42.sayıya ulaşmak için tıklayınız

Transkript

42.sayıya ulaşmak için tıklayınız
CMYK
CMYK
Ankara’da CMOK’tan “Sömürenler
Demokrasisi-Hırsızlar Düzeni” paneli
Halkın Kurtuluş Partisi’nden...
Cumhuriyet Gazetesi Okurları tarafından, Uğur
Mumcu’yu anmayı da içeren, Tuzluçayır’da, Yozgat
Büyükincirli Köyü Derneği’nde, 120 civarında bir
katılımla, 29 Ocak Perşembe günü “Sömürenler
Demokrasisi-Hırsızlar Düzeni” başlıklı bir panel
gerçekleştirildi. Etkinliğin panelistleri, Halkın
Kurtuluş Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Metin
Bayyar, Dr. Ali Rıza Üçer ve Vahap
Erdoğdu’ydu.
BDT’de kriz tartışıldı
Derleniş Yayınları ve Kurtuluş Yolu
Bursa Kitap Fuarı’nda
Kurtuluş Partisi Genliği’nin Bilimsel Düşünce
Topluluğu,
Hacettepe
Üniversitesi
Beytepe
Kampusunda, “Kapitalizmin Krizi ve Türkiye” adlı
bir panel gerçekleştirdi. Ankara Üniversitesi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Doğan Yücel, Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr.
Erinç Yeldan ve ODTÜ İktisat Bölümü emekli Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Oktar Türel’in panelist olarak
katıldığı etkinliğe 110 kişi katıldı.
Bu yıl yedincisi düzenlenecek olan
Bursa Kitap Fuarı’na Derleniş Yayınları
ve Kurtuluş Yolu Gazetesi katılıyor.
Bursa 7. Kitap Fuarı, 28 Şubat–7 Mart
2009 tarihleri arasında 11:00–20:00
saatleri arasında açık olacak.
www.kurtulusyolu.org
ISS 1305-8975
YIL: 4 • SAYI: 42 6 BUBAT 2009
15 GÜNLÜK SİYASİ GAZETE
FİYATI: 50 Ykr
Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D
Emperyalistlerine Meydan Okuyor
Halkın Kurtuluş Partisi Küba Devrimi’yle hep omuz omuza:
Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş,
Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş…
Oysa dünya, halkların omzu üzerinde durur
Kıpırdasın da gör!
(Can Yücel)
İzmir
P
Ankara
50’nci Yılında Küba Devrimi Halklara
Umut Olmaya ve Yol Göstermeye Devam Ediyor
aris Komünü’nde kıpırdamıştı halklar.
Gördü dünya, tarihteki ilk işçi devleti
olan Paris Komünü’nü. 18 Mart
1871’de başlayıp sadece 73 gün süren Paris
Komünü, aradan geçen yıllara karşın bütün
canlılığıyla insanlığa yol göstermeye devam ediyor.
Paris Komünü ateşlemişti halkları. 1917
Ekimi’nde bir kez daha kıpırdadı halklar ve
dünyanın ilk başarılı işçi devrimi gerçekleştirildi. Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle: “Proletarya Diktatörlüğü Paris
Komünası’nda birinci adımı atmasa idi,
şüphesiz ikinci adım Sovyetler Devrimi o
denli bilinç ve başarı ile gerçekleşemezdi.”
Paris Komünü’nün eşsiz dersleri, o pratiği günü gününe izleyen Marks-Engels
Ustalar tarafından önce teorileştirildi.
Sonra pratik mücadele silahları olarak
Devrimcilerin (İnsanlığın) hizmetine sunul-
Başyazı
du. O teoriyi özümseyen ve geliştiren Lenin
Usta, o teori ışığında mücadele ederek,
dünyanın ilk başarılı işçi devletini, ilk proletarya diktatörlüğünü kurabildi.
1920’lerde üzerinde yaşadığımız coğrafyada kıpırdadı halklar. Mustafa Kemal önderliğinde birleşen halklar, Emperyalizme karşı
dünyada ilk kez zaferle taçlandırdı Ulusal
Kurtuluş Savaşı’nı. Birinci Ulusal Kurtuluş
Savaşı’mızın en büyük müttefiki Lenin
Usta’nın ve Sovyet Halklarının maddi-manevi
katkılarıyla, Mustafa Kemal önderliğinde
halkların emperyalist yedi düvele karşı vermiş
olduğu şanlı mücadele tüm mazlum halklara
örnek oldu, yol gösterdi. Boşuna demedi
Fidel: “Ben Mustafa Kemal’in yaptıklarını
yapamazdım” diye. O yüzden, ülkemizden
sonra Mustafa Kemal’in anıtının olduğu tek
ülke Küba.
Devamı sayfa 12’de
İsrail, AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki askeri
üssüdür, ileri karakoludur, petrol bekçisidir.
Dolayısıyla da İsrail AB-D’dir
H
İstanbul
epimizin bildiği gibi İsrail, 27 havadan ve denizden Gazze’yi vurmayı
Aralık’ta Gazze’yi havadan vur- da sürdürdü. Bir haftayı aşkın bir süreden
maya başladı ve tam bir hafta bo- beri de havadan, denizden ve karadan vuyunca vurdu. Konutları, okulları, hasta- ruyor İsrail, bir buçuk milyon
neleri, yoldaki yaya sivilleri, araçları vur- Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi’ni.
du. Asker sivil, kadın erkek, yaşlı çocuk Hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı
ayrımı yapmadı. Aynen Tevrat’ta emre- da bine dayanmış bulunmaktadır. Tabiî
dildiği gibi “nefes alan her canlıyı” vur- yaralı sayısı da bunun birkaç katıdır.
du, öldürdü.
Hastaneler
Gazze’yi hayaralılarla
rabeye çedolup taşvirdi, elekmakta, antriksiz, sucak gereken
suz, enerjitedavi yapısiz, ekmeklamamaktasiz, barınakdır yaralılasız bıraktı.
ra. Çünkü
Kışta kıyaİsrail’in uymette, aç suguladığı hasuz, evsiz
yâsızca abbarksız kaldı
luka yüzünFilistinli çoden hastanecuklar, analerde tıbbî
İsrail’in Gazze saldırısı insanlık suçudur
lar, ihtiyararaç gereç
lar. Ve bir haftalık bombardımanın bilân- bulunmamaktadır… Ölü ve yaralıların
çosu 400’ün üzerinde ölü, 2000’in üze- ortalama üçte biri çocuklardan, üçte biri
rinde yaralıydı.
kadın ve yaşlılardan oluşmaktadır…
Saldırı bir haftayı doldurup ikinci hafİsrail, dünya kamuoyunun tepkisini
taya girdiğinde İsrail, saldırısına yeni bir hiç dikkate almadan saldırısını olanca caboyut getirdi: Gazze’ye kara harekâtı navarlığıyla sürdürmektedir.
başlattı. Tanklar ve zırhlı araçlarla kuzeyDevamı sayfa 10’da
den ve güneyden Gazze’ye girdi. Tabiî
2
6 Şubat 2009
Kurtuluş Partisi’nden
“Ergenekon” maskeli saldırı,
Antiemperyalist, Yurtsever, Laik, Bağımsızlıkçı
güçleri terörize etme amaçlıdır
“E
rgenekon” maskeli saldırı 7
Ocak 2009 Çarşamba günü başlatılan 10. dalga ile tırmandırılmıştır. Tüm yaşamı boyunca vatanını,
milletini, Mustafa Kemal’i sevmekten,
tam bağımsızlığı, laikliği savunmaktan ve
yiğitlik yarışı olarak anladığı askerlik şeref ve namusunu gözü gibi korumaktan
öte bir şey yapmamış olan Gerçek Askerler-Paşalar, emekli Orgeneral Tuncer Kılıç, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, Genelkurmay Hukuk Müşavirliği yapmış
emekli Tümgeneral Erdal Şenel ile Eski
YÖK Başkanı Kemal Gürüz ve Prof. Dr.
Yalçın Küçük, evleri aranarak gözaltına
alınmışlardır. Yargıtay Onursal Başsavcısı
Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama yapılmıştır.
Bu “Ergenekon” maskeli saldırı aslında CIA tarafından planlanmıştır. Amaç,
yurtsever, laik, bağımsızlıkçı ve Mustafa
Kemal’in yolundan yürüyen Devrimci
Gelenekli Ordu Gençliği’ni terörize ederek, Türk Ordusu’nu; AB-D Emperyalistlerinin saldırgan tutumları karşısında bir
direnç noktası, bir kale, bir savunma mevzisi olmaktan çıkarmaktır. Ordu Gençliği’ne; “Bakın, biz en ünlü temsilcilerinizi
bile –Ordu Komutanı, Kuvvet Komutanı
olmuş paşalarınızı bile– işte böyle sıradan
adli suçlular gibi gözaltına alır, tutuklarız.
İşte böyle çizeriz. Biz böylesine güçlüyüz.
Bundan böyle AB-D’nin, Parababalarının,
Tayyipgiller’in emrine gireceksiniz. Onlara gık demeyeceksiniz. Mustafa Kemal,
Milli Kurtuluş, Tam Bağımsızlık, vatanseverlik, laiklik gibi değerleri terk edeceksiniz. Bunların artık zamanı geçmiştir. ABD’nin, NATO’nun, TÜSİAD’ın MÜSİAD’ın, TİSK’in, TOBB’un ve Tayyipgiller’in emirlerine kulak vereceksiniz. Küreselleşme çağının gereği budur…” mesajı verilmektedir. AB-D Emperyalist haydutları, tüm namuslu aydınlarımızın kabul
ettiği gibi, Türkiye’ye Yeni Sevr’i dayatmaktadır. Ve Birinci Antiemperyalist Milli Kurtuluş’un öcünü almak istemektedir.
Türkiye’yi “Ilımlı İslam” batağına çekmek istemektedirler. Yerli Parababaları ve
Tayyipgiller’le de bu konuda anlaşmıştır.
Yani Mustafa Kemal’in Gençliğe
Hitabe’sinde işaret ettiği gibi; AB-D Emperyalistleriyle yerli hainler ittifak etmiş
bulunmaktadır. Şöyle deniyordu, “Nutuk”un son satırlarında:
“Bütün bu şerâitten daha elîm ve
daha vahim olmak üzere, memleketin
dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet
ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri,
şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi
emelleriyle tevhid edebilirler. Millet,
fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap
düşmüş olabilir.”
Evet, ne acıdır ki, bugün bu gerçekleşmiştir. Yerli işbirlikçiler, küplerini doldurma karşılığında, talancı AB-D Emperya-
listleriyle Yeni Sevr ve Ilımlı İslam konularında anlaşmış durumdadırlar.
İşte bu “Ergenekon” maskeli saldırıların nedeni budur. AB-D ve yerli ortakları
Devrimci Gelenekli Ordu Gençliği’nin ve
İlmiye Sınıfımızın (Üniversitelerin ve
Yüksek Yargı’nın) namuslu, yurtsever,
bağımsızlıkçı, laik ve Mustafa Kemalci
tutumunu yok etmek istemektedir. Bu sebeple de bu güçlere gözdağı vermektedir.
“Ergenekon” saldırılarının ve “Yeni
Anayasa” adı altında “Ilımlı İslam” girişimlerinin, hazırlıklarının gerçek sebebi
budur. Bu kesin gerçektir. Saldırılarda en
küçük bir hukuki amaç yoktur. Tamamen
siyasi amaçlıdır.
Yine acı olan şeylerden biri de daha
önce Şener Eruygur ve Hurşit Tolon Paşalara, şu anda Tuncer Kılıç, Kemal Yavuz,
Erdal Şenel paşalara yapılan bu saldırıların, Genelkurmayın onayıyla yapılmış olmasıdır. Yani İlker Başbuğ da silah arkadaşlarına ihanet etmiş bulunmaktadır. Tabiî Mustafa Kemal’e, O’nun Vatanseverlik, Tam Bağımsızlık ve Laiklik ilkelerine
de ihanet etmişlerdir. “İç Hizmet Kanunu”yla kendilerine verilen göreve de…
Amerikancılık, NATO’culuk ve AB’cilik
ortak paydasında, bu başkan Tayyipgiller’le ve Zekeriya Öz, Ferhat Sarıkaya gibi Fethullahçı savcılarla anlaşmışlar, işbirliğine girmişlerdir… Bu türden ihanetler, geçen yüzyılın başlarında da olmuştur… Fakat sonunda kazanan yurtseverler,
antiemperyalistler ve laikler olmuştur.
Bilindiği gibi, Mustafa Kemal’in komuta ettiği Birinci Milli Kurtuluş
Savaşı’mız, Batılı Emperyalistlerle onların maşası Ermeni ve Rum işgalcilerini,
yerli hainlerden derleşik Vahidettin-Damat Ferit Hükümetlerini hezimete uğratmış, zaferle sonuçlanmıştır. Yerli hainler,
kaçacak delik aramışlar ve Batılı efendilerinin zırhlılarına kendilerini atarak canlarını kurtarabilmişlerdi. Bugün de sonunda
aynısı gerçekleşecektir. Eskisi gibi, Yeni
Sevr de Tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır.
İkinci Antiemperyalist Halk Kurtuluş Savaşı’mız ergeç zafere ulaşacak,
Demokratik Halk İktidarı kurulacaktır.
AB-D Emperyalistlerinin hevesleri kursaklarında kalacak, yerli hainler ettiklerinin hesabını vereceklerdir. Kurtuluş Partili Hukukçular olarak buna inancımız tamdır. 08 Ocak 2009
Kahrolsun AB-D Emperyalistleri ve
Yerli Hainler!
Yaşasın İkinci Antiemperyalist
Kurtuluş Savaşı’mız!
Kurtuluş Partili
Hukukçular
Selam Olsun Bizden Önce Geçene!
Selam Olsun Savaşırken Düşene!
Halkın Kurtuluş Partisi İzmir İl Örgütü tarafından, son “Ergenekon Dalgası” protesto edildi
Halkın Kurtuluş Partisi İzmir İl Örgütü tarafından, 09 Ocak Cuma günü yapılan bir eylemle CIA tarafından tezgâhlanan Hukuk
Maskeli “Ergenekon” saldırısı protesto edildi.
Saat 12:00’da Kemeraltı Konak girişinde bir araya gelen Kurtuluş Partililer adına İl Başkanı Avukat Tacettin Çolak bir basın
açıklaması yaptı.
Çolak açıklamasında; Ergenekon maskeli CIA operasyonundaki yeni dalgalar; AB-D Emperyalistlerinin, Türkiye’deki Mustafa
Kemalci, Yurtsever, Antiemperyalist ve Laik güçleri tasfiyeye yöneliktir, dedi
Eylem sırasında; “Ergenekon Yalanı CIA’nın Planı”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek”,
“Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız” sloganları atıldı.
Ergenekon Maskeli CIA Operasyonundaki yeni dalgalar;
AB-D Emperyalistlerinin, Türkiye’deki Mustafa Kemalci, Yurtsever,
Antiemperyalist ve Laik güçleri tasfiyeye yöneliktir
T
ürkiye, şu anda mütareke yıllarından daha kötü günler yaşamaktadır. AB-D Emperyalistleri, yerli uşakları sayesinde
kendilerine karşı olabilecek direnç noktalarını etkisiz hale
getirmektedirler.
Önce emekli askerleri gözaltına almış ve tutuklamışlardı, şimdi ise hem emekli hem de muvazzaf askerleri gözaltına almaktadırlar. Şu anda
emekli generaller Tuncer Kılıç, Kemal
Yavuz ve Erdal Şenel’le birlikte; görevdeki 4 Albay, 1 Binbaşı, 2 Yüzbaşı ve 2
Üsteğmen gözaltındadır. Yine YÖK eski
Başkanı Kemal Gürüz ve Prof. Dr. Yalçın
Küçük de gözaltına alınmıştır.
Bununla da yetinmiyorlar, Ortaçağcı
A. Gül’ün Devlet Başkanı seçilmesindeki hukuksuzlukları ve Tayyipgiller Hükümeti’nin Ortaçağcı yüzünü açığa çıkartan
Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama yapıyorlar. Görev yaptığı süre içinde Ortaçağcı gidişe
karşı duran ve Tayyipgiller’in Şeriat özlemlerini deşifre eden S. Kanadoğlu’na;
“Danıştay saldırısını organize etmek”,
“Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba attırmak” gibi suç isnatlarında bulunmanın saçmalığı, “rencide
ediciliği” ortadadır.
Daha önceki dalgalarda olduğu gibi gözaltına alınan-tutuklanan gerçek yurtseverlerin, antiemperyalistlerin, Mustafa Kemalcilerin yanına eski ABD’ci Kontrgerillacıların katılmış olması
bizlerin kafasını karıştırmamalıdır. Bu durum daha önceki açıklamalarımızda defalarca belirttiğimiz gibi, Parababalarının daha
doğrusu CIA’nın bir şaşırtmaca yöntemidir. CIA böyle yaparak
hem eski Kontrgerillanın ulusalcı tavır koyan unsurlarından arınmakta, onları tasfiye etmekte, hem de Kontrgerilla ile hiç ilgisi
olmayan, bu CIA operasyonunda gözaltına alınan-tutuklanan namuslu insanların yanına bunları koyarak bilinçsiz insanların kafasını karıştırmış olmaktadır.
Bu operasyonlarla; AB-D Emperyalizminin “Yeşil Kuşak
Projesi”ne karşı çıkan ve bu projenin ülkemizi en az üç parçaya
bölmek olduğunu, NATO’dan çıkılması gerektiğini, “Ilımlı İslam
Projesi”nin ülkemizi Ortaçağın karanlığına götürmek olduğunu
savunan namuslu, antiemperyalist, laik, yurtsever, tam bağımsızlıkçı, Mustafa Kemalci, ilerici aydınlar gözaltına alınarak, tutuklanarak susturulmaktadır.
Bu gözaltılar ya da ev aramaları; hiçbir hukuki değeri olmayan gerekçelerle Fethullahçı Savcılar tarafından yapılmaktadır.
Bu nedenle Ergenekon Davası ve bu operasyonlar tamamen CIA
güdümlü ve siyasi amaçlarla yapılmaktadır. Dolayısıyla Tayyipgiller, kendilerini eleştiren, yaptıkları yolsuzlukları ve halka ihanetlerini topluma deşifre eden aydınlardan ve emekli askerlerden
kurtulmak istemektedir.
AB-D Emperyalistleri ve yerli hizmetkârları bu saldırılarla;
Sevr’i parçalayarak Tarihin çöplüğüne fırlatıp atan Birinci Kurtuluş Savaşımızın, Amerikancı Menderes-Bayar diktatörlüğüne son veren 27 Mayıs Politik Devriminin, ülkemizin Ortaçağın karanlığına hızla götürülüşüne karşı duran 28 Şubat
ve 27 isan hareketinin öcünü almak istemektedirler.
Bu hainane gidiş devam ederse 28 Şubat’ın Genelkurmay
Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya kadar uzanacak, giderek ordu
içindeki antiemperyalist, namuslu, Ordu Gençliği geleneğini taşıyan kesimlerin tasfiyesine kadar vardırılacaktır.
Kısacası bu operasyonlar, ülkemizdeki Ortaçağcı ve Sevrci
gidişin dizginsizce yol almasıdır. AB-D Emperyalistlerinin bir
dediğini iki etmeyen yerli satılmışlar cephesi ihanette sınır tanı-
mıyor. Şu anki yerli hainlerin yanında geçmişin Vahideddinleri,
Damat Feritleri daha yurtsever kalmaktadır.
Genelkurmay’da yapılan son toplantının da iyi okunması gerekir. Bu toplantı, dizginsiz bir şekilde geliştirilen Sevrci, Ortaçağcı kuşatmaya karşı, Ordu Gençliği içindeki tepkilerin Kuvvet
Komutanları aracılığıyla nötralize edilmesidir. Genelkurmay
Başkanı Başbuğ; haksız ve dayanaksız bir şekilde gözaltına alınan silah arkadaşlarına sahip çıkmak yerine, Tayyip ve A. Gül’e
alttan (Ordu Gençliğinden) gelen tepkilerin bilgisini aktarmaya
gitmiştir. Bu görüşmede bu tepkilerin nasıl etkisizleştirileceğinin
planları yapılmıştır. Nitekim bu görüşmelerden sonra, Başbakan’ın İçişleri, Savunma, Adalet Bakanlarıyla yaptığı görüşmeler
bunun kanıtıdır. Yani Genelkurmay Başkanı Başbuğ, silah arkadaşlarına ihanet ederek, halefleri Fethullahçı Hilmi Özkök ve hain, dönek, Tayyipgiller tarafından, emekliliği sonrasında trilyonluk zırhlı AUDİ ile ödüllendirilen Yaşar Büyükanıt gibi AB-D işbirlikçileriyle Amerikancılık ve NATO’culuk ve yeni Sevrcilik
ortak paydasında anlaşmış bulunmaktadır.
Öte yandan Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun “ihsas-ı rey” olur
gerekçesiyle en yakın çalışma arkadaşlarına yapılan onur kırıcı
davranışa sessiz kalmasını da buradan kınıyoruz. Bu korkakça tavırlar, AB-D Emperyalistleri ve yerli satılmışlar cephesinin saldırıları karşısında Yüksek Yargının terörize olduğunu kanıtlar.
Bu hainlerin istediği de zaten budur. Bu tavırdan sonra hangi namuslu Yargıtay C. Başsavcısı görevini korkusuzca yerine getirebilir?
Ancak ne yapsalar boşunadır. Yeni Sevrcilerin hevesleri kursaklarında kalacaktır. İkinci Kurtuluş Savaşı’mız başarılacak,
Halkımız Kurtuluş Partisi önderliğinde örgütlenecek, ordulaşacak emekçi halkların demokratik iktidarı mutlaka kurulacaktır.
İşte o zaman AB-D Emperyalistleri defolup gidecek, yerli hainler de yaptıkları ihanetin hesabını mutlaka vereceklerdir.
09/01/2009
Halkın Kurtuluş Partisi
İzmir İl Örgütü
DEVRİMCİ MÜCADELEMİZDE
YA8IYORLAR
Yol ver ölüm
Çök yıkıl ey mezar
Bak Devrim dev gibi dimdik
İnsan ateştir, yanarken yakar
Bomba patlarsa açılır gedik
Şükrü Bulut
1952/06.01.1976
Kıvılcım Semiha Güldemir
1987/17.01.2003
Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: M. Cihan Çakır Yönetim Yeri: Bestekâr Osman Sokak ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli
Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah.
8/19 Cağaloğlu/İST Telefaks: (0212) 512 43 95
Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30
Kemal Gençer
1965/11.12.2004
internet: www.kurtulusyolu.org
e-posta: [email protected]
3
6 Şubat 2009
CIA Ajanı G. Fuller!
Hevesin kursağında kalacak!
CIA’nın harmonisi “Ilımlı İslam
Cumhuriyeti”dir
B
akın emperyalistler, her zaman Birinci Kurtuluşun ve Mustafa Kemal’in karşısında olmuşlardır. Bitmeyen ve bitmeyecek bir kin duymuşlardır
M. Kemal’e ve Birinci Kuvayimilliyecilere: Yüzyıllarca oya gibi işledikleri Osmanlı’yı bölüp parçalama, Konstantinopol’e hâkim olma düşlerini sona erdirdiği için…
“Bizans’ı görmeyenin, doğanın büyüklüğünü bilemediği”, “şehirler kraliçesi” İstanbul’a (Konstantinopol’a) hâkim
olmak, Batılılar için bitmeyen bir ihtiras
kaynağıdır. Yüz binlerce kayıp vermelerine
rağmen
geçemedikleri
Çanakkale
Boğazı’ndan, Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla geçerek İstanbul Boğazı’na girmiş,
zırhlılarını limanına demirlemişlerken, eşsiz coğrafi, askeri konumuyla Boğazlar’ı
ele geçirmişken, yani yüzyılların düşü gerçekleşmek üzereyken, bir anda tüm düşleri
sönüp parçalanmıştır. Ve küçümsedikleri,
“haydut” diye niteledikleri M. Kemal ve
Kuvayimilliyeciler tarafından defedilerek,
geldikleri gibi gitmişlerdir. Hem de arkalarına bakarak… Bu yüzden de M. Kemal ve
Kuvayimilliye düşmanıdırlar. Ne varsa
bunlara ilişkin, silinip atılmalıdır. Sonu gelmelidir. Hani Maliye Bakanı K. Unakıtan
da diyordu ya Kuvayimilliye yadigârı Sümerbank için: “Tarihten izin tozunu sileceğiz”, diye. İşte aynı anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Ortak düşmanlık noktaları budur bunların M. Kemal’e. O yüzden böğürürler “Ölmüş İnek” diye durup dinlenmeden… Bakın Bay Fuller ne diyor M. Kemal için büyük bir zevkle:
“Bir makalenizde “Mustafa Kemal’in
işlevi bitmiştir” dediğinizde bu ülkede pek
çok insanı ne kadar kızdırdığınızı biliyor
musunuz?
“Böyle bir şey söylemedim. Zorlu bir
süreç olarak sonuna geldiğini ve belki de
sonuna gelmesinin iyi olduğunu söyledim. Türkiye’ye artık yeni bir harmoni
getirmek lazım.” (agy)
İşte CIA Şefi, okuduğumuz gibi, Mustafa Kemal için düşüncesini açıkça ve netçe
söylüyor. Daha ne desin?
Ve bundan sonrası için de ne istediğini
de açıkça söylüyor: “Türkiye’ye artık yeni
bir harmoni getirmek lazım” diyerek…
“Harmoni” bildiğimiz gibi Fransızca bir
sözcük. Türkçe sözlüğe göre: “Uyum, düzen, ahenk” demek.
Fuller’in “Türkiye” için istediği, getirmek için on yıllarını verdiği “yeni (…) harmoni”, yani yeni düzen ne?
“Yeni Türkiye Cumhuriyeti!”, yani
“Ilımlı İslam Cumhuriyeti!”
Fuller’in (CIA’nın) “harmoni” dediği,
bir diğer anlatımla Tayyipgiller’dir. Yani
ABD-AB hizmetindeki Siyasal İslamcı Tefeci-Bezirgânlardır. Artık bunlar iktidarda
olmalı, diyor ABD’li ajan. Çünkü bunlarda
“Hizmette sınır yoktur”… Efendileri yeter
ki istesin, emretsin...
Bir de bunlar Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcisi oldukları için Ümmetçidirler.
Ulus aşamasına gelememişlerdir. Kayıtsız
şartsız egemen oldukları Ortaçağın o karanlık günlerinin hayali içindedirler sürekli.
Onu da ABD ve AB’nin kollamasıyla, daha
doğrusu onların kucağında gerçekleştirmeyi planlamaktadırlar.
Tayyipgiller Ulus gerçeğini tanımadıkları için ulusal değerlerden de yoksundurlar.
Bunlar için hiçbir önemi ve değeri yoktur
ulusal değerlerin. İşte Tayyipgiller’in bu
hainane amaçları Batılı Emperyalistlerinkiyle tıpatıp uyuşmaktadır.
Batılılar, Ortadoğu’da büyük, güçlü ulus
devletler istememektedir. Emirlikler, şeyhlikler gibi güçsüz, kukla devletler istemektedirler. Kolayca sömürüp talan edebilmek
için... Türkiye’yi de bu sebepten en az üçe
bölmek istemektedirler.
Tayyipgiller de Mustafa Kemal’e ve
kurduğu devlete düşmandır. Çünkü eksik
gedik de olsa bir laiklik getirmiştir. Şeriat
Hukukunu ve Hilafeti kaldırmıştır. Ne acı
durum değil mi? Seksen üç yıl önce, bizi
yok etmek isteyen emperyalistleri yenilgiye
uğratarak Doğunun mazlum milletleri için
olumlu bir örnek ortaya koymuştuk. Bugünse o zaferin (Birinci Kuvayimilliye’nin)
getirdiği tüm kazanımları yitirerek, emperyalistlerin yeniden hizmetine girelim ve bu
halimizle de, emperyalistlere uşaklık etmesi gereken sömürge, yarısömürge ülkeler
için iyi bir model olarak sunulalım. Emperyalistler nasıl “uslu çocuk” olunacağına dair bizi örnek versinler.
Ne derseniz deyin, siz bir CIA
Ajanısınız Bay Fuller!
Ha, bu arada Bay G. Fuller, bizi bir şeye
daha inandırmak istiyor: Kendisinin artık
CIA ajanı olmadığına ve hatta ABD politikalarına karşı ve Türk dostu olduğuna:
“Bu arada okuyucularımdan bana bir
iyilik yapmalarını istiyorum: Bir süre
için, 1990’larda Türkiye’de istihbarat
görevlisi olarak hizmet verdiğimi veya
uzun yıllar CIA’de çalıştığımı unutun.”
Niye?
“Zamanla her şey değişir, benim görüşlerim de değişti. Lütfen bu kitabı sanki arkasında özel bir amaç güdüyormuş
gibi okumayın.”
Nasıl okuyalım peki?
“Argümanları ve analizi maksatlı değil.”
Düşüncelerinin samimiyetine inanalım
diye pekiştiriyor Bay Fuller sözlerini:
“Söylediklerimi ciddiye alın, çünkü
demek istediğim sadece söylediğimdir, ne
eksik, ne fazla. Kitabı sevmekte de, eleştirmekte de özgürsünüz fakat hayatımın
şu aşamasında inandığım şey neyse, kitabın söylediği odur.”
Şu anda inandığınız ve kitabınızın söylediği ne?
“(…) şu anda Türkiye hakkında hayatımda olmadığı kadar olumlu düşünüyorum. (…) Bugün inanıyorum ki Türkiye’de durum daha önce hiç olmadığı kadar iyidir. Ülke refah içindedir. Ilımlı İslamcı bir çizgiyi siyasi düzene başarılı
bir şekilde entegre etmiş dünyadaki ilk
Müslüman ülke Türkiye’dir.”
Daha ne olsun?
Görevinizi yapmış, Antiemperyalist
Kurtuluş Savaşıyla kurulmuş bir ülkeyi, onlarca yıllık çabalar sonucu “Ilımlı İslam
Cumhuriyeti” haline getirmişisiniz… Dolayısıyla tabiî ki inanacaksınız. Siz inanmayacaksınız da biz mi inanacağız?
Ve “Allah inandırsın”, “yemin ederim”
diyerek devam ediyor Bay Fuller:
“Kitap herhangi bir ABD politikasını
veya istihbarat gündemini ileri taşımak
için tasarlanmış değildir. “Gerçekte ne
demeye çalıştığını” çözmeye çalışmayın;
gizli gündemler falan yok. Gizli bir kanaldan ABD politikasına yardım etmek
için yazıyor değilim.”
Demek daha önceleri bütün bunları yapıyordunuz ha
Bay Fuller!
“Esasen, ABD politika
yapıcılarının çoğu bu kitaptan hoşlanmayacaktır. Dolayısıyla, kitabı söylediğiyle,
olduğu gibi kabul edin.” (G.
Fuller, agy., s.19-20) öyle mi?
Emrin olur! Başka emrin?..
Şimdi Bay Fuller!
İnsanlar bir işi, bir mesleği onlarca yıl severek yaptıktan sonra,
emekli olsalar bile (ya da az sonra anlatacağımız gibi istemeden, hatta zorla da emekli
edilmiş olsalar bile) emeklilik hayatlarında
da kendi mesleklerini yapmaya devam
ederler. Çünkü en iyi bildikleri iş odur. O iş
için bir ömür harcamışlardır. Hele de sizin
gibi yaptıkları işlerde başarılı olmuşlarsa,
yaptıkları işin zevki hiçbir zaman bitmez ve
son soluklarını verene dek hep o işle ilgilenirler.
(2)
“Velev ki”, sizin mesleğiniz “gizli” bir
meslek. Ve siz, ABD Emperyalizmi adına
onlarca ülkeye “özgürlük(!)” götürdünüz,
yani milyonlarca insanın ölümüne ya da sakat kalmasına, ruhen yaralanmasına neden
oldunuz. Ülkeleri yaktınız yıktınız, yağmaladınız tarihlerini.
Ancak yukarıdaki satırlarınızla, bizi sizin de değişebileceğinize ve hatta değiştiğinize inandırmak istiyorsunuz. Artık ajanlık
yapmıyorum demek istiyorsunuz.
Ne zaman?
CIA’da onlarca yıl geçirip, Türkiye Masası Eski Şefi (bu bildiğimiz ülke. Ya diğer
ülkeler…) ve CIA Ulusal İstihbarat Konseyi Başkan Yardımcısı olduktan sonra, yani
mesleğinizin en tepelerine çıktıktan sonra
mı? Ne zaman?..
Ve şimdi, CIA’nın USIP’inin dolarlarıyla kitaplar basarken mi, CIA’nın RAND şirketinde siyaset bilimci, Vancuwer (Kanada)
Simon Fraser Üniversitesinde misafir Tarih
Profesörü ve Müslüman Dünya ile İlişkiler
Danışmanlığı yaparken mi?..
Ne zaman hidayete erdiniz?
Bu arada Bay Fuller, kitabınızın “Teşekkür” bölümünde de kaynaklarınız ve bağlantılarınız konusunda da açık kanıtlar sunuyorsunuz. Bir anlamada “açık”sınız…
Diyorsunuz ki bu bölümde:
“Bu kitap bir ömür boyunca Türkiye’ye duyulan ilginin, özellikle Türkiye
tarihi, siyaseti, kültürü, dili ve toplumu
ile haşır neşir olmanın eseridir. Bundan
dolayı, kitabı yazmam için destek sağlayan Birleşik Devletler Barış Enstitüsü’ne
teşekkürlerimi ifade etmek isterim. (…)
Bu arada, Türkiye’deki çağdaş dini hareketlerin –özellikle Fethullah Gülen hareketinin- karakterini keşfetmek amacını taşıyan –ve bu kitabın içeriğini doldurmaya büyük katkısı olan- bir çalışma
için daha önce sağladığı destekten dolayı
Earhart Vakfı’na da teşekkür ederim.”
(agy, s. 15)
Kitabınızı yazmanız için kim destek
sağlamış?
Birleşik Devletler Barış Enstitüsü; United States Institutu for Peace (USIP).
USIP’i kim kurmuştur, ?
“(…) USIP, 1984’te ABD kongresince
kuruldu ve 1985’de ‘ABD Savunma Yetki yasası’ ile kurumsallaştırıldı. Yönetimi
ABD başkanınca atanan, CIA arşivine
erişme ayrıcalığı bulunan (…) USIP bütçesi doğrudan doğruya ABD kongresince
bağlanmaktadır. USIP’in yıllık bütçesi
1988-1991 arasında 10 milyon dolar,
1992-1993’te 15 milyon dolardır.” (Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında,
Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Genişletilmiş 3. Basım, Ağustos 2004, s. 384)
“USIP kuruluş yasasına göre; Birleşik
Devletlerin, Dışişleri, Savunma, Silahlanma Denetim Ajansı ve değerlendirilmiş istihbarat belgeleri gibi kaynaklarına ulaşması sağlanmaktadır. Ayrıca, CIA
Bir USIP Toplantısından
yönetimi, USIP’te yeterli gördüğü sayıda
eleman bulundurma yetkisine sahiptir.”
(agy. S. 381)
Daha ne olsun Bay Fuller!
“CIA yönetimi, USIP’te yeterli gördüğü
sayıda eleman bulundurma yetkisine sahip”miş… E, sizden iyi eleman mı bulur
CIA? Ya da sizden iyi yönetici mi bulur desek?..
USIP ne yaparmış?
“USIP, “İnsan Hakları” başlığı altında
CIA Türkiye Masası Eski Şefi Graham Fuller
(Güneri Civaoğlu’nun köşesinden)
dünyanın dört bir yanıyla ilgili araştırmaları parayla desteklemektedir. Araştırmalar, bir tür ‘research in place’ yani
‘yerinde araştırma’ niteliğinde”ymiş.
(agy)
Bunlara birkaç örnek verecek olursak:
Boğaziçi Üniversitesi TC, proje Direktörü: Kemal Kirişçi. Konusu: Kürt sorunu.
USIP’ten verilen para: 24.500 Dolar,
George Washington Üniversitesi Washington ABD: Proje direktörü: Sabri Sayar:
Konusu: Kürt sorunu. USIP’ten verilen para: 27.500
Hebrew Üniversitesi, Jerusalem (Kudus) İsrail: Proje Direktörü: Raymond Cohen. USIP’ten verilen para: 43.404 Dolar.
Ve daha onlarca proje, yüz binlerce, milyonlarca dolar…
Bir devlet kurumu, hele de ABD, durup
dururken dolar verir mi adama? Verdiğinin
karşılığını almaz mı?.. Soruları çoğaltabiliriz ama gerekmez her halde Bay Fuller. Konu yeterince açık sanırız. Birleşik Devletler
Barış Enstitüsü, ABD’nin ve CIA’nın yan
kuruluşudur. Onun çıkarları için, onun adına paralar vermekte, çalışanlar ona hizmet
etmektedir. Bu kadar açıktır.
Ha keza Earhart Vakfı da aynı konumdadır. Görevi aynıdır.
RA D Corporation adlı “masum”(!)
görünümlü (RAND, İngilizce Araştırma ve
Geliştirme kelimelerinden [RESEARCH
A D DEVELOPMENT] geliyor), “kâr
amacı gütmeyen” (çünkü CIA tarafından finanse ediliyor) bir sözde “düşünce (think
thank) kuruluşu”dur. RAND’ın genel olarak İslam Dünyası ile ilgili, ama özellikle
Ortadoğu ile ilgili daha pek çok “çalışmaları” var. RAND’ın kuruluş amacı, Amerikan
Silahlı Kuvvetleri için araştırmalar yapmak. Bu kuruluş da, tıpkı CIA, Ulusal Güvenlik Konseyi, Dünya Bankası, IMF gibi,
İkinci Emperyalist Savaş’tan hemen sonra,
1946’da kuruluyor. Bugün başka hükümetlerle, vakıflarla, uluslararası kuruluşlarla,
ticari kuruluşlarla işler çeviren bir örgüt durumunda. ABD’nin çeşitli bölgelerinde ve
İngiltere’de merkezleri ve okulları var. Ortadoğu’da ise “Katar Politika Enstitüsü”
adıyla bir RAND “okulu”(!) 2003’te kurulmuş durumda. Bin altı yüz kişilik kadrosunda kimler yok ki? Nobel ödüllü bilimadamları, havacılık mühendisleri, yapay zeka uzmanları, bilgisayar uzmanları, antropologlar, ekonomistler, istatistikçiler, matematikçiler, filozoflar, sosyal bilimciler,
yüksek rütbeli askerler, savaş stratejisi uzmanları, terörizm uzmanları, askeri tarih
uzmanları, gizli bilgi (kripto) uzmanları,
büyükelçiler, politikacılar vb.
İşte böylesine kirli, böylesine tehlikeli
bir kuruluş RAND Şirketi. Şirketin yaptığı
araştırmalarsa, doğrudan ABD çıkarlarını
sağlama almaya yönelik. “Soğuk Savaş”
döneminde emperyalizmin uyguladığı açık
ve gizli faaliyetlerin, psikolojik savaşın
kurmay merkezlerinden birisi RAND. Zaten kadrosunda yer alan politikacılar, askerler, bürokratlar da bunu kanıtlıyor.
İşte Fuller’e parayı veren Earhart Vakfı,
RAND’la, USIP’le iç içe aynı düşünceyi,
aynı eylemi yani ABD’nin mazlum halklar
üzerindeki sömürüsünü ve zulmünü sürdürmeyi sağlayan araştırmalara dolarlar veriyorlar.
Bay Fuller!
Güneri Cıvaoğlu adlı bir Milliyet yazarı
var. Kitabınızla ilgili olarak, “Ilımlı İslam”
başlığıyla bir yazı yayımladı. Yazısının
“SONUÇ” bölümünde sizin için şunları yazıyor:
“Graham Fuller Amerika’da üniversite öğretim üyesidir.
“Büyük düşünce üretim kuruluşlarının Türkiye-Ortadoğu uzmanıdır.
“Yukarıdaki satırları onun “Yükselen
bölgesel aktör yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabından yansıttım. AKP’nin
ABD’de nasıl algılandığı ve neden desteklendiği eksenindeki tartışmalara ve
soru işaretlerine bir katkıda bulunabilir.
“Beyaz Saray’a Türkiye raporları,
Graham Fuller ve benzerleri tarafından
yazılmakta.” (Milliyet, 27 Eylül 2008)
Ve yazısına koyduğu sizin fotoğrafınızda da “CIA’nın Türkiye gözü Graham Fuller” yazıyor.
G. Cıvaoğlu, Marksist-Leninist, devrimci falan değil… Burjuva liberal bir gazeteci.
Gördüğünüz gibi Bay Fuller, sizi ve sizin gibileri tanıyan herkes aynı kanıyı taşıyor: “Beyaz Saray’a Türkiye raporları, Graham Fuller ve benzerleri tarafından yazılmakta”dır.
Siz ise bize aksini kanıtlamaya uğraşıyorsunuz ha bire…
Bakın Bay Fuller!
Meslektaşınız, belki sizin emriniz altında çalışan, çünkü o da Ortadoğu’da görevli,
bir arkadaşınız, aynı aşağılık amaç uğruna
birlikte çalıştığınız CIA ajanı Robert Baer
ne diyor anılarında:
CIA Ajanı Robert Baer
“Teşkilattan istifa ettikten sonra, Beyrut’a taşınıp orada başka bir eski CIA
elemanıyla iş kurdum. Anladığım ve bildiğim bölge orasıydı. Resmi Washington’u anladığımdan çok daha iyi anlıyordum. Aynı zamanda en iyi bağlantılarımın olduğu yer de orasıydı. Örneğin, internette paravan borsa yükseldiğinde,
Mugniye’nin (CIA’ya göre terörist – K. Y.)
eski ortaklarından biri, benimle bir internet sitesi oluşturmayı önerdi.
“Ama daha ilginci, çektiğimiz müşteriler arasında, o sırada Şam’da yaşayan,
emir kuzenini devirme girişiminde başarısız olan bir Körfez soylu ailesinin bir
üyesi vardı. Belirsiz saatlerde ofisimiz ile
ev arasında bir çöl bölgesinde buluşuyorduk. 1997’de aralık ayının bir gecesi gecenin soğuğunu uzaklaştırmak için ateşin yanına sıkışıp oturduğumuzda, hikâyesini anlattı.
“Polis şefi olarak çalışırken, hükümetinin bir Usame bin Ladin hücresini muhafaza ettiğinin farkına varmıştı. Söylediğine göre, hücrenin iki temel üyesi,
kardeşi 1981’de Enver Sedat’ı öldüren
Sevki İslambuli ve uzmanlık alanı uçak
kaçırma olan Halid şeyh Muhammed’di.
Prens, FBI, Muhammed ve İslambuli’yi
4
6 Şubat 2009
tutuklamaya çalıştığında, hükümetinin
onlara sahte pasaport verip ülke dışına
kaçırdığını söyledi. Sonuçta ikisi de
Prag’a yerleşti.
“Casusluk işinden çekilmem, sandığımdan çok daha zordu. Hiç ayrılmamışım gibi, 1998’in başlarında eski polis şefinden öğrendiğim her şeyi CIA’e bildirdim.” (Robert Baer, Görmedim Duymadım
Bilmiyorum-Bir CIA Ajanının Anıları, s.
256-257)
Gördünüz mü Bay Fuller!
Demek ki, Türkçede söylendiği gibi:
“huylu huyundan vazgeçmiyor”. Bu işler
(ajanlık işleri), böyle oluyor!.. Duramıyorsunuz! Çünkü ajanlık ruhunuza işlemiş oluyor.
Bu işleri, yani insanların eski mesleklerini (sizin örneğinizde ajanlık) yapmadıkları durumlar olmaz mı?
Olur. Ama az olur. Bunun olabilmesi
için insanda gerçekten vicdan olması, insan
yüreği olması, insan sevgisi olması gerekir.
Hatta yukarıda saydığımız özellikler
varsa, insanlar (ajanlar) mesleğin içindeyken de yaptıkları namussuzca, alçakça, insanlık dışı işlerin farkına varırlar ve görevlerinden istifa ederler. Ve geçmişte yaptıklarının özeleştirisini vererek, insanca yaşarlar. İnsanlara ve halklara yaptıklarının bir
kısmını olsun unutturabilmek, onları uyarabilmek için de yeni bir görev üstlenirler:
Gerçekleri açıklamak. Örneğin CIA’nın pis
işlerini ve pis adamlarını açıklamak gibi…
Bu olumlu örnek de sizin içinizden çıktı
Bay Fuller, biliyorsunuzdur. Philip Agee
adlı insan, ama insan gibi insan, CIA’nın
yaptığı alçaklıkları görünce, hem de terfi etmişken, CIA’dan istifa etti ve ondan sonra
kalan ömrünü CIA’dan gizlenerek ve
CIA’nın pis işlerini deşifre etmekle geçirdi.
Ve son soluğunu da geçtiğimiz 8 Ocak’ta,
yeni vatanı Küba’da verdi.
Şimdi özetçe Philip Agee’nin öyküsünü
okuyalım.
“1967’de, Meksika’ya gitmeden önce,
CIA hesabına çalışma hevesim azalmıştı.
İstikrarı koruma adına yaptıklarımızın,
bölgede (Latin Amerika’da – K. Y.) hüküm süren toplumsal ve ekonomik ada-
“D
avos Krizi”nin üzerinden çok
geçmedi. Olay aydınlandı. Olayın bir senaryo olduğu zaten anlaşılıyordu. Ama veriler derlendikçe bu yönde kanıtlar daha elle tutulur hale geldi. Bunun
için basında yer alan aykırılıklara bakmak
yeterli. Kendi deyişiyle 10 yıldan beri her
Davos toplantısına katılan gazeteci Meral
Tamer’i şaşırtan aykırılıklara bir bakalım.
Şimon Peres ile başlayalım. Seksenaltı
yaşındaki “Nobel Barış Ödüllü” bu zatın,
bizim basına göre “kışkırtıcı” tavrı örneğin.
Bu konuda Meral Tamer’in kullandığı ifade
aynen şu:
“İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres
gibi sakin ve bilge bir siyasetçi, nasıl oldu
da kendini kaybedip, işaret parmağını
tehditkâr bir biçimde sallayıp, öfkeyle
bağırarak konuştu?” (Meral Tamer,
Schwab, Gazze Oturumunu Yönetmekten
Neden Vazgeçti? Milliyet, 1 Şubat 2009)
Peres’in tavrı belki de en az yadırganacak olan olay. Genel İsrail saldırganlığı
kapsamına yerleştirilebilir çünkü. Gene de
“parmağını tehditkâr bir biçimde” sallayarak ve “öfkeyle bağırarak” konuşması kaşarlanmış Davosçularca yadırganıyor.
Daha da fazla yadırganan olaylara bakalım.
Oturumu yöneten de
yadırganıyor
Meral Tamer’in anlattığına göre, böyle
hükümet ya da devlet başkanlarının katıldığı oturumları geleneksel olarak Dünya
Ekonomik Forumu’nun kurucusu Prof.
Dr. Klaus Schwab yönetirmiş. Ne hikmetse bu oturumu yöneten başka birisi.
“Bu arada böyle kritik bir oturumu
neden Dünya Ekonomik Forumu’nun
kurucusu Prof. Dr. Klaus Schwab’ın yönetmediği sorusuna da sık sık muhatap
oluyorum -ki çok haklı bir soru.
Çünkü devlet başkanlarının konuşmacı
olduğu oturumlar genelde büyük salonda yapılır ve hep Schwab yönetir. Zaten
Erdoğan’ın yakın çevresine sorunca öğrendik ki, Gazze oturumunu da o yönetecekmiş, ancak 2 gün önce vazgeçmiş.
İşte bu çok garip!” (Milliyet, agy)
Evet, bu garipliğin nedeni ne ola ki?
Meral Tamer, bu garipliğin üzerine gidiyor, ancak neredeyse senli benli olduğu
Schwab tarafından muhatap alınmıyor, hatta korumaları tarafından itilip kakılıyor.
Şöyle devam ediyor Meral Tamer:
“Önceki akşam Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk’in ver-
letsizlikleri daha da arttırmaktan başka
bir işe yaramadığının farkındaydım. Çalışmalarım bana sıkıcı gelmekle kalmıyor, yaptığımız işi ahlak ve siyaset yönünden de çok tartışılır buluyordum.
Ciddi olarak istifayı düşünüyordum.
“(…)
“(…) olimpiyatlardan altı ay önce,
1968 baharında, CIA merkez karargâhından, terfi ettiğimi (…) yeniden Meksika’da görevlendirileceğimi bildiren bir
telgraf aldım. İstifa etme zamanının geldiğine karar verdim ve merkeze (…) görevimden ayrılacağımı bildirdim. 1968’in
son günlerinde, CIA’den ayrılıp Meksika’da yeni bir hayata başladım.” (Philip
Agee, CIA Che’ye Karşı kitabına Önsöz, s.
9-11)
Böyle anlatıyordu P. Agee, o andaki
duygu ve düşüncelerini.
Ünlü kitabı “CIA Günlüğü”nü aşağıdaki
tespitlerle bitirir P. Agee:
“(…) Yoksulun sömürülmesi üzerine
kurulu, temelinde kişisel açgözlülük yatan Amerikan kapitalizmi zor kullanılmadan (gizli polis gücü olmadan) yaşayamaz. Sorun, kapitalizm ve üstün sınıfın gücünü ve imtiyazlarını koruyabilmesi için gerçekten gerekli oldukları anlaşılan CIA, FBI ve diğer güvenlik örgütlerine sahip kapitalizme karşı çıkmaktır.
“Artık ABD içinde ve dışında haksızlığa karşı kayıtsız kalınamaz. Aşırı yoksulluk ile zenginliğin, yalnızca sosyalist
devrimin çözümleyeceği uzlaşılmaz sınıf
kavgalarına yol açtığı şimdi her zamankinden daha belirgindir. Artık her birimiz vicdanımızın sesini dinleyerek, bütün güvenlik ve baskı güçlerini elinde bulunduran azınlığa refah ve imtiyaz sağlayan bir sistem ile ülke içinde olduğu kadar uluslararası düzeyde de toplumun
bütün bireylerine fırsat eşitliği, gelir ve
çıkarların haklı dağıldığı bir toplum arasında seçim yapmak zorundayız. Artık
iki taraf bulunduğu görmezlikten, ikisi
de anlamazlıktan ve hoşa gitsin ya da gitmesin, her geçen günle iki taraftan birine
katkıda bulunduğumuzu bilmezlikten
gelemeyiz.” (Philip Agee, CIA Günlüğü, 2.
Cilt, s. 816)
Gördünüz mü Bay Fuller!
İnsan; namuslu, vicdanlı, insan yürekli
olursa böyle davranıyor. O yüzden de:
“(…) Bir süre için, 1990’larda Türkiye’de istihbarat görevlisi olarak hizmet verdiğimi veya uzun yıllar CIA’de çalıştığımı
unutun.
“Söylediklerimi ciddiye alın, çünkü demek istediğim sadece söylediğimdir, ne eksik, ne fazla. Kitabı sevmekte de, eleştirmekte de özgürsünüz fakat hayatımın şu
aşamasında inandığım şey neyse, kitabın
söylediği odur.”
“Kitap herhangi bir ABD politikasını
veya istihbarat gündemini ileri taşımak için
tasarlanmış değildir. “Gerçekte ne demeye
çalıştığını” çözmeye çalışmayın; gizli gündemler falan yok. Gizli bir kanaldan ABD
politikasına yardım etmek için yazıyor değilim.” gibi laf salatalarına, yemin etmelere
yer vermiyor. Ne düşünüyorsa açıkça, netçe
söylüyor ve yazıyor. Kimseyi inandırmaya
kalkmıyor, çünkü söylediklerinin gücü ve
samimiyeti herkesi zaten inandırıyor…
P. Agee’nin sonraki yaşamı da zaten bunu kanıtlar:
“CIA, günlüğün basılmasından önce
beni Amerika’ya getirtebileceğini hâlâ
ümit ediyor. Çocukları öylesine özledim
ki, gerçekten onları görebilmek için
CIA’nin düşündüğü gibi Amerika’ya dönebilirdim. Janet, Örgüt’ün beni Amerika’ya getirtmek için uzun bir süredir çocukları yanıma göndermemesi için kendisine baskı yaptığını itiraf etti. Onların
bu isteğine uymayıp çocukları geçen yaz
buraya gönderdiyse de, !oel tatilinde
göndermeyi kabul etmedi ve onları görmek istiyorsam benim oraya gelmemi
söyledi. Belki çocuklar çocukluktan kurtuldukları zaman onları görmem CIA tarafından engellenemeyecek” (agy., s. 815)
Gördüğünüz gibi Bay Fuller, Örgütünüz,
size muhalif şeyleri düşünenlerin ve yazanların çocuklarını bile rehin alıyor. Onları
ana babalarına karşı kullanıyor. Manevi işkence yapıyor.
Başka neler yapıyorsunuz bu gibi kişilere?
ABD pasaportlarını ellerinden alıyor,
bulundukları ülkelerden çıkarttırıyorsunuz.
Örneğin Philip Agee’i, 17 Ağustos
1977’de, yaşadığı Fransa’dan sınır dışı ettirdiniz. Almanya’dan da sınır dışı ettirdiniz. Hakeza, Granada’yı işgal ettiğinizde,
Granada hükümetinin verdiği pasaportu iptal ettirdiniz.
Suikastlar düzenliyorsunuz onlara karşı.
Kitabını yayınlayacakmış gibi yapan özgürlük düşkünü yayıncılar, yardımsever arkadaşlar, kadınlar, yazdıklarını ele geçirmek
için daktilosuna verici yerleştirenler buluyorsunuz…
Siz yani CIA, önce kitabının basılmaması için ve basıldıktan sonra da yaşamını
sonlandırmak için elinizden geleni yaptınız.
Yıllarca size (CIA’ya, ABD Emperyalizmine) hizmet etmiş Philip Agee’e siz
böyle davranırken, yeni vatanı Küba ve
devleti, Philip Agee’nin ölüm haberini:
“Küba’nın sadık dostu ve halkın daha iyi
bir dünya için verdiği mücadelenin ateşli
savunucusu” diye verdi.
Ne mutlu Philip Agee ki, son soluğunu
namuslu, vicdanlı, yiğit, kararlı bir antiemperyalist olarak verdi.
Ya siz Bay Fuller!
Siz nasıl vereceksiniz son soluğunuzu?..
Er ya da geç! Ama mutlaka!
Bay Fuller!
Bütün yazdıklarınızla, söylediklerinizle
ABD Emperyalizminin casus örgütü
CIA’nın görüşlerini savunuyor ve yayıyorsunuz. Aksine bizi inandırmak için uğraşıyorsunuz ama bu boşuna bir çaba oluyor.
Bu davranışlarınız, sizi, bizim gözümüzde
daha da aşağılık bir yaratık durumuna sokuyor. Yukarıda da söyledik. Siz aşağılık
bir CIA ajanısınız ve öyle kalacaksınız.
Ülkemizde 12 Mart ve 12 Eylül Faşist
Darbelerini siz tezgâhladınız. Yüzlerce,
binlerce masum insanımızın kanına girdiniz. Onlarcasını idam ettirdiniz. Yüz binlercesini işkence tezgâhlarından geçirdiniz,
onlarca yıl hapis yatırdınız. Katliamlar düzenlediniz. Halklarımızı birbirimize düşürdünüz. Düşürmeye de devam ediyorsunuz.
Bugün için köpeksiz köyde değneksiz
“Artiz Tayyip” Holivud’a
diği davete Schwab’ın geldiğini görünce,
hemen yanına gidip aynı soruyu ben de
soracak oldum. Beni tanımamış gibi davrandı; ağzını açıp tek bir kelime söylemedi. Ben üsteledikçe koruması, bir yandan koluyla beni iteleyip diğer yandan
da aynı cümleyi birkaç kez tekrarladı:
“Bu konuya cevap vermiyor!”
“Oysa 10 yıldır Davos’a her gidişimde
Schwab’la üç-beş laf ederiz. Bu kez karşımda, sanki Schwab maskesi takmış
bambaşka biri vardı.” (agy)
rinden gelen her numarayı yapacaktır. Bu
senaryo da benzer bir düşüncenin ürünüdür.
Ortadoğu’da yıllardan beri çoluk çocuk demeden kan döken İsrail’e sövgü iyi oy getirir. Zaten TayyipGül’ün Gazze Savaşı sırasındaki tutumu da aynı amaca yönelikti.
Esip gürleyip, duygu sömürüsü de yaparak
halkı kandırmak. Bunda da başarılı oluyorlar ne yazık ki…
Tayyip, Peres’i ve daha çok da oturum
yöneticisini suçladı oturumdan sonra. Sanki oturum başkanı da özel seçilmiş, Tayyip’in çıkışına zemin hazırlamak için. Gene
Takke Düşüyor:
Meral Tamer’in bir gün önceki yazısına baMeğer Oturumu Tayyip İstemiş! kınca, bu aykırılığın da önemli olduğu anlaÖyle anlaşılıyor ki, Dünya Ekonomik şılıyor:
Forumu Başkanı olanı biteni, oturumun na“Dünya Ekonomik Forumu toplantısıl gelişeceğini üç aşağı beş yukarı biliyor. larını 10 yıldır izliyorum. Daha önce hiç
Oturumu isteyen Tayyip. Oturumda sal- böyle kötü yönetilen bir oturuma rastladırgan bir tutum izleyeceği de biliniyor madım.
ama açığa çıksın istenmiyor. Belli ki,
“Sabahtan akşama kadar toplantılaoyunda figüran olmak istemediğinden otu- rın biri bitip diğeri başladığı için, oturumu yönetmiyor Schwab. Samimi olduğu rumların değişmez bir akışı vardır. Mokişilerle bile görüşmüyor. Bilgi sızsın da is- deratör, tüm konuşmacılara 3 ya da 5’er
temiyor. Meral Tamer anlatıyor:
dakikalık söz hakkı tanır, bu sürenin
aşılmasına izin vermez. Dolayısıyla her
konuşmacı 2-3 tur konuşabildiği gibi,
son 15-20 dakikada salondaki katılımcılardan soru alınıp yanıtlanır.
“Olaylı Gazze oturumunu yöneten
Washington Post’un deneyimli köşe yazarı David Ignatius, her nedense kimseye
müdahale etmedi. İlk söz hakkı verdiği
Başbakan Erdoğan da hayli uzun konuştu (12 dakikaymış, sonradan öğrendik).
İkinci söz verilen Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa 20 dakika, son konuşmacı İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres
de 25 dakika konuşunca, oturumun süresi zaten aşılmış oldu.” (Meral Tamer, Erdoğan Haklıydı Ama Bir Çuval İnciri BerHAMAS: Harekat el Mukavemet el İslamiyye bat Etti, Milliyet, 31 Ocak 2009)
Schwab işte bu nedenden geleneksel
(İslami Direniş Hareketi)
olanı çiğnedi, oturum başkanlığını üstlen“Bu sahneyi gördükten ve bu oturu- medi. Oturumun kurallara uygun yürütülmu isteyenin bizim Başbakan olduğunu memesi de oyunun parçasıydı çünkü. Deneöğrendikten sonra benim tahminim şu: yimli başkanın böyle bir oturumu yöneterek
Erdoğan’ın “Davos’ta Peres’i sorguya açık düşmesi, hem kendisine, hem de Daçekeceğim” sözleri (salı günü Hürriyet’e vos Zirvesi’ne zarar verirdi. Olaylar bu ka“Davos’ta Gazze bombası” başlığıyla darla da kalmıyor. Schwab adlı zatın da olayansımıştı) üzerine Schwab, moderatör- yın içinde olduğu aşikâr. TayyipGül,
lükten çekildi.” (agy)
Schwab adlı zatı da kullanıyor. Meral TaDurum açık. Ortada bir kayıkçı dövüşü mer anlatıyor:
“Sonradan anladık ki Erdoğan’ın yavar. Malum, 29 Mart’ta seçimler var. TayyipGül, bu seçimde sarsılmamak için elle- kın çevresi, Prof. Halberstadt aracılığıy-
Emine Erdoğan rol keserken…
Bunlar ailece artiz!
la Schwab’dan bu davete katılıp Türk tele-vizyonlarına yumuşatıcı bir şeyler söylemesini rica etmiş. Koruması beni iteledikten hemen sonra Schwab, Türk televizyonlarının karşısına geçip, skandal
olayı moderatör hatasına indirgedi; Erdoğan’ı Davos’a yeniden gelmeye ikna
edeceğini ve bu yaz tatilinin 2 haftasını
yine Türkiye’de geçireceğini söyledi.”
(Milliyet, 1 Şubat 2009)
Bu türden masallara karnımız tok! Oyunun perde arkasında büyük güçlerin, emperyalizmin, destek verdiği ortada.
“Davos Fatihi”nin gelişi
Olayın düzmece olduğu Tayyip’in Türkiye’ye gelişi sırasında yaşananlardan da
anlaşılıyor. Gecenin bir yarısı ellerinde
“Davos Fatihi”, “Mazlumların Hamisi
Başbakan Hoşgeldin Erdoğan”, “Hoşgeldin Dünya Lideri”, “Dünya Başbakan
Görsün” gibi sloganların yazıldığı hazır
pankartlarla yüzlerce TayyipGül taraftarı
Atatürk Havalimanı’na gelebiliyor. Bu pankartları ne zaman hazırladıklarını mı sormak gerek, Atatürk Havalimanı’na nasıl
ulaştıklarını mı? Belediye ise saat 03.00’a
kadar metroyu bedava çalıştırıyor. Bu durum, oturumun nasıl gelişeceğinin bilindiğini ve buna yönelik hazırlanıldığını gösteriyor. Ertesi gün Hür Basın da Tayyip’i şişirerek ve Peres’in özür dilediğini vurgulayarak, gelişmelerin üzerine tüy dikti.
Senaryo iyiydi, oyuncu da değme “artizlere” taş çıkarırdı. Dolayısıyla, herkes
de yedi. Oyunun konusu dinci Hamas’ın
savunulması olunca, Tayyip’in artizliği daha da inandırıcı oluyor kuşkusuz. Rolünü
daha bir inanarak oynuyor olsa gerek! Ancak ortada samimiyet olmadığı ortada. O
Philip Agee
gezdiğinizi sanıyorsunuz. Sosyalist Kamp
çökmüş, M. Kemal’in ve Kuvayimilliye şehitlerinin uğrunda severek ölümü göze aldıkları “Tam Bağımsız Türkiye” ideali yenilmiş, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” “Ilımlı
İslam Cumhuriyeti” kazanmış görünüyor.
Ama sakın aldanmayın! Sadece “kazanmış” görünüyor…
Yoksa kazanan her zaman ezilen ve sömürülen halklardır. Eğer siz “medeniler”
kazanmış olsaydınız, Doğunun mazlum
milletleri hâlâ sömürge batağında sömürülüyor olurdu. Ama başta Lenin ve Bolşevik
Partisi, Sovyet İktidarı, Ekim Devrimi’yle
birlikte Doğu’nun mazlum halklarının umut
ışığı oldular. Halkların kurtuluşunun yolunu açtılar. Oradan tüm insanlığa yayılan
ışık, Mustafa Kemal oldu, İsmet İnönü oldu, Kuvayimilliye oldu… Mao oldu, Ho
Amca oldu, Che oldu, Fidel oldu… Deniz
oldu, Mahir oldu… Chavez oldu, Morales
oldu…
Kıvılcımlı oldu, Halkın Kurtuluş Partisi
oldu…
Işık çoğaldı, çoğaldı…
Bir gün, ama mutlaka bir gün, sizin ülkenizi de aydınlatacak o ışık Bay G. Fuller!
Çünkü hayat akıyor, “yürüyüş” devam
ediyor!..
Tayyip ki, Irak’ta 3.9 milyon insan çoluk
çocuk demeden katledilirken “gık” demedi;
hatta Wall Street Journal adlı dergiye 31
Mart 2003’te “Kahraman genç kadın ve
erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek
en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua
ediyorum…” diyerek Amerikan Yalakalığı yaptı. Askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde de kuyruğunu kısmaktan başka
ne yaptı? Yetmedi, elçiler göndererek Amerikan Yönetimine yalvardı, “Aman beni
deliğe süpürmeyin” diye… Dolayısıyla,
emperyalizm TayyipGül gibi has evlatlarına bu kadar esneklik tanır. Nasılsa bu satılıkların ipleri elindedir.
Sonuç
Tayyip, düne kadar, ABD’nin Büyük
Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanıyım diye
böbürleniyordu. Büyük Ortadoğu Projesi, genel olarak İslam ülkelerini, özel olarak Ortadoğu halklarını sürekli emperyalist boyunduruğu altında tutmayı, emperyalist yağmayı artırmayı amaçlayan
bir stratejik hedeftir. Bu stratejik hedef
içinde “Davos Krizi” gibi taktik senaryolar da, işin gereği, uygulanır. AKP yönetimindeki Türkiye, ABD Emperyalizmi
tarafından İslam ülkelerine örnek gösterilen iki Ilımlı İslam ülkesinden biridir
(diğeri Malezya idi malum). Böylece hem
Ortadoğu’da hem de Türkiye’de, ama
özellikle Türkiye’de, İslamcı örgütlenmeye yeni bir boyut kazandırılıyor. Yanı
sıra, dinci örgütlenmeye meşruiyet kazandırma, aklama çabası da var işin içinde. Hamas’ın (Harekât el Mukavamet el
İslamiye: İslami Direniş Örgütü),
1987’de kurulduğunda, ABD ve İsrail tarafından Yaser Arafat’ın El Fetih’ine
karşı desteklendiğini de unutmayalım.
Amaç, işleri böyle Arap Saçına döndürerek Ortadoğu halklarının sömürülmesidir.
Sonuç olarak, “Davos Krizi” çok ortaklı bir senaryodur. Peres ve Tayyip,
ama esas oğlan olarak özellikle Tayyip,
iyi artistlik yapmıştır. Bu senaryo, Amerikan çıkarları ile de uyuşmaktadır.
Çünkü gerek Türkiye içinde, gerekse
Ortadoğu’da Tayyip’i destekleyen bir
oyundur. Tayyip de, yiğidi öldür hakkını
ver(!), iyi rol kesmiştir. Dolayısıyla, Tayyip’in yeri Holivud’dur aslında, böyle iyi
artizlik yapınca… Oscar’a bile aday gösterilebilir.
5
6 Şubat 2009
İsrail ve AB-D Emperyalistleri Ortadoğu’dan Defolun!..
ABD ve AB Emperyalizminin
Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail
ölüm saçmaya devam ediyor
Yine kan... Yine gözyaşı... Katil yine aynı: Siyonist İsrail.
Ortadoğu’da; ABD ve AB Emperyalizmine bekçi köpekliği yapması için kurulan
Siyonist İsrail, Filistin Halkını katletmeye devam ediyor. Hitler’i aratmıyorlar. Bombalarla, füzelerle yakıp yıkıyorlar Filistin’i. Kan kusturuyorlar Filistin Halkına. Okullarından yeni çıkan çocuklar, kadını ve erkeğiyle tüm Filistin Halkı hedefi bekçi köpeğinin…
Dün sabah saatlerinde İsrail askerleri, Gazze’ye ölüm yağdırdı. Polis okulu mezuniyet töreni sırasında yapılan saldırıda, Filistinli kaynakların verdiği bilgiye göre
250’yi geçkin Filistinli katledildi.
ABD önderliğindeki Batılı Emperyalist haydut çetesi, kendi alçakça çıkarları öyle
gerektirdiği için, 1948 yılında, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasını uygun görmüşler, kararlaştırmışlardır. İsrail adı altındaki bu ABD uşağı ve ABD’nin, tabiî aynı
zamanda da tüm Batılı Emperyalist çakalların, Ortadoğu’daki ileri karakolu veya bekçi köpeği durumundaki, insan hakkı tanımaz, tüm insanî duygulardan ve niteliklerden
yoksun alçak devleti kurmuşlardır. Bu, suni-yapay-kukla bir devlettir. ABD ve diğer
Batılı Emperyalist haydutların ekonomik siyasi ve askeri desteği, koruması olmasa birkaç yıl bile yaşayamaz. Yıkılır gider... Onu var eden de yaşatan da ABD ve AB Emperyalistleridir.
İsrail’in görevi, bölgede ABD’ye ve diğerlerine hizmet etmektir. Tabiî her bakımdan... Esas görevi Ortadoğu’nun “Siyah altın”ının yani Petrolün, Batılı Emperyalistler
tarafından sömürülmesine gözcülük, bekçilik, jandarmalık etmektir. Bu hayâsızca sömürüye karşı çıkan Arap Halkı olursa onun tepesine bugün ve geçmişte pek çok defa
yaptığı gibi, füze, bomba, kurşun yağdırmaktır. Bundaki amaç; o halkı ya da devleti
korkutup sindirmek, böylece de emperyalist sömürüye ses çıkaramaz hale getirmektir.
Yani Ortadoğu Halklarının Batılı Emperyalist devletlere kuzu gibi boyun eğmesini sağlamaktır.
İşte bu sebepten Partimiz, “İsrail ABD’dir” demektedir on yıllardan beri... Ve yine Partimiz, Ortadoğu’da böyle alçak, ajan bir devlete yer yoktur demektedir. İsrail’i
tanımamaktadır.
Kanlı zalim ABD ve Siyonist İsrail, köpeksiz köyde değneksiz gezmeye devam ediyor. Dünya halklarının başdüşmanı ABD ve onun bekçi köpeği İsrail, Ortadoğu’da yaptıkları katliamın hesabını er geç verecekler. Bugün Irak’ta Bush Köpeğinin suratında
patladı El-Zeydi’nin ayakkabısı. Yarın tüm halkların birleşen yumruğu, katil ABD ve
AB Emperyalistleri ve uşaklarının kafalarında balyoz gibi patlayacaktır. Irak’ta yiğit
El-Zeydi’nin, Filistin’deki taş generallerin mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır. Gün
gelip devran dönünce, bugün katliama uğrayan tüm halklara bu katiller sürüsü hesap
vereceklerdir. Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki; İnsanlığa karşı işlenen suçların zaman
aşımı olmaz.
Filistin Halkı başta olmak üzere, dünya halklarının başı sağ olsun. Ama şu unutulmasın ki, bu katliamların hesabı eninde sonunda sorulacaktır. 28.12.2008
Katil İsrail Filistin’den Defol!
Gün Gelecek Devran Dönecek Katil İsrail Hesap Verecek!
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
Tekirdağ’da İsrail Katliamına tepki
T
ekirdağ’da 10 Ocak Cumartesi günü,
İsrail’in, şerefsizce, çoluk çocuk,
yaşlı genç demeden, gözü dönmüşçesine Filistin Halkını katletmesine tepki yağdı.
Tekirdağ sokaklarının ve insanlarının
uzun zamandır görmediği bir yürüyüşle lanetlendi; İsrail, ABD, AB, AKP, Arap ülkeleri ve katliama destek veren veya susan
herkes...
Eğitim Sen’in öncülüğünde gerçekleştirilen eyleme, Kurtuluş Partisi, Tekirdağ
panlara serbest…
Yürüyüşümüz boyunca halkın, esnafın
yoğun ilgisini ve desteğini gördük. Yediden
yetmişe birçok insan, öfkesini “Kahrolsun
ABD AB Emperyalizmi”, “Katil İsrail
Filistin’den Defol”, “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol”, “Siyonist İsrail”, “Emperyalist Katiller Çocukları Vurmayın”
“Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Zafer
Direnen Filistin’in Olacak” “Susma
Haykır Halklar Kardeştir” sloganlarıyla
gösterdi.
Halkı yoğun olarak katıldı. CHP, ADD,
ÇYDD ve meslek örgütleri de destek verdi.
100 kişi olarak başladığımız yürüyüş artan
bir katılımla, 250 kişi ile yaptığımız basın
açıklaması ile sonuçlandı.
Aynı gün gerçekleştirilen bir diğer eylem de Şeriatçıların eylemiydi ve İl Milli
Eğitim Müdürlüğü’nden “resmi yazıyla ve
telefon zinciri yoluyla” öğretmenlere ve
öğrencilere “resmen” duyuruldu ve eyleme
katılmaları “istendi”. “Okullarda siyaset
yapmak suçtur” diyenler bal gibi siyaset
yaptılar.
Bu örnekten de bir kez daha anlayacağımız gibi, siyaset yapmak bizlere yasak,
AKP’nin ve sermayenin borazanlığını ya-
Eyleme liseli gençlerin sayısı, heyecanları damgasını vurdu.
Eylemlerimiz, sonraki günlerde, saat
18.00’de, tüm ülkede yapılan “ses çıkarma”
eylemiyle devam etti.
Biz Tekirdağlı Kurtuluş Partililer olarak,
halkı örgütlemek yolunda üzerimize düşen
ne görev varsa yapmaya, mücadeleye etmeye devam edeceğiz.
Filistin Halkı Yalnız Değildir!
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!
Yaşasın Kurtuluş Partimiz!
Tekirdağ’dan
Kurtuluş Partililer
B
Filistin’de “Taş Generaller”in mücadelesi
er geç zafere ulaşacaktır
aşta ABD olmak üzere, Batılı
Emperyalistlerin desteğiyle, Siyonist
İsrail, tekniğin son sözü olan gelişmiş silahlarıyla, kullanılması yasak olan
fosfor bombalarıyla, Gazze’de kan kusuyor. Çoluk çocuk demeden Filistin Halkını
katlediyor. İlk 7 gün hava bombardımanı ile
Okul, Hastane, Üniversite demeden yerle
bir ettikleri Gazze’yi, son 13 gündür de
karadan, havadan ve denizden yürüttükleri
kara harekâtı saldırısı ile sivil halkın katliamına dönüştürmüş bulunmaktadır.
Hatay’ın Samandağ ilçesinde Halkın
Kurtuluş Partisi İlçe Örgütü olarak bu katliamı protesto ettik. Basın açıklamasının
yapılacağı alana kadar Parti binasından
başlanarak yürüyüş gerçekleştirildi. Yapılan örgütlenme çalışmasında mahalleler ve
ilçe merkezinde bulunan kahveler dolaşılarak İsrail’in ve ABD-AB Emperyalizminin
aşağılık yüzü anlatıldı. Halkımızı İsrail’i
protesto etmeye çağırdık. Yapılan konuşmalardan sonra yoğun ilgi ile karşılandık
ve alkışlı tezahüratlarla desteklendik.
Saat 16.00’da başlayan yürüyüşümüzde
“İsrail ABD-AB’dir! Kahrolsun ABDAB Emperyalizmi” pankartı, dövizlerimiz, meşalelerimiz, Filistin bayrağı ve parti
bayraklarımızla görkemli bir kortej oluşturduk. “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP” “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Kahrolsun
ABD-AB Emperyalizmi”, “Selam Selam
El Zeyd’e Bin Selam”, “Yaşasın Halkla-
rın Kardeşliği” ve Arapça sloganlarımızı
haykırarak alana gelindi. Halkımızın basın
açıklamasına ilgi ve desteği yoğundu.
Basın açıklamasından sonra ABD, AB,
İsrail bayrakları ve Bush’un ayakkabı fırla-
suratında patladı El Zeyd’inin ayakkabısı.
Yarın tüm halkların birleşen yumruğu,
Emperyalist ABD’nin ve Siyonist İsrail’in
kafalarında balyoz gibi patlayacaktır.
Irak’ta El Zeydi’nin, Filistin’de “Taş Gene-
tılmış portresi birlikte yakılarak, ABD-AB
Emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı
kinimizi sloganlarımızla bir kez daha haykırdık. Eylem bildirilerimizin dağıtılmasıyla birlikte son buldu.
Dünya Halklarının başdüşmanı ABD ve
onun Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail,
Ortadoğu’da yaptıkları katliamın hesabını
er geç vereceklerdir. Irak’ta işgalci Bush’un
rallerin” mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır. Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki, insanlığa karşı işlenen suçların zaman aşımı yoktur. Bu yapılanların hesabı mutlaka sorulacaktır.
Hatay Samandağ’dan
Kurtuluş Partililer
İsrail Siyonizmi hep yaptığını yapıyor:
Filistin Halkını acımasızca katletmeye devam ediyor-
A
B-D (ABD ve AB) Emperyalizminin Ortadoğu’daki Bekçi Köpeği İsrail, 27.12.2008 günü sabaha karşı Filistin
Halkının üzerine ölüm saçmaya başladı. On dokuz gündür
de kadın-erkek, yaşlı-genç tüm Filistin Halkı Siyonistlerin hedefi durumundadır. Hitler Faşistini bile aratmayacak denli gözü
dönmüş bir saldırganlıkla, Filistin Halkını kana, gözyaşına boğuyorlar, evsiz, okulsuz, elektriksiz, aç-susuz bırakıyorlar.
Dünya insanlığının bir kısmı yeni yıla eğlenerek girerken, Filistin Halkı ağıtlarla karşılamakta… Siyonistlerin yeni füze saldırılarına hedef olmamak için, kısıtlı olanaklar içinde kendince önlem almakta... Filistin’de on dokuz gündür 1000’e yakın çocuk,
kadın, erkek, genç yaşlı yaşamını yitirmiş ve dört bini geçkin insan yaralanmıştır. Yerleşim yerleri, katledilen insanların cesetleriyle dolmuştur. Küçücük çocuklar, kadınlar katledilen yakınları
için gözyaşı dökmekte…
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, İsrail Savunma Bakanı Ehud
Barak alçağı “şimdi savaş zamanı” diyerek katliamlarının aralıksız süreceğini ilan etmekte…
İnsanlığın gözünün içine baka baka yapılan bu katliama ise
başta BM olmak üzere dünya devletleri sessiz kalmaktadır. Bizdeki Tayyipgiller’in; “saldırı bize karşı yapılan bir saygısızlıktır”
demelerinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Sen kim, saygı kim?..
Sen ki Olmert’in yakın dostusun. Kanıtlayalım mı bu sözlerimizi Olmert’in ağzından. Bakın İsrail’in, eli bebek ve çocukların
kanıyla kanlanmış Başbakanı Olmert, Tayyip için ne diyordu:
“İsrail Başbakanı Ehud Olmert dün yayımlanan demecinde, “İyi arkadaşım olan Erdoğan, Suriye ile müzakereleri istikrarlı bir şekilde yoluna koymam için bana yardımcı oluyor” dedi.” (Milliyet, 15 Mayıs 2008)
Tayyip, Olmert’in “iyi arkadaşı”!
Latin Amerika’dan sol rüzgârlar estiren Venezüella lideri
Chavez ise, İsrail hükümetini; “katil ve soykırımcı” olarak niteledi ve İsrail Büyükelçisini kovdu. (Cumhuriyet, 7 Ocak 2009)
Yapabiliyor musunuz bunu...
Ne gezer… Nerede sizde o yürek?..
Oysa aynı gün siz ne yaptınız?
“İktidar ‘dengeleri’ gözeterek karşı çıkınca TBMM’den
kınama bildirisi çıkmadı.
“AKP İsrail’i kınatmadı”. (Cumhuriyet, 7 Ocak 2009)
Ya ABD Emperyalistleri ne yaptı bu zulüm karşısında:
“ABD Senatosu’ndan İsrail’e destek
“ABD Senatosu, İsrail’e Gazze saldırıları konusunda tam
destek veren bir karar aldı. Demokrat ve Cumhuriyetçi senatörler tarafından oyçokluğuyla kabul edilen karar…”la İsrail
kınanamadı bile. (Cumhuriyet, 10 Ocak 2009)
ABD, bu tutumunu Birleşmiş Milletler’de de gösterdi ve gazeteler: “ABD engelledi BM kilitlendi” diye vermek zorunda kaldı.
İsrail’in Uluslararası antlaşmalarla kullanımı yasaklanmış fosfor bombasını ABD’den aldığı biliniyor…
İsrail, uluslararası antlaşmalarla kullanımı yasak olan misket
bombası kullanıyor…
“Gazze’yi bombalayan İsrail pilotları, jet uçaklarıyla eğitim uçuşlarını nerede yapıyorlar?
“Konya’da…” (Milliyet, 30 Aralık 2008)
Türkiye, başta pilotsuz uçaklar olmak üzere, ileri teknoloji
ürünü aparatları nereden alıyor?
İsrail’den…
Türkiye’nin tank modernizasyonunun kim yapıyor?
İsrail.
2008 yılı itibariyle Türkiye ile İsrail arasındaki savunma sanayi işbirliği 1.8 milyar dolar…
Sen, zamanında, iktidara gelebilmek için, AB-D Emperyalizminin önünde diz çökersen, “beni kullanın, delikten aşağı süpürmeyin” diye onursuzca yalvarırsan, Siyonist İsrail’e ülkemizin
ekonomik değerlerini peşkeş çeker, onunla silah anlaşmaları yaparsan, kimse seni ciddiye almaz.
Siyonist İsrail’in bu katliamı ne ilktir ne de son olacaktır.
Çünkü bu devlet, AB-D Emperyalizminin bundan 60 yıl önce
Filistin’de kurdurduğu suni-yapay-kukla bir devlettir. Arap Ulusu’nun bağrına sapladıkları bir kamadır... Yani İsrail=AB-D’dir.
AB-D Emperyalizminin ekonomik, siyasi ve askeri desteği,
koruması olmasa birkaç yıl bile yaşayamaz. Yıkılır gider. Onu
var eden de yaşatan da AB-D Emperyalistleridir.
Görevi; Ortadoğu’nun “siyah altın”ının yani petrolün Batılı
Emperyalistlerce sömürülmesine gözcülük, bekçilik, jandarmalık
etmektir. Bu hayâsızca sömürüye karşı çıkan Arap Halkının tepesine bugün ve geçmişte pek çok defa yaptığı gibi, füze, bomba,
kurşun yağdırmaktır. Böylece korkutup sindirdikleri Arap Halkının emperyalist sömürüye ses çıkaramaz hale gelmesini amaçlamaktadırlar. Bunda da başarısız değiller... İlkin harita üzerinde
cetvelle sınırlarını çizerek Arap Ulusu’nu 21 parçaya böldüler.
Her bir parçanın başına da kendilerine bağlı uşak ruhlu krallar,
şeyhler, emirler yerleştirerek, kendi içinden çıkan bu hainlerle
Arap Halkına zulmetmekteler.
En son bu katliamda bile Arap Birliği, katliamdan bir hafta
sonra ancak toplanabilecekmiş. Gerçi toplansalar ne olacak ki...
Bir iki kınama mesajı ile işi geçiştirecekler... Oysa gerçek anlamda adına yaraşan bir birlik olarak davransa, Arap Ulusu’nun bölünmüşlüğüne son verip tek bir Ulus olarak hareket etse, İsrail’in
bu topraklarda bir dakika bile yaşaması olası değildir.
Irak işgalinde de görüldüğü gibi, Arap Halkının (içinden çıkan
hainlere rağmen) emperyalizme karşı kahramanca direnme geleneği bulunmaktadır. Son örneği katil Bush’un suratında patlayan
El-Zeyd’in ayakkabısı olmuştur. Bu gelenek örgütlü bir güce
dönüştürülemediği, AB-D Emperyalizmi önünde çil yavrusu gibi
dağınık kalındığı sürece, Siyonist İsrail’in yenilmesi mümkün değildir.
Bu nedenle kanlı zalim ABD ve Siyonist İsrail köpeksiz köyde değneksiz gezmeye devam etmektedir.
Ancak hiçbir halka böylesi acımasız sömürü ve katliamlara ilelebet boyun eğdirilemez. Zira insan isyan huyludur.
Eninde sonunda bu zulme isyan edecek ve bu katillerden hesap soracaktır. Filistin’deki taş generallerin mücadelesi er geç
zafere ulaşacaktır. 15.01.2009
Filistin Halkı Yalnız Değildir!
Filistin’de Yalnız Filistinliler Değil, İnsanlık Yok Ediliyor!
İnsanlığımız ve Yüreğimiz Filistin’le Bütünleşmiştir!
Katil İsrail, Filistin’den Defol!
Halkın Kurtuluş Partisi
Samandağ İlçe Örgütü
6
6 Şubat 2009
İsrail ve AB-D Emperyalistleri Ortadoğu’dan Defolun!..
Konya’da İsrail karşıtı eylem: Filistin Halkı Yalnız Değildir!
H
epimizin bildiği gibi İsrail, Filistin
Halkının üstüne günlerdir uçaklarıyla ve teknolojinin en gelişmiş füzeleri ile bomba yağdırıyor; çocuk, genç, yaşlı
demeden masum savunmasız Filistin Halkını katlediyor. İsrail’in görevi bölgedeki siyah altına, yani Ortadoğu’nun o kaliteli petrol rezervlerine, ABD başta olmak üzere
diğer Batılı Emperyalist devletler adına
bekçi köpekliği yapmaktır. Bu zulmün bütün sorumlusu AB-D Emperyalistleridir.
Tabiî Arap ulusunun satılmış AB-D uşağı
liderleri de bu saldırılara onurlu bir tepki
vermeyerek, İsrail’in saldırganlığına ortak
olmaktadırlar. Tabiî ki bizim ülkemizde de
durum farksız değildir. AB-D Emperyalistlerinin ülkemizde iktidara getirdiği uşağı
Tayyipgiller de bu zulme sadece bakmakla
yetinmekte ve uşaklığının hakkını fazlasıyla yerine getirmektedir. Eğer ciddi bir tepki
gösterirse “süpürülüp atılmaktan” korkmaktadır AB-D Emperyalistleri tarafından.
Bildiğimiz gibi bu siyaset, insanlarımızın samimi dini duygularını sömürerek kandırmış ve oylarını toplamıştır saf, temiz
Müslümanların. Şimdi de Filistin’de yaşa-
B
yan Müslüman Halkın katledilmesine ortak
bile olmaktadır. Filistin Halkının üzerine
bomba yağdıran uçakların pilotları Türkiye’de eğitilmektedir. Hem de en çok oyu aldığı ve kalesi durumundaki Konya’da bulunan 3’üncü Ana Jet Üssü’nde eğitilmektedir bu pilotlar. Bu üs, aynı zamanda, NATO’ ya bağlı birliklerin eğitim yaptığı bir
Askeri Üs’tür dolayısı ile Irak Halkını vuran uçakların pilotları da burada eğitilmişlerdir. Yani AKP iktidarının ve Tayyipgiller’in Müslümanlığı falan hep söylediğimiz
gibi hikâyedir, oy pusulasından öteye geçmez. Yani bunların Müslümanlığı, inançları
kâğıttan Müslümanlıktır. Samimi değildir.
Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez
ise en onurlu tepkiyi vermiş ve Venezüella
İsrail Başkonsolosunu sınır dışı etmiştir. Ne
Venezüella Müslüman bir ülkedir, ne de
Chavez Müslüman değildir. Ancak Venezüella’da Halk İktidardadır ve mazlum halkların yanındadır. Bu iktidar emperyalist çakal
sürüsü ile de bütün bağlarını koparmıştır.
Yani sorun zaten Müslüman olup olmama
sorunu değil, İnsan olma sorunudur. AB-D
Emperyalistleri ve onların bekçi köpeği İs-
rail Devletinin yaptığı bu katliamlara, insanım diyen herkesin tepki göstermesi gerekir. Ancak emperyalist devletlerin kendileri
ve onların uşaklarında insanlıktan eser yoktur. Bunlar insanî hiçbir değer taşımamaktadır. Tek düşündükleri daha fazla kâr, daha
fazla zenginliktir.
Biz de Konya’da yaşayan Kurtuluş Partililer olarak, bu insanlık dışı katliamlara
karşı sessiz kalamazdık ve DİSK/Nakliyatİş Sendikası ile birlikte Konya Kayalı Park
Meydanı’nda 06 Ocak Salı günü yaklaşık
110 kişinin katıldığı, Eğitim-İş Sendikası
ve DİSK/Emekli Sen üyelerinin de destek
verdiği bir eylem gerçekleştirdik.
Basın açıklamasını, Halkın Kurtuluş
Partisi Konya İl Örgütü Başkanı Av. Orhan
Özer yaptı. Özer açıklamasında; AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki bekçi köpeği
İsrail Devletinin, mazlum Filistin Halkına
yaptığı insanlık dışı katliamların sorumlularının başta ABD olmak üzere tüm Batılı
Emperyalist Devletler ve onların satılmış,
uşak iktidarları olduğuna vurgu yaptıktan
sonra sözlerini, “Bush’un suratında patlayan El Zeyd’in ayakkabısı, bir gün gelecek Dünya Halklarının yumruğu olarak Emperyalizmin suratında patlayacaktır” diyerek bitirdi.
Basın açıklamasından sonra, kortej oluşturarak ve “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Katil İsrail Filistin’den Defol”,
“Kahrolsun İsrail Siyonizmi”, “Kahrolsun Emperyalizm”, “Gün Gelecek Devran Dönecek ABD Halklara Hesap Verecek” sloganları ile Parti binamıza kadar
yaptığımız yürüyüş ile eylemimiz son buldu.
Basın açıklamamıza halkın ve basının ilgisi çok yoğundu. Bu da coşkumuzu ve heyecanımızı bir kat daha artırdı.
Konya’dan
Kurtuluş Partililer
Filistin Halkının katledilmesine seyirci kalınamaz
İsrail Ortadoğu’daki ABD’dir
aşta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalistlerin desteğiyle,
Siyonist İsrail, tekniğin son sözü olan gelişmiş silahlarıyla,
kullanılması yasak olan fosfor bombalarıyla, Gazze’de 10
gündür kan kusuyor. Çoluk çocuk demeden Filistin Halkını katlediyorlar. İlk 7 gün hava bombardımanı ile Okul, Hastane, Üniversite demeden yerle bir ettikleri Gazze’yi, son 3 gündür de karadan, havadan ve denizden yürüttükleri kara harekâtı saldırısı ile
sivil halkın katliamına dönüştürmüş bulunmaktadırlar. Bu katliamda sivil halktan 500’ü aşkın
kişinin yaşamını
yitirdiği, bunların
yüzde 35’ini çocukların oluşturduğu, 3 binin
üzerinde yaralı
olduğu gelen bilgiler arasındadır.
Hitler faşizmini
aratmayacak denli gözü dönmüş
bir saldırganlıkla,
Filistin Halkını
kana, gözyaşına
boğuyorlar, evsiz,
okulsuz,
elektriksiz, aç-susuz bırakıyorlar.
Kısaca yıllardır İsrail tarafından etrafı tanklarla çevrili ve ambargoyla yaşamak zorunda bırakılan Filistin Halkı, şimdi de kendi
ülkelerinden sökülüp atılmak istenmekte, ülkeleri işgal edilmektedir. Bu vahşete seyirci kalınamaz.
Çocukların çığlıkları, annelerin feryatları, babaların isyanları
bir film gibi izlenirken, insanlık bu vahşete dur diyemiyor. İnsanlığın bir kısmı yeni yıla eğlenerek girerken, Filistin Halkı feryatlarla, ağıtlarla giriyor yeni yıla. İnsanlığın gözü önünde cereyan eden bu vahşete ve katliama, başta BM olmak üzere, dünya
devletleri sessiz kalmaktadır. Çünkü o Birleşmiş Milletler, ne yazık ki ABD’nin Birleşmiş Millletler’idir. Bizde ise, saldırıdan 35 gün önce İsrail Başbakanına Ortadoğu’daki barışa katkısından
dolayı övgüler yağdıran Başbakan Tayyip Erdoğan, halkımızın
bu katliama isyanını bildiği için, “saldırı bize karşı yapılan bir
saygısızlıktır” demek zorunda kalıyor. Oysa bu efelenmeye kim
inanır?
Dünya da inanmadı, biz hiç inanmayız.
Ey Tayyip, sen zamanında iktidar olabilmek için ABD Emperyalizminin önünde diz çökersen, “beni kullanın, süpürüp atmayın” diye yalvarırsan, ABD’nin BOP’unda Siyonist İsrail’le
işbirliği yaparak onunla silah anlaşmaları imzalarsan, seni kim
ciddiye alır? Bu Halk artık sizin ikiyüzlü politikalarınızı görüyor,
biliyor…
Sevgili Basın mensupları, saygıdeğer Halkımız;
Bilindiği gibi İsrail Devleti, Batılı Emperyalist Devletlerin
1948 yılında Yahudileri toplayarak Filistin’e yerleştirmek suretiyle, kendi Emperyalist çıkarları için oluşturdukları bir devlettir.
Bu suni- yapay bir devlettir. Yani İsrail, Ortadoğu’ya Emperyalistlerin sapladığı bir hançerdir. Asli görevi, Ortadoğu’nun “Siyah Altın”ı olan Petrolün, Batılı Emperyalistler tarafından sömürülmesine gözcülük, bekçilik, jandarmalık etmektir. ABD ve
Batılı
Emperyalist
haydutların ekonomik,
askeri ve siyasi desteği ve koruması olmasa, bu bekçi devletin
yaşaması ve ayakta
durması mümkün değildir.
Kanlı zalim ABD
ve Siyonist İsrail, ne
yazık ki köpeksiz köyde değneksiz gezmeye
devam etmek için bu
katliamı planlamış bulunmaktadırlar. Gönlümüz ister ki; aynı Siyonist İsrail’e karşı,
2006’da Lübnan’daki
kararlı ve inançlı direnişin Gazze’de de gösterilmesidir. Biz biliyoruz ki bu saldırının bir nedeni de; İsrail’in
Lübnan’da aldığı o yenilginin onarılması amaçlıdır. Yine biz biliyoruz ki; Dünya Halklarının başdüşmanı ABD ve onun Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail, Ortadoğu’da yaptıkları katliamın hesabını er geç vereceklerdir. Irak’ta işgalci Bush’un suratında patladı El Zeyd’inin ayakkabısı. Yarın tüm halkların birleşen yumruğu, Emperyalist ABD’nin ve Siyonist İsrail’in kafalarında balyoz gibi patlayacaktır. Irak’ta El Zeydi’nin, Filistin’de “Taş Generallerin” mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır. Herkes şunu çok
iyi bilmelidir ki, insanlığa karşı işlenen suçların zaman aşımı
yoktur. Bu yapılanların hesabı mutlaka sorulacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyor, desteğiniz için sizlere şükran
sunuyoruz. 06. 01. 2009
Filistin Halkı Yalnız Değildir!
Filistin’de Yalnız Filistinliler Değil, İnsanlık Yok Ediliyor!
İnsanlığımız ve Yüreğimiz Filistin’le Bütünleşmiştir!
Katil İsrail, Filistin’den Defol!
Ali Özçelik
DİSK İl Temsilcisi
akliyat-İş Bölge Temsilcisi
Av. Orhan Özer
Halkın Kurtuluş Partisi
Konya İl Başkanı
Ankara’da AB-D Emperyalizminin bekçi köpeği Siyonist İsrail’e öfke:
Zalimlerin zulmü ilelebet devam edemez!
K
urtuluş Partililer, Siyonist İsrail’in
Filistin Halkına yönelik son saldırısını protesto ettiler.
28 Aralık Pazar günü saat 17.00’da, Parti Genel Merkezi’nin bulunduğu Karanfil
Sokak’tan Yüksel Caddesi’ndeki İnsan
Hakları Anıtı’na, meşalelerle coşkulu ve
çevre halkının destek verdiği bir yürüyüş
gerçekleştirildi.
“Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Siyonist İsrail Filistin’den Defol”, “Selam
Selam, Filistin’e Bin Selam”, “Selam Selam, El Zeydi’ye Bin Selam”, “Katil
ABD Halklara Hesap Verecek” sloganları eşliğinde Ankara İl Başkanı Av. Sait Kıran’ın okuduğu basın açıklamasından son-
ra, Sakarya Caddesi’ne yürüyüşe geçildi.
Sakarya Caddesi’nde basın açıklaması yeniden okundu.
Siyonist İsrail’in Katil Başbakanı Olmert ve Başkatil Bush’un fotoğraflarına, El
Zeydi’nin temsili ayakkabısı fırlatıldı. Ayrıca İsrail ve ABD bayrakları yakıldı.
Bütün yoldaşların attıkları sloganlarda,
ABD ve AB Emperyalizmine ve onun Ortadoğu’daki Bekçi Köpeği İsrail’e duyulan
nefret, katledilen Filistin Halkının üzüntüsü
yansıdı.
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
Kurtuluş Partililer, Siyonizme öfkesini her
fırsatta haykırıyor!
6
Ocak 2009 tarihinde, Türk Telekom
ile İsrail takımı Bnei Hasharon arasında gerçekleştirilecek olan basket maçı,
İsrail Siyonizmine karşı gerçekleştirilen eylemler sonucu iptal edildi.
Kurtuluş Partililer de tüm güvenlik önlemlerine rağmen salona girip açtıkları pankartlarla ve sloganlarıyla İsrail’e olan tepkilerini dile getirdi. Polisin sert müdahalesiyle karşılaşan yoldaşlarımız “Katil İsrail
Filistin’den Defol”, “Filistin Halkı Yalnız
Y
Değildir” sloganlılarını haykırarak katliamı lanetlediler.
Kurtuluş Partililer, bugün olduğu gibi
bundan sonra da AB-D Emperyalizmine ve
İsrail Siyonizmine karşı her alanda en ön
safta mücadele edecektir.
Katil İsrail Filistin’den Defol!
Filistin Halkı Yalnız Değildir!
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
İzmir’de Siyonist İsrail’e karşı halkımız alanlardaydı
ıllardır insanlık dışı katliamlar uygulayan İsrail’in son Gazze katliamını Kurtuluş Partisi olarak düzenlediğimiz ve
katıldığımız eylemlerle kınadık, protesto ettik.
Yeni yılın ilk gününde saat 18:00’da meşalelerimizle, bayraklarımızla, pankartlarımızla,
sloganlarımızla Karşıyaka Çarşı’da bir yürüyüş gerçekleştirdik. Halkın katılımı ile yapılan
yürüyüşte Ortadoğu’nun bekçi köpeği İsrail’i
lanetledik. Filistin Halkının yanında olduğumuzu haykırdık.
İl Başkanımız Av. Tacettin Çolak, yaptığı
basın açıklamasında AB-D (ABD ve AB) Emperyalizminin Ortadoğu’daki Bekçi Köpeği
İsrail’in bu vahşetinin unutulmaması gerektiğini söyledi.
İsrail’in vahşeti DİSK’in düzenlediği yürüyüşle de lanetlendi. DİSK’in çağrısı üzerine
DİSK Genel-İş Sendikası önünde buluşan
yüzlerce işçi ve genç, 9 Ocak günü saat
17:00’da Basmane’den yürüyüşe geçtiler. Akşam saatlerinde işten çıkanların da ilgi gösterdiği yürüyüşte, Kurtuluş Partililer olarak Katliama karşı öfkemizi sloganlarımızla halka
yansıttık.
Yürüyüş boyunca “Katil İsrail Filistin’den
Defol”, “Gazze’nin Hesabı Sorulacak”, “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “İsrail ABD’dir”,
“Katil ABD Ortadoğu’dan Defol”, “Gün gelecek Devran Dönecek Katiller Halka Hesap verecek”, “Katil İsrail, Halk Düşmanı AKP” sloganları atıldı.
Mimar Kemalettin Çarşısı’nın girişinde
DİSK Ege Bölge Temsilciliği adına konuşma
yapılarak basın açıklamasına son verildi.
İzmir’den
Kurtuluş Partililer
7
6 Şubat 2009
Devrimci, Che gibi, Kıvılcımlı gibi yaşarsa
insanlığının hakkını vermiş olur (3)
Hikmet Kıvılcımlı’yı Anma Toplantısı’nda Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş’ın Yaptığı Konuşma:
Antiemperyalist Birinci
Kurtuluş Savaşı ve Ermeni
Meselesinde, Gerçek TKP ve
Onbeşler de bizim gibi düşünür
Türkiye Komünist Partisi’nin de, ki o zamanki lideri Mustafa Suphi ve Onbeşler’in
Türkiye’ye gelmeden önce, hemen gelmek
üzereyken, Kurtuluş Savaşımızı aynen bu şekilde yorumlayan yayımladıkları bir bildiri
var. Orada aynı bu şekilde koyar, Mustafa
Suphi Yoldaş da...
Ayrıca, Bakü’de Mustafa Suphi Yoldaş,
800 kişilik Türk Kızıl Alayı oluşturur. Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’na, içerideki yurtseverlerle birlikte katılmak üzere.
Çarlık Rusyası zamanında, yani özellikle
Sarıkamış hezimeti sonrasında esir olarak alınıp Rusya’ya götürülen Osmanlı harp esirlerinden oluşan ve Asya’daki Türk Halkları
arasından seçilen komünistleşmiş savaşçılardan oluşan 800 kişilik Türk Kızıl Alayı’dır
bu. TKP, bu Türk harp esirleri ve Asya’daki
Türk Halkları arasında devrimci örgütlenme
çalışmaları yapar. O başarılı çalışmanın sonucu olarak oluşturulur bu Alay. İşte o Alay’ın
Bakü’den yola çıkmadan önce yaptığı bir merasimden söz etmek istiyorum. Bakü o zaman, Kızıl İktidarın yani Komünist İktidarın
yönetimi altında bulunan Azerbaycan’ın merkezi-başşehri:
“Türk Kızıl Alayı Türkiye’ye gönderilmeden evvel, 8 Ekim 1920 Cuma günü karargâh ve mitralyöz süvari bölükleri ile bir
resmigeçit düzenleyerek, Bakû’de bütün
şehri müzika eşliğinde dolaşmıştır. Türkiye Komünist Fırkası İstihbarat Şubesi tarafından Türkiye’ye gönderilen bir raporda bu merasim esnasında Bakû Halkı
Türk Kızıl Askerlerini her yerde alkışlamış ve bu alay On Birinci Kızıl Ordu Kumandanlığı Erkan-ı Harbiyesi ve Siyasi
Komiserliği tarafından teftiş edilmiştir.
(Bu, Lenin’in yönettiği Sovyet Devrimi’nin
On Birinci Kızıl Ordusu. Onun Erkan-ı Harbiyesi ve Siyasi Komiserliği tarafından teftiş
ediliyor. Sosyalist İktidarı Azerbaycan’da,
Bakü’de korumakla görevlendirilmiş Kızıl
Ordu bu… On Birinci Sovyet Kızıl Ordusu. –
N. Ankut) Sonra ise Kızıl Ordu
Kulübü’nde bir toplantı yapılmış ve burada Kızıl Ordu adına Taçkov ve Türkiye
Komünist Fırkası (TKF) adına Mustafa
Suphi tarafından nutuklar söylenmiş ve
Ethem ejat tarafından okunan kararnâme, bütün asker tarafından kabul edilmiştir.”
Ethem Nejat bildiğimiz gibi, Mustafa
Suphi’nin yanındaki en yakın yoldaşlarından
biri, arkadaşlar. Onbeşler’in arasında bulunan
bir yoldaş, Karadeniz’de katledilen yoldaşlardan biri.
“Bu kararname özet olarak şöyledir:
“Rusya’da, Sovyet Hükümeti ve Kızıl
Ordu nasıl düşmanlar ve Avrupa kapitalistleri elinden kurtardı ise, bizde Türkiye’ye gittiğimiz zaman Türkiye Proletaryası, işçilerini ve çiftçisini memleketimize
musallat olan (dikkatinizi çekerim arkadaşlar, memleketimize musallat olan – N. Ankut)
Yunanlılar ve Taşnaklar elinden kurtaracağız.”
Taşnaklar bildiğimiz gibi, burjuva Ermeni
partisi ve onların Ermenistan’daki burjuva iktidarı, Taşnak İktidarı. Ve onların bütün Doğu’da, Doğu illerinde, Kürt illerinde İngilizlerle birlikte işgal ve saldırısı var o günlerde.
Ve Yunanlılar da İzmir’den çıkıp bütün
Ege’yi istilaları altına almışlar. Onların elinden kurtaracağız, diyor TKP.
Demek ki yoldaşlar, Ermeni Meselesinde
de Mustafa Suphi ve Onbeşler, aynen bizim
gibi düşünüyorlar.
Öyle mi?
Öyle.
E, o zaman hani sen diyordun, Ermeni İsyanı meşru?..
Biz buna, meşru değil, emperyalistler tarafından kışkırtılan ve kullanılan bir hareket
dediğimiz zaman, vay şoven adamlar, Ermeni
İsyanını meşru saymıyorlar, diye bize saldırıyorlardı. Ondan sonra da bunların hepsi,
TKP’nin Tarihine ve Mustafa Suphi Yoldaş’a,
Onbeşler’e sahip çıkar görünürler…
Demek ki Yoldaşlar, bizim bütün tezlerimiz, TKP’mizin Tarihiyle de, bugünüyle de
tam bir uyum halinde. Ve bugün de bunu savunan, Hikmet Kıvılcımlı’nın önderliğindeki
harekettir.
Ve bizim mührümüzde de; 10 Eylül
1920 yazar, kuruluş tarihimiz olarak. Bu
hareketin tek meşru mirasçısı, temsilcisiyiz
biz.
Bunlar sahte. Biz bunlara boşuna demiyoruz, Sahte Soytarı Sol, diye.
“Kırmızı Rusya ile Türkiye arasındaki
kardeşliği daha ileri götürerek silahımız,
hayatımız ve bütün varlığımız ile bütün
dünya emperyalistlerine ve ekspluvanosyoncularına (yani sömürücülerine) karşı
harp edeceğiz.”
Yani hem ulusal bazda istilacı yağmacılara karşı savaşacağız, hem de bütün dünya emperyalistlerine ve sömürgenlerine karşı harp
edeceğiz, diyorlar.
Bizim de Antiemperyalist İkinci Kurtuluş
Savaşı teorimiz bunu der. Hep bunu dedik
biz...
“Alınan bu karar Türkiye Komünist
Fırkası (TKF) İstihbarat Şubesi tarafından Türkiye’ye bildirilirken (yani o kadar
da dostça davranıyorlar ki içerideki Ulusal
Kurtuluş Hareketine karşı… Türkiye’ye bildiriyorlar bu kararı da.), bu karardan bir
hafta sonra Türk Kızıl Alayı Türkiye’ye
gitmek üzere yola çıkarılacaktır. Birinci
Türk Kızıl işancı Alayı, Kızıl Ordu’nun
yardımlarıyla teçhiz edilerek, 14 Ekim
1920’de Bakû’den Zengezur’a hareket
eder. Buradan ahçivan’a geçilerek Türkiye’ye gitmeleri planlanmıştı. Ancak bu
Alay’ın Zengezur’da Taşnak Ermeni Ordusu tarafından önü kesilmiş ve burada
Ermenilerle yapılan müsademede 60 ölü ve
yaralı ile fazla zayiat vererek geri dönmek
zorunda kalmıştır.” (Yavuz Aslan, Türkiye
Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa
Suphi, s. 123)
Demek ki, emperyalistlerle işbirliği halindeki Taşnak Ermeni burjuvalarının ordusu,
Zengezur’da önünü keser Türk Kızıl
Alayı’nın. Ve zayiat verdirerek onu geri dönmeye mecbur eder. Ama sonradan, bu Kızıl
Alay yeniden Türkiye’ye gönderilir, arkadaşlar.
Yine Mustafa Suphi Yoldaş, dönmeden az
önce yayımladığı ve Türkiye’ye gönderdiği
“Türk Askerine ve Türkiye’nin Mazlum
İşçi ve Köylülerine” başlığını taşıyan bildiride, şöyle diyordu:
“Hemşehri!
“Kendini gösterecek son saat çaldı.
“Çünkü bıçağı gırtlağa sapladılar.
“Geçen dört yıllık kanlı, karanlık muharebede verdiğin milyonlarca kurban
yetmiyormuş gibi, şimdi de memleketini
bütün Türkiye’yi ve Anadolu’yu, üstünde
işlediğin küçük tarlaya varıncaya kadar,
Avrupa canavarları aralarında bölüşüyor,
kendilerine mal ediyorlar. Fransa, İngiltere ve bunların yardakçısı, Amerikan, Yunan gibi yeryüzünde menfaatten, altından
başka ne hak, ne hakikat, hiçbir şeyi tanımayan ve insanlık namına hiçbir şeyi temsil etmeyen devletler, bütün Türkiye ve
Anadolu’daki askerlerin silahlarını, eski
martinili tüfeklere ve altı patlar Rüvölverlere varıncaya kadar toplanmasını emir
ediyorlar. Bununla da Türk işçi ve köylüsünü, talancı Avrupa Emperyalistlerine
karşı hakkını müdafaadan aciz bir kadın
veya bir çocuk haline getirmek istiyorlar.
“Avrupa’nın alçak bezirgânları Yunan’ın İngilizlere satılmış kancık palikaryaları buna muvaffak olacaklar mı? (Palikarya, genç Rum kabadayısı anlamına gelen
Yunanca bir sözcük. – N. Ankut)
“Bunlar Türkiye topraklarını kendilerine mahsus bir çiftlik, bu topraklar üzerinde yaşayan mazlum işçi ve köylüyü ise
kendileri için kul-köle haline getirebilecekler mi?
“Şüphesiz ki hayır, onlar bu hasis ve
murdar muratlarına kavuşamayacaklar…
Çünkü bir kere fakir ve mazlum fakat hak
ve adaleti, şeref ve namusunu müdafaa için
her biri bir aslan parçası olan Türkiye’nin
cesur askeri, kahraman işçi ve köylüsü bu
alçakça harekete karşı koyacak, kendi toprağından kendisi için zindanlar yapılmasına, kendi gözleri önünde evlad ü iyalinin
basmacı Frenk bezirgânlarına esir ve hizmetkâr olmasına asla razı olmayacaktır.
“Bundan başka, Türkiye’nin fukara ve
mazlum halkları üstünde işlenecek bu kasaplığa Fransa, İngiltere, Amerika, Yunan
vb. memleketlerdeki dert ortaklarımız, işçi
ve köylü yoldaşlarımız da razı olmayacaklar.
“Arkadaş! Bu zalim dünya yüzünde,
bir kulluk ve açlığı yaşatan hükümet ve
devletler var; bir de bu kulluk ve açlığı çeken milletler. Hükümet ve devletler, Fransa, İngiltere ve Yunanistan’da Klemenso,
Loyd Corc veya Venizelos cellatı elinde
kanlı satır halinde kullanılıyor.
“Halklar ise yüzde doksan beşi sizin gibi fukara ve köylüden ibaret olan halk, bu
satırlar altında doğranıp eziliyor. Muharebe millet farkı olmaksızın Fransız’dan, Alman’dan, Yunan, Türk, Rus veya İtalyan’dan milyonlarca köylü ve işçiyi ejderha dişleri arasında çiğneyip mahvederken,
yalnız zenginler elindeki o devletlere hâkimiyet, istibdat ve zulüm fırsatı veriyor.
“Sanki korkunç ve müthiş muharebeye
kadar ışığa çıkmayan bu hakikati şimdi
bütün milletlerin askeri olan işçi ve köylü
anladı. Ve onun için yeni memleketler fethetmek, başka milletleri kendisine esir etmek maksadıyla açılan muharebelere
Fransız ve İngilizler de içinde olmak üzere
hiçbir millet işçisi razı olmuyor.
“Onlar bilakis kendi devletlerinin insafsız hareketlerini protesto ediyorlar.
Rusya hudutlarında köylü ve işçi inkılâbını, Bolşevikliği söndürmek için gönderilen
Fransız, İngiliz, Amerikan askerleri kumandanlarını yalnız bırakıp Rus Kızıl Ordusu’yla kardaşlığı ilan eyliyorlar.
“Arkadaşlar! Biliniz ki, Fransız, İngiliz, Amerikan ve Yunan emperyalistlerinin
Türkiye’yi yok etmeye çalışmaları, yeryüzünde yeniden yeniye kanlı, ateşli muharebeler açmaya sebep olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
“Bundan elli sene evvel Almanların
Fransızlara zorla kabul ettirdikleri insafsız sulh şartları nihayet koca Almanya’nın
başını nasıl yedi ise, şimdi Almanya’nın,
Türkiye’nin büsbütün paylaşılması işi de
Fransız, İngiltere ve hele Yunanistan Hükümetlerinin varlığını öyle yarım asır beklemeye lüzum kalmaksızın ezip mahv edecektir.
Mustafa Suphi
“Amerika Hükümeti Reisi Bezirgân
Wilson, bundan daha birkaç ay evvel
alem-i insanlığa hitap ederek, dünyadaki
bütün milletlerin hayır ve saadeti ve harbin ortadan tamamen kaldırılmasını temin
edecek bir sulhun yapılmasını teklif ediyordu.
“Şimdi ise Almanya ve Türkiye hakkında reva görülen bir kasaplığın başında duranlardan biri, yine bu Wilson cenapları.
Bu hal gösteriyor ki, bizim için bu büyük
bezirgân devletlerin başında herhangi bir
Wilson veya Klemenso veya herhangi bir
bey ve paşa bulunsun, hayır ve selâmet
beklenemez.
“Dünya yüzündeki insanlar arasında
sulhun devam etmesi için bunun dünya
durdukça devam edecek, ilahî ve vicdanî
bir hak ve adalet esasına müstenid olması
lazım gelir. Bu hak ve adaleti insanlara
bahş edecek, insanları yeryüzünde kardeş
gibi yaşatacak kim?
“Yoldaşlar! İnsanlar arasında hak ve
adalet ile beraber ebedi sulh ve selâmeti tesis edecek bir kuvvet varsa, o da hakikaten
buna muhtaç olan ve kolunun gücü aklının
kârı ile yeryüzünü şanlatan işçi ve köylü
milletidir. Bütün insanlık âleminin zulm
altında cefa çekmiş, ezilmiş fakir ve muhtaçlarından, bütün dünyanın milletlerinden bir millet olarak doğan işçi ve
köylülerdir ki, bu köhne ve zalim kâinatı
yıkıp onun yerine öz icadı olan yenisini kuracaktır.
“Bu yeni dünyada insanlar, şeytan zenginler ve ahmak rençberler diye ikiye ayrılmayacaklar ve belki, kolunun gücüyle
çalışıp, alnının teriyle gün gören bütün namuslu insanlar birleşip kardaşça yaşayacaklar, böylece ise yer, toprak, zenginlik
kavgası harp bütün o bildiğiniz dehşetleriyle cehenneme gönderilmiş olacaktır.
“İşte aziz yoldaşlar; bizim istediğimiz
hak ve adalet dünyası, işte bütün Rusya ve
Macaristan’ın alkanlar içinde yürüyüp
varmak istediği ebedi sulh ve selam.
“Böyle bütün dünyayı ve insanları kapsayacak olan bir sulhu, topraklar altındaki
kömür madenlerini bile aralarında bir türlü paylaşamayan ve hırs ve intikamlarını
insan kanı akıtmakla söndüren Wilson,
Klemenso veya Venizeloslardan beklemenin büyük bir hayalperestlik, aynı zamanda nasıl bir akılsızlık olduğu böylece
pek aşikâr meydana çıkmış oluyor.
“Bütün dünyanın proletaryası gibi, biz
Türkiye’nin mazlum ve fakir işçi ve köylüleri de bilmeliyiz ki, bizim kanımızla beslenen, esaslı düşmanımız bu krallar, imparatorlar bu çorbacı bezirgân, banker, bu
bey, ağa, paşalar... Hülâsa hiç çalışmaksızın bizim sırtımızda bir bit ve tahtakurusu gibi yaşayan bu sefil mahlûklardır.
“Bizim kazancımızı, hakkımızı yiyen,
dünya malı için muharebeler icad edip bizim kanımız pahasına varislere sahip olan,
bugün Almanya ve Türkiye’yi yarın da
Rusya’yı veya diğer bir memleketi paylaşarak son sermayemiz olan az kadar toprağı elimizden almak ve can-u paremiz evlad ü iyalimizi kendilerine kıyamete kadar
esir etmek isteyen hep bu menhus (tufeyli)lerdir.
“Hemşehriler! Son damlaya kadar kanımızı emmek isteyen bu alçak ve arsız güruha ve bu gürüh-ı haşaratın başında durdukları yağmacı devletlere karşı ayaklanmak bizim bugünkü en büyük borcumuz,
en mukaddes vazifemizdir. Memleketimizde bu Avrupalı eşkıyaya yardım eden zenginlerin ve hangi fırkadan olursa olsun hükümetlerin canları cehenneme.
“Hemşehriler! Biliniz ki bugün Türkiye’nin de inkılâpçı Rusya ve Macaristan
Hükümetlerinin de en büyük düşmanları;
Emperyalist Fransa, İngiltere, Amerika ve
Yunanistan… vb. ile bu devletlere memleketimin içinden yardım eden hain burjuvalardır.
“Fakat gam yemesin, o canavar devletler ve bu hain burjuvalar, şimdi bütün
dünyanın mazlum işçi ve köylüsü -herhangi milletten olursa olsun- proletaryanın
birleşmiş düşmanını, hunhar emperyalizm
ve burjuvazya âlemi pek iyi tanınıyor. Ve
işçiler sırtında yaşayan burjuvazyanın foyası meydana çıktıkça proletaryanın kuvveti çoğalıyor. Fransız ve İngiliz orduları
içindeki işçi ve köylü arkadaşlarımız, askerler hakikati anladıkça bölük bölük silahlarını bırakıp inkılâpçılar tarafına geçiyorlar. Onun için kralların, bezirgânların
orduları bozuldukça biz inkılâpçı işçi ve
köylüler sıralarımızı sıklaştırmalıyız. Silahı elden bırakmamalıyız.
“Arkadaşlar, biliniz ki bizim karnımızı
doyuran nasıl kol kuvvetimiz ise, hakkımızı müdafaa edecek de elimizdeki silahımızdır. Rusya’da başlayıp bütün Avrupa’ya ve
Türkiye’ye doğru bütün şarka yayılan bu
yeni kavga insanlık yaşayışında son ve şanlı en kati muharebe olacak ve bu kızıl harp
meydanında bütün dünya işçilerinin, şimdi
o bütün dünyaya hâkim olma tecelli ve çelik tırnaklı zalim ve katil burjuvazya âlemini yenmesiyledir ki, hak ve adalet güneşi üzerimizde parlayacaktır.
“Onun için hemşehriler, Türkiye’deki
işçi ve rençber arkadaşlar! Toprağınızı,
hakkınızı, hürriyetinizi müdafaadan çekinmeyiniz. Dünyada yalnız olmadığınızı
unutmayınız. Başka milletlerin de sizin gibi ezilmiş işçi ve köylü kızıl ordularıyla
birleşip size tecavüz eden canavarlara nefes aldırmayınız.
“Geceler uzun olsa da, doğan gün sizindir. Hak, adalet, zafer, ikbal, istikbal sizin
hep sizindir yoldaşlar.
“Yaşasın bütün dünyanın aynı ışık etrafında toplanmış işçi ve köylüleri!
“Yaşasın hain ve canavar Avrupa Emperyalistlerini korkutan içtimai inkılâp!
“Yaşasın Rusya ve bütün Avrupa amelesine ruh ve kuvvet veren Bolşevizm!
“Türk İşçi ve Köylü Komünist Teşkilatı” (Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, s. 69-72)
Gördüğümüz gibi yoldaşlar, Pontus meselesinde, Yunan ve Ermeni meselelerinde;
Mustafa Suphi Yoldaş’la ve TKP’nin ilk
kurucusu, savaşçısı yoldaşlarla tam bir uyum
içindeyiz.
Bunları yazan, Yavuz Aslan. Kitabının adı
da “Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi”dir. Bir burjuva tarihçisi... Antikomünist bir yazar. Ama bu gerçekleri bizim Sevrci Solculardan, Sahte, Sahtekâr Solculardan daha iyi görüyor ve ortaya
koyuyor. Hiç değilse az da olsa aydın namusu, bilim adamı sorumluluğu var, bilim insanı
sorumluluğu var. Bizimkilerde o da yok. O
yüzden ciddiyetsiz, diyorum ben onlara. Soytarı, diyoruz. Boşuna değil soytarı dememiz.
Bir hakaret sözcüğü değil. Devrimcilik böyle-
Ethem ejat
sine soytarılık derecesine düşürülemez. Buna
izin vermeyiz biz. Onlar kendileri ciddiye almıyorlar ama biz hayatımızı koyduk bu davaya. Ömrümüzü vakfettik seve seve. Dünyanın
en yüce davası!.. Bir milyon kere dünyaya
gelsek, hiç tereddütsüz yine vakfederiz böyle
yüce bir davaya hayatımızı!
(Alkışlar…)
Bundan yüce, bundan değerli hangi dava
olabilir?
Olamaz hiçbir şey!
(Alkışlar… Sloganlar: Yaşasın Devrimci Mücadelemiz…)
Sevrci Soytarı Sahte Sol’un
Partimize alçakça ve demagojik
saldırıları
Taraf’ta yazan bir insan sefaleti var: Rasim Ozan Kütahyalı. Öyle mi, Gürdal Yoldaş?
Gürdal Yoldaş: Evet Hoca’m.
urullah Ankut: Evet. Diyor ki bu sefalet, bizim Sevrci Sollara: şu anda demokratik
bir platformda, bir çizgide bulunuyorsunuz.
Ama 68 Hareketi’yle, Denizler’le, Mahirler’le bağınızı kesmeniz gerekir. Hâlâ onları
savunmanız, hem de bugün geldiğiniz durumu birlikte savunmanız tam bir çelişki oluşturuyor; bu etik değil, diyor. Vazgeçin, bırakın 68’i, Denizler’i, Mahirler’i, diyor. Bugün
geldiğiniz yer, iyi yer, diyor, arkadaşlar.
ABD’nin emrinde bir yazar. Project Democracy’sinin savunucusu, onu savunmakla görevlendirilmiş bir sefalet. Ama bunlardan daha tutarlı. Hiç değilse namussuzluğunda namuslu o. Neyse o. Ama bunlar namussuzluğunda da namussuz.
Kıvılcımlı’yı savunur görünen SODAP
diye bir sahte, sahtekâr, paçavra sol hareket
var. Sitesine koymuş, internet sitesine bu
yazıyı. Ve sonunda şöyle diyor:
“(…) Denizlerin, Mahirlerin, İboların
yürüdüğü yolun taşlarını döşeyen, devrimci mücadelemizin yolunu açan ve büyüten
Dr. Hikmet kendisini (Bakın, bakın şimdi
bizi işaret ediyor, bakın. Kendisini) kaba
milliyetçiliğin”
Bre düzenbaz, biz binlerce defa söyledik,
onlarca kez literatürümüzde var; biz milliyetçi değil, halkçıyız!
Milliyetçiliğin içine Parababaları da girer,
Tayyipgiller de girer, Kontrgerillanın özel
örgütü MHP de girer. O yüzden milliyetçi
değiliz biz. TÜSİAD’çılar da girer, MÜSİAD’cılar da girer… Biz halkçıyız.
Ama düzenbazlık yapacak. Biz kaba milliyetçilik yapıyormuşuz.
Niye?
Biz Tarihe Marksist-Leninist anlayışla
bakıyoruz. Osmanlı’ya böyle bakıyoruz…
Kurtuluş Savaşı’na böyle bakıyoruz… Ermeni Meselesine, Rum Meselesine böyle bakıyoruz…
Ama onu anlamaktan acizsin sen soytarı.
Sen onu göremiyorsun, bize pislik atmaya
kalkıyorsun:
“Kaba milliyetçiliğin, Kemalist solculuğun”
Bakın, bize “Kemalist solcu” diyor. Biz
yine defalarca söyledik. Biz Kemalist değiliz.
Kemalizm bir burjuva ideolojisidir. Kemalizmin ne olduğunu Mustafa Kemal’in kendisi
de bilmez.
Biz, Mustafa Kemal’in; Antiemperyalist, Vatansever, Laik, Tam Bağımsızlıkçı
prensiplerinin mirasçısıyız ve devamcısıyız!
(Alkışlar…)
Onları kim savunuyor?
Lenin savunuyor, Stalin savunuyor, Mustafa Suphi savunuyor.
Ve biz savunuyoruz, Kıvılcımlı savunuyor.
Sen neyi savunuyorsun?
ABD’nin Project Democracy’sini.
Ve devam ediyor:
8
6 Şubat 2009
“Ergenekoncu heveskârlığın sembolü
yapmaya çalışanlara (Biz Ergenekoncu heveskârlık yapıyormuşuz. Ergenekon meselesine de gireceğiz, burada. Az da olsa gireceğiz, arkadaşlar.) inat bir devrim ve mücadele çağrısı olarak yaşamaya devam ediyor!
Devrimci mücadele sürdükçe de yaşamaya
devam edecek!”
Şimdi bu paçavralara, arkadaşlar biz aslında söyleyeceğimizi söyledik. Ama bunlarda,
söyleneni anlayacak çap yok ki… İnsan olarak doğmuşlar ama sefaletleşmişler bir defa…
Bakın şimdi, Denizler’in, Mahirler’in kiminle beraber olduğunu, bugün tezlerinin
kimler tarafından savunulduğunu Tacettin Arkadaş söyledi. Kitabımızda da ortaya koyduk.
Değil mi, arkadaşlar? İşte stantta var. Açık,
kesin, net kanıtlarıyla…
Mahir
Ve bugün Mahirler’in “Savunma”sını,
Denizler’in “Savunma”sını biz savunuyoruz. O arkadaşların mücadelesinin mirasçısı
da biziz. Onların idealleri, bugün bizde yaşıyor. O “Savunma”larda yer alan ve uğrunda
ölünen Antiemperyalist İkinci Kurtuluş Savaşı’mıza ait tezleri bugün biz temsil ediyoruz,
biz savunuyoruz. O tezler, zaten Usta’mız
Hikmet Kıvılcımlı tarafından çok önceden
açık, kesin ve anlaşılır olarak ortaya konulmuştur. Deniz ve Mahir Yoldaşlar da
Usta’mızdan öğrenmiştir, o tezlerin doğruluğunu.
İşte Mahirler’in ve Denizler’in “Savunma”larını, o kitapları biz aldık, biz dağıtıyoruz. Bizim Sevrci tayfanın bunları dağıtmaya
yürekleri yetmiyor… Savunmaya yürekleri
yetmiyor…
2002 yazından beri şu siyah pantolonumu
giyiyorum. Yaz ve kış… Hiç önem vermem
biçime. Bir pantolonu değiştireyim diye zaman ayıracak kadar kafamı meşgul etmem bu
işle. Yoldaşlarım bilir. Yine iki yıldır, yaz ve
kış bu postalları giyiyorum. Yaz ve kış... Bir
ayakkabıcının önünde durup, bir on-on beş
dakika ayakkabı deneyip… ona bile tahammül edemem. Benim için bu kadar önemsiz
bu mesele.
paralık değeriniz yok. Sözünüzün hiçbir hükmü yok. Palavralarınızın, kuru sıkı tehditlerinizin hiçbir kıymeti yok.
Bunlar böyle…
Denizler’in “Savunması”nı da bulamazsınız, arkadaşlar İstanbul’da. Onu da tek bir
yerde, Taksim’deki bir sahafta buldum. İki
adet kalmış, birini ben aldım.
Bu elimde gördüğünüz “Latin Amerika’dan Türkiye’ye Devrimci Kavga” kitabımızda
gösterdik:
yayımladıkları
Denizler’in “Savunma”sının başına ekledikleri EMEP’in temsilcisi Mustafa Yalçıner imzasıyla kaleme alınan bir “Önsöz”de, en iğrenç biçimde saldırılır, bildiğimiz gibi, Deniz’lerin ideolojisine. İşte orada yani… Kendi yayımladıkları kitapta saldırılır Denizler’e.
Ve biz belgesiyle, kanıtıyla koyduk. Tabiî bu
saldırının devrimci eleştirisini de burada-bu
kitabımızda yaptık. Yayınımızda var stantta.
E, şimdi sen reddetmişsin. E, o zaman Taraf’çı, ABD uşağı-ajanı, hiç değilse namussuzluğunda namuslu, Rasim Ozan Kütahyalı
kadar namuslu ol. Bırak artık Denizler’in,
Mahirler’in adını anarak kirletmeyi.
Bakın bu alçak da aynı demagojiyi yapıyor. Ne ilgin var senin Denizler’le, Mahirler’le…
Bir de İbo’yu sokuyor araya.,
İbo, tüm yaşamı boyunca, bugün Sevrci
Sahte Sol’un savunduğu tezlerin tümünün
mucidi PDA’nın, yani Doğu Perinçek’in ideolojik hattında kalmıştır. 12 Mart sonrasında
Doğu Perinçek’ten koptuktan sonra bile, onun
tezlerini savunmayı sürdürmüştür. Yani
İbo’nun tezleri, eski PDA’nın tezleridir. Yani
Doğu Perinçek’in tezleridir. İbrahim Kaypakkaya onları savundu. E, işte kitabı, “Bütün
Yazıları” meydanda.
Doğu Perinçek’in o zaman yazdığı yazılar,
yazıp çizdikleri de meydanda. İşte “TİİKP
Savunması” var, “Türkiye Devriminin Yolu” var, “Kıbrıs Meselesi” var. O günkü
“Aydınlık”larda, “İşçi-Köylü”de vesaire de
yazdığı yayınlar, yazılar var. “Ak
Aydınlık”ta, yani “Proleter Devrimci Aydınlık” diye çıkardığı dergide yazdığı yayınlar var.
E, birebir aynısı savunduğu tezler. Ve
Kaypakkaya, Kıvılcımlı’ya “Deccal” diye
saldıracak kadar da kendini bilmez. Çünkü
PDA’cı, Doğu Perinçek’in tezlerini savunuyor. Şimdi onu da sokuyor buraya…
Yani bunlar ahlâksız… iğrenç bunlar...
Gerçekten bunları görünce iğreniyor insan.
Düşman bile olsa, mert olsun yahu. Böyle paçavra düşman insanın midesini bulandırır.
Ben bunlara gusano diyorum, solucan bunlar,
solucan... İnsan filan değil... Böyle deyince
de biz hakaret etmiş oluyoruz. Hayır. Dürüst
ol. Marksist-Leninistsen, Marks’ın, Lenin’in
tezlerine sahip çık, savun. Savunmuyorsan,
bırak. Denizler’in, Mahirler’in, Mustafa Suphiler’in de işte tezleri meydanda. Ne diye tezlerini reddettiğin halde adlarını sömürüyorsun?.. Buna izin yok. Devrimcilik alanı, Türkiye devrimci ortamı boş değil. Yıllarca sabrettik bunları derleyelim toparlayalım diye.
Ama Lenin’in dediği gibi, sabır bardağı taştı
artık. Yasemin Çongar’la, Cengiz Çandar’la,
Hadi Uluengin’le, Hasan Cemal’le, Amerikan
Büyükelçisi Ross Wilson’la saf tutacaksın,
“Project Demokracy”yi savunacaksın, ondan
sonra ben solcuyum diyeceksin, ben devrimciyim diyeceksin. Hadi oradan, soytarı!
(Alkışlar…)
Denizler
Ama Mahirler’in savunmasını bulmak
için, İstanbul’da tam üç günümü harcadım.
Yakın çevremdeki yoldaşlarım bilir. Tam üç
günümü... Bir gün Taksim civarındaki kitapçıları, sahafları dolaştım. İkinci gün Beyazıt
civarındaki kitapçıları, sahafları dolaştım.
Üçüncü gün Kadıköy yakasındaki kitapçıları,
sahafları dolaştım. Bulamadım. Sonunda yeniden 68’liler Vakfına dönerek, çabalayarak
ulaştık ve bulduk. Kapalı orası da, açılmıyor.
Bulduk, aldık. Başka yok… Dağıtımı yapılmıyor. Hiçbir kitapçıda, sahafta yok, arkadaşlar İstanbul’da. Bulamazsınız…
Niye?
Mahir’i bayrak yapan bu soytarıların alıp,
basıp dağıtmaları gerekmez mi?..
Gerekir. Ama yürekleri yetmiyor ki… Onların kahramanlıklarını alçakça, namussuzca
sömürecekler, ideolojilerini reddedecekler.
Bu da devrimcilik olacak. Yüzüne tükürülür
böyle siyasetin, böyle devrimciliğin!..
(Alkışlar…)
Kendiniz gibi soytarılara yutturabilirsiniz
bunu. Cahil, bilinçsiz genç taraftarlarınıza da
yutturabilirsiniz. Ama bizim yanımızda beş
Bunlar için deniz bitti artık. Ne Türkiye
Halkına, ne devrimci ortama verebilecekleri
hiçbir şey kalmadı. Çağrımızı yeniliyoruz: Ya
aklınızı başınıza devşirin, içinizde zerre kadar
samimiyet, insanlık duygusu kalmışsa adam
olun, özeleştiri yapın yahut da yok olup gideceksiniz. Tarihin çöplüğüne paçavralar gibi
fırlatılıp gideceksiniz. Lanetle anılacak adınız.
Mustafa Suphi ve Onbeşler
Konusu
Şimdi yoldaşlar, isterseniz Mustafa Suphi’lerin katli meselesine de kısaca değinelim
bir. Yani madem söz ettik, vesile oldu.
Mustafa Suphi Yoldaş da, kendimden söz
ederek biraz önce söylediğim gibi, çocuk kadar saf, masum bir yoldaş. Ve yoldaşları da
öyle, arkadaşlar.
Ankara Hükümeti’yle haberleşiyorlar devamlı, burada da söz edildiği gibi. Ve Türkiye’ye gelip devrimci kavgayı, Ankara Hükümeti’nin yürüttüğü Antiemperyalist Ulusal
Kurtuluş Hareketi ile dayanışma içinde sürdürmek istiyorlar. Bunu bildiriyorlar. Burada
var, defalarca söz edilir burada, metinlerde.
“Tamam, gelin” deniyor. Kazım Karabekir tarafından, Ankara Hükümeti tarafından.
Ve o zaman, Meclisin üçte biri Bolşevik.
Yani Ekim Devrimi’nin prensiplerini benimsiyor. Zaten soyulduk soğana çevrildik, diyorlar Lenin’in deyimiyle. Neyimiz kaldı kaybedecek? Bolşevik olalım. Yeni bir dünya kuru-
luyor, biz de bu kavgaya katılalım. Bakın bir
güneş doğdu Kuzey komşumuzda. Biz de ona
omuz verelim, diyorlar. Meclisin üçte biri, arkadaşlar. Kalpaklarına kızıl kurdeleler takıyorlar. Ve ordu içinde de bu hareket yayılıyor.
Mustafa Suphi Yoldaş, Türkiye Komünist
Fırkası’ndan iki militanı gönderiyor, Zonguldak kömür madenlerinde, on beş gün içinde
130 ila 140 işçiyi örgütlüyor, bu iki kişi…
Düşünebiliyor musunuz? On beş günlük sürede… Vezirköprü’de yetmiş kişiyi örgütlüyor.
Samsun’da elli kişiyi örgütlüyor. Yani insanlar bu kadar sosyalizme açık. Ve Sovyetler’e
sıcak bakıyor. Dost biliyor Sovyetler’i.
İşte Anadolu Antiemperyalist Kurtuluş
Hareketini yürüten burjuvazi bundan ürküyor.
Bu hareketin gelişeceğinden ürküyor. Sonunu
görmüşçe ürküyor. 14, yanlış hatırlamıyorsam, Aralık’ta, 14 Aralık 1920’de, Mustafa
Suphi, beş yoldaşıyla beraber Kars’a giriş yapıyor, Kars’a geliyor. Ve Kazım Karabekir
başkanlığındaki bir heyet merasimle karşılıyor kendilerini. Merkez Komite’den beş kişi
geliyorlar önce. İki kişiyi bırakıyorlar Dış Büro Temsilcisi olarak, Bakü’de. On üç yoldaş
da bilahare, sonradan geliyor. Toplam on sekiz kişi geliyor. Yani Partinin Merkez Yönetimini Ankara’ya taşımak üzere geliyorlar. Dış
Büro Temsilcisi olarak iki kişi kalıyor Bakü’de. Ve onurlarına merasim düzenleniyor,
şenlik düzenleniyor ve yemek, ziyafet veriliyor Kazım Karabekir tarafından.
Şimdi Mustafa Suphi Yoldaşların geleceği
bilindiği için, Ankara Hükümeti ve Mustafa
Kemal Paşa, acele bir sahte Komünist Partisi
kurduruyor. Yani kendi denetiminde… “Türkiye Komünist Partisi” adıyla, Ankara’da
bir parti kurduruyor. İçinde işte, Cumhuriyet
Gazetesi’nin kurucusu Yunus adi de var
mesela. Cumhuriyet’in bize düşmanlığı tâ
oralardan geliyor. Yani masum bir gazete olmayışı tâ o köklerinden itibaren devam edip
geliyor. Yunus Nadi, İkinci Emperyalist Yağma Savaşı’nda da Nazi ideolojisini, Hitler’in
ideolojisini benimser bildiğimiz gibi, onu savunur Cumhuriyet’te, arkadaşlar. Böylesine
fırıldak bir adam…
Kılıç Ali var yine Mustafa Kemal’in en
yakınındaki adamlardan biri olarak. Yani
Mustafa Kemal’in en güvenilir insanları var
bu partinin yönetiminde.
Fakat Mustafa Suphi ve yoldaşları buna
kanmıyorlar tabiî. Oradaki yayımlarda, “Ankara’daki Provokatör Komünist Partisi”
diye niteliyorlar bu partiyi. Yani Mustafa Kemal, kendi denetimindeki bu partiyle Mustafa
Suphi ve yoldaşlarını bloke etmek istiyor, arkadaşlar. Etkisizleştirmek istiyor. Onun sökmeyeceğini anlayınca diyor ki Kazım Karabekir’e: “Ankara’ya getirme, gönderme, bunları yeniden yurtdışına çıkar. Bunlar gitsinler
yeniden yurtdışına.”
Kazım Karabekir tamam antiemperyalist,
ama çok güçlü Ortaçağcı, Şeriatçı önyargıları
var. Bağnazlıkları olan bir insan. Müthiş antikomünist bir insan. Tam klasik bir Osmanlı
Paşası yani.
Hemen bunun üzerine bir düzenbazlığa
başvuruyor. Erzurum Valisi Deli Hamit Bey
var. Onunla telgraflaşıyor. Ona diyor ki:
“Ben Mustafa Suphi ve ekibini gönderiyorum.” Sonra o on üç yoldaş da geliyor. On sekiz kişi oluyorlar. “O ekibi gönderiyorum (diyor). Bu ekip Erzurum’a varır varmaz halk,
bunlardan nefret ediyormuş gibi, bunları protesto eden, bunlara hakaretamiz sözler söyleyen bir eylemde bulunsun (diyor). Sen bu eylemleri örgütle. Bunlar da anlasınlar ki, Türkiye’de halk bizi istemiyor. Bizden nefret ediyor. Biz bırakıp gidelim. Böyle bir kanaat
oluşsun (diyor). Ama şu anda Bolşeviklerle
dostuz (diyor). Yani buradaki protesto eylemlerinde, sakın ola ki Bolşevikliği hedef almayın. Tamamen eylemi, saldırıyı bunların şahsına yöneltin. Bunları şöyle suçlayın (diyor
hatta): “Bunlar Rusya’daki Türk harp esirlerine çok kötü muamele ettiler. Hatta Bolşeviklerle işbirliği ederek, Türk harp esirlerinin
birçoğunu astırdılar” deyin (diyor). Ve protesto edenler de, o harp esirlerinin yakınlarıymış
gibi, işte “benim kardeşimi, babamı, amcamı,
dayımı nasıl öldürdün, katlettin” diye bunların şahsına saldırıda bulunsun”, diyor.
Yani böylece Sovyetler’le ilişkiyi bir taraftan korumak, sürdürmek, bir taraftan da
Mustafa Suphi ve yoldaşlarından kurtulmayı
planlıyor, arkadaşlar. Yani böylesine düzenbazca işler planlıyor. Onurlu bir insana yakışmayacak işler planlıyor.
Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti var.
O cemiyette de “Albayrak Grubu” diye, komünist bir grup var. Bu grup buna karşı çıkıyor. Diyor ki:
“Bu arkadaşlar gayet halisane niyetlerle
bizim Kurtuluş Savaşı’mıza destek vermek
için geldiler. Her türlü desteği getirdiler.
Bolşevik Rusya’nın da desteğini birlikte getirdiler. Ve Kızıl Türk Alayı oluşturdular.
Bunlara karşı, nasıl karşı çıkarız biz. Tersine
bunları bağrımıza basmamız lazım.”
Bir de Hoca Raif Efendi diye, Tefeci-Bezirgân grubun bir temsilcisi, lideri var. Ne yazık ki onlar baskın geliyor. Tabiî Ankara’nın
da, Kazım Karabekir’in de direktifleri o yönde. Albayrak Grubu tasfiye ediliyor. Tamamen yönetim Hoca Raif Efendi liderliğindeki
Ortaçağcıların eline geçiyor. Ve saldırıyı onlar düzenliyor. Erzurum’a girer girmez onlar
başlıyorlar saldırmaya, hakarete, küfre…
Oradan Trabzon Valisiyle bağ kuruyor. O
bağlantıdan amaç da Trabzon üzerinden deniz
yoluyla Mustafa Suphi ve Onbeşler’i Sovyetler’e göndermek. Yapılan plan bu. Halkı öylesine örgütlüyorlar ki, yolda da kimse, ekmek
vermiyor, çevredeki insanlar tamamen blokaj
uyguluyorlar yollarda, yiyecek vermiyorlar,
su vermiyorlar, sözlü hakaretlerde bulunuyorlar. Trabzon’a gece bir civarında ulaşıyorlar.
O karda kışta, biliyorsunuz doğunun o Aralık
soğuklarında, arkadaşlar. Bazen hatta vasıtasız kalıyorlar, yayan yürümek durumunda kalıyorlar. Kazım Karabekir’in emrindeki askerler de onları halktan güya koruyormuş durumunda, çevrelerinde onlara refakat ediyorlar. Yani o örgütlenmiş gerici güruh saldırıyor
yoldaşlara, bunlar da onların elinden bunları
koruyormuş, kurtarıyormuş gibi bir hava veriyorlar.
Kazım Karabekir
Trabzon’a varınca, orada Sovyet Konsolosu var, arkadaşlar. O da bekliyor karşılamak
için; tabiî hazırlık yapıyor. Karşılayayım, misafir edeyim, en azından dinlendireyim, diyor. Yani bir konuşayım, diyor. Ona da göstermiyorlar.
Ne yazık ki, üç de ajan var, bu on sekiz kişinin içinde. Kazım Karabekir’in ajanları...
Süleyman Sami, Mehmet Emin, bir kişi daha
var; onun adı belirtilmiyor. Yani onlar sürekli
bilgiler veriyorlar Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ne yaptığı, ne ettiği konusunda, Kazım
Karabekir’e. Onlar yolda, hastalandık bahanesiyle ayrılıyorlar, Maçka’da. On beş kişi
Trabzon’a varıyor. Biri Mustafa Suphi Yoldaş’ın eşi. Ve diğerleri on dört erkek yoldaş.
Enteresandır, iki tane de yüzbaşı var bu yoldaşlar arasında: Biri tayyare yüzbaşısı, biri
topçu yüzbaşısı; Mustafa Suphi’nin yoldaşları arasında, katledilen yoldaşları arasında. Yani namuslu, asker, devrimci geleneğe sahip
olan asker yoldaşlar da komünist harekete katılıyorlar. Nitekim İsmet İnönü, Ali Çetinkaya’ya yazdığı bir mektupta çok açık belirtiyor. Burada belgeler var, zamanımız yok
ama… Asker içinde de bu hareket gelişiyor,
diyor İsmet İnönü. Buna karşı da tedbir almamız lazım, diyor. Yani Ordu Gençliği o Devrimci Geleneğiyle, devrimci prensipleri ve
Leninizmin ilkelerini benimsiyor, arkadaşlar.
Yahya Kahya denen bir azgın, lümpen
çete reisi var Trabzon’da. Astığı astık, kestiği
kestik bir lümpen. Bir tayfası, ekibi var. Kayıkçılar Kâhyası bu Trabzon’da. Kayıkçılar
ve mavnacılar kâhyası. İşi ona havale ediyorlar. Yani pis işleri, böyle pis adamlara gördürür ya burjuvazi... Her zaman olduğu gibi burada da onlara havale ediyorlar. Bu alçak,
Mustafa Suphi Yoldaş’ın eşine el koyuyor.
Kendi haremine alıyor eşini daha yola çıkmadan. Ve on dört yoldaşı bir motora bindiriyorlar. Ve iskelede de tabancalarını alıyorlar
üzerlerinden. Yani silahsız, bıçaksız olarak
motora bindiriyorlar. Hemen arkalarından da
bu Yahya Kâhya denen alçağın adamları, başka bir motorla peşlerine düşüyor. Ve Sürmene
açıklarında bunlara yetişiyor. Önce bağlıyorlar, sonra kasaturalarla katlettikten sonra denize atıyorlar on dört yoldaşı.
Bu kesin, yani katledilişleri, bu şekilde
katledilişleri…
Bu katliamı kim planladı? sorunu var, arkadaşlar. Yani esas kim yaptı?
Bize göre; açık, net bir şekilde Anadolu
Burjuvazisi yaptı. Bu katliamın suçlusu Anadolu Burjuvazisidir, arkadaşlar.
Tefeci-Bezirgânlıkla, daha iktidara gelmeden, yani Hoca Raif Efendiyle ve yine Trab-
zon’da Barutçuzade Hacı Ahmet Efendi adındaki bir alçak, Trabzon Müdafaa-i Milliye
Cemiyeti’nin Başkanı, o da bu suçun içinde,
organizatörlerin içinde, katliamı organize
edenlerin içinde. Yani Trabzon Valisi ve o, arkadaşlar. Yahya Kâhya’yı da o yönlendiriyor,
örgütlüyor pratik işlerde. Yani Kazım Karabekir, Trabzon Valisine ve bu Barutçuzade Hacı
Ahmet Efendiye direktif veriyor, o Yahya
Kâhya’ya veriyor ve katliam onun eliyle, yani daha doğrusu onun adamlarının eliyle (bizzat kendisi gitmiyor), gerçekleştiriliyor, yapılıyor. Bu katliamın faili, Anadolu burjuvazisi
ve ittifak yaptığı Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin örgütleri, temsilcileridir. Anadolu
burjuvazisi ve Tefeci-Bezirgân Sermayedarlar adına bu katliamı başından sonuna kadar
planlayan, yöneten, uygulatan da Kazım Karabekir, Erzurum Valisi Deli Hamit, Trabzon
Valisi Barutçuzade Hacı Ahmet ve onların
emrindeki çakal sürüleridir.
Mustafa Kemal’in Onbeşler’e
ilişkin tutumu
Şimdi Mustafa Kemal’in bu katliamdaki
payı ne?
Bilgisi var, arkadaşlar. Kazım Karabekir
devamlı bilgi veriyor. Bilgisi var. Zaten Meclisin Gizli Oturum Tutanakları da yayımlandı.
İki yayınevi tarafından yayımlandı benim bildiğim, belki daha fazla yayınevi de yayımlamıştır. “Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis
Gizli Oturumunda Yaptığı Konuşmalar”
adı altında yayımlandı, şimdi piyasada var,
arkadaşlar. Orada Mustafa Kemal de aynen
böyle koyuyor. Yani bu işi baştan sona bizzat
Kazım Karabekir planlamıştır, örgütlemiştir,
uygulamıştır. Ve bize de her aşamada bilgi
vermiştir, diyor. Yani olay bu.
Burjuva toplumu kurtlar sofrası, arkadaşlar. Ve Brütüs’ler toplumu. O sofrada pay
kapmak istiyorsanız, pençelerinizi ve dişlerinizi çok ustalıkla kullanmanız gerekir. Çocuk
saflığı ve masumluğuyla o sofraya katıldığınız anda, heder olur giderseniz… Hiç acımazlar. Ve zerre miktarda pay vermezler size. O
bakımdan, Mustafa Kemal de bilerek göz yumuyor bu işe, arkadaşlar, kabulleniyor. Çünkü o da Lenin’in dediği gibi, sosyalist değil,
burjuva ulusal kurtuluş hareketinin yöneticisi.
Zaten paşalar da birbirlerine karşı kurtlar
mücadelesi yapıyorlar sürekli. Recep Yoldaş’ın anmasında kısaca değinmiştim. Daha
hilafetin, saltanatın kaldırılması meselesinde
bile Mustafa Kemal, “saltanat kaldırılacaktır
ama bazı kelleler uçacaktır”, diye masanın
üzerine çıkarak kesin tavır koymasa, bir anda
alaşağı edilecek. Hâlbuki zafer kazanılmış…
Lozan’ın arifesi. Yani o anda bile karşısında
bir güçlü cephe buluyor. Ataklığı ve inisiyatifi ile hem önderliğini, hem cumhuriyeti kurtarabiliyor.
Yine 1925’te, arkadaşlar… Getirmemişim… Kılıç Ali’nin Anıları yayımlandı, arkadaşlar, İş Bankası Yayınları’ndan. Hacimli bir
kitap. Tüm silah arkadaşları, paşalar, karşısına geçiyor Mustafa Kemal’in. Ali Fuat Paşa,
işte burada, Moskova Büyükelçisi, Rauf Orbay, Kazım Karabekir kesin bir cephe oluşturuyorlar. Alt etmek üzereler. Şeyh Sait İsyanı’nın patlaması, Mustafa Kemal’i kurtarıyor.
Şeyh Sait İsyanı bir anda saman alevi gibi yayılıyor. Tüm Kürt illerini kapsıyor, İngilizlerin de her türlü desteği ve organizasyonu, örgütlemesiyle, hızla yayılıyor Şeyh Sait İsyanı.
Ve Anadolu Burjuvazisi panik içinde kalıyor.
O zaman, dâhi bir komutan olarak iş, Mustafa Kemal’e kalıyor; askeri başarılarıyla ünlü
bir komutan olarak. Ve bu isyanı aynı hızla
bastırmasının yarattığı prestijle önderliğini
kurtarıyor.
O olmayınca İzmir Suikastı’nı tertipliyor Anadolu Burjuvazisi. Yani Mustafa Kemal’den de rahatsız… Ve yine Kılıç Ali’nin
anlattıklarına göre, Kazım Karabekir’in
de, Rauf Orbay’ın da, Ali Fuat Cebesoy’un da, Refet Bele’nin de, Cafer Tayyar
var İzmir
Eğilmez’in de haberi
Suikastı’ndan. Yani onlar da pasifçe destek
veriyorlar suikasta. Ama son anda, Giritli
Şevki adlı bir motorcunun doğrudan dönemin
İzmir Valisi Kazım Dirik'e ihbar etmesiyle,
iş yarım kalıyor. Ve Mustafa Kemal de bunları idamla yargılatıyor, biliyorsunuz, İzmir
Suikastı Davası’nda. İdamla yargılatıyor
ama katletmeyi de yani astırmayı da göze
alamıyor. Sadece bir ayar vermekle yetiniyor. Yani “haddinizi bilin, aklınızı başınıza
alın, bir dahaki sefere astırabilirim de… O
güce sahibim” mesajı veriyor bunlara. Nitekim ondan sonra ölümüne kadar bunlar da
kıpırdanamıyor.
Yani dediğimiz, burjuva toplumu kurtlar
sofrası, arkadaşlar. O bakımdan, acıma yok
orada. Sadece güç hesaba katılır orada. Gücün borusu öter. Güçlü olan başa geçer. Ve
o sofradan en büyük payı alır. Güçsüz olan
harcanır. Yer yok.
9
6 Şubat 2009
Ne kadar zamanımız kaldı yönetici yoldaşlar?
Yönetici: Bitti.
urullah Ankut: Bitti.
Arkadaşlar, burada çok açık, Kazım Karabekir’in “İstiklal Harbimiz”de, okumayacağım artık, M. Kemal’in Amasya’dan
mektubu var, Kazım Karabekir’e.
Vatanın kurtarılması için başka bütün yollar tıkanmış görünüyor. Bir çıkış yolu, bir çare olarak Bolşevik de olabiliriz, diyor. Onlardan bize teklif gelmesini beklemeyelim. Tersine biz hemen kendimiz başvuralım. Ve birlikte, Bolşevizmi nasıl uygulayacağımızı, aynı zamanda da Türkiye’yi emperyalistlerden
ve onların maşalarından nasıl kurtaracağımızı
oturup planlayalım beraberce, diyor, arkadaşlar bu mektupta. Ayraçladım ama zamanımız
bitti, bir iki konuya daha girmemiz gerekiyor.
Yayımlandığı zaman, yoldaşlar o mektubu da
buradan alır koyarlar, okur arkadaşlarımız artık.
“Amasya, 23.06.1919
“Şifre:
“Zata Mahsustur
“15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretleri’ne,
“(…)
“Bolşevizmin kavranış ve açıklanış biçimi dahi konuşularak, esasen Kazan,
Orenburg, Kırım vb. gibi İslam ahali bunu
kabul ederek; dindarlık, gelenek gibi işlerle zaten ilgili olmadığından, bunun memleket için bir sakıncası olmayacağı düşünüldü… Öte yandan, ilk teklifin herhangi bir
suretle Bolşevikler tarafından yapılması
beklenmeyerek, derhal o havaliden içeriye
kimliği gizlenerek (mütenekkiren) gönderilecek birkaç değerli kişinin aracılığıyla
hemen söyleşiye girişmek, anlaşmak pek
uygun olur. (…) Ve Bolşevizm ve onunla ilgili olan amaçlar (hedefler) uğrunda paraca fedakârlığa ihtiyaç olacağına göre bu
maksada kullanacağınız paranız ve vilayete en son ayrılan örtülü ödenekten yararlanmak kabil olup olmadığının inba buyurulmasını (bildirilmesini) rica ederim.
“Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal” (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz
Birinci Cilt, Emre Yayınları, s. 93-94)
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a
çıkan subaylar arasında bulunan ve M. Kemal’in gizli servis ve siyasi büro şefi Hüsrev
Gerede de aynı konuda 07.06.1919’da, yani
Mustafa Kemal’in Kazım Karabekir’e yazdığı mektuptan 16 gün önce, yine K. Karabekir’e yazdığı bir mektupta şöyle der:
“Havza, 07.06.1919
“Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhında, Havza’dayım. İşlerin istihbarata ve siyasata ait kısmını deruhte ettim.
“(…)
“Bolşeviklik -Bulgar ve Macarların katılmasıyla- bugün İtilaf kuvvetlerinin emperyalist salgınına, hırsına tamahına, gaddarlık ve itisafına (zulmüne, haksızlığına)
karşı bir birleşme vesilesi oldu. Ulusların
alışkanlıklarına ve bilgilerine göre pek çok
değişikliğe muhtaç olan yüksek prensipleri
bir yana bırakarak, inşallah en büyük ve
metin bir millet olan Almanların da bu yöne –gaddar bir barışı kabul etmemek içindönmeleri bizler için pek büyük çıkarı gerektirecektir.
“(…)
“Bence milletin –başındaki aydınlarınvereceği karar ya bağımsız yaşamak yahut
toprağın altını üstüne tercih etmekte derlenip toplanırsa, her şeyden önce Bolşeviklerle temas edilmek, prensipleri anlaşılmak, İslamda, Türkte geleneklere ve belirli kurallara çözüntü vermemek şartıyla,
geliştirerek nasıl kabul olacağını, nasıl uygulanacağını kararlaştırmak ve fakat, sınırdaş olup düşman saldırılarına karşı
koymayı sağlamak için silah, cephane, erzak almak yanlarını sağlama bağlamak gerektir.” (Kazım Karabekir, agy, s. 97)
Yani o Osmanlı’nın ilk kuruluşundan kaynaklanan devrimci gelenekleri savunan Ordu
Gençliği, tek bir şeyi düşünür; vatanın kurtarılması; vatanı korumak, kollamak. Onlar siyasi sistemler konusunda cahildirler. Öyle bir
dertleri yok, yani. Birincil planda göz önünde
tuttukları bu… Ama tabiî edindikleri dünya
görüşü, aldıkları eğitim bakımından burjuva
dünya görüşüne sahipler.
“Ama başka çıkış, yol yok, Bolşeviklik
uygulayalım”, diyor. “Bir sürü Müslüman ülkede uygulandı Bolşevizm: Sovyetler sınırları içinde kalan Müslüman ülkelerde uygulandı, Bakü’de, Kırım’da, Orenburg’da uygulandı, Dağıstan’da, Türkistan’da... Yani İslam
ananeleriyle, Türk ananeleriyle orada çelişmediğine göre, bizde de çelişmez Bolşevizmin prensipleri; o yüzden uygulayabiliriz”,
diyor.
Ama Kazım Karabekir, dediğim gibi, çok
güçlü Ortaçağcı dini önyargılara sahip olduğu
için:
“Dur şimdi, sonra düşünürüz bunu; şimdilik bekleyelim”, diyor.
Mustafa Kemal, Sovyetler
Birliği’yle sağlam bağlar
kurmuştur
Yine Mustafa Kemal, burada, Kazım Karabekir’in “İstiklal Harbimizin Esasları”
adlı kitabında yayımlanan bir mektubunda:
Kurtuluş Savaşı’mızla Lenin’in önderliğindeki Ekim Devrimi’yle oluşturulan Sovyetler’in
bağını öylesine canlı görüyor ki, bu bağın bir
an önce sağlam bir şekilde kurulması için bizim Ordu’nun Sovyet Kızıl Ordusu’yla hemen yan yana, dip dibe gelmesini önerir. Hani İngilizlerle beraber Taşnaklar, Gürcistan
vb. Kafkasya’da Sovyetler’le bizim aramıza
sokulan bir karşıdevrimci set oluşturmak istiyorlardı. M. Kemal işte bu girişimin bir an
önce ortadan kaldırılmasını ve Sovyetler’le
temasımızın sağlanmasını önerir:
“İngilizler, bu tür burjuva setlerle, bizim
Sovyetler’le, Bolşevik Rusya’yla bağımızı
koparacaklar. Aramıza set oluşturdular. Ondan sonra, o seti tamamladıktan, sonra da İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri önce İstanbul’u
tümden hâkimiyeti altına alacak, oradan tüm
Anadolu’yu kuşatacak; bir taraftan da Doğu’dan kuşatma başlayacak. Ve biz kıskaç
içinde mahvolacağız. Aman o setin oluşturulmasına fırsat vermeden biz saldıralım, Bolşeviklerle aramızda bir koridor oluşturalım”,
diyor, Mustafa Kemal:
“6 Şubat 1920’de M. Kemal Paşa hazretlerinin gönderdiği şifrede ise (Diğer cephelerde bir şeyler yapmak imkânı yok. Uygun olmayan sulh şartlarına karşı silahla
mukavemet imkânını gösteren Kafkas
Cephesidir. Türkiye Kafkasya’da Bolşevik
istilasını kolaylaştırıp onunla birlikte hareket etmekle Batıdan Doğuya doğru Anadolu, Suriye, Irak, İran ve Hindistan kapılarını müthiş bir surette açmış olacaktır. Bu
açık kapıları kapamak için müttefikan
stratejik taarruz hareketi yapacak kuvvetleri süratle tedarik edemezler) diye izahatla (Bolşeviklerle Türkler arasını Kafkas
milletleri vasıtasıyla kesmek planını bulmuşlardır. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, belki Kuzey Kafkas hükümetlerinin
istiklalini tasdik ederek onları çektiler.
Şimdi Bolşeviklerle vuruşmalarını bir emrivaki yapmak için her suretle teşvik ve
takviye etmektedirler. Bundan başka bizzat kuvvet sevkine de başlamışlardır ki, bu
kuvvet tesiriyle hem Bolşeviklerle çarpışmayı çabuklaştırmak, hem de Kafkas milletlerinin gerek Türklerle Bolşeviklerin
herhangi bir temaslarını men ve kontrol
eylemek fikrindedirler. Plan büyük bir ciddiyet ve acele ile tatbik olunmaktadır. Eğer
bu plan muvaffak olur ve Kafkas milletlerinin bize karşı kat’i bir set vaziyeti almasıyla memleketimiz sarılı kalırsa Türkiye
için mukavemet icabı esasından yıkılmış
olur. Ondan sonra siyasi varlıklarını tamamen kayıp edebilecek olan Anadolu Türkleri itilaf devletleri kumandası altında
müstemleke askeri olarak ordular teşkil
edecek ve Kafkasya milletlerinin itilaf itaatinde toplanmasını ve hem Bolşevik istilasının durdurulmasını temin için kan dökeceklerdir. Bu halde itilaf devletlerine kesin
teslim olmaları halinde dahi Türkler için
kendini feda etmekten kurtulmak emin değildir.
“Binaenaleyh, Kafkasya seddinin yapılmasını Türkiye’nin kat’î mahvolması projesi addedip bu Seddi itilaf devletlerine
yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeleri de göze aldırmak mecburiyetindeyiz.
“Birinci derecede Kafkasya planını ve
ikinci derecede iç çöküşü temine gereken
zamanı, itilafçılar ancak zayıf ve mütereddit hükümetler sayesinde temin edebilirler.
Bu suretle kazanılan zamanlardan istifade
edilerek itilafçılar nihayet Türkiye’nin
muhasarasını ve iç çöküşü tedbirlerini tamamlayacaklar ve ondan sonra maskelerini birden atarak İstanbul’da geniş ölçüde
tevkiflere mahsur Türkiye’nin muhtelif
cephelerinde yığınağa ve abluka tedabirine
başlayacaklar ve aynı zamanda hükmü
idam mahiyetinde sulh şartlarını tebliğ
edeceklerdir. İşte 6 Şubat 1920’de aleyhimizde tatbik edilmekte olduğunu gördüğümüz plan budur. Bu planın teşrihi, bize düşen tedbir ve vazifeleri göstermektedir.
“Bu tedbirler aşağıdadır.
“Doğu cephesinde resmî veya gayri resmî seferberlik yaparak Kafkas seddini arkadan yıkacak yığınağa başlamak, yeni
Kafkas hükümetleriyle ve bilhassa Azerbaycan, Dağıstan gibi İslam hükümetleriyle acele temasa gelerek ittifak planına karşı kararlarını ve vaziyetlerini anlamak.
Kafkas milletleri bize set olmaya karar
verdikleri halde taarruz hareketlerimizi
birleştirmek için Bolşeviklerle anlaşmak
ve içerde milli teşkilatı son derece genişletmek ve takviye ve silah ve cephane ve malzememizi vermemek için silah kullanmaktır. En mühim vazife ise itilafın zaman kazanmasına meydan vermemek. Bunu ancak vaziyeti bu suretle muhakeme eden
kat’î karar sahibi bir hükümet yapabilir.
Hinihacette memleketin Anadolu’dan ida-
resini mümkün kılacak diğer hazırlıklara
bilfiil giriştiğini de gösterir. Biz bu müsaadeyi iki ay sonra vâki olacağından daha
müsait şartlar dahilinde ve itilaf manzumesinin hazırlığını daha ikmal etmemiş
bulunduğu zamanda dahil olacağız. Eğer
böyle bir hükümet yapılmasına imkan
yoksa, maatteessüf ümitli olmaya sebep
görülmüyor. Aldanmayarak bu vaziyeti
şimdiden müşahede ve kabul etmeliyiz.
Bunun üzerine alacağımız tedbir Hey’eti
Temsiliye arkadaşlarımızı İstanbul’dan
çekmek, derhal Kafkas milletlerine müracaat etmek ve derhal yukarda bildirilen
tedbirlere gayri resmî, fakat fiili olarak teşebbüs etmektir.
“Hey’eti Temsiliye amına Mustafa
Kemal” (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s. 195-197)
Kazım Karabekir önce: “Şu anda kış (6
Şubat 1921, bu mektubun tarihi.) Şu anda bu
soğukta, karda kışta böyle bir harekât yapamayız, bekleyelim”, diyor. Ama sonunda
Mustafa Kemal’in dediğini yapmak zorunda
kalıyor.
Dediğimiz gibi, Kazım Karabekir önderliğindeki Doğu Ordusu, ileri harekâta geçerek,
o burjuva setleri parçaladı attı ve Sovyetler’le
teması sağladık. Yan yana geldik Lenin’in önderliğindeki Sovyetler Rusyası’yla. Ve ondan
sonra onlarla Gümrü, Moskova ve Kars Antlaşmalarını yaptık, hatırlarsınız. Ve bugünkü sınırlarımız böyle belirlendi. Türkiye’nin
şu anki Ermenistan ve Gürcistan’la sınırları
böyle belirlendi. Moskova ve Kars Antlaşmalarıyla belirlendi. Yani Ermenistan’ın, bugünkü Burjuva Ermenistan’ın tanımayı kabul etmediği sınırlar, Sovyetler’le birlikte o antlaşmalarla belirlendi.
Demek ki yoldaşlar, bir kez daha tekrarlamama izin verirseniz, bizim tüm bu konulardaki görüşlerimiz tümüyle Marksizmin-Leninizmin, Ekim Devrimi’nin ve TKP’nin ilk
önderlerinin, Kıvılcımlı’nın tezleriyle tam
uyum halinde. Onların devamcısı ve tek meşru mirasçısıyız biz, yoldaşlar. Bizim dışımızda hiçbir hareket, bu hakka sahip değil.
Ve bu ideoloji; genelde tüm insanlığın,
özelde uluslararası proletaryanın kurtuluş davasının, mücadelesinin ideolojisidir. Öylesine
güçlü bir ideoloji ki, her meseleyi kolayca
çözmemizi sağlar bizim. O ideolojinin projektörü öylesine güçlü ki, hangi grift, kördüğüm olmuş bir meselenin üzerine yöneltsek, o
mesele gün ışığı altındaki başak tarlaları gibi
gözümüzün önüne pırıl pırıl parlar bir şekilde
seriliverir. Biz kolayca görür, kavrar, çözeriz
her problemi.
AB-D Emperyalistleri Yeni Sevr’i
tezgâhlamak için uğraşıyorlar
Ve yine bu ideolojinin ışığında biz diyoruz
ki, ABD ve AB Emperyalistleri, Tacettin Yoldaş’ımızın da sözünü ettiği gibi, Sevr’den asla vazgeçmemişlerdir. Onlar bugün Yeni Sevr
peşindedir. Açık!.. Bütün raporlarında, yazılı
belgelerinde, konuşmalarında bu çok açık bir
şekilde ortada, arkadaşlar. Biz bunu görüyoruz.
İşte Ermenistan açıkça: “Gümrü, Moskova ve Kars Antlaşmalarını tanımıyorum”, diyor. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, bugünkü sınırlarını tanıdığını, bugünkü sınırları kabul ettiğini resmi kayıt altına alan bir antlaşma yapmayı reddediyor, Ermenistan. Türkiye’ye bir saldırmazlık antlaşması yapmayı da
reddediyor. Yani Türkiye’yle mevcut statüde,
dostça komşuluk ilişkileri kurmaya yanaşmıyor. “Hayır” diyor “Özgür Ermenistan o antlaşmalara imza koymadı. Biz 1991’den sonra özgürlüğümüzü kazandık ve bizim için
meşru sınırlar Sevr’in çizdiği sınırlardır”, diyor. Bir sürü Ermeni yetkilisi bunu söylüyor.
Avrupa Parlamentosu’nun raporları var
burada, arkadaşlar, ama şimdi zamanımız
yok. Avrupa Komisyonu’nun ve Avrupa Parlamentosu’nun raporları… Hepsi de diyor ki:
“Türkiye, AB’ye girmek istiyorsa 1915 Katliamı’nı, Soykırımını tanımalı.”
Hem Avrupa Parlamentosu, hem Avrupa
Komisyonu aynı şeyi söylüyor…
Ama bu Ermenistan, 1993’ten bu yana
14.400 kilometrekare büyüklüğündeki Azerbaycan toprağını işgal altında tutmaktadır. Ve
1 milyon Azeri Türkü vatanlarından kovulmuş durumdadır, o işgal yüzünden. Ve o savaş sonunda ya da sürecinde 20.000 insan
katledilmiştir. Buna dair tek bir ibare yok,
Avrupa Birliği’nin ve diğer organlarının raporlarında. Bu işgale yönelik hiçbir kayıt
yok, belirleme yok. Sadece Türkiye’ye yönelik tehditler var.
Şimdi bu namuslu bir tutum olabilir mi?
Hakkaniyetli bir tutum olabilir mi?
Olamaz.
ABD başkan adaylarının her ikisi de defalarca söyledi: “Türkiye, 1915 Soykırımını kabul etmeli, başkan olduğumuz zaman bunu
resmi olarak ifade edeceğiz”, dediler.
Hatta bunu Obama tekrar tekrar söyledi.
Kaldı ki, geçmişte, azılı antikomünist
Reagen da açıkça, başkanlığı döneminde söylemişti aynen: Türkleri soykırım yapmakla
suçlamıştı.
Bush Soykırım demiyor da: “1915’te ha-
yatlarını kaybeden 1,5 milyon Ermeni’nin
acısını paylaşıyoruz yahut duyuyoruz”, gibisinden laflar ediyor. Yani dolaylı şekilde soykırımcılıkla suçluyor Türkiye’yi.
E, Ermeni önderleri de söylüyor, aktardık.
Resmi kayıtlar var: Karşılıklı bir savaş bu…
Çok net bu... Çok yazdık, koyduk. O bakımdan fazla girmeyelim.
Şimdi bunu böylesine görmezlikten gelmeleri, bilmemezlikten değil, Yeni Sevr için,
arkadaşlar. Yeni Sevr için…
Kaldı ki adamlar söylüyor: Ortadoğu’nun
haritasını yeniden çizeceğiz, diyorlar. Bu
açık… Yeni bir Ortadoğu’nun zamanı geldi,
diyorlar.
O haritası değiştirilecek ülkeler arasında
Türkiye de var mı?
Var.
Bu haritayı adamlar açıkça yayımladılar
mı?
Yayımladılar.
E, o zaman bunu görmemek için kör olmak gerekir. Yahut da ABD uşağı olmak gerekir. Biz yurtseveriz, halkseveriz. Nasıl görmeyiz bunu? Görmezsek devrimci uyanıklığımız nerede kalır?
(Sloganlar: Kahrolsun ABD, AB Emperyalizmi…)
Lenin diyor ki:
“Sosyalizmin dünya çapındaki zaferinden sonra, çok uzun yıllar uluslar varlığını
sürdüreceklerdir.”
Kıvılcımlı Usta ne diyor?
“Ulusu burjuvazi icat etti ama biz bu-
gün savunmak durumundayız. Proletarya
hareketinin çıkarları açısından savunmak
durumundayız ulusu.”
Arkadaşlarımız bölümler okudu Usta’mızın yazılarından. Sinevizyonda da gördük, arkadaşlar. Kitapları da meydanda…
Şimdi biz böylesine bir “Project Democracy”yi, Yeni Sevr’i kabul edebilir miyiz?
Bir devrimci olarak buna karşı çıkmazsak
Tarihimize, Önderlerimize bağlılığımız, saygımız, dürüstlüğümüz nerede kalır bizim?
Biz devrimciliği ciddiye alan insanlarız…
Dünyaya ikinci kez gelinmez!..
Biz ömrümüzü bu davaya adadık. Bu
oyuncak değil!..
Bizim hayatımız kıymetli, yoldaşlarımızın
hayatı kıymetli. Ama buna rağmen biz hiç gözümüzü kırpmadan, düşünmeden, tereddütsüz bir şekilde vakfettik bu davaya hayatımızı. Ciddiye almaz mıyız bu meseleleri?
Bedenimizde bir rahatsızlık olduğu zaman
nasıl iyi bir hekim, dişimiz sızladığı zaman,
nasıl bilgili, deneyimli bir dişçi, tedavi için
standardına göre üretilmiş kaliteli, yani gerçek etkili ilaçlar bulmak istersek; tıpkı onun
gibi ömrümüzün tümünü adadığımız davamızın da gerçeklerini, doğru yönünü, dikkatle
incelemek, araştırmak ve çözüm yolunu-zafere götüren yolunu bulmayı istemeliyiz.
Bunu es geçersek yaptığımız gerçek devrimcilik olur mu?..
Olmaz…
Bizim Sevrciler gerçeklere alerji duyuyorlar.
Böyle devrimcilik olur mu?..
Devam edecek
Chavez Gitmeyecek
Venezüella’da Hugo Chavez’in yeniden seçilmesi için 15 Şubat’ta referandum yapılacak.
Devlet Başkanı Hugo Chavez’in 2012’de yeniden seçilebilmesine olanak sağlayacak
anayasal düzenlemeyi Halkımıza anlatmak için Venezüella Büyükelçiliği ve Kurtuluş Partisi
tarafından 07 Şubat 2009’da Ankara’da bir eylem düzenlenmiştir. Bu eylemin afişini 20’nci
sayfamızda, dağıtılacak broşürün metnini de aşağıda sunuyoruz.
GİRİŞ
Venezüella Bolivar Cumhuriyeti’nde egemenliğin daimi sahibi halk, karar mercisidir.
Oy kullanma hakkı sayesinde yöneticilerini seçen, tekrar göreve getiren ya da görevden
alan halktır. Aynı şekilde, Halkoylaması ile
Ulusal Anayasa’yı yenileyecek, değiştirecek
olan ya da Milli Meclis tarafından önerilen yeni bir Ulusal Anayasa’yı kabul edecek olan da
halktır.
Sadece halk tarafından Referandum yoluyla kabul edilebilecek olan Anayasal Değişiklik
önerisi, Venezüella halkına, o yönde karar vermesi durumunda görevde olan başkanı gerekli
bulacağı kadar yeniden seçme hakkını verecektir. Bu sayede, halkın seçme iradesi
sınırlandırılmamış olacaktır.
Bu doğrultuda, Yeniden Seçilme iki şekilde
tanımlanabilir:
Görevdeki başkan da dahil olmak üzere
tüm Venezüella vatandaşları, başkanlık seçimlerine kendi adayını sunarak, halk iradesine
katılma hakkına sahiptir.
Tüm Venezüella vatandaşları, görevdeki
başkan da dahil olmak üzere, tercih ettiği adayı
Devlet Başkanı olarak seçme hakkına sahiptir.
Başka bir deyişle, Anayasal Değişiklik,
hem başkanlığa aday olma hem de Devlet Başkanını seçme ya da yeniden seçme hakkını
koruyarak, Katılımcı ve Temsili Demokrasiyi
sağlamlaştıracaktır.
AAYASAL DEĞİŞİKLİK
Anayasal Değişiklik, Ulusal Anayasa’da
kurallara uygun değişiklikler yapmak için başvurulabilecek anayasal bir mekanizmadır. Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Anayasası’nın
340. Maddesi, “Değişiklik, anayasanın temel
yapısını bozmaksızın, bir ya da birkaç maddesinde ekleme ya da değiştirme yapma amacını
taşımalıdır” ilkesini belirlemektedir.
1. ADIM: ÖERİ
Ulusal Anayasa’nın bir maddesinin kurallara uygun değiştirilmesi, Değişiklik
Projesi’nin karar mercine, yani Halk’a, sunulmasını gerektirir. Bu girişim, Seçmen Kütüğü’nde kayıtlı olan vatandaşların % 15’lik,
Milli Meclis üyelerinin ya da Bakanlar Kurulu’ndaki Devlet Başkanı’nın %30’luk talebinden doğmaktadır.
Eğer girişim Milli Meclis’ten çıkarılırsa,
Değişiklik Projesi için, iki oturum düzenlenmesi gerekmektedir ve Milletvekilleri’nin çoğunluğunca kabul edilmiş olmalıdır.
2. ADIM: HALKOYLAMASI
Değişiklik Taslağı kabul edildikten sonra,
resmi kabulünü takip eden 30 gün içinde halk
iradesine sunması için, seçimden sorumlu kurumlara gönderilmelidir.
Sonrasında, katılımcı ve temsilci Venezüella Halkı, Değişim Taslağını Halkoylaması yoluyla ya kabul edecek ya da reddedecektir. Bu
karar, Halk’ın yüksek yetkisindedir. Venezüella Bolivar Cumhuriyeti’nde sadece halk, kendi
iradesini kabul ettirmek yetkisine sahiptir.
DEĞİŞİKLİK Mİ REFORM MU?
Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Anayasası’nın 342. Maddesi, Anayasal Reform’un,
Anayasa’nın kısmi revizyonunu ve Anayasal
metnin temel esaslarını ve yapısını etkilemeyen bir ya da birkaç kuralının yeniden düzenlenmesini kapsamaktadır.
Bu anlamda, eğer öneride bulunanların
amacı, Anayasa’da kısmi bir revizyon ya da
bazı kurallarının yeniden düzenlenmesinden
ziyade, Anayasa’nın herhangi bir maddesinde
kurallara uygun değişiklik yapmaksa, sunulacak unsur, Anayasal Değişiklik önerisi olmalıdır.
Milli Meclis, Ulusal Anayasa’nın 230.
Maddesi’nde değişiklik yapılması önerisini
Halka sunma kararı almıştır. Bahsi geçen değişiklik metni şu şekildedir: “Başkanlık süresi
altı yıldır. Devlet Başkanı, yeni dönem için görev bitimini mütakip ve sadece bir kez yeniden
seçilebilir.”
Bahsi geçen Madde’nin temel yapısı iki
bölümden oluşmaktadır: Başkanlık döneminin
süresiyle ilgili olan kısım ve görevdeki başkanın yeni başkanlık dönemi için aday olmasının mümkün olduğu kısım.
Milli Meclis, Halka, görevdeki başkana gerekli gördüğü kadar oy verme hakkı tanıyarak,
yeniden seçilme kısıtlamasını yürürlükten
kaldıracak 230. Madde değişikliğini önerecektir.
Değişiklik Önerisi, 230. Madde’nin temel
yapısını bozmamakta, aksine onu derinleştirmektedir. Sadece iki unsurunu (başkanlık döneminin süresi ve yeniden seçilme biçimi) korumakta kalmayıp, bu unsurlardan biri olan başkanın yeniden seçilmesi öğesini, Halka başkanlık dönemlerini belirleme yetkisini de vererek genişletmektedir.
YEİDE SEÇİLME ÜZERİE SÖYLEE YALALAR
1. Yeniden seçilme, görevdeki başkanı
daimi mi kılacak?
HAYIR. Venezüella’da başkanlık seçimleri her zaman adil, şeffaf ve Seçim Kurulu’nun
tarafsız hakemliğinin güvencesinde gerçekleştirilecektir. Ayrıca, Ulusal Anayasa, Halka,
başkanlık görevine son verme imkânı veren
Revokatif Halkoylaması unsurunu içermektedir.
2. Mili Meclis daimi yeniden seçilmeyi
mecbur mu kılıyor?
HAYIR. Ne Milli Meclis’in Milletvekilleri, ne de Devlet Başkanı, Anayasa’da değişiklik yapılmasını mecbur kılabilir. Venezüella
Bolivar Cumhuriyeti Anayasası’nı sadece
Halk, Halkoylaması ile değiştirebilir.
3. Yeniden seçilme çeşitlilik prensibini
ortadan kaldırır mı?
HAYIR. Yeniden seçilme sadece görevdeki başkana, başkanlığa aday olma hakkını
tanır. Başkanın yeniden seçilmesi ya da başka
bir adayın seçilmesine verdiği oy ile halk karar
verir. Sonuçta, Halk, çok katılımlılık için kendi oyuyla karar verecektir.
10
6 Şubat 2009
Başyazı
İsrail, AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki askeri üssüdür, ileri
karakoludur, petrol bekçisidir. Dolayısıyla da İsrail AB-D’dir
Baştarafı sayfa 1’de
İsrail, yıllardan beri insanlık
dışı katliamlar yapmaktadır
İsrail’in bu canavarlığı yeni görülmüş
bir olay değildir. İsrail, İkinci Emperyalist
Paylaşım Savaşı’nın bitiminden beri, bu insanlık dışı katliamları yapmaktadır. Ve tıpkı
bugün olduğu gibi, emperyalist Batı da İsrail’i bu yaptıklarından dolayı desteklemektedir. Hatta İsrail, bu kasaplığı AB-D Emperyalistleriyle elbirliği-işbirliği ederek
yapmaktadır. Başka türlü söylersek İsrail bu
cinayetleri, AB-D adına da işlemektedir…
Bildiğimiz gibi, AB-D Emperyalistleri
Arap dünyasını Birinci Emperyalist Yağma
Savaşı sonrasında Osmanlı’dan koparınca,
21 parçaya bölmüşler ve aralarında paylaşmışlardı. Bu kadar çok parçaya bölmek, onlara hükmetmekte, büyük kolaylıklar sağlıyordu AB-D Emperyalistlerine. Tanık olduğumuz gibi, bir tek Arap Ulusu’nun bu kadar çok parçaya bölünmesi bugün de büyük
kolaylıklar sağlıyor AB-D’ye ve onun maşası İsrail Siyonistine…
AB-D Emperyalist haydut devletleri için
Ortadoğu ve Arap dünyası demek, her şeyden önce, “Siyah Altın”-Petrol demektir.
Sonra da yüz küsur milyonluk koca bir pazar demektir. İşte bu “Siyah Altın”ı ve büyük pazarı her an elinin altında tutabilmesi
için, AB-D Emperyalistlerinin, 21 parçaya
böldükleri Arap Ulusu’na istedikleri gibi
hükmedebilmeleri ya da onu yarısömürge
statüsünde tutabilmeleri gerekmektedir.
Bunun da sağlanması için AB-D haydutlarının, Arap Ulusu’nun tam ortasında güçlüetkili bir askeri üsse-ileri karakola ihtiyacı
vardır. Bu İsrail’dir…
Siyonist İsrail’in de, bir Antika kabile
dini olan Museviliğin kutsal kitabı
Tevrat’ta, İsrail Tanrısının (Rab’bın), kendisine vaat ettiğini bildirdiği topraklarda,
bir devlet kurabilmesi için, AB-D Emperyalistlerinin yardımına-koruyup kollamasına olağanüstü ihtiyacı vardır. AB-D Emperyalistlerinin yardımı olmadan, İsrail devletinin kurulması da bugüne dek yaşaması da
olası değildi.
Demek ki AB-D’nin ve İsrail’in birbirlerine hayati ölçüde gereksinimleri vardır.
Onların “stratejik müttefik”liklerini sağlayan işte böylesine güçlü, ihtiyaçlardır, büyük çıkarlardır. İşte bu nedenden biz İsrail,
AB-D’dir diyoruz. Birine dokundunuz mu,
kaçınılmaz biçimde öbürüne de dokunmuş
olursunuz. Birine zarar verdiniz mi, diğerine de vermiş olursunuz. Biri için tehdit
oluşturdunuz mu, diğeri için de oluşturmuş
olursunuz…
ve başbakanı, dün geceki kasaplığın kanını onların ellerine bulaştıran ateşkesten kaçınma bahanesi olarak bu yalanı
tekrar etti. Eğer George Bush’un 48 saat
önce acil ateşkes isteğini söyleyecek cesareti olsaydı, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar hayatta olacaktı.” (agy)
R. Fisk, George Bush’un tutumunu “cesaret”sizliğine bağlıyor. Oysa gerçek bu değil. Bush İsrail’le tam bir amaç birliği içindedir. Yani katliamı bütünüyle, sadece
onaylamıyor, aynı zamanda istiyor da…
R. Fisk, şöyle sürdürüyor yazısını:
“Olan sadece utanç verici değil, rezalettir de. Savaş suçu tanımlamak için çok
sert mi olur? Eğer bu katliam Hamas tarafından yapılsaydı kullanacağımız tanım bu olurdu. Yani savaş suçu mu, evet,
korkarım öyle. (…) Fakat İsrail “uluslararası terör”e karşı bizim savaşımızı
verdiğini iddia ediyor. İsrailliler, Gazze’de Batılı ideallerimiz, güvenliğimiz ve
bizim için bizim standartlarımızda savaştıklarını söylüyorlar. Yani biz de Gazze’nin üzerine yağan vahşette bizler de
suç ortağıyız.
“Bu kıyımlar için geçmişte İsrail ordusunun servis ettiği bahaneleri yazdım.
Önümüzdeki saatlerde tekrar ısıtılacakları için bazılarını verelim: Filistinliler
kendi mültecilerini öldürüyor, Filistinliler mezarlıkları kazıp enkazların içine
gömüyor, silahlı bir kanadı destekledikleri için suçlanacak kimse varsa Filistinliler, silahlı Filistinliler bilerek masum
mültecileri kalkan olarak kullanıyor.
“Sabre ve Şatilla katliamı İsrail’in
sağcı müttefiki Lübnan Falanjları tarafından gerçekleştirildi. İsrail’in kendi
araştırma komisyonunun söylediği gibi,
İsrail birlikleri 48 boyunca seyretti ve
hiçbir şey yapmadı. İsrail suçlandığında,
Menachem Begin hükümeti dünyayı
kanlı bir iftirayla suçladı. İsrail topçusu
Kana’daki BM üssüne 1996’da saldırdığında, İsrailliler Hizbullah savaşçılarının
üste saklandığını söyledi. Hizbullah, sınırda iki İsrailli askeri ele geçirdiği için
başlayan 2006’daki savaştaki bin ölünün
faturası Hizbullah’a kesildi. İsrail, ikinci
Kana katliamındaki çocuk cesetlerinin
mezarlıktan çıkarılmış olabileceğini söyledi. Marvahin katliamına bahane bulunamadı. Köy halkına kaçmaları söylendi,
onlar da İsrail emirlerine uydu ve İsrail
helikopterinin saldırısına uğradı. Mülteciler çocuklarını çıkartıp kamyonetin etrafında yürütüyorlardı ki İsrail pilotları
onların masum olduklarını görsünler.
İsrail, katliamlarını AB-D
Emperyalistleriyle işbirliği
içinde yapmaktadır
Bizim gerçeği netçe yansıtan bu görüşlerimizi, bir Batılı burjuva yazarı, The Independent’in ünlü yazarı Robert Fisk de,
silik, bulanık, üstü bir hayli örtülü de olsa
dile getiriyor. Onun 07 Ocak 2009 tarihli,
Time Dergisi’nin “Timetürk” adlı internet
sitesinde yer alan yazısından bölümler aktaralım:
“Böylece bir kez daha İsrail, cehennemin kapılarını Filistinlilere açtı. Birleşmiş Milletler okulunda 40, başka birinde
3 sivil mülteci öldü. “Etik silah kullanımına” inanan bir ordu için Gazze’de kötü bir gece işi değil hani. Peki, neden şaşırmalıyız ki?
“İsrail’in Lübnan’ı 1982’de işgalinde,
neredeyse hepsi sivil, ekserisi kadın ve
çocuk, 17 bin 500 ölüyü; Sabre-Şatilla’da
bin 700 Filistinlinin ölümünü; BM üssündeki, yarısı çocuk 106 Lübnanlı sivil
mültecimin katliamı 1996 Kana’yı; İsraillilerin evlerinden ayrılmasını söylediği
ve arkasından İsrail helikopteri tarafından katledilen 2006’daki Marvahin mültecilerini; Lübnan’ı 2006’daki bombalaması ve işgalindeki neredeyse hepsi sivil
bin ölüyü, unuttuk mu?
“Asıl şaşırtıcı olan bu kadar Batılı liderlerin, devlet başkanının ve başbakanının ile korkarım, birçok editör ve gazetecinin bu eski yalanı yutmasıdır: İsrail,
sivil kayıplar için azami ihtimamı gösterir. Gazze katliamından sadece birkaç
saat önce bir İsrail elçisi, “İsrail, sivil kayıpları önlemek için her olası çabayı göstermektedir” demişti. Her devlet başkanı
Robert Fisk
Sonra bir İsrail helikopteri onları yakın
mesafeden biçti. İki kişi kurtuldu, ölü
taklidi yaparak. İsrail özür bile dilemedi.
“On iki yıl önce, başka bir İsrail helikopteri, yine İsrail’in verdiği emirle boşaltılan sivilleri taşıyan bir ambülans vuruldu ve 3 çocuk 2 kadın öldü. İsrailliler
Hizbullah savaşçısının ambülansta olduğunu söyledi. Doğru değildi. Tüm bu katliamları haber yaptım, araştırdım, sağ
kalanlarla konuştum. Birkaç meslektaşım da yaptı. Kaderimiz, tabi ki, en karasından iftira oldu: Antisemtik olmakla
suçlandık.
“Şimdi yazacağımdan en ufak bir
şüphem dahi yok: yeniden bu skandal
yalanları yeniden duyacağız. Suçlanacak-Hamastır yalanı, - Allah bilir ya, bu
suç olmasa dahi onları suçlayacak çok
şey var-, mezarlıktan-çıkan-cesetler yalanı, Hamas-BM-okulundaydı yalanı ve
Antisemitizm yalanı gibi. Liderlerimiz
oflayacak puflayacak ve ateşkesi bozanın
Hamas olduğunu söyleyecek. Hayır, onlar bozmadı. İsrail bozdu. 4 Kasım’daki
bombardımanda 6 Filistinliyi öldürdüler
ve daha sonra 17’sinde de başka bir
bombardımanda 4 Filistinliyi daha.”
(agy)
Sanırız bu anlatımlardan sonra, AB ve
ABD liderlerinin bugüne kadar hep olduğu
gibi, şimdi de, İsrail’i savunmalarının ve
olanların sorumlusu olarak Filistinlileri
suçlamalarının sebebi anlaşılmış olacaktır.
Hatırlayacağımız gibi AB-D sözcüleri, bu
son katliamı da “İsrail’in kendini savunma hakkı” olarak yorumladılar. AB-D önderlerinde de, insanlık, vicdan, ahlâk, namus, dürüstlük ancak İsrail Siyonistlerindeki kadardır. Bir gram farklı değil…
Burada bizim AB sevdalısı, satılmış
medyanın dönek, hain yazarçizerlerine bir
sözümüz olacak: AB’nin içyüzü işte budur.
Bu emperyalist yapılanmayı, “insan haklarının, demokrasinin, çoğulculuğun, hukukun üstünlüğünün” ideal örneği olarak sunmak, savunmak, alçaklıktır, şerefsizliktir,
satılmışlıktır, uşaklıktır.
Hem AB’yi, ABD’yi savunmak hem de
İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulmü kınamaksa ikiyüzlülüktür, içtenlikten yoksunluktur yani yine namussuzluktur, ahlâksızlıktır.
Hiç unutmayalım ki, AB-D Emperyalistlerinin koruma kalkanı olmasa, İsrail, bırakalım böyle pervasız katliamlar yapmayı,
varlığını sürdürmekte bile başarılı olamaz…
İsrail, AB-D’nin bir uzantısıdır, koludur.
İsrail bir yapay devlettir. AB-D Emperyalistlerinin, kendi alçakça çıkarları için oluşturdukları bir uydu devlettir. Görevi de,
Arap Ulusu’nu terörize etmektir. AB-D
Emperyalistlerinin sağmal sürüsü durumunda tutmaktır.
Obama da Bush gibi ABD
Emperyalizminin temsilcisidir
Satılmış medyanın dönekler ordusunun
alçak yazarçizerleri, 20 Ocak’ta ABD başkanlığını, Hitler karikatürü yüreksiz
Bush’tan devralacak olan Barack
Obama’yı, Ortadoğu barışı için umut olarak
savunma-gösterme yarışına girmiş bulunmaktadır. Onlar, ABD Emperyalistlerinin
tüm dünyada yaptığı kötülükleri, Bush ve
ekibine yıkarak ABD Emperyalizmini aklamayı amaçlamaktadır. Tabiî AB-D kuklası
İsrail’in son Gazze vahşetinin sorumluluğunu da yine Bush ve çevresindeki NeoCon’lar denen ekibe yüklemektedirler.
Eğer, B. Obama işbaşında olsaydı, İsrail’i
engellerdi, demeye getirmektedirler lafı…
Oysa gerçek hiç de böyle değildir. B.
Obama da selefi G. W. Bush gibi ABD Emperyalizminin bir ürünüdür ve onun temsilcisidir. Aralarında bir nitelik farkı asla söz
konusu değildir. ABD Emperyalizminin
politikalarını onun çıkarları belirler. Ve bu
çıkarlar doğrultusunda ABD ParababalarıFinans-Kapitalistleri tarafından formüle
edilir bu politikalar. ABD başkanlarının
göreviyse, önüne konan bu politikaları sadakatle uygulamaktan ibarettir. ABD’yi
başkanlar değil, ABD Finans-Kapitalistleri
yönetir. ABD başkanları da zaten bu Finans-Kapitalistler tarafından seçilir. Bu Finans-Kapitalistler, kendi emperyalist çıkarlarına en iyi hizmet edecekler arasından,
kendilerince en uygun olanını seçerler başkanlığa. Yani başkan da zaten o pis işin gönüllüsüdür. Koltuk ve küpünü doldurma
karşılığında, neye, kime hizmet edeceğini
adı gibi bilir. Ve o işin gönüllüsüdür. Başkanlar arasında yalnızca bir stil-tarz farkı
olabilir. Başkaca bir fark olamaz. Hepsi de
aynı işi, aynı görevi yaparlar.
Bu görev yapmada çekimser davrananlar, kişilik pişilik koymaya çalışanlar göğüslerine ya da beyinlerine kurşun sıkılarak
öldürülürler. Üstelik de çoğu kez kim vurduya giderler. Bunu iyi bilen ABD başkanları da görevlerini canla başla yapmaya çalışırlar.
Obama, Siyonist İsrail’i açıkça
savunmakta-desteklemektedir
Gelelim B. Obama ve İsrail ilişkisine.
Bu konuda önce 05 Ocak 2009 tarihli Hürriyet’ten şu haberi okuyalım:
“İsrail bir hafta boyunca Gazze’yi havadan bombaladı, iki gündür karadan,
denizden ve havadan bombalıyor. Ve
dünya, 20 Ocak günü Beyaz Saray’a yer-
Emperyalizm ve Siyonizm kan ve gözyaşı demektir...
leşecek olan yeni Başkan’ın bu konudaki
suskunluğunu merak ediyor.
“Barack Obama, İsrail’in hava harekâtı başladığında Hawaii’de tatildeydi.
Bu konuda en ufak bir açıklama yapmadı. Şimdi İsrail operasyonu karadan, denizden ve havadan tam gaz sürüyor.
Obama’dan yine çıt yok.
“ eden suskun kaldığına ise “Bir
Başkan görevdeyken, benim konuşmam
nezaketsizlik olur” şeklinde bir açıklık
getirmişti.
“Ancak başka konularda aynı nezaketi göstermediği biliniyor. Örneğin,
ekonomik kriz patlak verdiğinde pek çok
açıklama yapmıştı.
“Ağustos 2008’de, Kudüs’te gerçekleşen buldozerli saldırıyı kınadı ve “İsrail’in terörizme karşı mücadelesini sonsuza kadar destekleyeceğiz” dedi.
“KUDÜS BÖLÜMEMİŞ BAŞKETİİZ OLACAKTIR”
“Şimdi Ortadoğu barışı için “umut”
olarak
görünen,
Obama’nın
Ortadoğu’daki bu sıcak gelişme karşısındaki pozisyonunu merak ediyor.
“Bush politikalarından farklı olmasını bekliyor. Ama o hâlâ tek kelime etmedi.
“Oysa Obama, bu konudaki rengini
bundan 6 ay önce açık ve net olarak ortaya koymuştu.
“Geçtiğimiz 23 Temmuz 2008’de İsrail’i ziyaret eden Obama İsrailliler’e “Kudüs başkentiniz olacaktır” diyerek tam
destek vaadinde bulunmuştu.
“İSRAİL’İ “MUCİZE” OLARAK TAIMLADI
“Kudüs’teki Yad Vaşem Soykırım
Müzesi’ni ziyaret edip İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile görüşmesinden
sonra Gazze’den atılan füzelerin genellikle düştüğü Sderot kentine de giden
Obama, “Daha önce de söyledim. Kudüs,
İsrail’in bölünmemiş başkenti olacaktır”
demiş ve İsrail Devleti’ni bir “mucize”
olarak tanımlamıştı.
“Uluslararası topluluk Kudüs’ün
“ebedi ve bölünmez başkent” olduğu
şeklindeki İsrail tezini tanımıyor.
“Obama’nın ekibinde, özellikle de dış
politika danışmanları arasında çift pasaportlu (ABD ve İsrail) olanlar var.” (agy)
Siyonist İsrail devleti, bu satırlarda ifade
edilen düşüncelerden daha güçlü, daha aktif
bir biçimde nasıl savunulabilir? Bu anlayış
çerçevesinde baktığımız zaman İsrail, Filistin’deki Arap Halkın tamamını, yine Tevrat’ta emredildiği biçimde kırsa, canlı, “soluk alan” bir tek Arap bırakmasa, B. Obama
yine de İsrail’i savunmaya devam edecektir.
Yapılanın, “İsrail’in kendini savunma hakkı” olduğunu söyleyecektir. Yukarıdaki satırlardan hareketle varılacak değerlendirme
bu olur.
Geçmişte, Yaser Arafat’la, İsrailliler
arasında yapılan barış görüşmelerinde, İsrail tarafı bile Kudüs’ün bir bölümünü, Filis-
tinlilere vermeyi kabul etmişti.
Yukarıdaki ifadelerde görüyoruz ki, B.
Obama, buna bile razı olmuyor: “Daha önce de söyledim. Kudüs İsrail’in bölünmemiş başkenti olacaktır” diyor. Yani Arapların tümünü yeryüzünden silmeyi ya da “vaad edilmiş topraklar”dan sürmeyi amaçlayan-hedefleyen fanatik bir Siyonist gibi düşünüyor.
Barack Obama
Şimdi de emekli general ejat Eslen’in
bu konuya ilişkin, 07 Ocak 2009’da Radikal’de çıkan yazısından bir bölüm aktaralım:
“Ortadoğu’da yine bir trajedi yaşanıyor. Bir hafta süren hava harekâtından
sonra İsrail hazırlıklı bir kara saldırısını
başlatırken, George W.Bush Hamas’ı
açıkça suçladı ve böylece İsrail’e desteğini de açıklamış oldu. Çatışmanın süresini
ve şiddetini, Hamas’ın hazırlık ve asimetrik direniş yeteneği ile İsrail’in kararlılığı ve Hizbullah savaşından çıkardığı dersler belirleyecek. Bu harekâtta İsrail’in amacının Hamas’ın askeri ve siyasi etkinliğini kırmak, harekâtın sonunda
Gazze şeridinin kuzeyine uluslararası
barış gücü yerleştirerek güvenliğini pekiştirmek, Hizbullah yenilgisi ile konvansiyonel caydırıcılığı ve prestiji yara
alan İsrail ordusunun imajını düzeltmek
olduğu anlaşılıyor.
“Gazetelerde yer alan yorumlara bakılırsa, kısa bir süre sonra ABD’de yönetimi devralacak Barack Obama, Filistin
sorununa karşı daha dengeli bir politika
uygulayabilecek. İsrail’in Gazze saldırısı
ile Barack Obama’yı yönetimi devralmadan denediğini söyleyenler ve Obama’yı
bu trajediye karşı çıkmaya davet edenler
de var.
“Obama’nın hedefleri
“Bu tür yorumlara katılmak mümkün değil. Çünkü, Barack Obama’nın İsrail ile ilgili deklare edilmiş politikası ve
tutumu belli, bu nedenle de Obama yönetimindeki ABD’nin İsrail’in eylemleri
konusunda radikal bir değişim bekleme-
11
6 Şubat 2009
mek gerek.
“Seçim kampanyası süresince de kullandığı ve seçildiği takdirde uygulayacağı politikaları deklare ettiği internet sitesinde (www.barackobama.com ) bakın
Obama ABD’nin İsrail politikası ile ilgili hedefleri olarak neleri belirlemiş:
“* ‘Güçlü bir ABD-İsrail ortaklığını
garanti etmek: Barack Obama ve Biden
ABD-İsrail ilişkilerini güçlü bir şekilde
destekler ve Ortadoğu’daki birinci öncelikli ve değiştirilemez taahhüdünün,
ABD’nin Ortadoğu’daki en güçlü müttefiki İsrail’in güvenliği olduğuna inanır.’
“* ‘İsrail’in meşru müdafaa hakkını
savunmak: 2006 yılı Temmuz ayındaki
Lübnan Savaşı’nda Barack Obama İsrail’in Hizbullah akınlarına ve roket saldırılarına karşı kendisini savunma hakkını
güçlü bir şekilde desteklemiştir... Barack
Obama ve Biden İsrail’in vatandaşlarını
savunma hakkına güçlü bir şekilde inanmaktadır...’
“* ‘İsrail’e yardıma destek: Barack
Obama ve Joe Biden İsrail’e hem askeri
hem de ekonomik yardım paketlerini savunmakta ve desteklemekte ve bu amaçla dış yardım bütçesinin artırılmasını istemektedir...’
“Görüleceği gibi Barack Obama İsrail’i ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli
stratejik ortağı olarak görmekte, bu ortaklığı güçlendirmek istemekte, İsrail’in
meşru müdafaa hakkını(!) kayıtsız şartsız desteklemekte ve ABD’nin İsrail’e
hem askeri hem de ekonomik yardımının
giderek artırılmasını hedeflemektedir.
“Bütün bunlar, Barack Obama döneminde de ABD’nin İsrail politikasında
radikal bir değişim olmayacağını göstermektedir. Seçilmesine Yahudi lobisinin
desteğinin katkısı ve ABD’nin Ortadoğu’daki diğer çıkarları da dikkate alındığında Obama’nın ABD’nin İsrail politikasına önemli bir değişiklik getirmesini
beklememek gerekir.
“Ayrıca, İsrail’in Gazze saldırısının
Obama’nın bilgisi dışında gerçekleştiğini
düşünmek gerçekçi değildir.
“İsrail’in Gazze’ye müdahalesi Hizbullah’ı ve İran’ı da çatışmanın içine çekerek Ortadoğu’da domino etkisi yapma
potansiyeli taşımaktadır. ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Büyük
Ortadoğu Projesi çöktü diyenler yanılmaktadır. ABD’nin bu projede başarısızlıklarla karşılaştığını ifade etmek farklı,
projenin çöktüğünü ifade etmek daha
farklı bir anlam taşımaktadır. En azından ABD’nin İsrail’in güvenliği ile ilgili
taahhütleri, Ortadoğu enerjisi ile ilgili çıkarları, enerji güvenliği ile ilgili kaygıları, Irak’la, İran’la, Suriye ile, Afganistan-Pakistan ile ilgili amaçları, terörle
mücadele adına ortaya koyduğu çabaları
sürdükçe adı ne olursa olsun, Obama döneminde de ABD bu projeyi sürdürecektir.” (agy)
Gördüğümüz gibi Nejat Eslen de, B.
Obama’yı doğru görüyor. AB-D uşaklarının, B. Obama hakkında yaymaya çalıştıkları, gerçeğin tam tersi olan demagojik fikirlerin, beş paralık değer taşımadığını
açıkça görüyor ve gösteriyor.
B. Obama tam bir sermaye uşağıdır. Zaten eşiyle birlikte yıllık gelirleri 42 milyon
dolardır. Yani yaptığı hizmetin karşılığını,
ABD Parababalarından almaktadır. Tabiî
bundan sonra çok daha fazlasını alacaktır.
B. Obama, G. W. Bush’la kıyaslandığında ondan çok daha zeki ve yetenekli kalır.
Ayrıca çok sinsi ve haindir. Sermayeye hizmet karşılığında rahat bir hayat ve koltuk
elde edebilmek için dinini bile değiştirmiştir.
G. W. Bush, yukarıda da belirttiğimiz
gibi sıradan bir Hitler karikatürüdür. Fakat
hiç değilse neyse odur. Olduğu gibi görünmektedir. B. Obama ise sinsi ve yılandır.
Halkları gülerek sokar… G. W. Bush döneminin batağa saplanan, çıkmaza giren politikalarını, ABD Parababalarının çıkarları
doğrultusunda yeniden şekillendirecek ve
işler hale getirecektir… Fakat bu politikalar
da, emperyalist, halk düşmanı, içerik bakımından eskilerden hiç de farklı olmayacaktır. B. Obama böyle yapacak diyoruz da, bu
tamamen lafın gelişidir. Bu politikaları yeniden düzenleyerek çalışır hale getirecek
olan ABD Finans-Kapitalistleridir. B. Obama, o kararları imzalayacaktır sadece…
Emperyalizm mezara
gömülmedikçe sömürü, talan,
zulüm ve katliamlar durmaz
Bildiğimiz gibi emperyalizm, gerektiğinde vazgeçilebilecek bir politika değildir.
Emperyalizm, sermayenin ulaştığı yoğunlaşma, olağanüstü büyüme ve sentezleşme
ve santralizasyon yüzünden, ülke sınırları
içine sığamayarak, mecbur olduğu, dünyayı hammadde ve pazar yönünden yağmalama, oralara hükmetme girişimidir. Bu kaçınılamaz davranış, AB-D yöneticilerinin iyi
ya da kötü niyetli oluşlarından kaynaklanmaz. Tekelci kapitalizmin doğasından kaynaklanır. Bu en son aşamasına varmış,
ölüm çağına girmiş olan kapitalizm; sömürü, talan, soygun, zulüm, katliam, savaş, işgal yapmadan duramaz, yaşayamaz…
Nitekim, bugün -14 Ocak 2009 günüGazze saldırısının 19’uncu günü, B. Obama
yönetiminin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ABD parlamentosunda yaptığı konuşmada; “Uluslararası sorunların çözümünde diplomasiyi ön planda tutacağız.
Fakat askerî seçeneği de göz ardı etmeyeceğiz. Sorunların çözümünde, diplomatik, siyasi, kültürel, hukukî ve askerî
yöntemlerin tümünü uyumlu bir biçimde
kullanmalıyız, kullanacağız. ABD sorunlarını tek başına çözemez. Fakat bizim
dışımızdaki dünya da sorunlarını
ABD’siz çözemez” demiştir.
Bunun anlamı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dünyaya anlayışımız,
olacaktır. AB-D Emperyalistleri ve onların
maşası Siyonist İsrail, insanlık düşmanı
devletler olarak, Tarihin lanetle anılan meşhurlar listesindeki yerlerini alacaklardır.
Hillary Clinton’ın söylediklerini, 1 Aralık 2008’de, “ulusal güvenlik ve Dışişleri
ekipleri”ni kamuoyuna tanıtırken Barack
Obama da hemen hemen kelimesi kelimesine söylemişti. Fidel, gazetemiz Kurtuluş
Yolu’nun geçen sayısında yayımlanan
“Akıntıya Karşı” başlıklı makalesinde
bunları aktarmış, B. Obama’nın emperyalist içyüzünü teşhir etmişti. B. Obama’nın,
Fidel’in o yazısında aktardığı görüşlerinden
bir iki paragrafı da biz alıntılayalım. Şöyle
diyor B. Obama bu paragraflarda:
“(…) İktisadi gücümüz, askeri gücümüzü, diplomatik ağırlığımızı ve küresel
öncülüğümüzü sürekli kılmalı
“(…)
“Amerikan değerleri, Amerika’nın en
büyük iki ihraç kalemleri olacak
“Bugün burada kurduğumuz ekip bu
hedefleri gerçekleştirmek için biçilmiş
kaftandır.” (agy)
B. Obama’nın bu içerikteki görüşleri
Türkiye medyasında da yer almıştır.
Yukarıdaki cümlelerde B. Obama, açık
ve kesin olarak, ABD’nin uluslararası emperyalistlerin ağababası olarak, dünya jandarmalığını sürdürmesi gerektiğini, kurduğu ve tanıttığı ekibinin de bu iş için “biçilmiş kaftan” olduğunu söylüyor…
Burada şu noktayı da belirtmeden geçmeyelim; B. Obama’nın, başkanlık seçimi
sürecindeki tüm medya ve tanıtım giderlerini ABD’deki “İsrail” ya da “Yahudi lobisi” karşılamıştır. Bu gerçeği, Liboş Mehmet bile Emre Kongar’la yaptıkları “Yorum Farkı” adlı tv geyiğinde açıkça itiraf
etmekten çekinmemiştir…
Bu bakımdan, B. Obama’nın Filistin
Halkının iyiliğine bir şeyler yapabileceğini
ummak uyurgezerliktir. Böyle bir düşünceyi savunmaksa AB-D hizmetkârlığıdır…
Kukla Arap Devletlerinin Hainliği
İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni
çıkarlarımız doğrultusunda yön vermeye
devam edeceğiz. Bunu yaparken de diplomasiden, siyasetimizden, kültürümüzden,
bize ait bulunanları anlamamakta direnenleri, askerî gücümüzle yola getireceğiz, demektir.
Emperyalizm, Uluslararası Proletarya
Hareketi tarafından mezara gömülmediği
sürece de, emperyalistler bu insanlık dışı işlerini, zulümlerini yapmaya devam edeceklerdir…
Yeniden İsrail’in Gazze Katliamı’na dönersek: Bizce de İsrail bu saldırıyı, B. Obama’yla anlaşarak başlattı. B. Obama’ya
rağmen bunu asla yapamazdı. Çünkü arkasındaki en etkin güç ABD’dir. Yani komuta
ABD’nin elindedir.
B. Obama işbaşına gelmeden, İsrail,
Gazze’de yapacağını yapacaktır.
Büyük çoğunluğu sivillerden oluşan bini aşkın Filistinliyi öldürecek, binlercesini
de yaralayacaktır. Gazze’nin ekonomik altyapısını tümüyle çökertecektir. Ve de Hamas’ın askeri gücünü önemli ölçüde kıracaktır. Tabiî asıl amacı, Hamas’ı askeri açıdan tümüyle etkisizleştirmektir. Fakat biz
bunu başarabileceği kanısında değiliz. Hamas’ı askeri yönden oldukça hırpalayacaktır İsrail. Daha fazlasına gücü yetmeyecektir.
Bu arada B. Obama da koltuğuna oturmuş olacaktır. Barış meleği rolünde, ateşkesi sağlayacaktır. Tabiî ardından da, bütünüyle İsrail’in önerilerinden oluşan bir antlaşmayı Filistinlilere kabul ettirmeye çalışacaktır. Tabiî Filistinliler haklı olarak,
kendilerine
dayatılan,
kendilerini
Filistin’de köle durumuna düşüren bir antlaşmaya yanaşmayacaklardır. Zaten ABD
ve İsrail’in istediği de kalıcı bir barış değildir.
Böylece de sağlanan ateşkes bir süre
sonra yeniden ortadan kalkacaktır. Ve Filistin’de 1947’den beri ne oluyorsa yine aynı
şey olmaya devam edecektir.
Filistin sorununun çözümü ve Filistin
Halkının kurtuluşu, Ortadoğu’da gerçekleşecek proletarya önderliğindeki Demokratik Halk Devrimlerinin zaferi sonunda
mümkün olacaktır. O zamana dek ne yazık
ki Filistin Halkı acılar çekmeye devam edecek. Fakat sonunda kazanan Filistin Halkı
Bu saldırı, işgal ve katliam sürerken
medyada çok ilginç haberler de yer aldı.
Mesela, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in AB temsilcileriyle yaptığı görüşmede şöyle bir istekte bulunduğu yazılıp
söylendi:
“Bu mücadeleden Hamas’ın galibiyetle çıkmasına izin verilmemelidir.”
Libya Devlet Başkanı “keser kaçığı”
Muammer Kaddafi’nin de benzer bir tutum
içinde olduğu söylendi.
Ve İsrail uçaklarının Mısır üzerinden gelerek Gazze’yi vurdukları da yazılıp söylendi medyada.
Diğer Arap Devletlerinin de tırışkadan
mızıldanmalar dışında ciddiye alınır bir
tepki ortaya koyamadıkları görüldü.
E, İngiliz, Fransız, ABD, İtalyan Emperyalistleri boşuna 21 parçaya bölmemişlerdi bir tek Arap Ulusunu… Bu kadar çok
parçaya bölmüşler ve her birinin başına da
kukla devlet başkanları, emirler, şeyhler,
krallar velhasıl yüreksiz, halk düşmanı, ciğeri beş para etmez birer insan sefaleti getirmişlerdi. Emperyalistler, işte bu insan sefaletlerini, oluşturduğu kukla devletlerin
başına, böyle zamanlarda yani Arap Halkı,
en zalimane ve vahşiyane katliamlara uğratıldığı anlarda, yukarıda andığımız gibi, insanın kanını donduracak türden ihanetlerde
bulunsunlar diye getirmişti. Bunlar da işte
görevlerini yapıyorlardı. Kendilerini o devletlerin tepesine oturtan emperyalistlerin
verdikleri görevi yapıyorlardı. Başka türlü
yapamazlar ki… Efendileri öyle programladı onları… Zaten yapmaya kalksalar
anında tekerlenirler, bulundukları koltuklardan.
Chavez-Fidel-Morales: İsrail Siyonizmine ve AB-D Emperyalizmine karşı insanlığın sesi
oldular
gün sonra Gazze’ye bir savaş suçu sayılan
fosfor bombaları da kullanmak suretiyle,
insanlık dışı bir saldırı, katliam ve işgal
başlatıyor. Bunu yapmakla E. Olmert, Tayyip’e ve Gül’e ne demiş oluyor? Siz hikâyesiniz. Ben böylesine önemli bir saldırıyı
bile sizinle görüşmeden 5 gün sonra başlatabilirim. Yani Tayyipgiller’i Yalova Kaymakamı yerine koymuş oluyor, E. Olmert.
Sen kalkar da ABD’ye elçiler göndererek onlar aracılığıyla; “Beni geriz deliğinden aşağı süpürmeyin. Kullanın.” diye yalvar yakar olursan ABD yetkilileri önünde,
E. Olmert de seni tabiî ki adam yerine koymaz. Başka ne bekliyordun ki?..
Tayyip, bu aşağılanmanın verdiği acıyla
İsrail’e biraz attı tuttu. Tabiî bu atıp tutmalar, içeride din alıp satarak aldattığı saf, cahil insanlarımızı kandırmaya yönelikti. Bakın ben de İsrail’e karşı sert sözler söylüyorum. Yani ben de bu konuda sizlerle aynı
düşüncedeyim. Beni anlayın, demeye getiriyordu Tayyip. Tabiî bu arada da Yahudi
Parababası Sami Ofer’e yaptığı bir düzenlemeyle vergi indiriminde bulunmayı ihmal
etmiyordu.
Tayyip’in bu ikili oyununu, uyanık herkes gibi, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni
de anında gördü. Şöyle değerlendirdi:
“Bunlar, halkların tepkisine boyun
eğen liderlerdir. Dünyada böyle liderlerden bol miktarda var.”
Demek istedi ki T. Livni, bunlar kendi
halklarını kandırmak için böyle konuşurlar.
Ama bizimle karşılaşınca da uslu çocuklara
dönerler. Ayrıca da İsrail’e yönelik hiçbir
maddi tepki ortaya koymazlar. Yani İsrail’e
maddi anlamda zarar verebilecek hiçbir girişimde bulunmazlar. Bunlarınki palavradır.
O palavrayla da kendi halklarını avutmayı
başarırlar. Zaten amaçları da bundan ibarettir.
Namusun ve onurun ne olduğunu, Chavez ve Morales dünya halklarına göstermiştir.
Küba’nın yolundan adım adım sosyalizme yürüyen ve dünyanın başhaydut devleti
ABD’ye
meydan
okuyan
Latin
Amerika’nın iki yiğit lideri, Hugo Chavez
ve Evo Morales, bu olayda da kendilerine
yakışanı yaptılar. Dünya Halklarının kendilerinden beklediğini gerçekleştirdiler. Böylece de düş kırıklığına uğratmadılar kendilerini sevenleri ve sayanları: İsrail Büyükelçilerini ve elçilik görevlilerini Venezüella
ve Bolivya’dan kovdular. İsrail’i Gazze’de
soykırım yapmakla suçladılar.
Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ise Siyonist İsrail Devletini zaten
tanımamaktadır.
Gördüğümüz gibi, dünyada namusun ve
onurun gerçek temsilcisi Sosyalistlerdir.
Dünya Halklarının gerçek dostu da tabiî ki
yine Sosyalistlerdir. Eninde sonunda insanlık tümüyle sosyalizme ulaşacak; insanın
insanı hayvan yerine koyduğu sömürü ve
yağma düzenleri son bulacak; bu katliamlar, bu canavarlıklar ve tümü de emperyalizm aşamasına varmış kapitalizmin ürünü
olan sosyal ayrıcalıklar, eşitsizlikler, kötülükler yeryüzünden silinecektir…
Amerakan Gül’ü- Mübarek’i ile el ele...
Tayyipgiller’in ikili oynaması
Hatırlanacağı gibi, İsrail Başbakanı
Ehud Olmert, Gazze saldırısının başlamasından 5 gün önce Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunmuştu. Tabiî AB-D Gül’ü, TC
Devlet Başkanı’yla da görüşmüştü. Başbakan Tayyip’le ise tam 6 saat baş başa görüşmüştü. Tayyip’in iddiasına göre, bu
uzun görüşmede E. Olmert, Gazze Meselesine hiç girmemiş, dolayısıyla da bu konuya ilişkin bir konuşma olmamış. Peki ne
konuşmuşlar? Yine Tayyip’in iddiasına göre; İsrail’in Suriye ile barışmasını konuşmuşlar. Güya Tayyip bu konuda aracılık
edecekmiş.
Adam kalkıyor, bu uzun görüşmeden 5
Olmert-Tayyip de el ele...
15 Ocak 2009
12
6 Şubat 2009
Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyor
50’nci Yılında Küba Devrimi Halklara
Umut Olmaya ve Yol Göstermeye Devam Ediyor
Baştarafı sayfa 1’de
Ve tarih 1 Ocak 1959. Latin Amerika’da
küçük bir ada olan Küba’da kıpırdadı halklar.
Fidel, Che, Camilo ve Raul yoldaşların önderliğinde Küba Halkı, etkisi 50 yıl sonra bile devam eden ve insanlığa yol gösteren bir devrimi hediye ettiler. Devrimden önce ABD’nin
kumarhanesi ve kerhanesi olan Küba, devrim
sonrası onur timsali oldu insanlığın.
Nasıl olmasın ki?..
Çünkü bu halk; “onur yaşamdan değerlidir” diyen bir önderlik tarafından yönetiliyor
yıllardır.
Çünkü bu halk; “adayı batırabilirsiniz
ama sosyalizmi asla yok edemezsiniz” diyen
bir önderliğe sahip.
Çünkü bu halkın yolu; “ölüm nereden gelirse gelsin sefa geldi hoş geldi” diyen bir önderin yolu.
Çünkü bu halkın önderi; “eninde sonunda
dünya tek bir Sosyalist aile olacak” diyerek
kendini insanlık davasına adayan bir önder.
Küba’nın yiğit önderleri, güçlerini Paris
Komünü’nden, Ekim Devrimi’nden alıyorlar.
Bilimsel Sosyalizmin şaşmaz yol göstericiliğinde taviz vermeden ilerliyorlar. Özleri
Marksist Leninist. 50 yıldır da kaybetmediler
o özü. O yüzden Sosyalizmin şanlı bayrağını
dünyada dalgalandırma onuru bugün
Küba’nın. O yüzden küçük ada meydan okuyor 90 mil ötesindeki ABD Emperyalizmine,
boyun eğmiyor ablukaya. Örnek oluyorlar
tüm insanlığa. Türkiye Halklarının Mustafa
Kemal önderliğinde vermiş olduğu Ulusal
Kurtuluş Mücadelesini sahipleniyorlar, örnek
alıyorlar Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş
Mücadelesini. Bilimin ışığında görebiliyorlar
okyanuslar ötesinden doğruyu.
Kararlı ve inançlı mücadeleleri yol gösteriyor, Yiğit Chavez Yoldaş ve Venezüella Halkına. Yiğit Morales ve Bolivya Halkı güç alıyor Küba Halkının onurlu mücadelesinden. Ve
Latin Amerika’dan esen sol rüzgârlar umut taşıyorlar tüm insanlığa.
Proletarya Sosyalizminin bu ülkede temsilcileri, Marksizm-Leninizmin 20’nci Yüzyıldaki geliştiricisi Kıvılcımlı Usta’nın öğrencileri Kurtuluş Partililer, gericilik rüzgârlarına
karşı yürüyüşünü, sağlı sollu saldırılara aldırmadan, taviz vermeden yıllardır devam ettiriyorlar. Marksizm-Leninizm- Kıvılcımlı düşüncesinin ışığı her olayda önünü aydınlatıyor
Kurtuluş Partililerin. İşte o yüzden Türkiye
Halklarını İkinci Kurtuluş Savaşı’na götürme,
yani halkları kıpırdatma görevi Kurtuluş Partililerin omuzlarında. 1920’lerden beri söylenen her sözün arkasında Kurtuluş Partililer…
Bilimli, Bilinçli, Kararlı, İnançlı, Tavizsiz
mücadeleler… İşte Kübalı yoldaşlarla bizim
ortak noktalarımız. Bu yüzden biz çok iyi anlaşıyoruz yoldaşlarla. O yüzden yüreklerimiz
aynı frekansta atıyor. O yüzden yüreklerimizle anlaşıyoruz.
Yürekleriyle duyup yürekleriyle anlaşan-
lar, bu kez Küba Devrimi’nin 50’nci yılında
bir araya geldiler. 27 Aralık 2008 günü Ankara’da Ekin Sanat Merkezi’nde, Devriminin
50’nci yılını, Devrime ve Devrimin önderlerine layık bir şekilde, Küba ve Venezüella’nın
temsilcileriyle Kurtuluş Partililer birlikte kutladılar.
Küba Devrimi’ni anlatan sinevizyon gösteriminin ardından, Küba Komünist
Partisi’nin resmi davetlisi olarak Küba’ya giden Halkın Kurtuluş Partisi Heyetinden Merkez Komite Üyesi Sait Kıran Yoldaş, Küba
izlenimlerini aktardı. 50 yılda Devrimin Kü-
ba’yı nereden nereye getirdiğini, Sosyalist
Küba’nın insanına nasıl değer verdiğini anlattı.
Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal Yoldaş, Venezüella Maslahatgüzarı Raul
Betancourt Seeland Yoldaş ve Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş,
Küba Devrimi’nin o sıcak günlerine götürdüler bizleri. Küba Devrimi’nin Küba Halkına
ve tüm insanlığa kazandırdıklarını aktardılar
gelen insanlara.
Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal Yoldaş, özveri direniş ve mücadele, ama
aynı zamanda da kahramanlık, saygınlık ve
zafer dolu 50 yılı aktardı bizlere. Özgür ve bağımsız sosyalist ve hümanist Küba’nın dünya
halkı için nasıl örnek olduğunu, Bilimsel Sosyalizmin ışığıyla siyasi ve ahlâki süper güç
olarak yükseldiğini vurguladı.
Venezüella Maslahatgüzarı Raul Betancourt Seeland Yoldaş, Latin Amerika’dan
esen sıcak sol rüzgârlarla buluşturdu katılanları. Yüzlerinde devrimin sıcaklığı, o taze hoş
kokuları salona doldu, sarıp sarmaladı herkesi
o sıcak rüzgârlar...
Raul Yoldaş, Küba ve Venezüella arasıdaki ilişkilerin geçmişini aktardı önce. Küba’daki ABD ablukasının kaldırılması, Guantanamo’daki ABD deniz üssünün kapatılması,
Miami’deki Küba karşıtı mafyadan, mafya teröründen, ülkelerini korumaya çalışan 5 Kübalı Kahraman’ın serbest bırakılması ve Venezüella’da yapılacak olan başkanlık seçimlerinde, Chavez Yoldaş’ın, Venezüella Birleşik
Partisi’nin Başkanı olarak tekrar seçilebilmesine hak tanınması amacı ile parlamentoya sunulacak olan yasa değişikliği için seslerimizi
yükseltilmemizi talep etti bizlerden.
Sonra ayağa kaldırdı salonu ve 50 yıldır
hiç kafasını eğmeden ABD’ye baş kaldıran
Küba Devrimi’ni ayakta alkışlattı. “U A Chavez ose Va-Chavez Gitmeyecek” sloganını
attırdı kitleye.
Ve son olarak Küba ve Venezüella Devrimlerini kendi devrimleri gibi benimseyen
Halkın Kurtuluş Partisine teşekkürlerini iletti.
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş, yiğitliklerini anlattı
Küba Devrimi’nin önderlerinin.
Cesaret vatanına sahip olan gerçek devrimcilerin devrimi gerçekleştirebileceğini,
zulme karşı yürüyebileceğini ve halklara önderlik edebileceğini bilinçlere çıkardı tarihten
vermiş olduğu örneklerle. Küba Devrimi’ni
gerçekleştiren, Birleşik Devletler korkusunu
ortadan kaldıran ve onur mücadelesinin komutanları olan önder kadronun, aynı zamanda
nasıl alçak gönüllü olduklarını aktardı. Latin
Amerikalı yoldaşlarla yüreklerimizin nasıl aynı frekansta attığını gösterdi.
Bilimsel Sosyalizmin ışığını yaşanılan son
olaylara düşürdü Önderimiz, gerçek devrimci
Nurullah Yoldaş. Aydınlandı, gözler önüne serildi bir bir karanlıklar…
Kıvılcımlı Usta’nın öğrencilerinin kafası
karışık değil Ermeni Sorununda. ABD ve AB
Emperyalizminin Ergenekon Maskeli saldırısı
kafalarını karıştırmadı Kurtuluş Partililerin.
Çünkü Kurtuluş Partililer gücünü MarksizmLeninizm-Kıvılcımlı özünden alıyorlar. Bu
özden aldığımız güçle, Halklarımızı örgütleyip, Halide Edip’in dediği gibi: “(...) insanın
hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu geceyi yırtıp müşaşa (Parlayan, parıldayan) bir sabah yaratacağız.”
Bu topraklarda eninde sonunda halklar yeniden kıpırdayacak, 1920’lerde yarım kalan
işlerini tamamlayarak, ulusal kurtuluşu sosyal
kurtuluşla taçlandıracaklar.
Bu kıpırdanışı örgütleyip nihai kurtuluşumuz olan Sosyalizmle taçlandırma görevi
ikinci kurtuluş savaşçıları olan Kıvılcımlı Usta’nın öğrencilerinin omuzlarında. Bu görev
yerine getirilecek. İşte o zaman Dünya bir kez
daha görecek Halklar kıpırdadığı zaman neler
olduğunu.
Dünya görecek, insanlığın sürgit hayvan
yerine konamayacağını.
Dünya görecek, insanlığın sömürüsüz, sınıfsız bir dünyaya olan özleminin bitmediğini.
Ve Dünya görecek, bu topraklarda gerçekleşen sosyalist kıpırdanışın tüm dünya halklarında kıpırdanışa yol açtığını.
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
Halkımıza
50. Yılında Küba Devrimi’ne sahip çıkmak,
Emperyalizmin krizine, açlığına, yoksulluğuna,
yağmasına, talanına, her türlü insanlık dışılığına,
Siyonizm’in Filistin’deki Katliamlarına
meydan okumak demektir
K
üba’da Devrim-Sosyalizm, Dünyanın
başhaydudu ABD Emperyalizminin
ekonomik ablukasına, siyasi, askeri
tüm karşıdevrimci saldırılarına karşın, 50
yıldan beri yiğit, cesaretli, onurlu Küba Halkının kararlılığı ile devam ediyor.
Küba, insanlığın geleceği olan Sosyalizmin bayrağını dalgalandırarak, AB-D Emperyalizmine meydan okuyor.
Küba Devrimi ve önderleri, başta Fidel
Castro, Kahraman Gerilla Ernesto Che
keklerle eşit ücret almaktadırlar.
- Küba’da, yaşamın her alanında kadın
erkek eşitliği sağlanmıştır. Birkaç örnek verecek olursak: tüm teknisyen ve uzmanların
% 66’sı, üniversite mezunlarının % 62’si,
devlet hizmet sektöründeki işgücünün %
44’ü, avukatların % 61’i, hâkimlerin % 49’u
kadındır.
- Kübalılar için spor bir kâr alanı değildir.
Yarışmadan keyif almak, sağlıklı olmak, birlikte yarışmak onlar için her zaman gurur
Guevara, dünyadaki emperyalizme karşı isyan eden, direnen tüm halkların mücadelesinde yaşıyor, yol gösteriyor.
Latin Amerika’daki sol rüzgârların, devrimci dalgaların gelişimini sağlıyor. Başta
ABD Emperyalizminin kâbusu, Hugo Chavez’in ülkesi Bolivarcı Venezüella, Bolivya’da Evo Morales, Ekvador’da ve diğer
ülkelerde halkçı, antiemperyalist yöneticiler
iktidara geliyor.
Günlerden beri Ortadoğu’da-Filistin’de
devam eden ABD-İsrail Siyonizm’inin katliamına, 1000’i aşkın ve çoğu çocuk olan insanın katledilmesine, 4-5 bin insanın yaralanmasına, çocuk hastanelerinin bombalanmasına, insanların bir yere toplanarak öldürülmelerine dünyada en etkili tavrı Bolivarcı
Venezüella ve Bolivya koymuştur.
Venezüella Hükümeti, İsrail Elçisini ülkesinden kovmuş, Bolivya da İsrail ile tüm
ilişkisini keserek, İsrail elçisini ülkesinden
göndermiştir. Sosyalist Küba’nın, zaten Siyonist İsrail’le hiçbir ilişkisi yoktur.
Ülkemizde ise, Filistin’deki Müslümanların katliamlarından beş gün önce, Başbakan Tayyip Erdoğan, Siyonist İsrail’in Başbakanı Olmert ile saatlerce görüşmüş, anlaşılan o ki katliamdan haberdar edilmiştir.
Şimdi, Filistin Halkının gerçek dostu
Chavez mi, Morales mi, Fidel mi, yoksa
“Müslüman” Tayyip Erdoğan mı?..
Durum ortadadır!
kaynağıdır.
- Kübalı sporcular, uluslararası spor karşılaşmalarında, olimpiyatlarda, özellikle
boks, voleybol, basketbol, kürek, atletizm,
eskrim ve beyzbol gibi dallarda, dünya çapında önemli başarılar elde etmişlerdir.
- Küba, başta biyoteknoloji ve genetik olmak üzere, bilimin tüm alanlarında önemli
gelişmeler, başarılar ortaya koymaktadır.
Küba, başta Latin Amerika olmak üzere
50’den fazla ülkeye ilaç ihraç ediyor.
ABD’nin ekonomik ablukasına, emperyalist
tekellerin tüm engellemelerine karşın, Hepatit-B aşısı, kanser aşısı üretiyor ve dünya
halklarının, insanlığın hizmetine sunuyor.
Tedavi edici Hepatit-B aşısı da üretim aşamasında. (Bu dünyada ilk.)
Kapitalizmin en yüksek aşaması olan
emperyalizmin krizinin sonucu dünya genelinde yüz binlerce, milyonlarca işçi işten atılmakta, insanlar yoksullaşmakta, açlıkla pençeleşir hale gelmektedir. Finans-Kapitalistler
(yerli-yabancı Parababaları) kendi ekonomik
krizlerin faturasını başta işçi sınıfları olmak
üzere dünya halklarına çektirmektedirler.
Filistin’de, AB-D Emperyalistlerinin ve
Siyonist İsrail’in insanlık dışı katliamı devam etmektedir.
Tam da bu dönemde, 50 yıldan beri ABD Emperyalizmine meydan okuyan Küba
Devrimine, Sosyalizmine sahip çıkmak, dayanışma içerisinde bulunmak, insanlığın geleceğine sahip çıkmaktır.
Bir, iki, üç daha fazla Küba’lar yaratmak
gerekir.
AB-D Emperyalizmine ve yerli satılmışlar cephesine karşı vereceğimiz İkinci Kurtuluş Savaşı’yla kuracağımız Demokratik
Halk İktidarı ve Sosyalizmle, aynı zamanda Enternasyonalist görevimizi yerine getirmiş oluruz.
Küba Halkı, Fidel, Raul, Camillo ve
Che öncülüğünde 50 yıl önce nasıl ABD’nin
kuklası Batista diktatörlüğüne son verip devrimi başarmışsa, bizler de Türkiye devrimcileri olarak, Partimiz Halkın Kurtuluş Partisi
öncülüğünde, AB-D Emperyalistlerinin ve
yerli satılmışların iktidarına son verip bu
görevi başaracağız!
Küba Devriminin ve
Sosyalizmin kazanımları
İnsanlığın kazanımlarıdır
- Sağlık ve Eğitim parasızdır Küba’da.
- Çocuk ölüm oranı binde 5,3’tür.
Bu Dünya Sağlık Örgütünün de kabul ettiği bir oran ve dünya rekoru. (ABD’de bu
oran ortalama binde 14, ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı verilerine göre binde 16.7’dir.)
- Küba’da ortalama yaşam süresi 78
yıl.(Ülkemizde ortalama yaşam süresi 70
yıl)
- Küba, çocuklarını difteri, neonatal tetanoz, boğmaca, hepatit B ve Haemofilus
İnfluenzae B (HİB) hastalıklarına karşı koruyan beşli karma aşı üretmektedir. (Bu aşıyı dünyada bir de Fransa üretmektedir.)
- Küba, başta Latin Amerika olmak üzere, tüm dünya ülkelerine doktor göndermektedir. 1999 yılında Körfez Depremi’nde de
ülkemize yardım amacıyla hemen 1000 doktor göndermek istemiş, ancak o zamanki iktidar bunu kabul etmemiştir.
- Küba’da okuryazar oranı % 100’dür.
- Eğitimin hiçbir aşamasında para alınmamaktadır. Öğrencilerin tüm okul ihtiyaçları (kırtasiye, üniforma vb. malzemeler),
devlet tarafından parasız karşılanmaktadır.
- Küba’da, kadınlar eşit işe karşılık er-
Yaşasın Sosyalist Küba!
Bir, İki, Üç Daha Fazla Küba!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Selam Olsun 50 Yıldan Beri AB-D
Emperyalistlerine Meydan Okuyan
Yiğit Küba Halkına!
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
13
6 Şubat 2009
Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyor
S
Küba Devrimi, 50 yaşında
AB-D Emperyalizmine meydan okuyor hâlâ%
osyalist Kamp yıkıldıktan sonra
Fidel’in, Che’nin ülkesine biçilen
ömür çok kısaydı. Fidel devrilecek,
Küba’da da sosyalizm yıkılacaktı. Öyle
sanmışlardı, çünkü tutunacak dalı kalmamıştı Küba’nın. Tüm sosyalist ülkeler bir
bir çöküyordu, Sosyalist Kamp dağılıyordu… Küba da çökmeliydi emperyalistlere
göre. Bir ay, bir yıl, on yıl, yıllar geçti yıkılmadı!
Yıkılmadığı gibi, insanların umudunu
yeşertti her geçen gün. Önce Chavez’in
Venezüella’sı, ardından Morales’in Bolivya’sı geldi yanlarına ve diğer Latin Amerika ülkeleri…
Bundan 42 yıl önce, Sosyalist Gazetesi’nde Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı “Küba
Feleğe Meydan Okuyor” demişti. Devrimden bu yana 50 yıl geçti ve Küba meydan okumaya devam ediyor hâlâ…
Halkın Kurtuluş Partisi olarak, Küba
Devrimi’nin 50’nci yılında, Ankara ve
İstanbul’da Küba ve Venezüella Büyükelçiliklerinin
katılımıyla
Konferanslar,
İzmir’de ise görkemli bir dayanışma şenliği düzenledik.
İzmir’deki Kutlama Şöleni için, işe
Küba Devrimi’ni anlatan 3 bin afişin yapılmasıyla başlandı. Seçim yasakları bahane
edilerek 31 Aralık 2008 tarihine kadar izin
verilen afişlerle, İzmir’in tüm ilçe ve
mahalleleri donatıldı. Dondurucu soğuğa
ve şiddetli yağmura rağmen, içimizdeki
coşkunun sıcaklığıyla, devrime olan inancımızla işlerden geri durmadık, afişlememizi
bitirdik.
Afişler biter bitmez, 40 bin adet el ilanı
basıldı. Halkımızı, Küba Devrimi’yle dayanışmaya çağıran el ilanları çarşı, pazar,
mahalle demeden her yerde, her gün dağıtıldı. Konak’ta, Karşıyaka’da, Narlıdere’de,
Üçkuyular’da standlar açıldı. Bu standlarda
megafondan halka Küba Devrimi anlatıldı,
el ilanları dağıtıldı. Şenliğin başlamasına 1
hafta kala Can Radyo’dan her gün ücretsiz
anons yapıldı. Yine Kanal 12’de şenliğin
duyurusu yapıldı.
16 ve 17 Ocak’ta 2 araçla sesli anonslar
yapılarak İzmir’in tüm mahallelerine gidildi.
Yine son iki gün Parti Şapkaları ve
önlükleri giyilerek Konak, Karşıyaka ve
Alsancak’ta sokak sokak gezilerek, hem el
ilanı dağıtıldı, hem de megafonla sesli
anons yapıldı. Yani daha etkinlik başlamadan, başarıya ulaşmış oldu.
Halkın Kurtuluş Partisi, yaptığı bu faaliyetlerle hem Küba Devrimi’yle içten, samimi bir sahiplenmeyi göstermiş oldu, hem de
gerçek bir devrimci partinin ne yapması
gerektiğini dosta da, düşmana da göstermiş
oldu. Yapılan ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinin her gün bitiminde Partiye dönen
yoldaşlar, halkımızın gösterdiği ilgi karşısında daha bir coşkuyla sürdürüyorlardı
faaliyetlerini…
Başarıyla yürütülen bir çalışmanın
ardından, salon hazırlıklarına geldi sıra.
Yine aynı heyecan ve coşkuyla şenliğin
yapılacağı İzmir Fuarı Atlas Pavyonu’na
gidildi görevli arkadaşlarla. Salon günün
anlamına uygun döşenmeliydi. Devrimin
50’nci yılı coşkusuna layık bir salon olmalıydı. Ölçüldü biçildi, uygun olan yerlere
pankartlar, bayraklar, devrim ustalarının
portreleri; Marks-Engels, Lenin, Kıvılcımlı… Küba Devrimi’nin önderleri Fidel,
Che, Camillo, Raul… Venezüella’nın sosyalist Devlet Başkanı Chavez… Mustafa
Kemal-Lenin… hepsi salonda yerlerini
almıştı.
Şenliğin başlamasına saatler kala hazırlıklar bir kez daha gözden geçirildi. Her şey
tamamdı.
Saat 18.30’da salon dolmuş, Küba
Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal,
Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Maslahatgüzarı Raul Betancourt Seeland ve
Partimiz Genel Başkanı urullah Ankut
yerlerini almıştı.
Bir Halk Kurtuluşçu Liseliler kalmıştı
derken, dışarıdan sloganlar ve marşlarla
içeriye girdiler. Ellerinde pankartları, Küba
Devrimi’ni selamlayan dövizleri, Fidel’in,
Che’nin, Chavez’in posterleri, dillerinde
sloganlarıyla salona coşku kattılar…
Partimizin Merkez Komite Üyesi ve
İzmir İl Başkanı Avukat Tacettin Çolak
bir açış konuşması yaptı.
Konuşmasında; Kanlı zalim AB-D’nin
Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail, Filistin
Halkına kan kusturuyor. Onun için çok
öfkeliyiz. Ancak bir o kadar da çok coşkulu ve gururluyuz. Çünkü devriminin 50’nci
yılını kutladığımız Küba’mız var, Filistin
Halkını katleden İsrail Büyükelçisini Venezüella’dan kovan Chavez’imiz var, dedi.
Açılış konuşmasının ardından, Enternasyonal eşliğinde tüm Devrim Şehitleri
için saygı duruşunda bulunuldu.
Geçtiğimiz yıl Küba Komünist Partisi’nin resmi davetlisi olarak Küba’ya ziyarete giden Partimiz Merkez Komite Üyesi
ve Ankara İl Başkanı Avukat Sait Kıran
izlenimlerini anlattı. Küba Devrimi’nin
başarısını kendi gözlemleriyle anlattı. Sağlıkta ve eğitimde geldikleri aşamalara bizzat tanıklık ettiklerini anlattı. Küba Halkının, AB-D Emperyalistlerine karşı devrimi
savunmakta ne kadar kararlı olduklarını
anlattı. Ve Kübalıların deyimiyle “görmek
inanmaktır” sözü doğrulanmış oldu.
Bu konuşmanın ardından, Kurtuluş Partili bir genç yoldaşın hazırladığı Küba Devrimi’nin anlatıldığı sinevizyon gösterimi,
salonda büyük bir coşku ve heyecan yarattı.
Sinevizyon gösteriminin ardından devrimin 50’nci yıldönümünün haklı gururunu
yaşayan Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez
Abascal Yoldaş coşkulu bir konuşma yaptı.
Abascal Yoldaş konuşmasında; Küba
Devrimi’nin 50’nci yılında Halkın Kurtuluş
Partisi tarafından yapılan bu coşkulu etkinlikten dolayı çok memnun olduğunu söyledi. Abascal, Küba’dan 10 bin kilometre
uzakta devrimin 50’nci yılını kutluyoruz ve
artık Küba yalnız değil. Venezüella var,
Bolivya var. Artık Latin Amerika ABD’nin arka bahçesi değil, dedi.
Konuşmasının ardından günün anısına
hazırlanan bir plaket, Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkan Yardımcısı Metin Bayyar tarafından kendisine verildi.
Ardından yine bir Latin Amerika ülkesi
olan AB-D’nin yeni korkulu rüyası Venezüella’nın Maslahatgüzarı Raul Betancourt
Seeland Yoldaş mikrofona çağrıldı.
Siyonist İsrail’in, Filistin Halkı’nı katletmesine karşı en sert ve en net tavrı alarak, İsrail Büyükelçisini sınırdışı eden Chavez’in ülkesindendi. Konuşması da bir o
kadar coşkulu ve heyecanlıydı. Özellikle
Partimizin Küba ve Venezüela ile yaptığı
dayanışma etkinliklerinden dolayı çok
teşekkür ettiğini, Halkın Kurtuluş
Partisi’nin Küba, Venezüella ve Filistin gibi
halkların hep yanında olduğunu, başta
Genel Başkanımız Nurullah Ankut Yoldaş
olmak üzere tüm partili Yoldaşlara teşekkür
ettiğini söyledi.
Raul Betancourt Seeland Yoldaş’ın plaketini de Kurtuluş Partisi Genel Başkan
Yardımcısı Mustafa Şahbaz Yoldaş
sundu.
Sıra Hikmet Kıvılcımlı’dan devraldığı
mücadele bayrağını, teorik ve pratik birikimini bizlere taşıyan, bizlere önderlik eden,
mücadelenin her anını Kıvılcımlı’nın öğüdüne uyarak yaşayan, Önderimiz, Partimiz
Genel Başkanı Nurullah Ankut Yoldaş’a
gelmişti.
Coşkulu ve etkili konuşmasında, dünya
halklarına dost Küba Devrimi’ni anlattı.
Alkışlar ve sloganlar eşliğinde sürdürdüğü
konuşmasında; Küba Devrimi’ni 40’nci
yıldönümünde yalnızca bizim kutladığımı-
zı, 50’nci yıldönümünde bizimle beraber
birkaç grubun daha kutladığını söyledi.
Sözlerini “Halkız Haklıyız Kazanacağız,
Venceremos” sloganlarıyla bitirdi.
Sırayı, sazıyla sözüyle, bu şenliğe katılmak için turne programını yarıda kesip,
hiçbir ücret talep etmeyen, Devrimci Ozan
İsmail Hakkı Demircioğlu aldı. Birbirinden güzel halk türkülerini yorumladı.
Programını bitirdiğinde bu şenlik için
hazırlanan plaket İzmir İl Başkanımız ve
Genel Sekreter Yardımcımız Avukat
Tacettin Çolak tarafından kendisine verildi.
Ardından sırayı Küba Devrimi’ne Karagöz ve Hacivat gözüyle bakan Tiyatroevi
aldı. Hazırladıkları oyunda Küba Devrimi’ni anlattılar. Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ettikten sonra, Partimiz
MYK Üyesi Safiye Aslan tarafından plaket verildi.
Gecenin son sanatçısı İlkay Akkaya ve
Grup Kızılırmak’tı. Alkışlar ve sloganlar
eşliğinde sahneye çıkan Grup Kızılırmak,
birbirinden güzel şarkılarını seslendirdiler.
İlkay Akkaya’ya plaketini İstanbul İl
Başkanımız ve MYK üyemiz Avukat
Pınar Akbina verdi.
Atılan sloganlarla, çekilen halaylarla
baştan sona çok coşkulu geçen şölen, tam
da Küba Devrimi’nin 50’nci yılına yaraştı.
Özellikle iki konuk Büyükelçinin değerlendirmesi bizim için çok dikkat çekiciydi.
Küba Büyükelçisi Abascal Yoldaş, yaklaşık
10 yıldır Türkiye’de olduğunu, birçok
etkinliğe katıldığını, ancak bu kadar kala-
D
balık ve coşkulu olanını ilk defa yaşadığını
söyledi.
Venezüella Maslahatgüzarı Seeland
Yoldaş da daha önce Almanya’da ve Türkiye’de de etkinliklere katıldığını ancak birkaç yüzlere konuşabildiklerini, bu şölende
ise kalabalık ve coşkunun çok güzel olduğunu söyledi.
Yine dışımızdan gelen birçok konuğumuz ve halkımız, bu şölenden etkilenmiş
olarak ayrıldılar.
Bizim açımızdan da Küba Devrimi’ne
verdiğimiz önem bir kez daha öne çıkmış
oldu.
Küba Devrimi’ne ve Önderlerine sahip
çıkmak bir insanlık görevinin, bir devrimci
görevin yerine getirilmesidir. Dünyanın
neresinde olursa olsun her ilerici, devrimci
halk hareketini desteklemek, dayanışma
içinde olmak Enternasyonalist bir görevdir.
Bu görevi başarıyla yerine getirmenin haklı
gururunu yaşıyoruz.
Selam Olsun Küba Devrimi’ne ve
Önderlerine!
ice 50’li Yıllara!
Yaşasın Küba, Yaşasın Sosyalizm!
Viva Cuba, Viva Sosyalizmo!
Halkız Haklıyız Kazanacağız!
Venceremos!
İzmir’den
Kurtuluş Partililer
Bolivya’da Sosyalist Anayasa
kabul edildi
ünya halkları krizler ve savaşlarla
boğuşuyor.
Bir yanda Filistin’de insanlar, yaşlı,
çocuk, kadın demeden acımasızca katlediliyor, diğer yanda ABD ve AB Emperyalizminin sebep olduğu kriz, halkları açlığa
ve yoksulluğa daha da acımasızca mahkûm ediyor. Ama tüm bu vahşetin ortasında yüreğimizi biraz da olsa serinlen bir
haber Bolivya’dan geliyor.
Yiğit Devrimci Evo Morales’in iktidara gelmesinin ardından oluşturulan Sosyalist bir toplum inşa etmeye dönük düzenlemeleri içeren anayasanın onaylandığını
öğreniyoruz.
Referandumu izleyen uluslararası gözlemciler, oy verme işleminin tamamen
şeffaf ve demokratik bir ortamda yapıldığını rapor ediyor.
Böylece, emperyalistler, Latin Amerika’dan esen sol rüzgârları bir kez daha engelleyemiyorlar.
Devlet Başkanı seçilir seçilmez,
“ABD’nin kâbusu olacağım” diyen yiğit
Evo Morales, emperyalistlerin heveslerini bir kez daha kursaklarında bırakıyor.
Tıpkı Bush’a, “Savaş Köpeği” diye
haykıran ve “Eğer ABD ülkemi işgal
ederse, elde silah halkımla birlikte dağlara çıkarak, onları kovuncaya kadar
Bu anayasa; yeraltı ve yerüstü kaynaklarının toplumsal yarar yönünde ve devlet
kontrolünde bulunmasını, halkın devlet
yönetimine katılımını kurumsallaştıracak
eyalet ve mahalle meclislerinin varlığını,
büyük toprak parçalarının tek elde toplanamamasını, eğitim ve sağlığın her aşamada ve herkese ücretsiz sunulmasını, ülkedeki 36 ayrı yerli dilinin tanınmasını,
bütün yerli topluluklara, atalarının yaşadıkları toprakların tapusunun verilmesini
ve özerkliklerinin güvence altına alınmasını öngörüyor.
ABD ve AB Emperyalizminin her fırsatta karşı saldırılarına ve engelleme çalışmalarına rağmen Sosyalist Anayasa %
60 “Evet” oyuyla yürürlüğe giriyor. Ve
savaşacağım” diyen yiğit Chavez gibi…
Tıpkı 50 yıldır feleğe meydan okuyan
Küba’da, ABD ve AB Emperyalizminin
her türlü ekonomik ve siyasi ablukasına
rağmen “Ya Özgür Vatan, Ya Ölüm” diyen yiğit Fidel Castro gibi…
Bu durum, Bolivya ve Latin Amerika
Halkları kadar, tüm dünya halklarına da
umut veriyor.
Ve Fidel Yoldaş’ın bir sözünü tekrar
hatırlatıyor: “Dünya tek bir sosyalist aile olacak!”
Buna inancımız bir kez daha bilendi.
Patria o Muerte!
Venceremos!
14
6 Şubat 2009
Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyor
Küba Devrimi yüreklerimize umut, mücadelemize hız vermeye devam ediyor!
D
ünya halklarının başdüşmanı, kanlı
zalim ABD Emperyalizmine meydan okuyan, “Ya Özgür Vatan Ya
Ölüm” diyen Küba Devrimi’nin 50’nci yılını büyük bir heyecan, coşku ve onurla kutluyoruz.
1929’daki Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı’nın bir benzerini yaşadığımız şu
günlerde, Küba Devrimi’ni kutlamak daha
bir önem kazanıyor.
ABD’nin Ortadoğu’daki bekçi köpeği
İsrail’in, Filistin’de yaptığı insanlık dışı
katliamların yeni yaşandığı bir dönemde,
Küba Devrimi’nin yıldönümünü kutlamak
daha bir önem kazanıyor.
Katil ABD’nin, alçak devlet başkanı
Bush’un, görev değişimi sebebiyle Irak’a
yaptığı veda ziyaretinde, bir Che hayranı
olan Iraklı Kahraman gazeteci Muntazar
El Zeydi’nin, Bush’un suratına ayakkabı
fırlatarak Irak Halkının ve dünya halklarının yüreğini ferahlatması, Küba Devrimi’ni
kutlamanın önemini daha bir arttırıyor.
Kurtuluş
Partisi
olarak
Küba
Devrimi’nin 50’nci yıldönümünü; Ankara,
İzmir ve İstanbul’da Konferanslar ve
Şenliklerle kutladık.
Ekonomik krizin etkisini gün geçtikçe
arttırdığı bir dönemde dünyayı sarsan bu
krizden etkilenmeyen iki ülkeden biri (diğeri de Kuzey Kore’dir) Küba.
Ülkemizde son birkaç ay içerisinde kriz
bahanesiyle 200 bine yakın işçi kardeşimiz
işten atılırken, Küba’da kriz bahanesiyle bir
tek kişi bile işsiz kalmadı. Küba’da eğitim
ilkokuldan üniversiteye kadar ücretsiz. Her
türlü sağlık hizmeti ücretsiz. 7 yaşına kadar
her çocuğa günde 1 litre süt ücretsiz olarak
veriliyor. Çünkü Küba sosyalist bir ülke.
ABD Emperyalizmiyle ve onun finans örgütü IMF’yle hiçbir ilişkisi yok. O yüzden
de dünyanın başhaydut devleti ABD merkezli ekonomik krizden etkilenmiyor Küba.
İşte biz dünya ve Türkiye halklarına umut
veren Küba devrimini kutlamakta haklı ve
görevliyiz.
Mazlum Filistin Halkı’nı Gazze’de katleden İsrail’le hiçbir diplomatik ilişki kurmuyor Küba. Ve İsrail’in katliamlarına karşı ülkesinden İsrail Büyükelçisini ve elçilik
görevlilerini kovan Antiemperyalist ve
Yurtsever önderlerin yönetimindeki Venezüella ve Bolivya da Küba’dan ilham alıyor. İşte tam da böyle bir dönemde kutlamak gerek, sahip çıkmak gerek Küba Devrimi’ne.
Kurtuluş Partisi olarak Ankara ve İzmir’den sonra 25 Ocak’ta da İstanbul
Kartal’da Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde Küba Devriminin 50’inci yıldönümünü bir etkinlikle kutladık. Etkinlik öncesi İstanbul’un dört bir yanını, İzmit ve Gebze sokaklarını etkinliğin duyurusunun olduğu afişlerimizle süsledik. İstanbul genelinde, Kartal, Kadıköy, Sarıgazi, Samandra
meydanlarında yaygın olarak bildiri dağıttık. Sesli ajitasyonla Küba Devrimi’ni anlattık halkımıza, etkinliğimizin duyurusunu
yaptık. Etkinlikten bir gün önce Kartal’ı ve
çevresindeki bölgeleri ses aracımızla dolaşarak halkımızı etkinliğimize davet ettik.
Etkinliğe Küba Büyükelçiliği Birinci
Sekreteri Alejandro Simances Marin,
DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve
akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali
Rıza Küçükosmanoğlu ve Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut katılarak birer konuşma yaptı. Ayrıca halk ozanı Ekrem Ataer ve Kübalı Müzik Grubu
da konser verdi.
Etkinlikte direnişlerden, grevlerden işçi
kardeşlerimiz de aramızdaydı. Mücadelelerini henüz zaferle sonuçlandıran Ünsa İşçileri de etkinliğimize katıldılar. Direnişçilerden bir kadın işçi arkadaşımız Ünsa İşçileri
adına bir konuşma yaptı. Konuşmasında,
mücadelelerinin DİSK, Nakliyat-İş ve Kurtuluş Partisi sayesinde, onların öncülüğünde başarıya ulaştığını belirtti.
Geçtiğimiz yıl DİSK/Nakliyat-İş Sendikası’nda örgütlendikleri için işten atılan ve
kar kış demeden aylarca direniş yapan, Koç
Holding’in olduğu her yeri eylem alanına
çeviren Arçelik İşçileri de aramızdaydı.
Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlenen ve asıl gerekçe sendikal örgütlülük olmasına rağmen kriz bahanesiyle işten çıkarılan Sinter İşçileri de etkinliğimizdeydi.
Coşkumuza coşku, heyecanımıza heyecan
kattılar.
Küba Büyükelçiliği Birinci Sekreteri
Yoldaşımız, konuşmasında Küba devriminin 50 yıldır nasıl dimdik ayakta olduğundan, Küba’nın enternasyonal dayanışmasından bahsetti.
DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve
akliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu da Parababalarının krizinin
bedelinin İşçi Sınıfımıza ödettirilmeye çalışıldığını belirterek bugün Küba Devriminin
yıldönümünü kutlamanın önemine değindi.
Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut da, Parababalarının krizinden, Ergenekon maskeli saldırıyla laik,
yurtsever güçlerin sindirilmeye çalışılmasından, AB-D Emperyalistlerinin Türkiye’ye dönük Yeni Sevr planlarından ve ülkemizin en önemli siyasi meselesi olan
Kürt Meselesi’nin devrimci çözümünden
bahsederek bu değerli ve doyurucu konuşmasıyla bizi aydınlattı.
Yaklaşık 350-400 kişinin katıldığı etkinlik çok coşkulu ve heyecan dolu geçti. İspanyolca ve Türkçe atılan sloganlarla salonda, tam bir enternasyonal dayanışma ve
halkların kardeşliği ortamı yaşandı.
Küba Halkıyla dayanışmak ve Küba
Devrimi’ne sahip çıkmak, insanlık onuruna, geleceğimize sahip çıkmaktır.
Küba ve Latin Amerika’dan yükselen
diğer onurlu sesler, Venezüella ve Bolivya, yüreğimizi ferahlatıyor, umudumuzu
perçinliyor.
Dünya Halklarının Umudu Ve Onuru
Küba’ya Selam Olsun!
Küba Devrimi’nin 50’nci Yıldönümü
Kutlu Olsun!
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
Halkın Kurtuluş Partisi’nin İstanbul’da Düzenlediği Küba Devrimi’nin 50’nci
Yılı Kutlamasında Ünsa Direnişçileri adına yapılan konuşma
Ünsa Direnişçileri Zaferlerini
Küba Devrimi’nin 50’nci Zafer Yılı
Kutlamalarıyla Birleştirdi
Öncelikle burada herkesi saygı ve
sevgiyle selamlıyorum.
Ve bize destek verenlere de ayrıca teşekkür ediyorum.
(Alkışlar…)
Biz Ünsa İşçileri olarak mücadeleye
nereden başladık?
Biz bir gün işe gittiğimizde, Aralık’ın
dördünde, bize işimize son verildiğini ve
sözleşmemizin feshedildiğini ve bize iş
veremeyeceklerini söylediler. Bizi daha
doğrusu, işyerinden içeriye almadılar. Ve
biz kapıda kaldık.
Taşeron işçisiydik biz. Ve ne yapacağımızı bilmiyorduk… Bizim mesailerimiz,
maaşlarımız ve tazminatlarımız içeride
kalmıştı. Bunları ödemeyeceklerini söylüyorlardı. Biz bir karmaşa içerisindeydik.
Ve o arada bir arkadaşımız bildiği için, bize sendikayı tavsiye etti. Arkadaşımızın
vesilesiyle, bu arkadaşımız Sendikayı çağırdığı için, Sendika bize yardımcı oldu.
Sendika Başkanımız Ali Rıza Küçükosmanoğlu’na çok teşekkür ediyorum.
Ve diğer başkanlarımıza, adını sayamadığım diğer başkanlarımıza da... Çok teşekkür ediyorum… Bize çok yardımcı oldular.
(Alkışlar…)
Ve Kurtuluş Partisi’ne...
Biz her zaman, orada bir mücadele
vermemizi bunlara borçluyuz. Biz nasıl
mücadele edeceğimizi, nasıl yola çıkacağımızı hiçbir zaman bilmiyorduk. Bunların desteğiyle, onların öğüdüyle, onların
gösterdiği yolla çıktık biz mücadeleye.
(Direne Direne Kazandık…)
Arkadaşlar,
Bizim patronumuz bizi yıllarca çalıştırdı ve kapıya koyduğu gün de, bizi tanımadığını söyledi.
Böyle bir şey var mı?..
Bizi tabiî ki Başkan’ımızın yardımcılığıyla, Kurtuluş Partisi’nin yardımcılığıyla
dedik ya bir yol izledik. Ve birinci işgalimizi gerçekleştirdik işyerimizde.
Hakkımızda suç duyurusunda bulundular. Bizi içeri attırdılar. Gözaltına aldılar daha doğrusu.
Ama biz birer ifade verdik, geldik.
Tekrar geldik işyerimizin önüne. Biz tekrar mücadelemize kaldığımız yerden devam ettik!
Ve bizi tanımayan, tanımıyorum diyen
işverenden, tanımıyorum sizi dediği halde, biz maaşımızı ve mesaimizi aldık.
(Alkışlar…)
Ve tekrar bize, “bizden hiçbir şey talep
edemezsiniz, sizin tazminat hakkınızı biz
ödeyemeyeceğiz, biz sorumlu değiliz” diyen patronumuza karşı tekrar direndik.
Ve ikinci işgalimizi gerçekleştirdik.
İkinci işgalimizde tekrar yine bizi gözaltına aldılar. Yani yine karakol...
Yani dedik ya, ikinci kez karakola düştük.
(Sloganlar… Örgütsüz İşçi Köle İşçidir… Örgütlü İşçi Yenilmez…)
Biz işçiyiz ya, haksızız ya…
Yine karakola düştük biz. Ve orada da
bir ifade verdik. Tekrar geri geldik işyerinin önüne. Çünkü yılmadık ki…
Yılmayacağız!
Bizim orada hakkımız vardı.
(Slogan… Baskılar Bizi Yıldıramaz…)
Ve biz baskılardan yılmadık.
Her akşam evlerimize geldiler. Ziyarete geldiler.
Neden dolayı?
Biz size acıyoruz orada, dediler. Size
yardım edeceğiz, dediler. Size de, işte beş
on kuruş verelim susun, dediler.
Ama biz hiçbir şeye baş eğmedik!
Onlara baş eğmedik biz!
Çünkü kimin hakkını kime veriyordu?..
O benim hakkımdı. Çünkü benim hakkımdı o.
Bana fiyat biçemez o. Bana fiyat biçemez!
(Alkışlar…)
Kimin hakkını kime verecekti?
Ve Direndik…
Direnemeyen arkadaşlarımız oldu. Ve
diyoruz ki; sonunda yine kazandık. Ve o
direnemeyen ve bize orada desteklerini
gösteremeyen arkadaşlara da diyorum ki;
bak biz örnek olduk, siz de bizi örnek alın
ve gelecektekilere örnek gösterin diyoruz,
biz onlara.
(Alkışlar… Sloganlar… İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız…)
Ve dediğim gibi, Kurtuluş Partisi’ne
buradan çok teşekkür ediyorum.
Nakliyat-İş Sendikası Başkanlarımıza…
Ali Rıza Küçükoğlu’na…
Erdal Başkanımız… Barış Başkanımız…
(Alkışlar… Sloganlar… İnadına
Sendika İnadına DİSK…)
Heyecanlıyım, Başkanımız kusura
bakmasın, soyadı da uzun ya… Ali Rıza
Küçükosmanoğlu’na…
Sözümü bağlamak istiyorum.
Biz Aralık’ın dördünden beri direndik
ve Sendika Başkanlarımızla, Kurtuluş
Partililer’in desteğiyle, onların gösterdiği
yolla Direndik.
Direndik ve kazandık!
Dün aldık. Cumartesi aldık haklarımızı yani.
Çok teşekkür ediyorum…
(Alkışlar… Zafer Direnen İşçilerin
Oldu…)
6 Şubat 2009
15
Ünsa Direnişçilerinin zafer yürüyüşü
Ünsa’da İşgal:
İşgal! Grev! Direniş! Yaşasın Kurtuluş Partimiz!
Baştarafı sayfa 20’de
Zaten hepsi de aynı konfederasyona,
DİSK’e bağlı sendikalar değil miydi?..
Eylemin uzaması üzerine Ünsa’da görevi
daha fazla ertelemek mümkün olmadığı için
Sinter İşçilerinden ve Önderlerinden mazeret
bildirilerek izin istendi.
Önderleri gelir-gelmez, İşgalciler çok hızlı bir şekilde son bir durum değerlendirmesi
yaptıktan sonra, an geçirmeksizin harekete
geçtiler. Hep birlikte kapıya yüklenilerek hızlı bir şekilde içeri akın ettiler. Neye uğradığını anlayamayan Güvenlik, o şaşkınlıkla ne fiziki, ne sözlü hiçbir müdahalede bulunamadı.
İşgalciler bahçeden geçerek doğruca binanın
içine girip bir kat çıkarak, daha önce kararlaştırıldığı gibi ilk önlerine çıkan odaya daldılar.
İşgal başarılmış, yer tutulmuştu…
Talepler iletilmek için Patron çağrıldı…
Patrona, Ali Rıza Başkan ve Nakliyat-İş Avukatı Ayhan Erkan tarafından; Direniş’teki işçilerin ihbar ve kıdem tazminatı ile asgari geçim indirimleri, 5 günlük ücret gibi hâlâ
ödenmeyen diğer alacakları ödenene kadar
binanın terk edilmeyeceği bildirildi. Patronla
görüşmeler sürerken jandarma da hemencecik
“olay yerine” intikal ediverdi. Görevleriydi?!! Tüm kapitalist toplumlarda olduğu gibi
“birinci vazifeleri” Parababalarını korumaktı…
Böylece görüşmelere jandarma da katılmış oldu. Yapılan eylemin kanunsuz olduğundan, fabrikanın boşaltılması gerektiğinden
dem vurup duruyorlardı…
Ama ne var ki İşgalciler çok haklı bir zemindeydiler. Hiçbir yasal zorunluluğa uyulmadan, tebligat yapılmadan, “Bölge Çalışma”ya ve “İş Kurumu”na hiçbir bildirim yapılmadan, ihbar-kıdem tazminatlarını geçtik,
iki aylık fazla mesai ücretleri ve Kasım ayı
maaşları bile verilmeden işten çıkartılmışlardı. Direniş’in zoruyla fazla mesailer ve maaşlar alınmıştı ama ihbar ve kıdem tazminatları
hâlâ duruyordu. Yasaya göre derhal verilmesi
gerekiyordu.
Ünsa İşçileri, jandarmaya niye hep patronları koruduklarını soruyor; haklarının patron
tarafından gasp edilmiş olduğunu, asıl kanunsuzluğu patronun yapmış olduğunu, tazminatlar alınmadan fabrikayı terk etmeyeceklerini
haykırıyorlardı.
Bu görüşmeler sürerken, Birleşik Metal-İş
Sendikası Genel Başkanı ve iki yöneticisi İşgalcilerle dayanışmaya geldi. Sınıf dayanışmasının güzel bir örneği yaşanıyordu… 1-2
saat önce İşgalcilerin Öncüleri Sinter’de onların yanındaydı, şimdi de Sinter Öncüleri İşgalcilere desteğe gelmişlerdi. Gelir gelmez
onlar da sınıf kardeşlerinin yanında, patronla
ve jandarmayla sürdürülen tartışmalara aktif
bir şekilde dahil oldular.
Bu tartışmalar sürerken, İşgalcilerin talep-
lerini telefonla Hollandalı ortağına iletmeye
giden Patron geri geldi. Haşmetmeabları
(Hollandalı Parababası) işçilerin tazminat taleplerini tepkiyle karşılamış...
İşgalcilerin karşı tepkisi de: “Biz Güney
Afrika köleleri değiliz! Hollandalı sömürgeci Güney Afrika’da yüzyıllar boyu sürdürdüğü köleci zihniyetinden kurtulamamışsa Türkiye İşçi Sınıfı ona gereken dersi
vermesini bilir!” şeklinde oldu.
Bu ara jandarma, fabrika kapısında bekleyen Kurtuluş Partilileri, işçi yakınlarını ve Kızıl Bayrak okurlarını zor kullanarak, yaka-paça gözaltına alıyor, İşgalcilere olan öfkesini
onlardan çıkartıyordu.
İçeride de hava gerginleşmeye doğru gidiyordu. “Ro-bok-oplar” saldırı için tertibat almaya başlıyor, İşgalciler de kol-kola girerek
bedence direnme vaziyeti alıyordu.
Patronla yapılan son görüşmede patronun,
sorunun çözümü için çalışacağına, Pazartesi
(yani iki gün sonra) bir sonuç vereceğine, şirketteki hissesini de işçilere ödeyeceğine söz
vermesi üzerine İşgalciler kapıları kapatarak,
kendi aralarında yaptıkları bir değerlendirme
sonucunda oybirliğiyle işgale şimdilik son
verme, sorun çözülene kadar gerekirse tekrar
fabrikayı işgal eylemi dahil olacak şekilde
Direnişe devam etme kararı aldılar.
“Haneye zorla girme” iddiasıyla ilgili olarak ifadeleri alınmak üzere, İşgalciler sloganlar eşliğinde jandarma araçlarıyla saat 19 sıralarında karakola götürüldü. İşgal yaklaşık 6
saat kadar sürmüştü.
İfadeler gece saat 22.00’a kadar sürdü.
Ünsa İşçileri, yılbaşı gecesinin büyük bir kısmını jandarma karakolunda geçirmiş oldu.
Kurtuluş Partililer ise İşgal-Grev-Direnişlerle geçirdiği daha önceki birçok yılbaşı gibi,
bu yılbaşını da İşgal nedeniyle karakolda geçirmişti. Ünsa İşçileri için ilk olan şey, öncüleri Kurtuluş Partililer için şanlı bir tekrar
oluyordu.
Ne mutlu böyle Yılbaşılara!!!
Ünsa Direnişi zaferle sonuçlandı
Direnişçilerin önderleriyle ikinci işgali
gerçekleştirmesi Ünsa işverenini epey korkutmuştu. İşveren direnişçilere elçiler göndermeye başlamıştı. Ünsa işvereninin maşası olan taşeronlar ev ev, kapı kapı gezmeye başlamışlardı. Taşeronlar yetmeyince
araya AKP’liler, o da olmayınca CHP’li belediye meclis üyeleri giriyordu devreye.
Çantalarındaki paralara ilaveten, iş vaatleri
istedikleri sonucu almalarına yetmiyordu.
Direniş’in ilk günlerinde, “siz bizim işçimiz değilsiniz, gidin alacaklarınızı taşerondan alın, mahkemeye gidin” diyen işveren, yalvararak para dağıtmaya çalışıyordu; iş teklifleri, usatabaşılık hatta taşeronlara ortaklık bile teklif ediyordu itleri aracılığıyla. Her mücadelede olduğu gibi Ünsa
Direnişi’nde de bu oyuna gelen işçiler oldu.
Direnişe devam eden işçiler bu durumu;
“Kurumuş dallar kırılır, Bizler Çınar
ağacıyız. Fırtına da kopsa yıkılmayız.”
değerlendirmesi yapıyorlardı.
İşveren,
Ünsa’da
örgütlü
olan
DİSK/Tekstil Sendikası’nı da kullanarak
direnişi kırma çabasına girdi. Bunun üzerine de Tekstil Sendikası bir açıklama yaparak direnişle ilgilerinin olmadığı, Ünsa işvereniyle de bir sıkıntılarının olmadığı yönünde bir açıklama yaptılar. Tekstil Sendikası işi gücü bırakıp, Direnişçilere saldırmaya başlamıştı.
Bu açıklama da yetmedi, bir de işyeri
temsilcileri Direnişçilere haber gönderiyordu: “İşyerimizi bir daha işgal ederseniz
karşınızda bizi bulursunuz.” diye.
Önderlerinin ve Direnişçi İşçilerin ceva-
bı netti: “Elinizden geleni ardınıza koymayın. Hodri meydan. Her gün buradayız!”
Direnişçiler, mücadelenin uzamasından
dolayı, ekonomik zorluklarla da boğuşmaya başlamışlardı. 2009 yılının bugüne kadarki en soğuk günlerinde ayaklarında yazlık ayakkabıları ile kilometrelerce yol yürüyerek Direniş alanına geliyorlardı. Kurtuluş
Partililer’in evlerde hazırladıkları öğle yemekleriyle karınlar doyuruluyordu. Direnişçiler yoku paylaşmaya başlamışlardı artık. Evlerde sırayla yemekler pişiriliyor, Direniş yerinde kardeşçesine paylaşılıyordu.
Ünsa işvereninin yalvar yakar para dağıtması sonucunda, Direnişçilerle DİSK
Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İş
Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun,
Nakliyat-İş
Sendikası’nın kimi yöneticilerinin ve Kurtuluş Partililer’in katıldığı bir toplantı yapılarak gelinen aşama değerlendiriliyordu.
Sonuç: Ünsa işvereni alt edilmiş; Zafer
Direnen İşçilerin olmuştu.
Artık yeni haftaya daha da moralli girilmişti. Direnişçiler, kendilerini arayan taşeronlara hak ettikleri cevapları vermeye başlamışlardı. 21 Ocak Çarşamba günü, Ünsa
işverenlerinden biri fabrikaya girerken, Direnişçi İşçilerin gazabına uğradı. Fabrikaya
biraz sarsılmış, birazcık da yakası dağılmış
olarak girmek zorunda kalıyordu. Kadın
Direnişçiler, işvereni döndüre döndüre içeriye yollamışlardı. Kapıda nöbet tutan jandarma da fabrikanın güvenlikleri de işverenin, Direnişçiler tarafından tozunun silke-
İkinci İşgal, 7 gün sonra 07.01.2009 tarihinde saat 10 sıralarında gerçekleştirildi.
Pazartesi günü için taahhüt edilen sonuç
verilmemişti. İlk İşgalde muhatap olunan
patronla ve Ünsa’nın avukatıyla sürdürülen
telefon trafiğinde, Patron elinden bir şey gelmediğini ifade ediyor, avukat, bir hukukçuya
yakışmayacak demagojik kaçamaklara başvuruyordu.
İlk İşgalden sonra karakolda ifadeler alınırken, jandarma yetkililerinin Kaymakam
vasıtasıyla işyerine Çalışma müfettişinin gelmesinin isteneceği taahhüdünden de bir ses
çıkmayınca; Yeni yılın ilk haftasında, İlk İşgalden 7 gün sonra, gene Kurtuluş Partililerin
öncülüğünde tekrar içeri dalındı.
Bu sefer güvenlik ilk seferki gibi şaşkın
değildi. İçeri girişi engellemeye çalıştı. Ama
gene başarılı olamadı. Güvenlik engeli, olması gereken bir biçimde aşıldı. İşgal ikinci kez
de başarıya ulaşmıştı.
İşgalciler, gene jandarma karakoluna götürüldü. İfadelerin alınması, ilk gözaltındakiyle kıyaslandığında olması gerekenden çok
daha uzun sürdü. Gözaltılar akşam 22.00’a
doğru ancak son bulabildi. Bu sefer “haneye
zorla girme” suçlamasına, “güvenliğe mukavemet ve darp” suçlaması da ilave edilmişti. İfadeler bittikten sonra, Ali Rıza Başkan ile Nakliyat-İş Yöneticisi Hakan Aslan’ın
kışkırtıcılık yaptıkları, patronu tehdit ettikleri
iddiasıyla ikinci kez ifadelerine başvuruldu.
Hatta olay anında olay yerinde olmayan, duyum üzerine jandarma karakoluna gözaltına
alınanları ziyarete gelen Nakliyat-İş Gebze
Şube Başkanı Erdal Kopal, sanki olay yerinden alınmış gibi gözaltına alınarak, aynı suçlamalarla ifadesi alındı ve onun hakkında da
kışkırtıcılık yaptığı suçlamasıyla ikinci kez ek
ifadesine başvuruldu.
İkinci İşgal, İşgalden hemen bir gün sonra, Ünsa’ya İş Müfettişinin yollanmasını sağladı. Direniş’in daha ilk günü, Ünsa’nın ve
taşeronunun hukuksuzluklarının ve işçi alacaklarının tespiti için Bölge Çalışma Müdür-
ÜNSA Fabrikası’nın taşeronunda çalışan İşçileri
Direndiler, Mücadele Ettiler ve Kazandılar!
S
amandıra’da bulunan Ünsa Ambalaj Çuval Fabrikası’nın alt işvereni-taşeron
Doğa Tekstil çalışanı İşçilerin 4 Aralık’tan beri devam eden Direnişleri ücret,
fazla mesai, tazminatlar gibi taleplerinin kabul edilerek ödenmesi sonucu, zaferle sona erdi.
İşçiler, patronların kendi düzenlerinin krizini fırsata dönüştürmesine izin vermediler.
Ünsa Fabrikası’nın taşeronu Doğa Tekstil’de çalışan işçiler, işverenlerin işçi haklarını ortadan kaldırmaya yönelik oyunlarını; kararlı Mücadeleleri, Direnişleri ve gerçekleştirdikleri İşgal eylemleri ile bozdular.
Üst işveren olan Ünsa işvereni; işi, alt işveren Doğa Tekstil’e vermiş, Doğa Tekstil
de işçileri, işçilerden habersiz Orion isimli bir işçi istihdam şirketinde göstermiştir.
Böyle hileli yollara başvurularak; işçilerin ücret, fazla mesai, tazminat haklarını kimin
ödeyeceği, kimin sorumlu olduğu konusu tartışmalı duruma sokulmak istenmiştir.
Üst işveren olan Ünsa işvereninin, alt işveren Doğa Tekstil ve Orion işvereninin
hileli oyunlarını, işçilerin zoru, Direnişleri, iki kez yaptıkları örneği pek görülmeyen
İşgal eylemleri bozmuştur.
DİSK’in sahip çıkması, dost siyasi partilerin ve halk örgütlerinin dayanışması ile
daha da güçlü biçimde Direnişler gerçekleştiren işçilerin, önce ödenmeyen aylık ücretleri ödenmiştir. Daha sonra 31 Aralık günü bir İşgal eylemi gerçekleştirilmiş, jandarmanın müdahalesi ve işverenin; hakların ödeneceği sözü vermesi sonucu işgale son
verilmiştir. İşveren sözünü tutmamış, bunun üzerine 7 Ocak’ta ikinci kez İşgal eylemi
gerçekleştirilmiştir.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü yaratan New Yorklu yiğit Dokuma İşçisi Kadınların geleneğini devam ettiren Ünsa Direnişi’nin Yiğit Kadın İşçileri, cesaretleri ile Direniş’in sonucunu belirlemişlerdir.
İşverenlerden biri, Kadın İşçiler tarafından darp edilmiş, yine Kadın İşçilerden Birinin patronun cipinin önüne kendisini atması ve diğer kararlı mücadeleler sonucu, Direniş, Zaferle sonuçlanmıştır.
Direniş’in talepleri olan; ücret, fazla mesai ve tazminatlar alınmıştır.
İşçiler, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı, Nakliyat-İş Sendikası Yöneticileri ve
dayanışmaya gelen devrimciler, toplu olarak iki kez jandarma tarafından gözaltına alınmışlardır. İşyerini işgal etmek, çalışma hürriyetini engellemek, işyerini yağma etmek,
işvereni tehdit etmek vb. iddialarla ifadeleri alınmıştır. Direnişçi işçilerin eş ve çocukları da defalarca gözaltına alınmış, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılmıştır.
Ünsa Direnişi’nde anlaşma, ne Doğa Tekstil ne de Orion isimli işverenle olmuştur.
Direniş sonunda zaferle biten anlaşma, ilk zamanlar “beni ilgilendirmez, benim işçim
değilsiniz, ben sorumlu değilim” diyen üst işveren Ünsa işvereni ile yapılmıştır.
Ünsa Direnişi-İşgali kararlı, militan bir mücadele ve kazanımı ile Türkiye İşçi
Sınıfı Mücadelesinde yerini almıştır. 02.02.2009
DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve
akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı
Ali Rıza Küçükosmanoğlu
lüğünden Ünsa’ya iş müfettiş yollanması istenmişti, ama müfettiş bir türlü gelememişti.
Gecikilen her an, Ünsa ile taşeronu arasındaki hileli/muvazaalı ilişkiyi kanıtlayacak delillerin yok olmasını/yok edilmesini sağlıyordu.
Ünsa ve paravan şirketi veya şirketleri arasında öylesine hileli ilişkiler vardı ki… Mesela
Direniş’teki işçilerin tamamı kendilerini taşeron Doğa Tekstil’in işçisi sanırken, Direniş sırasında 5-6 işçi dışında Doğa değil de resmiyette Orion Tekstil diye paravan bir şirketin
çalışanı olduklarını ve tamamen ve sadece
Ünsa’nın işini yapıyor olmalarına rağmen, bu
Orion Tekstil ile Ünsa arasında bir hizmet
alım sözleşmesinin bile olmadığını öğrenmiş
oldular…
İşçilerin alın terini gasp eden gerçek suçlu
Parababalarını koruyanlar ve gasp edilen hak-
kını arayan İşçileri ve Öncülerini suçlayanlar,
bir şeyi unutuyorlardı: ekmek mücadelesi,
onur mücadelesi aynı zamanda bir demokrasi
ve sınıf mücadelesiydi. İşçi Sınıfının, bir avuç
azlık olan sömürücülere karşı yürüttüğü bu
mücadele ise dünyanın en haklı, en hakkaniyetli ve en meşru biricik mücadelesiydi. Gerisi vız gelirdi…
Unutulmasın ki, bu uğurda yürütülen mücadele esnasında Parababaları Düzeninin koruyucuları tarafından İşçi Sınıfı Militanlarına
yakıştırılan her türlü “suçlama”, onlar için birer onur nişanıdır. 13.01.2008
lenmesine engel olamamışlardı. İşyeri
önündeki jandarma sayısı derhal 5 kat arttırıldı. Direnişçi İşçilerden birinin eşi ve
Nakliyat-İş Yöneticisi gözaltına alınarak
karakola götürülürken, diğer Direnişçilerin
ifadesi fabrika önünde alınıyordu. Çok fazla döndürüldüğü için olsa gerek Direnişçilerden ve Önderlerinden şikâyetçi olan Ünsa işvereni, jandarma karakolunda ilaveten
24 Ocak Cumartesi günü Direnişçi İşçilerle yapılan değerlendirme sonucunda, Direnişçilerin aldığı kararla görüşmeye gidildi: Direnişçiler, Nakliyat-İş Sendikası Yöneticilerinin hesapladığı alacakları gösteren
hesap listesiyle fabrikaya girdiler. Ünsa işvereninin kendisinin de bulunduğu görüşmede, Direnişçiler alacaklarının yarısını
peşin, yarısını iki eşit taksit halinde alarak
yediği omuza karşı bile kafasını yerden kaldıramıyordu. İfadelerden sonra serbest bırakılanlar, Direniş alanına gelince alkışlar
ve sloganlarla karşılanıyorlardı…
22 Ocak Perşembe günü, Ünsa’nın en
büyük hissedarının cipinin önüne atlayan
Direnişçilerin; “Paralarımızı vermeden
seni buradan göndermeyeceğiz” diyen işçilerin kararlılığı karşısında, Cumartesi gününde ödeme yapacağı sözünü vererek cipini hareket ettirebiliyordu.
mücadelelerini zaferle sonuçlandırdılar.
Direnişçi İşçiler, kendilerini Doğa
Tekstil isimli bir taşeronda çalışıyor sanırken, Orion İşçi İstihdam Aracılık Hizmetleri Otomobil ve Oto Yedek Parça Servis ve
Bakım Sanayi Ticaret Limited Şirketinde
çalıştıkları görünüyorlardı. Ünsa işvereninin en çok güvendiği de, bu hileydi. İşçilere sürekli mahkeme yolunu göstermesi de
bundandı.
Direnişin sonucunda mahkeme yoluyla
kazanılması zor olan hakların alınmış olması da Direniş’in ve mücadelenin değerini
ortaya koymuş oldu. Ünsa işvereni, Direniş’ten rahatsız olduğu için davalarla vermeme ihtimali olan parayı işçilere vermek
zorunda kaldı.
Ünsa Direnişi ve İşgalleri, İşçi Sınıfı
Tarihindeki yerini onurluca almıştır.
Tüm zorluklara karşın kazanımla sonuçlanmıştır Ünsa Direnişi.
Geberen kapitalizm olan emperyalizmin
krizinin faturasını ödemeyeceğiz diyen Ünsa İşçileri, bileklerinin, yüreklerinin ve mücadelelerinin hakkıyla faturayı Ünsa işverenine ödetmişlerdir.
Türkiye Devrimi’nin Önderi ve Dünya
Halklarının Devrimci Mücadelesinde Yol
göstericisi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın,
biz Kurtuluş Partililer’in elinde dalgalanan
Teorik ve Pratik bayrağı, her geçen gün daha da yükseklerde dalgalanmaktadır.
Ünsa Direnişi ve İşgalleri, bir kez daha
en kör gözlere göstermiştir ki; İşçi Sınıfımız doğru Önderlikte buluştuğunda, en zor
mücadeleleri zaferle noktalıyor.
Kurtuluş Partililer, Usta’mız Hikmet
Kıvılcımlı’nın Teorisi ve Pratiğini dövüştürmeye bugüne kadar olduğu gibi, bundan
sonrada devam edecektir. İşçi Sınıfımızı,
emekçi halkımızı örgütleyerek Demokratik
Halk İktidarını kuracak ve Parababaları düzenine son verecektir.
İşgal! Grev! Direniş!
Yaşasın Kurtuluş Partimiz!
Yaşasın Ünsa İşgalimiz!
İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız!
Şan Olsun Ünsa Direnişçilerine, İşgalcilerine, Önderlerine!
Yaşasın Ünsa Direnişimiz!
Yaşasın Ünsa İşgalimiz!
İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi!
16
6 Şubat 2009
Ünsa Direnişçilerinin zafer yürüyüşü
Zafer kazanan Ünsa İşçileri:
“İşçi Sınıfı ekmeğine artık sahip çıkmalı”, “Mücadele ettiğin sürece mutlaka kazanırsın”
Ünsa İşçileri, Kurtuluş Partililer’in önderliğinde yürüttükleri mücadelelerini başarıya ulaştırdılar. Kurtuluş
Partisi, Direniş’in başarıyla sonuçlanmasının ardından, 31 Ocak’ta Ünsa İşçileri ve ailelerin katılımıyla bir kutlama etkinliği düzenledi. Etkinlikte görüştüğümüz Ünsa İşçileri, Proletarya Sosyalistleri ile birlikte yürüttükleri
Mücadelede-Direniş okulunda gördüklerini-öğrendiklerini anlattı.
K
urtuluş Yolu: Bir Direniş yürüttünüz, mücadele ettiniz, iki kez işyerini İşgal ettiniz ve sonunda zafer kazandınız. Öncelikle sizleri tebrik ediyoruz.
Mücadeleniz nasıl başladı?
Melahat: Bu Direniş’e başlama kararımızı Aralık ayının 4’ünde, patron “ben işyerini kapatıyorum, maaşlarınızı veremiyorum” demesiyle aldık. İçeride fazla mesailerimiz, en önemlisi tazminatlarımız vardı.
En az 3 yıldır orada çalışan arkadaşlarımız
var. Bu haklarımızı alacağız, dedik. Mahkemeye gidilebilirdi. Ama bu uzun yoldu. Bizim kısa zamanda paraya ihtiyacımız vardı.
Çünkü biz işçiyiz. Maaşımız olmadan geçinmemiz mümkün değil. Aramızda Güven
Arkadaş vardı. Daha önce Rozi Direnişi’ni
gerçekleştirmişler. Barış Başkan’la orada
tanışmışlar. Onun vasıtasıyla Direnişimiz
başladı. Bayram dönüşünde 15’inde Direniş başladı.
tik.
Hacer: İşten çıkartıldık. Kurtuluş Partisi ilk gün geldi, yol gösterdi. Ünsa’nın önüne gittik; sloganlarla gittik. 15 gün sonra işgal yaptık. Ondan sonra patron Ata Baykal
söz verdi. Gözaltına alındık. Görüşme talebimiz kabul edilmedi. Bunun üzerine ikinci
kez fabrikayı işgal ettik. Tekrar gözaltına
alındık. Sürekli fabrika önündeydik. Taksim’de eylem yaptık.
dan sözüne sadık durmayanlar oldu. Onlar
olmasaydı belki daha kolay olurdu.
Kadriye: Bu mücadelede doğruyu yanlışı gördük. Dostumuzu düşmanımızı da
gördük. Nerede ne yapacağımızı gördük.
Bu bizim açımızdan çok önemli bir sonuç.
Barış Başkan, Erdal Başkan sayesinde bir
araya geldik. Onlar bize çok şey öğrettiler.
Öncesinde hiçbir hakkımızdan haberimiz
yoktu. Örgütlülüğü, mücadeleciliği, beraberliği gördük öğrendik.
Kurtuluş Yolu: Sizler epey kısa bir süre içerisinde böyle bir sonuca ulaştınız…
Raife: Büyük bir başarı. 6 sene o işyerinde çalıştım, hiçbir şey görmedim. Ama
bir ay gibi sürede her şeyi gördüm. Direndik ve kazandık. Çok güzeldi.
Hacer
Melahat
Kurtuluş Yolu: İşten çıkarılma gerekçesi olarak patron ne söyledi? Hangi haklarınız verilmedi?
Saadet: İki aylık mesailerimiz, maaşlarımız, tazminatlarımız içerideydi. Doğru
düzgün bir gerekçe de gösterilmedi. Bizim
bölümümüzden sadece 85 kişi işten çıkarıldı. Toplamda daha fazla çıkarıldı aslında.
Murat: Güven aracılığıyla Kurtuluş
Partisi’yle tanıştık. Direkt Partiyle tanışarak mücadeleye girdik. İlk günden son güne kadar kar, yağış, soğuk demeden; sabah,
akşam bizi hiç yalnız bırakmadılar. Hep onlarla bir aradaydık. Onların sayesinde zaten
bu mücadeleyi kazandık.
Kurtuluş Yolu: Peki bu mücadele sırasında neler yaptınız? Eylem ve işgallerinizi
aktarır mısınız?
Melahat: Ayın 15’inde oybirliği ile karar alarak Direniş’e başladık. Patron bizi tanımadığını söyledi. Yılbaşında İlk İşgalimizi gerçekleştirdik. Hava şartları o kadar
kötüydü ki, soğukta duramıyorduk. İşgal sırasında patron, “ben hissem oranında pazartesi günü haklarınızı vereceğim” dedi.
İşgalden sonra karakola götürüldük, ifade
verdik. Pazartesi oldu, cevap yok. Herkes
çok gergindi. Zor durumdaydık. İçeriyi tekrar İşgal ettik. Yine gözaltına alındık. Biz
de patrondan şikâyetçi olduk. Jandarma,
“yaptığınız yasadışı” diyordu. Biz yasadışı
bir şey yapmadık. Hakkımızı istedik. Gözaltından sonra tekrar Ünsa’nın önüne gittik,
eyleme devam ettik.
Kurtuluş Yolu: DİSK’in destek için sizinle birlikte gerçekleştirdiği bir eylemi oldu. Taksim’de engellemelere rağmen militan bir eylem gerçekleştirdiniz… Böylesi
mücadeleler, eylemler sık olmuyor…
Murat: Evet, Taksim’deki eylemimiz
gerçekten güzeldi. Polis izin vermedi. Basın açıklamamızı yaptıktan sonra İstiklal
Caddesi’nde yürümek istedik. Polis izin
vermedi, barikat kurdu. Biz de bunu protesto etmek için oturma eylemi yaptık, direndik. Polis sonunda bizim kararlılığımızı
gördü, geri adım atmak zorunda kaldı. 2.5
saati aşkın bir eylem yaptık Taksim’de. İstiklal’de de yürüyüşümüzü gerçekleştirdik.
Hep bizi yıldırmaya çalıştılar. Patronun
sözünü tutmaması üzerine de zaten fabrikayı ikinci kez İşgal ettik. Ne olursa olsun,
dedik. Jandarmayı, askeri karşımıza çıkarttılar. Biz orada gözaltına alındık ancak pes
etmedik. Ertesinde mücadeleye devam et-
Kurtuluş Yolu: Sonuç olarak, neler kazandınız?
Saadet: Bayramdan önce mesailerimizi
aldık. Maaşlarımız verilmeden işten çıkarılmıştık.
Onları aldık. Tazminatlarımızı aldık.
Kıdem tazminatlarımızı aldık. Gasp edilmiş haklarımızı aldık.
Kurtuluş Yolu: 39 gün süren Direnişiniz boyunca kararlı, militan bir mücadele
yürüttünüz. İki defa fabrikayı işgal ettiniz.
Daha önce herhangi bir Direniş-İşgal içinde
yer aldınız mı? Böyle bir deneyiminiz var
mı?
Saadet: Hepimiz için ilkti. İlk defa böylesi bir mücadele içinde yer alıyoruz. Benim de ilk işe girişimdi. Böyle sonuçlandı.
Yine Kurtuluş Partisi ve Sendikacılarımız
olmasaydı biz çoktan dağılırdık. Jandarmaya, polise nasıl direneceğimizi bilmiyorduk. Daha doğrusu direnebileceğimizi bilmiyorduk. Biz kendi haklarımızı bilmiyorduk ki. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Şimdi öğrendik. Onlar olmasaydı ne mücadele
başlardı, ne kazanırdık.
Raife
Kurtuluş Yolu: Bundan sonra yeni işyerlerinde, mücadelede sizleri görecek miyiz?
Melahat: Birlik ve dayanışma içerisinde patrona karşı duracağız. Sonuçta onları
patron yapan biziz. Onlar bizim sırtımızdan
geçiniyorlar. Biz çalışmazsak onlar nereden
patron olacaklar? Kendi başına mı çalışacak? Patronlar bunu işçiye hissettirmiyorlar. Üç kuruş para verip oyalıyorlar. Sadece
çalıştırıyorlar. Hiçbir sosyal faaliyetimiz
olmuyor. Bunlar bizim hayatımızı alıyorlar.
Hasan: Sendika nedir, ben de bilmiyordum. DİSK’in, Ali Rıza Başkan’ın sahip
çıkması, verdiği destek sonucunda paralarımızı aldık. Kurtuluş Partisi olmasaydı biz
dağılırdık. Mahalleden geçiyordum. Herkes
bana paraları alamazsın, boşuna gitme diyordu. Onlar anlamıyordu. Bizim çalıştığımız işyerinde Sendika’nın bir temsilcisi
vardı. Mahallede Belediye Başkan Yardımcısı’nın katıldığı bir toplantı yapıldı. Temsilci, toplantıda bizim Direnişi kast ederek:
“onlar, orayı kirletiyorlar, ateş yakıyorlar,
bunlara bir çare bulun” diyordu. Her taraftan baskı vardı.
Kadriye: Bundan sonra girdiğim her işyerinde mutlaka mücadele edeceğim.
edince, insan bunları öğreniyor. Gerçekten
çok şey öğrendik. Mücadele ettiğin sürece
mutlaka kazanırsın. Belki bir ay, belki de
çok daha fazla... Ama sonunda kazanırsın.
Bundan artık bir şüphem yok.
Kurtuluş Yolu: İşçi arkadaşlar bu Direniş’te Kurtuluş Partisi’nin yerini, önderliğini anlattılar. Ünsa Direnişi’nin, İşçi Sınıfı
hareketi açısından öne çıkan yönleri nelerdir?
Kurtuluş Partisi Kartal İlçe Örgütü
İlçe Sekreteri Barış Aşan: 4 Aralık günü,
Partimizin daha önce Rozi Direnişi sırasında tanıştığı bir işçi arkadaş, işyerindeki
haksızlığı bize bildirdi.
Biz Parti Yöneticileri olarak işyeri önüne, Üst işverenin bulunduğu Samandıra’ya
gittik.
Gittiğimizde işçi arkadaşlarla konuştuk.
İşçi arkadaşların kafasında soru işaretleri
vardı; haklarımızı alabilir miyiz? diye. İşçilerle, işverenin görüşmesi sonucunda, Ünsa
patronu “bizim işçimiz değilsiniz, dolayısıyla gidip alacaklarınızı taşerondan alın”
dedi. Bunun böyle olmadığını, yasaları anlattık işçilere... Ertesi gün de görüşüldü. Sı-
Kadriye
Murat: Eğer bir insan çalışıyorsa gururuyla çalışmalı. Biz kölece koşullarda çalışıyoruz. Bu koşuları ortadan kaldırmak bizim elimizde. Bundan sonra girdiğimiz her
yerde bu mücadeleye devam edeceğim. İşçi
Sınıfı, ekmeğine artık sahip çıkmalı. Zaman geldi de geçiyor.
Hacer: İşçi olarak, sonuna kadar gittiğimiz zaman kazanacağımızı gördük. Direnmen gerektiğini, patronlara hakkını yedirmemen gerektiğini gördük.
Kurtuluş Yolu: Artık sınıf bilinçli işçiler oldunuz…
Hacer: Evet. Zannetmiyorum bundan
sonraki işte kendimizi ezdireceğimizi. O
kadar süre soğukta bekleyip mücadele
Barış
mesidir. İşgaller sırasında Kurtuluş Partililer ve DİSK Yöneticileri, işçilerle beraber
gözaltına alındı. Patron mücadele içinde zayıf karakterli işçileri satın aldı. Ama mücadelenin sonucunda “benim işçim değilsin”
diyen Ünsa patronu, işçilerle oturup pazarlık yapmak ve paralarını vermek zorunda
kaldı. Mücadelenin diğer örnek kısımlarından biri de; böylesi bir mücadelenin sendikal örgütlülük olmadan yürütülmesidir. Bu
yönleriyle Ünsa Direnişi Türkiye İşçi Sınıfı tarihinde örnek bir mücadeledir. Halkın
Kurtuluş Partisi, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan aldığı teorik ve pratikle, İşçi Sınıfı içerisinde mücadelesini bugüne kadar
sürdürdü; bundan sonra da sürdürmeye devam edecektir. Zafer İşçi Sınıfının olacaktır.
Bizim de görevimiz, onca Direnişin, İşgalin, Grevin deneyimleriyle İşçi Sınıfımıza önderlik etmektir.
Hasan
DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün’ün, Gözaltına alınan DİSK
Örgütlenme Dairesi Başkanı Ali Küçükosmanoğlu ve 55 işçi ile ilgili
yaptığı açıklama
Hakları ödenmeden isten atılan 55 Tekstil
İşçisinin hak arama mücadelesinde DİSK
Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza
Küçükosmanoğlu ve 55 İşçi Gözaltında
Ekonomik kriz bahane edilerek işten
atılan ve hakları ödenmeyen 55 Doğa
Tekstil Fabrikası İşçisi’nin, haklarının
ödenmesi için işyerinde yaptıkları eylemde işçiler ve Konfederasyonumuz Örgütlenme Dairesi Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu gözaltına alınarak Kartal/Samandıra Jandarma Karakolu’na götürülmüştür.
Devletin, kriz fırsatçılığı yapan, işçileri haklarını ödemeden kapının önüne ko-
Saadet
Kurtuluş Yolu: Haklarınızı almanız dışında bu Direniş sizlere ne kazandırdı? Yani Direniş öncesi ile şimdiki sizler arasında
nasıl bir fark var?
Melahat: Öncesinde, Direniş öncesinde
bir şey alamıyorduk. Ne mesai, ne tazminat… Şimdi ise hepsini aldık. Şunu görüyoruz; hiçbir mücadele boşuna gitmiyor.
Önemli olan birlik beraberlik içinde mücadele etmek... Doğru yapılan mücadele mutlaka kazanımla sonuçlanır.
Kurtuluş Yolu: Bir anlamda dostunuzu
düşmanınızı gördünüz…
Murat: Halkın Kurtuluş Partisi’ni kazandık. Güzel dostlukları kazandık. Karşımızdaki patronun kendi çıkarından başka
bir şey düşünmediğini gördük. Onun için
biz, sadece bir köleyiz. O, bizim sırtımızdan kazanıyor.
Saadet: Biz hiçtik. Güven, “sendikayı
çağırırız” dedi. Fabrikanın önüne gideriz
dedi. O zaman biz de “sendika ne, ne yapacak?” diye sormuştuk. Ama şimdi çok farklı… Birlik olursak hangi engelleri aşacağımızı biliyoruz. Yani “birlikten kuvvet doğar” diye boşuna söylememişler. Aramız-
Murat
kışan patron bir aylık mesai paralarını verdi. Araya bayram tatili girdi. Ardından Direniş başladı. Parti olarak bunu DİSK’e bildirdik. Müdahil oldu. DİSK Örgütlenme
Daire Başkanı ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Başkan sürece dahil
oldu.
Genelde daha önceki mücadelelerde, işçilerin sendikalaşmasıyla beraber işveren
sınıfının saldırısıyla Direniş başlıyordu.
Burada sendikal bir örgütlenme yoktu. İşçilerin gasp edilen hakları vardı.
Burada İşçi Sınıfı mücadele tarihine yaraşır şekilde, Partimizin önderliğinde mücadele yürütüldü. Mücadelenin örnek kısımlarından biri, işyerinin iki kez işgal edil-
yan işverenler hakkında yasal işlem yapması gerekirken, en doğal ve meşru haklarını arayan işçileri ve DİSK yöneticilerini
gözaltına alması dikkat çekici ve düşündürücüdür.
Haksız ve hukuksuz bu uygulamayı
protesto ediyor, meşru haklarını arayan işçilerin ve Konfederasyonumuz Örgütlenme Dairesi Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz. 07.01.2009
Haklarını kullandıkları için gözaltına alınan sendika
yöneticilerimiz ve Örgütlenme Daire Başkanımız Ali Rıza
Küçükosmanoğlu derhal serbest bırakılsın!
Topkapı Nakliyeciler Sitesi’nde bulunan Akgün Taş. Otomotiv Tic. Ltd. Şti.
ve Yeşil Kargo ak. Ltd. Şti işyerlerinde
yasadışı lokavt uygulayarak, Nakliyeciler
Sitesi’ndeki işyerlerini kapatıp işçileri
açıkta bırakarak faaliyet yerlerini
Kıraç’da sendikasız ve toplusözleşmesiz
devam ettiren Akgün Lojistik önünde yapılan basın açıklamasından sonra DİSK
Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza
Küçükosmanoğlu, Nakliyat-İş Sendikası
Genel Sekreteri Aziz Cengiz, Örgütlenme
Daire Başkanı Abuzer Arslan ve Nakliyat-İş Sendikası İstanbul Şube Sekreteri
Hacı Altaş jandarma tarafından gözaltına
alınmıştır.
Kolluk kuvvetlerinin haksızlığa uğrayan işçileri koruması gerekirken tam tersine işçilere ve sendika yöneticilerine baskı
uygulamasını kınıyoruz.
Gözaltına alınanlar bir an önce serbest
bırakılmalıdır! 22 Ocak 2009
DİSK Yönetim Kurulu
17
6 Şubat 2009
Ünsa Çuval’da Zafer, Direnen İşçilerin Oldu
Ç
ürüyen, dağılan ve geberen kapitalizm olan emperyalizmin krizinin
faturasını, Ünsa İşçileri ödemedi.
15 Aralık’ta başlayan, kara, soğuğa, fırtınaya ve açlığa rağmen Partimiz Yöneticileri Önderliğinde direnen Ünsa İşçilerinin
haklı mücadelesi, zaferle sonuçlandı.
Ünsa işvereni ve maşası olan taşeronlar, yıllardan beri örgütsüz oldukları için
kölece koşullarda çalıştırdığı taşeron işçilerinin maaş, fazla mesai, asgari geçim
indirimi, kıdem ve ihbar tazminatlarını
gasp etmek istemişti. Üst işveren olan
Ünsa patronları, Direnişçi İşçilere; “siz
bizim işçimiz değilsiniz, gidin alacaklarınızı taşerondan alın” demişti.
Türkiye Devrimi’nin Önderi Ustamız
Hikmet Kıvılcımlı’nın “Başta işçi Sınıfımız gelmek üzere” şiarını rehber edinen
Partimiz, Ünsa İşçilerinin yardım talebi
üzerine; ilk günden, zafere elde edilene
kadar Direnişe sahip çıktı ve önderlik etti.
Ünsa İşçilerinin hakları gasp edilerek
işten atılmalarının DİSK’e iletilmesi
sonucunda, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, sürece
dahil oldu. Ünsa İşçilerinin mücadelesi
zafere ulaşana kadar, Direnişe önderlik
etti.
İşveren, daha Direnişin ilk günlerinde,
işçilerin yürüttüğü kararlı mücadele sonucunda bir aylık maaş ve fazla mesailerin
vermek zorunda kalmıştı. Bu kazanım
sonucunda, işçiler, diğer gasp edilen hakları için mücadeleye devam ettiler.
İşyerinin önünü eylem alanına çevirdiler. Taksim Meydanı’nda iki saatlik bir
eylem gerçekleştiren Direnişçiler, polisin,
“İstiklal Caddesi’nde yürüyemezsiniz”
diyerek yürüyüşlerini engelleme çabasına,
Oturma Eylemiyle cevap verdiler ve polise geri adım attırarak, İstiklal
Caddesi’nde yürüyüşlerini gerçekleştirdiler.
“Örgütsüz İşçi Köle İşçidir, Örgütlü
İşçi Yenilmez” şiarıyla Direnen İşçiler,
Parti Yöneticilerimiz Önderliğinde Ünsa
işyerini, 31 Aralık ve 7 Ocak günlerinde
iki kez İşgal ettiler. İşyeri önündeki jandarma baskısına ve Parti Yöneticilerimizin defalarca Direnişçi İşçilerle birlikte
gözaltına alınmasına rağmen mücadele
devam etti. 39 gün boyunca, Kadın İşçilerin kararlılığının öne çıktığı Direniş
sonunda, taşeron Ünsa İşçileri, alacaklarını o güne kadar kendilerini “tanımayan”
ve muhatap almayan üst işveren olan
Ünsa’dan söke söke aldılar!
Parababaları düzeninin, yarattığı krizin
bedelini ödetmek istediği Ünsa İşçileri,
İşçi Sınıfımızın son yıllardaki mücadeleleri itibariyle örnek bir mücadele sonucunda zafer kazandılar.
Kurtuluş Partililer, Usta’mız Hikmet
Kıvılcımlı’nın Teorisi ve Pratiğini dövüştürmeye bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonrada devam edecektir.
İşçi Sınıfımızı, emekçi halkımızı
örgütleyerek, Demokratik Halk İktidarını
kuracak, Parababaları düzenine son verecektir.
Yaşasın Ünsa Direnişimiz!
Yaşasın Ünsa İşgalimiz!
İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız!
İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
Halkın Kurtuluş Partisi
İstanbul İl Örgütü
ecla Kıran Yoldaş, bedence aramızdan ayrılışının üçüncü yıldönümünde
yoldaşları tarafından anıldı:
Necla Yoldaş Ölümsüzdür!
“Ölüm adın kalleş olsun”
Ölümün yakışmadığı insanlar vardır. İnsanlar vardır yüzlerinden gülücüğün, tebessümün başka hiçbir insana bu kadar yakışmayacağı…
İnsanlar vardır hayatları boyunca onur,
cesaret, mücadelenin sembolü ve yürekleri
insan sevgisiyle dolu…
İnsanlar vardır sessiz, abartısız, pozsuz,
çalımsız yani bir insanın sadeleşebileceği kadar sade…
Bu insanlar, yaşamları
boyunca evlerinde kırık
bir kanepe, bir tas sıcak
aş, tek göz bir oda da
olsa dünyanın bütün
güzelliklerini oraya
sığdırabilecek kadar
büyük bir yüreğe sahiptirler. İşte devrimci şairimiz Enver Gökçe’nin de
dediği gibi, bu insanları
ölüm aramızdan aldığında biz
bu ölüme kalleş deriz. Bundan tam
üç yıl önce zemherinin yirmisinde ölüm bu
kalleşliğini yine yaptı ve Necla Yoldaş’ı aramızdan aldı.
Bir halk türküsünde şöyle denir:
Bir insan ömrünü neye vermeli,
Yolda kalan da bir yürüyen de bir,
Harcanıp gidiyor ömür dediğin.
Yani sonuç aynı, ama ömrünü neye vereceğin, nasıl yaşayacağın önem kazanıyor.
Bir; onurlu, yiğit, devrimci yaşam var,
Bir de; korkak, sünepe sadece kendini
düşünen bir yaşam...
Sadece bugün değil, insanlığın geleceğine dair, kendinden sonrakileri de düşünen,
gerisinde yaşanabilir bir dünya ve onurlu bir
geçmiş bırakan yaşamlardır değerli olan.
Biz bu insanlara; gerçek insan diyoruz.
Bugün gerçek insan olmanın yolu da,
devrimci olmaktan geçer. Çünkü ancak devrimciler insana yaraşacak bir dünyayı isterler. Yani insanlığın gerçek kurtuluşu olan
sosyalizm mücadelesini ancak onlar verebilir.
Necla Yoldaş’ımız, yaşamı boyunca hep
gerçek insan oldu. Başka bir deyişle Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın da dediği gibi:
“Adam gibi adam” oldu. Son soluğuna kadar da öyle kaldı. Tâ ortaokul yıllarından
beri girdiği devrimci mücadelesini, üyesi olduğu sendikasında, İnsan Hakları Derneğinde, Hareketimiz içerisinde ve en son olarak
da Partimizin kuruluşunda Kurucu Üye
görevini alarak sürdürdü.
Necla Yoldaş’la bir anım:
Uzun süren 1 Mayıs veya benzeri mitinglerde bel ağrılarından bahsederdi Necla
Abla. “Biraz otur dinlen” dediğimde “Yok
be arkadaş bu sefer de kortej dağılır bu da
içime sinmez” derdi. Ağrıları çeke çeke eylemin sonuna kadar ayakta durmayı yeğlerdi.
Necla Yoldaş’ı aramızdan alan kanser illetine de, yoldaşımız aynı dirençle,
acılarını çevresine belli etmeden
dayanmıştı.
“Devrimcilik kahırlı
bir iştir, ayağının çamura batmasını istemeyen bu yola girmesin” demiştir Usta’mız
Hikmet
Kıvılcımlı.
Necla Yoldaş’ımız Usta’sına layık bir devrimci olmuştur. Ve Usta’mız
gibi son soluğunu verene
dek devrimci mücadeleden
hiç ayrı düşmemiştir.
Spartaküs’ler, Pir Sultan Abdal’lar, Şeyh
Bedrettin’ler, Bilimsel Sosyalizmin kurucuları Marks-Engels, Lenin ve Kıvılcımlı Ustalar, Denizler, Mahirler, Faruk Hoca’mız,
İsmet Demir, Recep Yoldaş, Saadet Bayyar
ve ismini sayamadığımız, kendini insanlık
davasına adamış nice devrimciler nasıl halen halkların belleğinde taptaze yaşıyorsa;
Necla Yoldaş da Devrimci Mücadelemizde;
Direnişlerde, İşgallerde, Grevlerde bizimle
beraber yaşayacaktır!.. Ve de yaşatacağız.
Partimiz, Necla Yoldaş’ın aramızdan ayrılışının 3’üncü yılında andı. Partimizin Genel Merkez’inde yaşamının ve mücadelesinin anlatıldığı bir Anma düzenleyerek O’na
karşı devrimci görevimizi yerine getirdik.
Anmada, onunla beraber mücadele etmiş
birçok arkadaşımız; Necla Yoldaş daha dün
aramızdan ayrılmış gibi konuşmakta ve
duygularını ifade edebilmekte zorlandılar.
Bir kez daha, anmada bulunan arkadaşlar tarafından Necla Yoldaş’ın bize sunduğu
örnekte olduğu gibi insanın ömrünü neye
vermesi gerektiği bilince çıkarılmış oldu.
Selam Olsun Bizden Önce Geçene,
Selam Olsun Savaşırken Düşene!
ecla Yoldaş Ölümsüzdür!
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
K
Kurtuluş Partisi’nden Gebze’de Parababalarının Krizine karşı miting
Krizin faturası İşçi Sınıfına değil patronlara!
urtuluş Partisi, kriz bahanesiyle işten atılmalara, pahalılığa ve zamlara karşı Gebze Cumhuriyet Meydanı’nda 28 Aralık
2008’de yaklaşık 200 kişinin katılımıyla kitlesel
bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
İçinde yaşadığımız günler İşçi Sınıfımız ve
emekçi halkımız için gerçekten zor günler. Emperyalizmin doğasında olan kaçınılmaz krizlerinden birini daha yaşıyoruz. Bu seferki
1929’dan bu yana yaşanan en büyük ve önemli
bir ekonomik kriz. Merkezi ABD olan kriz tüm
dünyaya yayıldı, yayılıyor. Ülkemiz de bundan
Tayyipgiller’in “teğet geçer” kandırmacalarına
rağmen fazlasıyla payını alıyor. Gün geçmiyor
ki, kapatılan, üretimi belirsiz sürelerle durduran
fabrikaları, dolayısıyla da işten atılan işçi kardeşlerimizin haberini almayalım. Krizi fırsat bilen işverenlerin aylarca işçilerin maaşını ödemediğini veya maaşlarda düşüşe gittiğini duymadığımız gün yok gibi. Yapılan araştırmalar krizden
etkilenmeyen sektörleri sağlık ve kozmetik olarak gösteriyor. Fakat hastalardan ve sosyal güvenlik kurumlarından parayı peşin alan özel hastaneler, aynı kârlılığa devam ederken, kriz bahanesiyle işçilerin maaşını ödemiyor. Krizi kendisi
için fırsata çeviriyor. Bu birçok sektör için de
geçerli aslında.
Elbette dünyada krizden etkilenmeyen ülkeler de var. Bunları saymadan da geçemeyeceğiz.
Çünkü bu ülkeler, krizin gerçek nedeninin emperyalizm, Parababaları düzeni olduğunu gözler
önüne seriyor ve yüreğimizi ferahlatıyor.
Kim bu ülkeler?
ABD Emperyalizmi ve onun ekonomik zor
örgütü IMF’yle hiçbir ilişkisi olmayan Sosyalist
Küba ve Kuzey Kore. Yine Venezüella ve Bolivya da görece diğer dünya ülkelerine göre daha az etkileniyor bu ekonomik krizden. Çünkü
bu ülkeler de antiemperyalist ve yurtsever liderlerce yönetiliyor ve Sosyalizm yolunda ilerliyor.
Kurtuluş Partisi olarak Parababalarının krizinin faturasının İşçi Sınıfımıza ödettirilmeye çalışılmasına karşı, Parababalarının krizi fırsata
dönüştürmeye çalışmalarına karşı kitlesel bir eylem yaptık, İşçi Sınıfının Anadolu yakasındaki
merkezi Gebze’de. Eylem öncesi hazırlık çalışmalarımız da başlı başına birer eylem oldu. İs-
tanbul’un özellikle işçi semtlerinde ve Gebze’de
işçi servislerinin kalktığı yerlerde sabah servislerine krizle ilgili bildirimizi dağıttık. İşçi Sınıfımızı eyleme çağırdık, krizin bedelini ödememek
için, Parababalarına ödettirmek için mücadele
etmekten başka çaremiz olmadığını anlattık. Yine İstanbul’daki merkezi yerlerde, İzmit ve
Gebze’de meydanlarda aynı bildirilerimizi dağıtarak halkımızı hem krizin gerçek nedeni konusunda uyardık hem de birlikte mücadeleye çağırdık.
Binlerce afiş yaptık, İstanbul, İzmit ve Gebze’de. Eyleme çağrı içeren ozalitlerimizi Gebze’nin merkezi yerlerine astık. Ev toplantıları
yaptık. İnsanlarımızla bir araya gelerek kriz konusunda bilinçlendirdik, nasıl mücadele edeceğimizi tartıştık. Yine merkezi yerlerde İşçi Sınıfımızı ve emekçi halkımızı eyleme çağıran el
ilanlarını dağıttık. Günler öncesinden başlayan
hazırlıklarımızla, Direnişte olan çeşitli işyerlerinden işçi kardeşlerimizin ve Bursa’dan Kurtuluş Partili Yoldaşlarımızın da katılacak olmasıyla büyük bir heyecan yaşadık. İçimiz içimize
sığmadı. Gebze’de daha önce de eylem yapmıştık. 15-16 Haziranları kutlamıştık. Ama ilk kez
böyle kitlesel bir eylem yapacak olmanın heyecanı ve coşkusuyla gece uyuyamadık, Gebze’li
yoldaşlar olarak.
Eylem günü Gebze’nin en kalabalık caddesi
olan Eski Çarşı’dan, eylemi yapacağımız Cumhuriyet Meydanı’na kadar düzenli kortejimizle,
pankartlarımız, bayraklarımız, dövizlerimiz ve
sloganlarımızla yürüdük. Daha önce bu cadde-
den pankartlı yürüyüşe izin vermeyen polis, kalabalık karşısında çaresiz kaldı ve yürüyüşümüze devam ettik. Eylem alanında ses düzenimiz
kurulmuştu.
Kriz bahanesiyle işten atılan ve direnişlerle
haklarını arayan Sinter Metal İşçileri, Ünsa
Ambalaj İşçileri, Dostel Makine İşçileri, Philips İşçilerinin de katıldığı eylemde basın açıklamasını Kurtuluş Partisi Kartal İlçe Sekreteri Barış Aşan yaptı.
Ardından Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye
oldukları için işten atılan ve 22 Aralık’ta fabrikalarını işgal eden, o günden beri de direnişte
olan Sinter İşçileri; 4 Aralık’tan beri Direniş’te
olan ve “Hakkımızı Söke Söke Alırız!” diyen
Ünsa İşçileri ve Philips İşçileri adına birer işçi
arkadaş da konuşma yaptı.
İşçi kardeşlerimizin yaptığı konuşmalar, söylediğimiz türküler, çektiğimiz halaylarla eylemimiz küçük bir mitinge dönüştü. Gebze Halkı’nın
ilgisi yoğun oldu. Sloganlarımızı hep birlikte attık. Cumhuriyet Meydanı’nı doldurduk. Basının
ilgisi de dikkat çekiciydi. Ertesi gün tüm Gebze
yerel basınında eylem haberimiz geniş bir şekilde yer aldı.
Eyleme DİSK Örgütlenme Daire Başkanı
ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali
Rıza Küçükosmanoğlu ve diğer sendika yöneticileri ile Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze
Şube Mali Sekreteri ecmettin Aydın katılarak destek verdiler.
Eylemde; “Yaşasın Ünsa Direnişimiz”,
“Yaşasın Sinter Direnişimiz”, “Krizin Bedeli
Parababalarına”, “İşçilerin Birliği Sermayeyi
Yenecek”, “Filistin Halkı Yalnız Değildir”,
“Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi” sloganları atıldı.
Kurtuluş Partisi olarak nerede kriz bahanesiyle işten atılan işçiler varsa, buna karşı mücadele eden işçiler varsa orada olacağımızı, buraları eylem alanına çevireceğimizi, Parababalarının krizi fırsata çevirmesine izin vermeyeceğimizi haykırdık bir kez daha.
Parababalarının, kriz bahanesiyle işten çıkardığını duyduğumuz, bildiğimiz işyerlerine, işçi
kardeşlerimize yangın yerine koşar gibi koşacağız. Krizin faturasını İşçi Sınıfımız değil,
Parababaları ödeyecek. Emperyalizm var oldukça onun krizleri de var olacaktır. Onun için
tek gerçek kurtuluşumuz, tek gerçek hakça düzen olan Sosyalizmdir.
Gebze’den Kurtuluş Partililer
Derleniş Yayınları ve Kurtuluş Yolu Çukurova Tüyap Kitap Fuarı’nda
A
dana Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen kitap fuarında açtığımız stantta Gazetemiz Kurtuluş Yolu ve Derleniş Yayınları’nca yayımlanan kitaplarımızla, bir yandan teorimizi Çukurova
halkına ulaştırırken, diğer yandan yeni ve sıcak ilişkiler geliştirdik.
Halkın Kurtuluş Partisi’nin çeşitli afişleri
ve Ustamız Hikmet Kıvılcımlı’nın pankartıyla; Marks, Engels, Lenin, Mustafa Kemal,
Che ve Castro’nun resimleriyle donattığımız
standımız, gerek görsel açıdan gerekse stant
başı sohbetleriyle önemli bir ilgi odağı oldu.
Partimizi ve Kıvılcımlı Usta’yı duyan-izleyen
kimi insanlarımızın yanı sıra, çeşitli siyasi
gruplardan kişiler de standımıza uğrayarak sorularını ve fikirlerini yönelttiler, kitap, gazete,
broşür ve bildirilerimizi aldılar.
Fuar süresince, pek çok yayınevinin düzenlediği çeşitli paneller gerçekleştirildi. Bu
kapsamda, Derleniş Yayınları olarak Av. Do-
ğan Erkan’ın yönettiği, Halkın Kurtuluş Partisi Mersin İl Başkanı Arif Çakır’ın konuşmacı
olduğu “AB-D Emperyalizmi ve Birinci
Kurtuluştan İkinci Kurtuluşa Türkiye”
başlıklı bir panel gerçekleştirdik.
Doğan Erkan Yoldaş, Lenin Usta tarafından öngörülen Ulusal Kurtuluş Hareketleri ile
Proleter Devrimlerin doğal müttefikliği tespitini kısaca açıkladı.
Panel; Arif Çakır Yoldaş’ın konuşmasıyla
devam etti. Gerçek olaylara dayanarak somut
kanıtlarıyla ortaya koydu. Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nın ve önderlerinin ilerici niteliği, bu niteliğin Üçüncü Enternasyonal Doğu Halkları Kurultayı ve Lenin
Usta’nın önderliğindeki Sovyetler Birliği tarafından duruca kavranarak kurulan ittifakı detaylarıyla anlatıldı. Bu tarihsel gerçekliği kavrayarak bugünkü mücadelesini bu hatta oturtan yegane partinin Halkın Kurtuluş Partisi olduğunu vurgulayan Arif Çakır Yoldaş, bugün
kerte kerte yitirilmiş
olan Ulusal Kurtuluş’un
Sosyal Kurtuluş demek
olan Sosyalizmle taçlandırılarak er-geç yeniden
kazanılacağını söyledi.
Çakır, hedefin yeni bir
Sovyet Birliği demek
olan Türk-Kürt Sosyalist
Cumhuriyeti kurmak olduğunu belirtti.
Panel’e Adana, Mersin, Antep, İskenderun,
Samandağ, Antakya bölgelerinden Kurtuluş Par-
tililerin yanı sıra Fuar’a gelen pek çok okur da
katıldı. Yaklaşık 70 kişilik katılımla Fuar’ın
en kabalık panellerinden biri gerçekleştirilmiş
oldu.
Fuar katılımcıları, İsrail’in Gazze’ye
yaptığı insanlık dışı saldırıyı protesto
etti
Fuar’ın ikinci günü, devrimci-demokrat
yayınevlerince İsrail’i protesto eylemi düzenlendi. Yayınevimize yapılan çağrı üzerine hazır bulunan arkadaşlarımızla bizler de eyleme
katıldık. Fuar ve Kongre Merkezi’nin hemen
girişinde düzenlenen eylem sırasında “Katil
İsrail Filistin’den Defol”, “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP”, “Filistin Halkı Yalnız Değildir” vb. sloganlar atıldı. Böylece Çukurovalı
okurların bu insanlık dışı saldırıya karşı dikkatleri çekilerek kitap fuarından da insani bir
haykırış yükselmesi sağlanmış oldu.
Türkiye Halklarının biricik Kurtuluş Yolu
olan Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik
hazineleri ve kurtuluş kavgasının önder partisi Kurtuluş Partisi’nin mücadele hattı, Çukurova halkıyla da buluşuyor. Bu buluşma kitleselleştiğinde, Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıcında direnişlerle
emperyalistleri topraklarından atan Çukurova
ve yiğit Çukurova halkı da, Halk Kurtuluş
Cephesi’ndeki haklı yerini elbet alacaktır. Selam olsun, kendisini Halkların Kurtuluş Davası’na adayan tüm gerçek devrimcilere!
Çukurova’dan
Kurtuluş Partililer
18
6 Şubat 2009
“Açık Toplum” çakalları kürk değiştiriyor
Baştarafı sayfa 20’de
vil ağlar” örme girişimlerine dâhil olur.
Özellikle sosyalist ülkelerde alttan alta “İnsan Hakları”, “Barış”, “Demokrasi”, “Sosyal Yardım”, “Açık Toplum” diyerek, ama
asıl önemlisi para dökerek, CIA ile birlikte
Batı yanlısı propaganda yapar ve örgütlenir.
Sosyalist ülkelerdeki sosyalistlerin uyuması sayesinde bu tür örgütlenme emperyalizm açısından çok da başarılı olur.
Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri yıkılınca Soros’un Açık Toplum Enstitüsü daha fütursuzca örgütlenmeye girişti. Bugün kendi sitelerinde Açık
Toplum Enstitüsü’nün tüm dünyada 60 ülkede örgütlenmiş olduğu belirtiliyor. Bu örgüt yapısının temel birimlerini vakıflar
oluşturuyor.
Soros, kendisini ABD muhalifi hayırsever bir dolar milyarderi olarak gösterir.
ABD Emperyalizminin aracı olmasına rağmen, Soros ABD’yi ve emperyalizmi yeren
sunturlu sözler söyler. Örneğin:
“ABD’de orta sınıfın ve yoksulların
aleyhine zenginleri kayıran ve devletle
büyük şirketlerin habis ittifakını temsil
eden Bush’un doktrini, ‘Amerikan üstünlüğü’ görüşüne dayanıyor. ABD’nin
dünyanın egemen gücü olduğunu, bu
egemenliğin bütün uluslararası anlaşmaların önüne geçtiğini savunuyor. Dinsel
köktencilik ile piyasa köktenciliğini buluşturan bu ‘yeni muhafazakâr’ görüşler,
sosyal Darwinciliğin kaba bir versiyonudur. Bunlar terk edilmeli ve ‘halkların
egemenliği’ni esas alan yeni bir sistem
kurulmalı.” (www.tempodergisi.com.tr)
Doğru söze ne denir?
Bugün yaşadığımız ekonomik bunalımın nedeni ve sonuçları üzerine de keskin
laflar eder Soros. Reuters bildiriyor:
“Milyarder yatırımcı George Soros
Pazar günü şu öngörüde bulundu: Mali
kriz 1980’lerden beri küresel ekonomiyi
borç ve kuralsızlaştırma (deregülasyon)
ile sürükleyen ABD merkezli piyasa sisteminin sonu anlamına geliyor.
“Soros C
ile yaptığı bir söyleşide
“Küreselleşme yoluyla küresel mali piyasaların merkezi Amerika dünyanın sahip
olduğu birikimleri hortumlamaktadır.”
dedi.
“Demokrat Parti’nin sadık bir destekçisi olarak Soros, “Bu artık bitmiştir.
Oyunun sonu. Bu Amerika için çok ciddi
bir
derstir”,
diye
ekledi.”
(www.reuters.com, 12 Ekim 2008)
Kulağa hoş geliyor. Ne var ki, Soros’un
milyarlarının kaynağı dünya emekçileridir.
Para oyunlarıyla dünya halklarının birikimlerini söğüşlemiştir. Yani Soros, hem insani
amaçlar için yola çıktığını belirtir, hem de
dünya halklarını dolandırarak milyar dolarlarını artırır. Bu büyük çelişkiyi de şöyle
açıklar:
“Para piyasalarında spekülasyon yaparken sıradan bir işadamının karşılaşacağı ahlaki kaygıların çoğunu bir yana
bırakacaksınız… Ben para piyasalarında
ahlaki kaygılarla kendimi sınırlamak zorunda kalmadım.” (George Soros, Soros
on Soros, Aktaran: Friends of Liberty,
www.FriendsOfLiberty.com)
Görüldüğü gibi, konu para kazanmak
(soygun, sömürü) olduğunda ahlâkî değerler bile çiğnenir, her şey mubahtır. Vurguncudur Soros. Sadece para oyunlarıyla yetinmez. Fırsat kaçırmaz. Bu sayede,
“Vur–Kaç Kapitalizminin Kıralı” unvanını almıştır. Girdiği yerlerde yapılan emperyalist propagandaların başında “devletin küçültülmesi” tezi gelir. Zaten uluslararası finans kuruluşları da aynı tezi işler.
Böylece dünya halklarının birikimleri emperyalistlere, “devleti küçültüyoruz” denerek peşkeş çekilir. Soros, özellikle eski Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde böyle büyük vurgunlar vurmuştur. Kazandığı bu
cukka sermayenin bir bölümünü, geri ülkelerde yandaş edinmek için rüşvet olarak dağıtır. Tabiî ki, kaz gelecek yerden tavuğu
esirgemez.
Demek ki, söz konusu vurgun olunca,
emperyalist çıkarları olunca, bütün o süslü
laflar bir yana bırakılır. Aslında bu süslü
laflar kamuflajdır. Girilen yerde hem karşıdevrim için, politik ve ekonomik emperyalist çıkarları için çalışmalar başlatılmış olur,
hem de kendi cebini doldurur Soros. Bu iki
yön birbirinden ayrılmaz.
Özetle, vurguncu, rüşvetçi, dolandırıcı,
Parababası, emperyalist ajanı Soros’un bir
hayırsever, bir insan hakları savunucusu,
bir demokrat olduğuna kim inanır?
Vakıf Değirmeninin Suyu
Nereden Gelir?
İkinci Emperyalist Savaş daha bitmeden, Sovyetler’in Stalingrad Zaferi ile savaşın sonu belli olmuştu. Bu zafer Hitler
Faşizminin sonunun habercisiydi. Savaşta
diri kalan genç, topraklarında savaş görmemiş ABD Emperyalizmi daha o zamandan
yeni dünya için kendini hazırladı. Amaç
hem emperyalist sömürüyü sağlamlaştırmak, hem de sosyalist dünyayı baskı altına
almaktı. Bu amaç kapsamında, aslında gizli servislerin denetiminde olan ama bağımsızmış gibi gösterilen sözde “sivil” örgütlerle donattılar dünyayı. Bu sivil örgütler
genellikle “kâr amacı gütmeyen”, masum
adlı, hayır kurumu görünümünde, bu nedenle denetimi daha zor, aynı zamanda vergi bağışıklığı olan, daha kolay gözden gizlenebilir vakıflardı. Bu vakıflar öylesine girift ilişkiler içinde iç içe geçmişlerdi ki, vakıfların nasıl finanse edildiğini, arkasında
kimin olduğunu saptamak kolay olmuyordu. Arada bir perde arkasında iplerin kimin
elinde olduğunu ortaya koyan gelişmeler
olduysa da, bunlar genellikle vakıflar ağının büyüklüğü karşısında etkisiz kaldı. İngiliz Gazeteci ve Tarihçi Frances Stonor
Saunders bu karmaşık ilişkileri nice
sonra, 1999’da belgeleriyle ortaya
koydu. Örneğin 1960’ların başındaki durumu öğreniyoruz:
“(...) 1964 Ağustosunda çok
can sıkıcı bir şey oldu. Kongre
üyesi Wright Patman, vergi
bağışıklığı olan özel Amerikan
vakıflarıyla ilgili bir Kongre
araştırması yürütürken, birtakım vakıfların (‘Patman Sekizlisi’ olarak bilinen toplam sekiz
vakfın) CIA’ya paravanlık ettiği
bilgisi dışarıya sızdı: Gotham
Vakfı, Michigan Fonu, Price Fonu,
Edsel Fonu, Andrew Hamilton Fonu,
Borden Tröstü, Beacon ve Kentfield fonları. Sızan bilgilere göre bu vakıflar birer
posta kutusuydu, birer adresten başka
bir şey değildi, CIA parasını almak ve
parayı görünüşte yasal bir şekilde başka
bir yere aktarmak üzere kurulmuşlardı.
Söz konusu posta kutusuna para aktarıldıktan sonra ‘ikinci pas’a ya da ‘aktarma’ya sıra geliyordu: paravan vakıf, yasal etkinlikleriyle tanınan belli başlı bir
vakfa ‘katkı’da bulunuyordu...
“Yasal bir vakıf, CIA tarafından belirlenmiş alıcı bir örgüte bağışta bulunduğu zaman ‘üçüncü pas’ atılıyordu. Houston Post’un yönetmeni ve Hobby Vakfı’nın mütevelli heyeti üyesi William
Hobby bunun nasıl işlediğini şöyle açıklıyordu: ‘Bize CIA’dan belli fonların aktarılacağı söyleniyordu. Daha sonra, sözgelimi XYZ örgütünden bir mektup alıyorduk, bizden para istiyorlardı. Biz de veriyorduk.’ Hiç soru sorulmuyordu.
‘(CIA)’nın ne yaptığını bildiğini düşünüyorduk’...
“(...) Para CIA’dan geliyor, belli ara
istasyonlardan – Gotham, Michigan, Andrew Hamilton, Borden, Price ve Kentfield vakıflarından, Patman Sekizlisi’nin
altısından – geçerek Kaplan Vakfı’na aktarılıyordu. Kaplan Vakfı’nın başkanı ve
kasadarı Jacob M. Kaplan’dı; hatırlanacağı gibi Kaplan 1956’da Allen Dulles’a
(1953-1961 yılları arasında CIA Başkanı –
Kurtuluş Yolu) hizmete hazır olduğunu
söylemişti.” (Frances Stonor Saunders, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı. CİA ve Kültürel
Soğuk Savaş, Doğan Kitapçılık, 2004, s.
383)
Ortada Arap saçına dönmüş vakıf ilişkileri vardır. Ama suyun başındaki CIA’dır.
Değirmenin suyu CIA’dan gelmektedir.
Çünkü CIA’da para da ganidir. Yukarıda
adı geçen kitapta, Frances Saunders bir CIA
ajanının ağzından şu sözleri aktarır:
“Hepsini harcayamazdık. Bir keresinde, hatırlıyorum, Wisner (II. Emperyalist
Savaş sonrasında CIA’nın atası Stratejik
Araştırmalar Servisi’nin Güneydoğu Avrupa operasyonlarının başı, 1950’li yılarda
CIA’nın Planlama Bölümü Şefi Frank Wisner – K. Y.) ve murakıpla buluşmuştuk.
‘Aman Tanrım’ dedim, ‘bu kadar parayı
nasıl harcarız?’ Hiç sınır yoktu, hiç kimse de hesap vermek zorunda değildi.
Hayret edilecek bir şeydi.” (Gilbert Greenway, CIA Ajanı, Aktaran Frances Saunders, age. s. 119)
Bu CIA vakıflarını kurmak da pek kolaydır. Bir zamanlar gazeteci olup, 1950’de
CIA’nın Uluslararası Organizasyonlar Bölümü Başkanlığına getirilen Thomas Braden’den okuyalım:
“Farfield Vakfı bir CIA vakfıydı, daha böyle pek çok vakıf vardı” diye devam etmişti Braden açıklamasına. “Vakıfların adlarını çeşitli amaçlarla kullanıyorduk ama vakıf yalnızca kâğıt üzerinde vardı. ew York’ta zengin ve tanınan birine gidiyorduk, ona ‘Bir vakıf
kurmak istiyoruz’ diyorduk, ne yapmak
istediğimizi anlatıyorduk, gizli tutulacağına dair şeref sözü verdiriyorduk, o da
‘tabiî kurarım’ diyordu. Sonra onun adını taşıyan antetli mektup kağıdı bastırıyorduk, al sana bir vakıf. Gerçekten çok
basit bir işti” (Aktaran, Frances Saunders,
age, s. 140)
Bu vakıflarda kaynak mümkün olduğunca gizli tu-
Hakan Altınay
tulur. Bunu sağlamanın bir yolu da kuruluşun kendini politik veya ideolojik olarak
ABD siyasetinden bağımsız, hatta ABD’ye
karşı göstermesidir. Ayrıca, emperyalist
psikolojik savaş kurallarınca “Propaganda
yapmanın en iyi yolu, hiç yapmıyormuş
gibi görünmektir” (Richard Crossman, İngiliz İşçi Partisi’nin önde gelen antikomünist liderlerinden). Bütün bu vakıf ağları bu
genel kurallara az çok uyarlar. İşte Sorosçu
kuruluşlar da bu konumdaki vakıflardır genellikle.
Antiemperyalist Sözler
Ne Kadar İnandırıcı?
Soros’un, ABD karşıtı sözlerinin arkasında yatan neden sırıtmaktadır: Halk kitlelerini kandırmak! Ama inceden, has emperyalist propagandası yaparlar aslında. İşte Soros’un, Can Dündar ile 2005 Mayısında yaptığı söyleşide AKP’ye bakışı, doğrudan ABD siyasetinin dile getirilmesinden
başka bir şey değildir:
“AKP, İslami bir ülkenin en demokratik partisi. Ve bu çok olumlu bir şey.
İslami demokrasinin başarılı olması için
elden gelen her şey yapılmalıdır. Türkiye
diğer İslami ülkelerden farklı bir tarihe
sahip olmasına rağmen yine de İslam
dünyası için çok değerli bir örnek olabilir.” (Milliyet, 12 Mayıs 2005)
Görüldüğü gibi, Soros da “Ilımlı İslam” diyor. AKP’yi “en demokrat” parti
yapıyor. “İslami demokrasinin”, dolayısıyla
AKP’nin başarılı olması için “elden gelen
her şey yapılmalıdır” diyor.
Uluslararası Sorosçu örgütlerin en etkililerinden birisi İnsan Hakları İzleme Örgütü’dür (Human Rights Watch). Bu örgüt de antikomünist sivil ağlardan biridir.
Bu örgütün kuruluşu, Helsinki İzleme Örgütü (Helsinki Watch) olarak 1978’e dek
gider. Amacı özellikle Sovyetler Birliği
hakkında dünya kamuoyunda insan hakları
ihlalleri konusunda yaygara koparmaktır.
Bugün Soros’un başlıca destekçisi olduğu
“sivil ağ” birimlerinden biridir. Soros, bu
örgütün Avrupa ve Ortaasya Danışma Kurulu’nda yer almaktadır. Bu örgütte 12 yıl
yöneticilik yapan Aryeh eier adlı uşak,
şimdi Soros’un Açık Toplum Enstitüsü
Başkanıdır. İşte Sorosçu olduğu aşikâr olan
bu örgütün, Türkiye’de safları en net şekilde ortaya koyan üç olaya, Türban olayı ile
AKP’nin kapatılması ve Darbe/Ergenekon olaylarına yaklaşımı. Dinci Basından
okuyalım:
“Başörtüsü tartışmalarına İnsan
Hakları İzleme Örgütü Başkanı Kenneth
Roth da katıldı. Özgürlükçü bir yaklaşım sergileyen Roth, başörtüsünün sadece üniversitelerde değil, kamu kurumlarında da serbest olması gerektiğini söyledi.” (Zaman Gazetesi, 24 Ocak 2008)
Görüldüğü gibi, türbana sadece üniversitelerin değil, kamu kurumlarının da açılması gerektiğini belirtiyor Sorosçular. Türbanı özgürlükle eş tutup, dinci güruhlarla
aynı dili kullanan, hatta ortak eylem yapan
sözde solcularımıza duyururuz.
Benzer şekilde, İnsan Hakları İzleme
Örgütü, AKP’nin kapatılma davasına ve Ergenekon sürecine de burnunu sokar:
“Raporda Ergenekon davası şu şekilde ifade edildi: “Ceza yargı sisteminin bu
davanın etkin bir şekilde görülmesini
sağlayacak yetki ve bağımsızlığa sahip
olup olmadığına dair şüpheler olsa da
bu dava, ordu ve devletin bazı unsurlarının siyasi hayattaki olumsuz rolleriyle mücadele etmek
için Türkiye’ye eşsiz bir olanak
sunuyor.”
“Ergenekon
davasında
emekli generallerin de olduğuna değinen örgüt, polisin araştırmaları neticesinde Cumhuriyet Gazetesi’ne yapılan saldırıda kullanılan silahın Danıştay
saldırısında da kullanıldığını
yazdı. Örgüt, “aşırı ulusalcılar”
olarak nitelediği Ergenekon sanıklarının suikast ve ülkede kaos çıkarmaya yönelik plan içinde olduğunu dile
getirdi.
“AK Parti kapatma davasına da geniş
yer veren raporda 2008 yılında Türkiye’de yaşanılan siyasi krizin insan hakları reformlarını da sekteye uğrattığı kaydedildi.” (Yeni Şafak, 15 Ocak 2009)
Türkiye’de 12 Eylül Faşistleri tarafından ülke mezbahaya çevrilirken sesini çıkartmayan bu Sorosçu kuruluşun amacının
ne olduğu anlaşılıyor.
“Törkiş” Açık Toplum
Enstitüsü Neyin Nesidir?
Sovyetler ve diğer sosyalist ülkelerin yıkılmasıyla birlikte, Soros’unkiler dahil,
CIA kontrolündeki “sivil”(!) toplum kuruluşları dünya halklarına aç kurtlar gibi fütursuzca saldırdılar. “Küreselleşme” tezi
de aynı zamanda ortaya çıktı. Amaç dünya
halklarının emperyalizmce engelsiz sömürülmesiydi. Emperyalizmin amacı zaten
tüm dünyayı tekellerin açık pazarı haline
getirmektir. Bunun için gümrük duvarları
kalkmalı, ulusal çıkarlar bir yana bırakılmalı, “küreselleşme” diyerek halklar tekellerin
sonsuz sömürüsüne açılmalıdır. “Açık
Toplum”un açıklığı işte bu noktadadır.
Ne var ki, aynı zamanda, bu amaca engel olabilecek antiemperyalist yapıdaki eğilimlerin kafaları bulandırılmalıydı. Bunu da
“ilerici”, “yenilikçi” görünümde sivil toplum kuruluşları ile yapmak mümkündü.
Öteden beri CIA patentli gizli ya da açık gerici örgütlerin cirit attığı Türkiye’de, özellikle demokrat kesimleri emperyalizm gemisinin dümen suyuna sokacak sivil toplum
kuruluşları açısından bir boşluk vardı. Bu
boşluğu başta Sorosçular doldurdu. Politik
ortamı, gene kendilerini “Yenilikçi” olarak
tanımlayan Tayyipgil’e, gelmekte olan Irak
işgaline ve ekonomik bunalıma hazırlamak
gerekiyordu. Tabiî, Tayyipgil iktidara geldikten sonra da desteklemek görevleri vardı. Zaten Soros kuruluşları da tümüyle
ABD stratejisinin sivil ağlarından başka bir
şey değildi. İslam ülkelerinde, “demokrasi”, “insan hakları”, açık toplum” vb. denerek Ilımlı İslam tezleri işleniyordu. Bu tezlerin daha inandırıcı ve etkili olabilmesi
için sivil ağların güçlendirilmesi gerekiyordu. Böylece bizim Soros(pu) Çocukları
açıktan ortalığa çıktılar.
Soros(pu) Çocukları Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Temsilciliği’nin kuruluşunu
şöyle aktarıyorlar:
“Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye’deki çalışmalarına gelince... 1999 yılının Aralık ayında Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne aday ülke oluşunun karara
bağlanması, Açık Toplum Enstitüsü’nün
Türkiye’yi düşünmeye başlamasına vesile oldu. Avrupa Birliği’ne aday ülke olmanın Orta Avrupa ülkelerinde ne tür
olumlu dönüşümlere vesile olduğunu birinci elden izlemiş olan Açık Toplum
Enstitüsü, Türkiye’de de bu süreci desteklemenin önemli olabileceği tespitinden yola çıkarak, Ocak 2000’de başlayan
ve 15 ay süren bir Türkiye’yi düşünme
süreci yaşadı. Bu süreçte, Türkiye’deki
yüzü aşkın sivil toplum temsilcisi, akademisyen ve siyasetçi ile görüşülerek, Açık
Toplum Enstitüsü’nün Türkiye’de var
olup
olmaması
gerektiği,
eğer
Türkiye’de var olacaksa hangi konuların
öncelikli olabileceği üzerine detaylı görüş
alış verişinde bulunuldu. Bu süreçte, konuştuğumuz pek çok kişinin, daha önceki yıllarda Açık Toplum Enstitüsü’nün
Türkiye’de var olması gerektiğini düşünerek Enstitü ile bağlantı kurmaya çalıştıklarını, geç de olsa bunun şimdi gerçekleşiyor olmasından memnuniyet duyduklarını gördük. Yine aynı süreçte, son derece yaratıcı, becerikli, sebatkâr aktivistlerle tanıştık. Türkiye’de var olma konusundaki şevkimiz daha da arttı. Türkiye’de var olma kararını aldıktan sonra,
Temmuz 2001’de kuruluş başvurumuzu
yaptık; Ağustos 2001’de Bebek’teki ofisimizde çalışmaya başladık.” (Açık Toplum
2001-2008, s. 10; www.osiaf.org)
Burada Türkiye Açık Toplum Temsilciliği’nin kurulmasını AB adaylığına dayandırıyor Soros(pu) Çocukları. On beş ay süren bir kuruluş öncesi hazırlık döneminden
söz ediyorlar. Ancak bu doğru değil. Olayın
öncesi var. Soros’un bizzat kendisi Orta ve
Doğu Avrupa’ya, Türkiye dahil 1991’de girildiğini belirtiyor. Ayrıca, Açık Toplum
Enstitüsü’nün Türkiye’deki ağlarını oluşturan Açık Radyo’nun olsun, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV)
olsun, kuruluşları 1994’e kadar gidiyor. Demek ki, altyapının oluşturulması Soros’un
açıkladığı bilgilerle çakışıyor. Buna rağmen, Açık Toplum Enstitüsü Genel Müdürü Hakan Altınay, bakın olayı nasıl basitleştirerek örtbas etmeye çalışıyor. Devrim
Sevimay ile yaptığı söyleşiden aktarıyoruz:
“ George Soros’la ilk ne zaman tanıştınız?
“2001’de, ATE-Türkiye’yi kurduktan
sonra.
“- Türkiye’de bir ATE’yi kurmayı kim
önerdi size?
“Daha önceden tanıdığım bir ATE sorumlusu “Türkiye’de bir ofis açmayı düşünüyoruz, bize yardımcı olur musun”
dedi. Aslında zaten hobi olarak yapacağım bir işi teklif ettiler bana. Tabiî kabul
ettim, 2001’de ATE Türkiye’yi kurduk.”
(Milliyet, 29 Aralık 2009)
Görüldüğü gibi, sıkıntılılar bu uşaklar.
Vaktiyle kendi sitelerine koydukları kuruluş
süreci ile bile çelişen açıklamalar yapıyor
Genel Müdür Hakan Altınay. Altyapı
1990’larda oluşturulmuş, 2000’den başlayarak bir buçuk yıla yakın kuruluş çalışmaları yapmışlar. Bunu atlıyor, ne idüğü belirsiz bir “ATE sorumlusu”nun yardım istemesi üzerine bu görevi üstlendiğini belirtiyor. Üstelik hobi olarak... Amaçları Soros
ile bağlantılarını gizlemek, Soros’tan ve diğer emperyalist vakıflarından para aldıklarını örtbas etmek.
19
6 Şubat 2009
Soros(pu) Çocukları, doğrudan kendileri bu 7 yıllık dönemde (2001-2008) Soros’tan 11 milyon dolar aldıklarını belirtiyorlar. Tabiî, elin oğlu bu paraları boşuna
dökmüyor. Emperyalist strateji doğrultusunda çalışmalar yapmak lazım. Bu çalışmalar çok yönlü. Tabiî ki, başta örgütlenmek geliyor. Yavru vakıflar, dernekler, başka kuruluşlar örgütlemek, özellikle üniversitelerden yeni “bilimadamları” devşirmek
gibi. Başı çeken üniversiteler Boğaziçi, Bilgi Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi gibi
misyoner okulları. Buradan devşirdikleri
“akademisyen” görünümlü uşaklarla projeler, toplantılar, kurslar, yayınlar yapmak gibi. ATE Danışma Kurulu üyeliği yapmış ya
da yapmakta olan adlara bakınca, bu kişilerin neden has AKP ve ABD destekçisi oldukları anlaşılıyor: ebahat Akkoç, Suay
Aksoy, Şahin Alpay, Sabih Ataç, Murat
Belge, Ümit Boyner, Eyüp Can, Özlem
Dalkıran, Zülfü Dicleli, eşe Düzel, Üstün Ergüder, Hasan Ersel, Melih Fereli,
Memduh Hacıoğlu, Ahmet İnsel, Eser
Karakaş, Ümit Kardaş, Osman Kavala,
Ömer Madra, adire Mater, Oğuz Özerden, Can Paker, Ayşe Soysal, Murat Sungar, Salim Uslu, urhan Yentürk. Bunların bazıları eski solcudur. Bu türden emperyalist ağlarda eski solcuların yer almasını
özellikle teşvik etmektedir CIA. Çünkü,
emperyalist yalanlarını halka yutturmada
daha etkili olmaktadır bu düşkünler.
Parayı Veren Düdüğü Çalıyor
Evet, Soros(pu) Çocukları’na parayı veren emperyalizmdir. Düdüğü de çalmaktadır. Bütün bu Sorosçu güruh var güçleriyle
Amerikan siyasetinin propagandasını yapmaktadırlar. Can Paker gibi kimileri,
AKP’ye açıktan akıl hocalığı yapmaktadır.
Murat Belge, Şahin Alpay gibi eski solcular, Eser Karakaş gibi kendini Marksist
gösteren çakallar, köşe yazılarıyla emperyalist siyasetini övmekte, AKP’ye “Helal
Olsun” gülbangı çekmektedir. Bazıları ise
“bilimsel” araştırmalarla emperyalist siyasetini oturtmaya çalışmaktadırlar. Bütün bu
aktivitelerde emperyalist stratejiden zerre
kadar sapma yoktur.
ATE tarafından desteklenen projelerden
birisi yakın zamanda gündemi tuttu. Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Binnaz Toprak
tarafından yapılan saha çalışmasında, dinci porla ilgili:
“- Peki hiç aklınıza gelir miydi, günün
“Mahalle Baskısı” gerçeği ortaya konulubirinde
Doğu Silahçıoğlu’yla aynı saflaryor. Çalışma sonucunda şunlar belirtiliyor:
“Esnafından, işadamından, memuru- da gösterileceğiniz?
“Biz her zaman olduğumuz yerdeyiz;
na kadar iş yaşamında yer alan çoğu kiyani
özgürlüğü, demokrasiyi, hukukun
şinin “ben de sizdenim” mesajını vermek
üstünlüğünü
önemseyen yerde. Ama anlıüzere cuma namazına gitmeye ya da kılıyor görünmek için kepenk kapatmaya yoruz ki bu rapor yeterince iyi okunmabaşladığını, o tarihe kadar başı açık olan mış. Mesela bu rapor otoriter seçeneklerin
eşlerin örtündüklerini, selamlaşmanın peşinde koşanların, muhtıra verenlerin,
“merhaba” ya da “günaydın”dan “sela- parti kapatmaya kalkanların bu tür sorunmünaleyküm”e dönüştüğünü, içki içen- ların konuşulmasının zorlaştırdığını söylüyor. Dolayısıyla bu işleri yapanlara
lerin kamuya açık yerlerde içmekten imtina
ettiklerini, hacca-umreye gitmenin ya da iftar
daveti vermenin “moda” olduğunu, Ramazan’da oruçlu olunmasa
bile oruçluymuş gibi
davranıldığını, işyerinde
Zaman gazetesi bulundurmanın ya da dini cemaat toplantılarına kaEser Karakaş
Can Paker
tılmanın zorunlu hale
geldiğini, laik ya da sol
sendikalardan istifa edilip iktidar yanlısı sendikalara üye olunduğunu
anlattılar.” (Binnaz Toprak, İrfan Bozan, Tan
Morgül, Nedim Şener.
Türkiye’de Farklı Olmak,
Din ve Muhafazakarlık
Ekseninde Ötekileştirilenler, Boğaziçi Üniversitesi,
İstanbul 2008, s. 174,
Şahin Alpay
Murat Belge
www.osiaf.org)
Burada belirtilenler,
“Aferin” diyen bir rapor değil.
binlerce yıldan beri Anadolu’ya kök salmış
“- Bu tarif ettiğiniz cephenin de rapoolan Tefeci-Bezirgân sömürgenlerin, son ra sahip çıkmasını nasıl karşılıyorsunuz?
dönemde artan gerici saldırısını gösteriyor.
“Bence laikliğe özel bir önem atfedenBirinci Kurtuluş Savaşı’mız, 27 Mayıs Po- ler bu rapora bakıp “Ya acaba zamanında
litik Devrimi ve 28 Şubat Hareketi ile kıs- bizim yaptıklarımızın böyle bir sonuç çıkmen baskılanan Tefeci-Bezirgân temelli ge- masında katkısı oldu mu” diye sorsalardı
ricilik, Tayyipgil iktidarıyla birlikte daha da daha yararlı olurdu. Çünkü Türkiye’deki
saldırganlaştı. Çünkü devlet yapısında din tek ötekileştirme en son raporda bahsedibezirgânları şimdiye kadar görülmedik öl- len ötekileştirme değil. Türkiye’de bir süçüde kadrolaşmışlardır. Tarikatlar, cemaat- rü ötekileştirme var. Laikliği çok önemseler, dinci vakıflar, her türlü dinci örgütlen- yenler de zamanında ve hatta bugün “dinme teşvik edilmiştir. Hükümet tarafından dar” olanlara ötekileştirme uyguladı.”
uygulanan dinci politika çok etkilidir. Yu- (Milliyet, 29 Aralık 2008)
karıdaki raporda yazılanlar bu gerçeklerin
Böylece, dinci gericiliğin azıtmasında
ürünüdür. Ne var ki, Sorosçuların kafaları Tayyipgil ve emperyalist siyaseti bir yana
şartlanmıştır. Bu gerçeğin arkasında yatan bırakılarak, laik yapı neden olarak gösterinedeni bir türlü görmek istemezler. Hatta liverir. Araştırmaya yapan Binnaz Toprak
şaşırtmaca yaparak sanki laik yapı buna ne- da benzer şekilde yaklaşmaktadır. Şöyle deden olmuş gibi göstermeye kalkarlar. Dev- mektedir:
rim Sevimay’ın yaptığı söyleşide Hakan
“Yürüttüğüm pek çok araştırmada ve
Altınay şu açıklamalarda bulunuyor bu ra- yayınladığım yazılarda İslami kesimin
İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD)’den Krize, Zamlara karşı eylem
Baştarafı sayfa 20’de
ler’in de İsrail’e net tavır almadığını ve suça ortak olduğunu söyledi. Dünyada krizin etkilemediği Küba ve Venezüella gibi ülkelerin IMF ile
bağlarını kopardığı için ayakta kaldıklarını vurgulayan Çolak, çözümün Halk İktidarında olduğunu söyledi.
Konuşmalar sırasında sık sık; “Filistin Halkı Yalnız Değildir”,” Katil İsrail Filistin’den
Defol”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Katiller Halka Hesap Verecek” sloganları atıldı.
İPSD üyeleri, kararlı bir şekilde sağanak
yağmura rağmen krize ve katliamlara karşı öfkesini dosta da düşmana da gösterdi.
Basın Açıklaması
2008 yılı, işsizlik, pahalılık, kriz ve bu bahaneyle işten çıkarmalar, her yıl olduğu gibi “Asgari Ücret Orta Oyunu” ile geride kaldı. AKP
iktidarı, yerli-yabancı Parababaları, IMF, AB-D
Emperyalizmi el ele vererek emekçi halklarımızı ekonomik zulüm altında inim inim inletmektedir.
Hayat pahalılığının her geçen gün arttığı bir
dönemde, çalışanların Asgari Ücretine 2009 yılı
için bir simit parası kadar dahi zam yapmadılar.
Değerli Halkımız;
2008 yılında emperyalistler yaşadıkları krizin faturasını dünya halklarına fatura ediyorlar.
Bizler de bu krizden nasibimizi alıyoruz. Yerliyabancı Parababalarının bir dediğini iki etmeyen Tayyipgiller, sıra halkımıza gelince her türlü ekonomik zulmü gözünü kırpmadan, vicdansızca uygulamaktadır. Kriz bahanesi ile işçiler
işten çıkartılmakta, işyerleri kapatılmakta, patronlar krizi bahane ederek işçi haklarını gasp etmektedir. Son rakamlara göre 200.000’nin üzerinde işçi kardeşimiz işsiz kalmıştır. Ancak bu
krizden Parababaları kârlarına kâr katmaya devam ediyor.
Değerli Halkımız;
Yerli-yabancı Parababalarının ve Tayyipgiller’in zulmü bununla da bitmiyor. Doğalgaza,
elektriğe, kömüre ve oduna gelen zamlarla halkımız bir de pahalılık cehenneminde yanmakta-
dır.
Biz bunun içindir ki bu düzene işsizlik ve
pahalılık düzeni diyoruz. Bunun sorumlusu da
Parababaları ve onların siyasi temsilcisi Tayyipgiller’dir.
İşçiler, Emekçiler;
Ülkemizin ekonomisi, yerli satılmışlar cephesi ve onların iktidarları sayesinde AB-D Emperyalistleri ile onların IMF, Dünya Bankası gibi ekonomik örgütlerinin denetimi altındadır.
Bundan dolayı da Kriz etkisini ülkemizde daha
fazla göstermektedir.
Resmi açıklamalarda yıllık % 11-12 civarında; gerçekte ise % 20-25 oranında olan enflasyon, giderek artmaktadır. Otomatiğe bağlanan
doğalgaz, elektrik, su zamları; bir yılda sırasıyla doğalgazda % 82’ye, elektrikte % 65’e, suda
ise % 57’ye ulaşmıştır. Ekonomik kriz, işsizliği,
yoksulluğu, açlığı, ahlâkî çöküntüyü daha bir
hızla arttırmaktadır.
Yerli-yabancı Parababaları düzeni ve onların
siyasi iktidarları tarafından ülkemizde sürekli
uygulanan ekonomik-siyasi zulüm, zaten biz
emekçileri canımızdan bezdirdi. Bu da yetmedi,
şimdi bir de emperyalizmin en büyük krizinin
faturası biz emekçilere çıkarılıyor.
Son yaşamakta olduğumuz Kriz, bir kez daha göstermiştir ki, emperyalizm, çürüyen dağılmaya mahkûm olan asalak, tekelci kapitalizmdir. İçerisinde bulunduğumuz tarihsel dönem
emperyalizmin ölüm, sosyalizmin doğumu dönemidir.
İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği olarak
tüm halkımızı AB-ABD Emperyalizmine ve
yerli satılmışlar cephesine karşı, Halk Kurtuluş
Cephesini örmeye çağırıyoruz.
Saygılarımızla.
04.01.2009
Kahrolsun İşsizlik ve Pahalılığı Yaratan
Parababaları Düzeni!
İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
İPSD
İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği
İzmir /ubesi Yönetim Kurulu
Cumhuriyet elitleri tarafından marjinalleştirildiğini, siyasi güç odaklarından,
sosyal statü gruplarından, entelektüel
prestij dünyasından dışlandığını, karikatürleştirildiğini, vb. temaları ele aldım.
Örtünen kız öğrencilerin üniversitelere
devam edememelerini bir hak ihlali olarak gördüğümü belirttim. Ancak, Türkiye’de dışlanan ve baskı gören insanların
sadece İslami kesimden olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenlerdir ki, bu araştırmada İslami kesim dışında kalanları ele
aldık.” (Milliyet, 20 Ocak 2009)
Binnaz Toprak’ın bu söylediklerinden,
sanki ağırlıklı olan baskı hâlâ “Cumhuriyet
elitleri” tarafından İslami kesime uygulanan baskı imiş, ama önemsiz olmakla birlikte, İslamcılar tarafından yapılan baskıyı
da ortaya koymak gerekiyormuş mesajı alınıyor. Dinci kesimin sert eleştirileri karşısında, “Bakın ben aslında sizin için ne fedakârlıklar yaptım, bu kadar da zıt görüş olsun artık”, demek istiyor. Öte yandan, bu
rapor da Soros(pu) Çocukları’nın kendilerini kamufle etmeleri kapsamında değerlendirilebilir.
Sonuç: Yemezler
Bizim Sorosçular boş durmadılar, görüldüğü gibi. Sürekli üreterek aldıkları paraların hakkını verdiler(!). Pek çok da örgütlenmeye giriştiler. Şu anda Sorosçuların ilişkide oldukları bilinen kuruluşları saymaya
çalışalım: TESEV, Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES),
Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV),
Açık Radyo, Açık Site, Bianet, Umut Vakfı, Anne Çocuk Vakfı (AÇEV), Tarih Vakfı,
Helsinki Yurttaşlar Derneği, Avrupa Hareketi, Toplum Gönüllüleri Vakfı, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı, Teknoloji Yönetim Derneği, Sosyal
Politika Forumu (Boğaziçi Üniversitesi),
Ulaşılabilir Yaşam Derneği, Pozitif Yaşam
Derneği, Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), Kadın Fonu, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kadın Yurttaş Ağı (KA-YA), Yaşamevi Kadın Dayanışma Derneği, Kadın
Merkezi (KA-MER), Uçan Süpürge, Kadın
Adayları Destekleme Derneği (KA-DER),
Afete Karşı Sivil Koordinasyon (ASK),
Medyakronik (2002’de kapanan bir internet
sitesi). Bunlar bizim saptayabildiklerimiz… Demek ki, Sorosçular emperyalizmin kendilerine biçtiği sivil ağlarla donatma görevini başarıyla yerine getirmişler.
Ne kadar öğünseler az!
Ne var ki, tüm dünyada Soros’un kim
olduğu, Soros vakıflarının CIA bağlantılı
olduğu, CIA tarafından örgütlenen sivil ağ-
Halkın Kurtuluş Partisi, Asgari Ücret adı
altında belirlenen:
Sefalet Ücretinin iptali için
Danıştaya dava açtı
Baştarafı sayfa 20’de
“Asgari Ücret Tespit Komisyonu” adı altında
oynadılar aşağılık oyunlarını.
Bu ülkede asgari ücretler hep sefalet ücreti olmuştur. Türk-İş, Aralık ayında dört kişilik bir aile için açlık sınırını yaklaşık 740, yoksulluk sınırını 2 bin 409 YTL olarak hesapladı.
2009 için belirlenen Asgari Ücret ise 477.18
TL.
Bu artık ölüm sınırı değil de nedir?
% 4.27 oranında, yani 19.55 TL’lik bir artış…
Halkın Kurtuluş Partisi, 2 Ocak Cuma günü,
ABD ve AB Emperyalistlerinin ekonomik örgütü
IMF’nin direktifleri doğrultusunda belirlenen
ölüm ücretinin iptali için, daha önceki yıllarda olduğu gibi, Danıştayın önündeydi.
“Sefalet Ücreti İstemiyoruz”, “İnsanca Yaşanacak Ücret İstiyoruz”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek” sloganları eşliğinde yapılan basın açıklamasından sonra, halkımıza reva görülen ölüm ücretinin iptali için dava dilekçesi Danıştaya verildi.
Yıllardır sıkıyoruz dişlerimizi. Asgari ücret
adı altında bizlere ölüm ücretini dayatanları, işsizliği, pahalılığı, zammı, zulmü yaratanları ve
bir avuç olan azlık olan vatan satıcılarını yok etmek için, şimdi yumrukları sıkmanın zamanı. Sıkılı yumrukları emperyalistler ve yerli satılmışların suratlarında balyoz gibi patlatmanın yolu, İşgal, Grev ve Direnişlerin Partisi olan Kurtuluş
Partisi saflarında örgütlenmekten geçmekte.
Partimiz, İşçi Sınıfımızın öncülüğünde Halk
Kurtuluş Cephesi’ni örgütleyip, Demokratik
Halk İktidarını kurarak bu ekonomik ve siyasi zulüm düzenine son verecektir.
Sefalet Ücreti Değil İnsanca Yaşam Ücreti!
İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
ların bir parçası olduğu belirginleşince, bizim Soros(pu) Çocukları yüzük taşı gibi ortaya çıktılar. Bu oyunun bozulması anlamına gelir. O halde yeni bir aşamaya geçilmelidir: Gelsin “Yerli” ve de “Milli” Soros
Vakfı. Bütün çabaları kendilerini emperyalizmden bağımsızmış gibi göstermeyi
amaçlıyor. Temsilciliğin kapatılıp, Açık
Toplum Vakfı’na dönüştürülmesini açıklarken hareket noktaları hep bu. Vatan Gazetesi’nde konuyla ilgili Can Paker ve Hakan
Altınay’ın konuşmaları aktarılıyor. İpliklerinin pazara çıkmasından ne kadar rahatsız
oldukları ortada:
“Konuyla ilgili VATA’a konuşan
Can Paker, ‘Bu kararı almamızın birkaç
nedeni var. Temsilcilik yerine Türk vakfı
olmayı ve devletin tam kontrolü altına
girmenin doğru olduğunu düşündük.
Temsilcilikte her işin Soros ile bağdaştırılmasının da bu kararın alınmasında
önemli bir etkisi var. Her şeye ‘Soros`un
parası’ deniyordu. Şimdi kendi paramızı
koyduk. Her şey şeffaf, devlet gelsin
kontrol etsin istedik. Artık bir vakıf olarak yola devam edeceğiz ama çalışma
tarzımızda hiçbir değişiklik olmayacak’
değerlendirmesini yaptı.
“Enstitü’nün Türkiye Temsilciliği Direktörü ve Açık Toplum Vakfı Genel
Sekreteri Hakan Altınay ise 2001’den bu
yana Türkiye`de faaliyet gösteren Açık
Toplum Enstitüsü’nün öncelikle Uluslararası Açık Toplum Enstitüsü’nün irtibat
bürosu olarak kurulduğunu, daha sonra
Türkiye Temsilciliği olduğunu hatırlattı.
“’Bizim şu ana kadar bütün karar alma mekanizmalarımız Türkiyeli’ydi.
Dolayısıyla bunun altını çizmenin önemli olduğunu düşündük’ diye konuşan Altınay, bu nedenle vakıf şeklinde organize
olmayı tercih ettiklerini dile getirdi.
“Yaptıkları işlerin değişmeyeceğini
belirten Hakan Altınay, şunları kaydetti:
“Uluslararası bir kuruluşun Türkiye
Temsilciliği kolay anlaşılabilen bir format değil. Buna karşın Türkiye’nin tarihinde vakıf çok uzun yıllardır olan bir
kurum türü. Vakıf olarak kendimizi daha iyi anlatabileceğimiz kanısındayız.”
(Vatan, 1 Ocak 2009)
Bu açıklamalar gerçek niyetlerinin ne
olduğunu gösteriyor. Tayyip’in deyişiyle
“Durmak yok. Yola devam!” Ancak halkımız bunların ne olduklarını ortaya koydu:
“Soros(pu) Çocukları.” Halkımız, eninde
sonunda “kökü dışarıda” bu Soros(pu) Çocukları’nı ait oldukları yere, tarihin çöplüğüne gönderecektir.
Az da olsa sayımız
hep böyle gür çıkacak sesimiz
Baştarafı sayfa 20’de
yan insan soğuğa karşı slogan
atsa ne yazar, soğukla yaşamaya alışması lazım.” diyerek ne
de güzel örneklerle anlattıklarını
da kavratmaya çalışıyordu
güya…
Ama asıl söylemek istediklerini biz biliyorduk, anlatmaya
çalıştıklarını çok iyi anlıyorduk:
Aslında AB-D (ABD-AB) ile iyi
geçinmeliyiz demek istiyordu.
Tamam, onlar emekçi halkımızın yarattığı değerleri alıp
onları işsizlik ve pahalılık cehennemine itiyorlar, emperyalist
politikalarıyla tüm dünyada
insanlara zulüm ediyorlar ve
bizim ülkemizde de Büyük Ortadoğu Projesiyle bu ülke halklarını birbirine düşman etmeye çalışıyorlar. Ilımlı İslam projesiyle,
halkları daha fazla nasıl sömürmenin planlarını yapıyorlar ve
Tefeci-Bezirgân
Sermayenin
temsilcileri Tayyipgiller’in ağzına da bir parmak bal sürmeyi de
ihmal etmiyorlar. Tayyipgiller de
AB-D’den yedikleri balın hatırına, “bu balı yemek için AB-D’yi
kışkışlayamayız, onların bu ülke
halklarına uyguladığı zulmü görmezden geleceğiz” diyorlar.
İşte onursuzluk bu dereceydi
Tayyipgiller’de.
Bu söylenenlerin cevabı
verilmeliydi. Daha fazla dayanamadı bir yoldaşımız. Bütün nefretiyle:
“Siz, bu yalanlarınıza daha
fazla inandıramazsınız bizi.
Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızda nasıl gön-
derdiysek sizin gibileri, İkinci
Kurtuluş Savaşı’mızda da öyle
göndereceğiz…”
Daha sözlerini bitiremeden,
Çelik’in güvenlikleri arkadaşımızın ağzını kapamaya, onu
salondan çıkarmaya çalışıyordu.
Ama Kurtuluş Partililer bir
değil çoktular…
Bu protesto da burada bitmemeliydi.
Bir kadın yoldaşımız haykırmaya başladı onun ardından:
“Siz bu yalanlarınıza ne
bizi ne de başkalarını inandıramazsınız!”
Onun da güvenlikler sarmıştı
çevresini...
Onun da ardından bir yoldaş
haykırmaya başladı:
“e Cemaat Yurdu e
Tarikat Evi. İnsanca Yaşanılacak Yurtlar İstiyoruz!”
Arkadaşlarımız daha sonra
polisler tarafından gözaltına
alındı. Saatlerce ifade vermek
için bekletildiler. Protestonun
yapıldığı kurum Yurt-Kur şikâyetçi olmuştu arkadaşlarımızdan. Onlar da Bakana mahcup
olmalarının hesabını sormak
istiyorlardı.
Evet, bu mücadele burada
bitmeyecek…
Haykırdı Kurtuluş Partililer
her zaman doğruyu... Her zaman
haykıracak da!
Hiç kimsenin gücü yetmedi
şimdiye ağzımız kapamaya,
bundan sonra yetmeyecek!..
Yaşasın Devrimci Mücadelemiz!
Ankara’dan
Kurtuluş Partisi Gençliği
CMYK
CMYK
“Açık Toplum” çakalları kürk değiştiriyor
Y
Ünsa’da İşgal
İşgal! Grev! Direniş! Yaşasın Kurtuluş Partimiz!
*Kurtuluş Partililer bir yılbaşına daha
işgalle girdi…
*Kurtuluş Partisi’nden bir işgal daha…
Hatta bir değil iki işgal daha…
İlk işgal 31 Aralık 2008 saat 14.00 ci-
varı gerçekleşti.
Ünsa İşçileri, 05.12.2008 günü Kurtuluş Partililerin öncülüğünde başlattıkları
Direnişlerini, 31 Aralık’ta saat 13.00’da
işgalle taçlandıracaklardı.
Saat 13.00 oldu, ama Öncüleri, bir diğer Direniş (Sinter Direnişi) yerinde yapılacak kitlesel basın açıklaması eylemine
destek vermek için Sinter’in önündeydiler
ve eylem biraz sarkmıştı. Kurtuluş Partililer, İşgalle başlayan Sinter Direnişi’nin de
ilk anından, İşgalin başından itibaren,
Nakliyat-İş Başkanı ve DİSK Yönetim
Kurulu Üyesi Ali Rıza Başkan ve
DİSK/Oleyis Kocaeli Temsilcisi Barış
Aşan ile birlikte sınıf kardeşlerinin yanındaydı zaten.
O gün de Ali Rıza Başkan, Birleşik
Metal-İş sözcüsü tarafından konuklara;
“direnişin ilk anından itibaren hep yanımızda olan” şeklinde tanıtılmıştı zaten. Ali
Rıza Başkan ve yoldaşları, Sinter’li İşgalciler ve Birleşik Metal-İş Yöneticileri tarafından sanki kendi sendikalarındanmışçasına benimsenmişlerdi. Aralarında olması
gerektiği gibi bir saygı, mücadele arkadaşlığı vardı. Sendika ayrımının zerresi yoktu.
Devamı sayfa 15’te
İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD)’den Krize, Zamlara karşı eylem
P
arababaları tarafından İşçi Sınıfı ve
emekçi halkımıza dayatılan, insanlarımızı açlığa ve işsizliğe mahkûm eden
kriz, İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği
(İPSD) tarafından 04 Ocak 2009 Pazar günü
Yamanlar’da protesto edildi.
Sağanak yağmura rağmen elerinde tava
ve tencerelerle kadınlar, gençler “Zam
Zam Zam Ucuzluk e Zaman”, “İşsizliğe, Pahalılığa, Zama, Zulme Son”, “Gün
gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller
Halka Hesap Verecek” sloganlarını haykırdılar.
İPSD İzmir Şube Başkanı Fahri Kaya
yaptığı konuşmada; İşsizliği ve pahalılığı
yaratanların Parababaları düzeni olduğunu,
krizi İşçi Sınıfı ve emekçi halkın yaratmadığını, işçilerin, emekçi halkın birlikte mücadele ile bu zulme son vereceklerini, bu krize
neden olanların IMF politikasını uygulayan
Parababaları olduğunu vurguladı ve çözümün halk iktidarında olduğunu söyledi.
Kurtuluş Partisi İzmir İl Başkanı Tacettin
Çolak yaptığı konuşmada, krize karşı halkın
birlikte mücadele etmesi gerektiğini, Filistin
Halkına karşı yapılan İsrail katliamına emperyalistlerin göz yumduğunu, TayyipgilDevamı sayfa 19’da
Halkın Kurtuluş Partisi, Asgari Ücret adı altında belirlenen:
Sefalet Ücretinin iptali için Danıştaya dava açtı
A
BD-AB Emperyalistlerinin yarattığı kriz Parababalarına teğet geçsin
diye, halkımız açlığa, yokluğa ve
yoksulluğa mahkûm ediliyor. Göstermelik, göz boyamaya yönelik ve halk görmesin, duymasın diye, basına kapalı yaptılar
toplantılarını. Asgari ücreti kendileri belirliyormuş gibi de havaya büründüler. Parababalarını temsilen Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) adına 5
üye, Tayyipgiller Hükümetini temsilen 5
üye, işçileri “temsilen” son toplantıya kadar bu orta oyununa katılan sarı-gangster
Türk-İş’ten 5 üye, ABD-AB Emperyalistleri adına sefalet ücretini belirlemek üzere
Devamı sayfa 19’da
Az da olsa sayımız hep böyle gür çıkacak sesimiz
Aettik.
KP’li Bakan Hüseyin Çelik’i protesto gerektiğiyle sözlerine başlayan Çelik, asıl
söylemek istediğine geliyordu:
Bakan Çelik, “Küreselleşme ve Türki“Evet, bunun elbette ki zararları da
ye” adlı konferansları birçok üniversitede var; ama bunları da bir şekilde göz ardı
veriyor. Bu sefer de, 13 Ocak’ta Ankara’da, etmeliyiz. Biz arının balını istiyorsak onu
Yurt-Kur Konferans Salonunda gerçekleşecek “Küreselleşme Sürecinde Türkiye”
adlı konferans için önce yurtlardan öğrenciler seçiliyor, herhangi bir olaya meydan
vermemek için de bu öğrenciler müdürleriyle birlikte konferansa götürülüyordu.
Biliyorduk yine öğrencilere yalanlarıyla
iyi görünmeye çalışacaklar, yine ağılarıyla
onları etkileyeceklerdi. Kurtuluş Partisi
Gençliği olarak Yurt-Kur’un öğrencilere
yurt sağlama görevini cemaatlere, tarikatlara ihale etmesine karşı başlattığımız kampanya tam burada dile getirilmeliydi. “Gelişen bir Türkiye’de” “gelişen Yurt-Kur” neden sayısı belli öğrencilerine yurt sağlayamıyor da bu öğrencilerin Ortaçağcıların eline düşmesine göz yumuyordu?
Dünyada iletişimin geliştiğiyle ve gelişen bu dünyada Türkiye’nin de yer alması
kışkışlamamalıyız eğer kışkışlarsak o bizi sokar. Onun balını yemek için ona iyi
davranmalıyız.” diyerek kendince örnekler veriyor, “Erzurum’da soğukta yaşaDevamı sayfa 19’da
eni yıla başladığımız gün bir haber
yayımlandı gazetelerde: Tayyip’in
damadının tepe yöneticisi olduğu
Çalık Grubu tarafından “cukkalanan” Sabah Gazetesi’nden aktaralım:
“Açık Toplum Enstitüsü ‘Türk malı’
vakıf oldu
dan finanse edildiği, faaliyet alanının aynen devam edeceği, gibi... Yeri gelmişken
tekrarlamaktan kaçınmayalım. Türkiye’de
yıllar yılıdır gerçek devrimciler FinansKapital + Tefeci Bezirgân uşakları tarafından “kökü dışarıda” olmakla suçlandı.
Oysa hep söylediğimiz gibi ve bu olayda
Soros
“Para Sihirbazı” Soros’un kurduğu
Açık Toplum Enstitüsü’nün Temsilciliği 2009’da Türk vakfı oldu. Temsilcilik,
Soros bağı nedeniyle sık sık eleştiriliyordu…
”Macar spekülatör, girişimci ve yazar George Soros’la bağlantısı nedeniyle eleştirilere maruz kalan Açık Toplum
Enstitüsü’nün Türkiye Temsilciliği,
kendini lağvederek vakıf halini aldı.
Lağvedilen enstitüdeki mütevelli heyeti, yönetim kurulu, danışma kurulu, tamamen yerli olan Açık Toplum Vakfı
adı altında devam edecek. Şimdiye kadar Soros’un, merkezi ew York’ta bulunan Açık Toplum Enstitüsü’nden finanse edilen kuruluş yerli bağışlarla
ayakta kalacak, faaliyet alanında ise
herhangi bir değişiklik olmayacak.”
(Sabah, 1 Ocak 2009)
Bu kısacık haberde pek çok gerçek,
açıktan olmasa da, ifade ediliyor:
Soros’un Parababası olduğu, Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Temsilciliği’nin
Soros bağlantılı çalıştığı, bunun açığa çıkması üzerine görünümü değiştirmek amacıyla “Temsilcilik”in kendini lağvettiği ve
“mütevelli heyeti, yönetim kurulu, danışma kurulu, tamamen yerli olan” (onlara
göre yerli olmak, sadece görünürde T.C.
vatandaşı olmak anlaşılan) sözde bir
“Türk Vakfı” halini aldığı, Temsilcilik’in
bugüne dek merkezi New York’ta bulunan
Soros’un Açık Toplum Enstitüsü tarafın-
da görüldüğü gibi, gerçekten kökü dışarıda olanlar Finans-Kapital ve Tefeci-Bezirgân sömürgenlerle onların uşaklarıdır.
Çünkü, “Yerli” Açık Toplum Çakalları da
bu uşaklardandır.
Soros Kimdir?
George Soros (1930), Sorosçuların
Açık Toplum Enstitüsü sitesinde
(www.osiaf.org) belirtildiğine göre, Macar asıllı bir Yahudi. İkinci Emperyalist
Savaş sonrasında İngiltere’ye göçüyor.
London School of Economics’ten mezun
oluyor. Bu okulun hocalarından “filozof”
Karl Popper’den (1902-1994) etkileniyor. (Karl Popper, nedense sol çevrelerce
de sanki Marksist gibi gösterilir. Aslında
Marksizmi genç yaşında terketmiş, sınangılı bir antikomünisttir. Emperyalist dezenformasyon ve propaganda araçları ile
böyle ilerici bir filozof gibi gösterilerek
kullanılır). İşte Soros’un emperyalizme
yamanması da Karl Popper ile başlar.
Popper’in “Açık Toplum” kandırmacası
kulağında kalır. Soros 1956’da ABD’ye
göçer, para oyunlarına başlar. Ali’nin külahını Veli’ye giydirerek vurgun vurur.
Vurgunla zengin olunca, CIA ile de bağlantılı olsa gerek, 1979’da “Açık Toplum
Vakfı”nı kurar. Böylece CIA’nın hemen
İkinci Emperyalist Savaş sonrasında,
1940’lı yılların sonlarında, başlattığı “siDevamı sayfa 18’de

Benzer belgeler