HİNDİSTAN`A GİRDİK Düşler ülkesi Hindistan 17 gün.02 Aralık.08 Salı

Transkript

HİNDİSTAN`A GİRDİK Düşler ülkesi Hindistan 17 gün.02 Aralık.08 Salı
HİNDİSTAN’A GİRDİK
Düşler ülkesi Hindistan
17 gün.02 Aralık.08 Salı – Lahor – Amritsar – 67 km
HİNDİSTAN‟A GEÇİŞ
Sabah çok da erken kalkmadık. Zira yolumuz az. Sallanarak, otelimizden
sadece 33km ilerdeki sınıra geldik. Birazcık kaybolduk ama alıştık artık.
Sorarak her yer bulunuyor. Bir detay var tabiî ki sormalarda, en az 3
kişiye sor, 2 sinin gösterdiği yöne git. Yol adam bulamadın ve bir kişi
varsa, adamın gözlerine bak. Zira kimse bilmediğini belli etmiyor ve
mutlaka, doğru-yanlış size bir yön tarif ediyor. Aman dikkat.
İlk şok. İran‟dan Pakistan‟a girince işlem yaptırdığımız gecekondu dan
hallice Gümrük binası yerine, Pakistan-Hindistan sınırında muhteşem bir
yapı var. Sanki havalimanı terminali. Çok temiz, düzenli, modern, hoş
kokulu ve çok ilgili çalışanları var. Hala anlamadık neler olduğunu. Herkes
inanılmaz yardımcı oldu. Nerede ise bizim yerimize işlemlerimizi yaptı
yetkililer. Şok devam…Motorlarımızın şase numaralarına şöyle bir yalandan
göz atıp, triptiklerimizi elimize tutuşturup güzelce de uğurladılar. Toplam
45 dakikada Pakistan‟dan ışık hızı ile çıkmıştık.
Ve karşımızda Hindistan kapısı bizi bekliyordu. İnanılmaz ama yine son
derece güler yüzle karşılandık. Sanki bizi bekliyorlar da merak etmişler de,
geldiğimize memnun olmuşlar hissine kapıldık. Şase numaralarımızı
güzelce gösterdik ama ikimizde motor numaralarını bulamadık. “Yahu
bulamıyoruz işte ne yapalım” tavrımıza karşılık, adamında “Sağlık olsun
canım ne önem var, buyurun hoş geldiniz Hindistan’a” tavrı bizi yine şok
etti.
Işık hızı ile işlemlerimizi tamamlayan ama adını bilemediğim yardımcı
yetkili, elimizi sıkarak bizi uğurladı, ne zamandır girmeyi beklediğimiz
sevgili Hindistan‟a. Burası da 52 dakika sürdü. Toplam iki sınır ve 1,5 saat.
Sıfır sorun. İnanılmaz. Korkmayın arkadaşlar, siz de güler yüzlü, samimi
ve açık olun, tüm kapılar sonuna kadar
Hindistan da, Pakistan gibi soldan trafiği akan bir ülke. Ama Pakistan‟dan
çok daha kalabalık. Çok daha tehlikeli. Bir an Pakistan‟ı özledik. Geri
kaçasımız geldi. Ama olmaz, dönülmez ki bu kadar yol geldikten sonra.
34 km sonra Amritsar‟a geldik. Sih‟lerin şehri, ünlü Altın Tapınak‟ın olduğu
yer. Pek heyecanlı. Kamyonlarda süs bitti. Arabalar çok daha deli
kullanmaya başladı. Kesinlikle fren yok. Önde bir şey varsa direk sağa kır.
Orda birisi varsa o da sağa kırsın. Onun da sağında birisi varsa, artık ne
olur bilemem.
Sora sora ve tavsiye üzerine tren istasyonun yakınındaki Grand Hoteli
bulduk ve bayıldık. Çok şirin, şehrin içinde olmasına rağmen çok sessiz,
içinde yem yeşil bir bahçesi olan, avlulu bir otel. Personel çok sıcak ve
ilgili. Fiyatı 22$ yani 1100Rupi.
Kahvaltı dahil.
Ayağımızın tozu ile, otelin bize çok komik bir paraya tedarik ettiği şoförlü
Toyota Van ile sınır kapanış törenini izlemeye, az önce geçtiğimiz sınıra
geri gittik.
Pakistan ile Hindistan arasındaki Waga Border da, her akşam, güneşim
batmasına az kala sınır kapatma töreni yapılır. Bu tören sadelikten çok
uzaktır. Yüzlerce Hintli ve Paki., kendi taraflarında, askerlerinin şovlarını
izlerler. Seyircilerin oturması için özel basamaklar yani stadyum bile
hazırdır. Her iki ülkenin özel seçilmiş çok uzun boylu askerleri, yine çok
havalı kıyafetleri içinde, diğer ülkenin sınırına hafiften sataşma
yaparcasına yürürler, Yürüyüşler büyük ve hızlı adımlarla (bize göre biraz
komik olsa da) horoz gibi kabararak yapılır. Karşı taraf da buna aynen
karşılık verir. Bu arada, ellerinde mikrofonlar ile halkı hareketlendiren bir
asker de vardır. Bayrak sallayarak, ağlayarak, çığlıklar atarak kendi
ülkelerinin adını ve marşlarını söyleyen halkı, askerlerin coşkulu
hareketleri daha da heyecanlandırır. Artık çok yükselmiş tansiyon, iki
tarafın da bayraklarını indirmeleri ve sınır kapılarını kapatmaları ile son
bulur. Yarım saatlik tören sonunda iki ülkenin askerleri el sıkışarak
tokalaşırlar. Ama bura da bile Helen ciddi bir düşmanlık bakışı, hareketi ve
karşı tarafa üstten bakma çabası gözlenmektedir.
18 gün.03 Aralık.08 Çarşamba – Amritsar – Dinlenme günü
Sabah güzel bir kahvaltı edip, 3 tapınak ve en önemlisi Altın Tapınak‟ı
gezmek için bir rikşa tutuk.
Önce Mata Temple (Anne tapınağı) ı gezdik. Pek etkilenmedik açıkçası.
Sokak arasında kalmış basit ve kirli bir yerdi. Sonrasında Durgana Temple
ı gezdik. İçinde güzel bir göleti olan bu tapınağı sevdik. 1001 tanrıya tapan
Hintliler için, hemen her şey tanrı. Bu güzel tapınaktan ayrılarak,içlerinde
en ünlüsü olan, Sih‟lerin kutsal mekanı ve arınma yeri olan Altın Tapınak‟a
gittik.
Önceden okuduklarım, resimlerinde gördüğüm kadar etkileyici bir yer.
İçeriye girerken çıplak ayak olmanız şart. Taviz yok. Dışarıda
ayakkabılarınızı bırakacağınız odacıklar var. Bedava. Gerçi ben şortumun
yan cebinde Vedat ise çantasında yanımızda soktuk tapınağa ama içerde
beni uyardılar. Giymemek değil, içeriye ayakkabı sokmak yasakmış. Çok
utandım.
İçerisi muhteşem. Devasa bir göl, içinde kutsal su ve sadece ve Sih‟ler
girip arınabiliyor. Etrafta bir çok dua odacığı. Göletin ortasında ana
merkeze girmek için sıra bekleyen, bir çok hacı adayı. Burası o kadar
önemli ki, Müslümanlıktaki Kabe gibi, kişiler hacı olmaya geliyor. Yani çok
ciddiye alıyorlar.
Altın kubbesi, ve suya aksi ile ana bina çok görkemli görünüyor. Devamlı
çalan ilahiler her yerde çınlıyor. Bir köşede dua ederken kendinden geçmiş
birisi, öte yerde yerlere kapanarak seramoni yapan ve ağlayan diğeri.
Bizim için Altın Tapınak‟ın kendisi kadar, içinde ibadet edenleri seyretmek
de çok değişik bir deneyim oldu.
Akşama otelde tanıştığımız bir çiftten Dharamsala hakkında bilgi aldık. Ve
yarınki 200 km ye hazırlanmak için yattık.
19 gün.04 Aralık.08 Perşembe – Amritsar – Dharamsala – 220 km.
1.gün
Sabah 10:00 yola çıktık. Feci karışık ve tehlikeli bir trafikte şehirden
çıkmaya debeleniyoruz. Vedat bir şey için yolun solunda durdu. Ben de
hemen yanında durdum. Tam o anda ikimizin arasına bir motor giriverdi
ve ikimize birden yan çantalardan vurdu. Aradan geçme şansı yok zira,
yan çantalarımızın arası 30 cm bile değil. Benim motor sallandı yamuldu
sağa doğru ama tuttum. Vedat benim kadar şanslı olamadı. Adamın
geldiğini görmediği için boş bulundu ve koca motoru ile sola devrildi. Bize
vuran amca ise, aramızda durmuş, şaşkın şaşkın bize bakıyordu. Ne işiniz
var ki buralarda der gibiydi. Bizi, iki tane kocaman motoru yok saymış ve
olmadığımızı sanarak oradan geçmeye kalkmıştı. İnanamıyorduk. Adam ne
kadar rahat ve sakin. Ben bağırıp çağırıp adamı oradan gönderdim.
Vedat‟ın motoru 3 kişi ancak kaldırabildik. Zavallım çok da şaşkın, “ben
niye düştüm ya, ne oldu şimdi” diyordu. Neyse ki ikimiz de iyiyiz. Yola
devam ettik. Hani İran sürücüleri için, beyinlerini aldırmış bu insanlar
demiştim ya. Hah işte, vazgeçtim düşüncemden. Oradakiler Oxford da
okumuş buradakilerin yanında. İnanılmaz korkunç araç kullanıyorlar. 3
defa birileri bana vurdu yanımdan geçerken. Yan çantalarıma. Ve
umurlarında değilmiş gibi devam ettiler. Sadece önlerine bakan bu
insanlar, sağı solu hiç görmüyor, yok sayıyor. Hemen tüm arabaların yan
aynaları kapalı, motorlarda hiç ayna yok, bisikletli rikşalar ve motorlu
rikşalar, terör estiriyor ve kimse umursamıyor. Biz hariç!..Karşıdan gelen
arabayı, arkasındaki sağlıyor (bize göre sollamak) ve onun arkasındaki ise
öndeki sağlayanı sağlıyor. E ama bize yer kalmıyor. Kalmazsa kalmasın,
kimsenin umurunda değil ki. “Ben sağladım, artık sen düşün ne
yapacağını” düşüncesi almış yürümüş. İnanamıyoruz. Klakson, selektör, el
kol hareketini gören, görse de umursayan yok. O kadar çok tehlike atlattık
ki sayamıyorum, anlatamıyorum bile. Alın size fıkra oldu: Hindistan da
tımarhane yokmuş. Neden? Çünkü tüm delilere ehliyet verip sokağa
salmışlar. Şaka gibi ama değil. Kızmanın, hele hele mantık yürütmenin
alemi yok. Geldik bir kere. Onlara uyacağız. Bizde klakson çalarak
ilerledik. Kimse umursamasa bile. Kamyonların tümünde Blow Horn – Use
Dipper At Night yazıyor. Yani; Klakson Çalın – Gece Uzunları Yakın!
Felaket bir trafik ve biri bitmeden diğer başlayan sayısız köy, kasaba geçişi
yaptıktan sonra Amritsar trafiğinden daha kötü olan Battala„ya ve oradan
daha beter trafiği olan Pathankot‟a geldik. Sora sora gidiyoruz hemen her
kavşakta. Ama yanlış dönersek biteriz. Pencap eyaleti bitti ve Himalash
Pradesh eyaleti başladı. Çok ilginç şekilde, bıçakla kesilmiş gibi, o beter
trafik bitti. Artık klakson çalmayan, hatalı solamayan, sakin araç kullanan
bir trafik var.Nasıl oldu anlamadık ama çok güzel oldu. Etraf yeşillendi,
huzur geldi, insanlar güler yüzlü oldu. Şaşkınlığımız sürüyor ama keyif de
alıyoruz. Hemen bir ağacın yanındaki minik bakkalda mola veriyoruz. Yaşlı
bakkal amcadan bisküvi, meyve suyu alıp masamıza oturuyoruz ve yolun
durumunu konuşuyoruz. Haritada, geçtiğimiz ilk 100 km. geniş yol,
buradan sonrası dar yol olarak görünüyor. Yaşlı amca olayı ele alıyor ve
bize rota konusunda ve yol hakkında bilgi veriyor. Gerçi bilgi süper yanlış
çıktı ama olsun. Kendisini sevgi ile andık daha sonra.
Sonraki 100 km. bizi çok zorladı. 300m den 1800m. ye çıkan, büyük kısmı
off road, aşağısı uçurum, genelde topak-kum karışımı bir yol. Bir araç
genişlinde ve ciddi inişler, çıkışlar var.
Yol bir notada feci tıkandı. Gelen ve giden araçlar birbirlerine yer bile
veremiyorlar. Bırakın bizim koca motorları, minicik motorlar bile
geçemiyor. Zaten kum, zaten yorgunum, zaten bezmişim, ben de
bırakıverdim durduğum yerde motorumu. Tutamadım. 4 kişi ancak
kaldırdık bu arada!..
Yolda asfalt olan bölümler de vardı özellikle sonlara doğru ve çok çok
güzeldi. Kaymak gibi asfalt bulunca gazladık biraz.
Ve sonunda Budistlerin kutsal ve Tibet‟ lilerin ruhani lideri Dalai Lama‟nın
yaşadığı Dharamsala ve 10 km yukarısındaki Mac Load Ganj‟a geldik.
Manzara nefes kesiciden de öte. İnanılmaz bir diklik ve yükseklik hissi
veren dağın üzerine kurulmuş olan kasaba, hem şirin hem yabancı
kaynıyor. 1959 da, Çin‟in 9 yıl süren işgaline daha fazla dayanamayarak,
yanına halkından bir çok kişiyi (80.000 kadar) ve rahibi de alıp
Dharamsala‟ya gelmek zorunda kalan Dalai Lama, helen barışçıl özgürlük
mücadelesini, yine barışçıl yollardan sürdürmektedir. Sürgündeki Tibet
hükümeti ve Tibet Ana Budist Manastırı da burada bulunmaktadır. Her ne
kadar Hindistan içinde yer alsa da, Dharamsala, son derece sessiz, aşırı
huzurlu ve muhteşem manzarası ile bize kendimizi Tibet‟te hissettirdi.
1850 m.deki Him Queen otelimze geldik. Gayet güzel Eski yüzlü biraz
dökük, sadece Tv var odasında ama olsun. Rahat ve güzel. 14$. Yani
660Rupi.
Sakinliğin keyfini çıkartmak için birkaç gün burada kalacağız. Hiçbir şey
yapmadan hem de.
20 gün.05 Aralık.08 Cuma –Dharamsala – Uzun konaklama 2.gün
Vadiyi gezdik. Otobüse binip Aşağı Dharamsala‟ya indik. Birkaç alışveriş
yaptık. 2 çift outdoor ayakkabısı, 2 polar sweat shirt, 2 adet büyük boy
seyahat çantası. Ve toplam hepsine adam başı 70 ytl verdik.!!! İnanılmaz
ucuz. Akşam, McLLO barda hem pizzalarımızı yedik, hem biralarımızı içtik.
Turistlerin rağbet ettiği bir yer.Bir çok ülkeden değişik insan görmek
mümkün. İlginç geldi bize. Herkes pek sakin. Kimsenin bir şeyleri bir yere
yetiştirmekle alakalı acelesi yok.
Hindistan yapımı BULLET marka motorlar var. 125cc, tek silindir. Eski
İngiliz BSA larına benziyor. Çok güzel bir sesi var. Tok ve için için geliyor.
Sanki 800cc gibi çalışıyor. Pek beğendim vallaha. 1600 $ sıfırı. Alıp gelsem
mi acaba İstanbul‟a. ?
21 gün.06 Aralık.08 Cumartesi –Dharamsala – Uzun konaklama
3.gün
Bu gün Vedat ile ayrı gezmeye karar verdik ve kahvaltıdan sonra ben
bilgisayarımın başına döndüm. Vedat ise gezmek istediği yerlere gitti. Ben
bir çok resim ayarladım siteye koymak için. Bir haftadır yazamadığımı için
biriken anlarımı, not defterimden bilgisayara geçtim. Sabah başladım, saat
23:30 ve hala bitmedi. Bu satırları yazıyorum. Bu gün yaptığım en önemli
iş, çantamdan bir çok malzemeyi, ihtiyacım olmayacağına karar verdiğim
için İstanbul‟a göndermek oldu. 14kg. hafifledim. Çadır, mat, ocak,
tencere takımı, fazla kıyafetler vs. Hepsini postaneye götürdüm. Postane
bana yan tarafa gitmemi ve orada paketlettirmemi söyledi.! Yan taraf
bildiğiniz terzi aslında. Abiler orada benim paketleri güzelce ölçtü, beyaz
kumaştan hemen bir kılıf yaptı, eşyaları içine koydu, ağzını iyice dikti ve
dikiş yerlerine balmumu damlatarak izole etti. Yöntemi ilginç bulmakla
beraber, seyretmesi çok keyifli oldu. Yaklaşık 1 ay sonra İstanbul‟da
Cenk‟e ulaşmış olur.(umarım)
Vedat ile şöyle bir karar verdik. Katmandu, evet, rota hedefimiz. Ama
uzun soluklu kalmak için uygun bir yer değil. Havası çok çok kirliymiş,
trafik, keşmekeş çokmuş. Yani istediklerimiz yok orda. Dharamsala‟da
birkaç gün daha kalıp, Delhi, Agra, Varanasi, Katmandu yapacağız.
Yılbaşını geçirip, atlayıp motorlarımıza yine Dharamsala‟ya döneceğiz ve
burada uzun süre kalacağız. Belki 1,2 ay. Bakalım. Çok sevdik burasını.
Sakinliği, dinginliği muhteşem. Manzara seyretmesi ömre bedel.
22 gün. 08 Aralık.08 Pazar -Dharamsala - Uzun konaklama 4.gün
Tam anlamı ile hiç bir şey yapmadık bu gün. Sadece motorlarımızın minik
bakımlarını bitirdik. Yağ ekledik lastik havalarımızı ayarladık, hava
filitrelerimizi temizleyip yağladık. Sabah kahvaltı, öğlen yemek, akşam
bira ve yemek. Tembellik konusunu bu gün abarttık.
24 gün. 09 Aralık.08 Salı - Dharamsala - Uzun konaklama 6.gün
Bu gün Delhi‟ye yola çıkacaktık ama, bir hesap kitap yaptık ve ayın 15inde
Pazartesi günü yola çıkmaya karar verdik. Yani bir süre daha
Dharamsala‟dayız. Fırsat bu fırsat, motorumu tesviyeler üzerine bir ustaya
götürdüm. Kartelin oradaki yağ tapasını dişli sıyırığı içi yağ kaçırıyor. Usta
hemen halletti. Dişliye biraz bez-ip sardı ve üzerine çift kompenentli bir
yapıştırıcı sürdü. 3 saat bekleyip tapayı yerine taktık ve yağ koyduk.
Sızıntı yok. Süper oldu. Yağ kaçıran bir motor ile binlerce km. yapmak çok
zor. Hatta imkansız. Hele yanındaki arkadaşının motoru çok iyi
durumdaysa, benim de ona ayak uydurmak, ve onu yolda bırakmamak
gibi bir mecburiyetim doğuyor. Çok da iyi oluyor aslında.2,5lt yağ, işçilik,
yeni kavuniçi elcikler ve ikinci klaksonu taktırıp (Hindistan‟da emin olun
çok işinize yarayacak) toplamda 1000 rupi (20$) verip mutlu bir şekilde
otelime döndüm. Zincirimi de yağlattım tabiî ki…
26 gün. 11 Aralık.08 Perşembe - Dharamsala - Uzun konaklama
8.gün
Sabah erkenden kalkıp, hemen yandaki, Kareri Lodge oteline geçtik. Zira
dün kaldığımız oteldeki adamlar, 250 rupilik odayı bize 500 e
kakalamışlardı. Bilmemize rağmen dün akşam yine de kaldık. Çok eşyamız
olduğu için, aynı gün ikici kere başka otele taşınmak istemedik. Ama bu
sabah, benim bu davranıştan çok çok rahatsız olmama hak veren Vedat
ile, hemen 10mt. Yandaki yeni otelimize geçtik. Fiyat 440Rupi.(8$). Çok
mutluyuz. Sahibi de çok efendi bir bey. Minik mütevazi bir yer ama çok
sevdik.
Motorumun gidon göbek bilyelerini sıktırmıştım hatırlarsanız Pakistan‟da.
Lahor kentinde. Ama sıkılma işlemi az geldiği için halen tıkırtı var. Asfaltta
değil ama bozuk zeminde halen tıkırdıyor namussuz bilyeler. Ben de 5 km.
aşağıya, Dharamsala‟ya indim. Orada bir usta buldum ve sıktırdım
bilyeleri. Çok iyi oldu. 20 rupi verdim (0,4$) Hehehe. Çok ucuz yahu. Geri
gelince, eşyalarını ayıklayan Vedat ile odasında buluştuk. Ben de birkaç
eşya ayırdım ve Türkiye‟ye geri postalamak ve ağırlıklarımızdan kurtulmak
için postaneye gittik. Toplam 18 kg. malı geri gönderdik. İçerisinde hediye
aldıklarımız, kullanmayacağımız giyecekler var. Bu arda Vedat‟ın kaldığı
oda çok çok güzel. Harika manzarası da var. Çok kıskandım. Hemen öğlen
yemeği için onun odasındaki muhteşem manzaralı kocaman balkona
geçtik. Yeni aldığımız ve önceden yanımızda olan yemeklerimizi yedik ve
sonrasında ağırlık basınca da odalarımıza çekilip yattık. Saat daha 17:00,
yuh bize.
Kendi kendime notlar:
Oldukça ilginç geliyor bana; Buraya gelen yabancılar hep bir Budist giyim
ve yaşam tarzına bürünüyor. Komik geliyor uzaktan bakınca. Saplıklı
yaşamak için her gün Yoga yapıyorlar. Spor yapıyorlar, deli gibi
yürüyorlar, %80 i vejiteryan. Ama bakıyorum, hemen hepsi (çok az istisna
var) acayip çok sigara içiyor. Sağlıklarına o kadar dikkat eden insanlar
neden bunu yapıyor anlayamadım. Huzuru, mutluluğu, sağlığı, dinginliği
bulmaya, binlerce kilometre teperek buraya gelmelerine rağmen,
kendilerine karşı dürüst olmadıklarını düşünüyorum. Bana ne ama,
düşünüyorum işte.
Burası Hindistan gibi değil. Çok daha sakin ve insan sayısı az. Metrekareye
daha az insan düşüyor!. Hindistan çok çok daha kalabalık. Ama yerliler,
yani Hintliler ve Tibetliler oldukça ilginç burada. Özellikle ayıp ve pislik
kavramları bizden çok farklı. Yolda, restoranda, kafede feci yüksek sesle
ve çok çirkin ve gürültülü bir şekilde boğazlarını temizliyorlar. Çok doğal
onlar için. Sizin mideniz ağzınıza geliyor tabi. Sokakta kocaman
tükürmekten hiç çekinmiyorlar. Yüksek sesle konuşmak, herhangi bir
şekilde ve yerde çok doğal onlar için. Yürüdüğünüz yolun iki yanında üstü
açık kanallar var. Sokakta yürürken, bu kanallara çişlerini
yapıyorlar(özellikle akşamları), tükürüyorlar, kusuyorlar ve çöp atıyorlar.
Belediye ara sıra kanalları temizliyor. Siz sokakta yürürken (1800 mt. de,
ormanlar içinde, süper temiz hava olması gereken bir yerde) burnunuza
son derece kesif kokular geliyor ve pek nahoş oluyor tabiî ki.. Aslında
biliyor musunuz, bunların hepsine alıştık. Ama şu yanımızdan geçen
araçların, devamlı şekilde, hatta önlerinde kimse yok iken, yani yol boşken
bile deli gibi klakson çalmasına alışamadık. Ciyak ciyak klakson çalıyor
adamlar. Vedat daha rahat ama ben çıldırmak üzereyim. Beynim bir
mantığa oturtmaya çalışıyor ama nafile. Düşünün şimdi, adam bit kadar
motoru ile rampa aşağı gidiyor. Motor boşta, ve önünde kimse yok. Ama
devamlı klakson çalıyor. Aynısı arabalar için de geçerli. İnsan olduğunda
anlıyorum ama, arabanın dandik motorunun sesi, zaten klaksondan daha
gürültülü. Yani geldiğini duymamanıza imkan yok. Ama inadına
ciyaklayarak klakson çalıyorlar. Katil olmak içten değil. Neden, neden,
neden yaaa Neden? Düşünmüyorlar bile klaksona basarken. İçgüdüsel/iç
dürtüsel bir hareket.
Bu gün Vedat ile Delhi şehrine girmeme konusunda hem fikir olduk.
Duyduğumuz ve okuduğumuz kadarı ile, pek özelliği olmayan, son derece
büyük, aşırı kalabalık, (20 milyon civarı) ve çok kötü trafiği olan bu şehre
pek sempati beslediğimiz söylenemez. Mümkün ise Delhi‟den önce bir
kasabada kalıp, ertesi gün Agra‟ya, Şah Cihan‟ın meşhur Taj Mahal ‟ine
girmek istiyoruz. Yani dört gün sonra, ayın 15 inde yola çıkmayı ve 25
inde Katmandu‟ya varmayı hedefliyoruz.
Bu yolculuğa çıkmak istememdeki ana sebep, Katmandu‟ya varabilmekti.
Vedat‟ın da aynı. Tabi ki, rota üzerindeki bir çok güzel yeri görmek, içime
çekmek, kokusunu tanımak, insanı ile tanışmak, sıkıntısını, dünyalarını
yaşamak, anlaşmak, uzlaşmak ve tüm bunların keyfini yaşamaktı. Ama
hedef olan Katmandu gözümde önemini biraz kaybetti. Nedense? Sanırım,
esas sebep, başlarda, rotamız üzerinde pek önemli olmayan
Dharamsala‟nın, gözümde, gözümüzde şimdi çok değer kazanması
diyebilirim. Lokasyondan, havasına, insanından, son derece yüksek pozitif
enerjisine, manzarasından, doğasına, kültüründen sakinliğine kadar her
şey bizi çok etkiledi. Tüm geldiğimiz 8000km boyunca hedef aslında
Dharamsala olmaymış düşüncesi sardı ikimizin de yüreğini. Sevgimizi
çaldı. İçimizi ısıttı. Bizi kabul etti ve tüm güzelliklerini karşılıksızca ve
cömertçe bize sundu. En önemlisi; mutlu olmamızı sağladı. Hem de biz hiç
bir şey için çaba göstermeden.
Pislik, çirkinlik, karmaşa, üç kağıt vs her yerde yok mu zaten?. Ama
bunları görmediğin yer, unuttuğun yer, algının kötülükleri ittiği yer, aslında
gerçekten mutlu olduğun yer değimli ki? Bence / bizce evet… Burası orası.
Katmandu‟ya tabi ki gideceğiz. Ora‟nın da havasını soluyup, insanını
tanıyacağız. En son giden Türk motor sürücüsü sevgili Murat‟ın dediği gibi,
“Ben nereye geldim? Bu ne kargaşa, bu ne pislik” diyecek miyiz göreceğiz.
Ama olsun. Birebir, kendi gözlerimizle göreceğiz ya, yeter de artar bile.
Yılbaşını geçirip, motorlarımıza atlayıp yine Dharamsala‟ya geri geleceğiz.
Bakalım neler göreceğiz. Kar göreceğiz sanırım/umarım. Bu uçsuz
bucaksız derin vadiler ve yüksek dağlar, karlı halleri ile bizi nasıl
karşılayacak acaba. Düşüncesi şimdiden içimi üşütüyor ama mutlu da
ediyor. Sanırım, Vedat ile birbirimize söylemesek de, ikimiz de
Katmandu‟ya gidip, Dharamsala‟ya geri gelmeyi iple çekiyoruz. Bir yerden,
henüz ayrılmadan orayı özlemek böyle bir şey olsa gerek. Ne güzel keyifler
yaşattı bu seyahat bize yahu. Aklıma bile gelmezdi, Bağdat caddesinde,
Cafe Cadde‟de, serin biramı yudumlarken ve arkadaşlarıma, gideceğim
rota ile alakalı ahkam keserken!...Zaten ukalayım ama bir de ahkam
kesmek yok mu. Ama şimdi anlıyorum ki, dünya başka işliyor. Hisler,
düşünceler, maddeler ile değil, mutluluk ile canlanıyor. Değişiyor,
gelişiyor.
Katmandu için hafif yollu “yargısız infaz” yaptığımı farkındayım ama bize
kızmayın ne olur. Yazmakla, iki kuru resime bakmakla anlaşılmayan
şeyler, hisler, duygular, kokular var içimizde. Ancak bu kadar
anlatabiliyorum, beceriksiz ellerimin, acemice yazdığı klavyedeki haliyle.
Bizi anlamaya çalışın ve kendinizi yerimize koymaya çalışın. Öyle bir
yerdeyiz ki…
Sevgili Vedat‟ın dediği gibi: Oğlum aşağıda dağlar var!. Ne biçim yere
çıktık biz? Demişti. Ne güzel değimli? Aşağıda dağlar var. O zaman biz ne
kadar yüksekteyiz ki? Madden mi, ruhen mi? Düşünmek için çok
zamanımız var. Umarım siz de bir gün buraya gelir ve bize hak vermek
için ve/veya, yaşamınıza bu güzellikleri katmak için, zaman ayırırsınız.
28 gün. 13 Aralık.08 Cumartesi - Dharamsala - Uzun konaklama
10.gün
Bu sabah kahvaltı esnasında ikimiz de birbirimize aynı şeyi sorduk. Daha
doğrusu ben sordum, Vedat ise "ben de soracaktım yahu" dedi... Delhi'ye
Pazartesi yola çıkmayı hedeflemiştik ama, Hindistan‟ın trafiği malum. Beri
yarın, yani Pazar günü çıkalım da daha az kötü trafikte yol alalım, daha
güvende oluruz diye düşündük ve sonuç olarak, Pazar günü, 14 Aralık,
sabah, yola çıkıyoruz.
Bu günü dinlenerek geçireceğiz. (Sanki çok yorulduk da :) ) Eşyalarımızı
toparlayacağız. 10 gündür buradayız ve biraz dağıldık açıkçası.
Öğrendiğimize göre, meşhur Dalai Lama, bu gün Fransa ziyaretinden Mac
Load Ganj‟a, yani evine dönüyormuş. Evine, yani sarayına! Giden yolların
iki tarafı, tamamen rahiplerle, turistlerle, öğrencilerle ve halk ile kaplanmış
vaziyette. Biz de hemen fotoğraf çekebileceğimiz uygun bir yere yerleştik
ve kendisini beklemeye başladık. Beklerken etraftaki renkli insan
manzaralarını da kaçırmamaya çalıştık elbette.Bir çok resim çektik.
Hindistan‟da sürgündeki bir hükümetin, kutsal Ruhani lideri olan, Nobel
Barış ödülü sahibi, ve dün ya barışına yaptığı katkıları ile ünlü bu sevimli
insanı canlı görebilecek olmak, içimizde garip bir heyecan yaratı. Dalai
Lama‟yı görmek hemen hemen mümkün değil. Zira ya sarayında
görüşmeler yapıyor ya da yurt dışında temaslarda bulunuyor. Bu kişi, az
sonra mütevazi Suzuki cipin ön koltuğunda önümüzden geçti. Kendisine
selam veren, ellerinde tütsüleri ile bekleyen halkına sakince el sallayarak
ve o bildik sıcak ama yapay olmayan gülümsemesi ile sanırım herkesin
kalbini yine kazandı.
Şansımıza dua ettik, heyecanlandık, mutlu olduk ama neden olduğunu tam
da bilemedik. Sanırım 10.000 km uzaktan kalkıp buraya gelip, 11 gün
kalıp, buradaki son günümüzde Dalai Lama‟yı görebilmek bizi çok etkiledi.
Bu arada otelimizden çok feci mutluyuz. Sahibi Ram bey çok efendi, aşırı
nazik bir kişi. Dalai Lama‟nın geleceğini de O haber verdi bana zaten.
Yoksa biz miskin miskin odalarımızda oturuyorduk.Nereden haberimiz
olacaktı ki. Şanslıyız vallaha 
29 gün. 14 Aralık.08 Pazar - Dharamsala – Karnal – 377 km.
Şu bizim Vedat var ya, acıyorum aslında çocuğa… Benimle yolculuk yapma
gafletinde bulundu çünkü. Her şeyi bildiğini sanan ukala ben!! dedim ki;
“Pazar günü yola çıkalım, Delhi‟ye doğru trafik rahat olur, tatil günü
sakindir ortalık, böylece korkunç Hindistan trafiğinden kurtarırız.” Ama ne
kadar yanıldığımı hemen anladık, fakat çok geç oldu…
Sabah erkenden yola çıktık. Güzelim Dharamsala‟yı ve Mac Load Ganj‟ı
arkamızda bırakmak bizi biraz üzdü aslında ama, emindik ki, bir gün
mutlaka yine geleceğiz. Ve muhteşem manzaranın ve sakin doğanın
keyfini yine çıkartacağız.
Çok bol virajlı ve oldukça keyifli bir yoldan, aşağıya doğru inmeye
başladık. (1800 metredeyiz de…) Hızımız çok düşük virajlar yüzünden,
ama keyfimiz yerinde. Ana yola ulaşana kadar yaklaşık 180 km.miz daha
var. Sonrası otoban ve Delhi‟ye hava kararmadan rahat varırız.
Düşüncemiz, hesabımız bu idi. (Evdeki hesabın, çarşıdakine nasıl
uymadığını anlamamıza yaklaşık 4 saat var) Virajlı, hem de nispeten
bomboş yollarda, yata yata, çok keyifli şekilde Chandigar‟a geldik. Hesapta
zor kısmı atlattık, ve otoban başlayacağı için rahatça Delhi‟ye
gidebileceğiz. (Ne kadar salak olduğumu anlamaya 5 dakika kaldı. )
5 -10 dakika içinde, “Otoban” denen şeye çıktık. “Şey” dedim zira otoban
ile alakası olmayan bir yol burası. Yol bölünmüş. İki gidiş iki geliş şeklinde
yapılmış. Kağıt üstünde güzel görünüyor değil mi? Ama değilmiş.
İnanılmaz kalabalık bir yola vardık sonunda. Şok üstüne şok. Standardın
dışında kalabalık bir Pazar trafiği. Biz daha Hindistan trafiğini yeni yani
öğreniyoruz aslında. Kafada canlandırmaya çalışın. Trafik zaten soldan
akıyor. Yani, iki şeritli bizim yolda, ağır vasıtalar soldan, hızlı vasıtalar ise
sağdan gitmeli. (Türkiye‟nin tersi yani) Sollamalar, normal olarak öndeki
aracın sağından yapılmalı. Ama böyle olmadı tabiî ki. Kuralsızlığın kural
olduğu bu memlekette, tüm ağır vasıtalar sağdan, yani hızlı şeritten yani,
sollamaların (sağlama) yapılması gereken şeritten gidiyor. Biz ise onların
solundan, yani ters taraftan geçmek zorunda kaldık. Araçların “Yol
Vermek” gibi bir kavramları yok. Yol, verilesi bir şey değil yani
Hindistan‟da…
Arabaların %80 inde sol ayna yok. Sağ aynası (şoför tarafı) olan araçların
% 80 inde ise aynalar kapalı Aynası açık olan % 20 ise aynaya bakmıyor!
Yani sizden haberdar olması gereken sürücü, sizden haberdar değil. Ne
kadar klakson çalarsanız çalın, ne kadar selektör yaparsanız yapın, öndeki
araç sizi görse bile kesinlikle yol vermiyor. Çünkü yol vermek diye bir
kavram bilmiyorlar. Abartıyorum diye düşündüğünüzü duyar gibiyim.
Keşke abartsaydım. Ne yazık ki doğru ve son derece gerçek ve Delhi‟ye
daha dünya kadar yol var. Hava kararmadan varmak mümkün değil artık.
Bunu acı bir şekilde anladık. Bu arada, benim yan ayak müşülü (sviçi)
bozuldu. Yan ayağı açınca motor stop etmiyor. Kapatınca ise yeniden
çalışmıyor. Bu yüzden, benzin için durduğumuz her seferde veya mola
verdiğimiz her seferde, ben motordan inmedim. İnemedim aslında. Motoru
orta sehpaya almak çok zahmetli zira motor çok çok ağır. Kısaca sadece
kontağı kapatıp selemde oturdum….
Delhi‟ye aydınlıkta varamayacağımızı anlayınca, bir otel bulmak zorunda
kaldık. Ana yol üzerinden solda ve az içeride, Uchana Tourist Resort u
bulduk. Yapay müthiş bir gölün kıyısındaki harika bir yer. Çok sessiz,
temiz ve havası çok güzel. Delhi‟ye yaklaşık 125 km uzaklıkta bir yer. Aynı
rotayı yapacaklara tavsiye ederim. Haryana eyaletinde, Karnal
kasabasından 2 km önce solda.
Bu gün toplamda 377km geldik.9,5 saat sürdü. Ve ben seleden
kalkmadım, motordan da inmedim. Yuh bana…

Benzer belgeler

SON GELİŞMELER Motora eklediğim 10 litrelik ekstra bidonu

SON GELİŞMELER Motora eklediğim 10 litrelik ekstra bidonu Sabah çok da erken kalkmadık. Zira yolumuz az. Sallanarak, otelimizden sadece 33km ilerdeki sınıra geldik. Birazcık kaybolduk ama alıştık artık. Sorarak her yer bulunuyor. Bir detay var tabiî ki so...

Detaylı