YAZILI ANLATIM - Adnan Menderes Üniversitesi

Transkript

YAZILI ANLATIM - Adnan Menderes Üniversitesi
YAZILI ANLATIM
OKT. Perihan YİĞİT KARAZEYBEK
YAZILI ANLATIM
İnsanların düşüncelerini, duygularını, bilgilerini hayal ve sezgilerini bir düzen içinde
anlatmaları yazılı kompozisyon ya da yazılı anlatım adını alır. Kalıcı eserler meydana getiren,
bizden sonrakilerle veya uzaktakilerle iletişim sağlamamıza yarayan yazılı anlatımda
uymamız gereken bazı kurallar ya da izlememiz gereken bir yol vardır. Bunu da planla
sağlarız.
Yazıda plan
Plan, herhangi bir konuda öne sürülecek düşüncelerin, olayların ve duyguların
mantıklı olarak düzene konmasıdır. Plansız bir eser amacına uygun bir görüntü vermez.
Plansız bir yazı da ancak kafa karışıklığına, okunanlardan bir şey anlamamaya neden olur.
Aşağıda verilen plan başarılı bir yazı yazmanın anahtarı niteliğindedir.
*Konu seçimi ve konunun sınırlandırılması
Konu; yazıda ele alınan, üzerinde durulan düşünce, duygu, olay vb.dir. Her şey
yazının konusu olabilir. Aşk, dünya, ağaçlar, zambak bunlardan sadece birkaçıdır.
Uygun konu seçimi, başarılı bir yazı için oldukça önemlidir. Konu seçimi aynı
zamanda bilgi birikimine de bağlıdır.
Konu belirlendikten sonra, konunun hangi yönü ya da yönleri üzerinde durulacağı
belirlenerek konu sınıflandırılması yapılır. Konunun hangi tarafını ele alacağım, hangisi için
daha fazla bilgi birikimim var soruları bu sınıflandırmada yardımcı olacaktır. Örneğin
ekonomi gibi genel bir konu verildiğinde oldukça geniş bir alanı kapsar. Onun yerine Türkiye
ekonomisinde son beş yılı yazmak daha kolaydır.
*Ana düşüncenin belirlenmesi
Bir yazıdan çıkarılan ve yazarın amaçlı olarak okuyucuya iletmek istediği mesaj ana
düşünce adını alır. Yazıda işlenen konuyla ana düşünce birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Konu
daha çok ana düşünce etrafında gelişir.
*Yardımcı düşünceler
Ana düşünce yanında onu destekleyen birçok yardımcı düşünce de vardır. Yardımcı
düşünceler ayrıntı ifade eden düşüncelerdir. Akla gelen birçok düşüncenin arasından belli bir
düzene göre seçilirler. Bu düzen de giriş, gelişme ve sonuç düzenine uygun olur.
* Paragraf
Bir yazıdaki duygu, düşünce, olayla ilgili cümle veya cümle topluluğudur. Her
paragraf kendi içinde bir bütünlük oluşturur. Bir yazıda giriş, gelişme ve sonuç bölümleri
olduğu gibi paragraflarda da bu bölümler vardır.
Giriş
Bir yazının başlangıç bölümüdür. Genelde tek paragraf olsa da bazen konuya göre
birkaç paragraf da olabilir. Bu bölümde önemli olan okuyucunun dikkatini çekmektir.
Gelişme
Giriş paragrafında belirtilenlerin genişletildiği yazının ana bölümüdür. Ana düşünceyi
destekleyen yardımcı düşüncelerden oluşan paragraflar bu bölümde karşımıza çıkar.
Sonuç
Genellikle bir paragraf yazılan ve birkaç cümleden oluşan yazının en son kısmıdır.
Konunun ayrıntısına varmadan desteklenen düşünce veya varılan sonuç açık ve net bir şekilde
verilir.
*Başlık
Başlık yazının adıdır. Başlıklar bazen ana düşünceyi de yansıtırlar. Aynı zamanda
kısa öz ve ilgi çekici olmaları gerekir.
Başlıca yazılı anlatım türleri şunlardır:
1. RESMİ YAZILAR
1.1.DİLEKÇE
Bir konuda bilgi vermek, istek ve şikâyetleri belirtmek amacıyla kurum ve kuruluşlara
yazılan belgelere dilekçe adı verilir. Dilekçeler kişilerden kurumlara veya kurumlar arasında
yazılır. Dilekçelerin kendine özgü özellikleri ve planı vardır.
Dilekçe çizgisiz beyaz bir kâğıda bilgisayarla, daktiloyla veya mavi ya da siyah
mürekkepli bir kalemle yazılır, kâğıdın sadece ön yüzü kullanılır.
Dilekçeye, ilgili kuruma hitapla başlanır. Hitaplar kurumun idari yapısına uygun
olmalı ve zorunluluk yoksa kısaltma yapılmamalıdır. Ayrıca hitap cümlesi büyük harfle ve
satırı ortalayacak şekilde yazılmalıdır.
Hitaptan sonra dilekçenin metnine geçilir. Bu kısımda istek veya verilen bilgi kısa,
anlaşılır, sade bir dille anlatılır. Gereksiz ayrıntılara veya kişiselliğe yer verilmez. Ciddi ve
saygılı bir üslup kullanılmalıdır.
Dilekçeler konularına göre “bilgilerinize arz ederim”, “gereğini arz ederim”
ifadesiyle bitirilir. Eğer üst makam alt makama dilekçe yazmışsa, dilekçe “rica ederim”
şeklinde bitirilir.
Metin tamamlandıktan sonra, metnin sağ alt tarafına tarih, ad, soyad yazılır ve
imzalanır. Tarih sağ üstte de olabilir. Sol alt tarafa adres yazılır. Eğer dilekçeye eklenecek
bilgiler varsa, “ek1, 2… şeklinde sıralanır.
Örnek:
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ
FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA,
Okulunuzun ………….Bölümü………nolu……..sınıf öğrencisiyim…………tarihinde
girdiğim…………..dersi sınavından beklediğimin altında bir not aldım. Maddi bir hata
yapıldığını düşünüyorum.
Sınav kâğıdımın yeniden incelenmesi için gereğinin yapılmasını arz ediyorum.
04. 05. 2014
Adres:
Ad/ soyad
İmza
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ
FEN EDEBİYAT FAKULTESİ
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığına,
Okulunuzun
………….Bölümü………nolu……..sınıf
öğrencisiyim…………….yapılan Türkiye Türkçesi Grameri-I sınavına hasta olduğum için
giremedim.
Devlet Hastanesinden aldığım iki(2) günlük sağlık raporu ektedir. Tekrar sınava
alınabilmem için gereğini arz ederim.
04. 05. 2014
Adres:
Ad/ soyad
Ek 1: Sağlık raporu
İmza
1.2.TUTANAK
Meclis, kurul, mahkeme, kongre, toplantı vb. yerlerde konuşulup alınan kararları,
konuşmaları, önerileri veya bir olayın meydana geliş şeklini, nedenlerini ve sonuçlarını
göstermek için düzenlenen yazılı belgelere tutanak adı verilir.
Toplantı tutanaklarında; toplantının nasıl başlandığı, konuşanların isimleri ve
yaptıkları konuşmaları, alınan kararlar, yapılan öneriler ve toplantının kapanışı ayrıntılı olarak
anlatılır. Resmi toplantılarda alınan kararlar karar defterine yazılır.
Olay tutanaklarında ise olayın ne zaman, nasıl, nerede meydana geldiği oluş sırasına
göre anlatılır.
Tutanaklarda kişisel görüş ve yorumlara yer verilmez. Tutanak düzenlenirken metnin
sağ üst köşesine tarih atılır, başlık olarak tutanak yazılır. Metin tamamlandıktan sonra metnin
altı ilgililer tarafından imzalanır.
Örnek:
16.06.2014
TUTANAK
Adnan menderes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Türkiye
Türkçesi
Grameri
II
final
sınavında………
nolu
sınav
salonunda………nolu……………….adlı öğrenci, hazırlamış olduğu küçük kopya kâğıtlarıyla
kopya çekerken yakalanmıştır. Tarafımızca bu belge düzenlenmiştir.
Ek:
1. Sınav kâğıdı
2. Üç adet kopya kâğıdı
Arş. Gör……………
İmza
Arş. Gör………..
imza
1.3.RAPOR
Herhangi bir konu ya da olay üzerine derinlemesine yapılan araştırma ve
incelemelerin sonucu hakkında ayrıntılı bilgi veren yazılara rapor adı verilir. Rapor
hazırlayana raporcu ya da raportör adı verilir. Rapor alanında uzman kişilerce hazırlanmalıdır.
Tutanağa göre daha fazla bilgi ve belgeye dayanır. Raporlarda kişisel görüşlere ve
yorumlara yer verilebilir. Değerlendirme yazısı olduğu için her alanda rapor yazılabilir.
Yazıldıkları konulara göre, bilimsel rapor, doktor raporu, polis raporu, proje raporu, deney
raporu, çalışma raporu, soruşturma raporu….. şeklinde örneklendirilebilir.
Örnek:
1.4. İLAN
Bir haberi ya da mesajı, basın yoluyla duyurmak amacıyla hazırlanan yazılardır.
İlanlar, resmi ya da özel kuruluşların personel, malzeme ya da başka ihtiyaçlarını karşılamak
üzere yaptıkları duyurulardır. İlanlar, hızlı, dikkat çekici ve basit haberleşme aracıdır.
İlanların çeşitli türleri vardır. Buna göre ilanlar;
1- Yapı ve niteliklerine göre ilanlar,
2- İçeriklerine göre ilanlar olmak üzere 2’ye ayrılır.
Yapı ve niteliklerine göre ilanlar kendi içinde;
a) Resmi ilanlar
b) Özel ilanlar olmak üzere 2’ye ayrılır.
1.5. KARAR
Resmi kuruluşların, tüzel kişilerin yönetim kurullarının bir konu üzerindeki görüşlerini
tespit etmek amacıyla yazılan yazılardır. Yönetim kurulu toplantılarında varılan sonuçlar
karar halinde karar defterine geçirilir. Kararlar tüm katılanların oylarıyla alınırsa «oy
birliğiyle», karara katılmayan olursa «oy çokluğuyla» alınmış olur. Karara bazı üyelerin
katılmaması durumunda gerekçelerini belirtir ve altını imzalarlar. Buna uygulamada
«muhalefet şerhi» ya da «karşı oy» denmektedir.
2.DÜŞÜNCE YAZILARI
2.1. MAKALE
Herhangi bir konuda bilgi vermek, bir konuya açıklık getirmek, bir düşünceyi
savunmak veya kanıtlamak için yazılan gazete ve dergi yazılarına makale adı verilir. En kısa
tanımıyla ise iddia ve ispat yazılarıdır.
Temeli düşünce olan bir yazı türüdür. Bu nedenle yapısı, ortaya atılan bir görüş ve bu
görüşü destekleyecek düşüncelerle örülür.
Okuyucunun bilgisini artırmayı amaçlayan makalelerde bilim, teknik, sanat, kültür,
politika gibi değişik konular ele alınır. Makaleler alanında uzman olan kişiler tarafından geniş
bir araştırma ve inceleme sonucunda yazılırlar. Bu incelemeler sırasında konuyla ilgili temel
kaynaklara ulaşmak ve değerlendirmek gerekir.
Makalenin
ülkemizde
tanınması,
gazetenin
yayımlanmasıyla
olmuştur.
Edebiyatımızdaki ilk makale Şinasi tarafından yazılan ve Tercuman-ı Ahvâl adlı gazetede
yayımlanan “Tercuman-ı Ahvâl Mukaddimesi”dir.
Örnek:
ÇİÇEK VE RENK ADLARINA DAİR
Beşir Ayvazoğlu
Şu söz yanılmıyorsam Sait Faik'e aittir. "Çiçek ve balık adlarını bilmeyen hikâye
yazamaz. Bu çok doğru sözdeki "çiçek" kavramı "bitki" olarak genişletilip renk adları da ilave
edilirse, bence daha kavrayıcı bir prensip elde edilmiş olur.
Kırsal bölgelerden şehirlere doğru gittikçe hızlanan göç ve buna paralel olarak yaşanan
şehirleşme, toprakla aramızdaki ilişkileri iyiden iyiye bozdu. Çocuklar bir tutam yeşilliğe ve
"bir avuç gökyüzü"ne hasret, daracık apartman dairelerinde şuuruna varamadıkları bir kâbus
yaşıyorlar. Ne bitkileri tanıyorlar, ne böcekleri, ne kuşları, ne de birkaçı dışında-diğer
hayvanları. Bırakın kırlarda yetişen binlerce bitki çeşidinin adlarını, bir anket yapılsa, bir
çırpıda beş-on çiçek adı sayan kaç kişi çıkar merak ediyorum. Elbette bu olumsuz gelişmede
Türkçedeki daralmanın ve fakirleşmenin payı da büyüktür. Hadi itiraf edelim; artık
çocuklarımız ana dillerini de öğrenemiyorlar. Konuştukları, Türkçenin karikatüründen başka
bir şey değil.
Bana öyle geliyor ki, bitki, böcek, kuş ve renk adları, dillerin gizli hazineleridir; onlara
bakarak bir halkın hayal gücü, tabiatla ilişki biçimi dünya görüşü ve realite kavranışı
hakkında açık seçik fikirler edinilebilir. İnanmazsanız, Turhan Baytop'un Türkçe Bitki Adları
Sözlüğü'nü açıp bakın. Türkiye'de yetişen bitkiler, Türkçe bitki adları ve bitkiler etrafında
oluşan kültür hakkında önemli araştırmaları olan Baytop Hoca 1994 yılında Türk Dil Kurumu
Yayınları arasında çıkan (yeni baskılarının yapılıp yapılmadığı bilmiyorum) bu nefis sözlükte
büyük bir boşluğu doldurmuştur.
Türkçe bitki adları başlığına bir âlem; çok zekice hatta muzipçe olanları var. Turhan
Baytop'un sözlüğünü gözden geçirirken, önce hafızamda yer etmiş, benim için hâtıra değeri
taşıyan bitkilerin adlarını aramış ve hepsini de bulmuştum. Bana özel bir dünyayı bir duyum
biçimini ve bir nağmeyi veren Evelik, Yemlik ve Madımak bitkilerinin Lâtince adlarını
öğrenince bir tuhaf olduğumu söylesem inanır mısınız? Sanki bu üçlü birden benim dünyamın
malı olmaktan çıkmıştı. Mayhoş tadını hâlâ damağımda hissettiğim kuzukulağı meğerse
evelik otunun da dahil olduğu rumex alt cinsine bağlı bir otmuş, bazı bölgelerde Ekşimenek,
Ekşimik, Ekşimcik ve Ekşincik de deniliyormuş. Aynı aileye mensup birçok otun genel adı
lâbada imiş. Bahar müjdecileri olan Nevruz çiçeğini, Çiğdemi ve Kardeleni unutmadım;
çocukluğumda, Zara'da bahara doğru bu çiçeklerden toplamak için kırlara çıktığımızı iyi
hatırlıyorum. Çok zaman ellerimiz boş dönerdik; çocuklar bunları nevruz ve çiğdemi iştahla
yerlerdi. Nevruz toplamanın, bazı zamanlardan kalma bir çeşit tören olduğunu biliyor
muydunuz?
Baytop Hocanın sözlüğüne göre, Nevruz (navruz) Hermodactyloides Spach ve Scorpiris
Spach alt cinslerine bağlı iris türlerine verilen genel isim. Kazakistan'da Bayeşek,
Kırgızistan'da Bayçeçek, Özbekistan'da ise Baharkız adlarıyla bilinen Nevruz çiçeği, Türk
dünyasında diriliğin, tazeliğin, yenilenmenin, gençliğin, bekâretin, saflığın, masumiyetin ve
temizliğin sembolü imiş, Kırgızistan'da bunun için evlenmemiş genç kızların küpe, kolye gibi
takılarında ve gelin başlıklarında tek motif olarak yer alıyormuş.
Lâtince ası Crosus olan Çiğdeme gelince; Karlar erimeye başlar başlamaz açan bu aceleci
çiçek baharın müjdecileri sayılır. Orta Anadolu'da bahar başlangıcında oynanan "Çiğdem
Eğlencesi" adlı bir de çocuk oyunu vardır. Ellerinde sivri sopalarla tepelere tırmanıp çiğdem
toplayan çocuklar, bunları iğne yahut karaçalı dalına asarak sokak sokak, ev ev dolaşır ve bir
tekerleme tutturarak baharın gelişini müjdelerler.
Tekerlemedeki Türkçenin güzelliğine bakınız:
Çiğdem çiğdem çiçecik
Ali Baba gökçecik
Çiğdem geldi kapıya
Yağ çıkarın yapıya
Yağ olmazsa bal olsun
Oğlum, uşağın sağ olsun
Topraktan başını uzatır uzatmaz, koyun ve keçi gibi hayvanlar tarafından yenildiği için beyaz
çiğdeme halk arasında Öksüzoğlan da denir. Aynı çiçek Bektaşilikte Ehlibeyt'in
sembollerinden biridir. Ve nefis bir halk türküsünde çiğdem ve nevruz şöyle dile gelirler.
Çiğdem der ki ben elâyım
Yiğit başına belâyım
Hepisinden ben âlayım
Benden âlâ çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yarim gurbet elde ağlar
Nevruz der ki ben nazlıyım
Sarp kayalarda gizliyim
Mavi donlu göz gözlüyüm
Benden âlâ çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yârim gurbet elde ağlar
Lâtince adı Papaver olan "Gelincik"i etimolojik açıdan ele alıp inceleyen rahmetli Ali Fehmi
Karamanlıoğlu, bu kelimenin Türkçenin en eski kelimelerinden bir olan ve Göktürk
kitâbelerinde geçen "gelin" kelimesine küçültme ve sevgi ifade eden -cik ekinin ilâvesiyle
meydana geldiğini söylüyor. Kısacası halk dağ lâlesini küçük bir geline benzeterek
adlandırmıştır. Türk töresinde gelinlik rengi beyaz değildir, kırmızıdır. Baytop Hocanın
sözlüğüne göre, gelinli adları taşıyan başka çiçekler de var; Gelinfeneri, Gelingöbeği (Kara
hindiba), Gelin Gülü (Çuha çiçeği), Gelinküpesi (Tavan kirazı), Gelinparmağı, Gelinsaçı,
Gelinteli vb.
Baytop Hocanın sözlüğünde çocukluğumun sonbaharında iplere dizilmiş o sarı-kırmızı-yeşil
alıçları, karamukları, böğürtlenleri birer tutam koparıp birbirimizi daladığımız ısırgan otlarını
da aradım. Birçoğunun ne çok eşanlamlısı varmış. Meselâ alıçın eşanlamlıları; Geyik dikeni,
Halıç, Havuç, Kızlar yemeşi, Yemişen, Yemişken vb. Çeşitli bölgelerde ısırgana verilen adlar
da ilgi çekici; Ağdalak, Cuncar, Cizlagan, Cincar, Dakırdalak, Dalağan, Dalayan diken.
Bir de "gül"ü merak ettim; yabanî gülün Asker Gülü, İt Gülü, Köpük Gülü gibi adları varmış.
Eskilerin "gül-i sadberg" dedikleri gülün Türkçe adları da hoş; Hokka Gülü, Katkan Gülü,
Okka Gülü, Lâtince adı rosa hemisphaerica olan bir gül çeşidine Sivas çevresinde
Kadıngöbeği deniliyormuş. Ancak halkımızın gül adını çok sevdiği anlaşılıyor. Güllü birkaç
bitki adı zikretmekle yetiniyorum; Gülburnu, Gül Elması (Yabani Gül), Gülfatma, Gülgülüm,
Güllügöndürme, Gülgülü (Hatmi, Boynuzlu Gelincik), Güllük (Eğrelti)
Türkçe renk adları da bitki adları gibi gitgide unutuluyor. Son zamanlarda yavruağızı, hâki,
tirşe, ebruli gibi renk adlarını kullanan birine rastladınız mı? Prof. Dr. Beynun Akyavaş bir
yazısında şikâyet ediyordu;
"Kırmızının bir tonuna siklâmen, yeşilin bir çeşidine petrol, sarının portakal rengine çalanına
da oranj diyoruz. "Rubi"lerimiz, "turkuvaz"larımız, "lilâ"larımız da var. Erbabı, onları yâkuti
firuze ve leylâk rengi olduğunu anlıyor. Siklâmen de, petrol de, oranj da, rubi turkuvaz, lilâ da
Fransızca öz Türkçe değil. Tunuslu bir dostla konuşuyordum. Narenc'i Arapça'da hangi
mânâda kullanıyorsunuz dedim. Narenc, 'greypfrut'tur dedi. Portakala bortugal derlermiş.
Demek ki Fransızlara bir narenc vermişiz. Portekiz'i almışsınız dedim. Bilindiği üzere,
"Portügal", Fransızca Portekiz'dir ve evvelâ 'Çin elması' denilen portakalı Çin'den alıp
Avrupa'ya getirenler de Portekizlilerdir. Portügal; Arapça portugal, Türkçe portakal olmuş"
Aslında diller buzdağları gibidirler, suyun altındaki büyük kısmı keşfetmeye başladığınız
zaman o dile nüfuz edebilir şair, yazar veya düşünür olabilirsiniz. Turhan Baytop Hoca, derin
sulara dalarak buzdağından küçük bir parçayı su yüzüne çıkarmış. Orada kim bilir daha ne
hazineler yatıyor. Türkçenin dalgıçları haydi iş başına!
Not: Meraklıları için Türkçe çiçek ve renk adlarından iki küçük liste sunuyorum.
ÇİÇEK ADLARI
Ana
Kokusu:
Sarı
şebboy
Anasına Babasına Pay Veren: Aslanağzı, Ateş Çiçeği, Âvize Fidanı, Ay Çiçeği, Ayı Pençesi,
Babunec: Papatya, Ballıbaba, Benefşe: Menekşe, Boru Çiçeği, Boyaçiçeği, Buhurumeryem,
Cemali Güzel, Ciğerci Sığırı,Civan Perçemi, Çadır Perçemi, Çadır Çiçeği, Çakal Nergisi,
Çalba, Çarkıfelek,Çıngırak otu,,Çiğdem, Çobanyastığı, Çuha Çiçeği, Dağçayı, Dağsümbülü,
Deligül: Menekşe Gülü, Devedikeni, Devetabanı, Dönbaba,Ebegümeci, Eğreltiotu,Erguvan,
Eşek Lâlesi, Eşek Dikeni, Fesleğen,Fırıldık Çiçeği: Çarkıfelek,Firuze Çiçeği,Fulya ,
Gardenya, Gâvur Gülü, Gecesefası,Gelincik,Geven,Guğu Çiçeği: Hüsnüyusuf,Gül,Güldefne,
Galhatmi, Gülibrişim,Gündündü :Ayçiçeği, Günebakan: Ayçiçeği, Günüş Gülü,Hanım
Düğmesi,Hanım Sallandı,Hanımeli, Haseki Küpesi, Haşhaş Çiçeği, Hatmi, Helyotrop, Hercai,
Menekşe, Hezaren, Horoz ibiği, Hüsnüyusuf, Itır Çiçeği, İtrişahi, İnci Çiçeği, Kadife Çiçeği,
Kahkaha Çiçeği, Kamelya, Kan Damlası, Kandil Çiçeği: Civan Perçemi, Karagözlüm,
Karanfil, Kartopu, Kasımpatı, Kaynanadili, Keşişbaşı, Kevke, Kına Çiçeği, Kirli Hanım,
Koçuk, Korunga, Kuşkonmaz, Küpe Çiçeği, Küsme Çiçeği: Mimoza, Küstüm Çiçeği: Küsme
çiçeği, Lâden Ağacı, Lâle, Lâle-i Nu'man: Gelincik, Lâtin Çiçeği, Leylâk, Lisan-i Sevir,
Mahmur Çiçeği: Çiğdem, Manisa Lâlesi, Manolya, Menekşe, Menekşe Gülü, Menevşe:,
Menekşe, Meryamana Eli: Buhurumeryem, Meryemana Kandili: Buhurmeryer, Meyan,
Mimoza, Mine Çiçeği,, Mor Salkım, Mümüdük, Müşgülüm, Nergis, Nevruz Çiçeği, Nilüfer,
Orman Gülü, Ortanca, Öksüzoğlan: Beyaz Çiğdem, Öküz Dili: Lisan-ı Sevir,, Papatya, Patlak
Çiçeği, Piyan, Reyhan, Sabun Çiçeği, Saffetiderûn, Saksı Çiçeği, Saray Çiçeği: Hezaren,
Saray patı, Sardunya, Sarmaşık,Semen:Yasemin, Sığırdili: Lisan-ı Sevir, Sığırkuyruğu, Sim,
Susen , Sünbül, Şakayık, Şkayık-ı Numan: Gelincik, Şebboy, Terslâle, Toprak Kabul Etmez,
Turna Gagası: Dönbaba, Üçgül, Vapurdumanı, Yaban Gülü: Nesrin, Yanardöner,Yasemin, ,
Yer Somunu, Yılan Yastığı, Yıldız ÇiçeğiYüksükotu, Zambak, Zerrin: Fulya, Zerrinkadeh:
Nergis, Zeymuran, Zülfüarus
RENK ADLARI
Al, Altınsarısı, Aşı, Ateşi, Baruti, Beyaz, Boz, Çamgöbeği, Çividi, Devetüyü, Ebruli, Eflatun,
Erguvan, Fıstıki, Fildişi, Firuze,Fulya Sarısı, Gelincik Kırmızısı, Gökmavisi, Gülkurusu,,
Gülpenbesi, Gümüşi, Hacıyeşili, Haki, Kahverengi, Kara, Kavuniçi, Kestane, Kızıl, Kimyoni,
Kiraz, Kuzguni, Küfyeşili, Külrengi, Lacivert, Leylâk, Limonküfü, Limoni, Mavi , Menekşe,
Mor, Narçiçeği, Nefti, Örteksayı, Patlıcani, Pembe, Samansarısı, Sarı, Siyah, Şarabi, Tarçıni,
Tirşe,
Turuncu,
Vişne,
Yakut,
Yavruağzı,Yeşil,
Zeytinyeşili,
Zifirî
Zümridî
Kaynak: http://www.dilimiz.gen.tr/makaleler/cicek_renk.html
2.2.FIKRA (KÖŞE YAZISI)
Yazarların gazete ve dergilerdeki genel başlıklı köşelerinde çıkan daha çok günlük
olaylardan söz eden, onları çeşitli yönlerden inceleyen yorumlayan kısa yazılardır.
Fıkrada yazar, günlük olayları kendine özgü görüşleriyle ortaya koyar. Güncel ve
siyasi olaylar derinliğe inmeden işlenir, akılda kalıcı değildir. Günlük olan bu yazılar sade ve
anlaşılır bir dille yazılır.
Birbirine çok benzeyen makale ve fıkra, makalenin daha uzun olması ve ispata dayalı
olması, fıkranın ise kısalığı ve ispata değil yoruma yani bakış açısına dayalı olması
bakımından birbirinden ayrılır. Ayrıca üslup bakımından da önemli farklar vardır. Makalede
bilimsel bir dil kullanılırken, fıkrada konuşma dili hakimdir.
Fıkralar güncel konularla ilgili yazıldığı için bir süre sonra önemini yitirir. Makale için
böyle bir durum söz konusu değildir.
Örnek:
TÜRKİYE'nin ciğerini bu defa Antalya'da dağladılar.
Gazetelerde yayınlanan rakamlara göre 31 Temmuz günü çıkan orman yangınında binlerce
hektarlık alandaki ağaçlar kül oldu. Sadece ağaçlar değil, böceğiyle, bitkisiyle, karıncasından
tavşanına kadar orada doğmuş tüm hayatlar söndü.
Sebebini henüz bilmiyoruz.
Bir yıldırım düşmesi de olabilir, bir alçağın sabotajı da... İki ayaklı bir hayvanın attığı izmarit
de buna yol açabilir, kırılmış bir şişe dibinin mercek görevi yaparak ateşlediği kuru otlar da...
İster o ister öteki... Sonuçta -bizim Ekonomi servisindeki arkadaşların hesabına göre- en az 1
milyar YTL değerinde maddi zarara uğradık. Sayıca 10 milyon ağacımız kül oldu. Bunların
2 milyon 500 bin kadarı, her biri ortalama 400 YTL değerindeki Kızılçam idi.
Zararın maddi bölümü öyle veya böyle telafi edilebilir. Asıl, o yöredeki "hayat" bitti.
Taa ki tabiat kendini yenileyip de böcekleriyle, kelebekleriyle, yılanıyla, kuşuyla, otuyla,
bitiyle avdet edene kadar...
Bizim anlayamadığımız bir şey var:
Özellikle Akdeniz ve Ege bölgesindeki ormanlarımızın her yılın yaz aylarında büyük bir
yangın tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bilinir.
Sadece maddi açıdan bakacak olsak, bu yangınlar yüzünden her yıl en az 1 milyar ABD
doları tutarında zarara uğradığımız da bellidir.
O halde bu zararı asgari düzeye indirmek için gerekli yatırımı neden yapmayız?
Veya bugüne kadar yaptığımız yatırımların yetersiz olduğu ortada olduğuna göre neden ek
yatırım ve önlemlerle soruna etkili bir çare bulmayız?
Öyle ya... Dört yılda kabaca 5 milyar dolar zarar edeceksek, bu işe 500 milyon dolar
yatırmak akıllıca olmaz mı?
Neler yapılabilir?
Öncelikle "yangın ihbar sistemi"ni olabilecek en etkili noktaya çıkarmak gerekir. Özellikle
cep telefonunun bu kadar yaygın olduğu Türkiye'de orman yangını nerede çıkarsa çıksın ilk 5
yahut 10 dakika içinde 177 No'lu yangın ihbar merkezine bilgi gelmesinden kolay bir şey
olmamak gerek.
Acaba Orman İdaresi bu numarayı herkesin hafızasına yerleştirecek kadar tanıtmadı mı?
Sadece numarayı ezberletmek hiçbir şey çözmez. Asıl önemlisi halka, yangın çıkaran
yanlışları yapmamayı öğretmektir. Bu okulda, evde, TV'de, her yerde, her an karşımıza çıkan
yoğun ve sürekli propaganda kampanyasıyla alınabilecek bir sonuçtur. Yılda birkaç kez
yapılan uyarıyla değil.
Üçüncüsü, Orman İdaresi'nin, orman yangınlarını söndürecek personeli sayıca ve eğitim
yönünden yeterli mi?
Yetkililerin "yeterli" demesi yetmez. Bunlar o konuda gelişmiş ülkelerdeki personelin eğitim
düzeyine çıkarılmadıkça amaca ulaşılmış sayılmaz.
Yangına duyarlı bölgelerdeki sivil halktan iyi eğitim verilmiş "gönüllü" birlikleri
kurulmadıkça ve onlar zaman zaman tatbikat yapılıp gereğinde devreye sokulmadıkça yine
yetmez.
Geriye teknolojiyi devreye sokmak, onun altyapısını hazırlamak kalır.
Tabii sorumlulara zahmet olmazsa!
Oktay Ekşi, Hürriyet, 5 Ağustos 2008
2.3.DENEME
Özgürce seçilen bir konuda, yazarın kendi kendiyle konuşma havası içinde yazdığı
yazı türüdür. Yazının konusu yazarın o anda aklına geliveren bir konu görünümündedir.
Korku, sevgi, özlem, arkadaşlık, hayat, din, aşk kısacası toplumu ilgilendiren her konuyla
ilgili deneme yazılabilir.
Orta uzunluktaki bu yazı türünde adeta yazar içini döker. Kişisel görüş ve
düşüncelerini iddiasız ve içtenlikle ele alır.
Batı edebiyatının en büyük deneme yazarı Montaine ve Bacon’dur. Türk edebiyatında
ise Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Nurullah Ataç ve Yakup Kadri deneme alanında tanınmış
yazarlarımız arasındadır.
Örnek:
DOĞRU İLE YALAN
Her doğruyu söylemeye gelmezmiş, birtakım doğruları yaymamak, çokluktan, kamudan
gizlemek gerekmiş... Peki ama, bir doğruyu söylemek, gizlemek, yayılmasını önlemeğe
çalışmak o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir. Yalanın yalan olduğunu
bilerek sürmesine bırakmaya hakkınız var mıdır?... Bu yalanlar kutsalmış, onlara dokunmaya
gelmezmiş... Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına inanmıyoruz demektir; bunun
için "kutsal yalan" sözü bir şeyin hem köşeli hem de yuvarlak, hem katı hem de biçimsiz
olduğunu söylemek gibi bir saçmadır. Ama duygularını birer düşünce saymaktan
çekinmeyenler böyle saçmalarla kolayca bağdaşabiliyor.
Birtakım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık, asillik (aristocratie) aristokrat- düşüncenin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler, kibarlar, damarlarında mavi kan
akanlar var, onlar doğruları bilirler, onların bilmesinden bir kötülük gelmez; ama küçüklere,
kibar olmayanlara, kölelere sakın açmayın!... Öyledir kişioğlu: kendisi için ille birtakım
ayrıcalıklar ister. Eski acunun kibarlığı, aristokratlığı yıkıldı ama onun yerine aydınlar
türedi...
Bir kişi olarak ilk ödevimiz, yalan olduğunu anladığımız düşüncelerden benzerlerimizi
yani bütün kişileri kurtarmaya çalışmaktır. "Ben bunun yalan olduğunu biliyorum, ben buna
inanmıyorum, ama kamunun bu bağlar altında kalması, onun anlamaması daha iyi olur."
diyen kimse, öğrendiği anladığı doğrulara layık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur
onun: Bir şeyin ne doğru olduğunu düşünür, ne de yalan olduğunu. Ancak kendisini düşünür,
büyük görmek için bir yol arar.
Her doğru söylenebilir, her doğru söylenmelidir, yoksa çevremizi aldatıyoruz, çevremize
yalan yayıyoruz demektir.
Nurullah ATAÇ
2.4.ELEŞTİRİ
Bir sanat eserini bütün yönleriyle incelemek, değerlendirmek ve tanıtmak amacıyla
yazılan yazılara eleştiri adı verilir. Eserlerin zayıf ve güçlü yönlerini ortaya koyan eleştiri
türünün edebiyat alanında yol gösterici bir rolü vardır.
Edebi eserler söz konusu olduğunda eleştiri, eseri yorumlama, açıklama ve değerini
biçme çalışmasıdır. Önce eserin şekle ve içeriğe ait özellikleri tespit edilir, sonra bu tespitler
yorumlanılarak değerlendirilir.
Eleştiride yazar, yargılarında belirli ölçülere bağlı kalmalı, eleştirileri nesnel olmalı,
"beğendim, hoşuma gitti"... gibi öznel değerlendirmelerden kaçınmalıdır. Bunun yanında
eleştiri yazısını okutacak olan elbette eleştiri yazarının kendine özgü konuyu ele alış biçimi,
kendine özgü yorumlayışı ve anlatımındaki üslubudur.
Eleştirisi yapılan çalışma, bütün boyutlarıyla ele alınmalı, kendi türü içindeki
bilimsel, sanatsal, toplumsal yere oturtulmalıdır. Alanındaki diğer çalışmalarla
karşılaştırılarak bu türe kattıklarıyla, kendisinden beklendiği halde katamadıklarıyla ele
alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki eleştiri yazarının görevi yeni bir eser yazmak değil, yazılmış
eseri yargılamaktır.
2.5.İNCELEME
Bir eserin ve ya bir metnin bütün özellikleriyle ele alınıp tanıtıldığı, ayrıntılarının okuyucuya
sunulduğu yazı türüdür. Edebi eserlerin incelemelerine daha sık rastlanır.
İncelenen eserin türüne göre inceleme şeklinde farklılıklar olsa da daha çok konu, ana
düşünce, yan düşünceler, tema, eserdeki sanat anlayışı, üslup, dil ve anlatım gibi özellikler
dikkate alınır.
İnceleme yazıları eleştiri yazılarıyla karıştırılmaktadır. Eleştiri yaparken inceleme
yöntemlerinden yararlanılır, fakat incelemede eleştirme amacı güdülmez.
Hikâye ya da roman inceleme planı
A: Dış Yapı İncelemesi
Yerleştirme:
• Eserin adı, bir eserden alındı ise kaynağının adı, kaynaktaki sayfa numaraları,
basıldığı yer, yıl; boyutları.
• Eserin yazarı, yazarın sanatı, sanat yaşamındaki evreler; varsa, çevirmeni.
• Eserin yazıldığı dönem, yazarı etkileyen, eserine yansıyan önemli olaylar.
• Eserin türü.
B: İç Yapı İncelemesi
• Eserin konusu
• Eserin teması
• Eserdeki dünya görüşü
• Eserdeki hayal örgüsü
• Eserin bölümleri
• Ana düşünce (olay), yardımcı düşünceler (olaylar)
• Eserde altı çizilecek diğer düşünce, olay, benzetme, sembol... vb.
• Eserin anlatım özellikleri
• Kullanılan sözcüklerdeki öznellik - nesnellik; sözcükler arası soyut - somut
ilişkiler; sıfatların, zarfların, bağlaçların kullanımı; kurduğu tamlamaların özellikleri...
• Eserde sözdizimiyle sağlanan iç ahenk
2.6.BİYOGRAFİ
Sanat, bilim, siyaset, spor vb. alanlarda tanınmış kişilerin veya ülkesine yararı
dokunmuş kişilerin hayatlarını anlatan yazılara biyografi denilir.
Biyografisi yazılan kişini doğduğu tarihten biyografisinin yazıldığı döneme kadarki
hayatı sergilenir. (Kişi hayatdaysa) kendisiyle ailesiyle, arkadaşlarıyla görüşülür hayatı ve
şahsiyeti ile ilgili bilgiler toplanır.
Bu türde duygu ve düşüncelere pek yer verilmez, tarafsız davranılır sağlam kanıtlara
dayanılır ve objektif olunur.
Bazen bir makale kadar kısa, bazen bir kitap olacak kadar uzun çalışmalardır.
Biyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz.
Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yaşadığı dönemin
özelliklerine kaynaklık eder.
2.7. OTOBİYOGRAFİ
Bir kişinin kendi hayat hikâyesini anlattığı türe otobiyografi adı verilir. Otobiyografi
yazmak çok güçtür, çünkü insanın kendinden söz ederken objektif olması zordur.
Otobiyografilerde kişi doğumundan otobiyografinin yazıldığı döneme kadarki hayat ve başarı
öyküsünü dikkate değer yönleriyle kaleme alır.
2.8. MONOGRAFİ
Tanınmış kişilerle ilgili bir konuyu örneğin hayatlarının belli bir bölümünü, eserlerini,
başarılarını ele alan veya herhangi bir alandaki özel bir konu ya da sorunu derinlemesine
inceleyen eserlere monografi denilir.
2.9. ANI (HATIRA)
Bir kimsenin kendi başından geçen olayları ya da kendi yaşadığı dönemde ortaya
çıkan kültürel, sosyal, siyasal ... olayları ve teknolojik gelişmeleri kendi gözlemlerine ve
görüşlerine bağlı kalarak anlatırsa anı dediğimiz bir yazı türü ortaya çıkar. Yazar bu olaylar
karşısındaki duygularını okuyucularıyla paylaşmak ister.
Anı türünde yazar kişisel öykülerinin yanı sıra belli bir dönemi kişisel aynasından
yansıtır. Anı ile günlük birbirine benzetilebilir. Günlük, olayları yaşarken; anı ise yaşadıktan
sonra kaleme alınır. Anılar zaman geçtikten sonra yazıldığı için ancak yazarın hafızasında
kalanlar yazılır.
Anılar yazarların olayları yaşadığı zamandaki bakış açısıyla değil, bunları kaleme
aldıkları dönemdeki bakış açılarıyla dile getirilirler.
2.10.GÜNLÜK (GÜNCE)
Yaşanan olayların ve olayların kişide bıraktığı izlenimlerin, günü gününe yazılmasıyla
oluşan yapıtlardır.
Yayımlanmak amacı güdülmez, fakat yazarın ilerlemiş yaşlarında ya da yazar öldükten
sonra bir şekilde yayımlanır. Günümüzde kimi yazarlar günlüklerini yayımlamak için de
yazarlar.
Günlüklerde yazarın yaşadığı günler içindeki sevincini, öfkesini, kaygılarını,
umutlarını buluruz. Yayımlandıklarında geçmişi anlattıkları için geçmişe ışık tutabilirler.
2.11.GEZİ YAZISI (SEYAHATNAME)
Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini
anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler. Bu
eserlerde yazarlar gezip gördükleri yerlerin, orada yaşayan insanların hepsinin veya bir
kısmının yaşayışını, giyinişini, adetlerini, bölgenin coğrafi özelliklerini, oranın meşhur
ürünlerini, dikkatlerini çeken bütün özellikleri anlatırlar.
Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmak
önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görülmüş, yazılmış olabilir. İkinci
gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki farklara bile değinmek gerekir. Çünkü
gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu yerleri görme isteği
uyandırmak çok önemlidir.
Türk edebiyatında bu tarzdaki en büyük eser Evliya Çelebi’nin on cilt halindeki
Seyahatname adlı eseridir.
2.12. SÖYLEŞİ( SOHBET)
Genellikle güncel olayları konu alan, bir yazarın duygu ve düşüncelerini
konuşuyormuş gibi anlattıkları düşünce yazılarıdır.
Konu, tez ve savunma amacı güdülmeden ve karşılıklı konuşma havası içinde, sıcak
bir dille yazılır. Her şey sohbetin konusu olabilir.
Okuyucuyu sıkmayacak kadar kısa olmalıdır. Okuyucunun ilgisini çekmek için soru
cümlelerinden de yararlanılır. Cümleler konuşma dilinin cümleleri gibidir. Ele aldığı konuyu
atasözleri ile örnekleyebilir, konunun ağırlaştığı yerlerde bir fıkra anlatabilir.
2.13. RÖPORTAJ
Herhangi bir kişiyi, olayı, durumu, eşyayı araştırıp inceleyerek tanıtmak amacıyla
gezip görme ve soruşturma yoluyla hazırlanan bir yazı türü olan röportaj gazete ve dergilerde
yayımlanır. Bilgiler sohbet, konuşma veya açıklama şeklinde verilebilir.
Gezip görmeye, inceleyip araştırmaya dayalı sanatsal bir yazı olması, anlatılanların
inandırıcı olabilmesi için konuyla ilgili resimlerden, fotoğraflardan faydalanılması röportajın
ana özellikleridir.
Önceleri sadece gazete ve dergi yayımlanan bu tür yazılara röportaj denilirken artık
radyo ve televizyon habercilerinin hazırladığı araştırma ve inceleme programlarına da bu ad
verilir. Röportaj araştırma sonuçlarının halka duyurulması amacını taşır.
Tanınmış kişilerin herhangi bir konu hakkındaki görüşlerini öğrenmek amacıyla
yapılan söyleşiye de röportaj adı verilmektedir.
Röportaj yazıları zamanla tarihsel belge olabilir.
2.14. ÖZGEÇMİŞ
Günümüzde özel veya resmi kuruluşlarca istenen bir belge olan öz geçmiş, o kuruluşa
girmek isteyen aday kişinin kimlik bilgilerini, eğitimini, yeteneklerini, bilgi ve deneyimlerini
anlatan ve belgeleyen kısa tanıtma yazılarıdır. Aynı zamanda öz geçmiş personel tanıtımı için
hazırlanan kataloglarda ve web sayfalarında yayımlanma gibi özel amaçlarda da kullanılır.
İş başvurusunda bulunurken, başvurulan kurumun amacı ve beklentileri iyi bilinmeli
ve öz geçmiş buna göre hazırlanmalıdır. Ayrıca belgede yer alan bilgilerin
belgelendirilebilinir olması gerekmektedir. Verilen bilgiler kadar bilgilerinin sunuluşunun da
önemli olduğu unutulmamalıdır.
Örnek:
AKADEMİK CV
Adı Soyadı: Seyhan KONAK
Doğum Tarihi: 18 Eylül 1985
Unvanı: Öğretim Görevlisi
Öğrenim Durumu:
Derece
Alan
Üniversite
Yıl
Lisans
Heykel
Mimar Sinan Üniversitesi
1999 - 2004
Y.Lisans
Heykel
Mimar Sinan Üniversitesi
2004 - 2006
Akademik Görevler:
Öğretim
Üniversitesi
Görevlisi
Kandıra
M.Y.O.
Öğretim
Üniversitesi
Görevlisi
2006-
Değirmendere
Kocaeli
2004-2005
M.Y.O.
Kocaeli
Katıldığı Sergiler:
2008
CKM, Yürüyüp Geçtiğimiz Yer Sergisi, İstanbul
2005
14.
2005
Siemens
2005
Karma
Heykel
Sergisi,
2004
13.
İstanbul
Sanat
2004
2004
İstanbul
Sanat,
Sanat
stratejiler
Fuarı,
No.2
Artistanbul,
Mekân
İzmir
ve
Sanat
Fuarı,
Form,
Galerisi,
Artistanbul,
İstanbul
İstanbul
İzmir
İstanbul
Heykel Sergisi, Akedemi Sanat Galerisi, Yalova
M.S.Ü.
120.
Yıl
Sergisi,
Devlet
Konservatuarı,
2003
Hurdanın Dönüşümü, Borusan Kültür Sanat Galerisi, Beyoğlu, İstanbul
2003
M.S.Ü. Açılış Sergisi, Osman Hamdi Bey Sergi Salonu, İstanbul
2002
Cihangir Park Sergisi, Cihangir Şenliği Kapsamı, İstanbul
İstanbul
Katıldığı Festival ve Sempozyumlar:
2008
“Erek”
2008
7. Kısaca Film Festivali, Deneysel Dalda Gösterim, “Hades’in Metro Nehirleri” &
4. Yıldız Kısa Film Festivali, Deneysel Dalda Gösterim, “Erek”
2006
İzmir Film Festivali, Deneysel Dalda Gösterim, “Hades’in Metro Nehirleri”
2006
Video Workshop, Münster Kuntz Academy & Mimar Sinan Üniversitesi “Aynalar”
2005
2003
Metal
Heykel
Sempozyumu,
Alanya
Metal Heykel Sempozyumu, Borusan Otomotiv, İstanbul
Aldığı Ödüller:
2007
1. Kısa Çek Uzun Olsun Film Festivali, Deneysel Film Dalı, Mansiyon
Ödülü. “Erek”
3. ŞİİR
Edebiyatımızda önceleri ölçülü ve uyaklı söz söyleme sanatı olarak tanımlanan şiir,
daha sonra ölçü ve uyak zorunluluğu aranmaksızın ahenkli söz söyleme sanatı olarak
benimsenmiştir. Aslında şiirin tanımını yapmak zordur.
Şiir anlayışı dönem ve kişilere göre değişiklik gösterir. Aynı zamanda şiirler konu,
biçim ve söyleyişlerine göre birkaç türe ayrılır.
ŞİİR TÜRLERİ
3. 1. Lirik Şiir
Duygu ve düşüncelerin coşkulu bir dille anlatıldığı şiire lirik şiir denir.
Eski Yunan edebiyatında şairler şiirlerini lir denilen bir sazla söyledikleri için bu tür şiirlere
lirik denilmiştir. Lirik şiir, dünya edebiyatında en çok işlenen ve sevilen şiir türüdür. Lirik
şiirler insan yüreğine seslenen, okunduğunda insanı duygulandıran, coşkulandıran şiirlerdir.
Örnek:
Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken
akşamın acı su karanlığı içinden
soğuk kadife teması yalnızlığın
şuh bir kahkaha balkonun birinden
gizli işareti midir bir başlangıcın
sevmek için geç ölmek için erken
başbaşa çay elele yürümek derken
boğaz vapurları mı iskele sancak
telefonda kaybolmak sesini beklerken
insan insanı yeniler doğrudur ancak
sevmek için geç ölmek için erken
içimdeki gökkuşağı besbelli neden
bulutların içinden kuşlar yağıyor
bir şiire başlarsın birini bitirmeden
hiç kimse gözlerine inanamıyor
sevmek için geç ölmek için erken
sevmek sevildiğini bile farketmeden
yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi
sevmek zehir zemberek ve yürekten
gecikerek de olsa vuruşur gibi
sevmek için geç ölmek için erken
ATTİLA İLHAN
Anneme Mektup
Ben bu gurbete ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.
Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.
Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.
NECİP FAZIL KISAKÜREK
3.2. Pastoral Şiir
Çoban ve kır yaşamını, doğa güzelliklerini anlatan şiirlere pastoral şiir denir. Pastoral
şiirlerin her türlü süsten, yapmacıktan, gösteriş ve söz oyunlarından uzak bir yapısı vardır.
Bunlara bukolik şiir ( çoban şiiri) de denir.
Pastoral şiir ikiye ayrılır:
idil: Bir ozanın ya da çobanın ağzından yazılıp kır yaşamının çekiciliğini, güzelliğini anlatan
çobanın aşkı yansıtan kısa şiirlere denir.
Eglog: Birkaç çobanın karşılıklı konuşmaları yoluyla oluşturulan, aşk, kır yaşamı üzerine
duygu ve düşüncelerini yansıtan pastoral şiirlere denir.
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler su dağa çoban çeşmesi.
"Goynunu Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi...
"O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leyla gelin oldu,
Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi... (Faruk Nafiz ÇAMLIBEL)
3.3. Epik Şiir
Epik sözcüğü , Yunancada destan anlamındaki epopeden gelmektedir. Yazının
bulunuşundan önceki dönemlerde ulusların hayatında derin izler bırakan tarihsel olayları dile
getiren destanlar epik şiir sayılır. Epik şiirlerde yiğitlik, kahramanlık, savaş temaları işlenir.
Her epope ( destan) ya da epik şiirlerde tarihsel bir gerçek vardır. Epik şiir bu gerçekten
kaynaklanır.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız Kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın,dağlar bizimdir.
Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koçyiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. (Dadaloğlu)
Fetih Marşı
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek
Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...
Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!
Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan....
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...
Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatihin İstanbulu fethettiği yaştasın.!
Arif Nihat Asya
3.4. Didaktik Şiir
Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlaki bir ders
çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Manzum hikâyeler
ve fabllar da bu gruba girer.
LİSAN
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması
En sâf, en ince bize.
Lisanda sayılır öz
Herkesin bildiği söz;
Ma'nâsı anlaşılan
Lûgate atmadan göz.
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.
Açık sözle kalmalı,
Fikre ışık salmalı;
Müterâdif sözlerden
Türkçesini almalı.
Yeni sözler gerekse,
Bunda da uy herkese,
Halkın söz yaratmada
Yollarını benimse.
Yap yaşayan Türkçeden,
Kimseyi incitmeden.
İstanbul'un Türkçesi
Zevkini olsun yeden.
Arapçaya meyletme,
İran'a da hiç gitme;
Tecvîdi halktan öğren,
Fasîhlerden işitme.
Gayrılı sözler emmeyiz,
Çocuk değil, memeyiz!
Birkaç dil yok Tûran'da,
Tek dilli bir kümeyiz.
Tûran'ın bir ili var
Ve yalnız bir dili var.
Başka dil var diyenin,
Başka bir emeli var.
Türklüğün vicdânı bir,
Dîni bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisânı bir.
3.5. Satirik Şiir
Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Toplumda görülen düzensizlikleri ve
bozuklukları, yöneticilerin iş bilmezlikleri ve adam kayırıcılıkları, insanların riyakârlıkları ve
kendini beğenmişliklerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Bu tür şiirlere Divan
edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi adı verilir.
Hakim Beğ
Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.
Kırk yıl önce; yani babam ölünce
Kadılıklar hâkimliğe dönünce
Mirasçılar tarla, takım bölünce
İrezillik beni buldu hâkim beğ.
Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git
Bini buldu burda yediğim zılgıt
Eğer diyeceksen: bana ne, öl git!
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.
Sekiz evlek tarla, bir geverlik su
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu?
Kazanmasam da hu, kazansam da hu!
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ.
Keşife-meşife, damgaya, harca
Kanımız kurudu harca da, harca..
Sayenizde avukatlar yıllarca,
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ.
Mübaşir itekler, kâtip zavırlar
Değişti bizde de göya devirler
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar
Tapucuyu aya saldı hâkim beğ.
Kabahat sizde mi, kanunlarda mı?
Şaşırdım billâhi yolu yordamı..
Kızma sözlerime alam kadanı
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ.
Mülkün temeliydi adalet hani? ...
Bizim hak temelde saklı mı yani?
Çıkartıp ta versen kim olur mâni?
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ? !
Hem davacı pişman, hem de davalı..
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı.
Sabret makamından çalma kavalı,
Sürüler ekine daldı hâkim beğ.
Abdurrahim Karakoç
3.6.Dramatik Şiir
Eski Yunan edebiyatında tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Bu şiirler harekete uyarlanabilen
şiirlerdir. Opera için de uygundur. Acıklı ve korkunç olayları konu alır.
4. TİYATRO
Yaşanmış veya yaşanabilecek olayları sahnelemek amacıyla kendine has bir teknik ve
üslupla yazılmış göze ve kulağa hitap eden eserlerdir.
İlk toplumların din törenlerinde yapılan kutsal varlıklarla ilgili taklitlerin, gösterilerin
tiyatroya kaynaklık ettiği sanılmaktadır. Bu nedenle tiyatronun din törenlerinden doğduğu
kabul edilmektedir. Batı tiyatrosunun kaynağı, eski Yunan’da bağbozumu törenlerinde
düzenlenen etkinliklerdir ve ilk oyunlar tragedya türündedir. Bu tür yapıtlar, olayların
gelişmesine göre perde (konunun ana bölümleri) ve sahne (kişilerin girip çıkmasıyla değişen
küçük bölümler) olarak adlandırılan bölümlere ayrılır. Tiyatro yapıtlarında konuşmalar da
monolog (kişinin tek başına konuşması), diyalog (kişilerin karşılıklı konuşmaları), tirat
(coşkulu uzun sözler) gibi adlar alır.
Tiyatroda trajedi ve komedi olmak üzere iki ana tür vardır. Dram vb. türler bu
türlerden ortaya çıkmıştır.
Türk tiyatrosunu yazılı ve sözlü olmak üzere iki bölümde inceleyebiliriz. Sözlü
tiyatroya Karagöz, meddahlık, orta oyunu ve köy seyirlik oyunu girer. Aynı zamanda bunlar
Geleneksel Türk Tiyatrosu adını da alır.
Yazılı tiyatromuz ya da bir başka deyişle Modern Türk Tiyatromuz 1859’da Şinasi’nin
yazdığı Şair Evlenmesi ile başlar.
5. ÖYKÜ (HİKÂYE)
Yaşanmış veya yaşanması mümkün olan olayları yer, zaman ve kişiler aracılığıyla
ayrıntıya, çözümlemeye girmeden, hayatın bir parçası gibi anlatan yazılardır. Hikâyenin dört
temel öğesi vardır.
1.Olay ya da durum
2.Kişi ya da kişiler
3.Zaman
4.Çevre (mekân)
Hikâyelerde bir veya birkaç olay vardır. Bazen bu olay ve durumlar çok ilginç, çarpıcı
ve heyecan verici, şaşırtıcı; bazen de sıradan, önemsiz, günlük hayattan seçilmiş küçük anlar,
başı sonu olmayan bir durum olabilir. Olaylar kişi, zaman ve mekâna bağlı olarak
anlatılıyorsa olay hikâyesi ya da Maupassant tarzı hikâye adını alır. Olaydan çok yoruma,
psikolojik tahlile yer veren ve genellikle bir sonuca bağlanmayanlarına ise durum hikâyesi ya
da Çehov tarzı hikâye adı verilir.
İtalyan yazar Boccacio’nun Decameron adlı eseri ilk hikâye örneği olarak kabul edilir.
Bizde, destanlar, halk hikâyeleri, ve masallarla eski bir temeli olan hikaye, XIV. ve
XV. yüzyılda “Dede Korkut Hikâyeleri” ile çağdaş hikâye örneklerine yaklaşmıştır.
XIX. yüzyılda Tanzimat’la birlikte yeniliklerle birlikte Emin Nihat on iki parçadan meydana
gelen Müsameretname “ adlı eseriyle ilk denemesini ortaya koyar. Ancak bu hikâyeler
“Binbir Gece Masalları”na benzer niteliktedir. Bugünkü anlamda ilk hikâye örneğini Ahmet
Mithat Efendi “Letâif-i Rivayât (söylenegelen güzel şeyler) isimli eserini yazarak vermiş;
“Kısadan Hisse” ile bu türe katkı yapmış, Sami Paşazade Sezai“Küçük Şeyler” adlı eseriyle
modern hikâye türünü oluşturmuştur.
6. ROMAN
Hikâyeye nazaran daha geniş bir anlatım türü olan roman, hayatı gerçekçi ve geniş
olarak ele alan, yaşanmış veya tasarlanmış olayları yer ve zaman belirterek bütün
ayrıntılarıyla anlatan, insanı toplumu, gelenek ve görenekleri inceleyen; duyguları, hırsları
çözümleyen uzun yazılardır. Hikâyede olduğu gibi yer, zaman, kişiler ve olay romanda da ana
unsurlardır. Aynı zamanda bir roman yazarı konusu gereği kendine has kurallar da
geliştirebilir. Roman hikâyeye nazaran çok daha uzun bir türdür. Hikâyeyi hayatın belli bir
anının ifadesi olarak düşünürsek, roman hayatın uzun bir diliminin ifadesidir. Hikâyede tek
bir olay olduğu için şahıs kadrosu oldukça dardır, romanda ise olayların çokluğu beraberinde
şahıslarında çokluğunu getirir. Romanlar aynı zamanda çok geniş bir çevrede geçerler.
Romanlar edebiyat akımlarına ve konularının işlenişine göre adlandırılırlar. Romantik
roman, psikolojik roman, tarihi roman gibi…
ÖRNEK SORULAR:
Kaman civarına bahar gelince
Yıkılır ovadan yörük çadırları,
Yücesinde pare pare duman tutmuş
Düldül Dağ'm yaylasında mekân kurulur.
Hoş gelmişsin ilkbahar!
Nisan ayı içinde donanır dağlar,
Donanır yeşilinden, alından
1) Bu dizelerde aşağıdaki şiir türlerinden hangisine özgü nitelikler ağır basmaktadır?
A) Lirik
B) Pastoral
D) Didaktik
C) Epik
E) Dramatik
2) Bir isteği, bir şikâyeti duyurmak veya herhangi bir konuda bilgi vermek için resmi
veya özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ve tüzel kişilere yazılan imzalı başvuru yazısına
ne ad verilir?
A) Rapor
B) Tutanak
D) Şikâyet yazısı
C) Biyografi
E) Dilekçe
Kemaliye'den sonra Elazığ - Harput yolları... Harput Kalesi'nden şehre bakış, Hazar Gölü'ne.
Ve gündoğumunu izlemek üzere Nemrut yolculuğu... Tüm gece yol alıp, sabaha karşı 03
civarı Nemrut'a tırmanma, 2150 metre yükseklikte, sabahın kör saatlerinde yüzlerce İnsan
gündoğumunu bekliyor, battaniyelere sarınmış olarak. Sonra herkes 2000 yıl önce yapılmış
dağın tepesindeki heykellere dönüyor, fotoğraf çektirmeye Kendisinin ve tanrıların
heykellerini yaptırıyor 9 -10 m yükseklikte. Doğu ve batı sentezi İsteyen Antlochos'un
yaptırdığı suni bir tepenin doğu ve batı tarafına yaptırdığı muhteşem heykeller. Tahtlarına
oturmuş tanrılar.. Ne yazık ki sağlam değiller, başları kopmuş ve önlerine düşmüş. Yine de
muhteşem...
3) Bu parça, hangi tür bir yazıdan alınmış olabilir?
A) Makale B) Fıkra C) Gezi yazısı D) Deneme E) Eleştiri
4) Aşağıdakilerden hangisi geleneksel Türk Tiyatrolarından biri değildir?
A) Meddah
B) Melodram
C) Köy Seyirlik oyunu
D) Gölge Oyunu
E) Orta Oyunu
5)Aşağıdakilerden hangisi Türk edebiyatındaki ilk hikâye örneğidir?
A) Telemak B) Küçük Şeyler
D) Şair Evlenmesi
C) Cezmi
E) Letaif-i Rivayet
6) Aşağıdakilerden hangisi makalenin özelliklerinden biri değildir?
A) Bir tezi savunma yazılarıdır.
B) Günübirlik yazılardır; en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur.
C) İşlenen konu kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmalıdır.
D) Yazar anlattıklarının doğruluğuna güvenmeli, anlattıklarını mantık çerçevesine
oturtabilmelidir.
E) Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, tanık gösterme gibi nesnel
verilerden yaralanılır.
CEVAPLAR:
1) B
2) E
3)C
4)B
5)E
6)B
KAYNAKÇA:
AKTAŞ, Şerif ve GÜNDÜZ, Osman, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Akçağ yay., Ankara,
2008.
ASYA, Arif Nihat, Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor, Ötüken yay., İstanbul, 1977.
ATAÇ, Nurullah, Dergilerde, 1980
ÇAMLIBEL; Faruk Nafiz, Han Duvarları, Atlas Kitabevi, İstanbul, 1976.
GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, 1000 Temel Eser, İstanbul, 1970.
GÜLSEVİN, Gürer ve BOZ, Erdoğan, Türk Dili ve Kompozisyon, Tablet yay. Konya,
2006.
İLHAN, Attila, Korkunun Karanlığı, Bilgi yay., Ankara, 1987.
EROL, Mustafa, Türk Dili, Üniversitem Kitabevi, Aydın, 2013.
KARAALİOĞLU, Seyit Kemal, Sözlü-Yazılı Kompozisyon Sanatı, İnkilap ve Aka
Kitabevi, İstanbu, 1982.
KARAKOÇ, Abdurrahim, Vur Emri, Töre-Devlet yay. Ankara, 1977.
KISAKÜREK, Necip Fazıl, Çile, Büyük Doğu yay., İstanbul, 1977.
ÖZDEMİR, Emin, Sözlü ve Yazılı Anlatım Sanatı-Kompozisyon, Remzi kitabevi,
Ankara, 2000.
ÖZÖN; Mustafa Nihat, Yazmak Sanatı ve Kompozisyona Giriş, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 1943.
SARI, Mehmet, Türk Dili, Okutman yay.,Afyon, 2011.
Türk Dil Kurumu, Yazım Kılavuzu, Ankara, 2008
: http://www.dilimiz.gen.tr/makaleler/cicek_renk.html
Oktay Ekşi, Hürriyet, 5 Ağustos 2008