Bıl m 8 - THBMER

Transkript

Bıl m 8 - THBMER
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
KARAGÖZ-NASREDD‹N HOCA OTURUMU
233
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
234
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
GAZ‹ANTEP E⁄LENCE YAfiAMINDA KARAGÖZ OYUNU VE
SOKÜM• BA⁄LAMINDA
GAZ‹ANTEPL‹ KARAGÖZ USTASI MEHMET PARLAKSOY’UN
KOLEKS‹YONU
The Karagöz Plays In The Entertainment Context Of Gaziantep And
The Karagöz Collection Of Mehmet PARLAKSOY Of Gaziantep In
The Context Of Intangible Cultural Heritage
Ruhi ERSOY
ABSTRACT
This article deals first with the place, age and the importance of the Karagöz shadow theater in the entertainment life style of the people in Gaziantep, and also information on how some of the Karagöz play texts renewed in accordance with effects of
local cultural context. Following the contextual information, an evaluation from the point of protecting and preserving oral and intangible cultural heritage view will be made on the Karagöz collection and some of the tools that used during the performance
of Mehmet Parlaksoy who is late masters of Karagöz in Gaziantep, Turkey.
Key Words: Gaziantep, Karagöz shadow theater, Mehmet Parlaksoy
Bildiride, Gaziantep eğlence yaşamı içinde Karagöz Perde Oyunu’nun yeri, eskiliği, önemi ve bu oyunların yöre bağlamı içinde oluşturduğu yeni metin terkiplerinin bağlamdaki işlevleri üzerinde durulacaktır.
Daha sonra Gaziantepli Karagöz Ustalarından Mehmet Parlaksoy’un Karagöz oyunu icrası esnasında kullandığı tüm malzemelerden - oyundaki tiplerin
figürleri ve oyun perdesinden diğer malzemelere kadar - oluşan ve şu anda
Gaziantep Üniversitesi arşivine kazandırılan koleksiyon, “Somut Olmayan
Kültürel Mirasın Korunması” bağlamında ele alınıp değerlendirilecektir.
Mitolojik dönemden çağdaş zamana kadar kültürel birikimin kesintisiz devam ettiği ve her kültürün kendi birikimi üzerine yeni terkipler bina ederek pek
çok folklor pratiğini zamanının şartlarına uyarladığı bilimsel bir gerçek olarak
kabul edilmektedir.
Haliyle bu durum icra/gösterime dayalı oyun türleri için de geçerlidir. Günümüz Folklor terminolojisinde, “Hacivat ile Karagöz” adıyla anılan ve oyun
• Somut Olmayan Kültürel Mirasın Müzelenmesi
235
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
kahramanlarının tasvirlerinin perdeye yansıması şeklinde icra edilen; icracı
usta ile izleyici arasında karşılıklı bir performansa dayalı olan oyunun tarihi
ve eskiliği hususunda pek çok görüşler ileri sürülmüştür.(And1959;1977)
Öte yandan söz konusu oyunun muhtelif millet ve medeniyetlere aidiyeti
de tartışmalara neden olmaktadır.(And, Pirverdioğlu2004:69)
Oysa ki folklor ürünlerinin yaşam alanı bulup çiçeklenebilecekleri bağlamlar her neresi olursa, söz konusu ürünün yurdunun orası olabileceği gibi, aynı
ürünlerin farklı metin içerikleriyle farklı bağlamlarda da yaşam alanı bulabileceğine dair görüşler mevcuttur(Oğuz2000:29/36).
Bütün bu tartışmalar, söz konusu metinlerin hangi kültürün merkezinden
çıkmış ve yayılmış olduğuna dair “Metin Merkezli Folklor Kuramı” doğrultusunda gelişmiştir.
Oysa pek çok bilimsel disiplinde olduğu gibi folklor disiplininde de teorik
gelişmeler olmuş ve “Bağlam Merkezli Folklor Kuramı”, folklor ürünlerine
yaklaşımda yeni bakış açıları getirmiştir.(Çobanoğlu1999:213/280; Ekici2004:1/14)
Bu bilimsel gelişmeler doğrultusundan hareket edilecek olursa “Hacivat ile
Karagöz” perde oyununun Yunanlılara mı yoksa biz Türklere mi ait olduğunu
tartışmak, bilimsellikten çok siyasi bir tartışma niteliğindedir.
Bununla birlikte söz konusu oyun türü, Geleneksel Türk Gölge Oyunu’nun
gerek arketipik özelliği gerekse belli bir merkez ve zümrece değil de halka mal
olup yaygınlaşması bakımından ve ülkemiz içinde bile farklı bağlamlarda
farklı oyun metinlerinin varlığı açısından bakıldığında, Karagöz oyununun
Türk sosyo-kültürel dokusu üzerinde çiçeklenmiş bir metinler topluluğu olduğu anlaşılabilmektedir.
Folklor çalışmalarının ülkemizde başlangıç tarihine bağlı olarak, Anadolu’da Karagöz oyununun varlığını tespit çalışmaları da ancak 1950’li yıllarda
başlamıştır. Konuyla ilgili yapılan ilk çalışmalardan biri “Kars Şehrinde Karagöz Oyunu”adını taşır ve Fahrettin Kırzıoğlu’na aittir. (Kırzıoğlu 1958: 1789/
1790) Ardından yine aynı yöreyle ilgili olarak yapılan İlhan Başgöz ve Z.Mahir Baransel’in(1968:12) beraber hazırladıkları “Kars Karagözü” adlı çalışma
gelir.
Karagöz Oyunu’nun Anadolu’ya geçişi konusunda çeşitli görüşler vardır.
Bu görüşlerde, İstanbul’dan Anadolu’ya gösteriler yapmaya giden sanatçılar
veya yöresinden askerlik, ticaret, v.b. nedenlerle merkezlere gelen kişilerin icrayı görmesi ve kendi yörelerine taşıması vasıtasıyla bu oyunun yaygınlaştığı
ifade edilmektedir.(Özhan1995:116)
Öte yandan Anadolu’nun Muhtelif yerlerinde görülen Karagöz oyununun,
Anadolu’da var alan “kol oyunu”, “ kukla oyunu” diye adlandırılan oyunlara
236
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
benzemesi ve oyun metinlerinin içerik ve ifade edilişi bakımından yerelleşebilme esnekliği taşıması oyunun bölgede daha çabuk yaşam alanı bulmasına zemin oluşturmuştur.
Oyunun bir Anadolu şehri olan Gaziantep’te yaşamış ve yaşamakta olması ve bu yaşam esnasında üretilen oyun metinlerinin bağlama ait yerel özellikler göstermesi, ulusal kültür için de bile folklor pratiklerinin yörelere göre şekil alıp muhtelif işlevler üstlenebildiğinin bir göstergesidir.1
Gaziantep eğlence yaşamında Karagöz oyununun yerini ise, Cemil Cahit
Güzelbey, şehirde geçmişten bu yana süregelen ve teknoloji öncesinde oldukça yaygın olan bir seyirlik oyun olarak ifade eder:
“Karagöz oyunu, Gaziantep’lilerin eskiden beri rağbet ettikleri, gecelerini
hoş geçirmek için koştukları bir eğlence türüdür. Sinemaların çoğalmasından
evvelki çocukluğumuz çağında, Karagöz oyunu yaygındı”(Güzelbey1971:101)
Gaziantep’te Karagöz oynatma geleneği, Kars’ta da olduğu gibi 19. yy.
sonlarında başlamıştır. 1970’li yıllara kadar eğlence yaşamının içinde aktif
olarak yerini korumuştur. Şehrin eğlence yaşamında yüz yılı aşkın bir süre
vazgeçilmez bir yer tutan Karagöz oyunu, yörede daha çok “Hacıvat oyunu”
ve icracısı da “Hacivatçı” olarak adlandırılmıştır.(Güzelbey1971; Tokuz2004:81)
Din dışı eğlence yaşamının ilk icra mekanı olan kahvehaneler(Çobanoğlu2000:132/133)haliyle Karagöz oyununun icrasında da vazgeçilmez bir bağlam olarak karşımıza çıkar.
Şehrin bazı semtlerindeki belli başlı bazı kahvehane işletmecileri, kış ve
ramazan ayları öncesinde yörenin ünlü Karagözcüleri ile sözlü bir anlaşma yaparlardı. Bu durum kahvehane müşterilerine ve sırf Karagöz müşterisi olan diğer kitleye de ilan edilirdi. Bunun akabinde Hacıvatçı, kahvecinin uygun gördüğü bir köşeye perdesini kurar ve oyun malzemelerini de kurduğu bu perdenin yanına koyardı.(Güzelbey1971:101) Söz konusu bu uygulama, o kahvehaneyle perdesi çekili olan ilgili Karagöz ustasının akitleştiklerinin somut bir
1 Bu çalışmayı zihnimizde oluşturduğumuz günlerde, Gaziantep’te bazı yer adlarının; Karagöz
camisi. Karagöz Mahallesi, Karagöz Caddesi gibi Karagöz adıyla adlandırılmasının, yani söz
konusu gölge oyunu ile yer adlarındaki isim paralelliği bulunmasının sebebini “Acaba karagöz oyununun yöredeki eskiliğinden mi kaynaklanmaktadır” şeklinde düşünmüştüm. Konuyla ilgili daha önce yapılan çalışmaları tararken benim aklıma gelen sorunun bir heyetin Gaziantep’e gelip araştırma yapmasına neden olduğunu fark ettim.Bu heyet, o zamanki adıyla
Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü ile Milletler arası
Kukla ve Gölge Oyunu Birliği Türkiye Milli Merkezi tarafından oluşturulmuş ve bu heyet tarafından 6-12 mart 1994 tarihleri arasında yörede bir alan araştırması yapılmıştır. Söz konusu
bu çalışma sonucunda, şehirdeki yer adlarıyla Karagöz Oyunu arasında doğrudan bir ilişki kurulamamıştır.(Özhan1995:116)
237
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
göstergesi olmakta ve aynı zamanda bu anlaşmayı müşteri kitlesine gösterme
yoluyla da bir tür reklam yapılmaktaydı.
Gaziantep Kahvehanelerinde icra/gösterimde bulunan hikayeci aşıklarla
kahvehane sahibinin arasında mevcut olan, icracılara herhangi bir ücret ödemeyip de icra sonunda izleyiciler arasında gezdirilen tepsiye izleyicilerin bıraktıkları bahşişlerin hikayeci âşıklara verilmesi durumu, Karagöz icracıları
için de geçerliydi. Söz konusu bu katkıya ilave olarak;Patronaj himayelerin de
varlığından söz etmek mümkündür(İnalcık2003;Pelvanoğlu2004:15/16)
Karagöz oyununa tutkuyla bağlı olan şehrin önde gelen varlıklı kişileri, yer
yer bir takım halinde oyunu icra eden sanatçılara, daha büyük yardımda bulunmaktaydılar. Bu durunun en somut örneği, bildirimizin de konusunu oluşturan Karagöz Ustası Mehmet Parlaksoy’un oyunlarında ona müzik yaparak
eşlik eden Güççük Mamet’in şehrin eşraflarından Necati Bey’in himayesinde
olması ve Mamet’in bedelli askerlik ücreti olan 50 altının bu kişi tarafından
karşılanmasıdır.(Tokuz2004:93)
Öte yandan Karagöz oynatılan kahvehanelerde, her oyundan sonra, izleyiciler dağılmadan, ertesi gün oynanacak oyunun duyurusu yapılırdı. İzleyicilerin genel istekleri doğrultusunda bazen oyunların akışı yer değiştirebilmekteydi.
Gerek yukarıdaki, icracının himaye altına alınması gerekse söz konusu bu
duru, oyunun icra performansını; icracı, izleyici arasındaki iletişimsel ilişkinin
çok yönlülüğünü ve bu kültürel bağlamda oyunun yaşamını uzun soluklu devam ettirebilmesinin nedenlerini gözlemlemek için yeterli bir örnek olduğu düşüncesindeyiz.(Ersoy 2003:206/229))
Karagöz oyunu yer yer kahvehane bağlamı dışındaki bağlamlarda da icra
edilmekteydi. Sünnet düğünleri, özel toplantılar, esnaf sahreleri(Ersoy2002:95) gibi etkinliklerde de icra edilen Karagöz oyun repertuarı, söz konusu daveti verenler tarafından belirlenmekte ve ustalar o güne özel çalışmalar yapmaktaydılar(Güzelbey1971:101)
Bu tür özel etkinliklerde icra edilen Karagöz oyununun izleyici çevresini en
çok çocuklar oluşturmaktaydı. Bu durumun sebeplerinden birisi de zabıta kanununun Karagöz oyununun oynandığı kahvehanelere on sekiz yaşından küçük olanların girmesini yasaklamasından kaynaklanıyordu. Hatta Karagöz oynatılırken kontrole gelen zabıta komiserleri, eğer kahvehanede çocuk görürlerse onları dışarı çıkarıyorlar, Karagöz ustasının da perdesini söküp onları tartaklıyorlardı(Güzelbey1972:101) Söz konusu bu uygulama, haliyle kahvehanelerin dışında oluşan bağlamları çocuklar için daha cazip hale getiriyordu.
Karagöz oyunu, çocukların belleğine o kadar tesir etmiş olmalı ki, yöre
çocuk oyunları arsında “Hacivata Bakan” adlı da bir oyun vardır. Bu oyun
metni kısaca şöyledir: Çocuklar, buldukları kemiklerin ilik yerlerine gelincik
238
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
çiçeklerinin yapraklarını doldurup, çöple ezerek kırmızı boya elde ederler ve
bu boyayı kullanarak, ucu ezik bir çubukla kağıt parçaları üzerine Hacivat resimlerini çizerler ve oyunu merak eden çocuklara zerdali çekirdeği karşılığı
oynatmaya çalışırlardı.(Tokuz2004:81) Bu durum, Karagöz oyun metinlerinin
yerelleşerek farklı bağlamlara taşınmasının ve folklor metinleri arası etkileşim
vasıtasıyla ilgili ürünün bölge bağlamına her yönüyle adapte oluşunun bir göstergesidir. Karagöz oyununun bölge bağlamına uyum süreciyle ilgili örnekler
bununla da sınırlı değildir.
Karagöz oyunu ile ilgili tipler, oyun konuları, kullanılan müzik her ne kadar
genel bir tanım etrafında verilse de icra edilen bağlamlara göre bu durum değişkenlik arz etmekte ve oyun metni, bir bütün olarak yerelleşmektedir. Hatta
oyunlar, icradan icraya ve izleyici kitlesinin genel ortalamalarına göre de değişkenlik arz etmektedir.
Oyun metinlerine yöre halkının gelenekleri, espri anlayışı, davranış kalıpları, ağız özellikleri dahil olmaktadır. Gaziantepli Karagöz ustalarının kimileri
yerel ağzı ön plana çıkarıp, bazı argo deyimleri, küfürleri daha çok kullanırlar;
bazıları da “İstanbul usûlü” oynatırlardı. Bunlardan Ali ve Reşid Ustalar argoyu az kullanan “İstanbul usûlü” oynatan ustalardı. Hacivatçı Vakkas’ın oyunlarında, Gaziantep ağzı; Kilisli Zilban Usta’nın oyunlarında da Kilis ağzı ön
plandaydı. Bu durumu örneklemek gerekirse: Oyunun İstanbul metninde Karagöz ile Yahudi arasında geçen bir diyalogda: “Ule karta göz ağası,......”sözü,
Kilis’teki oyun metninde “Ule balleğe şapşağı”(Sözcüğün aslı Arapça Bellua
olup suların lağıma akmasına sağlayan bir tür taştır. Şapşak ise, kulplu tastır
ve bu iki kavram, lağam suyunun akmasına yardımcı olan bir tür temizleyicidir) şeklindedir.
Karagöz’ün kavak ağacı altında cine çarpılmasını konu alan “Kanlı Kavak
Oyunu”nun yöre bağlamındaki metnin bir bölümü kısaca şöyledir: Sahnede
Karagöz ve Yahudi vardır, Karagöz, Gazaiantep ağzıyla; “Karınca geliy, basma
basma kanlı kavak yıkılacak, bu gün gedecek”demekte ve yükseğe çıkarak;
“Ulanınnn! Nereler görükü, taa güççük İstanbul’dan beri gözüküy” diyerek
devam etmektedir.(Güççük İstanbul diye ifade edilen yer tuvalettir ve izleyiciler bunu bilmektedir). Bu arada Yahudi de Gaziantep ağzıyla: “Ula ağam, in
ben de bakiym, yahu ağam in ben de bakiym....” diyerek izleyicileri güldürmektedir.
Klasik Karagöz’ün Ferhat ile Şirin oyunu perde gazelinden sonra Hacivat
genelde şöyle der:
Hacivat: –“Huzur-u Haziran, cemiyet-i irfan, haindir, münafıktır şeytan.
Şeytanın din-sizliğine, Rahmanın birliğine ve bizi temaşa eden ahibbanın sağlığına. Demem o demek değil, ben bendenize, ben duacınıza ben hak, ben hakisare, eli yüzü yunmuş, elfazı düzgün, fasihullüsan, müsahabeti tatlı”.
239
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Oyunun bu girişi Gaziantep bağlamında ise şu şekildedir(Perdeye önce
Hacivat gelir):
Hacivat: -
“Şem’a yaktım, gösterem zıll-i hayal
Kalmaya ta ki gönülde ne kesafet ne melal
Hazi hezran, vakti sefai meydan
Hınzırdır, laindir dinsizdir şeytan
Şeytanın dinsizliğine, Rahmanın birliğine,
İkimiz birden Yüce Tanrı’ya duadan sonra
Ben hak-i sare, bu vefalı yare
Eli yüzü düzgün, sözü sohbeti tatlı” deyince
Karagöz: - Yine geldin mi eti dökülmüş lahmacun suratlı? (Bu cümle İstanbul metninde; yine geldin mi eskimiş bamya tenceresi suratlı, şeklindedir) diye cevap verir.
Gaziantep gelenek çevresi içinde olan Kilis’te ise aynı konuşma şöyledir:
Hacivat: – “Şem’a yaktım gösterem zıll-i hayal
Kalmaya ta ki gönülde ne kesafet ne melal
Hazi hezran, vakti sefai meydan
Hınzırdır, laindir dinsizdir (veya keratadır) şeytan
Şeytanın dinsizliğine, Rahmanın birliğine,”
diye devam eder.
Şu eli yüzü yunmuş Karagöz olacak handa mıdır?
Hanesinde midir? Yoksa külhanda mıdır?
Hele bir bakayım Karagöz evde midir?”der ve kapısını çalar.(Tokuz2004:92)
Bu duruma bir diğer örnek ise, klasik Karagöz oyunlarından olan “ Büyük
Evlenme Oyunu”dur. Bu oyunda, Karagöz’ün eşinin evlendikten üç ay sonra
doğum yapmak üzere olduğunu öğrenmesi üzerine, arkadaşı Hacivat’la arasında geçen diyaloğun klasik oyundaki şekli:
Karagöz: Hesap edelim
Hacivat: Altımızdaki ay, bir; üstümüzdeki ay, iki; arkamızdaki ay,üç; önümüzdeki ay,dört; gelecek ay, beş; çıkacak ay, altı; çıkmış ay, yedi; yine çıkacak ay, sekiz; çıkan ay, dokuz. Şimdi, bu gün de ayın onu; tam dokuz ay on
gün oldu sen bu kızı alalı.
Gaziantep Bağlamında icra edilen oyun metninde aynı diyalog, Karagöz’le
karısı arasında şöyle geçer:
Karagöz: Hesap edelim, der
Karagözün karısı: “Üç ay oldu sen beni alalı, üç ay oldu ben sana varalı,
etti altı ay; gelen ay, giden ay, boş ay; eder dokuz ay” şeklindedir.
240
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Öte yandan, Karagöz oyunlarının oyun metinlerine klasik karagöz oyunlarında olduğu gibi(Öngören1998:50/60) Gaziantep Karagöz’ünde de yer yer
eğlence formunda hiciv kendini gösterir. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse; Gaziantep’te Vakkas Usta’nın bir Karagöz oyunu icrası esnasında içeriye bir komiser girer. Bunun üzerine, usta, perdeye hemen bir komiser tasviri çıkarıp onu meyhaneye götürür, içirip hoş olmayan davranışlar yaptırır.
(Muhtemelen, bu duruma sebep; komiserlerin yer yer çocukları kahvehanelerden çıkartmaları, Karagöz ustalarının perdelerinin sökülmesine ve onların
tartaklanmasına neden olmalarıdır.)
Bir diğer örnek de Kilisli Zılban Usta’nın izleyiciler arasında gördüğü, pahalı ve bayat ilaç satan eczacıyla, eksik et tartan kasabın figürlerini hemen
perdeye yansıtıp onları eleştirmesidir.(Tokuz2004:87) Öte yandan, söz konusu bu örnek uygulamalar, oyun metinlerinin oluşmasında icracı ile izleyici
arasındaki iletişimsel ilişkinin etkileşimine ve folklorun protesto işlevine canlı birer örnektir. (Bascom 1963: 333/349; Başgöz1996:1/4; Çobanoğ 1999:
226)
Gaziantep’te Karagöz oyunu icrasına ev sahipliği yapan belli başlı kahvehaneleri şu şekilde sıralayabiliriz: Eski Kelleci Pazarı Kahvehaneleri, Şehreküstü’ndeki Yüksek Kahve, Keçehane Kenayi, Kavaf Pazarındaki Çırçır Kahvesi, Bakırcılar Çarşısı Kahvehaneleri, Nuri Bey’in Kahvesi, Bedesten Damı’ndaki Kahveler, Kalealtı’ndaki Kahve, Kavaklık Kahvehanesi, Tabakhane’deki Büyük Dut’un karşısındaki kahvehane, Elmacı Pazarı Semti’nde
Alo’nun Kahvehanesi, Kırkayak Kahvehanesi, gibi kahvehaneleri saymak
mümkündür.
Bu Kahvehanelerin bazıları, Karagöz ustalarının devamlı gösteri yaptığı
yerler olması bakımından o ustanın adıyla bütünleşmiştir, mesela; Hacivatçı
Mehmet, Yüksek Kahvede, Hacivatçı Vakkas, Kelleci Pazarı’ndaki Kahvehanede oyunlarını sergiler. Dürbekeci Kör Şakir ise, Yüksek Kahve’nin Darbuka
sanatçısıdır. (Tokuz2004:100;Özhan 1994:121)
Gaziantep’te Karagöz Ustası olarak isimleri tespit edilen icracılar ise, şu
şekilde sıralanmaktadır:
En eski olarak bilinen, Halil Usta’dır; daha sonra, Sakallı Ali gelir. Sakallı
Ali, Halil Usta’nın yetiştirmesidir.Üçüncü sırada Mamet Usta gelir(Mehmet
Parlaksoy), sonrasında Çalgıcı Meneş’in oğlu Ali Usta, Vakkas Usta, Reşid
Usta ve Ali Ustaların adları geçmektedir.(Tokuz2004:100) Bu isimlere ilave
olarak, Cemil Cahit Bey, şu isimleri de sayar: Büyük Reşid(diğer adıyla Kulağınoğlu Reşid), Küçük Reşid, Cingen İbo, Demirci Ali, Tahsildar Mehmet
Ekrem, Dökmeci Ali Usta, Kasacı Ali Usta ile Demirci Ali’in adlarını sıralar(Güzelbey1971:101;Tokuz2004)
Adı geçen ustaların sıfatlarından da anlaşılacağı gibi, bu kişilerin tek işleri Karagöz oynatmak olmayıp aynı zamanda geçimlerini temin ettikleri muhtelif meslekleri de vardı.
241
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Gaziantep’te icra edilen Karagöz oyunu repertuarını oluşturan oyunlardan
bazılarının adlarıysa şunlardı: Kanlı Kavak, Geyikli Server Bey, Ferhat ile Şirin, Zavallı Avcı, Karagözün Evlanmesi, Karagözün Yoğurt Satması, Evlat Katili, Katil Kerime, Karagöz’ün Kitaplığı, Karagöz’ün Güreşi, Küp-ü Sahra, Kumarın Sonu, Karagöz’ün Tacirlik Etmesi, Karagöz’ün Arzuhalciliği, Acem Muharebesi, Kardeş Hasreti, Esirci, Karagöz’ün Paraya Şarlop Çekmesi, Bekri
Mustafa’nın Ziyafeti, Karagöz’ün Eşek Hacivat’ın Çebiş Olması, Karagöz’ün
Ağalığı, Karagöz’ün Yarım Saat Beyliği, Karagöz Karısıyla Çat Pınar Başında,
Bir Kız Gazeteye Evlenme İlanı Veriyor.(Güzelbey1971:116/118) gibi oyun
adları sayılmaktadır.
Adı geçen oyunlardan çocukların en çok sevdiğinin ise, Kanlı Kavak
oyunu olduğu belirtilmekte ve bu sebepten oyunlara son verileceği gece,
Kanlı Kavak oyunu, ağız tadı olarak tekrar oynanmaktaydı.
Gaziantep’li Karagöz Ustası Mehmet Parlaksoy ve Koleksiyonu
1903 yılında Gaziantep’te Boyacı Mahallesinde doğdu. Asıl mesleği, ayakkabıcılıktır. Karagöz oyunlarına on yedi, on sekiz yaşlarında ilgi duymaya
başladı. Gaziantep’e gelen tiyatro sanatçılarının yardımıyla ilk Karagöz takımını yaptı. Mehmet Usta, on sekiz oyunla başladığı Karagöz oyunu repertuarını daha sonra elli ikiye çıkarmıştır.Ustası Gaziantepli Karagöz ustalarından
Ali Usta’dır.Gaziantep’in yetiştirdiği nadir ustalardan biri olan Mehmet Parlaksoy, yani “Mamet Usta” 1998 yılında vefat etmiştir.
Kısaca hayat hikayesini verdiğimiz nam-ı diğer “Hacıvatçı Mamet” Usta’nın oğlu İdris Parlaksoy; babasının bu işe on yedi, on sekiz yaşlarında zevk
için başladığını; fakat daha sonra ölünceye kadar, bu işe sevgiyle bağlandığını ifade eder ve daha sonra babasıyla ilgili şu tespitlerde bulunur: “Babamın
otuz beş tane yazılı oyunu vardı. Bu oyunlara günün olaylarını da katarak sürekli değiştirir ve güncel tutardı. Babam, Karagöz takımına çok değer verirdi.
Babamın asıl ustası Ali Usta imiş. Annem, babamın Karagöz oynatmasını istemezdi. Bu işi, o zamanlar ayıp sayarlarmış. O gece hangi oyun oynanacaksa, bir gece önceden herkese söylenirdi; babam da akşam oynatacağı oyunun kahramanlarının tasvirlerini, Karagöz takımı ile bir kutuya koyar, kutuyu
koltuğunun altına alıp kahvenin yolunu tutardı. Arada sırada, Karagöz oynatmaya Nizip ve Birecik’e de giderdi. Fakat köylere hiç gitmedi veya gittiğini
hatırlamıyorum......” (Tokuz2004:100)
Oğul İdris Parlaksoy, babasının repertuarında olan oyunların adlarını şu şekilde sıralamaktadır:
Kanlı kavak, Geyikli Server Bey, Ferhat ile Şirin, Zavallı Avcı, Karagöz’ün
Evlanmesi, Karagöz’ün Yoğurt Satması, Evlat Katili, Katil Kerime, Karagöz’ün
Kitaplığı, Karagöz’ün Güreşi, Küp-ü Sahra, Kumarın Sonu, Karagöz’ün Tacirlik etmesi, Karagöz’ün Arzuhalciliği, Acem Muharebesi, Kardeş Hasreti, Esirci, Karagöz’ün Paraya Şarlop Çekmesi, Bekri Mustafa’nın Ziyafeti, Karagöz’ün Eşek Hacivat’ın Çebiş Olması, Karagöz’ün Ağalığı, Karagöz’ün Yarım
Saat Beyliği, Karagöz Karısı ile Çat Pınar Başında, Bir Kız Gazeteye Evlanme
İlanı Veriyor, Kanlı Nigar, Karagöz’ün Kavak Yıkması....
242
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Oyun isimlerine genel olarak bakılacak olursa, Gaziantep Karagöz icracılarının repertuarlarındaki oyun adlarının birbirine benzerliği, hatta aynılığı söz
konusu olmaktadır. Fakat, her ustanın kendine has icra biçimiyle ve doğal ortamdan kaynaklanan doğaçlama metinlerle sanatının gücü oranında bu oyunları icra ettiği bilinmektedir.
Öte yandan ,Gaziantep’teki Karagöz oyunlarında, Kar-i Kadim ve Nevİcad oyunların dışında büyük oyun sayılamayacak kısa bir veya birkaç perdelik örnekler de vardır. İcracının bazı oyunların sonuna ilave ettiği bu tarz oyunlara Mehmet Parlaksoy’un repertuarında yer alan “Yoğurtçu” ve “Değirmenci”
adlı oyunları örnek vermek mümkündür.
Değirmenci oyununda, değirmenciye bir kadın gelir ve ununu öğütmesini
ister. Değirmenci mani şeklinde, kadına “Olmaz hanım olmaz, oluklarda su
durmaz, arkadaşlar razı olmaz.” diye cevap verir. Kadın, değirmenciyi ikna etmeye çalışır. Mani tarzında, şunu bunu vereyim, diye değişik tekliflerde bulunur. Değirmenci, hepsine de olmaz der. Sonunda, değirmenci, kadının teklifini kabul edip “Olur hanım olur, oluklarda su durur, arkadaşlar razı olur” der
ve anlaşırlar.(Tokuz2004:89) Metnini kısaca özetlediğimiz bu oyun, Gaziantep
kadın eğlencelerinde oynanan “ Karaoğlan Oyunu” metniyle benzerlik göstermekte ve bu kadın oyununun yöredeki eskiliği düşünülürse, Karagöz ustasının repertuarına kadın oyununun “Karaoğlan”dan geçmiş olabileceği düşünülebilir. Yine bu durum da oyun metinlerinin birbiriyle etkileşimine bir örnek niteliğindedir.
Mehmet Parlaksoy’un Karagöz oyun koleksiyonunun Gaziantep Üniversitesi’ne kazandırılması girişimi üniversite Genel Sekreteri Gonca Tokuz’un girişimleri sayesinde olmuştur. Parlaksoy ailesinde, babalarının çocukları arasında paylaştırarak onlara miras bıraktığı Karagöz Oyunu kahramanlarının tasvirleri ve oyunun diğer araç gereçlerinin varlığından epeydir haberdar olduğunu ifade eden Gonca Tokuz, üniversite eski rektörü Prof.Dr. Hüseyin Filiz’i ve
bazı hatırlı kişileri de devreye koyarak koleksiyonun büyük parçasına sahip
olan Oğul İdris Parlaksoy’dan mukavele karşılığında alarak koleksiyonu üniversiteye kazandırmıştır. Söz konusu koleksiyonda yer alan oyun kahramanlarının tasvirleri dijital ortama aktarılıp 50x75 ebadında büyütülerek çerçevelenmiştir. Diğer oyun malzemeleri ise, cam vitrinler içerisinde korumaya alınmış; 2.80x3.00 metre ebadında iki bölümden oluşan perde de ilgili koruma
dahilinde tutulmuştur. Bu işlemlerin akabinde, 27 Ekim 2003 tarihinde, bu koleksiyon büyük bir titizlikle Gaziantep Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi Sergi Salonu’nda sergilenip meraklılarıyla buluşturulmuştur.
Sergi salonunda açılan deftere yazılan notlar, bu serginin ne kadar büyük
bir boşluğu doldurduğunu çok açık bir şekilde göstermiştir.
Öte yandan, üniversite yönetiminin desteği ve Genel Sekreter Gonca Tokuz ve tarafımızca projesi oluşturulan her yıl ramazan ayında bu serginin yeniden açılması ve eş zamanlı olarak hâlâ Gaziantep’te büyük bir özveriyle Karagöz oyununu yaşatmaya çalışan Karagözcü Murat Doğan Usta’nın Karagöz
243
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
oyunu icralarıyla da renklendirilerek bu geleneği en azından üniversite olarak
şehirde canlı tutulması çalışması devam etmektedir.
Bu yıl Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin ramazan eğlenceleri etkinlikleri kapsamında fuar alanında Karagöz Oyununu icra ettirmesi de bu projeyi
desteklemiş ve Gaziantep Karagöz’ü için umut verici gelişmeler olmuştur. Sanırım bu gelişmeler, somut olmayan kültürel mirasın korunması ve yaşatılması hususunda da en somut bir örnek teşkil etmektedir.
KAYNAKÇA
AND, Metin, (1969), Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ankara:Bilgi yayınları
AND, Metin, (1974), Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu, AnkaraF
BASCOM, William, (1963), Four Functions of Folklore, The Journal of American
Folklore, 67, s. 333-349.
BAŞGÖZ, İlhan, (1996), Protesto: Folklorun Beşinci İşlevi (Fonksiyonu), Folkloristik Prof. Dr. Umay Günay Armağanı, (hzl. Özkul Çobanoğlu-Metin Özarslan), Ankara:
DV Yayınları, s. 1-4.
ÇOBANOĞLU, Özkul, (1999), Halk Bilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları.
ÇOBANOĞLU, Özkul, (2000), Âşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü, Ankara: Akçağ Yayınları.
EKİCİ, Metin, (2004), Halk Bilgisi (Folklor) Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Ankara: Geleneksel Yayınları.
ERSOY, Ruhi, (2002), Esnaf Folkloru bağlamında Gaziantep Esnaf Sahre geleneği, GAP Çerçevesinde Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 12-13 Ekim 2001, Gaziantep
ERSOY,Ruhi, (2003), Baraklı Aşık Mahgül ve Repertuvarı, Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsi, Basılmamış doktora Tezi, Ankara
GÜZELBEY,C.Cahit, (1971), Gaziantep’te Karagöz Oyunu, Gaziantep Kültür Dergisi, C.3, s.101-116
İNALCIK,Halil (2003), Şair ve Patronaj, Ankara:Doğu Batı Yayınları
OĞUZ,Öcal, (2000), Metin ve Anlatım Ortamı Merkezli Kuramların Türk Halkbilimi Çalışmalarına Uygulanması Üzerine Bazı Dikkatler, Türk Dünyası Halkbiliminde
Yöntem Sorunları,s.29-36, Ankara: Akçağ Yayınları.
ÖNGÖREN, Ferit, (1998), Cumhuriyetin 75.yılında Türk Mizahı ve Hicvi, İstanbul:Türkiye İş Bankası yayınları.
ÖZHAN, Mevlüt (1995), Gaziantep’te Karagöz, Folklor/Edebiyat, S.4, s.115-123
PELVANOĞLU, Emrah,(2004), Geleneğin Evrimi ve Patronaj, Milli Folklor, S.63,
s.15-16
PİRVERDİOĞLU,Ahmet, (2004), Türk Halk Tiyatrolarının Gelişme Evreleri,Milli
Folklor,S.60, s.57-69)
TOKUZ, Gonca, (2004), 20.Yüzyılda Gaziantep’te Eğlence Hayatı, Gaziantep Üniversitesi Vakfı Yayınları.
244
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
BURSA’DA KARAGÖZ SANATI VE SANATÇILARI
The Art And Art›sts Of “Karagöz” ‹n Bursa
Hülya Taş
ABSTRACT
“Karagöz”which is the representative of “Turkish Shadow Show” and gives its name to that show, reflects the commonsense of public and thus it has been called as
“Karagöz Show” since the 17 th century
People believe that dream curtain was first founded in Bursa and that Karagöz and
Hacivat are figures who really lived.The main source imposing this show alone to keep “Karagöz” alive and improve it is Karagöz players. Although educational seminars
about Karagöz have been held recently, the number of Karagöz players educated is quite a few. There are various reasons for this.
That there are no text writers of Karagöz show and new texts are very few prevent
Karagöz show from being improved.İt is necessary to spend a long apprenticeship period both to play Karagöz and write new texts.Unfortuanetly, as this is a work that
must be done from the hearth and that is not profitable, there are very few people who
devoted themselves to this work
One of people who try to keep Karagöz alive in Bursa as the last repsentative of our
culture and art wealth is Şinasi Çelikol. He was the apprentice of metin Özlen, Tacettin Diker, Orhan Kurt and Hayali Torun Çelebi. He was worn “peştamal” (a special
kind of large towel) by Hadi Poyrozoğlu in 1994 . Today, he is a number of the Board
of UNIMA Turkish National Head Office and head founder of Unima Bursa Branch.
There have been education, performance and apperenticeship seminars about Karagöz in Bursa since 1994. During these seminers, a group of 20 peopele have been formed. There are 4 people who attended these seminars and organised shows in Bursa
including Şinasi Çelikol.
Şinasi Çelikol, Bursa Karagöz Society
Tayfun Özeren, Çekirge Karagöz Society
Ahmet Karakman, Çelebi Karagöz Society
Nevzat Çiftçi, Traditional Drama Karagöz Society
Karagöz Shows are performed open to public especially in Ramadan and Bayrams
in Karagöz Art House opened by the support of Şinasi Çelikol in 1997
Key Words: Shadow theatre Karagöz, Bursa
Asya kıtasından çıktığı kabul edilen gölge oyununun Anadolu’ya 16.yüzyılda Mısır’dan gelmiş olduğu ile ilgili kanıt, Yavuz Sultan Selim çağının güve-
245
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
nilir kaynaklarından biri olan İbn İlyas’ın verdiği bilgilere dayanmaktadır. Bu
yüzyıldan itibaren Karagöz oyunu Türkiye’de Türklerin yaratıcılığı ile gelişip
şekil almıştır. Oyunun kahramanları Karagöz ve Hacivat, ana tasvir olarak
karşımıza çıkar. 17.yüzyılda Evliya Çelebi ve Naima’nın eserlerinden başka, o
çağda İstanbul’da bulunan yabancı gezginlerin eserlerinde de Ramazan ayında kahvehanelerde, düğün törenlerinde, evlerde bu oyunların oynatıldığı anlatılmaktadır. 18.yüzyılda da sarayda, doğum törenlerinde, sünnet düğünlerinde yapılan şenliklerde Karagöz oyunundan bahsedilmektedir. 19. yüzyılda gerek yerli gerek yabancı kaynaklar gölge oyunu hakkında bilgi verirlerse de bu
kaynaklar yetersizdir. (And 1985:275-289)
Halk, hayal perdesinin ilk defa Bursa’da kurulduğuna, Karagöz ile Hacivat’ın Bursa’da yaşamış birer şahsiyet olduğuna inanmıştır. Siz istediğiniz kadar Sultan Orhan devrinden evvel Çin’de, Cava’da Orta Asya’da perde kurulup hayal oynatılmış olduğunu tarihî kayıtlarla ispat etmeye çalışın, halk size
“Mümkün, fakat karagöz oyunu Bursa’da icat edilmiştir.” der. Karagözle Hacivat’ın rivayet olunan devirde yaşamış birer şahsiyet olduğuna dair hiçbir belge bulunamadığını söyleyin, halk size derhal Karagöz ile, Hacivat’ın ağızdan
ağıza asırlardan beri dolaşan efsaneleri anlatmaya başlar. Halkın bu sarsılmaz
inancı Karagöz oyunlarında ve perde gazellerinde de kendini gösterir. Hatta
fasıllardan birinin adı da Bursalı Nigar’dır.(Siyavuşgil: 1948: 57) 15. yüzyılda
Bursa’da Karagöz adlı bir mahallenin, köyün varlığı, Hacivat hanı ve deresinin
bulunması da bir tesadüf değildir. (Kaplanoğlu 1996:184)
Enver Benhan Şapolyon “Şeyh Küşteri Efsanesi”adlı makalesinde, Şeyh
Küşteri’nin mezarı hakkında şu bilgilere yer vermektedir. Bursa’da belediye
bahçesinin karşısındaki bir evin alt katındadır. Mezar taşında da şunlar yazılıdır. “Kutbu-ül ârifîn gavs-ül vâsilin cennet mekan firdevs- aşiyan sahib-i hayal Şeyh Mehmet Küşteri ruhuna 802.” (Şapolyon 1955:207)1961 yılında
Bursa müzesine teslim edilmiş olan mezar taşının ise bugün nerede olduğu bilinmemektedir.
Çekirgeye giden yol üzerindeki mezarlıkta bulunduğu söylenen Karagöz’ün
mezarına gelince, bu da bir rivayetten ibarettir. Çünkü Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgalinde tahrip edilen o mezar taşı da yenidir. Mezar taşında yazılı
olan,
Nakşı sun’un remzeder hüsnünde ruyet perdesi
diye başlayan gazelin şairi Kemteri mahlasını kullanan Bektaşi Raşid Ali
Babadır ki 1986 da vefat etmiştir. Buradan da Karagözün mezarı olarak bilinen bir yere sonradan konulduğu akla gelmektedir
Görülüyor ki, tarihte izini şimdilik 17. Asrın sonlarına kadar takip ettiğimiz
rivayet gerek hayal perdesini, gerekse Karagözle Hacivat’ı Bursa’ya mal etmesine rağmen tarihî belgelerde bu hususu teyit eden kayıtlara rastlanılmamıştır. “Elde güvenilir kaynak olmadıkça, Karagöz ile Hacivat’ın ne yaşayıp ne
246
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
yaşamadığı konusunda bir sonuca ulaşabilmek mümkün değildir. 1932 yılında Bursa’da Çekirge yolunda Karagöz için yaptırılan mezarın onarılması söz
konusu olunca bu olayla ilgili olarak Karagöz’ün gerçek veya yapıntı bir kişi
olup olmadığı tartışılmıştır. Fuat Köprülü bir demecinde Karagöz’ün yapıntı bir
kişi olduğunu bildirmiştir. Filipeli Mihat Bey’in Bursa Belediye Başkanı Muhittin Beye gönderdiği bir mektubu yayınlanmıştır. Mektup sahibi 1333 yılında
Hisardaki Ortapazar medresesi kitaplığında ve yine oradaki Mısrî Tekkesi kitaplığında “Hayat ve Menakıb-ı Kara Oğuz ve Hacı Ehvad” adında bir kitabın
bulunduğunu sonra bir yangında yanmış olduğu bildirilmektedir. Bursa’da sahaflar çarşısında oturan kahveci Şeyh Hakkı efendi’nin Karagöz’ün Orhaneli
ilçesinde Karakeçili aşiretinden “Kara Oğuz” adını taşıyan bir köylü olduğunu
söylediğini, fakat bu adın daha sonra“Kara Öküze çevrildiğini” ifade etmektedir. (And:1985:286)
Saim Sakaoğlu “Gölge Oyununun Doğuşu” adlı makalesinde Karagöz’ün
mezarı hakkında şu bilgileri vermektedir.“Vaktiyle Bursalılar arasında yaşayan bir rivayete göre onun mezarı Çekirgeye giden yolun üzerinde imiş. Nakşibendi tarikatına mensup Hayali Mustafa Tevfik Efendi ile Bahri dergahı şeyhi ellerindeki tek belge olan bu rivayete dayanarak 1310/ 1892 de kabristana
taş dikmişlerdir.( Sakaoğlu 2003:467)
Şinasi Çelikkol, Şeyh Küşteri’nin mezarlığının Atatürk caddesinde olduğunu halkın adak adayarak pencere demirliklerine mum yakıp koyduklarını hatırlamaktadır. 1955- 1956 yıllarında bu mezarlığın kaldırıldığını söylemektedir. Hacivat’ın mezarının da Hacivat köprüsünün altında tek selvi olduğunu ve
o selvinin altında yattığına inanıldığını söylemektedir.(Hacivat idamdan kaçarken Bursa’daki Hacivat köprüsü yakınlarında yakalanmaktadır. Köprünün
orada bir selvi ağacı bulunmaktadır. Hacivat burada idam edilerek selvi ağacının yanına gömülmüştür).
Günümüzde hayal perdesinin yaşatılması ve geliştirilmesi için çalışan oyunu tek başına yürüten kaynak “hayaliler” yani “karagözcü”lerdir. Ülkemizde
Hayali Küçük Ali’nin ölümüyle iyi Karagözcü kalmadığı sanılıyordu.(And
1986:289 )1966 ’dan itibaren yapılmaya başlanan yarışmalar, kurslar, seminerlerle Karagözcülük sanatı günümüze kadar gelmiştir.
Kültür ve sanat zenginliğimizin son temsilcilerinden biri olan Karagöz’ü
Bursa’da yaşatmaya çalışan kişilerin başında, Şinasi Çelikkol gelmektedir.
Şinasi Çelikkol
Şinasi Çelikkol de 1947 yılında Bursa’da doğmuştur. Hoca İlyas İlköğretim
okulunda okumuştur. Şinasi Çelikkol ilkokulda okurken üç dört defa Karagöz
oyunu seyreder. O zaman bu oyunları kimin oynattığını hatırlamadığını hatta
hâlâ okulun girişinde yer alan camın üzerinde, arkada mum yakarak çocukları eğlendirmek için, Karagöz oynatıldığını, fakat her tasvirin net görünmediğini belirtmektedir. O dönemlerde sünnet düğünlerinde Karagöz oyununun
247
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
çok oynatıldığını hatta Karagözcü Hakkı Bey’in oyunlarını perde üzerinde değil, bir dolaba girip oynattığını buna da “köşebaşı Karagözcüsü” denildiğini
söylemektedir. Gene bu yıllarda, Hayali Küçük Ali’nin TRT’de radyo programları başlar. Ramazan ayında yayınlanan bu programları sahurda babası Rafet
Çelikkol Şinasi’yi uykudan kaldırarak beraber dinlerler.
1955-1960 yılları arasında Aynacılar pasajında kumaşçı iki kardeş Hakkı Efendi ve Mehmet Güngör Karagöz oynatmaktadırlar. Şinasi Çelikkol, aynı
yıllarda Muradiye’de kuklacıların da olduğunu fakat kukla gösterilerin fazla ilgi çekmediğini söylemektedir. Bayramda meddahlar, kantocular, dansözler
Pınarbaşı’ndaki meydana gelir, çadır tiyatrosu kurarlar. 1958’de Ramazan
Bayramında Pınarbaşı’na on bir tiyatronun geldiğini hatırlıyor. Bunlardan küçük olan tiyatrolar otuz kuruşa, diğerleri ise elli kuruşa oyun oynatırlarmış.
Çelikkol 1958’ de Ticaret Lisesine girer. 1960’ da Bursa’ya gelen cambazın üç
ay kalarak gösteriler yaptığını söylemektedir. 1965 den sonra Pınarbaşı meydanına okul yapıldığı için alan küçülmüştür. 1965-1966 yıllarında tiyatro ve
gölge oyunlarının sayısı azalır. Rafet Çelikkol’in o tarihlerde Kozahan’da hediyelik eşya satan bir dükkânı vardır. Turistleri Kozahan kapısından alıp kapalı çarşıya getirerek, dükkânındaki hediyelik ve turistik eşyaları satmaktadır.
Şinasi Çelikkol, o dönemde bu çarşıda da Yahudilerin çok olduğunu ve Yahudilerin sanat olaylarına sıcak baktıklarını belirtmektedir. Sonraki on senede
Bursa’da pek Karagöz oyunlarının olmadığını da dile getirmektedir.
Bir gün Rafet Çelikkol’in dükkânına İstanbul’da Kasımpaşa’da oturduğunu
söyleyen bir Roman genç gelir. Babasının ölmeden önce Karagöz tasvirleri
yaptığını, şimdi ise bu işi artık kendisinin yapacağını söyler. İlk Karagöz tasvirlerini dükkâna o getirir. 1963- 1964 yıllarında Rafet Çelikkol dükkânında
ilk Karagöz tasvirlerini satmaya başlarlar. Gene o dönemde Cin baba adıyla
anılan sihirbaz- Karagözcü Nejat Özgenar Bursa’ya gelmiştir. Şinasi Çelikkol,
Özgenar’ın tasvirlerinin çok güzel olduğunu ve Karagöz Sanat evinde de altı
tasvirin bulunduğunu söylemektedir. Şinasi Çelikkol,1969 yılında İstanbul Ticari İlimler Akademisinden mezun olur. Rafet Çelikkol, 1971’de dükkânlarını
Kapalı çarşıya taşır, 1974 yılında da vefat eder.
Şinasi Çelikkol, 1976’da Hayali Küçük Ali’nin torunu Tuncay Tanboğa ile
tanışır. 1983’de Bursa- İzmir- İstanbul’u kapsayan Kültür ve Turizm Bakanlığının da desteği ile Geleneksel Tiyatro festivali yapılır. 1983 ’te Hayali Torun
Çelebi, Hayali Orhan Kurt , Metin Özlen, Prof. Dr Metin And, Prof Dr.Nevzat
Açıkgöz’le tanışır. Şinasi Çelikkol, ilk Karagöz sergisini 1987 yılında Ahmet
Vefik Paşa tiyatrosunun fuayesinde açmıştır. Aynı yıllarda, Aynalı çarşısının
kapılarını kapatıp turistlere Japonlara, İsraillilere burada Karagöz gösterisi
sunarlar. Bursa Kent otelinde 1987- 90 yılları arasında Karagöz oyunları oynatmaya devam eder. 1989 Hayali Torun Çelebi Bursa’da Karagöz festivalinin yapılmasını önerir. 1991’de UNİMA’(Union International de la MarionetteUluslararası Kukla Birliği) ya üye olurlar. Şinasi Çelikkol bu zamana kadar
248
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Tuncay Tanboğa, Metin Özlen, Orhan Kurt’la beraber Karagöz oyunu oynatmak için yurt dışına gider. 1997’den itibaren Hayali Torun Çelebi, bazen de
Tacettin Diker’e yardaklık eder. 1993’ de Karagöz müteşebbis heyeti tarafından Ulusal Bursa Karagöz Kukla ve Gölge Oyunları Festivali düzenlenir.
1994- 95- 97- 2000- 2001- 2002- 2003 yıllarında da uluslararası olarak bu
festival tekrarlanır.
22-27 Kasım 2004 tarihleri arasında Bursa’da Büyükşehir Belediyesi adına Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nın gerçekleştirdiği Uluslararası Kukla ve
Gölge Oyunları Festivali’nin onuncusu düzenlenmektedir. Kukla festivalinde
Rusya, Amerika, Bulgaristan,Yunanistan ve Azebaycan’dan gelen sanatçılar
katılacaktır. Gölge Tiyatrosunda da Türkiye’yi Orhan Kurt, Metin Özlen, Ahmet Aksoy, Ahmet Karakman, Mustafa Mutlu, Tayfun Özerern, Nevzat Çiftçi,
Hazım Kısakürek, Şinsai Çelikkol Erdinç Demiray, Gençler Karagöz topluluğu
temsil edeceklerdir.
1994 yılından itibaren de Bursa’da Çıraklık ve Karagöz Oynatım Semineri adı altında 4 seminer yapılmıştır.(1994 Şubat- Mart,1995 Kasım-Aralık,1997 Kasım- Aralık, 2000 Mart- Nisan.) Bu seminerlerde dersleri Ünver
Oral, Orhan Kurt, Metin Özlen , Tacettin Diker ve Şinasi Çelikkol verir. Seminerlerde 20 kişilik bir gurup oluşur. Ve bu gurup kursları devamlı takip eder.
Bunların içinden 10 kişi daha başarılı olduğu için gölge oyunu sahasında çalışmaya başlar. Bunlardan, Tayfun Özeren Çekirge Karagöz topluluğunu kurar.( Üç sene Şinasi Çelikkol’a yardaklık etmiştir.) Geleneksel oyunlar oynatmaktadır. Nevzat Çiftçi Geleneksel Tiyatro topluluğunu kurar. Nev-i İcat
oyunlar oynatmaktadır. Ahmet Karakman, Çelebi Karagöz Topluluğu kurar.
Geleneksel- Nev-i İcat oyunlar oynatmaktadır.
Günümüzde Karagözcünün tek bir yardımcısı vardır. Buna Yardak denir.
Oyun tasvirlerini sırası ile ustasına verir. Def çalarak ustasına yardım eder.
Şarkılarda ustasına eşlik eder.
Şu anda Yardaklık yapan kişiler, Aysel Çelikkol, Uğur Çelikkol, Aysun
Çelikkol Kasapoğlu, Özkan Ferik, Fatih Türker, Şenol Çelikkol.
Gölge oyununun gelecek vaat eden genç elemanlar
Gölge oyunu ve Karagöz geleneğinin yaşatılması için genç nesiller yetiştirmek üzere düzenlenen kurs ve seminerlerin yanında istekli gençler özellikle
işin mutfağında eğitilmektedir. Bu konuda başarılı olan gençler şunlardır:
Fatih İmamoğlu ,17 yaşında. Zaman zaman Karagöz oyunları oynatıyor.
Esat Taşatmanlar, 18 yaşında (Şinasi Çelikol’un dükkânında çalışıyor.) Ergin
Çetindir, 15 yaşında Lise öğrencisi. Erkan Taşatmanlar, 15 yaşında Lise Öğrencisi.
1996 yılında Bursa Ticaret Odasında Şinasi Çelikkol’a eserlerini sergilesin
diye bir oda verilir. Bir sene sonra da Karagöz Sanat Evi açılır.
249
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Bursa Karagöz Sanat Evi
Türkiye’de hiçbir ilde olmayan ve bir ilk teşkil eden Bursa Büyükşehir Belediyesine bağlı Karagöz Sanat Evi 12 Haziran 1997’de açılmıştır. Bu sanat
evinde sergilenen ürünlerin hepsi Şinasi Çelikol’a aittir. Karagöz Sanat Evi,
Karagöz’ün mezarının bulunduğu Çekirge semtindedir. Son üç senedir bu sanat evinde Ramazan eğlenceleri düzenlemektedirler. Ramazan ayında geceleri Karagöz Sanat Evinde, gündüzleri de okullarda Karagöz oyunları oynatılmaktadır. Haftada üç gün çarşamba, cumartesi günleri saat 11.00’de cuma
günü ise 19.30’da açıktır. Şinasi Çelikkol her gün açık olmasının hem verimli olmadığı, hem de koruma önlemleri yetersiz olduğu için açamamaktadır.
Karagöz Sanat Evinin alt katında oyunun sergilendiği yüz otuz kişilik bir
salon yer almaktadır. Üst katında ise iki oda bulunmaktadır. Bir oda da Dünyadaki gölge oyunu figürleri (Şinasi Çelikkol özellikle yabancıların Karagöz
tasvirlerine figür demektedir.) ve Kuklalar yer almaktadır.(Bali, Endonezya,
Java, Hindistan, Tayland, İtalya, Özbekistan, Yunanistan) Diğer oda da ise
Türkmen, Yörük, Rumeli Türklerine ait giysiler ve el dokumaları yer almaktadır. Tasvirlerin yapımında kullanılan araçlar camlı bölmelerde sergilenmektedir. Bir senede yedi bin kişinin Karagöz oyununu seyrettiğini söylemektedir.
Çelikkol yedi senedir Karagöz Sanat evinde tasvirlerinin bulunduğunu ve bu
tasvirlere gerekli önem verilmediğini, hâlâ bunların çerçeve içine straforla
çevrelendiğini söylemektedir. Bu evde heykel kursunun yapılması başka bir
olumsuzluk olduğunu belirtmektedir.
Şinasi Çelikol’a “iyi bir Karagözcüde olması gereken özelliklerin neler olduğunu” sorduğumuzda şöyle cevap vermiştir. Karagöz oynatmak geçinmek
için yeterli değildir. Genel kültürünün olması, üniversite bitirmesi gerekir. Yetenekli olması, sesinin güzel olması, halkla bütünleşmesi gerektiğini ifade etmiştir.
“Oyun oynatılmadan önce ne gibi hazırlık yaparsınız” diye sorduğumuzda
da oyunların belli bir plâna göre oynatıldığını söylemiştir. Zor olan oyunlar dışında örneğin Ferhat ile Şirin oyununda şiirleri ezbere söylemenin zor olduğunu bunun için metine ihtiyaç duyulduğunu bunun dışında, Kanlı Nigar, Yalova Sefası, Salıncak, Çifte Cadılar gibi oyunları metine bağlı kalmadan oynadığını söylemiştir.
Oyunlardaki şarkılarını yardakları ile birlikte söylemektedir. Bazen de şarkıları teypten de verirler. Ama teypten verilmesi yerine şarkıları kendilerinin
söylemesinin daha güzel, etkili olduğunu belirtmektedir. Yardaklarında bu şarkıları bilmeleri gerektiğini, çünkü ustaları yorulursa onlar şarkıları söyleyerek ustalarının dinlenmesini sağlamaları gerektiğini ifade etmiştir.
Seyircinin ilgisine bağlı olarak bir oyunun 40 dakika sürebileceği gibi 80
dakikada sürebileceğini belirtmektedir. Muhavereler , şarkılar konulması suretiyle genişletilebilir. Bazı oyunların sonunda günümüzde çok tanınan ve se-
250
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
vilen sanatçılara da yer vermektedirler. Tarkan tasviri, şarkısıyla birlikte gelmektedir. Oyunun sonunda mutlaka çengi çıkar.
Tasvirlerde Metin Özlen ve Orhan Kurt’un en iyisi olduğunu belirten Şinasi
Çelikkol, eğer vakti olursa tasvirleri kendi de yapabiliyor. Fakat genellikle Orhan Kurt ve İsmail Hakkı’nın tasvirleri kullanmaktadır.
Ramazan ayında Şinasi Çelikkol’un Karagöz Sanat Evinde seyrettiğim Salıncak Sefası adlı oyunu şöyle özetleyebilirim.
Şinasi Çelikkol perdenin önüne çıkarak herkese hoş geldiniz dedikten sonra çocuklara Karagöz ve Hacivat’ı göstererek bu tasvirlerin kim olduğunu sordu. Çocukların cevapları üzerine Karagöz ile Hacivat’ı birbirinden ayırt etmeleri için Karagöz’ün yuvarlak yüzlü, iri kara gözleri, kara kalın bıyığı ve sakalı olduğunu, Hacivat’ın ise dışa doğru kıvrık sakalı olduğunu anlattı. Sonra bu
tasvirlerin nasıl yapıldığını göstermek amacıyla ham deriyi gösterdi. Bunların
nasıl işlendiğini kısaca anlattı. Ön kısımda küçük taburelerde oturan çocuklara tasvirleri yakından gösterdi. Oyununu sergileyen Çelikkol, perdenin arkasına geçerek başta eşi Aysel hanım ve diğer yardakları ile oyuna başladı. İlkönce göstermelik olan limon ağacı perdeden kalktı. Nareke çalındı, oyun
başladı. Çocukların en çok hoşlandıkları kısım Hacivat’ın söylediklerini yanlış
anlayan Karagöz ile tartışmaları oldu. Karagöz, Hacivat’la dövüştüğü zaman
başının arkasına düşen kel başını, açığa çıkartan kavuğu, çocukları güldürdü.
Karagözün oyunda gezdiği yerler Bursa’nın caddeleriydi. Çocukların dikkatini çekmek için Şinasi Çelikkol anaokullarının adını saydı. Oyun esnasında
perdede at arabası tasvirini ilk defa gören bir çocuğun annesine ne olduğunu sorması ve yine oyun esnasında bir çocuğun perde arkasına gizlice girerek
çıktığında “İçeride yalnızca bir kişi konuşuyor” demesi de çocukların merakını göstermesi bakımından ilginçti. Tarkan sahneye çıkınca keyifler daha arttı.
En sonunda da ortaya çıkan açık ve kapalı olarak giyinen dansözlerin kıvrak
tasvirleri küçüklerin olduğu kadar büyüklerin de çok hoşuna gitti. Oyun günümüze uyarlanmış bir şekilde verildi. Çelikkol’un bir de üniversite öğrencilerine oynadığı “Salıncak Sefası” adlı oyunu izledim. Burada da gençlerin oyuna
oldukça ilgi gösterdiklerini gözlemledim. Bu oyunların hiçbirinde argoya yer
verilmedi.Günümüzde yaşanan olaylardan bahsedildi.
Tayfun Özeren
1964 Ayvalık doğumludur. Ortaokul mezunudur. Dokuz yaşından itibaren
resimler yapmaya başlamıştır. 1997- 2000 senesinde UNİMA Bursa şubesinin
açmış olduğu Çıraklık ve Karagöz Oynatım Seminerlerine eşi Gülnaz Özeren’le katılmıştır. Beş kez uluslararası Karagöz festivalinde bulunmuştur. Tayfun Özeren’in yazdığı iki oyun vardır. “Karagöz otelci”, “Karagöz zaman makinesinde”. Karagöz otelcilik yaparken otele ülkenin birçok yerinden misafir geliyor. Laz, Çerkez, vb. Karagöz bu ortama uyum sağlayamıyor. Oyun bir çok
olayla devam ediyor. Karagöz zaman makinesında adlı oyununda ise Kara-
251
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
göz, Orhan camisinde çalışırken nasıl idam edildiği anlatır. Zaman makinesini kurcalarken yaşadığı döneme gider. Nasıl öldürüldüğünün, perdeye aksettirildiği bir oyundur
Tayfun Özeren Karagöz tasvirlerini kendi yapıp satmaktadır. Geleneksel
olarak Karagöz oyununu sergilemektedir. Eski geleneksel şarkıları okumaktadır. Kendisi maddî destek bulup festivallere katılmaktadır. Ücret bakımından
Belediye tiyatrolarıyla yarışıp, onlardan daha ucuza oyunlarını sergilediğini
belirtmektedir. Genellikle köy okullarına gidip, aldığı ücretin yarısını okullara
bırakmaktadır. Oyunlarda kendisine eşinin dışında Esat Taşdelenler, Fatih İnanoğlu yardaklık yapmaktadır. Tayfun Özeren’ de Karagöz oynatarak geçinmenin mümkün olmadığını bu yüzden de ticaretle uğraştığını ifade etmektedir.
“Bir Karagözcüde olması gereken özellikler nelerdir?” diye sorduğumuzda
gelenekten çıkmadan, dürüst, efendi olması, sesinin güzel olması, insanı iyi
tanıması gerektiğini söylemektedir. Bu işe benliğini verdiğini ve topluluk olan
her yerde Karagöz oynatmayı hedeflediğini belirtmektedir.
“Kendi yarattığınız tasviriniz var mı?” diye sorduğumuzda Adanalı ve değişik Arap tasviri yaptığını belirtmiştir.
Ustalarının ayrıca Çiguli’nin tasvirini yapıp perdeye yansıttıklarını ama
şimdi yalnızca tasvirinin kaldığını ifade etmiştir. Perdeye aksettirdikleri günümüz sanatçılarına da dikkat edilmesi gerektiğini bu kişilerin topluma örnek
olacak kişiler olması gerektiğini söylemektedir. Oyunlarında argoyu kullanmamaktadır, dramla oyunları bitirmemektedir.
Karşılaştığı zorluklara gelince Karagöz oyunlarını sergileyecek müsait salonların ve ödeneğin olmamasıdır.
Ramazan günleri oynatılan 29 oyun olduğunu (Kadir gecesi oynatılmadığı
için) ve ortama göre oyunun konusunu seçtiğini söylemektedir. Gelen seyircilere göre hitap şeklini ayarladığını belirtmektedir.
2004 ramazanında iftardan sonra bir alışveriş merkezinde Tayfun Özeren’in
Salıncak Sefası adlı oyununu seyrettim. Oyuna küçükler kadar büyüklerin de
ilgisi vardı. Yalnız ortamın gürültülü olması oyuna konsantre olmayı güçleştiriyordu. Dikkatimi çeken diğer önemli bir noktada oyunun ilk on dakikasında
orada çalışanlardan biri kendisine yardım etti ve oradan ayrıldı. Tayfun bey
tek başına oyunu yürüttü. Tayfun Bey kendisine ayrılan yirmi sona erip saz
heyetinin üyeleri yerlerini almaya başlayınca oyunu bitirmek zorunda kaldı.
Hemen bir bavulun içine Karagöz ile ilgili malzemeler koyarak oradan uzaklaştı.
Şinasi Çelikkol ve Tayfun Özeren dışında görüşme imkanı bulamadığım
ama burada adını vermem gerektiğini düşündüğüm iki Karagözcü hakkında
da biraz bilgi vermek istiyorum
252
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Ahmet Karakman
1950 Bursa doğumludur. Bursa Ahmet Vefik Paşa devlet tiyatrosunda beş
yıl çalışmıştır. UNİMA’nın açmış olduğu Karagöz Eğitimi ve Oynatımı seminerlerine 1994-2000 yılları arasında katılmıştır. Ustası Hayali Kurt’a yardaklık etmiştir. Şinasi Çelikkol’a yardaklık yapmıştır. İbrahim Koca ile birlikte Çelebi
Karagöz ve Kukla tiyatrosunda gösterilerini sunmaktadır.
Nevzat Çiftçi
1967 doğumludur. 1981-1984 yılları arasında Milli Eğitim Gençlik ve Spor
Bakanlığı Gençlik tiyatro merkezi kurslarına ve 1994- 2000 yılları arasında
UNİMA Bursa şubesinin açmış olduğu Karagöz kurslarına katıldı. Televizyon
kanallarına senaryo ve skeçler yazmaktadır. Kendi yazdığı iki gölge oyunu
vardır.
Bursa’da Karagöz tasvirlerini yapan sanatçılar.
İsmail Hakkı
1960 Bursa doğumludur. Bursa Çizakca lisesinde okumuştur. Üç üniversiteden ayrılmıştır. Kendini bildi bileli resim yaptığını söylemektedir. Kalem kullanmadan fırça ile resim yapmaktadır. Beş yıl önce Tayyare Kültür Merkezinde bir resim sergisi açmıştır. İsmail Hakkı Bey’de 2000 yılında Bursa’da açılan ve Karagöz Çıraklık ve Oynatım Semineri kursuna katılmıştır. Beş yıldır
deriden Karagöz tasvirleri yapmaktadır. Bursa’daki sanatçılar deriyi işlenmiş
olarak kimya mühendisi Muhsin Özyenice’den almaktadırlar. İsmail Hakkı
Bey şimdiki derilerin şeffaf olduğu için tasvirlerin de daha güzel olduğunu belirtmektedir.
Tasvirler şöyle ortaya çıkmaktadır. Deriler önce küçük küçük kesilir. Düz
hale gelmesi için biraz ıslatıldıktan sonra üzerine ağırlık konur. Derinin üzerine tasviri yapılacak resim konularak çizilir. Sonra makasla ya da keskin bıçaklarla kesilir. Bizler aracılığı ile delikler açılır. Açılan delikler tasvirin hatlarını belirler ve ışığın perdeye geçmesine yardımcı olur. Tasvir ecoline boyandıktan sonra kenarlarına ve iç hatlarına siyah boya ile kontür (çevre çizgisi)
çekilir. Sonra bağlantılar yapılır Balmumu iplerle bağlanır. Deriden kesilen
düğmeler dikilir. Ortası zımba ile açılır.
Eskilerden Orhan Kurt ve Metin Özlen’in tasvirlerinden yararlanmaktadır.
Tasvirlerin en küçük boyu 28 cm’dir. Fakat sanatçı kesmek çok zor olduğu
için bu boyda tasvir yapmayı pek tercih etmemektedir. Aslında tasvirler 3035 cm dir. Bir tek Bebe Ruhi 38-39 cm dir. Bu tasvirleri yaparken iki üç gün
ara vermek gerektiğini belirtmektedir. Çünkü deriyi keserken ve tasvirlere şekil verirken elleri ağırttığını, yorucu ama zevkli bir iş olduğunu belirtmektedir.
Tasvirleri evde yapmaktadır. Karagöz oyununda yaklaşık dört yüz elli tasvirin
olduğunu, kendisi şu ana kadar yüz otuz tasvir yaptığını söylemektedir. Tasvirlerini yalnızca Şinasi Çelikkol’a satmaktadır. Aracı olmadığı için başkasına
satamamaktadır. Deri olan tasvirler altmış milyondan satılmaktadır.
253
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
“Elinizde imkân olsa ne yapardınız” diye sorduğumda rahat çalışabilmek
için bir atölyesinin olmasını istediğini belirtmiştir.
Bülent Akay
1959 Afyon doğumludur. Lise mezunu. Resim yapmayı çocukluktan itibaren sevdiğini söylemektedir. Kendine ait küçük bir atölyesi vardır. Biblo, polyester çalışmaları yapmaktadır. On yılı aşkındır seramikle uğraşmaktadır. Afyon’da iken seramik ve Karagöz tasvirlerini yapıp, Şinasi Çelikkol’a satarmış.
Metin Özlen, Tacettin Diker ve Şinasi Çelikkol hocalığını yaptığı 2000 (MartNisan) Çıraklık ve Oynatım Semineri kursuna katılmıştır. Karagöz tasvirlerini soğuk seramikten (pişmeden) yapıyor. Fırını olsa çamurdan yapacağını fakat onun da çok pahalı olduğunu belirtiyor.
Tasvirlerini Yunanistan’dan gelen figürlere benzeterek yapmaktadır. Tasvirlerini ilkönce şablon çıkartıp sonra cam boyası ile boyamaktadır. PVC (Asitat)
üzerine yapmaktadır PVC üzerine Ünver Oral ilk olarak çalıştığını ifade etmiştir. Fakat Oral’ın tasvirleri sabit olduğunu kendisinin yaptığı tasvirlerin ise
hareketli olduğunu belirtmektedir. PVC bir günde yapılır. Öbürlerinin de kalıbını hazırlamak zordur Seramikleri kopya etmek kolaydır ama kalıbı kendi çıkardığı için zorlandığını söylemektedir. Bir Karagöz tasvirini iki ayda yapmaktadır Seramikler üç buçuk milyondan, PVC’ler de altı milyona Şinasi Çelikkol’un dükkânında satılmaktadır. Tasvirlerini üç boyutlu yapmaktadır. Böyle
yapmasının nedeni sadece Karagöz’ün perdede kalmayıp duvarları da süslemesini istemesindendir. Buzdolaplarına yapıştırmak için mıknatıslı Karagöz
tasvirleri yapmaktadır. Üzerine de ismini yazmaktadır. Yunanlıların Karagöz
perdesi 4m olduğu için tasvirleri 40-60 cm olduğunu bizim perdemizin ise
120x180 olduğunu, tasvirlerimizin Şeyh Küşteri’nin ayak ölçüsü olan 30-35
cm. olduğunu ifade etmiştir.
Bülent Akay’ın “karşılaştığı zorlukların ne olduğunu sorduğumuzda” ise
şöyle cevap vermiştir. Türkiye’de sanatçı olmanın zor olduğunu, ürettikleri
şeylerle atölye işletmenin ve sigortasını ödemenin mümkün olmadığını belirtmiştir. Eşi çalışmasa bu işle geçinmesini çok zor olduğunu ifade etmiştir.
Tasvirler elde ve belirli sayıda yapmaktadır. Hepsi için ayrı bir emek harcanmaktadır. Bunları pazara koysanız kimse almayacağını çünkü pazar alanı kısıtlı olduğunu belirtmektedir. Çin pazarının üretimi etkilediğini belirtmektedir.
“Elinizde imkân olsa ne yapardınız ?”diye sorduğumda da Karagözün farklı tiplerinin üç boyutlu yapmak istediğini söylemektedir. Ayrıca. Osmanlı savaş askerlerini, padişahların heykellerini yapmak istemektedir.
Sonuç olarak, bizi yüzyıllardır eğlendiren, eğiten Karagöz oyunu tiyatronun , sinemanın ve televizyonun etkisiyle yaşama mücadelesi vermektedir.
Karagözcüler oyun tekniklerinde birtakım değişiklikler yaparak örneğin dilini
bugün herkesin anlayacağı şekilde kullanarak, günümüzün ünlü şarkıcılarını
perdeye getirerek bu oyunlara karşı ilgiyi artırmaya çalışmaktadırlar.
Kültür zenginliğimizi gösteren Karagöz oyununun sadece Ramazanlarda
çocuklar için sunulan bir eğlence olmadığını hatırlamak gerekir. Gölge oyunu-
254
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
nu halka daha çok sevdirmek için yeterli eğitim almayan, gerekli yetenek, beceri ve tecrübeye sahip olmayan kişilerin bu sanatı icra etmemesi gerekir.
Bu sanatımızı unutturmamak için devletin Karagöz sanatçısını
maddî
yönden desteklemesi ve onlara bu oyunu sergileyecek salonlar açması, daha
çok seminerler, kurslar ve yarışmalar yapılması, burada başarılı olanların
ödüllendirilmesi gerekir.
KAYNAKLAR
And Metin, ,Geleneksel Türk Tiyatrosu/ Köylü Halk Tiyatrosu Gelenekleri,İstanbul,
İnkılâp Kitabevi,1986.
Kaplanoğlu Raif, ,Bursa Yer Adları Ansiklopedisi, Bursa Ticaret Borsası Kültür Yayınları, Bursa, 1986.
Sakaoğlu Saim, “Gölge Oyununun Doğuşu” Türkler, c.15.,Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2003.
Siyavuşgil Sabri Esat, “Karagöz” Bursa,Yapı Kredi Bankası Bursa Şubesinin Açılış
Hatırası, 4 Haziran 1948.
Şapolyon, Enver Benhan, “Şeyh Küşteri Efsanesi” Bursa Folkloru Fazıl Yenisey,
Vilayet Matbaası, 1955.
Fotoğraflar:
Bülent AKAY, Şinasi ÇELİKKOL, İsmail HAKKI, Uğur ÇELİKKOL.
İsmail HAKKI’nın yaptığı Karagöz tasviri.
255
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
TÜRK FIKRA T‹PLER‹ ARASINDA “BASK‹LL‹” FIKRA T‹P‹N‹N YER‹
The Situation Of Baskil Anecdotes ‹n Turkish Anectode Typology
Esma ŞİMŞEK
ABSTRACT
Anecdotes differ also according to attributed typologies as much as the subjects.
Even if, the typology depends on a single name, it is not individual and it represents
the belief or the people of a district. Thus, “Fadime, Temel and Dursun” represent the
people from Black Sea District. Also Bekrî Mustafa for drunks, Bektaşi for the community that has the same religion, Nasreddin Hoca for Anatolian People can be seen as
examples. While some anecdotes are told those depend on a person (which is known),
a community, a profession, a character or a belief and some of them are told according
to a typology of a district such as Black Sea, Kayseri, Karatepe, Erzurum, Palu etc. Here, “Baskilli” is one of these anecdote typologies which can be considered among the
typologies those depend upon the community of a district.
In our report, we will try to explain the Baskilli typology according to the anecdotes those are so told in Elazığ and its neighborhood. Baskilliler, told in anecdotes who
are from Baskil – a district of Elazığ- can be seen as their features such as well-behaved, sincere, foolish, ignorant, incapable, sometimes wide awake, lately adapted to
technology in the anecdotes. And also, the spoken style of them and the usage of the
“o-u” letters into each others are elements of joke.
Key Words: Anecdote, Baskil, Anecdote typology, humor
Konusunu gerçek hayattan alan ve güzel vakit geçirmenin yanında, toplum
içerisindeki bir takım aksaklıkları, çatışmaları, beğenilmeyen tarafları mizahî
bir üslupla tenkit eden fıkralar, bölgeden bölgeye, yöreden yöreye hatta ülkeden ülkeye değişiklikler arz eder. Her milletin kendine mahsus bir mizah anlayışı vardır. Bizim güldüğümüz bir olay veya söz, bir İngiliz, Alman veya Fransız için anlamsız olurken, onları kahkahalara boğan bir fıkra da bize anlamsız
gelebilir.
“Umumiyetle gerçek hayat hadiselerinden hareketle “hisse” kapmayı hedef tutan ve temelinde az çok nükte, mizah, tenkit ve hiciv unsuru bulunan
sözlü, kısa, mensur hikayeler,” şeklinde tarif edilen (Elçin, 1986: 566) fıkralar, bir taraftan dinleyenlerini güldürürken, diğer taraftan da onları derin düşüncelere sevk edebilmektedir. Onun içindir ki, bir dönemde Türk Dil Kurumu, Arapça olan “fıkra” kelimesi yerine “gül-düşün” terimini teklif etmiştir.
Özellikle Nasrettin Hoca fıkraları düşünüldüğünde, bu terimin ne kadar yerinde olduğu kabul edilebilir.
256
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Fıkralar genellikle, karşıdaki kişiye ders verme, mesaj iletme, herhangi bir
konuyu daha iyi açıklama, örnekle güçlendirme, bir hareketi eleştirme, bir
dünya görüşünü savunma, delil gösterme veya toplumun aksayan bir yönünü hicvetme gayesi ile anlatılır. Hemen hemen bütün fıkralarda “ince bir mizah, hikmetli bir söz ve keskin bir istihza” vardır (Yıldırım, 1999: 3). Bu anlamda fıkralar ile atasözleri arasında büyük bir ilgi bulunmaktadır. Belki de fıkralar, atasözlerinin gülen yüzü, mizahî cephesi olarak adlandırılabilir. Atalarımızın; derin tecrübelerine dayalı olarak, kesin ifadelerle dile getirdikleri hükümler, fıkralarda, günlük olaylara bağlı olarak, mizahi bir üslup ile anlatılır.
Bazı metinlerde ise fıkra ile atasözünün iç içe girdiğini görürüz. Nitekim, “Parayı veren düdüğü çalar”, “El elin eşeğini türkü söyleyerek arar”, “Damdan
düşenin halini damdan düşen bilir” vs. gibi örneklerden de anlaşılacağı üzere,
Hocamızın birçok sözü, bugün atasözlerinin arasında yerini bulmuştur. Diğer
taraftan; “Babam bana nasihat ederken öküzün gözünde kırk sinek saydım.”
(Türkmen a.s.), “Kurda; ‘Niçin boynun (ensen) kalın?’ demişler; ‘Kendi işimi
kendim görürüm de ondan’ demiş.” şeklindeki atasözlerinde de fıkra özelliğinin olduğu açıktır.
Halk arasında, dudaklarda hafif bir tebessüm/kahkaha bırakarak dilden dile dolaşan fıkralar, konu bakımından olduğu kadar, atfedildiği tipler yönünden
de farklılıklar gösterir. Fıkra tipi konusuna dikkatleri çeken Dursun Ylıdırım;
“Türk edebiyatında -ister sözlü, ister yazılı gelenekte olsun- bütün fıkralar, şu
veya bu şekilde halkın yarattığı herhangi bir fıkra tipine bağlı olarak anlatılır.... Fıkra tipi, fıkranın bir kahramanıdır. Ama tek kahramanı değildir. Çünkü fıkrada yer alan başka kahramanlar da bulunabilir.” dedikten sonra, fıkralardaki ana tipe “fıkra-tipi” adının verildiğini belirtmiştir (Yıldırım 1999: 18).
Fıkra tipi tek bir isime bağlı olsa bile ferdî olmayıp bir toplumu, inancı veya
bölge halkını temsil etme özelliğine sahiptir. Nitekim, “Fadime, Temel ve Dursun” sadece üç kişiyi değil Karadenizlilerin tamamını temsil ederken, Bekrî
Mustafa sarhoşların; Bektaşi, bu inanca mensup kişilerin; Nasrettin Hoca ise
Anadolu insanının temsilcisi olmuştur. İşte bu tipler etrafında, kimi fıkralar bir
şahsa (tanınmış veya mahallî), topluluğa, mesleğe, karaktere, inanca vs. bağlı olarak anlatılırken, kimileri de belirli bir bölge tipine bağlı olarak (Karadenizli, Kayserili, Karatepeli, Erzurumlu, Palulu vs.) anlatılır. Konuyla ilgili başta
Fâik Reşâd olmak üzere Lâmiî Çelebi, Dursun Yıldırım (Yıldırım, 1999: 1932), Saim Sakaoğlu (Sakaoğlu, 1992: 43-44) ve Nevzat Gözaydın (Sakaoğlu
1992: 88) gibi araştırıcılar tasnif denemeleri yapmışlardır.
Biz burada, bazı bölgelerin kendine mahsus karakteristik özelliklerinin vurgulandığı ve yukarıdaki tasnifler içerisinde, Yıldırım’a göre; “Bölge ve yöre tipleri”, Sakaoğlu’na göre ise; “Bir topluluğu temsil eden tipler etrafında teşekkül eden fıkralar” grubunun “Bir bölge halkı ile ilgili olanlar” bölümünde değerlendirebileceğimiz “Baskilli” fıkra tipini ele alacağız.
Kayısıları ile meşhur olan Baskil, Elazığ’ın şirin bir ilçesidir. [Doğusunda
Elazığ, Sivrice, batı ve güneyinde Karakaya Baraj gölü, kuzeyinde ise Keban
257
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
bulunmaktadır. İlçe, 1929 yılında ilk defa Eskibaskil mahallesinde kurulmuş,
daha sonra (1933’te Devlet Demir Yollarının ilçeden geçmesi üzerine) şimdiki
yerleşim yeri olan Nazaruşağı mahallesine nakledilmiştir. İlçeye bağlı Merkez,
Kuş Sarayı ve Aydınlar olmak üzere üç bucak vardır. 10’u merkez bucağına,
23’ü de Kuş Sarayı bucağına bağlı olmak üzere 60 köyü olan Baskil, il merkezine 38 km. uzaklıktadır.]1
Sözlü halk kültürü açısından zengin bir yapıya sahip olan Elazığ ve çevresi, fıkralar konusunda da önemli bir yere sahiptir. Köylü, şehirli, ağa, imam,
hizmetkar, deli, gelin-kaynana, karı-koca, öğretmen-öğrenci, hasta-doktor,
Palulu, Baskilli, Harputlu vs. hakkında anlatılan fıkraların yanında “mahallî
fıkra tipi” olarak değerlendirebileceğimiz şahısların sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Hacı Hoca, Ruyeti Baba, Müşip, Ağınlı İbik Dayı, Daldik’linin Osman Ağa, Şintilli Ali Ağa, Perçençli Hayriye Hanım, Tahir Dayı, İdris
Emi, Mahmut Gakgo, Naime Abla bunlardan sadece birkaçıdır (Hangün,
2001: 6).
Bu tiplerden Ağınlı İbik Dayı, Saim Sakaoğlu (Sakaoğlu 1989: 57-68),
Daldikli’nin Osman Ağa da Ali Berat Alptekin (Alptekin 1996: 29-32) tarafından ilim alemine tanıtılmıştır. Daldikli’nin Osman Ağa’nın torunu M. Rasim
Ozan, Harput Nasreddinleri’ni basıma hazırlarken, İ. Ekrem Katı tarafından
yayımlanmış olan Elazığ Fıkraları (1998) da konumuzla yakından ilgilidir. İkrami Hangün’ün, danışmanlığımızda hazırladığı; Elazığ Fıkraları (İnceleme –
Metin) (Elazığ 2002) adlı yüksek lisans tezi ise bu konuda yapılmış en geniş
çalışmadır.
Tebliğimizde, Elazığ ve çevresinde yaygın olarak anlatılan fıkralardan hareketle “Baskilli” fıkra tipini değerlendirmeye çalışacağız. Elazığ’ın Baskil ilçesine mensup insanları konu alan bu fıkralarda Baskilliler; iyi niyetli, saf, ahmak, cahil, beceriksiz, bazen açıkgöz rolüne bürünüp aptal durumuna düşme,
bazı konuları geç anlama, toplumdaki gelişmelere ve teknolojiye geç ayak uydurma vs. gibi özellikleriyle fıkralara konu olurlar. Ayrıca, Baskillilerin konuşma şekli, bölge ağız özellikleri ve “o-u” harflerini birbirinin yerine kullanmaları da fıkralarda mizah unsurudur.
Aslında, konuşma özelliklerine bağlı olarak anlatılan fıkraların dışında kalan diğer metinlerin benzerleri, başka bölgelerde, başka insanlara bağlı olarak
da anlatılmaktadır. Nitekim, Almanlar arasında Schildbürgerlere (Boratav,
1991: 305), Osmaniye’de Karatepelilere, Silifke’de Karakayalılara, Hakkâri /
Çukurca’da Üzümcü ve Dizelilere, Eskişehir’de Sivrihisarlılara (Nasrettin Hoca’dan önce), Karadenizlilere, Kandıralılara, Andavallılara mal edilen fıkralar,
aynı özelliklere sahip metinlerdir. “Bunlar, bir toplumun kendinden olmayanları, onların saflıklarıyla, tuhaflıklarıyla alay edip gülme amacı ile uydurulan
hikayelerdir” (Boratav 1978: 100).
1 Elazığ İl Yıllığı’92, Ankara 1992, 191-192.
258
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Zamanla bir fıkranın, anlatıldığı bölgenin sosyal ve etnografik şartlarına
bağlı olarak değişiklik gösterip, benzer özellikler gösteren başka bir tipe mal
edilerek anlatıldığına sık sık şahit oluruz. Onun için bizim burada “Baskilli” tipine bağlı olarak verdiğimiz fıkra örneklerinin bir kısmının, başka bir yerde
Karatepelilere, Karakayalılara veya Karadenizlilere bağlı olarak anlatılacağı
muhakkaktır. Zira, anlatıcılar -bilerek veya bilmeyerek- çeşitli fıkra tiplerini
çok rahat bir şekilde değiştirebilmektedirler. Fransız araştırıcı Raoul Rosiere’in, efsanelerin teşekkülü konusunda ileri sürdüğü üç gürüş, (1. Menşelerle ilgili kaide, 2. Birinin yerine diğerinin geçmesi kaidesi ve 3. Adapte olabilme kaidesi) (Sakaoğlu, 1992: 15) fıkralardaki tip değişikliği için de geçerli olsa da Sakaoğlu, bunları biraz daha açarak altı sebebe bağlamaktadır (Sakaoğlu 1992: 16).
“Baskilli” fıkra tipiyle ilgili değişiklikler, bu sebeplerden daha çok altıncı
maddeye (Benzer hususiyetleri taşıyan iki tipin yer değiştirmesi) uymaktadır.
Ancak Baskil halkına mal edilen fıkraların tamamı tip değişikliğine bağlı olarak anlatılmamaktadır. Yöre insanının karakteristik yapısına uygun olarak,
başlarından geçmiş, yaşanmış olaylardan oluşan fıkralar da oldukça fazladır.
Yine Baskil halkının bazı kelimeleri, harfleri, telaffuz etmelerine bağlı olarak
da fıkra olabilecek olaylar meydana gelmiştir.
Baskilli tipine bağlı olarak anlatılan fıkraların tasnifinde de görüldeceği
üzere Baskilli’nin modern hayata tavrı, ilim ve teknolojiye karşı ilgisizliği, cehaleti, bölgeye gelen idarecilerle münasebeti, devlet görevlilerinin onlara bakışı, Baskilliler’e karşı tavır, Baskilli olmayı istememe, Baskilli’nin yurt içi ve
yurt dışına çıkışı; orada gördüklerini kendi geleneğine göre yorumlaması söz
konusudur. “Bu hikayelerin hepsini ilk edinilen izlenime aldanarak, “bir zümre halkının başka bir zümreden olanları alaya alıp küçültme” amacıyla ve
“düşman” tarafın yaratması saymak yanlış olur; çoğu kez bunlar alay konusu olan toplumun bir çeşit “meydan okuma”sı anlamını alır. Dikkat edilirse bu
hikayelerin pek çoğunda “alay konusu” sanılan kişinin “alay eden” durumunda olduğu fark edilir; o anlatılanları yaratan ve yayanların da, onlarda
anlatılan kişilerin kendileri oldukları çok kez görülmüş bir olgudur. Bu hikayelerdeki ince şakanın zekici nüktenin tadı da görüşleri ile gerçek anlamları
arasında bu uzlaşmaz sanılan çelişkiden doğar.” (Boratav 1978: 100-101)
Bu yönüyle “Baskilli” tipi ile Nasreddin Hoca arasında benzerlik kurulabilir. Tıpkı, Hocanın; kendisini, karısını, oğlunu, kızını ön plâna çıkarıp; “Kızım
sana diyorum, gelinim sen işit,” kâbilinden, karşısındakilere ders vermek için
kendini öne atma örneğinde olduğu gibi, Baskilliler de kendilerini ortaya koyarak başkalarına ders vermeyi gaye edinmişlerdir. Zira, “Halkın ortak yaratma gücünden doğan tipler, sosyal hayatta, toplumun ortak görüş ve düşüncelerini yansıtmakla görevlidirler. Fıkralar, toplum hayatını, sosyal sistemi
259
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
kontrol ederek, aksayan ve bozulan yönlerini eleştirerek düzeltici bir görev yaparlar.” Baskilliler de başkalarının yaptığı hataları yapabileceklerini, tuhaflıkları, alıklığa varan saflıkları, beceriksizlikleri, teknolojik gelişmelere uzaklığı
kendi üzerlerine alarak, şakayla herkesi iğneleyerek, güldürerek, insanları düşünmeye yöneltmişlerdir (Artun, 1995: 24). Böylece Türk insanının gerçekçi
yanını, realist yönünü, başkalarını olduğu kadar kendi kendini de açık bir şekilde tenkit ettiğini görürüz.
Aslında, “Baskilli” tipine bağlı olarak anlatılan fıkraları, mizah teorilerine
göre değerlendirdiğimizde çoğunu; “Üstünlük Teorisi” ile, bir kısmını ise
“Uyumsuzluk Teorisi” ve “Rahatlama Teorisi” ile açıklamanın mümkün olacağı kanaatindeyiz. “Uyumsuzluk Teorisi, gülmenin duygusal yönünden çok,
düşünce ve mantık yönüne ağırlık vermektedir. Üstünlük teorisinde ise ilgimiz daha çok duygu yönüne kaymakta, eğlence, zafer kazanma duygusu ve
galibiyetten dolayı insanın kendi kendini kutlaması söz konusu olmaktadır.
Halbuki, Uyumsuzluk Teorisinde, umulmadık, mantıksız ve uyumsuz olan bir
şeye karşı zihnin tepkisi gülmenin sebebi olarak kabul edilmektedir.” (Türkmen, 1997: 47) Baskilli tiplemesinde Anadolu insanı, kendini saf, cahil, gelişmelerden habersiz, söylenenleri çabuk anlamayan biri gibi göstererek karşısındaki kişilerle kendisi eğlenmiştir. Hırsız zannederek ok attığı şeyin aslında
kendi kaftanı olduğunu gören Nasrettin Hoca’nın; “İyi ki içinde ben yokmuşum!” diye, kendine pay çıkarıp haklı duruma gelmesi ile “Baskilli” fıkraları
arasında büyük benzerlikler vardır. Parliament sigarasının filtresinin yarısının
boş olduğunu gören Baskilli’nin; “ Yav, bu gavur ciğaraları da gendileri gibi
hepbi kof çıhi babam!” diye Amerika’yı küçümsemesi; Her molada askerlere
anasının-babasının adını soran üsteğmene; “Aslan” adını hatırlayamayan
Baskilli’nin; “Vallah, sizin babanızın adı bir hayvandı.... Ama ne?” diye gereksiz soru sahibini hayvanlaştırması; havadayken, uçak düşecek diye korkuya
kapılan arkadaşına; “Sanki babanın uçağı mı?” diyerek, korkunun ecele faydasının olmadığını hatırlatması, kendini diğerlerinden üstün gören, diğer bir
ifadeyle kendinden emin kişilerin sergilediği bir tavırdır.
Baskilli fıkralarında Baskilli, bir kişiyi değil tüm halkı temsil etmektedir. Bu fıkralarda Baskillinin hayat tarzını, yaşama biçimini, olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarını, tepkilerini, bireyler arasındaki çatışmalarını
abartılı bir şekilde bazen aptallık derecesine varan saflık ve acayiplikleriyle
birleştirilmiş olarak görürüz. “Karatepeli” fıkralarını değerlendiren Erman Artun; “Çukurova insanı, toplumdaki aksaklıkları, garip tutum ve davranışları,
alıklığa varan saflığı, dünya gelişiminden habersiz olanları, beceriksiz ve güç
algılayanları, akıl ve mantıktan, sağduyudan yoksun kişileri alaya almak
için bir Karatepeli fıkra tipi çizmiştir.” (Artun, 1995: 29) demektedir. Aynı durum Elazığ halkı için de geçerlidir. Elazığ insanı da, toplumda var olan bu tip
özellikleri Baskillilere mal ederek anlatmaktadır.
260
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Fıkralarda ana tip “Baskilli” olmakla beraber, bunların karşılarında çeşitli
meslek grubundan kimseleri (hakim, doktor, öğretmen, muhtar, teğmen, şoför, çoban, pilot, garson, eczacı, çerçi, işçi, memur vs.), idarecileri (vali, kaymakam, Belediye Başkanı, müfettiş vs.) ve halktan kişiler de vardır.
Değerlemdirmeye esas aldığımız Baskilli fıkralarını, konuları bakımından
13 gruba ayırarak tasnif ettik. Bunlar:
I. Baskillinin Saflığını Konu Alan Fıkralar (21 fıkra)
II. Baskilli Olma Özelliği (11 fıkra)
III. Palulu ile Baskilli (4 fıkra)
IV. Eğitim (4 fıkra)
V. Baskillinin Askerlik Hayatını Konu Alan Fıkralar (9 fıkra)
VI. İnanç ve İbadet (9 fıkra)
VII. Gelişen Teknolojiden Habersiz Olma ve Tepkiler (20 fıkra)
VIII. Pişkinlik ve Açıkgöz Geçinme (18 fıkra)
IX. Ahlâki Değer ve Aile Yapısı (3 fıkra)
X. Şaşkınlık (2 fıkra)
XI. İletişim Farklılığı, Yanlış Anlama ve Yalan Söyleme (12 fıkra)
XII. Konuşma Şekli ve Ağız Özelliklerine Bağlı Fıkralar (23 fıkra)
XIII. Bir Soru ile Biten Fıkralar (2 fıkra)
I. BASKİLLİNİN SAFLIĞINI KONU ALAN FIKRALAR2
Baskilli tipine bağlı fıkraların hemen hepsinde görülen saflık, bazılarında
daha belirgin bir hal almıştır. Hatta bazılarında alıklığa, aptallığa varan bir saflık vardır. Kimi fıkralarda ise “açıkgöz” geçinirken saf kişiliğini açığa çıkaran
Baskilli görülür. Ama, bütün fıkraların temelinde; olaylara iyi niyetle yaklaşan,
kötülüklerden uzak temiz ve cesur yürekli Anadolu insanını görmek mümkündür.
1. Askere giden Baskilli’nin, iki eşeğin ortasında fotoğraf çektirdikten sonra; ortadakinin kendisi olduğunu belirtmesi (166).
2. Eşeği ile yolculuk yapan Baskilli’nin kaza yaparak ölmesi üzerine; hakimin Baskilli için iki, eşek için üç milyon TL ceza yazmasına itiraz eden yakınlarına; aslında üç Baskillinin bir eşek ettiğini fakat kendisi de Baskilli olduğu
için onlara torpil geçtiğini söylemesi. (167-168).
3. Gece, yolda gördüğü karaltıya parmağını sürüp, tadına bakan Baskilli
Musto, onun pislik olduğunu anlayınca, üzerine basmadığı için şükreder
(170).
2 Fıkra metinleri, İkrami HANGÜN tarafından, danışmanlığımızda tamamlanan; Elazığ Fıkraları
(İnceleme – Metin) (Elazığ 2002) adlı yüksek lisans tezinden alınmıştır. Sonlarda bulunan
numaralar, tezde, fıkranın geçtiği sayfa numarasıdır.
261
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
4. Arabaya binen Baskillinin eşeğini de arabanın arkasına bağlattıktan
sonra, yorulan hayvanın kulaklarını ve dilini çıkarması üzerine, Baskillinin;
“Benim eşek sollamak için sinyal veri,” demesi (170-171).
5. Baskillilerin, işe gidip gelirken yüzlerine vuran güneşi valiye şikâyet etmeleri üzerine, Valinin eşeğe ters binmelerini öğütlemesi. (171).
6. Basur şikâyetiyle doktora giden Baskillinin, “Sevk aldın mı?” sorusunu
yanlış anlaması (172-173).
7. Elindeki boruyu yastık olarak kullanacağını söyleyen Baskilli deliye,
sert olduğu söylenince, içine saman doldurup öyle kullanacağını belirtmesi
(173).
8. Adı Eşek olan bir Baskillinin, eşinin baskısı üzerine ağanın yanına gidip
adını değiştirerek artık sıpa olduğunu müjdelemesi (179).
9. Karayollarında işe giren Baskillinin, yol ortasına beyaz şerit çekerken,
boya tenekesini yanında götürmeyi akıl edemediği için, gün geçtikçe çizgileri azaltması. (180).
10. Davayı çözmekte zorlanan hakimin, dosyayı ancak Hz. Süleyman’ın
çözülebileceğini söylemesi üzerine, Baskilli mübaşirin salonda Hz. Süleyman’ı
araması (180-181).
11. Sandalla dünya turuna çıkan Baskillinin Nil nehrinde sandalı ters dönünce timsahların kendine doğru geldiğini görüp, onları cankurtaran zannetmesi (181-182).
12. Kendisine otomobil çarpan Baskillinin, şoförü; “Farzet ki ben yolda bi
ağacım. Sen niye dikket etmedin?” diye azarlaması (186).
13. Eczanede işe başlayan Baskilli gencin, kendisinden böcek ilacı isteyen müşteriye; “Böceğin neyi var ki?” diye sorması (188).
14. Minibüste, kaymakamın oturacağı ön koltuğa oturup, inatla oradan
kalkmayan Baskillinin kulağına bir köylünün; “ Ön koltuk Diyarbakır’a; arka
tarafı da Baskil’e gider,” demesi üzerine kalkması (188-189).
15. Şehre inek ve tavuk satın almaya giden Baskillinin hırsızlıkla suçlanması üzerine, aldığı her şeyin faturasını istemesi (189-190).
16. Askerde cemse kullandığı için arabayı da sürebileceğini düşünen Baskillinin, arabayı devirdikten sonra, bu işin asker cemsesi kullanmaya benzemediğini anlaması (190).
17. Amerika’da adam öldüren Baskilli’nin yakınları, jürideki Baskilli’den
cezayı müebbete çevirmesini istemeleri üzerine mahkeme kararı uzayınca; jüridekilerin beraat, Baskillinin ise müebbet kararı için ısrar ettiğinin anlaşılması. (208-209).
262
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
18. Sağlık Bakanının, Baskilliler’e ne istediklerini sorması üzerine; fay hattını oradan alıp başka yere vermesi talebinde bulunmaları (209).
19. İstanbul’da sigarasını yakmak isteyen Baskilliye, gençler çakmak yerine el feneri verince, Baskillinin, el fenerini yarım saat sigarasına tuttuğu halde hiç birinin pili boşa harcadığını söylemediğinden dolayı bunları aptal olarak değerlendirmesi (217-218).
20. Harmanda döveni döndüren atın durup durmadığını, boynuna taktığı
zilden anlayan Baskilliye, kaymakamın; at sadece kafasını sallarsa, o zaman
ne yapacağını sorması üzerine onun; Begım begım! Nerde ele sizin gibi akıllı
heyvanler!” demesi (219).
21. Sevdiği kızla Manavgat Şelalesi yakınında bir lokantada başbaşa kalan
Baskilli’nin; söyleyecek bir şey bulamayınca, kıza; “Şalala akı mi?” demesi
(228).
II. BASKİLLİ OLMA ÖZELLİĞİ
Bu grupta yer alan fıkralarda, yukarıda belirttiğimiz özelliklerinden dolayı
Baskilliler alaya alınmakta, insanlardan farklı, hatta eşekle bir tutulmakta,
akıldan, matıktan düşünceden yoksun oldukları vurgulanmaktadır.
22. Yolun tam ortasında yatan eşeğin kulağına nüfus memurunun, eğer
kalkmazsa Baskil nüfusuna kaydedeceğini fısıldaması üzerine eşeğin kaçması (170).
23. Baskillinin, eşekten bir, kendisinden de iki milyon isteyen kamyoncuya, kendisinin eşekten farkının olmadığını söylemesi (178).
24. Sürüde 500 koyun olduğunu bilen Baskillinin, mükafat olarak sürüden
koyun yerine çobanın köpeğini seçmesi üzerine kim olduğunu belli etmesi
(186).
25. Altı eşekle bir hana giren dört Baskilliden, Hancının sekiz kişilik konaklama ücreti alarak, iki Baskillinin bir eşek ettiğini söylemesi (213).
26. Baskili’nin, eşeğiyle girdiği bostana epeyce zarar verince, bostan sahibinin kendisini değil de önce eşeği dövme sebebini sorunca bostan sahibinin;
“Önce seni dövseydim eşek bunu görüp kaçardı” demesi (213).
27. Domino oyununu çok seven Baskillinin, son nefesinde “Domino” diyerek ölmesi (220).
28. Biri tembel, diğeri ise çalışkan iki Baskilli genç sokak sokak dolaşıp
odun kırarken, çalışkan gencin; “Uduun kırarıım, Uduun kırarıım!” demesine
karşılık, diğerinin; “Ben deee, ben deee” diye bağırması (223-224).
29. Almanya’da arka arkaya iki kilise soyulunca üçüncü kilisenin papazı
hile ile hırsızı yakalayarak, onun ne Hıristiyan, ne Alevi ne de Müslüman olmadığını, olsa olsa Baskilli olabileceğini söylemesi (224).
263
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
30. Baskil-Elazığ seferini yapan bir minibüsü trafik polisi durdurarak, 15
kişi yerine 30 yolcuyu almasının sebebini sorunca, şoförün; müdür, öğretmen
vb. şeklinde sayıyı 15 kişiye tamamlayarak geriye kalanların Baskilli olduğunu söylemesi (227-228).
31. Beyin ticaretinin yapıldığı yıllarda alıcının birinin, beyin fiyatlarından
en pahalısının Baskilliye ait olduğunu, sebebinin ise 20 kişiden çıkarıldığını
söylemesi (228-229).
32. Omuzunda papağanla caddelerde dolaşan Baskilliye, dükkan sahibi
onu nerede bulduğunu sorunca, Baskilliden önce papağanın; “Bizim oralarda
bunlardan çoook!” diye cevap vermesi (231).
III. PALULU ile BASKİLLİ
Bu tür fıkralarda, Palulu (Elazığ’ın ilçesi) ile Baskilli karşı karşıya getirilmekte, bazen Palulu, bazen Baskilli daha üstün gösterilmekte bazen de iki tip
bir birine denk tutulmaktadır.
33. Baskilli ile Palulu silah kaçakçılığı yaparken jandarmalara yakalanınca, uyanık olan Palulunun atın altına uzanması üzerine Baskillinin, yatanın
eşek olduğunu söylemesi (197-198).
34. Cuma hutbesinde imamın, cezalarını çektikten sonra herkesin, hatta
Paluluların bile cennete gireceklerini söylemesi üzerine Baskillilerin de girip
giremeyecekleri sorulduğunda hocanın; “Niye orası ahır mı?” diye cevap vermesi (215-216).
35. Hacc’a giden Baskillinin, tüm farizeleri yerine getirdiği halde şeytanı
taşlamaması üzerine müftünün, ilk gördüğü Palulu’yu taşlamasını söylemesi
(220).
36. Hayal kuran iki Paluludan birinin 500 koyun istemesi üzerine diğeri de
bunlar parçalatmak için 500 kurt isteyip kavgaya başladıklarında, bunların
halini gören Baskillinin eşeğine yüklediği pekmez güğümlerinden birini yere
boşaltarak; “Ola Ellah kanımı bo pekmaz gibi ağıtsın ki siz ikiniz de ağmaksınız,” demesi (229).
IV. EĞİTİM
Baskilli tipinin karakteristik özelliği eğitimde de kendini göstermekte, gerek Baskilli öğretmen, gerekse baskilli öğrenci ve yakınları kendilerine yakıştırılan özellikleri ile karşımıza çıkmaktadır.
37. Baskil’e yeni gelen tarih öğretmeninin, derste Kartaca savaşının kimler arasında olduğunu sorması üzerine, bu savaştan kimsenin haberdar olmadığının anlaşılması ve en sonunda Bakanlıkta çalışan Baskillinin; “Bu yıl gereği kadar ödenek olmadığından Kartaca Savaşı yapılmayacaktır.” diye cevap
yazması (174-175).
264
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
38. Hesap bilmeyen Baskilli kadın, çerçiden aldığı malların hesaplanması
konusunda öğretmenden yardım isteyince, öğretmenin; “Seksan seksan, yüzseksan, kırk, yüzseksan kırk” diye yardımcı olması (184-185).
39. Baskil’de bir okulu teftişe gelen müfettişin girdiği sınıfın tiyatro gibi olduğunu, öğrencilerin sayıları ritmik olarak sayabildiğini ifade etmesi (202).
40. Kimseyi beğenmeyen kaymakamın karşısına çıkan Baskillinin, ona sırasıyla nerelerde okuduğunu sorduktan sonra sonunda “hiç” olduğunu söyletip, kendisinin daha okumadan hiç olduğunu belirtmesi (203).
41. Baskilli muhtarın okuma-yazma bilip bilmediğini imtihan eden hakimin de okuma bilmemesi (204).
42. Okuma-yazma bilmeyen Baskillinin, askerde çavuşun verdiği dersi iyice dinledikten sonra, “Atatürk nasıl bir adamdı?” diye sorulması üzerine; “Vallah ben görmedım; ama çavuş diyi ki iyi bir adamdı,” demesi (205-206).
43. Trafik polisinin eşeğine ceza vermesine razı olmayan Baskilli’nin, cezayı kendisine kesmelerini, eşeğini polislik imtihanına sokacağı için sicilinin
bozulmasını istemediğini söylemesi (229-230).
V. BASKİLLİNİN ASKERLİK HAYATINI KONU ALAN FIKRALAR
Baskilli, askerlik eğitimi sırasında, bazen komutanlarla bazen de diğer askerlerle karşı karşıya gelmektedir.
44. Askerde depo sorumlusu olan Baskillinin, depodaki fareleri niçin zehirlemediğini soran komutana; zehiri yiyen farelerin arkasından süt içerek kurtulduklarını söylemesi (167).
45. Komutanın “Aslan” olan babasının adını hatırlayamayan Baskillinin;
“Vallah sizin babanızın adı bi hayvandı … ama ne?” diye kendini savunması
(175).
46. Askerlik yapan Baskillinin, parolanın anahtar olduğunu unuturak, “kilit” diye cevap vermesi (187).
47. Mutfakta görevlendirilen Baskilli askerin, üzerinde “General Elektrik”
yazılı olan buzdolabına, her geçişte selam vermesi (206).
48. Askere giden oğlunun aşçı olmasına çok sevinen Baskillinin, oğluna
çok yüksek bir görev verildiğini söyleyerek; “Bütün yemekler benim oğlımın
elinden geçi,” diye sevinmesi (211).
49. Çanakkale Savaşı’nda askerler, karanlık basınca ateşi kesip sadece bir
ses duyduklarında veya bir ışık gördüklerinde rast gele ateş ederlerken, Baskilli askerin kibriti çakıp sigara yaktığını gören diğer asker, bu yaptığının çok
tehlikeli olduğunu söyleyince, “Merak etme içime çekmim” diye kendini savunması (212).
265
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
50. Baskilli askerin, komutanın zarf ve kâğıt siparişini birkaç kez unutmaması hatırlatılınca; “Zarfle kâğıt yuksa ekmek ile hevle alam mı?” diye sorması (213-214).
51. Baskilli askere, dargın olan ağabeyinin isimsiz mektup yazması (222).
52. Askerdeyken harayı süpürmekle cezalandırılan Baskillinin, katırdan
çifte yiyip sedye ile götürülürken, hâlâ yere düşmediğini zannetmesi (231).
VI. İNANÇ ve İBADET
Bu bölümdeki fıkralarda, Baskillinin, saf kişiliğine bağlı olarak, inancını
kendine göre yorumlaması, yanlış algılaması veya dinî vecîbeleri bilmemesi
konu edilmektedir.
53. İneği hastalanan Baskilli ninenin eğer ineği iyileşirse bir ay oruç tutacağını söylemesi, fakat vaadini yerine getirdikten sonra ineği ölünce kızıp, bir
ay orucu Ramazan’a sayacağını belirtmesi (178).
54. Camide namaz kılan Baskillinin sağ tarafındaki meleğin sevaplarını
yazdığını düşünerek, o tarafa selam verip, sol tarafa vermemesi (188).
55. Teravih namazından habersiz olan Baskillinin, namazın uzadığını görünce dışarı çıkıp oğlundan pijamalarını isteyerek, işin inada bindiğini, sabaha kadar orada kalacaklarını belirtmesi (194-195).
56. Baskil’in Haroğlu Köyünden olan Hasan’ın, kıble Keluşağı Köyüne
doğru olduğu için namaz kılamadığını söylemesi (iki köy halkı birbirini hiç çekemez) (199).
57. Hacc’a gittiğinde şeytanı taşlamayan Baskillinin, döndüğünde rüyasında gördüğü şeytanın sözüne uyup altını kirletmesi (211-212).
58. Allah’a dua edip, ev, araba, tarla isteyen Baskilli’nin, bir anda çıkan fırtına ile oturduğu yerden öteye savrulması üzerine; “Kızisin kızisin, niye itelisin” diye Allah’a sitem etmesi (219).
59. Mezarlığın yanından geçen iki Baskillinin, Fatiha sûresini bilmedikleri
için; “Alçak sürünme yapalım da ölüler bizi heyvan sansın,” demeleri (220).
60. Rüyasında Baskilliye; ne isterse komşusuna iki mislinin verileceğinin
söylenmesi üzerine Baskillinin, meleklerden bir gözünü kör etmelerini istemesi (226).
61. Baskilli imamın, sesinin ne kadar uzağa gittiğini öğrenmek için, yürüyerek ezan okuması (228).
VII. GELİŞEN TEKNOLOJİDEN HABERSİZ OLMA VE TEPKİLER
Bu bölümde yer alan fıkralarda, Baskillilerin hergün biraz daha gelişen teknolojiden habersiz olduklarını, bunlar karşısında takındıkları tavır ve tepkiler
ile bu gelişmeleri kendilerine göre yorumlamalarını görmekteyiz.
266
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
62. Baskilli’nin, 14 ayak buzdolabını eve götürdükten sonra, buzdolabının
ayaklarını sayması ve dört ayağının olduğunu görünce mağaza sahibine geri
götürüp, diğer ayaklarını sorması (167).
63. Baskillinin, parlıament sigarasının filtresindeki boşluğu fabrika hatası
zannederek hepsini tek tek kırması (169).
64. Klorun ne olduğunu sonradan öğrenen Baskil Belediye Başkanının,
Elazığ Çevre Sağlık’tan arayanlara, her depoya bir litre yerine bir teneke koyduklarını söylemesi. (173-174).
65. Japonya’da bir alışveriş merkezinde, ilk kez kendiliğinden açılıp kapanan kapıyı gören Baskilli’nin; “Allah var! İyi kapı” diye düşünmesi. (177).
66. İlk kez uçağa binen iki Baskilli’nin uçağın arızalandığını öğrenmeleri
üzerine, telaşlanan arkadaşını diğerinin; “Sanki babanın uçağı mı?” diye teselli etmesi (177).
67. TEK’in ağaçtan elektrik direklerini, köyü kıraç bulan kaymakamın
Baskil’e gönderdiğini sanan muhtarın, direkleri köylüye diktirip, her gün sulatarak, Kaymakama; ağacın bir türlü yeşermediğini söylemesi (178-179).
68. Baskillilerin, Baskil’e telekom tarafından döşenen telefon şebekesini,
ineklerin karşı tarafa geçmesini engellemek için dikildiğini sanmaları (180).
69. İlk kez İstanbul’a giden iki Baskilli, “Fatih, Beyazıt, Atikali” semtlerini
tramvaydaki yolcuların isimleri sanıp, tramvaydan inebilmek için kendi isimlerinin de okunmasını beklemeleri (181).
70. Hayatında hiç araba görmeyen Baskillinin, motosiklet kiralayarak,
karşıdan gelen kamyonun farlarını iki motosiklet sanıp, arasından geçmeye
kalkışması (182).
71. Ustayı cep telefonundan arayan Baskilli’nin; “Aradığınız numaraya şu
anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar arayınız” sözlerini duyunca, “Ee
bacım, sen hiç beni dinle misin ki,” diye çıkışması. (182-183).
72. Treni ilk kez gören Baskillilerin, onu büyük bir öküz sanıp, ahıra bağlayarak, önüne saman koyarmaları (184).
73. Hayatında ilk kez uçağa binen Baskillinin, tuvalete giden yolcunun indiğini sanıp, onun yerine oturması (185).
74. Şöförüyle İstanbul’a giden Baskilli Halo Dayı’nın, Boğaz Köprüsü’ne
geldiklerinde, arabanın arıza yapmasına sinirlenerek, “Eleziz’den beri bu zıkkımla oynisin. Tabi ki elinde kalır,” diye çıkışması (189).
75. İstanbul’a giden Baskilli gence, çorba içmek için gittiği restaurantta,
başka birinin; “Hamam var mı?” diye sorması üzerine, onun yemek sorduğunu zannedip, ondan çok yediğini söylemesi (193).
267
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
76. Kredi çekmeye karar veren Baskillinin, nüfus cüzdanının arkalı önlü fotokopisini çektirmesi gerekirken, fotokopinin ne olduğunu bilmediği için arkalı önlü bir fotograf çektirip, müdüre götürmesi (194).
77. Bitkilerden ilaç yapan Beritanlılar’dan bir doktor uçak da yapabileceğini iddia ederek, yedi kişinin ölümüne sebep olduktan sonra; “Vay ana! Az
kaldı bi kaza yapağ,” demesi (198).
78. Sınavda Baskilli öğrencinin; Baskil-Elazığ karayolunda kesik çizgilerin, Baskil-Malatya karayolunda düz çizgilerin çoğunlukta olmasından hareketle, kesik çizgilerin Baskil’den Elazığ’a, düz çizgilerin Baskil’den Malatya’ya
gittiğini söylemesi (201).
79. Kamyonu ilk defa gören Baskilli ihtiyar bir kadının, şoförün kulağına
eğilerek; “Bunun kurriği (sıpası) olursa bana veresin, he?” demesi. (212).
80. Hayatında ilk kez trene binen Baskilli, boş bir kompartımanda otururken, trenin sallanmasından dolayı bir çivi sürekli kafasına değip kanatınca,
kondüktöre; “Kimse yuk ki yer değiştirek,” demesi (217).
81. Almanya’da çalışan Baskilli Haso ile Hüso’nun, Wolkswagen alıp Baskil’e dönerken bozulan arabanın motorunun düştüğünü zannedip, sonra bagajda görünce, Almanların yedek motor koyduklarını düşünmeleri (222-223).
VIII. PİŞKİNLİK VE AÇIKGÖZ GEÇİNME
Çoğu fıkralarda olduğu gibi burada da Baskilli, saflığının, cehaletinin, alıklığının farkında olmayıp, kendini bilgili, akıllı, açıkgöz gösteren yeri geldiğinde pişkin tavırlar sergileyen bir tiptir.
82. James Bond filmi izleyen Baskilli, telefonda kendisini, “Bond, James
Bond” diye tanıtan kişiye, “Ben de dıllah, Abdıllah” diye karşılık vermesi
(168).
83. Arkadaşları, damda yatan Baskilliyi uyurken alıp, yolun ortasına koydukları sırada, Baskillinin freni tutmayan kamyon şoförüne sürekli kornaya
bastığı için kızması (172).
84. Baskil Belediye Başkanının ikinci kez aday olup mitingde konuşurken;
“Diyiler ki başkan pere yemiş. Yemiş yemiş, boğ mı yemiş?” diye kendini savunması. (173).
85. Baskilli kamyon şoförünün, rampada ileri gidip gelme sebebini soranlara, bu şekilde hız aldığını söylemesi (184).
86. Köyünde savcıyı misafir eden Baskillinin, daha sonra ona işi düşünce
yaptığı ikramları hatırlatıp lâubâli bir şekilde konuşmaya kalkışması (191).
87. Yol ortasında sohbet edip yürümeyi alışkanlık haline getiren Baskilli
gençlere, yabancı bir adam kızınca bunların; “Lav hemşerim, sen farzet ki ben
268
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
burda bi tüt ağacıyım. Dema gelip vuracaksın bene?” diye kendini haklı göstermesi (192-193).
88. Çocuğunu okula kaydettirmek isteyen Baskillinin,sahibini kimsenin tanımadığı bir mektupla gelip müdürden yardım istemesi (195).
89. Kaçak elektrik kullandığı için, hırsızlık suçuyla mahkemeye verilen
Baskillinin, “kendisine “hırsız” yerine “hortumcu” denmesi talebinde bulunması (196-197).
90. Sevdiği kızın babasından dayak yiyen Baskilli gencin mahkemede hakime son sözünün Hasan’ın acilen idamı, kızının da kendisine verilmesi olduğunu söylemesi (197).
91. Trene bağladığı eşeğini, daha sonra aynı yerde bulaman Baskillinin,
eşeğe sahip olamayanın trene hiç sahip olamayacağını söyleyerek şefe kızması (199).
92. Öğretmenler, öğrencilerin sakladıkları bilyeleri, çorap ve ayakkabılarının içinde bulunca, ceza alacağını bilmezlikten gelen öğrencinin, hocasına
çok kurnaz olduğunu söylmesi (202).
93. Garsona kebap siparişi veren Baskillinin, masadaki sürahiden iki bardak su içtikten sonra kebabı iptal ettirip; “Megerse ki ben sosamışım” demesi(208).
94. Ustasının öğütlerini dinleyen Baskilli bakkal çırağının, bayan müşterinin istediği tuvalet kağıdının olmaması üzerine ona, zımpara kağıdı satmaya
çalışması (214).
95. Hayatında ilk kez İstanbul’a giden Baskillinin, kafeye girip “bilardo içmek istediğini söyledikten sonra, garsonun verdiği idrarı içerek, iyi bir bilardo
içicisi olduğunu söylemesi (216-217).
96. Baskilli’nin biri İstanbul’da yüksek katlı binaları seyrederken, uyanığın
biri onun dokuz kat saydığını öğrenip, bundan dokuz milyon isteyince, bizimki istenen parayı hemen verip; “Vay avel vay! Oysa ben un dukuz ket saymıştım,” demesi (219-220).
97. Bir Alman ve İngiliz ile Amazon ormanlarına düşen Baskillinin, son dilek olarak bir bıçak isteyip, derisinden davul yapmamaları için vücudunu delik deşik etmesi (221).
98. Uçağın içinde devlet büyüklerinin olduğunu düşünen Baskilliye diğerinin, bu fikrin yanlış olduğunu, çünkü uçağın önünde koruma olarak iki motorsikletin bulunmadığını söylemesi (223).
99. Traktörünü satıp, Ford Transit alan Baskilli’nin, kullanmayı bilmediği
içinaşırı hız yapması (227).
269
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
IX. AHLÂKİ DEĞER VE AİLE YAPISI
Bu tür fıkraların sayısı fazla olmamakla beraber, toplumun ahlâkî konudaki değer yargıları ve aile yapısı Baskilli tipine uyarlanarak verilir.
100. Utangaç Baskillinin, sebze satarken, sıra salatalığa geldiğinde; “Tövbe esteğfurullah hi…yer var!” demesi (175-176).
101. Baskil’de bir genç kız, kendisini içeri almasını isteyen gence “Niye
ben or….muyum” deyince gencin; “Eee.. ben para vermiyecem ki…” demesi
(183).
102. Antalya’ya eşi ile giden Baskillinin, tam denize girecekleri sırada eşinin ölmesi üzerine; “Allah kahretsin, evde ölmedi, burada öldi. Komadı ki çimağ,” diye serzenişte bulunması (183).
X. ŞAŞKINLIK
Bu konuda da fazla fıkranın olmadığını görmekteyiz. Baskillinin şaşkınlığı
ele alınır.
103. Yüze kadar sayma konusunda, Baskilli Hasso ve Hüsso’nun bahse girip, Hasan’ın doksandokuzdan sonra; “utuz” demesi (168).
104. Baskilli’nin, Haroğlu Dağına çıkıp, Elazığ’ın geniş ve düzlük arazisine
bakarak; “Vıı, bi de diyiler Türkiye fakirdir,” diye hayrete düşmesi (216).
XI. İLETİŞİM FARKLILIĞI, YANLIŞ ANLAMA VE YALAN SÖYLEME
Kültür farklılığına bağlı olarak, Baskillinin muhatabı ile iletişim kuramaması veya bazı söz, davranış ve olayları yanlış anlamasını konu alan fıkralardır.
105. Baskillinin, yeni atanan kaymakamdan, bölge ağız özelliklerine bağlı olarak izin istemeye çalışması (169-170).
106. İstanbul’da markete giden Baskillinin sırasıyla bütün sigaraları sorduktan sonra “Beben hiyrine sen bahan tütün ver” demesi (176).
107. Adana’da kahveye giden Baskilli, garsonun getirdiği çayın, dudak
payı olarak yarım doldurulduğunu öğrenince, “Niye babam bizim ki deve dudağı mı?” demesi (177).
108. İstanbul’a gitmeyi düşünen Baskillinin, oradaki oğluna telgraf çekerek kendisini otogarda beklemesini yazıp; “Geldim geldim, gelmedim gelmedim,” diye talepte bulunması (181).
109. Elazığ Emniyet Lokantası’na giden Baskillinin, garsona önce sulu yemekleri sonra kebapları saydırdıktan sonra; “Hele bene bi şorba ver.” demesi
(196).
270
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
110. Amerika’dan Türkiye’ye dönen Baskillinin, uçakta tuvaletin arızalı
olmasından dolayı, poşet kullanması ve çöpe atacağı sırada bunun eroin olduğu zannedilip yarım kilosunun nerede olduğunun sorulmas (207-208).
111. Baskil’i ziyarete giden Elazığ Valisinin, içtiği suyun çok klorlu olduğunu söylemesi üzerine Başkanın hemen mahalli bir yemek olan kıllor (gömme,
gömbe)’u yaptırması (209).
112. Yolculuğa çıkan Baskilli, “Yavaş 50”, “Yavaş 40” levhalarını görerek
sürekli arabanın hızını düşürdükten sonra, “Yavaş’a Hoş Geldiniz.” Levhası ile
karşılaşması (226).
113. Kamyonu kullanan acemi muavinin, şoföre, karşısına“tusbağa” çıktığını, ne yapması gerektiğini sorması ve onun “ortala geç” demesi üzerine ertesi gün gazetelerde; “23 plakalı bir kamyon, Wolswagen marka otomobili biçti ” haberinin duyulması (215).
114. Kışın üşümemek için paltonun arka tarafı, ön tarafa gelecek şekilde
ters giyen bir adamın, bisikletten düşerek bayılması üzerine yaşlı Baskillinin,
bunun kafasının ters döndüğünü sanıp, düzeltmelerini söyleyerek adamın
ölümüne sebep olması (223).
115. Baskilli Memoca’ın, bir köye taziyeye giderken, yolda çalıların arkasından gelen seslerden korkmasına rağmen yalan söylemesi üzerine yaşlıların
tepki göstermesi (224-225).
116. Trenle yolculuk eden iki Baskilliden birinin, ilk defa gördüğü muzu
tam ağzına götürürken, trenin tünele girmesi üzerine muz yediği için kör olduğunu zannetmesi (225).
XII. KONUŞMA ŞEKLİ ve AĞIZ ÖZELLİKLERİNE BAĞLI FIKRALAR
Bu bölümdeki fıkralarda Baskilliler’in bazı harfleri söyleyememeleri, değişik şekilde telaffuz etmeleri, kelimeleri yanlış anlamaları, bölge ağız özelliklerine bağlı olarak konuşmaları ve yer yer de argo kelimeleri kullanmaları vurgulanır. Baskillilerin, özellikle “O” ve “U” seslerinin yerini değiştirerek (bazen
de “a” yerine “o”) kullanmaları bu tür fıkralara temel teşkil eder.
Bu fıkraları beş başlık altında değerlendirebiliriz:
a) “O” ve “U” Seslerinin Yer Değiştirmesine Bağlı Fıkralar
117. Baskillinin “tuz” yerine “toz” demesi sonucu arkadaşının onun “toz”
kullandığını zannetmesi (171).
118. Baskilliler, 1999 yılını telleaffuz etmede zorlandıkları için heyet oluşturup valiye giderek doğrudan 2000 yılına geçmek istediklerini söylediklerinde valinin, bu kolaylığı 9999 yılı için düşündüklerini söylemesi (171-172).
271
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
119. Kahveye giden Baskillinin, garsona; “Bene bi çay, so da getir” demesi üzerine garsonun, su yerine soda getmesi (176-177).
120. “Solo ve koro çalışmaları”nı Baskillinin, “sulu ve kuru çalışmaları” diye yazması (179).
121. Kendisine saatin kaç olduğu sorulan Baskillinin; “Dokuza bir var” demede zorlandığı için, saniyelerin ilerleyip dokuz olmasını beklemesi (185).
122. Baskillinin kasaba girip “but” yerine “bot” istemesi (200).
123. Baskilli’ye; “Dört, beş daha kaç eder?” diye sorulduğunda, asla “dukuz” demeyeceğini belirtmesi (203).
124. Baskilli memurun, resmi yazışmalarda sürekli “o” ve “u” harflerini
hep karıştırıp, kapalı “o” mu yoksa açık “o” mu yazacağına karar verememesi (206-207).
125. Baskil Şafakspor’a seçilen yeni başkanın, takımın gerekli malzemelerini; “20 adet şurt, 20 adet furma, 20 adet tuzluk” diye belirtmesi üzerine takıma tuzluğun da gönderilmesi (207).
126. Ekmeğin neden yapıldığını anlatan Baskillinin; “on, so ve toz,” kullanıldığını söymesi. (215).
127. Doğan SLX marka otomobil alan Baskilliye, arabasının markası sorulduğunda; “Duğan Se Le Çorpi” diye cevap vermesi (218).
128. Baskilli müfettişin, Burcu adlı öğrenciyi “Borcu” olarak telaffuz etmesi üzerine öğrencinin üstüne alınmaması (218).
129. Baskil’e giden müfettişin;“Örtmenim! Ulbatlı Hesen sancagi borce
dikti,” diyen öğrenciye kızarak, sancağın borca değil, peşin dikileceğini belirtmesi (230-231).
b) Yanlış Telaffuz
130. Baskillinin biri markete girip; “Bi milyon verem bene hevleyı ver.” Sözünü market sahibinin “havlayıver” şeklinde anlayarak, onu dövmeye kalkışması (196).
131. Baskillinin, arkadaşına iki buçuk milyon lira verip, “bene hevle,” diyerek helva istemesi (200).
132. Baskillinin, kamyon yerine “koyon” kelimesini kullanmasını arkadaşının yanlış anlaması (210).
c) Ağız Farklılığı
133. “Oda” yerine “göz” terimini kullanan Baskilli öğrencilerin söylediklerinin, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden teftişe gelen grup tarafından yanlış anlaşılması (200-201).
272
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
134. Müzik öğretmeninin; “Ses nedir?” sorusuna Baskilli öğrencinin; “Yağmur yağdiğinda damı loğlamasan evimiz dıllopi yapar. Annemiz o yağmur suyunun dibine bi leğen koyer. O dıllop leğene düştüğünde ting ting ting diye ses
çıkarır. İşte bu sestir.” diye cevap vermesi (201).
135. Birbirini sevmeyen iki köylüden birinin diğerine “eşek” dediği için kızması üzerine diğerinin; “Eee sen eşek olmazsen, benim gibi eşekle uğraşırsın?” diye karşılık vermesi (211).
d) Argo Kelimelerin Kullanılması
136. Baskilli öğretmenin matematik dersinde öğrencilere problem çözerken “çıkarmak” yerine, “s...etmek” terimini kullanmasının müfettişin tepkisine sebep olması (187).
137. Baskil’de, “okul çok güzel” cümlesini öğrencilere heceleten öğretmenin, sıra “gü” hecesine geldiğinde öğrenciye, bunun anlamını sorduğunda, öğrencinin; “Boğdır” diye cevap vermesi. (Kürtçede “gü” boğ demekmiş.)
(192).
138. Elazığ’a gitmek isteyen Baskilli karı-koca, Belediye otobüsü kalabalık olduğu için farklı kapılardan binince, kadının biletleri verip eşine; “Lav Haso! Ben önden verdım, sen erğeden vermiyesin,” diye seslenmesi (225-226).
e) Deyimlerin Kullanılması
139. Tarlada çalışırken, “tiyare” geçtiğini söyleyen oğluna, baskilli babanın; “Karışma oğlum geçsin,” diye karşılık vermesi (183-184)
XIII. BİR SORU İLE BİTEN FIKRALAR
Bu tür fıkralarda Baskilliler’le alay vardır. Onları küçük görme, alay etme
söz konusudur, soru sorulup cevabı istenir.
140. Yolda elektrik faturası bulan iki Baskillinin bunu yapacağının sorulması. (Yatırır.)
141. Masada oturan Süpermen, He-man, Akıllı Baskilli ve Deli Baskilli’den hangisinin çantada bulunan 10.000 $’ı alacağının sorulması. (Diğer
üçü hayali kahraman olduğu için Deli Baskilli alır.) (Hangün, 2001: 31)
Bu fıkralar tek tek incelendiğinde, bazılarının tamamen “Baskilli” tipine
ait olmasına rağmen, bir kısmının başka bölgelerde farklı tiplere bağlı olarak
anlatıldığını da göreceğiz. Nitekim, bunlardan 8, 37, 54, 107, 112, 139 numaralı fıkralar her yerde karşımıza çıkan yaygın fıkralar iken; 5. ve 77. fıkra
Karatepelilere, 29. fıkra Kadirli ve Kozan halkına, 96. fıkra, aralarında husûmet bulunan çeşitli bölgelere bağlı olarak da anlatılmaktadır. 20 numaralı
fıkra ise aslında bir hikâye/kıssadır.
273
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Baskillil, benzerlerine yurdumuzun bir çok bölgesinde (Karatepeliler, Karakayalılar, Üzümcü ve Dizeliler, Sivrihisarlılar (Nasrettin Hoca’dan önce), Karadenizliler, Kandıralılar gibi çeşitli köy ve kasaba
halkına bağlı olarak anlatılan) rastladığımız; gerek olaylara bakış açısı gerekse gelişen dünya düzenine ayak uydurmada, farklı bir tavır sergileme, farklı
yorumlar getirme, farklı tepkiler gösterme ve farklı konuşma özelliği ile “fıkra
tipi” olmaya hak kazanmış insanlardır. Onlar, saf, cahil, geç anlayan, teknolojiye ayak uyduramayan, inancını kendine göre yorumlayan, bütün bunlar
olurken kendisini herkesin üstünde gören, alay edilirken alay eden özellikleri
ile fıkralara konu olmuşlardır. Baskilli fıkraları, fıkra tasnifleri içerisinde, benzerleri ile birlikte “bir bölge halkıyla ilgili olan” fıkralar grubuna dahil edilmekte olup bir topluluğu temsil etmektedir.
BASKİLLİ FIKRALARINDAN ÖRNEKLER
1. FOTOĞRAF
Baskilli askere gider. Askerde iki yanına birer eşek alır ve fotoğraf çektirir.
Fotoğrafı annesine gönderir. Fotoğrafın arkasına şöyle yazar:
“Ana, ortadaki benim...”
2. ONDÖRT AYAK
Baskilli vatandaşlardan birisi buzdolabı almak için beyazeşya satan mağazalardan birine giderek mağazanın sahibine :
“Büyük bir bozdulabı istim” demiş.
Mağazanın sahibi Baskilli’ye 14 ayak buzdolabını tavsiye etmiş. Mağazanın
sahibi 14 ayak buzdolabını alan kişiyle birlikte evine gönderir. Baskilli buzdolabını eve getirdikten sonra buzdolabının ayaklarını saymış ve dört tane ayağının olduğunu görmüş. Buzdolabını hemen aldığı mağazaya tekrar götürmüş
ve mağaza sahibine:
“Sen bana 14 ayağ dedin. Ben ayağlarını saydım dört tene. Bunun geriye
kalan 10 ayağı nerde?” diye mağaza sahibini sorguya çekmiş.
3. ÜÇ BASKİLLİ
Eşeği üzerinde yolculuk yapan Baskilli’ye otobüs çarpar. Hem Baskilli
hem de eşeği ölür. Baskilli’nin yakınları mahkemeye başvurular. Hakim Baskilli için iki milyon TL. , eşek için üç milyon TL. ceza verir. Baskilli’nin yakınları itiraz edince hakim bunlardan birinin kulağına eğilir ve şunları söyler:
“Hiç sesinizi çıkarmayın. Aslında üç Baskilli bir eşşek eder. Ama ben de
Baskilli olduğum için size torpil yaptım.”
274
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
4. KOF CIĞARA
Baskilli’nin biri bir parlaiment sigarası almış. Filtresinin yarısının boş olduğunu farkedince bunun bir fabrika hatası olacağını düşünerek, başka bir paket daha almış. Onun da boş olduğunu görünce gayriihtiyari:
“Yav bu gavur cığaraları da gendileri gibi hep bi kof çihi babam” demiş.
5. PİSLİK
Baskilli Musto yolda yürürken vakit akşam, ay ışığı,alacakaranlık derken
yol üstünde bir karaltı görür. Eğilip parmağını sürer ve diline değdirerek der
ki:
“Vay be! İyi ki basmamışım. Meğer pislikmiş.”
6. NÜFUS
Bir gün bir otobüs dolusu Baskilli yolda giderken yolun tam ortasında yatan bir eşek görürler. Eşek yoldan çıkmamış. Nüfus memuru eşeğin kulağına
bir şeyler fısıldadıktan sonra eşek kalkıp kaçmaya başlamış. Yolcular merak
etmişler. Ne söyledin de eşek öyle kaçtı diye.
Memur:
“Eğer kalkmazsan seni Baskil nüfusuna yazarım” dedim.
7. BİN DOKUZ YÜZ DOKSAN DOKUZ
1999 yılında Baskilliler bir heyet oluşturup valinin huzuruna çıkmışlar:
“Sayın valim, bu yılı atlayıp 2000 yılına geçelim” demişler.
Vali:
“Neden?” diye sorunca:
“Sayın valim, biz bin dukuz yüz duksan dukuz diyemiyuruz da undan” demişler.
Vali de:
“Valla beyler haklısınız da biz o çalışmaları 9999 yılı için düşünmüştük” demiş.
8. İKİ BASKİLLİ
Baskilli iki deli yolda karşılaşırlar. Biri diğerine sorar:
“Elindeki boruyu ne yapisin?”
Karşıdaki deli de:
“Yastık diye kullanacam” diye cevap verir.
Diğer deli de tekrar sorar:
“Ulan hiç borudan yastık olur mu? Serttür” deyince karşıdaki deli şu cevabı verir:
“Ulan oğlum! Zar bele gullanmik. İçine saman dolduracağız da” der.
275
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
9. AMA NE
Baskilli biri askere gider.Askerde Arif Üsteğmen çok sert biridir. Mola verildiğin de askerlere soru sorarmış. Bir molada askerlere seslenir:
“Beni iyi dinleyin. Ben bir kere söylerim, on defa sorarım. Bilmeyeni döverim.”
Askerler seslerini çıkaramaz. Arif Üsteğmen:
“Babamın adı Aslan. Babamın adı neymiş?”
Askerler: “Aslan” diye bağırır. Arif Üsteğmen:
“Anamın adı Hafize. Anamın adı neymiş?”
Askerler: “Hafize” diye bağırır.
Arif Üsteğmen bir gün sorar:
“Babamın adı neydi?”
Cevap veren olmaz. Baskilli istemeye istemeye parmağını kaldırır. Arif Üsteğmen:
“Korkma oğlum, söyle söyle” der.
Baskilli başını yavaş yavaş kaşır:
“Vallah sizin babanızın adı bi hayvandı ...ama ne?” der.
10. TÖVBE ESTAĞFURULLAH
Utangaç tipte bir Baskilli tablacılık yapar. Sokak sokak dolaşırken bir yandan da bağırır. Domatese bakar ve bağırır:
“To...mates var!” Bibere bakar ve bağırır:
“İsot var!” Maydanoza bakar ve bağırır.
“Mey...dunuz var!” Lahanaya bakar ve bağırır:
“Le...ha...ne var!” Salatalığa bakar ve bağırır:
“Tövbe esteğfurullah hi...yer var!”
( Bu şekilde şehrin bütün sokaklarını dolaşır.)
11. SODA
Baskilli’nin biri kahveye girmiş. Garson sormuş:
“Abi ne içersin?” Baskilli:
“Bene bi çay, so da getir.”
Bir çay bir de soda gelmiş. Baskilli:
“Eee...bu ne?” demiş. “Ee...ben sene dedim so getir.” (Su anlamında)
12. UÇAK
İki Baskilli ilk defa uçağa binerler. Bir süre sonra pilot uçağın arızalandığını ve düşeceğini; herkesin önlemini almasını anons eder.
Baskili’nin biri başlar “ah-vah” etmeye. Diğer Baskilli de ona:
“Oğlum ne “ah-vah edisın. Sanki babanın uçağı mı?”
276
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
13. HAYVANDAN FARKIM NE?
Baskilli’nin biri eşegini Malatya’da hayvan pazarına götürür. Akşama kadar
eşeğini satamaz. Eşeğini bir kamyonun arkasına atarak Elazığ’a döner. Baskil yol ayrımına geldiklerinde Baskilli şoföre ineceğini söyler ve kamyon durur. Baskilli şoföre:
“Şoför beg! Borcomuz ne keder?”
“Eşek için bir milyon, senin için iki milyon” der.
Bunun üzerine Baskilli:
“Eee...benim eşekten farkım ne ki iki milyon. Farzet ki ben de bir eşşeğim.”
14. BOYA TENEKESİ
Baskilli’nin biri Karayolları’nda işe girer. Kendisine bir teneke beyaz boya
ile fırça verirler ve yolun orta şeridini boyamasını isterler. Baskilli hevesle işe
başlar.
İlk gün 800 metre çizgi çizer, ikinci gün 400 metre, üçüncü gün 200 metre çizgi çizer. Derken günde 10 metreye kadar düşer. Şef Baskilli’yi çağırarak:
“Bak hemşerim! İşe çok iyi başladın. Gitgide tembelleştin. Acaba sebebi
nedir? Niçin bu kadar tembelleştin?”
Baskilli:
“Vallah şefim! Ben hiç tembelleşmedim. Ama gün geçtikçe buya tenekesinden biraz daha uzaklaşim.”
15. BALKON
Baskilli’nin biri evine balkon yaptırıyormuş. Ustanın cep telefonunu arar.
Cep telefonunda “Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor” diye ses gelir.
Baskilli bu sesi ustanın kızı olduğunu sanar ve:
“Babana söyle, malzemeleri alsın,ücretini de taksitle verecem.”
Bu arada telefondaki ses:
“Aradığınız numaraya ulaşılamıyor, lütfen bir süre bekleyip tekrar arayınız”
der.
Bunun üzerine Baskilli:
“Ee bacım, sen heç beni dinlemisin ki...”
16. BEYİN FİYATLARI
Beyin ticaretinin yapıldığı yıllarda, alıcının biri bir dükkana girer ve satıcıya beyin fiyatlarını sorar. Satıcı da tezgahtaki beyinleri işaret ederek:
“Bu Palulu beyni, 10 Dolar, şu Madenli beyni, 20 Dolar, şu Harputlu beyni,
30 Dolar, şu da Baskilli beyni, 100 Dolar,é demiş.
277
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Müşteri, Baskilli beynini kasdederek:
“Niye o kadar pahalı?” diye sormuş.
Satıcı da:
“Çünkü o, 20 kişiden ortaya çıkarıldı!” demiş.
17. SAAT
Baskilli’nin birine saatin kaç olduğunu sorarlar. Baskilli de saate bakar. Saat dokuza bir vardır. Baskilli “Saat dokuza bir var” sözünü bir türlü söyleyemez ve saate bakarak:
“Hema hema, neredeyse” Bu sırada saniyeler ilerler ve Baskilli birden:
“Dukuz” der.
18. FARZET Kİ
Baskilli’nin biri yolda yürüyormuş. Kendisine otomobil çarpmış. Şoför demiş ki:
“Kardeşim! Ne işin var yolun ortasında?”
Baskilli demiş:
“Farzet ki ben yolda bi ağacım. Sen niye dikket etmedin.”
19. SELAM
Baskilli camide namaz kılarken namazın son rekatında sağa ve sola selam
verecekmiş.
Sağ omzunda sevap yazan meleğin olduğunu düşünüp:
“Esselamu aleyküm ve rahmetullah” demiş.
Sola selam verecekken sol omzunda günahları yazan meleğin olduğunu
düşünüp başını sola çevirmiş ve:
“Esselamu......de get ordan” demiş.
20. DELİ BASKİLLİ
Bir masanın etrafında Süpermen, He-man, Akıllı Baskilli ve Deli Baskilli
oturuyorlarmış. Masanın üzerindeki çantada 10.000 $ bulunmaktadır. Bu para çantasını kim alır?
“Deli Baskilli alır.”
“Çünkü diğer üçü hayali kahramanlardır.”
BİBLİYOĞRAFYA
ALPTEKİN, Ali Berat (1996), “Harput’lu Fıkra Tipi; Daldiklinin Osman Ağa”, Erciyes, 19 (218), Şubat, 29-32.
ARTUN, Erman (1995), “Yaşayan Adana Karatepeli Fıkraları”, İpekyolu Uluslararası Halk Edebiyatı Sempozyumu Bildirileri (1-7 Temmuz 1993, Ankara), Ankara,
19-55.
278
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
BORATAV, Pertev Naili (1969), Az Gittik Uz Gittik, Ankara.
BORATAV, Pertev Naili (1978), 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, İstanbul.
BORATAV, Pertev Naili (1991), “Nasreddin Hoca ve Memleketi Sivrihisar Üzerine”,
Folklor ve Edebiyat (1982) -II, İstanbul, 305-310.
ELAZIĞ İl Yıllığı’92, Ankara 1992.
ELÇİN Şükrü (1986), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara.
HANGÜN, İkrami (2001), Elazığ Fıkraları Arasında “Baskilli Fıkra Tipi”nin Yeri,
Elazığ (F.Ü. Sosyal Bil. Enst. Yüksek Lisans Semineri).
HANGÜN, İkrami (2002), Elazığ Fıkraları (İnceleme – Metin), Elazığ, (F.Ü. Sosyal
Bil. Enst. Yüksek Lisans Tezi).
KATI, İ.Ekrem (1998), Elazığ Fıkraları, Elazığ..
SAKAOĞLU, Saim (1989), “Ağınlı Fıkra Tipi İbik Dayı (Hayatı – Fıkra Tipleri İçindaki Yeri – Fıkraları)”, Türk Kültür Araştırmaları, XXVI (2), 1988, Ankara, 57-68.
SAKAOĞLU, Saim (1992), Türk Fıkraları ve Nasreddin Hoca, Konya.
TÜRKMEN, Fikret (1997), “Modern Mizah Teorilerine Göre Nasreddin Hoca Fıkralarının Yorumu”, Uluslararası Nasreddin Hoca Bilgi Şöleni (Sempozyumu) Bildirileri
(24-26 Aralık 1996, İzmir), Ankara, 47-52.
YILDIRIM, Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara.
279
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
HALK ANLATILARINDA DEL‹ T‹P‹ ÜZER‹NE BAZI TESP‹TLER
Determining ‘Madtype’ In Folk Narratives
Aynur KOÇAK
ABSTRACT
The ‘Mad Type’ is sometimes the main character of epics, folk narratives, legends
or folk tales and anecdotes. Is the ‘Mad Type’ that we encounter in folk narratives, the
same one in all other sort of narratives? Or it changes according to the features and
functions of the narrative types? The main point in the folk narratives is human and
human is reflected in the narratives by the characters that exemplify the common thoughts and perceptions of the society in the social life. The ‘Mad Type’ in the epics those are based on the characters who are brave enough to sacrifice their lives and the
‘Mad Type’ in the legends those tell about the characters who have miracles like saints
are different. The ‘Mad Type’ that is in the folk tales and anecdotes with humor, is on
a different line with the characters in other kinds of narratives. In this study, the ‘Mad
Type’ that change according to the features and functions of the narrative types will
be classified and determined as ‘heroism’, ‘sainthood’ and ‘craziness’.
Key Words: Folk narrative, mad type, heroism, sainthood, craziness.
“Deli ol ve bize algının peçesinin ardındaki gizleri anlat.
Hayatın amacı, bizi bu gizlere yakınlaştırmaktır ve
delilik bunun en hızlı atıdır.” Dahi ve Deli’den.
Sinom Winchester,
Halk anlatılarının merkezi, insan unsurudur. Toplumsal bir değerin kişileşmesi, bir değer yoğunluğunun insanlaşması olan tip sözcüğü, anlatma esasına bağlı türlerin en aslî unsurlarından biridir. Tipler, benzer özellikleriyle karşımıza çıkan, sabit özelliklere sahip karakter/karakterlerdir. Bunlar, sosyal hayatta, toplumun ortak görüş ve düşüncelerini yansıtmakla görevlidirler. Halkın
ortak yaratma gücünden doğan tipleri yaratan, toplumun içinde yaşadığı reel
şartlarıdır (Kaplan 1991: 55). Bugüne kadar üzerine çok şeyler yazılıp söylenen deliler bazen bir destanın, bir fıkranın, bazen bir halk hikâyesinin, efsanenin ve masalın birinci derecede kahramanı olmuşlardır. Bu çalışmada halk anlatılarında karşılaşılan deli tipleri “yiğitlik”, “velilik” ve “akıl hastalığı” bağlamında sınıflandırılarak değerlendirilmeye çalışılacaktır.
i. Delilik ve Kültür
Her kültür, akıl hastalığını kültüre hâkim olan inançlara göre algılamıştır.
Bu inançlara göre, deliliğin bir meydan okuma olarak görülmesi bile müm-
280
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
kündür. Bir kültürde normal sayılan bir kimse ve davranış bir başka kültürde
pekâlâ akıl hastası olarak nitelendirilebilmektedir. ‘Deli’ ve ‘çatlak’ gibi popüler terimler bize temel varsayımlarımızı hatırlatmayı sürdürmektedir.’Sonunda
kafayı mı yedik yoksa? Çılgınca fiyatlar!’ şeklindeki ifadelerle reklâm yapan
şirketler, her aklı başında insanın alış-verişte veya üretimde maddi kazancını
azami düzeye çıkarmak için sergilemesi beklenen davranış kalıbını onaylamaktadırlar. Kwakiutl topluluğu içerisinde, potlach ‘kaynakların delice bir kullanımı’ tanımıyla meşrulaştırılmıştır (Sayar, 2000:123).
Bazı kültürlerde toplumla akıl hastası arasındaki münasebetler çok katı ve
çoğu kere insanlık dışı olabildiği halde, bazı kültürlerde bu kimseler normal kişilerden hiçbir şekilde ayırt edilememektedir. Bu açıdan bakılırsa akıl hastalığı hakiki anlamında bir hastalık olmayıp, belli kültürlerde, belli normlarla değerlendirilen itibari bir düşünce, konuşma ve davranış tipi olarak da düşünülmektedir (Ziyalar, 1980: 58-59). Akıl hastası denilen insanlar diğer insanların
kolaylıkla anlamadığı, kendilerine özgü bir simgecilik kullanırlar. Aslında her
hastalık kendisini yerel kültürün sıkıntı ifadeleriyle dışavuran, o kültürün açıklama modellerini kullanan bir şifredir (Sayar, 2000:11). Yapılan bir araştırmaya göre, halk arasında “deli” adı verilen ruh hastalarının kendi kendine konuşmak, gülmek, saldırmak, kaçıp gitmek şeklinde davranışlar yapmadığı sürece, araştırılan toplum tarafından tanınmadığı ve hasta kabul edilmediği görülmüştür (Kurt, 1991:96).
Akıl, insanın diğer canlılar arasındaki üstünlüğünü sağlayan kudrettir. Çünkü akıl; kişinin sadece hayat mücadelesindeki başarısını sağlamakta kalmaz,
“şuur altı dünyası” adı verilebilecek ve asıl büyük çatışmaların meydana geldiği iç âlemi düzenler, ruhî olayların bir plân içinde oluşmasını sağlar. Bireyin
ruhî hayatını, heyecan, korku, çapraşık arzular, ihtiraslar, ahlâksız eğilimler
gibi birçok tesirlerden korur (Songar, 1981: 26). Mahzar Osman “Tababeti
Ruhiye” adlı eserinde, “delilerin pek küçük kısmı bimarhanede kapatılmıştır;
çoğu dışarıda serbesttirler (…) manyaklara coşkun ve akıllı deli, matuh ve abdallara evliya diyenler eskiden pek çoktu, şimdi de hiç az değil” (Mahzar Osman, 1941:16) şeklinde tespitlerini aktarır. Delice davranıştan çoğunlukla
toplumun kurallarını altüst etmesi beklenir (Sayar, 2000:121).
“Deliliğe Övgü” adlı eserinde Erasmus, “insanların ekserisi delidir, hatta
denebilir ki deliliğin birkaç nevini nefsinde taşımayan bir tek fert yoktur; halbuki bütün dostluklar benzerliğe dayanırlar” (Erasmus, 2001: 33) diyerek
dikkatleri deli ve delilik üzerinde çeker1. Bir atasözünde, “Herkesin bir delilik
damarı vardır” gerçeğinin altını çizilir. Bir anne de yavrusunu uyuturken söylediği ninnide “Köyümüzün adı Veli /Kimi uslu, kimi deli” insanları “deli ve
“uslu” olarak değerlendirir. Büyük halk ozanı Karacaoğlan da kendindeki deliliğin farkındadır: “Karacaoğlan der ki yandım da öldüm/Her deliliği ben kendimde buldum” .
1 Bkz. Michel Foucault, Psikoloji ve Ruhsal Hastalık, Çev. Muhsin Hesapçıoğlu, İstanbul 2000.
281
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
“Atın dorusu, yiğidin delisi”, “Yiğidin delisi makbul olur” atasözlerinde
makbul deliler anılırken, “Al deliden uslu haberi” sözünde ise deli-uslu ilişkisi vurgulanır. Acaba aklını yitirmiş olan, aklî dengesi bozulmuş karşılığındaki
delilerle ilgili bir şey söylenmemiş midir? Elbette halk zekâsı onları da değerlendirmekten çekinmez: “Deli ile helva yemekten uslu ile savaş yeğdir”, “Deli ile Pazar, alt yanı mide bozar”, “Baktın deli savul geri”.
Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, birçok köy, kasaba topluluklarından her biri ötekini yermek amacıyla o köy/kasaba halkının saflıklarına, deliliklerine ait
hikâyeler anlatılır. Karatepeli / Sivrihisarlı hikâyeleri de bunlara benzer şekilde oluşmuştur. Bu hikâyeler, yöre halkı üzerine, onların saflıklarını ve acayiplikleri ile eğlenmek için ortaya çıkmışlardır. Anadolu halk kültüründe delilik
çeşmesi, delilik pınarı, delilik kaynağı motifine de sık rastlanır (Artun, 1995:
22). Örneğin, rivayete göre, Karatepeliler suyundan içtikleri “Delilik Pınarı”
kuruduktan sonra akıllanmışlardır (Boratav, 1969:431).
Mecazen “korkusuz, gözü pek, atılgan” anlamında kullanılan “deli” kelimesi Osmanlı tarihinde delice cesaret ve atılganlıklardan dolayı “deliler” adıyla
bir askerî zümreyi ifade eder. İlk ortaya çıkışları hakkında kesin bilgi bulunmasa da XV. yüzyıl sonlarından itibaren ve esas olarak XVI. yüzyılda istihdam
edildikleri bilinmektedir. Bu deli süvariler, kadere iman ve tevekkülün verdiği
“yazılan başa gelir” düsturunu prensip edindiklerinden deli süvarileri tehlikelerden kaçınmazlar, cesaret ve kıyafetleriyle düşmanı şaşırtırlardı (Özcan,
1994: 132-135). Çoğu Türk olan iri yarı, cesaret ve yiğitlikleriyle tanınmış ve
akıncılara benzeyen bu hafif atlı sınıf, korkusuzca düşmana saldırmaları, kelle koltukta savaşmaları, yani akıllının cesaret edemeyeceği işlere cesaret etmeleri sebebiyle deli sıfatıyla anılmışlardır (Ünal, 1997:73).
Türk halkı arasında akıl ölçüsü dışında cesaret gösterenler için, Osmanlı
ordu teşkilatı içindeki bu delilerden gelen bir alışkanlıkla “deli” lâkabı verilmektedir. “Tarih-i Peçevî’deki Grigal Kalesi Destanı” ında “Kesik Baş Destanı”
olarak da bilinen destandaki Deli Mehmed ve Deli Hüsrev2, Garijgal ismindeki serhat kalesinde oluşmuş “Başını Vermeyen Şehit” menkıbesinin kahramanlarıdır. Bu kahramanların deli sıfatları ordu teşkilatındaki deliler zümresine bağlılıktan gelmektedir.
Delilik ve deli ile ilgili olarak bu kısa açıklamalardan sonra halk anlatılarındaki deli tipi üzerinde durabiliriz. Halk anlatılarındaki deli tipi üç biçimde karşımıza çıkmaktadır: Alp/yiğit deli tipi, veli deli tipi ve akıl hastası deli tipi.
2 “Tarih-i Peçevî’deki Grigal Kalesi Destanı” ında askerler arasındaki Deli Mehmed ve Deli Hüsrev adlı yiğitler son derece cengâverdirler ve yalın kılıçlarla örnek bir mücadele verirler. Onlara yakın kılıç sallamakta olan kale kadısı, bir düşman süvarisinin âniden Deli Mehmed’in kellesini uçurduğunu görür. Süvari düşen başı alıp uzaklaşmak üzereyken, vaziyeti fark eden
Deli Hüsrev’in arkadaşına “canını verdin, başını verme!” diye haykırdığına şahit olur. Başsız
yatan Deli Mehmed, kadının gözleri önünde hemen fırlar ve bir hamlede süvariyi yere yıkarak başını elinden alır, oraya uzanıverir.” A.Yaşar Ocak, Türk Folklorunda Kesik Baş, Ankara 1989, s. 25-26
282
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
(ii) Alp/Yiğit Deli Tipi
Alp tipi yiğitlik, galebe çalma ve hâkim olma ihtiraslarına sahip (Kaplan,
50) dışa dönük aktif bir tiptir. Alp tipinde Diyonizyak bir taraf vardır. O, ölçülü ve hesaplı değil, coşkundur, bazen “deli” kelimesi ile sıfatlandırılırlar. Bu
coşkunluk ve delilik yüzünden başı, sık sık belaya girer (Kaplan, 1991:51).
Destanlarda ideal insan tipi, daha çok kendi şahsi hırslarının ve arzularının
çok üstüne çıkmış, kendi toplumu için her defasında hayatını ortaya koyma
cesaret ve kabiliyeti göstermiş karakterler etrafına bina edilmiştir (Ekici
:124). Bunlar, korkusuzdur, gözü pektir, atılgandır ve halk da bunlara kısaca
“deli” demiştir.
Dede Korkut hikâyelerinin en belirgin ve en önemli tipi alp tipidir. Dede
Korkut hikâyelerinin Tük kültür tarihi bakımından en kıymetli taraflarından biri, alp tipinin nasıl yetiştirildiğini gösteren sahneleri içermesidir. Her medeniyet şekli kendisini yaşatacak insan tiplerini özel olarak yetiştirir. Bunun için
bazı müesseseler yaratır. Göçebe toplumda bu yetiştirme fonksiyonu, örf ve
âdetler tarafından gerçekleştirilir (Kaplan, 52). Anlatma esasına bağlı türlerin
geçerli, gerekli ve orijinal olmasını sağlayan “orijinal tip yaratma” özelliği, Dede Korkut hikâyelerinde en üst yansımasını bulur. Hikâyelerdeki yiğitler bahadır, deli, yahşi yiğitlerdir ve bunlara hiç kapı baca yoktur.
Dede Korkut hikâyelerinde adlarına “deli” sıfatı eklenen yiğitler Deli Dumrul, Deli Karçar, Deli Dündar, Deli Budak, Deli Evren’dir. Araştırmacıların “epitet” adını verdikleri “bir ismi veya folklor araştırmalarında kahramanın ismini
bir sıfatla veya isimle veya bir sıfat cümlesi ile tamamlayan bu söz ve cümleler” rast gele seçilmemiştir. Epitetlerde sık sık söylenen şeyler, Oğuz göçebelerinde nelerin yiğitlik sayıldığı ve hangi değerlerin saygın bulunduğu da göstermektedir (Başgöz, 1998: 34-35). Uzun söz kalıpları halindeki epitetler, yiğitlikleri ile ün kazanmış Oğuz beylerine ayrılmıştır. Örneğin, “Demürkapı Dervendindeki demir kapıyı tepip alan, altmış tutam ala gönderinin ucunda er
böğürden, Kazan gibi pehlivanı üç kez atından yıkan Kıyan Selçuk-oğlu Deli
Dündar” ve “ejderhalar ağzından adam alan Deli Evren” bu yiğitlerdendir.
Hikâyelerdeki delilerden Deli Dündar, Kazan gibi bir pehlivanı üç kez atından yıkmıştır. Kazan beyi atından yıkmak kolay bir şey olmasa gerek. Deli
Dündar, Demürkapı Dervendindeki demir kapıyı tepip almış, altmış tutam ala
gönderinin ucunda er böğürtmüştür. Hikâyelerdeki bir başka deli de Deli Evren’dir. O da ejderhalar ağzından adam alacak kadar bir yiğit kişidir.
Hikâyelerdeki bir başka deli kişi de Deli Karçar’dır. Bu deli de Dede Korkut’a kafa tutmuş onu öldürmek istemiştir. Alp tipinin şahsiyet ve hayat görüşünü değiştirmeye başladığı hissedildiği hikâyelerde (Kaplan, 60) bir veli olan
Dede Korkut, Deli Karçar’ın kendisini öldürmek için havaya kalkan kılıcını duası ile durdurmuştur. Kemal Abdullah, Gizli Dede Korkut adlı çalışmasında,
ona Deli lâkabının Karçar’a akıl eksikliği yönünden değil, muhtemelen kahra-
283
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
manlıkları ve delikanlılığıyla ilgili olarak verildiğine deyinir (Abdullah,
1997:163-164) .
Hikâyeler içinde bir deli yiğit vardır ki onu tanımayan yoktur. Deli Dumrul,
Orta Asya kökenli mit ve masallarda, fizik gücü yüksek, kılıcı keskin, cesur,
ama biraz “deli” canlı, saf yanıyla her zaman telkine ve kandırılmaya müsait,
ruhsal durumu değişkenlik gösteren, dürtüselliği, kolay öfkelenmesi ve çocuksu çizgilerle betimlenen “yiğit”( Saydam, 1997:97) ler sınıfına dâhildir.
Çok boyutlu bir alp tipi olan Deli Dumrul, insanın trajiğini bütün varlık alanları ile yaşayan/simgeleyen bir kişidir. Deli Dumrul’la ilgili “kültür psikolojisi”
bağlamında yapılan bir araştırmada onun “şahsında tek tanrılı bir din olan İslâm’ın inanç dizgesi ve İslâmiyet’in zorlayıcı gücüyle karşılaşan, animist-şamanist eski Türk topluluklarının yaşadığı sancılı/coşkulu geçiş sürecinin kahramanları olan atalarımızı bulabileceğimiz” üzerinde durulmaktadır (Saydam,
1997:9).
Kaplan, Köroğlu’nu alp tipi kadrosuna dâhil eder, onun da Oğuz Kağan ve
Dede Korkut kahramanları soyundan geldiğini dile getirir ve Köroğlu’nun onlar gibi “yiğitlik”i en üstün kıymet sayan, aktifi dışa dönük, savaşçı bir tip
(Kaplan, 101) olduğundan söz eder. Bayat da Köroğlu’nu kültür ve medeniyet geçitlerini yaşatan bir tip olarak değerlendirir ve bütün varyant ve versiyonlarda bütün tarafları ile alp eren olduğunu belirtir (Bayat, 2003:136). Destan kahramanı Köroğlu da bir alp -deli tipi olarak karşımıza çıkar. Köroğlu’nun
adı bazı yerlerde “Deli Ali”dir, babası Deli Yusuf’tur. Boratav, Köroğlu Destanı’nın Maraş, Huluflu, Paris rivayetlerinde kahramanlara verilen “deli” sıfatının
bir Oğuz ananesi olduğuna işaret eder (Boratav, 1984: 76).
Köroğlu hikâyelerinde karşımıza başka deliler de çıkar. Köroğlu’nun arkadaşlarına “deliler” denmektedir ve bunların en önemlilerinden biri Deli Hasan/Dellek Deli Hasan’dır (Ekici, 2004:132).
Halk hikâyeleri, konuları ve toplum içindeki görevleriyle destanlardan farklılaşmağa yönelmiş bir tür olarak karşımıza çıkmışlardır. Destanda bir toplumu tüm olarak temsil eden kahramanların toplum adına dış düşmanlarla, ya
da insan-dışı varlıklarla savaş ya da barış halindeki ilişkilerinin dile getirilmesine karşılık, halk hikâyelerinde anlatılan ilişkiler toplum-içi, bireyler ya da tabakalar arasındakilerdir (Boratav, 1992: 52).
Eşref Bey Hikâyesinde, “Deli Murat” halkını haraç vermekten kurtaran bir
kahramandır (Behçet Mahir, 1999). Ercişli Emrah ile Selvihan Hikâyesinde,
Emrah’ın idamını engelleyen, Kara Cellat’ı öldüren “Deli Cellat”tır (Bali,
1973). Âşık Garip Hikâyesinde, “Deli Mahmut” sadakatin, dostluğun simgesi bir tiptir. Âşık Garip’in en sadık arkadaşıdır (Türkmen, 1974). Halk hikâyelerindeki “Deli Murat, Deli Cellat, Deli Mahmut” gibi deli tipleri “dostluk, arkadaşlık, mertlik” unsurunun ağır bastığı gözü pek delilerdir.
Destanlardaki “deli, yahşi” yiğitler, halk hikâyelerinde de bu özelliklerini
koruyarak karşımıza çıkmaktadırlar.
284
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
(iii)Veli Deli Tipi
Bir özleyişin ifadesi olan belirli bir tipi yaşatan onu idealize eden toplumdur. Toplumun içinde bulunduğu sosyal durum ve medeniyet şekli değişirse
onlara cevap veren reel ve ideal tipler de değişir. Eski çağlara ait bir tip, başka bir medeniyet dairesinde dejenere olur ve er geç ölür. Çünkü bir toplumda,
belirli bir tipi yaşatan, o toplumun içinde bulunduğu tarihî an ve durumudur
(Kaplan, 111). İslâmî devirde, Türk kültürüne giren en önemli fikirlerden biri,
Allah’ın insan iradesini aşan sonsuz kudret fikridir. Veliler3, işte bu manevi
kuvvetin temsilcisi olarak ortaya çıkarlar. Alp tipinin şahsiyetine “hareket” ve
dışa dönüklük, veli tipinin şahsiyetine ise “manevi” güç içe dönüklük hâkimdir (Kaplan, 5).
Efsane, duygusal, ahlâkî, objektif, zamana ve mekâna bağlı bir anlatım türüdür. Halk, anlatılan efsaneye “halkın saf ve eleştirisiz hayatını anlattığı için”
inanmak ister (Lüthi, 2003: 314-315). Efsanenin başlıca özelliği inanış konusu olmasıdır. Halk arasında ermişlerle ilgili anlatılan efsanelerde “mecnun” ve
“meczup” terimleriyle karşılaşılmaktadır. Mecnun, “çılgın, deli, cinlere uğramış”, meczup ise, “hiçbir zahmet çekmeden kısa zamanda bütün makamları
aşan ve vuslata eren kişi”dir. Meczuplara “mecânîn-i ukalâ” (akıllı deliler) da
denir.
Meczuplar, halk nazarında diğer insanlardan farklı bir gözle görülürler.
Halk onlarda, velilere ait bir takım kerametleri görmek ister. Bunlar da efsanelere konu olurlar. Efsanelerdeki bu tipler, “deli” olarak adlandırılır. Onlarda
velilere ait kerametlerin varlığı kabul edilir. Halk bu tipte manevi bir kuvvet olduğuna inanır. Bunlar, uzaktan kendisine gönderilen selamı alır, gaipten haber
verebilir, insanların rüyalarına girer, insanları görmeden tanır4. Bu efsaneler3 “ Tasavvuf ıstılahında velî, “Allah’ı seven, dost edinen ve O’nun tarafından dost edinilen” anlamında alınıp kullanılmıştır. Zamanla bu kavram genişleyerek, benliğini Allah’ta yok etmek
suretiyle bir takım üstün vasıflar kazanarak harikulade şeyler izhar edebilen büyük insan
manasını almıştır.” A. Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler, Ankara
1997, s.1.
4 “DELİ MUSTAFA
Harput’ta bazen çıplak, bazen de gariplikleri ile tanınan Mustafa’yı, çevresinde hemen hemen
herkes bilir ve onunla ilgili, çok değişik hikâyeler anlatılır. Bunlardan birisi de şu şekildedir:
Harput’tan bir zât, Hicaz’a gitmek için hazırlıklar yapar ve günler süren yolculuktan sonra Kabe’ye ulaşır. Orada, Hac farizasını yerine getiren kişiye, tanışmış olduğu bir arkadaşı şaşılacak bir soru sorar:
“Hacım, Harput’ta bizim bir Deli Mustafa’mız var, sen onu tanıyor musun?”
“Tabiî, elbette tanırım Deli Mustafa’yı.”
“Öyleyse, benden ona, selâm götür” der ve vedalaşırlar.
Harputlu hacımız, memleketine döndüğünde herkes gibi, Mustafa da onu ziyarete gelir. Hal
hatırdan sonra, selamı unutan Hacı’ya, Mustafa:
“Hani, bana bir selam gönderilmişti., onu neden söylemiyorsun?” der.
O zaman Hacı, bunun ermiş bir kişi olduğunu anlar ve mahcubiyetini ifade eder.” Fırat Havzası Efsaneleri (Metinler), Haz. Ali Berat Alptekin, Antakya 1993, s. 63-64.
285
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
de deliye yapılan kötü hareket cezasız kalmamakta, hakaret eden şahıs uyarılmaktadır. Meczuplarla ilgili bu anlatılarda tayy-i mekan/tayy-i zaman hadisesi görülmektedir5.
Halk düşüncesi, deli tipini destanlardan, hikâyelerden almış ve efsane dünyasındaki ermişlerle birleştirmiştir. Velilere ait kerametleri gösteren kişiler, efsanelerde “deli” olarak vasıflandırılarak karşımıza “veli-deli tipi” şeklinde karşımıza çıkmıştır.
(iv) Akıl Hastası Deli Tipi
“Baktın deli, savul geri”, “Akıllı bildiğini söyler, deli söylediğini bilmez”,
“Deli ile sarhoşun meydanı birdir” atasözlerindeki delilerde davranış bozuklukları olur, konuşmalarında düzensizlikler, anlamsızlıklar görülür. Deli olarak
isimlendirilen bireyler; uyumsuz davranış ve hareketleriyle, en yakınından
başlayarak çevresini çok güç duruma düşürülebilir. Bunlarda süper ego zayıfladığından, toplumca onaylanmayan benzer davranışları yineleyebilirler (Kurt,
1991: 95-96).
Masallar, “tezatların ahengi”nden oluşan bir estetik dokuya sahiptirler. Tezat unsurları öncelikle masalın konusunda karşımıza çıkar. İyi/kötü, âdil/zâlim, dürüst/kurnaz, temiz yürekli/kıskanç gibi kahramanların birbirinden kesin hatlarla ayrılan zıt içerik özellikleri gibi kahramanların dış görünüşlerinde
de zıtlıklara yer verilir. Böyle karşıtlıkları içinde barındıran masallarda “akıllı”
tipine karşı “deli” tipi/tipleri yer alır. Anlatı türleri içinde deli tipine rastlanılan
masallar, geçekçi masallardır. Gerçekçi masalların, Keloğlan’la Köse’nin maceralarına benzer masalların bir bölüğü deli kişilerin masallarıdır (Boratav,
1992: 85).
TTV de 324 ve 327’de yer alan deli-kişilerin masalları, masalcının hünerine ve dağarcığındaki gereçlerin azlığına çokluğuna göre uzayıp kısalabilen,
birbirine eklenebilir nitelikte macera kesimlerinden meydana gelmiştir; en ünlüleri “Deli oğlanla akıllı oğlanlar” ve “Edi ile Bidi” serileridir6.
5 “DELİ CEVDET, Aslen Mardinli olup Elazığ’da yaşayan Cevdet iri yarı bir kişiydi. Bir gün sabah derki: -Bingöl gitti, Bingöl. Gerçekten de akşamüzeri Bingöl depremi olur.” İsmail Görkem, Elazığ Efsaneleri Üzerine Araştırmalar (Metinler ve İncelemeler) Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Elazığ 1987, s. 211.
6 Mehmet Tuğrul, “ Deli Keloğlanla Akıllı Keloğlan”, “Deliler”, Mahmutgazi Köyünde Halk Edebiyatı, İstanbul 1969, s. 223-225;, Pertev Naili Boratav, “Akıllı Oğlanlarla Deli-Oğlan” , “Deli-Gücük”, Az Gittik Uz Gittik, İstanbul s. 338-343; (TTV 219 AaTh 562 ana motifiyle Türk
masalına çok yaklaşır. TTV’de masalın 4 anlatması incelenmiştir; Esma Şimşek, “Deli Oğlan”, Yukarıçukurova Masallarında Motif ve Tip Araştırması, C.II, Ankara 2001, s.272-275;
(Saim Sakaoğlu, “Korkak Deli”, Gümüşhane Masalları, Ankara 1973, s. 470- 472;, Muhsine
Helimoğlu, “Yedi Deliler”, Masallar ve Eğitimsel İşlevleri, Ankara 2002, s.490-491; “Deli Karı”, Der. Salih Tan, TFA, II/48, Temmuz 1953; “Deli Kardeş”, yaz. Ayhan Başdal, , TFA, IV/93,
Nisan 1957; “Delinin Marifeti”, Der. Numan Kartal, TFA, XV/301, Ağustos 1974; “Delinin Aklı”, Der. Numan Kartal, TFA, XV/294, Ocak 1973;, Abdürrahim Dede, “Azrail ile Deli”, Batı
Trakya Türk Folkloru, Ankara 1978, s.15; Ahmet Edip Uysal, “Deli Mehmed’in Maceraları”,
Yaşayan Türk Halk Hikâyelerinden Seçmeler, s.83-92.
286
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Masallardaki deliler, akıllıların değerlerinin (maddi/manevi) aksine hareket
eden tiplerdir. Bunlar normalin dışına çıktıkları için deli olarak adlandırılmaktadırlar. Yapılmayacak şeyleri yaparlar; çoğu zaman tesadüfen altın vb. değerli eşyalara sahip olurlar. Bu masallarda delilik sonucu meydana gelen traji-komik olayların yanı sıra “deliyle iş görenin hali”dir.
Sözlü edebiyat ürünleri arasında halk mizahını temsil eden en tipik estetik
yapı fıkradır. Kuruluş bakımından tez ve anti tezden oluşur (Yıldırım, 1999:8).
Fıkranın estetik yapısını tezat unsuru kurar ve konuşma önemli bir yer tutar7.
Sosyal hayatla uyum sağlayamayan, toplumun düzenini bozan, insanları huzursuz eden cahillik, beceriksizlik dikkatsizlik, uyumsuzluk, yaşamın makineleştirilmesi gibi insana özgü her konu, hareket, düşünce, fıkranın konu kapsamına girer (Eker, 2003: 80). Doğallığın bozulduğu her düşünce ve davranış;
dikkatimizi insanın ruhî özelliklerinden ayırıp salt bedenî yönüne çeken olay,
gülmenin malzemesini oluşturur (Eker, 2003: 69).
Fıkra konusu, daha ziyade fıkra-tipi adı verilen kahramanlara göre ele alınmış, bu açıdan tasnif edilmiştir. Fıkraların tasnifine ilişkin çalışmalarda deli tipinin de değerlendirildiği görülmektedir. Faik Reşat, “Mucânîn ve Mecâzib”
(Yıldırım, 21) başlığı altında ele alırken, Lami Çelebi, “Deliler üzerine hikâyeler” (Yıldırım, 22) olarak değerlendirmiş, Dursun Yıldırım da “gündelik fıkra
tipleri”nin altında “mariz ve kötü tipler” (Yıldırım, 31) içinde incelemiştir.
Türk halkı, sağduyuyla bağdaşmayan işlemlere tutumlara ve yasalara
karşı tepkilerinin sözcülüğünü yarattığı kişilere yüklemiştir (Boratav, 1982:
318-327). “Deli fıkraları” akıl hastaları, ruh doktoru, psikiyatr ile ilgili fıkralardır8. Bu tür fıkralarda “deli” sözcüğü “akıl hastası” olarak kullanılmaktadır.
Psikiyatristin veya akıllı insanın karşısında deli tipi vardır.
Bu tür fıkralarda hastane, doktor, başhekim, gibi kelimelerin kullanımı onların “doktor fıkraları” olarak adlandırılmaması için daima “deli ve delilere”
veya bunlarla ilgili kavramlar kullanılmaktadır. Bu fıkralar genellikle akıl hastanesi, tımarhane ve Bakırköy’de geçer. Bunlarda deli tipi genellikle akıl hastası olarak geçse de bazen de akıllı insanlarla dalga bile geçerler. Deli fıkralarını içeren kitaplarda aynı zamanda sarhoş fıkraları da yer almaktadır. Görü7 “Tımarhaneye ziyarete giden gazeteci odaların birinde bir akıl hastasının iki eli üzerinde dengede durmaya çalıştığını gördü. – Çok marifetlisiniz, dedi deliye. Uzun zamandır bu durumdasınız. Hayli güç ve yorucu bir numara olsa gerek. Deli bu sözler üzerine başını gazeteciye
çevirerek:-Hayır, güç olan bu halde durmak değil. Böyle baş aşağı dururken, dünyayı parmaklarının ucunda tutmak.”
8 “DELİ DEĞİLİM”
Hastanede psikolojik tedavi gören bir adama, doktor müjdeyi verir:
-İyileştiniz. Artık deli değilsiniz. Karınız sizi bekliyor. Evinize gitsenize.
Adam, sessizce cevap verir:
-Gitmem doktor bey.
-Niçin gitmek istemiyorsunuz?
-Artık deli değilim.” Sinâ Cimcoz, Deli&Sarhoş Fıkraları, İstanbul 2001, s.9.
287
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
len odur ki delilerle sarhoşlara gülmek herkesin kolayına gelmektedir. Çakırkeyif adam, kendini deliliğe gönüllü olarak kaptıran kişidir. Yani fıkralarda diğer ‘geçici’ deliler sarhoşlardır, diyebiliriz.
Görüldüğü gibi, masallardaki ve fıkralardaki deli tipi, akıllıların değerlerinin
aksine hareket eden, normalin dışına çıktığı için “deli” denen akıl hastası deli tipidir.
Sonuç
Genel olarak akıl hastası; gözü pek, azgın; meczup anlamlarına sahip “deli”, halk anlatılarında anlatının fonksiyonuna paralel bir tip olarak görülür.
“Korkusuz, gözü pek, atılgan” anlamında kullanılan deli, destan ve destan
uzantısı hikâyelerde karşımıza çıkar. Efsaneyi diğer türlerden ayıran özelliği
olan inanç boyutuyla birlikte meczup, veli tipine eşdeğer deli bu türün deli tipi olur. Masallarda orta çizgi yoktur; iyi/ kötü, güzel/çirkin, ak/kara karşıtlığına akıllı karşıtı olarak deliye rastlanır. Fıkrada mizah ön plandadır. O halde bu
işleve uygun doğallığa uyumsuz, güldürecek deli, fıkra tipi olarak karşımıza
çıkar.
KAYNAKÇA
Abdullah, Kemal (1997), Gizli Dede Korkut, İstanbul.
Artun, Erman (1995),”Yaşayan Adana Karatepeli Fıkraları”, İpekyolu Uluslararası
Halk Edebiyatı
Sempozyumu Bildirileri 1-7 Temmuz 1993, Ankara.
Bali, Muhan (1973), Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesi/Varyantların Tesbiti ve
Halk Hikâyeciliği Bakımından Önemi, Ankara.
Başgöz, İlhan (1998 ), “Dede Korkut Destanında Epitetler”, Çev. Nebi Özdemir, Milli Folklor, S.37, Bahar, s. 23-35.
Bayat, Fuzuli (2003), Köroğlu- Şamandan Âşıka, Alptan Erene, Ankara.
Behçet Mahir’in Bütün Hikâyeleri (1999), Haz. Saim Sakaoğlu,vd., C.II, Ankara.
Boratav, Pertev Naili (1969), Az Gittik Uz Gittik, Ankara.
Boratav, Pertev Naili (1982), Folklor ve Edebiyat, İstanbul.
Boratav, Pertev Naili (1984 ), Köroğlu Destanı, İstanbul.
Boratav, Pertev Naili (1992), 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, İstanbul 1992.
Eker, Gülin Öğüt (2003), “Fıkralar”, Türk Dünyası Halk Edebiyatı, C.III, Ankara.
Ekici, Metin (2004), Türk Dünyasında Köroğlu, Ankara.
Erasmus (2001), Deliliğe Övgü, Ankara.
Fırat Havzası Efsaneleri (Metinler), Haz. Ali Berat Alptekin, Antakya 1993.
Görkem, İsmail (1984), Elazığ Efsaneleri Üzerine Araştırmalar (Metinler ve İncelemeler) Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ.
288
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
Kaplan, Mehmet (1991), Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3, Tip Tahlilleri, İstanbul.
Kurt, İhsan (1991), Türk Atasözlerine Psikolojik Bir Yaklaşım, Ankara.
Lüthi, Max (2003), “Masalın Efsane, Menkabe, Mit, fabl ve Fıkra Gibi Türlerden
Farkı”, Çev. Sevengül
Sönmez, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Haz. Gülin Öğüt Eker,vd, Ankara.
Mahzar Osman (1941), Tababeti Ruhiye, İstanbul.
Ocak, A.Yaşar (1989), Türk Folklorunda Kesik Baş, Ankara.
Ocak, A. Yaşar (1997), Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler, Ankara.
Özcan, Abdülkadir (1994), “Deli”, TDV İslam Ansiklopedisi C.9, İstanbul.
Sayar, Kemal (2000), Psikiyatri ve Kültür, İstanbul.
Saydam, Bilgin (1997), Deli Dumrul’un Bilinci, İstanbul.
Songar, Ayhan (1981) Çeşitleme, İstanbul.
Türkmen, Fikret (1974), Âşık Garip Hikâyesi, Ankara.
Ünal, Mehmet Ali (1997), Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta.
Yıldırım, Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara.
Ziyalar, Adnan (1980), Sosyal Psikiyatri, İstanbul.
289
MİTTEN MEDDAHA TÜRK HALK ANLATILARI ULUSLARARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİ
290

Benzer belgeler

Osmanlı Edebiyatında Karagöz ﻓﻲ اﻻدب اﻟﻌﺛﻣﺎﻧﻲ ( ﺧﯾﺎل اﻟظل ) ﮐوز ه ﻗر Yıldız

Osmanlı Edebiyatında Karagöz ﻓﻲ اﻻدب اﻟﻌﺛﻣﺎﻧﻲ ( ﺧﯾﺎل اﻟظل ) ﮐوز ه ﻗر Yıldız Bu bilimsel gelişmeler doğrultusundan hareket edilecek olursa “Hacivat ile Karagöz” perde oyununun Yunanlılara mı yoksa biz Türklere mi ait olduğunu tartışmak, bilimsellikten çok siyasi bir tartışm...

Detaylı