Raporun tamamına erişmek için lütfen tıklayınız

Transkript

Raporun tamamına erişmek için lütfen tıklayınız
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi
-- EDAM
TÜRKİYE’DE NÜKLEER ENERJİ VE EMNİYETİ
Editör : Sinan Ülgen, EDAM
Bu araştırma “Nuclear Threat Initiative” tarafından
sağlanan kaynak ile fonlanmıştır.
Bu raporda yer alan görüşler yazarlara aittir, Nuclear Threat
Initiative’in görüşlerini yansıtmamaktadır.
© EDAM, 2015
Hare Sokak K8 No:16,
Akatlar, 34335 Istanbul
Tel : +90 212-352 1854
E-posta : [email protected]
www.edam.org.tr
ISBN : 978-9944-0133-6-9
Tasarım: Güngör Genç
Türkiye’de
Nükleer
Enerji ve
Emniyeti
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/1
Yazarlar Hakkında
Dr. Ahmet Kasım Han Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
fakültesinde öğretim üyeliği yapmaktadır. Araştırma konuları stratejik düşünce,
müzakere ve dış siyaset analizidir. İstanbul Üniversitesi’nde lisans eğitimini
Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler alanında, yüksek lisansını Politik Tarih ve
doktorasını Uluslararası İlişkiler konularında almış, Harvard’da Müzakere
eğitimi görmüştür. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan ABD Dış politikası konusunda
“Avrupa’nın Genç Liderleri” bursunu almış ve Afganistan’daki NATO/ISAF
Operasyonunda 2005 ve 2011’de NATO gözlemciliği yapmıştır. Afganistan,
jeostrateji ve enerji politikası, ABD dış siyaseti ve Türkiye dış siyaseti üzerine
yayınları vardır. Radikal ve Referans gazetelerinde köşe yazarlığı yapmıştır. 20032006 arası Türkiye İhracatçılar Birliği’nde Uluslararası İlişkiler Danışmanlığı
yapmıştır. İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi,
Türk Silahlı Kuvvetleri Harp Akademisi ve Hava Harp Okulu’nda öğretim
görevliliği yapmış ya da dersler vermiştir. 2005-2008 arası Harp Akademisi’nde
NATO da dahil olmak üzere uluslararası görevler üstlenen tüm yüksek rütbeli
personelin alması gereken Uluslararası Müzakere Stratejileri dersini şekillendirmiş
ve vermiştir.
Dr. Aaron Stein Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü’nde (RUSI) araştırma
görevlisidir. Aynı zamanda EDAM’da araştırmacı olan Stein, EDAM’da Orta
Doğu’da güvenlik ve nükleer silahların yayılması konuları üzerine çalışmaktadır.
King’s College Londra’dan doktorasını alan Stein, İran ve Türkiye’nin nükleer
meselelerde karar verme mekanizmalarını incelemiştir. Stein Türkiye siyaseti ve
bölgede nükleer silahların yayılması konusunda pek çok eser yazmış, aralarında
New York Times, Foreign Affairs, Foreign Policy, the Bulletin of the Atomic
Scientists, the National Interest ve World Politics Review’ın bulunduğu akademik
dergilerde ve basın organlarında eserleri yayınlanmıştır. Siyaset bilimi üzerine olan
lisans derecesini San Francisco Üniversitesi’nden, nükleer silahların yayılmasını
önleme odaklı uluslararası politika çalışmaları üzerine olan yüksek lisans
derecesini ise Monterey Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden almıştır.
Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, 1 Haziran 2014’ten beri İstanbul merkezli
MEF Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün
başkanlığını yapmaktadır. Bundan önce Okan Üniversitesi’nde Uluslararası
İlişkiler Bölümü başkanı, Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans programı ve Avrasya
Çalışmaları Merkezi direktörü ve Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nün yardımcı başkanlığını yapmıştır. Silahların yayılmasının önlenmesi ve
emniyet meseleleri üzerine çalışmaktadır ve Belfer Bilim ve Uluslararası İlişkiler
Merkezi, Harvard Üniversitesi, Center for Nonproliferation Studies, Monterey
Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü ve Southampton Üniversitesi Mountbatten
Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde araştırma görevliliği yapmıştır. Global
Security Watch – Turkey: A Reference Handbook (Praeger Security International,
2009) kitabının yazarıdır (Ayşegül Kibaroğlu ile birlikte) ve Türkiye’nin güvenlik
meseleleri üzerine çeşitli yayınlara katkıda bulunmuş ve derlemiştir. Doktora
derecesini Bilkent Üniveresitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden almıştır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/2
Doruk Ergun EDAM’da Türkiye dış politikası ve güvenliği konuları
üzerine araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Doruk Ergun 2012’de EDAM’da
çalışmaya başlamadan önce NATO Parlamenter Asamblesi’nin Brüksel’deki
uluslararası sekreteryasında araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. 2009 senesinde
Sabancı Üniversitesi’nin Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümünde lisans
derecesini, 2011 senesinde ise George Washington Üniversitesi’nin Uluslararası
İlişkiler bölümü altındaki Uluslararası Güvenlik Çalışmaları üzerine yüksek lisans
derecesini tamamlamıştır.
Dr. Can Kasapoğlu güvenlik çalışmaları uzmanı ve askeri analisttir. Israil
merkezli Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA Merkezi - 2012) ve
Fransa merkezli Fondation pour la Stratégique’in (2014) de aralarında bulunduğu
çeşitli kurumlarda misafir araştırmacılık yapmıştır. Halihazırda EDAM’da
araştırma görevlisi ve Girne Amerikan Üniveresitesi’nde fakülte mensubudur.
Kasapoğlu’nun uzmanlık alanları savaş çalışmaları, stratejik silah sistemleri,
füze savunması, biyolojik ve kimyasal savaş, düşük yoğunluklu çatışmalar,
terörizm, stratejik istihbarat ve sivil-asker ilişkileridir. Bunun yanı sıra Orta
Doğu’daki stratejik meseleler, İran’ın askeri modernizasyonu ve Türkiye-İsrail
ilişkilerine odaklanmaktadır. Kasapoğlu Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar
Enstitüsü’nde doktora derecesini, Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri
Enstitüsü’nde yüksek lisans derecesini tamamlamıştır.
Prof. Dr. Mitat Çelikpala Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Bölümü profesörüdür ve Avrasya güvenliği, enerji ve kritik altyapı güvenliği,
Türkiye dış siyaseti ve Kafkasya siyaseti, güvenliği ve tarihi üzerine lisans
ve yüksek lisans dersleri vermekte ve bu alanlarda doktora bitirme tezlerine
danışmanlık yapmaktadır. Uzmanlık alanları Kafkaslar, Kuzey Kafkasya
Diyasporası, Kafkaslar ve Karadeniz bölgelerinde halk ve güvenlik, TürkiyeRusya ilişkileri, enerji güvenliği ve kritik altyapı korunmasıdır. Kadir Has
Üniversitesi’nin yanı sıra Bilgi Üniversitesi, Harp Akademisi, Türkiye Ulusal
Güvenlik ve askeri akademilerinde Türkiye dış siyaseti, Kafkaslar ve Orta Asya
siyaseti, tarihi ve güvenliği ve Türkiye siyasi yapısı ve yaşamı üzerine dersler
vermiştir. Ankara’daki NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde
özellikle kritik altyapı güvenliği alanında akademik danışmanlık yapmıştır.
Yukarıda bahsedilen alanlarda akademik makaleler ve analizler yayınlamış ve
medyada yer almıştır.
Sinan Ülgen 1987 yılında ABD Virginia Üniversitesi’nde ekonomi ve
bilgisayar mühendisliği dallarından mezun oldu. 1990 yılında arasında Brugge
Avrupa Koleji’nde Avrupa Topluluğu konusunda yüksek lisans eğitimini
tamamladı. Ülgen bunun ardından Dışişleri Bakanlığı’na kariyer diplomatı
olarak girdi. 1992’de ise Brüksel’de Avrupa Birliği nezdindeki Türkiye Daimi
Temsilciliği’nde görev yaptı, bu dönemde Gümrük Birliğiyle ilgili olarak
Türkiye’nin müzakere pozisyonunun belirlenmesine katkıda bulundu ve
müzakerelere fiilen katıldı. Ülgen aynı zamanda EDAM’ın başkanlığını ve
Brüksel’deki Carnegie Europe’ta konuk araştırmacı görevini yürütmektedir.
Makale ve araştırma yazıları Carnegie Endowment for International Peace, Center
for European Policy Studies (CEPS), Center for European Reform (CER), the World
Economic Forum, the Atlantic Council, German Marshall Fund ve Bookings gibi
çeşitli düşünce kuruluşları ve Le Figaro, Financial Times, Wall Street Journal,
European Voice, Project Syndicate ve International New York Times gibi çeşitli
yabancı gazeteler tarafından yayınlandı. Aynı zamanda Kemal Derviş ile TürkiyeAB ilişkilerini üzerine olan bir kitabın yazarlığını yapmıştır ve uluslararası basında
sıklıkla Türkiye meseleleri üzerine görüşlerine yer verilmektedir. Ülgen Roma’daki
NATO Defece College’ın akademik danışma kurulu üyesidir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/3
GİRİŞ – Sinan Ülgen
Altmış yıldan uzun bir süredir, Türk yetkililer ülkenin ithal fosil yakıtlara
bağımlılığını azaltmaya yardımcı olmak amacıyla nükleer enerjinin geliştirilmesini
savunmaktadırlar. Türkiye 2010 yılında, sahil kenti Mersin yakınında bulunan
Akkuyu sahasında dört adet VVER-1200 reaktörün inşası için Rus Rosatom
şirketi ile bir anlaşma akdetmiştir. Bundan sadece üç yıl sonra, Mayıs 2013’te,
Sinop kentinin yakınlarında ikinci bir nükleer santral inşa edilmesi için Türkiye,
Mitsubishi liderliğindeki bir konsorsiyum ile bir anlaşma imzalamıştır.
Türkiye, nükleer güç geliştirmeye devam ettiği sürece mücadele etmesi gerekecek
olan bir dizi benzersiz güvenlik tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu tehditlerin
birçoğunu ayrıntıları ile veren bu çalışma, Türk nükleer sektöründe türünün ilk
örneğidir. Bu çalışmada belirtildiği üzere Türkiye, nükleer kaçakçılık için bilinen
bir geçiş güzergâhıdır, on yıllardır terör saldırıları yaşamaktadır ve hâlihazırda
Irak ve Suriye’deki iki çatışma bölgesi ile sınır komşusudur. Bu tehditler Türkiye
ile sınırlı değildir, ancak bununla birlikte, nükleer güce sahip yeni bir ülke olarak
Ankara’nın potansiyel tehditleri tanımlamaya ve ülkenin gelecekteki nükleer
santrallerini ve ilgili altyapısını korumak amacıyla kapsamlı politikalar izlemeye
yönelik bir çabası mevcuttur.
Türkiye’nin, gelecekte nükleer enerji altyapısı sahibi olacak bir ülke ve on yıllardır
terörizm mağduru olmuş bir devlet olarak, nükleer programı için geleneksel
güvenlik stratejilerinin çok ötesine geçen çok yönlü bir risk değerlendirmesi
geliştirmesi gerekecektir. Bu kitapta kritik bulgular sunulmakta ve söz konusu
alandaki uzmanların yanı sıra Türk karar alıcılar için nükleer ve radyolojik
terörizmin temel zorlukları ele alınmaktadır.
Türkiye’de etkin nükleer emniyet; içeriden kaynaklanan tehditlere karşı koruma
sağlamak için tasarlanmış önlemleri, fiziki güvenliği, siber güvenliği, tehdit
esaslı bir tasarım geliştirilmesini ve uluslararası kılavuzluk ile kabul edilmiş
en iyi uygulamalardan dersler alınmasını içermelidir. Fiziki güvenlik, saha
seçiminden tesisi savunmak için hangi güçlerin ve varlıkların kullanılacağına
kadar çok çeşitli bir dizi önlemi kapsamaktadır. Türk karar alıcıların ve nükleer
planlamacıların, hangi grupların gelecekteki nükleer santrallere sızma, girme ya
da saldırma potansiyeli olduğunu ve bu grupların bu amaçla kullanabilecekleri
kaynakları dikkatle analiz etmeleri gerekmektedir. Nükleer tesislerin emniyetini
sağlamaya yönelik çeşitli yaklaşımlar mevcuttur ve Türkiye, tehdit algısına
bağlı olarak, önceki deneyimlerden alınan derslerden ve dünya çapındaki en iyi
uygulamalardan yararlanmalıdır.
Konunun bir diğer boyutu ise siber güvenliktir. Bu, nükleer ya da radyolojik
terörizm ile iki şekilde ilgili olabilir; birincisi, fiziki bir saldırı/sızma ya da
hırsızlıktan önce yıkıcı bir siber saldırı gelebilir ve ikincisi, tasarım ya da emniyet
zayıflıklarını ele geçirmek için kullanılabilir. Son birkaç yıl içinde, USB sürücülerin
güvenlik duvarlarını aşabileceği ve özel olarak hazırlanmış bilgisayar virüslerinin
anti-virüs sistemlerine nüfuz edebileceği görülmüştür; bu yöntemler, kapalı
nükleer sahaları bile saldırılara açık hale getirmektedir.
Türkiye’de, taze yakıtın hırsızlık için çekici bir hedef olması pek muhtemel
değildir. Üstelik reaktörde “yakıldıktan” sonra, potansiyel bir saldırganın
kullanılmış yakıtı çalma olasılığı da radyoaktivite miktarı nedeniyle azalmaktadır.
Bununla birlikte, potansiyel bir saldırgan, bir erimeye yol açmak amacıyla
reaktörün kendisini hedeflemeyi seçebilir. Ayrıca, kullanılmış yakıt havuzunun
güvenliğini ihlal etmeyi de deneyebilir. Diğer vakalarda, nükleer hırsızlık
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/4
için içerideki kişiler kullanılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’nin yüksek oranda
zenginleştirilmiş uranyuma sahip olamayabilecek olmasına rağmen, potansiyel bir
saldırgan sabotaj için bilgi toplamak ya da reaktör tesisine yönelik bir saldırı için
zayıflıkları tespit etmek amacıyla içerideki kişileri kullanabilir. Bu nedenle, nükleer
tesislerin nasıl yönetildiği ve düzenlendiği, çalışanların nasıl işe alındığı ve görevi
kötüye kullanmaya karşı “tehlike önleyiciler”, bir nükleer tesisinin emniyetinde
ciddi bir biçimde dikkate alınmaktadır.
Türkiye, hem Kafkaslar hem de Orta Doğu’dan gelen çok sayıda kaçakçılık
rotasının kavşağında yer almanın jeopolitik zorluklarına göğüs germek zorunda
kalmıştır. Türk kolluk kuvvetleri birden fazla olayda Gürcistan yoluyla kaçırılan
nükleer malzemeleri yakalamıştır, ayrıca geçmişteki bazı nükleer alışverişlerde
kaçakçılar ile potansiyel alıcılar arasında Türkçe konuşan aracıların bulunduğu
rapor edilmiştir. Türkiye; İran, Irak, Ermenistan ve Gürcistan ile çoğunlukla dağlık
sınırlara ve Suriye ile oldukça uzun bir sınıra sahiptir; bu bölgelerde yaşayan
kayda değer sayıda kişi geleneksel olarak kaçakçılık faaliyetleri ile uğraşmaktadır.
Aşağıdaki bölümlerde, Türkiye’nin nükleer programının emniyetini iyileştirmekle
ilgilenen politika yapıcılar için özgün bir bakış açısı sunulmaktadır. Kitap, bilhassa
şunları içermektedir:
a. Hem Türk strateji toplumunun perspektifine hem de güvenlik çalışmaları
literatür bilgilerine bir katkı olarak, nükleer terörizmin etkili bir
kavramsallaştırması,
b. Tahayyül yetersizliğinden kaynaklanabilecek stratejik, operasyonel ve taktik
sürprizleri önleyecek net bir bakış ve stratejik tahmin,
c. Türk karar alıcılara ve nükleer ve radyolojik terörizmi önleme ve dünya
genelinde nükleer emniyet sağlama nihai hedefine ulaşmak isteyen dünya
çapındaki tüm taraflara hizmet edecek uygun bir güvenlik paradigması ile
elverişli bir risk değerlendirmesi,
d. Nükleer terörizm ve vekaleten savaş eğilimleri arasındaki olası (gelecekteki)
ilişkiye uygun olarak Türkiye’nin güvenlik ortamı ve nükleer terörizme
ilişkin stratejik analizler.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/5
Türkiye’nin Gelecekteki
Nükleer Enerji Programının
Emniyetini Sağlama:
Stratejik bir Nükleer Emniyet
Risk Analizi
Doruk Ergun
Araştırma Görevlisi, EDAM
Can Kasapoğlu
Araştırma Görevlisi, EDAM
Fakülte Üyesi, Girne Amerikan Üniversitesi
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/6
GİRİŞ
1
Türkiye’nin enerji talebinin, her yıl yaklaşık yüzde 7 oranında artarak gelecek
on yıl içinde iki katına çıkması beklenmektedir. Çok kısıtlı ucuz ve temiz enerji
kaynaklarına sahip bir ülke olarak, Türkiye büyük ölçüde ithal enerjiye bağımlıdır.
Türkiye’nin tükettiği petrol ve doğalgazın neredeyse tamamı ithal edilmektedir ve
Dünya Bankası verilerine göre, ülkenin toplam enerji tüketiminin yüzde 70’inden
fazlası ithalat yoluyla karşılanmaktadır2. Bu nedenle, 2012 yılında yaklaşık 60
milyar dolar olan enerji ithalatı, ülkenin mevcut cari açığının ardındaki başlıca
etkenlerden birisidir.
Ülke, kömür rezervlerine sahiptir; ancak bu rezervlerin büyük kısmı düşük kaliteli
linyit kömüründen oluşmaktadır ve kirletici emisyon kaynağıdır. Türkiye önemli
bir rüzgar ve güneş enerjisi üretim potansiyeline sahiptir, fakat bu seçeneklerin
geliştirilmesinin maliyeti yüksektir ve mevcut şebeke koşulları, ülkenin enerji
açığını karşılamak için yeterli miktarlarda yenilebilir enerjinin iletilebilmesine
olanak vermemektedir3. Dolayısıyla nükleer enerji, mevcut koşullar altında
arz güvenliği sağlamak için elverişli bir seçenek olarak öne çıkmaktadır. Bu
seçenek - finansman modeli nedeniyle özellikle Akkuyu örneğinde - kayda değer
ölçüde düşük bir fiyata elektrik sağlayacak ve sera gazı emisyonlarının artışını
düşürecektir. Ayrıca, nükleer santrallere ev sahipliği yapma yoluyla teknik
bilgi (know-how), deneyim ve uzmanlık elde edilmesi beklentisi, Türk politika
yapıcıları teşvik eden bir diğer husustur.
Ankara son altmış yıl içinde nükleer enerji üretimine zaman zaman ilgi göstermiş
olsa da, bu teşebbüsler politik ve ekonomik nedenlerden dolayı başarısız olmuştur.
Türkiye’nin mevcut yönetimi bu hedefin gerçekleştirilmesi için somut adımlar
atmış ve ülke iki anlaşma imzalamıştır; bunların biri Mersin Akkuyu’da dört adet
VVER-1200 ünitesinin inşası için Rusya ile imzalanan hükümetler arası anlaşma,
diğeri ise Sinop’ta dört adet ATMEA-1 reaktörünün inşası için (Mitsubishi Heavy
Industries ile Areva şirketlerinden oluşan) Japon-Fransız konsorsiyumu ATMEA
ile imzalanan anlaşmadır. Türk hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun
yüzüncü yılı olan 2023 hedeflerinin bir parçası olarak, dört adet VVER-1200
ünitesinin hepsinin ve ATMEA’nın ilk ünitesinin 2023’e kadar faaliyete başlamasını
hedeflemektedir. Türkiye’nin nükleer düzenleyici kurumu olan Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu da (TAEK) düzenleyici bir çerçeve oluşturmaya yönelik çabalarını
hızlandırmıştır; Türkiye, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından
çıkarılanlar da dâhil olmak üzere, uluslararası nükleer güvenlik ve emniyet
düzenlemelerinin istekli bir üyesi olmaya devam etmektedir4.
Bununla birlikte, nükleer santrallerin kurulması çeşitli avantajlar ve riskler
doğurmaktadır. Birincisi, böyle bir gelişme, Türkiye’ye enerji jeopolitiğinde bir
avantaj sağlayacak ve Türkiye’nin milli kapasitesini arttıracaktır. İkincisi, nükleer
santraller devletlerarası savaş durumlarında ve gayri nizami çatışmalarda,
yüksek değere sahip askeri hedefler oluşturacaktır. Üçüncüsü, nükleer tesislerin
kasıtlı saldırılar, kazalar ya da doğal afetler nedeniyle göreceği hasarların felaket
düzeyinde sonuçları olabilir.
Nükleer santrallerin (NPP) işletiminde üç ana unsur kullanılır ve bu unsurlar, bu
santrallerin saldırılara karşı güvenlik zaaflarının temelini oluşturur. Birincisi, enerji
üretimi sürecinde kullanılan tehlikeli radyolojik ve nükleer materyallerin varlığı
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/7
ve yakıt döngüsü sonucunda üretilen atıktır. Nükleer tesislere, nihai olarak bir
erimeye yol açacak bir sabotaj yapılmasının, nükleer tesisin etrafındaki insanlar
ve çevre üzerinde muazzam bir etkisi olacaktır. Ayrıca, teröristler ve suç örgütleri
tarafından böylesi tehlikeli maddelerin çalınması ve daha sonra (örneğin “kirli
bombalar” yoluyla) kullanılması, kamu güvenliği ve ulusal güvenlik için önemli
bir tehdit oluşturacaktır.
Nükleer tesisleri saldırılara karşı hassas kılan ikinci operasyonel unsur, radyolojik
ve nükleer materyallerin işlenmesi için gerekli kritik bilgilerdir. Askeri amaçlarla
kullanılmaya uygun uranyum ya da nükleer harp başlıkları üretmek için gerekli
teknik bilgiler (know-how) kadar hayati öneme sahip olmamakla birlikte,
yanlış ellere geçtiğinde, bir nükleer tesisin iç işleyişi ve nükleer ve radyolojik
materyallerin kullanımı ile ilgili bilgiler, gelecekte radyolojik serpinti yoluyla
yapılabilecek saldırıları planlamak için kullanılabilir. Bu teknik bilgilere sahip olan
kişiler, yani tesisin çalışanları ve nükleer bilim insanları, önemli ulusal varlıklardır
ve bu kişilerin güvenliği, bir ülkenin bilimsel ve teknolojik ilerlemesi için çok
büyük öneme sahiptir. Potansiyel saldırganlar tarafından gelecekteki saldırıların
planlanmasında kullanılabilecek olmaları nedeniyle, çalışma programı, tesis
planları ve güvenlik ve emniyet önlemleri gibi nükleer santrallerin işleyişi ile ilgili
bilgiler de çok önemlidir.
Üçüncü ve son olarak, nükleer santraller kritik ulusal altyapılardır (KUA) ve
bunların işleyişindeki aksaklıklar, önemli ekonomik maliyetlere yol açabilir.
Nükleer tesisler gibi yüksek değerli KUA’ların korunamaması, görevdeki
hükümet ve sorumlu güvenlik güçleri için siyasi maliyetler doğurabilir. Türkiye
Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından sunulan
bir politika tavsiye raporunda, KUA “zarar görmesi ya da yok olması toplumsal
düzenin ve kamu hizmetlerinin devamlılığının sağlanmasında güçlük yaratacak;
işlevlerini kısmen ya da tamamen yerine getiremediğinde vatandaşların sağlığına,
güvenliğine, emniyetine ve ekonomik faaliyetler ya da hükümetin etkin ve verimli
işleyişine olumsuz etki edecek yapılar” olarak tanımlanmaktadır5.
Dolayısıyla, kritik ulusal altyapıların karşı karşıya kaldığı tehlikelerin kapsamlı
bir değerlendirmesinin yapılması çok önemlidir. Bu, çevrelerindeki güvenlik
zaaflarının ve büyük risklerin çeşitliliği nedeniyle nükleer tesisler için bilhassa
geçerlidir. Bununla birlikte, hâlihazırda, konu ile ilgili olarak Türk devlet
kurumları ya da sivil toplum kuruluşları tarafından yayınlanmış herhangi bir
açık-kaynaklı belge mevcut değildir. Bu çalışma, Türkiye’nin önerilen nükleer
enerji altyapısının fiziki güvenliğine yönelik potansiyel riskler hakkında bir analiz
sağlayarak bu açığı kapatmayı amaçlamaktadır. Çalışmada ilk olarak, nükleer
santrallerin güvenlik zaafları analiz edilerek nükleer santrallere yönelik potansiyel
tehditler genel olarak incelenecektir. Burada temel odak noktası radyolojik sabotaj,
hassas ve kritik materyalin çalınması ya da saptırılması6, içerideki kişilerden
kaynaklanan tehditler ve hassas bilgilere erişilmesi üzerinde olacaktır. Siber
saldırılar, hibrid saldırılar bağlamında incelenecek olmakla birlikte, söz konusu
saldırılar bu çalışmanın kapsamının dışındadır.7 Çalışmada daha sonra bölgesel
eğilimler vurgulanacak ve bölgedeki devletlerin doğrudan ya da vekâleten
Türkiye’nin sivil nükleer programını hedef alma potansiyelleri incelenecektir.
Bunun ardından çalışmada Türkiye’deki aktif terör örgütleri ele alınacak ve
Türkiye’nin hem içinde hem de dışında faaliyet gösteren radikal sol terör örgütleri,
ayrılıkçı terör örgütleri ve radikal dini motivasyonlu terör örgütleri incelenerek
bunların, Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısına saldırma iradesine, imkâna
ve kabiliyete sahip olup olmadıkları incelenecektir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/8
Bir Nükleer Santralin ve Çevresindekilerin Fiziki
Güvenliğine Giriş
Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu’nun (U.S. NRC)
nükleer santrallerin ve materyallerin fiziki korunmasına ilişkin düzenlemesi8
(buradan itibaren 10 CFR 73 olarak anılacaktır), nükleer tesisler için radyolojik
sabotaj, nükleer materyalin çalınması ya da başka amaçla kullanılması, iç tehdit,
dış saldırılar ile birlikte koordine edilebilecek kara ve bombalı araç saldırıları ve
siber saldırılardan oluşan beş temel tehdit kategorisi belirlemektedir.
Radyolojik Sabotaj
Radyolojik sabotaj, nükleer bir santraldeki ekipmanın tasarlanmış güvenlik
işlevlerini ve operatör işlemlerini engellemeyi ve söz konusu güvenlik işlevlerinin
eksikliğinden kaynaklanan önemli çekirdek hasarlarına ya da radyoaktif sızıntılara
yol açmayı hedefler.9 Nükleer santraller, işletilmelerine olanak veren çok sayıda
sisteme ek olarak, aşağıdaki üç temel alanda zafiyet taşımaktadır: “nükleer
zincirleme reaksiyon üzerindeki kontroller, zincirleme reaksiyon durduktan sonra
bile sıcak nükleer yakıtın erimesini önleyen soğutma sistemleri ve son derece
radyoaktif tüketilmiş nükleer yakıt için depolama tesisleri.”10 Nükleer tesisler söz
konusu zaafları telafi etmek için çok sayıda güvenlik ve emniyet önlemine sahip
olacak şekilde tasarlanmakla birlikte, enerji uzmanları Holt ve Andrews, 2011
Fukushima felaketini oluşturan olaylar gibi ciddi koşullar altında, reaktörü kontrol
altında tutma sistemlerinin radyoaktif materyalin serbest kalmasını tam olarak
durduramayacağına işaret etmektedir11.
Sabotajcılar tarafından nükleer tesise düzenlenecek bir saldırı tesisin çalışmasını
uzun süre aksatabilir, ancak tesise, personele ve çevresindekilere en fazla zarara,
yukarıda belirtilen üç zayıflığı oluşturan hedef kümeleri yol açacaktır. 10 CFR
73, radyolojik sabotajları ve nükleer materyalin çalınmasını önlemek için nükleer
santrallerin savunulması gereken saldırganların genel özelliklerini ana hatları
ile veren bir tasarıma esas tehdit (DBT) sunmaktadır. 10 CFR 73.1’e göre, tesisler,
aşağıdakilere karşı savunma icra etmek için hazırlıklı olmalıdır:
“ (i) aşağıdaki tarzların her birinde operasyon yapma yeteneğine sahip saldırgan
bir kuvvet tarafından kararlı ve şiddetli bir harici saldırı, ya da şaşırtma
harekatları dahil olmak üzere gizlice saldırı ya da aldatıcı harekatlar:
Aşağıdaki niteliklere, yardıma ve ekipmana sahip olan, tek bir giriş noktası
yoluyla saldıran tek bir grup, birden fazla giriş noktası yoluyla saldıran
birden fazla grup, birden fazla giriş yoluyla saldıran bir ya da daha fazla
grup ya da bir ya da daha fazla bireyin bir kombinasyonu, ya da farklı giriş
noktaları yoluyla saldıran bireyler:
(A)İyi eğitimli (askeri ve diğer nitelikler dahil) ve motivasyonu yüksek,
ölmeye ve öldürmeye hazır, başarılı bir saldırı için gerekli spesifik
ekipmanları ya da yerleri belirlemek için yeterli bilgiye sahip bireyler;
(B) Bilgi sahibi kişilerden aktif (örneğin giriş ve çıkışı kolaylaştırma,
alarmları devre dışı bırakma, şiddet içeren saldırıya katılma) ya da pasif
yardımı (örneğin bilgi sağlama) ya da her ikisini de içeren iç yardım;
(C)Elde taşınır otomatik silahlar da dahil, susturucular ile donatılmış ve etkili
uzun menzilde atış sıhhatine sahip uygun silahlar;
(D)Etkisiz hale getiren maddeler ile giriş için kullanmak ya da reaktörü,
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/9
tesisi, taşıyıcıyı ya da konteyner bütünlüğünü ya da koruma sisteminin
özelliklerini başka şekilde tahrip etmek için patlayıcılar da dahil olmak
üzere, elde taşınabilen ekipman;
(E) Personeli ve elde taşınan ekipmanı nakletmek için kullanılabilecek kara
ve deniz araçları; ve
(ii) Bir iç tehdit ve
(iii) Dışarıdan bir saldırı ile birlikte koordine edilebilecek bombalı bir kara aracı
saldırısı ve
(iv) Dışarıdan bir saldırı ile birlikte koordine edilebilecek bombalı bir deniz aracı
saldırısı ve
(v) Bir siber saldırı.”12 13
Füzeler gibi daha karmaşık silahlar yoluyla devletler tarafından yapılabilecek
saldırıların yanı sıra, teröristler tarafından gerçekleştirilebilecek kasıtlı uçak
düşürme gibi eylemler yukarıdaki tasarıma esas tehdide dâhil edilmemiştir;
çünkü ABD mevzuatına göre, bu tür saldırılara karşı işletme şirketi değil, devlet
sorumludur. Yine de 9/11 saldırıları ABD’li düzenleyicileri 25 Şubat 200214
tarihinde - özellikle B5b kısmında - nükleer santral lisans sahiplerine “patlamalar
ya da yangın nedeniyle tesisin büyük alanlarının kaybedilmesi ile bağlantılı
durumlar altında çekirdek soğutma, kontrol altında tutma ve tüketilmiş yakıt
havuzu soğutma kabiliyetlerini muhafaza etmek ya da eski haline getirmek”
için emniyet önlemleri geliştirmesini belirten bir emir yayınlamak zorunda
bırakmıştır15. Ayrıca sektör, 2011 Fukushima felaketinden sonra, “saha dışındaki
güvenli yerlere acil durum ekipmanı yerleştirerek felaket düzeyinde bir olaydan
sonra bile güvenliği muhafaza etmeyi” amaçlayan kendi “FLEX” yaklaşımını
benimsemiştir16. Dolayısıyla bugüne kadar ABD tarafından verilen tepki, en
azından sektör tarafında, nükleer santral sahaları üzerinde uçuşa yasak bölgeler
oluşturmak gibi koruyucu önlemlerden ziyade, (uçak çarpmaları gibi) kasıtlı
saldırıların verebileceği potansiyel zararı azaltmaya ve acil durum müdahale
önlemlerini güçlendirmeye odaklanmıştır.
Benzer şekilde, Sinop’ta inşa edilmesi beklenen ATMEA-1 üniteleri ve Akkuyu
için planlanan VVER-1200 üniteleri gibi 3. Nesil Basınçlı Su Reaktörleri, reaktör
binasının karşısına soğutma suyu için dizel acil durum santralleri ve pompa
istasyonları konumlandırmak gibi yöntemler kullanarak, büyük yolcu uçağı
çarpmalarına dayanacak şekilde tasarlanmışlardır.17 VVER-1200 gibi 3. nesil
nükleer santrallerin ayrıca, yedek sistemler ve alt-sistemlerin fiziki olarak
ayrılması, tüm AC enerjinin uzun süreli kaybı durumlarında bile kullanılabilecek
güvenlik sistemleri, erimiş bir reaktör çekirdeğini önemli ölçüde radyoaktif
serbest kalma yaşanmadan kontrol altında tutma kabiliyeti ve yangın korumasına
gelişmiş yaklaşımlar gibi ilave tasarım özellikleri ile de donatılmış oldukları öne
sürülmektedir.18
Bununla birlikte saldırganlar, diğer yöntemlerin yanı sıra yukarıda belirtilen
yöntemleri arka arkaya uygulayarak nükleer santrallerde kayda değer hasara yol
açabilirler.
Saldırganlara karşı başarılı bir savunma, üç ana bileşeni içermelidir. Bunların ilki,
CCTV kameraları, sensörler, çevre nöbetçileri ve alarm iletişim sistemleri gibi
önlemleri kullanarak, yakın zamanda olabilecek ya da yeni başlamış bir saldırıyı
belirleyip izlemeyi ve “alarm vermeyi” hedefleyen ‘tespit’ bileşenidir. İkinci
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 10
evre, saldırganların ilerleyişini yavaşlatarak acil müdahale ekiplerine durumu
değerlendirmek, gerekirse destek çağırmak, ideal bir engelleme (örneğin önceden
belirlenmiş güvenli bir engelleme noktasına erişmek gibi) için gerekli koşulları
yaratmak ve böylece tehdidin etkisiz hale getirilmesi olasılıklarını arttırmak için
zaman kazandırmayı amaçlayan ‘geciktirme’ evresidir. Bazı geciktirme unsuru
örnekleri çitler, dikenli tel bariyerler, kurşun geçirmez muhafazalar ve araç
bariyerleri gibi fiziki bariyerlerdir. Son evre ise, tehdidi, birçok saldırgan eylem
senaryosunun yanı sıra bir tasarıma esas tehdite ve sahaya özel zayıflıklara
dayanan planlara göre ele almayı hedefleyen ‘müdahale’ evresidir. Bir müdahale
planlanırken, müdahale eden kuvvetler bir kritik durdurma noktası (CIP), yani
“müdahale eden koruyucu kuvvete bir ya da daha fazla hedefi korumak için
taktik ve stratejik avantaj sağlayan korunaklı bir konum ya da uzaktan çalıştırılan
geciktirme ve önleme sistemleri konumu” belirlemelidir.19
Gerekli beceriye sahip ve deneyimli saldırganlar, ‘tespit’ bileşeninden mümkün
olduğunca uzun bir süre kaçınmaya, geciktirme süresini kısaltmaya ve müdahale
önlemlerinin üstesinden gelecek karşı önlemler kullanmaya çalışacaklardır.
Başarılı bir sabotaj gerçekleştirmek için, saldırganlar şaşırtmalar yapmak ve alarm
sistemlerini kapatmak gibi aldatıcı yöntemler kullanabilirler; ayrıca saldırıyı
yapmadan önce ülkenin istihbarat kurumları tarafından tespit edilmekten
kaçınmaya çalışacaklardır. Bir saldırıdan önce, tespit ekipmanını ve alarm sistemini
kapatmak için siber saldırılar ve içeriden kişiler kullanılabilir. Tesisin içi ve
emniyet önlemleri hakkında bilgi sahibi olan saldırganlar her zaman hedeflerine
giden en kısa yolu seçmeyebilirler; bunun yerine, tespit edilme olasılığını en
aza indirgeyerek ya da CIP’den kaçmalarına olanak vererek kendilerine taktik
bir avantaj sağlayan yolları tercih edebilirler.20 Gerekli imkan ve kabiliyete haiz
saldırganların, birden fazla yoldan saldıran ve arka arkaya - örneğin içeriden
bir kişinin yardımıyla ya da yardımı olmadan alarm sistemlerini kapatmak,
çevredeki nöbetçileri uzaktan etkisiz hale getirmek, çevre güvenliğini aşmak için
bombalı araçlar kullanmak, vb. gibi - çeşitli yöntemleri kullanan birden fazla
saldırgandan (ya da hücreden) oluşması muhtemeldir. Saldırganlar, güvenlik
güçlerinin sahadaki tesis emniyetini takviye etmek için gelirken kullanacakları
güzergahlar gibi saha dışı güvenlik yardımı rutinleri hakkında bilgi sahibi olmaları
durumunda, sabotaj sırasında takviye birliklerin tesise ulaşmasını engelleyebilirler.
Bu nedenle, tesisteki her kritik savunma bileşeninin ve sahadaki güvenlik personeli
ile saha dışındaki güvenlik personeli arasındaki iletişimin, tek bir saldırgan eylem
ile etkisiz hale getirilemeyecek şekilde tasarlanması çok büyük öneme sahiptir.
Akkuyu ve Sinop’taki nükleer santrallerin güvenlik ve emniyet tasarımları ile ilgili
ön güvenlik analiz raporları (ÖGAR), henüz Türk makamlarına sunulmamıştır.
Bununla birlikte, Akkuyu’nun Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporundan,
planlanan güvenlik önlemleri hakkında bazı teknik bilgiler çıkarılabilir.21 ÇED
raporu, derinlemesine bir emniyet yaklaşımının tasarıma dahil edilmesinin
planlandığını öne sürmektedir. Bunlar, tek bir saldırgan eylemin iletişim ve tespit
sistemlerini devre dışı bırakmasını önlemek için tesis operasyonlarının her biri
için otonom yardımcı sistemler tasarlanmasını, çekirdek aşırı sıcaklık ve acil
durum soğutma sistemlerinde pasif güvenlik sistemlerine dayanılmasını, yangın,
sel, buhar verme, füzeler ve nükleer santral boru sistemlerine karşı güvenlik
ekipmanlarının birbirlerinden fiziki olarak ayrılmasını içermektedir22. Ayrıca
ÇED raporu, acil durum güç kaynağı sistemlerinin otonom yükte 72 saat, yakıt
ikmali yapılması halinde ise 10 gün süreyle çalışmasını23, böylece acil bir durumda
müdahale edecek kişilere müdahalelerini koordine etmeleri ve uygulamaları için
olanak verilmesini öngörmektedir.
Akkuyu ÇED raporu, uçak düşmeleri ile ilgili olarak, Türk makamlarının hava
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 11
koridorlarının Akkuyu sahası dışında hareketine izin verileceğini öne sürmektedir.
20 tonluk bir uçağın (ÇED raporunda bir Phantom RF-4E savaş uçağı örneği
verilmektedir) nükleer santrallere çarpması olasılığı tesisin tasarımına dahil
edilmekle birlikte, büyük ticari uçakların çarpması, tasarıma esas olayların (DBE)
ötesinde bir olasılık olarak değerlendirilmiştir.24 Ancak rapor aynı zamanda,
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından getirilen ön koşullarda
küçük uçak, askeri uçak ve büyük ticari uçak çarpmalarının özel olarak dikkate
alınmasını gerektirdiğini ve bu yöndeki çalışmaların yürütülmekte olduğunu
belirtmektedir25 - bu konuda ÖGAR’da daha fazla bilgi verilmesi beklenmektedir.
Ayrıca, Milli Savunma Bakanlığı tarafından yazılan ve ÇED raporunda alıntılanan
bir tavsiye mektubunda, Akkuyu santralinin inşa edileceği alanın, öncelikli hava
ve füze savunma bölgeleri içine dahil edileceği belirtilmektedir26. ÇED raporuna
göre, kullanılmamış yakıt depolama tesisi, tüketilmiş yakıt depolama tesisi ve
pompalama istasyonları, uçak çarpmalarını dikkate alan bir şekilde tasarlanacaktır.
Sabotaja ek olarak, saldırganlar, nakil halindeki radyoaktif yakıtı ve atıkları da
hedef alabilirler. Bu konu aşağıdaki bölümde daha derinlemesine ele alınacak
olmakla birlikte, saldırganlar, nükleer materyalleri nüfus merkezleri ya da limanlar
ve havaalanları gibi stratejik öneme sahip sahalar yoluyla nakledildikleri sırada
hedef almaları durumunda, önemli insani, çevresel ve ekonomik maliyetlere
yol açabilirler. Bu tür hedeflerden biri, gelecekteki nükleer santrallere nükleer
yakıt ve atık taşımak için kullanılabilecek olan İstanbul Boğazı’dır. İstanbul,
ülke nüfusunun altıda birini barındırmakta ve ülke GSYH’sinin dörtte birini
sağlamaktadır.27 Ortalama olarak günde 140 gemi Boğaz’dan geçmekte ve
2.500’den fazla deniz aracı ise kentin Avrupa ve Asya yakaları arasında yolcu
taşımaktadır.28 Bir kazadan kaynaklanan nükleer sızıntı kentin sakinlerini,
çevresini ve ekonomisini olumsuz etkileyebilir, ancak mümkün olduğunca fazla
zarar vermek için tasarlanmış kasıtlı bir saldırı çok daha yıkıcı olabilir; bu nedenle
Türk makamlarının bu tür bir senaryo için güvenilir önlemler almaları gereklidir.
ÇED raporunda ne yazık ki İstanbul Boğazı konusunun raporun kapsamı dışında
olduğu belirtilmekte ve sadece Boğaz’dan hassas materyalin geçişi ile ilgili
mevcut uygulamalar ve uluslararası anlaşmalardan söz edilmektedir29. Yukarıda
bahsedilen ÖGAR’a ek olarak, proje şirketinin, tesisi işletmeye başlamak için bir ön
gereklilik olarak bir acil müdahale planına (AMP) ihtiyacı vardır. AMP, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının izin verdiği yetkili bir kurum tarafından hazırlanacaktır30.
Projeye göre, doğal afetler, kazalar ve sabotajların tümü kaza olarak kabul
edilmektedir. Ayrıca, proje sahası 7126 sayılı Sivil Savunma Kanununa göre
“Hassas Bölge” niteliği taşıdığından Afet ve Acil Durum, Sivil Savunma, Sabotaj,
Savaş, Hasar Onarım ve Milli Alarm Planları’nın hazırlanması ve onay için Mersin
Valiliği İl Afet ve Acil Durum Yönetimi Müdürlüğü’ne sunulması gereklidir31.
Hassas ve Kritik Radyoaktif Materyalin Çalınması ya da
Saptırılması
Chicago Üniversitesi’ndeki Argonne Ulusal Laboratuarına göre, dokuz tane
radyoaktif izotop potansiyel olarak kirli bombalar yapmak için kullanılabilir.32
Bu izotoplar şunlardır: amerikyum-241, kaliforniyum-252, sezyum137, kobalt-60,
iridyum-192, plütonyum-238, polonyum-210, radyum-226 ve stronsiyum-90.
UAEA, yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumu, uranyum-233’ü, toryumu
ve diğer plütonyum izotoplarını, özel güvenlik ve emniyet önlemleri gerektiren
maddeler listesine eklemektedir,33 ABD’nin Nükleer Düzenleme Komisyonu ise
ışınlanmamış karışık oksit yakıtı (MOX) dahil etmektedir.34 Nükleer santraller
yakıt olarak yaygın şekilde uranyuma dayanmaktadır, ayrıca plütonyum, MOX ve
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 12
toryum da kullanılabilir ve atık olarak üretilebilir; yakıt döngüsünün bir sonucu
olarak sezyum-137 ve kobalt-60 gibi yüksek oranda radyoaktif maddeler de
üretilir. Ferguson ve diğerleri tarafından yapılan ve yarı ömrüne, taşınabilirliğine
ve yaygınlığına bağlı olarak nükleer maddelerin şiddet amaçlı kullanılabilirliğini
inceleyen bir çalışmada, kobalt-60, sezyum-137, iridyum-192 ve stronsiyum90’ın “muhtemelen teröristlerin eline geçebileceğini ve halk için büyük risk
oluşturabileceğini” öne sürülmektedir.35
Başarılı bir şekilde basit nükleer silahlar yapmak ya da kullanmak bir yana,
teröristlerin gerekli ekipmanları ve büyük miktarda radyoaktif materyali bulup
bulamayacakları akademik ve bilimsel çevrelerde bir tartışma konusudur ve bu
çalışmanın kapsamının dışındadır. Radyolojik serpinti düzenekleri (RDD) - ya da
kirli bombalar - teröristlerin ve suç örgütlerinin teknik erişimi dahilinde olabilir;
ancak yine de nükleer materyalin çıkarılması, depolanması ve kullanılması, terör
örgütlerinin çoğunun kabiliyetlerini aşan çetin bir iş olacaktır. Yine de böyle bir
saldırı olasılığının düşük olduğunu varsaysak bile, teröristlerin bir nükleer sahaya
sızmayı ve bu sahadan nükleer materyal çalmayı başardıklarının halk tarafından
öğrenilmesi durumunda, eylemin kendisi bile panik oluşturmak, güvenlik
güçlerine olan güveni zayıflatmak ve ülkenin nükleer programı hakkında kuşkular
uyandırmak için yeterli olacaktır. Bu nedenle, terör örgütlerinin terör saldırılarında
radyolojik serpinti düzeneklerini kullanabilme kabiliyetlerine ve kullanıp
kullanmamalarına bağlı olmaksızın, kritik radyoaktif materyallerin çalınması ya da
başka amaçla kullanılması kendi başına bir tehdittir.
Hırsızlığa ya da saptırmaya karşı önlemler birçok yönden radyolojik sabotajların
durdurulmasına yönelik önlemler ile örtüşür, ancak bazı farklar mevcuttur.
Farklılıklardan birisi, saldırganların hırsızlıktan sonra tesisi terk etme gerekliliğidir,
yani hem giriş hem de çıkış yollarına ihtiyaç duyarlar.36 Buna karşılık, sabotajcılar
görevlerini yerine getirmek için ölümü göze almış olabilirler ya da operasyonlarını
uzaktan gerçekleştirebilirler, dolayısıyla çıkış yollarına mutlaka ihtiyaç duymazlar.
Ayrıca, bu aynı zamanda radyolojik sabotajla ilgili bir durum da olmakla birlikte,
radyolojik materyalin çalınması ya da saptırılması ile ilgili tasarıma esas tehdit,
radyoaktif yakıtın ve atığın taşıma sırasındaki, diğer bir deyişle saldırılara karşı
en savunmasız oldukları andaki zaafının üzerinde özellikle durulmasını gerektirir.
Radyolojik materyal kara, deniz ya da hava yoluyla taşınabilir. Tarihsel olarak,
hava yoluyla taşıma, güvenlik riskleri nedeniyle en az tercih edilen yöntemdir,
ancak emniyet ve zaman hususları dikkate alındığında bazen tercih edilen taşıma
şekli olabilir. Bu çalışmadaki analiz, radyolojik materyalin Türk topraklarına
gelişinden sonra ya da Türk topraklarından çıkışına kadar - yani, nükleer tesis ile
kara sınırı, liman ya da havaalanı arasında - kara yoluyla nakliyesinin emniyetine
odaklanacaktır, çünkü bu, teröristlerin ya da suç örgütlerinin söz konusu yüke
saldırmaları için en olası güzergâhtır. Bu çalışmanın hazırlandığı sırada, tesis
operatörlerinin yakıtı, atığı ve diğer kritik materyalleri Sinop nükleer santraline
nasıl nakledecekleri henüz belli olmamıştır. Dolayısıyla buradaki ön analiz,
kuramsal olarak muhtemel lojistik alternatiflere ve topografiye bağlı olacaktır.
Akkuyu Nükleer A.Ş. web sayfasındaki bir makaleye göre, yetkili makamlar,
tesisin ihtiyaç duyduğu yakıtı37 ve ortaya çıkacak atığı deniz yoluyla taşımayı
planlamaktadır; bu da deniz limanlarının kullanılmasını gerektirmektedir. Akkuyu
nükleer santral sahasının 150 kilometrelik (~90 mil) yarıçapı içinde üç tane liman
mevcuttur: Yeşilovacık (yaklaşık 15 km uzaklıkta), Silifke-Taşucu (~30 km), ve
Mersin (~140 km). Yeşilovacık limanı halen inşaat halindedir ve bölgedeki üç
termik santrale ve iki çimento fabrikasına malzeme taşımak için kullanılması
planlanmaktadır. Taşucu limanının Akkuyu’daki nükleer santral için bir montaj
ve inşaat sahası olarak kullanılması,38 nükleer santralin inşa aşaması sırasında
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 13
Şekil 1: Akkuyu NGS sahası ve yakınındaki limanlar
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 14
yılda yaklaşık 52 geminin limanı kullanması planlanmaktadır.39 İnşaat yükü için
yardımcı olması ve nükleer yakıtın taşınması amacıyla nükleer santral sahası içine
iki ilave rıhtım inşa edilmesi de planlanmaktadır.40 Üçüncü şahısların (balıkçı
tekneleri ve turistik tekneler gibi) bu iki limana ve tesis sahasının yakınındaki
koylara girmeleri yasaklanacaktır.41 İşletme aşaması sırasında, dört reaktörün
her biri için yılda bir adet geminin nükleer santrale nükleer yakıt taşıması
beklenmektedir.42 43 Proje şirketi, ekipman ve materyalin yüzde 80’ini tesise
doğrudan deniz yoluyla taşımayı planlamaktadır, kalan yüzde 20’nin ise kara
yoluyla taşınması beklenmektedir, ancak nükleer yakıt ve atık transferlerinin hepsi
sahadaki rıhtım kompleksi yoluyla gerçekleştirilecektir44. Proje şirketinin kara
taşımacılığı için iki ana alternatifi vardır.
Şu anda Mersin limanını ya da diğer iki limanı Akkuyu sahasına bağlayan
herhangi bir demiryolu mevcut değildir. Bölge dağlıktır, dolayısıyla demiryolu
inşası uzun sürecek ve maliyetli olacaktır. Dolayısıyla radyoaktif materyaller,
bölgedeki limanlardan ya da havaalanlarından birine vardıktan sonra kamyonlar
ile nakledilebilir.45 Herhangi bir senaryoda, kamyonların planlanan nükleer santrale
ulaşmak için geçebilecekleri iki yol vardır. Bunların ilki D-400 devlet karayoludur;
bu karayolu Türkiye’nin Akdeniz kıyısının büyük kısmından geçmektedir ve büyük
bir bölümü tehlikeli, virajlı ve Toros Dağlarının sarp kayalık bölgelerinden geçen
iki şeritli bir yoldur. Kritik nükleer materyallerin mevcut durumuyla bu yoldan
nakledilmesi, bir terörist tehdit olmasa dahi son derece tehlikelidir. Alternatif
yol ise, 2015 başında tamamlanması beklenen Akdeniz Sahil Yolu projesidir.46
Düzinelerce tünel ve viyadüğün inşasından sonra, yeni yol dağlardan geçecek
ve seyahat mesafesini önemli ölçüde kısaltacaktır. Lojistik nedenlerden dolayı,
ikinci yol birincisine tercih edilebilir; ancak potansiyel saldırganlar tarafından yol
kesme noktası olarak kullanılabilecek viyadüklerin ve tünellerin sayısı da ciddi bir
güvenlik zorluğu doğurmaktadır. Akkuyu ÇED raporunda ana hatları ile belirtilen
plan, tesis içinde bulunan limanlara gelen yakıt sevkiyatlarının kamyonlarla
nükleer santrale taşınmasını öngörmektedir, bu da yol kesme riskini önemli ölçüde
düşürmektedir.47 Bu planda, inşaat malzemelerinin büyük bir bölümü, Akdeniz
Sahil Yolu projesinin bir bölümü olan Mersin-Antalya karayolu yoluyla taşınacaktır.
Proje şirketi, nükleer santral sahasının çevredeki ilçelere ve karayollarına olan
bağlantılarını arttırmak için yolların geliştirilmesini de planlamaktadır.
Sinop’taki nükleer santralin, havaalanından yaklaşık 10 km ve şehir merkezinden
ve Sinop limanından 18 km uzaklıkta bulunan Abalı’da inşa edilmesi
planlanmaktadır. 100-km (60 mil) yarıçap içinde daha küçük limanlar bulunmakla
birlikte, en yakın büyük liman, Türkiye’nin en büyük limanlarından biri olan ve
yaklaşık 175 km (~105 mil) uzaklıkta bulunan Samsun limanıdır. Samsun ülkenin
orta kısımları ile demiryolu bağlantısına sahiptir, ancak Sinop’a demiryolu
erişimi yoktur. D-010 devlet karayolu Karadeniz sahilinden geçmektedir ve
Abalı’yı Sinop’a, Samsun’a ve Karadeniz’e kıyısı olan diğer şehirlere bağlayan
ana güzergâhtır. Bu karayolu, son on yılda yapılan yatırımların bir sonucu olarak,
D-400’e kıyasla daha elverişli koşullar sunmaktadır. Yolun Abalı ve Sinop ile Sinop
ve Samsun arasındaki kısımları daha az engebelidir, dolayısıyla saldırganlar için
daha az sayıda dar geçit sunmaktadır. Şu anda, proje şirketi ile hükümetin nihai
olarak mutabakata varacakları koşullar kesin olmaktan çok uzaktır; ancak her iki
taraf, lojistik ve güvenlik nedenlerinden dolayı, Akkuyu’da olduğu gibi Sinop
nükleer santral tesis sahası içinde de ilave limanlar inşa edilmesini seçebilirler.
Ayrıca, Türkiye’de bir yakıt çubuğu tesisi kurulması olasılığı da mevcuttur. Türkçe
basın kaynaklarına göre, Türkiye bu konuyu Japonya ile imzalanacak Ev Sahibi
Ülke Anlaşmasına ilave etmeyi ummaktadır.48 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız’a göre, Türkiye nükleer yakıtı hala ithal etmeyi planlamaktadır, ancak
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 15
kendi yakıt çubuklarını üretecek ve kendi yakıt paletlerini her iki nükleer santralde
kullanılacak çubuklara yükleyecektir.49 Bu tesisin nerede bulunacağı henüz
belli değildir, ancak muhtemel yakıt çubuğu üretim tesisi ve hassas radyoaktif
materyalin tesis ile nükleer santraller arasında nakliyesi için benzer tasarıma esas
tehdit analizlerinin yapılması gerekecektir.
2013 yılı sonunda, Akkuyu santralinin inşa edileceği arazi özel güvenlik bölgesi
ilan edilmiştir. Sinop nükleer santraline de benzer bir statü tanınması muhtemeldir.
Bu statü nedeniyle:
“özel güvenlik bölgelerinde ve yine özel güvenlik bölgesi olarak ilan edilen deniz
bölgesine tesis personeli, yetkili komutanlığın görevlileri ve özel izin verilen
kişilerden başkası giremez, oturamaz. Nükleer santrale ait terminal tesislerin dış
sınırlarından itibaren dört yüz metrelik mesafede yürütülecek her türlü teknik
çalışma, ilgili bakanlıklar ve kurumların yetkili makamlarının nükleer santral
yetkilileri ile mutabakatından sonra gerçekleştirilecektir. Santralin güvenlik
bölgesinin dış sınırından itibaren iki yüz metreye kadar olan mesafe içerisinde
yanıcı ve patlayıcı maddelerin üretimi, depolanması ve nakliyesi yasaktır.”50
Söylenenlere göre, tespit sisteminin bir parçası olarak, Türk makamları ayrıca
Akkuyu nükleer santraline ve en yakında bulunan Gülnar ilçesine gelen tüm
yolları da sürekli olarak izleyecektir.51 Sistem, 4 tanesi araç ve plaka tanıma ve 8
tanesi görsel izleme için olmak üzere toplam 12 kameradan oluşacaktır. Bu sistem,
yardımcı güç sistemlerini de içerecek ve kayıtları en az bir ay süreyle tutacaktır.
Sistem, Gülnar’daki jandarma komutanlığından idare edilecek ve jandarma veri
tabanlarıyla bütünleşik hale getirilecektir. Akkuyu nükleer santralindeki güvenlik
personeli, jandarma komutanlığındaki ana sistem ile bağlantılı ilave bir sunucu
yoluyla görsel izleme sistemini izleyebilecektir.
Bu önlemler tesisin dış tehditlere karşı güvenliğinin sağlanması için gerekli
adımlardır; ancak Türk ve Rus yetkililerin içeriden kaynaklanabilecek tehditleri de
dikkate almaları gereklidir.
İçerideki Kişilerden Kaynaklanan Tehdit ve Hassas
Bilgiler
Radyoaktif materyallerin taşınması ve hassas teknolojiler hakkında - güzergah,
emniyet önlemleri ve programlar gibi - bilgilere sahip olmak, saldırganların başarı
şansını önemli ölçüde arttıracaktır. Bu bilgiyi elde etmenin bir yolu, içerideki kişi
veya kişilerden yardım almaktır.
Benzer şekilde, içerideki bir kişi, alarm ve kamera sistemlerini kapatarak,
dikkatleri başka yöne çekerek ve tesisin yerleşim planları ve güvenlik önlemleri
hakkında bilgiler sağlayarak sabotajcılara yardımcı olabilir. Bilgisayar sistemlerine
erişime sahip içerideki kişiler, siber saldırılara olanak vermek için güvenlik
duvarlarını kapatabilirler ya da diskler ya da taşınabilir bellekler yoluyla
bilgisayarlara kötü niyetli yazılımlar yükleyebilirler. İçerideki kişiler, tesislere
kendileri sabotaj düzenleyebilirler ya da güvenlik görevlilerini etkisiz hale
getirerek süreci kolaylaştırabilirler. Daha önce kaydedilen nükleer hırsızlık ya
da saptırma teşebbüsü olaylarının çoğunda, ister bu amaçla yerleştirilmiş ajanlar
isterse sadece para kazanmak isteyen fırsatçı çalışanlar olsun, içerideki kişilerin
aktif ya da pasif katılımı söz konusudur. 1995 yılında yaşanan bir örnekte, yüzde
21 zenginleştirilmiş 1,7 kg uranyum, portal monitörlerinin kapalı olduğu bir anda
çalışanlardan biri tarafından “elma dolu bir pazar çantası içinde” bir Rus nükleer
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 16
yakıt tesisinden dışarı kaçırılmıştır.52 Nükleer sabotaja gelince, bugüne kadar
bilinen en ciddi olay 1982’de Güney Afrika’da yaşanmıştır; tesisin inşa aşaması
sırasında içerideki bir kişi doğrudan reaktör başlarına, muhafaza binası içindeki
diğer bir hedefe ve ana kontrol odası altında bir arada bulunan elektrik kablolarına
yerleştirilen patlayıcıları patlatmıştır53.
Söylenenlere göre, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Akkuyu Nükleer Santrali’nin
- stajyerler ve yükleniciler dahil - 12.000 (4.000 Rus ve 8.000 Türk) çalışanının
hepsini araştıracak, güvenlik soruşturmalarını yapacak ve sabıka kayıtlarını
sorgulayacaktır.54 2006 yılında yapılan bir çalışmada, Lee, “en gelişmiş ABD koruma
önlemleri ile donatılmış bir Rus işletmesinde bile, içeriye iyi yerleştirilmiş sadece
beş kişinin başarılı bir hırsızlık gerçekleştirmek için yeterli olabileceğini” öne
sürmüştür.55 Ayrıca, Zaitseva ve Hand’e göre, içerideki kişilerin katıldığı bilinen tüm
nükleer silah yapımında kullanılabilecek radyoaktif materyal hırsızlığı olaylarında,
içerideki kişiler alt kademelerdeki çalışanlardır.56 Kişilerin soruşturulması süreci
tamamlandıktan uzun süre sonra bile, tesiste istihdam edilen ya da tesisi ve tesisin
çok sayıda işlevini inşa eden ve işleten özel yükleniciler için çalışan kişilerin
“aklı çelinebilir” ya da bu kişiler rüşvetle cezbedilebilir. Bu durum, MİT’in ve
devletin diğer güvenlik birimlerinin her zaman ihtiyatlı olması gerektiği anlamına
gelmektedir. Bunn ve Sagan’ın öne sürdüğü gibi, güvenlik soruşturmaları genellikle
çok etkili değildir ve “özellikle cebire maruz kalmaları durumunda” en güvenilir
çalışanlar bile içerideki tehdit oluşturan kişiler haline dönüşebilir.57
İçerideki kişilerin saldırılara katılmaları şart değildir, ancak kritik bilgileri paylaşarak
nükleer santrallerin emniyeti için benzer tehditler oluşturabilirler. 10 CFR 73.22’de,
aşağıda sıralananları içeren koruma önlemleri bilgilerinin korunması için spesifik
gereklilikler belirtilmiştir: sahanın fiziki güvenlik planı; sahaya özel haritalar,
krokiler ya da çizimler; alarm sistemi yerleşimleri; acil durum güç kaynakları;
fiziki güvenlik düzenleri ve prosedürleri; güvenlik iletişim sistemleri; parola ve
kilit kombinasyonları; beklenmedik durum planları; saha içi ve saha dışı müdahale
kuvvetlerine ilişkin ayrıntılar; materyallerin sevkiyat programları ve diğerlerinin
yanı sıra, emniyet önlemleri ve inceleme raporları hakkındaki bilgiler.58
Akkuyu ÇED raporuna göre, tesisin inşaatı sırasında 12.500’den fazla inşaat
personeli istihdam edilecektir.59 Aşağıdaki tabloda (orijinal olarak Akkuyu
ÇED60) görülebileceği gibi, bu sayının 2019 yılında, ilk reaktörün devreye
girmesinden hemen önce en üst noktaya ulaşması, ardından dört reaktörün
hepsinin tamamlanmasının planlandığı 2023 yılına kadar kademeli olarak
azalması beklenmektedir - ancak bu programın gerçekleşmeme olasılığı mevcuttur.
Operatörler, bu zaman dilimi içinde, her yıl bir tane reaktörü tamamlamayı ve
devreye almayı planlamaktadır ve bu reaktörlerin her birinin işletilmesi için 1.000
personel gerekmektedir.
Tablo 1: Akkuyu’daki Reaktörlerin Devreye Alınması Boyunca Kümülatif Personel Sayısı
Yıl
Proje Aşaması
İnşaat Personeli
İşletme Personeli
Toplam
2019
İnşaat
12,584
-
12,584
2020
İnşaat / İşletme
10,886
1,000
11,886
İnşaat / İşletme
6,138
3,000
9,138
2018
İnşaat
2021
İnşaat / İşletme
2023
İnşaat / İşletme
2022
12,579
-
9,090
2,000
-
4,000
12,579
11,090
4,000
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 17
2019 yılındaki tavan noktasında tesis sahasında bulunan kişilerin sayısı kademeli
olarak düşecek olmakla birlikte, nükleer santraller - birkaç nedenden dolayı
yukarıda belirtilen diğer tehditlerin yanı sıra - içerideki kişilerden kaynaklanan
tehditlere karşı 2020 ile 2023 yılları arasında özellikle savunmasız olacaktır. Tesisler
devreye girmeden önce, potansiyel sabotajcılar ve/veya saptırma failleri sadece
tesisin işletimi ile ilgili birkaç hassas teknolojiye ve materyale erişme yeteneğine
sahip olacaktır - diğer radyoaktif materyallerin yanı sıra nükleer yakıt mevcut
değildir - dolayısıyla risk asgari düzeydedir. Ancak tesisler birer birer devreye
girdikten sonra, saldırganlar için fırsat penceresi kayda değer ölçüde açık hale
gelecektir. Tesisi işletmek için gerekli 4.000 personelin (her bir reaktör için 1.000
kişi) seçilmesi, taranması ve izlenmesi zorlu ancak yapılabilir bir iştir; ancak aynı
işin binlerce inşaat işçisi için yapılması çok daha zor olacaktır - şu da gerçektir
ki, inşaat personelinin yaratacağı temel tehdit, bilgiye erişimden ziyade hassas
ekipmanlara ve materyallere fiziki erişim ile daha alakalı olacaktır. Bu durum,
örneğin inşaatın genellikle birden fazla yüklenici tarafından üstlenilmesi ve
bunların da inşaat aşaması boyunca zaman zaman işçileri değiştirmesi gibi ilave
faktörler ile daha karmaşık bir hale gelmektedir. Diğer bazı faktörler şunlardır:
deniz ve kara trafiği hacminin, sadece tesisleri işletmek için gerekli olan trafik
hacminden kayda değer ölçüde daha yüksek olacak olması; her iki operasyonun
aynı anda yürütmenin oluşturacağı kargaşa ve tam kapasiteye ulaşmadan önce
yeni işe alınan güvenlik personelinin ve kurulan sistemlerin test edilmesi ve
hazırlanması gerekliliği.
Bu karmaşıklıklar, potansiyel saldırganların ve içerideki kişilerin kullanmayı
isteyebilecekleri zayıflıklar oluşturabilirler. Proje şirketi, bu zorlukları düzeltmek
amacıyla, inşaat personelinin çalışmaya başlayan ünitelere erişimini kısıtlamayı
planladığını belirtmiştir. ÇED raporuna göre, üniteler çalışmaya başladıklarında
kontrollü erişim alanlarına dönüştürülecekler ve UAEA düzenlemelerine uygun
olarak fiziki güvenlik önlemleri ile korunacaklardır61.
Diğer bir tehlike, terör örgütlerinin, tesislerde çalışan nükleer bilim adamlarından
nükleer teknoloji hakkında kritik bilgiler elde etmek için şiddet içeren yöntemler
kullanabilecek olmalarıdır. Örneğin, hassas radyolojik materyalin güvenliği
ve nakliyesi ile ilgili olarak nükleer bilim adamlarından elde edilebilecek
bilgiler, teröristler tarafından gelecekte bir radyolojik serpinti düzeneği yapma
teşebbüslerinde yardımcı olacak şekilde kullanılabilir. Terör ya da suç örgütleri,
bunu başarmak için adam kaçırma, şantaj ve korkutma gibi nükleer emniyeti
dolaylı olarak tehdit eden yollara başvurabilir. Ayrıca teröristler, nükleer santralin
çalışmasını aksatmak için üst düzey tesis çalışanlarını ve nükleer bilim adamlarını
öldürmeye teşebbüs edebilirler. Bu nedenle, tesis personelinin, güvenlik
kuvvetlerinin ve devletteki ilgili makamların güvenliğini sağlamak için gerekli
adımların atılmasına ek olarak, emniyet önlemleri tesis çalışanlarının (özellikle
hassas teknolojilere erişime sahip olanların) kimlikleri, bilim adamı profilleri,
emniyet protokolleri ve uygulanabilen yerlerde, üst düzey çalışanların her gün işe
gidip gelmek için kullandıkları otobüslerin tarifeleri ve güzergahları gibi hassas
bilgilerin, terör ve suç örgütleri tarafından erişilebilir olmamasını sağlamalıdır.
Siber Güvenlik
Siber saldırılar, fiziki güvenliğe odaklanan bu çalışmanın kapsamı dışında
kalmaktadır, ancak siber saldırıların hibrid saldırılar düzenlemek için
kullanılabileceğini belirtmek gereklidir. Siber saldırılar, destek sistemleri ve
ekipmanlarının yanı sıra, nükleer santralin güvenlik, emniyet ve acil durumlara
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 18
hazırlıklılık işlevlerini devre dışı bırakmak ya da aksatmak için kullanılabilir.
Nükleer Tesislerde Bilgisayar Güvenliğine İlişkin UAEA Referans Kılavuzu’na62
göre, nükleer tesislere yapılacak siber saldırılar aşağıdakilere yol açabilir:
- Bilgilere izinsiz erişim (gizlilik kaybı)
- Bilgi, yazılım, donanım, vb.’nin engellenmesi ve değiştirilmesi (bütünlük kaybı)
- Veri iletim hatlarının bloke edilmesi ve/veya sistemlerin kapatılması (kullanılabilirlik
kaybı)
- Veri iletişim sistemlerine ve bilgisayarlara izinsiz giriş (güvenilirlik kaybı).
UAEA kılavuzu, nükleer santralin fiziki güvenliği ile ilgili tasarıma esas
tehditten önemli ölçüde değişiklik gösterebilecek siber tasarıma esas tehditlerin
oluşturulması için değerli bir kaynak görevi görmektedir. Siber uzayın, şu anda
taarruzi önlemlerin avantaja sahip olduğu bir alan olduğunu, oyunun kurallarının
açıkça belirlenmiş olmadığını ve müdafi ve taarruzi siber kabiliyetlerin sürekli
olarak geliştiğini belirtmek önem taşımaktadır. Sistemler donanım düzeyinde
kurcalanabileceği ve yukarıda belirtilen şekilde gizlilik, bütünlük, kullanılabilirlik
ve güvenilirlik kaybı ile sonuçlanabileceğinden, yetkili makamlar siber güvenliğin
tesisin operatörleri güç düğmesine basmadan önce başladığını akılda tutmalıdır.
DEVLET KAYNAKLI TEHDİTLER
Giriş kısmında değinildiği gibi, nükleer santraller inşa eden ve enerji
kaynaklarını çeşitlendiren Ankara’nın, tehdit hesaplamalarını ve stratejik
varlıklar kategorizasyonunu gözden geçirmesi gereklidir. Askeri bir perspektiften
bakıldığında, planlanan nükleer santraller kurulduktan sonra yabancı kaynaklı
silahlı saldırılar için yüksek değerli hedefler teşkil edecektir.
Konvansiyonel açıdan, Ankara potansiyel hasımlarına karşı askeri üstünlüğe
sahiptir. Türk Hava Kuvvetleri, gelişmiş bir F-16 filosuna sahip önde gelen hava
kuvvetlerinden birisidir. Ankara sadece Türk hava sahasında hava üstünlüğüne
sahip olmakla kalmamaktadır; aynı zamanda tanker uçak, etkili keşif sistemleri
ve havadan havaya ve havadan karaya gelişmiş füzeler edinerek derinlikte
taarruz imkan ve kabiliyeti kazanmaktadır. Bu varlıklar ve konseptler, Türk Hava
Kuvvetleri’nin, caydırıcılık yaratmasına ve olası tehditlere karşı etkin cezalandırıcı
harekât kabiliyetleri kazanmasına olanak vermektedir. Ayrıca Türkiye, gelecek
yıllarda satın alınacak 100 kadar F-35 uçağı ile Hava Kuvvetleri’ni modernize
etmektedir.63 Ordu, Altay Ana Muharebe Tankı, Fırtına 155mm Kundağı Motorlu
Obüs, T-129 Taarruz Helikopteri ve CH-47 ağır yük helikopterleri gibi en son
teknolojiye sahip sistemler ile önemli bir satın alma ve üretim programından
geçmektedir.64 Ayrıca deniz kuvvetleri, Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan devletlerin
çoğu ile kıyaslandığında konvansiyonel üstünlüğe sahiptir. Dolayısıyla, askeri
stratejik denge ve politik durum dikkate alındığında, Türkiye’nin planlanan
nükleer enerji altyapısına yönelik bir kara harekâtı, deniz harekâtı ya da amfibi
operasyon ya da bir hava kuvvetleri tehdidi beklememekteyiz.
Bununla birlikte, Türkiye’nin hemen yanı başındaki balistik füze yayılması
ve bölgesel gerilimler, planlanan nükleer enerji altyapısı için önemli bir askeri
tehdit oluşturabilir. Birincisi, balistik füzeler kara harekâtı ya da birliklerin sınır
bölgelerinde konuşlandırılmaları gerekmeden kullanılabileceğinden ötürü,
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 19
Türkiye’nin konvansiyonel üstünlüklerini bir ölçüde boşa çıkarabilirler. İkincisi,
Türkiye kendi başına balistik füze savunma kabiliyetine sahip değildir ve bu açığı
kapatmak için halen T-Loramids adlı bir ihale üzerinde çalışmaktadır. Üçüncüsü,
bir balistik füze saldırısının nispeten kısa ön uyarı süresi ve erken emarelerinin
yetersizliği, planlanan kritik enerji altyapısının korunması ile ilgili olarak
Ankara’yı hazırlıksız yakalayabilir.
Türkiye’nin Gelecekteki Nükleer Enerji Altyapısına
Yönelik Balistik Füze Tehdidi
Türkiye, on yıllar boyunca yoğun bir balistik füze yayılması yaşayan bir bölge
olan Orta Doğu ile sınır komşusudur. Ayrıca Türkiye’nin iki komşusu olan İran ve
Suriye, Türk nükleer santralleri için potansiyel bir tehdit oluşturabilecek balistik
füze envanterlerine sahiptir.
Enerji bağımlılığını azaltmaları ve Türkiye’nin enerji portföyünü yeni bir seviyeye
taşımaları nedeniyle, nükleer santraller Ankara’nın hasımları için yüksek değerli
stratejik hedefler olarak görülebilir. Suriye ve Irak’taki politik-askeri durum,
Tahran ile müttefiki olan Şam’daki Baasçı rejim, Ankara’nın bölgesel liderlik
tutkusu ile bir rekabet konumuna getirmiştir.
Gelecekteki bir askeri gerginlik senaryosunda, İran ve Suriye’nin Türkiye’nin
nükleer santralleri için tehdit oluşturma potansiyelleri, aşağıda analiz edilen
ve menzili, hareket kabiliyetini, sayısal avantajı, savaş başlığı seçimini, atış
sıhhatini ve Ankara’nın planlanan füze savunması kabiliyetlerini içeren bir dizi
parametreye bağlı olacaktır. Buna ek olarak, tüm askeri harekâtlar politik bir
bağlam içinde gerçekleştiğinden, Şam ve Tahran’ın bu tür bir saldırı ile ilgili politik
motivasyonları da önem taşıyacaktır. Daha önce belirtildiği gibi, Ankara, nükleer
santraller kurarak, kritik ulusal altyapılar bakımından yüksek değerli hedefler inşa
etmektedir. Bu nedenle, potansiyel devlet kaynaklı tehditleri, aşağıdaki şekilde
kabiliyet-odaklı bir yaklaşım yoluyla ele almak doğru olacaktır:
Menzil, Sistemler ve Savaş Başlıkları
Suriye’nin mevcut balistik füze menzili, Scud sınıfı füzeler (B,C ve sınırlı sayıda
daha uzun menzilli D türleri) yoluyla Akkuyu’yu hedeflemek için yeterli olmakla
birlikte, İran’ın füze envanteri, Karadeniz Bölgesi’ndeki Sinop ilinde inşa
edilmesi planlanan ikinci tesis de dahil olmak üzere Türkiye’nin her yerini vurma
kabiliyetine sahiptir.
Bununla birlikte, Suriye’nin Baasçı rejiminin - tabii Türkiye’nin nükleer enerji
projesi gerçekleştiğinde böyle bir rejim kalırsa - Sinop’u vurabilmesinin yegane
yolu, bu çalışmanın yazıldığı tarihte Esad rejiminin kontrolü altında olmayan sınıra
çok yakın bölgelerden (savaş başlığı seçimine bağlı olarak yaklaşık 700km tahmini
menzile sahip) en uzun menzilli Scud-D füzelerinin fırlatılması olacaktır. IISS’in
Military Balance 2014 yayınına göre, Baasçı Rejim Kuvvetleri, Scud türleri, SS-21,
M-600 ( İran F-110 Fateh füzesinin Suriye versiyonu) ve bir FROG roket sistemi ile
donatılmış üç karadan karaya füze tugayına sahiptir.65 İlginçtir ki, Military Balance
2014’te, bu tugaylardan birisinin 4. Zırhlı Tümen’in komutası altında olduğu
belirtilmektedir.66 Normalde, doktrin ve muharebe kuruluşu, stratejik bir füze
tugayını bir zırhlı tümenin alt-birlikleri arasında görevlendirmez. Bununla birlikte,
4. Zırhlı Tümen, Baasçı rejimin “muhafız” birliklerinden birisidir ve devam eden iç
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 20
savaş sırasında yoğun olarak kullanılmıştır. Bu durum, rejimin askeri doktrini ve
muharebe kuruluşu ışığında stratejik silahlarına verdiği önemi göstermektedir.
Bu bakımdan, Esad rejiminin Batı’yla yaptığı kimyasal anlaşmasının, Suriye’nin
stratejik silah envanterinin tamamını kapsamaması çarpıcıdır. Rejimin iç savaştan
sonra ayakta kalması durumunda balistik füze kabiliyetlerini muhafaza etmesi
güçlü bir olasılıktır. Ayrıca iç savaş, rejimin silahlı çatışmalarda füze unsurlarını
kullanma isteğini kanıtlamıştır.
Suriye’nin silahsızlanması ile ilgili iki uyarı mevcuttur. Birincisi, deklare edilmemiş
kimyasal maddelerin ve diğer kabiliyetlerin Esad’ın ellerinde bırakılması riskidir.
Suriye, 1.230 hazırlanmamış mühimmatın yanı sıra 23 saha, 41 tesis ve 1.300 ton
kadar askeri amaçlı kimyasal madde ve öncül madde deklare etmiştir. Bununla
birlikte muhalefet kaynakları, geri kalanı büyük ölçüde ölümcül VX maddesinden
oluşan toplam kimyasal envanterin %20’sinin deklare edilmediğini, dolayısıyla
el değmeden kaldığını iddia etmektedir. Ayrıca, biyolojik silahlar silahsızlanma
anlaşmasına dahil edilmemiştir67.
Bu nedenle, Türkiye’nin planlanan nükleer saldırılarına karşı bir Suriye balistik
füze saldırısının simüle edilmesi, kitle imha silahlarını (KİS) ve konvansiyonel
harp başlıklarını içeren senaryolarda farklılıklar gösterecektir. Bu çalışmada ele
alınacağı gibi, Scud serisinin sorunlu atış sıhhatleri ile birlikte konvansiyonel
harp başlıkları kullanılması, yüzlerce füzeden oluşan bir balistik füze salvosu
gerektirecektir. Bununla birlikte, biyolojik ya da kimyasal harp başlıkları, tüm
hesapları değiştirebilir. Diğer bir deyişle bu iki senaryo, nükleer enerji tesislerinin
konvansiyonel harp başlıkları ile imha edilmesi olasılığı ve biyolojik ve kimyasal
harp başlıkları yoluyla nükleer enerji tesislerinin kontaminasyonu ve halkın
terörize edilmesi arasındaki farka işaret etmektedir.
Biyolojik ve kimyasal kontaminasyon üzerine çalışmalar, bir mil karelik bir alanı
kontamine etmek için 0,2 libre botulinum toksin ya da 0,02 libre şarbon sporunun
yeterli olduğunu, ancak aynı ölümcül etkiyi yaratmak için 1.763 libre sarin sinir
gazı gerekli olduğunu göstermektedir.68 Bu büyüklükte bir miktar, Akkuyu’daki
nükleer santral alanının toplam büyüklüğünün iki katını ve çekirdek nükleer enerji
üretim alanının üç katını kapsayacaktır. Bir yanda, Baasçı rejimin biyo-toksinleri ve
biyo-ajanları silah haline getirme seviyesi hakkında çelişkili raporlar mevcuttur.69
Diğer yandan, kimyasal silah anlaşmasının ardından, stratejik silah açığını
kapatmak amacıyla Esad’ın biyolojik silah araştırma ve geliştirmeye daha fazla bel
bağlayabileceği makul bir varsayımdır.
Tahran’ın olası balistik füze tehdidi dikkate alındığında, coğrafi uzaklık,
İran’ın sınır bölgelerinden fırlatılsalar bile 850-900 km’lik asgari gerekli menzili
aşamayacak olan Şahab-1 ve Şahab-2 gibi daha kısa menzilli sistemleri yararsız
kılmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada Ankara’nın, Suriye’den farklı olarak,
İran’ın elinde bulunan daha uzun menzilli füzelerden endişe etmesi gerektiği
savunulmaktadır; bu füzelerden Şahab-3, yaklaşık 1.000 kg’lik bir harp yükü
kapasitesiyle en az 800-1.300 km menzile sahiptir.70
Aktarılan durum ve coğrafi parametreler sadece kullanılabilecek füzeleri
sınırlamakla kalmamakta, aynı zamanda Tahran’ın Fateh-110 ve Zelzal serisi gibi
harekat alanı sistemlerindeki sayısal avantajına da engel olmaktadır. Türkiye’nin
planlanan kritik enerji altyapısını vurmayı seçmesi durumunda, Tahran’ın diğer
seçenekleri yaklaşık 1.600 km menzile sahip Kadir-1 Füzesi ile 2.000 km’nin
üzerinde menzile sahip yeni katı yakıtlı Siccil Füzesi olacaktır.71 Ayrıca bu iki
füze, Şahab-3 füzesinin aksine, Türkiye’nin kritik nükleer enerji altyapısına İran
topraklarının derinliklerinden ulaşabilirler. Bununla birlikte, yukarıda belirtildiği
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 21
gibi, füze sayısı sınırlı olacaktır. Örneğin CSIS, 2013 yılı itibariyle Kadir-1 ve
Şahab-3 füzelerinin toplam sayısının 50-400 arasında olduğunu, Siccil-2 füzelerinin
sayısının ise daha önce tahmin edilenden çok daha düşük olduğunu rapor
etmiştir.72
Gerekli Füze Sayısı, İsabet ve Atış Sıhhati “Sorunu”
Türkiye’nin planlanan kritik nükleer enerji altyapısını hedefleyen konvansiyonel
savaş başlıklı balistik füzeleri içeren bir tehdit senaryosunda, fırlatılan füzelerin
sayısı iki nedenden dolayı çok önemlidir. Birincisi, çok yoğun bir füze saldırısı,
öngörülen BFS (balistik füze savunması) bataryalarını iş göremez duruma getirerek
(saturation) Ankara’nın gelecekteki balistik füze kabiliyetlerini aşabilir. İkincisi,
Suriye ve İran’ın çoğunlukla Scud tabanlı füze envanteri, Scud serisinin kronik atış
sıhhati sorunu ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla, sırasıyla Akkuyu’daki planlanan
nükleer üretim tesislerinin ve çevresinin büyüklüğü olan 75-125 hektarlık bir alanı
kapsamak için, çok sayıda füze gerekecektir.
Balistik füzelerin isabet doğruluğu, aşağıdaki şekilde açıklanabilecek dairesel hata
ihtimaline (CEP) göre ifade edilir:
“...belirli bir hedef noktası için fırlatılan füzelerin yarısının düştüğü dairenin yarı
çapıdır. Bu parametre, imha ihtimalinin ya da bir hedefi imha etmek için gerekli
silahların sayısının hesaplanmasında yararlıdır. Ancak gelişmiş güdüm sistemlerinin
etkisini değerlendirmek için farklı bir füze hatası açıklaması gereklidir, çünkü füzelerin
isabet doğruluğunu etkileyen birkaç hata kaynağı vardır. Ayrıca, toplam güdüm hatası,
ayrı hataların karelerinin toplamının kare köküne eşit olduğundan, toplam sistem
isabetsizliği, büyük ölçüde tek bir büyük hata kaynağı tarafından belirlenir. Üç temel
güdüm hatası kategorisi, fırlatma konumu doğruluğu, seyir sırasındaki hatalar ve
hedef-yer hatalarıdır.”73
Türkiye’nin Akkuyu’daki planlanan nükleer santralini vurmayı planlayan
herhangi bir devletin, soğutma suyu pompaları ve elektrik altyapısı gibi tüm ilgili
tesisleri içeren 125 hektarlık bir alanı kapsayacak saldırı için planlama yapması
gerekecektir. Daha yoğunlaşmış bir yaklaşım bile, çekirdek nükleer enerji üretimini
hedefleyerek hedef alanı sadece 75 hektara düşürebilecektir.74 Hava üslerinin
füzelere karşı zayıflığını değerlendiren bir RAND Corporation çalışmasında,
yaklaşık 95 hektarlık bir üs alanı için gerekli füze sayısı (Scud-C örneği: 2.394,4 fit bir
CEP ve 241 fit öldürücü yarı çap ile) 276 olarak hesaplanmıştır.75 Şu da gerçektir ki,
bir hava üssü ile bir nükleer tesis arasında yapısal farklılıklar mevcuttur. Yine de
herhangi bir devlet, Türkiye’nin planlanan kritik altyapısını konvansiyonel savaş
başlıkları ile vurmak için yüzlerce balistik füzeye ihtiyaç duyacaktır.
Karayoluyla Taşınma Özelliği ve Yakıt Eğilimleri
Suriye balistik füze cephaneliğinin tamamı ve İran balistik füze envanterinin
büyük kısmı, karayoluyla taşınabilirdir.76 Bu özellik, Türk kritik enerji altyapısına
karşı potansiyel saldırıların tespit edilmesini zorlaştırmaktadır. Ayrıca İran’ın
Siccil-2 füzesindeki gibi katı yakıt sistemleri, fırlatma döngüsünü kayda değer
ölçüde kısaltmakta ve herhangi bir önleyici saldırı seçeneğini önemli ölçüde
güçleştirmektedir.77
Karayoluyla taşınabilir füzeler, hareketli taşıyıcı-rampaların (TELAR) yerleri
sürekli olarak değiştirilerek Türk misillemesinden kurtarılabilir. Bu tür bir yöntem,
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 22
planlanan nükleer santrallere ikinci dalga füze salvolarının icra edilmesine olanak
verebilir.
Türkiye’nin Planlanan Füze Savunması ve Nükleer
Santraller için Koruma
Türkiye, bu tehditlere karşılık olarak, 2009 yılından bu yana T-Loramids adı verilen
uzun menzilli bir füze ve hava savunma sistemi projesi yürütmektedir. Ankara, bu
çalışmanın hazırlandığı sırada, Eurosam’ın Aster-30 Block-1, Raytheon-Lockheed
Martin ortaklığının Patriot PAC-3 ve CPMIEC tarafından teklif edilen tartışmalı
Çin yapımı HQ-9 sistemi arasında karar verme aşamasındaydı.
Bu sistemlerin farklılıklarına bakılmaksızın, Türkiye’nin gelecekteki füze savunma
kabiliyetleri, planlanan nükleer santrallerin korunması düşünüldüğünden birkaç
anlama gelmektedir.
İlk husus, füze-önleyici füze denklemidir. Açıkçası, Türkiye’nin T-Loramids
projesi seçenekleri - Baasçı Suriye rejiminin elindeki SS-21, Scud-B ve Scud-C ile
İran’ın elindeki Şahab-1, Şahab-2 ve diğer kısa menzilli sistemler gibi - taktik ve
kısa menzilli balistik füzelere (KMBF) karşı etkili olacak olmakla birlikte, uzun
menzilli sistemler, T-Loramids tekliflerinin önleme kabiliyetlerinin oldukça ötesine
geçebilecektir. Örneğin, MBDA’nın Aster-30 Block-1’e yönelik raporları göz önünde
tutulursa, sistem 600 km’ye kadar menzile sahip kısa menzilli ve taktik balistik
füzeleri önleyebilmektedir.78 Benzer şekilde, Patriot PAC-3 sisteminin Şahab-1
ve Şahab-2 gibi KMBF’leri ve taktik balistik füzeleri önleme kabiliyetine sahip
olduğu, daha uzun menzilli tehditlere karşı ise “biraz kabiliyete” sahip olduğu
belirtilmektedir.79 Katar ve BAE’nin daha gelişmiş THAAD sistemlerini satın alma
çabaları ve İsrail’in Arrow programı, daha uzun menzilli balistik füzeler ve mevcut
nokta savunmaları bakımından tehdit ve önleyici füze açığının açık bir kanıtıdır.
Dolayısıyla, Ankara’nın gelecekteki füze savunma seçenekleri planlanan kritik
nükleer enerji altyapı için belirli bir ölçüde koruma sağlayacak olmakla birlikte,
T-Loramids’in karar aşamasının 2014-2015’te sonuçlandırılacağı varsayıldığında,
bu proje Türkiye için bir tehdit oluşturabilecek füzelerin tümü için yine de “sihirli
bir kesin çözüm” olmayacaktır.
İkincisi, T-Loramids ihalesindeki tüm teklifler nokta savunması için uygundur,
yani Ankara’nın nükleer santrallerin güvenliğini sağlamak istemesi durumunda,
santrallerin yakınına konuşlandırılmaları gereklidir. Örneğin Patriot PAC3, balistik füzelere karşı, 15-20 km’lik bir alanı savunabilir,80 Aster-30 Block-1
aşağı yukarı aynı savunmayı sağlayabilir, HQ-9 sisteminin ise, her ne kadar
kağıt üzerinde olsa da, balistik füzelere karşı 35 km’lik bir menzili olduğu
belirtilmektedir.81 Bu nedenle, planlanan füze savunma sistemlerinin
konuşlandırma yerleri, bunların satın alınması kadar önem taşımaktadır.
Üçüncüsü, Ankara’nın T-Loramids için yapacağı seçim, Scud tabanlı sistemlere
karşı savunma gerekliliklerini karşılamalıdır, çünkü Türkiye’nin bölgesel güvenliği
için temel tehdidi bu füzeler oluşturmaktadır. Patriot serisi, diğer iki teklife kıyasla
en iyi muharebede kanıtlanmış sicile sahip olmakla övünmektedir. Aster-30
Block-1, menzil, hız ve radar kesiti bakımından Scud füzelerini taklit etmek için
şu anda en uygun sistem olan İsrail yapımı Black Sparrow füzesine karşı önleme
testlerini başarıyla gerçekleştirmiştir.82 Bu başarılar iyimserlik sağlayabilecek
olmakla birlikte, Suriye’nin envanterindeki Scud-D ya da İran yapımı Şahab-3 gibi
(çoğunlukla Kuzey Kore sistemlerine dayanan) daha uzun menzilli tehditler söz
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 23
konusu olduğunda, Blue Sparrow gibi daha gelişmiş simülasyonlar ile başka testler
yapılması gerekecektir.83 Aster-30 serisinin gelecek modifikasyonları ve Aster-30
Block-1 NT, Blue Sparrow testleri için uygun olabilir.84 Bununla birlikte, Türkiye
başlangıçtaki Aster kararını ve Block-1 NT için bir yükseltmeyi seçse bile, 1.000
km’nin üzerinde menzile sahip balistik füzeler yine de bir tehdit oluşturabilir.85
Ayrıca, Çin yapımı HQ-9 sisteminin testleri, diğer iki rakibinin testleri kadar şeffaf
değildir. Patriot serisinin aksine, Çin yapımı sistem gerçek bir muharebede hiç
kullanılmamıştır. Bu nedenle, Türkiye’nin Çin teklifini tercih etmesi durumunda,
yukarıda belirtilen belirsizlikler ilave sorunlar doğuracaktır.
Türkiye’nin füze savunma kabiliyetleri, daha geniş kapsamlı NATO füze savunma
kalkanı bağlamında dikkate alınmalıdır. Kuzey Atlantik İttifakı, entegre bir
(komuta, kontrol, iletişim, bilgisayar, bilgi ve istihbarat) yoluyla savunma kabiliyetlerini
arttırabilir. Bu çerçevede, atmosfer dışı (örneğin SM-3) ve atmosfer içi (örneğin
Patriot PAC-3) önleyici füzelere ek olarak uydu, kara ve deniz tabanlı radarlar ve
sensörler (AN/TPY-2, Smart-L, AN/SPY-1 gibi), çok katmanlı bir sevk ve idare içinde
kullanılır.86 Bu füze savunması yaklaşımının kilit noktası, düşman bir füzenin uçuş
yolu hakkında kesin bilgi sunarak önleme doğruluğu sağlayan gelişmiş bir önleme
ağına olanak veren entegre hareket tarzıdır. Aster ve Patriot serileri, bu entegre
NATO sistemindeki son savunma katmanlarıdır. Dolayısıyla, Ankara’nın Çin
yapımı sistemi seçmesi durumunda, Türkiye, bu seçeneğin Müttefikler tarafından
kesinlikle kabul edilmediğini görerek kendi füze savunması varlıklarını NATO
füze kalkanına entegre edemeyecektir.87
Son olarak, hem Türkiye’nin ulusal füze savunma projesinin hem de NATO
füze kalkanının zaman çizelgesi, nükleer santralin korunmasını etkilemektedir.
Türkiye’nin 2014 ya da 2015 yılında bir sistem hakkında karar vermesi
durumunda, ilk üniteleri 2019 ya da 2020’de almaya başlayacaktır. Bu zaman
çizelgesi, ülkenin nükleer enerji altyapısı için uygundur, çünkü santrallerin
yaklaşık olarak aynı dönemde devreye girmeleri planlanmıştır.
NATO füze kalkanı programı, bu bakımdan iyimserlik sağlamaktadır.
Gerçekten de, Aegis sistemine ve SM-3 önleyici füzelere sahip ilk BFS kabiliyetli
güdümlü füze destroyeri, 2014 başında Rota’daki İspanyol deniz üssünde
konuşlandırılmıştır. Akdeniz’de düzenli devriyeler yapmak üzere dört tane harp
gemisinin konuşlandırılması planlanmaktadır.88 Romanya ve Polonya’daki kara
tabanlı sistemlerin - Avrupa Phased Adaptive Approach konseptinin üçüncü
aşamasını belirleyecek olan - konuşlandırılmasının sırasıyla 2015 ve 2018’de
tamamlanması beklenmektedir.89
Balistik füze tehdidinden ayrı olarak, Türkiye’nin nükleer santrallerinin
korunması değerlendirilirken seyir füzeleri de dikkate alınmalıdır. Teorik olarak,
bu sistemler iki şekilde tehlikelidir. Birincisi, seyir füzeleri, isabetli güdüm
sistemlerine sahip insansız hava araçlarıdır ve genel olarak nispeten daha düşük
harp yükü kapasitelerine rağmen balistik füzelerden daha hassastır. İkincisi,
seyir füzeleri düşük irtifalarda uçabildikleri, dolambaçlı yollar izleyebildikleri,
araziden faydalanabildikleri ve bir hedefe farklı yönlerden yaklaşabildikleri
için, bu füzelerin uçuş yolları savunmayı zora düşürebilir.90 Türk Hava
Kuvvetleri’nin havadan havaya muharebedeki üstünlüğü dikkate alındığında,
hava platformlarından fırlatılan bir seyir füzesi tehdidi ile daha uzun bir süre başa
çıkılabilir.
Gelişmiş güdüm ve sevk gücü gerekliliklerinden dolayı seyir füzelerinin pahalı
sistemler olması nedeniyle, Türkiye’nin güvenlik çevresindeki savunma ekonomisi
eğilimlerinin izlenmesi gereklidir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 24
Teorik olarak seyir füzeleri, hava savunmasını ve yüksek riskli hedefleri vurmak
için bir çatışmanın başlangıç aşamasında kullanılırlar.91 Bu nedenle, Türkiye’ye
yönelik potansiyel seyir füzesi tehditleri, bir balistik füze tehdidi senaryosu ile
bağlantılı olarak ele alınmalıdır; bu senaryoda, hava ve füze savunma sistemlerine
seyir füzeleri ile yapılan saldırıları, kritik altyapıya karşı balistik füze salvoları
izleyecektir.
Bu noktada, Türkiye’nin nükleer santrallerine yönelik gelecekteki seyir füzesi
tehdidine ilişkin iki ana husus mevcuttur. Birincisi, Suriye ve İran, su üstü
platformlardan ateşlenebilen ve gemisavar seyir füzelerini teorik olarak kara
hedeflerine taarruz ve KİS atış vasıtası olarak kullanılmak üzere modifiye
edebilirler.92 Tahran kısa bir süre önce, 2.000 km menzile sahip yeni bir seyir
füzesi olan Meshkat’ın geliştirildiğini beyan etmiştir.93 İlginçtir ki, 2005 yılında
Tom Warner, Financial Times gazetesi için Ukrayna’dan İran’a ve Çin’e Kh-55 seyir
füzeleri için gizli bir silah transferi hakkında bir makale kaleme almıştır.94 Bildirilen
Meshkat sistemi bir Kh-55 modifikasyonu ise, ki muhtemelen öyledir, bu gelişme
yeni endişelere yol açacaktır, çünkü Kh-55 nükleer başlık taşıyabilen bir atış
vasıtasıdır.95
Hem Patriot sisteminin96 hem de Aster-30 Block-197’in testler sırasında seyir
füzelerini önleyebildikleri söylenmektedir. Missile Threat, Çin yapımı HQ-9
sisteminin de seyir füzesi önleme kabiliyetlerine sahip olduğunu belirtmektedir.98
Bununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi seyir füzeleri, füze savunmaları
için ciddi sorunlar oluşturmaktadır; bu nedenle, gerçek muharebe sonuçları
test sonuçlarından ve bilgi formlarında belirtilen teknik hususlardan farklılık
gösterebilir.
Seyir füzesi tehdidi konusunda diğer bir seçenek, aktif stratejilerdir. Uçuş halindeki
seyir füzelerinin önlenmesi yerine, bu füzelerin platformları, ilgili tesisleri ve
stokları, önleyici bir tarzda imha edilebilir.99 Böylesi bir askeri strateji, derin taarruz
kabiliyetine, yeterli istihbarata, emniyet mesafeli mühimmata, uygun platformlara,
operasyonel güvenlik için SEAD (düşman hava savunmasının durdurulması)
önlemlerine ve potansiyel su üstü platformlarını korumak için iyi koordine edilmiş
hava-deniz muharebe kabiliyetlerine bağlı olacaktır.
Türkiye’nin böyle bir hareket tarzına uygun güç unsurları şu anda olabilecek en iyi
durumda değildir, ancak geleceği ümit vericidir. Birincisi, Türk Hava Kuvvetleri
gelecek birkaç on yıl içinde 100 kadar F-35 JSF’ye (Müşterek Taarruz Uçağı)
sahip olacaktır.100 İkincisi, Ankara 2006 yılından bu yana kendi ulusal satha atılan
seyir füzesi olan SOM’u üretmek için çaba harcamaktadır.101 Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK) ve bu kurumun Savunma Sanayii
Araştırma ve Geliştirme Enstitüsüne (SAGE) göre, bu füze şu anda 180 km’lik
bir menzili aşmaktadır, düşman hava savunmalarından kaçınabilmektedir ve
F-35 JSF’ye entegre edilecektir.102 Bu nedenle askeri açıdan, F-35 ile SOM’un bir
platform-akıllı mühimmat kombinasyonu, düşman komuta ve kontrolünü, yer
tesislerini, su üstü platformlarını, uçak hangarlarını ve füze depolama tesislerini
uzak mesafelerden hedeflemek için fazlasıyla yeterli olacaktır. Üçüncüsü, Türk
Hava Kuvvetleri, derin taarruz seçeneklerini ve görevde kalma sürelerini arttırmak
için savaş uçaklarına havada yakıt ikmali yapabilen bir KC-135R103 tanker uçak
filosuna sahiptir. Ayrıca Türkiye, on adet A400M ağır nakliye uçağı satın alma
sürecindedir. Bu alım, 2018 yılında tamamlanacaktır. Öncelikle bir ağır nakliye
unsuru olarak kullanılmakla birlikte, Airbus şirketi A400M’nin tanker uçak
görevi görmek üzere hızla konfigüre edilebileceğini bildirmektedir.104 Son olarak
Türkiye, operasyonel güvenliği arttırmak amacıyla, AGM-88 anti-radar füzeleri ile
donatılmış bir SEAD filosuna (151inci filo)105 sahiptir.106
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 25
Özetlemek gerekirse, nükleer santrallerini balistik füzelere karşı korumak için
Türkiye’nin NATO füze kalkanına ve T-Loramids projesine güvenmesi gereklidir.
Ülke ayrıca, şu anda daha az tehdit edici olan seyir füzesi tehdidini karşılamak
için taarruz ve savunma sistemlerini birleştirmelidir. İşin iyi tarafı, T-Loramids,
Türk Hava Kuvvetleri’nin modernizasyonu ve NATO müttefik füze savunması
inisiyatifinin zaman çizelgesinin, Türkiye’nin nükleer enerji projesine ilişkin
güvenlik gerekliliklerinin yol haritası ile uyumlu olmasıdır. Bununla birlikte
Türkiye, orta menzilli balistik füze ve KİS harp başlıklı tehditleri karşılarken
sadece ulusal varlıklara bel bağlayamaz ve bu nedenle Ankara yine de NATO
korumasına ihtiyaç duyacaktır. T-Loramids, Türkiye için bir son değil, bir
başlangıç olacaktır. Gelecekteki uzun menzilli hava ve füze savunma sistemleri,
füze yayılma eğilimlerine uygun olarak başka iyileştirmelere ihtiyaç duyacaktır.
Ankara, T-Loramids projesinde Çinliler ile işbirliği yapılması halinde, NATO
komuta-kontrol yeteneklerini ve çok-katmanlı bir yaklaşımın sağladığı korumayı
kaybedecektir.
Askeri Risk Değerlendirmesi Anahtar Bilgiler
Özetlemek gerekirse, balistik füzeler, Türkiye’nin planlanan nükleer santrallerinin
güvenliğine ilişkin askeri risk değerlendirmesini değiştirebilir. Enerji jeopolitiğinde
ezber bozucu bir durumun devreye alınması, askeri bir gerginlik durumunda
Ankara’nın jeopolitik rakipleri için yüksek değerli bir askeri hedef oluşturmak
ile eş değerdir. Bir askeri risk değerlendirmesinin nükleer santral güvenliği
çerçevesine dahil edilmesinin, kesin bir biçimde İran ya da Suriye ile yüksek bir
savaş olasılığının söz konusu olacağı anlamına gelmediğini belirtmeye gerek
yoktur. Bununla birlikte, Türkiye ile Suriye arasında yaşanan ve bir Türk F-4 savaş
uçağının, bir Suriye Mig-23’ünün ve bir Mi-17 helikopterin düşürülmesine yol açan
tırmanışı görmezlikten gelmek akıllıca olmayacaktır. Türkiye-Suriye sınırı boyunca
karşılıklı topçu ateşi, neredeyse olağan bir hal almıştır. Dolayısıyla, Türkiye’nin
planlanan kritik nükleer enerji altyapısına büyük bir askeri saldırı muhtemel
olmamakla birlikte, çalkantılı bölgesel konjonktürün durumu dikkate alındığında,
bu ihtimal göz ardı edilemez.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 26
VEKİL UNSURLAR
VE TERÖRİZM RİSKİ
DEĞERLENDİRMESİ
Bu çalışmada sunulan devlet kaynaklı tehditlerin askeri risk değerlendirmesi
oldukça uzak olasılıklara odaklanmakla birlikte, Türkiye’nin planlanan nükleer
enerji altyapısına karşı terör ve vekaleten savaş tehditleri daha olası görülmektedir.
Birincisi, terörizm ve vekaleten savaşlar, Orta Doğu’daki devletlerin çoğu için
normal hareket tarzı haline gelmiştir. İkincisi, terörizm ve vekaleten savaşın
jeopolitik rakiplerin canını yakmak için doğrudan saldırıya kıyasla bedeli daha
düşüktür. Üçüncü ve son olarak, Türkiye’nin iç bölgesinde ve çevresinde, politik
konjonktürdeki değişikliklere bağlı olarak bazı “müşteri devletlere hizmetlerini
sunabilecek” çok sayıda terör örgütü ve şiddet kullanan devlet dışı aktör vardır. Bu
aktörler, Türkiye’nin PKK gibi olağan şüpheliler listesinin dışına çıkmakta ve Irak
ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi yeni ortaya çıkan tehditleri içermektedir.
Ayrıca, terör örgütlerinin kendileri de Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısına
saldırmaya ilgi duyabilirler. Nükleer santraller, başarılı bir saldırı durumunda
ortaya çıkacak son derece yıkıcı fiziki, ekonomik, siyasi ve psikolojik etki
nedeniyle, terör örgütleri için değerli hedeflerdir. Terör örgütleri, bu tesislerden
elde edecekleri nükleer ve radyoaktif materyaller ve hassas teknolojiler ile kendi
envanterlerini genişletmeye de ilgi duyabilirler. Nükleer santrallere yönelik
tehditler, komple bir erimeye yol açmaya yönelik teşebbüsler ile sınırlı değildir.
Terör örgütleri bu eşiği geçmeye teşebbüs etmeyebilirler, ancak nakledilmekte olan
nükleer materyallere odaklanmayı, elektrik şebekesini hedef almayı, nükleer bilim
insanlarına suikastlar düzenlemeyi ve tesise ve operasyonlarına zarar vermek
için birçok diğer yöntemi kullanmayı seçebilirler. Türkiye on yıllar boyunca
düzinelerce yerel ve uluslararası terör örgütünün yıkıcı faaliyetlerine maruz
kalmıştır; yani, Türkiye’nin gelecekteki nükleer enerji programına saldırmak
isteyebilecek “bir dizi potansiyel fail” mevcuttur. Bir sonraki bölümde, Türkiye’de
şu anda faaliyet gösteren ya da uykuda olan, ancak gelecek yıllarda tekrar şiddete
başvurabilecek olan başlıca terör örgütleri özetlenmektedir. Birden fazla tarife
uyabilecek olmakla birlikte, şu anda Türkiye’de faaliyet göstermekte olan terör
örgütleri üç ana kategoride gruplanabilir: ayrılıkçılar, kökten dinciler ve radikal
sol.107
Aşağıdaki bölümlerde, 2020’lerde Türkiye’nin nükleer santralleri için bir tehdit
oluşturabilecek bazı terör örgütlerine genel bir bakış verilmiştir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 27
Ayrılıkçı Terör Örgütleri
PKK/KONGRA-GEL
Kısa Tarihçe
Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkeren Kurdistan, PKK), Türkiye’deki en bilinen
terör örgütüdür. Örgüt 1978 yılında, Abdullah Öcalan liderliğinde, Türkiye’nin
güneydoğusundaki Diyarbakır şehrinde kurulmuştur. Örgütün başlangıçtaki
kuruluş motivasyonu, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin yoğun Kürt nüfusu
barındıran bölgelerinden bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır. Örgüt Marksizm,
Leninizm, Maoizm ve Kürt milliyetçiliğinden etkilenmiştir. Örgüt, 1979’daki ilk
şiddet eyleminde bir milletvekilinin ikametgâhına bir baskın düzenlemiş, ardından
terör dalgası için eğitim görmek üzere alt yapısını Suriye, Lübnan ve Filistin’e
taşınmıştır.108 PKK’nın terör faaliyetleri 1984 yılından sonra yoğunlaşmış ve
Türkiye ile PKK arasındaki çatışma 40.000’den fazla insanın hayatını kaybetmesine
yol açmıştır.
Örgüt insan gücünü büyük ölçüde Türkiye’deki marjinalize olmuş Kürtlerden,
bölgede faaliyet gösteren radikal sol gruplardan ve Suriye, İran ve Irak’ta yaşayan
etnik Kürtlerden sağlamaktadır. Özellikle 1980’ler ve 1990’larda, Türk devletinin
Kürt kimliği üzerindeki - zaman zaman sivil militan ayrımı gözetmeyen şiddete
kadar varan - kültürel ve fiziksel baskısı, örgütün kadrolarını doldurmasına
yardımcı olmuştur. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Şubat 1999’da ve ikinci adamı
Şemdin Sakık’ın Nisan 1998’de yakalanmaları, PKK’nın gücüne ciddi ölçüde
darbe vurmuştur. PKK, beş yıllık aradan sonra, 2004 yılında terör eylemlerine
yeniden başlamıştır. 2012 yılında Ankara ile Öcalan arasında yapılan görüşmeler
sonucunda, PKK Mart 2013’te “ateşkes” ilan etmiş, ancak kısa süre önce tekrar
şiddet eylemlerine başvurma tehdidinde bulunmuştur.
Hareket Tarzı ve Paterni
PKK, faaliyet geçmişi boyunca aşağıdakileri içeren, ama bunlarla sınırlı olmayan,
adam kaçırma, baskınlar, gayri nizami harp, intihar bombacıları, sabotaj, pusular,
kundaklama, kent merkezlerinde şiddet içeren protestolar ve güvenlik kuvvetleri
ile doğrudan çatışmalar gibi farklı şiddet yollarına başvurmuştur. PKK bu yasadışı
şiddet yöntemlerini, şu amaçlarla kullanmıştır: yerel Kürt nüfusu baskı altına
almak ya da sempatisini kazanmak, devlet otoritesini akamete uğratmak, halkı
göçe zorlamak, kırsal alanlarda bölgesel kontrol kazanmak, devlete maddi zararlar
vermek, büyük şehirlerdeki ve Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusundaki nüfus
arasında terör estirmek ve özerk bir Kürt devleti kurmak. PKK bu amaçlara ulaşmak
için devlet görevlilerini, bürokratları, güvenlik kuvvetlerini ve kent merkezleri
ile kendi faaliyet alanlarındaki yerel toplumları hedeflemiştir. PKK birçok olayda
bombaları, patlayıcıları, el yapımı patlayıcı düzenekleri ve roketatarları içeren çeşitli
silahlar kullanarak enerji altyapısına sabotajlar ve saldırılar düzenlemiştir.
2013 yılında PKK, üzerinde özerk bir Kürt devleti kurmak istediği on iki eylem
alanını ilan etmiştir. Bu bölgeler, Türkiye’nin doğusuna ve güneydoğusuna ek
olarak, ortasına, güneyine ve kuzeyine uzanmaktadır. Tarihsel olarak, PKK’nın
faaliyetlerinin çoğu Türkiye’nin yoğun bir Kürt nüfusu barındıran doğu ve özellikle
güneydoğu bölgelerine odaklanmıştır, ancak örgüt Türkiye’nin orta, Karadeniz ve
Akdeniz sahilindeki bölgelerine de yayılarak eylem alanını genişletmek için çaba
göstermiştir. PKK, ulaşabildiği yerleri genişleterek ülkenin tüm kısımlarında eylem
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 28
yapma kabiliyetini göstermeye, devletin güvenlik güçlerini demoralize etmeye ve
güvenlik güçlerinin geniş bir alana dağıtılmasını sağlamaya çalışmıştır.109 PKK; bir
güç gösterisi olarak İstanbul, Ankara ve İzmir kent merkezleri gibi kendi alışılmış
etki alanı dışındaki büyük kentleri de hedef almıştır.
Sinop’taki PKK faaliyetleri asgari düzeydedir; ancak örgüt, Karadeniz bölgesinin
doğu kısımlarına erişme çabasıyla komşu illerde bazı eylemler gerçekleştirmiştir.
Örgüt, Sinop’ta büyük ölçekli bir eylem yapmaya karar vermesi durumunda, insan
gücünü Tunceli’den ve geleneksel olarak faal olduğu diğer kentlerden getirebilir.
Ancak bu tür bir faaliyetin, devletin istihbarat ve güvenlik güçleri tarafından tespit
edilmesi olasılığı yüksektir.
Öte yandan Mersin, devlet için kayda değer bir zorluk oluşturacaktır. PKK
geçmişte Mersin’de, Hatay’da, Adana’da ve diğer yakın illerde önemli eylemler
gerçekleştirmiştir. Bu bölge, PKK’nın otuz yıldan fazla bir süredir faaliyet
gösterdiği güneydoğu şehirlerine yakındır. PKK, kuzey Suriye’nin yakınında
bulunan Türkiye’nin güneydoğusunda daha önce güvenli bölgeler ve eğitim
kampları kurmuş ve PKK ile ideolojik bağları olan PYD kısa süre önce özerklik
ilan etmiştir. Bölgenin engebeli arazisi PKK’nın faaliyetlerine yardımcı olmaktadır,
çünkü örgütün kırsal kanadı doğu ve güneydoğu Türkiye’deki dağlık ve engebeli
arazileri tercih etmektedir. PKK ayrıca bölgedeki kentsel terör faaliyetleri için
gerekli eylem birimlerine sahiptir.
Yerli ve Uluslararası İşbirlikçiler
PKK, Suriye ve İran’dan lojistik ve maddi destek almaya devam etmiştir,110 bu
desteğin boyutu, politik bağlama bağlı olarak farklılık göstermektedir. Ayrıca, kuzey
Irak’taki dağlık araziyi güvenli bir bölge ve eğitim sahası olarak kullanmışlardır.
Örgüt ayrıca Türkiye’nin Suriye, İran ve Irak sınırları boyunca kaçakçılık
faaliyetlerinden maddi gelir elde etmektedir. Dahası, Avrupa’daki uyuşturucu
kaçakçılığı ve para aklama eylemleri de önemli bir gelir kaynağı işlevi görmektedir.111
Uluslararası düzeyde PKK, Kürt diasporasının aktif katılımı ve medya kuruluşları
oluşturulması yoluyla, Avrupa’da belirli bir siyasi destek de elde etmiştir.112
PKK, DHKP/C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephe) ve TİKKO (Türkiye İşçi
Köylü Kurtuluş Ordusu) gibi daha önce Türkiye’de faaliyet gösteren radikal sol
örgütlerle,113 hatta iddialara göre İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi) gibi
radikal sağ örgütlerle işbirliği de yapmıştır.114 İttifaklar zaman zaman değişmiştir; bu
örgütler ortak eylemler yapma115 ve ortak eğitim alma116 konusunda PKK ile işbirliği
geçmişine sahiptir. PKK, diğer yerli ve - 1980’lerin ortalarından bu yana Türkiye için
ciddi bir tehdit oluşturmayan ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli
Ordusu)117 dahil - uluslararası ayrılıkçı örgütler ile işbirliği yapmıştır.
Mevcut Eylem Gücü ve Durumu
Küçük olaylar yaşanmasına rağmen, Türk hükümeti ile PKK lideri Abdullah
Öcalan arasında devam etmekte olan görüşmelerin bir sonucu olarak son bir yıl
içinde herhangi bir büyük eylem yapılmamıştır.118 Bu görüşmelerin koşullarından
biri militanların ülkeyi terk etmeleri olmakla birlikte, açık kaynaklı bilgiler,
çözüm sürecinin nasıl ilerleyeceği konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle
PKK’nın tamamen silah bırakmasının henüz gerçekleşmediğini göstermektedir.
Türkiye’de tam ne kadar PKK militanı bulunduğu belirsizdir, ancak haberlerde
1.500119 ile 3.000120 arasında değişen, hatta bazen 5.000’i121 bulan rakamlardan
bahsedilmektedir. Benzer kaynaklar, PKK eylemlerine destek verebilecek olan
PYD’nin yaklaşık 7.000 militanı122 olduğunu ve PKK’nın ayrıca Kuzey Irak’ta 2.3002.500 militana sahip olduğunu öne sürmektedir.123 Dolayısıyla PKK, Türkiye’nin
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 29
gelecekteki nükleer altyapısı - özellikle PKK’nın geleneksel eylem alanlarına ve
lojistik merkezlerine yakınlığı nedeniyle Akkuyu - için bir tehdit oluşturabilecek
büyük bir insan gücüne sahiptir.
Ayrıca, Türkiye’de yayınlanan haberlere göre, PKK’nın elinin altında önemli bir
ateş gücü mevcuttur. Örgütün sahip olduğu silahlar, şunları içermektedir: roketler
(yaklaşık 2.000); AK-47’ler (20.000’e yakın); Dragunov keskin nişancı tüfekleri;
Mauser tüfekler; PK makineli tüfekler; G-1’ler; M-16’lar; diğer makineli tüfekler,
tüfekler ve keskin nişancı tüfekleri (10.000’e yakın); 4000’den fazla tabanca; 5.000 el
bombası; 15.000 kara mayını124 ve diğer unsurların yanında bir miktar tanksavar ve
hava savunma silahı.
Örgüt şu anda faaliyet göstermemektedir ancak silahlarını bırakmamıştır ve çözüm
süreci tamamlanmaktan uzaktır. PKK geçmişte “ateşkesler” ilan etmiş, ancak bu
“ateşkesleri” kuvvetlerini yeniden silahlandırma ve yeniden düzenleme fırsatları
olarak kullanmıştır. Polis ve jandarma istihbaratı tarafından derlenen yeni bir
rapora göre, PKK barış süreci sırasında 2.000 yeni üye kazanmıştır, ancak bunların
çoğu askeri eğitim almamıştır ve Türk sınırlarında toplamda sadece 1.000 militan
kalmıştır.125 Aynı habere göre, örgüt hafif silah cephaneliğinin bir kısmını sınırın
ötesine geçirmiştir, ancak ağır silahlar sınırın içinde kalmıştır. Örgüt ayrıca sınırın
yakınına ilaç ve gıda maddesi depolamıştır.126 Dahası, Kürt milliyetçisi bir siyasi
parti olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) son yerel seçimlerde, çoğu doğu ve
güneydoğu illerinde olmak üzere Türkiye’deki 82 belediyenin 11’ini kazanmıştır.
BDP, bölgede potansiyel bir özerklik ilanı ile ilgili olarak karışık mesajlar
vermektedir,127 128 Örneğin Nisan 2012’de, bir parti üyesi, Diyarbakır’da çıkarılan
petrolden elde edilen gelirden yerel yönetime bir pay verilmesi gerektiğini
öne sürmüş ve yerel yönetimleri güçlendirmeye yönelik başka önlemleri
savunmuştur.129 Çözüm sürecinin başarısız olması ve BDP’nin tek taraflı olarak
özerklik ilan etmesi durumunda, Ankara’nın geçmişte olduğu gibi askeri olarak
müdahale etmesi olasılığı mevcuttur, bu da şiddetin ve PKK eylemlerinin yeniden
başlamasına yol açacaktır.
Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı:
Geçmiş, Gerekçeler ve Olasılıklar
PKK geçmişte, petrol130 131 ve gaz132 boru hatları ve barajlar133 dahil olmak üzere kritik
ulusal altyapıyı hedeflerken inşaatı geciktirmek, tesisi çalışamaz hale getirmek ve
güvenlik güçlerinin müdahale kabiliyetlerini akamete uğratmak için çeşitli taktikler
kullanmıştır. Militanlar, son birkaç yıldaki iki ayrı olayda, uzaktan ateşlenebilen
patlayıcılar yerleştirmek için boru hatlarının çevresindeki alanı kazmışlardır.134 Örgüt
diğer olaylarda ise inşaat işçilerini öldürmüş, patlayıcılar yerleştirmiş ve el bombaları
ve hafif silahlar kullanarak bir hidroelektrik santrali regülatörünün135 komuta ve
kontrol merkezine saldırmış, uzun namlulu silahlar kullanarak inşaat işçilerini
öldürmüş136, güvenlik güçlerinin saldırıları engellemek için izleyecekleri yollara
mayın döşemiş ve bu yollara döşenen patlayıcıları uzaktan patlatmıştır.137 Sadece
Ağustos 2013’te, Türkiye Kominist Partisi/Marksist Leninist-Konferans’ın askeri
kanadı olan TİKKO, söylenenlere göre PKK ile işbirliği yaparak hidroelektrik santrali
inşaat sahalarına 24 ayrı saldırı gerçekleştirmiştir.138
PKK’nın geçmişte KUA’ya düzenlediği saldırılar, örgütün Türk devletine
ekonomik zarar vermek amacıyla Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısını ve
bu altyapının elektrik şebekesine bağlantısını hedeflemeye ilgi duyabileceğini
göstermektedir. Ayrıca örgüt, siyasi hesaplarına bağlı olarak, kendi gücünü
ve Türk güvenlik güçlerinin zayıflığını göstermek için sofistike bir saldırı da
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 30
gerçekleştirebilir. Örgüt, tekrar şiddete başvurmaya karar vermesi durumunda,
halk içinde korku yaratmak ve hükümeti zorlamak için sansasyonel terör
saldırılarını tercih edebilir ve nükleer tesislere yapılacak saldırılar ile nükleer
ve radyolojik materyallerin saptırılması bu bakımdan çekici hedefler olabilir.
PKK halk desteğine dayanmaktadır, ancak bu durum örgütü geçmişte etnik
Kürtlere karşı saldırılar da dâhil olmak üzere toplu katliam saldırıları yapmaktan
alıkoymamıştır. PKK, çok çeşitli yeteneklere sahip olan deneyimli ve organize bir
örgüttür. Güçleri değişmekle birlikte, planlanan iki nükleer santralin yakınındaki
kentsel ve kırsal merkezlerde halihazırda PKK militan hücreleri kurulmuştur.
Örgüt, yasadışı ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan mali garantilere sahiptir.
PKK silah, istihbarat, para ve insan gücü sağlayabilecek iç ve dış aktörler
ile işbirliği yapmaktadır. Örgüt şu anda düşük profilde faaliyet göstermekle
birlikte, yakın gelecekte tekrar şiddete başvurması olasıdır. Ayrıca PKK’nın şahin
kanadının silaha sarılarak gelecekteki nükleer altyapıya bir saldırı düzenlemesi de
düşünülebilir.
Tehditler
PKK ve bağlı unsurları, aşağıdakileri içeren ama bunlarla sınırlı olmayan
birçok yolla Türkiye’nin planlanan nükleer tesislerini tehdit edebilirler: bilim
insanlarının ya da tesis personelinin kaçırılması, tesis personelini taşıyan servislere
saldırılar düzenlenmesi, intihar bombacıları, patlayıcı ile dolu kara araçları,
uzun namlulu silahlar, el bombaları, roketatarlar, tanksavar silahları, mayınlar,
el yapımı patlayıcılar, otomatik ve yarı otomatik tüfekler kullanılarak saldırılar
düzenlenmesi, yakıt ve atık gibi hassas radyoaktif materyaller taşıyan nakliye
araçlarına pusu kurulması. PKK, tesislere inşaat sırasında saldırabilir ya da
tesislere çalışır durumdayken sabotaj düzenleyebilir. Örgütün, kirli bombalar
yapmak ya da karaborsada satmak üzere materyaller ele geçirmek amacıyla
nükleer atık nakliyatlarının yolunu keserek ya da tesise girerek çekirdeği
parçalanabilir materyal çalmaya teşebbüs edip etmeyeceği açık değildir.
PKK şu anda siber uzayda çok fazla varlık göstermemektedir, bu nedenle örgütün
karmaşık tesis ağlarına, izinsiz giriş tespit sistemlerine ya da alarm sistemlerine
girebilme yeteneğine sahip olup olmadığı belli değildir, ancak olasılık dışı
görülmektedir. Bunlar terör örgütlerinin çoğu için doğru olabilir; ancak PKK’nın
otuz yıllık deneyimi ve bugüne kadar gösterdiği direnç, PKK’yı Türkiye’de faaliyet
gösteren diğer terör örgütlerinden çok daha becerikli bir örgüt kılmaktadır.
PKK’nın geniş üye bulma tabanına rağmen, örgütün tesisin içine başarıyla
adam yerleştirme olasılığı şüphelidir. Personel işe alınmadan önce, Türk Milli
İstihbarat Teşkilatı (MİT) kapsamlı bir tarama ve soruşturma süreci yürütecektir.
Haberlerde, daha önce belirtildiği üzere, stajyerlerin ve alt düzey yüklenicilerin
de bir soruşturmadan geçirileceği öne sürülmektedir.139 Ayrıca askeri istihbarat,
emniyet istihbarat ve MİT, son otuz yıldır PKK’nın potansiyel yeni üyelerini
ve sempatizanlarını yakından izlemektedir. Bu nedenle, PKK’nın tesise adam
yerleştirmesi ya da yüksek ve orta düzey çalışanları angaje etmesi teorik olarak
mümkün olmakla birlikte, muhtemel görülmemektedir. PKK’nın içeride çalışan
kişiler bulamaması, tesislerin işleyişi, tasarımı ve yakıt döngüsü ile ilgili kritik
bilgilere erişimini engelleyecek ve tespit, geciktirme ve alarm sistemlerini kapatma
ya da tesisin içinden sabotaj yapma kabiliyetlerini etkileyecektir.
Denizden saldırılar ya da uçak kaçırma, bugüne kadar PKK’nın hareket tarzı
(Modus Operandi, MO) olmamıştır. Bununla birlikte, geçmişte benzer örnekler
olmaması tehdidin olmadığı anlamına gelmez, ancak PKK’nın, daha önce belirtilen
diğer yöntemlere kıyasla bu yöntemleri kullanmasının daha az olası olduğu
anlamına gelecektir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 31
Radikal Sol Terör Örgütleri
DHKP/C
Kısa tarihçe
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP/C) örgütü, geçmişi 1960’lardaki
sol gençlik örgütlerine kadar uzanan köklere sahiptir. 1970’te kurulan ve liderliğini
Mahir Çayan’ın yaptığı Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C), Latin
Amerika gerilla gruplarına benzer şekilde silahlı mücadele yoluyla Türkiye’de
Marksist-Leninist bir devrim başlatmak amacını gütmüştür. Ancak bu grup,
1972 yılında liderlerinin çoğunun öldürülmesinin ardından çok sayıda örgüte
bölünmüştür. 1978 yılında, Dursun Karataş’ın liderliği altında Devrimci Sol
(Dev-Sol) adıyla yeni bir örgüt kurulmuştur. Dev-Sol eski ve görevdeki üst düzey
Türk yetkililerini, askerleri ve polisleri hedef almıştır. 1990’ların başındaki iç güç
mücadelesinin ardından, Karataş örgütün kontrolünü kaybetmiş ancak 1994’te
tekrar kazanarak Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi’ni kurmuştur.140 Parti,
örgütün siyasi faaliyetlerine, cephe ise militan kanadına işaret etmektedir.
Örgüt o günden bu yana faaliyetlerini kentsel ve kırsal alanlarda ve hapishanelerde
sürdürmüştür. Karataş’ın 2008 yılındaki ölümünün ardından örgüt 2012 yılına kadar
nispeten sessiz kalmıştır, bu tarihten sonra sokak gösterilerinde eylem yaparak ve
sansasyonel saldırılar gerçekleştirerek yavaş yavaş varlık göstermeye başlamıştır.
Hareket Tarzı ve Paterni
Örgüt kendi açıklamasına göre bir Marksist-Leninist devrime yol açmak için,
ülkenin hem kırsal hem de kentsel bölgelerinde aynı anda silahlı çatışmalar
başlatma ve bu izole çatışmaları geniş bir düşük yoğunluklu çatışmaya
dönüştürme amacını gütmektedir.141 Örgüt, 1996 yılında iş dünyasının önde gelen
üyelerine suikast düzenlenmesi haricinde genellikle patlayıcılar, ateşli silahlar,
intihar bombacıları ve roketatarlar142 kullanarak daha çok polise, silahlı kuvvetlere,
devlet binalarına ve ABD ile NATO hedeflerine saldırılar düzenlemiştir.143 Özellikle
2013 yılından bu yana örgüt, kentsel merkezlerdeki sokak gösterilerinde gözle
görünür bir varlık göstermiştir.144 145
Yerel ve Uluslararası İşbirlikçiler
PKK bağlantılı bir dergi olan Serxwebun’da yayınlanan ortak bir bildiriye göre,
PKK ve DHKP 1996 yılında Türk devletine karşı savaşmak için birleşik bir cephe
kurulması çağrısında bulunmuşlardır.146 O günden bu yana her iki taraf Karadeniz
bölgesinde ortak eylemler düzenlemiş147 ve Abdullah Öcalan’ın ifadesine göre
PKK, DHKP/C’ye eğitim sağlamıştır.148
Söylenenlere göre örgüt, mali kaynaklarının büyük kısmını “bağışlar” ve Avrupa
ülkelerinde149 yaşayanlardan haraç alma yoluyla elde etmektedir ve Yunanistan,
Almanya, Belçika, Hollanda, İspanya ve İtalya’da varlık göstermektedir.150 Örgütün
1990’larda Suriye’de eğitim kampları olduğuna inanılmaktadır,151 iddialara göre
bu kamplar Suriye iç savaşının152 başlamasından ve Ankara ile Şam arasındaki
ilişkilerin bozulmasından sonra tekrar kurulmuştur.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 32
Mevcut Eylem Gücü ve Durumu
ABD Dışişleri Bakanlığı 2013 Terörizm Hakkında Ülke Raporuna göre, DHKP/C
Türkiye’de muhtemelen “birkaç düzine”153 üyeye ve Avrupa genelinde bir destek
ağına sahiptir; Maryland Üniversitesi Terörizmin ve Terörizme Müdahalelerin
İncelenmesi için Ulusal Konsorsiyum ise bu rakamı “1.000 üyeden az”154
olarak vermektedir. Örgüt, yeni üyeler bulmak için çoğunlukla hapishaneleri,
üniversite kampüslerini ve kentsel merkezlerdeki ötekileştirilmiş mahalleleri
hedeflemektedir; bu nedenle militanların gerçek sayısı nispeten düşük olmakla
birlikte, gelecekteki yeni üyeler için potansiyel bir havuz olan sempatizanların
sayısı birkaç bin civarında olabilir155 156.
DHKP/C yıllarca asgari düzeyde faaliyet gösterdikten sonra 2012 yılında geri
dönüş yapmış ve Ankara’daki ABD Elçiliğine bir bombalı intihar saldırısı da dahil
olmak üzere birkaç sansasyonel saldırı gerçekleştirmiştir. Ancak Ankara, Emniyet
Genel Müdürlüğü’nün başarılı operasyonları yoluyla örgüte karşı bazı başarılar
elde etmiştir. Ayrıca DHKP/C’nin Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avrupa
Birliği tarafından bir terör örgütü olarak tanımlanması, Ankara için olumlu bir
gelişme olmuştur.
Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı:
Geçmiş, Gerekçeler ve Olası Tehditler
KUA’lara saldırmak, DHKP/C’nin ve seleflerinin hareket tarzı (MO) olmamıştır.
Yine de, örgüt 2012 yılından bu yana profilini yükseltmeye çalışmaktadır ve
nükleer santraller yüksek değerli hedefler oluşturmaktadır. Geçmiş DHKP/C
eylemleri, örgütün nükleer santrallere yönelik ciddi bir tehdit oluşturmak için
yeterli sofistike bilgilere, silahlara ve planlamaya sahip olmadığını göstermektedir;
ancak örgüt, bu tür eylemlerde diğer örgütlere yardımcı olabilir. DHKP/C’nin
Suriye ile sahip olduğu iddia edilen bağları, Şam ya da Türkiye’nin diğer bölgesel
hasımları için bir vekil görevi görme potansiyeli olduğu anlamına gelebilir.
DHKP/C, 1960’lara uzanan militan sol gelenekten doğan birçok örgütten
birisidir. Bu nedenle, Türk güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları ya da iç güç
çekişmeleri ya da her ikisi nedeniyle örgüt nükleer santraller devreye girene kadar
ayakta kalamasa bile, aynı ideolojik geleneği takip eden diğer örgütlerin DHKP/
C’nin yerini alması muhtemeldir. Bu nedenle, bu çalışmanın yazıldığı sırada
DHKP/C’nin Türkiye’nin gelecekteki nükleer programı için oluşturduğu tehdit
düşük görünmektedir; ancak bu değerlendirme, örgütün evrimine ve bölgesel
eğilimlere bağlı olarak, nükleer santraller tamamlanana kadar geçecek yıllar içinde
değişebilir.
Diğer Sol Militan Örgütler ve Terör Örgütleri
Türkiye’de özellikle 1960’lardan sonra sol ideolojilere verilen destekte dikkat çekici
bir artış yaşanmış ve bu artış, hem yasal hem de yasadışı radikal sol örgütlerin
çoğalması ile sonuçlanmıştır. Bugün bile, bu örgütlerin çoğu ideolojik çizgiler ya
da iç güç çekişmeleri sonucunda daha küçük gruplara bölünmekte ya da diğer
fraksiyonlar ile birleşmekte, sonuç olarak bu çalışmanın kapsamını aşan sayıda
kısaltmalar ortaya çıkmaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 2007 yılında
hazırlanan bir rapora göre, (yukarıda verilenler haricindeki) mevcut sol terör
örgütleri şunlardır: Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP), Türkiye Komünist
Partisi / Marksist Leninist-Konferans (TKP/ML-KONFERANS), TKP/ML-
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 33
KONFERANS’ın askeri kanadı TİKKO ve Maoist Komünist Parti (MKP).157
1980 darbesinden sonra, Türk güvenlik güçleri bu örgütlerin çoğuna ve seleflerine
ağır bir darbe indirmiştir. Bunların bir kısmı doğu Karadeniz bölgesi158 ve Tunceli
gibi Türkiye’nin doğu illerine taşınmış,159 diğerleri ise büyük kent merkezlerinde
kalmayı seçmiştir. Bazı örgütler, örneğin eğitim, kaynak, ya da ortak eylemlere
katılım karşılığında doğu Karadeniz bölgesine erişim sağlayarak PKK ile işbirliği
yapmıştır. Ortak eylemlerin bir örneği, Temmuz 2013 tarihinde Tunceli’deki bir
hidroelektrik santralinin kontrol binasının yedi silahlı TİKKO militanı tarafından
bombalanmasıdır. Daha önce MKP militanları da aynı santrale saldırmıştır.160
Temmuz 2014 kadar yakın bir tarihte, iddialara göre PKK kamplarında
eğitim görmüş olan bir MLKP militanı Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından
tutuklanmıştır.161
Parçalanmış olmalarına rağmen, bu örgütler Türkiye’nin gelecekteki nükleer
santrallerine yönelik bazı tehditler oluşturabilirler. Bu örgütlerin adları, ittifakları
ve ideolojileri geçmişte olduğu gibi gelecekte de değişebilir, ancak bunlar
PKK gibi önde gelen terör örgütleri ile rutin olarak ittifaklar kurmaktadır. Bu
terör gruplarının çoğu, onlarca yıl geriye giden silahlı mücadele geleneğinden
gelmektedir, bu nedenle sabotaj, patlayıcı kullanımı ve gerilla savaşı konularında
kayda değer bir deneyime sahiptir. Ayrıca, Türkiye’deki radikal sol örgütler
öncelikle devlet hedeflerini seçmektedir ve KUA’lara saldırdıkları bilinmektedir.
Tunceli’de Temmuz 2013’te yaşanan saldırıda, TİKKO militanlarının çevreye
zarar verdiği için hidroelektrik santraline saldırdıklarını söyledikleri iddia
edilmektedir.162 163 Sinop’taki planlanan nükleer santral, çok yakınında olmasa da,
PKK’nın bölgelerine ve Karadeniz bölgesindeki ilgili faaliyetlere yeterince yakın
olacaktır; Türkiye’nin güneyinde yer alacak Akkuyu nükleer santrali ise PKK’nın
alışılmış eylem alanlarına yakın bir noktada bulunacaktır.
Kökten Dinci Terör Örgütleri
TÜRK HİZBULLAHI
Kısa Tarihçe
Türk (ayrıca bazı kaynaklarda Kürt olarak bahsedilmektedir) Hizbullahı,
güneydoğuda Sünni İslamcı bir devlet kurmayı amaçlayan ve şu anda faaliyet
göstermeyen (ya da düşük profilde seyreden) bir terör örgütüdür. 1980’lerde
Diyarbakır’daki dini yayınlar satan bir kitabevinde zaman içinde kurulmuştur ve
Lübnan’daki aynı adı taşıyan terör grubu ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Hizbullah
kuruluşundan kısa süre sonra iki gruba bölünmüştür; bunların biri silahlı
mücadele yöntemini savunurken, diğer grup radikal eylemler için uygun zamanın
henüz gelmemiş olduğunu savunmuştur.164 İç çatışmanın 1980’ler boyunca devam
etmesine rağmen, her iki fraksiyon da İran İslam Cumhuriyeti ile ideolojik ve
lojistik bağlarını muhafaza etmişlerdir.165 Örgüt yavaş yavaş güneydoğudaki diğer
büyük şehirlere ve İstanbul ve Bursa dahil olmak üzere diğer bölgelere yayılmıştır.
1990’ların başında, Hizbullah dikkatini Marksist-Leninist PKK üzerinde
yoğunlaştırmıştır. 1991-1995 arasındaki dört yıllık dönemde, çoğu Hizbullah
tarafından olmak üzere her iki taraftan 700’ün üzerinde militan ve sempatizan
öldürülmüştür166. Bu nedenle, Hizbullah’ın Türk güvenlik güçleri ve Ankara ile
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 34
bağları olduğu iddia edilmektedir.167 168 169
Hizbullah, gazetecilerin ve işadamlarının yanı sıra, yavaş yavaş içki içenler ya
da kıyafet kurallarına uymayanlar170 gibi “İslama uygun olmayan davranışlar”
sergileyen kişileri hedef almaya başlamıştır.171 Emniyet Genel Müdürlüğü,
1990’ların ikinci yarısında Hizbullah’a karşı önemli operasyonlar yapmaya
başlamış ve Ocak 2000’de kurucusunu öldürmeyi başarmıştır. Devleti doğrudan
hedef almak uzun bir süre örgütün hareket tarzı (MO) olmamasına rağmen,
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün operasyonundan bir yıl sonra bir misilleme
eyleminde Diyarbakır Emniyet Müdürü’nü ve beş korumasını öldürmüştür.172
Grup, 2002 yılından bu yana herhangi büyük bir eylem yapmamıştır, bunun yerine
STK’lar ve İslami eğitim kursları yoluyla bir rol oynamaya devam etmektedir. Kısa
bir süre önce, HÜDA-PAR adı altında siyasi bir parti kurmuştur.
Hareket Tarzı ve Paterni
Örgüt, 1.392’den fazla olayda inançlarına uymayanları cezalandırmak için farklı
şiddet yöntemleri kullanmıştır. Bunlar arasında yakın mesafeden suikastlar, halk
içinde kılıç ve satır darbeleri, bombalama, adam kaçırma, kundaklama, haraç
alma ve en kötüsü olan canlı canlı gömme vardır.173 Hizbullah daha çok PKK
gibi ideolojik hasımlarını ve sivilleri hedef almıştır. “Ankara’daki laik devletin
yıkılması” Hizbullah’ın retoriği ve siyasi hedefleri arasında olsa da, birkaç
olay haricinde devlet güçlerine, altyapıya ve güvenlik güçlerine karşı eylemler
Hizbullah’ın hareket tarzı (MO) olmamıştır.
Yerli ve Uluslararası İşbirlikçiler
Hizbullah yeni üyelerini camilerden, kitabevlerinde, dini kurslarda ve kendi
STK’larında bulmuştur. Örgütün Kürt kimliği de Türkiye’deki dindar etnik Kürtler
arasında destek bulmasına yardımcı olmuştur. Farklı bir mezhepçi bakış açısı
olmasına rağmen, örgüt, 1979 İslam devriminden etkilenmiştir ve İran’la lojistik
ve ideolojik bağları olabilir. Ayrıca, örgütün web sayfasında El Kaide’yi açıkça
desteklemesi ve “üyelerinden Irak’taki cihada katılmalarını istemesi” temelinde,
Hizbullah’ın El Kaide ve Ensar El İslam174 ile güçlü ideolojik benzerlikleri olduğu
öne sürülmüştür.175 Bununla birlikte, Hizbullah’ın söz konusu iki örgütle ya da
İran’la aktif olarak işbirliği yapmakta olduğu yolunda açık kaynaklı herhangi bir
bilgi yoktur.
Mevcut Eylem Gücü ve Durumu
2000 ve 2001 yıllarındaki polis baskınları sırasında, Hizbullah ile bağları olduğu
şüphesiyle 2.000’den fazla kişi göz altına alınmış ve daha sonra bunların içinden
birkaç yüz kişi mahkeme emri ile tutuklanmıştır.176 81 ilin en az 52’sine yayılan
baskınlar sırasında el bombaları, roketatarlar, patlayıcılar, mayınlar ve uzun
namlulu silahlar dahil olmak üzere önemli miktarda silah ele geçirilmiştir.177 Örgüt
2002’den bu yana herhangi bir terör eylemi gerçekleştirmemiş, ancak bu süreyi
“Türkiye genelindeki İslami STK’lar, hayır kuruluşları, aşevleri, Kur’an kursları,
kitabevleri ve medya kuruluşları” yoluyla yeni üyeler edinmek,178 destek tabanını
genişletmek ve erişim kabiliyetini arttırmak için kullanmıştır.179
Hizbullah’ın artan desteğinin bir göstergesi, düzenlediği toplantıların büyük
boyutudur. 18 Nisan 2010 tarihinde Diyarbakır’da düzenlediği büyük bir mitingde,
peygamber Hz. Muhammed’in doğumunu kutlamak için tahminen 120.000 ile
300.000 kişi arasında bir kalabalık toplamıştır.180 2011 yılında, aralarında örgütün
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 35
üst düzey iki yöneticisi ve askeri kanadının başı da bulunan ve mahkemeye
çıkmayı bekleyen 23 tutuklu Hizbullah üyesi, kanundaki bir değişiklik sonucunda
şartlı olarak tahliye edilmiştir.181 Bu kişiler, şartlı tahliye koşullarına uymak yerine,
salıverildikten kısa bir süre sonra ülkeden kaçmışlardır.
Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı:
Geçmiş, Gerekçeler ve Olası Tehditler
Örgütün ulusal altyapıyı hedeflemeye yönelik çok az geçmişi ve devlet hedeflerine
saldırdığı çok az sayıda olay olduğu dikkate alındığında, Hizbullah Türkiye’nin
gelecekteki nükleer programı için acil bir tehdit oluşturmakta gibi görünmemektedir.
Türkiye’nin nükleer santralleri için birincil bir tehdit olmamakla birlikte, örgütün
- tekrar ortaya çıkması durumunda potansiyel yeni üyeler için bir kaynak görevi
görebilecek - artan sempatizan sayısı ve diğer kökten dinciler ile işbirliği olasılığı,
gelecek yıllarda örgüte karşı uyanık olmak için neden teşkil etmektedir.
İBDA-C
İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA-C), 1970 yılında kurulmuş militan
Sünni bir terör örgütüdür. Örgüt, Türkiye’deki mevcut laik rejimi yıkarak İslami
yasalara göre yönetilen federatif bir devlet kurmayı amaçlamaktadır. İBDA-C,
“kiliseler, hayır kurumları, azınlıklarla bağlantılı hedefler, televizyon vericileri,
gazeteler, laiklik yanlısı gazeteciler, Atatürk heykelleri, tavernalar, bankalar,
kulüpler ve tekel dükkanları dahil olmak üzere” öncelikle sivil hedefler seçmiş182
ve genel olarak kundaklama, bombalı saldırı, Molotof kokteylleri ve sabotajları
tercih etmiştir. İBDA-C, köktendincilerin bir oteli ateşe vererek çoğu Alevi 35
aydının ölümüne yol açtığı 1993 Sivas katliamından övgüyle söz etmiştir.183 Ayrıca
2003 İstanbul terör saldırılarının sorumluluğunu El Kaide ile birlikte üstlenmiştir.
Türk makamlarının İBDA-C’nin 2003 bombalı saldırılarını gerçekleştirecek örgütsel
kapasiteye sahip olmadığı yolundaki ısrarlarına rağmen,184 İBDA-C’nin El Kaide ile
bağları olabileceğini gösteren kanıtlar mevcuttur.185 186
İBDA-C, yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik bir yapıdan ziyade, El Kaide’ye
benzer şekilde gevşek bağlara sahip hücrelerden (cepheler) oluşur. Hücreler, İBDAC’nin felsefesini benimsemek koşuluyla, yöntem, zaman ve yer konularında kendi
tercihleri temelinde kendi eylemlerini gerçekleştirirler.187 Örgüt, son on yılın ikinci
yarısında herhangi büyük bir eylem gerçekleştirmemiştir. Devlet varlıklarının ve
KUA’ların hedef alınması, bugüne dek örgütün hareket tarzı (MO) olmamıştır.
Bununla birlikte, El Kaide ve diğer radikal İslamcı terör örgütleri ile olduğundan
şüphelenilen bağları, İBDA-C’nin kendi profilini yükseltmek amacıyla zarar verici
terör saldırılarında bu örgütler için işbirliği yapabileceği anlamına gelmektedir.
Mevcut koşullar altında, örgüt Türkiye’nin gelecekteki nükleer santralleri için
önemli bir tehdit oluşturmakta gibi görünmemektedir, ancak İslamcı terör örgütleri
ile bağları yakından izlenmelidir.
TÜRKİYE’DE EL KAİDE VE EL NUSRA CEPHESİ
Türkiye’de El Kaide, 15 Kasım 2003 tarihinde İstanbul’da iki sinagoga saldırarak
ve beş gün sonra yine İstanbul’daki İngiliz Elçiliği’ne ve HSBC Bankası Genel
Müdürlüğü’ne saldırı düzenleyip (dört intihar bombacısı dahil) 61 kişinin ölümüne
ve 647 kişinin yaralanmasına yol açarak manşetlere çıkmıştır.188 Örgüt bir yıl
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 36
sonra, Haziran 2004 NATO İstanbul Zirvesini bombalamayı planlayarak diğer bir
sansasyonel eylem teşebbüsünde bulunmuş, ancak bu teşebbüs ilgili makamlar
tarafından başarıyla önlenmiştir. 2004 yılında El Kaide eylemcileri İstanbul’daki
bir Mason locasına saldırı düzenleyerek bir kişiyi öldürmüştür. Birkaç yıl sonra,
2008’de ise, İstanbul’daki ABD Konsolosluğu’na saldırı düzenleyerek üç polis
memurunu öldürmüşlerdir.189 Bu terör eylemlerine rağmen, Türk polisi ve
güvenlik güçleri, El Kaide eylemlerine engel olma ve örgütün faaliyetlerini izleme
konularında genel olarak etkili olmuştur.190
El Kaide Türkiye’de daha çok Musevilerin ve Hristiyanların dini mekanlarını ve
konsolosluklar gibi Batı kurumlarını hedef almıştır. El Kaide Türkiye’yi “mürted”
bir devlet olarak görmektedir, çünkü Türkiye halifeliği kaldırmış olan devlettir.
Terör grubu ayrıca birkaç laik Müslüman ulustan biri olan Türkiye’yi, NATO üyesi
olduğu için kusurlu bulmaktadır. 2011 yılında Ankara’da El Kaide militanlarına
karşı yapılan bir baskında, militanların Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir saldırı
yapmayı planladıkları tespit edilmiştir.191 İddialara göre aynı baskında Türk polisi,
ABD ve diğer Batılı güçlere karşı savaşmak yerine küresel cihadı Türkiye’den
başlatmanın daha iyi olacağını savunan dokümanlar da ele geçirmiştir.192
Söylenenlere göre Türkiye’de, El Kaide için yeni üye havuzu görevi görebilecek
birkaç bin yerli Selefi Müslüman bulunmaktadır. El Nusra Cephesi ile diğer El
Kaide bağlantılı örgütlerin Suriye’deki varlığı, bu ortamda Türkiye için ilave bir
zorluk teşkil etmektedir. Türkiye’nin içindeki ve etrafındaki El Kaide unsurları,
Türkiye’de sansasyonel saldırılar yapmak için çabalarını birleştirebilirler. Birden
fazla değerlendirmede, El Nusra Cephesi’nin toplam insan gücünün 5.000 kişi
kadar olduğu düşünülmektedir.193 El Nusra Cephesi, oldukça fazla sayıda yabancı
savaşçıyı kendisine çekmektedir. Örgüt sıklıkla intihar bombacıları kullanmaktadır
ve uçaksavar silahlarını da içeren kayda değer askeri malzemeye sahiptir.194
El Kaide, KİS kabiliyetleri elde etmeye ilgi göstermiştir, ancak örgütün bu hedefi
gerçekleştirmek için gerekli materyalleri ve uzmanlığı elde etmeyi başarıp
başaramadığı belli değildir.195 El Kaide yayınlarında belirtildiği gibi, nükleer
santraller halka korku salmak için en iyi hedeflerden birisidir.196 Ayrıca, daha
önce de belirtildiği gibi, RDD yapmak isteyen örgütler, söz konusu cihazları
kendileri üretmek için gerekli materyali elde etmek amacıyla nükleer santralleri
hedefleyebilirler ya da radyolojik ve nükleer materyal transferlerinin yolunu
kesebilirler. El Kaide ve Taliban’ın daha önce Pakistan’daki nükleer sahaları
hedefledikleri197 198 ve nükleer sahalarda çalışan yetkilileri ve teknisyenleri kaçırmış
olabilecekleri bildirilmiştir.199
Ayrıca 2013 yılında, El Kaide ve El Nusra ile bağları olduğu şüphesiyle Türkiye’nin
Adana şehrinde on iki şüpheli tutuklanmıştır. Başlangıçta şüphelilerin üzerinde
2 kg sarin bulunduğu, ancak daha sonraki haberlerde şüphelenilen malzemenin
sarin değil, gerçekte öncül kimyasal maddeler olduğu bildirildiğinden, bu
dava ihtilaflı bir hale gelmiştir.200 Sonuçta tüm şüpheliler salıverilmiş ve dava
ertelenmiştir.201
Bölgedeki El Kaide unsurlarının gelecek on yılda nasıl değişeceği ya da
Türkiye’nin gelecekteki nükleer tesislerine doğrudan bir tehdit oluşturup
oluşturmayacakları kesin olmamakla birlikte, bu belli belirsiz olasılık devam
edecek gibi görünmektedir ve yakından izlenmelidir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 37
Yurtdışı Kaynaklı Terör Örgütleri
IRAK VE ŞAM İSLAM DEVLETİ (IŞİD)
Kısa Tarihçe
Irak ve Şam İslam Devleti (buradan itibaren IŞİD olarak anılacaktır), ülkenin ikinci
büyük kenti Musul dahil olmak üzere Irak’ın büyük bölümlerini şaşırtıcı biçimde
kontrol altına alması ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Radikal Sünni İslamcı terör
grubunun ideolojik ve operasyonel çekirdeğinin kökleri, Irak El Kaidesi’nden
(AQI) gelmektedir. 2006 yılında AQI lideri Ebu Musab El Zerkavi’nin ölümünün
ardından, örgüt farklı birleşmeler ve isim değişikliklerinden geçmiştir.202 2014
yazı başlangıcı kadar yakın bir tarihte, IŞİD’in lideri Ebu Bekir El Bağdadi’nin bir
videosu yayınlanmış ve grubun adı sadece İslam Devleti olarak değiştirilmiştir.
Aslına bakılırsa, Irak El Kaidesi’nin tekrar ortaya çıkması, IŞİD’in yükselişinin
yolunu açmıştır. Temmuz 2013’te AQI tarafından yürütülen “Duvarları
Yıkıyoruz” kampanyası, “çoğu Irak Savaşı sırasında terörist faaliyetlerden dolayı
tutuklanmış” 500 kadar mahkumun kaçmasına yol açmıştır.203 Ayrıca, Suriye’deki
iç savaş ile birlikte Irak’taki Maliki yönetiminin mezhepçi politikaları, Sünni
Arapların bu radikal gruba örtülü ve açık desteği için zemin oluşturmuştur. IrakSuriye sınırındaki iktidar boşluğu, IŞİD’in çok uluslu, jeopolitik bir karakter ve
kaçakçılık güzergahları üzerinde kontrol kazanmasına olanak vermiştir. Açıkçası,
IŞİD’in örgütsel ve ideolojik kökenleri AQI bağlamında açıklanabilir olmakla
birlikte, hızlı büyümesinin nedeni, Türkiye’nin kapısındaki jeopolitik değişim ve
mezhepçi söylemin bir sonucudur. Ayrıca IŞİD ve Merkezi El Kaide arasındaki
farklılıklar devam etmektedir, çünkü IŞİD, Haziran 2014’te kendisini halife ilan
eden El Bağdadi liderliğinde kendisi için çok uluslu bir devlet oluşturma amacı
gütmektedir.
Hareket Tarzı ve Paterni
IŞİD, Musul’u ve komşu bölgeleri ele geçirmesinin ardından, kaçan Irak Güvenlik
Güçleri’nden nispeten gelişmiş askeri ekipmanlar ele geçirmiştir. Bu kazanç, terör
örgütünün, nizami ve gayri nizami savaş konseptlerini birleştiren Hibrid Savaş
operasyonları düzenleme kabiliyetini arttırmıştır.
Askeri açıdan IŞİD, silahlı saldırılar, suikastlar, intihar yelekleri, el yapımı
patlayıcılar taşıyan araçlarla intihar saldırıları, keskin nişancılar ve büyük
kentlerin ele geçirilmesi gibi çok çeşitli şiddet teknikleri kullanmaktadır.204 Bu
açıdan Suriye ve Irak’taki savaş alanları, bu radikal grubun savaş kabiliyetini
kanıtlamıştır. Ayrıca IŞİD, Haziran 2014 kadar yakın bir tarihte, Türkiye’nin Musul
Konsolosluğu’ndan Konsolosun kendisi de dahil olmak üzere Türk görevlileri ve
ailelerini kaçırmıştır.205
Bu nedenle, bu terör örgütünün yükseliş trendi engellenmediği takdirde, IŞİD ve
paramiliter kabiliyetleri, Türkiye için önemli bir tehdit olmaya devam edecektir.
Mersin Akkuyu’daki planlanan nükleer santral, Suriye’ye jeopolitik yakınlığı
nedeniyle Ankara için özel bir kaygı konusudur.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 38
Yerli ve Uluslararası İşbirlikçiler
Özellikle Irak’ta IŞİD faaliyetlerindeki artış, Maliki yönetiminin Sünni Arapları
bir kenara atan politikasından kaynaklanan mezhep çatışması ile açıklanabilir.
Aslına bakılırsa, IŞİD’in geniş Irak topraklarındaki kontrolü ele geçirmesi,
Sünni aşiretlerin desteği sayesinde mümkün olmuştur.206 Bu nedenle, Irak’ın Şii
otoriter rejimi ve Suriye’nin Nusayri diktatörlüğü altında ezilen Sünni toplumlar,
bölgedeki devam eden mezhep gerilimlerinin de etkisiyle, Orta Doğu’daki Sünni
Arap topraklarını IŞİD için potansiyel bir destek üssü haline getirmektedir.
Bu çalışmanın yazıldığı sırada açık kaynaklı herhangi bir bilgi mevcut olmamakla
birlikte, özellikle Kuveyt, Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere Körfez
ülkelerinden varlıklı bağışçıların IŞİD’i gizlice destekledikleri söylenmektedir.207
2013 tarihli bir Brookings raporuna göre, Kuveytli özel bağışçılar, Körfez ülkesinin
nispeten zayıf finans kuralları ve “eşsiz örgütlenme özgürlüğü” sayesinde
Suriye’deki 1.000’e kadar isyancıya yardım etme konusunda serbesttir.208 Bunun
yanında, Kasım 2013 tarihinde Ben Hubbard tarafından dışarıdan kaleme alınan
ve New York Times gazetesinde yayınlanan bir makalede, Kuveytli bağışçıların
çoğunun, Suriye muhalefetinin “Batı destekli Yüksek Askeri Konseyi’nden uzak
durduğu” ve bunun da Suriye’de daha fazla İslamcı radikalin desteklenmesini
beraberinde getirdiği belirtilmiştir.209
Şimdiye dek ele alınan hususların ışığında, IŞİD şebekesinin Irak ve Suriye’de
savaşan yabancı cihatçılara, muhalif Sünni aşiretlerine ve çoğu Körfez Arap
Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nde (GCC) bulunan varlıklı özel bağışçılara dayandığı
öne sürülebilir. IŞİD ve şebekesi, bölgesel stratejik denge ve konjonktürdeki
değişikliklere bağlı olarak, Türkiye’nin planlanan nükleer enerji altyapısı gibi kritik
varlıklarını hedef alabilirler.
Mevcut Eylem Gücü ve Durumu
IŞİD, Musul’un düşmesinin ardından, ele geçirilen bölgelerdeki bankaları ve
hazineyi yağmalaması sonucunda mali açıdan en iyi durumuna ulaşmıştır;
terörist grup bu sayede 2 milyar ABD dolarının kontrolünü ele geçirmiştir.210
Savaşçı sayısı ve savaş deneyimi açısından IŞİD, Irak Güvenlik Güçleri ile girdiği
çarpışmalarda görüldüğü gibi, Irak’ta daha üstün konumdadır. Örneğin Nisan
2014’te El Hümeyra çevresindeki çatışmalarda IŞİD unsurları, Irak Hummer’larını
durdurmak için Dragunov modeli tüfeklerden atılan titanyum kaplı, zırh delici
mühimmat ve Irak T-62’lerini imha etmek için kablo güdümlü tanksavar füzeleri
kullanmışlardır.211 Benzer şekilde, son zamanlardaki çarpışmalarda, birkaç Irak
M1A1 Abrams tankının ve birkaç helikopterin IŞİD unsurları tarafından hasara
uğratıldığı ya da imha edildiği bildirilmiştir.212
Kısacası örgüt, mevcut operasyonel gücü açısından son derece kuvvetli olarak
tanımlanabilir. IŞİD, terörist faaliyetlerdeki çeşitlilik ve etkililik açılarından
ürkütücü ve son derece yetkindir. IŞİD tam büyüklüğü hakkındaki tahminler
farklılıklar göstermektedir, ancak en son rakamlar 30.000213 ile 50.000214 savaşçı
arasında olabileceğini öne sürmektedir. IŞİD’in de facto ittifaklar kurduğu
haklarından mahrum edilmiş yerel Sünni gruplar, gelecek yıllarda daha fazla insan
gücü elde etmek için de kullanılabilir. Üstelik IŞİD, bazıları dünya üzerindeki
geçmiş cihat mücadelelerinde büyük deneyim kazanmış ve savaşta pişmiş önemli
sayıda yabancı cihatçı barındırmaktadır; The Economist bunların 3.000 civarında
olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca IŞİD, Saddam dönemi Irak ordusunun eski
generallerini kendi saflarına çekmeyi başarmıştır; bu generaller, örgütün askeri
planlamasına ve operasyonel kabiliyetlerine önemli katkılarda bulunmaktadır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 39
Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı:
Geçmiş, Güdüler ve Olasılıklar
Daha önce belirtildiği gibi, çok çeşitli operasyonel hareket biçimi kullanması,
IŞİD terör grubu için temel bir avantajdır. Dahası, son derece disiplinli bir komuta
yapısı, grubun faaliyetlerinin hızla yayılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır.
IŞİD’in çok uluslu jeopolitik karakteri ve yabancı cihatçılara çekici gelmesi, bu
terör örgütünün Türkiye’nin kritik enerji altyapısını hedefleme kabiliyetlerini
arttırmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse, IŞİD’e karşı uluslararası baskının ve
alınan önlemlerin kapsamına bağlı olarak, bu örgüt Türkiye’nin planlanan nükleer
santralleri için kayda değer bir tehdit oluşturabilir.
Bununla birlikte, kritik nükleer enerji altyapısına bir saldırı yapılması olasılığının
değerlendirmesi sadece IŞİD’in kabiliyetlerine değil, aynı zamanda amaçlarına ve
stratejik hesaplarına da bağlı olacaktır. IŞİD, Irak’taki Türk diplomatik personelini
kaçırarak Ankara’yı zaten tehdit etmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin yerel stratejik
varlıklarına saldırmak, gerginlikleri daha da arttırabilir ve Türkiye’yi, IŞİD’e karşı
sağlam bir askeri harekâta girişmek zorunda bırakabilir. Bununla birlikte, IŞİD’in
oluşturduğu asıl tehdit gücü değil, etkisidir. Türkiye’nin sınırlarının yakınında
cihatçı bir örgütün uzun süreli varlığı ve başarısı, Türkiye’deki dinci grupları
etkileyebilir ve şu anda faaliyet göstermeyen grupların harekete geçmelerine neden
olabilir. En az birkaç yüz215 – potansiyel olarak birkaç bin216– Türk vatandaşının Irak
ve Suriye’deki cihatçı örgütlere katıldıklarına inanılmaktadır; bu kişiler er ya da geç
Türkiye’ye döndüklerinde Türk devleti için bir güvenlik sorunu oluşturacaklardır.
Bu gibi durumlarda tehdit, söz konusu cihatçıların artık radikal ideolojilerin sadece
sempatizanları değil, ideolojik telkinden geçmiş eğitimli ve savaşta pişmiş savaşçılar
olmalarından kaynaklanmaktadır. Batılı cihatçıların geri döndükten sonra kendi
ülkelerinde saldırılar düzenledikleri az sayıda örnek olmakla birlikte,217 Türkiye bir
dizi nedenden dolayı bu tür tehditlere karşı daha hassas olabilir. Birincisi, çatışma
bölgesinin yakın çevresinde yer almaktadır ve Irak ve Suriye ile uzun bir kara
sınırına sahiptir, bu da geri dönen cihatçıların tespit edilmesini zorlaştırmaktadır.
İkincisi, Türkiye’de kayda değer bir yerel destek tabanı mevcuttur; Türkiye’deki
yerel kökten dinci örgütler ve İstanbul ve diğer şehirlerde yeni üyeler bulmak için
IŞİD unsurlarının açıkça düzenlediği çok sayıda etkinlik, bu durumun örnekleridir.218
Türkiye, IŞİD militanları tarafından halihazırda bir “mürted devlet” olarak
tanımlanmıştır.219 Türkiye’nin ya da NATO’nun büyüyen IŞİD tehdidine askeri
olarak karşılık vermesi durumunda, Türkiye’deki eğitimli Türk cihatçılar misilleme
yapmak için birçok fırsata sahip olacaktır.
SONUÇ
Ankara, artan enerji talebini karşılamak ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için,
gelecek on yılda kademeli olarak devreye girmesi planlanan barışçı bir nükleer
enerji programı yürütmeyi amaçlamaktadır. Ancak Türkiye tehlikeli bir bölgede
yer almaktadır ve hem devletlerden hem de devlet dışı aktörlerden kaynaklanan
iç ve dış tehditler ile karşı karşıyadır. Ülkenin gelecekteki nükleer santralleri;
Türkiye’nin bölgede bulunan hasımları, bu hasımların vekil terör örgütleri ya da
Türkiye’ye zarar vermeyi ya da nükleer santralde bulunan hassas materyallere ve
bilgilere erişmeyi amaçlayan diğer terörist ve militan gruplar için çekici hedefler
olabilir. Bununla birlikte Türkiye, nükleer enerji sahnesine sonradan giren bir ülke
olarak, planlanan nükleer santrallerinin güvenlik ve emniyet önlemlerini en baştan
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 40
uyarlama olanağına sahiptir. Diğer nükleer güçlerin, nükleer santral operatörlerinin
ve uluslararası kuruluşların deneyimlerini, ülkenin kuruluşundan bu yana devlet ve
devlet-dışı tehditlerle mücadele ederek edindiği kendi deneyimleri ile birleştirebilir.
Bu çalışma, devlet kuruluşları ile sivil kuruluşların bu operasyonu üstlenirken
dikkate almaları gereken bazı alanları vurgulamayı amaçlamıştır.
Hasımların, Türkiye’nin gelecekteki nükleer programını tehdit edebilecekleri
birçok yol mevcuttur. Bunlar, nükleer santrallerin fiziksel bütünlüğü ile sınırlı
değildir. Devlet ya devlet dışı düşman bir aktör, nükleer bir santrale doğrudan
saldıracak kadar cüretkar olmayabilir; ancak (özellikle taşıma sırasında) nükleer
yakıtı ve radyoaktif atıkları, hassas bilgileri ve personeli hedeflemek gibi alternatif
yolları tercih edebilir. Bunlar, bazı yönlerden çok daha zayıf ve reaktör çekirdeğine
göre çok daha kolay erişilebilir olabilir. Bu nedenle tehdit tanımı, tesis sahasının
ötesine uzanmaktadır.
İçerideki kişilerden kaynaklanan tehdit kısmında belirtildiği gibi, bir nükleer
santralin emniyetini sağlamak, daimi bir operasyondur. Bu nedenle Türk
makamları, nükleer santralin emniyeti ile ilgili operasyonların etkili bir biçimde
düzenlenmesini, denetlenmesini ve incelenmesini sağlamalıdır. Ayrıca, hem
tehdit tanımı hem de planlanan güvenlik önlemleri, yerel ve uluslararası tehdit
durumuna göre sürekli olarak gözden geçirilmeli ve güncellenmelidir. Bu güvenlik
revizyonları, ilgili devlet kurumları ile işbirliği yapılarak gerçekleştirilmelidir;
bu kurumlar arasında en başta Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık, Adalet
Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Bilim, Sanayi
ve Teknoloji Bakanlığı gelmektedir. Akkuyu ve Sinop nükleer santral sahaları
büyük ölçüde - Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın bir parçası olan ancak İçişleri
Bakanlığı tarafından yönetilen - Jandarma Genel Komutanlığı’nın yetki alanı
içindedir. Emniyet Genel Müdürlüğü, Türk Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma
Genel Komutanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ortak çabası ile yürütülmelidir.
Bir nükleer santralin emniyetini sağlamak gibi, bir nükleer santrali savunmak
da daimi bir operasyondur. Hem saha içi hem de saha dışı güvenlik personeli,
çok sayıda senaryoya müdahale etmek ve tesisteki savunma önlemlerini tehdit
durumuna uyarlamak üzere eğitilmelidir. Saldırı senaryolarının taklit düşmanlar
dahil edilerek simüle edildiği güç (force-on-force) alıştırmalarının, gerçek düşman
saldırıları için değerli eğitim yöntemleri olduğu görülmüştür. Ayrıca bu eğitim ve
savunma önlemleri, sadece bürokratik bir gerekliliği yerine getirmek için değil,
tesislerin sağlam bir şekilde korunmasını sağlamak adına periyodik olarak gözden
geçirilmelidir.
Bir nükleer santrale başarılı bir saldırı düzenlemenin ödülleri düşmanlar için
yüksek olabilir, ancak hem güvenlik önlemlerinin çokluğu hem de acı verici
bir misilleme olasılığı nedeniyle riskleri de yüksektir. Bu nedenle, potansiyel
düşmanların aldıkları risklerin büyüklüğünü anladıklarının (yani caydırıcılık
koşullarını anladıklarını) ve bu risklerin üstesinden gelmek için gerekli hazırlıkları
yapacaklarının varsayılması önemlidir. Diğer bir deyişle, bütün avcılar tavşanı
bırakıp geyiğin peşine düşmeyecektir, ancak geyiğin peşine düşecek avcılar
yanlarına silah almayı ihmal etmeyecektir.
Türkiye, yerel ve uluslararası terör örgütleri ile uğraşmaktadır. Bu örgütler birçok
kez birbirleri ile işbirliği yapmışlardır ve gelecekte - özellikle nükleer bir santral
gibi sansasyonel bir hedefe yöneldiklerinde - yine işbirliği yapabilirler. Akkuyu
nükleer santrali, yukarıda listelenen terör örgütlerinin çoğunun eylem alanlarına
coğrafi yakınlığı nedeniyle terör saldırılarına karşı özellikle hassas olacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 41
Ayrıca, Türkiye’deki terör örgütleri daha önce devlet aktörler tarafından vekil
olarak kullanılmıştır ve ülkenin nükleer santrallerini hedeflemek için gelecekte de
kullanılabilirler. Cihatçı terör örgütlerinin, bilhassa IŞİD’in yükselen profili, Ankara
için özellikle endişe vericidir. Bu örgütler, nükleer santraller için oluşturdukları
doğrudan tehdide ek olarak, Türkiye’de bulunan ve davalarına sempati duyan
yerel terör örgütlerini de etkileyebilirler. Irak ve Suriye’de cihatçıların yanında
savaşan kayda değer sayıda Türk vatandaşı vardır ve bunların er ya da geç
evlerine dönmeleri, Türk makamları için daha fazla risk doğuracaktır.
Daha önce belirtildiği gibi, Türkiye’nin kritik enerji altyapısının devlet kaynaklı,
konvansiyonel bir askeri tehdit ile karşı karşıya kalması pek muhtemel değildir.
Bununla birlikte, sayıya, menzile, atış sıhhatine ve mobiliteye bağlı olarak, balistik
füzelerin yayılması bir tehdit oluşturabilir. Ayrıca KİS atış vasıtası konumunda
olan harp başlıkları kontaminasyon riski doğurabilir, bu da tehdit hesaplamalarını
önemli ölçüde değiştirecektir. Genel jeopolitik görünüm, Ankara’nın potansiyel ve
fiili hasımlarının Türkiye’nin kritik enerji altyapısına karşı tutumlarını derinden
etkileyebileceğinden, kritik bir öneme sahiptir.
Hem başarılı bir saldırının doğurabileceği felaket düzeyindeki potansiyel
sonuçlar hem de ulusal altyapının kritik bölümleri olmaları nedeniyle, nükleer
santrallerin emniyetinin ve güvenliliğinin sağlanmasında sorumluluk tamamen
proje şirketlerine yüklenemez. Akkuyu nükleer santrali ÇED raporunda belirtildiği
gibi, nükleer santraller için bir emniyet rejimi oluşturulmasından, bir kurum ya da
kuruluşun sabotaj, hırsızlık, izinsiz giriş, terör saldırıları, tehditler ya da diğer kötü
niyetli teşebbüslere karşılık verme yollarını da içeren bir acil durum müdahale
planı hazırlamakla görevlendirilmesinden, söz konusu düşmanca eylemlerden
kaynaklanan potansiyel acil durumlara müdahale edilmesinden ve güvenlik
personelinin eğitilmesine yönelik prosedürler hazırlanmasında Türkiye devleti
ve kurumları sorumludur.220 Nükleer santral sahasının güvenliğini ve emniyetini
sağlamak, saha acil durum müdahale planlarını hazırlamak ve uygulamak, bu
görevlerle ilgili bilgilerin ilgili devlet kurumlarına dağıtımını yapmak ve kendi
çabalarının devletin güvenlik kuvvetleri ile koordinasyonunu sağlamak proje
şirketinin sorumluluğunda olmakla birlikte, kriterlerin belirlenmesi ve bu savunma
önlemlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi de devletin sorumluğundadır. ÇED
raporunda ayrıca “nükleer olmayan kazalara veya suç içeren faaliyetlere (hırsızlık,
sabotaj, terörist saldırı veya terörist saldırı tehdidi, vb.) yönelik emniyet planlarının
hazırlanması ve icrası ilgili devlet kurum ve kuruluşları tarafından yürütülecektir”
denilmektedir.221 Ayrıca hem acil durum müdahale hem de savunma işlevlerinin
ilgili devlet kurumları ile koordine edilmesi gereklidir ve edilecektir; bu da
devletin, proje şirketleri ile kendi kurumları arasında düzenli bir işbirliği ve
koordinasyon sağlamak için görevlerin ve yetkilerin bölüştürülmesinde aktif
olmasını gerektirmektedir.
Bu nedenle Türk yönetimi, gelecekteki nükleer santralleri için, yukarıda belirtilen
tüm unsurların ve sahaya özel riskler ile şartların dikkate alınmasını sağlayacak
şekilde, ayrı ayrı tasarıma esas tehditler çalışmaları hazırlamalıdır. Ayrıca,
saha içi ve saha dışı güvenlik güçlerinin uygun biçimde eğitilmesini ve çoklu
saldırı senaryolarına yönelik güç (force-on-force) alıştırmalarının düzenli olarak
gerçekleştirilmesini sağlamalıdır. Tesislerin inşaatı henüz başlamadığından, yukarıda
belirtilen tehditlerin yakın zamanda gerçekleşmesi mümkün değildir, bu nedenle
bu açılardan acil eylem gerekli değildir. Bununla birlikte, nükleer santraller bir
dizi özgün zorluk doğurduğu ve başarılı bir saldırının felaket düzeyinde sonuçları
olabileceği için, hazırlık faaliyetleri çok gereklidir. Ankara, ülkenin karşı karşıya
olduğu tehdit tablosunun gerçekçi bir şekilde anlaşılması temelinde, tedbirlerini
hazırlamak ve kabiliyetlerini arttırmak için elindeki zamanı doğru kullanmalıdır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 42
1_ Bu rapor Türkiye’nin nükleer enerji programının emniyeti hakkında Nuclear
Threat Initiative tarafından finanse edilen araştırma projesi kapsamında
yayınlanmıştır.
2_ Dünya Bankası (2013) “Enerji ithalatları, net (enerji kullanımının %’si)” 20
Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://data.worldbank.org/indicator/EG.IMP.CONS.ZS
3_ Kumbaroğlu, G. (2015) “Turkey and Nuclear Energy”, “Turkey’s Nuclear
Future” ed. Perkovich, G.; Ulgen, S. Carnegie Endowment for International
Peace
4_ Nükleer yakıt ve atık seçenekleri ve planları gibi çok önemli konular da dahil
olmak üzere, halen ülkenin nükleer programı ile ilgili kayda değer belirsizlikler
mevcuttur. Konu hakkında kapsamlı bir tartışma için lütfen Çiğdem Bilezikçi
Pekar, (2014, Mayıs) “Turkey’s Nuclear Power Plants and Nuclear Fuel Cycle
Options” (Türkiye’nin Nükleer Güç Santralleri ve Nükleer Yakıt Döngüsü
Seçenekleri), EDAM Tartışma Kağıtları Serisi 2014/4 çalışmasına bakınız;
erişilebileceği adres: http://edam.org.tr/Media/Files/1157/Fuel_Cycle_Pekar.
pdf
5_ T.C. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Bilgi Güvenliği Derneği
(2012, Haziran) “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi: 2023’ün siber uzayında güçlü
ve önder bir Türkiye için” s. 11-12
6_ Nükleer materyallerin insan sağlığı üzerinde oluşturduğu tehdidin hassasiyeti
ve tehlikeliliği, söz konusu materyalin hem niteliğine, hem de miktarına
bağlıdır. Örneğin IAEA, “Nuclear Security Recommendations on Physical
Protection of Nuclear Material and Nuclear Facilities” (Nükleer Materyal ve
Nükleer Tesislerin Fiziki Korunması Hakkında Nükleer Güvenlik Tavsiyeleri)
INFCIRC/225/Rev. 4 (Haziran 1999) adlı yayınında, uranyum ve plütonyum
için materyalin zenginleştirme seviyesine, izotop sayısına ve miktarına göre
üç farklı kategori altında farklı güvenlik ve emniyet önlemleri belirtmektedir.
Aynı sınıflandırma, Türkiye’nin Japonya ile yaptığı nükleer enerji işbirliği
anlaşmasının ekine de dahil edilmiştir.
7_ Özellikle Türkiye’deki siber güvenliğe odaklanan ve nükleer santraller
bağlamında ele alınan ayrı bir EDAM araştırma projesi şu anda
hazırlanmaktadır ve 2014 yılının sonunda yayınlanması beklenmektedir.
8_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu “NRC Düzenlemesi
(10 CFR) Bölüm 73 – Santrallerin ve Materyallerin Fiziki Korunması”
9_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan)
“Nükleer Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145
10_ Holt, M.; Andrews, A. (3 Ocak 2014) “Nükleer Santral Güvenliği ve
Zayıflıkları” (Nuclear Power Plant Security and Vulnerabilities) Kongre
Araştırma Servisi RL34331 s. 1
11_ A.g.e.
12_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu “NRC
Düzenlemesi (10 CFR) Bölüm 73 – Santrallerin ve Materyallerin Fiziki
Korunması” 10 CFR 73.1
13_ Vurgulamalar, yazar tarafından eklenmiştir
14_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu, (25 Şubat 2002)
“Order Modifying Licences” (Lisansları Tadil Eden Emir), erişilebileceği
yer: http://www.nrc.gov/reading-rm/doc-collections/enforcement/
security/2002/security-order-2-25-02.pdf
15_ Lyman, E. (10 Mayıs 2011) “Nuclear safety post-Fukushima: A victory for the
public’s right to know” Bulletin of the Atomic Scientists
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 43
16_ Nuclear Energy Institute web sayfası “FLEX: Industry Strategy to Enhance Safety”,
12 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://safetyfirst.
nei.org/industry-actions/flex-the-industry-strategy-to-enhance-safety/
17_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı , (01 Ağustos 2011) “Status report (Durum raporu)
107 – VVER-1200 (V-392M) (VVER-1200 (V-392M))” IAEA Gelişmiş Reaktör Bilgi
Sistemi
18_ Laaksonen, J. (4 Kasım 2013) “International Standards of Safety and the Modern
Projects of Nuclear Power Stations” (Uluslararası Güvenlik Standartları ve Modern
Nükleer Santral Projeleri), Nükleer Güvenliğe ilişkin 2nci ASEM Seminerinde
Yapılan Sunum, Vilnius, 4 Kasım 2013.
19_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer
Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145 s. 46
20_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer
Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145
21_ 3740 sayfalık rapor, güvenlik ve koruma önlemleri hakkında uzun ve ayrıntılı
bilgiler sunmaktadır. Konunun teknik boyutu bu çalışmanın dışında olmakla
birlikte, aşağıdaki belgeden daha fazla bilgi alınabilir: 4800 MWe Kurulu Gücünde
Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık
Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu,
http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf
22_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.2.1-2.5 s. 33-34, 83-91
23_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai., Bölüm V.2.1-2.5 s. 76
24_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai.pdf Bölüm III s. 11
25_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai.pdf , Bölüm XI s. 36
26_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm IV.3.1.-3.10 Ek IV.3.1-3.10-22 s. 138 http://
www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf
27_ İstanbul Büyükşehir Belediyesi web sayfası, “Ekonomi” (2010). 17 Nisan 2014
tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.ibb.gov.tr/sites/ks/tr-TR/0Istanbul-Tanitim/konum/Pages/Ekonomi.aspx
28_ Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı web sayfası “Türk Boğazları”. 17 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.mfa.gov.tr/turkbogazlari.tr.mfa
29_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm X s. 14 http://www.csb.gov.tr/turkce/
dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf
30_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 44
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm V.1.1.-1.28 s. 68 http://www.csb.gov.tr/
turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf
31_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm VIII s. 2 http://www.csb.gov.tr/turkce/
dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf
32_ Frost, Robin M. (2005) “Dirty bombs: Radiological dispersal and emission devices”
adlı çalışmada alıntılanmıştır, The Adelphi Papers, 45:378, 75-78
33_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (1999), “The Physical Protection of Nuclear
Material and Nuclear Facilities” (Nükleer Materyal ve Nükleer Tesislerin Fiziki
Korunması) INFCIRC/225/Rev. 4
34_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer
Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145
35_ Ferguson vd. (2003), Kelly, M. (2013) “Terrorism and the Growing Threat of
Weapons of Mass Destruction: Al-Shabaab” adlı çalışmada alıntılanmıştır,
Diplomatica Verlag, s. 29
36_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer
Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145
37_ Özaltan, N. “Türkiye’de bir ilk; Nükleer enerji”, 16 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki
adresten alınmıştır: http://www.akkunpp.com/turkiyede-bir-ilk-nukleer-enerji
38_ Akkuyu NGS AŞ “Taşucu Yapı ve Montaj Tesisi İnşaatı Basın Açıklaması”, 16 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.akkunpp.com/tasucuyapi-ve-montaj-tesisi-insaati-basin-aciklamasi/
39_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.1.1-1.28 s. 21
40_ A.g.e. Bölüm V.1.1-1.28 s. 21,74
41_ A.g.e. Bölüm V.2.15-2.29 s. 9
42_ A.g.e. Bölüm V.1.1-1.28 s. 93
43_ Bunlar için bir alternatif ise toplam alan, maksimum derinlik, gemi ve yük
kapasitesi ve işçi sayısı açılarından Türkiye’nin en büyük limanı olan Mersin
Limanı olabilir. Bu liman, boyutu ve diğer teknik özellikleri nedeniyle nükleer
materyalin taşınması için tercih edilebilir; ancak aynı nedenler ve diğer iki limana
kıyasla nispeten daha uzak olması, radyolojik materyalin taşınması için ilave
güvenlik zorlukları doğurabilir ve dolayısıyla bu limanı, söz konusu materyalin
taşınması için sakıncalı bir liman haline getirebilir.
44_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.1.1-1.28 s. 74
45_ Taraflar, deniz yolundan vazgeçmeleri ve havayolunu tercih etmeleri durumunda,
büyük olasılıkla aşağıdaki havaalanlarından birisini kullanacaklardır. Gazipaşa
Havaalanı (170 km ~ 100 mil), planlanan Çukurova Havaalanı (180 km ~ 110 mil),
Adana Havaalanı (221 km ~ 135 mil) ya da Konya Havaalanı (290 km ~ 180 mil).
İncirlik’teki ABD Hava Üssü (230 km ~ 140 mil), bölgenin 300 km (~ 185 mil)
yarıçapı içinde yer alan yegane diğer havaalanıdır. Bu havaalanlarının hiçbirisinin
planlanan sahaya demiryolu bağlantısı mevcut değildir ve Akkuyu sahasına
ulaşmak için D-100 karayolunun kullanılması gereklidir (Konya havaalanından
güneye nakliye durumunda, muhtemelen D715 karayolu da kullanılacaktır).
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 45
46_ Türkiye Cumhuriyeti Karayolları Genel Müdürlüğü “Akdeniz Sahil Yolu 2015’te
Trafiğe Açılıyor”, 16 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://
www.kgm.gov.tr/SiteCollectionImages/KGMimages/Root/BasindaKGM/
Ocak2014/AKSAM_20140111_16.jpg
47_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi,
Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.
tr/turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.2.1-2.5, s. 103
48_ Zaman, (28 Ekim 2013) “Nükleer santralin yakıt çubukları Türkiye’de üretilecek” 17
Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.zaman.com.tr/
ekonomi_nukleer-santralin-yakit-cubuklari-turkiyede-uretilecek_2158190.html
49_ A.g.e.
50_ Akkuyu NGS AŞ Web sayfası (2 Ekim 2013) “The territory of <<Akkuyu>> NPP got
the status of the special security zone”. 20 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten
alınmıştır: http://www.akkunpp.com/the-territory-of-akkuyu-npp-got-the-statusof-the- special-security-zone/update
51_ Sabah “Akkuyu çevresi BBG evi gibi olacak” (20 Eylül 2013) 26 Haziran
2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.sabah.com.tr/
Ekonomi/2013/09/20/akkuyu-cevresi-bbg-evi-gibi-olacak?paging=false
52_ Zaitseva, L.; Hand, K. (2003, Şubat) “Nuclear Smuggling Chains” American
Behavioral Scientist Cilt 46 No. 6 s. 823
53_ Mail & Guardian, (15 Aralık 1995) “How we blew up Koeberg (... and escaped on a
bicycle)”
54_ Bugün (26 Ağustos 2013) “Santralde çalışacak 12 bin kişiye nükleer sorgu”
55_ Lee, R. (2006) “Nuclear Smuggling, Rogue States and Terrorists” China and Eurasia
Forum Quarterly Cilt 4 No. 6 s. 30
56_ Zaitseva, L.; Hand, K. (2003, Şubat) “Nuclear Smuggline Chains) American
Behavioral Scientist Cilt 46 No. 6
57_ Bunn, M.; Sagan, S. D. “A Worst Practices Guide to Insider Threats: Lessons from
Past Mistakes” (Cambridge, Mass.: American Academy of Arts and Sciences, 2014)
Bu yayında Bunn ve Sagan, içerideki kişilerin karıştığı geçmiş olaylardan alınan
on dersin bir listesini derlemiştir. Konuyu daha derinlemesine araştırmak bu
çalışmanın kapsamı dışında olmakla birlikte, listedeki başlıklar aşağıdaki gibidir:
“İçeriden kişilerden kaynaklanabilecek ciddi sorunlar ‘benim işletmemde olmaz’
diye düşünmeyin”, “sabıka kontrollerinin içerideki kişi sorununu çözeceğini
varsaymayın”, “tehlike işaretlerinin doğru olarak okunacağını varsaymayın”,
“içerideki kişilerden kaynaklanan komploların imkansız olduğunu varsaymayın”,
“tekil koruma önlemlerine güvenmeyin”, “kurumsal kültürün ve çalışan
hoşnutsuzluğunun önemli olmadığını varsaymayın”, “içerideki kişilerin güvenlik
önlemlerini ve bunları nasıl atlatabileceklerini bildiklerini unutmayın”, “güvenlik
kurallarına uyulduğunu varsaymayın”, “sadece içerideki kişilerin bilinçli olarak
yapacakları kötü amaçlı eylemlerinin önemli olduğunu varsaymayın”, “sadece
önlemeye odaklanmayın ve zararı hafifletme fırsatlarını kaçırmayın”.
58_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu “NRC Düzenlemesi
(10 CFR) Bölüm 73,32 – Santrallerin ve Materyallerin Fiziki Korunması”
59_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai.pdf , Bölüm V.1.1-1.28, s. 91
60_ A.g.e. Tablo V.1.28-1
61_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 46
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/
Akkuyu_nihai.pdf Bölüm V.2.15-2.29 s. 13
62_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, IAEA Nükleer Güvenlik Serisi No. 17, Teknik
Rehberlik “Nükleer Tesislerde Bilgisayar Güvenliği Referans Kılavuzu” (2011) s. 3943.
63_ IHS Jane’s, World Air Forces: Turkey, Temmuz 2012, s. 3-4.
64_ IISS, Military Balance 2014, Routledge, London, 2014, s. 159
65_ IISS, Military Balance 2014, Routledge, London, 2014, s. 344.
66_ A.g.e.
67_ Dany, Shoham. “Has Syria’s Chemical Weapons Arsenal Truly been
Dismantled?,Besa Perspective Paper 252, Haziran 2014.
68_ Jim, A, Davis ve Anna Johnson-Winegar, “The Anthrax Terror: DoD’s Number One
Biological Threat”, Aerospace Power Journal, s. 15-29.
69_ Anthony, Cordesman. Syria Weapons of Mass Destruction, CSIS, Washington D.C.
2008.
70_ Anthony Cordesman ve Bryan Gold, The Gulf Military Balance Volume II: Missile
and Nuclear Dimension, CSIS, 2013,Washington D.C., s. 26.
71_ IISS, Military Balance 2014, s. 300 – 301. 72 Anthony Cordesman ve Bryan Gold, The
Gulf Military Balance Volume II: Missile and Nuclear Dimension, s. 26.
73_ John, Stillion ve David, T. Orletsky, Airbase Vulnerability to Conventional CruiseMissile and Ballistic Missiles Attack, RAND Corporation, Santa Monica, 1999
74_ Dokay-ÇED Çevre Mühendisliği, Akkuyu ÇED Raporu, Ankara 2013, s. 12.
75_ John, Stillion ve David, T. Orletsky, Airbase Vulnerability to Conventional CruiseMissile and Ballistic Missiles Attack, RAND Corporation, Santa Monica, 1999
76_ National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile Threat, WrightPatterson Air Force Base, 2013.
77_ A.g.e.
78_ MBDA Press Information, The Aster Missile Family, Haziran 2014.
79_ Anthony Cordesman ve Bryan Gold, The Gulf Military Balance Volume II: Missile
and Nuclear Dimension, CSIS, 2013, Washington D.C.,
80_ NATO, Patriot Deployment Fact Sheet, Şubat 2013.
81_ Army Recognition, The HQ-9 System, http://www.armyrecognition.com/china_
chinese_army_missile_systems_vehicles/hq- 9_ground-to-air_medium_range_air_
defense_missile_technical_data_sheet_specifications_pictures_.html, Erişildiği tarih:
24 Ağustos 2014.
82_ http://aviationweek.com/defense/sampt-missile-defense-goes-three-three,
Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014.
83_ http://missilethreat.com/cheaper-high-speed-targets/, Erişildiği tarih: 23 Ağustos
2014.
84_ MBDA yetkilileri ile röportaj, 29 Temmuz 2014.
85_ A.g.e.
86_ Sistemin görsel bir açıklaması için, bkz.: https://www.youtube.com/
watch?v=3LPdmxnBkIU, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014.
87_ http://www.defensenews.com/article/20140225/DEFREG01/302250026/AlliesIntensify-Pressure-Turkey-Over-China-Missile- Deal, Erişildiği tarih: 23 Ağustos
2014.
88_ NATO, “Europe’s Missile Shield Grows Thanks to the U.S. Navy,” http://www.
nato.int/cps/en/natolive/news_107082.htm, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 47
89_ http://www.defensenews.com/article/20140201/DEFREG02/302010026/First-USBMD-ship-leaves-Rota, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014.
90_ The U.S. National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile
Threat, 2013, s. 26-27.
91_ Carlo, Kopp.Defeating Cruise Missiles, Australia Air Power, (güncellenmiş) Nisan,
2012.
92_ Anthony, Cordesman. Syria Weapons of Mass Destruction, CSIS, Washington D.C.,
2008, s. 11.
93_ The U.S. National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile
Threat, 2013, s. 27-29.
94_ http://www.ft.com/intl/cms/s/0/37c2003c-7565-11d9-9608-00000e2511c8.
html#axzz3BFV8a2C1, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014.
95_ Missile Threat, Kh-55, http://missilethreat.com/missiles/kh-55-55sm-555-65/,
Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014.
96_ Lockheed Martin, PAC-3 test raporu, Nisan 2012, http://www.lockheedmartin.
com/us/news/press-releases/2012/april/mfc-042612-lm-PAC-3missilesuccessfu
llyinterceptscruisemissiletargetduringintegratedflighttest.html, Erişildiği tarih: 24
Ağustos 2014.
97_ MBDA Press Information, The Aster Missile Family, Haziran 2014.
98_ Missile Threat, HQ-9 System, http://missilethreat.com/defense-systems/hongqi-9hq-9/, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014.
99_ The U.S. National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile
Threat, 2013, s. 26-27.
100_ Savunma Sanayii Müsteşarlığı, F-35 JSF Projesi Sayfası, http://www.ssm.gov.tr/
anasayfa/projeler/Sayfalar/proje.aspx? projeID=94, Erişildiği tarih: 24 Ağustos
2014.
101_ IHS Jane’s, “Turkey’s Stand-off Missile is Revealed”, 14 Eylül 2011, http://www.
ihs.com/events/exhibitions/dsei- 2011/news/day-3/Turkeys-Stand-Off-Missileis-revealed.aspx, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014.
102_ TÜBİTAK-SAGE basın Bülteni, 7 Mayıs 2013.
103_ IISS, Military Balance 2014, s. 148.
104_ Airbus, A400M sayfası, http://militaryaircraft-airbusds.com/Aircraft/A400M/
A400MAbout.aspx, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014.
105_ IHS Jane’s, World Air Forces: Turkey, 2 Temmuz 2012, s. 6
106_ IISS, Military Balance 2014, s. 148.
107_ Türkiye’nin gelecekteki nükleer enerji programı belirli bir düzeyde toplumsal
muhalefetle karşı karşıya olmakla birlikte, bu protestolar barışçı bir şekilde
yapılmıştır ve büyük olasılıkla barışçı olmaya devam edecektir - bu nedenle,
Türkiye’deki yeni filizlenen çevreci hareketin gelecekteki nükleer santral sahalarına
yapılacak saldırılara dönüşmesi son derece olasılık dışıdır.
108_ Bal, İ; Özkan, E. “PKK Terör Örgütü Kronolojisi (1976-2006)” Uluslararası
Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK). 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki
adresten erişilmiştir: http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/
z6UFq2LoFkdiuzBbZSt9qHMi7u4Ke2.pdf
109_ Yenerer, V.; Karadaş, Y. “PKK’nın Doğu Karadeniz Eylemleri” (2011, Ocak) 21.
Yüzyıl Dergisi Cilt 25 s. 47-55
110_ UPI. (29 Nisan 2012). Grenades suggest Iranian support of PKK. 17 Mart 2014
tarihinde United Press International sitesinden alınmıştır: http://www.upi.com/
Top_News/World-News/2012/04/29/Grenades-suggest-Iranian-support-ofPKK/UPI- 82981335709614/
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 48
111_ ABD Hazine Bakanlığı, (1 Şubat 2012) “Treasury Sanctions Supporters of the
Kurdistan Workers Party (PKK) Tied to Drug Trafficking in Europe”. 17 Mart 2014
tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.treasury.gov/press-center/
press- releases/Pages/tg1406.aspx
112_ Casier, Marlies (2010) ‘Designated Terrorists: The Kurdistan Workers’ Party and its
Struggle to (Re)Gain Political Legitimacy’, Mediterranean Politics, 15: 3, 393-413
113_ University of Maryland National Consortium for the Study of Terrorism and
Responses to Terrorism (2014) Terrorist Organization Profile: The Kurdistan
Workers’ Party (PKK) 11 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır:
http://www.start.umd.edu/tops/terrorist_organization_profile.asp?id=63
114_ Hurriyet (28 Ocak 2000) “İBDA-C müttefiği İsmail Ağa grubu”
115_ Dündar, C. (15 Mart 1999) “Tehlikeli ittifak” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki
adresten alınmıştır: http://www.candundar.com.tr/_v3/index.php#!#Did=664
116_ Demirci, A. N. (9 Ağustos 1997) “Polisin bitirdiği mezhepçi örgüt” Aksiyon
117_ Milliyet, (3 Ocak 2011) “İşte PKK-ASALA işbirliğinin belgesi...” 17 Mart 2014
tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır:
http://www.milliyet.com.tr/iste-pkk-asala-isbirliginin-belgesi-/dunya/
sondakika/03.01.2011/1334292/default.htm
118_ Radikal, (7 Mart 2014) “PKK ile ateşkes sona mı eriyor?” 3 Nisan 2014 tarihinde
aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.radikal.com.tr/turkiye/pkk_ile_
ateskes_sona_mi_eriyor-1180094
119_ Haber7, (23 Mart 2013) “Türkiye’de hangi ilde kaç PKK’lı terörist var?” 3 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.haber7.com/guncel/
haber/1005218-turkiyede-hangi-ilde-kac-pkkli-terorist-var
120_ Hürriyet, (21 Eylül 2013) “3 bin PKK’lı Türkiye’de” 3 Nisan 2014 tarihinde
aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24755645.asp
121_ Samanyolu Haber (5 Mart 2014) “Akpınar: 20 bin Kalaşnikof dağıttılar” 3 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.samanyoluhaber.com/
gundem/Teror-uzmani-Akpinardan-PKK-ile-ilgili-sok-iddia/1043178/
122_ Hürriyet, (21 Eylül 2013) “3 bin PKK’lı Türkiye’de” 3 Nisan 2014 tarihinde
aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24755645.asp
123_ Haber7, (23 Mart 2013) “Türkiye’de hangi ilde kaç PKK’lı terörist var?” 3 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.haber7.com/guncel/
haber/1005218-turkiyede-hangi-ilde-kac-pkkli-terorist-var
124_ Sabah, (31 Mart 2013) “PKK’nın 50 milyon dolarlık cephanesi” 3 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.sabah.com.tr/
Gundem/2013/03/31/pkknin-50-milyon-dolarlik-cephanesi
125_ Hürriyet (11 Nisan 2014) “Eğitildiler dönüyorlar”
126_ A.g.e.
127_ CNNTürk (27 Şubat 2014) “Selahattin Demirtaş’tan özerklik açıklaması” 3 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.cnnturk.com/haber/
turkiye/selahattin-demirtastan-ozerklik-aciklamasi
128_ Bugün (24 Mart 2014) “Gülten Kışanak: Oylar demokratik özerkliğe verilmiş
olacak” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://gundem.
bugun.com.tr/agzindaki-baklayi-cikardi-haberi/1029958
129_ T24 “GültenKışanak: Diyarbakır’da üretilen petrolden pay istiyoruz” (12 Nisan
2014)
130_ Sabah (6 Şubat 2012) “PKK’lılar sabotaj düzenledi” 17 Mart 2014 tarihinde
aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/06/pkklilar-sabotaj-duzenledi
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 49
131_ Milliyet (11 Ağustos 2010) “PKK sabotaj eylemi içinde pusu kurdu” 17 Mart 2014
tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.milliyet.com.tr/pkk-sabotajeylemi-icinde-pusu-kurdu/turkiye/sondakika/11.08.2010/1275234/default.htm
132_ Doğan Haber Ajansı (8 Ekim 2012) “PKK, doğal gaz boru hattına saldırdı!” 17
Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.dha.com.tr/pkkdogalgaz-boru-hattina-saldirdi_372713.html
133_ Radikal (16 Temmuz 2013) “Tunceli’de baraj santrali merkezine bombalı saldırı”
17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.radikal.com.tr/
turkiye/tuncelide_baraj_santrali_merkezine_bombali_saldiri-1143553
134_ Sabah (6 Şubat 2012) “PKK’lılar sabotaj düzenledi” 17 Mart 2014 tarihinde
aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/06/
pkklilar-sabotaj-duzenledi
135_ Radikal (16 Temmuz 2013) “Tunceli’de baraj santrali merkezine bombalı saldırı”
17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.radikal.com.tr/
turkiye/tuncelide_baraj_santrali_merkezine_bombali_saldiri-1143553
136_ Internethaber (7 Temmuz 2012) “PKK baraj işçilerini taradı!” 17 Mart 2014
tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.internethaber.com/pkkteror-saldiri-kahramanmaras-nurhak-hes-baraj-isci-muharrem-erdogan-elbistan-442342h.htm
137_ A.g.e.
138_ Yeni Şafak (18 Ağustos 2013) “PKK-TİKKO baraj ortaklığı” 17 Mart 2014 tarihinde
aşağıdaki adresten alınmıştır:
http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/pkk-tikko-baraj-ortakligi-18.8.2013%20
-556056
139_ Bugün (26 Ağustos 2013) “Santralde çalışacak 12 bin kişiye nükleer sorgu” 3 Nisan
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://gundem.bugun.com.tr/
santralde-calisacak-12-bin-kisiye-nukleer-sorgu-haberi/770488
140_ Teymur, S. (2007 Ağustos) “A Conceptual Map for Understanding the Terrorist
Recruitment Process: Observation and Analysis of DHKP/C, PKK and Turkish
Hezbollah Terrorist Organizations” Doktora Tezi, University of North Texas.
141_ A.g.e.
142_ Radikal (21 Eylül 2013) “Ankara’da Emniyet’e roketli saldırı”
143_ University of Maryland Global Terrorism Database (2013, Aralık) 9 Haziran 2014
tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://apps.start.umd.edu/gtd/search/
Results.aspx?perpetrator=779
144_ Al Jazeera Türk (4 Haziran 2014) “DHKP-C: Maskeliler bizim Cephe milisleri”
145_ OdaTV (13 Mart 2014) “Okmeydanı cinayetini DHKP-C üstlendi”
146_ Serxwebun (1996, Aralık) Cilt. 180. 09 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir: http://www.serxwebun.org/arsiv/180/files/assets/downloads/
publication.pdf
147_ Sabah (22 Ekim 1997) “Karadeniz’de terör mercek altında”
148_ Türkiye Gazetesi (2 Haziran 1999) “Öcalan’dan şok itiraflar!..”
149_ Hürriyet (1 Mayıs 2014) “Türkiye bölümünde DHKP-C vurgusu”
150_ Ünal, C. (3 Mart 2013) “On the Blink of a Marginalizing Turkish Socialism,
Extremist Turkish Revolutionary Peoples Liberation Party-Front (DHKP-C) is
Signaling for More Actions in 2013” 10 Haziran 2013 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir: http://strategyonblog.blogspot.com.tr/2013/03/on-blink-ofmarginalizing-turkish.html
151_ NTVMSNBC (3 Nisan 2000) “Bir teröristin ‘Suriye’ itirafları”
152_ Sabah (31 Mart 2013) “İşte DHKP-C’nin Suriye üssü”
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 48
153_ ABD Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Bürosu , (2014, Nisan ) “Terörizm
Hakkında Ülke Raporu 2013: Bölüm 6. Yabancı Terörist Örgütler” s. 310
154_ University of Maryland Global Terrorism Database (2013, Aralık) 10 Haziran
2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.start.umd.edu/tops/
terrorist_organization_profile.asp?id=38
155_ Samanyolu Haber (8 Ocak 2008) “İstanbul’un terör haritası”
156_ Zaman (14 Nisan 2013) “Eski militanlar DHKP/C’yi anlattı: Ben teröristken...”
157_ Habertürk (24 Aralık 2007) “İşte Türkiye’deki terör örgütleri” Ayrıca, Kürdistan
Devrimci Partisi (KDP) gibi radikal sol ideolojilere sahip etnik ayrılıkçı örgütler de
mevcuttur.
158_ Milliyet (22 Temmuz 1998) “Karadeniz’in terör haritası”
159_ Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu (13 Şubat 2013)
“Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerini İnceleme Raporu”
24. Dönem 3. Yasama Yılı
160_ Bianet (26 Temmuz 2013) “Hydroelectric Plant Regulator Bombed in Dersim”
17 Haziran tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.bianet.org/
english/environment/148775-hydroelectric-plant-regulator-bombed-in-dersim
161_ Ajans Haber (07 Haziran 2014) “MLKP militanı Kayseri’de tutuklandı” 12 Haziran
tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.ajanshaber.com/mlkpmilitani-kayseride-tutuklandi-haberi/76720
162_ Bianet (26 Temmuz 2013) “Hydroelectric Plant Regulator Bombed in Dersim”
17 Haziran tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.bianet.org/
english/environment/148775-hydroelectric-plant-regulator-bombed-in-dersim
163_ Burada, söz konusu örgütlerin çevreye ilişkin endişeleri olması durumunda,
nükleer altyapıya saldırmamayı tercih edecekleri, çünkü bunun potansiyel
olarak çevresel felaketlere yol açabileceği öne sürülebilir. Buradaki akıl yürütme,
bu örgütlerin tek bir hareket tarzı olmadığı ve hedef seçimlerinde ve örgütsel
amaçlarında oldukça esnek olabilecekleridir. Hidroelektrik santrallerine ya
da diğer KUA’lara yapılan saldırıların mutlaka tamamen çevreci kaygılar ile
yapılmadıkları, çünkü bu örgütlerin hiçbirisinin tamamen çevreci bir gündem
üzerinde odaklanmadığı savunulabilir. Ayrıca, yazarların nükleer santrallere
yönelik tehditler olarak tanımladıkları olgu sadece tam kapsamlı bir erime ile
sınırlı değildir; örgütler elektrik şebekesinin kısımlarını ya da nükleer santral
çalışanlarını hedefleyebilirler ya da nükleer santralin varlığına yönelik tehditler
olmayan tehditler oluşturabilirler.
164_ The Journal of Turkish Weekly (18 Nisan 2007) “Turkish Hezbollah (Hizbullah) /
Kurdish Hezbollah”
165_ T24 (12 Ocak 2011) “Hizbullah’ın dünü, bugünü ve yarını”
166_ Yıldız, M. (2001) “Terrorism and Violence: Turkish Case” Turkish Journal of Police
Studies Cilt :3 (1-2) s. 39-56
167_ Human Rights Watch (16 Şubat 2000) “What is Turkey’s Hizbullah?” 11 Haziran
2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.hrw.org/legacy/
english/docs/2000/02/16/turkey3057.htm
168_ Harvey, B. (18 Ocak 2011) “Turkish Officer Says He Created Local Hezbollah
Group, Star Says” Bloomberg News
169_ Ilıcak, N. (25 Ocak 2011) “TBMM üzerine gitsin” Sabah
170_ Milliyet (23 Mart 2007) “Hizbullah davasında 9 yıl sonra karar”
171_ NTVMSNBC “Dehşet örgütü Hizbullah’ın içyüzü” 11 Haziran 2014 tarihinde
aşağıdaki adresten alınmıştır: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/4746.asp
172_ Çakır, R. (22 Nisan 2007) “Geçmiş, bugün ve gelecek kıskacında Türkiye
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 49
Hizbullahı” Birikim
173_ Radikal (22 Ocak 2013) “MİT’in ‘gizli’ Hizbullah raporu Meclis’te”
174_ Uslu, E. (2007, Bahar) “From Local Hizbollah to Global Terror: Militant Islam in
Turkey”Middle East Policy, Cilt 14. No. 1 s.124-141
175_ Uslu, E. (2007, Bahar) “From Local Hizbollah to Global Terror: Militant Islam in
Turkey”Middle East Policy, Cilt 14. No. 1 s. 137
176_ The Journal of Turkish Weekly (18 Nisan 2007) “Turkish Hezbollah (Hizbullah) /
Kurdish Hezbollah”
177_ Yıldız, M. (2001) “Terrorism and Violence: Turkish Case” Turkish Journal of Police
Studies Cilt :3 (1-2) s. 39-56
178_ Uslu, E. (2007, Bahar) “From Local Hizbollah to Global Terror: Militant Islam in
Turkey”Middle East Policy, Cilt 14. No. 1 s.124-141
179_ Jenkins, G. (15 Haziran 2010) “A New Front in the PKK Insurgency” ISN ETH
Zurich. 11 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.isn.
ethz.ch/Digital-Library/Articles/Detail//?lng=en&id=117499
180_ A.g.e.
181_ Radikal (12 Ocak 2011) “Hizbullahçılar kayıplara karıştı”
182_ Federation of American Scientists (28 Mayıs 2004) “Great East Islamic Raiders–
Front (IBDA-C)” 16 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://
fas.org/irp/world/para/ibda-c.htm
183_ Işık, M. (2013) “Şiddetin Dili Değişmez: DHKP-C ve İBDA-C Terör Örgütlerinin
Söylemlerinin Benzerliği Üzerine Bir İnceleme” Zinde Yayınları
184_ O’Byrne, David (9 Temmuz 2008) “’Al-Qaeda links’ to Istanbul attack” BBC News
185_ Hürriyet (4 Ocak 2008) “Terör örgütü İBDA-C üyelerinin lideri yakalandı”
186_ Milliyet (2 Ağustos 2005) “El Kaide Kasımpaşa’da dergi çıkarıyor!”
187_ Işık, M. (2013) “Şiddetin Dili Değişmez: DHKP-C ve İBDA-C Terör Örgütlerinin
Söylemlerinin Benzerliği Üzerine Bir İnceleme” Zinde Yayınları
188_ Emniyet Genel Müdürlüğü web sayfası (2012) “Al QAEDA” 15 Ağustos 2014
tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.egm.gov.tr/EN/Pages/
al_qaeda.aspx
189_ Hodgson, K. (8 Temmuz 2013) “The al Qaeda threat in Turkey” The Long War
Journal, 15 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.
longwarjournal.org/archives/2013/07/the_al_qaeda_threat_1.php
190_ Uslu, E. (27 Nisan 2009) “Turkish Police Target al-Qaeda Network in Turkey”
Eurasia Daily Monitor Cilt 6 Sayı: 80
191_ Akşam (9 Aralık 2011) “El Kaide TBMM’yi bombalayacaktı”
192_ Hodgson, K. (8 Temmuz 2013) “The al Qaeda threat in Turkey” The Long War
Journal, 15 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.
longwarjournal.org/archives/2013/07/the_al_qaeda_threat_1.php
193_ Stanford University: Mapping Militant Organizations (24 Temmuz 2014) “AlNusra Front” 17 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://
web.stanford.edu/group/mappingmilitants/cgi-bin/groups/view/493
194_ A.g.e.
195_ Mowatt-Larssen, R. (2010, Ocak) “Al Qaeda Weapons of Mass Destruction Threat:
Hype or Reality?”
196_ Council on Foreign Relations (1 Ocak 2006) “Targets for Terrorism: Nuclear
Facilities” 17 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.
cfr.org/homeland-security/targets-terrorism-nuclear-facilities/p10213
197_ Roggio, B. (11 Aralık 2007) “Al Qaeda, Taliban targeting Pakistani nuclear sites”
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 50
The Long War Journal
198_ The Telegraph (11 Ağustos 2009) “Pakistan’s nuclear baswes targeted by al-Qaeda”
199_ NTI (2013, Temmuz) “Country Profiles: Pakistan – Nuclear” 17 Ağustos 2014
tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.nti.org/country-profiles/
pakistan/nuclear/
200_ Doğan Haber Ajansı (11 Eylül 2013) “Türkiye’den kimyasal silah temin etmeye
çalışmışlar”
201_ Zaman (30 Ekim 2013) “’Sarin gazı’ davasının tek tutuklu sanığı Qassap tahliye
edildi”
202_ Ben, Smith vd., Islamic State of Iraq and the Levant and the Takeover of Mosul,
Standard Note 6915, The House of Commons Library, Haziran 2014 s. 2.
203_ Jessica, D, Lewis. Al Qaeda in Iraq Resurgent, ISW, Washington D.C., 2013, s. 7.
204_ Alex, Bilger. ISIS Annual Report Reveals a Metrics-Driven Military Command,
ISW, Washington D.C., 2014, s.2
205_ http://www.hurriyetdailynews.com/isil-kidnaps-turkish-consul-special-forceschildren-in-northern-iraqi-hotspot.aspx? PageID=238&NID=67660&NewsCat
ID=352, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014.
206_ http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/ankara_icin_isid_tehlikesi_
mi_sunni_isyani_mi-1197149, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014.
207_ http://www.thedailybeast.com/articles/2014/06/14/america-s-allies-arefunding-isis.html, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014.
208_ Elizabeth, Dickinson. Playing with Fire: Why Private Gulf Financing for Syria’s
Extremist Rebels Risks Igniting Sectarian Conflict at Home, The Brookings
Institute, 2013, s. 1.
209_ http://www.nytimes.com/2013/11/13/world/middleeast/private-donors-fundsadd-wild-card-to-war-in-syria.html? pagewanted=1&_r=0, Erişildiği tarih: 22
Haziran 2014.
210_ http://www.theguardian.com/world/2014/jun/15/iraq-isis-arrest-jihadistswealth-power, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014.
211_ Michael, Knights. “The ISIL’s Stand in the Ramadi-Falluja Corridor”, CTC Sentinel,
Cilt 7 Sayı 5, Mayıs 2014.
212_ http://www.janes.com/article/39550/iraqi-abrams-losses-revealed, Erişildiği
tarih: 23 Haziran 2014.
213_ CNN, “ISIS can ‘muster’ between 20,000 and 31,500 fighters, CIA says” (12 Eylül
2014)
214_ Al Jazeera, “Islamic State ‘has 50,000 fighters in Syria”, (19 Ağustos 2014)
215_ Zaman “Selefi Türklerin dönüşü!” (10 Temmuz 2014)
216_ Today’s Zaman “Story of former militant reveals young Turks attracted by ISIL” (6
Haziran 2014)
217_ Jenkins, B. M. “An Evil Wind: Will the Americans and Europeans flocking to ISIS
return as hardened terrorists?” Slate Magazine (30 Temmuz 2014)
218_ Cumhuriyet “IŞİD’e yakın gruptan İstanbul’da gösteri gibi piknik” (29 Temmuz
2014)
219_ Vice News, “The Islamic State: Part 2” (10 Ağustos 2014)
220_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer
Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve
Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm XI s. 39 http://www.csb.gov.tr/turkce/
dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf
221_ A.g.e.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 51
Türkiye’nin Nükleer
Altyapısının Emniyetini
Etkili Bir Biçimde Sağlama
Kabiliyetinin Değerlendirmesi:
Şeffaflık ve Bütünleşik Bir
Yaklaşıma Olan İhtiyaç
Ahmet K. Han
Rektör Danışmanı ve Fakülte Üyesi, Kadir Has Üniversitesi
Yönetim Kurulu Üyesi, EDAM
Mitat Celikpala
Dekan, Sosyal Bilimler Yüksek Okulu, Kadir Has Üniversitesi
Doruk Ergun
Araştırma Görevlisi, EDAM
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 52
GİRİŞ
Türkiye, nükleer enerjiye geçiş için adımlar atmaktadır; bunların sonuncusu
Akkuyu nükleer güç santralinin (NGS) çevresel etki değerlendirmesinin
onaylanması ve böylece tesisin inşasının yolunun açılmış olmasıdır. Bununla
birlikte, nükleer enerji fırsatların yanı sıra riskleri de beraberinde getirmektedir
ve Türkiye’nin, gelecekteki nükleer altyapısının ve bağlantılı operasyonlarının
güvenliğini sağlamak için sağlam bir çerçevesi mevcut değildir.
Kazalar, sabotaj, terör saldırıları ve işletmedeki beklenmeyen aksaklıkların hepsi
insani, ekonomik, ticari ve politik maliyetlere, ayrıca bir prestij kaybına yol
açmaktadır. Bu olaylar zinciri, ülkenin kredi notunun düşmesine yol açabilir ve
konumu ne kadar stratejik ve enerji kaynakları ne kadar zengin olursa olsun, ev
sahibi ülkenin diğerlerinin gözündeki çekiciliğini azaltabilir. Bu nedenle, kritik
elektrik altyapısının (KEA) ve özellikle nükleer santrallerin güvenliği ve emniyeti,
enerji arzının ve talebinin güvenliği kadar önemlidir, çünkü her ikisini de doğrudan
etkileyebilir. Türkiye, nükleer tesislerinin emniyetini yeterli şekilde sağlamak için,
hem genel olarak KEA’nın hem de özel olarak nükleer santrallerin korunmasına
yönelik çok katmanlı ve bütünsel bir çerçeveyi yürürlüğe koymak zorundadır.
Bu çalışma, Akkuyu’yu bir vaka çalışması olarak ele alarak, Türkiye’nin
nükleer altyapısına yönelik olası tehditleri değerlendirmeyi ve bu kritik varlığın
korunmasına yönelik müdahale kabiliyetlerinin yanı sıra, halihazırda oluşturulmuş
olan yasal ve düzenleyici çerçeveyi analiz etmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla,
çalışmada ilk olarak kritik enerji altyapısının fiziki güvenliğine yönelik olarak
uluslararası düzeyde oluşturulmuş çerçeveler analiz edilecek, ardından Türkiye’nin
kritik ve nükleer altyapı güvenliğine ilişkin politikaları değerlendirilecek ve son
olarak mevcut çerçeveyi iyileştirmeye yönelik tavsiyeler sunulacaktır.
Kritik Enerji Altyapısının Fiziki Güvenliğinin Yapı
Taşları
KEA’nın fiziki güvenliği çeşitli öngörülebilir, insan kaynaklı ve - doğal afetler
benzeri kestirilemez ve önlenemez mücbir sebepler gibi - öngörülemez faktörlere
bağlıdır. Bu faktörlerin çokluğu ve bazılarının öngörülemez nitelikte olması,
karmaşık ve etkili güvenlik sistemlerinin oluşturulmasını gerektirir. Yerleşim
alanlarına yakın nükleer tesisler, rafineriler ya da boru hatlarında hem inşaat hem
de işletme aşamaları sırasında yangın, kazalar, kasıtlı saldırılar ve çeşitli teknik ve
fiziki sorunlar ile karşılaşılabilir, bu nedenle proje aşamasından başlayıp işletme
aşaması boyunca devam eden süre boyunca kesintisiz olarak KEA’nın güvenliğinin
sağlanması bir mecburiyet haline gelmektedir.
KEA tesislerinin ve sistemlerinin güvenliğine karşı güncel ve muhtemel tehditlere
yönelik çözümler tasarlanırken, yasal, teknik ve idari hususları da barındıran çok
boyutlu bir yaklaşımın izlenmesi gerekir. Farklı kurumların bir arada çalışması
ve uluslararası işbirliği bunu mümkün kılmanın elzem bir boyutudur. Kritik
altyapının güvenliğini sağlamak için, ilgili makamların meseleyi benimsemesi,
yasal bir zemin oluşturması ve politikanın farklı kısımlarına göre sorumlulukları
dağıtması ve bu çabalara eş zamanlı olarak öncülük etmesi gereklidir. Tehdit
ortamı sabit olmadığı ve zaman içerisinde değiştiği için, KEA’ya ve ilgili tesislerin
muhtemel güvenlik açıklarına yönelik tehditler sürekli olarak değerlendirilmelidir.
Müdahale mekanizmaları teknolojik gelişmelere göre şekillendirilmeli, en iyi
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 53
uygulamalar benimsenmeli ve tatbik edilmelidir. Ayrıca, elektronik sistemler
KEA’nın hem işletilmesinde hem de güvenliğinin sağlanmasında çok önemli
hale geldiğinden, elektronik sistemlere yönelik siber tehditler konusunda hem
yerel hem de uluslararası farkındalık arttırılmalıdır. KEA’nın işletilmesinin ve
güvenliğinin tüm boyutlarında insan etkeni de mevcuttur ve bu durum, gereken
şekilde eğitilmiş ve deneyimli bir iş gücü gerektirir. Hem kamu sektörü hem
de özel sektör KEA’da paydaştır, bu itibarla, söz konusu tesislerin sorunsuz ve
güvenli işleyişini sağlamak için düzenli olarak işbirliği yapmaları gereklidir.
KEA ile İlgili Uluslararası Kuruluşlar ve İşbirliği
Çerçevesi
Türkiye nükleer emniyet ve silahların yayılmasını önleme düzenlemelerinin
olduğu gibi, kritik altyapı güvenliğiyle ilgilenen uluslararası düzenlemelerin de
bir parçasıdır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Bakanlar Kurulu,
Kasım 2007’de Madrid’te yapılan on beşinci toplantısının ardından, “Kritik
Enerji Altyapısının Terör Saldırılarından Korunması” başlıklı 6/07 sayılı Kararı
yayınlamıştır. 2006 yılında kabul edilen BM Küresel Terörle Mücadele Stratejisi’ni
ve G8 Küresel Enerji Güvenliği Eylem Planı’nda olduğu gibi AGİT de üyelerine
ulusal düzeyde tüm gerekli önlemleri almaları, KEA’ya yönelik artan terör saldırısı
tehdidinin üzerine eğilmeleri ve üye ülkelere işbirliği yapmaları ve önlemlerini
koordine etmeleri çağrısında bulunmuştur. Ayrıca Genel Sekretere, ilgili uluslararası
kuruluşlar ile işbirliği olanakları araması ve devam eden faaliyetleri tekrarlamadan
en iyi uygulamaların paylaşılmasını kolaylaştırması görevini vermiştir.1
AGİT, 2010 yılında Viyana’da düzenlenen Nükleer Olmayan Kritik Enerji
Altyapısının Terör Saldırılarından Korunması Hakkında Kamu-Özel Uzman
Çalıştayı gibi çabaların ışığında, Nükleer Olmayan Kritik Enerji Altyapısının
(NNCEIP) Siber-uzaydan Kaynaklanan Tehditlere Odaklanan Terör Saldırılarından
Korunması Hakkında İyi Uygulamalar Kılavuzu’nun yayınlanmasına olanak
sağlamıştır. Kılavuz, üye devletlerden kamu ve özel sektör uzmanları ile NATO ve
Avrupa Birliği’nden (AB) uzmanların işbirliği ile Mart 2013’te yayınlanmıştır.2
Konuya NATO da ilgi göstermiştir, bunun bir örneği Güvenliğin Sivil Boyutuna
İlişkin Parlamenter Asamblesi Komitesi’nin 2007 senesinde yıllık oturum raporu
olan “Kritik Altyapıların Korunması” raporunun yayınlanmasıdır.3 Müttefikler,
bir yıl sonra yapılan Bükreş Zirvesi’nde, 2010 Stratejik Konsepti ile birlikte,
Yeni Güvenlik Sorunları Birimi’nde yer alacak Enerji Güvenliği Bölümü’ne
dönüşecek süreci başlatan “NATO’nun Enerji Güvenliğindeki Rolü” raporunu
yayınlamışlardır. Bükreş Zirvesi’nin ardından, “kritik enerji altyapısının ve nakil
alanları ve hatlarının korunması, ortaklar ile işbirliği ve stratejik değerlendirmeler
ile beklenmedik durum planlaması temelinde Müttefikler arasında istişareler
dahil olmak üzere” enerji güvenliğine katkı sağlayacak bir kapasite geliştirilmesi,
İttifak’ın hedefleri haline gelmiştir.4 Ayrıca 2012 yılında, NATO Enerji Güvenliği
Mükemmeliyet Merkezi Litvanya’da akredite edilmiştir.
Bu çabalar, NATO’nun siber güvenlik sağlamaya ve Müttefikler arasında siber
savunma konusundaki işbirliğini geliştirmeye yönelik gittikçe daha iddialı hale
gelen programları ile desteklenmektedir. İttifak, 2014’teki Galler Zirvesi’nde, yeni
bir Geliştirilmiş Siber Savunma Politikası’nı yürürlüğe koymuştur. Yeni politika
uyarınca, üye bir devlete yapılan siber saldırılar, müşterek meşru müdafaa görevi
olarak kabul edilmektedir. Bu saldırıların, Müttefikler’in Madde V (müşterek
müdafaa) altındaki taahhütlerinin işletilmesini gerektirip gerektirmediğine,
duruma göre karar verilecektir. Yeni NATO stratejisi ayrıca NATO Endüstri Siber
Ortaklığı, NATO siber saha (cyber range) kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve AB
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 54
gibi uluslararası kuruluşlar ile işbirliği yapılması yoluyla endüstriler ile artan
işbirliğine bağlılık vurgusu yapmaktadır.5
UAEA ve Nükleer Emniyet
Küresel ölçekte nükleer altyapı güvenliği ve standardizasyonu konusunda
çalışan başlıca uluslararası kuruluş Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’dır (UAEA).
Bütünleşik bir yaklaşım kavramı, UAEA’nın çerçevesinin temelini oluşturmaktadır.
UAEA, nükleer emniyeti, “nükleer ya da diğer radyoaktif maddeler ya da bunların
bağlantılı tesisleri ile bağlantılı hırsızlık, sabotaj, izinsiz erişim, yasadışı aktarım
ya da diğer kötü niyetli faaliyetlerin önlenmesi ve tespiti ve bunlara müdahale
edilmesi” olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle ‘fiziki koruma’, nükleer emniyet
konusunda nükleer güvenlikte olduğundan daha büyük bir role sahiptir.
UAEA literatürü, nükleer emniyet kültürünün, kurumun temelinde yatan tema
olduğunu önermektedir. UAEA’ya göre, nükleer emniyet kültürü “bireyler,
kuruluşlar ve kurumların, nükleer emniyeti desteklemek ve geliştirmek için bir yol
görevi gören özellikleri, tavırları ve davranışlarının birleşimi... Nükleer emniyet
kültürünün temelini, muteber bir tehdit bulunduğunun ve nükleer emniyetin önemli
olduğunun kabul edilmesi oluşturur.” şeklinde tanımlanmaktadır Böyle bir kültürün
oluşturulması “nihai olarak bireylere bağlıdır: politika yapıcılar, düzenleyiciler,
yöneticiler, çalışanlarlar - ve belli bir dereceye kadar - vatandaşlar... Bir nükleer
emniyet kültürü kavramı - ve teşvik edilmesi ile geliştirilmesi - uluslararası rehberlik
oluşturulması ve kamu sektörü ile özel sektör de dâhil olmak üzere ilişkili her
kesimin farkındalık düzeylerinin arttırılması hedefiyle düzenlenir”.6
UAEA, nükleer emniyet ve güvenlik kültürü anlayışı temelinde, kapsamlı bir
nükleer emniyet rejimi kurulmasını istemekte ve böyle bir rejimin oluşturulmasına
yönelik küresel standartları geliştirmeyi amaçlamaktadır. Kurumun görüşüne
göre, “Bir nükleer emniyet rejimi, aşağıdakileri içeren bir dizi unsuru ve faaliyeti
kapsar: mevzuat ve düzenlemeler; istihbarat toplama; radyoaktif maddelere ve
ilgili yerlere ve tesislere yönelik tehditlerin değerlendirmesi; idari sistemler; çeşitli
teknik donanım sistemleri; müdahale kabiliyetleri ve risk hafifletme faaliyetleri.”7
Böylesi kapsamlı, küresel bir rejimin oluşturulması öncelikle devletlerin
sorumluluğuna girmektedir; ancak aynı zamanda, hükümetlerin nükleer
endüstri ile işbirliği yapmasını da gerektirmektedir. İlişkilerin karmaşık yapısı ve
uluslararası işbirliğinin kaçınılmazlığı, UAEA’yı nükleer güvenliğe ve emniyete
yönelik riskleri dört grup halinde sınıflandırmaya sevk etmiştir: emniyet riskleri,
üretim ve işletme ile ilgili riskler, ticari ve mali riskler ve stratejik riskler. Oak Ridge
olayı, nükleer santrallere yönelik fiziki emniyet risklerini ele almak için bütünleşik
bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Emniyet Kültürü ve İnsan Faktörü: Y-12 Oak Ridge
Örneği
Nükleer emniyet konularında sorumluluk daha çok hükümete ve düzenleyici
makamlara aittir; bu da düzenlemeleri ve bunların uygulanmasını, nükleer altyapı
emniyetinin en önemli boyutu haline getirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri
muhtemelen dünyadaki en donanımlı düzenleyici yapıya sahiptir. Yalnızca
ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu bile yaklaşık 3.900 çalışana ve 1 milyar
doların üzerinde bir bütçeye sahiptir. Enerji Bakanlığı tarafından çıkarılanlar gibi
federal yönetmelikler ve ABD Deniz Kuvvetleri’nin yönetmelikleri gibi askeri
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 55
yönetmelikler, Amerika Birleşik Devletleri’nin nükleer düzenleme kabiliyetlerini
daha da arttırmaktadır.8
Ancak bunların tümü, biri 83 yaşındaki bir rahibe9 olmak üzere hepsi 50 yaşın
üzerindeki üç protestocuyu, Temmuz 2012 tarihinde dış çeper güvenliğini
aşarak Y-12 Oak Ridge Ulusal Güvenlik Kompleksi’ndeki Yüksek Oranda
Zenginleştirilmiş Uranyum Materyalleri Tesisini çevreleyen alana erişmekten
alıkoyamamıştır. Y-12 kompleksinin daha önce ABD’deki en güvenli tesislerden
biri olarak kabul edilmekteydi; tesisin güvenliği için sadece o yıl için 150 milyon
doların harcandığını belirtmekte fayda vardır.10
ABD Enerji Bakanlığı’nın olayla ilgili soruşturması, tesisin güvenlik personeli ve
yönetiminin “...alarmlara müdahale etmede yetersizlik... telafi edici önlemlere aşırı
güven, emniyet protokollerini anlamama [ve] zayıf iletişim” sergilediğini ortaya
koymuştur.11 Aslına bakılırsa, protestocular tesis bekçisinin aracına yaklaşmış ve
bekçi onları fark etmeden önce kendileri “teslim” olmuşlardır; bunun ardından
bekçi, protestocuların “başıboş dolaşmalarına ve sırt çantalarından çeşitli eşyalar
çıkarmalarına”12 izin vermiş ve bir güvenlik şefi olay yerine geldikten sonra bile
bölgeyi emniyete almak için herhangi bir önlem almamıştır. Ayrıca, emniyet
donanımının bakımı ve onarımı zamanında tamamlanmamış ve bunların
yokluğunun nükleer tesisin emniyeti üzerindeki toplam etkisi pek dikkate
alınmamıştır. Sorun; bakım, onarım ve risk yönetimi maliyetlerinin telafi edici
önlemlere aşırı güvenilmesine ve donanımın hiç onarılmamasına yol açabilecek
olması ihtimali ile daha da kötüleşmiştir.13 Denetleme süreci, “üç ayda bir
hazırlanan saha ofisi raporları, yüklenicilerin kendi yaptıkları değerlendirmelerin
sonuçlarına dayalı olduğundan” bu eksiklikleri belirlemede başarısız olmuştur.14
Y-12 olayı, nükleer tesislerin emniyetini sağlamanın hiç durmayan bir operasyon
olduğunu açıkça hatırlatmaktadır. Hem emniyet önlemlerinin hem de beklenmedik
durum planlarının zamanında denetlenmesi, sınanması ve güncellenmesi
gereklidir. Ayrıca denetleyicinin teknik kapasitesi ve bağımsızlığı da çok önemli
hususlardır, nitekim bu olay sadece yüklenicinin kendi yaptığı değerlendirmelere
ve emniyet önlemlerine güvenmenin yeterli olmayacağını açıkçagöstermektedir..
2012-2014 yılları arasında ABD’nin nükleer cephaneliğinin nasıl korunduğu
konusunda yapılan bazı incelemeler önemli sorunlar olduğunu ortaya
çıkarmıştır; bu sorunların arasında patlama kapılarının açık bırakılması15, sertifika
sınavlarındaki bir kopya çekme skandalı16 ve personelin uyuşturucu kullanması
da bulunmaktadır17. Tüm bunlar, emniyet önlemleri ne kadar sağlam olursa olsun,
insan faktörünün nükleer tesislerin emniyetinin sağlanmasının önemli bir parçası
olduğunu ve nükleer santrallerin insan hatalarına karşı bağışıklığı olmadığını
gözler önüne sermektedir. Yetkin personel çalıştırılması, bu personelin uygun
şekilde eğitilmesi ve performanslarının düzenli olarak ve sıkı bir biçimde gözden
geçirilmesi, nükleer santrallerin emniyetini sağlamanın elzem parçalarıdır.
Benzer şekilde insan faktörü, en alt seviyedeki işletmeci ve personelden, en üst
seviyedeki düzenleyicilere ve karar vericilere kadar uzanan emniyet kültürü
çatısının en önemli parçasıdır. Her bir bireyin amelleri ve görevleri tabiatı
itibariyle diğerlerininkinden farklı olabilecek olsa da, işletimin genel çerçevesi
içindeki her bir birey emniyet ile ilgili ortak değerler ve uygulamalar konusunda
eğitilmeli ve bunlara uymaları teşvik edilmelidir. Bu değerler ve uygulamalar,
emniyet konularına iştirak etmeyi ve bu konularda sorumluluk almayı, hem
içerideki hem de dışarıdaki kişiler ile hassas bilgileri paylaşırken dikkatli olmayı,
endişe uyandıran davranışları ve faaliyetleri zamanında bildirmeyi ve koruyucu
önlemlere uymayı içermektedir, ancak bunlarla sınırlı değildir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 56
TÜRKİYE’DEKİ KRİTİK ENERJİ
ALTYAPISI
Nükleer altyapının emniyeti, Türkiye için nispeten yeni bir gündem maddesidir.
Mevcut ve planlanan petrol ve doğal gaz boru hattı projeleri, kritik elektrik
altyapısının (KEA) emniyeti konusunu, ulusal tartışmaların ön sıralarına taşımıştır.
Bölgesel istikrarsızlık ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gibi terör örgütlerinin olası
saldırıları nedeniyle KEA’ya yönelik tehditler, öncelikle petrol ve doğal gaz boru
hatlarının emniyetini bir endişe konusu haline getirmiştir.
PKK, 5 Ağustos 2008 tarihinde, Erzincan ilinin Refahiye ilçesi yakınında BaküTiflis-Ceyhan boru hattına saldırarak sadece nakliye gelirlerinde günlük 5 milyon
dolar tahmini bir zarar yol açtığını iddia etmiştir. Bununla birlikte daha yeni
iddialar, bu emniyet ihlalinin suçlusu olarak Rusya kaynaklı bir siber saldırıya
işaret etmektedir.18 Bu acil sorunlara rağmen Türkiye, çoğu kesimin ülkenin
emniyet sistemindeki en temel eksikliklerden biri olduğunu öne sürdüğü tamamen
bütünleşik bir KEA güvenlik ve emniyet çerçevesini henüz benimsememiştir.
Türkiye, kritik ulusal altyapıyı (KUA) tanımlamak ve başlangıçta Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve daha yakın zamanda Başbakanlık
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından öncülük edilen
kapsayıcı bir siber güvenlik politikası konusunda ilerleme kaydetmek için çaba
göstermiştir.19 Bu çabalar şu ana kadar, KUA’nın savunulması için kapsamlı bir
strateji oluşturulması bir yana, KUA’nın açık bir tanımını dahi yapmamıştır. Bu
nedenle Türkiye bu konuda Avrupalı ve okyanus ötesi emsallerinin gerisinde
kalmaya devam etmektedir. Yine de bu durum, doğru kullanılması halinde
Türkiye’ye, diğer ülkelerin deneyimlerini ve en iyi uygulamalarını bir araya
getirme ve sağlam politikalar hazırlamak için bunları Türkiye’ye özgü coğrafi,
sosyal ve çevresel koşullar ile birleştirme fırsatı sağlayabilir.
Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından
hazırlanan bir tavsiye raporu, kritik altyapıyı aşağıdaki şekilde tanımlamaktadır:
“zarar görmesi ya da işlevsiz hale gelmesi durumunda ekonomik, ticari, siyasi
ve sosyal hayatın normal seyrinde ciddi aksama ve sorunlara yol açacak,
toplumsal düzeni ve ulusal güvenliği aksatacak tesis ve sistemler (unsurlar)”20.
Kritik altyapı ile ilgili modern ve kapsamlı bir düzenlemenin yürürlüğe konmasına
yönelik ilk adım Mart 2009’da, Başbakanlık himayesindeki e-Mevzuat Çalışma
Grubu tarafından atılmıştır. Çalışma grubu, 7 Ağustos 2009 tarihinde “e-Devlet
ve Bilgi Toplumu Kanun Tasarısı Taslağı”nı hazırlamıştır. Bu belgede kritik altyapı
ve kritik bilgi altyapısı terimleri doğrudan geçmemiş olmakla birlikte, kanun
taslağı kritik bilgi sistemini tanımlamakta, ancak daha ötesine geçmemektedir. 2013
yılında, kritik ulusal altyapının daha kapsamlı bir tanımı, Siber Güvenlik Kurulu
tarafından, 25 Mart 2013 tarih ve 2013/4890 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca
yürürlüğe giren “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı”nda
oluşturulmuştur. Kritik altyapı, tavsiye belgesine benzer şekilde, aşağıdaki şekilde
tanımlanmaktadır:
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 57
İşlediği bilginin gizliliği, bütünlüğü ya da erişilebilirliği bozulduğunda,
- Can kaybına,
- Büyük ölçekli ekonomik zarara,
- Ulusal güvenlik açıklarına veya kamu düzeninin bozulmasına
yol açabilecek bilişim sistemlerini barındıran altyapılar.21
Bu düzenlemelerin oldukça taze ve kritik altyapıya yönelik tehditleri ele alma
fikrinin yeni olduğu dikkate alındığında, Türkiye’deki kritik altyapı unsurları
hakkında geniş ve kapsamlı bir politika oluşturulması halen emekleme aşamasında
olduğu görülmektedir.
1981 yılında onaylanan ve 1983 yılında yürürlüğe giren 2565 sayılı “Askeri
Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu”, dolaylı olarak kritik altyapıların
korunması ile ilgilenen ilk düzenleme olarak görülebilir.22 Bu kanundaki
21. madde, askeri yasak bölgeleri ve güvenlik bölgelerini ayrıntılı olarak
listelemektedir. Dâhil edilen bölgeler, “yurt savunmasına veya yurt ekonomisine
önemli ölçüde katkıda bulunan ve kısmen dahi tahripleri veya geçici bir zaman
için faaliyetten alıkonmaları halinde milli güvenlik veya toplum hayatı bakımından
olumsuz sonuçlar doğurabilecek kamu veya özel kuruluşlara ait” bölgelerdir.23
Yönetmelikte kullanılan terminoloji, kritik altyapılar ve bunların güvenliği için
standart bir tanım kümesi sağlayabilirdi. Bu yasa Genelkurmay Başkanlığı’na ve dolayısıyla devlete - bu bölgeleri kurma ve kaldırma yetkisi vermektedir. Söz
konusu kanunun konunun sadece askeri ve güvenlik yönlerine odaklanması ve
süreç içindeki diğer aktörlere sadece kısıtlı bir rol vermesi, başlıca noksanıdır.
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ve Nabucco doğal gaz boru hattı gibi çok uluslu
projeler, Türkiye’nin KEA’sının güvenliğinin, standart düzenlemeler yerine belirli
bir proje için tasarlanmış duruma özel uluslararası antlaşmalar ile düzenlendiğini,
bunun ise yetkilerin ve sorumlulukların dağıtılmasında farklı ölçütlerin
uygulanmasına yol açtığını göstermektedir.
Bu durum, usullerde ve kurumsal kültürde benzerliklerin geliştirilmesini
sağlayacak eşgüdümlü çabaların yokluğuna delalet etmektedir. Mevcut
teşkilat yapısı içinde özellikle bu konu ile ilgilenen özel bir organın ya da
birimin bulunmaması belirsizlik yaratmakta ve sayıca artmakta olan KEA
unsurlarınıngüvenliğini ve emniyetini tehlikeye atmaktadır. Nükleer enerjinin
Türkiye’nin enerji karışımına dâhil edilmesi kuşkusuz ilgili zorlukların artmasına
neden olacak ve kapsamlı ve eşgüdümlü bir çaba gereksinimini kaçınılmaz
hale getirecektir. Politika planının bütünleşik bir çerçeveye odaklanması
gerekmekle birlikte, KEA’nın güvenliğini sağlamaya yönelik bir strateji, nükleer
altyapının özelliklerini de dikkate almalıdır. Nükleer enerjinin kendine özgü
yönleri, konu ile ilgilenen kurumlar genelinde kapsamlı bir nükleer güvenlik ve
emniyet kültürünün benimsenmesini gerektirmektedir. UAEA, nükleer emniyet
kültürünün, “muteber bir tehdit bulunduğunun ve nükleer emniyetin önemli
olduğunun kabul edilmesini” gerektirdiğinin altını çizmektedir.24 Kurum ayrıca,
emniyetin fiziki ve siber boyutlarını eş zamanlı olarak dikkate alan “bütünleşik bir
yaklaşım” gerekliliğini vurgulamaktadır.
Türkiye, 1959 yılında Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezindeki
(ÇNAEM) TR-2 Araştırma Reaktörünün kurulmasından bu yana nükleer emniyet
ve güvenlik konularında kayda değer ölçüde bilgi ve deneyim edinmiştir.
ÇNAEM, Ulusal Radyasyon Acil Durum Eylem Planı Taslağına göre radyasyon
acil durumu açısından tehlike sınıflandırmasında 2. kategoride yer almaktadır..25
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 58
Ancak Türkiye, büyük ölçekli nükleer enerji konusunda deneyime sahip değildir.
Örneğin Akkuyu Nükleer Santrali (NGS), aynı taslak plana göre 1. kategori
olarak belirlenmiştir.26 Türkiye, bu deneyim eksikliğini telafi etmek için adımlar
atmadıkça, –sahipleri ekseriyetle uluslar arası olan boru hattı şebekelerine,
hidroelektrik santrallerine ve mevcut rafinelerine dayanan saha içi ve saha dışı
KEA emniyeti konusundaki uzmanlığına güvenmesi gerekecektir. Yine de bu
yaklaşım, nükleer santrallerin emniyetini sağlamanın kendine özgü zorluklarını
dikkate alamayacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin kabiliyetlerini geliştirmek için
en iyi yaklaşım, Türkiye’nin kendi kurallarını oluşturmak için bir temel olarak
uluslararası en iyi uygulamalardan yararlanmasıdır.
Nükleer Altyapının Fiziki Güvenliği ve Emniyetine
İlişkin Mevcut Düzenlemeler: Akkuyu ve Sinop
Mevcut düzenlemeler uyarınca, kritik ulusal altyapının saha içi fiziki güvenliği,
7 Ekim 2004 tarihinde kabul edilen Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun’da
belirtildiği gibi özel güvenlik şirketleri tarafından sağlanacaktır.27 Bu kanuna
göre, bireyler ya da şirketler güvenlik şirketleri kiralayabilir ya da özel güvenlik
komisyonu tarafından karar verilmesi ve vali tarafından onaylanması durumunda
güvenlik birimleri kurabilir. Özel güvenlik komisyonları, vali yardımcısının
başkanlığı altında her bir ilde kurulacak komisyonlardır. Komisyonun üyeleri
şunlardır: il emniyet müdürü, il jandarma komutanı, ticaret odası temsilcileri ve
sanayi odası temsilcileri. Bir şirketin hem kendi içinde güvenlik birimleri kurması
hem de bir güvenlik şirketi kiralamasının önünde herhangi bir yasal engel yoktur.
Asgari personel miktarını ve özelliklerini, silahları, ekipmanı ve gerekirse diğer
teçhizata dayalı güvenlik önlemlerini belirleme yetkisi özel güvenlik komisyonuna
aittir.
Genel olarak kritik ulusal altyapının saha içi güvenliği, Türk güvenlik güçlerinin
teknoloji, istihbarat ve özel kuvvetler unsurları ile işbirliği içinde sağlanmaktadır.28
Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Emniyet Genel Müdürlüğü saha dışı
güvenlik sağlayabilir ve saha içi güvenlik önlemlerini denetleyebilir, ancak özel
düzenlemeler mevcut olmadığı sürece, bu kurumların yetkisi özel kurumlara ait
tesislere saha içi güvenlik sağlanmasını kapsamamaktadır.
Halihazırdaki koşullarda Akkuyu ve Sinop santrallerini inşa eden şirketler,
kendi güvenlik önlemlerine kendileri karar vereceklerdir. Büyük olasılıkla, saha
içi güvenlik sağlayıcısı olarak bir şirket kiralayacaklardır. Bu karar, Türkiye’nin
nükleer düzenleyicisi olan TAEK, proje şirketinin kendisi ve Türk güvenlik güçleri
tarafından onaylanacak ve denetlenecektir.29 Mevcut kabiliyetleri göz önünde
bulundurulduğunda TAEK’in denetlemeler için de Türk güvenlik güçlerinin
varlıklarına ve uzmanlığına itimat etmesi muhtemeldir. Politika çevrelerinde,
denetlemelerin yapılmasına dair usullerin oluşturulması ve sorumlulukların
paydaşlar arasında hatları net bir şekilde dağıtılması adımlar atılmaya devam
etmektedir. Kurumların farklı öncelikleri olabileceği ve bu nedenle birbirleriyle
çelişen denetleme değerlendirmeleri yapabilecekleri dikkate alınırsa, paydaşlar
arasında bir “komuta zinciri” olmaması durumunda, proje şirketinin kimin
kriterlerine uyması gerektiği ile ilgili sorunlar bir ihtilaf kaynağı olabilir. Bu
tür sorunları her seferinde eldeki duruma göre çözmeye çalışmak bürokratik
çekişmeler nedeniyle gecikmelere yol açabileceğinden, ilgili kurumlar için
hiyerarşik bir yapı ve belirgin sorumluluk alanları oluşturulması daha yeğdir.
Tesisin saha içi güvenliğinin sağlanması, çok taraflı eşgüdüm ve işbirliği gerektirir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 59
Mevcut koşullar altında, saha içi fiziki güvenliği özel güvenlik şirketlerinin
sağlayacağı öngörülmektedir; bu da özel Türk ve Rus şirketlerinin kendi
hükümetlerinin onayına tabi olarak işbirliği yapmalarını gerektirmektedir. Görevin
ehemmiyeti dikkate alındığında, söz konusu şirketlerin yetkinliğinin, bu şirketlerin
seçilmesi için temel kıstas olması gerektiğinin altı çizilmelidir.
Nükleer santrallerin emniyet önlemlerine ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı
düzenlemelerin ve kuralların yokluğunda, bu tesisler boru hatları gibi diğer
kritik ulusal altyapılardan farklı görülmezler. Bu durumda, nükleer ve radyolojik
materyallerin taşıdığı fıtri riskler ve bunları koruyamamanın doğurabileceği vahim
etkiler gözden kaçırılacaktır. Dahası, emniyet gerekliliklerinin oluşturulmasından
ve denetimden sorumlu bir yönetim makamının yokluğunda, Akkuyu ve
Sinop’taki emniyet önlemleri farklı ve vakaya münhasır ölçütlere tabi olacaktır.
Akkuyu ile ilgili olarak Türkiye ile Rusya arasında imzalanan resmi
anlaşmada, tesisin emniyetinden sadece uluslararası anlaşmalar bağlamında
bahsedilmektedir.30 Anlaşma, her iki tarafında imzaladığı, aşağıdakileri
içeren ancak bunlarla sınırlı olmayan sözleşmeleri ve anlaşmaları belirterek
başlamaktadır: Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (1 Temmuz
1968), Nükleer Kazaların Erken Bildirimine İlişkin Sözleşme (26 Eylül 1986),
Nükleer Güvenlik Sözleşmesi (17 Haziran 1994), Nükleer Maddelerin Fiziksel
Korunması Sözleşmesi (26 Ekim 1979) ve 6 Ağustos 2009 tarihinde Türkiye ile
Rusya arasında imzalanan Nükleer Bir Kazanın Erken Bildirimine ve Nükleer
Tesisler Hakkında Bilgi Değişimine İlişkin Anlaşma. Türkiye-Rusya Akkuyu
anlaşması, UAEA’nin Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin
Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşmesine (5 Eylül 1997) atıfta bulunmaktadır.
Ayrıca nükleer donanımın, maddelerin, nükleer olmayan özel donanımın, ilgili
teknolojilerin ve bunların yan ürünlerinin, Rusya topraklarında bulundukları
süre içinde Sovyetler Birliği ile yapılan NPT güvence denetimi anlaşmalarına
(21 Şubat 1985) ve Türkiye topraklarında bulundukları süre içinde Türkiye ile
yapılan NPT güvence denetimi anlaşmalarına (30 Haziran 1981) tabi olacakları
vurgulanmaktadır.
Türk düzenlemeleri ile ilgili yegane iki referans, Madde 7.2 ve Madde 8.1’dedir.
Madde 7.2, Türk tarafının, ulusal güvenlik sebebiyle, belirli kişilerin nükleer
tesis sahasına erişimlerini reddetme hakkına sahip olacağını belirtmektedir.
Madde 8.1, nükleer santralin, nükleer güvenlik ve koruma ile ilgili Türk
kanun ve düzenlemeleri ile uyumlu olarak lisanslanacağını ve denetleneceğini
belirtmektedir. Ayrıca Madde 6.4’te, tedarik zinciri için yeni personel istihdam
edilirken, proje şirketinin nükleer santralin genel ve özel emniyet gereksinimlerini
dikkate alacağı belirtilmektedir.
Türkiye’nin Japonya ile yaptığı anlaşma aynı uluslararası anlaşmalara
dayanmaktadır, ancak fiziki güvenliği daha açık bir şekilde vurgulamaktadır.31
Anlaşmanın 5inci maddesinde, her iki tarafın nükleer güvenliği iyileştirmek için
iki tarafın da taleplerini karşılayan düzenlemeler yapabileceği ve nükleer güvenliği
ve acil durumlara hazırlıklılık kabiliyetlerini arttırmak için iki taraflı toplantılar
yapabileceği belirtilmektedir. Madde 6.1, her iki Tarafın “kendi kriterlerine göre
fiziki koruma tedbirleri uygulayacaklarını” eklemekte ve anlaşmanın eklerinden
birinde asgari koruma standartları sağlamaktadır. Madde 6.3, fiziki koruma
tedbirlerinin yeterliliği konusunda taraflar arasında istişare yapılmasının yolunu
açmakta; Madde 6.4 ise tarafların, Nükleer Terör Eylemlerinin Önlenmesine
Yönelik Uluslararası Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerine uygun
şekilde hareket edeceklerini belirtmektedir. Yukarıda belirtilen ek, nükleer
maddelerin miktarına ve ışınlanma niteliğine dayalı olarak üç adımlı bir fiziki
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 60
koruma düzeyleri sınıflandırması sağlamaktadır; bu sınıflandırma, UAEA’nın
Nükleer Materyal ve Nükleer Tesislerin Fiziki Korunması belgesinde sunulan
sınıflandırmanın tam bir kopyasıdır.32
Nükleer yakıt ve atıkların taşınmasının güvenliğinin de özel şirketler tarafından
sağlanması gerekecektir, ancak ayrıntılar şu anda belirsizdir. 8 Haziran 2005
tarihinde kabul edilmiş bir Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yönetmeliği olan
Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği, UAEA’nın Radyoaktif
Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği TS-R-1 baskısına dayanmaktadır.33
Bu belge, fiziki emniyetinden çok radyoaktif maddelerin güvenliği ile ilgilidir.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yapılan bir basın
açıklamasına göre, nükleer yakıtın taşınması sırasındaki güvenlik denetimleri
Bakanlık ve TAEK tarafından gerçekleştirilecektir.34 Nükleer yakıtın taşınması ve
elleçlenmesi ile ilgili güvenlik önlemleri, Ön Güvenlik Analiz Raporu’nda (PSAR)
açıklanacaktır.35
Risk arttırıcı olarak Türk Boğazları
AB, 2014 İlerleme Raporunda, atık yönetimi ile ilgili olarak, “Kullanılmış Yakıt
İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşme’ye
katılmanın uygun bulunduğuna dair kanunun halen parlamento tarafından
onaylanmayı beklediğini” belirtmiştir.36 Öte yandan, şu ana kadar çıkanların
en sonuncusu olan kendi 2013 İlerleme Raporunda, Türkiye’nin Avrupa Birliği
Bakanlığı, atık yönetimi ve ilgili konulardaki bir dizi adım ve mevzuatı da içeren
ve onay ve yapılandırma “sürecinde olan” çeşitli çabaları ve düzenlemeleri
listelemiştir.37 Bununla birlikte kendi web sitesine göre, söz konusu Birleşik
Sözleşme henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmamıştır.38
Akkuyu nükleer santral anlaşmasında atık yönetimine, konunun proje şirketinin
sorumluluğunda olduğunu belirten bir ifadede değinilmiştir.39 Greenpeace’in
Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’na ilişkin değerlendirmesinde, atık
yönetiminin halen “gizlilik” içinde ele alındığı belirtilmiştir40; hem siyasi
muhalefet hem de bazı uzmanlar mevcut belirsizliği katı bir şekilde eleştirmekte41
ve bu durumu, nükleer santrale giren ve çıkan yakıt ve atığın taşınmasının da
içinde bulunduğu bir dizi ilave güçlüğün habercisi olarak görmektedirler.42
Nükleer yakıt ve atığın Akkuyu nükleer santraline/santralinden taşınması ve
lojistik yönetimi, çok önemli konular olacaktır. Nükleer atığın uygun bir şekilde
yönetilmesi, güzergahlara, taşıma yöntemlerine ve nükleer yakıtın ve atığın
depolanmasına bağlı olarak özel bir planlama gerektirir.
Nükleer yakıtın ve atığın en savunmasız olduğu zaman taşıma esnasındadır. 1998
yılında Greenpeace eylemcileri, karışık oksit yakıtı (MOX) taşıyan bir gemiye
Panama Kanalı’ndan geçerken binerek, yük gemilerinin dar deniz kanallarından
geçerken ne kadar savunmasız olabileceklerini göstermişlerdir. Greenpeace
eylemcileri, gemiye yaklaşmak için gecenin karanlığından yararlanmışlardır.
Gemi güverte nöbetçisi, protestocuları kanalın güvenlik personeli sanmış ve gafil
avlanmıştır.43 Eylemciler, herhangi bir direnişle karşılaşmadan gemiye çıkmayı
başarmışlardır.
Rusya’nın Mersin’deki Akkuyu nükleer santraline yakıtı taşımak ve atıkları almak
için deniz yolunu kullanacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle Rusya, Çanakkale
Boğazı’na ve Türkiye’nin demografik ve mali merkezinin tam ortasında bulunan
İstanbul Boğazı’na büyük ölçüde bel bağlayacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 61
Türkiye uluslararası nükleer silahların yayılmasının önlenmesi düzenlemelerine
taraftır ve UAEA’nın hem Nükleer Materyallerin Fiziki Korunmasına İlişkin
Sözleşme’sini hem de Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği’ni
imzalamıştır. UAEA, düzenlemelerini yenilemeye, özgül tavsiyelerde bulunmaya
ve bu bağlayıcı belgelerin her ikisinin de güvenlik gerekliliklerini güncellemeye
devam etmektedir. Türkiye devleti bu belgelere dayanarak, Enerji Bakanlığı
tarafından çıkarılan Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği gibi
bir dizi yönetmelik hazırlamıştır.44 Türkiye, Denizde Can Güvenliği Uluslararası
Sözleşmesi Bölüm VII’de yapılan değişiklikler yoluyla 1 Ocak 2004 tarihinde
yürürlüğe giren ve bağlayıcı hale gelen Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO)
Uluslararası Denizcilik Tehlikeli Yükler Kodu’na da taraftır. Aynı anlaşmadaki
Bölüm VII’ye ekli diğer bir bağlayıcı anlaşma, Paketli Işınlanmış Nükleer Yakıt,
Plütonyum ve Yüksek Düzeyli Radyoaktif Atıkların Gemilerde Güvenli Taşınması
Hakkında Uluslararası Kod’dur (INF Kodu).
Türkiye, bu uluslararası düzenlemelere ek olarak, kazaları önlemek için İstanbul
Boğazı’ndan geçen gemiler için ilave kurallar uygulamaktadır. Bir kaçını saymak
gerekirse, bu kurallar trafik ayırma planlarını, bir kılavuz kaptanın eşlik etmesini
ve Türk makamlarına geminin yükü ve seyir planı hakkındaki ayrıntıları verilmesi
ön şartını içermektedir. 1990’lar boyunca Türkiye ve Karadeniz’e kıyısı olan diğer
ülkeler arasında bir ihtilaf kaynağı olan bu yasalar bazı anlaşmazlıklara yol açmış
ve bu anlaşmazlıklar, IMO’nun araya girmesi ve görece Türkiye’nin duruşu ile
aynı doğrultuda olan bir orta yol bulması ile çözülmüştür.45
İstanbul Boğazı’nın Asya ve Avrupa yakaları arasındaki mesafe gerçekten çok
darlaşmaktadır. Bir bakış açısı vermek gerekirse, örneğin bir RPG’nin etkili
menzili 300 ila 500 metre arasında değişirken, İstanbul Boğazı 760 metreye kadar
darlaşmaktadır; diğer bir deyişle, tehlikeli madde taşıyan bir gemi, sahile 380
metre kadar yakın olacaktır. Üstelik, Türk makamlarının Boğaz trafiği üzerinde örneğin tehlikeli bir yük taşıyan bir gemi geçerken kaza riskini en aza indirmek
için Kuzey-Güney trafiğini geçici olarak durdurmak gibi - bazı kısıtlamalar
uygulamasına rağmen, kentin Asya ve Avrupa yakaları arasındaki trafik çoğu
zaman tam olarak durmamaktadır.46 Küçük turistik tekneler çoğu kez yasaklara
pek kulak asmamaktadır, bu nedenle sahil güvenliğin kullanılması yoluyla toptan
bir yasak koymak tatbik edilebilir olmayabilir.47
Deniz kıyısı boyunca uzanan alanlar, evler, demirleme yerleri ve küçük balıkçı
limanları ile doludur; bunların tümü, sabotajcılar tarafından Boğazlar’daki yüksek
değerli hedeflere patlayıcılarla dolu küçük sandallar ya da küçük saldırı tekneleri
ile saldırmak için kullanılabilir. Dahası, bir dökülme durumunda, nükleer ve
radyolojik materyalin kontrol altına alınması ve denizden temizlenmesinin önünde
teknolojik engeller bulunmaktadır, dolayısıyla sabotajcıların ciddi miktarda
tahribata yol açmak için yük gemisini havaya uçurması ya da batırması şart
değildir.
Öte yandan, gizlilik yoluyla güvenlik sağlama yöntemlerinin tümünün eksik
yönleri vardır. Gizlilik, gemi tehlikeli madde taşımıyormuş gibi davranarak ve
trafiğin serbestçe akmasına izin vererek sağlanabilir. Yetkililer, yükün radyoaktif
niteliğini gizlemeyi ancak yine de trafiği durdurmayı da seçebilirler. Ayrıca,
aldatma amaçlı gemiler gönderilerek ve trafik aralıklarla durdurularak da gizlilik
sağlanabilir. Trafiğin serbest akışına izin vermek bir kaza olması riskini arttırır
ve su üzerinden gelen bir saldırıya müdahale etme kabiliyetini kısıtlar. Türk
makamları trafiği geçici olarak durdurduğunda, bu haber Boğazlar’dan geçmeyi
planlayan tüm gemilere iletilir48, dolayısıyla olası saldırganları yüksek değerli bir
hedef olduğuna dair uyarır. Aldatma amaçlı gemiler kullanılması, trafiğin daha
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 62
sık durdurulması anlamına gelecektir; bu da Boğazları kullanan taşıma şirketleri
için seyahat maliyetlerini arttıracak ve muhtemelen IMO’ya Türkiye aleyhine
şikayetlerde bulunulmasına yol açacaktır.
Rus şirketi, bir önlem olarak gemilerini silahlı muhafızlar ile koruyabilir. Bu, daha
önce görülmemiş bir uygulama değildir. 1999 yılında, Fransa’dan Japonya’ya giden
446 kg’lik bir karışık oksit yakıtı sevkiyatına, içinde taarruz tüfekleri, tabancalar,
kurşun geçirmez yelekler, gaz maskeleri ve üç tane 30mm top ile donatılmış on
üç silahlı İngiltere Atom Enerjisi Kurumu üyesi bulunan bir sürat teknesi eşlik
etmiştir.48 İlaveten, Türk Sahil Güvenliği’ne, Boğazlar’dan geçiş sırasında gemilerin
yükünü koruma görevi verilmesi de ihtimaller arasındadır. Bazı durumlarda,
bir geminin güvenli geçişini sağlamak üzere Türk Deniz Kuvvetleri de göreve
çağrılabilir.
Nükleer ve radyoaktif maddelerin taşınması hakkındaki mevcut yerel ve
uluslararası yasal çerçeve, tüm risklerden ve üçüncü tarafların göreceği
hasarlardan göndericiyi, yani işletme şirketini sorumlu tutmaktadır.49 Bununla
birlikte, olay sonrası yasal sonuçların ve telafi edici uygulamaların, nükleer
risklerin ve kazaların yönetilmesinin temelini oluşturmaktan uzak olduğu
tartışmasızdır. Nükleer maddelerin Boğazlar yoluyla taşınmasının fıtri risklerinin
ciddiyetinin anlaşılması mühimdir. Emniyet açısından bakıldığında, kara ya da
deniz yoluyla bir saldırının gelebileceği konumların çokluğu ve Boğazlar’daki
deniz trafiğini etkili bir biçimde durdurmanın tabiatında yatan zorluklar, tehlikeli
madde taşıyan gemileri saldırıya açık kılmaktadır. Radyoaktif yakıtın ya da atığın
denize sızması, İstanbul’un 14 milyonun üzerinde olan nüfusunu tehdit edebilir,
ulusal ekonomiye önemli zararlar verebilir ve bir çoğu dış ticaretleri için günlük
olarak Boğazlar’a bel bağlayan Karadeniz’e kıyısı olan devletlere zarar verebilir.
Bu nedenle, hükümetler ve işletmeler, Sinop ve Akkuyu için yapılacak atık ve
yakıt sevkiyatı ile ilgili sorunları mümkün olan en kısa süre içinde ele almalıdır.
Özbek’in50 belirttiği gibi, taşıma sorununa bulunacak çözüm, daha kapsamlı bir
Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin (ÇED) hazırlanmasını içermeli ve Türk Sahil
Güvenliği, Donanması ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın
aktif katılımını gerektirmelidir. Yetkili makamlar ister Boğazlar’ın kullanılmasına
karar versin isterse başka bir alternatif bulsun, olası bir saldırının sonuçları çok
yıkıcı ve onarılamaz olacağından, saldırılara saldırı esnasında karşılık vermeye
yönelik önlemlerden ziyade proaktif savunma önlemleri alınması çok önemlidir.
Bir geminin yükünün korunması sorumluluğu tamamen yükleniciye bırakılsa
bile, Türk makamlarının personel sayısı, ekipman ve varlıklar gibi savunma
önlemlerine yönelik asgari gereklilikleri belirli standartlara oturtması gereklidir.
Sivil ve Askeri Müdahale Kabiliyetleri
Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer (KBRN) kazalara müdahalenin
eşgüdümünün sağlanmasından, 2009 yılı 5902 Sayılı Kanun uyarınca Başbakanlık
altında kurulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) sorumludur.51
AFAD’a ayrıca dekontaminasyon yapma ve müdahale ekiplerini ve araçlarını
her zaman hazır tutma görevleri de verilmiştir.52 İstanbul dahil olmak üzere
on bir şehirde 7/24 esasına göre kurulan birer KBRN ekibinde yirmi kişi görev
yapmaktadır; KBRN müdahale kabiliyetlerinin Mersin’i de kapsayan on beş kente
daha kazandırılması için çalışmaların sürdüğü söylenmektedir. Ayrıca, AFAD’ın İl
Afet ve Acil Durum Müdürlükleri altında 7/24 esasına göre sekiz kişilik ekipleri de
faaliyet göstermektedir.53
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 63
AFAD altında bir KBRN Çalışma Grubu faaliyet göstermekte ve risk
değerlendirmesi, hazırlık faaliyetleri ve müdahale önlemleri ile ilgilenmektedir.
Bu grup iki nükleer enerji mühendisi, bir sivil savunma uzmanı, bir kimya
mühendisi, bir kıdemli biyolog, bir ekonomist ve bir veri hazırlama ve kontrol
operatöründen oluşmaktadır. Söylenenlere göre, nükleer enerji mühendislerinin
ikisi de nükleer güvenlik, nükleer santral kazaları, risk değerlendirme ve
beklenmedik durum planlaması konularında eğitilmiştir.54 AFAD’ın KBRN
Kapasitesi Arttırma Faaliyetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kabiliyetlerinin
geliştirilmesini kapsamakla birlikte, Genelkurmay Başkanlığı kendi kabiliyetlerinin
geliştirilmesinden sorumludur ve AFAD ile sadece koordinatör olarak işbirliği
yapmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) radyolojik ve nükleer kabiliyetlerinin
geliştirilmesi, 1950’lerin sonlarına kadar uzanmaktadır. İlgili birlik, on yıllar
boyunca TSK altında bir KBRN okulu olarak çalıştıktan sonra, 2003 yılında
Genelkurmay Başkanlığı NBC Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı olarak
yeniden düzenlenmiştir. Okula ek olarak, 1998 yılında bir KBRN Savunma Taburu
kurulmuştur. Tabur, 2006 yılında okul ile birleştirilmiştir; okul ise bir yıl sonra
Genelkurmay Başkanlığı KBRN Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı olarak
yeniden düzenlenerek şimdiki yapısına kavuşturulmuştur. Şu anda Konya ilinde
bulunmaktadır ve elli beş personele sahip olduğu belirtilmektedir.55
Okul, acemi erler için 10 haftalık eğitim kursları düzenlenmektedir. Ayrıca Milli
Savunma Bakanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’nın KBRN kabiliyeti edinme
ve modernizasyon programlarına teknik destek sağlamaktadır. Bunlara ek olarak,
sivil personele bir ila beş hafta süren eğitimler vermekte ve KBRN savunması
konusunda üniversitelerde seminerler, atölyeler ve konferanslar düzenlemektedir.56
TSK komutası altında iki tür KBRN savunma kuvveti vardır. Bunların biri, üç
dekontaminasyon mangası ile üç keşif mangasından oluşan KBRN Savunma
Taburu’dur. Savunma taburunun başlıca amaçları KBRN savunmasını yönetmek,
KBRN ile ilgili düzenlemelerin ve kılavuzların hazırlanmasına yardımcı olmak ve
TSK bünyesindeki üç kuvvetin hepsine eğitim vermektir. Ayrıca, bu mangaların
varlığının ana sebebi, savaş sırasında muharebe alanında orduya yardımcı
olmaktır. Bunlar, yüksek KBRN riski bulunan alanlarda harekat yapmak üzere
eğitilmiştir ve manga seviyesinde harekat yapma kabiliyetine sahiptir.
İkinci grup ise bölük büyüklüğünde bir kuvvet olan ve bağımsız olarak harekat
yapma kabiliyetine sahip mangalardan oluşan KBRN Özel Müdahale Kuvveti’dir
(ÖMK)57. Özel Müdahale Kuvveti, TSK’nın KBRN tespit, teşhis, savunma ve
müdahale kabiliyetinin omurgasını oluşturmaktadır ve sivil faaliyetlere de
yardımcı olabilir. Başlangıçta, ÖMK’ler çift görevli58 personelden oluşmaktaydı;
yani KBRN çalışmalarına zamanlarının tamamını ayıramıyorlardı ve çoğu kez
birkaç yıl sonra tayin oluyorlardı, bu da gerçekten uzmanlaşmış ve deneyimli
KBRN müdahale ekiplerinin bulunmamasına yol açıyordu. Ayrıca, Türkiye’nin
KBRN mevzuatı ve planlamasının tamamı NATO’ya uygun olmakla birlikte,
Türkiye’nin KBRN ekipmanı oldukça yakın bir zamana kadar birinci sınıf değildi59.
Bu durum, birliğin 2012’de Konya’ya yerleşmesi ile iyileşmiştir. Personel daimi
hale gelmiş ve ekipman, son teknoloji ile yenilenmiştir. Halihazırda TSK’nın KBRN
doktrini, ekipmanı ve kabiliyetleri NATO ile uyumludur. ÖMK, havadan nakil
kabiliyetine sahiptir ve Türkiye sınırları içindeki herhangi bir olaya 24 saatten az
bir zaman içinde müdahale edebilir.60
KBRN ÖMK, sivil müdahalelere yardımcı olmak için de kullanılabilir. AFAD’ın
Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer Tehlikelere Dair Görev yönetmeliğine
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 64
göre, TSK, “Ulusal KBRN Risk Analizi”ni Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Orman ve Su İşleri
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ve valilikler ile birlikte
koordine ve takip etmekten sorumludur. TSK ayrıca talep üzerine sivil KBRN
savunma ve müdahale çabalarına yardımcı olma sorumluluğunu da taşımaktadır.
KBRN müdahale birliğine olan talebin gittikçe artması üzerine TSK, daha sonra
sivil makamların yardım için doğrudan KBRN ÖMK’lere başvurmak yerine ilk
olarak TSK’ya başvurmasını gerektiren bir koşul eklemiştir. Silahlı Kuvvetler aynı
zamanda “KBRN silahları, maddeleri ve bu özelliklere sahip atıklar kullanılarak
yapılan kaçakçılık, terör ve sabotaj eylemleri hakkındaki istihbaratı, duyumları ve
haberleri bildirme” görevini de taşımaktadır.61
Mevcut yetkilerine göre, TSK özel şirketlere yardım etme sorumluluğu
taşımamaktadır. Bu nedenle, ülkenin gelecekteki nükleer santralleri için yakıt
ve atık sevkiyatını korumak için KBRN ÖMK kaynaklarının kullanılması
düşük bir olasılıktır.62 Nükleer santralde gerçekleşebilecek beklenmedik durum
planlarının hazırlanması için Silahlı Kuvvetler’in KBRN kaynakları kullanılabilir
ve kullanılmalıdır; ancak kaynakların şu andaki boyutu nükleer santrallerin
emniyetini sağlamak için tek başına yeterli değildir. ÖMK’nın kabiliyetlerinin
en doğru biçimde kullanılacağı şekil nükleer santrallerin fiziki emniyetinin
sağlanması değildir. Nükleer faaliyetlere yapılacak bir saldırıdan kaynaklanan
hasarlar çok ciddi ve geri döndürülemez olabileceğinden, güvenlik önlemleri
bulunmasının başlıca amacı her şeyden önce nükleer bir tesise yapılacak saldırıları
önlemek ve saldırganları nükleer bir felakete neden olduktan sonra değil önce
engellemektir. Bu durum, önleyici savunma tedbirleri alınmasından sorumlu daimi
bir personelin belirlenmesi ile eğitilmesini ve sorumlu kurumlar arasında açık bir
komuta zincirinin oluşturulmasını daha da önemli bir hale getirmektedir.
Aynı nedenle, nükleer tesisleri ve maddeleri korumak için alınan savunma
tedbirleri ile önleyici tedbirler kusursuz olmalıdır. Bu bakımdan başarı kriteri,
saldırıların çoğunu değil hepsini engellemektir. Hükümetin ve güvenlik güçlerinin,
nükleer emniyet yöntemleri ile ilgili sıfır tolerans politikaları benimsemeleri
gereklidir.
Türk düzenleyici kurumları, saha içi savunma ve emniyet önlemlerinin çevredeki
tehdit ortamını yansıtacak şekilde oluşturulmasını sağlamalıdır, ancak devlet
öncelikle saha dışı müdahaleyi organize etmekten ve saha içi önlemleri takviye
etme kabiliyetlerini planlamaktan sorumludur. Türk güvenlik güçlerinin, bir
önceki bölümde daha derinlemesine incelenen ve oldukça düşük ihtimalli
olduğu değerlendirilen, devlet kaynaklı aşırı tahripkar saldırılar haricindeki olası
saldırganlara karşı kendisini koruyabileceği düşünülmektedir. Saldırganların
uzun namlulu tüfekler, roketatarlar, mayınlar, el yapımı patlayıcılar taşıyan
bombalı araçlar gibi çeşitli silahlar ve başarılı olmalarını sağlayacak taktikler ile
donatılmış az sayıda kişiden oluşması daha olasıdır. Bu nedenle, önemli olan saha
dışı müdahalenin ve Jandarma öncülüğündeki takviye kuvvetlerinin büyüklüğü
değil, daha ziyade bunların müdahalesinin çabukluğu, sahada bulunan ve ilk
müdahaleyi yapan kişiler ile kesintisiz iletişim halinde olmaları ve karmaşık
asimetrik tehditler ile başa çıkabilme yetenekleridir. Büyük ve hantal bir sabit
birlik yığılması yerine bir ani müdahale kuvveti kullanılması, savunma ekonomisi
açısından da daha mantıklı olacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 65
ORTAK BİR SORUMLULUK
ALANI OLARAK İÇERİDEN
KAYNAKLANAN TEHDİT
Türkiye devleti ve proje şirketlerinin tesis dışı ve içi güvenliği sağlamak
konusunda net çizgilerle ayrılmış ve birbiriyle çok az noktada kesişen
sorumluluklara sahip oldukları bir senaryo genel itibariyle mümkündür.
Aynı durum, o kadar olmasa da, nükleer yakıt ve atıkların taşıma sırasındaki
güvenliğinin sağlanması için de geçerli olabilir. Fakat tarafların işbirliği yapmaya
mecbur olacakları ve ortak sorumluluğa sahip olacakları önemli bir alan vardır; bu
alan, tesiste çalışacak ve buradan itibaren içeride çalışanlar olarak anılacak olanlar
başta olmak üzere, nükleer operasyonda yer alacak personel ile ilgilidir.
İçeride çalışanların herhangi bir sabotaj ya da hırsızlık teşebbüsüne dahil olmaları, bu
teşebbüslerin başarı olasılığını çok büyük oranda arttırır. İçeride çalışan “meselesi”,
nükleer tesisler de dahil olmak üzere tüm teşkilatlarda her zaman mevcut olan bir
risktir. Olaydan sonra geriye bakıldığında son derece açık görünebilecek tehlike
emareleri olsa bile, tehditlerin zamanında belirlenmesi her zaman kolay değildir.
Bu nedenle, güvenlik sisteminin yalnızca belirli bir unsuruna yoğun bir şekilde
odaklanan, tek boyutlu ve tek katmanlı bir güvenlik düzenlemesine güvenilmesi
tavsiye edilmemektedir. Bu tür görünüşte zaafı bulunmayan düzenlemeler mevcut
olduğunda bile, kurallara uyulmayacağı ya da kuralların göz ardı edilebileceği
olasılığının her zaman mevcut olduğunun akılda tutulması önemlidir. Ayrıca, bu tür
ihlaller her zaman kötü niyetli olmayabilir; bunlar, “diğer karmaşık nedenlerden”
doğabilir ve sadece kendileri risk oluşturmakla kalmaz, içerideki ve/veya dışarıdaki
kötü niyetli kişiler için fırsatlar yaratabilir ya da gelecekte kullanılabilecek fırsatlara
işaret edebilirler. İçeride çalışanların, büyük zararlara neden olmak için saldırılara
doğrudan katılmalarına gerek yoktur. Dışarıdan bir kuvvet tesisin zayıflıklarını
belirleyene ve taşınan nükleer maddelere ya da tesisin kendisine saldırmak için
en uygun zamanı hesaplayana dek, zaman boyunca yavaş yavaş ufak tefek hassas
bilgiler sağlayabilirler. Ayrıca tesis çalışanları, inşaat işçileri ve bakım işçileri
başlangıçta sadık çalışanlar olabilirler, ancak daha sonra “akılları çelinebilir” ya
da zor yoluyla mecbur bırakılabilirler. Kurum kültürü ve çalışan memnuniyeti, bu
açıdan çok belirleyici olabilecek diğer unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Neticede
Bunn ve Sagan’ın işaret ettiği gibi, “tehditler farklı ve karmaşık şekillerde ortaya
çıkmaktadır” ve riskleri ve sistemi “mümkün olduğunca gerçekçi bir şekilde” sürekli
olarak değerlendirmek ve sınamak önemlidir.64
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kimlik sorgulaması ve askeriyenin ve emniyet
güçlerinin topladığı istihbarat, içeriden tehdit oluşturabilecek çalışanların Türk
nükleer santrallerine kendilerini yerleştirip yerleştirememesinde belirleyici bir rol
oynayacaktır; ancak bu yöntemlerin sorunu çözmesi ya da içeriden kaynaklanan
tehditleri ve doğacak riskleri tamamen ortadan kaldırması beklenemez. Ayrıca,
Akkuyu’daki bazı tesis çalışanları Rus kökenli olacaktır, bu da Türk kurumlarının
Rus mevkidaşları ile işbirliği yapmasını gerektirmektedir. Tesis çalışanları zamanla
içeriden tehdit oluşturabilecek kişilere dönüşebileceğinden, Türk ve Rus kurumları
arasındaki işbirliği, ayrıca proje şirketi ile - tesisin inşaat ve işletme aşamaları
boyunca saha içi güvenliği sağlaması için kiralayacağı - güvenlik şirketi arasındaki
işbirliği çok önemli bir role sahiptir. Bu durum Sinop NGS için de geçerli
olacağından, Türk devleti ve ilgili kurumları, bu alandaki işbirliğinin çerçevesi
konusunda mevkidaşları ile görüşmeye başlamalıdır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 66
Derinlemesine Güvenlik: Mevcut Kurumsal Engeller
Nükleer bir santrale saldıracak kadar cüretkar ve yetkin olan saldırganlar, tesis
tasarımındaki içsel zayıflıkları ve tesisin operatörleri tarafından uygulanan güvenlik
rutinlerini titizlikle inceleyecek ve bunlardan yararlanmayı deneyeceklerdir.
Bu nedenle, herhangi bir emniyet kültürünün çok önemli özelliklerinden birisi,
hatta belki de en önemlisi, kendi kendini değerlendirme ve denetleme yetisidir.
Mütecaviz ve müdafi kuvvetlere ayrılarak gerçekçi senaryolar uyarınca yapılacak
canlı kuvvet (force on force) tatbikatları gibi sağlam değerlendirme ve denetleme
usullerinin yokluğunda, bu içsel kör noktalar, istismar edilebilir fırsatlar olarak
kalacaktır. Bunun olmamasını sağlamak için, emniyet önlemlerinin etkililiğinin
ölçülmesine yönelik ölçütler oluşturulmalıdır. Bu noktada, başlıca paydaşlar olarak
değerlendirilmesi gereken Türk kurumları arasında, Genelkurmay Başkanlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı (ve buna bağlı olarak İçişleri Bakanlığı), Milli Savunma
Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve Başbakanlık vardır. Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) da içeren diğer ilgili
devlet kurumları tamamlayıcı bir rol oynayabilir. Küresel nükleer sektöründen,
nükleer güce sahip devletlerden ve uluslararası kuruluşların önerilerinden alınan
dersler, bu ölçütlerin oluşturulması için önemli rehberler olacaktır.
İkinci görev, söz konusu ölçütlerin karşılanıp karşılanmadığının düzenli aralıklarla
katı bir şekilde değerlendirilmesidir. Bu, Türkiye’deki mevcut kurumsal bağlamda
sorunlu olacaktır. Öncelikle TAEK’in bağımsızlığı tartışmalıdır. Örneğin TAEK
başkanı doğrudan Başbakan tarafından seçilmekte ve Cumhurbaşkanı, Başbakan
ve Enerji Bakanı tarafından ortak olarak atanmaktadır. Politik makamlar, TAEK
bütçesi ve teşkilatı üzerinde hakimiyete sahiptir. Bu koşullarda, herhangi bir
düzenleyici kurum kağıt üzerinde bağımsız görünse bile, politik baskılar nedeniyle
fiilen bağımsız olmayabilir. Bunların ötesinde, örneğin Atiyas, düzenleyici
kurumun şeffaflığının ve hesap verebilirliğinin (TAEK bunların ikisine de sahip
değildir), bağımsızlığını sağlayan önemli bileşenler olduğunu öne sürmektedir.
Dahası, Atiyas’a göre, bir düzenleyici kurumun kararlarının kamuoyu denetimine
açık olması, söz konusu kurumun işini ciddiye almasına neden olmakta ve
kararlarının genel kalitesini arttırmaktadır65.
Mevcut bürokratik sistemin içinde kemikleşmiş bir kuruma bu görevin verilmesi,
muhtemelen günümüzde Türk karar verme mekanizmalarında adeta bir salgın
gibi yaygın grup düşüncesinin devamı ile sonuçlanacaktır. Bu iş ister TAEK’e yetki
verilerek isterse ayrı bir yetkili kurum kurularak yapılsın; nihai hedef, bağımsız
(bütçe, üyelerinin atanması üzerindeki hükümet kontrolü ve nükleer proje
şirketlerinin nüfuzu bakımından), politik etkilere karşı bağışıklığa sahip ve tesis
işletmecileri tarafından yolsuzluğa itilmeye dayanacak kadar şeffaf olan bir kurum
yaratılması olmalıdır.
Yetkinlik, bu görevin layıkıyla yerine getirilmesi için elzem ölçütlerden birisidir.
Bu bakımdan kaygılandırıcı olgulardan bir tanesi, Türkiye’de nükleer güvenlik ve
emniyet konusunda bilgili teknokratların, güvenlik personelinin, bilim insanlarının
ve yetkililerin sayısının son derece sınırlı olmasıdır. Bilgi sahibi insanların
noksanlığı, tesisin emniyet ve güvenlik usullerini değerlendirme ve denetleme
görevi verilen kurumun yetkinliğini kısıtlayacaktır.
2012 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde yapılan bir
nükleer teknoloji transferi konferansının sonuç raporuna göre, 1962 ile 2010
yılları arasında, nükleer alanda eğitim veren okullardan sadece 315 lisans, 615
yüksek lisans ve 135 doktora öğrencisi mezun olmuştur.66 Ayrıca, bu öğrencilerin
bir kısmı, nükleer sahada çok az pratik işleve sahip olan alanlara ya da diğer
çalışma ya da meslek alanlarına kaymışlardır. Türkiye’nin Rusya ile yaptığı
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 67
anlaşmanın bir parçası olarak Türk öğrenciler Rus üniversitelerinde bu alanlarda
eğitilmekte olmakla birlikte, bu öğrencilerin çoğu tesisin işletiminde istihdam
edileceğinden, bağımsız bir düzenleyici ve denetçinin kabiliyetlerine etkili bir
biçimde katkıda bulunamayacaklardır. TAEK, bu kabiliyete sahip olmadığından,
değerlendirme süreci için birkaç kez dışarıdan hizmet almıştır; bunun son örneği
Çek Cumhuriyeti menşeli UJV Rez, a.s. şirketi ile yapılan ve Ağustos 2014’te
sonuçlandırılan “Akkuyu nükleer santrali için inşaat ruhsatı başvurusunun
incelenmesi ve değerlendirilmesinde teknik destek hizmetleri alınması” üzerine
yapılan anlaşmadır.67 Bu, kısa vadede uygulanabilir bir seçenek olabilir, ancak
nükleer santrallerde alınan güvenlik önlemleri ile ilgili bilgilerin hassas niteliği
nedeniyle uzun vadede uygulanabilir değildir. Düzenlemelerin düzgün bir
şekilde uygulanmasını sağlamaya ek olarak, hem daha hassas nükleer güvenlik ve
emniyet önlemlerinin hazırlanması, hem de herhangi bir kriz senaryosunda acil
durum müdahale önlemlerinin koordine edilebilmesi için, yerli kabiliyetlere sahip
olunması çok önemlidir.
Düzenleyici çerçeve, daha üst boyutta tehdit ve risk yönetimine yönelik bir
çerçeve sağladığından, hayati öneme sahip hale gelmektedir. Rosatom temsilcileri
de Türkiye’nin bu konudaki eksikliklerini dile getirmişlerdir.68 TAEK internet
sitesinde, radyoaktif ve nükleer emniyet konusunda birkaç düzinenin üzerinde
yönetmelik, yönerge, yasa ve direktif mevcuttur.69 İnternet sitesine göre, nükleer
beklenmedik durum planları hakkında şu anda beklemede olan iki taslak
yönetmelik vardır. Bunların ilki, Nükleer Tesisler İçin Ekipman Tedarik Sürecine ve
İmalatçıların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, ikincisi
ise URAP, yani ulusal radyasyon acil durum planıdır. Türkiye’nin gelecekteki
nükleer programını yönlendiren yönetmeliklerin çoğu uluslararası standartlara
uygundur ve Türkiye’nin nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve nükleer
güvenlik taahhütleri ile aynı doğrultudadır. Nükleer tesisleri inşa edilene ve
devreye girene dek ülkenin daha birkaç yıl süresi olduğu dikkate alınırsa, ilgili
makamların gerekirse yeni düzenlemeler hazırlamak için bol miktarda vakti vardır.
Ancak düzenlemeler, buz dağının sadece görünen kısmıdır. Tıpkı proje şirketinin
önceden belirlenmiş güvenlik önlemlerine layıkıyla uymasının sağlanmasında
olduğu gibi, ülkenin nükleer programının tüm boyutlarını yönlendiren
düzenlemeleri uygulatma yetisi, belki de düzenlemeleri oluşturmaktan daha
önemlidir. Bu durumda uygulatma yetisi, yönetici kurumun, nükleer santral ile
ilgili özel şirketlerin yanısıra devlet kurumları üzerindeki fiili gücüne bağlıdır.
Aslına bakılırsa, bu yetkili kurumun, düzenlemelerde belirlenen koşulların
karşılanmasını sağlamak için ilgili bakanlıkları, devlet kurumlarını ve güvenlik
güçlerini etkileyebilmesi gereklidir. Halihazırda bu gereklilikleri karşılayabilecek
bir Türk kurumu yoktur. Örneğin, görünüşe göre nükleer konularda birincil yetkili
TAEK’tir ve KBRN acil durum müdahalesinden AFAD sorumludur; ancak bunların
ikisi de, belirli bir beklenmedik durum senaryosunda, olası bir tehdide müdahale
etmek için gerçek kabiliyete sahip olan askeriyeye harekete geçmesi yönünde
emir verme yetkisine sahip değildir. Bu itibarla, kurumlar arasındaki işbirliği,
mevcut yatay karar verme ve uygulatma yapısındaki bürokrasi ve yetki dağılımı
sorunları nedeniyle güçleşmektedir. Türkiye’de ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı
gibi düzenlemeleri dikey olarak uygulatabilecek bir kuruluş bulunmadığından,
Türkiye’de güvenlik konusu, güvenliğe ilişkin alışılagelmiş düşünce şekli ve
uygulama kalıplarının dışına çıkmamaktadır.
Öngörülen yetkili kurum, devlet kurumlarına ve özel işletmelere sözünü
geçirmeye ek olarak, nükleer santralin işletimi ile ilgili kamu hizmeti kuruluşlarına
ve dağıtım şirketlerine de talimatlar verebilmelidir. Bu kurumlar, mali kaygılardan
ötürü öncelikle nükleer santralleri mümkün olduğunca çabuk işletime alma ve
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 68
mümkün olduğunca uzun bir süre işletimde tutma ile ilgileneceklerdir. Acil bir
durumda, kamu hizmeti şirketlerinin, halk sağlığını finansal maliyetlerden önde
tutacakları kesin bir şekilde varsayılamaz. Özel şirketler, bir krize müdahale
ederken varlıklarının koruyabildikleri kadarını korumaya çalışacaklardır ve
ekipmanlarını feda etmelerini gerektiren tesiri kuvvetli önlemler almayabilirler. Bir
çıkar çatışması olması durumunda, kamu sağlığına ve güvenliğine öncelik verecek
güçlü bir kuruma ihtiyaç duyulmaktadır. Bunu yapabilmesi için, söz konusu
kurumun şirketler üzerinde, örneğin nükleer santralin çalışmasını durdurma ya da
yüklenici izinlerini iptal etme yetkisi gibi, yaptırım gücüne sahip olması gereklidir.
“Nükleer Düzenleme Kurumu” isimli bir kurumun kurulmasını öngören yeni
“Nükleer Enerji Kanunu”nun Başbakanlık’ın gündeminde olduğu belirtilmektedir.
İddialara göre, bu yeni yetkili Kurum’a, bu çalışmada savunulan yetkilere çok
benzer görünen yetkiler verilecektir. Kurumun, başkanı ve üst düzey yöneticileri
görevden alınacak olan TAEK’in yerini alacağı ve TAEK’in sadece araştırma
amaçlı bir kuruluşa dönüştürüleceği varsayılmaktadır. Söz konusu Kurum diğer
herhangi bir kamu kurumuna ve bireye karşı sorumlu olmayacak ve tam idari
ve mali bağımsızlığa sahip olacaktır. Ayrıca, yeni Kurumun kararları kati olacak
ve uygunluğu denetlenemeyecektir. Teklif, yeni düzenleyici kurumun, 4734
Sayılı Kamu İhale Kanunu’na, 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu’na ve 5018 Sayılı
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na tabi olmayacağını da belirtmektedir.
“Nükleer enerji ve radyoaktif atık tesislerine yer seçimi... lisans, izin, inşaat, işletme
ve işletmeden çıkarılma gibi konular” ile ilgili şartları belirleyecektir. Ayrıca,
“nükleer kazalar” konusundaki sorumluluk hususu da, yükümlülüğü ekseriyetle
operatöre yükleyen uluslararası normlara ve kurallar vasıtasıyla çözülmüş
görünmektedir.70 İddialara göre, kanunun, nükleer silahların, patlayıcıların ve
radyoaktif serpinti cihazlarının üretimini, ithalini, ihracını ve bulundurulmasını
yasaklayarak nükleer silahlanmanın men edilmesi ve suç sayılması hakkında bir
hüküm içeriyor olması da takdir edilmelidir.71
Bu olumlu değişikliklere rağmen, bu kanun teklifi Akkuyu’yu Kamu İhale Kanunu
ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu gibi çeşitli yasa ve düzenlemelerden
muaf tutmaktadır. En iyi uluslararası uygulamaları karşılayan bir emniyet ve
güvenlik rejimine sahip olmak için, ülkenin yeni istisnalar yaratılmasına ve
kuralların daha da esnetilmesine değil, daha fazla şeffaflığa ve tek tipliğe ihtiyacı
olduğu açıktır. Şeffaflık meselesi, kanunun gizliliği düzenleyen kısımları söz
konusu olduğunda da öne çıkmaktadır. Görünüşe göre bu kanun teklifi, mevcut
taslağıyla, Türkiye’nin şu anda şeffaf olmayan nükleer kültürünü düzeltmek için
pek bir şey sağlamamaktadır. Teklif edilen çerçeve ile ilgili kaygıların çoğunun
büyük ölçüde Türkiye’deki politik ve kamu yönetimi kültürü ile, kısmen de
mevcut hükümetin ve liderliğinin kendine has özellikleriyle ile ilgili olduğu açıktır.
Belirtilen Nükleer Enerji Kanunu ile öngörülen şekilde ya da başka şekilde, ülkenin
nükleer programının yönetim şeklinde reform yapılması gereklidir. Ancak, tek
başına bu da yeterli olmayacaktır. Mikro düzeyde, nükleer santraller ülke için
kritik tesislerdir; ancak makro düzeyde bu santraller aynı zamanda kritik ulusal
altyapının ayrılmaz parçalarıdır ve toplam KEA/KUA çerçevesinden bağımsız
olarak değerlendirilemezler.
Büyük ölçekli beklenmedik durum planlamasına yönelik günümüzdeki
yaklaşımlar, yoğun olarak 17.000 kişinin ölümüne yol açan ve yarım milyon
insanı evsiz bırakan 1999 İzmit depreminden çıkarılan derslere dayanmaktadır.
KEA ile ilgili hiçbir mevcut güvenlik riskinin, Türkiye’nin nükleer altyapısına
yapılacak bir saldırının vehameti ile mukayese edilemeyeceği vurgulanmalıdır.
Nükleer enerjinin zorluklarının farkında olan ve bunları içselleştirmiş kifayetli bir
emniyet kültürünün var olduğu söylenemez. Genel zihniyet, daha ziyade toptan
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 69
bir yaklaşıma işaret etmektedir. Örneğin, KEA’ya yönelik güvenlik tehditleri ile
mücadele etmekle görevli Türk kurumlarında hakim olan kültür, enerji santralleri
tarafından işletilen bilgi sistemlerini ve iletim hatlarını kapalı sistemler olarak ele
almaktır. Şu anda, KEA’ya yapılacak bir saldırının ciddiyeti, münferit sistemlerce
üretilen ya da taşınan enerjinin miktarına dayanan bir formül kullanılarak
değerlendirilmektedir. Bu formül ayrıca, ulusal elektrik şebekesinin, belirli bir
miktarda enerjiyi telafi edebilmesi ya da yerini doldurabilmesi ile KEA tarafından
toplamda sağlanan enerji miktarını da kıyaslamaktadır. Böylesi bir yaklaşımın
nükleer santrallere yapılacak saldırılardan kaynaklanabilecek hasarın boyutunu
neredeyse tamamen ihmal ettiği ve bunun yerine tehdit değerlendirmesini
sadece bir arz ve talep formülü üzerine oturttuğu inkar edilemez.72 Bu nedenle
Türkiye’nin mevcut zihniyeti, UAEA tarafından benimsenen nükleer emniyet
kültürüne ya da emniyete bakış açısındaki derinliğe uymamaktadır.
Ayrıca, halihazırda ulusal düzeyde kritik altyapı için eşgüdüm sağlayıcı bir
yapı yoktur. Tüm kurumlar ve bakanlıklar, kendi yetki alanlarına girdiğini
düşündükleri konular ile uğraşmaya çalışmaktadır. Bu tür bir yaklaşımın önemli
bir menfi etkisi, sadece kurumlar arasında çıkar çatışmaları yaratması değil, aynı
zamanda kaçınılmaz olarak, hiç kimsenin gerektiği şekilde sorumluluk almadığı
“gri bölgelerin” ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Örneğin boru hatlarının
güvenliğinden ve korunmasından hem jandarma hem de polis sorumludur. Bununla
birlikte düzenlemenin yasal çerçevesi, mevcut Ev Sahibi Ülke Anlaşması’dır. Ancak –
ülkenin nükleer anlaşmaları için böyle bir anlaşmanın yapıldığı, en azından şimdilik,
bilinmemektedir. Bu nedenle, nihai sorumluluğun kimlerde olduğu belirsizdir. Bu
zorlukların üstesinden gelmek için, ulusal düzeyde kritik altyapının korunmasıyla
görevlendirilmiş olan etkili ve bağımsız bir koordine edici kurum kurulması
gereklidir. Bu kurumun, ancak karar verme sürecinde kilit rol oynayacak tüm
paydaşlardan girdi aldığı ölçüde etkili olabileceği ortadadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sorunlar, aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1) Nükleer emniyet kültürü oluşturulması ve teşvik edilmesi ile
derinlemesine bir savunma stratejisi kurulması ihtiyacının kabul edilmesi,
2) Kritik elektrik altyapısı / ulusal altyapının tanımlanması ve
önceliklendirilmesi,
3) Yetki ve sorumlulukların sahipliği ve paylaşılmasıyla ilgili net usullerin
belirlenmesi, ulusal ve uluslararası yükümlülüklerin uygulanmasını
denetlemek için gerçekten bağımsız ve yetkin bir düzenleyici kurum
kurulması,
4) Nükleer işbirliği çerçevesinde Rusya ve Japonya ile ilişkilerin yönetilmesi.
Nükleer maddeler ve altyapı, yüksek riskli hedeflerdir. Tek bir saldırının, ülkenin
nüfusu, ekonomisi ve tabiatı üzerinde muazzam bir etkisi olabilir. Savunma
önlemlerinin kısıtlı olduğu nükleer ve radyolojik maddelerin nakliyatı sırasında
ve maddeler birden fazla güzergahta aktarıldığında, risk artmaktadır. Bu gibi
alanlarda, saldırı, savunmaya göre bir avantaja sahiptir ve maddeler Türk Boğazları
gibi yüksek öncelikli alanlardan geçerken risk özellikle yüksektir. Bu nedenle,
Türkiye’nin nükleer altyapısının savunulması için başarı ölçüsü sonuca ulaşan
saldırıların sayısının az olması değil, saldırıların hiçbirinin sonuca ulaşmamasıdır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 70
Bu nedenle, önleyici tedbirlere öncelik veren istihbarat odaklı bir müdafaa yaklaşımı,
nükleer santralin fiziki savunmasının aşılmazlığı kadar önemlidir. Bu gerçeğin
en iyi örneği, içeride çalışanlardan kaynaklanan tehditlerdir. Faillerin halihazırda
içeride olması durumunda, en aşılmaz savunmalar bile işe yaramaz. Kurum içi ve
kurumlar arası işbirliği, iç ve dış saldırılara karşı müdafaanın önemli bir parçasıdır.
Ayrıca, nükleer santral çalışanlarının bazılarının yabancı kökenli olduğu dikkate
alındığında, yükleniciler ve yabancı ülkelerin istihbarat kurumları ile işbirliği
yapılması zorunludur. Bu, ülkedeki mevcut istihbarat ve emniyet kültüründe önemli
bir değişiklik yapılmasını gerektirmektedir. Bu gruplar, kurumsal hiyerarşi, komuta
zinciri, yetkileri başkasına devretme ve sorumluluk üstlenme ile ilgili konularda
genellikle aynı fikirde değildir. Aslına bakılırsa bu konular bir rekabet kaynağıdır ve
işbirliğinin tam potansiyeline erişmesini engellemektedir.
Bu kurumsal yapıları oluşturabilecek net bir yasal çerçevenin bulunmaması ve
düzenlemelerin belirsizliği, işbirliği eksikliğini daha da kötü bir hale getirmektedir.
Ayrıca, önleyici planların Emniyet Genel Müdürlüğü operasyonlarında bir
yeri olsa da, bunlar askeri zihniyette önemli bir rol oynamamaktadır. Güvenlik
güçlerinin müdahalelerini planlarken başvurabilecekleri birçok düzenleme vardır;
bunlar arasında doğrudan nükleer emniyet ile ilgili olanların yanı sıra, 1988
Sabotajlara Karşı Koruma Yönetmeliği73 ve Terörle Mücadele Kanunu74 gibi daha
geniş bir çerçeve sağlayan düzenlemeler mevcuttur. Ancak bu kanunların daha
çok sabit, koruyucu önlemler öngördüğünün belirtilmesi önem taşımaktadır. Türk
yasama organları, kritik ulusal altyapı politikalarını hazırlarken, istihbarat odaklı
bir savunma kültürünün içerilmesi için somut planlara yer vermelidirler.
Bununla birlikte, istihbarat ve önleyici eylemler, her saldırıdan korunmayı garanti
etmez. Bir tesisin fiziki tehditlere karşı korunması söz konusu olduğunda, Türk
güvenlik güçlerinin genel kabiliyetleri - herhangi bir saldırıya karşı ilk müdahaleyi
yapacak olan saha içi güvenlik güçlerinin yetkinliğine kıyasla - ikinci derecede
önem taşıyacaktır. Saha içi emniyet, diğer kritik enerji altyapısı alanlarının mevcut
uygulamalarına ve Rusya ile Türkiye arasındaki hükümetler arası anlaşma ile
sağlanan mevcut çerçeveye bağlı olarak, büyük olasılıkla ilgili proje şirketleri
tarafından sözleşme yapılacak özel Türk güvenlik şirketi tarafından sağlanacaktır.
Bu durum muhtemelen radyoaktif ve nükleer kargonun nükleer santrale/
santralden taşınması sırasında da geçerli olacaktır. Mevcut yasal ve düzenleyici
belirsizlikler, durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Saha içi güvenliğin sağlanması proje şirketlerinin sorumluluğunda olsa da,
nükleer santrallerin emniyetini sağlamak için kamu makamlarının daha kapsamlı
bir yaklaşım geliştirmeleri gereklidir. Birincisi, bu makamlar, saha içi güvenlik
personelinin temel kabiliyetlerine, sayısına, teçhizatlarına ve davranış kurallarına
yönelik olarak, 11 Eylül saldırılarının ardından ABD tarafından kabul edilenlere
benzer kapsamlı şartlar oluşturmalıdır. İkincisi, devlet kurumları söz konusu
güvenlik personelinin uygun eğitime sahip olmasını ve tercihen, düşük olasılıklı
ama yüksek etkili saldırı senaryoları da dahil olmak üzere gerçekçi beklenmedik
durum senaryolarına dayanan düzenli canlı kuvvet (force-on-force) tatbikatları
yapmalarını sağlamalıdır. Üçüncü olarak devlet, aşağıdakileri içeren ancak
bunlarla sınırlı olmayan konulardaki yasal belirsizlikleri açıklığa kavuşturmalıdır:
proje şirketleri, saha içi güvenlik şirketleri, Türk güvenlik güçleri ve Türk idari
organları arasındaki iletişimin koordine edilmesinden hangi devlet kurumunun
sorumlu olacağı, saha içi güvenlik güçlerinin ne ölçüde hazır olduğunun
denetlenmesinden kimin sorumlu olacağı. Bu sorular ve Türk güvenlik güçleri
ile özel güvenlik personeli arasındaki işbirliğinin yapısı, nükleer ve radyolojik
maddelerin taşınmakta olduğu zamanlar için de geçerlidir. Bunlara ek olarak,
istihbarat paylaşımı konusu da bir başka belirsizlik kaynağıdır. Saha içi ve saha dışı
güvenlik güçleri ile her iki ülkenin istihbarat kurumlarının eyleme dönüştürülebilir
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 71
istihbaratları paylaşmalarının gerekeceği kesindir ancak şu anda bunu mümkün
kılmak için bilinen herhangi bir mekanizma mevcut değildir.
Üstün askeri teknolojiye erişime sahip ve terör örgütleri ile mücadelede onlarca
yıllık deneyimi olan Türk güvenlik güçleri, NATO’daki en büyük ikinci ordu olarak,
olası saldırganları püskürtmek için son derece iyi donanımlıdır. Saha içi güvenlik
güçlerine yardımcı olacak biçimde saha dışı müdahaleye destek sağlayabilirler.
Bu durumda sorun güvenlik güçlerinin boyutu değil, bu güçlerin hızlı müdahale
kabiliyetleri, muhtemel tehditlere karşılık vermek üzerine aldıkları eğitim, çeşitli
beklenmedik durumlara yönelik teçhizatları ve saha içi ilk müdahaleyi yapan güçler
ile kesintisiz iletişim halinde olmaları gibi diğer etkenlerdir. Bu durumda en önemli
nokta, saha dışından müdahale eden güvenlik güçlerinin, nükleer santrallere özgü
tehditleri içeren ve saldırganların yetkin olduğunu öngören çeşitli senaryolar ile başa
çıkmak için eğitimli olmaları ve düzenli olarak tatbikat yapmalarıdır.
Türkiye KBRN senaryoları ile başa çıkmak üzere eğitilmiş bazı sivil ve askeri
personele sahip olsa da, bu personelin çoğu KBRN saldırıları gerçekleştikten
sonra alınacak önlemlere dair eğitilmiştir ve bu nedenle mevcut kabiliyetleri
ile önleyici/ihtiyari güvenlik tedbirlerinde etkili bir rol oynayamayabilirler.
En azından saha dışı ve saha içi müdahale güçlerinin eğitimi, denetlenmesi ve
belki desteklenmesi için ilaveten bir rol üstlenebilecek tek kuvvet, Genelkurmay
Başkanlığı’nın KBRN Özel Müdahale Kuvveti’dir.75 Bununla birlikte KBRN ÖMK,
sınırlı boyutu ve sorumluluklarının çokluğu nedeniyle, özellikle nükleer santraller
ile ilgili beklenmedik durumlara müdahale etmek için eğitilmiş bir hızlı müdahale
kuvvetinin yerini tutamaz. Etkili bir saha dışı güvenlik gücünün, askeriye,
Jandarma Genel Komutanlığı ve polis ile iletişiminin olması, devlet istihbaratını
paylaşması, saha içi güvenlik personeli ile eş güdümünün bulunması ve gerekirse
çevredeki güvenlik güçlerinden destek isteyebilmesi gerekecektir.
Türk makamları, kritik ulusal altyapıyı tanımlamaya ve mevcut anlayışı yeni
bir çerçeveye oturtmaya yönelik çabaları hızlandırmalıdır. KUA’nın çoğu özel
şirketlere ait olduğu ya da bu şirketler tarafında işletildiği ve elektrik şebekesi
gibi daha büyük sistemlerle bütünleşmiş olduğundan, KUA’nın korunmasına
yönelik çabalar, özel sektörün katılımını da içermektedir ve her bir paydaştan
net beklentiler barındırmaktadır. Operatörün, tesisin fiziki emniyetinin
sağlanmasındaki mühim rolü dikkate alındığında, devlet, kendi kurallarını sektör
ile istişare ederek geliştirmelidir.
Bu çalışmada gösterildiği gibi, Türkiye’nin nükleer istekleri ile ilgili sorunlar çok
çeşitlidir. Sivil toplumun gözetim için aldığı etkili inisiyatiflerin noksanlığı ile ciddi
bir nükleer karşıtı lobi bulunmamasının birleşimi, kamu sektörü inisiyatiflerinin
savsak olmasına yol açmıştır. Bu aşamada Türkiye, nükleer kritik altyapının
zorlukları ile ilgili özel koşulları büyük ölçüde göz ardı eder gibi görünmektedir.
Türkiye petrol boru hatları ve elektrik şebekeleri gibi diğer KEA türlerini korumada
deneyime sahip olmakla birlikte, büyük ölçekli beklenmedik durum stratejileri
ve kriz yönetimi konularında deneyimi azdır. Rusya ile yapılmış olan anlaşma,
Türkiye’ye petrol boru hattı güvenliği için yürürlükte olan mevcut yapıları ve
prosedürleri kopyalama imkanı vereceğe benzememektedir. Türk devletinin, nükleer
tesislerin diğer KUA’dan hangi açılardan farklı olduğunu belirlemesi ve gelecekteki
nükleer santrallerine özgün zaaflara ve risklere odaklanması gereklidir.
Genel itibariyle, Türk devlet kurumları, Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısı
ile ilgili karar verme sürecinde daha aktif olmalıdır. Kısmen mevcut bürokratik
belirsizlik nedeniyle, Türk güvenlik güçleri ve düzenleyici kurumları, ülkenin
nükleer geleceğine ilişkin tartışmaya dahil olarak bu tartışmaya katkıda
bulunmamışlardır. Bunun en iyi örneği, Türkiye’nin Akkuyu ÇED raporunu,
önce nükleer yakıtın nasıl taşınacağını ve bunun hangi güvenlik önlemlerini
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 72
gerektireceğini açıklığa kavuşturmadan onaylamasıdır. Bu konular sadece
ekonomik ve lojistik kaygılardan çok daha büyük olduğundan, Türkiye, olaylar
önüne çıktıkça karar vermek yerine bu kararların alınmasında daha aktif bir
rol oynamalıdır. Türkiye, Ön Güvenlik Analiz Raporu’nda (PSAR), taşıma
güzergahları olarak Türk Boğazları’nın ve diğer alternatiflerin kullanılmasına
yönelik ayrıntılı planlara yer verilmesini sağlamalıdır. Tasarım, inşaat, devreye
alma, işletme, doğal afetler, terör, arz güvenliği, nükleer atık, faaliyet durdurma
ve işletmeden çıkarma ile ilgili risklerin ve tehditlerin sorumluluğu Rus işletme
şirketine ait olmakla birlikte, bu operasyonların herhangi birisinin aksaması ya da
işletmeci ülkenin sorumluluklarını yerine getirememesi Türkiye için zararlara yol
açabileceğinden, hükümet sadece Rus şirketinin iyi niyetinin ve bağlılığının devam
etmesine güvenemez ve pasif kalamaz.
Düzenleyici kurum, ekonomik kazançlardan önce insan güvenliğine önem
veren bir emniyet kültürü oluşturulmasının ilk ve en önemli adımıdır. Bunu
sağlayabilmesi için, düzenleyici kurumun sıkı emniyet önlemlerinin alınması
konusunda ısrarcı olması ve proje şirketlerinden, kamu hizmetleri kuruluşlarından,
dağıtım şirketlerinden ve devlet kurumlarından gelebilecek baskılara direnmesi
gereklidir. Daha da önemlisi, düzenleyici kurum, kamu ve özel kurumları gereken
şekilde davranmaları konusunda zorlayabilmelidir. Benzer şekilde, tesisin işletimi
sırasında düzenlemelerin tam olarak uygulanmaması durumunda, düzenleyici
kurum tesisi durdurup mühürleyebilmeli, ya da en uç durumlarda, gerekli
önlemler uygulamaya konana dek proje şirketinin ruhsatını iptal edebilmelidir.
Düzenleyici kurumun gücünü ve dirençliliğini sağlayacak unsurlar, bağımsızlık,
hesap verebilirlik ve şeffaflıktır. Kamuoyu denetimine izin verilmesi, kamuoyunun
düzenleyici kurumun kararlarının kaliteli olmasını sağlayan paydaşlara ve
denetçilere dönüştürülmesiyle eştir. Ayrıca şeffaflık, kamuoyunun konuya
ilişkin söz hakkı olmasına olanak vererek, düzenleyici kurumun siyasi baskılara
karşı yalıtılmasına yardımcı olur. Bu durum, iktidardaki AKP hükümeti nükleer
santralleri ulusal çıkarlar açısından olmazsa olmaz gördüğünden ve düzenleyici
kurumların bağımsızlığını desteklemesiyle ünlü olmadığından, konu ile
özellikle alakalıdır. Düzenlemelerin kabul edilmesinden daha acil olan bir husus,
güvenlikten sorumlu yetkililerin KUA’nın ve özellikle nükleer santrallerin karşı
karşıya olduğu zorluklarla başa çıkma kültürlerinin dönüştürülmesine duyulan
ihtiyaçtır. Aşılması gerekilen bir diğer büyük güçlük, denetleyici kurumun
kabiliyetlerinin desteklenmesi gerekliliğidir. Yeni düzenin kaçınılmaz olarak
üstesinden gelmesi gerekeceği bir mesele, TAEK’in kabiliyetlerini bünyesine
katarken kendi kabiliyetlerini geliştirmek, ancak bunu yaparken halihazırda
TAEK’in sahip olduğu kabiliyetleri sıfırdan geliştirmeye çalışarak verimsizliğe yol
açmamak olacaktır. Düzenleyici bir kurum olarak kendi gücünü oluşturmaya ve
kendi bağımsızlığını sağlamaya ek olarak, işin daha yetkin bir biçimde ele alınması
için TAEK’in bilimsel ve teknolojik uzmanlığının güçlendirilmesi gereklidir. Bu
çabalar için dışarından hizmet alınması, sadece geçici bir önlemdir. Türkiye,
kendi yerli bilimsel ve teknolojik kabiliyetlerini arttırmalı ve ülkenin uzun vadede
politika dikte edebilmesi için bilgi birikimi oluşturmalıdır.
Türkiye’nin yeni düzenlemeleri yürürlüğe sokmak için hala zamanı olsa da mevcut
kabiliyetleri ve düzenlemeleri mümkün olan en kısa sürede, tercihen Akkuyu’da ilk
taş yerine konmadan önce güçlendirmesi ve yeniden yapılandırması gereklidir. Tesis
ile ilgili güvenlik ve emniyet zorlukları, ilk nükleer santral devreye girmeden önce
başlamaktadır. İnşaat planı kusursuz olsa bile, kasıtsız hatalar ya da içerideki kötü
niyetli kişilerin yapabileceği kasıtlı yanlışlıklar, tesisin performansı ve uzun vadede
ülkenin nükleer emniyeti için zararlı olacaktır. Bu nedenle Türkiye ve ortakları,
emniyet önlemlerine, daima ülkenin nükleer projeleri ile ilgili her konudan daha
fazla öncelik vermelidir. Türkiye’nin uluslararası kuruluşlar ile işbirliğinin devam
etmesi, ülkenin nükleer geleceğinin selameti için hayati önem taşıyacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 73
1_ Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı 30 Kasım 2007 Bakanlar Kurulu, “KARAR No.
6/07 KRİTİK ENERJİ ALTYAPISININ TERÖR SALDIRILARINDAN KORUNMASI”
MC.DEC/6/07
2_ http://www.osce.org/secretariat/103500
3_ http://www.nato-pa.int/default.asp?SHORTCUT=1165
4_ Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) web sayfası: Improving NATO’s
capabilities (4 Kasım 2014) 1 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_49137.htm?selectedLocale=en
5_ Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) web sayfası: Galler Zirvesi
Deklarasyonu (5 Eylül 2014) 2 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_112964.htm
6_ IAEA, Nuclear Security Culture, Implementing Guide, IAEA Nuclear Security Series
No.7, Viyana, 2008, s. 19.
7_ A.g.e.
8_ U.S. NRC “WHO WE ARE AND WHAT WE DO” 25 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki
adresten erişilmiştir: http://pbadupws.nrc.gov/docs/ML1424/ML14241A663.pdf
9_ CNN “Nun, two others in federal court for nuclear breach”
10_ U.S. Department of Energy Office of Audits and Inspections, (2012, Ağustos)
“Special Report: Inquirt into the Security Breach at the National Nuclear Security
Administration’s Y-12 National Security Complex” DOE/IG-0868
11_ A.g.e., s. 2-3
12_ A.g.e.
13_ A.g.e., s. 5
14_ A.g.e., s. 8
15_ NTI, (23 Ekim 2013) “U.S. Missileers Left Blast Doors Open in Security Breach”
16_ NTI (5 Mayıs 2014) “One third of missileers implicated in cheating scandal back in
training”
17_ The New York Times (28 Kasım 2014) “Wrestling with an aging arsenal”
18_ Jordan Robertson ve Michael Riley, “Mysterious ’08 Turkey Pipeline Blast Opened
New Cyberwar Era”, Bloomberg, 10 Aralık 2014, Erişilebileceği adres: http://
www.bloomberg.com/news/2014-12-10/mysterious-08-turkey- pipeline-blastopened-new-cyberwar.html
19_ AFAD (Ekim 2014) “2014-2023 Kritik Altyapıların Korunması Yol Haritası
Belgesi” Erişilebileceği adres: https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/12320141010111330-kritikaltyapi-son.pdf
20_ Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Kritik Enerji Altyapı Güvenliği Projesi
Sonuç Raporu, Ankara, 2011
21_ Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, “Ulusal Siber
Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı” s. 8
22_ Askeri YasakBölgeler
ve
Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği,
Madde21
(2): “ Bu bölgeler,
Genelkurmay Başkanlığı’nın lüzum
göstermesi veya Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ni veya İçişleri
Bakanlığı’nın göstereceği lüzum üzerine Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun
görmesi kaydıyla Bakanlar Kurulu’nca kurulabilir veya kaldırılabilir.”
23_ “Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik” No. 2237 Resmi Gazete No: 28088 (18 Ekim 2011)
24_ IAEA, Nuclear Security Culture, Implementing Guide, IAEA Nuclear Security
Series No.7, Viyana, 2008, s. 19.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 74
25_ TAEK, Ulusal Radyasyon Acil Durum Eylem Planı Taslağı (URAP), AFAD, 2014, s.
4.
26_ A.g.e.
27_ RG: 25606. Kanun No: 5188
28_ Kahramanmaraş’taki bir yetkili (1) ile görüşme, 05 Ağustos 2011.
29_ Eski bir kıdemli boru hattı güvenlik yetkilisi ile telefon görüşmesi, 28 Kasım 2014
30_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında
Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine
ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” Kanun No. 2010/918 (12 Mayıs
2012) Resmi Gazete 6 Ekim 2010 No: 27721
31_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Nükleer
Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair İşbirliği Anlaşması” 10 Eylül 2013
32_ INFCIRC/225/Rev. 4, (Haziran 1999)
33_ Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği (RG:25869 08/07/2005)
34_ T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı web sayfası (1 Aralık 2014) “Akkuyu NGS
Hakkında Basın Açıklaması” 5 Şubat 2015 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.csb.gov.tr/turkce/index.php? Sayfa=faaliyetdetay&Id=1189
35_ Anadolu Ajansı (1 Aralık 2014) “Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED raporuna
onay”
36_ Türkiye İlerleme Raporu 2014, Avrupa Komisyonu, SWD 2014 (307) Son, 8 Ekim
2014, s. 38.
37_ Türkiye Tarafından Hazırlanan 2013 Yılı İlerleme Raporu, Yapılan Çalışmalar ve
Kaydedilen İlerlemeler, Avrupa Birliği Bakanlığı, 2013, s. 93 – 94.
38_ Kanun Tasarısı Bilgileri; erişildiği tarih: 29 Aralık 2014; erişildiği yer:http://www.
tbmm.gov.tr/develop/owa/ tasari_teklif_sd.onerge_ bilgileri?kanunlar_sira_
no=94242.
39_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında
Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine
ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” 2010/918 (12 Mayıs 2010); İsmail
Altunsoy, “Nükleerde Süper Yetkili Üyeleri, Başbakan Seçecek”, Zaman, 25 Nisan
2014.
40_ “Nükleer Süreci Gizleniyor”, Birgün, 25 Ağustos 2014; “Akkuyu Nükleer Santrali
ÇED Raporu Hâlâ Eksiklerle Dolu”, 7
Temmuz 2014, 21
Ağustos
2014 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir: http://www.greenpeace.
org/turkey/tr/news/ced-raporu-hala-eksiklerle-dolu-070714/
41_ Özgür Gürbüz, “Nükleer Yalanlar mı Radyasyon mu Daha Tehlikeli”, Perspective,
Sayı: 2, Ekim 2012, Heinrich Böll Stiftung, s. 36.
42_ Dolunay Özbek, Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında, Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması, Greenpeace,
s. 2-3.
43_ Nuclear Control Institute, Greenpeace 6 Kasım 1998 tarihli “Sayın
Madeleine Albright’a mektup”; 29 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir:http://www.nci.org/k-m/mox11698.htm
44_ Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği (RG:25869 08/07/2005)
45_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması”
46_ Dolunay Özbek ile kişisel görüşme, 27 Kasım 2014, İstanbul.
47_ A.g.e.
48_ A.g.e.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 75
49_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması”
50_ Yerel ve uluslararası yasal çerçeve, düzenlemeler ve anlaşmalar bakımından
nükleer kazaların sorumluluğu konusunda kapsamlı bir analiz için bkz. N. Kağan
Kocaoğlu, “Nükleer Tesis İşletenin Hukuki Sorumluluğu: Karşılaştırmalı ve
Uluslararası Özel Hukuk Analizi, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 68, No.: 2, 2010, s. 33 –
112.
51_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması”
52_ AFAD bu görevde Genelkurmay, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, TAEK, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı tarafından desteklenmektedir.
53_ T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (2013, Aralık) “Türkiye
Afet Müdahale Planı (TAMP)
54_ T.C. Başbakan Yardımcılığı, “No: 56453462-610-41: Ankara Milletvekili Sayın
Özcan Yeniçeri Tarafından Verilen (7/31760) Sayılı Soru Önergesine Verilen
Cevaplar” (08 Ocak 2014)
55_ A.g.e.
56_ Bugün (22 Nisan 2014) “TSK’nın Konya’daki stratejik KBRN birliği kapılarını ilk
kez BUGÜN’e açtı”
57_ “TSK KBRN Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı” bölümü (21 Nisan 2013),
Türkiye Radyo ve Televizyonu 1 “Savaşta Barışta Türk Ordusu” programı, 25
Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adreste bulunan Youtube sayfasından erişilmiştir:
http://www.youtube.com/watch?v=IlDx_MEF29o
58_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde kişisel görüşme,
İstanbul. Albay Orgun, TSK’nın KBRN birliğinde on yıldan fazla bir süre hizmet
vermiştir.
59_ A.g.e.
60_ A.g.e.
61_ A.g.e.
62_ Başbakanlık (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı)’tan: Kimyasal, Biyolojik,
Radyolojik ve Nükleer Tehlikelere Dair Görev Yönetmeliği, Resmi Gazete no: 28281
(3 Mayıs 2012)
63_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde görüşme
64_ Matthew Bunn ve Scott D. Sagan, A Worst Practices Guide to Insider Threats:
Lessons from Past Mistakes, Cambridge, MA, American Academy of Arts and
Sciences, 2014.
65_ Nükleer bir düzenleyici kurum olarak TAEK’in kapsamlı bir analizi için lütfen
bkz. Atiyas, I.; Sanin, D. (2012, Aralık) “Bölüm V: Nükleer Enerji için Düzenleyici
Otorite: Ülke Deneyimleri ve Türkiye için Öneriler” Nükleer Enerjiye Geçişte
Türkiye Modeli – II, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi
66_ “Türkiye 2023 Uluslararası Nükleer Teknoloji Transferi Kongresi Sonuç
Raporu ve Bildirgesi” (2 Ekim 2012) İstanbul, s. 4. 20 Ekim 2013 tarihinde
aşağıdaki
adresten
erişilmiştir: http://www.tasam.org/tr- TR/
Icerik/4894/turkiye_2023_uluslararasi_nukleer_teknoloji_transferi_kongresi_
sonuc_raporu_ve_bildirgesi
67_ TAEK web sayfası (19 Ağustos 2014) “Announcement for Procurement of Technical
Support Services for Review and Assessment of Construction License Application
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 76
of Akkuyu NPP” 30 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.taek.gov.tr/en/latest-news/337-news-flash/1304-announcementfor-procurement-of-technical- support-services-for-review-and-assessment-ofconstruction-license-application-of-akkuyu-n-pp.html
68_ Abide Gülel, “Dünyanın öteki ucunda Akkuyu Tartışması!”, 10 Aralık 2014;
24.12.2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://enerjigunlugu.net/
dunyanin-oteki-ucunda-akkuyu-tartismasi_11254.html#.VLLZUF7fPLS.
69_ Türkiye Atom Enerjisi Kurumu: Mevzuat. 27.11.2014 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir: http://www.taek.gov.tr/belgeler-formlar/mevzuat/
70_ Türkiye, OECD’nin Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Taraf Sorumluluğuna
İlişkin Paris Sözleşmesine ve bu sözleşmenin her iki değişikliğine, ayrıca Viyana
Sözleşmesi ile Paris Sözleşmesinin Uygulaması ile ilgili 1988 Ortak Protokolü’ne
taraftır. Akkuyu hakkındaki IGA’nın 16ncı maddesi konuyu ele almaktadır ve
üçüncü taraf sorumluluğu sorunlarının “Türkiye’nin taraf olduğu ve olacağı
uluslararası anlaşmalara ve belgelere ve Türk Tarafının ulusal yasalarına ve
düzenlemelerine” göre çözüleceğini belirtmektedir; Bkz. “Milletlerarası Anlaşma”,
Karar Sayısı: 2010/ 918, Sayı 27721, Resmi Gazete, 6 Ekim 2010.
71_ İsmail Altunsoy, “Nükleerde milyarlarca dolarlık iş Kamu İhale Kanunundan
muaf”, Zaman, 30 Aralık 2014. Dilek Gedik, “Nükleer santralde de her şey
Başbakan’a bağlı”, Taraf, 30 Mayıs 2014. “Nükleer Enerji Yasası Değişiyor mu?”,
29 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.yapi.com.tr/
Haberler/nukleer-enerji-yasasi- degisiyor-mu_119810.html
72_ Adının gizli kalması koşuluyla konuşan, “Kritik Enerji Altyapılarında Bilgi
Sistemleri Güvenliği” konusunda aktif bir uzman ile görüşme, 29 Nisan 2014.
73_ Resmi Gazete no. 20033 (28.12.1988)
74_ Resmi Gazete no. 20843 3713 sayılı Kanun; 12 Nisan 1991
75_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde kişisel görüşme.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 77
Nükleer Güvenlik ve Türkiye:
Nükleer Kaçakçılık ile
Mücadele
Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı,
MEF Üniversitesi
Yönetim Kurulu Üyesi, EDAM
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 78
GİRİŞ
Batıdaki otoritelerin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin algıladığı bir
numaralı güvenlik tehdidi, nükleer terörizmdir. Bu tür bir ihtimali önlemek
amacıyla, dünya liderleri terör örgütlerinin nükleer ve radyolojik materyallere
erişmelerini önlemek için gerekli önlemleri tartışmak üzere 2010, 2012 ve 2014
yıllarında sırasıyla Washington D.C., Seul ve La Hey’de bir araya gelmişlerdir.
Nükleer terörü önlemenin yollarından birisi, hassas ve tehlikeli materyallerin
ele geçirilmesinden doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu olan kaçakçılık
şebekelerinin üstesinden gelmektir. Avrupa ve Asya’nın kesiştiği noktada yer
alan Türkiye, kaçakçılığa karşı verilen uluslararası mücadelede çok önemli bir
role sahiptir. Türkiye’nin rolü, sadece daha güvenli ve daha emniyetli bir dünya
düzeni sağlamak açısından değil, aynı zamanda kendi ulusal güvenliği açısından
da önemlidir. Türkiye, uzun yıllardır terör saldırılarına maruz kalmıştır.1 Hassas
materyallerin, Türkiye’ye saldırıda bulunma kararlılığına sahip terör örgütlerinin
eline geçmesi ihtimali, sorumluluk sahibi bir devlet adamının hafife alamayacağı
bir durumdur. Bu nedenle Türk makamları, en başından itibaren, nükleer ve
diğer hassas materyallerin kaçakçılığının önlenmesine en üst düzeyde özen
göstermişlerdir.
Türk hükümeti, dünya liderlerinin nükleer kaçakçılığa karşı birlikte
hareket etmenin önemini kavramalarından uzun zaman önce, eski Sovyet
cumhuriyetlerinden Orta Doğu’daki ve Doğu Asya’daki alıcılara hassas nükleer
materyaller kaçırma teşebbüslerinin sayısının arttığı 1990’ların başlarında,
önemli adımlar atmaya başlamıştır. Karadeniz ülkeleri ve Kafkaslar’da yürütülen
kaçakçılık teşebbüslerinin birçoğu, Interpol ile işbirliği yapan Türk güvenlik
birimleri tarafından engellenmiştir.
Bu çalışmada ilk olarak, kitle imha silahlarını ve bunların üretiminde kullanılan
materyalleri ele geçirmeye teşebbüs etmiş olan devlet dışı aktörlerin varlığından
söz edilerek, nükleer kaçakçılığın oluşturduğu tehdidin profili çizilecektir.
Ardından, Türkiye’nin son yirmi yıl içinde nükleer kaçakçılık olaylarına ne ölçüde
sahne olduğu ele alınacaktır. Bu alandaki uzmanlar, “Türkiye’nin ne kaynak,
ne de hedef ülke olduğunu, ancak Türkiye’nin çatışma bölgelerine yakınlığının,
Avrupa ile Asya arasındaki stratejik konumunun ve teröre karşı yıllardır verdiği
mücadelenin, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer (KBRN) tehdidin göz ardı
edilemeyeceği görüşünü öne çıkardığını” teyit etmektedir.2 Bu çalışmada daha
sonra, Türkiye’nin nükleer kaçakçılık ile mücadele etmek için aldığı ve dört geniş
kategoride gruplanabilecek önlemler verilecektir: (1) kurumlar arası işbirliğini ve
eğitim ve öğretim faaliyetlerini geliştirmeye yönelik önlemler; (2) UAEA ile işbirliği
içinde, Türkiye’nin anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmeye ve uygulamaya
yönelik önlemler; (3) nükleer silahların yayılmasının önlenmesini amaçlayan
çok taraflı inisiyatiflere Türkiye’nin gönüllü katkıları ve (4) Türkiye’nin, nükleer
kaçakçılık faaliyetleri ile mücadele etmek için tek başına ya da bölgedeki devletler
ile birlikte aldığı inisiyatifler. Son olarak bu çalışmada, Türkiye’nin gelecekte neler
yapabileceği konusunda tavsiyelerde bulunulacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 79
Nükleer Materyal Kaçakçılığının Doğurduğu Tehdidin
Profili
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, uzun bir süre “hassas bir nükleer dengeye”
dayanan stratejik bağlam son bulmuştur.3 Kalıcı bir barış elde edilmesi ve
uluslararası istikrarın sağlanması, dünya politikasının merkez sahnesinde ortaya
çıkan aktörlerin çoğalması nedeniyle daha zor bir hale gelmiştir. “Devlet dışı
aktörler” adı verilen ve kendi bünyelerinde komuta, kontrol ve haberleşme yapıları
geliştiren örgütler (yani çok uluslu terör örgütleri), uluslararası arenada etkili
bir konuma gelmeye başlamıştır. Bu politik, yarı-askeri varlıkların ortaya çıkışı,
uluslararası sistemin istikrarını bozmuş ve masum insanlara yapılan şiddetli
saldırılar ile uluslararası barışı ve güvenliği tehdit eder hale gelmiştir.
Örneğin Japon Aum Shinrikyo tarikatı, Mart 1995’te Tokyo metrosundaki Sarin
gazı saldırısı da dahil olmak üzere, uzun bir yasadışı faaliyet siciline sahiptir.4 Bu
alandaki uzmanlar, söz konusu tarikatın, tıp alanından mühendisliğe, arkeolojiden
doğa bilimlerine kadar çeşitli alanlarda çalışan bilim adamları ve uzmanları
içeren dünya genelindeki bir şebekeden oluştuğuna inanmaktadır.5 Benzer şekilde
Eylül 2001’de, dünya medyası New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve
Washington, D.C.’deki Pentagon’a düzenlenen saldırılar hakkında bilgi verirken,
farklı kişisel ve profesyonel geçmişlere sahip binlerce insanın katılımı ile birçok
ülkedeki küçük hücrelerden oluşan dünya genelinde bir şebeke oluşturmuş olan
El Kaide adlı diğer bir devlet dışı varlık hakkında haberler ortaya çıkmıştır. El
Kaide’nin kitle imha silahları geliştirmeye yönelik araçlar elde etme çabaları, ABD
askeri operasyonları sırasında Afganistan’da ele geçirilen bilgilere dayalı olarak
belgelendiği ifade edilmiştir.6
Daha yakın bir zamanda, diğer bir devlet dışı aktör olan “Irak-Şam İslam Devleti
(IŞİD)”, aşırı şiddet içeren eylemleri ile resme dahil olmuştur. IŞİD, uzun yıllardır
düzensiz olan Suriye ve Irak ordularından ele geçirdiği askeri ekipmanlar ile, Irak
ve Suriye’nin çatışmalarla dolu bölgelerinde hızla hareket etmiştir. IŞİD şu anda
söz konusu iki ülkenin büyük kısımlarını kontrol etmektedir ve “İslam Devleti”
adını verdiği kendi “egemenlik bölgelerinde” şeriat düzeni ilan etmiştir. 2014
yazında IŞİD tarafından işlenen ve bazıları soykırım olarak nitelendirilebilecek
suçların türlerine bakıldığında, söz konusu örgütün ele geçirmesi durumunda bu
kitle imha silahlarını kullanması olasılığı hafife alınamaz.
Doğu Ukrayna’da faal olan milis grupları ya da yarı-askeri birimler, üzerinde
oturdukları silah ve cephane yığınlarından halihazırda elde etmiş olabilecekleri
kabiliyetler ile bölgesel ve uluslararası güvenlik için en az diğerleri kadar önemli
bir tehdit oluşturmaktadır. Kiev’deki merkezi otoriteye karşı bir ayaklanmayı
sürdürmedeki niyetlerinin ne olduğu ve - Rusya Federasyonu’nun tartışmasız
desteği ile - talepleri için ne kadar bastıracakları ve bunun devam eden çatışmayı
nasıl kızıştıracağı konusunda doğru bir değerlendirme yapmak zordur. Bu
nedenle, bunların faaliyetlerine dikkat edilmesi gereklidir.
Devlet dışı aktörlerin listesi bunlarla sınırlı değildir ve radikal dinci ilkeleri
savunanlardan ırkçı milis gruplarına kadar farklı amaçlara sahip gruplardan
oluşmaktadır. Güvenlik analistlerinin devlet dışı varlıklara ilişkin temel endişesi,
bu varlıkların - bilhassa KBRN materyaller olmak üzere - her türlü silaha ve silah
yapımında kullanılan materyale erişme yetenekleridir. Bunun gerçekleşmesi
durumunda, dünya üzerinde barış ve istikrarın korunması daha da zor bir hale
gelecektir.
Bunların ve dünya genelindeki diğer muhtemel terör örgütlerinin, sofistike silahlar
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 80
üretmek için gerekli teknolojik ekipmanı ve bileşenleri barındıracak büyük tesisler
kurabilecekleri egemenlik bölgelerine sahip olmadıkları dikkate alındığında, bu
örgütlerin askeri kabiliyetleri iki yolla elde edilebilir: “vekaleten savaş” ve silah
kaçakçılığı.
Birincisi, destekçi bir devlet, terör örgütlerinin lider kadrosuna ve militanlarına
barınak, silah, mühimmat ve eğitim sağlayabilir, böylece söz konusu terör
örgütünü kendi siyasi amaçlarına ulaşmak için kullanabilir. Buna, askeri-stratejik
çalışmalar literatüründe “vekaleten savaş” adı verilir. Özellikle, iki taraflı ya da
bölgesel ihtilafların tırmanarak iki nükleer süper güç arasındaki sıcak bir çatışmaya
dönüşmesi korkusunun, bölgesel devletlerin rakiplerine karşı açıkça savaşa
girme isteğini bastırdığı Soğuk Savaş döneminde, bazı ülkelerin bu tür vekalet
stratejilerine başvurduğu yolunda ciddi suçlamalar mevcuttur.
Destekçi bir devletin bulunmaması durumunda, bir terör örgütünün askeri
kabiliyet oluşturmasının ikinci bir yolu ise, bir kısmı örgütün kendi kontrolü
altında olabilecek yasadışı silah kaçakçılığı şebekesidir. Uyuşturucu, silah, cephane
ve insan kaçakçılığını kontrol eden yasadışı şebekelerin varlığı, tartışmasız bir
gerçektir. Bu şebekelerin bazıları, temel motivasyonu büyük miktarda para ve
ayrıcalık elde etmek olan suç şebekeleri olarak kategorize edilebilir; diğerleri
ise kendi politik ya da dinsel hedeflerine ulaşmak amacıyla terör faaliyetlerini
desteklemek üzere özellikle oluşturulmuştur.
Batıda Orta ve Doğu Avrupa’yı, doğuda Sibirya ve Çin’i ve güneyde Orta
Doğu’nun bir kısmını kapsayan Avrasya bölgesi, farklı kültürlere ve dolayısıyla
farklı politik ilişki kümelerine sahip farklı uluslardan oluşmaktadır; bunların
bazıları geçmişte ve bugün birbirleri ile çatışma halindedir. Birçok Avrasya
ülkesinin cephaneliğinde, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların yanı sıra,
her türlü hafif ve ağır konvansiyonel silah stokları mevcuttur. Bu silahlar, geniş
kıtaya yayılmış binlerce tesiste ve depolama sahalarında tutulmaktadır ve
iddialara göre bunların bazıları geçmişte yeterince korunmamıştır ve muhtemelen
günümüzde de korunmamaktadır.7 Bölgenin bu ve diğer özellikleri, yasadışı çok
uluslu şebekelerin, bölgenin istikrarını bozabilecek silahların ve silahlarla ilgili
materyallerin kaçakçılığı için kullanması için uygun kılmaktadır.
Nükleer Kaçakçılık Olaylarının Ortaya Çıkışı ve Evrimi
Eski Sovyetler Birliğinin on beş cumhuriyetindeki merkezi otoritenin çöküşü,
hassas ve tehlikeli nükleer malzemelerin tutulduğu nükleer santral ve araştırma
reaktörleri, silah üretim tesisleri, malzeme depolama sahaları ve araştırma
laboratuarları gibi kritik öneme sahip tesislerde güvenlik zaaflarına yol
açmıştır. Eski Sovyetler Birliği’nin geniş topraklarına dağılmış olan bu tesislerin
yüzlercesinde yeterli güvenlik ve emniyet önlemlerinin bulunmaması, organize
suç şebekelerinin, kaçakçıların ve nükleer alandaki fırsatçı çalışanların söz konusu
materyallere yasadışı yollardan erişime sahip olmasına olanak vermiştir.8
Başlangıçta nükleer materyal kaçakçılığı vakaları genel olarak, kaçakçıların bir
servet kazanma beklentisiyle eski Sovyet topraklarından taşıdıkları materyaller için
alıcı bulmaya çalıştıkları Orta ve Doğu Avrupa’da görülmekteydi. Ancak Almanya,
Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde alıcı kılığına giren polis yetkilileri,
bu teşebbüslerin çoğunu önlemiş ve faillerin tutuklanmasını sağlamıştı. Bu
tutuklamaların bazılarında, önemli miktarlarda nükleer materyal ele geçirilmişti,
çoğu olayda ele geçirilen materyal düşük oranda zenginleştirilmiş uranyumdu
(LEU).
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 81
Eski Sovyetler Birliği’nde nükleer kaçakçılığın yayılmasına ilişkin ilk vakalar,
Ekim 1992’de Podolsk, Rusya’daki Luch Bilimsel Üretim Birliğinden yaklaşık 1,5
kilogram yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumun çalınması ile ilgiliydi. 1992
ile 1995 yılları arasında Avrupa’daki polis teşkilatları, Almanya’da Münih, Tengen
ve Landshut, Litvanya’da Vilnius ve Çek Cumhuriyeti’nde Prag gibi şehirlerde
on kadar teşebbüse engel oldu. Rusya’da, Andreyeva Guba’daki donanma üssü
depolama tesisi ile Sevmorput’taki askeri tersanedeki olaylar gibi bazı teşebbüsler
yaşandı.9
Bir dizi nedenden dolayı, nükleer materyallerin Avrupa yoluyla yasadışı transferi
teşebbüslerinin birçoğu amaçlarına ulaşmada başarısız olmuştur. Bu nedenlerden
birisi, Avrupa polis teşkilatlarının bu tür materyallerin doğu komşularından
potansiyel akışı ile başa çıkmak için hazırlıklı olmasıdır.10 Kaçakçılık davalarından
gelen belgeler, kaçakçıların profilinin büyük farklılıklar gösterdiğini ortaya
koymaktadır. Örneğin bir yanda, bir gecede bir servet kazanmak isteyen, ancak
hassas nükleer materyallerin kaçakçılığı konusunda hiçbir deneyimi olmayan
nükleer alandaki fırsatçı çalışanlar vardır. Öte yanda, iyi organize olmuş, ancak
yine hassas nükleer materyallerin kaçakçılığı konusunda hiçbir deneyime sahip
olmayan kaçakçılık şebekeleri vardır.11 Mahmut Cengiz’e göre, teknoloji, polis
çalışmaları için kritik öneme sahip bir tamamlayıcı olmaya devam etmektedir. Dr.
Cengiz, kaçakçıları iki gruba ayırmaktadır: “iyi bağlantılara sahip profesyoneller
ve küçük suçlular; çoğu kez bunların ilki, kurye olarak kullanmak üzere ikincileri
işe almaktadır.”12 Dr. Cengiz ayrıca, profesyonel kaçakçıların tarayıcılardan kaçmak
için bağlantılarını ve rüşveti kullanabileceklerini, ancak teknolojinin bir amatörü
yakalayabileceğini ya da caydırabileceğini belirtmektedir.13 Bu nedenle kaçakçılar,
alıcı kılığına giren ve kendilerini tutuklayan gizli görevdeki ajanların işini
kolaylaştıran birçok hata yapmışlardır.
Orta ve Doğu Avrupa’dan nükleer materyal kaçakçılığı yapma teşebbüslerinin
sayısının azalmasının ikinci bir nedeni, nükleer materyalleri gizlice nükleer
silahlar ya da basit patlayıcı radyolojik cihazlar yapmak gibi bir dizi amaç için
kullanabilecek potansiyel alıcıların Avrupa’da bulunmamasıdır. Buna ek olarak,
arttırılmış güvenlik önlemleri ile 1990’ların başlarında Avrupa sınır geçişlerinde
kurulan radyasyon dedektörleri gibi yüksek teknolojili sofistike cihazlar da,
kaçakçılık şebekelerini, faaliyetlerini Avrupa’dan Kafkaslar ve Orta Doğu
bölgelerine kaydırmak zorunda bırakmıştır.
Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ çatışması, Gürcistan’ın
Osetya ve Abhazya bölgelerindeki artan gerilimler ve Ağustos 1990’da Kuveyt’in
işgal edilmesini takip eden Körfez Savaşı sonrası Irak da dahil olmak üzere, Soğuk
Savaş sonunda Kafkaslar ve Orta Doğu’da ülke içi ve ülkeler arası çatışmalar
artmıştır. Bu çatışmalar, Avrasya bölgesindeki karışıklık ve istikrarsızlıktan
yararlanan mevcut Avrasya kaçakçılık şebekelerine yardımcı olmuştur. Bu bölgede
sınır kontrollerinin geleneksel olarak çok gevşek olduğunu belirtmek gerekir. Bu
nedenle, kaçakçıların tutuklanması riski önemli ölçüde daha düşük olmuştur, ya
da böyle bir risk hiç söz konusu olmamıştır.
Tüm bu etkenler, söz konusu kaçakçılık teşebbüslerinin odak noktasını Güneydoğu
Avrupa, Karadeniz, Kafkaslar ve Orta Doğu’nun kuzey katmanındaki ülkelere
doğru kaydırmıştır. Nükleer kaçakçılık faaliyetlerinin hız kazandığı bölgelerin
merkezinde yer alan Türkiye’nin, kaçakçılık şebekelerinin bir geçiş güzergahı
olarak tercih ettiği topraklardan biri haline geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 82
Türkiye’yi İlgilendiren Nükleer Kaçakçılık
Faaliyetlerinin Boyutu
Türkiye’deki ilk nükleer kaçakçılık olayına ilişkin haberler, medyada Ekim 1993’te
yer almıştır.14 Ancak bu olayların bazılarını alıntılamadan önce, Türkiye’deki
kaçakçılıkla mücadele sırasında ele geçirilen nükleer materyallerin miktarı ile
ilgili olarak, medyada yer alan haberler ile Türk makamlarının verdikleri bilgiler
arasında önemli farklılıklar olduğunu vurgulamakta yarar vardır.
Örneğin, 5 Ekim 1993 tarihinde, bir Türk profesörden 2,5 kg Rus uranyumu
satın alma teşebbüsünde bulundukları iddiasıyla, Türk polisinin dördü İranlı
olmak üzere sekiz kişiyi tutukladığı haberi verilmiştir.15 Söz konusu olayda ele
geçirilen nükleer materyalin tam miktarı ise 2,49 gram, yani medyada belirtilen
miktarın gerçekte 1/1000’idir.16 Zamanın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık
ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi (KOM)17 Başkanı olan Salih Güngör’e
göre, Rus “ziyaretçiler” uranyumu Türkiye’ye taşımış ve burada Türk uyruklu
kişilere satmışlardır. Türk polisi dört İranlının İran gizli servisi ile bağlantılı
olup olmadığını tespit etmeye çalışırken, İran’ın İstanbul Konsolosluğundan bir
yetkili, İran devletinin olayla hiçbir ilgisi olmadığını ifade ederek iddialara yanıt
vermiştir.18 Uranyumun, gramı 40,000 dolar karşılığında satılacağı da bildirilmiştir.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) Çekmece Nükleer Araştırma
Merkezi’nde analiz edilen uranyumun, yüzde 2,5 ila 3,5 oranında zenginleştirilmiş
olduğu tespit edilmiştir. Dönemin Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi Başkan
Yardımcısı Erol Barutçugil, kaçırılan uranyumun düşük oranda zenginleştirilmiş
uranyum olduğunu ve nükleer silah yapımında kullanılamayacağını açıklamıştır.19
Benzer şekilde, Temmuz 1994’te Türk polisinin yedi Türk şüpheliyi gözaltına
aldığı ve 12 kg (26.45 libre) uranyuma el koyduğu bildirilmiştir. Bu olayda da ele
geçirilen nükleer materyalin tam miktarı ise 12.38 gram, yani basında belirtilen
miktarın yine 1/1000’idir.20 853 milyon dolar değerinde olduğu belirtilen
uranyumun, eski Sovyetler Birliği’ndeki adı belirtilmemiş bir ülkeden Türkiye’ye
sokulduğu da bildirilmiştir.21 Bu olayların bazılarında ele geçirilen materyallerin
gerçek miktarlarındaki tutarsızlıklar dikkate alındığında, bunların parasal
değerlerine ilişkin rakamların da abartılmış olması son derece muhtemeldir.
28 Şubat 1997 tarihinde bildirilen bir diğer olayda bir Türk vatandaşı, sivil bir polis
memuru tarafından, Türkiye’nin kuzeybatısındaki Edirne ilinde bulunan İpsala’da,
yaklaşık 800,000 dolar değerindeki 509 gram “uranyum cevheri” ile tutuklanmıştır.
Medya yine yanlış bir haber yapmış ve ele geçirilen madde aslında doğal uranyum
iken, uranyum cevheri olduğunu bildirmiştir.22 Bu olayla ilgili olarak Ankara’da da
iki kişi tutuklanmıştır. Polis tarafından sorgulanan failler, uranyumu Gürcistan’dan
satın aldıklarını kabul etmişlerdir. Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ndeki
kaynaklara göre, uranyumun türü işlenmemiş uranyumdu ve stratejik herhangi bir
öneme sahip değildi.23
Medyanın Türkiye’de ele geçirilen nükleer materyallerin tam miktarlarını
yanlış bildirmesine ek olarak, TAEK yetkilileri, bildirilen bazı olayların aslında
hiç meydana gelmediğini ve medya kuruluşları tarafından uydurulduğunu
belirtmişlerdir. Örneğin, 8 Eylül 1998 tarihinde, The Moscow Times gazetesinde
Türk polisinin Rusya’dan kaçırılan ve silah üretimi için kullanılabilecek 4,5
kilogram “aktif olmayan” uranyum ve altı gram “aktif” plütonyum ele geçirdiği
haberi verilmiştir. İki eski Sovyet cumhuriyeti vatandaşı dahil olmak üzere sekiz
kişinin tutuklandığı bildirilmiştir.24 28 Eylül 1998 tarihinde, zamanın TAEK
Başkanı Dr. Cengiz Yalçın, Eylül 1998’de Türkiye’de plütonyum ele geçirildiğine
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 83
ilişkin basında çıkan haberleri kesin bir dille reddetmiştir. TAEK Başkanı Yalçın,
“Türkiye’de hiç plütonyum ya da yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum (HEU)
bulunmadığını” ısrarla belirtmiştir.25 TAEK yetkilileri, böyle bir olayın hiçbir
zaman meydana gelmemiş olduğunu yakın zamandaki bir telefon görüşmesinde
de teyit etmişlerdir.26
1990’ların sonları ve 2000’lerin başlarında, Kafkaslar’da nükleer materyal
kaçakçılığı teşebbüslerinin yoğunlaşması sonucunda, bölgedeki nükleer
materyal kaçakçılığının boyutu konusunda Batı dünyasının, bilhassa Amerika
Birleşik Devletleri’nin duyduğu endişe artmıştır. Douglas Frantz, New York
Times gazetesinde yayınlanan makalesinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu
gelişmelere, Kafkaslar bölgesindeki birkaç ülkeye milyonlarca dolar değerinde
tespit ekipmanı göndererek karşılık verdiğini öne sürmüştür.27 Frantz’a göre, ABD
yönetimi ayrıca yasadışı nükleer materyal sevkiyatlarını tespit etmeyi öğrenmeleri
için sınır muhafızlarına eğitim sağlamış ve nükleer tesisler ile havaalanlarındaki
güvenliğin iyileştirilmesine yardımcı olmuştur. Birkaç kaçakçılık olayında bomba
yapmak için kullanılabilecek materyal söz konusu olmuştur; bugüne dek silah
yapmak için uygun materyal kaçakçılığı konusunda başarılı olmuş bir teşebbüs
bilinmemektedir. O zamanlar, artan olay sayısı ve sevkiyatların sadece bir kısmının
engellenebildiği yolundaki güçlü inanış, ABD’deki kaygı düzeyini arttırmıştır.
Gevşek sınır kontrolleri ile gümrük yetkililerinin rüşvete karşı zayıflığı, söz
konusu endişeleri daha da ağırlaştırmıştır. Frantz makalesinde, Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı’nın Eylül 2001’de, “teyit edilmiş nükleer kaçakçılık vakası sayısının
dünyanın geri kalanında düştüğünü ancak Türkiye, Kafkaslar ve Orta Asya’da
arttığını gösteren” rakamlar sağladığını belirtmiştir. Ajansa göre, 1993’ten 1995’e
kadar 104 vakadan sadece 4 tanesi bu bölgede yaşanırken, 1996’dan 2001’e kadar
dünya genelindeki 72 vakadan 16 tanesi bu bölgede meydana gelmiştir.28
1993 ile 2002 yılları arasında, Türkiye’de yaşanan ve Nükleer Kaçakçılık, Hırsızlık
ve Yetim Radyasyon Kaynakları Veri Tabanı (DSTO) tarafından kaydedilen 27
radyoaktif materyal ele geçirme olayının 25 tanesi polis ve istihbarat operasyonları
sonucunda, sadece iki tanesi ise gümrük kontrolleri sonucunda gerçekleşmiştir.29
Daha sonraki üç yıl içinde Türk makamları 48 kaçakçılık olayı kaydetmiştir;
bunların bir tanesi hariç hepsi, ülkenin Gürcistan ve Irak sınırlarındaki yeni
donanımlı kontrol noktalarındaki radyasyon kontrollerinde tespit edilmiştir. Bu
vakaların çoğu, ülkeye getirilen hurda metal içinde bulunan radyoaktif kaynaklar
ya da kirlenmiş materyal ile ilgilidir.
TAEK yetkilileri, medyanın ele geçirilen nükleer materyallerin miktarına ilişkin
bilgileri ve rakamları yanlış verdiği tespit edilen önceki vakalarda olduğu gibi,
nükleer kaçakçılık vakası olarak rapor edilen olayların sayısının da, söz konusu
dönemde gerçekten yaşanan olaylardan önemli ölçüde neden daha fazla olduğu
konusuna da açıklık getirme ihtiyacı hissetmişlerdir. Türk makamları, 1991’deki
birinci Körfez Savaşı’nın ardından, metal sektöründe faaliyet gösteren özel Türk
şirketlerinin ve tüccarların, çeşitli kullanım amaçları ve uygulamalar için Irak’tan
önemli miktarlarda hurda metal ithal ettiklerini belirtmektedir. İthal edilen hurda
metalin bir kısmı, bir şekilde radyolojik materyal ile kirlenmiş durumdadır.
Örneğin, Saddam döneminde nükleer tesislerde kullanılan çelik kaplar, uranyum
ile kirlenmiştir. Benzer şekilde, Irak’ın cephaneliğinde bulunan - savaş sırasında
tahrip edilen, savaş sonrasında UAEA ve UNSCOM30 denetçileri tarafından
sökülen ya da ülkedeki kaos sırasında insanlar tarafından yağmalanan - füzelerin
motorları, kirlenmiş materyal ile bir şekilde karışmıştır. Bu nedenle, Irak’tan
gelen ve radyolojik materyal ile kirlenmiş olan bazı hurda metal sevkiyatları,
nükleer kaçakçılık vakası olarak kategorize edilebilecek kadar önemli miktarlarda
radyolojik materyal içerip içermediklerini tespit etmek üzere kapsamlı muayene
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 84
için Türk-Irak sınırındaki gümrük yetkilileri tarafından incelenmiştir.
Yıllar içinde bu tür vakaların sayısının artması ve Birleşmiş Milletler’in silahların
yayılmasına ilişkin endişeleri nedeniyle, Türkiye 2005 yılında Irak’tan hurda metal
ithalatını durdurmuştur.31 Türk hükümetinin kararı, Türk Genelkurmay Başkanlığı,
Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Ormancılık
Bakanlığı, Jandarma, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü,
Gümrük ve TAEK’ten temsilcilerin katılımıyla Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda yapılan
istişare toplantıları sonucunda alınmıştır. Türkiye, Irak’tan doğrudan hurda metal
ithalatlarını yasaklamanın yanı sıra, Irak menşeli hurda metallerin Türkiye yoluyla
diğer ülkelere geçişini ve Irak menşeli hurda metallerin üçüncü ülkelerden dolaylı
ithalatını da yasaklamıştır.32
2000’lerin başlarında, sadece iki gümrük noktasında radyoaktif materyalleri tespit
edebilecek sistemler mevcuttu ve bunların ikisi de Amerika Birleşik Devletleri
tarafından hibe edilmişti. Tespit cihazlarının bulunmadığı yerlerde, gözle yapılan
incelemelere güvenilmekteydi; bir kilogram plütonyumun meşrubat kutusu
büyüklüğünde bir kaba saklanabileceği dikkate alındığında, bu da zor bir işti. 20
Ocak 2009 tarihinde, TAEK ve Gümrük Müsteşarlığı, nükleer kaçakçılığa karşı
bir önlem olarak sınır geçişlerine tespit cihazları kurulmasına ilişkin bir protokol
imzalamışlardır. Bu protokolde, radyasyon ölçüm sistemlerinin kurulması ve
işletilmesinden eğitime ve TAEK ile gümrükler arasında bilgi alışverişine kadar
kapsamlı bir işbirliği öngörülmektedir.33
2014 yılı sonu itibarıyla 48 sınır kapısında, TAEK tarafından İstanbul Çekmece’deki
ve Ankara Sarayköy’deki Araştırma Merkezi’nde üretilen tespit sistemleri
mevcuttur. Bu tespit sistemleri, acil durumlara mümkün olan en kısa sürede
müdahale etmek amacıyla TAEK tarafından çevrimiçi olarak izlenmektedir.
Dahası, Türk metal sektöründe faaliyet gösteren 150’den fazla özel şirket,
radyasyon ile kirlenmiş olabilecek ve dolayısıyla çalışanları için sağlık risklerine
ve makinelerinde hasara neden olabilecek istenmeyen atıkları hurda metallerden
ayırmak amacıyla, TAEK’ten söz konusu tespit sistemlerini satın almışlardır.34
Ocak 2001 ile Aralık 2005 tarihleri arasında, DSTO veri tabanında, INTERPOL
ve FBI tanımlarına uyan ve organize suç ile bağlantılı olan toplam 40 kaçakçılık
vakası belirlenmiştir.35 Söylentilere göre, bu vakaların sadece bir tanesi Türkiye’de
gerçekleşmiştir ve iki Türk vatandaşı ile ilgilidir.36 Ocak 2006 ile Aralık 2012
tarihleri arasındaki dönemde, Türk polisinin yetki alanında herhangi bir
tehlikeli (yani kimyasal, biyolojik, radyoaktif ya da nükleer) materyal kaçakçılığı
kaydedilmemiştir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, 2006 yılından önce ele
geçirilen maddelerin herhangi bir maddi değere ve nükleer silah yapımında
kullanılabilecek niteliklere sahip olmadıklarını belirtmiştir.37 Kaçakçılığı yapılan
bu maddelerin “dolandırıcılık” amaçları için üçüncü taraflara pazarlandığı ya da
radyoaktif olduklarının iddia edildiği olaylar, sıklıkla tehlikeli maddeler kaçakçılığı
alanındaki soruşturmaların konusu olmuştur. Bu olayların çoğunda, endüstri
alanında kullanılan selenyum ya da osmiyum, hatta “kobra zehiri” ya da “kırmızı
cıva” olduğu iddia edilen maddeler pazarlanmıştır. Bu gibi maddelerin kaçakçılığı
ile mücadele eden makamlardan elde edilen analiz raporlarından, söz konusu
maddelerin Türk Ceza Kanunu’nun 174’üncü maddesinde tanımlanan kimyasal,
biyolojik, radyoaktif ya da nükleer maddeler olmadığı anlaşılmaktadır. 2009
yılında, tehlikeli maddelerin kaçırılması ile ilgili altı olay, söz konusu maddelere
el konulması ile sonuçlanmış ve tutuklanan şüpheliler, 5607 sayılı Kaçakçılıkla
Mücadele Kanunu’nu çiğneme suçuyla yargılanmışlardır.38
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 85
Nükleer Kaçakçılığa Karşı Mücadelede Türkiye
Tarafından Alınan Önlemler
Son on yıl içinde Türk devlet yetkilileri, Türkiye’nin nükleer materyallerin
teröristlerin eline geçmesi olasılığı ile bağlantılı tehlikelerle etkili bir biçimde başa
çıkma kabiliyetini güçlendirmek amacıyla bir dizi kapsamlı önlem almışlardır. Bu
önlemler, dört geniş kategori halinde gruplanabilir.
İlk önlem kümesi, müttefik uluslar ve dost ülkeler ile birlikte Türk devlet
bürokrasisi içinde kurumlar arası işbirliğini arttırmayı amaçlamaktadır. Bu
önlemler ayrıca, sivil ve askeri bürokrasiden ve Türk akademik çevrelerinden her
düzeydeki ilgili personele ülke içinde ve dışında eğitim ve öğretim verilmesini de
içermektedir.
İkinci önlem kümesi, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara ve sözleşmelere
üyeliğinden doğan yasal yükümlülüklerinin gereken şekilde yerine getirilmesi
ile ilgilidir. Bu önlemlerin bazıları, UAEA gibi uzmanlaşmış Birleşmiş Milletler
kurumları ile yoğun ve uzun vadeli işbirliği yapılmasını gerektirmektedir.
Üçüncü önlem kümesi, kitle imha silahlarının yayılmasını durdurmaya çabalayan
ve uluslararası terörizme karşı mücadele eden çok uluslu inisiyatiflere Türkiye’nin
gönüllü katkıları ile ilgilidir.
Dördüncü kategori ise Türkiye’nin, suç teşkil eden girişimlerinde Türkiye’nin
topraklarını kullanan yasadışı kaçakçılık şebekeleri ile mücadele etmek amacıyla
devlet kolluk kuvvetlerinin kabiliyetlerini geliştirmeyi hedefleyen - Karadeniz’e
kıyısı bulunan - bölge ülkeleri ile ortaklık yaparak gösterdiği inisiyatifler ile
ilgilidir.
Kurumlar Arası İşbirliğini / Eğitim ve Öğretim
Faaliyetlerini Geliştirmeye Yönelik Önlemler
KOM Dairesi’nin koordinasyonu altında KBRN materyallerinin kaçakçılığının
önlenmesi konusu ile ilgili olarak, TAEK’in Araştırma Merkezi Laboratuarları
tarafından üretilen 150 adet radyasyon ölçüm cihazı, TAEK ile Emniyet Genel
Müdürlüğü arasından imzalanan protokol uyarınca 81 il ve 32 ilçedeki KOM
birimlerine dağıtılmıştır.39
Türk Gümrük görevlileri 2001 yılından bu yana otomatikleştirilmiş bir ortamda
çalışmaktadır ve verilerin yüzde 99’u bilgisayarlı bir ağ üzerinde kaydedilmekte
ve işlenmektedir. Gelişmiş röntgen ekipmanının kurulması ile gümrük güvenliği
de arttırılmıştır. Türkiye, radyoaktif hurda metallerin izlenmesi, önlenmesi ve
yönetilmesine yönelik uluslararası standartlar ve pratik önlemler geliştirmek için
UAEA ve diğer kurumlar tarafından yürütülen çalışmalara aktif olarak katkıda
bulunmaktadır. Türkiye, sınır geçişlerinde kullanılmak üzere, “Sınır Kapılarındaki
Radyasyon Tespit Sistemi Kullanma Talimatı” ve “Nükleer ve Radyoaktif Materyal
Bildirim Formu” adlı bilgilendirme amaçlı iki el kitabı geliştirmiştir.40
TAEK, iyi eğitilmiş bir teknik uzman kadrosu sağlamak amacıyla, kolluk kuvvetleri
dahil ilgili kurumlardan uzmanlar, gümrük görevlileri, nükleer sektöründen ve
akademik kurumlardan temsilciler için nükleer emniyetin çeşitli yönleri hakkında
düzenli eğitim kursları yürütmüştür. TAEK’in 2012 eğitim programı, “nükleer
materyal ve tesislerin fiziki koruması” ve “nükleer materyalin sayım ve kontrolü”
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 86
hakkında özellikli kurslar içermiştir. Haziran 2005 tarihinde Türk Genelkurmay
Başkanlığı himayesi altında kurulan ve NATO tarafından akredite edilen NATO
Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi (TMMM) tarafından, Türklerin ve
yabancıların katılımıyla düzenli olarak “Kitle İmha Silahları ile Terör” konulu
eğitim kursları düzenlenmiştir.41
Aynı anlayışla, radyasyon koruması, radyasyon güvenliği, nükleer enerji, nükleer
güvenlik, nükleer emniyet ve nükleer uygulamalar hakkında ulusal ve uluslararası
eğitim vermek üzere Ağustos 2010 tarihinde Ankara Nükleer Araştırma ve
Eğitim Merkezi (ANAEM) kurulmuştur. ANAEM’in temel görevi, endüstrinin ve
kamu sektörünün insan gücü ihtiyaçlarını karşılamaktır. ANAEM ayrıca kamu
bilgilendirme faaliyetlerinden de sorumludur. Uluslararası toplumun yüksek
standartlarını karşılayan yenilikçi ve üretken bir araştırma ve eğitim merkezi
haline gelmek, ANAEM’in çok sayıdaki kısa vadeli hedeflerinden bir tanesidir.42
ANAEM uzmanları her yıl polis, jandarma, gümrük ve bunlar gibi çeşitli
bürokratik dairelerden yaklaşık 25-30 kadar uzmana nükleer güvenlik ve emniyetle
ilgili konularda özel kurslar vermektedir. “Eğitimcilerin Eğitimi” kurslarına katılan
kişiler, bu kurslarda edindikleri bilgi ve uzmanlıklarını, kendi ilgili kurumlarındaki
iş arkadaşları ile paylaşmaktadır. Bu sayede, ANAEM tarafından doğrudan ya da
dolaylı olarak eğitilen personelin toplam sayısı yılda 300 kişiyi aşmaktadır.43
Türkiye’nin Uluslararası Sözleşmelere Üyeliği ile İlgili
Önlemler
Türkiye, Nükleer Materyallerin Fiziki Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye (CPPNM)
taraftır ve hükümlerini tam olarak uygulamaktadır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin (TBMM) Dışişleri Komisyonu, bu sözleşmenin 2005 değişikliğinin
onaylanmasına ilişkin öneriyi onaylamıştır. Değişikliğin onaylanmasından
önce dahi, nükleer tesislerin ve nükleer materyallerin fiziki korunmasına ilişkin
yönetmelik, INFCIRC/225/Rev.5’te yer alan tavsiyeler ve “Tasarıma Esas
Tehdidin Geliştirilmesi, Kullanımı ve Bakımı için Uygulama Kılavuzu”nda yer
alan hükümler dikkate alınarak gözden geçirilmiştir. Türkiye’deki fiziki korunma
önlemlerinin kapsamını genişleten yeni yönetmelik, Resmi Gazete’de yayınlanmış
ve 22 Mayıs 2012’de yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik, nükleer tesislerin ve
materyallerin elleçleme, kullanım, depolama ya da nakliyesi sırasında sabotaj ve
hırsızlığa karşı fiziki korunmasını düzenleyen önlemleri içermektedir.44
Seul Zirvesinin ardından Türkiye, “Nükleer Materyallerin Nakliye Sırasında
Fiziksel Korunması Hakkında Taslak Uygulama Kılavuzu”, “Nükleer Emniyet
için Yasal ve Düzenleyici Çerçevenin Uygulanması” ve “Nükleer Tesislerin
Fiziksel Korunması Hakkında Taslak Uygulama Kılavuzu”nu geliştirmek
amacıyla Temmuz 2012, Ekim 2013 ve Şubat 2014’te Ajans tarafından düzenlenen
teknik toplantılara katılmıştır. Türkiye, Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin
Uluslararası Sözleşme’yi (ICSANT) ilk imzalayanlar arasındadır. Seul Zirvesi’nden
önce, bu Sözleşme TBMM tarafından onaylanmış ve Cumhurbaşkanı tarafından
tasdik edilmiştir. Onay belgesini 24 Eylül 2012 tarihinde sunan Türkiye, artık
Sözleşme’ye taraftır. Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümlerinin, küresel gelişmeler
ışığında Türkiye’nin uluslararası taahhütlerine uygun olarak güncellenmesi için,
TAEK tarafından bir değişiklik yapılması teklif edilmiştir. Taslak hakkındaki
kurumlar arası istişareler devam etmektedir.45
Türkiye, 1540 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’nın uygulanmasını tamamen
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 87
desteklemekte, hedeflerini aktif olarak teşvik etmeyi sürdürmekte ve komitenin
çalışmalarını desteklemektedir. Türkiye’den devlet görevlisi uzmanlar, 1540 sayılı
Karar’ın uygulanması, deneyim paylaşımı, kapasite oluşturma, terörle mücadele,
ihracat kontrolü ve sınır güvenliği gibi konularda bir dizi bölgesel ve uluslararası
destek ve eğitim etkinliğine aktif olarak katılmışlardır.
Türkiye, Haziran 2010’da, sayım ve kontrol için devlet sistemleri (ISSAS)
hakkında bir UAEA danışma hizmeti misyonu almış, bu misyon sırasında
nükleer materyallerin sayım ve kontrolü hakkındaki taslak ulusal yönetmelik
tartışılmış ve UAEA’nın tavsiyeleri, gözden geçirilen metne yansıtılmıştır.
ISSAS raporu yayınlanmamıştır ve yetkililer, yönetmeliğin raporu yansıtacak
şekilde nasıl değiştirildiği konusunda bilgi vermemişlerdir. Ancak yönetmelik
Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 30 Mayıs 2012’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye,
Radyoaktif Kaynakların Güvenliği ve Emniyeti’ne ilişkin UAEA Davranış
Kuralları’na desteğini UAEA’ya bildirmiştir. Türk makamları, “Türkiye’nin
mevzuatı ve uygulamalarının, Radyoaktif Kaynakların İthalatı ve İhracatı
Hakkında Tamamlayıcı Rehber” ile tamamen aynı doğrultuda olduğunu
hatırlatmaktadır.46 Türkiye, Rehber için bir irtibat kişisi görevlendirmiştir ve ÖzDeğerlendirme Anketi’ni yanıtlamıştır. Türkiye ayrıca UAEA Nükleer Emniyet
Rehberliği Komitesi’nin kurulmasını desteklemektedir ve söz konusu Komite’nin
çalışmalarına katılma niyetini UAEA’ya bildirmiştir.
Kıdemli UAEA uzmanları, Kasım 2012’de Türkiye’ye yapılan bir ziyaret sırasında,
Türkiye’nin nükleer enerji programı ve UAEA’nın danışmanlık hizmetleri
hakkında bilgi alışverişinde bulunmak için devlet kurumları ve özel sektörden
temsilciler ile buluşmuşlardır. 7-11 Ekim 2013 tarihlerinde Ankara’da, nükleer
materyallerin ve tesislerin fiziki korunması hakkında ve nükleer enerjide yeni
olanlara yönelik olan bir UAEA ulusal semineri düzenlenmiş; bu seminerde
devlet temsilcilerine nükleer emniyet önlemlerini geliştirme ve uygulama görevi
verilmiştir.
Kasım 2013’te, Türkiye’nin daveti üzerine, bir Entegre Nükleer Altyapı İncelemesi
(INIR) Misyonu Ankara’da ağırlanmıştır. İki haftalık Misyon, ülkenin nükleer
enerji programı için ulusal bir altyapı geliştirme konusunda Türkiye’nin kaydettiği
ilerlemeyi gözden geçirmiştir. Misyon’un Nihai Rapor’unda, Türkiye’nin nükleer
altyapısını geliştirme konusunda önemli ilerlemeler kaydettiği ve bağımsız
kurumlar arasında işbirliğine yönelik etkin mekanizmaların yanı sıra proje için
güçlü bir hükümet desteği mevcut olduğu sonucuna varılmıştır. Rapor, Türkiye
tarafından alınan fiziki korunma önlemleri ile ilgili spesifik ya da önemli herhangi
bir tavsiyede bulunmamakla birlikte, bu önlemlerin bazılarını iyi uygulamalar
olarak tanımlamaktadır. Bu, emniyetten çok gözetim ile ilgilidir ve aradaki fark
önemlidir; bununla birlikte Türk makamları, Türkiye’nin hem NPT’ye ve NPT’nin
gözetim anlaşmasına tam olarak uyduğunu hem de devlet dışı tehditler ile
başa çıkmak için hazırlıklı olduğunu göstermek amacıyla bu konunun üzerinde
özellikle durmuşlardır.47
Türkiye ve diğer 59 ülke için, UAEA’nın Teknik Sekreterliği, “deklare edilen
nükleer materyalin barışçı nükleer faaliyetlerden saptığına dair bir işaret ve
deklare edilmemiş nükleer materyal ya da faaliyetler olduğuna dair bir işaret
tespit etmemiştir. Sekreterlik, bu temelde, söz konusu 60 ülke ile ilgili olarak, tüm
nükleer materyalin barışçıl nükleer faaliyetler kapsamında kullanıldığı sonucuna
ulaşmıştır.”48 Türkiye, UAEA tarafından, nükleer materyal sayımı ve kontrolü
açısından en üst seviye olarak kabul edilen “Broader Conclusion” derecesindeki
ülkeler arasında sınıflandırılmıştır.49
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 88
Nükleer Kaçakçılığa Karşı Uluslararası İnisiyatiflere
Gönüllü Katkılar
Türkiye, silahların yayılmasını önlemeye yönelik çok taraflı inisiyatifleri, mevcut
uluslararası enstrümanları ve ihracat kontrol rejimlerini tamamlayan önemli
gönüllü işbirliği mekanizmaları olarak görmektedir. Türkiye, Nükleer Terörizmle
Mücadele için Küresel İnisiyatif’in (GICNT) bir ortağı ve Silahlarının Yayılmasına
Karşı Güvenlik İnisiyatifi’nin (PSI) bir katılımcısı olarak, bu inisiyatiflerin
çalışmalarına, ayrıca Kitle İmha Silahlarının (KİS) ve Materyallerinin Yayılmasına
Karşı G-8 Küresel Ortaklığının ve diğer ikili, bölgesel, çok taraflı ve devlet dışı
faaliyetlerin çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Türkiye, HEU ve plütonyum
kullanımını desteklememekte ve düşük oranda zenginleştirilmiş alternatiflerin
geliştirilmesini teşvik etmektedir. Türkiye, bu uygulamalara uygun olarak, 1980
yılından bu yana, Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde bulunan 5
MW araştırma reaktöründe kullanılan HEU yakıtı düşük oranda zenginleştirilmiş
uranyum karşılığında Amerika Birleşik Devletleri ile takas etmektedir. Tükenmiş
yakıt elemanları, UAEA standartlarına ve ulusal mevzuata uygun olarak 14 Aralık
2009 tarihinde ABD’ye geri gönderilmiştir. Takası, UAEA denetlemiştir.50
Türkiye’nin Karadeniz Havzasındaki Kaçakçılığı
Önlemeye Yönelik Çok Taraflı İnisiyatifleri
1990’larda Karadeniz civarındaki nükleer kaçakçılık faaliyetlerinin sayısının
artması, kitle imha silahlarının devlet dışı aktörlerin, yani teröristlerin eline
geçmesi olasılığının tehdit ettiği Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin dikkatini
çekmiştir. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri, KİS’lerin yayılmasına ve
terörizme karşı mücadelelerinde Akdeniz ülkelerine yardımcı olmayı hedefleyen
“Aktif Çaba (Active Endeavor)” harekatı altında Akdeniz’deki durumuna benzer
şekilde, Karadeniz’de aktif bir varlık bulundurma çabalarını yoğunlaştırmıştır.
Ancak her ikisi de 1936 Montrö Sözleşmesinin hükümleri konusunda son
derece hassas olan (ve hala bu hassasiyeti muhafaza eden) Rusya ve Türkiye, bu
çabaları hoş karşılamamıştır.51 Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm askeri gücü
ile Karadeniz’e gelmesi, donanmasını ve diğer askeri levazımını kalıcı olarak
üslendirmesini gerektirecektir; bu da söz konusu sözleşmenin uygulamasını
tehlikeye atabilir.
Dolayısıyla Türkiye, ihtiyari bir tedbir olarak, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri
kapsayan kaçakçılık faaliyetleri ve terörizm olayları ile bağlantılı tehlikelere karşı
bölgesel askeri kabiliyetler oluşturulmasına ön ayak olmuştur. BLACKSEAFOR52
ve Karadeniz Uyum Harekatı53 (Black Sea Harmony), bölgede ve çevresinde ortaya
çıkan tüm güvenlik ve emniyet sorunları ile başa çıkmak amacıyla kabiliyetlerin
arttırılmasını ve belirli bir ölçüde hazırlıklılık sağlanmasını amaçlamaktadır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 89
SONUÇ
Türk makamları, Türkiye yoluyla kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer
materyal (KBRN) kaçakçılığı yapılmasının, herhangi bir ülkenin sadece güvenliği
değil, aynı zamanda sosyal ve çevresel sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri
olabileceğini kabul etmektedir. Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle, bu tür
tehditlere karşı hassastır. Bu şartlar altında, söz konusu materyallerin kaçakçılığı
ile ilgili tüm bilgiler ya da istihbarat titizlikle değerlendirilmekte ve diğer paydaş
kuruluşlar ile işbirliği içinde hareket edilmektedir.54 Bu nedenle, yetkililer, nükleer
kaçakçılık faaliyetlerine karşı alınan önlemler kümesinin, radyolojik materyal
içeren derme çatma silahlar ile saldırılar düzenleyerek Türkiye’nin çıkarlarına ve
nüfusuna zarar vermeye odaklanmış diğer teşebbüslere karşı “ilk savunma hattını”
oluşturduğunu vurgulamaktadır.55 Nükleer materyallerin Türkiye sınırları içinde
yasadışı kaçakçılığını önlemeye yönelik başarılı bir kampanya için, kurumlar arası
işbirliği ve birlikte çalışma hem büyük ölçekte hem de etkili olmalıdır. Bu hedefe
ulaşmak için, devlet aygıtının spesifik sorumlulukları ve yetki alanları düzgün
bir biçimde belirlenmelidir. Üst düzey yetkililer ve politikacılar tarafından verilen
beyanatlar Türk makamlarının bu konuya en yüksek önceliği verdiği izlenimini
doğursa da, hala kat edilmesi gereken çok yol vardır.56 Örneğin, TAEK’in bu
çabalardaki idare edici rolü, ulusal mevzuatın buna uygun şekilde revize edilmesi
ve güncellenmesi yoluyla pekiştirilmelidir.
İstihbaratın, kaçakçılık şebekeleri ile mücadelede anahtar bir bileşen olduğunu
söylemeye gerek yoktur. 2010 yılından bu yana, Türkiye’de Milli İstihbarat
Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı, “Bilgi Çağında Diplomasi: Anlaşmaların
Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanılması” başlıklı tez konusu
ile Uluslararası İlişkiler alanında Doktora derecesi alan Dr. Hakan Fidan’ın
yönetimi altında kapsamlı bir dönüşümden geçmektedir.57 Bu nedenle, istihbarat
teşkilatının, mevcut durumun ciddiyetini anlayacak akademik geçmişe sahip bir
kişi tarafında yönetildiği dikkate alındığında, Türkiye’nin nükleer kaçakçılık ile
başa çıkma performansının daha iyi olması gerektiğini öne sürmek haksız bir
önerme olmayacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 90
1_ Diğerleri arasında, ASALA ve PKK adlı iki terör örgütü, Türk sivillere,
emniyet güçlerine ve diplomatlarına yapılan terör saldırılarının çoğundan
sorumludur. Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA),
1970’lerde ve 1980’lerin başlarında, tüm dünyada 30’dan fazla Türk
diplomatına ve vatandaşına suikastlar düzenlemiştir. Kürdistan İşçi Partisi
(Partiya Karkeren Kurdistan - PKK), Türkiye’nin güneydoğusunda ayrılıkçı bir
hareket yürütmüştür ve 1984’ten bu yana 40.000’den fazla insanın ölümünden
sorumludur. Bu liste kapsamlı değildir, ancak bu konunun ayrı bir akademik
çalışmada çok daha uzun ve derinlemesine ele alınması gereklidir.
2_ http://www.egm.gov.tr/EN/Dkmanlar/2010_Ingilizce.pdf.
3_ Süper güçlerin rekabetindeki istikrarın, “hassas bir korku dengesinin”
varlığına çok şey borçlu olduğuna inanılan ve adını, RAND Corporation’ın
önde gelen bir stratejisti olan Albert Wohlstetter’in çalışmalarından alan
dönemin (yani 1960’ların) terminolojisini kullanmak daha uygun olabilir. Bkz.
Albert Wohlstetter, “The Delicate Balance of Terror,” Philip Bobbitt, Lawrence
Freedman ve Gregory F. Treverton (editörler), US Nuclear Strategy: A Reader,
London: The Macmillan Press, 1989, s. 143-167.
4_ Tarikatın adı, “yüce gerçek” anlamına gelmektedir. Söz konusu saldırıda, bir
düzine insan ölmüş ve binlerce insan yaralanmıştır.
5_ 1990’ların sonlarında, tarikatın bazı üyeleri, faaliyetlerini gizlemek amacıyla
ana şirketler kurmak yoluyla Avustralya’da uranyum madenleri satın alma
teşebbüsleri sırasında tutuklanmıştır. Tarikatın diğer başka üyeleri ise, Afrika’da
bir salgın devam ederken yapılan akademik bir toplantı sırasında bilimsel
işbirliği kisvesi altında ölümcül Ebola virüsü elde etme teşebbüsleri sırasında
tutuklanmıştır. Yazar, 1990’ların sonlarından bu yana dünya genelinde katıldığı
uluslararası konferanslar ve seminerler sırasında sahadaki uzmanlar ile yaptığı
konuşmalarını hatırlamaktadır.
6_ El Kaide’nin nükleer silah kabiliyeti elde etme çabalarına ilişkin bir tartışma için
bkz. David Albright, “Al Qaeda’s Nuclear Program: Through the Window of
Seized Documents,” Special Forum No. 47, 2002. http://oldsite.nautilus.org/
archives/fora/Special-Policy-Forum/47_Albright.html.
7_ Oleg Bukharin ve William Potter, “Potatoes were guarded better,” The Bulletin
of the Atomic Scientists (Mayıs- Haziran 1995), Cilt 51, No. 3), s. 46-50.
8_ Kitle İmha Silahı stoklarının ve ilgili tesislerin güvenliği ve emniyeti ile
ilgili olarak eski Sovyet bölgelerinde ortaya çıkan sorunlarla başa çıkmak
için Amerika Birleşik Devletleri’nin gösterdiği çabalar konusunda, bkz.
James E. Goodby vd., Cooperative Threat Reduction for a New Era,
Washington, D.C.: Center for Technology and National Security Policy,
National Defense University, Eylül 2004. http://www.nti.org/media/
pdfs/CooperativeThreatReductionForANewEra.pdf?_=1323825759; George
Perkovich vd., Universal Compliance: A Strategy for Nuclear Security,
Washington, D.C.: Carnegie Endowment for International Peace, Mart 2005.
http://carnegieendowment.org/2007/06/20/universal-compliance-strategyfor-nuclear-securitywith-2007-report-card-on-progress org/.les/UC2.FINAL3.
pdf ; Robert J. Einhorn ve Michele A. Flournoy, editör, Protecting against the
Spread of Nuclear, Biological, and Chemical Weapons: An Action Agenda
for the Global Partnership, 4 cilt, Washington, D.C.: Center for Strategic and
International Studies, Ocak 2003. http://csis.org/publication/protectingagainst-spread-nuclear-biological-and-chemical-weapons. Matthew Bunn ve
Anthony Wier, Securing the Bomb 2004: An Agenda For Action, Cambridge,
Mass., ve Washington, D.C.: Project on Managing the Atom, Harvard
University. http://www.nti.org/media/pdfs/Securing_The_Bomb_2004.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 91
pdf?_=1317161710. Ayrıca, Nuclear Threat Initiative web sitesine bakınız,
http://www.nti.org/cnwm.
9_ Bunların ve 1990’lardaki diğer önemli yasadışı nükleer materyal kaçakçılığı
olaylarının bir açıklaması için, bkz. William Potter ve Elena Sokova,
“Illicit Nuclear Trafficking in the NIS: What’s New? And What’s True?”
Nonproliferation Review (Yaz 2002), Cilt 9. No. 2, s. 112-120.
10_ Lyudmila Zaitseva, “Illicit Trafficking in the Southern Tier and Turkey since
1999: A Shift from Europe?” The Nonproliferation Review (Güz/Kış 2002),
Cilt 9, No. 3, s. 168.
11_ A.g.e.,
12_ Mahmut Cengiz, “Smuggling of Nuclear Materials in the Former Soviet
Union,” Turkish Journal of Police Studies, Cilt 13, No. 1, s. 25-50. Dr. Cengiz,
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki George Mason Üniversitesi’nde Doktora
çalışmaları yapmış olan bir Türk Polis Teşkilatı mensubudur.
13_ A.g.e.,
14_ “Atom Bombası Operasyonu (Atomic Bomb Operation),” Milliyet, 6 Ekim
1993, s. 1.
15_ Aynı zamanda bir işadamı olan Prof. Pınar Bakır, sorgulamalar sırasında, el
konulan 2,5 kilogram uranyum- 238’in Cessna tipi bir uçakla Hartenholm’dan
Türkiye’ye kaçırıldığını kabul etmiştir. Bkz. “Take-Off Permit forNuclear
Smugglers,” Focus, 15 Mayıs 1995, s. 12.
16_ Kaynak, bu çalışmanın ilk taslağını gözden geçirme nezaketini gösteren ve
kimliklerinin belirtilmesini istemeyen üst düzey TAEK yetkilileri ile yapılan
bir tele-konferans görüşmesidir. 12 Eylül 2014. İstanbul.
17_ KOM, Emniyet Genel Müdürlüğünün “Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Dairesi” için kullanılan kısaltmadır.
18_İlhan Tıncı, “İran Elçilik Yetkilisi, Uranyum Ticareti Bağlantısını Reddetti,”
Türkiye, 7 Ekim 1993, s. 7.
19_ “‘Key Man’ in Smuggling Operation Identified,” Proliferation Issues, 17
Kasım 1993, orijinal kaynak: Milliyet (İstanbul), 7 Ekim 1993, s. 16.
20_ TAEK yetkilileri ile telefon konuşması. 12 Eylül 2014. İstanbul
21_ ”Seven Detained in Turkey With Uranium Haul,” Reuters, 22 Temmuz 1994.
Bkz. Reported Nuclear Trafficking Incidents Involving Turkey* Selected
Abstracts: 1993-1999. http://cns.miis.edu/wmdme/flow/turkey/abslist.htm.
Ayrıca bkz. http://www.nti.org/analysis/articles/seven-detained-turkeyuranium-haul/
22_ TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul. Ancak
bu materyalin ne tür doğal uranyum olduğu ve uranyum oksit mi, metal mi
yoksa UF6 mı olduğu konusunda herhangi bir bilgi verilmemiştir.
23_ “509 gram işlenmemiş uranyum ele geçirildi,” Sabah, 5 Mart 1997. http://
arsiv.sabah.com.tr/1997/03/05/f18.html.
25_ A.g.e.,
26_ TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul
27_ Douglas Frantz, “Nuclear Booty: More Smugglers Use Asia Route,” The New
York Times 11 Eylül 2001. http://www.personal.umich.edu/~sanders/214/
other/news/091101NuclearBooty.html.
28_ A.g.e.,
29_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının (IAEA), IAEA Yasadışı Kaçakçılık Veri
tabanı (ITD), Üç Aylık Raporlar, 2003–2005.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 92
30_ Birleşmiş Milletler Özel Komisyonu (UNSCOM), Irak’ın kitle imha
silahlarının ve balistik füze kabiliyetinin “imhası, sökülmesi ya da zararsız
kılınması” amacıyla, 3 Nisan 1991 tarihli ve 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi
Kararı ile oluşturulmuştur.
31_ TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul
32_ 28 Haziran 2005 tarihinde Ankara’da yapılan koordinasyon toplantısında
alınan kararın uygulanmasına yönelik olarak 6 Temmuz 2005
tarihinde Gümrük Müsteşarlığı tarafından yayınlanan Genelge (No:
B.02.1.GÜM.0.06.00.19.570.16).
33_ “Nükleer madde kaçakçılığı ile mücadele”, Milliyet, 20 Ocak 2009. http://
www.milliyet.com.tr/nukleer- madde-kacakciligi-ile-mucadele/ekonomi/
ekonomidetay/20.01.2009/1049542/default.htm
34_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014.
İstanbul
35_ FBI, organize suçu genel olarak “bir şekilde biçimlendirilmiş bir yapıya
sahip olan ve birincil amacı, yasadışı faaliyetler yoluyla para kazanmak
olan herhangi bir grup” olarak tanımlamaktadır. Bkz. Federal Soruşturma
Bürosu, “FBI Sözlüğü,” FBI.gov, Zaitseva “Organized Crime, Terrorism and
Nuclear Trafficking” çalışmasında alıntılanmıştır, Strategic Insights (Ağustos
2007), Cilt VI, No. 5. s. 5. 1998 yılında üye ülkelerin INTERPOL Genel Meclisi
tarafından kabul edilen tanımda, ‘ulusal sınırlara bağlı olmadan, kâr üretme
birincil amacıyla devam eden yasadışı bir faaliyet ile uğraşan herhangi bir
kuruluş ya da insan grubunun’ organize suç teşkil ettiği belirtilmektedir. Bkz.
“The Problem of Definitions”, basıldığı yer Monograph No. 28: Organized
Crime in South Africa, Ağustos 1998, Zaitseva, “Organized Crime, Terrorism
and Nuclear Trafficking” çalışmasında alıntılanmıştır, s. 5.
36_ 2001 ile 2005 yılları arasında, ülkelere ve nükleer kaçakçılık olaylarında
organize suç ile birlikte çalıştıklarından şüphe edilen kişilerin uyruklarına
ilişkin verilere bakıldığında, Ukrayna 9 nükleer kaçakçılıkteşebbüsü vakası
ile ilk sırada yer almakta, onu 7 vaka ile Rusya ve 5 vaka ile Gürcistan
izlemektedir. Bkz. Lyudmila Zaitseva, “Organized Crime, Terrorism and
Nuclear Trafficking,” Strategic Insights (Ağustos 2007), Cilt 24 Bkz. “Turkish
Police Arrest Uranium Smugglers,” BBC World News, 7 Eylül 1998, http://
news.bbc.co.uk. Ayrıca bkz. http://www.themoscowtimes.com/news/
article/turks-hold-8-for-smuggling-nuclear-matter-out- of-russia/285403.html
VI, No. 5.
37_ Türkiye Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Raporu 2012, İçişleri
Bakanlığı, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi, Nisan 2013,
Periyodik Yayın, Ankara, s. 56.
38_ http://www.kom.gov.tr/Tr/Dosyalar/Anti-Smuggling%20and%20
Organized%20Crime%20Report%20of %20Turkey%202009.pdf
39_ Türkiye Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Raporu – 2011 Raporu:
Operasyonel Faaliyetler, Eğitim ve Uluslararası İşbirliği Faaliyetleri, İçişleri
Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Dairesi, Ankara, Mart 2012, s. 47.
40_ Türkiye’nin, Washington Çalışma Planının Uygulanması konusunda Nükleer
Güvenlik Zirvesine Sunduğu Ulusal İlerleme Raporu, Seul, 26-27 Mart 2012.
41_ http://www.coedat.nato.int. Bu çalışmanın yazarı, Ocak 2006 ile Ocak 2013
tarihleri arasında TMMM bünyesinde Akademik Danışman olarak görev
yapmış ve TMMM ile TAEK arasındaki yakın işbirliğinin birinci elden tanığı
olmuştur.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 93
42_ Ulusal Rapor: Türkiye’de Radyasyon Kaynaklarının Güvenliği ve Emniyeti,
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Haziran 2014, s. 11.
43_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014.
İstanbul
44_ Nükleer Güvenlik Zirvesi, Ulusal İlerleme Raporu, Türkiye, La Hey, Mart
2014. https://www.nss2014.com/sites/default/files/documents/turkey.pdf.
45_ A.g.e.,
46_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi, 12 Eylül 2014.
İstanbul.
47_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi, 12 Eylül 2014.
İstanbul.
48_ Safeguards Statement for 2012, s. 1. http://www.iaea.org/safeguards/
documents/es2012.pdf.
49_ http://www.taek.gov.tr/basin-aciklamalari/313-2013/1102-basin-aciklamasino-01-2013-turkiye-uluslararasi-atom-enerjisi-ajansi-nin-uaea-nukleerguvence-denetimleri-sonucunda-edinilen-ve-en-ust-seviyeye-karsilik- gelenbroader-conclusion-sinifindaki-ulkeler-arasina-girdi.html.
50_ Nükleer Güvenlik Zirvesi, Ulusal İlerleme Raporu, Türkiye, La Hey, Mart
2014. https://www.nss2014.com/sites/default/files/documents/turkey.pdf.
51_ 1936’da Montrö Sözleşmesinin uygulamaya konması, Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra işgal kuvvetlerine karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın
ardından modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan Lozan
Anlaşması’nın hükümlerine göre oluşturulmuş olan Uluslararası Boğazlar
Komisyonu’nun lağvedilmesine yol açmıştır. Boğazlar üzerindeki Türk
egemenliği ve askeri kontrolü ile Çanakkale Boğazı’nın yeniden tahkimat
yapılması hakları tamamen iade edilmiştir. Türkiye, savaş zamanında ya da
saldırı tehdidi altında olduğunda Boğazları tüm yabancı savaş gemilerine
kapatma hakkına sahiptir. Türkiye ayrıca, Türkiye ile savaşta olan ülkelere ait
ticaret gemilerinin geçişini reddetme hakkına da sahiptir. Ayrıca, geçişine izin
verilen savaş gemilerinin türlerine ilişkin bir dizi son derece spesifik kısıtlama
da getirilmiştir. Bu, Atatürk’ün dikkatle ve sabırla işlenmiş diplomasisi ve
doğru zamanda doğru adımlar atılması sonucunda Türkiye için elde edilen
önemli bir diplomatik başarıdır. Bkz. Şule Güneş, “Türk Boğazları”, ODTÜ
Geliştirme Dergisi, Aralık 2007, No. 34, s. 217-250.
52_ BLACKSEAFOR, 1998’de Varna/Bulgaristan’da yapılan ikinci Karadeniz
Deniz Kuvvetleri Komutanları (CBSN) toplantısında Türkiye tarafından
başlatılan “Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu” anlamına gelmektedir.
Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya Federasyonu, Türkiye ve Ukrayna,
2 Nisan 2001 tarihinde İstanbul’da BLACKSEAFOR kuruluş anlaşmasını
imzalamışlardır. http://www.mfa.gov.tr/blackseafor.en.mfa
53_ NATO’nun daimi deniz harekatlarından ilham alan Karadeniz Uyum
Harekatı (OBSH), gizlice izleme, takip ve önlemeyi kapsayan hazır
bulunma operasyonları yoluyla Karadeniz’de deniz emniyeti sağlamayı
amaçlamaktadır. Türk Donanması, OBSH’yi 1 Mart 2004 tarihinde
başlatmıştır. Bu harekat, şüpheli gemilerin gizlice izlenmesi ve önlenmesinin
yanı sıra bilgi ve istihbarat paylaşımı açısından Akdeniz’deki NATO
tarafından yönetilen Aktif Çaba Harekatı ile bağlantılı hale gelmiştir. OSBH,
firkateynler ve devriye botları ile, Karadeniz’deki önceden tanımlanmış
denetleme alanlarında düzenli devriyeler yapılmasından oluşmaktadır.
Helikopterler, denizaltılar, deniz devriye uçakları ve sahil güvenlik gemileri
de bu çabaya yardımcı olmaktadır. http://turkishnavy.net/2009/04/01/
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 94
more-on-operation-black-sea-harmony/
54_ Türkiye Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Raporu – 2012
Raporu:,İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Dairesi, Ankara, Nisan 2013, s. 56.
55_ Sivil ve askeri bürokrasiden Türk yetkililer ile konuşmalar. Ağustos/Eylül
2014, Ankara ve İstanbul.
56_ Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül
tarafından Üçüncü Nükleer Güvenlik Zirvesinde verilen Demece
bakın, The Hague, Hollanda, 24-25 Mart 2014. http://www.tccb.gov.tr/
dosyalar/2014-03-23- NATOKonusma-Eng.pdf
57_ MİT Müsteşarı Dr. Hakan Fidan, Doktora çalışmasını 2001-2006 yılları
arasında, bu çalışmanın yazarının gözetimi altında, Ankara’da Bilkent
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yapmıştır. Dr. Fidan’ın
“Bilgi Çağında Diplomasi: Anlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon
Teknolojilerinin Kullanılması” (2006) başlıklı tezi, Bilkent Üniversitesi
kütüphanesinde bulunabilir. http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0003191.pdf.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 95
Türkiye’de Nükleer Enerji
ve Emniyeti:
Bir Değerlendirme
Aaron Stein
Araştırma Görevlisi, Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Programı Yöneticisi, EDAM
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 96
GİRİŞ: NÜKLEER ENERJİ VE
NÜKLEER EMNİYET
Altmış yıldan uzun bir süredir, Türk yetkililer ülkenin ithal fosil yakıtlara
bağımlılığını azaltmaya yardımcı olmak amacıyla nükleer enerjinin geliştirilmesini
savunmuşlardır. Türkiye 2010 yılında, sahil kenti Mersin yakınında bulunan
Akkuyu sahasında dört adet VVER-1200 reaktörün inşası için Rus Rosatom
şirketi ile bir anlaşma akdetmiştir. Bundan sadece üç yıl sonra, Mayıs 2013’te,
Sinop kentinin yakınlarında ikinci bir nükleer santral inşa edilmesi için Türkiye,
Mitsubishi liderliğindeki bir konsorsiyum ile bir anlaşma imzalamıştır. Ankara,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü olan 2023 yılına kadar
Akkuyu sahasında en az bir reaktörün çalışır duruma gelmesini ummaktadır.
Türkiye, nükleer enerji geliştirmeye devam ettiği sürece mücadele etmesi
gerekecek olan bir dizi kendine özgü güvenlik tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu
zorlukların birçoğunu ayrıntıları ile veren bu çalışma, Türk nükleer sektöründe
türünün ilk örneğidir. Bu çalışmada belirtildiği üzere Türkiye, nükleer kaçakçılık
için bilinen bir geçiş güzergahıdır, on yıllardır terör saldırıları yaşamaktadır
ve halihazırda Irak ve Suriye’deki iki çatışma bölgesi ile sınır komşusudur. Bu
zorluklar Türkiye ile sınırlı değildir, ancak bununla birlikte, nükleer güce sahip
yeni bir ülke olarak Ankara’nın potansiyel tehditleri tanımlamaya ve ülkenin
gelecekteki nükleer santrallerini ve ilgili altyapısını korumak amacıyla kapsamlı
politikalar izlemeye yönelik bir çabası mevcuttur.
Ankara halihazırda, nükleer santrallerin güvenli inşasını sağlamak ve tesisleri
saldırılardan korumak amacıyla daha kapsamlı düzenlemeler hazırlama
sürecindedir. Türkiye, nükleer güce sahip yeni bir devlet olarak, aynı anda hem
uluslararası ölçekte kabul edilmiş en iyi uygulamaları takip etmek için hem de daha
önceden nükleer güce sahip diğer devletlerin yanlışlarından ders almak için eşsiz bir
olanağa sahiptir. Matthew Bunn ve Scott Sagan, nükleer güce sahip yeni devletlerin,
yaygın organizasyon sorunlarının nükleer santrallerde gevşek güvenliğe yol açtığı
“en kötü uygulamalardan” ders çıkarma fırsatına işaret etmektedir.1
Ankara, bu fırsattan yararlanması durumunda, dış saldırıların, içerideki kişilerin
ve siber tehdidin yarattığı tehditleri dikkate alan nükleer saha güvenliğine dair
kapsamlı bir yaklaşım yaratma fırsatına sahip olacaktır. Türkiye, bunu yaparken,
nükleer güce sahip diğer yeni devletler için bir örnek oluşturabilir.
İstikrarsız Bir Bölgede Nükleer Enerji
Önceki bölümlerde görüldüğü gibi, politika yapıcılar, Akkuyu ve Sinop
santrallerinin potansiyel saldırılardan iyi korunmasını sağlamak amacıyla
uygun mevzuatı oluşturma gayreti içindedir. Ancak bu çabalar düzensiz bir
şekilde gerçekleştirilmiştir ve Türk politika yapıcılar, gelecekteki nükleer
altyapıyı korumaya yönelik gerekli tüm düzenlemeleri ve politikaları şu ana
kadar hayata geçirememişlerdir. Can Kasapoğlu ve Doruk Ergun, bu eksikliğin
üstesinden gelmek için, Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısının risklerini
tanımlamışlardır. Nükleer enerjinin geliştirilmesi ile bağlantılı başlıca risk,
radyolojik malzemenin kasıtsız olarak serbest bırakılması ya da radyolojik
malzemelerin çalınmasıdır. Birinci bölüm, reaktör sahasının içerideki kişilerden
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 97
gelen bir saldırı ya da reaktörün kendisine dışarıdan kişiler tarafından yapılan bir
saldırı nedeniyle söz konusu malzemelerin kasıtlı olarak serbest bırakılmasının
yarattığı tehdide odaklanmaktadır.
İkinci olarak, Türk yetkililerin, tesise iyi planlanmış bir saldırıya dayanmak
üzere tasarlanmış belirli güvenlik ve emniyet önlemlerini bir araya getirmeleri
gerekmektedir. Türkiye, nükleer emniyet ile ilgili tüm UAEA uygulamalarına
uymayı amaçladığını açıkça belirtmiştir. Bu itibarla Türkiye, reaktör sahasının
hem dışarıdan hem de içeriden gelen tehditlerden korunmasını düzenleyen kabul
edilmiş uluslararası normlara uymayı sözlü olarak taahhüt etmiştir. Kasapoğlu
ve Ergun’un belirttiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme
Komisyonu (NRC) “dışarıdan gelen tehdit” olgusunu, “İyi eğitimli (askeri ve diğer
vasıflar dahil) ve kendini adamış, ölmeye ve öldürmeye hazır, başarılı bir saldırı
için gerekli özel ekipmanları ya da yerleri belirlemek için yeterli bilgiye sahip
bireyler” olarak tanımlamaktadır. Nükleer Düzenleme Komisyonu, dışarıdaki
kişilerin, gerçekleştirecekleri saldırılara yardımcı olmaları için içerideki kişilere
güvenebileceklerini açıkça belirtmektedir. Dolayısıyla Ankara en azından,
gelecekteki tesislerine yapılacak iyi planlanmış bir saldırıya karşı savunma yapmak
için gerekli adımları atmayı şimdiden taahhüt etmiştir.
Ancak bu normlar, Türkiye ve karşı karşıya olduğu mevcut tehditlere özel
olarak hazırlanmamıştır. Bu konuda yalnız olmamakla birlikte Türkiye, hafif
silahlar kullanmak üzere eğitilmiş bir grup saldırganın, Türk devletine çevresel
ve ekonomik zarar vermek amacıyla tesise bir saldırı düzenlemesinin ihtimal
dahilinde olduğunu dikkate almak zorundadır. Türkiye, 1980’lerin başından bu
yana, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) başlattığı düşük yoğunluklu ayaklanma
ile mücadele etmektedir. Söz konusu grup, Kasapoğlu ve Ergun’un belirttiği
gibi, “bombaları, patlayıcıları, el yapımı patlayıcıları ve roketatarları içeren çeşitli
silahlar kullanarak boru hatlarına ve enerji altyapısına sabotajlar ve saldırılar
düzenlemiştir.” Ancak, bu güvenlik riskine rağmen, İkinci bölümde Ahmet Han,
Mitat Çelikpala ve Ergun, 2008 yılında Refahiye yakınında BTC boru hattına
düzenlenen (resmi olarak PKK’ya mal edilen, ancak bir siber saldırının yol açmış
olabileceği) bir saldırı milyonlarca dolarlık ekonomik ve çevresel zarar yol açtıktan
sonra dahi, Türkiye’nin “tamamen bütünleşik bir KEA güvenlik ve emniyet
çerçevesini henüz kabul etmemiş olduğunu...” belirtmektedir.
Ayrıca, radikal sol bir grup olan DHKP-C, on yıllardır Türkiye’de terörist
saldırılar gerçekleştirmektedir. DHKP-C yakın dönemde Ankara’daki Amerikan
Elçiliği’ne düzenlenen bir bombalı intihar saldırısının sorumluluğunu üstlenmiş,
Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na roketatar ile saldırmış ve çok sayıda
diğer devlet binasına saldırı teşebbüsünde bulunmuştur.2 Ayrıca Ocak 2015’te, bir
Rus vatandaşı olan Diana Ramazova, İstanbul’un en popüler turist bölgesi olan
Sultanahmet’teki bir polis karakolunda bir intihar bombası patlatmıştır. Çok sayıda
habere göre Ramazova, Haziran 2014 ile Ocak 2015 arasında, terör grubu İslam
Devleti ile bağları olduğu belirtilen kimliği belirsiz bir erkek ile iki kez Suriye’ye
seyahat etmiştir.3 Bugüne kadar 600 kadar Türk vatandaşı, özellikle El Kaide ile
bağlantılı El Nusra Cephesi ve İslam Devleti saflarında savaşmak için Suriye’ye
geçmiştir.4 Suriye’de yaşanan ve zaman içinde Irak’a da taşan çatışmalar, Türk
politika yapıcıların nükleer emniyet düzenlemelerini hazırlarken dikkate almaları
gereken bir dizi yeni potansiyel tehdit oluşturmaktadır. Çatışmaların dinamiği,
öngörülebilir bir gelecekte hem Suriye hem de Irak’ta istikrarsızlığın devam
edeceğine işaret etmektedir.
İkinci olarak, Ankara Eylül 2011’de Esad rejimi ile bağlarını koparmasından bu
yana söz konusu çatışmaya derinlemesine dahil olmuştur. Türkiye daha sonra çok
sayıda isyancı grubu silahlandırmayı tercih etmiş ve çok sayıda yabancı savaşçının
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 98
Türk topraklarından geçiş yapmasına olanak veren gevşek bir sınır politikası
uygulamıştır. Bu yabancı savaşçıların birçoğu daha sonra İslam Devleti’ne ya da El
Nusra Cephesi’ne katılmıştır. Suriye’deki aşırı grupların yükselişini büyük ölçüde
görmezlikten gelen Ankara, 2014 başlarında ülkeye giren yabancı savaşçı akışına
müsamaha göstermekten vazgeçmeye başlamıştır.5 Bununla birlikte, Ocak 2015
kadar yakın bir tarihte, Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo ile bir Koşer markete
yapılan terör saldırısının suç ortağı olduğu iddia edilen Hayat Boumeddiene’nin
Türkiye’ye ve ardından Suriye’ye seyahat ettiği bildirilmiştir; bu durum, sınırı
güvenli hale getirmenin ne kadar zor olduğunun altını çizmektedir. Türk Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, artan yabancı savaşçı riskine karşı uyarıda bulunmuş
ve Türkiye ile Avrupa Birliğinin söz konusu savaşçılar konusunda ortak bir kaygı
taşıdıklarını ve Türkiye’nin, bu savaşçıların Suriye’deki savaş alanlarından geri
dönüşü konusunda endişe duyduğunu belirtmiştir.6
Ankara nükleer emniyete kapsamlı bir yaklaşımı düzenlemeye devam ederken,
bu risklerin de hesaba katılması gereklidir. Hiçbir ülke terör şiddetinden muaf
olmamakla birlikte, Ankara, Suriye ve Irak’taki çatışmaların doğurduğu özgün
tehditlere ek olarak, sınırları içinde faaliyet gösteren çok sayıda grup ile karşı
karşıyadır. Bu amaçla Türk politika yapıcıların, nükleer tesisleri potansiyel bir
saldırıdan korumak için belirlenmiş olan müesses UAEA normlarını ve uluslararası
normları aşmaya çalışmaları gereklidir. Türk politika yapıcılar, bu hususu göz
önüne alarak, söz konusu farklı radikal grupların geçmişte hükümet hedeflerine
karşı saldırılarını hangi şekillerde yaptıklarını dikkate almalı ve bu tehdit
değerlendirmesini, kritik altyapının güvenliğini düzenleyen yeni ve kapsamlı bir
yasaya dâhil etmelidir. Birinci ve ikinci bölümde ayrıntıları verilen bu yaklaşım, KEA
tesislerindeki saha güvenliğine daha kapsamlı bir yaklaşım ile sonuçlanacaktır.
Dolayısıyla Ankara’nın ilk adım olarak KEA’yı tanımlaması gereklidir; bunun
ardından, saha güvenliğine kapsayıcı bir yaklaşımı getiren etraflı bir mevzuat
oluşturması gerekecektir. Türkiye, bunu gerçekleştirmek için tüm ilgili uluslararası
kurumları, yerel düşünce kuruluşlarını / sivil toplum gruplarını ve Türk
işletmelerini kapsayan bir dizi aktöre danışmalıdır. Ardından, alınan dersleri ve
bu gruplardan sağlanan girdileri, terör tehdidine ilişkin kendi değerlendirmeleri
ile bütünleştirmelidir. Bu bilgiler daha sonra, her KEA tesisinin bağlı kalacağı bir
dizi standardı hazırlamak için kullanılmalıdır. Ayrıca, hükümetin incelemeleri
denetlemek üzere bağımsız bir kurum görevlendirmesi gerekecektir. Bu açıdan
Ankara’nın, güvenlik düzenleyicisinin doğrudan Başbakana rapor veren bir
bakanlık bünyesine dâhil edilmekten ziyade bağımsız ve Parlamento gözetimine
tabii olmasını sağlaması gereklidir.
İçeriden Kaynaklanan Tehdidin Dikkate Alınması
Türkiye ayrıca, nükleer santralin içinde çalışan bir suç ortağının bu tür bir saldırıya
yardımcı olabileceğini de hatırda tutmalıdır. Sagan ve Bunn’a göre “İçeriden
kaynaklanan tehditler, muhtemelen nükleer emniyet sistemlerinin karşı karşıya
kaldığı en ciddi zorluklardır. Hırsızlık koşullarının bilindiği tüm nükleer malzeme
hırsızlığı vakaları, ya içerideki kişiler tarafından ya da içerideki kişilerin yardımıyla
gerçekleştirilmiştir.”7 Kasapoğlu ve Ergun, içeriden kaynaklanacak tehdidi hesaba
katabilmek için, Türk makamlarının “Akkuyu Nükleer santralinin stajyerleri ve
müteahhitleri dahil olmak üzere 12 bin (4 bin Rus ve 8 bin Türk) çalışanının hepsini
araştırması ve sabıkalarını sorgulaması” gerekeceğini belirtmektedir. Çalışanların
dikkatli bir biçimde araştırılması, tesiste çalışmakta olan bir grubun komplo
hazırlaması ve reaktörün basınç kazanına, reaktör kompleksi içindeki diğer hassas
alanlara ya da reaktörün bilgisayar ağına erişmesi tehdidini en aza indirmek
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 99
üzere tasarlanmıştır. Bununla birlikte Kasapoğlu ve Ergun, özellikle saldırganların
sahanın güvenlik sistemlerini aşmak için zor kullanmaları durumunda, sabıka
sorgulamalarının o kadar da etkili olmadığını belirtmektedir. Bununla birlikte Türk
politika yapıcılar, yaptıkları düzenlemelerin, tesis içindeki potansiyel güvenlik
tehditleri hakkında bilgiler getirebilecek potansiyel “muhbirleri” koruma ihtiyacını
da dikkate almasını sağlamalıdır.
Bu tür bir saldırıya karşı ilk savunma hattı, Türkiye’nin emniyet ve istihbarat
teşkilatlarıdır. Bununla birlikte, söz konusu sabıka sorgulamalarının, içeriden
kaynaklanan potansiyel tehditleri ortadan kaldıracağı garantisi yoktur. Potansiyel
bir suç ortağı, bir saldırıya yardımcı olmaya karar verene dek, yasalara saygılı bir
vatandaş olabilir. Bu nedenle Türk güvenlik planlamacılarının - Han, Çelikpala
ve Ergun’un hala “belirli projeler için tasarlanmış duruma özel uluslararası
anlaşmalara” dayandığını belirttikleri - mevcut kritik altyapı güvenliği yaklaşımını
geliştirmeye çalışmaları gereklidir.
Türkiye aynı zamanda, “içerideki bir siber saldırganın” - yani bilerek ya da
bilmeyerek bir siber saldırıya yardımcı olabilecek bir kişinin - oluşturduğu tehdidi
de dikkate almalıdır. İran’ın Natanz zenginleştirme tesisine yapılan Stuxnet
siber saldırı olayında mevcut kanıtlar kötü amaçlı yazılımın tesisin dışından
getirilen taşınabilir bir bellek yoluyla İran’ın bilgisayar sistemine bulaştırıldığını
göstermektedir.8 2012 yılında Suudi Aramco’ya yapılan saldırıda, siber güvenlik
uzmanları olayın “Aramco’nun ağına erişim ayrıcalığına sahip şirket içindeki bir
kişiyi ya da kişileri kapsadığı” sonucuna ulaşmışlardır.9 Daha yakın bir zamanda,
2015 yılında, bir Alman çelik fabrikasına yapılan siber saldırı operatörlerin bir
yüksek fırını kapatmaları önlendikten sonra ekipmanın fiziki zarar görmesi ile
sonuçlanmıştır; .10 Bu saldırı, gerçek fiziki zarar ile sonuçlanan sadece ikinci teyit
edilmiş vakadır; diğeri ise, daha önce belirtilen Stuxnet vakasıdır.
Türkiye de fiziki hasarla sonuçlanan bir siber saldırıya uğramış olabilir. Batılı
istihbarat kurumları 2008 yılında, Rus bilgisayar korsanlarının “alarmları
kapattığına, iletişimi kestiğine ve” Türkiye’de Refahiye ilçesi yakınında Bakü-Tiflis
Ceyhan boru hattı yoluyla pompalanan “ham petrolü aşırı basınçlandırdığına”
inanmaktadır.11 Patlama, “bir su akiferinin üzerinde bulunan bir bölgeye 30.000
varilden fazla petrol dökülmesine yol açmış ve boru hattının kapalı kaldığı süre
zarfında BP ve ortaklarına günlük 5 milyon dolardan fazla geçiş vergisine mal
olmuştur.”12 Ankara bu saldırıyı resmi olarak “mekanik arıza” olarak nitelemiştir.
Boru hattının tahrip olmasını PKK da üstlenmiştir. Bununla birlikte daha
sonra yapılan soruşturmaya göre, bilgisayar korsanları, boru hattının güvenlik
kameralarını çalıştırmak için kullanılan Windows yazılımındaki bir zayıflığı
kullanarak boru hattının dahili ağına erişmiş görünmektedir. Bugüne kadar bu
olay hakkında, ne Türk makamları tarafından, ne de boru hattından sorumlu enerji
şirketleri grubu British Petroleum tarafından yeterli açıklama yapılmamıştır.
Saldırı, siber sorunların karmaşıklığını vurgulamaktadır. Türkiye’nin devlet
tarafından işletilen ve Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının Türkiye’deki kısmının
işletmesini ve güvenliğini denetleyen BOTAŞ şirketi, boru hattının güvenliğini
sağlamak için çok sayıda sensöre, kameraya ve devriyeye güvenmektedir.
Bununla birlikte raporlar, kamera sistemine ve düzenli yapılan devriyelere rağmen
kontrol merkezinin 40 dakikadan fazla bir süre boyunca saldırıyı öğrenmediğini
göstermektedir. Bu saldırı, Türkiye’nin siber güvenliğe kapsamlı bir yaklaşım
oluşturma ihtiyacının altını çizmektedir. Kapsamlı bir dizi düzenlemenin
yokluğunda, siber güvenlik, proje esasına bağlı olmaya devam edecektir. Bu
şekilde, standartlar farklılıklar gösterebilecek ve bilgisayar korsanlarının, Türk
altyapısındaki zayıf noktaları kullanmalarına olanak verecektir. Nükleer bir
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 100
santrale benzer bir saldırı yapılması durumunda, böylesi yavaş bir tepki süresi,
Refahiye olayında olduğundan çok daha yıkıcı sonuçlara yol açabilir.
Ankara şu ana kadar siber güvenliğe kapsamlı bir yaklaşımı tam olarak
geliştirmemiştir. Ankara, görevi Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığına (AFAD) vermeden önce, kapsamlı bir siber güvenlik planı hazırlamak
üzere ilk olarak Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunu (TÜBİTAK)
görevlendirmiştir.13 2012 yılında Bakanlar Kurulu, yeni oluşturulan Siber Güvenlik
Kurulunu denetleme ve ulusal siber güvenlik politikalarını hazırlama görevini
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanına vermiştir.
Türkiye’nin, devlet politikasının hazırlanmasını denetlemek üzere belirli
bir bakanlığı görevlendirmesi şeklindeki ilk adımı doğru yönde atılmış bir
adımdır. Ancak Ankara henüz konuyla tamamen bütünleşmiş bir yaklaşımı
benimsememiştir, bunun yerine altyapı güvenliğini bağımsız projeler temelinde
gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Siber Güvenlik Kurulunun, nükleer emniyet ile
siber güvenliği birleştirmenin ilk adımı olarak, Türkiye’nin kritik öneme sahip
altyapısını açıkça tanımlaması ve bu tesislerin korumasını daha iyi tanımlanmış
bir siber güvenlik politikasıyla nasıl birleştireceğini açıklaması gereklidir. Türkiye
ayrıca siber güvenlik konusunu merkezileştirmeyi ve devlet mekanizmaları ile
ülke genelinde siber güvenlik standartları oluşturmayı dikkate almalıdır.
Örneğin Finlandiya’da hükümet, hükümetin tamamı için “siyasi rehberlik ve
stratejik kurallar sağlamaktan” sorumludur. Uygulama her bir bağımsız bakanlığa
bırakılmıştır ve bu bakanlıklar ülkenin kapsamlı siber güvenlik stratejisinin
uygulamasının denetlenmesi görevini taşıyan bir Güvenlik Komitesi’ne rapor verirler.
Bu Güvenlik Komitesi, Savunma Bakanlığının bir parçasıdır, dolayısıyla Parlamento
denetimine tabiidir.14 Bu ulusal politikanın bir parçası olarak, Fin şirketlerinin “siber
olaylara hazırlıklı olmayı, normal süreklilik yönetimi planlamalarına dahil etmeleri
gereklidir.” Ankara, Fin modelinin unsurlarını benimseyebilir, ya da tamamen
Türkiye’deki deneyimlere dayanan yeni bir sistem tasarlayabilir.15
Ancak KEA’nın fiziki koruması durumunda olduğu gibi, başlıca zayıflık,
Ankara’nın siber güvenlik tehdidine karşı açık, kapsamlı ve tutarlı bir yaklaşımı
henüz oluşturmamış olmasıdır.
Bu şekilde, Türkiye’nin yaklaşımı projeden-projeye esasına dayalı olarak
kalmaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye’yi siber saldırılara karşı savunmasız
kılmaktadır. Örneğin potansiyel bir saldırgan, tesise dışarıdan yapılacak bir
saldırıya yardımcı olmak ya da fiziki hasara yol açmak için daha kritik sistemlere
erişim sağlamak amacıyla - iddia edilen Refahiye boru hattı saldırısında olduğu
gibi - nükleer santralin ağındaki zayıf bir halkadan faydalanabilir. Bu güvenlik
açığını dikkate almak için, Ankara’nın siber güvenliği kendi kapsayıcı tehdit
değerlendirmesine katması ve KEA tesislerinin uymaları için standart bir dizi
düzenlemeyi, yukarıda belirtilen evrensel standartlara dahil etmesi gereklidir.
Nükleer Kaçakçılık: Başarılı bir Sistemde Düzeltmeler
Yapma
Üçüncü bölümde Mustafa Kibaroğlu’nun belirttiği gibi, Türkiye kendi
topraklarında radyoaktif nükleer malzeme kaçakçılığı yapılmasını önlemek için
çaba göstermektedir. Ankara, kendi topraklarında nükleer malzeme kaçakçılığını
önlemek için bölgedeki devletler ve batılı müttefikleri ile birlikte çalışma
konusunda onlarca yıllık deneyime sahiptir. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 101
sonra, Türkiye kendisini sık sık kötü korunan Sovyet tesislerinden çekirdeği
parçalanabilir materyaller elde eden kaçakçıları önlemek için gösterilen küresel
çabaların ön saflarında bulmuştur. Uluslararası toplum ve Rusya tarafından
birlikte yürütülen çabaların Sovyet dönemi nükleer tesislerin güvenliğinin
arttırması ile sonuçlanmasının ardından, nükleer kaçakçılığın hızı son yıllarda
azalmıştır.
Bununla birlikte Suriye’deki son olaylar, Türkiye’nin Suriye ile olan sınırını
geçmeye kararlı bireylerin önlenmesinin ne kadar zor olduğunu açıkça
göstermiştir. Nükleer kaçakçılık söz konusu olduğunda tespit etme görevi, nükleer
materyallerin depolandığı bölgelerin yeterli fiziki koruması ile başlamaktadır.
Herhangi bir nükleer materyalin çalınması durumunda, bu materyalin geri
alınması görevi, uzmanlaşmış güvenlik ekiplerine bırakılacaktır. Türk emniyet
teşkilatı TAEK’ten uzmanlık ekipmanı almıştır ve politika yapıcılar, Türkiye
içindeki nükleer malzemelerin açıklamasını yapmak için güncellenmiş kurallar
hazırlamışlardır.
Bununla birlikte, nükleer kaçakçılık ile ilgili hükümler Türk Ceza Kanunu
ve Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere
mevzuatın iki ayrı parçasına - dağılmıştır. Bunlara ek olarak, üçüncü bir yönerge
olan 2010-2012 Organize Suçlarla Mücadele Eylem Planı kimyasal, biyolojik,
radyolojik ve nükleer materyallerin (KBRN) önlenmesi ile ilgili hükümler
içermektedir.16 Türkiye’nin KBRN kaçakçılığını önleme çabalarını düzene koymak
için, Türk politika yapıcıların, hem Akkuyu hem de Sinop nükleer sahalarında tesis
içi güvenlik düzenlemelerini oluşturmaya yönelik devam eden çabaları yansıtan
ve tamamen KBRN kaçakçılığına odaklanmış yeni bir kapsayıcı kanun çıkarmayı
dikkate almaları gerekmektedir.
Genel olarak Ankara’nın bugüne kadar olan çabaları uluslararası en iyi
uygulamalar ile aynı doğrultudadır ve KBRN’nin kaçakçılığını önlemeye yönelik
uluslararası çabaları yansıtmaktadır. Türkiye, devam eden çabalara yardımcı
olmak üzere daha fazla personeli eğitmeye odaklanırken, halihazırda devreye
almış olduğu önlemleri uygulamaya da devam etmelidir. Türk emniyet teşkilatı
2006’dan bu yana KBRN kaçakçılığı olayı olmadığını rapor etmektedir. Bunun
aksine, 1993 ile 2006 yılları arasında emniyet personeli tarafından on üç kez
radyolojik materyal ele geçirilmiştir. Söz konusu olaylardaki azalma kuşkusuz eski
Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelerde bulunan nükleer sahalardaki güvenliğin
iyileştirilmesi de dahil olmak üzere, bir dizi faktörün birleşiminin bir sonucudur.
Bununla birlikte, Türkiye’nin kaçakçılığı önleme yeteneklerini geliştirmeye
devam etmesi gereklidir. Ankara, uzman personelin eğitimine ağırlık vermeye
devam etmelidir. Sırf emniyet teşkilatının uzmanlık ekipmanı ile donatılması
yeterli değildir. Söz konusu ekipmanı kullanmak ya da çalıştırmak için gereken
becerilerin körelmemesi için, ekipmanı kullanan personelin devamlı olarak eğitime
tabi tutulması gereklidir. Bunun yanı sıra Türkiye, halihazırda mevcut olan
yöntemlerin ve personelin etkinliğini test etmek için daha fazla sayıda önceden
duyurulmamış tatbikat yapmayı dikkate almalıdır. Bu tatbikatlar, potansiyel
zayıf noktalar hakkında daha fazla veri toplamak ve ardından mevcut sistemi
iyileştirmek için kullanılmalıdır. Ancak bu tatbikatlar basmakalıp olmamalı, kolluk
kuvvetlerinin en güncel istihbarat ve tehdit değerlendirmelerini yansıtmalıdır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 102
SONUÇ: KEA
GÜVENLİĞİNE ENTEGRE
BİR YAKLAŞIM GEREKLİLİĞİ
Türkiye’nin temel önceliği açıktır: mevcut ve gelecekteki KEA’sını savunmak için
bir dizi kapsamlı ilkenin belirlenmesi. Bu çalışmada belirtildiği gibi, saha güvenliği
konusundaki mevcut ‘projeden-projeye’ yaklaşımı, Türkiye’yi bir dizi tehdide karşı
savunmasız kılmaktadır. Türkiye, kendine özgü güvenlik sorunlarını ele almak için
özel olarak tasarlanmış kapsamlı bir nükleer saha güvenliği yaklaşımını devreye
sokma fırsatına sahiptir. İlk adım olarak, Türkiye’nin KEA’sını tanımlaması
gereklidir. Bu liste daha sonra, KEA saha güvenliğine yönelik yasal olarak
bağlayıcı bir dizi düzenlemenin oluşturulması için baz alınmalıdır. Bu kurallar,
siber güvenliğe ilişkin açık rehberlik sağlamalıdır. Bu kuralların uygulanmasını
sağlamak için, bu yeni kuralların uygulanmasını denetleyen kurum bağımsız ve
tercihen parlamento denetimine tabii olmalıdır. Bu kurumun sorumluluklarının
bir parçası olarak, ilgili makamlar her yıl KEA saha güvenliği hakkında kapsamlı
bir rapor yayınlayabilir ve halkın da rapordaki başlıca bulgulardan haberdar
olabilmesi için söz konusu raporun belirli bölümlerinin gizliliğini kaldırabilir.
Türkiye, daha da hazırlıklı olabilmek için, tesis içi güvenliğin ve ilgili devlet
kurumlarının hazırlıklı olup olmadığını ve tepkisini test etmek amacıyla kritik
KEA tesislerinde önceden duyurulmamış tatbikatlar yapmayı dikkate almalıdır. Bu
tatbikatlar basmakalıp olmamalı, daha ziyade en son tehdit değerlendirmelerini
ve istihbaratları yansıtmak üzere sürekli olarak güncellenmelidir. Türk politika
yapıcılar, KEA tesisleri dahilinde, içerideki kişilerden kaynaklanan tehditleri
de dikkate almalı ve “tehlike işareti” olarak görülen çalışan davranışlarını
“ihbar eden” çalışanları teşvik etmeye ve korumaya yönelik mekanizmalar
oluşturmalıdır. Bu politika, uygun çalışan eğitimi seminerleri ve nükleer sahanın
güvenlik personeline içerideki kişilerden gelen daha önceki saldırılar hakkında
bilgi verilmesini içermelidir. Bu tutum, içerideki tehdit oluşturan olası kişilerin
belirlenmesi için iki katmanlı bir yaklaşım oluşturulmasına yardımcı olabilir.
Türkiye, nükleer güce sahip yeni bir devlet olarak, nükleer emniyeti düzenleyen
kapsamlı ve bütünleşmiş bir dizi düzenlemeyi oluşturma olanağına sahiptir.
Bu düzenlemeler UAEA düzenlemelerinin harfi harfine kopyaları olmaktan
ziyade, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu özgün tehditleri dikkate alacak
şekilde kısaltılmalıdır. Ayrıca, bu düzenlemeler hazırlandıktan sonra güvenlik
planlamacıları varsayımlarını sık sık yeniden değerlendirmeli ve gereken
durumlarda değişiklikler yapmalıdırlar. Bu yönde gösterilecek çabalar, güvenlik
planlamacılarının kalıpların dışında düşünmelerini sağlamaya ve genel olarak
nükleer emniyete yaklaşımlarını geliştirmeye devam etmelerine yardımcı olacaktır.
Ankara, ilk reaktörünün devreye girmesine dört yıldan fazla bir zaman kala, etkili
saha güvenliği düzenlemeleri oluşturmak ve uygulamaya koymak için bol zamana
sahiptir. Türkiye’nin bu durumdan yararlanması, uygun ortaklara danışması
ve yeni gelişmekte olan nükleer sektörü için kapsamlı ve bütünleşmiş bir dizi
standardı oluşturma sürecine başlaması gereklidir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 103
1_ Matthew Bunn ve Scott D. Sagan, A Worst Practices Guide to Insider Threats:
Lessons from Past Mistakes, (Cambridge: American Academy of Arts and
Sciences, 2014).
2_ “DHKP-C claims Istanbul palace attack bid,” Hurriyet Daily News, 2
Ocak 2015, http://www.hurriyetdailynews.com/dhkp-c-claims-istanbulpalace-attack-bid.aspx? pageID=238&nID=76412&NewsCatID=509;
“DHKP/C claims responsibility for the attack on U.S. Embassy,” Hurriyet
Daily News, 1 Şubat 2013, http://www.hurriyetdailynews.com/Default.
aspx?NID=40308&PageID=238.
3_ Constanze Letsch, “Pregnant Istanbul suicide bomber was Russian citizen,”
The Guardian, 16 Ocak 2015, http://www.theguardian.com/world/2015/
jan/16/pregnant-istanbul-suicide-bomber-russian-citizen .
4_ “Turkish FM says 600 Turkish nationals joined jihadists, more than 100 killed,”
Hurriyet Daily News, 25 Kasım 2014, http://www.hurriyetdailynews.com/
turkish-fm-says-600-turkish-nationals-joined-jihadists-more-than-100- killed.asp
x?PageID=238&NID=74813&NewsCatID=359 .
5_ Sinan Ülgen ve Doruk Ergun, “A Turkish Perspective on the Rise of the Islamic
Caliphate,” EDAM Tartışma Kağıtları Serisi 2014/6, Ekonomi ve Dış Politika
Araştırma Merkezi, http://www.edam.org.tr/Media/Files/2157/ISIL_TR_
Perspective.pdf.
6_ Fevzi Kızılkoyun, “3,000 in Turkey linked to ISIL group, police intel report
says,” Hurriyet Daily News, 17 Ocak 2015,http://www.hurriyetdailynews.
com/3000-in-turkey-linked-to-isil-group-police-intel-report-says.aspx? PageID=
238&NID=77063&NewsCatID=341 .
7_ Matthew Bunn ve Scott D. Sagan, A Worst Practices Guide to Insider Threats:
Lessons from Past Mistakes, (Cambridge: American Academy of Arts and
Sciences, 2014).
8_ Kim Zetter, “How Digital Detectives Deciphered Stuxnet, the Most
Menacing Malware in History,” Wired, 11 Temmuz 2011, http://www.wired.
com/2011/07/how-digital-detectives-deciphered-stuxnet/all/.
9_ Nicole Perloth, “In Cyberattack on Saudi Firm, U.S. Sees Iran Firing Back,”
The New York Times, 23 Ekim 2012, http://www.nytimes.com/2012/10/24/
business/global/cyberattack-on-saudi-oil-firm-disquiets-us.html?
pagewanted=all.
10_ Kim Zetter, “A Cyberattack Has Caused Confirmed Physical Damage for the
Second Time Ever,” Wired, 8 Ocak 2015, http://www.wired.com/2015/01/
german-steel-mill-hack-destruction/.
11_ Jordan Robertson ve Michael Riley, “Mysterious ’08 Turkey Pipeline Blast
Opened New Cyberwar Era,” Bloomberg, 10 Aralık 2014 http://www.
bloomberg.com/news/2014-12-10/mysterious-08-turkey-pipeline-blastopened-new- cyberwar.html.
12_ A.g.e.
13_ AFAD (Ekim 2014) “2014-2023 Kritik Altyapıların Korunması Yol Haritası
Belgesi” Erişilebileceği adres: https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/12320141010111330-kritikaltyapi-son.pdf
14_ “Finlandiya’nın Siber Güvenlik Stratejisi,” Hükümet Kararı 24.1.2013,
http://www.defmin.fi/files/2378/Finland_s_Cyber_Security_Strategy.pdf.
15_ A.g.e.
16_ Türkiye’nin, Washington Çalışma Planının Uygulanması konusunda Nükleer
Güvenlik Zirvesine Sunduğu Ulusal İlerleme Raporu, Harvard Belfer Center,
26-27 Mart 2012, http://nuclearsecuritymatters.belfercenter.org/files/
nuclearmatters/files/turkey_-_national_progress_report.pdf.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 104
KISALTMALAR
Acil Müdahale Planı
AMP
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı AFAD
Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi
Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Çevresel Etki Değerlendirme (EIA Environmental Impact Assessment)
ANAEM
ÇNAEM
ÇED
Dairesel Hata İhtimali
(CEP Circular Error Probable)
Entegre Nükleer Altyapı İncelemesi
(Intergrated Nuclear İnfrastructure Review)
INIR
Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, ve Nükleer
(CBRN Chemical, Biological, Radiological and Nuclear)
KBRN
Kritik Durdurma Noktası (Critical Interruption Point)
CIP Milli İstihbarat Teşkilatı
MİT
Nükleer Kaçakçılık, Hırsızlık ve Yetim Radyasyon Kaynakları Veri Tabanı
(Database on Nuclear Smuggling on Theft and Orphan Radiation Sources)
DSTO
Nükleer Olmayan Kritik Enerji Altyapısı
(Non-Nuclear Critical Energy Infrastructure Protection)
NNCEIP
Nükleer Terörizmle Mücadele için Küresel İnisiyatif
(Global Initiative to Combat Nuclear Terrorism)
GICNT
Özel Müdahale Kuvveti ÖMK
Silahların Yayılmasına Karşı Güvenlik İnsiyatifi (Proliferation Security Initiative)
PSI
Tasarıma Esas Tehdit (Design Basis Threat)
DBT Türkiye Atom Enerjisi Kurumu
TAEK
Karışık Oksit Yakıtı
(Mixed Oxide Fuel)
MOX
Kitle İmha Silahları (WMD Weapon of Mass Destruction)
KİS
Kritik Ulusal Altyapı
(CNI Critical National Infrastructure)
KUA
Nükleer Düzenleme Komisyonu
(NRC Nuclear Regulatory Commission)
Nükleer Materyallerin Fiziki Korunmasına İlişkin Sözleşme
(Convention on The Physical Protection of Nuclear Material)
CPPNM
Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme
ICSANT
(International Convention for the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism)
Ön Güvenlik Analiz Raporu
(PSAR Preliminary Safety Analysis Report)
ÖGAR
Radyolojik Serpinti Düzeneği
(Radiological Dispersion Device)
RDD
Tasarıma Esas Olay (Design Basis Event)
DBE
Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi
TMMM
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
TÜBİTAK
Ulusal Radyasyon Acil Durum Planı
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA International Atomic Energy Agency)
Uluslararası Denizcilik Örgütü (International Maritime Organization)
Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum
(High Enriched Uranium)
URAP
UAEA
IMO
HEU
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM)
İstanbul merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşudur. EDAM,
Türkiye’nin yeni dünya düzeni içinde alacağı yeri belirleyecek
politika alanlarına dair görüş oluşturmak suretiyle Türkiye
içinde ve dışında karar alma süreçlerine katkıda bulunmayı
amaçlamaktadır.EDAM’ın çalışma alanları,
•Türk dış ve güvenlik politikası,
•Türkiye-AB ilişkileri,
•Uluslararası ekonomi ile küreselleşmenin yönetişimi,
•Enerji ve iklim değişikliği politikalarını kapsamaktadır.
EDAM bu çerçevede araştırmalar yaparak düzenli yuvarlak
masa toplantıları ve konferanslar düzenlemektedir. EDAM
aynı zamanda Avrupa Birliği ülkeleri ve Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki çeşitli kuruluşlar ile ortak araştırma ve yayın
konularında işbirliği yapmaktadır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
ISBN : 978-9944-0133-6-9
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi
Hare Sokak K8 No:16, Akatlar, 34335 Istanbul
Tel : 0212-352 1854
E-posta : [email protected]
www.edam.org.tr

Benzer belgeler