülkedir. Geçirdiği evreler dikkate alındığında, Türkiye’den çok farklı bir süreç yaşadığı söylenebilir. En azından bu süreç çok daha barışçı ve evrimsel olmuştur. Halen gerek 239 ekonomisiyle, gerekse sosyal, siyasal ve uluslararası yapısıyla bir dünya gücü olmaya devam etmektedir. Zira BM’in Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden birisidir ve veto hakkı vardır. Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği’nin verdiği bilgilere göre, Dünyanın en gelişmiş altıncı büyük ekonomisidir. Kişi başına düşen milli gelir 35.000 ABD Doları civarındadır (T.C. Londra Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği, 2014). Bu da ekonomik olarak Türkiye’nin yaklaşık dört katına karşılık gelmektedir. Özellikle de dili olan İngilizce sayesinde, her yıl milyonlarca kişi, yabancı dil öğrenmek ve eğitim almak amacıyla bu ülkeye gitmektedir. Tek cümleyle, dünyanın en önemli ülkelerinin başlarında yer almaktadır. Bu iki devlet sistemini genel olarak karşılaştırdıktan sonra, daha ayrıntılı olarak ele alarak karşılaştırmak gerekir. 4.1.1. Modernleşme Süreçleri Açısından Karşılaştırma Bu başlık ve takip eden “İç Güvenlik Yapılanmaları Açısından Karşılaştırma” başlığı altında, bu çalışmanın en önemli alt hipotezlerinden olan, “Türkiye’de, tarihsel süreç içerisinde oluşan devlet-toplum, bürokrasi-siyaset ilişkileri Osmanlıdan günümüze merkeziyetçi ve bürokratik bir devlet geleneğine işaret etmektedir. Merkeziyetçi bir teşkilat yapısı, güçlü bir devlet anlayışı ve yukarıdan aşağıya devleti ve toplumsal yapıyı dizayn eden bir anlayış, Türk devletinin özellikleri ve devlet geleneği olarak günümüze kadar devam etmektedir” alt hipotezinin değerlendirilmesi yapılacak ve adeta doğruluğu test edilecektir. Burada, iki ülkenin yönetim yapılarının geçirdikleri tarihi süreçleri hatırlamak gerekir. Zira bu süreç mevcut kurumlarını, dolayısıyla iç güvenlik kurumlarını da birçok açıdan etkilemiştir. Türkiye’nin idari yapısı, Osmanlı Devletinin kuruluşundan itibaren bütün yapılanma askeri esaslara dayanmaktaydı. Devletin başkanı olan padişah da bir askerdir ve savaşlara katılmak zorundadır. Merkez ve taşra yönetimi de, gerek tımarlı sipahiler gerekse diğer eyalet, vilayet bölümlendirmeleri hep askeri esaslara göre yapılıyordu. Devletin birliğini, düzenini ve dış saldırılara karşı korunmasını sağlamak için düzenli ve güvenli, büyük askeri birlikler bulundurulması mecburi idi. İnalcık’ın da ifade ettiği gibi, Hanedan ve askeri sınıf, ülke yönetiminde merkezi bir konumda olup, tüm sosyo-politik 240 yapılanmanın temel taşı durumunda idi (2000:53). Bu durum, onca iç ve dış gelişme ve değişmeye rağmen, son 15-20 yıla kadar, hatta son on yıla kadar, Türk yönetim yapısında artarak veya şekil değiştirerek varlığını devam ettirmiştir (Belge, 2011:540). Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusu ile başlayan süreçte, 1980’lerden itibaren, tam üyelik müzakerelerinin başlaması için gerekli reformlarla birlikte, bu militarist kamu bürokrasisinden daha sivil bir bürokrasiye geçildiği, en azından görüntünün bu yönde olduğunu söylemek mümkündür. Buna karşın, İngiliz sistemi çok farklı bir gelişme seyri izlemiştir. Bir kere, yukarıda da anlatıldığı gibi, 1215 yılında imzalanan Magna Carta anlaşmasından itibaren, ülke aşama aşama, evrimsel biçimde, bugünkü demokrasiye ulaşmıştır. Bu süreç, öncelikle Kral’ın “vergi koyma yetkisini” kısıtlamıştır. Kendilerine sorulmadan yeni vergi konulmaması hakkını elde eden soylu sınıf ve zamanla burjuva sınıfı, daha fazla ticarete yoğunlaştı. En azından ticaret ve sanayi ile uğraşan soylular ve burjuva sınıfı, Parlamento’da Lordlar Kamarası ve Avam Kamarasını oluşturdular ve zaman içinde Kralın mali yetkilerinin yanında, bütün ciddi yetkilerini aldılar (Göze, 2000: 441-449). Bunun en pratik anlamı, artık Krallar, iktidarlarını korumak için büyük ordular beslemek mecburiyetinden ve imkânından mahrum kaldılar. Böylece sistem militarizmden uzaklaşmak zorunda kaldı. Eğer Kral, iktidarını korumak için büyük bir ordu besleme hakkına sahip olsaydı, bu iktidarı korumak ve sürdürmek için diğer bütün kurumlarını da militarize etmek zorunda olacaktı. Tıpkı, hala 21. yüzyılda “Güçlü ordu, güçlü Türkiye” (SABAH, 2012) sloganlarını dile getirebilen ve de bu sloganı, bu çalışmanın yapıldığı anda bile, en üst askeri kurum olarak kabul edilen Genelkurmay Başkanlığı’nın ana hizmet binasının önünde sergileyen Türkiye gibi. Bu bağlamda her iki ülkenin modernleşme süreçlerini hatırlamak gerekir. Zira bu süreç, günümüzün bütün kurumlarını, dolayısıyla iç güvenlik aktörlerini de bir şekilde ve önemli oranda etkilemiştir. İngiliz modernleşme süreci tedrici, evrimsel ve de daha çok iç dinamiklerin etkisiyle meydana gelmiş bir süreçtir (Belge, 2011:2750). Bir kere bu süreçte çok büyük iç karışıklıklar, iç savaşlar, hatta kanlı taht kavgaları da pek olmamıştır. İngilizler, diğer ortakları olan Galliler, İskoçlar ve İrlandalılarla çok büyük ve uzun süren iç savaş yaşamamışlardır. Bunun açık bir 241 istisnası olan ve mevcut Kralı tahttan indirip kendini ülkenin Koruyucu Lord’u ilan eden ve 18 sene civarında bir cumhuriyet dönemi kuran Cromwell’in öldüğü 1660’tan (Eroğul, 1996:1) beri asker, yani “ordu” iç politikada, hiçbir zaman doğrudan yer almamıştır (Belge, 2011:50). Yani bu ülkenin iç ve dış politikası ve dolayısıyla kurumları askerin müdahalesinin dışında oluşmuştur. Bu bağlamda vurgulanması gereken önemli bir husus, ülkede kanlı ve uzun süren iç savaşların olmamasının en önemli sebebi Parlamento’dur. Zira gelişen demokrasi anlayışına paralel olarak, buranın iki kanadı olan Avam Kamarası ve Lordlar Kamarasının oluşması ile bir ülkede savaşmak için sebepleri olan ve çıkarları çatışan soylularla zenginlerin, yani burjuvanın anlaşıp çıkarlarını bağdaştırabilecekleri bir mekanizma ortaya çıktığından, artık savaşarak hak elde etmelerine gerek kalmamıştır (Belge, 2011:40-41). Bu barışçı ve sorunları konuşarak halletme geleneği bütün ülkeye yerleşmiş oldu. Böylece özgürlüğe ve haklara inanan, demokrasiye sahip çıkan bir halk geleneği oluştu (Belge, 2011:39). Bu geleneği, yoğun bir şekilde deniz aşırı sömürgelerinde de uyguladılar. Çok az bir istisna dışında, çoğu ülkeye ticaret yoluyla, ikna yoluyla gittiler ve aynı yolla orada kaldılar. Dahası, birçok diğer sömürgeci Avrupa milletlerinin aksine, Britanya ile savaşarak bağımsız olan millet çok azdır. Dahası, Britanyalılar bu devletlerle öyle bir ilişki kurmuşlardır ki, bağımsızlıktan sonra bile, İngiliz Milletler Topluluğu (The Commonwealth) vesilesiyle en yakın müttefikleri BK olmuştur (Eroğul, 1996:2). Buna karşın Türklerin tarihi çok zıt bir mecrada devam etmiştir. Birçok ülkeyi yüzyıllar boyunca yöneten millet olan Türkler, bağımsızlık savaşı veya başka bir yolla bir ülkeyi, mesela Macaristan’ı, Yunanistan’ı veya Tunus’u kaybettikten sonra tekrar normal ilişki kurabilmeleri yüzyıllar alabilmiştir. Dahası, arkalarında bir Türk dostu kesimden de çoğu zaman mahrumdular veya varsa da ilişkilerini devam ettirecek bir mekanizma kuramadılar (Davutoğlu, 2010:316). Yukarıda, Üçüncü Bölümde, İngiliz polis teşkilatlarının kuruluş gerekçelerinde de anlatıldığı gibi, en önemli iç güvenlik birimleri olan yerel polis müdürlükleri ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Başka bir ülkeden, bir politika transferinin 242 sonucu değildir. Gerçek ihtiyaçtan ortaya çıkınca da halkın hizmetine adapte olmakta sorun yaşamamıştır. Diğer bir ifadeyle ve aşağıda daha da uzunca anlatılacağı gibi, demokrasinin gerekleri olan parlamento denetimi, hesap verebilirlik ve saydamlık gibi ilkelerin gereklerine daha kolay adapte olmaktadırlar. Türk modernleşme sürecinin şekillenmesinde, iç dinamiklerden gelen taleplerin yanında, ama belki de onlardan çok daha fazla, dış dinamiklerden kaynaklanan taleplerin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Gerçi Ortaylı’nın vurguladığı gibi, bu süreçte dış etki bir gerçektir ama özellikle ve sonuçta reformlar Türklere aittir (1999:269). Ayrıca, bu sürecin en belirgin bir özelliği de militarist bir modernleşme olmasıdır (Belge, 2011:539-753; Ortaylı, 1999:123-169). Modernleşme süreci, bütünüyle olmasa da büyük oranda bürokrasi eliyle ama özellikle de askeri bürokrasi eliyle yürütüldü. Bunun en önemli sebebi, askeri ve teknik açıdan Batı’nın gerisine düşen Osmanlı, bu açığını kapatmak için askeri-teknik reformlara ağırlık verdi ve bu da diğer reformların önünü açtı (Ortaylı, 2001:18). Hatırlanacağı gibi, Enderun’a gelen ve orada yetişen her devşirme, en kötü ihtimalle asker oluyordu ki, bu da onun için, geldiği sınıf olan köylülüğe göre çok büyük önem arz ediyordu ve onun için ona bu imkânı lütfeden Padişaha şeksiz ve şüphesiz itaat içindeydi. Bu anlayış, Enderun kalkmasına ve Cumhuriyet idaresine geçilmesine rağmen biraz şekil değiştirerek de olsa büyük oranda aynen devam etti (Belge, 2011:582-583). Şöyle ki; o günün asker ve devlet adamlarının yerini alan Türk subayı, polisi veya diğer bürokratı, kendine bu imkânları sunan ve hele hele Cumhuriyetin ilk yıllarında, göreceli olarak toplumun diğer kesimlerine göre daha refah içinde yaşamalarını sağlayan “devletlerine” sadakatle bağlıdırlar. Bunun en basit görünümü, herkes devlete soyut olarak ama bir üst amirine mutlak olarak bağlılık ve sadakat içindedir. 21. yüzyılda ve AB’nin eşiğinde olunmasına rağmen hala bir Türk polisinin veya jandarma uzman çavuşunun amirine itiraz etmesi, kanunsuz emirlerini hatırlatması beklenemez (Çevik ve Demirci, 2008: 115). Üstelik bu konuda yasa ile korunmasına rağmen bunu yapması beklenemez. Yaparsa ya disiplin cezası almayı, ya görev yeri değişikliğini ya da en azından uzun bir hukuki mücadele sürecini göze alması gerekir. Gerçi Bilgi Edinme Kanunu gibi, son yıllarda yapılan bazı düzenlemeler, bazı ilerlemeler sağlamışsa da, yine de bu 243 konuda büyük bir zihniyet değişim olduğunu söylemek zordur. Demek ki, ülkenin rejimi tamamen değişse de, eski anlayış ve uygulamaları değiştirmek o kadar da kolay olmamaktadır. Hâlbuki hesap verebilirlik ilkesini benimsemiş ve bu ilkenin, bir ülkede hükümet etme yöntemi ile siyasi sistem arasındaki hayati role sahip olduğu bilincinde olan (Hughes, 2012:205) İngiliz polisi, öncelikle, görevini yaptığı yerdeki halka karşı sorumludur. Amirinin ona kanunsuz bir emir vermesi çok zordur. İngiltere’de yaşayan birçok kişinin gözlemleyebileceği gibi, onu istediği yere tayin edemez, görev yerini her istediği zaman değiştiremez. Görev içeriğini haksız bir şekilde değiştirebilmesi için de bütün o il halkını karşısına alması gerekir. Çünkü kamuoyu o memura, hak ve özgürlükler konusunda çok hassas olduğu için, basın ve yayın kuruluşları aracılığıyla onlara sahip çıkacağı umulur. Türkiye’de ise durumunu basına konu ettiren polis memuru veya jandarma mensubu, kendisini kapı önünde bulma ihtimali çok yüksektir ama en azından görev yerinin değişeceğinden veya bir disiplin cezası alacağından emin olabilir. Burada, anlamlı olması bakımında Türk polisinin yemin metni ile BK polisinin yemin metnini karşılaştırmakta fayda var. Yukarıda belirtildiği gibi, Türk polis memurları ve diğer emniyet hizmetleri sınıfı mensupları, bütün devlet memurları gibi aynı yemin metnine bağlı olarak, DMK 6. maddesindeki ifadelerle yemin ederler. İngiliz polis yemin metni ise, 1996 tarihli Polis Kanunu’nun 29. Maddesinde mevcut olup yukarıda tamamıyla belirtilmişti. Bu iki yemin metni, iki ülke kolluk birimlerinin hizmet mantaliteleri arasındaki farkı ve dayandıkları esasları anlamak açısından önemli göstergeler sunmaktadırlar. Buna göre, İngiliz polis yemin metnine bakıldığında devlete vurgu sadece “Kraliçe” anılarak, o da aslında devlet kastedilerek yapılmaktadır. Bunun dışındaki bütün kelimeler ve cümleler, görevin en iyi şekilde yapılmasına odaklanmışlardır. Buna karşın Türk polisinin yaptığı yemin, adeta bütünüyle, devlete, onun resmi ideolojisine ve daha da önemlisi, görevi ile doğrudan ilgili olmayan birçok konuya odaklanmıştır. Tabii ki bu yeminin arka planında, ülkenin geçirdiği modernleşme tecrübesinin önemli etkilerini görmek gerekir. Bunun kolluk 244 hizmetlerine veya diğer bir deyişle iç güvenlik örgütlerine yansıması, asli kolluk görevlerine odaklanmanın yanında, normalde bir kolluk görevi olmayan resmi ideoloji, milli ve manevi değerleri koruma gibi soyut sayılabilecek görevlerin de beraberce yürütülmesi zorunluluğu ve zorluğudur. Bu durum hiç bir olumsuzluk doğurmasa bile, en azından kaynak israfına yol açacak, birçok kolluk görevlisinin, vaktini asli kolluk hizmetlerinin dışında, başka görevlerle geçirmesini gerektirecektir. Türk modernleşme süreci bağlamında üzerinde durulması gereken bir olgu da, parlamenter demokrasilerin vazgeçilmezlerinden olan kuvvetler ayrılığı ilkesine ne kadar sadık kalındığıdır. Bir kere, Osmanlı döneminde kuvvetler ayrılığından söz etmek mümkün değildi. Sonuçta her şey Padişah’ın mülkü idi. Ancak Cumhuriyetle birlikte kurulan rejim, en azından teoride parlamenter demokrasi idi. Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kuran Meclisteki taraftarları, buna pek taraftar değildiler (Belge, 2011:606-608). Buna bağlı olarak Cumhuriyet dönemi, büyük oranda kuvvetler ayrılığı ilkelerini uygulamadı. Yani özellikle bağımsız ve tarafsız bir yargı kurulmasına müsaade edilmedi. Buna, bir de profesyonel ordu yerine “rejim ordusu” veya diğer bir deyişle, “Türk Cumhuriyetini kollama ve korumakla” görevlendirilmiş bir ordu eklendi. Zaten ülkeyi 1923’ten 1950’ye kadar tek parti olan CHP yönetmişti. Tek cümleyle ortada ordu-parti ve yargının birlikte yönettiği bir ülke vardı (Belge, 2011:617). Bu anlayış, 1950’de çok partili seçimle birden bire değişmedi. Bu üç kesim kendini uzun zaman ülkenin gerçek sahibi olarak gördü. Bu bağlamda, seçimle gelen hükümetleri askeri darbelerle değiştirip yeniden anayasalar yazdılar ve sistemi, adeta askeri bürokrasi üzerine kurdular. Çünkü resmi ideolojiye en sadık ve en güvenilir kişiler oradan geliyordu. Hâlbuki buna benzer bir süreç BK’ta hiçbir zaman yaşanmadı. Türk modernleşmesi ile Britanya modernleşmesi bu bağlamda taban tabana zıt bir mecrada geliştiler. Bu da iç güvenlik örgütlerini, hem örgütlenme açısından hem de personel açısından oldukça etkiledi. Türk modernleşmesi, içtihat yoluyla, aynen BK’ta olduğu gibi yönetimini geliştiremedi. Hâlbuki İngiliz hukuk sisteminden hatırlanacağı gibi, ülkede bir anayasa hiç olmadı ve birçok husus yazılı olarak düzenlenmedi, tam aksine temel 245 bazı hususlar anayasal nitelikteki teamüllere ve mahkeme içtihatlarına bağlı gelişti (Eroğul, 1996:2) ve ülkenin hâkimleri, ortada uygulamak zorunda oldukları bir kanun metni olmamasına rağmen, tecrübelerinden bir hukuk geliştirdiler. Bu hukuk sistemi de ülkeyi geliştirdi. Bunun en pratik sonucu, hangi hizmeti sunarsa sunsun, bütün kamu kurumlarının tarafsız olması benimsendi. Bunun içindir ki, halen daha Türkiye’de hükümetin değişmesi ile bütün bakanlıkların üst kadroları değişirken, BK’ta ise müsteşar veya genel müdür seviyesinde bile değişiklikler olmamaktadır. Bunun en kestirme faydası, bürokratik kurumlarda kurumsal hafızalarda kesintiler ve çatışmalar olmamasıdır. Hükümetler değişse de, kamu hizmetleri aynen sunulmaya devam edilmektedir. Böylece bir ülkede, hükümetlerden beklenen en önemli görevler arasında bulunan güvenlik ve asayişin sunulmasında bir aksama veya eksiklik olmamaktadır. Demek ki, BK kamu bürokrasi ile Türk kamu bürokrasisinin bu temel özelliği, sunulan kolluk hizmetlerini de oldukça önemli oranlarda etkilemektedir. Özetle, her iki ülkenin modernleşme tarihi oldukça farklı mecralarda gelişmiş; Türkiye, daha ziyade militarist ve askeri bir modernleşme süreci yaşarken; İngiltere, bunun tam zıddı bir şekilde, bütünüyle sivil bir modernleşme sürecinden geçmiş, bu da bütün kurumlarını, yönetim anlayışlarını, dolayısıyla iç güvenlik aktörlerini, oluşum ve işleyiş açısından derinden etkilemiştir. 4.1.2. İç Güvenlik Yapılanmaları Açısından Karşılaştırma Öncelikle iki ülkenin devlet başkanları farklıdır; Türkiye’ninki Cumhurbaşkanı iken, BK devlet başkanı “Kral veya Kraliçe’dir”. Geleneksel olarak çok güçlü bir “Taç” geleneğine sahip olmakla beraber, zamanla bütün yetkileri “göstermelik” hale gelmiş bir BK “Kraliçesine” karşın, Türkiye Cumhurbaşkanı, özellikle de 1982 Anayasası’nın da kendisine verdiği yetkilerle, adeta yarı başkan statüsüne kavuşturulmuş, güçlü bir konuma sahiptir. Bir de buna, 2014 yılından itibaren, genel halkoyu ile seçilmiş olmasını da eklemek gerekir ki, siyasi konumu da oldukça güçlenmiş olacaktır. Dahası Türkiye Cumhurbaşkanı, iktidar erklerinin üzerindeki belirleyici ve denetleyici yetkileri ile siyasi iktidarın önemli bir paydaşı konumundadır. Özellikle iç güvenlik alanına ilişkin olarak atama yetkisi, TSK ile MGK’ya ilişkin yetkileri 246 açısından onu çok güçlü kılmaktadır. Buna karşın BK Kraliçesi de bütün üst düzey bürokrat atamalarını imzalar ama bu tamamen göstermelik ve geleneksel bir yetkidir. Asıl yetki ilgili bakan ve başbakandadır. Ayrıca, Türkiye Cumhurbaşkanı, kendisine bağlı Devlet Denetleme Kurulu ile bütün kamu kurum ve kuruluşlarını, dolayısıyla iç güvenlik aktörlerini de denetleyebilir. Bunlar üzerinde doğrudan bir yaptırım gücü olmasa da, kamuoyuna açıklamalarda bulunması ve devletin başı sıfatıyla bunları değerlendirmesi bile başlı başına bir yaptırım olarak yetmektedir. Dahası, eğer bir suç unsuruna rastlanması durumunda da, ilgili makamlara suç duyurusunda bulunmaktadır. Türkiye Cumhurbaşkanı MGK’ya başkanlık da ederek gündemini belirlemesine karşın, BK Kraliçesi’nin böyle bir görevi yoktur. Türkiye Cumhurbaşkanı, hem Anayasa Mahkemesine, hem de yüksek yargı organlarına, hatırı sayılır miktarda üyeler atayarak, yargı erki üzerinde de önemli bir konuma sahipken, BK Kraliçesinin benzeri bir görevi yoktur. Kısacası, her iki ülkenin devlet başkanları da ülkelerinde, yasama, yürütme ve yargı erklerinin başı konumunda olmalarının yanında, Meclis açılış konuşması yapma, Meclisi feshetme, bazı yüksek düzey atamaları imzalama, hükümeti onama, bunların atamasını veya görevden alınmasını onama gibi benzer yetkileri vardır. Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı, DDK ile yürütmeyi denetleme, yüksek yargıya resen atamalar gibi farklı ve daha güçlü yetkilerle, özellikle devletin bütün kurumları üzerinde daha aktif ve etkilidir. Türkiye’de yasama organı tek meclisli, TBMM’dir ve dört yıllığına seçilen 550 milletvekilinden oluşur. BK Parlamentosu ise Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası olarak iki meclislidir. Avam Kamarası, dar bölge seçim sistemi ile seçilen 650 milletvekilinden oluşmaktadır. Lordlar Kamarası ise, daha çok Başbakanın teklifi üzerine, Kraliçe tarafından atanan üyelerden oluşur. Bunların önemli bir kısmı hayat boyu üye iken, bir kısmı da üyeliklerini soydan alırlar. Parlamento’da asıl güç Avam Kamarası’ndadır ama Lordlar Kamarası’nın da bazı yetkileri vardır. Zannedildiği gibi asla sembolik değildir. Parlamentonun, egemen güç olarak savunma ve güvenlik politikalarında son sözü söyleyen kurum olması beklenirken, Türkiye’de parlamentonun bu görevini tam anlamıyla yerine getiremediği açık bir gerçektir. BK Parlamentosu da bazı açılardan, 247 özellikle de parlamenter sistemin gereği olarak benzerlikler arz eder. Zira her iki sistemde de yürütme ile yasama iç içedir. Hükümetin başı, yani başbakanlar aynı zamanda hükümeti kuran partinin de başıdırlar. Bu da onları hem yürütmede, hem de yasamada istediklerini yapmaya, istedikleri politikaları kabul ettirmeye sevk etmektedir. Ancak iki ülke arasındaki en önemli fark da burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü BK’ta, özellikle özgürlükler konusunda çok hassas bir kamuoyu vardır. Türkiye’de aynı şeyi bulmak ve görmek oldukça zordur. Bu bağlamda, özellikle BK Parlamentosu’ndaki komisyonlar oldukça aktif çalışmaktadırlar. Yayınladıkları yıllık raporlarla, adeta hükümetin kolluk ile ilgili politikalarını analiz etmekte ve ciddi önerilerde bulunmalarına karşın, TBMM bünyesindeki ilgili komisyonların böyle bir görevi yoktur. Ayrıca BK Parlamentosu, diğer denetim metotlarını çok aktif bir şekilde, özellikle de soru sorma yöntemini, sözlü olarak kullandığından, kamuoyuna ciddi güven verirken, Türkiye’de bu yöntem çok az kullanılmakta, yazılı sorulara da çok geç cevap verilmektedir. Özetle, her iki parlamento arasında, fonksiyonel açıdan ciddi benzerlikler olmasına karşın, özellikle BK Parlamentosu’nun, iç güvenlik politikalarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve denetlenmesinde daha etkili olduğunu söylemek gerekir. Ama her iki parlamentonun da iç güvenlikle ilgili atamalarda herhangi bir görev ve yetkileri yoktur. Zaten parlamenter demokrasilerde böyle bir beklenti de yoktur. Dünya üzerinde doğrudan demokrasi ile yönetilen ülke olmadığına göre, temsili demokrasi ile yönetilen ülkelerde, bütün diğer politikalarda olduğu gibi güvenlik politikalarının oluşturulması ve yürütülmesinden de yürütmenin en önemli unsuru olan “hükümetler” sorumludur. Türkiye Anayasası’nın 117. maddesine göre “Millî güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine, yani millete karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur.” Ancak Anayasasındaki bu açık vurguya rağmen, uygulamada Bakanlar Kurulunun bu görevini etkili bir biçimde yerine getiremediği, askeri bürokrasinin, milli güvenlik politikasının oluşturulmasında daha etkin olduğu vurgulanmalıdır. Bir kere Türkiye’de, ülkenin en önemli güvenlik birimlerinden olan Silahlı Kuvvetler, Bakanlar Kurulu’nun bir üyesi olan ve milli iradenin güvenlik ve yurt savunması işlerini yürütmesi beklenen Milli Savunma Bakanlığına bağlı olarak örgütlenmek şöyle dursun, genel devlet örgütlenmesi içinde, Anayasal bir özerkliğe 248 sahiptir (Çelik, 2008:174-175). Zira 1982 Anayasası, Genelkurmay Başkanına 117. maddesiyle anayasal bir statü tanımıştır. Bu maddeye göre de Genelkurmay Başkanı adeta bağımsızdır, sadece başbakana karşı sorumludur. Bu ifade de kendi başına fazla bir şey ifade etmemektedir. Zira TSK, hala daha, birçok kişiye göre ülkenin rejimini kollama ve korumakla görevlidir (Çelik, 2008:25). Son 10-15 yılda, özellikle de AB Katılım sürecinin de etkisiyle, Türkiye Hükümeti, iç ve dış güvenlik konularında daha aktif rol oynamaya başlamıştır. Yeterli olmasa da yasal ve anayasal bazı düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle MGK’nın anayasal statüsünde yapılan değişiklikler ile askerlerin, ülke güvenliği üzerindeki tek hâkim rolü azalmıştır. Özellikle üye yapısı değişerek, hükümet kanadı çoğunluğu sağlamış oldu. Kararlarının bağlayıcılığı da tamamen olmasa da bakanlar kurulunun inisyatifine bırakıldı. Ama her türlü gelişmelere, yapılan demokratik reformlara rağmen, Türkiye’nin iç ve dış güvenlik politikasını Bakanlar Kurulu’nun bağımsız bir şekilde belirlediğini söylemek hala daha zordur. TSK, özellikle Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı aracılığı ile de adeta coğrafi olarak ülkenin yüzde 80-90’ının iç güvenliğine de müdahil bir durumdadır. Bu kolluk birimlerine, önemli hukuki ve fiili kazanımları vasıtasıyla etki edebilmektedir. Sonuçta bunların bütün personel politikasını belirleyen birim Genelkurmay Başkanlığıdır. Buna karşın BK Bakanlar Kurulu, bir kere yapısı itibariyle Türkiye’den oldukça farklılık arz eder. Ana yapıyı oluşturan 20-25 bakanın yanında, yardımcı bakanlarla beraber 80-100 kişiden oluşmaktadır. BK sisteminin başarısının arkasında var olan sebeplerden birisini de bu bakanlar kurulu sisteminde aranmalıdır. Zira bakanlar genellikle tecrübelilerden seçilirken, milletvekillerinden bazı daha az tecrübeliler de, bakanlıkların alt bölümlerini, adeta Türkiye’deki genel müdürler gibi yönetmek üzere atanmaktadırlar. Böylece devlet işlerinde de tecrübe kazanarak, ileride daha üst görevlere, üst bakanlıklara atanmakta ve daha başarılı olmaktadırlar. BK sisteminde, 25 yaşında milletvekili olup da, hemen ana bir bakanlığa atanma olayına pek rastlanmaz. 249 Bakanlar Kurulu, ülkenin bütün politikalarını olduğu gibi, güvenlik politikalarını da belirler ve uygular. Bunlar kamuoyu önünde açıkça tartışılır. Bütün özel ve kamu kurumlarının görüşleri alınır. Baskı grupları denilen ve bu ülkede gayet meşru kabul edilen kesimlerin önerileri de, bu politikaların belirlenmesinde önemli rol oynar (Eroğul, 1996:56-67). Türkiye’de Bakanlar Kurulu, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları ile EGM’nün atanması gibi önemli iç ve dış güvenlik aktörlerinin göreve getirilmelerindeki yetkileri gibi, kısmen önemli roller üstlenmekle beraber, dış güvenliği ilgilendiren kritik konularda ikincil rollere itildiği ifade edilebilir. Fakat Bakanlar Kurulunu ilgilendiren en önemli iç ve dış güvenlik konusu, kamuoyunda “Kırmızı Kitap” ve “Gizli Anayasa” olarak da anılan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’dir. 2945 sayılı MGK Kanununun ifadesiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin milli menfaati ve milli hedeflerini, milli hedeflere ulaşılması için takip edilecek iç ve dış güvenlik ile savunma siyasetlerine ilişkin esasları kapsamaktadır. Devletin Milli Güvenlik Siyaseti; milli güvenliğin sağlanması ve milli hedeflere ulaşılması amacı ile Milli Güvenlik Kurulu'nun belirlediği görüşler dâhilinde Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaseti ifade etmektedir. Her ne kadar bu Belge’nin Bakanlar Kurulunca kabulü gerekiyorsa da, hazırlanmasından MGK sorumludur, önce MGK’da görüşülüp kabul edildikten sonra Bakanlar Kurulu’nun onayına sunulur. Dolayısıyla askeri birimlerin daha etkili olduğunu söylemek mümkündür (Çelik, 2008:263-270). Birleşik Krallık’ta ise Bakanlar Kurulu, içinde barındırdığı Milli Güvenlik Kurulu ve bazı diğer komitelerin de katkısıyla, içgüvenliğin en önemli aktörlerindendir. Tabii ki askerlerin ve sivillerin görüşleri alınır ve bu görüşlere de ciddi önem verilir, zira sonuçta uzman olan ve kararları uygulayacak olan birimler onlara aittir ama nihai karar daima halkın seçtiği hükümete aittir. Türkiye’de iç güvenlik ve iç tehdit konusunda yetkili ve sorumlu makam İçişleri Bakanlığı iken, BK’ta bu şekilde doğrudan bir birim söylemek mümkün değildir. Çünkü yerelde emniyet ve asayişi sağlayan birimler doğrudan bir birime, hatta İçişleri Bakanlığına da bağlı değildirler. Ancak yine de, ülkenin iç güvenlik politikasını ve kolluk kuvvetleri ile ilgili genel prensipleri tesis eden ve uygulanıp 250 uygulanmadığını takip eden birim İçişleri Bakanlığı olduğundan dolayı, yine de bu bakanlığı, ülkenin iç güvenlikten sorumlu birimi olarak addetmek doğru olacaktır. Ayrıca, ulusal bazda görev yapan kolluk birimleri de bu bakanlığın gözetim ve denetiminde faaliyetlerini yürütmektedirler. İç istihbarattan sorumlu MI5 de bu bakanlığa bağlıdır. Dahası, iç güvenlik kolluk birimlerinin önemli atamalarını bu bakan yapmaktadır. İl emniyet müdürlerinin atama onayı, Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu üyelerinin atanmaları, polis müfettişlerinin atanmaları gibi. Kısacası, her iki ülkede de iç güvenlikten sorumlu bakanlıklar İçişleri Bakanlıklarıdır. Bazı uygulama farklılıkları olsa da, temel bir benzerlik olduğu söylenebilir. İlgili Kanuna göre, Türkiye İçişleri Bakanlığının görevleri arasında; “Bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak, sınır, kıyı ve karasularımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak, karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek, suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak, her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek, yurt sathında sivil savunma hizmetlerini yürütmek ve koordinasyonu sağlamak...” bulunmaktadır. Birleşik Krallık İçişleri Bakanının görevleri de bunlara paralellik arz etmektedir: Göç ve pasaport işlerini yürütmek, uyuşturuyla mücadele ve suçla mücadele politikalarını yürütmek, terörle mücadeleyi yürütmek ve adli ve önleyici kollukla ilgili prensipleri koymak, bu kurumların yasal durumunu takip etmek, bunlarla ilgili bazı atamaları yapmak, iç isithbaratı yürütmek, ülke sınırlarını korumak ve ayrıca evlat edinme işlerini de yürütmektir. Görüldüğü gibi içgüvenliği sağlamaktan sorumlu bu bakanlıkların görev alanı bazı konularda farklılık göstermektedir. Bunun dışında Türkiye’de mülki idare amirleri İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yaparken, BK’ta buna benzer bir makam veya görev bulunmamaktadır. Hizmet alanlarından dolayı iki ülkenin içişlerinden sorumlu bakanlıklara bağlı kurumlar da farklılık göstermektedir. BK İçişleri Bakanlığı’na bağlı veya bu bakanlıkla ilgili iç güvenlikle ilgili kurumların başında iç istihbarat birimi MI5, BK Sınır Ajansı, Ulusal Suç Ajansı, Londra İl Emniyet Müdürlüğü ve il emniyet müdürlükleri gelmektedir. Türkiye’de ise İçişleri Bakanlığı içgüvenliği, Emniyet 251 Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı vasıtasıyla yürütmektedir. BK kolluk birimleri arasında, Türkiye’de olduğu gibi, askeri nitelikli jandarma ve sahil güvenlik gibi birimler bulunmamaktadır. Burada, bir önceki iki alt bölümde anlatılanların ışığında, bu çalışmanın en önemli alt hipotezlerinden olan, “Türkiye’de, tarihsel süreç içerisinde oluşan devlettoplum, bürokrasi-siyaset ilişkileri Osmanlıdan günümüze merkeziyetçi ve bürokratik bir devlet geleneğine işaret etmektedir. Merkeziyetçi bir teşkilat yapısı, güçlü bir devlet anlayışı ve yukarıdan aşağıya devleti ve toplumsal yapıyı dizayn eden bir anlayış, Türk devletinin özellikleri ve devlet geleneği olarak günümüze kadar devam etmektedir”, görüşünün büyük oranda doğrulandığı değerlendirmesi yapılabilir. Zira gerek ülkedeki genel yönetim zihniyeti ve gerekse hiyarşik olarak en astından en üstüne kadar, neredeyse bütün kurumlarının bu anlayış çerçevesinde örgütlendiklerine, yerel yönetimlerin bazı organlarının seçimle gelmelerinin dışında, ülkenin en ücra köşesine kadar bütün kamu görevlilerinin merkezden atandığına, bütün kamusal örgütlerin, özellikle de iç güvenlik hizmeti yürüten birimlerin en önemlileri olan emniyet, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafazanın merkezi bir yapılanmaya sahip olduklarına şahit olunmaktadır. Buna karşılık İngiliz sistemi, neredeyse bütün kamu hizmetlerini hem yerelleştirme başarısını göstermiştir, hem de profosyenelliştirmiştir. 4.1.3. Güvenlik Kurulları Açısından Karşılaştırma Bu başlık ile bir sonraki başlık olan, “Askeri Bürokrasinin İç Güvenlikteki Rolleri Açısından Karşılaştırma » başlıkları altında, bu çalışmanın diğer önemli alt hipotezlerinden olan, « Türkiye’de, güvenlik bürokrasisinin ana aktörleri olan asker ve polis, ülkenin idari ve siyasi hayatında önemli bir yeri ve rolü olduğu ve tarihsel süreç içerisinde, özellikle askeri müdahaleler ve ideolojik devlet anlayışı nedeniyle, çağdaş demokratik hukuk devletlerinde olmayan bazı anlayış ve uygulamaların, azalarak da olsa ülkeye hâkim olduğu bir gerçektir” hipotezi ile “Araştırma konusu ile ilgili olarak Türk Anayasasında, kanunlarında ve diğer meri mevzuatta, askeri bürokrasiyi güçlü kılan, demokratik devlet düzeninde olmaması gereken düzenlemeler bulunmaktadır” alt hipotezinin değerlendirmesi yapılarak, doğruluğu test edilecektir. 252 İkinci bölümde, ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, Türkiye’de MGK, eski bir devlet kurumu olup kuruluşu 1933 yılına, hatta düşünce bazında TBMM’nin kuruluşuna kadar dayanmaktadır. Birleşik Krallık MGK’sı ise daha çok yeni olup, şu anda yönetimde olan David Cameron Hükümeti ile birlikte, 2010 yılında kurulmuştur. Bugünkü ve tarihteki haliyle, belki de dünyada tek olan Türk MGK’sının, güvenliğin sıkça konuşulduğu ve hep gündemde kaldığı Türkiye’de, güvenlik ve iç güvenlik bürokrasisindeki ağırlığı büyüktür. Ayrıca, teşkilatlanması ve kazandığı tecrübe açısından, karşılaştırıldığı BK MGK’sından daha ileride olduğu açıkça söylenebilir. Milli güvenlik politikasının oluşturulması ile güvenliğin her alanına ilişkin önemli kararların alındığı Türkiye MGK’sında, askeri kanadın katılımı hala çok yüksektir. Zaten önceden, 2001 Anayasa değişikliğine kadar Kurul’da asker sivil kanat beşer üye ile temsil ediliyordu. Halen daha dört kuvvet komutanı ile genelkurmay başkanının burada bulunması anlamsız gözükmektedir. Kaldı ki, genelkurmay başkanı bütün diğer askeri birimlerin de üstü konumunda olduğuna göre, burada askerlerin onun tarafından temsil edilmeleri yeterli görülebilirdi. Eğer amaç, askerlerin de, güvenlikle ilgili politika oluşturulan her zeminde temsil edilmesi olsaydı, muhtemelen bunu asker kanadı da anlayışla karşılardı. Ancak burada askeri kanadın bu kadar çoğunlukta temsil edilmesinin, psikolojik amaçları da olduğu tahmin edilebilir. Özellikle 1961 Anayasası ve sonraki dönemde oluşturulan MGK’da görüşülen konulara bakıldığında, Türk MGK’nun, “milli güvenlik” gerekçesiyle, milli güvenlikten, sağlığa, sosyal yardımlardan, dış politikaya kadar, hemen hemen ülke politikalarının hepisine müdahil olduğunu söylemek abartı olmayacaktır (Çelik, 2008:421-464). Britanya MGK’nda, asker veya sivil fark etmez, herhangi bir bürokrat, üye olarak bulunmamaktadır. Bir de Türk MGK’sına devlet başkanı olan Cumhurbaşkanı başkanlık ederken, Britanya MGK’sına Başbakan başkanlık etmektedir. Buradan hareketle, her ikisi arasındaki en önemli fark ortaya çıkmaktadır: Türk MGK’sı, son beş on yılda kısmen değişse de, ülkenin, askerlerle seçilmiş sivillerin birlikte yönetildiği bir zemin işlevi görürken, Britanya’nınki tamamen Hükümet için danışma ve istişarelerde bulunma zeminidir. Zaten halen çok yenidir ve yasal bir dayanağı da olmayıp anayasal bir kuruluş niteliğinde değildir. 253 Türk MGK’sı, o kadar asker niteliklidir ki, başta Genel Sekreteri olmak üzere, personelin büyük bir kısmı emekli veya muvazzaf olmak üzere asker kökenlilerden oluşur. İlk sivil bürokrasi kökenli genel sekreter, ancak 2004 yılında atanabilmiştir. Zaten bu tarihten sonra, özellikle de AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasının da etkileriyle, Türk MGK’sı eski öneminden büyük kayıplar vermiştir. Bazı bilim insanları tarafından dile getirildiğinin aksine (Akgüner, 1983:220-221), Türk MGK’sı, hiçbir zaman, sadece askeri bürokrasinin, kendi görüş ve düşüncelerini, seçilmiş hükümete karşı dile getirdikleri bir zemin olmamıştır. Tam aksine, devlet iktidarının hükümetle devlet organları arasında paylaşılma zemini olmuştur (Çelik, 2008:41). Türk MGK’sının, BK MGK’sına göre daha geniş görev ve yetkilere sahip olduğu görülmektedir. MGK görev ve yetkilerinin geniş olması, milli güvenliğin çok geniş ve muğlâk tanımlanan bir kavram oluşundan kaynaklandığı öne sürülebilir. Burada, Türkiye’de iç güvenlik ve dış güvenlik tanımının ve ayırımının net olmadığını, özellikle de MGK’nun görev ve yetkileri konusunda böyle bir ayırıma gidilmediği bilinmelidir. Bazı ülkelerde, mesela Amerika Birleşik Devletlerinde, özellikle 2001, 11 Eylül saldırılarının akabinde böyle bir ayırıma gidilmiş ve “İç Güvenlik Kurulu”, (Homland Security Council) ile “Dış Güvenlik Kurulu”, (National Security Council) birbirinden ayrılmıştır (WHITEHOUSE, 2014). Türk MGK’sı, bu haliyle kalacaksa da, en azından Emniyet Genel Müdürü ile diğer bazı iç güvenlik aktörleri de üye olarak yer alabilirler. Ancak böyle bir kurulun Anayasa’da yer almasına ve Anayasal bir güvenceye sahip olmasına gerek olup olmadığı da, ülke güvenliği açısından ele alınmalıdır. Belki daha esnek bir yapıda olması, birçok ayrıntının düzenlenmesi hususu, kanuna bırakılmalıdır. Türk MGK’sına yönelik olarak aslında, bir ‘danışma kurulu’ niteliğinde olması gerekirken, daha ‘bağlayıcı’ kararların alındığı bir platforma dönüştüğü konusunda itirazlar vardır. Oysa BK MGK’sı, haftada bir toplanmasına rağmen sistem içinde daha pasiftir ve tamamen danışma niteliğindedir. Zaten tamamen seçilmiş üyelerden oluşur. 254 Henüz yeni kurulmuş olmakla birlikte iç güvenlik alanında görev yapması beklenen bir başka kurul ise, 5952 sayılı Kamu Düzeni Ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanuna göre kurulan, Terörle Mücadele Koordinasyon Kuruludur. Kurul, İçişleri Bakanının başkanlığında, Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve Sahil Güvenlik Komutanından oluşur. Kurulun görevi ise güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmektir. BK yönetim sisteminde bu görev yine MGK tarafından yerine getirilmektedir. Ancak bürokratik yapı olarak, Hükümet seviyesinde, yani İngilizlerin deyimiyle Downing Street’te, terörle mücadele bağlamında, güvenlik ve istihbarat konularının koordinasyonundan sorumlu olan en üst düzey bürokrat, müsteşar seviyesindeki Güvenlik ve İstihbarat Koordinatörüdür. Bu koordinatör aynı zamanda, çok büyük doğal afetler ve terör eylemleri durumlarının yönetiminden de sorumlu olan Olağanüstü Hal Genel Müdürü’nün (the Civil Contingencies Seretariat) çalışmalarını da gözetler. Görüldüğü gibi, her iki ülkede de, terörle mücadele amacıyla, kolluk kuvvetleri ve güvenlik kurumları arasındaki bilgi paylaşımı ve koordinasyonu sağlamak üzere, birer güvenlik kurulu oluşturulmuş durumdadır. Her iki ülkede de, henüz oluşum süreci devam etmekte olan bu Kurulların, ileride iç güvenlik alanında etkin rol almaları beklenmelidir. 4.1.4. Askeri Bürokrasinin İç Güvenlikteki Rolleri Açısından Karşılaştırma Yukarıda da kısmen temas edildiği gibi, Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başladığı 11. yüzyıldan itibaren yaptıkları en önemli ve büyük iş, askerlik ve ordu kurmak olmuştur, denebilir. Zira gerek Anadolu Selçuklu Devleti ve gerekse Osmanlı Devleti dönemlerinde, sürekli iç karışıklıklar ve dış düşmanla mücadele edilmiştir. Bunun tabii sonucu da, her dönemde güçlü bir ordunun zaruret olarak ortaya çıkmasıdır. Sonuçta devletin en önemli ve birincil kurumu askeri kurumlar olmuştur ve bu 255 durum 1923 sonrası, Cumhuriyetle birlikte de devam etmiştir. Daha da önemlisi ve günümüz Türkiye’sini de derinden etkileyen unsur, Türk Ordusu’nun, özellikle İkinci Meşrutiyetle birlikte ve yoğun olarak Cumhuriyet döneminde yüklendiği ideolojik misyondur. Buna göre Türk Ordusu’nun birinci ve en önemli görevi, modernleşmeyi veya bir diğer deyimle batılılaşmayı gerçekleştirmektir. Bunu da “laiklik” vurgusuyla yapmıştır (Çelik, 2008:31). Cumhuriyeti kuran kadrolar, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, daha çok askeri bürokrasiden geliyorlardı. Bunun en önemli sebebi, Osmanlı’dan ayakta kalan en güçlü kurum, ordu kurumu idi. Bu sebeple Atatürk bu kuruma sahip çıktı ve ona özerk bir konum sağladı (Çelik, 2008:37). Bu özerk konum Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, özellikle de darbeler döneminde artarak devam etti. Kısmen son yıllarda azalmış olsa da, hala daha varlığını ve önemini sürdürdüğünde kuşku yoktur. Bu bağlamda, birçok bilim insanı tarafından vurguladığı gibi, 2001 yılında Anayasa’nın 118. maddesinde yapılan değişikliklerle, ordunun siyasete yaptığı müdahalelerin başat aracı olan MGK’nın sivil üye sayısı arttırılmış ve kararlarının “Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınacağı” ifadesi “değerlendirilir” olarak değiştirilmiştir. Son 10-12 yılda yapılan bunca değişikliğe rağmen, Ordu’nun tarihi ayrıcalıklı konumu, iç güvenlik aktörlerini de önemli ölçüde etkilemiştir; bir kere, Ordu ne kadar müsaade etmişse, iç güvenlik hizmeti sunan “polis”in gelişmesine ve büyümesine o kadar izin verilmiştir. Özellikle 1980 Askeri Darbe Yönetiminden ülkeyi devralan sivil ilk hükümet olan Turgut Özal hükümeti, orduya karşı polisi geliştirmenin hem iç güvenlikte, hem de askeri darbelerin önlenmesinde ne kadar önemli olduğunu fark etmiş ve bu yolda adımlar atmıştır. Türk polis teşkilatının tarihine bakınca, başta personel sayısının artırılması, eğitim kalitesinin yükseltilmesi ve araç, gereç ve yetki bakımından polisin çağdaşları seviyesine çıkarılması faaliyetlerinin hep bu dönem sonrasına denk geldiği görülecektir. Zira Cumhuriyetin kuruluşundan bu yıllara kadar, Türkiye’nin içgüvenliği, bazı büyük şehirler hariç, adeta Ordu’nun bir parçası olan ve ona bağlı olarak çalışan “jandarma” tarafından sağlanmıştır. 256 Zaten her askeri darbe sonrasında, TSK’nın etkisiyle “jandarma” mülki idare ve İçişleri Bakanlığından adeta koparılmıştır ama iç güvenlikte çalışmaya devam etmiştir. Bu durum, askeri darbelere zemin hazırlayıcı bir rol üstlenmiştir. Zira Türk Ordusu’nun darbecilik tarihi ile ülke genelinde örgütlenme şekline bakıldığında, “jandarmasız” darbe yapmasının imkânsız olduğu değerlendirilebilir. Zira Türkiye mülki idare bölümlemesine göre teşkilatlanan tek askeri birim “jandarma”dır. Diğer askeri birlikler bazı illerde ve az sayıda ilçede konuşlanmışlardır. Örgüt yapıları gereği de, ülkenin genel yönetiminden haberdar değildirler ve bu konuda da tecrübeleri yoktur. Herhalde bunun için olsa gerek, Berksoy da, Ordu’nun bu özerk konumunu, hala bazı vasıtalarla sürdürmeye çalıştığını vurgulamaktadır. Çünkü Ordu’nun özerk ve ayrıcalıklı konumu bazı açılardan korunurken, militarist bir kültürün günlük hayata nüfuz ederek, sürdürülmesine yol açan, zorunlu askerlik sistemi, jandarmanın polislik işinde kullanılması gibi, çeşitli uygulamalar sürmektedir. Ordunun, hem uygulanan askerî stratejiler ve askerlikte gerçekleşen insan hakları ihlalleri ile ilgili olarak hem de mali açıdan parlamento, parlamento dışı kurumlar ve yargı tarafından denetimi hâlâ son derece sınırlıdır (2013:14). Diğer bir husus da, Ordu’nun bu güçlü konumu, Türkiye’ye has uygulamalar getirmiştir; il ve ilçe garnizon komutanlığı, ortak operasyon durumunda iç güvenlikte askerlerin komutanlık yapmaları gibi. Garnizon komutanlığı başka bir ülkede örneği olmayan, sürekli askeri gücün varlığını halka ve devlet bürokrasisine hatırlatan bir uygulama özelliği azr etmektedir. Bu sayede, mesela devlet törenlerinde daima asker veya jandarma, polisin önünde yer bulmaktadır. Demek ki, Ordu vesilesiyle iç güvenlik birimleri daima geri plana itilmişlerdir. Bu konuda sadece polis değil, jandarma da payını almıştır. Zira Türk Ordusunu tanıyan herkes bilir ki, jandarma “yedi kocalı hürmüz” gibidir. Ne asker, ne polis ne de devlet dairesidir, ama yerine göre hepisidir. Mesela Türk Ordusu’nun sahip olduğu orgenerallik kadrolarından birisi de “jandarmaya” ait olmasına rağmen bu kadroya daima, jandarma teşkilatında bir gün bile çalışmamış, kara sınıfından bir orgeneral atanır. Yani jandarmanın sahip olduğu orgenerallik kadrosunu, jandarma sınıfı kullanamaz. Çünkü orda da Ordu hegemonyası vardır. 257 TSK’nın izni olmadan bazı silahlar iç güvenlik birimlerince kullanılamaz. Jandarmanın kullandığı askeri unvanları polis kullanamaz. Son bir husus da, iç güvenlik sahasında yapılan ortak operasyonlarda, daima askeri birlik komutanlarının emrine geçileceğinin İçişleri Bakanlığı’nca da kabul edilmiş olmasıdır (EMASYA Protokolu). Bu durum profesyonellikle asla bağdaşmaz. Zira bir ordu subayı, içgüvenliği çok bilmez, tecrübesi yoktur, içgüvenliğin gerektirdiği hassasiyetlere sahip olmayabilir. Bu tür kabullerin arkasında yatan en önemli gerekçenin, Türk subaylık mesleğinin, meslek alt kültüründen kaynaklandığını tahmin etmek mümkündür. Tek bir cümleyle, Tük iç güvenlik birimleri daima askeri bürokrasinin etkisinde kalarak bugünlere gelmiştir. Bu sebeple de hala asker olma vasıfları, jandarma ve sahil güvenlikte daha ön plandadır. Asıl görev alanı dış güvenliği sağlamak olan Ordu’nun, iç güvenlik ile ilgili konularla sık sık gündeme gelmesi ve silahlı kuvvetlerin bir parçası olan kurumlarca, iç güvenlik hizmetlerinin sunulması, Türkiye’yi BK örneğinden ayıran temel özelliklerdendir. Çünkü BK Silahlı Kuvvetleri, ülke siyasetine müdahalenin ötesinde, tamamen siyasi otoritenin yönetim ve denetimi altındadır. BK Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye örneğinden farklı olarak Milli Savunma Bakanlığı’na bağlıdır. Ayrıca, olağanüstü durumlarda, Hükümet tarafından Silahlı Kuvvetlere önceden belirlenmiş görevler verilebilmektedir. Bunun haricinde silahlı kuvvetlerin iç güvenlik alanına ilişkin görev ve yetkileri bulunmamaktadır. Britanya Silahlı Kuvvetleri, bağlılık durumu, atama, denetim, bütçe, yargı, ceza soruşturması ayrıcalıkları gibi, TSK’nın sahip olduğu birçok ayrıcalıklardan, yoksundur. Bu husus, Türkiye’nin bürokrasi geleneği ve güvenlik ihtiyaçları ile ilişkilendirilerek, geçirdiği modernleşme süreci açısından açıklanabilir. Ancak, dış ve iç güvenlik ayırımı, ‘işbölümü’, ‘sivil denetimi’, ‘şeffaflık’ ve ‘hesapverebilirlik’ gibi ilkeler açısından bakıldığında, Britanya Silahlı Kuvvetleri’nın, TSK’ya göre, demokrasi gereklilikleri konusunda çok daha önde olduğunu söylemek mümkündür. 258 Bunu da, yukarıda anlatıldığı gibi, geçirmiş olduğu militarizmden uzak modernleşme sürecine borçludurlar. Britanya Silahlı Kuvvetleri, profesyonel bir ordu olup, sivil mantıkla çalışan bir kurum olması geleneği sonucunda, Türkiye’de görülen durumlarla orada karşılaşılmaz. Yani, kolluk kuvvetleri, askeri bürokrasinin gölgesinde kalmamış, doğal gelişimini göstermiştir. Yukarıda, iki önceki alt bölümde anlatılanlardan ve yapılan karşılaştırmalardan, değerlendirilen diğer önemli iki alt hipotezin de doğrulandığı değerlendirmesini yapmak gerekir. 4.1.5. Kolluk Birimleri, Temel Prensipler ve Hizmetler Açısından Karşılaştırma Bu başlık altında, “İç güvenlikten sorumlu olan bütün kurumların idari yapısı, günümüz çağdaş liberal demokratik devlet ve milli güvenlik anlayışına uygun, tüm toplumsal katmanlarla işbirliği içerisinde, özellikle ülkenin iç güvenlik sorunlarına çözüm üretecek bir yapıya dönüştürülmesi acil bir ihtiyaçtır” alt hipotezinin değerlendirilmesi yapılacaktır. Türkiye, Birleşik Krallık’ın aksine, çoklu kolluk sistemini benimsemiştir. Türk polis teşkilatının görev alanı il ve ilçe belediye sınırları iken, BK’da ise, polis ülkenin her yerinde görev yapmaktadır. Burada, her iki ülkenin coğrafi büyüklükleri ve geçirdikleri nüfüs hareketleri tarihi de büyük önem taşır. Zira Türkiye, coğrafi olarak, BK’ın yaklaşık dört katı büyük bir ülkedir. Nüfusun dağılımı çok dengesizdir. 15 milyon insanın yaşadığı İstanbul’un coğrafi km karesi, yedi bin kişinin yaşadığı Erzincan İli Kemah ilçesinin coğrafi büyüklüğünün sadece iki katıdır. Bu durumda, her iki yerde aynı kolluk birimi ile çalışmanın zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. Turizmin de etkisiyle Türkiye’de yaz ve kış aylarında ciddi nüfus farklılıkları olmaktadır. Ayrıca büyük kentlerde yaşayan kişiler, yazları eski bağlı oldukları köyleri ziyaret etmektedirler. Bu da daha çok Türkiye’de görülen özel bir durumdur. Dahası, karasularının uzunluğu ve insan kaçakçılığı ile kaçak avlanma açısından önemli noktalarda bulunması sebebiyle, güçlü ve etkili bir sahil güvenlik hizmetine ihtiyaç göstermektedir. Buna karşın BK, AB’nin Ortak Sınır Yönetim Politikasının da katkısıyla, sınırlarından çok uzaklarda insan kaçakçılığı ile mücadele edebilmektedir 259 (Köktaş ve Yılmaz, 2010). Karasuları, AB’nin de karasuları olduğu için, ortak politikalar gereği korunmaktadır. Gerçi bu sayılan gerekçeler, kolluk çeşitliliğinin gerekçeleri olmanın temel sebepleri olarak değerlendirilmeyebilir. Sonuçta, tarihi ve sosyal sebeplerin de etkisiyle Türkiye’de çoklu kolluk yapısı varken, BK’ta tekli denebilecek bir kolluk sistemi vardır. Üçüncü Bölümde de anlatıldığı gibi, İngiltere-Galler’de polis, görev yeri ve birimi değişse de aynı unvanları, görev ve yetkileri kullanır. Sadece Londra İl Emniyet Müdürlüğünün kullandığı unvanlar da küçük farklılıklar vardır ama orada çalışan polis ile her hangi bir ilde çalışan polis arasında görev ve yetki bakımından hiçbir fark yoktur. Bütün birimlerde en alt unvan olan “polis memuru” (constable) aynı kelime ile ifade edilir. Türkiye’de ise, polis, jandarma ile sahil güvenliğin kullandığı unvan ve rütbeler bile farklılık göstermektedir. En temel farklardan birisi de, BK sınırlarında askeri mahiyetli bir kolluk birimi olmamasının doğal sonucu olarak, “er” olarak zorunlu hizmet yapan vatandaşlar, kolluk birimlerinde görev yapmazlar. Dahası, BK’ta zorunlu askerlik yerine, yukarıda da bahsedildiği gibi profesyonel askerlik vardır. Bunun anlamı da, askerlik hizmeti de diğer sağlık, eğitim vb hizmetler gibi profesyonel bir iştir, meslektir ve isteyen, talep eden vatandaşların çalıştığı bir sektördür. Her iki ülkede de “polisin” başlıca görevleri, kamu düzeni ve güvenliğini sağlama, suçla mücadele etme ve adli suç soruşturmalarını yürütmektir. Türkiye’de polis sayısı 250 bin civarındadır (EGM, 2014). Jandarma personel sayısı da, erler de dâhil edildiğinde yaklaşık o kadar vardır (Yener, 2007:37; Çevik vd., 2010:28). Üstelik Türkiye’deki bu miktara, Sahil Güvenlik Teşkilatı, gümrük ve orman muhafaza memurları, köy korucuları ile belediye zabıtaları dâhil değildir. Bunların da dâhil edilmesi durumunda, bu sayının toplamda 600 bin civarında olduğu tahmin edilebilir. Bunun anlamı da her 130-150 kişiye bir kolluk personeli düşmektedir ki bu rakam gelişmiş ülkelerde 200-250 kişi civarında olduğundan, onlara gore iki kat bir rakamı ifade ettiği görülür (Çevik vd., 2010:28). 260 Buna karşın BK’da toplam polis sayısı, 2008 yılında yaklaşık 170 bin civarındadır. Ancak il emniyet müdürlüklerinde çalışan sivil personel sayısı oldukça yüksektir ve yaklaşık 50-60 bin civarında oldukları tahmin edilmektedir. Bu durumda, toplam personel sayısı 220-230 bindir. Bunların da yaklaşık 50 bini, Londra İl Emniyet Müdürlüğünde çalışmaktadır (MET, 2014; UK HOME OFFICE, 2014). Bunun anlamı da, Londra’da yaklaşık sekiz milyon kişi yaşadığına göre, 160 kişiye bir polis düşmektedir ki, bu rakam ülke geneli için yaklaşık olarak 200 olarak tahmin edilebilir. Zira Londra, başkent olması, ülkede en çok suç işlenen şehir olması ile en çok etnik yapıyı barındırması gibi sebeplerin yanında, bazı ulusal birimleri de bünyesinde taşıması dolayısıyla, diğer illerden daha fazla polis çalıştırdığını söylemek mümkündür. Türkiye’de ve İngiltere-Galler’de, kolluğun görev sahası ve yaptıkları işler birbirine benzerlik gösterir ki, bunlar branşına bağlı olarak istihbarat, asayiş, terörle mücadele, trafik gibi hizmetlerdir. Her iki ülkedeki kolluk birimleri, hangi ad altında hizmet ederse etsin, hem adli hem de idari kolluk hizmetleri sunarlar. Bunun yanında BK kolluk hizmetleri arasında, sınırların korunması, parkların korunması gibi bazı diğer kamu düzeni hizmetleri de bulunmaktadır. Türkiye’de iç istihbarattan polis ve jandarma sorumlu iken, BK’da ise bu görev MI5 olarak da adlandırılan İç İstihbarat Örgütü tarafından yerine getirilmektedir. Buna karşın Türkiye’de MİT, hem iç hem de dış istihbarat yapmaktadır. Gerçi BK MI6 da, dış istihbarata yoğunlaşsa da bazen iç istihbarata da karışabilmektedir. Bununla beraber, casusluk karşıtı faaliyetler temel olarak MI5’in görevidir. Türkiye’de polis ve jandarma, görev sahalarına giren konularda istihbarat yapma yetkisine de sahipler. Buna karşın BK’ta istihbarat hizmetleri, tamamen ayrı bir kolluk birimi olan ve yine İçişleri Bakanlığına bağlı faaliyetini yürüten MI5 tarafından yürütülmektedir. İstihbarat bağlamında, her iki ülke sistemleri arasında en ciddi fark ve sorun, bu hizmetlerin yapıları gereği, demokratik ve sivil denetimlerinin yapılıp yapılmadığı ile ilgilidir. BK istihbarat hizmetleri, ister iç istihbarat olsun, ister dış istihbarat, geniş 261 bir şekilde ve devlet sırlarını açığa çıkarmayacak şekilde açıkça BK Parlamentosu’nun denetimine tabidir. Parlamentoda mevcut olan İstihbarat ve Güvenlik Komisyonu, istihbaratla ilgili kamu birimlerini denetlemek amacıyla kurulmuştur. BK Parlamentosu komisyonlarının ciddi çalışma usulleri ve bu yolla idareyi denetleme geleneği göz önünde bulundurulduğunda, en azından bu birimlerin denetlendiklerini bilerek faaliyetlerini yasal sınırlar içerisinde kalarak sürdürecekleri kabul edilmelidir. Buna karşın Türk istihbarat birimlerinin sivil bir denetime tabi olmadıklarını, özellikle milli güvenlik ve devlet sırrı gibi gerekçelerle, toplumun bilgisi dışında hareket ettiklerini, sonuçta da yasal sınırlar içinde kalıp kalmadıkları hususunda ciddi kuşkular olduğu her zaman söylenmektedir (Berksoy, 2013:51-56). Her iki ülkenin kolluk kuvvetleri, doğrudan veya dolaylı olarak İçişleri Bakanlığına bağlı, taşrada ise Türkiye’de vali ve kaymakamın emri altında çalışmaktayken, BK’ta böyle bir sistem yoktur. Adeta emniyet müdürleri özerktirler. Doğrudan emir aldıkları resmi bir amir veya birim yoktur. Tabii ki sorumlu oldukları makamlar sözkonusudur; İçişleri Bakanlığı, Polis ve Suç Komisyonerleri, Polis Müfettişleri gibi. Ancak bunlar dahi, herhangi bir olayın nasıl çözüleceği konusunda, hele olay adli bir olay ise cumhuriyet savcıları bile herhangi bir emir vermedikleri gibi, bundan özellikle kaçınırlar. Bunun bir anlamı da, BK kolluk hizmetleri, diğer bazı yerel hizmetler olan eğitim, sosyal hizmetler, çevre temizliği ve çöp toplama gibi yerel bir hizmettir. Kısacası, Türk ve İngiliz kolluk hizmeti sunma mantığı oldukça birbirine zıttır. Türkiye, ister polis, ister jandarma veya sahil güvenlik aracılığıyla olsun, ülkenin her yerinde ve herkese aynı standartta bir güvenlik hizmeti sunarken; BK ise, daha çok polis adı verilen kolluk birimleriyle, ülkenin her bölgesinde farklılıklar arz edebilen bir şekilde bu hizmeti sunmaktadır. Bunun bir diğer ifadesi, Türkiye’de genel kolluk olarak görev yapan birimlerde çalışan personelden çok azı ki, % 10 civarındaki sivil memurlar hariç, hangi rütbede olursa olsun, belli periyotlara, ülkenin değişik bölgelerinde mecburi tayine tabii iken, BK polisleri aynı il emniyet müdürlüğünde işe başlayıp oradan emekli olabilirler. 262 İki ülke kolluk görevlilerinin işe başlama ve yükselmeleri açısından çok önemli farkları olduğu görülmektedir. Türkiye’de, en alt seviyede kolluk hizmeti sunan personeller olan polis memurları ve uzman çavuşlarla astsubayların mezun oldukları okullarla aldıkları eğitim, özlük hakları ve yükselebilecekleri rütbeler ile bunların polis, jandarma ve sahil güvenlikte amirleri olan subaylar ile emniyetin amirleri arasında çok büyük farklar vardır. Buna karşın BK’ta, hangi eğitimi almış olursa olsun, polis teşkilatında işe başlayacak olan kişinin yapabileceği ilk görev “polis memurluğu”dur. Daha sonra göstereceği başarıya göre, boşalan üst görevlere müracaat ederek, başarısına göre atanabilir. Başarılı olursa, il emniyet müdürlüğü kadrosuna kadar da yükselir. Yukarıda Üçüncü Bölümde anlatılan, İngiltere’deki 43 il emniyet müdürü de zaten bir zamanlar polis memuru olarak mesleğe başlamış kişilerdir. İki ülke arasındaki bu iki önemli farkı anlamak ve anlatmak oldukça zor olabilir. Ancak Türkiye’de, Polis Akademisi’nden mezun olduğu gün, bir birime komiser yardımcısı olarak atanan bir kişi ile Harp Okulu’ndan mezun olup “teğmen” rütbesiyle bir ilçeye atanan subayın, meslek tecrübeleri ile o birimlerde çalışan 10-20 yıllık polis memurları veya astubayların tecrübeleri karşılaştırıldığında, suçların önlenmesi veya çözülmesindeki rolleri daha iyi değerlendirilebilir. Kaldı ki, en alttan en üste doğru yükselme imkânının olması, o kolluk birimini daha güçlü kılacağında kuşku yoktur. Ancak Türkiye’de uygulanan sistemin güçlü yönleri de olduğu söylenebilir. Özellikle zeki ve başarılı öğrencileri, iş garantisi ile toplayarak, yatılı bir Polis Koleji’nde, ardından aynı kişileri Polis Akademisi’nde, tek düze eğitimden geçirmek, hem çok güçlü bir kurum alt kültürü ile yetişmelerini sağlayabilir, hem de çok başarılı bir kurmay sınıfı ortaya çıkarabilir. Yalnız burada, Türk kamu bürokrasisinin ve dolayısıyla kolluk bürokrasisinin genel yapısı ortaya çıkmaktadır ki, genellikle çok cazip olmayan ve üstün zekâdan çok, üstün itaati gerektiren niteliği çok bariz ve nettir. Zira Türk bürokratından, görevin gereğini yapması değil, üstlerine mutlak itaat etmesi beklenir (Çevik ve Demirci, 2008:115). Uygulamadan ortaya çıkan, kolluk birimlerinde çok sayıda 263 kurmay görev olmadığıdır. Burada da, bu kadar az kurmay vazife için bu kadar çok kaynak israfına gerek olup olmadığı gerçeği ile karşı karşıya gelmek durumu ortaya çıkar. BK’ta bir benzeri olmayan “jandarma teşkilatı”, Türkiye’de, görev ve yetkileri bakımından önemli bir rol oynar. Jandarma Teşkilatı, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık % 9o’ına varan geniş bir alanda görev yapmaktadır. Jandarmanın görevleri başlıca mülki, adli ve askeri görevler olarak ayrılmaktadır. Bunun yanı sıra, ülke kara sınırlarının bir kısmını koruma, cezaevlerinin güvenliğini sağlama da Jandarmanın görevleri arasındadır. Jandarma sorumluluk alanında polisin sahip olduğu bütün yetkilere sahiptir. Türkiye’nin doğu bölgelerinde teröre karşı yapılan mücadelede jandarma etkin bir rol üstlenmiştir. Jandarma personeli, hak ve yükümlülükler bakımından büyük oranda diğer askeri birim personeli gibidir. Sahil Güvenlik Komutanlığı da, BK’ta benzeri olmayan bir kolluk birimi olarak, öncelikle Türk karasularında adli ve idari kolluk hizmeti sunar. Bu birimin personeli de aynen jandarmada olduğu gibi, büyük oranda askeri niteliklidir. Türkiye’de, özellikle de AB sürecinin getirdiği, kamu hizmetlerinin sivilleştirilmesi ve ülkenin genel olarak daha sivil ve demokratik yapıya kavuşturulması bağlamında, başta jandarma olmak üzere, askeri nitelikli kolluk birimlerinin varlığı ve mevcut statüleri hep tartışma konusu olmuştur ve olmaya da devam edecek gibi gözükmektedir (Berksoy, 2013:27-29). BK ile kıyaslandığında, oradaki anlayış gereği, merkezi bir kolluk kuvveti ve bütün gücün merkezi bir yapıda toplandığı bir birim kabul görmemesinin en önemli sebebi, daha önce de anlatılan, ülkenin sivil ve demokratik geleneğidir. Ülke polisinin, Londra hariç, silah bile taşıyamadığı ve de sürekli toplum tarafından, hesap verebilir konumda tutulduğu unutulmamalıdır. İki ülkenin polis halk ilişkilerinden de bahsetmek gerekirse, BK’taki ilişkilerin Türkiye’dekinden daha iyi düzeyde olduğu söylenebilir. Özellikle son 1015 yıllık süreçte Türkiye’de, insan hakları ile ilgili mevzuatta meydana gelen gelişme ve değişmelerin ışığında bazı ilerlemelerin olduğu gözlemlenmektedir. AB İlerleme Raporlarında da vurgulanan bu husus, Türk bürokrasisindeki militarizmin izlerini 264 azalttığı gibi, insan hakları konusunda da birçok yeni hak ve uygulamanın da önünü açmıştır. Ama unutulmamalıdır ki, asıl sorun mevzuattan değil uygulamadan geldiğinden, uygulamaları ve gelenekleri beş on yıl gibi kısa sürelerde değiştirmek oldukça zordur (Berksoy, 2013:57-61). Kaldı ki, Türkiye’deki polis algısı, uzun bir sürece dayalı olarak olumsuz bir algıdır ve vatandaşlar, mecbur kalmadıkça polisle ilişkiye girmek istememektedirler (Çevik ve Göksu, 2007:27-31). Diğer bir husus da, her iki ülke kolluk görevlilerinin görev, yetki ve haklar bakımından oldukça benzer durumda olmalarıdır: Görevlerini yaparken yasal güvence altındadırlar. Görevleri ile ilgili suçlardan dolayı doğrudan savcının karşısına çıkmazlar, önce idari bir soruşturmadan sonra, suçlu bulunulurlarsa mahkemede yargılanırlar. Sendika kurmalarına izin verilmez. Diğer kamu kurumlarına göre daha disiplinli ve katı hiyerarşi içinde çalışırlar. Türk polisi ve jandarma teşkilatları, oldukça gelişmiş bir uluslararası ikili ilişkiler ağına sahiptirler. Türk polisi Europol üyesidir. Birçok ülke ile de ikili anlaşmalarla eğitim ve yardım faaliyetlerine katılırlar. İngiliz polisi ise Londra İl Emniyet Müdürlüğü’nce uluslararası arenada temsil edilir. Türkiye’deki, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı gibi yarı asker veya askerimsi iç güvenlik teşkilatlarına BK’ta asla rastlanmaz. Daha olağanüstü fark ise, BK kolluk kuvvetleri, Londra hariç silah taşımazlar. Bu, dünyada pek görülen bir durum değildir. Biraz da Anglo-Sakson geleneğinde bulunur. Bunun köklerini, yukarıda anlatılan ülke tarihinde ve modernleşme sürecinde aramak yanlış olmayacaktır. Güçlü bir ordu geleneği olmadığı gibi, asla Britanyalılara “asker millet” de denemez. Bu iyi savaşamadıkları veya savaş kazanamadıkları anlamında değil, özellikle Türklerle karşılaştırıldıklarında, ön plana çıkacak özellik olarak askerlik veya ordu çıkmamaktadır. Hâlbuki Türk Tarihi deyince akla ilk gelen iki şey ordu ve devlettir. Türkiye Cumhurbaşkanlığı Forsundaki 16 bayrağın temsil ettiği 16 tarihi Türk devletine karşın, bin yıldır bilinen tek bir Britanya vardır. Gerçi BK’a katılıp da daha sonra bağılsız olan İrlanda ile önce sömürge olup sonra tekrar bağımsızlığına kavuşan ülke örnekleri vardır ama bunların hiçbirisi Britanya adasında yaşamamışlardır. 265 Bağlılık bakımından, Jandarma Genel Komutanlığı, TSK’nın bir parçası olup, Silahlı Kuvvetlerle ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığına, emniyet ve asayiş işleriyle diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanlığına bağlıdır. BK’ta ise Emniyet Genel Müdürü, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı gibi, merkezi bir şemsiye üst teşkilat yoktur. Daha önce de yeri geldikçe vurgulandığı gibi, İngiltere, hatta İskoçya ve Kuzey İrlanda’da, yerel il emniyet müdürlükleri vardır ve bunlar, arasında herhangi bir ast üst ilişkisi yoktur. Koordinasyona ihtiyaç olması durumunda, İçişleri Bakanlığı veya daha çok Emniyet Müdürleri Derneği (The Association of Chief Police Officers) devreye girer ve bu birimler arasında koordinasyonu sağlar. Bütün bu anlatılanların ışığında, bölüm başında duyurulan alt hipotez olan, “İç güvenlikten sorumlu olan bütün kurumların idari yapısı, günümüz çağdaş liberal demokratik devlet ve milli güvenlik anlayışına uygun, tüm toplumsal katmanlarla işbirliği içerisinde, özellikle ülkenin iç güvenlik sorunlarına çözüm üretecek bir yapıya dönüştürülmesi acil bir ihtiyaçtır” hipotezinin büyük ölçüde gerçek olduğu değerlendirmesini yapmak mümkündür. 4.1.6. Mülki İdare Amirleri Açısından Karşılaştırma Türkiye’de mülki idare amirleri İçişleri Bakanlığına bağlı olarak görev yaparlar. Görev yaptıkları il ve ilçe sınırları içerisinde, asayiş ve güvenliği sağlamakla yükümlü, yasal makam mülki idare amirleri olduğu için, kolluk kuvvetleri üzerinde ciddi yetkileri vardır. Türkiye’deki sistemin tarihi dayanakları olduğunu vurgulamak gerekir. Zira sıkça bahsedildiği gibi Osmanlı Devleti ve sonrasında yaşanan modernleşme sürecinin askeri ve bürokratik niteliği çok nettir. Ayrıca, Osmanlılardan başlayarak, devletin yapılanmasında askeri ve mülki yapılanmalar hep iç içe olmuştur. En önemlisi de, 1864 Vilayet Nizamnamesi’ne kadar (Eryılmaz, 1991:196) Osmanlı Devleti’nde eyalet valiliği ile ordu komutanlığı aynı kişide birleşebiliyordu. Yani vali aynı zamanda askeri bir kişilikti, vezir unvanı da taşıyordu ve aynı zamanda mülki amir olarak sivil hizmetler de yürütüyordu. 266 1864’ten itibaren, bugün halen Türkiye’de uygulanan vilayet sisteminin de temelleri atılmış oldu. O zamanki sistemde vilayet, sancak, kaza ve köy vardı. Daha sonra, Cumhuriyetle birlikte sancak kaldırılarak, vilayet, kaza ve bucak sistemine geçildi. Özetle, Tanzimatla başlayan süreçte, mülki amirler adli ve askeri işlerin dışında, vilayet ve kazanın her türlü iş ve işlemlerini, merkez adına yürütmeye devam ettiler. Öyle ki, bugün halen uygulanan İl İdaresi Kanunu’na göre vali ve kaymakamlar, görev yerlerindeki bütün özel ve tüzel kuruluşu bizzat denetleyebilecek yetkiye sahiptirler. Her ne kadar son yıllarda, özellikle askeri darbelerin ve yerel yönetim reformlarının etkisi ile bu yetki ve görevlerinde azalma olduğu iddia edilebilse de, her yeni düzenlemeyle yeni görev ve yetkilere sahip oldukları, yani görev ve yetkilerinde artış olduğu da iddia edilebilir. Mesela, 1983 tarih ve 5649 sayılı, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile vali ve kaymakamların görev ve yetkilerinin önemli bir kısmı askeri amirlere aktarılmışken, 1986 tarih ve 3294 sayı ile çıkarılan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile de vali ve kaymakamlara, ciddi sosyal görevler verilmiştir ki, günümüzde görevlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Türk yönetim sisteminde, özellikle de modernleşme sürecinde, önemli tarihi görevler üstlenmiş olan mülki idare amirliği, değişerek de olsa bu işlevini devam ettirmektedir. Ülkedeki bütün genel kolluk birimleri de, büyük oranda mülki idare sistemine göre örgütlenmişlerdir. Özellikle polis ve jandarma bu kapsamdadır. İngiliz yönetim sisteminde benzeri olmayan bu sistemi, oradaki belediye başkanlıklarına veya il veya ilçe belediye meclis başkanlıklarına benzetmemek gerekir. Zira orada belediye başkanlıkları, meclis üyeleri arasından, çoğu zaman bir yıllığına seçilen ve daha çok törensel görevleri olan kişilerdir. Meclis başkanları da sadece meclislerin toplantılarını yönetirler ve bazı koordinasyon görevleri vardır. Yerel yönetimlerde asıl yetkili ve etkili olan, o yerel yönetimi yöneten kişi veya makam, bizdeki benzeri il özel idareleri ve büyükşehir belediyelerinde ihdas edilen “genel sekreterlik” makamının karşılığı olan “chief executive”dir. Ancak bu görevde bulunan kişilerin de Türkiye’deki mülki amirlerin görevlerine benzer bir görevleri yoktur. Bütçenin hazırlanması, personelin yönetilmesi, gibi daha yerel hizmetlerle vazifelidirler. Güvenlikle ilgili 267 yapabilecekleri en önemli görev, il emniyet müdürlüğü ile diğer ilgili hizmet birimleri ile toplantılar organize ederek, işbirliği ve eşgüdüm sağlamaktır. Mesela görevli oldukları ildeki emniyet müdürü ile sağlık ve yangın teşkilatı arasında koordinasyonu gerektiren bir husus olursa, bir araya gelirler. Ancak bunun dışında, güvenlikle ilgili yürütülen hiçbir iş ve işleme müdahale etmezler, edemezler. Yukarıda da bahsedildiği gibi, il emniyet müdürleri hiçbir makam veya kişiden doğrudan veya dolaylı olarak emir almazlar. Bu durum aslında Britanya yönetim sisteminin getirdiği bir durumdur. Aynı durum eğitim, sağlık ve yangın hizmetleri sunan birimler için de böyledir. Bunun belki de en önemli sebebi, yüzyıllara dayanan tecrübesiyle, kamu hizmetleri ve özgürlükler konusunda çok duyarlı olan bir kamuoyunun varlığı ile buna kaynaklık eden doğrudan vergilerin yüksekliğidir. Bu bağlamda, her BK vatandaşı, yerel yönetimlere yüksek miktarlarda, mesela ortalama hane başına 3-4 bin TL civarında doğrudan yıllık “yerel vergi” (council tax) öderler (EXETER COUNCIL, 2014) ve bu da vatandaşlık bilincini ciddi şekilde etkilemiştir. Bu bilinç sayesinde yapılan kamu harcamalarını sorgular ve denetler. BK İçişleri Bakanı, bütün kolluk birimlerini; etkinlik, yetkinlik ve tasarruflu davranma açılarından değerlendirir. Bakanın bu konularda hazırladığı plana uyulup uyulmadığı konusu, Kraliyet Emniyet Müfettişleri tarafından denetimlerinde dikkate alınır. Ayrıca Sayıştay denetimlerinde de bu kriterler dikkate alınır (Wright, 2002:160-166). Gerçi Wright, teknoloji ve modern imkânlar ne kadar gelişirse gelişsin, ortaya en iyi performans kriterlerini koyarsa koysun, güvenlik sektöründe somut kriterler koymanın zorluğunu ve nihayetinde en önemli kriterin ahlaki sorumluluk duygusu olduğunu da vurgular (2002:78). Türkiye’de emniyet personeli üzerinde sicil, terfi, ödül, atanma, yer değiştirme, disiplin, görevden uzaklaştırma ve izin işlemleri gibi konulardaki yetkilerinden dolayı mülki idare amirleri ile polis teşkilatı arasındaki ilişkiler belli düzene oturtulmuştur. Bunun aksine, mülki idare amirleri ile askeri bir kimliğe sahip jandarma ve sahil güvenlik teşkilatları arasındaki ilişkilerde hem yasal düzenlemede, 268 hem de uygulamada yaşanan sorunlardan şikâyet edilmektedir. Bu birimlerle ilgili düzenlemelerin de en azından polis seviyesine getirilmesi, Türk mülki idare sisteminin özü açısından beklenmelidir. 4.1.7. Adalet Aktörleri Açısından Karşılaştırma Kolluk hizmetlerini ilgilendirmesi açısından her iki ülkede de savcılık önemlidir. Zira hem İngiliz polisi, hem de Türk genel kolluk birimleri, aynı zamanda adli kolluk hizmetini de aynı anda sunarlar. Bu bakımdan ele alındığında, her iki ülkede de, bir suç işlendiğinin tespitinden sonra kolluk, adli kolluk olur ve savcının veya duruma göre mahkemenin emrine girer. Burada iki ülke arasındaki en önemli fark, BK dâhilinde hemen her adli vak’a, önce “magisterate court” diye adlandırdıkları, Türkiye’de bir benzeri olmayan, sulh ceza mahkemesi denebilecek mahkemelere intikal eder. Bu mahkemeler davanın seyrini, daha önceki tecrübelerinden hareketle belirlerler. İngiliz hukukunun esası olan “common law” geleneğine göre; hangi suç için ne tür ceza verileceğini belirten bir genel ceza kanunu olmadığından, yüzyıllardır oluşan geleneğe göre bir ceza öngörülmektedir. Bu mahkemelerdeki hâkimler hukukçu değiller, gönüllü olarak bu işi yapan ve çoğu zaman emekli olan meslek sahiplerinden seçilirler. Asıl işi yürütenler, bu mahkemelerde staj yapan hukuk fakültelerinden mezun olan “barister” ve “solisitor” olarak adlandırılan kişilerdir. Bunlar da BK sistemine has meslekler olup, bunları Türkçeye, “avukatlık” veya “savcılık” olarak tercüme etmek de işin ruhuna uygun değildir. Bu sistemde, en önemli husus, polis zanlıyı ve delilleri bu mahkemelere sunar. Mahkemelerdeki hâkimler de, durumuna göre çoğu zaman para cezası, zorunlu kamu hizmeti, nadiren de hapis cezası verirler. Eğer suç, ciddi yaralama, cinayete teşebbüs, cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı gibi ciddi bir suç ise, bu mahkemeler sadece ön işlemler olan tutuklama, kefaletle salıverme vb konularda karar verip davayı Kraliyet Mahkemesi denen Crown Court’a yönlendirirler. 269 Anlaşılacağı gibi, dosya tamamlanıncaya kadar, genellikle savcılık diye bir müessese devreye girmez. Adeta polis Türkiye’deki savcılık görevini de yaparak dosyayı tamamlar. İngiliz mahkemelerinin Türkiye’dekilerden bir temel farkı da, bu mahkemelerde jüri sistemi vardır. Bu ciddi suç dosyalarında hâkim hakem rolündedir. Tarafların iddialarını adaletle dile getirip delillerini jüri önünde, özgürce dile getirmekten, yani tabir caizse, muhakemeyi yönetmekten sorumludurlar. Burada taraflar delillerini ortaya koyarlar ve jüri, zanlının suçlu olup olmadığına karar verir. Eğer jüri kişinin suçsuz olduğuna karar vermişse, hâkimin yapacağı hiçbir şey yoktur. Dosya kapanır. Bu mahkemelerde savcı vardır ve sadece iddiaları ve delilleri dile getirir. Türkiye’de ise savcılık diye bir müessese vardır ve adli kolluğun amiridir. Adli vakalar gizlilik içerisinde ve savcının emir ve talimatları doğrultusunda yürütülür. Mahkemelerde dava açılıp açılmayacağına savcılık makamı karar verir. Yani kolluğun sunduğu delillerin yetersiz olduğu durumlarda, savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar verebilir. Bir olayın mahkemelik olup olmadığına ancak savcı karar verir. Türkiye’deki sistemde, kolluğun adli yetkileri, BK kolluğuna göre daha sınırlı olduğu değerlendirilebilir. Türkiye’de suç işlendiği şüphesinden itibaren savcılık kurumu devreye girerken, BK’ta, 1986 yılına kadar bütün adli süreci polis yöneterek, mahkemeye kadar intikal ettirmekle yükümlüydü. Ancak o zamana kadarki uygulamanın bazı sakıncaları ortaya çıktı; özellikle polis, aldığı eğitim ve tecrübesinin etkisiyle, adli prosedür konusunda yeterli bilgiye sahip değildi ve kamu yararına olmayan birçok gereksiz dava açılmaya başlandı. Bunun üzerine, 1985 yılında “The Code of Crown Prosecutions”, “Kraliyet Savcılar Kanunu” değiştirildi ve artık gerektiğinde savcılar adli prosedüre müdahil olmaya başladılar (THE CROWN PROSECUTION SERVICE, CPS, 2014). Türkiye’de savcılık makamı, mahkemelerin yanında yer almaktadır. Diğer bir ifade ile savcılık teşkilatı ayrı bir yapılanma içerisinde olmayıp kanunla öngörülen mahkemelerin bünyesinde savcılık makamı bulunmaktadır. Gerek eğitim konusundaki birlikteliği, gerekse birbirlerine geçiş yapabilmelerinden dolayı Türkiye’de hâkim ve savcılar aynı kategoride yer almaktadır. Üstelik Hâkimler ve 270 Savcılar Yüksek Kurulu da, adından anlaşılacağı üzere her iki meslek mensuplarını temsil etmektedir. Mahkemelerdeki duruşma salonlarında savcı ve hâkimlerin oturma düzeni bile bu iki meslek mensuplarının içiçe olduğunun bir örneğidir. Kolluk ile olan ilişkisine bakıldığında, her iki ülkenin savcılık makamı adli kolluğun üzerinde geniş emir verme ve denetim yetkilerine sahip olduğu görülmektedir. Suç soruşturmasına ilişkin ufak bir fark şu ki; Türkiye’de suç dosyaları tamamen savcıların elinde olup, savcılar soruşturmayı bizzat kendisi yürütmekte ve kolluğa da emir ve talimat vererek soruşturmayı yürütürken, BK’da suç dosyaları kolluğun elinde olup, kanunla belirlenmiş konularda savcının izin ve talimatına göre soruşturmayı yürütmek durumundadır. 4.1.8. Türkiye’de Mevcut Olup, İngiltere’de Olmayan Birimler Açısından Karşılaştırma Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Türkiye’de de oldukça yeni olan KDGM’na benzer bir kurum BK’da yoktur. Ancak Müsteşarlığın paralelinde, güvenlik kuruluşları ve ilgili kurumlar arasında terörle mücadele alanında gerekli koordinasyonu sağlamak, bu alandaki politika ve uygulamaları değerlendirmek amacıyla kurulan Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu’na benzer kurul, yukarıda da bahsedildiği gibi, BK’da da mevcuttur. Yıllardır terör sorunu ile karşı karşıya bulunan Türkiye ve BK’ın, terörle mücadelede edindikleri tecrübeler ve bilimsel çalışmalar; her iki ülkenin güvenlik kurum ve kuruluşları açısından eğitici nitelikte önemli kaynaklardır. Bu bağlamda, başta KDGM olmak üzere terörle mücadele alanında görev yapan kurumların çalışmalarının yakından takip edilmesi, BK iç güvenlik kurumları açısından önemli olabilir. Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Yukarıda teşkilat yapıları, görev ve yetkileri ayrıntılı olarak anlatılan Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın benzeri kolluk birimlerinin, İngiliz sisteminde olmadığını, olmasının da kendi sistem 271 mantığı içinde pek mümkün olmadığı izah edildiği için, burada sadece, bu mahiyette merkezi bir teşkilatın İngiliz sistemine uygun olup olmadığı değerlendirilebilir. Britanya sisteminde, özellikle de silahlı kurumlar için, güçlü merkezi birimlere sempati ile bakılmamaktadır. Bunun en önemli sebebinin, “Kral” ile yapılan ve yüzyıllara dayanan güç mücadelesi olabilir. Hatırlanacağı gibi, Kral’ın gücüne önemli sınırlamalar getiren ilk sözleşme olan Magna Carta’nın en önemli özelliği, artık Kral soylulara danışmadan yeni vergiler koyamayacaktı. Bir kral yeni ve daha çok vergiye neden ihtiyaç duyar? Emri altındaki kurumları ve tabii askeri birliklerini büyütmek ister. Çünkü bu yolla, ülkeyi kontrol altında tutması daha kolay olacaktır. İşte zenginlerin, soyluların ve sonuçta ve zamanla vergi veren her yurttaşın bilinçli olduğu bir durum ortaya çıkmıştır: Eğer merkezde silahlı ve çok büyük bir kurum olursa, onu taşradan ve ülkenin dört bir yanından kontrol etmek çok zor olacağından, Britanya halkı her kurumun, polis de dâhil, kendine en yakın şekilde örgütlenmisini tercih etmiştir. Üçüncü Bölümde anlatılan BK yerel yönetimleri, itfaiye ve kurtarma hizmetleri bunlara en iyi örneklerdir. Burada, bazı suçların ulusal ve uluslararası boyutu sebebiyle, onlarla mücadele edebilecek farklı yapılı teşkilatların kurulmasının zorunluluğu akla gelecektir. İşte bunun için de, İngiliz sistemi, ulusal suçlarla mücadele için Ulusal Suç Ajansı’nı ve hassas kişileri korumak gibi, parkları korumak gibi de görevleri olan Londra İl Emniyet Müdürlüğü (The Scotland Yard Police) teşkilatını kurmuştur. Özetle, BK yönetim sistemi içinde Türkiye’de olduğu gibi EGM, JGK veya SGK gibi tek merkezden yönetilen bir kolluk birimi önermek, sistem bütünlüğü ile çelişeceği gibi, askeri niteliklerinden dolayı da, dünyanın belki de en sivil demokrat polisi için, askeri nitelikte kolluk birimi önerme mantıksızlığı içinde olunamayacağını değerlendirmek gerekir. Gümrük Muhafaza Teşkilatı Türkiye’de, genel kolluk hizmeti sunan kuruluşlardan olan bu birim, gümrük sahalarında görev yapan merkezi bir teşkilat olmasına karşılık, İngiltere’de her 272 limanın veya gümrüklü sahanın kendi polisi vardır. Türkiye’de bu birim, ülkenin genel güvenliğinden sorumlu olan İçişleri Bakanlığına değil de, Gümrük ve Ticaret Bakanlığına bağlıdır. Bunun en pratik sonucu, İçişleri Bakanlığı’nın denetimine tabi değildir (Karaosmanoğlu, 2010:107). BK iç güvenlik birimleri merkezi bir çatı örgütüne bağlı değilseler de, yukarıda anlatıldığı gibi, bunların uyacakları kurallar, genel prensipler, kullanacakları unvanlar bile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlendiğinden, uygulamada büyük farklılıklarla ve bunun doğuracağı sakıncalarla karşılaşılmamaktadır. Orman Muhafaza Memurluğu Türkiye’deki orman muhafaza görevlilerinin BK’ta tam karşılığı olmamakla beraber, bu birimin Türkiye’de yürüttüğü hizmetleri, BK Ulusal Vahşi Hayat Suç Ünitesi (National Wildlife Crime Unit) ile parklar polisinin yürüttüğü söylenebilir. Unutmamak gerekir ki, Türkiye’deki geniş ormanlık alanlara karşılık İngiltere sınırlarında çok geniş ormanlıklar yoktur. Olmayan önemli bir şey de, bir şekilde ormanlık alanları yok edip oraya sahip olmak isteyen orman düşmanı vatandaşlardır. Mevcut ormanlık alanların da çoğu milli park şeklinde düzenlenmiştir. 4.1.9. İngiliz Sisteminde Olup, Türkiye’de Olmayan Birimler Açısından Karşılaştırma Türkiye’de faaliyet yürüten genel kolluk birimleri, BK ile karşılaştırıldığında çok daha az çeşitli ve basit kalmaktadırlar. Bütün ülkede, görev sahası üçe ayrılmıştır; polis, jandarma ve sahil güvenlik. Basitçe şehirlerde polis, kırsalda jandarma ve karasularında da sahil güvenlik sorumludur. Buna mukabil BK sisteminde, çok çeşitlilik vardır ve adeta bu birimlerin örgütlenme şekli karmaşık bir durum arz etmektedirler. Sıradan bir Türk vatandaşı, bulunduğu yerdeki sorumlu kolluk birimini bilir ve nereye başvuracağından emindir. Ancak BK sisteminde durum o kadar basit değildir. Basit suçlarda mevcut il emniyet müdürlükleri sorumludur ama suçun niteliği biraz karmaşıklaşması durumunda devreye başka başka birimler girebilmektedir. Öncellikle vurgulamak gerekir ki, bu birimlerin tamamının, duruma 273 göre polislik yetkileri vardır. Özellikle bir suç şüphesi durumunda, bu birim personeli polislik görevi yaparlar. Bu birimler şunlardır: Ulusal Suç Ajansı (National Crime Agency) Bazı belli başlı suçlarla mücadele konusunda ulusal seviyede görevlidir. Başta terörle mücadele ve ciddi organize suçlar bu kapsama girer. Sık sık vurgulandığı gibi, BK yerel polis teşkilatları il il örgütlendiklerinden ve de bir çatı teşkilatları bulunmadığından, bazı suçlarla mücadele konusunda yetersiz kalmaktadırlar. Özellikle terör suçları ve organize suçlar genellikle birden fazla bölgeyi ilgilendirdiklerinden, ayrı bir birimi gerekli kılmaktadırlar. Türkiye’de böyle bir birime gerek olmadığı değerlendirmesi yapılabilir. Zira her ilde bu suçlarla mücadele edecek bir birim vardır. Eğer birden fazla ili ilgilendiriyorsa, çatı kuruluşlar, valilikler devreye girerek koordinasyon sorununu çözerler. Britanya Ulaştırma Polisi (The Britania Transport Police) Bu birim sadece demiryolları polisliği yapmaktadır. Ülkenin tarihine bir göz atılırsa, 1860’lardan başlayarak, dünyanın en eski demiryolları ağına sahip olduğu, her türlü ulaşımın karayolundan çok demiryolları ile yapıldığını tahmin etmek zor değildir. Bu durumda da, demiryollarında asayiş ve güvenliğin sağlanması amacıyla ayrı bir kolluk birimine ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. Bu birimde çalışan görevliler sadece bilet kontrolu yapmazlar, aynı zamanda polislik görevini de yürütürler. Ancak karmaşık olayları en yakın il emniyet müdürlüğüne yönlendirirler. Türkiye’de böyle bir birime gerek olmadığı değerlendirilebilir. Zira zaten demiryolları ağı çok daha kısadır hem de suçun mekânına göre polis veya jandarma en kısa zamanda devreye girerek olaylara vaziyet edebilmektedir. Parklar Polisi Ülkede çok sayıdaki parkları korumak ve oraları ziyaret eden halka güvenlik hizmeti sunmak üzere kurulmuştur. Gerçi bunların bir kısmı, Üçüncü Bölümde de anlatıldığı gibi en yakın il emniyet müdürlüklerine devredilmiş olsa da, Britanya halkının geleneklerine olan bağlılığı sebebiyle, halen varlıklarını devam ettirenler de vardır. Ayrıca BK içinde ve büyük şehirlerin merkezlerinde, çok geniş sahalara yayılan 274 parklar, varlıklarını yüzyıllardır sürdürmektedirler. Londra’daki Hyde Park, Green Park, St. James Park gibi. Türkiye’de ise böyle parklar olmadığı gibi, olanlar da daralmağa devam ettiklerinden, buralar için ayrı bir kolluk birimi oluşturmayı düşünmek bile akla gelmeyecektir. İstanbul ve Ankara’da, bu şekilde bir park alanı yoktur. Mesela Atatürk Orman Çiftliği, böyle bir alan olmaya namzetken, son 20-25 yıldır bir şekilde imara açılarak oldukça daraltılmıştır. BK Yangın ve Kurtarma Teşkilatları (UK Fire and Rescue Authorities) Adlarından da anlaşılacağı gibi, yangın söndürme ve kaza veya büyük felaketler durumunda kurtarma faaliyetlerini yürütürler. Bunlar da il emniyet müdürlüklerine benzer bir şekilde, il çapında veya ona yakın bir coğrafi alanda teşkilatlanmışlardır. Türkiye’de ise her belediyenin bir yangın söndürme teşkilatı vardır. Kurtarma konusu ise, Başbakanlık Acil Afet Durum Başkanlığı’nın bünyesinde düzenlenmiştir. Her il merkezinde bir Acil ve Afet Kurtarma Müdürlüğü vardır. Özellikle 1999 yılında Marmara bölgesinde meydana gelen büyük depremden sonra bu teşkilatın yapısı ve durumu birkaç kez elden geçirilmiştir. Kolluk açısından bu birimleri ele aldığımızda, BK sistemi bu birim çalışanlarına kolluk yetkisi de vermiştir. Zira hem yangınlar hem de diğer afet durumları, suç ilenmesine de müsait durumlar olduğu için, bu tür olaylara ilk önce müdahale etmekle yükümlü olan birim çalışanlarının, olaylara polislik açısından da bakabilmeleri önemlidir. Zira hem yangınlar kasıtlı olarak çıkarılmış olabilirler, hem de bazı büyük afet olayları, mesela bina çökmesi gibi, bir sabotaj sonucu olabilir. Bu durumda, ilk müdahaleyi yapan kişiler bilgili, yetkili ve tecrübeli olmazlarsa, suç delilleri yok olabilir. Türkiye’de de bu bağlamda yasal düzenlemeler yapılması, bu tür suçlarla mücadelede sonuç almayı kolaylaştırabilir. Sivil Nükleer Polis Teşkilatı (The Civil Nuclear Constabulary) Türkiye’de benzeri olmayan bir kolluk birimidir, en önemli görevleri BK nükleer enerji santrallerini korumak ve nükleer malzemelerin taşınması, nakli ve korunması hizmetlerini yürütmektir. İçişleri Bakanlığına değil, Enerji ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlıdır. Diğer polis birimlerinin aksine görevlerinde silah taşırlar. Bir benzerinin Türkiye’de kurulmasının gerekli olmadığı değerlendirilebilir. 275 Ulusal Vahşi Hayat Suç Ünitesi (National Wildlife Crime Unit) BK dâhilinde, nesli tehlikede olan hayvanların takibi, yasa dışı tahnitçiliğin takibi ve bunların açık artırmayla satışı, her türlü vahşi hayvan neslinin takibi, kaçakçılığının önlenmesi ve yumurtalarının toplanması gibi konuları takip etmektir. Özetle ulusal vahşi hayatın korunmasına yönelik istihbarat toplar ve ilgili kolluk kuvvetleri için analitik ve destekleyici bilgiler temin eder. Sayılan bu işlevleriyle, Türkiye’de benzeri bulunmayan kolluk birimlerindendir. Türkiye’de bu görevler, görev bölgesine göre genel kolluk birimlerince yürütülür. Daha çok kara veya deniz avcılığının korunması amacıyla, getirilen av yasaklarının uygulanıp uygulanmadığı şeklinde yürütülen bir hizmettir. Bu bağlamda, Türkiye’nin kendine özgü doğal yaşamını korumak amacıyla, özel bir kolluk birimi oluşturmak yerine, mevcut genel kolluk birimlerinin içinde, özellikle de gerekli bölgelerde, bu konulara yoğunlaşmış mevcut alt birimler daha da güçlendirilebilir. Bunların diğer ilgili kamu kurumları ile yakın ilişki içinde çalışmalarının daha uygun olabileceği değerlendirilebilir. Sahil Güvenlik Komutanlığının görevleri arasında zaten av yasaklarının takibi bulunmaktadır. Jandarma teşkilatı da, çeşitli kanunlardan kaynaklanan görevleri gereği bazı illerde “çevre timleri” oluşturmuştur. Bu timlerin oldukça çok çeşitli görevleri vardır. Bunlardan bazıları; çevrenin ve ekolojik dengenin korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi maksadıyla, sorumluluk bölgesinde kontroller yapmak ve meydana gelebilecek kirlilikleri takip etmek, tehlikeli atık ve tehlikeli kimyasalların taşınması işlemlerinin ilgili mevzuata uygun olup olmadığını kontrol etmek, ulusal mevzuat ve uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınan canlı türleri ve alanların korunmasına yönelik olarak avlanma, toplama ve kaçakçılık faaliyetlerine karşı alınacak önlemler kapsamında da; kaçak yapılaşma, kaçak kesim ve diğer şekillerde orman alanlarının tahrip ve talan edilmesi, devlet malı niteliğindeki korunması gereken taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılması, bozulması, zarara uğratılması, izinsiz yurt dışına çıkartılması, alınıp satılması, sit alanları ve orman alanlarında yapılan veya yapılmakta olan yapıların kontrol edilmesi, Kara Avcılığı Kanunu ve Merkez Av Komisyonu kararlarına aykırı hareketlerin kontrol edilmesi, 276 sit alanları ve orman alanlarında yapılan veya yapılmakta olan yapıların kontrol edilmesidir (JGK, 2014). Görüldüğü gibi, bu birimin görev ve yetkilerini Türk Jandarma Teşkilatı büyük oranda karşılamaktadır. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, “jandarma çevre timleri” daha çok çevre suçlarının işlenmesini önlemek veya işlenmişse adli mercilere intikalini veya yasal para cezalarının uygulanmasını yürütür. Hâlbuki BK’daki amaç, doğal vahşi hayatın korunmasıdır. Eğer Türkiye için de bu önemli bir ihtiyaç ise, yeni bir birim yerine, jandarmaya daha çok görev verilerek, uzman personel takviyesiyle sorunun çözülebileceği değerlendirilebilir. Büyük Britanya Ulusal Balistik İstihbarat Hizmetleri (Great Britain National Ballistics Intelligence Service) İngiltere dâhilinde, suça karışmış silahlarla ilgili balistik incelemeleri yapar ve bunların kayıtlarını tutar. Bütün polis birimleri ve il emniyet müdürlükleri bu birimle çalışmak zorundadır. Türkiye’de ise bu görevler EGM ve JGK bünyesinde ayrı ayrı yapılmaktadır. Kaynak israfı ve uygulamada birlik sağlama açısından, Türkiye’deki bu görevi yapan bütün birimler tek çatı altında toplanarak, bir bakanlığa bağlanabilir. Mümkünse, daha özerk bir yapı olan Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi bir birime bağlanabilir. İngiltere ve Galler Ulusal Polis Hava Hizmetleri (England and Wales National Police Air Service) Son yıllarda, bütün il emniyet müdürlüklerinin ortaklaşa kurduğu bir birimdir. Ayrı ayrı hava gücü bulundurmanın getireceği ekstra yüklerden de kurtulunması amaçlanmıştır. Türkiye’de ise her kolluğun kendi hava gücü vardır. Bunları birleştirmek de oldukça zor görünmektedir. Özellikle de jandarma görev sahasının çok geniş olması dikkate alındığında, ayrı bir hava gücü bulundurması zorunlu görülebilir. Sürekli vurgulandığı gibi, genel kollukdaki çeşitlilik, Türkiye’de ciddi bir koordinasyon sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki, bu kadar büyük teşkilatların kendi içlerinde de koordinasyon ciddi bir konudur. 277 Merkezi Otoban Polisi (Central Motorway Policing) Çoğu durumda olduğu gibi İngiliz sisteminin uygulamadan ürettiği bir polislik birimidir. Otoban statüsündeki yolların yönetimi özellik arz ettiğinden ve de çoğu zaman bu yollar birden fazla il emniyet müdürlüğü sorumluluk bölgesini ilgilendirdiğinden, bu şekilde özel bir kolluk birimi kurmayı gerekli kılmıştır. Özellikle otobanların yoğun olduğu orta BK bölgesinin il emniyet müdürlükleri bir araya gelerek bu birimi faaliyete geçirdi. Türkiye’de ise otobanların durumu diğer yollardan farklı değildir. Trafikle ilgili kontroller bölge trafik müdürlükleri eli ile kontrol edilirken, adli ve önleyici kolluk hizmetleri açısından, durumuna göre polis veya jandarma görev yapmaktadır. Benzeri bir birimin Türkiye’de kurulmasının çok faydalı olmayacağı değerlendirilebilir. Zira otoban ağı çok geniş değildir, otoban trafiği BK kadar yoğun değildir ve zaten hem trafik hem de diğer suçlar açısından özel bir yoğunluk yaşandığını söylemek zordur. Limanlar Polisi (Ports Police) Genel olarak BK limanlarında görev yaparlar ve Türkiye’deki gümrük muhafaza memurlarının yaptıkları görevleri ifa ederler. Bu birimlerde çalışan polisler de diğer birimlerdeki polisler gibidir. Aynı rütbe ve unvanları kullanırlar. Genellikle görev yaptıkları liman idaresine bağlı olarak çalışırlar. Yani bir bakanlığın doğrudan personeli değildirler. Bazı uygulama ve isimlendirme farkı olsa da, temelde her iki ülke uygulaması büyük oranda benzeşmektedir. Gönüllü Polislik (the Special Constabulary) Çok özel bir uygulama olup, tamamen gönüllü polislik yapanları ifade etmektedir. İlk İngiliz polis teşkilatının kurulduğu 1829 yılından beri uygulamada olan bir sistemdir. Burada temel amaç, polise yardımcı olabilecek gönüllü halk gücünden yararlanmaktır. Bu gönüllüler bir asıl polis ile beraber çalışmak zorundadırlar. Görevleri esnasında aynen polisin haiz olduğu bütün yetkileri kullanırlar. Türkiye’de bu fonksiyonu yürüten bir birim yoktur. Olsa olsa, emniyet ve jandarma istihbarat birimlerinin kullandıkları özel kaynaklar buna biraz benzetilebilir. Ancak temelde çok farklıdırlar. Böyle bir birimi Türkiye’ye taşımak oldukça zordur. Zira devlet memurluğu anayasal statüsü olan, kanuni hakları olan, ağır görev ve sorumluluklara 278 muhatap olan bir iştir. Özetle, Türkiye şartlarına uymayan bir uygulama olarak değerlendirmek daha doğru gözükmektedir. BK Sınır Ajansı (The UK Border Agency) Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, birbirine benzerlik arz eden iki kuruluştur. BK Sınır Ajansı hem sınırları korur, hem de ülkenin göç politikalarını yürütür. Gerçi bu iki fonksiyonun 2014 yılından itibaren ayrı iki birim tarafından yürütüleceği ilan edilmişse de, bu satırların yazıldığı tarihte henüz gerçekleşmemişti. BK vizelerini, oturma izinlerini, ikamet ve takip işlerini bu birim yürütmektedir, o nedenle birçok ülkede, konsoloslukların bünyesinde personel bulundurmaktadır ve aynı zamanda sınır kapılarında vize kontrollerini yapan birimdir. Bu fonksiyonları açısından Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile benzerlik arz eder. Zira yabancıların Türkiye’ye giriş ve çıkışları, vize ve ikamet izinleri hususlarını yürütmek, bu birimin görevidir. 2013 yılında faaliyete geçtiğinden, henüz kuruluş aşamasındadır. Uygulamayı görmek için üç beş yılın geçmesini beklemek daha doğru olacaktır. BK Sınır Ajansı, aynı zamanda ülke sınırlarını da koruduğu için, yürüttükleri fonsiyonların bir kısmı, genel kolluk fonksiyonları olduğundan, sınırları koruyan mevcut personelinin polislik yetkisi vardır. Silah taşıma, tutma, gözaltına alma gibi. Aslında, buna benzer bir teşkilatın Türkiye’de de kurulması için İçişleri Bakanlığı bir çalışma başlattı. Köktaş’ın ifade ettiği şekilde, “Sınır Güvenlik Birimi” kurma çalışmalarını ve ortaya çıkan öneriyi şu şekilde özetlemek mümkündür: AB entegre sınır politikasına uygun olarak yeni bir “Sınır Güvenlik Birimi” kurularak, bu görevin bütün AB ülkelerinde olduğu gibi sivilleştirilmesi ve profesyonelleştirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla polislerden oluşan bir birim oluşturulacak, askerin görevi zamanla sonlandırılacaktır. Zira Türkiye sınırlarında yasa dışı göç, insan kaçakçılığı ve uyuşturucu kaçakçılığı suçları sürekli işlenmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek üzere 2010 yılında bir kanun tasarısı hazırlandı. Bu tasarıya göre; kurulacak yeni birimin adı Türkiye Sınır Güvenliği Genel Müdürlüğü olacaktır. Bu Genel Müdürlük bünyesinde deniz sınırları bölümü, kara sınırları bölümü, sınır kontrol bölümü, adli bölüm, yabancı polislik ve taşra müdürlükleri bulunacaktır (Köktaş, 2011). 279 Ancak, bu tasarı henüz yasalaşmadığı için mevcut durumda, Türkiye sınırlarının korunması ve kontrolü çoklu bir sisteme tabidir. TSK da dâhil olmak üzere, bütün kolluk kuvvetlerinin kara, hava ve deniz sınırlarının korunmasında ve kontrolünde görev ve yetkileri vardır. Bazı Kara Kuvvetleri Komutanlığı sınır birlikleri, sadece sınırlarından sorumlu olduğu gibi, Sahil Güvenlik Komutanlığı deniz sınırlarını korumaktadır. Jandarma Genel Komutanlığının da kara sınırlarının korunmasında görev ve yetkileri olduğu gibi, havalimanlarında da kontrolü polis sağlamaktadır. Avrupa Birliği uyum çerçevesinde, Türkiye’nin kara sınırlarının korunması, egemenlik ve denetimi altında bulunan deniz alanlarında kanunlarla kendisine verilen görevlerin yerine getirilmesi ve yetkilerin kullanılması, sınır kapılarında kamu düzeni ve güvenliği ile yolcu giriş ve çıkış kontrolünün sağlanması, yasadışı göç, sınırla bağlantılı insan ticareti ve diğer suçlarla mücadele edilmesi, yabancılarla ilgili olarak mevzuatla verilen kolluk görevlerinin yürütülmesi amacıyla (Köktaş, 2011) kurulacak “Sınır Muhafaza Teşkilatı Başkanlığı” ile ilgili yasal düzenlemeleri oluşturma çalışmaları devam etmektedir. Teşkilatlanma olarak Emniyet Teşkilatına benzeyen bu yeni kurumun personelini ise ilk başta mevcut durumda sınır güvenliği alanında çalışan personeller oluşturacaktır. Eğer kurulursa, iç güvenlik bürokrasisinin önemli bir aktörü olacağı ortadadır. 4.1.10. Mali Suçlar ve Yolsuzlukla Mücadele Açısından Karşılaştırma Türkiye’de suç gelirlerinin aklanması ile mücadele etmek amacıyla, 1997 yılında Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) kuruldu. Özellikle suç niteliğindeki faaliyetler olan uyuşturucu kaçakçılığı, her türlü mal kaçakçılığı ve diğer kara paraların aklanmasının önlenmesine odaklanan Kurul, suç gelirlerinin aklanması alanındaki gelişmeler ile aklama suçunun önlenmesi ve ortaya çıkarılmasına yönelik yöntemler konusunda araştırmalar yapmanın yanı sıra, suç gelirlerinin aklanmasını önlemek için sektörlere göre çalışmalar yapmak, önlemler geliştirerek uygulamayı izlemek ve bu suçlara karşı kamuoyu duyarlılığını ve desteğini artırmaya yönelik çalışmalar yapması gerektiğinden, mali suçların takibi ve önlenmesiyle ilgili son 280 derece kilit bir konumda yer almaktadır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, birçok farklı suç kaleminin ekonomik boyutlu olması açısından MASAK'ın görevi, bunların aydınlatılması açısından önem arz etmektedir. Özellikle terörün finansmanında, kara paranın fonksiyonu göz önünde bulundurulduğunda, MASAK son derece önemli bir iç güvenlik aktörü konumunda yer almaktadır. Buna mukabil BK sisteminde, MASAK’ın yürüttüğü hizmetler açısından karşımıza iki ayrı örgüt çıkmaktadır; birincisi Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi (Her Majesty's Revenue and Customs), diğeri de İngiltere-Galler ve Kuzey İrlanda Ciddi Dolandırıcılık Bürosu’dur (England and Wales and Northern Ireland Serious Fraud Office). Üçüncü Bölümde anlatıldığı gibi, bu iki örgüt hem suç gelirlerinin aklanmasını önlemeye yönelik çalışmalar yürüttükleri gibi, özellikle büyük ve organize mali suçların araştırılması, soruşturulması ve mahkemeye intikal ettirilmesi ile görevlidirler. Bunun yanında, özellikle BK sisteminde, sosyal yardımların çok yüksek olduğu da dikkate alınırsa, bu konulardaki suiistimalleri de ortaya çıkarmak Kraliyet Gelir ve Gümrük İdaresi’nin görevidir. Zira aile yardımları, çocuk yardımları, işsizlik yardımlar gibi sosyal yardımları bu birim yamaktadır ve bu konularda da ciddi yolsuzluklar olmaktadır. Yani özellikle hak etmeyen kişilerin yardım almalarını engellemek açısından önemli bir işlev üstlenmiş durumdadır. Türkiye’de ise bu konuda doğrudan görevli bir birim yoktur. Mesela il ve ilçe sosyal yardımlaşma veya dayanışma vakıflarından haksız yardım alanların tespiti veya haksız işsizlik maaşı ödenmesi ya da dul ve yetim maaşı ödenmesi konusundaki suistimalleri tespit etmek ve yasal işlem yapmak, daha çok ilgili kurumun görevi olarak algılanmaktadır. Tabii, duruma göre polis veya jandarma da bu tür mali suçlarla ilgili işlem yaparak savcılıkları harekete geçirebilir. 4.1.11. Siber Suçlarla Mücadele Açısından Karşılaştırma Siber suçlarla mücadele konusu, bütün dünya için çok yeni bir alan olup, internetin icadı ve yaygınlaşması ile elektronik iş ve işlemlerin devreye girmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Siber güvenlik, siber ortamda kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıklarını korumak amacıyla kullanılan araçlar, politikalar, güvenlik kavramları, güvenlik 281 teminatları, kılavuzlar, risk yönetimi yaklaşımları, faaliyetler, eğitimler, en iyi uygulamalar ve teknolojiler bütünüdür. Kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıkları, bilgi işlem donanımlarını, personeli, altyapıları, uygulamaları, hizmetleri, telekomünikasyon sistemlerini ve siber ortamda iletilen ve/veya saklanan bilgilerin tümünü kapsamaktadır (www.btk.gov.tr, 2014). Siber güvenlik, kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıklarına ait güvenlik özelliklerinin siber ortamda bulunan güvenlik risklerine karşı koyabilecek şekilde oluşturulmasını ve idame edilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Siber güvenliğin temel hedefleri erişilebilirlik, bütünlük yani aslına uygunluk ve inkâr edilemezliği de kapsar. Bu bağlamda her ülke için, hele hele gelişmiş bir ülke için siber güvenliğin önemi yadsınamaz. Bu konuya önem verdiklerini göstermeleri bakımından BK ve Türkiye gerekli adımları atmıştır. BK siber güvenliğinden, öncelikle MI6 ve NCA görevlidirler. Ancak bilişimle ilgili bütün kurumlar da buna yardımcı olmaya mecburdur. Türkiye’de ise öncelikli sorumlu birim Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığı olmakla beraber, her kurum ayrıca kendi bilişim istemini korumakla da görevlidir. Sonuçta koordinasyon görevi bu Bakanlığa aittir. Bu arada, TBMM 17 Nisan 2014 tarihinde kabul ettiği, 6532 sayılı kanun ile MİT’e siber güvenlikle ilgili olarak, özellikle istihbarat toplama görevi vermiştir ve Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu adıyla bünyesinde yeni bir komisyon kurmuştur. Bu komisyon aracılığıyla, bütün istihbarat birimleri üzerinde hesapverebilirlik denetimi yapılması amaçlanmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, iç güvenlik aktörlerinin görevlerini yapmalarında siber güvenlik çok büyük önem arz etmektedir. En küçük aksilik büyük karmaşaya ve başarısızlıklara sebebiyet verebilir. 4.2.12. İç Güvenlik Kurumlarının Hesapverebilirlik, Etkinlik, Verimlilik, Saydamlık ve Demokratik-Sivil Denetim Açılarından Karşılaştırılması Bu bölümde “Türkiye’de sivil otoritelerin, güvenlik bürokrasi üzerindeki denetimi etkin ve yeterli değildir” alt hipotezi ile “Türk tarihinin yaklaşık son iki yüzyılı, hem Osmanlı Devleti hem de Cumhuriyet döneminde, neredeyse bütünüyle batılaşma ve modernleşme serüveniyle dolu olmasına rağmen, halen daha Batılı anlamda liberal 282 demokratik standartlar yeterince yerleşmemiştir. Bu da ülkede yaşayan insanların, sistemden hoşnutsuz olmalarına yol açmaktadır” alt hipotezi değerlendirilecektir. İki modern çağdaş demokratik ülkenin iç güvenlik aktörleri karşılaştırılırken, kuşkusuz göz önünde bulundurulacak en önemli kıstaslardan birisi de, bu birimlerin demokratik ve sivil denetime tabi olup olmadıkları, bu bağlamda sivil denetim ve hesap verebilirliğe ne kadar açık olup olmadıkları olmalıdır (Pike, 1985:155). Öncelikle, hesap verebilirliği; kendilerine yetki verilen ve kaynak aktarılanlar üzerinde, anlaşmaya varılmış beklentiler ışığında, sonuçlara ulaşmak bakımından değerlendirmeye tabi tutmak olarak tanımlandığına göre bu kavram, devlet-vatandaş ilişkilerinde güven tesis etmeyi, bilgi alabilmeyi, kontrol etmeyi ve yön vermeyi de içeren bir kavramdır (Çevik vd., 2010:126). Bu çerçevede hesap verebilirlik, birçok şekilde sınıflandırılmış olsa da, genel ve mahalli seçimler, sivil toplum kuruluşları, medya, yasama organları, yargı sistemleri, denetim kuruluşları, komisyonlar, yolsuzlukla mücadele kuruluşları, teftiş kurulları, kamu denetçisi (ombudsman), kamu şikayet komisyonları gibi sistemler aracılığı ile gerçekleşir. Hesap verebilirlik ilkesinin bu kadar önemli hale gelmesinde, Yeni Kamu Yönetimi anlayışının da çok önemli katkıları oldu. Zira bu anlayışın temel ilkeleri; süreç yerine sonuca odaklanma, risk almanın gerekliliği, yöneticilere kendilerine verilen görevleri gerçekleştirmek için sunulan yöntem ve kaynakların kullanılmasında esneklik tanınması, bu esnekliğin sonucunda da kendilerinden hesap vermeleri talep edilmesi gibi temel ilkelere dayanmaktadır (Çevik vd., 2010:128130). Bir sistemin hesap verebilir olabilmesi için gerekli olan altyapıların sağlanması amacıyla Türkiye’de bazı adımlar atılmıştır. Bunların başında, 09.10.2003 tarih ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu, 5176 sayılı kanunla kurulan Kamu Etik Kurulu, Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu, 24.10.2007 tarihli Kolluk Etik İlkeleri ve Avrupa Polis Etiği Kurallarıdır (APEK). Bu kanun, ilke veya uygulamaların bir kısmı bütün kamu kurumlarını ilgilendirdiği gibi, bir kısmı da sadece kolluk birimlerini ilgilendirmektedir ama her 283 halükarda tamamı, ülkede saydamlığı sağlamaya yöneliktir ve hesap verebilirliğe ciddi katkıda bulunurlar. Birkaç cümle ile bu sayılan araçlardan bahsetmek gerekirse, Bilgi Edinme Kanunu Türkiye için çok yenidir ve uygulanması zaman alacaktır. Zira Türkiye gibi devletin her iş ve işleminin sır olarak kabul edildiği bir ülkede, kamu birimleri sıradan vatandaşlara, yaptıkları işler hakkında bilgi vermeye karşı ciddi isteksizlik göstermektedirler. Tabii ki bu kanunun temel amacı, her gelişmiş demokratik ülkede olması gereken hususlardan olan saydamlığı amaçladığında kuşku yoktur. Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu da, özellikle kamunun kullandığı mali kaynakların doğru ve etkin kullanılıp kullanılmadığı hususundaki şeffaflığı sağlamaya ve ülkenin mali sisteminin hesap verebilirliğini sağlamaya yönelik ihdas edildiğinde kuşku yoktur. Kamu Görevlileri Etik Kurulu da Türkiye için çok yeni bir uygulamadır. Bu Kurul, bütün kamu görevlilerini bazı etik ilkeler çerçevesinde değerlendirmek üzere kurulmuştur. Bu ilkeler arasında hesap verebilirlik de vardır. Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu, yukarıda kısaca anlatıldığı gibi, TBMM’ye bağlı ama özerk bir yapıda faaliyet yürütmek üzere 2013 yılında faaliyete geçmiştir. Kurumun en temel görevi, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmaktır. Bu durumda, bütün kolluk birimleri de bu birimin muhatabı durumundadırlar. 24.10.2007 tarihinde ilan edilen Kolluk Etik İlkeleri de, uygulandığı takdirde hesap verebilirlik ve denetimin sağlanmasına ciddi katkılarda bulunabilecek ilke ve prensipleri barındırmaktadırlar. Avrupa Polis Etiği Kuralları da 1998-2001 yılları arasında, Avrupa Konseyine üye bütün ülke temsilcilerinin katılımı ile oluşturulmuştur ve bunlar Türk polis birimleri için de geçerli ilkelerdir. Bu ilkeler arasında da hesap verebilirliği gerektiren maddeler vardır (Çevik vd., 2010:132-140). 284 Bu yasal düzenlemelere, Türkiye İnsan Hakları Kurumunu da eklemek gerekir. Yeni oluşturulan ve henüz tam faaliyete geçmeyen bu kurum da, bütün kamu kurumlarınının uygulamalarını, insan hakları temel prensipleri bağlamında denetleme yetkisine sahiptir. Görüldüğü gibi Türk devlet sistemi, bütün kamu birimlerinde olduğu gibi kolluk birimlerinin de hesap verebilirliğini sağlamak için gerekli olan şekli şartları sağlamış durumdadır. Ancak bu şekli şartlara rağmen, zaman zaman temas edildiği gibi, bünyesinde barındırdığı; aşırı merkeziyetçilik ve gizlilik esaslı olma gibi özelliklerinden dolayı, kamu görevlileri ve tabii kolluk görevlileri, kendilerini toplumun hizmetinde görme yerine, devletin emrinde olduklarına inandıklarından, hesap verme sorumluluğundan kaçmaktadırlar. Bu durumun güvenlik hizmeti veren kurumlarda daha belirgin olduğu da vurgulanmıştır (Çevik vd., 2010:142). Türkiye’de yönetimin saydamlığı ve hesap verebilir olması için atılan yasal adımların çok yeni olması ve henüz uygulama ve teamüllerin tam oturmamasının yanında, yüzyıllara dayanan geleneksel yönetim anlayışının da etkisiyle, buna ulaşmasının epey bir zaman alacağı değerlendirmesinde bulunmak mümkündür. Bu bağlamda, Türk iç güvenlik aktörlerinin, Yeni Kamu Yönetimi ilkeleri arasında önemli bir yeri olan saydamlık ve hesap verebilirliğin epey uzağında olduklarını söylemek mümkündür. Ancak atılan adımları da önemsemek ve dikkatle takip etmek gerekir. Ayrıca, burada ele alınacak diğer denetim araçlarının, yukarıda zikredilen eksiklikleri bir ölçüde giderdiği değerlendirmesini yapmak da mümkün olabilecektir. Zira Türkiye’de yasama denetimi, yargı denetimi ve idari denetim geleneği, bu sayılanlara göre çok daha eskidir ve teamülleriyle olgunlaşmıştır. Bunlardan da burada kısaca bahsedilecektir. Buna göre yukarıda, Türkiye iç güvenlik aktörleri bölümünde anlatılan TBMM, İçişleri Bakanlığı ve mülki idare amirlikleri, dolaylı hesap verebilirliği sağlamaları açısından ayrı bir önem arz ederler. Şöyle ki; TBMM hem doğrudan, milletvekilleri aracılığıyla soru, genel görüşme, meclis araştırması, meclis soruşturması ve gensoru yöntemi aracılığıyla iç güvenlik aktörlerini ve 285 uygulamalarının hesap verebilirliliğini her zaman denetleyebilir (Karaosmanoğlu, 2010:47-52). Bu sistem aşağı yukarı bütün parlamenter demokratik sistemlerde aynıdır. Burada en büyük handikap, hem palamentoya hem de hükümete, yani yasama ve yürütmeye hakim olan güç, iktidar partisi veya partileri olduğundan, kendi atadığı bürokratları ve kurduğu sistemi, etkin bir şekilde denetleme konusunda, bütün inisiyatifi elinde tutmaktadır. Ayrıca parlamentoda yasal olarak kurulu bulunan komisyonlar olan İçişleri, Milli Savunma, Dilekçe, İnsan Hakları İnceleme ve Güvenlik ve İstihbarat Komisyonları aracılığı ile de ilgili bütün idari kuruluşlar yasama denetimine tabidirler. Yasama denetimi ile ilgili olarak demokrasi teorisini hatırlamakta yarar var: Temsili demokrasilerde milletler kendilerini, seçtiği vekiller ve onlardan oluşan hükümetler aracılığıyla yönettiğine göre, bu yönetim araçları olan bürokratik kurumları da kendilerinin denetlemeleri pratikte çok zor olduğundan, seçtikleri vekiller aracılığıyla denetlemeleri gerekir. Aslında bütün bürokratik kurumlar, parlamento da dâhil, meşruiyetini milletten almıştır ve onun arzu ve istekleri doğrultusunda icraatlarını yürütüp yürütmediklerinin hesabını da kendisine vermelidir ve verecektir. Basit bir örnekle, bir işadamı, kendisini koruması için, maaşlı olarak güvenlik görevlisi çalıştırdığı durumda, tabii ki onun gerçekten kendisini koruyup korumadığını, vaktini ve kendisine sunulan imkânları nasıl kullandığını denetlemeye ne kadar hakkı varsa, halkın da mevcut iç güvenlik aktörlerinden en az o ölçüde hesap sorma hakkı vardır. Zira nihai olarak bütün bu görevlilerin masraflarını aynı halk karşıladığı gibi, kullandığı bütün yetkileri de aynı halk sunmaktadır. İdari hesap verebilirlik bağlamında ise İçişleri Bakanlığı çok önemli bir hesap sorma aracıdır. Eryılmaz’ın vurguladığı gibi, demokratik bir toplumda kolluğa olan toplumsal güvenin sarsılmaması için kolluğun her uygulaması şeffaf olmalı ve kolluk her uygulamasının hesabını verebilme konumunda tutulabilmesi için iç ve dış denetim büyük önem arz ettiği gibi, iç denetimi kolluk amirleri yaparken dış denetimleri de mülkiye müfettişler, mülki amirler, kolluk müfettişleri ve yargı mekanizması yapar (2009:15). 286 İçişleri Bakanlığı, mülkiye müfettişleri aracılığıyla, bütün kolluk birimlerini rutin olarak denetler. Bu denetimlerde kolluğun bütün önleyici kolluk iş ve işlemleri denetime tabi tutulur. Mülki idare amirleri olan vali ve kaymakamlar da kolluk üzerinde denetim görev ve yetkisine sahiptirler. Ancak özellikle jandarma birlikleri ile sahil güvenliğin denetiminde yasal zorluklar vardır. Daha da önemlisi, bu denetim yetkisinin kullanılmasının önünde ciddi pratik engeller sözkonusudur. Özellikle il ve ilçelerde, bu denetimleri yapabilecek yetenekte ve tecrübede personel bulmak zordur. Mülki amirlerinin bizzat bu denetimleri yürütmesi de bazı sıkıntılara sebebiyet verebileceğinden çok uygulanabilir değildir. Bu sebeplerle, her ne kadar, mülkiye müfettişler rutin denetimlerinde, mülki amirlerin bu denetimi yapıp yapmadıklarını kontrol etseler de, gerçekte bu denetimler ve gösterilen tutanaklar göstermelik olmaktan öteye geçememektedirler. Bakanlığın, uygulamadaki bu eksiklikleri giderme konusunda yoğun bir çaba içerisinde olduğunu gösteren çalışmalara da imza attığını söylemek gerekir (Eryılmaz, 2009:139). Görüldüğü gibi, Türk iç güvenlik aktörleri, her türlü eksiklik ve eleştiriye rağmen büyük ölçüde, biçimsel olarak demokratik hesap verebilirlik kriterlerine tabi tutulmaktadırlar. Ancak unutulmamalıdır ki, bu kritelerin özde mi yoksa söz de mi olduğu sürekli tartışılacaktır. Çünkü bir kere, Türkiye’deki bütün kamu görevlileri, görevleriyle ilgili işledikleri bir suçtan dolayı yargılanmaları özel bir prosedüre ve izne tabidir. Bu izin süreci de adli denetime tabi olsa da, pratikte uygulanması zordur. Valinin verdiği “yargılanmasına izin verilmemesi” kararının idari yargı tarafından kaldırılması zorluklar içerir. Veya tersi de doğrudur. Bu durumda memuru koruyan özel kanunlar vardır zira bu memurlar güçlü devletin memurlarıdırlar. Dahası, gerek memurların tabi oldukları disiplinle ilgili mevzuat gerekse yargılanma ve hesap verme ile ilgili mevzuatın özü, devlet memurlarının görevlerini yaparken hizmet ettikleri halkı değil de devleti korumalarını gerektirmektedir. Bu da dolaylı olarak hesap vermelerini zorlaştırmaktadır. Zira devlet memurları ve tabii kolluk görevlileri, hiyerarşik bağlılık nedeniyle, siyasal ve bürokratik üstlerine karşı sorumluluk hissetmekte, dolayısıyla onları mutlu ettikleri sürece görevlerini iyi veya kötü ifa etmelerinde bir sorunla karşılaşmayacaklardır. Türk bürokrasisinin merkezi 287 ve hantal yapısı, halkın ve yerel birimlerin, kamu politikalarının oluşturulmasına ve uygulanmasına katılmasını teşvik etmediği gibi, bu kurumların daha az başarılı olmaları sonucunu da doğurmaktadır (Çevik ve Demirci, 2008:113-116). Sonuç olarak Türk bürokratik sisteminde hesap verebilirliğin özde olmaktan çok sözde olmaya yakın durduğu değerlendirmesi daha gerçekçi gözükmektedir. Türkiye’de iç güvenlik örgütlerinin sivil denetimi denince, demokratik toplum gereklerine uygun olarak, bireylerin farklı menfaatlerinin, yine bireyler ve toplumsal örgütlenmeler aracılığıyla korunması ve geliştirilmesi anlaşılacağına göre (Karaosmanoğlu, 2010:127), bu denetimin araçları da bu bağlamda oluşacaktır. Öncelikle, yukarıda da kısmen bahsedildiği gibi, bir kere Bilgi Edinme Kanunu, her sivil kişi veya kuruluşa, her türlü iç güvenlik örgütüne, yaptığı iş ve işlemlerle ilgili olarak bilgi edinme hakkı vermektedir. Uygulamadaki zorluklar bir yana bırakılırsa, böyle bir hakkın olması bile, sivil denetimin yolunu açmaya yetmektedir. Zira geleneksel Türk devleti, gizlilik üzerine bina edildiğinden, böyle bir uygulamaya alışması zaman alacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, böyle bir hakkın olması, Türkiye’de iç güvenlik kurumları üzerinde demokratik denetime geçildiği anlamına da gelmemektedir. Türkiye’deki güçlü devlet geleneği, henüz buna müsaade edecek gibi gözükmemektedir. Dahası, genel kolluk hizmeti sunan jandarma ve sahil güvenliğin askeri bürokratik yapısı, bu zorlukları daha da arttırmaktadır. Bilgi Edinme Kanunu askeri konuları istisna tuttuğundan, kolaylıkla bu istisnaların arkasına sığınma eğilimlerine rastlanmaktadır. Dahası, bütün bu iç güvenlik aktörlerinin hesap verebilirliği ve demokratik sivil denetimi, sadece mevzuat sorunu olmayıp, arkasında derin siyasi, idari, sosyolojik ve tarihsel karakterler barındırdığı göz önünde bulundurulmalıdır (Karaosmanoğlu, 2010:150). Türk iç güvenlik birimlerinin hesap verebilirliği ve sivil denetimi bağlamında değerlendirmesinden sonra İngiliz iç güvenlik aktörlerinin değerlendirilmesine geçilebilir. Burada bahsedilen İngiliz polisi, daha ilk kuruluşundan itibaren hesap verebilir olmasına büyük önem verilen bir kamu kuruluşudur (Reiner, 2000:167288 199). Öncelikle, iki ülke sistemi de parlamenter demokrasi modeli olduğu için yasama denetiminin Türkiye ile büyük oranda benzeştiğini söylemek gerekir. TBMM’de kullanılan her türlü denetim aracı BK’ta da kullanılmaktadır. Ancak yukarıda parlamentonun üstünlüğü ilkesi anlatılırken de vurgulandığı gibi, ülkede krallıktan sonraki en eski kurum olması ve büyük mücadelelere dayanan yaklaşık 800 yıllık bir geçmişi olması, ayrıca İngiliz anayasasındaki konumu itibariyle, krallığı da kaldırmak dâhil, tabiat açısından yapılması mümkün olan her şeyi yapmaya yetkili olması, aldığı kararları kaldıracak veya değiştirecek bir makam veya birim olmaması sebeplerinden dolayı ve ayrıca halkın bu kuruma verdiği önemin sonucu, BK yasama denetiminin sözde değil özde bir denetim olduğu ve iç güvenlik hizmeti sunan kurumlar üzerinde de ciddi etkileri olduğu değerlendirmesi rahatlıkla yapılabilir. Ayrıca ülkede Türkiye’deki Bilgi Edinme Kanunu benzeri bir kanun olduğunu, İnsan Hakları Kanunu adı altında, evrensel bütün insan hakları ilkelerinin iç hukuk haline getirildiğini, dahası, ülkenin idari sistemi dolayısıyla, birçok kamu hizmetinin mahalli olduğunu, bunun da hesap verebilirliği sağladığını, en azından kolaylaştırdığını söylemek mümkündür. Bu çalışmanın ilgili bölümlerinde sıkça vurgulandığı gibi, BK halkı bütün kamu hizmetlerinde olduğu gibi, güvenlik hizmetlerinin de merkezileştirilmesine şiddetle kaşı çıkmaktadır. Tabii ki bunun en önemli amacı hesap verebilirliği sağlamaktır. Zaten bu amaçla gerekli bütün araçları da ihdas etmiştir. Bu araçların başında, her ilde seçimle işbaşına gelen bir Polis ve Suç Komisyonerliği kurumu gelmektedir. 2012’de kurulan bu sistemden önce de, yerel Polis Kurulları aynı işlevi uzun yıllar gördü. Bu kurulların üye sayısı 17 idi. Değişik sakıncalarından dolayı, doğrudan seçimle işbaşına gelen ve tek işi il emniyet müdürlüğünün sunduğu kolluk hizmetlerinin yerindeliğini denetlemek olan bu birim kuruldu. Diğer bir ifadeyle, her ne kadar ülkede çok güçlü bir parlamento ve dolayısıyla yasama denetimi bütün kurumlar üzerinde bulunsa da, BK halkı Londra’dan yapılan denetimi yeterli görmemektedir. Bunun yerine, yaşadığı yerde denetim yaparak kurumların hesap verebilirliğini sağlamaktadır. 289 Dahası, yukarıda temas edildiği gibi, İngiltere sınırlarında faaliyet gösteren hemen her iç güvenlik örgütünün üzerinde gözetim yetkisi bulunan bir kurul veya birim vardır. 41 İl emniyet müdürü üzerinde gözetim yapan polis ve suç komisyonerlerinin yanında, Londra İl Emniyet Müdürlüğü (Scotland Yard) ile Londra Şehir Polisi üzerinde gözetim görevini bizzat İçişleri Bakanı ve Londra Belediye Başkanı yürütmektedir. Ayrıca, Britanya Ulaştırma Polisi, Yangın ve Kurtarma Birimleri gibi birimler üzerinde de gözetim görevi yapan kurullar vardır ve bunlar daha çok seçilmiş kişilerdir. İngiltere iç güvenlik aktörlerinin hesap verebilirliğine aracılık eden en önemli mekanizmadan birisi de Kraliyet Polis Müfettişliği birimidir. Hatırlanacağı gibi bu birim, sadece il emniyet müdürlüklerini değil, bütün iç güvenlik birimlerini denetlemeye yetkilidir. Özellikle İçişleri Bakanlığınca konulan genel prensiplerin, hedeflerin yerine getirilip getirilmediğini denetlemesi açısından, siyasi otoritenin elini güçlendirdiği değerlendirilebilir. İngiliz polisi üzerindeki parlamento denetimi, yerel gözetim ve denetimin yanında, bir diğer çok önemli denetim mekanizması da IPCC tarafından yapılan denetimdir. Yukarıda görev ve yetkileri ayrıntılı olarak anlatılırken vurgulandığı gibi, önemli ve ciddi suçların işlenmesi veya şikâyetler gibi durumlarda, tamamen polislikten bağımsız ve özerk bir kurum olan Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu devreye girmektedir ve hem bu örgütlerden hesap sormakta hem de onların icraatlarında daha saydam olmalarına katkıda bulunmaktadır. 2005 yılında, Londra’da metrosunda polis tarafından öldürülen Menzes olayında da görüldüğü gibi, IPCC ısrarla bu olayı araştırarak gerçeklerin halk tarafından bilinmesini sağlayarak, aslında siteme olan güveni arttırdığında kuşku yoktur. Kaldı ki, güvenlik sektörüyle ilgilenen bütün akademisyenlerin vurguladığı gibi, bu örgütlerin yürüttükleri görevler çok hassas görevlerdir ve diğer birçok kamu hizmetinden farklıdırlar. Zira hemen hemen hepsi de insanların günlük hayatını etkiler veya özgürlüklerini ilgilendirir. Yani bir insanın hayat boyu tapu dairesiyle, inşaat veya emlak işlerini yürüten bir birimle hiçbir işi olmayabilir ancak bilerek veya bilmeyerek polisle her an işi olabilir. Zira onun haberi olmadan polis telefonunu dinleyebilir, bakkala gideceği yolu kapatabilir, satın aldığı her türlü ürünü ondan habersiz kredi kartından vs kontrol edebilir. Bu durumda, bir ülkede her kuruma 290 olduğu gibi polislik hizmeti yürüten kurumlara güven duyulması da önemlidir. İngiliz sistemi bunun önemini keşfettiği için, bunun gereği olan önlemleri alma konusunda adım atmaktan çekinmemiştir. Burada hatırlatmak gerekir ki, her kurumda olduğu gibi İngiliz polisi de kendinden tamamen bağımsız bir polis şikâyet sistemine karşı çıkmıştır. Türkiye’de de benzeri kurulmaya çalışılırken de aynı direnç hâsıl olmuştur. Ama unutulmamalıdır ki, kurumlara güvenmeyen halk, gecikmeli olarak da olsa, mutlaka meşru yollardan bunun bir alternatifini üretir. Yeniçeri ocağının kaldırılışı bunun güzel bir örneğidir. İki ülke arasındaki hesap verebilirlik uygulamasındaki farkı anlayabilmek için uygulanan vergi politikalarına da kısaca göz atmakta yarar var. Buna göre, BK geleneklerine atıfta bulunmakta yarar var: “Vergi veren, hesap da sorar” mantığı ve geleneği ülkede hâkimdir. Her BK vatandaşı, hane başına, yaşadığı yerel yönetime yıllık bir vergi verir, bunun yanında itfaiye ve güvenlik hizmetleri vergisini de ayrıca öder ki, bunların toplam miktarı, hane başına en az 1000 (bin) Sterlinden fazladır. Bu da yaklaşık 3600 TL demektir (EXETER COUNCIL, 2014). Türkiye’de de son yıllarda moda olmaya başlayan ve birçok kamu görevlisine söylenen, “senin maaşını ben ödüyorum” sözü, BK sınırlarında çok somuttur, zira insanlar doğrudan vergi öderler. Öyle ki, Türkçede kullanılan, “bunun, devlete maliyeti” veya “devleti şu kadar zarara uğrattı” gibi tabirlerin yerini, “bunun, vergi verenlere (taxpayers) maliyeti” veya “vergi verenlerin şu kadar parası zarara uğratıldı” gibi tabirler alır. Bunu günlük hayatta, herhangi bir gazetede hergün görmek mümkündür (FINANCIAL TIMES, 2014; Davenport and Hughes, 2014:1). Türkiye’de ise bu biraz soyuttur, zira vergileri vatandaşlar ödese de, dolaylı vergiler hâkim olduğundan, vatandaş vergi ödediğinden habersiz vergi öder. Bunun doğal sonucu da, doğrudan vergi verdiği bilincinde olmayan vatandaşın, kamudan hesap sorma konusunda çok da bilinçli hareket edemeyeceği gerçeğidir. Burada, dolaylı vergileri teşvik eden siyasal iktidarların, vergi toplamayı kolaylaştırma amacı gütmenin yanında, hesap soran vatandaş istemedikleri gibi 291 dolaylı bir sonuç da çıkarmak mümkündür. Zira herkesin de bildiği gibi “para veren” hesap da sorar. Bu konunun iç güvenlik aktörleri açısından önemini vurgulamakta yarar var: 24 saat sunulan bir hizmet olduğu için, bu hizmetin demokrasi ve insan hakları evrensel hükümlerine göre sunulup sunulmadığı, o ülkede yaşayan herkesi ilgilendirir. Bunun tespit ve denetimini de sadece klasik kamu denetimi yollarıyla yapmak mümkün değildir. Bu bağlamda bilinçli vatandaşa ihtiyaç duyulur. Bilinçli vatandaş da, devlet denen aygıtın kendi verdiği vergilerle işlediğini bilir. Bunu bilmesi için de vergi vermesi gerekir. Verdiği vergiden haberinin olması gerekir. Basit bir hesapla, Türkiye’de 2012 Kesin Bütçe Kanunu’na göre toplam toplanan vergi miktarı, 350 milyar Türk Lirasıdır (TBMM, 2014). Bunun yaklaşık yüzde sekseni dolaylı vergidir. Yani gelir vergisi ve kurumlar vergisi gibi kazançtan alınan doğrudan vergilerin dışında kalan vergiler, yaklaşık 280 milyar TL’dir. Bunun anlamı da, her bir Türk vatandaşı, KDV, ÖTV, vs adı altında yaklaşık dört bin TL vergi ödemiştir ama bundan habersiz gibidir. Aslında her Türk vatandaşı da bir BK vatandaşı gibi önemli miktarda vergi ödemiştir ama bundan haberi yoktur. Bu oran 2003 yılında yaklaşık %70 iken AB ortalaması ise %52 olup, neredeyse dolaylı ve dolaysız vergiler eşittir. Kaldı ki bu oran gelişmiş ülkelerde daha da yüksek olup, ABD, Japonya ve İsviçre gibi ülkelerde % 70 civarındadır. Bu durumun, yani dolaysız vergilerin yüksekliğinin, ülke vatandaşları arasında, ekonominin sorumluluğunu yüklenme açısından adaletsiz bir durum olduğunda şüphe yoktur ve nihayetinde Türkiye’de sürekli dolaylı vergilerin oranında artış yaşanmaktadır (Bilici, 2006:204-206; Bilici ve Bilici, 2013:173). Zira bu oran, Cumhuriyet’in başlarında dolaysız vergiler yönünde idi ve zamanla ve sürekli dolaylı vergiler yönünde artışlar göstermeye devam etti (Heper, 1981:53-55). Bu başlık altında, Transparency International UK isimli araştırma kuruluşunun çalışma ve bulgularına da kısaca atıfta bulunmakta fayda var. Özellikle savunma ve güvenlik sektörüne saydamlık getirmeyi ve halka hesap verebilirliği arttırmayı amaçlayan bu çalışmaya göre, dünya savunma ve güvenlik harcamalarının yaklaşık yüzde doksanını yapan 82 ülke, saydamlık ve hesap verebilirlik kriterleri açısından değerlendirmeye tabi tutulmuşlardır (Transparency International, 2013:1). 292 Bu çalışmanın sonuçları, özellikle Türkiye açısından hiç de iç açıcı gözükmemektedir. 82 ülke arasında BK en iyi ilk dokuz ülkeden birisi iken Türkiye ancak dördüncü grup olan, bahsedilen ilkeler açısından yüksek riskli ülkeler grubu olan, Pakistan, Bangladeş, Etiyopya, Çin, Gana, Ürdün gibi ülkeler arasında, sonlarda yer almıştır (2013:12-13). Bu çalışma ve diğer yukarıda anlatılan hususlar da göstermektedir ki, İngiltere-Galler iç güvenlik aktörleri hesap verebilirlik açısından ciddi bir kontrole, gözetime ve denetime tabi olduklarında kuşku yoktur. Bunun içindir ki, dünyada örnek gösterilen bir algısı ve yapısı vardır. Ancak yukarıda izah edildiği gibi, Türkiye’nin, bu kriterleri sağlama açısından kat etmesi gereken uzun bir yolu olduğu ortadadır. Bu değerlendirme ve karşılaştırmaların da gösterdiği gibi, bölümün başında değerlendirilmeye tabi tutulan alt hipotezler olan; “Türkiye’de sivil otoritelerin, güvenlik bürokrasi üzerindeki denetimi etkin ve yeterli değildir” ve “Türk tarihinin yaklaşık son iki yüzyılı, hem Osmanlı Devleti hem de Cumhuriyet döneminde, neredeyse bütünüyle batılaşma ve modernleşme serüveniyle dolu olmasına rağmen, halen daha Batılı anlamda liberal demokratik standartlar yeterince yerleşmemiştir. Bu da ülkede yaşayan insanların, sistemden hoşnutsuz olmalarına yol açmaktadır” görüşleri doğrulanmaktadır. 4.2. GENEL DEĞERLENDİRME VE BİR MODEL ÖNERİSİ 4.2.1. Türkiye İçin Yeni Bir İç Güvenlik Modeli Hatırlanacağı gibi bu tezin ana hipotezi, “İngiltere-Galler’de, iç güvenlik bürokrasisi aktörlerinin devlet yönetimindeki konumu, çağdaş liberal demokrasi ilkeleri açısından Türkiye örneğinden daha gelişmiş bir seviyededir” şeklinde olup, bu doğrultuda altı alt hipotez geliştirilmişti. Bunlar da sırasıyla yukarıda değerlendirildiler. Bu çalışma, baştan beri şu ana kadar, ele alınan ana ve alt hipotezleri doğrulayan birçok sonuca ulaşmıştır. Bunların en önemlileri aşağıdaki gibi özetlenebilir: 293 Hem Türkiye, hem de BK, modern ve çağdaş iki demokrat ülke olarak sistemlerini bir şekilde başarıyla devam ettirmektedirler. Sonuçta aralarında ciddi uygulama ve anlayış farkı olsa da, her iki ülke de dünyada ve bölgelerinde hatırı sayılır bir öneme sahiptirler. Türk iç güvenlik aktörlerinin tarihine bakıldığında, sadece Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlılardan beri, ihtiyaca göre kendini yenileyen ve değiştiren bir karaktere sahip oldukları açıkça görülecektir. Bu durumun, ülkenin modernleşmesine ve demokratikleşmesine paralellik arz ettiğinde de kuşku yoktur. İstenilen seviyede olmadığı değerlendirmesi ve eleştirisi, her sistem için yapıldığı gibi, Türkiye için de yapılmaktadır ve yapılacaktır. Ama tek cümleyle, sistemin kendini yenilediğinde ve geliştirdiğinde de kuşku yoktur. İngiliz veya diğer deyişle BK iç güvenlik aktörleri de, belki de birçok ülkeye örneklik teşkil etmelerinin yanında, dünyanın en iyileri arasında gösterilmektedirler ve gösterilmeye de devam edileceklerdir. Sistemin kendini sürekli yenilediği ve geliştirdiği de adeta ayrı bir üstünlük olarak vurgulanabilir. Bunun en son ve en güzel örnekleri, Polis ve Suç Komisyonerliği, IPCC ve NCA’dır. Özellikle IPCC, uygulamalarıyla diğer bütün ülkelere örneklik teşkil etmektedir. Her iki ülke de, modern demokratik bürokratik kurumlara sahiptir ve bunları geliştirmek için gerekli sistematik alt yapıya sahiptirler. İngiltere-Galler, dünyanın en gelişmiş demokrasilerinden olmakla beraber, Türkiye de neredeyse yüz elli yıldır anayasalarla yönetilen, modern Batı’nın bütün kurumlarına sahip, çağdaş dünyanın çağdaş bir üyesidir. Türkiye’de, bu bürokratik kurumların aşırı merkezi ve ideoljik olarak yapılanmalarına karşılık, BK kurumları daha yerel ve profesyoneldirler. Her iki ülke kolluk birimleri, dünyanın en eskilerinden olup yerleşmiş ve kökleşmiş geleneklere sahiptirler. Zaman zaman ve dönem dönem sıkıntılar yaşasalar da, iç güvenlik aktörleri her iki modelde de, ülkenin en gerekli ve önemli kurumları arasında olma özelliklerini sürekli korumaktadırlar. Ancak Türk iç güvenlik bürokrasinde, çağdaş liberal demokrasilerde görülmeyen bazı uygulamalar ve geleneklerin hala daha devam ettiğini de gözden kaçırmamak gerekir ki, bunların azaldığı tespiti de vurgulanmalıdır. 294 Bütün bu değerlendirmelerin sonucunda, Tez’in ana hipotezi ve altıncı alt hipotezi bağlamında, Türkiye için önerilebilecek bir iç güvenlik kolluk sistemi hakkında da bazı değerlendirmelar yapmak gerekir: BK sisteminden ilhamla, iç güvenlik birimleri sadece iç güvenlik hizmeti sunan birimlere dönüştürülmeli, TSK ile her türlü bağları sonlandırılmalıdır. Bu bağlamda, mevcut birimler olan polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza, muhafaza edilmelidir. Ancak, BK’ta olduğu gibi, bunların yürüttüğü kolluk hizmetleri ile ilgili ilkeler ve kriterler İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenmeli ve bunların sağlanıp sağlanmadığı, yine aynı bakanlık tarafından sıkıca denetlenmelidir. Bu birimler aynen muhafaza edilmelidir. Zira Türkiye gibi, darbe ve müdahale geleneğini yüzyıllardır barındıran bir ülkede, iç güvenliği tek bir birime bırakmamak, idari ve siyasi açıdan da daha isabetli olacaktır. Kaldı ki bu durum, İngiliz sisteminde var olan, iç güvenlik hizmetlerinin yerelliği ve çeşitliliğini, Türkiye’de de karşılayabilecek bir mekanizma olarak değerlendirilmelidir. Bu genel ilkeler çerçevesinde, yani polis, jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafazanın tam anlamıyla profosyonel iç güvenlik birimine dönüştürüldüğü sistemde, bu birimlerin personel kaynakları da birleştirilmeli ve özellikle askeri okullarla bağlantıları sonlandırılmalıdır. Bu birimlerin personelleri, aynı nitelikte hizmetler sunacakları için, aynı nitelikte olmalarını sağlayacak bir eğitim sürecine tabi tutulmalıdır. Mesela, eğer lise seviyesinde bir eğitime tabi tutulacaklarsa, tek bir “İç Güvenlik Koleji”nde eğitilmeleri sağlanmalı, yok herkes genel lise eğitimini alıp, lisans seviyesinde eğitimden sonra, iç güvenlik hizmetlerine katılacak ise, o zaman da, bugünkü Polis Akademisi benzeri bir yapı oluşturularak, bu eğitimin sonunda mezunların, başarı ve taleplerine göre kolluk birimlerini seçmelerine müsaade etmek uygun olabilir. Bir diğer altenatif de, Türkiye’de bugün, gerçek anlamda iç güvenlik birimi olan polis örnek alınarak, diğer birimler olan jandarma, sahil güvenlik ve gümrük muhafazada da aynı sistemin uygulanması olabilir. Yani, polis koleji, polis akademisi gibi jandarma koleji, jandarma akademisi, sahil güvenlik koleji, sahil güvenlik 295 akademisi vs kurulabilir ama, bunun rantabl ve gerçekleşebilir olup olmadığı, ayrıca değerlendirilmelidir. Bütün iç güvenlik birimleri aynı rütbe ünvanlarını kullanmalıdırlar. Bugün olduğu gibi, polisin, jandarmanın, sahil güvenliğin ayrı ayrı ünvanlar kullanması çağdaş devlet anlayışına çok uygun düşmemektedir. Kaldı ki, aynı işi yapan kişilerin, birbirinden alakasız unvanlar, rütbeler kullanmalarının makul bir izahı yoktur. İngiliz polis modelinde olduğu gibi, her polis memurunun mesleğe aynı seviyeden başlaması ayrı bir önem taşır. Türkiye’de, adeta kast sistemi kurallarını andıran uygulamalar, dünyanın geldiği çağdaş liberal demokrasi uygulamaları ile ciddi olarak çelişmektedir. Bu bağlamda, her ne kadar alt rütbedeki memurların, belli şartlar altında üst rütbelere yükselmelerine izin verilse de, bunun da ciddi sorunlara yol açtığı ortadadır. Özellikle, mevcut uygulamanın, en azından ciddi bir uygulama ve tecrübe eksikliğine yol açtığı ortadadır. Mesela, uygulama ve tecrübelerden bilinebileceği gibi, Türkiye’deki amirler, ister kaymakam olsun, ister emniyet müdürü, isterse de jandarma komutanı olsun, resmi yazı yazma tecrübeleri yoktur. Kendi başına bir sanık ifadesi alamazlar. Bu sayılanlar sadece imza atarlar, işleri astlar yaparlar. Bunun sakıncalarından kurtulmak gerekir. Bu sakıncalardan kurtulmanın bir yolu, İngiliz modelinde olduğu gibi, herkesin mesleğe aynı rütbeden başlayarak, başarı ve bilgisini arttırdıkça, sınavlarla yükselmesi olabilir. Yukarıda önerilen bağlamda, bütün iç güvenlik birimlerinin sivilleştiği durumda, artık “er” olarak kimsenin istihdam edilmemesi gerektiğini söylemeye bile ihtiyaç olmasa da, “jandarma”nın kır karakol modelini de gözden geçirmek gerekir. Bugünkü uygulamaya göre, zaten kırsal nüfüs hızla azaldığı için bu karakollar iç güvenlik hizmeti sunma yerine, kendi varlıklarını koruma hizmeti sunmaktadırlar. Bunların yerine, helikopter de dâhil, gerekli araçlarla donatılıp, daha mobilize bir hale getirilmeleri gerekir. Elde yeterli istatistikî veriler olmasa da, bütün ülkede bu jandarma karakollarının çok az adli ve mülki hizmet sunduklarını, uygulama ve tecrübeden tahmin etmek mümkündür. Belki terör olan bölgeler bundan istisna olsa da, şu son bir kaç yılda, terörün durmasıyla, bu karakollarda da sadece askeri hizmetlerin yürütüldüğü söylenebilir. 296 Jandarma ve sahil güvenlik, tam bir kolluk birimi gibi çalışmaya başlayıp, askeri görevlerinden kurtulduğu takdirde, zaten bugün yüzbinlerce gereksiz personelden de kurtulacak ve adli ve idari kolluk hzmetlerine yoğunlaşacaktır ki, bunu da çok daha az sayıda bir personelle yapması mümkündür. Bu yeni modelde, bütün atamalar İçişleri Bakanlığının yetki ve sorumluluğunda olmalıdır. Zira bu modelin ne kadar gerekli ve zorunlu olduğunu, bir de on yılda bir “askeri darbe” geleneği açısından değerlendirmek gerekir. Çünkü Türkiye’de “jandarmasız” darbe yapmak mümkün değildir. Diğer askeri birimler olan kara, hava ve deniz kuvvetleri, kendi ihtiyaçları doğrultusunda, ülkenin az sayıdaki il veya ilçesinde, mülki bölünmeye bağlı kalmadan örgütlenmesine karşın jandarma, her il, ilçe ve birçok kasabada örgütlendiğinden, bir darbe durumunda, güvenilir ortak olarak ona mutlak ihtiyaç duyulacaktır. Ayrıca, ülkenin genel gidişatı hakkında da, askeri bir örgüt olarak güvenilir bilgi kaynağı olarak ondan yararlanılmıştır ve yararlanılacaktır. 28 Şubat sürecinde, özellikle kamu görevlilerinin fişlenmesi görevini jandarmanın üstlendiğini hatırlamak bile, denmek isteneni anlamaya yetecektir. Kısacası, iç güvenlik örgütlerini tam anlamıyla sivilleştirmiş bir Türkiye’de, eskisi gibi rahat askeri müdahalelerin olması da mümkün olmayacağından, bu modelin sivil liberal demokrasiye hizmet edeceğinde kuşku yoktur. 4.2.2. 04 Nisan 2015 Tarihli Türk İç Güvenlik Reformu Işığında Yeni Model Önerisinin Değerlendirilmesi Bu çalışmaya başlanmasının üzerinden iki yıldan fazla bir süre geçti. Bu süre içerisinde Türkiye’de ve dünyada, bu çalışmayı etkileyen bazı değişiklikler ve gelişmeler yaşandı ve yaşanmaya da devam etmektedir. Bu değişimler ve gelişmeler bile, modern örgüt teorisyenlerini doğrular mahiyette olduklarında kuşku yoktur. Zira her örgüt gibi, iç güvenlik örgütleri de çevrelerinde meydana gelen değilikliklerden sürekli etkilenmektedirler. 4 Nisan 2015 tarihli Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren yasa ile getirilen yenilik ve değişiklikleri birkaç başlık altında incelemek gerekir: Kolluk 297 kuvvetlerinin durdurma, arama ve gözaltına alma, gerektiğinde silah kullanma gibi yetkileri yeniden düzenlenmektedir; mülki idare amirlerinin yetki ve sorumlulukları daha belirgin hale getirilmektedir; toplumsal olaylarda kişilerin vücut bütünlüğüne ve kamu malları ile gerçek ve tüzel kişilerin mallarına verilen zararların Devlet tarafından karşılanması halinde, genel hükümlere göre sorumlulara zorunlu olarak rücu edilmesi, rücu istemine ilişkin zamanaşımı sürelerinin bir kat artırılarak uygulanması düzenlemesi getirilmektedir; fiziksel engel ve benzeri sağlık sorunları gibi sebeplerle müşteki, mağdur ve tanık ifadelerinin kolluk tarafından konutlarda veya işyerlerinde alınması mümkün kılınmaktadır; bonzai ve türevi sentetik uyuşturucu maddelere yönelik cezai yaptırımlar daha caydırıcı hale getirilmektedir; araç kiralama işlemleri kayıt altına alınmaktadır; polis amirlerinin rütbe terfilerinde liyakate dayalı bir sistem uygulanması getirilmekte ve ihtiyaçtan fazla sayıdaki birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf emniyet müdürlerine, belli bir miktar ek ödeme yapılmak suretiyle resen emeklilik sistemi getirilmektedir; Emniyet Teşkilatındaki tüm eğitim kurumları Polis Akademisine bağlanmaktadır; Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının İçişleri Bakanlığı ile ilişkileri yeniden düzenlenmektedir ve son olarak da, büyükşehir belediyesi sınırları içinde olmakla birlikte hizmet gerekleri bakımından uygun görülen yerlerin jandarmanın görev alanı olarak tespit edilmesine imkân sağlanmaktadır. Tahmin edileceği gibi bu düzenlemelerin tamamı bu çalışmayı doğrudan ilgilendirmediğinden, daha ziyade çalışmayı doğrudan etkileyen düzenlemelere temas edilmesinin daha doğru olacağı değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, bu yasanın getirdiği en önemli düzenlemeler, malum olduğu üzere, kolluğun en önemli görevi olan önleyici kolluk hizmetlerini kolaylaştırıcı ve toplumsal olayların büyümeden önlenmesine yönelik düzenlemeleri doğrudan etkileyen, koluk kuvvetlerinin durdurma, arama, gözaltına alma ve silah kulanma ile ilgilidir. Bu düzenlemeler kolluğun yetkilerini arttırmaktadırlar. Bu bağlamda, yetkilerin arttırılmasına paralel olarak da bu yetkilerin kullanılmasından doğabilecek sakıncaları giderebilmek amacıyla, mülki amirlerin denetim yetkileri de arttırılmaktadır. 298 Ayrıca bu yetkilerin kullanılmasında, doğrudan kolluk birimi olmayan mülki amirlerin yetki ve sorumlulukları da arttrılmaktadır ki, bu düzenlemeyi de olumlu bir durum olarak değerlendirmek mümkündür. Polis amirlerinin terfi sisteminde kıdem yerine liyakatin esas alınacağına dair bir düzenleme yapılması da mesleğe kalite katabilecek bir düzenleme olarak değerlendirilmelidir. Polis Koleji ve Polis Akademisinin kapatılması ile emniyet mensuplarının eğitimi konusu da yeniden düzenlenmektedir. Bu konuda getirilen düzenlemeyi değerlendirebilmek için uygulamayı görmek gerekir. Ancak çok güçlü bir polis alt kültürü oluşturan yatılı kolej ve akademi geleneğinin, toplumdan kopuk bir kurum geleneği oluşturduğunu söylemek mümkündür. Yeni düzenleme ile birlikte, toplumun aleyhine kullanılabilecek bu polislik alt kültürünün zayıflaması ve toplumdan kopuk olmayan, aksine toplumla daha iç içe yaşayabilen bir geleneğin gelişmesi sağlanabilir. Çok basit bir örnekle, kolejde ve akademide, neredeyse yirmidört saat birlikte yaşayan rütbeliler arasında çok ciddi gönül bağları oluşmaktadır. Bu da, arkadaşlık ve devredaşlık gibi kavramların etkisiyle, bir suç veya hata işlenmesi durumunda, arkadaşını korumayı ön plana çıkarabilmektedir. Çağdaş Batı Demokrasilerinde artık pek görülmeyen yatılı okul uygulamalarının, bu ve benzeri sakıncalarından kurtulmak için olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Tabii unutmamak gerekir ki, bu tür yatılı okul geleneğinin getirdiği birçok faydalı geleneğin de yok olma tehlikesi her zaman mevcuttur. Bu yasanın, iç güvenlik aktörleri ile ilgili getirdiği en önemli düzenlemeler, JGK ve SGK’nın, valiler ve İçişleri Bakanlığıyla ilişileri konusundadır. Burada amacın, sivil otoritenin, bu birimler üzerinde kontrolünü arttırmak olduğunda kuşku yoktur. Bu bağlamda, JGK bünyesinde, müşterek kararname ile atananlar hariç, daire başkanları, il ve ilçe jandarma komutanlarının atanması yetkisi tamamen İçişleri Bakanına verilmektedir. SGK bünyesinde de birçok atamada da artık Bakan tam yetkili olacaktır. 299 İçişleri Bakanı veya duruma göre vali, bu birimlerin personelini, haklarında bir soruşturma açılması durumunda, geçici olarak görevden uzaklaşatırma yetkisine sahip olmuştur. Ancak vali, il jandarma komutanını görevden uzaklaştıramayacaktır. Bakan ve valiler, JGK ve SGK’yı, askeri görevleri hariç, denetleyebileceklerdir. Valiler, emirleri altındaki JGK ve SGK personelini değerlendirme hakkına sahip olmakdadırlar. İl ve İlçe jandarma komutanları, izinlerini mülki amirlerinden alacaklardır. Valiler, emirleri altındaki JGK ve SGK personelinin disiplin amiri konumuna gelmişlerdir. JGK ve SGK personelinin kıyafeti konusunda, Genelkurmay Başkalığı ve Savunma Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığı nihai olarak yetkili kurum haline gelmektedir. İçişleri Bakanı ve mülki amirlerin, JGK ve SGK personeli üzerindeki yetkileri ile ilgili düzenlemeleri, sivil denetim, hesapverebilirlik ve saydamlık anlamında olumlu değerlendirmek gerekir. Ancak özellikle kaymakamlara, jandarma ve sahil güvenlik üzerinde denetim yetkisinin açıkça verilmemesi ve sadece ilçe jandarma komutanına izin veren kişi konumuna getirilmesi, yasaya göre ilçenin asayiş ve düzeninden sorumlu olan kaymakamın, bu hizmetleri layıkıyla yürütmesini zorlaştıracağı da ortadadır. Kaldı ki bu düzenleme, ilçenin mülki amiri olan kaymakamın, asayiş hizmetini yürüten bütün birimlerle ilişkilerini aynı seviyeye getirmekten çok uzaktır. Bu da, önerilen model açısından ciddi bir uyumsuzluk olarak değerlendirilebilir. Dahası, bu çalışmanın önerdiği modelde, Türkiye’de var olan jandarma, polis, sahil güvenlik ve gümrük muhafaza gibi genel kolluk birimlerinin muhafaza edilmesi gerekli görülmekle birlikte, aynı eğitimden geçirilmeleri, aynı unvanlara ve özlük haklara sahip olmaları da öngörülmektedir. Yeni yasa bunları sağlama konusunda hiçbir adım atmamaktadır. Hiçbir adım atmadığı gibi, önerilen modelin aksine, jandarma ve sahil güveniğin, askeri niteliğini sonlandırmak yerine pekiştirmiştir. Zira TBMM’ye gönderilen Bakanlar Kurulu tasarısının gerekçesinde, “JGK ve SGK’nın, Genelkurmayla bağlantısının kaldırılması veya ilişkilerinin yeniden tanzimi yönünde herhangi bir düzenleme yapılmadığına” dair güvence verilmektir. Bu da, 300 Türkiye’deki iç güvenlik aktörlerinin en önemli sorunlarından olan ve görevlerini hakkıyla yapmalarının önündeki en önemli engellerden birisi olan “askeri olma” niteliklerini değiştirmemektedir. Özetle, yeni yasal düzenleme, kolluk kuvvetlerinin önleyici güvenlik hizmetlerini daha etkin ve verimli yapmalarını sağlayacak düzenlemeler getirmektedir. Tam anlamıyla sivil bir denetimin yolunu açmasa da, İçişleri Bakanı ve mülki amirlerin yetkileri arttırılarak sivil otoritenin denetimi ve kontrolü kolaylaştırılmaktadır. Ancak iç güvenlik hizmetlerinin, çağdaş liberal demokrasilerdeki seviyede sivilleşmesini sağayacak içerikten de uzak olduğu değerlendirmesini yapmak da mümkündür. Tek cümleyle bu düzenlemeler, çalışmanın önerdiği model ışığında, tamamı olumlu ancak yetersiz düzenlemelerdir. 301 SONUÇ Bu çalışmada, buraya kadar, tezde karşılaşılacak temel kavramlar açıklandı ve teze temel teşkil edecek örgüt teorileri izah edildi. Türk bürokrasi tarihi ile devlet sisteminin genel özelliklerine temas edilerek, iç güvenliği sağlama bakımından doğrudan veya dolaylı görev ve yetkisi olan kurumlar ele alınarak anlatıldı. Ayrıca İngiltere-Galler ile onların da dâhil olduğu İngiliz sistemi ele alınarak, bu ülkede iç güvenlik hizmeti sunan birimler ayrıntılı olarak anlatılarak, her iki ülkenin iç güvenlik sistemleri birçok açıdan karşılaştırıldı. Bu çalışmanın sonucunda çok belirgin bir şekilde görüldü ki, iki ülkenin modernleşme süreçleri çok farklı gelişmiştir. Türkiye’nin militarist ve tepeden inmeci bir modernleşme süreci yasaması, tabii ki bütün kurumlarını bu yönde etkilemiştir. Bu süreç bütün kurumları olduğu gibi iç güvenlik kurumlarını da etkilemiş ve belirlemiştir. Öyle ki, AB’ye tam üyelik sürecinin bir adım ötesinde olunmasına rağmen, ülkenin iç güvenliğini sağlayan genel kolluk birimlerinden olan jandarma ve sahil güvenlik, hala askeri nitelikte örgütlerdir. Polisin de, son on-yirmi yıl hariç, kendisini atayan siyasi iktidardan çok, her on yılda bir darbe yapması doğal karşılanan askere daha fazla bağlılık hissettiği değerlendirmesi yapılabilir. Dahası, ülkenin iç ve dış istihbaratından sorumlu olan MİT de, daha 10-15 yıl öncesine kadar başında bir generalin olduğu, personelinin askeri niteliğinin ağır bastığı kamusal bir örgüttü. İç ve dış güvenlikle ilgili her konunun görüşüldüğü MGK da, neredeyse tam bir askeri örgüt görünümünü son zamanlara kadar muhafaza etmiş ve adeta ülkenin askeri bürokrat-politikacı birlikte yönetildiği bir platform özelliği göstermiş, ancak son üç genel sekreter sivil bürokratlar arasından atanmıştır. Belki de en ilginç olan, ülkenin coğrafi olarak yüzde doksanının iç güvenlik hizmetini üstlenen Jandarma’nın Genel Komutanı, hala, hayatında belki de bir gün bile iç güvenlik hizmeti yürütmemiş, karacı orgeneraller arasından atanması uygulamasına devam edilmesidir. 302 Cumhuriyet dönemi açısından bütüncül bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, ilk yıllarda, tek parti yönetimi hâkim olduğu için, siyaset ile bürokrasinin uyum içinde çalıştığı görülür. Çok partili döneme geçtikten sonra ise siyasetle bürokrasi arasında ve zaman zaman da bürokratik gruplar arasında çeşitli güç mücadelelerinin yaşandığı görülmektedir. Bu süreçte mücadelelerin zaman zaman vesayetçi anlayış lehine dönerken zaman zaman da sivil-demokratik siyaset lehine döndüğü görülmektedir. Artık günümüzde siyaset, etkinliğini bir taraftan artırırken, diğer taraftan da bürokrasi kademeleri içerisinde etkin bir konuma sahip olan üst kurullar ortaya çıkmıştır. Bu üst kurullar özerklikleri, düzenleme ve denetleme yetkileri nedeniyle sistem içerisinde güçlü bir konuma sahip olmuşlardır. Türkiye'nin iç güvenlik bürokrasisi bu bağlamda değerlendirildiğinde, diğer bürokratik kademelere tam paralel bir gelişim çizgisi izlemediği görülecektir. Zira ülkede, geleneksel iç güvenlik aktörleri olan, mülki idare amirliği ve savcılık makamı, Polis Teşkilatı, Jandarma ve Sahil Güvenlik kurumları ve bunların yanında Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Milli Güvenlik Kurulu, bazı değişikliklere tabi tutulmakla beraber, büyük oranda geleneksel konumlarını muhafaza etmeye devam etmektedirler. Bu birimlere son yıllarda, bürokraside meydana gelen gelişmelere paralel olarak MASAK ve TİB’in, üst kurul mahiyetinde eklendiği belirtilmelidir. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı da, özellikle terörle mücadelede koordinasyon hizmeti sunmak üzere, iç güvenlik aktörleri arasında yerini almıştır. Ayrıca, bütün bürokratik kurumları ilgilendiren Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu da son birkaç yılda faaliyetlerine başlamıştır. Ancak bu sayılan birimlerin, TİB dışında, Türk iç güvenlik yönetiminde belirleyici ve yönlendirici mahiyette olduklarını söylemek henüz mümkün gözükmemektedir. Türkiye’de, iç güvenlik alanındaki bürokratik yapılanmanın çok fazla aktörlü olması ve bunların da bir kısmının askeri özellikleri bünyelerinde barındırmaları, güvenlik hizmetlerinin yürütülmesinde ciddi koordinasyon eksikliğine ve farklılaşmalara sebebiyet verdiği değerlendirmesi yapılabilir. 303 Dahası, örgüt teorilerinin gelişim çizgisinde yaşanan şeffaflaşma, hesap verebilirlik ve üretilen hizmetlerde tasarruf, etkinlik ve verimlilik anlayışının varlığı ve etkisi, Türk iç güvenlik bürokrasisinde henüz tam olarak görülmemektedir. Diğer bir ifadeyle, Türk iç güvenlik aktörlerinin, post-modern gelişmelerden ve örgütler üzerindeki etkilerinden yeterince nasiplenmedikleri görülmektedir. Ancak bu çalışmada da sık sık vurgulandığı gibi, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmak için birçok düzenlemenin de yapıldığı görülmektedir. İster kamusal, ister özel olsun, bütün örgütlerin daha etkin ve insan odaklı hizmet sunabilmek amacıyla, daha esnek ve şeffaf yapılara dönüştüğü günümüz örgüt yapılanmaları göz önünde bulundurulunca, iç güvenlik bürokrasisinin de zamanla bu yapıya dönüşmesi gerektiği ortadadır. Zaten hem Türkiye’de hem de İngiltere-Galler’de, bağımsız bir kolluk şikâyet mekanizması kurulması, ombudsmanlık kurumu, insan hakları kurumları, hep bu çabanın göstergeleri olarak ortadadır. Burada en önemli direncin, devlet sırrı ve gizlilik gibi değişik gerekçelerle askeri bürokratik kademelerden geldiği ve bunların da halen iç güvenlik bürokrasisinde, askeri yapılarıyla hizmet sunmaya devam ettiklerinden, iç güvenlik hizmetlerinin sivilleşmesinde ve normalleşmesinde bir direnç oluşturduğu ortadadır. Ancak özellikle AB tam üyelik sürecinde, bu kurumların demokratikleşmeleri ve modernleşmeleri için gerekli adımlar da atılmıştır ve atılmaya da devam etmektedir. Bu bir süreçtir ve olumlu sonuçlar vereceğini ummak gerekir. Türk kolluk kuvvetleri de geçmişlerine göre çok daha demokrat ve sivil bir anlayışla idare edilmekte ve bu doğrultuda hızla ilerlemektedirler. Bu sürecin hızını belirlemek sadece kolluk kuvvetlerinin elinde olmayıp, halkın ve ülkenin bütün kurumlarının göstereceği performansa da bağlı olduğu açıktır. BK veya daha sık kullanılan İngiltere ise dünyanın en eski parlamenter sistemi olarak, birçok ülkeden farklı bir modernleşme süreci yaşamıştır. Bu süreç daha evrimsel ve sivil bir yapıda gerçekleştiğinden, ülkedeki bütün kurumlar da buna göre oluşmuştur. Askeri kurumlar bile çok sivil bir yapıda olup, askerlik profosyonel bir iştir. Yani askerlik de herhangi sıradan bir meslek gibi ifa edilir. Diğer bir ifadeyle, vatan, millet, din ve diğer ulvi duygular ve amaçlar uğruna değil, tamamen bir geçim vesilesi olarak, bir meslek olarak görülür. 304 Hangi ad altında ve hangi birime bağlı olarak çalışırsa çalışsın İngiliz polisi, belki de dünyanın en sivil ve en özerk polisidir. Silah taşımaması, birçok hesap verme mekanizmasına tabi tutulması, dolayısıyla farklı ülkelerdeki mevkidaşlarına göre oldukça saydam bir yapıya sahip olması ve özgürlükçü bir kamuoyuna hizmet etmesi, ona bu özellikleri kazandırmıştır. Bu bağlamda, özellikle İngiliz polisinin tabi olduğu hesap verebilirlik mekanizmalarını hatırlamak gerekir: Her polis birimini denetleyen bir kurul var; Britania Transport Police Authority gibi; her il emniyet müdürlüğünün iş ve işlemlerini denetleyen ve o ilin adıyla anılan, doğrudan seçimle göreve gelen Polis ve Suç Komisyonerliği (The Police and Crime Commissioner) ile hem polise karşı şikayetleri inceleyen ve hataları en aza indirmeye çalışan, ve polisten bağımsız çalışan IPCC çok önemlidir. Her ne kadar İngiliz kolluk birimlerini doğrudan kontrol eden ve yönlendiren merkezi bir birim yoksa da, İçişleri Bakanlığı, prensipler ve ilkeler ihdas ederek ve bazı atamalardaki yetkilerini kullanarak bu işlevi yerine getirmektedir. Burada, özgürlüğüne düşkün ve bu mücadeleyi yüzyıllardır, nesiller boyu sürdüren özgürlükçü kamuoyunun varlığını da unutmamak gerekir. Zira İngiliz kurumları varlıklarını, Magna Carta’dan başlayarak, yüzyıllara dayanan büyük mücadelelere borçludurlar. Türkiye ve benzeri bazı ülkelerde olduğu gibi, dar bir kadronun dayatmaları sonucunda çıkarılmış anayasalar veya diğer mevzuatlarla bir günde kurulmuş birimler değildirler. Bu sebeplerle de halk bu birimlerin önemine ve gerekliliğine inandığı müddetçe, hiçbir hükümet onlara esastan dokunmayı ve değiştirmeyi düşünmemiştir. Ayrıca, bu özgürlüğüne düşkün halk sayesinde, iç güvenlik kurumlarının insan haklarına saygılı ve adil bir şekilde çalışması için gerekli mekanizmaları da ciddi bir şekilde önemsemişlerdir. Silah taşımamaları, iç güvenlik hizmetinin yerelleştirilmesi, her türlü sivil denetim yollarının açık tutulması gibi örnekler bu bağlamda hatırlanabilir. İngiliz polisi; teamülleri, uygulamaları, kılık kıyafeti ve kullandığı rütbe unvanlarıyla, yaklaşık olarak ülkenin bütününde aynı özellikleri göstermesine karşılık, Türk kolluk birimleri birbirlerinden çok farklı teamüllere, gelenek ve göreneklere, kıyafetlere, unvanlara ve ekonomik ve sosyal imkânlara sahiptirler. 305 Zira İngiliz iç güvenlik birimleri merkezi bir çatı örgüte bağlı değilseler de, bunların uyacakları kurallar, genel prensipler, kullanacakları unvanlar bile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlendiğinden, uygulamada büyük farklılıklarla ve bunun doğuracağı sakıncalarla karşılaşılmamaktadır. Hâlbuki Türkiye iç güvenlik aktörleri aynı işi yapmalarına rağmen kullandıkları unvanlardan, giydikleri üniformaya kadar büyük farklılıklar gösterebilmektedirler. Bu da adeta, farklı ülkelerin farklı birimleriymiş görüntüsü vermektedir. İngiliz polisine Türkiye’den bakınca, daha merkezi olmasının gerektiği ve bu anlamda Türk kolluk kuvvetleri gibi örgütlenmesi tavsiye ve tercih edilebilir. Bir diğer ifadeyle, Türkiye’deki merkezi yapının da birçok faydası vardır ve İngiliz polisi de bu merkezi yapının olumlu taraflarını transfer edebilir. Buna karşın, Türkiye’deki kolluk sisteminin başarısını arttırmak ve daha demokrat olmasını sağlamak amacıyla, özellikle Bağımsız Polis Şikâyetleri Komisyonu benzeri bir yapının kurulması süreci tamamlanmalıdır. Dahası, Türk kolluk kuvvetlerinin daha hesap verebilir olmasının mekanizmaları yeterli olmadığı görüldüğünden, gerekli olanlar kurulup işletilmelidir. Bununla beraber, bu mekanizmaya katkıda bulunacak ve son birkaç yılda kurulan Türkiye Kamu Denetçiliği, Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı uygulamalarını de beklemek gerekir. Bu çalışmanın ortaya koyduğu önemli bir bulgu da, Türk Anayasasında, kanunlarında ve diğer mer’i mevzuatta, askeri bürokrasiyi güçlü kılan, demokratik devlet düzeninde olmaması gereken düzenlemeler bulunduğu gerçeğidir. Bunların ortadan kaldırılması için 10-15 yılda ciddi çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Bu bağlamda, Türk anayasası başta olmak üzere, birçok mevzuat AB normlarına ve çağdaş normlara uydurulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalara tam sonuç alınıncaya ve çağdaş liberal demokrat ülkeler seviyesine ulaşıncaya kadar devam edilmelidir. Bu çalışmanın gösterdiği bir başka önemli bulgu da, Türkiye’de, sivil otoritelerin, güvenlik bürokrasi üzerindeki denetiminin etkin ve yeterli olmadığıdır. Bu bağlamda, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun 306 kurulması ve Anayasa Mahkemesine kişisel başvuru hakkının tanıması gibi yapılan ciddi yasal düzenlemeler olmakla beraber, bunlar daha birkaç yıllık gelişmelerdir. Bu konuda daha bilinçli bir kamuoyu oluşması ve hesap veren ve saydam bir iç güvenlik bürokrasisi elde etmek için, vergi mevzuatı da dâhil, her türlü araç harekete geçirilmeli, hesap sorma mekanizmaları, dar bürokratik yapılardan ziyade, geniş halk kitlelerinin emrine verilmelidir. 307 KAYNAKÇA Akay, Hale, (2009), Türkiye’de Güvenlik Sektörü: Sorular, Sorunlar, Çözümler, İstanbul: TESEV Yayınları. Akay, Hale, (2011), “Türkiye’de Asker-Sivil İlişkileri: 2000-2011 Dönemine İlişkin Bir Değerlendirme”, http://www.hyd.org.tr/staticfiles/files/asker_sivil__hale_akay.pdf (E.T: 06.08.2014). Akbaba, Burcu, (2006), Ulus Devlet Anlayışı Bağlamında Türkiye’de Ordu Siyaset İlişkisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Akgüner, Tayfun, (1983), 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3162, Siyasal Bilimler Fakültesi Yayın No:12, İstanbul: Gür-Ay Matbaası. Aksan, Virginia H., (2004). Ottomans And Europeans: Contacts and Conflicts, İstanbul: The Isis Press. Akşin, Sina, (2007), Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Akın, Fetullah, (1995), “Yeni Bir Değişim Stratejisi Olarak Özelleştirme”, Vedat Bilgin, Erdinç Yazıcı, Fetullah Akın, Aydın Başbuğ ve Ahmet Nuri Yurdusev (Ed.), İkibine Beş Kala Türkiye ve Dünya, Ankara: Türk Metal Sendikası Yayınları. Akyeşilmen, Nezir, (2009), “Yasama: Türkiye Büyük Millet Meclisi”, Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel (Ed.), Almanak Türkiye 2006-2008, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.13-22. Alderson, John, (1979), Policing Freedom A Commentary on the Dilemmas of Policing in Western Democracy, Exeter: Macdonald and Evans. 308 Alpkaya, Faruk, (1998), Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurulması (1923-24), İstanbul: İletişim Yayınları. Arslan, Zühtü, (2006a), “11 Eylül Sonrasında Yeni Güvenlik Anlayışı, İnsan Hakları ve Demokratik Kolluk”, Polis Bilimleri Dergisi, 8(2), ss.121-136. Arslan, Zühtü, (2006b), “Hükümet”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.2231. Arslan, Zühtü ve Eryılmaz, Bedri, (2006), “Mülki İdare Amirleri ve Kolluk İlişkisi ve Temel Hakların Korunması”, Son Rapor, Yayınlanmamış rapor. Association of Chief Police Officers (ACPO), (2014), http://www.npcc.police.uk/NPCCBusinessAreas/Default.aspx (E.T: 20.03.2014). Ateş, Hamza, (2003), “Postbürokratik Kamu Yönetimi”, Asım Balcı, Ahmet Nohutçu, Namık Kemal Öztürk ve Bayram Coşkun (Ed.), Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar-Sorunlar, Tartışmalar, Çözüm Önerileri, Modeller, Dünya ve Türkiye Yansımaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss. 57-60. Aydın, Ahmet Hamdi, (2002), “Özel Güvenlik Teşkilatı: Kuruluşu, Görevleri, Yetkileri”, Polis Bilimleri Dergisi, 4(1-2), ss.123-136. Aydın, Ahmet Hamdi, (2013), Türk Kamu Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Aykaç, Burhan, (1997), Kamu Bürokrasisi ve Türk Kamu Personel Yönetiminde Bürokratik Eğilimler, Ankara: YÖK Matbaası. Baldwin, Robert ve Kinsey, Richard, (1982), Police Powers and Politics, London: Quartet Boks Limited. Başbuğ, Aydın, (1997), “Ya Milli Güvenlik Kurulu Ya Demokratik Cumhuriyet”, Yeni Türkiye, 18, ss. 1288-1292. 309 Bayley, David H., (1985), Patterns of Policing: A Comparative International Analysis, New Brunswick: Rutgers University Pres. BBC NEWS, (1990), “Rioting inmates take over Strangeways”, 01 Nisan 1990, http://news.bbc.co.uk/onthisday/hi/dates/stories/april/1/newsid_4215000/421 5173.stm (E.T: 20.05.2014). BBC NEWS (2004) “So what exactly is multiculturalism?”, 05 Nisan 2004, http://news.bbc.co.uk/2/hi/uk_news/3600791.stm (E.T: 11.07.2014). BBC NEWS, (2005), “Man Shot Dead by Police on Tube”, 22 Temmuz 2005, http://news.bbc.co.uk/1/hi/uk/4706787.stm (E.T: 07.07.2014). Belge, Murat, (2011), Militarist Modernleşme, Almanya, Japonya, Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları. Bent, A. Edward, (1974), The Politics of Law Enforcement, Toronto: D.C Heath and Company. Beren, Fatih, (2010), İç Güvenlik İstihbaratında Saydamlık- Etkililik İlişkisi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü. Berksoy, Biriz (2013), “Türkiye’de Ordu, Polis ve İstihbarat Teşkilatları: Yakın Dönem Gelişmeler ve Reform İhtiyaçları”, İstanbul: TESEV Yayınları. http://www.tesev.org.tr/assets/publications/file/12653TR_GuvenlikSektorOze ti15_04_13onay.pdf (E.T: 13.03.2014). Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, (2014), http://www.btk.gov.tr/tr- TR/Birimler-Gorevleri (E.T: 04 Nisan 2014). Bilgiç, Veysel K., (2003), “Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı”, Asım Balcı, Ahmet Nohutçu, Namık Kemal Öztürk ve Bayram Coşkun (Ed.), Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar-Sorunlar, Tartışmalar, Çözüm Önerileri, Modeller, Dünya ve Türkiye Yansımaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss. 25-38. 310 Bilgiç, Veysel K., (2005), Yönetim ve Güvenlik: Güncel Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Bilgin, Vedat, (1997), “Türkiye'de Anti Demokratik Geleneğin Gücü Nereden Geliyor?”, Yeni Türkiye, 17, ss. 25-43. Bilici, Nurettin, (2000), “Dolaylı-Dolaysız Vergiler Dengesi (Veya Dengesizliği)”, Falay, Nihat, Şahin, Mehmet ve Kesik, Ahmet, (Ed.), Kamu Maliyesine Yeni Bakış (Teori ve Uygulama), Ankara: Seçkin Yayıncılık. ss.195-209. Bilici, Nurettin ve Bilici, Adem, (2013), Kamu Maliyesi, 2. Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Born, Hans, (2003), Güvenlik Sektörünün Parlamenter Gözetimi: İlkeler, Mekanizmalar ve Uygulamalar, Esra Ortakan Kaliber ve Alper Kaliber (çev.), İstanbul: TESEV Yayınları. Boylan-Kemp, Jo, (2011), English Legal System-The Fudamentals, Second Edition, London: Sweet&Maxwell Limited. British Transport Police, (BTP), (2014), http://www.btp.police.uk/about_us/our_vision,_mission_and_values.aspx (E.T: 21.01.2014). Buğra, Tarık, (1982), Osmancık, Cihan Devletini Kuran İrade, Şuur ve Karakter, İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş. Bunyan, Tony, (1976), The History and Pracrice of The Political Police in Britain, London: Julian Friedmann Publishers Ltd. Burns, T. and Stalker, G. M., (1961), The Management of Innovation, London: Tavistok. Cerrah, İbrahim ve Semiz, Emin, (Haz.), (1998), 21. Yüzyılda Polis, Temel SorunlarÇağdaş Yaklaşımlar, Ankara: EGM Asayiş Daire Başkanlığı. 311 Cerrah, İbrahim, (2006), “Polis”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss. 82-95. Cerrah, İbrahim, (2011), Demokratik Toplumlarda İçgüvenlik, Ankara: Polis Akademisi Yayınları. Choongh, Satnam, (1997), Policing As Social Discipline, Oxford: Oxford University Press. Cıvaoğlu, Güneri, (2012), “PKK’lı ve Türk Milliyetçisi Oğlu”, Milliyet, 14 Ekim 2012, http://www.milliyet.com.tr/pkk-li-ve-turk-milliyetcisi- oglu/siyaset/siyasetyazardetay/14.10.2012/1611339/default.htm (E.T: 20.04.2014). Crawshaw, Ralph; Devlin, Barry ve Williamson, Tom, (1998), Human Rights and Policing, Standards for Good Behaviour and a Strategy for Change, London: Kluwer Law International. Critchley, T. A., (1967), A History of Police in England and Wales, London: The Garden City Pres Ltd. Çam, Esat, (1993), Devlet Sistemleri, İstanbul: Der Yayınları. Çadırcı, Musa, (2007), Tanzimat Sürecinde Türkiye: Ülke Yönetimi, Ankara: İmge Kitabevi. Çankal, Bilal, (2010), İçgüvenlik Amaçlı İstihbarat Faaliyetlerinin Kurumsal ve Toplumsal Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü. Çelik, Seydi, (2008), Osmanlı’dan Günümüze Devlet ve Asker, Askeri Bürokrasinin Anayasal Sistem İçerisindeki Yeri, İstanbul: Salyangoz Yayınları. Çevik, Hasan Hüseyin, (2007a), Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Ankara: Seçkin Yayıncılık. 312 Çevik, Hasan Hüseyin, (2007b), “Örgüt Teorilerinde Değişim Çizgisi”, Bilal Eryılmaz; Musa Eken ve Mustafa Lütfi Şen (Ed.), Kamu Yönetimi Yazıları Teoride Değişim, Yeniden Yapılanma, Sorunlar ve Tartışmalar, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 145-170. Çevik, Hasan Hüseyin (d.), (2008), Karşılaştırmalı Polis Yönetimi, Ankara: EGM Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı. Çevik, Hasan Hüseyin, (2010), Kamu Yönetimi, Kavramlar-Sorunlar-Tartışmalar, 1. Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Çevik, Hasan Hüseyin, (2012), Kamu Yönetimi, Kavramlar-Sorunlar-Tartışmalar, 2. Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Çevik, Hasan Hüseyin; Göksu, Turgut; Filiz, Orhan ve Gül, Serdar Kenan, (2010), Güvenlik Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Çevik, Hasan Hüseyin ve Demirci, Süleyman, (2008), Kamu Politikası Kavramlar, Aktörler, Süreç, Modeller, Analiz, Karar Verme, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Çevik, Hasan Hüseyin ve Göksu, Turgut, (2007), Güvenlik Personeli İçin Polis-Halk İlişkileri, Güvenlikte İletişim, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Çevikbaş, Rafet, “Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı ve Türkiye Uygulamaları”, Ekonomi ve Yönetim Araştırmaları Dergisi, c.1, s.2, Aralık 2012. https://www.google.com.tr/#q=%C3%87evikba%C5%9F%2C+Rafet%2C+% E2%80%9CYeni+Kamu+Y%C3%B6netimi+Anlay%C4%B1%C5%9F%C4 %B1+ve+T%C3%BCrkiye+Uygulamalar%C4%B1%E2%80%9D%2C+Ekon omi+ve+Y%C3%B6netim+Ara%C5%9Ft%C4%B1rmalar%C4%B1+Dergisi +1(2)%2C+Aral%C4%B1k+2012.+ (E.T:03.04.2015). Çınar, Bekir, (1997), Devlet Güvenliği, İstihbarat ve Terör, Ankara: Sam Yayın. 313 Çufalı, Mustafa, (2002), “Türk Polis Tarihi”, Hasan Hüseyin Çevik ve Turgut Göksu (Ed.), Türkiye’de Devlet, Toplum ve Polis, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss.1929. Davenport, Justin ve Hughes, Tammy, (2014), “I’ll Leave Embassy Soon, Says Assange”, London Evening Standard, 18 Ağustos 2014, s.1. Davies, Malcolm; Croall, Hazel ve Tyrer, Jane, (2010), Criminal Justice, Fourth Edition, Essex: Pearson Education Limited. Davies, Norman, (1998), Europe, A History, A Panorama Of Europe, East and West, From The Ice Age To The Cold War, From The Urals To Gibraltar, New York: Harper Perental. Davutoğlu, Ahmet, (2010), Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 47. Basım, İstanbul: Küre Yayınları. Deacon, Russell, (2012), Devolution İn The United Kingdom, Second Edition, Edinburgh: Edinburgh University Press. Durgun, Şenol, (2003), “Türkiye'de Bürokratik Siyaset”, Burhan Aykaç, Şenol Durgun ve Hüseyin Yayman (Ed.), Türkiye'de Kamu Yönetimi, Ankara: Yargı Yayınevi, ss. 203-223. Efendi, Mehmet, (1995), Sayıştay’ın Verimlilik Etkinlik ve Tutumluluk (VET) Denetimi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü. Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), (2014), ttp://www.egm.gov.tr/Documents/emniyet_genel_mudurlugu_Stratejik_Plani. pdf, (E.T: 23.03.2014). Emre, Cahit, (1997), Karşılaştırmalı Kamu Yönetimine Giriş, Ankara: Siyasal Kitabevi. 314 Emsley, Clive, (1991), The English Police A Political And Social History, London: Addison Wesley Longman Limited. Engin, Tuncay, (2008), Mülki İdare Amirlerinin Kolluk Birimleri ile Olan İlişkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü. England and Wales and Northern Ireland Serious Fraud Office (SFO), (2014), http://www.sfo.gov.uk/about-us/who-we-are.aspx (E.T: 31.12.2013). England and Wales Assosiation Police and Crime Commissioners (APCC) (2014), http://apccs.police.uk/role-of-the-pcc/ (E.T: 22.11.2013). Erdal, Meryem, (2009), “Yürütme”, Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel (Ed.), Almanak Türkiye 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.23-33. Erdoğan, Mustafa, (2008), Türkiye'de Anayasalar ve Siyaset, Ankara: Liberte Yayınları. Eren, Erol, (2009), Yönetim ve Organizasyon (Çağdaş ve Küresel Yaklaşımlar), İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Ergut, Ferdan, (2004), Modern Devlet ve Polis: Osmanlı’dan Cumhuriyete Toplumsal Denetimin Diyalektiği, İstanbul: İletişim Yayınları. Eroğlu, Haldun, (2007), Osmanlılar Yönetim ve Strateji, İstanbul: Bilimevi Basın Yayın. Eroğul, Cem, (1996), Çağdaş Devlet Düzenleri, (İngiltere, Amerika, Fransa), Ankara: İmaj Yayıncılık. Eryılmaz, Bedri, (2009), İnsan Hakları Prensipleri Işığında Kolluk Uygulamalarının Denetimi, Ankara: İçişleri Bakanlığı Yayını. Eryılmaz, Bilal, (1991), Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme, Ankara: İşaret Yayınları. 315 Eryılmaz, Bilal, (2004), Bürokrasi ve Siyaset, İstanbul: Alfa Yayınları. Eryılmaz, Bilal, (2008), Bürokrasi ve Siyaset-Bürokratik Devletten Etkin Yönetime, İstanbul: Alfa Basın Yayım Dağıtım Ltd. Şti. Eryılmaz, Bilal, (2009), Kamu Yönetimi, Ankara: Okutman Yayıncılık. Eryılmaz, Bilal, (2010), Kamu Yönetimi, Düşünceler, Yapılar, Fonksiyonlar, Ankara: Okutman Yayıncılık. Exeter Council, (2014), http://www.exeter.gov.uk/index.aspx?articleid=8919, (E.T: 14.04.2014). Farrell, David M., (2011), Electoral Systems, A Comparative Introduction, London: Palgrave Macmillan Publishers Limited. Financial Times, (2014), Whitehall Farce On Digital Display, 20 Ağustos 2014, s.8. Fişek, Kurthan, (2012), Yönetim, 4. Baskı, Ankara: Kilit Yayınları. Fındıklı, Remzi, (1997), “Kamu Yönetiminin Kolluk Gücü Olarak Polis ve Polis Yönetiminde Çağdaş Gelişmeler”, 21. Yüzyılda Nasıl Bir Kamu Yönetimi Sempozyumu, Ankara: TODAİE. Fındıklı, Remzi, (1993), İngiliz Polis Teşkilatı, Ankara: Akit Yayıncılık. Garnett, Mark ve Lynch, Phlip, (2012) Exploring British Politics, Third Edition, Essex: Pearson Education Limited. Genç, Nurullah, (2004), Yönetim ve Organizasyon, Çağdaş Sistemler ve Yaklaşımlar, 2.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Göksu, Turgut; Çevik, Hasan Hüseyin; Filiz, Orhan ve Gül, Serdar Kenan, (2011), Güvenlik Yönetimi, Ankara: Seçkin Yayınları. Görmez, Kemal, (1993), Yerel Demokrasi ve Türk Belediyeciliği, Ankara: Hizmet-İş Sendikası Yayınları. 316 Görmez, Kemal, (1997), Yerel Demokrasi ve Türkiye, Ankara: Vadi Yayınları. Göyünç, Nejat, (1999), “Osmanlı ve Devleti -Kuruluşunun 700. Yılı Münasebetiyle”, Türkiye Günlüğü, 58, ss. 23-27, Ankara. Göze, Ayferi, (2000), Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Gözübüyük, A. Şeref, (2003), Yönetim Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi. Gümrük Muhafaza Teşkilatı, (2014), https://www.gtb.gov.tr/kurumsal/hakkimizda/tarihce (E.T: 22.04.2014). Grant, Moyra, (2009), The UK Parliament, Edinburgh: Edinbugh Univeristy Press. Great Britain Health and Safety Executive (HSE), (2014), www.hse.gov.uk/foi/internalops/ocs/300-399/334_2/) (E.T: 30.05.2014). Great Britain National Ballistics Intelligence Servic (NABİS), (2014), Agency (2014), http://www.nabis.police.uk/About-Us (E.T: 23.01.2014). Great Britain Vehicle and Operator Services https://www.gov.uk/government/organisations/vehicle-and-operator-servicesagency (E.T: 28.06.2014). Great Britain Driving Standards Agency (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/driving-standardsagency/about (E.T: 27.07.2014). Great Britain Driver and Vehicle Licensing Agency, (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/driver-and-vehicle-licensingagency (E.T: 22.02.2014). Güney, Mehmet Sait, (2011), Türkiye’de İç Güvenlik Bürokrasisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü. Hain, Peter (ed.) (1979), Policing The Police, London: John Calder Publishers Ltd. 317 Hale, William, (1996), Türkiye 'de Ordu ve Siyaset, Ahmet Fethi (çev.), İstanbul: Hil Yayın. Hanioğlu, M. Şükrü, (1989), “Tanzimat Bürokrasisine Dönüş Arzuları ve Jön Türkler”, Türkiye Günlüğü, 8, ss. 56-59. Harrison, Brian, (1996), Transformation of British Politics 1860-1995, Oxford: Oxford University Press. Hart, J.M., (1951), The British Police, London: The Whitefriars Pres Ltd. Health and Security Executive (HSE), (2014), http://www.hse.gov.uk/contact/ (E.T: 21.04.2014). Held, David, (2006), Models of Democracy, Third Edition, Cambridge: Polity Press. Heper, Fethi, (1981), Toplumsal Yapı İle Vergi Yapıları Arasındaki İlişkiler, Eskişehir: Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları No 126/148. Heper, Metin, (1973), Modernleşme ve Bürokrasi, Ankara: Sosyal Bilimler Derneği Yayınları. Heper, Metin, (1974a), Bürokratik Yönetim Geleneği, Ankara: ODTÜ Yayınları. Heper, Metin, (1974b), “Değişen Türkiye'de Bazı Üst Kademe Yöneticiliği”, AİD, 7(2), ss.1-23. Heper, Metin, (1977), Türk Kamu Bürokrasisinde Gelenekçilik ve Modernleşme, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları. Heper, Metin, (1985), The State Tradition in Turkey, Beverley: Eothen Press. Heper, Metin, (2006), Türkiye Sözlüğü Siyaset, Toplum ve Kültür, Ankara: Doğu Batı Yayınları. 318 Her Majesty's Revenue and Customs (HMRC), (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/hm-revenue-customs/about (E.T: 20.12.2013). Heywood, Andrew, (2008), Essentials of UK Politics, Basingstoke: Palgrave Macmillan. Holdaway, Simon, ed.(1979), The British Police, London: Edward Arnold Limited. Home Affairs Committee, (1997), First Report. Police Complaints and Diciplinary Procedures, London: The Stationery Office Limited. Home Office Research Study 93, (1987), The Police Complaints Procedure A Survey of Complainants’ Views, London: Her Majesty’s Stationery Office. Hughes, Owen, E., (2012), Public Management and Administration, Fourth Edition, New York: Palgrave Macmillan Publishers Limited. Ian, Bache and George, Stephen, (2006), Politics In The European Union, Second Edition, Oxford: Oxford University pres. Independant Police Complaint Commission http://www.ipcc.gov.uk/reports/learning-the-lessons/library (IPCC), (E.T: 20.01.2014). International Monetary Fund (IMF), (2014), http://www.imf.org/external/index.htm, (E.T: 20.11.2013). İnalcık, Halil, (2000), Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1. Cilt, Halil Berktay (çev.), İstanbul: Eren Yayıncılık. İnalcık, Halil, (2006), Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Ruşen Sezer (çev.), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. İnalcık, Halil, (2011), Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı, Devlet, Kanun, Diplomasi, İstanbul: Timaş Yayınları. 319 James, Wilson Q. (1996), Bürokrasi, Doğan Canman vd. (çev.), Ankara: TODAİE Yayınları. Jandarma Genel Komutanlığı (JGK), (2014), http://www.jandarma.tsk.tr/ (E.T: 30.03.2014). Jason-Lloyd, Leonard, (2000), An Intruduction To Policing and Police Powers, London: Cavendish Publishing Limited. Johnston, Philip, (2013), “The National Crime Agency: Does Britain need an FBI?”, Telegraph, 07 Ekim 2013, http://www.telegraph.co.uk/news/uknews/law-andorder/10361009/The-National-Crime-Agency-Does-Britain-need-an-FBI.html (E.T: 02.02.2014). Jreisat, Jamil E., (2004), “Governance in a Globalizing World”, International Journal of Public Administration, 27(13-14), ss.1003-1029. Judge, David, (2005), Political Institutions In The United Kingdom, Oxford: Oxford University Press. JUSTICE, (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/hm-courts-and- tribunals-service (E.T: 23.02.2014). Kamu Denetçisi, (2014), http://www.ombudsman.gov.tr/custom_page-325- kanun.html (E.T: 23.06.2014). Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, (2014), http://www.kdgm.gov.tr/snetix/solutions/KDGM/resources/uploads/files/strat ejikplan.pdf (E.T: 30.03.2014). Kara Kuvvetleri Komutanlığı, (2014), http://www.kkk.tsk.tr/KKKHakkinda/KKKtarihce.aspx (E.T: 23.04.2014). Karaer, Tacettin, (1987), “12 Eylül ve Türk Kamu Yönetiminin Yeniden Düzenlenmesi”, AİD, 20(3), ss. 29-54. 320 Karakaş, Eser, (2009), “Askeri Harcamaların ve Askeri Malların Parlamenter ve Yargısal (Sayıştay) Denetimi”, Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel (Ed.), Almanak Türkiye 2006-2008 Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.176-178. Karaosmanoğlu, Fatih, (2010), Küreselleşme Perspektifinden İç Güvenlik ve Sivil Denetim, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Karasu, Koray (2004), “İngiltere”, Birgül Ayman Güler (ed.), Kamu Yönetimi Ülke İncelemeleri, Ankara: SBF Yayını, Yayın No:1, ss.115. Kargin, Vedat, (2011), Peer Reporting of Unethical Police Behavior, El Paso (ABD): LFB Scholarly Publishing LLC. Karpat, Kemal H., (1996), Osmanlı İmparatorluğunda Reform Hareketleri, Türk Demokrasi Tarihi Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, İstanbul: Afa Yayınları. Karpat, Kemal H., (2000), (Ed). Ottoman Past and Today’s Turkey, Boston: Brill. Leiden. Karpat, Kemal H., (2006), Osmanlı'da Değişim, Modernleşme ve Uluslaşma, Dilek Özdemir (çev.), Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. Karpat, Kemal H., (2007), Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi 1876-1980, Esin Soğancılar (çev.), Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. Kili, Suna, (2003), The Ataturk Revolution. A Paradigm of Modernization, Istanbul: Şefik Matbaası. King, Anthony, (2007), The British Constitution, Oxford: Oxford University Press. Köker, Levent, (2008), Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye, Ankara: Dipnot Yayınları. Köktaş, Arif, (2011), “Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları”, (http://www.sde.org.tr/userfiles/file/Sinir%20Birlikleri%20Analiz.pdf 321 (E.T: 01.03.2014). Köktaş, Arif ve Yılmaz, Ömer, (2010), “Avrupa Birliği Entegre Sınır Yönetimi Modeli: Schengen Sözleşmesi’nden Stockholm Programına”, Polis Bilimleri Dergisi, 1(2), ss.1-22. Küçükömer, İdris, (2007), “Batılılaşma” Düzenin Yabancılaşması, İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Kuyaksil, Ali ve Tiyek, Musa, (2003), “Türkiye’de Güvenlik Hizmeti Olarak Özel ve Gönüllü Güvenlik”, Polis Bilimleri Dergisi, 5(2), ss. 65-94. Lewis, Bernard, (2009), Modern Türkiye’nin Doğuşu, 3. Baskı, Ankara: Arkadaş Yayınları. Lewis, Bernard, (2013), Ortadoğu, İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi, 9. Baskı, Selen Y. Kölay (çev.), Ankara: Arkadaş Yayınevi. Loftus, Bethan, (2009), Police Culture in a Changing World, Oxford: Oxford University Pres. Macpherson, Sir William, (1999), The Stephen Lawrence Inquiry Report, http://newsvote.bbc.co.uk/hi/english/static/special_report/1999/02/99/stephe_ lawrence/report/default.htm#Introduction (E.T: 01.01.2014). Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), (2014), http://www.masak.gov.tr/tr/content/gorev-ve-yetkiler/39 (E.T: 12.02.2014). Mango, Andrew, (1998), Turkey, London: Thames and Hudson. Mardin, Şerif, (2006), Türkiye'de Toplum ve Siyaset-Makaleler 1, İstanbul: İletişim Yayınları. Martin, Jacqueline, (2013), The English Legal System, 7th Edition, London: Hodder Education. 322 Mawby, Rob I., (1990), Comparative Policing Issues: The British and American Experience in International Perspective, London: Unwin Hayman. McCarthy, Justin, (2001), The Ottoman Peoples and the End of Empire, Great Britain: Hodder Arnold. McLean, Iain and McMillan, Alistair, (2009), Oxford Concise Dictionary of Politics, Third Edition, Oxford: Oxford University Pres. MET, (2014), http://content.met.police.uk/Site/about (E.T: 20.06.2014). Milli Güvenlik Kurulu (MGK), (2014), http://www.mgk.gov.tr/index.php/kurumsal/mevzuat/mgk-ve-mgk-gensekkanunu (E.T: 17.03.2014). Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), (2014), http://www.mit.gov.tr/gorev.html (E.T: 22.04.2014). Mises, Ludvig Von, (2000), Bürokrasi, Feridun Ergin (çev.), Ankara: Liberte Yayınları. Moran, Michael, (2000), Politics and Governance In The UK, New York: Palgrave MacMillan. Morgan, Rod ve Newburn, Tim, (1997), The Future of Policing, Oxford: Clarendon Press. Mulholland, Helene, (2012), “Police and crime commissioner elections: who, what and why-Q&A”, The Guardian, 13 Kasım 2012, http://www.theguardian.com/uk/2012/nov/13/police-crime-commissionerelections-explained (E.T: 21.12.2013). National Crime Agency (NCA), (2014), http://www.nationalcrimeagency.gov.uk/about-us/what-we-do/intelligenceand-operations-directorate/border-policing-command (E.T: 25.06.2014). 323 National Wildlife Crime Unit (NWCU), (2014), http://www.nwcu.police.uk/about/mission-statement/ (E.T: 24.01.2014). Nohutçu, Ahmet, (2010), Kamu Yönetimi, Ankara: Savaş Yayınevi. Norton, Phlip, (2011), The British Polity, 5th Edition, London: Pearson Eucation. Newburn, Tim, (ed.) (2008), The Handbook of Policing, Second Edition, Cullompton: Willian Publishing. Office of National Statistics (ONS), (2014), http://www.ons.gov.uk/ons/publications/index.html (E.T: 01.07.2014). Oliver, Ian, (1997), Police, Government and Accountability, Ipswich: The Ipswich Book Company Ltd. Orman Genel Müdürlüğü (OGM), (2014), “Orman Genel Müdürlüğü Tarihi”, http://web.ogm.gov.tr/Sayfalar/tarihcemiz.aspx (E.T: 01.08.2014) Onar, Sıddık Sami, (2003), “İdare İlmi ve İdare Hukuku Bakımından Türkiye'nin İdari ve Hukuki Bünyesinin Geçirdiği İstihaleler ve Bugünkü Durum”, Burhan Aykaç, Şenol Durgun ve Hüseyin Yayman (Ed.), Türkiye'de Kamu Yönetimi, Ankara: Yargı Yayınevi, ss. 3-34. Ortaylı, İlber, (1999), İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları. Ortaylı, İlber, (2001), Gelenekten Geleceğe, İstanbul: Hil Yayınları. Ortaylı, İlber, (2008), Tarihimiz ve Biz, İstanbul: Timaş Yayınları. Ortaylı, İlber, (2011), Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, 31. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları. Öz, Esat, (1996), Otoriterizm ve Siyaset- Türkiye'de Tek Parti Rejimi ve Siyasal Katılma, Ankara: Yetkin Yayınları. Özbudun, Ergun, (2009), Türk Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları. 324 Özcan, Gencer, (2006), “Milli Güvenlik Kurulu”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.32-45. Özden, Kemal, (2005), Ombudsman Yeni Yönetim Anlayışı İçin Bir Model, İstanbul: Tasam Yayınları. Özer, Mehmet Akif, (2012), Yeni Kamu Yönetimi, Ankara: Barış Yayınları. Öztaş, Nail, (2013), Yönetim, Örgüt ve Yönetim Kuramları, Ankara: Otorite Yayınları. Öztürk, Saygı ve Yurteri, Kemal, (2011), MGK Dünü ve Bugünüyle Milli Güvenlik Kurulu, İstanbul: Doğan Kitap. Parlak, Bekir ve Sobacı, Zahid, (2005), Kuram ve Uygulamalarda Kamu YönetimiUlusal ve Global Perspektifler, Bursa: Alfa Akademi. Peele, Gillian, (2004), Governing The UK, British Politics in The 21st Century, Oxford: Blackwell Publishing. Pike, Michael S., (1985), The Principles of Policing, London: The Macmillan Press Ltd. Reiner, Robert, (1978), The Blue-Coated Worker, A Sociological Study of Police Unionism, Cambridge: Cambridge University Press. Reiner, Robert, (1991), Chief Constables, Oxford: Oxford University Press. Reiner, Robert ve Spencer, Sarah, (ed), (1993), Accountable Policing, Effectiveness, Empowerment and Equity, London: Premier Printers. Reiner, Robert, (2000), The Politics of The Police, Third Edition, Oxford: Oxford University Press. Roberts, David, (1986), Politics A New Approach, Lancashire: Causeway Press Ltd. 325 Rogers, Robert ve Walters, Rhodri, (2004), How Parliament Works, Fifth Edition, Essex: Pearson Education Limited. Ross, David, (2007), Scotland, History of A Nation, Finland: Lomond Boks. Royalparks, (2014), http://www.royalparks.org.uk/about-us/police (E.T: 30.01.2014). Sabah, (2012), “TSK’dan Yeni 18 Mart Afişleri”, Sabah, 03 Mart 2012, www.sabah.com.tr/Gundem/2012/03/14/tskdan-yeni-18-mart-afisleri (E.T: 25.02.2014). Sahil Güvenlik Komutanlığı (SGK), (2014), http://www.sgk.tsk.tr/baskanliklar/plan_prensipler/gorevler/gorevler.asp (E.T: 19.04.2014). Sahil Güvenlik Komutanlığı (SGK), (2014), “Sahil Güvenlik Komutanlığı Teşkilat Yapısı”, http://www.sgk.tsk.tr/baskanliklar/harekat/organizasyon/organizasyon.asp (E.T: 03.02.2014). Sanal, Recep, (2002), Türkiye’de Yönetsel Denetim ve Devlet Denetleme Kurulu, Ankara: TODAİE Yayını. Scarman, Lord J., (1982), The Brixton Disorders 10-12th April, London: HMSO. Schwartz, Richard D. ve Miller, James C., (1964), “Legal Evolution and Societal Complexity”, American Journal of Sociology vol. 70, ss. 159-69. Secret Intelligence Service (SIS), (2014), https://www.sis.gov.uk/about-us/what-wedo.html (E.T: 04.01.2014). Security Service (MI5), (2014), https://www.mi5.gov.uk/home/about-us/what-wedo.html (E.T: 21.03.2014). Serinkan, Cafer, (2007a), “Mülki İdare Amiri ve http://www.kolayidare.com/komuk_i/habergoster.asp?id=119 Jandarma”, (E.T: 03.08.2014). 326 Serinkan, Cafer, (2007b), “Sahil Güvenlik Teşkilatı ve Mülki İdare”, http://www.supermeydan.net/forum176/thread35998.html (E.T: 03.08.2013). Seyhan, Kazım, (2002), “Polislik ve Suçun Önlenmesi”, Hasan Hüseyin Çevik ve Turgut Göksu (Ed.), Türkiye’de Devlet, Toplum ve Polis, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss.173-203. Sezen, Seriye, (2000), “Milli Güvenlik Kurulu Üzerine”, Amme İdaresi Dergisi, 33(4), ss. 63-83. Shearing, C. D. ve Leon, J. S., (1976), “Reconsidering The Police Role: A Challenge To A Challenge Of Popular Conception”, Canadian Journal of Criminology and Corrections vol. 19, ss. 331 – 45. Soysal, Tamer, (2002), “Demokrasi İdaresi Üzerine Bir Retorik”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (13), ss.331-341, http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/17_Soysal.pdf (E.T: 11.02.2014). Şaylan, Gencay, (1989), “Cumhuriyet Bürokrasisi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul: İletişim Yayınları. Şafak, Ali ve Şafak, Ahmet Ş., (2003), Güvenlik Kuvvetleri ve Polis Mevzuatı, Polisin El Kitabı, Ankara: Polis Akademisi Yayını. Şenel, Alaeddin, (1996), Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayın. Tan, Turgut, (2002), “Bağımsız İdari Otoriteler veya Düzenleyici Kurullar”, AİD, 35(2), ss.11-37. Tanör, Bülent, (1996), Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), İstanbul: Afa Yayınları. Taraf, (2009), Pimini Çekip Bombayı Verdi, 26 Ağustos http://www.taraf.com.tr/haber-pimini-cekip-bombayi-verdi-39631 2009, (E.T: 20.07.2014). 327 Taylor, F. W., (1997), Bilimsel Yönetimin İlkeleri, Bahadır Akın (çev.), Konya: Çizgi Yayınları. T.C. Londra Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği, (2014), http://www.musavirlikler.gov.tr/index.cfm?ulke=LONvedil=TRveSubmit=Gi ri%C5%9F (E.T: 20.02.2014). Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), (2014), http://www.tib.gov.tr/kat/baskanlik (E.T: 03.01.2014). Tepe, Veysel, (1995), Parlamentonun Sayıştay Vasıtasıyla Yürütme Organını Denetlemesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü . Thatcher, Margaret, (1995), The Path To Power, London: Harper Collins Publishers. The European Commission, Regular Report on Turkey, (2005), http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2005/package/s ec_1426_final_progress_report_tr_en.pdf (E.T: 30.07.2014). The UK Border Agency (UKBA), (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/uk-visas-andimmigration/about (E.T: 20.03.2014). The UK Fire and Rescue Authorities (FİRE SERVİCE), (2014), http://www.fireservice.co.uk/history/onthisday (E.T: 04.02.2014). The UK National Statistics, (2014), https://www.gov.uk/government/statistics/announcements (E.T: 01.07.2014). The UK Government, (2014), https://www.gov.uk/browse/justice (E.T: 25.06.2014). The UK Homeoffice, (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/homeoffice/about (E.T: 15.03.2014). 328 The UK Parliament, (2014), http://www.parliament.uk/business/committees/ committees-a-z/commons-select/home-affairs-committee/role/ (E.T: 19.06.2014). The UK Police, (2014), http://www.police.uk/volunteering/ (E.T: 20.02.2014). The Parliamentary And Health Service Ombudsman, (2014), http://www.ombudsman.org.uk/about-us/who-we-are (E:T: 24.06.2014). The Civil Nuclear Constabulary (CNC), (2014), https://www.gov.uk/government/ organisations/civil-nuclear-constabulary (E.T: 25.01.2014). The Ministry of Defance Police (MOD), (2014), http://www.mod.police.uk/ourpurpose.html (E.T: 21.03.2014). The Crown Prosecutıon Servıce (CPS), (2014), http://www.cps.gov.uk/legal/index.html (E.T: 20.04.2014). Torry, Michel and Morris, Norval, (1992), Modern Policing, Chicago ve London: University of Chicago Press. Tortop, Nuri; İsbir, Eyüp G.; Aykaç, Burhan; Yayman, Hüseyin ve Özer, M. Akif, (2010), Yönetim Bilimi, 8. Baskı, Ankara: Nobel Yayınları. Toynbee, Arnold, (1976), Mankind and Mother Earth, A Narrtive History of The World, London: Oxford University Pres. Turpin, Colin ve Tomkins, Adam, (2011), The British Government and The Constitution, Seventh Edition, Cambridge: Cambridge University Press. Türk Dil Kurumu, (1988), Türkçe Sözlük, Yeni Baskı, Ankara. Türk Dil Kurumu, (2014), Büyük Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.G TS.55a6357740d5f4.30520182 (E.T: 30.01.2013). 329 Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), (2015), http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (E.T: 08.02.2015). Türköne, Mümtazer, (2014), Siyaset, İstanbul: Etkileşim Yayınları. UK Intelligence And Security, (2014), http://www.faqs.org/espionage/Ul-Vo/UnitedKingdom-Intelligence-and-Security.html (E.T: 20.02.2014). Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı (UDHB), (2014), http://www.udhb.gov.tr/doc/siberg/SOME_Teblig.pdf (E.T: 18.01.2014). Uzun, Şentürk, (2003), “Büyük Britanya Yönetim Sistemi”, Koraltay Nitas (Ed.), 21. Yüzyılda Yönetim, Ankara: Türk İdari Araştırmalar Vakfı Yayınları, Yayın No:2, ss.605-612. Valuation Offıce Agency (VOA), (2014), https://www.gov.uk/government/organisations/valuation-office-agency (E.T: 30.01.2014). Weber, Max, (1978), “Economy and Society an Outline of Interpretive Sociology II”, California: University of California Press. Wright, Alan, (2002), Policing An Introduction To Concepts and Practice, Cullompton: Willian Publishing. Yalçındağ, Selçuk, (1970), “Kamu Yönetimi Sisteminin Tarihsel Evrimi Üzerine Notlar”, AİD, 5(2), ss.19-51. Yargıtay, (2014), http://www.yargitay.gov.tr/index2.php?pgid=6 (E.T: 23.04.2014). Yıldız, Ahmet, (2006), “Türkiye Büyük Millet Meclisi”, Ümit Cizre (Ed.), Almanak Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim, İstanbul: TESEV Yayınları, ss.12-21. Yazıcı, Erdinç, (2001), “Endüstri İlişkileri Sisteminde Değişimi Üreten Temel Dinamikler”, Gazi Üniversitesi İİBFDergisi, 3(3), ss.1-18. 330 Yener, Ali, (2007), Europeanization History In Turkey And Establishing An Independent Police Complaint Commission (IPCC) And Its Effects On Turkey-Eu Accession Process, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Exeter: Exeter Üniversitesi. Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.2547&Mevz uatIliski=0&sourceXmlSearch= (E.T: 01.01.2014). Yüksel, Erkan, (2004), Medya Güvenlik Kurulu, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1551, İletişim Bilimleri Fakültesi Yayınları No: 56, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. Zürcher, Erik Jan, (2008), Modern Türkiye’nin Tarihi, Yasemin Saner (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları. YARARLANILAN MEVZUAT Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. 442 sayılı Köy Kanunu. 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun. 6831 sayılı Orman Kanunu. 6085 sayılı Sayıştay Kanunu. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu. 2575 sayılı Danıştay Kanunu. 5393 sayılı Belediye Kanunu. 331 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun. 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun. 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun. 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu. 25340 sayılı MGK Genel Sekreterliği Yönetmeliği. 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun. 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu. 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu. 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu. 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu. 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu. 5952 sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun. 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu. 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname. 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu. 2443 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanun. 6332 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu. 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu. 332 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu. 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu. 2692 Sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu. 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu. 5549 Sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun. 25282 sayılı Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği. 18254 sayılı Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği. 18835 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığının Adli ve İdari Görevlerine İlişkin Tüzük. Adli Kolluk Yönetmeliği. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği. Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği. Malî Suçlarla Mücadele Koordinasyon Kurulunun Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yönetmeliği. Sahil Güvenlik Komutanlığının İdari ve Adli Görevlerine İlişkin Tüzük. Telekomünikasyon Kurumunun Teşkilat ve Görevleri İle Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik. Emniyet ve Asayiş İşlerinde İl, İlçe ve Bucaklardaki Jandarma ve Emniyet Ödevlerinin Yapılması ve Yetkilerinin Kullanılması Suretini ve Aralarındaki Münasebetleri Gösterir Yönetmelik. 333 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Adı Soyadı : Ali YENER Doğum Yeri : Terme Mesleği : Mülki İdare Amiri Eğitim Durumu Lisans Öğrenimi : A.nkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yüksek Lisans Öğrenimi : Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bildiği Yabancı Diller : İngilizce Yabancı Dil Puan ve Türü: ILTS.(6.0), KPDS.(86) Bilimsel Faaliyetler : --- İş Deneyimi Stajlar Projeler : Kaymakamlık Stajı (3 yıl) : --- Çalıştığı Kurumlar : Tokat Valiliği, Konya-Emirgazi Kaymakamlığı, Erzincan-Kemah Kaymakamlığı, Erzurum Vali Yardımcılığı, Kilis Vali Yardımcılığı, Ordu Vali Yardımcılığı ve İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliği. İletişim E-Posta : [email protected] Tel. : 553 421 33 61 Tarih : 29.05.2015