İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Transkript
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Fakültesi kuram ve araştırma dergisi Sayı:40 - Bahar / 2015 Aslı İCİL TUNCER Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz Hatice KAYA, NurayTURAN, Özgem HASANOĞLU, Özge GÜRE, Ettibar ARSLANOVA, Gülay ELMAS Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Meltem ŞAHİN Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma Nuray Hilal TUĞAN Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Özlem GÜLLÜOĞLU IŞIK A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Özge YALÇIN İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi Hakemli Elektronik Dergi Pınar GÖKLÜBERK ÖZLÜ, Arezoo NASIRIAGHDAM Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar Belma CANBAY Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma Banu DAĞTAŞ, Mehmet Emir YILDIZ Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği Birol DEMİRCAN Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme Burcu ÖKSÜZ Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu İbrahim Şamil KÖROĞLU Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Murat ERDEM 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması Sibel HOŞTUT Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Sevda DENEÇLİ Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi Yelda ÖZKOÇAK Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Muzaffer ŞAHİN Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi Haber Sistemi Ayşe BİNAY KURULTAY, Burcu SABUNCUOĞLU PEKSEVGEN Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Osman ÇAYDERE Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları Ve Öğrenci Görüşleri Salı Toplantıları Prof. Dr. Berin U. Yurdadoğ ile “Varoluş Yolculuğunda Bir Adım” E-ISSN: 2147-4524 Hakemli Elektronik Dergi Bahar2015, Sayı 40 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi G.Ü. İletişim Fakültesi Adına Sahibi Rektör Prof. Dr. Süleyman BÜYÜKBERBER Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dekan Prof. Dr. Zakir AVŞAR Editör Doç. Dr. Muharrem ÇETİN Editör Yardımcıları Doç. Dr. Ayşe Elif EMRE KAYA Dr. İbrahim Hakan DÖNMEZ Arş. Gör. Eda TURANCI Arş. Gör. Emrah ÖZTÜRK Arş. Gör. Emrah AYAŞLIOĞLU Düzeltmenler Arş. Gör. Tezcan KAPLAN Arş. Gör. Işkın ÖZBULDUK KILIÇ Arş. Gör. Songül OMUR Yayın Kurulu Prof. Dr. Cem YAŞIN Prof. Dr. Gülcan SEÇKİN Doç. Dr. Muharrem ÇETİN Doç. Dr. M.Can DOĞAN Yrd. Doç. Dr. Sirel GÖLÖNÜ Yrd. Doç. Dr. Erol İLHAN Danışma Kurulu Prof. Dr. Zakir AVŞAR Prof. Dr. Suat ANAR Prof. Dr. Necdet ATABEK Prof. Dr. Ümit ATABEK Prof. Dr. Bilal ARIK Prof. Dr. Ayhan BİBER Prof. Dr. Mehmet YÜKSEL Prof. Dr. Burhan AYKAÇ Prof. Dr. Özlen ÖZGEN Prof. Dr. Hasan BACANLI Prof. Dr. Hamza ÇAKIR Prof. Dr. Dilruba ÇATALBAŞ Prof. Dr. Yusuf DEVRAN Prof. Dr. İhsan ERDOĞAN Prof. Dr. Suat GEZGİN Prof. Dr. Nilgün GÜRKAN PAZARCI Prof. Dr. Nurettin GÜZ Prof. Dr. Ahmet KALENDER Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI Prof. Dr. Fahrettin KORKMAZ Prof. Dr. Hale KÜNÜÇEN Prof. Dr. Ahmet TOLUNGÜÇ Prof. Dr. Murat S. ÇEBİ Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK Prof. Dr. Başak SOLMAZ Prof. Dr. Ersin ÖZARSLAN Prof. Dr. Mustafa YAĞBASAN Prof. Dr. Fatma GEÇİKLİ Prof. Dr. Haluk EMİROĞLU Prof. Dr. Halil İbrahim GÜRCAN Gazi Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Yaşar Üniversitesi Akdeniz Üniversitesi Kastamonu Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Gelişim Üniversitesi Gazi Üniversitesi Biruni Üniversitesi Erciyes Üniversitesi Galatasaray Üniversitesi Marmara Üniversitesi Gazi Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Gazi Üniversitesi Gazi Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Ankara Üniversitesi Atatürk Üniversitesi Başkent Üniversitesi Başkent Üniversitesi Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Gazi Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Gazi Üniversitesi Fırat Üniversitesi Atatürk Üniversitesi Bilkent Üniversitesi Anadolu Üniversitesi Yayın Türü: Yılda iki kez yayınlanan ulusal, hakemli, yaygın, süreli bir elektronik dergidir. Yönetim Merkezi ve Adresi Tel Faks Web E-posta : Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara : 90 312 216 22 07 – 90 312 216 22 56 : 0 312 212 1832 : http://iletisimdergisi.gazi.edu.tr : [email protected] - [email protected] Taranan İndexler TÜBİTAK/ULAKBİM SBVT, EBSCO ve ASOS veritabanları tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir. İÇİNDEKİLER Aslı İCİL TUNCER Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz 1-15 Hatice KAYA, Nuray TURAN, Özgem HASANOĞLU, Özge GÜRE, Ettibar ARSLANOVA, Gülay ELMAS Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi 16-31 Meltem ŞAHİN Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma 32-47 Nuray Hilal TUĞAN Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi 48-76 Özlem GÜLLÜOĞLU IŞIK A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism 77-97 Özge YALÇIN İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi 98-118 Sibel HOŞTUT Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem 119-136 Yelda ÖZKOÇAK Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın 137-152 Ayşe BİNAY KURULTAY, Burcu SABUNCUOĞLU PEKSEVGEN Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği 153-174 Pınar GÖKLÜBERK ÖZLÜ, Arezoo NASIRIAGHDAM Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar 175-189 Belma CANBAY Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma 190-209 Banu DAĞTAŞ, Mehmet Emir YILDIZ Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği 210-230 Birol DEMİRCAN Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme 231-248 Burcu ÖKSÜZ Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu 249-265 İbrahim Şamil KÖROĞLU Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma 266-190 Murat ERDEM 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması 291-314 Sevda DENEÇLİ Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi 315-328 Muzaffer ŞAHİN Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi Haber Sistemi 329-343 Osman ÇAYDERE Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları Ve Öğrenci Görüşleri 344-376 Salı Toplantıları Prof. Dr. Berin U. Yurdadoğ ile “Varoluş Yolculuğunda Bir Adım” 377-396 Muharrem ÇETİN Editör’den Dergimizin bu sayısına, makale sayısının fazla oluşundan da anlaşılacağı üzere, pek çok akademisyenden oldukça yoğun bir yazı arzı olmuştur. Dergimize gösterilen bu teveccüh, dergimizin alanında önemli ve saygın bir konuma sahip olduğunun bir göstergesidir. Her sayısını özenle ve titizlikle hazırladığımız dergimizin belli bir kalite ve nitelikte olmasına çaba sarfediyoruz. Bütün gayemiz, her bir sayısında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonraki sayılarımızda da nitelikli ve alanında saygın bir akademik dergiyle huzurunuza çıkmaktır. Bu sayımızda da editöryal süreçten titizlikle geçirilen ve hakem süreci tamamlanmış olan makalelere yer verilmiştir. Dergimizde yer alan makalelerin, alanda çalışmalar yapan akademisyenlere ve araştırmacılara ufuk açıcı bir perspektif sunacağı kanaatindeyiz. Aslı İcil Tuncer, “Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz” adlı makalesinde, Türkiye’de kurumsal yönetim ilkelerini içselleştirdiği tescil edilmiş şirketlerdeki halkla ilişkiler fonksiyonunun, halkla ilişkiler teorik yaklaşımları ile örtüşüp örtüşmediğini açıklamaya çalışmaktadır. Bu amaçla araştırmada, Borsa İstanbul Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan şirketlerin 2013 yılı kurumsal yönetim raporları ve web siteleri incelenmiş, aynı zamanda da şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcıları ile mülakat yapılmıştır. Hatice Kaya ve arkadaşlarının ortak çalışması olan “Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi” başlıklı araştırma, hemşirelik öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim becerileri arasındaki ilişkiyi belirleme ve tanımlama amacını taşımaktadır. Bir Hemşirelik Fakültesi’nin 2011-2012 eğitim-öğretim yılında öğrenim gören tüm öğrencilerini evrenine alan çalışmanın örneklemi, tabakalı rastgele örnekleme yöntemi ile belirlenen öğrencilerden oluşmaktadır. Meltem Şahin “Nuri Demirağ, Milli Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma” başlıklı çalışmasında; basın tarihinde bir çeşitlilik olarak görülen Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma Gazetelerinin, genel yayın politikalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda, çok partili hayatın ilk muhalif partisini kuran ve basın alanında da önemli faaliyetleri olan Nuri Demirağ ile Milli Kalkınma Partisi’nin siyasi ideolojisi ve muhalif fikirleri hakkında da bilgi verilmeye çalışılmaktadır. “Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: Saç Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi” adlı makalesinde Nuray Hilal Tuğan, Saç filminde yer alan beden ve hastalık arasındaki temsil ilişkilerini incelemektedir. Çalışmada, sinemadaki temsillerde hastalığın ve bedeninin gerçek bir şekilde yansıtılıp yansıtılmadığı ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Özlem Güllüoğlu Işık, örgütsel sinizm ve örgütsel bağlılık ilişkisine değindiği “A Research on the Relationship between Organizational Commitment and Organizational Cynicism” başlıklı makalesi ile literatürde pek yer verilmeyen bu iki kavrama yönelik bir ilişkilendirme çabasını anket çalışmasıyla desteklemektedir. Özge Yalçın, “İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Varolma Mücadelesi” adlı çalışmasında, neo-liberal ekonomi politikalarının medya sektörüne yansıdığı bir dönemde, BBC yayıncılığının nasıl farklı bir yol izlediğini incelemektedir. Kamu hizmeti yayıncılığının ayrıntılı bir dökümünü sunan yazar, getirilen yeni düzenlemeleri ve uygulamaları esas alarak, Avrupa Birliği ve üye ülkelere etkisini analiz etmektedir. Sibel Hoştut “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem” başlıklı makalesinde, Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı için geliştirdiği “anlaşılabilirlik, doğruluk, gerçeklik ve samimiyet” kavramlarına başvurarak, kurumsal sosyal sorumluluk raporlarının farklı paydaş gruplar tarafından nasıl daha anlaşılır ve güvenilir raporlar olarak kabul görebilecekleri konusuna I İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Editör’den açıklık getirmeye çalışmaktadır. Ayrıca çalışmada, kurumsal sosyal sorumluluk raporları için uluslararası kabul edilmiş standartların ve ilkelerin kullanılmasının, raporlarda niteliğin ve güvenilirliğin arttırılmasını kolaylaştıracağına da vurgu yapılmaktadır. Yelda Özkoçak “Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın” başlıklı çalışmasında; Facebook’un, özellikle kadın kullanıcılara yönelik ne tür reklamlar yayınladığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Sosyal ağların bilgi alışverişine imkân tanıyan platformlar olmalarının yanı sıra, firmalar tarafından reklam amacıyla da kullanılan mecralar olmalarından yola çıkılarak bu çalışmada, kadına yönelik reklamların en fazla olduğu düşünülen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yayınlanan kadına yönelik reklamlar incelenmiştir. Ayşe Binay Kurultay ve Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen “Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği” çalışmalarında, karikatürün metin evreni olduğu kadar sembolik evreni de tarihsel dönem aralığının göstergeleri anlamlandırmadaki önemi dikkate alınarak incelenmektedir. Bu doğrultuda karikatürlü reklamların yayınlandığı yıllarda karikatürlere konu olması dolayısıyla, Türkiye’de kadın, aile, sağlık, güven gibi temalar dönemleri içerisinde göstergebilimsel olarak incelenmektedir. Pınar Göklüberk Özlü ve Arezoo Nasiriaghdam “Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar” isimli çalışmalarında; geleneksel ve modern arasında kalan insanın yaşadığı çelişkileri, Türk sinemasında melodram filmlerden biri olan Gurbet Kuşları filmi üzerinden incelemektedirler. Geleneksel ile modern arasındaki çelişkilerin film karakterlerine ve karakterlerin giysilerine de yansıdığı düşüncesinden yola çıkılan çalışmada, film sahnelerinden seçilen fotoğraflarda kadın karakterlerin kültürel özelliklerinin giysilere yansıması ele alınmıştır. Belma Canbay “Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma” adlı makalesinde, günümüzde edebiyat yazarlarının, pazarlama süreçlerinin başlıca özneleri haline gelmelerini incelemektedir. Yazar, roman yazarlarının kişisel markalaşma süreçlerini edebiyat, marka ve pazarlama disiplinlerinin oluşturduğu üçgende analiz etmekte ve roman yazarları içinde kişisel markalaşma süreçlerinin olabileceğini iddia ederek bu süreçte rol oynayan araç ve aracılara odaklanmaktadır. Banu Dağtaş ve Mehmet Emir Yıldız’ın “Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği” başlıklı çalışmalarında, 2008 yılında Türkiye Süper Ligi’ne çıkan Eskişehirspor’la ilgili haber yapan spor muhabirlerinin, değişen haber pratikleri araştırılmaktadır. Çalışmanın amacı doğrultusunda; hem Eskişehirspor’un Süper Lig öncesi döneminde, hem de Süper Lig sonrası döneminde muhabirlik yapan, altı gazeteciyle, yarı-yapılandırılmış derinlemesine mülakata yer verilmektedir. Birol Demircan “Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme” başlıklı çalışmasında, söylenlerin iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve meşrulaştırılması ile toplumsal bir iletişimin gerçekleştirilmesine kaynaklık etmesinden yola çıkarak; kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otorite öznelerinin oluşturulma sürecini ele almaktadır. Yazar, kitle iletişimi ve mitoloji arasında kavramsal ilişki kurarak, mitolojinin meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerinde aramaktadır. Burcu Öksüz “Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu” başlıklı makalesinde, Türkiye’de uzun yıllardır halkla ilişkiler uygulamalarının yapılmasına ve eğitiminin verilmesine rağmen, halkla ilişkiler mesleğinin hak ettiği konumu elde edememesinden yola çıkarak, halkla ilişkilerin meslekleşme sorununu irdelemektedir. Öksüz çalışmasında; “toplum tarafından tanınmama, imaj sorunu, standartların ve yetkinliklerin belirsizliği, kamu yararı tartışmaları” gibi sorunlara Sayı 39 /Güz 2014 II Muharrem ÇETİN değinerek, halkla ilişkilerin hak ettiği değere sahip olamamasının altında yatan sebepleri analiz etmektedir. İbrahim Şamil Köroğlu “Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma” adlı makalesinde, üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım motivasyonlarını “Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı” bağlamında incelemektedir. Bu doğrultuda 2012-2013 eğitim öğretim yılında İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi, Beşiktaş Bilim ve Sanat Merkezi ile Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu’nda öğrenim gören üstün yetenekli öğrenciler üzerinde gerçekleştirilen araştırma, üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklıklarını, internet ile sosyal medya kullanım amaçlarını ve sık kullanılan sosyal medya sitelerini incelenmektedir. Murat Erdem “11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması” başlıklı çalışmasında, hem Türk-Amerikan ilişkilerini hem de Amerika ile Batı açısından tarihsel ve siyasal bağlamda bir milat olarak kabul edilen 11 Eylül’ün ardından yaşanan olayları, karikatürlere yansıyan boyutuyla ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada ele alınan karikatürler, tematik olarak sınıflandırılarak göstergebilimsel açıdan incelenmiştir. Sevda Deneçli “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi” isimli makalesinde, gerek hedef kitleleri ile ilişkilerini güçlendirmek adına gerekse farkındalık oluşturmak adına, çoğu kurum tarafından önemli görülen kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin marka fakındalığına nasıl bir etkisi olduğunu belirlemeyi amaçlamaktadır. Gazetecilik mesleği açısından önemli bir yer tutan haber toplama sistemleri, Muzaffer Şahin’in “Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi Haber Sistemi” başlıklı makalesinde ele alınmaktadır. Yazar Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü bünyesinde başlatılan ve yine Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Proje Birimince desteklenen (BAP) Gazi Haber Sistemi (GHS) yazılımını tanıtmaktadır. Osman Çaydere “Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri” başlıklı makalesinde, grafik tasarım eğitimi ve öğretimi alanında çalışanlara önemli katkılar sunacak biçimde, grafik tasarım programlarına ilişkin öğrenci ve öğretim elemanı görüşlerine yer vermektedir. Dopdolu ve kapsamlı bir sayı ile sizlerle buluşan dergimize, makale göndererek katkıda bulunan tüm meslektaşlarıma ve makaleleri titiz bir şekilde inceleyen, eleştiri ve önerileri ile değerlendirmelerde bulunan değerli hakemlerimize teşekkürü bir borç bilirim. Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle… Doç. Dr. Muharrem Çetin Editör III İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz An Analysis on Corporate Governance Principles with Perfect Public Relations Bond Aslı İCİL TUNCER, Arş. Gör. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Halkla İlişkiler Departman Özerkliği, Kurumsal Yönetim İlkeleri, Halkla İlişkiler Yönetiminde Mükemmellik Keywords: Public Relations Autonomy, Principle of Corporate Governance, Excellence in Public Relations Öz Kurumsal yönetim ilkeleri, kurumsal yönetim kavramının öne çıkardığı şeffaflığa, etiğe ve sosyal sorumluluğa dayanır. İlkelere uyan şirketler bağımsız derecelendirme kuruluşları tarafından denetlenir, gerekli puanı alır ve Borsa İstanbul endekslerinden olan Kurumsal Yönetim Endeksinde (KYE) yer almaya hak kazanır. Bu şirketler, kurumsal yönetim ilkelerinin dayandığı temel felsefenin bir sonucu olarak birer etkin örgütlerdir ve bu nedenle J.E.Grunig ve diğerlerinin (2005) tanımladığı mükemmel halkla ilişkiler uygulamalarına ve departman örgütlenişine doğal olarak sahip olmaları gerekir. Bu doğrultuda bu araştırmanın amacı kurumsal yönetim ilkeleri ile mükemmel halkla ilişkiler teorisi arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak KYE’nde yer alan şirketlerin halkla ilişkiler departmanlarının örgütlenişini ve uygulayıcı rollerini ortaya çıkarmaktır. Böylece bu çalışma, Türkiye’de kurumsal yönetim ilkelerini içselleştirdiği tescil edilmiş şirketlerdeki halkla ilişkiler fonksiyonunun, hakla ilişkiler teorik yaklaşımları ile örtüşüp örtüşmediğini açıklayarak literatüre katkı sağlar. Bu araştırmada BİST KYE şirketlerinin 2013 yılı kurumsal yönetim raporları ve web siteleri incelenmiş, halkla ilişkiler uygulayıcıları ile görüşülmüştür. İncelenen şirketlerin halkla ilişkiler departmanlarının özerk olmadığı, uygulayıcılarının ise teknisyen olarak konumlandığı görülmüştür. Abstract Corporate governance principles are based on the transparency, ethics and social responsibility of concept of corporate governance. Companies, whose policies conform, are controlled by independent rating agencies, get the required score and are eligible to place in corporate governance index (KYE) which is one of index in Borsa Istanbul. These companies are active organizations as a result of philosophy based on corporate governance policies and for this reason they must naturally have excellent public relations applications and department organization as defined by J.E.Grunig and others (2005). In this respect, the aim of this research is to reveal the organization of public relations departments of corporations exist in KYE and their practitioner roles by putting out the theory between the corporate governance principles and excellent public relations. Thus, this study contribute to the literature by analyzing whether the public relations functions in the registered companies which is internalized by the corporate governance principles in Turkey corresponds to the theoretical approaches of public relation. In this study, BIST KYE companies governance reports for the year 2013 and web sites have been examined, interviewed with the public relations practitioners. It is understood that examined corporations’ public relation departments are not autonomous, practitioner act as technicians. Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz Giriş Kurumsal yönetim, 1980’lerden itibaren hız kazanan küreselleşme ve neoliberal politikaların bir sonucu olarak önem kazanan bir kavramdır. Başta uluslararası alanda faaliyet gösteren çokuluslu şirketler olmak üzere, kamu ve özel sektörde faaliyet gösteren tüm kurumsal aktörlerin faaliyetleri ekseninde ortaya çıkan davranışın ve ilişkilerin etik, şeffaf ve sorumluluk alanlarında getirilen belli standartlara göre düzenlemesini ifade eder. Bu açıdan kurumsal yönetim, aile sahipliğinden anonim ortaklığa dönüşen şirketlerin medenileş(tiril)me süreci olarak değerlendirilir. Özüyle kurumsal yönetim, geleneksel şirket yönetiminin kar elde etme ve hissedarlara dağıtma amacının yanında hissedarların da dahil olduğu tüm menfaat sahiplerinin; yani iç ve dış paydaşların haklarını korumak ve bu çerçevede şirket ile paydaş grupları arasındaki ilişkileri kurallara bağlı olarak yönetmek anlamına gelir. “Governance” ise, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde ve denetiminde “iyi devlet yönetimi” ni ifade etmek üzere kullanılan kavramdır. Şirketlerin yönetiminde ise “governance” kavramı, Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü’ nün (OECD) girişimiyle, yönetimsel iyileşmenin bir ifadesi olarak “corporate governance” şeklinde literatüre girmiştir. Buna göre kurumsal yönetim, şirketlerin faaliyet gösterdiği ekonomik bağlamın bir parçasıdır. Burada bahsedilen ekonomik bağlam, ürün ve faktör piyasalarındaki rekabet düzeyinin yanında özellikle iş etiği ve çevresel-toplumsal çıkarlar ile ilgili kurumsal farkındalık yaratan iletişim politikalarını da içine alarak, şirketin tüm makroekonomik politikalarını kapsar. Böylece kurumsal yönetim, şirketlerin itibarları ve uzun vadede başarıları üzerinde önemli bir etkiye sahip olur (OECD 2004:12). OECD, 2004 yılında yayınladığı “kurumsal yönetim ilkeleri” deklarasyonu ile şirketlerin ekonomik bağlamda yönetim prensiplerini açıklayarak, kurumsal yönetimin dinamiklerini ortaya koymuştur. OECD’nin kurumsal yönetim ilkeleri zorlayıcı olmamakla birlikte, şirketlerin tüm etkinliklerinde etiği, dürüstlüğü, şeffaflığı ve hesap verebilirliği teşvik ederek (Jamali v.d. 2008:444) iyi yönetimin uygulanması için gerekli zemini ve kültürü oluşturur. Kurumsal yönetim ilkelerinin Türkiye’deki yansımaları ise Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)’nun çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. SPK, OECD ilkelerini kendi mevzuatları ile uyumlaştırıp yerel Kurumsal Yönetim İlkeleri deklarasyonunu yayınlamıştır. SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri; kamuyu aydınlatma ve şeffaflık, pay sahipleri, menfaat sahipleri, ve yönetim kurulu olmak üzere dört bölümden oluşur (SPK 2005:4). SPK’nın yetkilendirdiği bağımsız denetim kuruluşları, şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyumunu değerlendirir ve şirketlere bir uyum notu verir. Kurumsal yönetim ilkeleri uyum notu 10 üzerinden en az yedi olan şirketler BİST Kurumsal Yönetim Endeksi’nde işlem görmeye hak kazanır. SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri’nin içeriğini oluşturan yönetim kurulunun yapısı, kamuoyunun aydınlatılmasının esasları ve araçları, paydaşların bilgi alması ve temsiline yönelik düzenlemeler Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan şirketlerin benimsemesi gereken şirketin iletişim politikalarını da kaçınılmaz olarak biçimlendirir. Çünkü kurumsal yönetim ilkeleri ile birlikte, şirketin iletişim politikaları ekonomik bağlamın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Kurumsal Vatandaş Olarak Şirketler Paydaş ilişkilerinde şeffaf, etik, hesap verebilir ve sosyal sorumluluk sahibi, topluma, devlete ve rakiplerine karşı sorumluluk taşıyan ve bu sorumluluğun gereklerine uyan 02 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Aslı İcil Tuncer şirketler “kurumsal vatandaş” olarak algılanır (Marsden, 2000:11). Kurumsal Yönetim İlkeleri, şirketleri kurumsal yönetim anlayışına yönlendirirken aynı zamanda kurumsal vatandaş olarak konumlanmalarını sağlar. Çünkü kurumsal yönetim ilkeleri, kurumsal vatandaşlık tanımlarında vurgulanan prensiplerin şirketler tarafından içselleştirilmesini amaçlar. Şirketler bu yolla paydaşlarıyla yakın ve iki yönlü simetrik ilişkiler geliştirerek içinde bulunduğu toplum ile sosyal bağlar oluşturur. Böylece itibar kazanırlar. Bu olumlu itibarla şirketler sadece rekabet avantajı elde etmezler aynı zamanda hem iç hem dış paydaşlar için cazibe merkezi haline gelirler, daha fazla yatırım çekerler, yeni pazarlara daha rahat girerler ve kriz zamanlarını daha az hasarla atlatırlar. Bu durumda kurumsal yönetim ilkelerini (KYİ) benimsemek, özellikle hisse senetleri halkla açık olan şirketler için, bir zorunluluktan ziyade, neoliberal ekonomik iklimin getirdiği bir ihtiyaçtır, bir fırsattır. KYİ, paydaşların bilgi almasına ve temsiline, kurumun sosyal sorumluluk uygulamalarına ve yönetim kurulunun yapısına yönelik düzenlemeleri kapsar. Genel olarak paydaş ilişkilerinde şeffaf, dengeli ve sorumlu yönetim anlayışını getirmekle beraber, kurumsal verimliliği de yapılandıran kurumsal yönetim uygulamalarının önemli bir boyutunu iletişim uygulamaları oluşturur. Bu nedenle KYİ, Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan şirketlerin benimsemesi gereken kurumsal iletişim politikalarını temelinden şekillendirir. KYİ, şirketleri, J.E.Grunig’in (1992; 2002; 2005) tanımladığı mükemmel halkla ilişkiler yaklaşımının öngördüğü iletişim programlarını geliştirmeye yönlendirir, hatta zorunlu kılar. Bir diğer ifade ile halkla ilişkilerde mükemmellik literatürü KYİ ile örtüşür ve teorik olarak kurumsal yönetime uygun düşen iletişim çıktılarının üretilmesine yönelik katkıda bulunurken, KYİ ise şirketleri mükemmel halkla ilişkiler uygulamalarına yönlendirir. Bu nedenle Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan ve aynı zamanda birer kurumsal vatandaş olan şirketlerin halkla ilişkiler birimlerinin örgütlenişinde, karar alımına katılmada ve uygulayıcının rollerinde mükemmel halkla ilişkilerin bakış açısına uygun düşen yapıların görülmesi beklenir. KYİ’ni oluşturan üç aşama beklentinin kaynağını oluşturur. KYİ birinci aşamada kamuoyunun aydınlatılmasının esaslarına ve araçlarına yönelik düzenlemeler getirir. Düzenleme, kamuoyuna açıklanacak bilgileri, bilgilendirme sıklığını ve kanallarını, medya ile ilişkileri, şirkete yönetilen soruların yanıtlanmasında izlenecek yöntemleri içerir. İnternet siteleri kamuoyunun aydınlatılması konusunda şirketler için temel mecra olarak konumlanır. Veriler ise düzenli olarak yayınlanan, kamuoyunu doğru ve detaylı bilgiye ulaştıracak faaliyet raporlarından elde edilir. Faaliyet raporları; yönetim kurulu üyelerinin şirket dışında yürüttüğü görevler, komite üyelerinin açık kimlikleri, komitelerin etkinliklerine ilişkin yönetim kurulu değerlendirmeleri, yönetim kurulu üyelerine verilen idari cezalar, mevzuat değişiklikleri ve şirkete açılan davalar ve sonuçları, çalışanların sosyal hakları, toplumsal ve çevresel sonuç doğuran şirket faaliyetleri, kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları hakkında bilgilendirmeleri içerir. KYİ ikinci aşamada menfaat sahipleri olarak tanımlanan şirket paydaşlarına ilişkin tanımlamaları ortaya koyar. İşe alım koşulları, çalışanlara yönelik fırsat eşitliği, sağlık, ücretlendirme ve çalışan eğitimi hususlarına ayrıntılı düzenlemeler getirilir. Paydaş haklarının ihlalinde etkili ve süratli tazminat hakları güvenceye alınır. Paydaşlara ilişkin düzenlemelerde vurgulanması gereken bir diğer konu, paydaşları ilgilendiren sonuçlar Sayı 40 /Bahar 2015 03 Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz doğuracak yönetim kararlarında paydaşların görüşlerinin değerlendirmeye alınmasını sağlayacak oluşumlardır. Şirket paydaşlarına olduğu kadar, çevreye, kamu sağlığına ve etik kurallara duyarlıdır, buna göre programlanır. KYİ üçüncü aşamada yönetim kurulunun yapısı ve işlevine odaklanır. Yönetim kararlarının ve yönetim kurulu faaliyetlerinin şeffaf, hesap verebilir, adil ve sorumlu bir şekilde yürütülmesini esas alır. KYİ ile şirket yönetimi ilgili komitelerle desteklenerek kişilerden bağımsızlaştırılır, kurumsallık bütünüyle şirket tarafından içselleştirilir. KYİ’ni uygulayan şirketlerinin, yönetim ve iletişim politikalarını denetleyen iç mekanizma; kurumsal yönetim komitesidir. Kurumsal yönetim komiteleri şirketlerin KYİ doğrultusunda uygulamalarını usul ve esastan denetleyen kurmay yetkiler ile donatılmıştır. Kurumsal yönetim komitesinin işlevi, baskın koalisyonun kararlarını paydaşlara ve çevreye olası etkileri açısından değerlendirerek, tüm yönetsel kararları etik, şeffaf, sosyal sorumlu ve hesap verilebilir ölçüde yeniden örgütlemektir. KYE’nde yer alan şirketlerin tamamı internet sitelerinde kurumsal yönetim komitelerinin faaliyetlerini raporlamakla yükümlüdür. Kurumsal yönetim komiteleri J.E.Grunig’in (2005) betimlediği halkla ilişkiler uygulayıcısının baskın koalisyona danışmanlık yapma misyonu için realize edilmiş bir araç olarak karşımıza çıkar. Yazarın da ifade ettiği gibi baskın koalisyonda yer almak şirket içi güç dengeleri açısında kolaylıkla gerçekleşebilecek bir durum değildir. Diğer taraftan baskın koalisyonda yer alamayan bir halkla ilişkiler uygulayıcısı da, şirketin politikalarına katkıda bulunma ve mükemmel halkla ilişkiler uygulamalarını ortaya çıkarma imkanı bulamaz. Bu nedenle halkla ilişkiler akademisyenlerinin mükemmel halkla ilişkiler teorisini tartışırken üzerinde durduğu konuların başında, halkla ilişkiler uygulayıcısının hangi yöntemle baskın koalisyonda yer alacağı gelir. Kurumsal yönetim komiteleri işlevi ve yetkisi açısından ele alındığında bu soruya cevap verebilecek örgütlenmelerdir. Ancak bu cevap soruları tamamen yok edemez; sıradaki soru kurumsal yönetim komitelerinin kimlerden oluştuğudur. Kurumsal yönetim komitelerini deşifre etmek halkla ilişkiler açısından büyük bir önem taşısa da öncelikle KYİ ve halkla ilişkiler arasındaki ilişkiye detaylıca ele almak gerekir. KYİ ve Mükemmel Halkla İlişkiler Geleneksel yönetim anlayışında kurumsal yönetim anlayışına geçilmesi kapalı sistem perspektifinden açık sistem perspektifine geçilmesinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Kapalı sistem perspektifi örgütleri içinde bulundukları ortamlardan ve diğer sistemlerden bağımsız olarak kabul eder ve bu nedenle örgütsel etkinliği yalnızca örgüt içi yönetim yapılarına bağlar. Buna karşın açık sistem perspektifi örgütlerin ortamlarındaki diğer sistemlerle karşılıklı bağımlılığa dayalı bir ilişki içinde olduğunu kabul eder (Katz ve Kahn 1978). Bu kabul, örgütlerin ortamlarında bulunan ve örgütsel etkinliği doğrudan etkileyen diğer sistemlerle, yani tüm iç ve dış paydaşlarla ilgili konuların kurumsal yönetim sürecine dahil edilmesiyle kendini gösterir. Açık sistem perspektifinden değerlendirildiğinde kurumsal yönetimi halkla ilişkilere bağlayan nokta, karar ve davranışlarıyla bir örgütü etkileyen ve bir örgütün aldığı karar ve davranışlarından etkilenen kişi ve gruplardan oluşan paydaş paradigmasıdır (Freeman ve Reed 1983:91). Özünde, bir örgütün iç ve dış paydaşlarıyla olan iletişiminin yönetilmesini ifade eden halkla ilişkilerin (J.E.Grunig ve Hunt 1984:6) örgütsel etkinliğe katkı sağlayabilmesi için departman özerkliğine sahip olması ve baskın koalisyonda yer alması gerekir. Çünkü örgütlerin atanmış sınır aşıcıları arasında yer alan halkla ilişkiler uygulayıcıları, örgütün 04 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Aslı İcil Tuncer tüm paydaşlarıyla ve ortamlarıyla ilgili baskın koalisyonun karar süreçlerinde ihtiyaç duyduğu bilgiyi elde ederek ve bu bilgiyi karar alımına uygun hale getirmek için işleyerek örgütsel etkinliğe katkı sağlar (White ve Dozier, 2005). KYİ uygulandığı şirketi iletişim boyutunda düzenlemelere zorlar. Aslında bu zorlama şirketi tam da J.E.Grunig’in (1992:4-12) mükemmel halkla ilişkiler çalışmasında söz ettiği etkin örgütlerin stratejik halkla ilişkiler anlayışına götürür. Bu anlayış etkin örgütleri kararlarında paydaş beklentilerini, taleplerini ve ihtiyaçlarını göz önüne alarak düzenlemeler yapan böylece dengenin oluşmasını sağlayan, örgütü şeffaflaştırıp, paydaşların kararlara ulaşmasını sağlayan bir rolle resmeder. Mükemmel halkla ilişkiler yaklaşımı, şirketlerin paydaşlarıyla iletişiminin sorumluluk, etik, ve şeffaflık gibi değerler temelinde oluşturulmasını öngörerek (J.E.Grunig vd. 2005) kurumsal yönetim ilkelerinin temel değerleriyle (SPK, 2005:2-3) doğrudan örtüşür. KYİ’ne uyan şirketler kaçınılmaz olarak etkin örgütlerdir ve stratejik halkla ilişkileri uygulamanın koşullarını yerine yetirmekle yükümlenirler. Yükümlülükleri gönüllü olarak kabullenmelerinin nedeni ise, paydaşların baskısı ve itibar kazanmadır. Sonuç olarak mükemmel halkla ilişkiler departmanlarını iletişim modeli olarak basın ajansı, kamuyu bilgilendirme ve iki yönlü asimetrik modellerini değil, genellikle iki yönlü simetrik modeli ya da iki yönlü asimetrik modelin kombinasyonundan oluşan “karma model” kullanmaya iter. Stratejik halkla ilişkiler ise karma modelde hayat bulur. Kurumsal yönetim ilkelerinde mükemmel halkla ilişkilere ait izler, kamuyu aydınlatma, şeffaflık ve menfaat sahipleri bölümlerinde paydaşların bilgi almasına ve temsiline, şirketin sosyal sorumluluk uygulamalarına ve yönetim kurulunun yapısına yönelik düzenlemelerde göze çarpar. Şirket içinde bulunduğu makro ve mikro ortam karmaşık, birbirinden farklı ihtiyaçlara sahip ve çok sayıda paydaş gruplarını barındırır. Çalışanlar, yatırımcılar, müşteriler, rakipler, medya, hükümet, potansiyel müşteriler, sivil toplum kuruluşları bu paydaşlardan bazılarıdır. Her bir paydaş grubu şirket üzerinde dramatik etkilere yaratır ancak her bir paydaş grubunun baskın koalisyonda temsili şirket için zorlayıcıdır. Halkla ilişkiler uygulayıcısı Holtzhousen ve Voto’nun (2002)’nin ifadesiyle “kamular adına aktivist bir ses” olarak baskın koalisyonda paydaşları temsili için konumlanır. Bu konumda halkla ilişkiler uygulayıcısı en başından sınır aşıcı danışmandır. Paydaş grupları ile iletişim içindedir, tüm ihtiyaç duyulan verileri kaynağından toplar, örgütün makro stratejilerine yön verecek bilgileri aktarır. Kurumsal yönetim ilkleri, paydaş beklentilerinin yönetim kararlarına yansımalarına yönelik düzenlemeler getirerek tüm teorik çerçeveyi uygulamaya dönüştürür. Kurumsal yönetim ilkelerinde mükemmel halkla ilişkilerin örtüştüğü bir diğer nokta şirketlerin topluma karşı sosyal sorumlu davranma zorunluluğudur. Bu zorunlulukta kurumsal yönetimin ve halkla ilişkilerin ortak misyonu örgütsel meşruiyettir; şirketlerin amaçları örgütsel çıkarlara hizmet ettiği kadar toplumsal çıkarlara da hizmet etmelidir. Paydaşlar ve şirket arasındaki denge böylece kurulur. Bu ortak misyonda şirket paydaşları ile iletişiminde ve yönetim şeklinde şeffaflığı, dürüstlüğü ve sorumluluk anlayışını öne çıkararak kendisini daha öncede belirtildiği gibi kurumsal bir vatandaş olarak konumlar. Kurumsal vatandaşlığın doğal sonucu olarak sadece mal ve hizmet üretmez aynı zamanda içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarına yönelik sorumluluk misyonlarını üstlenir. Yönetim kurulunun yapısı hem mükemmel halkla ilişkiler teorisinin hem de kurumsal yönetim ilkelerinin üzerinde durduğu bir başka ortak konudur. OECD’nin ve SPK’nın Sayı 40 /Bahar 2015 05 Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz kurumsal yönetim tanımı şirket ile ortamı arasındaki ilişkide şirketin sınırlarını ortadan kaldıran bilgi alışverişine ve işbirliğine odaklanır. Mükemmel halkla ilişkiler teorisi ise halkla ilişkiler uygulayıcısına stratejist rolü vererek sınır aşıcı görevler yükler; karar mekanizmalarına danışmanlık yapmasını ifade eder. Böylece halkla ilişkiler uygulayıcısı tepe yöneticisi dışında örgüt içi güç odaklarından onay beklemeden ve müdahalede bulunulmadan stratejik yönetim ve planlamaya yani strateji formülasyonu sürecine katılma imkanı bularak (Bowen, 2006), şirketin toplumsal uyumunu gerçekleştirir. Diğer bir ifade ile halkla ilişkilerin konu yönetimine (Lauzen ve Dozier, 1992), stratejik planlamaya (Heath, 1997), ve etik karar alıma (Bivins, 1980) ne derecede katıldığı halkla ilişkilerin örgütlendiği örgütsel yapıya doğrudan bağlıdır. Bowen da (2004) örgütsel yapının halkla ilişkiler fonksiyonunun serbest bir şekilde karar alımına katkı sağlaması için yeterli özerkliği sağlaması gerektiğine dikkat çeker. Halkla ilişkilerin yönetime sağlayacağı katkı ve halkla ilişkiler uygulayıcılarının örgüt içinde bir etik danışman ve stratejist olarak hareket edip edemeyeceği konularında oldukça belirleyici olan özerklik; müdahalede bulunulmama, doğrudan CEO’ya bağlı olma, stratejik yönetim ve planlamaya katılma ya da bürokratik seviyelerden onay almayı beklemeden karar alabilme gibi birçok anlama gelir. Sonuç olarak şirketin iç bürokrasisinden ve farklı birimlerin misyonlarını paylaşmaktan kurtulmuş, direkt olarak tepe yöneticilerine bağlı olmayı anlatır; halkla ilişkilerin karar alımına katılımı konusunda büyük bir etkisi bulunur. Bu etki kendisini (Grunig ve Hon, 1999:28; Hon 1998:116), halkla ilişkilerin konu yönetimine (Lauzen ve Dozier, 1992:77), stratejik planlamaya (Heath, 1997:46) ve karar alımına etik danışmanlıkta katkı yapmasıyla gösterir (Bowen, 2006:23). Dolayısıyla halkla ilişkiler uygulayıcısının örgüt içerisinde nasıl konumlandığı yani rolünün ne olduğu, örgütün kurumsal iletişime olan yaklaşımının bir göstergesidir (Dozier, içinde Grunig 2005). Çünkü uygulayıcının örgüt içerisindeki konumu ve rolü kurumsal iletişim politikalarına uygun olmalıdır. Bu politikaların örgütsel stratejilere eklemlenmesi ise halkla ilişkiler uygulayıcısının örgüt içindeki konumu ile yakından ilişkilidir. Kurumsal yönetim ilkelerini benimsemiş bir şirkette halkla ilişkiler uygulayıcısı, mükemmel halkla ilişkiler perspektifinde konumlanması gereken pozisyona uygun bir yönetsel yapıyla karşılaşır. Daha önce bahsettiğimiz kurumsal yönetim komitesi bu konuda en somut örnek olarak karşımıza çıkar. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde kurumsal yönetim ilkeleri, mükemmel halkla ilişkiler teorisiyle örtüşür. Örtüşme sadece ortak amaçlar üzerinden değil aynı zamanda yönetimsel düzenlemelerden kaynaklanır. Bu açıdan KYE şirketleri KYİ’ni benimsemiş şirketler olarak, teorik perspektifin uygulamadaki yansımalarını test etmek için emsalsiz araçlardır. Mükemmel halkla ilişkiler literatürü ve KYİ örtüşüyorsa halkla ilişkilerin örgüt içi konumlanışı ve fonksiyonu literatürün bize söylediği gibi olmalıdır. Dolayısıyla halkla ilişkilerde departman özerkliği, stratejist rol ve karar alımına danışmanlık KYE şirketleri için karşılaşmamız gereken durumlardır. Çünkü Grunig vd (2005), özerk departman örgütlenişini ve karar mekanizmalarına danışmanlık fonksiyonunu mükemmel halkla ilişkiler uygulamaları için bir mecburiyet olarak resmeder. Sonuç olarak halkla ilişkiler literatürünün öne sürdüğü, iki yönlü simetrik iletişime ve yönetim kararlarına dair tüm fikirleri içinde barındıran kurumsal yönetim ilkelerini benimsemiş şirketlerde halkla ilişkilere dair akademik incelemeler yapmak hem uygulama ile teorinin eşgüdümünü 06 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Aslı İcil Tuncer ortaya çıkarabilmek hem de halkla ilişkiler işlevinin tanımlanması bağlamıyla önem taşır. Metodoloji 2013 yılı için BİST Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan 45 şirket bulunmaktadır. Bu şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyum notu 10 üzerinden en az 7’dir . Dolayısıyla bahsi geçen şirketlerin, kurumsal yönetim ilkelerinin gereklerini yerine getirdiği kabul edilmektedir. Aynı zamanda kaynağını ilkelerden alan kurumsal iletişim politikalarının bir sonucu olarak, halkla ilişkiler departmanının pazarlama, insan kaynakları gibi departmanlardan ayrılarak özerk bir yapıya sahip olması ve karar alımında baskın koalisyona danışmanlık görevini yerine getirmesi beklenmektedir. Bu doğrultuda şu araştırma sorularının cevabı aranmıştır: (1)Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan şirketlerin Halkla İlişkiler departmanları özerk midir?, (2)Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan kurumların halkla ilişkiler uygulayıcıları karar alımına katılmakta mıdır?, (3) Kurumsal Yönetim Endeksinde yer alan şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcılarının rolü ile kurumsal yönetim puanları arasında bir ilişki var mıdır? Örneklem Araştırmaya Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan 45 şirket tamamı tam sayım yöntemi ile çalışmaya dahil edilmiştir. Ancak dört şirkette halkla ilişkiler biriminin olmadığı görülmüştür. Bu şirketlerin araştırma sorularına veri sağlaması mümkün olmamıştır. Ayrıca üç şirketin uygulayıcısına ulaşılamadığı için mülakat gerçekleştirilememiştir, yine de bu şirketlerden internet siteleri ve raporları aracılığı ile veri toplamak mümkün oluştur. Böylece araştırmaya dahil edilen şirket sayısı 41 olarak gerçekleşmiştir. Veri Toplama Veri toplamak için iki aşamalı bir yöntem izlenmiştir. Öncelikle Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan 45 şirketin kurumsal internet sitelerinde organizasyon şemaları incelenmiş, böylece halkla ilişkiler departmanının örgüt içindeki konumu tespit edilmiştir. Ayrıca şirketlerin bağımsız kredi derecelendirme kuruluşları tarafından hazırlanan 2013 yılı kurumsal yönetim uyum raporları analiz edilmiş, yönetim kurulları, icra kurulları ve çeşitli yönetim komiteleri incelenerek halkla ilişkiler uygulayıcısının karar alımına (danışmanlık düzeyinde) katılıp katılmadığı araştırılmıştır. İkinci aşamada kurumların halkla ilişkiler uygulayıcılarına telefon yolu ile ulaşılmış, örgüt içerisindeki konumlarına ve baskın koalisyona katılımlarına ilişkin açık uçlu sorular sorulmuştur. Sorular, Downs ve Hazen (1977)’in geliştirdiği, Zwinjze ve Jong (2007)’un yeniden düzenlediği 44 soruluk iletişim ve iş tatmini ölçeğinin karar alımına katılım boyutu sorularından oluşturulmuştur (karar alımına katılım, tepe yönetim ile iletişim, halkla ilişkiler raporlarının kararlara etkisi, zorlayıcı kararlar). Hipotezler Araştırmanın hipotezleri şu şekilde oluşturulmuştur: Hipotez 1: KYE şirketlerinin halkla ilişkiler departmanları özerktir. Hipotez 2: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcıları karar alımına Sayı 40 /Bahar 2015 07 Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz katılmaktadır. Hipotez 3: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcısının rolü ile kurumsal yönetim puanı arasında bir ilişki vardır. Hipotez 4: KYE şirketlerinde departman özerkliği ile uygulayıcının karar alımına katılımı arasında bir ilişki vardır. Bulgular Tablo 1 Demografik Veriler Cinsiyet Kadın Erkek Yaş 20-26 27-35 36-50 50+ Frekans %78 %22 Oran %7,3 %36,6 5 Frekans 4 12 17 %12,2 Oran %9,8 %29,3 %41,5 18 Çalışma Süresi 1 yıldan az 1-3 yıl 3-7 yıl 7+ Oran 32 9 Frekans 3 15 8 %43,9 %19,4 Eğitim İlköğretim Lise Önlisans Lisans Lisans Üstü Gelir Asgari ücret 900-2000 2001-3000 3001-5000 5000+ Frekans 4 Oran %9,8 6 23 8 %14,6 %56,1 %19,5 Oran 11 16 7 4 %26,8 %39 %17,1 %9,8 Frekans 3 %7,3 Araştırmaya konu olan şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcılarının büyük bir çoğunluğu kadındır (%78) ve 27-50 yaş aralığındadır (%80,5). Sadece dört uygulayıcı lise mezunudur. Diğer uygulayıcıların tamamı üniversite mezunudur. Çalışma süresi bir yıldan az olan 4 uygulayıcı, 7 yıldan fazla olan 8 uygulayıcı vardır. Uygulayıcıların %41,5’i 3-7 yıldır aynı şirkette çalışmaktadır. Asgari ücret kazanan 3 uygulayıcı bulunmaktadır. Bu uygulayıcılar aynı zamanda bir yıldan iş yerlerinde bir yıldan az süredir çalışmaktadır. 5000 TL ve üzeri kazanan uygulayıcıların ise üçü yedi yıl üzerinde bir süredir aynı şirkette çalışmaktadır. Bu uygulayıcılar aynı zamanda lisansüstü mezunudur. Tablo 2: Kurumsal Yönetim Endeksi Şirketlerinin Halkla İlişkiler Departmanı Örgütlenişleri Kurum Anadolu Efes Albaraka Türk Arçelik Aselsan Asya Katılım Bankası Aygaz Boyner Mağazacılık Coca Cola İçecek Creditwest Faktoring Dentaş Ambalaj Doğuş Otomotiv Doğan Holding Doğan Yayın Holding Egeli & Co. Yatırım Hold. 08 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Departman Özerkliği Özerk Yok Özerk Yok Yok Yok Yok Özerk Yok Yok Özerk Yok Yok Uygulayıcının Özerklik Cevabı Özerk Yok Özerk Özerk Yok Özerk Özerk Yok Özerk Özerk Yok - Baskın Koalisyona Katılım Evet Hayır Evet Hayır Hayır Hayır Evet Hayır Hayır Evet Hayır - Kurumsal Yönetim Puanı 9,33 8,62 9,28 9,07 8,92 9,27 8,61 9,20 8,03 8,97 9,05 9,18 9,03 9,08 Aslı İcil Tuncer Enka İnşaat Garanti Faktoring Global Yat. Holding Garanti Yat. Ort. T. Halk Bankası Hürriyet Gazetesi İhlas Ev Aletleri İhlas Holding İş Finansal Kiralama İş GMYO İş Y. Men. Değ. Logo Yazılım Otokar Pektim Pınar Et ve Un Pınar Süt Prysmian Kablo Park Elek. Madencilik Şekerbank TAV Havalimanları Tofaş Oto Fab. Turcas Petrol T.S.K.B. Tüpraş Türk Telekom Türk Traktör Vestel Yapı ve Kredi Bankası Vakıf Yatırım Ortaklığı Yazıcılar Holding Yeşil GMYO Yok Yok Yok Yok Özerk Yok Yok Yok Özerk Yok Yok Yok Yok Yok Yok Yok Özerk Özerk Yok Yok Yok Yok Yok Yok Özerk Özerk Özerk Özerk Yok Yok Özerk Yok Özerk Özerk Yok Özerk Özerk Özerk Yok Yok Özerk Özerk Yok Özerk Özerk Özerk Yok Yok Özerk Yok Özerk Özerk Özerk Özerk Özerk Hayır Hayır Hayır Hayır Evet Hayır Hayır Hayır Evet Hayır Hayır Hayır Hayır Hayır Hayır Evet Evet Hayır Hayır Hayır Hayır Hayır Hayır Evet Evet Evet Evet 9,20 8,76 8,86 9,01 9,21 9,09 8,15 8,15 9,11 8,81 9,06 8,91 9,10 8,91 9,16 9,15 8,44 8,98 9,09 9,39 9,14 8,75 9,40 9,34 8,80 9,10 9,09 9,32 9,21 9,07 9,02 Hipotez 1: KYE şirketlerinin halkla ilişkiler departmanları özerktir. KYE şirketlerinin sadece 12 (%26,66)’inde halkla ilişkiler departmanı özerktir. Oysa, araştırmanın kavramsallaştırma aşamasında kurumsal yönetim ilkeleri ile örtüşen mükemmel halkla ilişkiler teorisinin bir gereği olarak KYE şirketlerinin tamamında departman özerkliği beklenmekteydi. Ancak halkla ilişkiler birimlerinin ağırlıklı olarak pazarlama departmanlarının altında örgütlendiği saptanmıştır. Dolayısıyla H1 hipotezi ret edilmiştir. Bu sonuç Türkiye’de halkla ilişkiler araştırmacılarının üzerinde düşünmesi gereken bir sonuçtur. KYE şirketlerinde dahi halkla ilişkilerin departman özerkliğinin bulunmaması dikkat çekicidir. Diğer taraftan dört KYE şirketinde halkla ilişkiler fonksiyonunu yerine getirecek bir birimin dahi bulunmadığı görülmüştür. Bu noktada bir başka dikkat çekici bulgu ise; 13 şirketin halkla ilişkiler uygulayıcısı örgütün organizasyon şemasında halkla ilişkiler departmanı özerkliğine sahip olmamasına rağmen departman özerkliğinin olduğunu ifade etmesidir. Lisansüstü eğitimini tamamlamış sekiz uygulayıcının tamamı çalıştığı şirketlerde departman özerkliğine sahiptir. Uygulayıcının eğitimi ve halkla ilişkiler uygulamaları arasındaki ilişkiyi araştıran bir çok çalışma -tıpkı Wetherell (1989) çalışmasında olduğu gibi- mükemmel halkla ilişkiler ile uygulayıcının eğitim düzeyi arasında pozitif bir ilişki tespit etmiştir (Grunig ve Grunig, 2005, s.323). Bu araştırmanın Sayı 40 /Bahar 2015 09 Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz bulguları da eğitim düzeyi ve uygulama modelleri arasındaki ilişkiyi teyit etmiştir. Hipotez 2: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcıları karar alımına katılmaktadır. Kurumsal yönetim uyum raporları üzerinden yapılan incelemeler ve uygulayıcılar ile yapılan görüşmeler 12 halkla ilişkiler uygulayıcısının baskın koalisyona danışmanlık görevini yerine getirdiği gösterdi. Diğer taraftan halkla ilişkiler departmanı bulunan 41 şirketten 29’unda (%70,7) halkla ilişkiler uygulayıcısının karar alımına hiçbir düzeyde katılmadığı görüldü. Kalan dört şirkette ise daha önce de ifade dildiği gibi halkla ilişkiler uygulayıcısı bulunmamaktadır. Böylece H2 hipotezi ret edilmiştir. Bu bulgunun yanı sıra hiç bir KYE şirketinde, halkla ilişkiler uygulayıcısının, kurumsal yönetim komitesinde yer almadığı görüldü. Kurumsal yönetim komiteleri halkla ilişkiler uygulayıcısının şirket ile ortamı arasında denge kurma görevinde ihtiyaç duyduğu meşruluğu ve yetkiyi elde etmesi için kritik bir birim olmasına rağmen, kurumsal yönetim komitelerinin tamamen yönetim kurulları üyelerinden oluştuğu görülmüştür. Hipotez 3: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcısının rolü ile kurumsal yönetim puanı arasında bir ilişki vardır. KYE şirketlerinin halkla ilişkiler uygulayıcıları rolü ile kurumsal yönetim puanları arasında bir ilişki saptanmıştır. Halkla ilişkiler uygulayıcısı bulunmayan şirketlerin not ortalaması 7.88’dir. Halkla ilişkiler uygulayıcısı bulunan şirketlerin not ortalaması ise 8.30’dur. Departman özerkliğinin bulunduğu şirketlerde not ortalaması 8.47’e, uygulayıcının karar alımına katıldığı şirketlerde not ortalaması ise 8.51’e çıkmaktadır. Bu sonuçlara göre H3 hipotezi kabul edilmiştir. Bu bulgu ile, mükemmel halkla ilişkiler çerçevesine uygun yönetilen halkla ilişkilerin, örgütsel etkinliğe katkısının da aynı düzeyde artacağı açıkça görülmektedir. Şekil 1: Kurumsal Yönetim Puanı ve Uygulayıcı Rolleri İlişkisi Steyn (2003a, 2003b, 2009) halkla ilişkiler rol tipolojilerine stratejist rolü ekleyerek, J.E.Grunig vd.’nin (2005) mükemmel halkla ilişkiler kurumsal çerçevesine halkla ilişkiler uygulayıcısının hangi enstrümanlarla katılması gerektiğini ortaya koymuştur. Buna göre 10 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Aslı İcil Tuncer stratejist rol, bir uygulayıcının karar alımına katılımını da içeren süreçlerin sonunda örgütsel stratejiye katkıda bulunan uygulayıcıyı resmetmektedir ki departman özerkliği bu fonksiyonun ön koşuludur. Diğer taraftan Departman özerkliğinin bulunmadığı şirketlerde iletişim teknisyeni (Brom, 1982) rolündeki halkla ilişkiler uygulayıcısının kurumsal politikalara katkıda bulunması mümkün olmaz. Bulgular uygulayıcının stratejist rolde olduğu şirketlerin kurumsal yönetim notunun yükseldiğini göstermektedir. Ancak literatürle örtüşen bu bulguya rağmen, uygulayıcının teknisyen rolde olduğu şirketlerin, hatta uygulayıcının hiç bulunmadığı şirketlerin dahi kurumsal yönetim endeksinde yer alıyor olması Türkiye’de halkla ilişkiler fonksiyonunun öncelikli bir tartışma konusu olmasını gerektirir. Hipotez 4: KYE şirketlerinde departman özerkliği ile uygulayıcının karar alımına katılımı arasında bir ilişki vardır. KYE şirketlerinde karar alım süreçlerine katılan 12 uygulayıcının tamamı aynı zamanda departman özerkliğine sahip şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcısıdır. Bu veri araştırma bulgularının halkla ilişkiler literatürü ile örtüşmeye en çok yaklaştığı nokta olarak öne çıkmıştır. H4 hipotezi kabul edilmiştir. Halkla ilişkiler uygulayıcısının örgüt içerisindeki konumu, halkla ilişkiler uygulamaları üzerinde kritik bir etkiye sahiptir (Bowen, 2004, s.3). Paydaşların analizi, konu yönetimi, örgüt için potansiyel tehditlerin tanımlanması, bu tehditlere yönelik stratejik uygulamaların geliştirilmesi, hem örgüt üzerinde hem de paydaş üzerinde hedeflenen davranış değişikliklerinin saptanması ve yaratılması ancak güçlü bir halkla ilişkiler liderlinin gerçekleştirebileceği çalışmalardır (Freitag, 2007, s.40). Departman özerkliği bulunmayan bir halkla ilişkiler fonksiyonu, doğal bir sonuç olarak, teknik düzey işlevlerinden daha fazlasını ortaya koyamaz. KYE şirketlerinde departman özerkliği bulunan uygulayıcıların stratejist rolde çalıştıkları ve şirketin iletişim boyutundaki kararlara tepe yönetim düzeyinde danışmanlık yaptığı görülmüş, elde edilen veriler literatür ile uyum göstermiştir. Araştırma hipotezlerinin yanı sıra çalışmada dikkat çeken iki bulgudan da söz etmek yerinde olacaktır. KYE şirketlerinde halkla ilişkiler departmanlarının kurumsal iletişim departmanı, kurumsal yönetim departmanı, paydaş ilişkileri müdürlüğü, kurumsal ilişkiler departmanı, kurumsal ilişkiler ve regülasyon birimi gibi birbirinden farklı isimler altında örgütlendiği görülmüştür. Buna karşılık, finans, insan kaynakları, arge, pazarlama gibi departmanların isimlendirilmesinde şirketten şirkete herhangi bir farklılık görülmemiştir. Bu Türkiye’de halkla ilişkiler mesleği açısından kaygılandırıcı bir bulgudur. Çünkü bu durum, halkla ilişkiler fonksiyonun şirket içindeki işlevinin ne olduğu, nasıl ve hangi hedefler ile konumlandığının farklılığına ve dağınıklığına işaret etmektedir. Şirketlerin halkla ilişkiler departmanlarını nasıl isimlendireceği karmaşası aslında departmanın nasıl yetkilendireceği ve hangi alanda çalışacağı konusunda yaşanan belirsizlikten kaynaklandığını söylemek mümkündür. Diğer yandan KYE şirketlerinin raporlarını yayımladıkları birimler de, şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine bakış açıları hakkında ipuçları vermektedir. KYE şirketlerinin büyük bir çoğunluğunun internet sitelerinde kurumsal yönetime ilişkin verileri yatırımcı ilişkileri linkinin altında Sayı 40 /Bahar 2015 11 Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz yayınlaması şirketlerin kurumsal yönetime bir yatırımcı ilişkisi enstrümanı olarak yaklaştığını göstermektedir ki bu yanlış bir bakış açısıdır. Kurumsal yönetimin odaklandığı etik ve şeffaflığa dayanan geniş çaplı ilkelerin, Türkiye’de yatırımcılara odaklanarak uygulanması, kurumsal yönetim ilkelerinin şirketin tüm kademelerine ve uygulamalarına yayılarak içselleştirildiği konusunda soru işaretleri doğurmuştur. Sonuç Stratejik iletişimi yönetecek bir birimin kendi insan kaynaklarına, maddi kaynaklara sahip olması ve üst yönetime aracısız, direkt olarak ulaşabilmesi gerekir. Bunun aksine örgüt ile paydaşları arasında anlayışa ve uzlaşıya dayalı ilişkileri yönetecek, bazı durumlarda üst yönetimde alınan örgütsel kararların iletişim stratejilerine göre biçimlenmesini, bazı durumlarda ise iletişim stratejilerinin örgütsel kararlara göre biçimlenmesini sağlayacak halkla ilişkiler biriminin farklı departmanların altında, sadece destek bir birim olarak konumlanması, halkla ilişkilerin gerçek işlevini gerçekleştirmesini imkansızlaştırır. Araştırmaya konu olan KYE şirketlerinde departman özerkliğine sahip ve yetki ile donatılmış halkla ilişkiler birimlerinin, literatürün açıkladığı fonksiyonları yerine getirdiği görülmüştür. Ancak bir bütün olarak değerlendirildiğinde, KYE şirketlerinin halkla ilişkiler departmanları örgütlenişi ve işlevinin literatürde tanımlanan mükemmel halkla ilişkiler örgütlenme ve işlev modellerine en yakın şirketler olması beklenirken, araştırma sonuçları durumun farklı olduğunu göstermiştir. KYE şirketlerinin çoğunda halkla ilişkiler hala bir destek fonksiyonu ve bir taktiksel örgüt enstrümanı şeklinde faaliyet göstermekte, yaygın olarak, departman özerkliğine sahip olmayan, karar alımına katılmayan bir halkla ilişkiler birimi profili görünmektedir. Bu profil, şirketlerin halkla ilişkiler departmanlarını nasıl isimlendireceği karmaşasını da beraberinde getirmektedir. Diğer taraftan halkla ilişkiler birimi departman özerkliğine sahip olan ve karar alımına katılan şirketlerin KYE puanlarının istikrarlı olarak yükselmesi, halkla ilişkiler departmanının özerk olduğunda halkla ilişkilerin de taktiksel bir araçtan öteye geçerek öngörülen örgütsel etkinliğe gerçeklikte karşılık vereceğinin net bir göstergesidir. Bu bulgu aynı zamanda Örgütlerin halkla ilişkilerin örgütsel etkinliğe katkısını maksimize edecek işlevsel pozisyonları sağlaması bağlamıyla da umut vaad etmektedir. Kurumsal yönetim ilkelerinin içeriği stratejik halkla ilişkiler yönetimi uygulamalarını gerektirmektedir. KYE’nde yer alan bir örgütte kurumsal iletişimi yönetecek uygulayıcının stratejist rolde olması beklenirken, KYE örgütlerinin bir kısmında halkla ilişkiler uygulayıcısının dahi bulunmaması, uygulayıcının yer aldığı örgütlerin çoğunda ise teknisyen rolünde bulunması ve halkla ilişkilerin örgüt içerisinde pazarlama ve insan kaynakları gibi alt sistemlere bağlı konumlanması dikkat çekicidir. Bu durum, literatürde halkla ilişkilerin günümüzde değişen işlevlerini açıklayan pek çok çalışma ile ters düşmekte, uygulama ile teori arasındaki uyuşmazlığı göstermektedir. Sonuç olarak araştırma sonunda Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan şirketlerin çoğunda halkla ilişkiler departmanlarının özerk olmadığı (a.s.1) ve uygulayıcıların çoğunun karar alımına katılmadığı görülmüştür (a.s.2). Ancak ve Kurumsal Yönetim Endeksinde 12 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Aslı İcil Tuncer yer alan şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcılarının rolü ile kurumsal yönetim puanları arasında olumlu bir ilişki tespit edilmiştir (a.s.3). Bu durum cesaret verici olmasına rağmen; sonraki araştırmalar için, halkla ilişkiler teorisi ve gerçeklik arasındaki çelişkinin daha kapsamlı bir şekilde ele alınması önerilmektedir. Kaynaklar: Bivins Thomas H. (1980), “Ethical implications of the relationship of purpose to role and function in public relations” Journal of Business Ethics, 8(1), s.65-73. Bowen Shannon A. (2004) “Organizational Factors Encouranging Ethical Decision Making: an Exploration into The Case of An Exemplar” Journal of Business Ethics, 52, s.311-324. Bowen Shannon A. (2006), “Autonomy in communication: Inclusion in strategic management and ethical decision-making, a comparative case analysis.” Journal of Communication Management, 10(4), s.330-352. Broom Glen M. (1982) “A comparison of sex roles in public relations.” Public Relations Review, 8(3), s.17–22. Downs, C. W., ve Hazen, M. D. (1977) “A factor analytic study of communication satisfaction” Journal of Business Communication, 14, s.63-73. Dozier David M. (2005) “İletişim ve Halkla İlişkiler Uygulayıcılarının Örgütsel Rolleri”, Grunig, E.James (der), Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, çev: Özsayar E., İstanbul, Rota Yayın . Freeman R.E. ve Reed D. L. (1983) “Stockholders and Stakeholders: A New Perspective on Corporate Governance” California Management Review, 25(3), s.88106. Freitag, Alan R. (2007) Staking Claim: Public Relations Leaders Needed to Shape CSR Policy, Public Relations Quarterly, 52, s.37-40. Grunig E.James (2005) Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, çev. Özsayar E., İstanbul, Rota Yayın. Grunig E.J. ve Hunt T. (1984) Managing Public Relations, Newyork, NY Hold. Grunig, E.James (1992). Excellence in public relations and communication management. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates, Inc. Grunig, E.J. ve Grunig, L., (2005) Halkla İlişkiler ve İletşim Modelleri, Grunig, E.J.(der), Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, çev: Özsayar E., İstanbul, Rota Yayın. Sayı 40 /Bahar 2015 13 Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz Grunig, E.J. ve Hon, L.C. (1999), Guidelines for Measuring Relationships in Public Relations, Institute for Public Relations, Gainesville, FL. Heath, Robert L. (1997), Strategic Issues Management: Organizations and Public Policy Challenges, Sage, Thousand Oaks, CA. Holtzhausen, D. R. ve Voto, R. (2002). “Resistance from the margins: The postmodern public relations practitioner as organizational activist.” Journal of Public Relations Research, 14(1), s.57–84. Hon, Linda C. (1998), “Demonstrating effectiveness in public relations: goals, objectives, and evaluation”, Journal of Public Relations Research, Sayı:10(2), s.103-35. Jamali, Dima (2008) “A stakeholder approach to corporate social responsibility: Fresh insights into theory vs practice” Journal of Business Ethics, 82(1), s.213-315. Katz D. ve Kahn R. L. (1978) The Social Psychology of Organizations, New York, Wiley. Lauzen M.M. ve Dozier D.M. (1992) “The missing link: The public relations manager role as mediator of organizational environments and power consequences for the function.” Journal of Public Relations Research, 4(4), s.205-220. Marsden, Chris (2000) “The New Corporate Citizenship of Big Business: Part of The Solution to Sustainability” Business and Society Review, 105(1), s.9-25. OECD (2004) OECD Principles of Corporate Governance, http://www.oecd.org/ dataoecd/32/18/31557724.pdf?submenuheader=null, erişim tarihi: 11.08.2011. SPK (2005) Kurumsal Yönetim İlkeleri http://www.spk.gov.tr/displayfile.asp x?action=displayfile&pageid=66&fn=66.pdf&submenuheader=null, erişim tarihi: 11.08.2011. Steyn, Benita, (2003a) A Conceptualisation and Empiricl Verification Of The “Strategist” (Redefined) “Manager” and “Technician” Roles Of Public Relations. Paper Presented At The 10. International Public Relations Research Symposium, Lake Bled, Slovenia. Steyn, Benita, (2003b) From Strategy to Corporate Communication Strategy: A Conceptualisation. Journal of Communication Management, 8, s.168-183. Steyn, Benita, (2009) The Strategic Role of Public Relations Is Strategic Reflection: A South African Research Stream, American Behavioral Scientist, 53(4), s.516-532. Wetherell, Barbara J. (1989) The Effect Of Gender Masculinity and Femininity on The Practice of And Preference for The Models of Public Relations, Doktora Tezi, Maryland Universty, College Park. 14 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Aslı İcil Tuncer White J. ve Dozier D. M. (2005) “Halkla İlişkiler ve Yönetim Kararları”, Grunig, E.J.(der), Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, çev: Özsayar E., İstanbul, Rota Yayın. Zwijze, K. ve Jong, M., (2007). “Evaluating the Communication Satisfaction Questionnaire as a Communication Audit Tool”, Management Communication Quarterly, 20(3), s.261-282. Sayı 40 /Bahar 2015 15 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi1 Examination of the Relationship Between the Purpose of Nursing Students for Using Social Network Sites and Their Communication Skills Hatice KAYA, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected] Nuray TURAN, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected] Özgem HASANOĞLU, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected] Özge GÜRE, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected] Ettibar ARSLANOVA, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected] Gülay ELMAS, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Hemşirelik öğrencileri, İletişim becerileri, İnternet, Sosyal ağ siteleri Keywords: Nursing students, Communication skills, the internet, Social network sites Öz Araştırma, hemşirelik öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim becerileri arasındaki ilişkiyi belirleme ve tanımlama amacını taşımaktadır. Araştırmanın evrenini, bir Hemşirelik Fakültesi’nde öğrenim gören öğrenciler, örneklemini ise tabakalı rastgele örnekleme yöntemi ile belirlenen 238 öğrenci oluşturdu. Kurumdan yazılı, öğrencilerden sözlü bilgilendirilmiş onam alındı. Veriler, Yapılandırılmış Soru Formu, Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği ve İletişim Becerileri Ölçeği (İBÖ) ile toplandı. Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği ve İBÖ toplam puan ortalamasının 38.69±17.49 ve 104.00±19.26 olduğu görüldü. Sosyal ağ sitelerini kullanan öğrencilerin, İBÖ davranışsal alt boyutunda istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptandı (p<0.001). Araştırmaya göre, öğrencilerin iletişim becerileri orta düzeydedir. Sosyal ağ sitelerini öğrenciler iletişim, kendini tanıtma, eğitim amaçlı kullanmaktadırlar. Sosyal ağ sitelerini etkin kullanan öğrenciler, iletişim becerilerini davranışlarına yansıtabilmektedirler. Abstract The study is aimed to determine the relationship between the purpose of nursing students for using social network sites and their communication skills and to carry the identification. The population of this study consists of students who are enrolled at a Faculty of Nursing, while sample group includes 238 students who were selected through the stratified random sampling method. Written informed consent was obtained from the institution. Verbal informed consent was obtained from the students. The data were collected through the Structured Questionnaire, the Scale of Aims of Use of Social Network Sites and Communication Skills Scale (CSS). It is seen that average total score of students in the Scale of Aims of Use of Social Network Sites and in the CSS was 38.69±17.49, and 104.00±19.26.A statistically significant difference was found in the behavioral subdimension of CSS (p<0.001). According the study, communication skills of the students are at a medium level. They use social network sites for the purpose of communication, introducing themselves, education. Students who actively use social network websites can reflect their communication skills on their behaviors. 26-28 Nisan 2012 tarihleri arasında Bursa’da düzenlenen 11. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur. 1 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Giriş Günümüzde gelişen teknoloji ile birlikte bilgisayar ve internet hayatın vazgeçilmez gereçleri haline gelmiştir. İnternet, birçok bilgisayar sisteminin birbirine bağlı olduğu, dünyada yaygın olarak kullanılan ve sürekli büyüyen bir iletişim aracıdır (Oğuz vd., 2008: 448). Avrupa genelinde, Türkiye’nin kişi başına internet kullanımında en fazla zaman geçiren ülke olduğu belirtilmektedir. Buna göre ülkemizde 2009 Nisan ayında 17 milyon internet kullanıcısı olduğu, kişi başına ortalama 3044 sayfa içerik izlendiği ve bireylerin ayda ortalama 32 saatini internette geçirdiği saptanmıştır. Bu raporda, 2009 Nisan ayında ülkelerin internette geçirdikleri sürelere 17 milyon internet kullanıcısının dışında kalan grubun da (internet kafelerden yapılan erişim, mobil internet, 15 yaş altı gruplar, vb.) dahil edilmesi halinde, Türkiye’de toplam internet kullanıcı sayısının 26.751.441 olacağı tahmin edilmektedir (Toprak vd.,2014: 42). 21-22 Ocak 2010 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilmiş olan NunBridge Ventura Zirvesi’nde dünyada Türkiye’nin internette en çok zaman geçiren ülkelerden biri olması nedeni ile, kaynakların ve yatırımların 2010’da Türkiye’ye kaydırılacağı belirtilmiştir. Bu durumun en önemli nedenlerinin başında ise, “gençlerin” sosyal paylaşım siteleri kullanıcılarının olması gelmektedir (Sözen, 2012: 11). Benzer şekilde, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK 2013)’nun Hane Halkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması sonuçlarına göre, bilgisayar ve internet kullanım oranının 16-24 yaş arasındaki gençlerde en yüksek olduğu (%70.6) bulunmuştur. Bu yaş grubunda, internet kullanma oranı erkeklerde %82, kadınlarda ise, %57.5 olarak belirlenmiştir (TUİK 2013). İnternet teknolojisinde en son yenilik ise, sosyal ağ siteleridir (Tektaş, 2014: 852). Sosyal ağların son birkaç yıl içinde hızla yayılması ve kullanıcılar tarafından benimsenmesi, beraberinde daha yaygın ve daha yoğun bir bilgisayar ve internet kullanımına yol açmıştır. İnsanların sosyal ağlarda gittikçe daha fazla zaman geçirmesi yeni ve daha gelişmiş paylaşım sitelerinin oluşmasını teşvik ederek, dünya genelinde ağ örüntüsünün hızla gelişmesinde etkili olmuştur (Toprak, vd., 2014: 26). Sosyal ağ kavramı; ortak bir amaç doğrultusunda insanların düşüncelerini paylaşmalarını ve birbirleri ile etkileşime girmelerini kolaylaştıran internet üzerinden bir topluluk oluşumunu işaret etmektedir (Karal ve Kokoç, 2010: 252). Sosyal iletişimin ve/veya sosyal ilişkilerin kurulabildiği, bireylerin yüksek oranda paylaşımda bulundukları bir online servis, platform veya alan olarak tanımlanabilir. Sosyal ağlar, bireylerin internet üzerinde yarattığı sanal toplumsal yaşamdır. Bu ağlar içinde bireyler, kendilerini tanıtarak, aynı kültür seviyesinde rahatlıkla anlaşabilecekleri diğer bireylerle internetin sunduğu olanaklar aracılığı ile iletişim kurmaktadır. Yeni birlikte olma alanları olan sosyal ağlarda, beden ve mekândan bağımsız olarak genellikle kelimeler aracılığı ile gerçekleşen iletişim yaşanmaktadır (Barış ve Tosun, 2013: 123-124; Boyd ve Ellison, 2008: 210; Onat ve Alikılıç, 2011: 1113; Tiryakioğlu ve Erzurum, 2011: 1031-103). Sosyal ağlar toplum ve toplum üyeleri arasındaki iletişimi kolaylaştırdığından beri, “sanal ağlar” olarak da adlandırılmaktadır (Nelson vd., 2013: 40). Financial Times tarafından derlenen ve Webrazzi tarafından yayımlanan Twitter 17 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu, Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas kullanım rakamlarına göre, Türkiye’de sosyal ağ (Twitter) kullanıcı sayısı 11.337.505’tir (Demirel, 2013). En iyi 20 sosyal ağ sitesinin pazar payı Şubat 2007- Ocak 2007 tarihleri arasında % 11.5 oranında büyümüştür. Aynı zamanda sosyal ağ sitelerini kullanma etkinliği Şubat 2007 yılında tüm internet trafiğinin %6.5’ini oluşturmaktadır (Cheung vd., 2011: 1137). Bireyler sosyal ağ sitelerini çok farklı amaçlar için kullanabilmektedir. Geniş bir kesime hitap eden sosyal ağlar, aynı zamanda bireyin sosyal, duygusal emosyonel ve bilişsel gelişimine katkıda bulunmaktadır (Nelson vd., 2013: 29). Sosyal ağ siteleri, kullanıcılarına; sosyal bir ortamda kendilerini tanıtma, sosyal ağ ortamı kurma, diğer kullanıcılarla iletişim kurma ve devam ettirme, oluşturdukları içeriği (fotoğraf, şekil, ses kaydı, video, interaktif iletişim, blog vb.) paylaşma, kişisel bilgilerini, fotoğraf ve videolarını içeren profil sayfası oluşturma ve tanımadığı insanlarla ilişkiler kurma, profillerinden birbirlerinin hobilerini, ilgilerini, müzik zevklerini ve romantik/duygusal ilişki durumunu öğrenme, yeni arkadaşlıklar keşfetme, özgürlük ve hak talep etme, eleştiri olanağı ve örgütlenme alanı olma gibi olanaklar sunmaktadır (Barış ve Tosun, 2013: 123; Ellison vd., 2007: 1143; Nelson vd., 2013: 30; Sözen, 2012:19; Tektaş, 2014: 852; Toprak vd., 2014: 44-54). Sosyal ağ siteleri bilinenden daha eski bir geçmişe sahiptir. İlk sosyal ağlar 1990’lı yılların sonlarında oluşturulmaya başlanmıştır. Bilinen ilk toplumsal paylaşım ağı 1997 yılında kurulan SixDegrees’dir. 2000 yılında verdiği hizmeti sona erdirmesinin nedeni arkadaş tekliflerini kabul ettikten sonra sitede yapılacak alternatif uygulamaların olmaması ve sitenin farklı etnik kimliklerle buluşması konusunda yetersizliklerin olması sayılabilmektedir. 2001 yılında Ryze.com ile iş dünyasında profesyonellerin özellikle yeni girişimcilerin iletişim kurulması amaçlanmıştır. 2002 yılında kurulan Friendster daha geniş sosyal kesime hitap edecek şekilde tasarlanmıştır. 2003 yılından itibaren sosyal ağlar hızla yaygınlaşmaya başlamış ve kullanıcı sayılarında gözle görülür bir artış yaşanmıştır. Sosyal ağlardan en dikkat çekici olanları Facebook ve Myspace olmuştur (Toprak vd., 2014: 26-27). Sosyal ağ siteleri kullanıcıları, mekansal olarak ulaşamayacakları bireylere bu sosyal ağ siteleri aracılığı ile rahatça ulaşabilmektedirler. Bir başka deyişle bireyler yerinden bile kalkmadan iletişim kurmak istedikleri bireylerle rahatlıkla görüşebilmektedirler (Karal ve Kokoç, 2010: 252; Nelson vd., 2013: 40; Tiryakioğlu ve Erzurum, 2011: 252). İnsanın en temel gereksinimlerinden biri iletişimdir ve insanlar duygularını, düşüncelerini iletişim yolu ile birbirlerine aktarırlar. İletişim becerileri ise kişiler arası ilişkide, duygu ve düşünce alışverişinde mesajların doğru olarak algılanmasını ve ilişkilerin kurulmasını sağlar. İletişim becerileri ile aktarılan mesajlar insan üzerinde sağlıklı ve iyileştirici özelliklere sahip olduğu gibi başkasını anlama ve ona yardım etmede en güçlü araçlardan biri olma niteliğine de sahiptir (Özdemir ve Kaya, 2013: 199). Farklı yaşam sürecindeki bireyler, iletişim kurmak amacıyla sosyal ağ sitelerini tercih edebilmektedirler. Fiziksel, bilişsel ve duygusal açıdan oldukça hızlı ve yoğun değişimlerin yaşandığı gençlik döneminde sosyal desteğin önemi artmaktadır (Baltacı vd., 2012: 26). Birçok birey, sosyal ağları yaşamlarına entegre etmiş ve sosyal ağların Sayı 40 /Bahar 2015 18 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi olmadığı bir yaşamı hayal edemediklerini/düşünemediklerini belirtmişlerdir (Filiz vd., 2014: 17; Nelson vd., 2013: 40). Sosyal ağ siteleri, özellikle üniversite öğrencileri arasında popülerliğini artırıp yaygın olarak kullanılmaktadır. Sosyal ağların çoklu kullanıma açık olması, sürekli olarak güncellenmesi, geniş topluluklarla sanal paylaşıma olanak sağlaması, mobil cihazlar aracılığıyla kolay ulaşılması, interaktif bir ortam olması, grup oluşturarak bilgi alışverişini sağlamak olmak üzere üniversite öğrencilerine geniş olanaklar tanıması eğitim-öğretim süreçlerini etkin, yaratıcı, işbirlikçi öğrenme ile desteklemelerini sağlamaktadır (Bilen vd., 2014: 117; İşman ve Albayrak, 2014: 130; Koç ve Karabatak, 2011: 2; Vural ve Bat, 2010: 3348). Bununla birlikte öğrenci-öğrenci, öğrenci-içerik ve öğretmen-öğrenci etkileşimini arttırmada, üniversite öğrencilerinin araştırma, sorgulama ve problem çözme becerilerini kullanmaları ve geliştirmeleri konusunda da önemli ölçüde destek olmaktadır. Üniversite öğrencileri, sosyal ağ sitelerini yepyeni ve bağımsız öğrenme ortamları olarak veya dersleri ile bağlantılı olarak kullanabilmekte; çalışma konularına ait gruplar oluşturarak veri toplayabilmekte; tartışma başlatabilmekte; aynı zamanda öğretmenlerini “arkadaş” olarak ekleyerek kendilerini daha rahat ifade etme ve iletişim becerilerini geliştirme olanağına sahip olabilmektedirler (Barış ve Tosun, 2013: 1032-1033; Boyd ve Ellison, 2008: 210; Tektaş, 2014: 853). Bununla birlikte sosyal ağların olumsuz etkileri de vardır. Sosyal ağların bağımlılık oluşturması, eleştirel düşünme yeteneklerini azaltması, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna neden olması, zaman yönetimi kavramını ortadan kaldırması, okumaya ayrılan zamanın azalması, okuma kavrayışları ve okul notlarının düşmesi, uygun olmayan yayınların paylaşımı ve sanal taciz yaşanan sorunların başında gelmektedir (İşman ve Albayrak, 2014: 130; Özmen vd., 2006: 508; Ruskin, 2012: 74). Kişiler arası ilişkilerin daha yoğun yaşanabileceği ortamlar olan üniversitelerde, özellikle gençlerin arkadaşları ile zaman geçirmek yerine sosyal ağ sitelerini tercih etmeleri ve zamanlarının büyük bölümünü burada geçirmeleri, günümüzde sosyal ağların birey için önemli bir sosyal çevre edinme ve sosyalleşme aracı olduğunu göstermektedir (Akçay, 2011: 157). Genç nesil, kendi dünyalarını yaratma konusunda gerekli dürtü ve güdüye sahip olduklarını hissetmektedir. Teknoloji, yeni sosyal ağlar sunmakta ve genç nüfus bu iletişim araçları ile iletişim kurmakta, kendi iç dünyalarını ve deneyimlerini paylaşabilmektedir. Ayrıca gençler bu araçları yaşamlarına hızlı bir şekilde almakta ve bu konuda da seçici olmamaktadır (Vural ve Bat, 2010: 3378). Özellikle üniversite öğrencileri, içinde bulunduğu genç yetişkinlik gelişim döneminin gelişimsel özelliği nedeni ile, çevresiyle yakın ilişkiler geliştirme çabası ile karşı karşıya kalabilmekte, günlük hayatında karşılaşamayacağı bireylerle arkadaşlık kurmakta, özel hayatına ilişkin paylaşımlarda bulunabilmekte ve tüm bunların sonucunda problemli/ sağlıksız sosyal ağ sitelerini kullanmada önemli bir risk grubu haline gelebilmektedirler (Akçay, 2011:157; Vural ve Bat, 2010: 3378). İnternette oluşan güvenlik problemleri, yasal boşluklar, üniversite öğrencilerinin özel yaşamlarının göz önünde olması her ne kadar özgürlük olarak nitelendirilse de aslında insanların hayatlarının ortasında bir kaos yaratmaktadır (Akçay, 2011: 157). Sağlık alanında öğrenim gören ve mezuniyet sonrası sosyal ağ sitelerini kullanmanın iletişim becerileri üzerine olumlu ya da olumsuz etkileri ile karşı karşıya kalabilecek olan 19 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu, Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas hemşirelik öğrencileri, üniversite öğrencileri arasında özel bir grubu oluşturmaktadır. Sosyal bir varlık olan insan için iletişim bir gereksinimdir (Bulduklu ve Koçak, 2010: 7). Kişiler arası iletişime dayalı olan hemşirelik mesleği üyelerinin, iletişim becerilerinin yüksek olması gerekmektedir. Sağlıklı/hasta bireyin bakım ve tedavisinde hemşirelik mesleği üyelerine, hasta-hemşire iletişiminin başlanması, sürdürülmesinde ve iletişim için uygun çevrenin oluşturulmasında önemli sorumluluklar düşmektedir (Babadağlı ve ark.2006: 53; Kumcağız ve ark. 2011: 49; Özdemir ve Kaya, 2013: 199). Bu kapsamda, hemşirelik öğrencilerinin sosyal ağ olarak adlandırılan sanal ortamı, iletişimi ve iletişim becerilerini arttırması yönünden etkin kullanması oldukça önemlidir. Geleneksel kitle iletişim araçlarından farklı olan bu özellikleri ile sosyal ağların sağlık iletişimi alanında da yeni bir dönem başlattığı görülmektedir. Sosyal ağların, hemşirelik öğrencilerinde motivasyonu ve etkililiği ile iletişim becerileri üzerine yoğunlaştırdığı ve olumlu yönde etkilediği görülmektedir (Özmen vd., 2012: 503; Vural ve Bat, 2010: 3348). Bu bağlamda araştırma, hemşirelik öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim becerileri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile planlandı. Gereç ve Yöntem Araştırmanın Amacı ve Türü Bu araştırma, bir hemşirelik fakültesi öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim becerileri arasındaki ilişkiyi belirlemeye yönelik tanımlayıcı ve ilişki arayıcı türde planlandı. Araştırma Soruları Öğrencilerin bireysel özellikleri ve sosyal ağ sitelerini kullanma durumu nedir? Öğrencilerin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ve iletişim becerileri düzeyi nedir? Öğrencilerin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim becerileri arasındaki ilişki nedir? Araştırma Evreni ve Örneklemi Araştırmanın evrenini İstanbul’da bir Hemşirelik Fakültesi’nde 2011-2012 eğitim-öğretim yılında öğrenim gören 623 öğrenci, örneklemini ise evreni bilinen örneklem hesaplama formülü (%95 güven aralığı, %5 hata payı, %50 görülme sıklığı) kullanılarak belirlenen 238 öğrenci oluşturdu. Örnekleme alınacak öğrenciler tabakalı rastgele örnekleme yöntemi (tabaka ölçütü olarak eğitim gördüğü sınıflar kullanılacak) ile belirlendi. Saptanan alt tabakalardan örneklemler rastlantısal sayılar tablosu kullanılarak seçildi. Veri Toplama Araçları Veriler, Yapılandırılmış Soru Formu, Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği ve İletişim Becerileri Ölçeği (İBÖ) ile toplandı. Sayı 40 /Bahar 2015 20 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Yapılandırılmış Soru Formu Yaş, cinsiyet, medeni durum, anne ve babanın eğitimi, aile tipi, sağlık güvencesi gibi demografik verileri içeren 11 soru, bilgisayar kullanmaya yönelik ilgisi, bilgisayar ve internet kullanma durumu, interneti kullanma amaç/amaçları, sosyal ağ sitelerini kullanma durumu ve sosyal ağ sitelerini kullanmayı engelleyen faktörler, en sık kullanılan sosyal ağ siteleri ve sosyal ağ site/sitelerine üye olma şeklini içeren internet ve sosyal ağ siteleri kullanma durumunu belirlemeye yönelik 9 sorudan oluştu. Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği Üniversite öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanım amaçlarını belirlemek üzere Karal ve Kokoç (2010) tarafından geliştirilen ölçek, 14 maddeden oluşmakta olup, 1-5 dereceli likert tipi bir ölçek niteliğindedir. Bu ölçekte “1 = Kesinlikle katılmıyorum”, “2 = Katılmıyorum”, “3 = Orta Derecede Katılıyorum “, “4= Katılıyorum” ve “5 = Kesinlikle Katılıyorum” anlamındadır. Ölçek üç faktörden oluşmaktadır (Faktör 1: Sosyal etkileşim ve iletişim amaçlı [8 madde]; Faktör 2: Tanıma ve tanınma amaçlı [3 madde] Faktör 3: Eğitim amaçlı [3 madde]). Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nin Cronbach Alfa katsayısı 0.830 olarak bulunmuştur. Test-tekrar test güvenirliği katsayısı ise 0.91 olarak hesaplanmıştır (Karal ve Kokoç, 2010: 353-354). İletişim Becerileri Ölçeği (İBÖ) İlk olarak Balcı (1996) tarafından geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılan ölçeğin ilk sürümünün madde sayısı 70’tir. Ölçek daha sonra 500 üniversite öğrencisinden oluşan bir örnekleme uygulanmış ve yapılan faktör analizi sonucu madde sayısı 45’e indirilmiştir. Faktör analizi sonucunda maddelerin üç boyut altında toplandığı görülmüştür ve bu boyutlar içerikleri dikkate alınarak; zihinsel, duygusal ve davranışsal iletişim becerileri adını almıştır. Her bir boyutu ölçen 15 madde vardır. Maddeler “her zaman (5)”, “genellikle (4)”, “bazen (3)”, “nadiren (2)”, “hiçbir zaman (1)” olarak yanıtlanmaktadır. Ölçeğin genelinden alınabilecek en yüksek puan 225, en düşük puan ise 45’tir. Ölçeğin her bir alt boyutundan alınabilecek en yüksek puan 75, en düşük puan ise 15’ tir. Hangi alt ölçekteki puan büyük ise, bireyin iletişim becerisi açısından o alt boyutta daha iyi olduğu söylenebilir. Ölçeğin tamamında puanların yüksekliği, o bireyin iletişim beceri düzeyinin yüksek olduğunu göstermektedir (Ersanlı ve Balcı, 1998: 9-10; Özdemir ve Kaya, 2013: 200). Araştırmanın Etik Yönü Araştırma verilerini toplamadan araştırmanın yürütüleceği fakülteden yazılı izinler alındı, ve etik kurul onayı sağlandı. Örneklemi oluşturan öğrencilere çalışmanın amacı ve yararları, çalışmadaki rolleri açıklanarak isteklilik ve gönüllülük ilkesi ışığında araştırmaya katılımları için bilgilendirilmiş onamları alındı. Araştırmanın Sınırlılıkları Araştırma örneklemini sadece bir Hemşirelik Fakültesi öğrencileri oluşturdu. Bu nedenle araştırma sonuçları genellenemez. 21 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu, Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas Verilerin Analizi ve Değerlendirilmesi Verilerin analizinde lisanslı SPSS 16.0 paket programı kullanıldı. Araştırma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistik yöntemleri (frekans, yüzde, ortalama, standart sapma) kullanıldı. Normal dağılımın incelenmesi için Kolmogorov-Smirnov dağılım testi uygulandı. Niceliksel verilerin karşılaştırılmasında Pearson korelasyon analizi uygulandı. Sonuçlar %95 güven aralığında, p<0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirildi. Bulgular Öğrencilerin Sosyo-demografik Özellikleri Tablo 1’de görüldüğü gibi araştırma kapsamına alınan öğrencilerin %78.2’sinin kadın, %21.8’inin erkek, yaş ortalamasının 20.67±2.67 (17-41) ve %97.9’unun bekar olduğu %35.3’ünün ailesi ile birlikte yaşadığı, %82.4’ünün herhangi bir işte çalışmadığı, %71’inin gelirinin giderini karşıladığı belirlendi. Öğrencilerin annelerinin %46.2’sinin ve babalarının %37.4’ünün ilkokul mezunu olduğu görüldü. Ayrıca öğrencilerin %82.8’inin çekirdek ailede yaşadığı, %45.4’ünün yaşamını en fazla geçirdiği Türkiye bölgesinin Marmara Bölgesi olduğu saptandı (Tablo 1). Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Durumu Öğrencilerin %92.9’u bilgiye erişmek için en sık kullandığı iletişim aracının internet olduğunu, %59.7’si bilgisayar kullanmaya yönelik ilgisinin olduğunu ifade etti. (Tablo 1). İnterneti en fazla araştırma yapmak (%83.2), elektronik posta göndermek (%75.2), haber okumak/müzik dinlemek (%74.4) ve sosyal ağ sitelerine girmek (%71) amacıyla kullandıkları görüldü. Tablo 1’de görüldüğü gibi üniversite öğrencilerinin %86.1’inin sosyal ağ sitelerini aktif olarak sıklıkla Myspace (%47.9), Twitter (%26.1) ve Facebook’u (%18) kullandıkları saptandı. Sosyal ağ sitelerini kullanmayan öğrencilerin ise, sosyal ağ sitelerini kullanmaya karşı önyargılı olduklarını (%16.8), sosyal ağ sitelerini kullanmayı vakit kaybı olarak gördüklerini (%10.5) ve sosyal ağ sitelerinin sosyalleşmeye engel olduğunu (%8.8) ifade ettiler (Tablo 1). Tablo 2’de görüldüğü gibi öğrencilerin, Sosyal Ağ Sitelerini Kullanım Amacı Ölçeği’nden aldıkları puan ortalamasının 38.69±17.40, ölçeğin Sosyal Etkileşim ve İletişim Amaçlı alt boyutunda 17.73±8.60, Tanıma ve Tanınma Amaçlı alt boyutunda 9.20±4.80 ve Eğitim Amaçlı alt boyutunda 11.73±5.70 olduğu belirlendi. İletişim Becerileri Düzeyi Öğrencilerin potansiyel puan dağılımı 45-225 olan İBÖ puan ortalamasının; 104.00±19.20, tüm alt boyutlarında potansiyel puan dağılımı 15-75 olan İletişim Becerileri Ölçeğinin puan ortalamalarının ise Zihinsel alt boyutunda 34.55±9.80, Duygusal alt boyutunda 38.23±17.60 ve Davranışsal alt boyutunda 33.98±16.00 olduğu görüldü (Tablo 3). Sayı 40 /Bahar 2015 22 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişki Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nin Sosyal Etkileşim ve İletişim Amaçlı alt boyutu ile İBÖ’nün Davranışsal alt boyutu puanları arasında pozitif yönde ileri derecede anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (p<0.01) (Tablo 4). Tartışma İnternet sağladığı pek çok olanak ile insan yaşamını kolaylaştırmakta, çeşitlendirmekte, zenginleştirmekte ve geliştirmektedir. İnternet kullanıcılarının sayısı tüm dünyada hızla artış gösterirken, kullananların demografik yapılarında da hızlı bir değişim görülmektedir (Oğuz vd., 2008: 448). Sosyal paylaşım sitelerinin çoğunda kullanıcılar yeni insanlarla karşılaşma ve iletişime geçme amacının ötesinde mevcut arkadaşları veya tanıdıkları ile de iletişimi sürdürme amacını gütmektedirler. Bu nedenle profil sunumu ve farklı bireylerle olan bağlantıların açık bir şekilde ortaya konması, hem iletişime yeni bireyleri dahil etme hem de tanıdıkları bir araya getirme olanağı yaratmasından ötürü, toplumsal paylaşım sitelerindeki etkileşimin temelini oluşturmaktadır (Toprak vd., 2014: 28-29). Sosyal etkileşim, iletişim ve bilgi edinme için öncü ve tercih edilen bir ortam haline gelen internet, üniversite öğrencilerinin yaşam boyu öğrenme becerilerinin kazandırılmasında gereksinim duyulan bilgiye ulaşmada önemli bir araç olarak ortaya çıkmaktadır. İnternet, öğrencilerin bilgiye ulaşmalarında sorumluluk almalarına ve gerekse zengin/kaynaklara ulaşmalarına ortam sağlamada önemli rol üstlenmektedir Öğrencilerin %98.3’ünün interneti aktif kullandığını gösteren bu araştırma bulgusu ilgili literatürü desteklerken, internetin üniversite öğrencilerinin yaşamında etkin bir şekilde yer aldığını da göstermektedir (Ceyhan, 2011: 64; Karal ve Kokoç, 2010: 251; Tektaş, 2014: 852). İnternet önceleri sadece iş amaçlı kullanılırken, günümüzde neredeyse birçok amaç için kullanılmaktadır (Özcan ve Buzlu, 2005: 19). İnternet tabanlı etkileşimin bir sonucu olan sosyal ağlar bireylere özgürlük, özerklik içeriğini kendisini yaratabilme serbestliği sağlamaktadır (Akçay, 2011: 142). Köse ve ark.(2007)’nın yaptığı araştırmada Meslek Yüksekokulu öğrencilerinin %34.7’sinin interneti araştırma, %19.9’u elektronik posta, %12.6’sı iletişim ve %5.5’i eğlence amaçlı kullandıkları saptanmıştır. Ersun ve ark. (2012)’nın çalışmasında öğrencilerin %33’ünün araştırma yapmak amacı ile internet kullandığı, Swickert ve ark. (2002) tarafından yapılan çalışmada katılımcıların interneti yüksek oranda mail, bilgiye ulaşma ve araştırma amaçlı kullandıkları belirlenmiştir. Benzer şekilde Özcan ve Buzlu (2005: 19)’nun çalışmasında öğrencilerin internette en sık gerçekleştirdikleri etkinliklerin genel olarak bilgi arama, araştırma yapma ve elektronik posta kullanma olduğu belirtilmiştir. Bu çalışmada da öğrencilerin interneti en fazla araştırma yapmak, elektronik posta atmak, haber okumak/müzik dinlemek ve sosyal ağ sitelerine girmek amacıyla kullandığı görüldü. Öğrencilerin interneti bir eğitim ve iletişim aracı olarak görmeleri ve kullanmaları oldukça sevindiricidir. Sosyal ağ sitelerinin, olumlu özelliklerinin yanı sıra birey üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır. Fazla zaman geçirmeme düşüncesiyle kullanımına başlanan 23 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu, Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas sosyal ağ siteleri ilerleyen zamanlarda gereksiz bir vakit harcama aracına dönüşmektedir. Buna ek sosyal ağ siteleri kullanımının bireyleri asosyalleştirmekte ve gerçek hayatta iletişim sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Araştırmada öğrencilerin büyük kısmının sosyal ağ sitelerini aktif olarak kullandığı görüldü. Sosyal ağ sitelerini kullanmayan öğrencilerin ise internet kullanmaya karşı önyargılı olduğunu, vakit kaybı olarak gördüğünü ve sosyalleşmeyi engellediğini düşündüğünü ifade etti. Bu sonuçlar diğer araştırma bulguları ile paralel olup, üniversite öğrencilerinin internet kullanımına yönelik farkındalıklarının gelişmiş olduğunu düşündürdü (Boyd ve Ellison 2008; Karal ve Kokoç 2010). Classmates ve Six Degrees ile ortaya çıkan sosyal ağ siteleri; Ryze, Friendster, Hi5 ve MySpace, Bebo, Facebook ve Twitter gibi yeni ve farklı görünümlere ve fonksiyonlara sahip siteler ile gelişimine devam etmektedir (Boyd ve Ellison, 2008: 213-214; Karal ve Kokoç, 2010: 251). Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri sundukları imkânlar ile günden güne popülerliğini özellikle üniversite öğrencileri arasında arttırmaktadırlar. Facebook ve MySpace gibi siteler üyelerine profillerinin herkes ya da sadece arkadaşları tarafından görülebilmesi noktasında farklı olanaklar sunmaktadır. Genç kullanıcılar tarafından ilgi ile takip edilen Myspace özellikle favori müzik grupları ile iletişime geçmek isteyenlerin adresi olmuşur (Köseoğlu, 2012: 58; Toprak vd., 2014: 28). Twitter ise kullanıcı hakkında çok sınırlı ve özet bilgi verilerek gizliliğin en aza indirgendiği bir yapı üzerine kurulmuş durumdadır. Facebook, sosyal paylaşım siteleri arasında en hızlı büyüyen ve üniversite öğrencileri arasında en çok tercih edilen sosyal paylaşım sitesidir. 2011 Ekim ayı rakamlarına göre Facebook’u en fazla kullanan ilk 10 ülke sırayla Amerika Birleşik Devletleri, Endonezya, Hindistan, Türkiye, İngiltere, Meksika, Brezilya, Filipinler, Fransa ve Almanya’dır (Sözen, 2012: 11). Facebook’u 200 milyonun üzerindeki kullanıcı sayısı ile Twitter takip etmektedir. Bu sosyal paylaşım ağları, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi bilginin paylaşımı fırsatını kişilere sunmaktadır. Öte yandan bu ağlar aracılığıyla bilginin yayılmasını kolaylaştıran teknolojiler de gelişmektedir (Akçay, 2011: 143). Asan’ın aktardığına (Asan, 2012: 129) göre, Futurarts tarafından üniversitelerde sosyal ağ kullanımına yönelik araştırmada 104 devlet üniversitesinden yüzde 20’sinin, 55 vakıf üniversitesinden ise %73’ünün en az bir sosyal ağ sitelerini kullandığı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada da daha önceki çalışmalara benzer olarak, öğrencilerin büyük çoğunluğunun Myspace’i, Twitter’ı ve Facebook’u kullandıkları görüldü (Barış ve Tosun 2013: 124; Biçer, 2014: 61-62; Karal ve Kokoç, 2010: 252; Tektaş, 2014: 855). Buradan yola çıkarak özellikleri ve bireylere sundukları hizmetler farklı olsa da sosyal ağ sitelerinin üniversite öğrencileri tarafından sıklıkla tercih edildiği söylenebilir. Sosyal ağ siteleri, diğer insanlarla bağlantı kurmayı kolaylaştıran, kullanıcıları, sisteme kayıt olur olmaz kişisel ağlarını genişletme, yeni insanlarla buluşma ve yeni bağlantılar oluşturma konusunda özendiren sistemlerdir. Temel hedef çevreyi sürekli genişletmektir. Bireyler sosyal ağ üyeleri kendileri ile ortak ilgi alanlarına sahip diğer üyeleri araştırabilmekte, davet göndererek veya çevresindeki insanları bilgilendirerek kendi ağlarına arkadaş olarak ekleyebilmektedir. Bu şekilde insanların arkadaşları ve/ veya ortak ilgi alanları sayesinde global ağlar oluşmaktadır. Kişiler arası ilişkilerin daha yoğun yaşanabileceği ortamlar olan üniversitelerde, özellikle gençlerin arkadaşlarıyla Sayı 40 /Bahar 2015 24 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi zaman geçirmek yerine sosyal medya sitelerini tercih etmeleri ve zamanların büyük bölümünü internette geçiriyor olmaları, günümüzde sosyal medyanın kişiler için önemli bir sosyal çevre edinme ve sosyalleşme aracı olduğunu göstermektedir (Akçay 2011: 157). Öğrencilerinin %81.5’inin çevreden duyarak sosyal ağ sitelerine kayıt olduklarını gösteren araştırma bulgusu literatür ile uyumlu olup, sosyal çevrenin birey üzerinde etkisinin önemini vurgulamaktadır (Barış ve Tosun, 201: 853-854; Karal ve Kokoç, 2010: 252). Sosyal ağlar sayesinde bireyler ortak ilgi alanlarına sahip, bağlantılı oldukları diğer bireyler ve gruplarla iletişim kurabilmekte, kaynak ve deneyimlerini paylaşabilmektedirler (Öztürk ve Akgün, 2012: 50-51). Öğrencilerin sosyal ağ sitelerini araştırmadan sonra en fazla sosyal etkileşim ve iletişim amaçlı kullandıkları saptandı. Araştırmanın bu bulgusu sosyal ağ sitelerinin ortaya çıkış amacını doğrulamaktadır. İnsanın en temel gereksinimlerinden biri iletişimdir ve insanlar duygularını, düşüncelerini iletişim yolu ile birbirlerine aktarırlar. İletişim becerileri ise kişiler arası ilişkide, duygu ve düşünce alışverişinde mesajların doğru olarak algılanmasını ve ilişkilerin kurulmasını sağlamaktadır (Özdemir ve Kaya, 2013:199). Özdemir ve Kaya (2013: 202)’nun yaptıkları bir çalışmada öğrencileri İBÖ puan ortalamasının 165,27±15,39 ve orta düzeyde olduğunu belirlemiştir. Daha önceki çalışma bulguları ile paralel olan (Korkut, 1996: 21; Tutuk ve ark. 2002: 38; Arifoğlu ve Razı, 2011: 9) bu çalışmada da öğrencilerin iletişim becerilerinin orta düzeyde olduğu, sıklıkla davranışsal, zihinsel ve duygusal iletişim becerilerini kullandıkları belirlendi. Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nin Sosyal Etkileşim ve İletişim Amaçlı alt boyutu ile İBÖ’nün Davranışsal alt boyutu puanları arasında pozitif yönde ileri derecede anlamlı bir ilişki olduğu saptandı. İBÖ toplam puanı davranışsal alt boyutu arttıkça sosyal bir varlık olan insanın çevresi ile olan sosyal etkileşiminin arttığı ve bireyi olumlu yönde etkilediği görüldü. Jones ve ark. (2010)’nın yaptıkları çalışmada, sosyal ağ sitelerinin iletişim becerilerini ve sosyal bağlılığı geliştirip akran işbirliğine dayalı öğrenmenin gerçekleşmesini desteklediği sonucuna ulaşmışlardır. Çalışma bulguları, iletişim becerisi yüksek olan öğrencilerin kendilerini daha rahat ifade edebileceğini, sosyal etkileşiminin diğer bireylere göre daha etkili olabileceğini ve ekip işbirliğini gerektiren meslek yaşamlarında sağlıklı/hasta bireyin sorunlarında diğer sağlık ekibi üyeleri ile daha etkili bir şekilde etkileşimde bulunacaklarını düşündürdü. Sonuç ve Öneriler İnternetin ortaya çıkardığı sosyal ağlar, bireyin kendisinin ürettiği içeriği yayınladığı ve paylaştığı her türlü platformun genel adıdır. Geleneksel yöntemlerden farklı olarak sosyal ağlar karşılıklı etkileşim alanlarıdır. Sosyal ağlar, çoklu kullanıma ve sanal paylaşıma olanak tanıması açısından iletişim için en ideal araçlardan biri konumundadır. Sosyal ağlar uygulamaları ve bu uygulamaların ortaya çıkardığı davranışsal ve kültürel sonuçlar giderek daha geniş düzeyde tüm ülkelerin toplumsal yaşam alanlarını etkilemeye devam etmektedir. Uygulamaları kullananların gittikçe genç grup üzerinde yaygınlaştığı 25 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu, Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas ve eğitim alanın bu değişimlerden etkilediği görülmektedir. Bu kapsamda eğitim alanında teknolojinin takip edilmesini ve değişim, gelişim ve yeniliklerin yapılmasını zorunlu hale getirmiştir (Asan, 2012:127-128). Benzer şekilde sosyal paylaşım siteleri, hemşirelik fakültesi öğrencileri arasında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Sosyal ağ sitelerini etkin kullanan öğrencilerin, İBÖ toplam puanı davranışsal alt boyutu arttıkça sosyal etkileşiminin arttığı ve bireyi olumlu yönde etkilediği görülmektedir. Elde edilen sonuçlardan yola çıkarak; • Üniversitelerin sosyal ağların etkin kullanımına ilişkin gerekli teknik alt yapılarını geliştirmesi ve bu uygulamaların ders içeğinine aktarılmasında kullanılması, • Öğrencilerin karşılaşabilecekleri olumsuzluklara karşın alınabilecek önlemler konusunda desteklenmesi ve sosyal ağların eğitim sürecinde etkin kullanımının sağlanması, • Eğitim-öğretimde, sosyal ağların olumlu özelliklerinden faydanılması, • Üniversitelerde, öğrencilerin daha yaygın ve etkin kullanabilmesi için bilgisayar laboratuvarlarının kurulması, • Sosyal ağ sitelerini etkili kullanma ve iletişim becerilerine yönelik farkındalık oluşturulması için eğitim müfredatında yer verilmesi, • Eğitimcilerin, mesleki gelişim ve bilgi paylaşmaları açısından sosyal ağları kullanmaya teşvik edilmesi, • Sosyal ağ modelinin formal eğitim ile ilişkilendirilmesi, • Öğrencilerin yoğun kullandıkları sosyal ağları eğitsel alanda doğru ve etkili kullanma yollarını öğrenmelerini sağlamak için kapsamlı çalışmalar yapılması, • Benzer çalışmaların daha büyük ve farklı örneklem gruplarında yapılması önerilebilir. Sınırlamalar ve İlerisi İçin Araştırma Sorusu Önerileri Araştırma, sadece bir hemşirelik fakültesindeki öğrenciler üzerinde gerçekleştirildiği için sadece hemşirelik fakültesine genellenebilir. Bu kapsamda yapılacak araştırmaların aşağıdaki sorulara yanıt bulabilmesi önerilmektedir. • Ülkenin sosyal ve politik sorunları içerisinde eleştirel düşünebilen üniversite öğrencilerinin sosyal ağları eğitimde, uygulamada kullanımını sağlayacak yöntemler nelerdir? • Üniversite öğretim elemanları sosyal ağları müfredat programına entegre edebilecek şekilde kullanabilir mi? • Öğretim elemanlarının klasik yöntem yerine sosyal medya araçlarını da kullanması öğretme ve öğrenme sürecini etkiler mi? Sayı 40 /Bahar 2015 26 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi • Sosyal ağlar ile üniversite öğrencilerinin yükümlülükleri arasında ilişki var mıdır? • İnternet tabanlı sanal dünyanın öğrencilerin başarısı üzerine etkisi var mıdır? Kaynaklar Arifoğlu, B. ve Razı G.S., (2011). “Birinci sınıf hemşirelik öğrencilerinin empati becerileri ve iletişim becerileriyle iletişim yönetimi dersi akademik başarı puanı arasındaki ilişki”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 4, (1), s.7-11. Asan, A., (2012). “Eğitimde bir yeni yönelim alanı: Sosyal medya. Hepimiz Globaliz Hepimiz Yereliz Dutenberg Galaksi’den Zuckerberg Galaksi’ye” (Ed.: Edibe Sözen). İstanbul: Alfa Yayınları, s.127-146. Akçay, H., (2011). “Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı bağlamında sosyal medya kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi üzerine bir araştırma”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 33, s.137-161. Babadağlı, B., Erim, S.E. ve Erdoğan S., (2006). “Hekimlerin ve hemşirelerin hastayla iletişim becerilerinin değerlendirilmesi”, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, 1, s.52-69. Baltacı, H.Ş., İşleyen, F. ve Özdemir, S., (2012). “Eğitim fakültesi öğrencilerinin romantik ilişki durumları ve sosyal ağ kullanımlarına göre etkileşim kaygısı ve sosyal destek algılarının incelenmesi”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 8, (2), 2536. Barış, F. ve Tosun, N., (2013). “Sosyal ağ ve e-portfolyo entegrasyonu: Facebook örneği”, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 2, (2), s.122-129. Biçer, S., (2014). “Akademisyenlerin sosyal ağlarda bulunma motivasyonları: Facebook örneği”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 40, s.59-80. Bilen, K., Ercan, O., ve Gülmez., (2014). “Sosyal ağların kullanım amacı ve benimsenme süreci; Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi örneği”, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 3, (1), s.115-123.e Öğretim Araştırmaları Dergisi Boyd, D.M. ve Ellison, N.B., (2007).“Social network sites: Definition, history, and scholarship”, Journal of Computer Mediated Communication,3, (1), s.210-230. Bulduklu, Y. ve Koçak, A., (2010). “Sağlık İletişimi”, İstanbul: Akademi Basın,7-115. Ceyhan, A.A. (2011). “İnternet kullanma temel nedenlerine göre üniversite öğrencilerinin problemli internet kullanımı ve algıladıkları iletişim beceri düzeyleri”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 11, (1), s.59-77. 27 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu, Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas Cheung, M.K., Chiu, P-Y. ve Lee, K.O., (2011). “Online social networks: Why do students use facebook?”, Computers in Human Behavior, 27, (2011), 1337-1343. Ersanlı, K. ve Balcı, S., (1998). “İletişim Becerileri Envanterinin Geliştirilmesi: geçerlik ve güvenirlik çalışması”,Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2, (10), s.7-12. Demirel, F., (2013). Twitter’ın İnternet kullanıcıları arasında en yaygın olduğu ülke Türkiye.http://webrazzi.com/2013/10/07/twitterin-internet-kullanicilari-arasindaenyaygin-oldugu-ulke-turkiye/, Erişim Tarihi: 26.02.2014. Ellison, N.B., Steinfield, C., Lampe, C., (2007). “The benefits of facebook “friends:”Social capital and college students’ use of online social network sites”, Journal of Computer-Mediated Communication, 12, s.1143-1168. Ersun, A., Köze, B.Ş., Muslu, G., Beytut, D., Başbakkal, Z. ve Conk, Z., (2012). “Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinde internet kullanımı ile sosyal destek sistemi arasındaki ilişkinin incelenmesi”, İ.Ü.F.N. Hem.Derg. 20, (2), s.86-92. Filiz, O., Erol, O., Dönmez, F.İ. ve Kurt, A.A., (2014). “BÖTE bölümü öğrencilerinin sosyal ağ siteleri kullanım amaçları ile internet bağımlılıkları arasındaki ilişkinin incelenmesi”, Journal of Instructional Technologies & Teacher Education, 3, (2), s.1728. İşman, A. ve Albayrak, E., (2014). “Sosyal ağlardan Facebook’un eğitime yönelik etkililiği”, Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 4, (1), s.129-138. Jones, N., Blackey, H., Fitzgbbon, K. ve Chew, E., (2010). “Get out of MySpace”. Computers Education, 54, s. 776-782. Karal, H. ve Kokoç, M., (2010). “Üniversite öğrencilerinin sosyal ağ siteleri kullanım amaçlarını belirlemeye yönelik bir ölçek geliştirme çalışması”, Turkish Journal of Computer and Mathematics Education, 1, (3), s.251-263. Koç, M., Karabatak, M., (2011). “Sosyal ağların öğrenciler üzerindeki etkisinin veri madenciliği kullanılarak incelenmesi”, http://web.firat.edu.tr/icits2011/papers/27865. pdf, Erişim Tarihi: 05.03.2015. Korkut, F., (1996). “İletişim Becerilerini Değerlendirme Ölçeğinin geliştirilmesi: güvenirlik ve geçerlik çalışmaları”, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2, (7), s.18-23. Köse, S., Gencer, A.S. ve Gezer, K., (2007). “Meslek yüksekokulu öğrencilerinin bilgisayar ve internet kullanımına yönelik tutumları”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 21,(1), s.44-54. Köseoğlu, Ö., (2012). Sosyal ağ sitesi kullanıcılarının motivasyonları: facebook üzerine bir araştırma. Selçuk İletişim, 7, (2), s.58-81. Kumcağız, H., Yılmaz, M., Çelik, S.H. ve Avcı İ.A., (2011).“Hemşirelerin iletişim becerileri: Samsun ili örneği”, Dicle Tıp Dergisi, 38(1), s.49-56. Sayı 40 /Bahar 2015 28 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Nelson, R., Joos, I. ve Wolf, D., (2013). “Social Media for Nurses”. New York: Springer Publishing Company, s.29-60. Oğuz, B., Zayim, N., Özel, D. ve Saka, O., (2008). “Tıp öğrencilerinin internette bilişsel durumları”, Akademik Bilişim, s. 447-453. Onat, F. ve Alikılıç, A.Ş., (2011). “Sosyal ağ sitelerinin reklam ve halkla ilişkiler ortamları olarak değerlendirilmesi”, Journal of Yasar University, 3, (9), s.1111-1143. Özcan, K.N. ve Buzlu, S., (2005). “Problemli internet kullanımını belirlemede yardımcı bir araç: “İnternette Bilişsel Durum Ölçeği’nin üniversite öğrencilerinde geçerlik ve güvenirliği”, Bağımlılık Dergisi, 6, (1), s.19-26. Özdemir, G.A. ve Kaya, H., (2013). “Midwifery and nursing students’communication skills and life orientation: correlation with stres coping approaches”, Nursing and Midwifery Studies, 2, (2), s.198-205. Özmen, F., Aküzüm, C., Sünkür, M. ve Baysal, N., (2012). “Sosyal ağ sitelerinin eğitsel ortamlardaki işlevselliği”, NWSA-Education Sciences, 7, (2), 496-506. Öztürk, M. ve Akgün, Ö.E., (2012). “Üniversite öğrencilerinin sosyal paylaşım sitelerini kullanma amaçları ve bu sitelerin eğitimlerinde kullanılması ile ilgili görüşleri”, Sakarya University Journal of Education, 2, (3), s.49-67. Ruskin, H. (2012). “İnternet nesli: Sosyal ağlar yükseliyor, eleştirel düşünce düşüyor!. Edibe Sözen (der.), Hepimiz Globaliz Hepimiz Yereliz Dutenberg Galaksi’den Zuckerberg Galaksi’ye”, İstanbul: Alfa Yayınları, s.55-97. Sözen, E., (2012). Sosyal medyanın arkeolojisi, Edibe Sözen (der.), Hepimiz Globaliz Hepimiz Yereliz Dutenberg Galaksi’den Zuckerberg Galaksi’ye”, İstanbul: Alfa Yayınları, s.1-36. Swickert, R.J., Hittner, J.B. ve Harris, J.L., (2002). “Relationship among internet use, personality and social support”, Comput Human Behav, 18, s.437-451. Tektaş, N., (2014). “Üniversite öğrencilerinin sosyal ağları kullanımlarına yönelik bir araştırma”, Tarih Okulu Dergisi, 7, (17), s. 851-870. Tiryakioğlu, F. ve Erzurum, F. (2011). “Bir eğitim aracı olarak ağların kullanımı”, http://www.iconte.org/FileUpload/ks59689/File/182.pdf, Erişim Tarihi: 01.10.2014. TUİK (2013). “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı Araştırması”. http://tuik. gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13569, Erişim Tarihi: 24.02.2015. Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E., Binark, M., Börekçi, S., Çomu, T., (2014). “Toplumsal paylaşım ağı Facebook:”görülüyorum öyleyse varım!”, 2. Baskı, İstanbul: Kalkedon Yayıncılık, 9-298. Tutuk, A., Al, D. ve Doğan, S., (2002). “Hemşirelik öğrencilerinin iletişim becerisi ve empati düzeylerinin belirlenmesi”, C. Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 6, (2), s.3641. 29 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu, Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas Vural, Z.B.A. ve Bat, M., (2010). “Yeni bir iletişim ortamı olarak sosyal medya: Ege Üniversitesi İletişim Fakültesine yönelik bir araştırma”, Journal of Yasar University, 20, (5), s.3348-3382. Tablo 1. Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Durumu (N=238) n Bilgiye Ulaşmak İçin En Sık Kullandığınız İletişim Aracı/Araçları* Televizyon 84 Gazete, dergi vs. 103 İnternet 221 Bilgisayar Kullanmaya Yönelik İlgi Durumunuz Evet 142 Hayır 96 İnternet Kullanma Durumunuz Evet 234 Hayır 4 İnterneti Kullanma Amaç/Amaçlarınız* Elektronik posta atmak 179 Haber okumak 177 Müzik dinlemek 177 Chat yapmak 97 Bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek 47 Sosyal ağ sitelerine girmek 169 Araştırma yapmak 198 Yabancı dili ilerletmek 52 Diğer 6 Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Durumunuz Evet 205 Hayır 33 Sosyal Ağ Sitelerini Kullanmanızı Engelleyen Faktörler Vakit kaybı 25 Asosyalleşme 21 Amacından sapma 11 Bağımlılık 18 Gereksiz bulma 13 Güven duymama 1 Önyargı 40 En Sık Kullandığınız Sosyal Ağ Sitesi/Siteleri Twitter 62 Facebook 43 Myspace 114 Linked In 1 Sosyal Ağ Site/Sitelerine Üye Olma Şekliniz Çevreden duyarak 194 Davet postası alarak 14 Kendim başvuru yaparak 2 Diğer 11 % 35.3 43.3 92.9 59.7 40.3 98.3 1.7 75.2 74.4 74.4 40.8 19.7 71 83.2 21.8 2.5 86.1 13.9 10.5 8.8 4.6 7.6 5.5 0.4 16.8 26.1 18 47.9 0.4 81.5 5.9 0.8 4.6 Sayı 40 /Bahar 2015 30 Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Tablo 2. Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nden aldıkları puanların dağılımı(N=238) Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği Potansiyel Dağılım Sosyal Etkileşim ve İletişim Amaçlı MinimumMaksimum Ortanca 0-40 0.00-40.00 19.00 17.73±8.60 Tanıma ve Tanınma Amaçlı 0-15 0.00-15.00 10.00 9.20±4.80 Eğitim Amaçlı 0-15 0.00-15.00 13.00 11.73±5.70 Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği Toplam 0-75 0.00-75.00 56.00 38.69±17.40 Ort.±SS Tablo 3. Öğrencilerin İletişim Becerileri Ölçeği’nden aldıkları puanların dağılımı (N=238) İletişim Becerileri Ölçeği Potansiyel Dağılım MinimumMaksimum Ortanca Ort.±SS Zihinsel 15-75 15.00-75.00 21.00 34.55±6.87 Duygusal 15-75 15.00-75.00 8.00 38.23±7.59 Davranışsal 15-75 15.00-75.00 16.00 33.98±6.94 İBÖ Toplam 45-225 45.00-225.00 58.00 104.00±19.20 Tablo 4. Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ve İletişim Becerileri Arasındaki ilişki (N=238) Zihinsel Alt Boyutu Davranışsal Alt Boyutu İletişim r p 0.119 0.066 0.137 0.035 0.182 0.005(**) Tanıma ve Tanınma Amaçlı Alt Boyutu r p 0.028 0.668 0.029 0.659 0.076 0.244 Eğitim Amaçlı Alt Boyutu r p 0.014 0.835 0.044 0.500 0.070 0.281 Sosyal Etkileşim ve Amaçlı Alt Boyutu ** Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır. * Korelasyon 0.05 düzeyinde anlamlıdır. 31 Duygusal Alt Boyutu İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma Nuri Demirag, National Development Party and First Opposition Party’s Newspapers: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma, Oz Kalkınma Meltem ŞAHİN, Arş. Gör., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Nuri Demirağ, Milli Kalkınma Partisi, Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma, Öz Kalkınma. Keywords: Nuri Demirag, National Development Party, Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma, Öz Kalkınma. Öz Türkiye’de pek çok girişimin önderi olan Nuri Demirağ’ın, 1945’te Millî Kalkınma Partisi’ni kurmasından sonra, Cumhuriyet tarihinde yeni bir dönem başlamış oluyordu. Çok partili hayatın ilk muhalif partisini kurma unvanına sahip Demirağ’ın önemli girişimlerinden biri de basın alanında yürüttüğü faaliyetlerdi. Dönem basınından gerekli ilgiyi göremeyen ve arayışa giren Demirağ, partisi tarafından yayımlanan ve Cumhuriyet döneminin ilk muhalif parti gazeteleri olan Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma ile bu amacına ulaştı. Çalışmanın amacı, basın tarihinde bir çeşitlilik olarak görülen bu gazetelerin, genel yayın politikalarını ortaya koymaktır. Böylece, okuyucu hem gazeteler hakkında fikir sahibi olacak hem de gazeteler üzerinden, Nuri Demirağ’ın ve MKP’nin siyasal ideolojileri, muhalif fikirleri hakkında bilgi elde etmiş olacaktır. Abstract In Turkey afterwards the National Development Party had been founded in 1945 by Nuri Demirag, the leader of many initiatives, a new era began at the history of Turkish Republic. Besides established the first opposition party of multi-party system, one of the main initiatives of Demirag were activities in the field of printed press. Demirag, failed to find a place in the press and he has reached that goal with in the early years of the Turkish Republic’s first opposition party newspapers: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma and Oz Kalkınma. The aim of the study is to determine general policy of publication of these newspapers seen as a variety at history of Turkish Press. So that the reader will be able to have an idea about Demirag and National Development Party’s newspapers and also will be able to have information about Demirag’s opposite opinions and ideological approaches of National Development Party via newspapers. Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma Giriş Basın tarihi çalışmaları, dönemin siyasi koşulları hakkında pek çok bilgiyi sunar. Basın ile siyasetin birbirine bağlı ilişkisi; kimi zaman birliktelikle, kimi zaman da karşılıklı çekişme ve mücadele ile yürümüştür. Dönemin iktidarının sesi dışında alternatif basının oluşması da yine genellikle siyaset ekseninde şekillenmiş ve farklı siyasi düşüncelerin açıklanmasında basın, önemli bir alan olmuştur. Bu bağlamda, muhalif bir siyasi ses olarak ortaya çıkan gazetelerin incelenmesi, basın tarihi açısından değerlidir. Bu çalışmanın konusu Türkiye siyasal tarihinde üçüncü muhalif parti girişimi olan1 ve çok partili demokrasiye geçişte kurulan ilk parti olma özelliği taşıyan Millî Kalkınma Partisi’nin (MKP) yayın organları olan; Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma gazeteleridir. Söz konusu gazeteler, Cumhuriyet döneminde, bir siyasal partinin yayın organı olduğunu açıklayarak yayın yapan ilk parti gazeteleridir. 29 Ocak 1948’de haftalık olarak yayın hayatına başlayan Yurdda Kalkınma, kapandıktan sonra 21 Mayıs 1948’de Tez Kalkınma devreye girmiştir. 15 Ekim 1948 tarihine kadar Tez Kalkınma adıyla çıkan gazetenin adı, 29 Ekim 1948’de Öz Kalkınma olarak değişmiş ve gazete 3 Haziran 1949’a kadar yayımlanmıştır. Tarihsel betimleyici analiz yöntemi ile hazırlanan bu çalışmanın amacı, MKP’nin yayın organları olan ‘Kalkınma’ gazetelerinin genel yayın politikalarını ortaya koymak, MKP’nin ve kurucusu Nuri Demirağ’ın, siyasal ve ekonomik yaklaşımlarını basın üzerinden nasıl sunduğu üzerine okuyucuya bir çerçeve sunmaktır. Nuri Demirağ, Anadolu’da önemli girişimlere imza atmış liberal bir girişimcidir. Dolayısıyla MKP’yi de, CHP’nin o vakte kadar sürdürdüğü devletçilik prensibine muhalefet eden liberal bir söylem üzerine oturtmuştur. Bu bağlamda bu çalışmanın konusu olan gazeteler de bu muhalif liberal düşüncelerin yer bulduğu yayın organlarıdır. Bu düşünceler konusunda fikir sahibi olmak için gazetelerin incelenmesinin değerli olduğu düşünülmektedir. Bunun yanı sıra, çalışmanın konusu olan dönemi içeren pek çok araştırmada, sadece Tez Kalkınma gazetesi MKP’nin yayın organı olarak anılmış, Yurdda Kalkınma ve Öz Kalkınma gazeteleri çoğu çalışmada hiç yer almamıştır. Bu çalışma, bu konudaki eksikliği gidermek için de atılmış bir adımdır. II. Dünya Savaşı’nın ardından çok partili hayata geçme sinyalleri veren Türkiye’de bu anlamda ilk girişim, dönemin önemli iş adamlarından biri olan Nuri Demirağ tarafından gerçekleştirilmiştir. Nuri Demirağ, iş hayatında birçok ilke imzasını atmış, Türkiye’nin ilk ve en önemli müteşebbislerinden biridir. Siyasi prensiplerini Millîyetçilik, demokrasi ve parlamentarizm olarak üç düşünce üzerine temellendiren Demirağ; toplumsal menfaat ön planda olmak kaydıyla, bireysel hürriyet ve şahsi mülkiyete de saygılı olduğunu ifade etmiştir (Dervişoğlu, 2011:167). Demirağ, 8 Temmuz 1945’te yaptığı açıklamada; Ben devletçilik prensibine şiddetle muarızım. Liberal bir sisteme taraftarım. Devletçiliğe olduğu kadar aristokrasiye de düşmanım. Şahsın sâyine en geniş ölçüde imkân verilmeli ve sây’e saygı gösterilmelidir. Tıpkı Amerika’da olduğu gibi. Amerika’nın siyasi zihniyetine hayranım. İnsanlığın saadetini ancak Amerikan Liberalizminde görüyorum. Onun için bütün dünya milletlerinin yüzlerini Amerika’ya çevirmeleri lazım geldiğine inanıyorum (Demirağ, 1949: 14) diyerek zihnindeki ideal düzen anlayışını açıklamıştır. Demirağ’a göre devletçilik; 1 İlk ikisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’dır (1930). 33 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Meltem Şahin beldeleri harap eden, ticaret, sanat ve iş hayatını öldüren, milleti fakrü sefalet içerisinde inleten, halkı aç, çıplak, işsiz, sefil ve perişan hale getiren bir tahakküm rejimidir. Bu sistem yıkılmalıdır. Serbestî rekabet, saadet ve refahın anahtarıdır (Sim, 1952: 24) Liberal demokrasiye inanan Demirağ, Millî Mücadele sırasında başladığı kâğıt ve sigara kâğıdı ticaretiyle, ilk sermaye birikimine ulaşmıştır (Dervişoğlu, 2011:19).2 Önderliğini yaptığı teşebbüslerden bazıları; Ankara’nın doğusuna, ilk önce Samsun hattına 7 km’lik demiryolu hattından sonra Sivas-Erzurum ve Malatya demiryolu hattının döşenmesi3, 1936 yılında ilk Türk uçağının ve paraşütünün imali, 1942’de Keban’a baraj yapılması önerisi, İstanbul Boğazı’na köprü projesi hazırlatması, Bursa’da Sümerbank Merinos Fabrikası, Sivas’ta Çimento Fabrikası, İzmit’te Selüloz Fabrikası kurulması, İstanbul’da Büyük Hal binası inşaatının yapılması ve Eceabat-Havza şosesinin müteahhitliği, Divriği’de ilk şehir ve köy planlarını hazırlatması, Divriği’ye 1937’de yaptırdığı ‘Gök Ortaokulu’ ile aynı zamanda kurmayı düşündüğü ‘Gök Üniversitesi’nin de temellerini atmasıdır. Demirağ’ın önemle üzerinde durduğu ve onun gelecek siyasi hayatını da bir noktada belirleyen ana konu ise havacılıktır. Demirağ, Avrupa’da ve Balkanlarda havacılık konusundaki gelişmeleri takip etmiş, havacılığın ülkelerin silahlanmasında önemli bir yere sahip olduğuna dikkat çekerek, “Hava kuvveti, milletlerin hayat hakkını temin eden yegâne kuvvet haline gelmişti. Daha fazla duramazdık” demiştir (Demirağ, Tayyare İşleri, s 3-4) Bu niyetlerle yola çıkan Demirağ, 1936 yılında önce Beşiktaş Tayyare Atölyesi, ardından da Divriği’de bir Uçuş Okulu kurmaya karar vermiş ve atölyesi 10 Şubat 1937’de tamamlanmıştır. Amaç; Beşiktaş’ta uçak prototipi, Divriği’de ise, demir madeni burada olduğu için, bir motor fabrikası kurmaktır. Prototip çalışmaları devam ederken Yeşilköy’de Gök Uçuş Okulu’nu kurma çalışmalarına başlayan Demirağ, Türk Hava Kurumu’ndan 12 eğitim uçağı ve 5 planör yapımı için sipariş almıştır (Adıgüzel, 2006: 126-127). Planörler sorunsuz şekilde teslim edilirken, uçakların Eskişehir’deki uçuş testi sırasında Salahattin Alan’ın4 uçağının düşmesi ve olay yerinde şehit olması, Türk Hava Kurumu’nun uçakları almaktan vazgeçmesine sebep olmuştur. Türk Hava Kurumu Başkanlığı, 24.3.1939 tarihli ve Muhasebe 1640 sayılı tezkeresi ile Nuri Demirağ’a yapılan mukaveleyi tek taraflı feshettiğini bildirmiştir (Demirağ, 1941:5). Gerekçe, Demirağ’ın ürettiği eğitim uçaklarının teknik şartnameye uygun olmadığıdır. Hukukî mücadelesi devam ederken, Nu D.38 isimli ilk Türk yolcu uçağının tamamlandığını açıklamıştır (Dervişoğlu, 2011:107108). Uçak sanayii konusundaki gelişmeleri anlatmak isteyen ve destek arayan Demirağ, konuyla ilgili olarak dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye; 29/9/1939 tarihli ve 26/8/1940 2 Nuri Demirağ’ın ürettiği bu sigara kâğıdının markası ‘Türk Zaferi’dir. 3 Nuri Bey’e Demirağ soyadı, Atatürk tarafından bu başarılarının ardından verilmiştir. 4 Vecihi Hürkuş’tan sonra Türkiye’de ikinci millî uçak projesinin sahibidir. Türk Hava Kurumu’nun kurulduğu ilk yıllarda (1926) Fransa’ya mühendislik eğitimine gönderilmiş, döndükten sonra, 1932 yılında, ilk prototipi olan MMV-I iki kişilik uçağını tasarlayıp gerçekleştirmiştir. Fakat Alan’ın projesi, Hava Müsteşarlığı ve Millî Müdafaa Vekâleti tarafından destek görmediğinden yarım kalmıştır. Bu safhada imdadına Nuri Demirağ yetişmiş, ona uçak sanayi tesislerinin teknik işlerini emanet ederek kendisine ortak etmiştir. Demirağ’la beraber Nu. D.36, Nu. D.38 uçaklarının tasarımını ve imalatını, Alan gerçekleştirmiştir (Dervişoğlu, 2011:53). Sayı 40 /Bahar 2015 34 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma tarihli 2 adet mektup yazmıştır. İlk mektubunda Demirağ, yaptığı işleri, kurduğu atölyeleri anlatmış; Türk Hava Kurumu’nun siparişlerini almaması dolayısıyla uğradığı zarardan bahsederek havacılık konusunda destek istemiştir. İkinci mektubunda da savunma sanayii alanında daha kapsamlı bir yatırım için, kendisine yetki ve devlet yardımı yapılmasını; kendi yatırımlarının devletçe desteklenerek, savunma sanayiinin teşkilini teklif etmiştir (Dervişoğlu, 2011:116). Ancak bu girişimlerinden bir sonuç alamayan Demirağ, sektörü terk etmek zorunda kalmıştır. Nuri Demirağ, iş hayatındaki başarısızlığının sebebi olarak düşündüğü İsmet İnönü ile mücadelesine devam edebilmek için, çok partili hayata geçilmesini fırsat olarak görmüştür. Türkiye’de çok partili hayata geçişin ilk muhalefet partisi olan Millî Kalkınma Partisi’ni (MKP) kurmuş ve partinin ilk genel başkanı olmuştur (Dervişoğlu, 2011: 21).5 18 Temmuz 1945’te partinin resmi başvurusu yapılmış, 22 Eylül’de resmi kuruluş izni alınmış (Koçak, 2010: 674) ve 27 Ekim 1945 tarihinde de resmi olarak kurulmuştur. ‘Artık yeter’ sloganıyla yola çıkan MKP nizamnamesinin 30. maddesinde Nuri Demirağ, endüstri meselesini şu şekilde aktarmıştır: “Bir memleketi ziraati aç, sanayii çıplak bırakmaz ancak ve ancak madenleri zengin eder. Çok zengin olan yeraltı hazinelerimizin, mükemmel ve modern tesisatla feyizli ve tam verimli hale getirilmesi için partimiz bütün varlığı ile çalışacaktır” (Deliorman, 1957: 14). Böylece partinin ana hedefinin kalkınma olduğunun altı çizilmiştir. MKP’nin kurucuları; Nuri Demirağ, Hüseyin Avni Ulaş6 ve Cevat Rıfat Atilhan’dır.7 Parti; devletçiliği reddetmiş, Rus yanlısı bulduğu CHP’ye karşı şiddetli muhalefet safında bulunduğunu ilan etmiştir. Partinin bazı talepleri; dış politika alanında ‘İslam Birliği’ ‘Şark Federasyonu’ projesinin tahakkuku, İstanbul’da Müslüman Şark milletlerinin talebelerini sinesinde toplayacak bir ‘Teknik ve Ahlâk Üniversitesi’ açılmasıdır (Tunaya, 1995:639640).8 Bu tür farklı fikirleri olan parti, Demirağ’ın verdiği davetlerde sık sık kuzu ikram etmesi ve basının sürekli olarak bu kuzu ziyafetlerini ön plana çıkarması yüzünden, ‘kuzu 5 Demirağ, 1933 yılında üye olduğunu ifade ettiği ve Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin bir devamı olarak gördüğü için geçtiği CHP’den, 27 Eylül 1945’te ihraç edilmiştir (Müjdeci, s.11). 6 Hüseyin Avni Ulaş; İstanbul’da son Osmanlı Meclisi Mebusanı’na Erzurum mebusu olarak katılmıştır. 23 Nisan 1920’de, TBMM’ye Erzurum milletvekili olarak girmiş, Meclis’te İkinci Grubu kurmuştur. İkinci Meclis’e fikirlerinden dolayı alınmamıştır. İstanbul’a dönerek avukatlık yapan Hüseyin Avni, TCF’nin İstanbul şubesini, arkadaşlarıyla beraber kurmuş, 1926’da ‘Suikaste iştiraki vardır’ diye İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış ama beraat etmiştir. 1945’te Nuri Demirağ’la beraber MKP’yi kuran Ulaş, sağlık sorunları ve siyasi beklentilerinin uymaması gerekçesiyle MKP’den ayrıldıktan sonra 22 Şubat 1948’de hayatını kaybetmiştir (Çelik, 1996:15-29). 7 Cevat Rifat Atilhan; Türkiye’nin yakın dönem fikir dünyasında etkili olmuş, özellikle Millîyetçi ve İslamcı düşüncenin formasyonuna fikirleriyle katkıda bulunmuş bir fikir adamıdır. Atilhan, Demirağ’la yaşadığı bazı anlaşmazlıklardan dolayı partiyi erkenden terk ettikten sonra, 1947’de kuruculuğunu ve başkanlığını yaptığı Türk Muhafazakar Partisi’yle yeniden siyasete dönmüş ve 1949’da maiyetiyle birlikte Necip Fazıl Kısakürek’in başkanlığını yaptığı Büyük Doğu Cemiyeti’ne iltihak etmiştir. Bu cemiyetten ayrıldıktan sonra, 1951’de kurduğu ve başkanlığını yaptığı İslam Demokrat Partisi’yle yeniden siyasete atılmıştır. Atilhan’ın siyasetteki son denemeleri olan, 1965’te Millet Partisi’nden milletvekilliği ve 1966’da aynı partiden senatör adaylığı da olumsuz sonuçlanmıştır ( Bozkurt, 2012: 11-13) 8 MKP Nizamnamesi’nin 38 maddelik programında, başta güvenlik güçleri olmak üzere, tüm kamu görevlilerinin siyasetten ve siyasi partilerden bağımsız kalabilmeleri üzerinde durulmaktadır. İdarede yetki devrine yer verilmektedir. Tek dereceli seçim talep edilmiş, seçim sistemi olarak da nisbi temsil sistemi önerilmiştir. Belediye başkanları da halk tarafından seçilecektir. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından 5 yıllığına seçilmesi, aynı kişinin iki kez üst üste Cumhurbaşkanı seçilememesi, Yasama organı olarak Ayan Meclisi’nin (Senato) kurulması öngörülmüştür. Sanayi ve ticarette rekabetin esas olduğu belirtilmiş, şahsi teşebbüse önem verileceğine işaret edilmiştir. Madenciliğe önem verilecek ve devlet yalnızca örnek işletmeler kuracaktır (Koçak, 2010: 681). 35 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Meltem Şahin partisi’ adıyla anılmaya başlamıştır (Dervişoğlu, 2011:156). Partinin içinde hiç deneyimli siyasetçinin olmaması ve Millet Meclisi’nde de bir temsilcisinin bulunmaması, partinin siyasi açıdan çok fazla etkili olamamasına ve destekçisinin az olmasına sebep olmuştur (Zürcher, 2010:310). 1946’da Belediye seçimlerine ve 1950’de genel seçimlere giren parti, bu sebeplerin de etkisiyle, seçimleri kazanamamış, ayrıca parti içi anlaşmazlıklar ve dalgalanmalar da MKP’nin siyasi şansını düşürmüştür (Koçak, 2010:690). Basından ve kamuoyundan da gerekli ilgiyi göremeyen parti, kanuni kongresini yapmadığı gerekçesiyle 22 Mayıs 1958’de feshedilmiştir. Nuri Demirağ ve Basınla İlgili Faaliyetleri Liberalizmin ülkede yerleşmesini hedefleyen ve programı bu çerçevede oluşturulan MKP, kamuoyu üzerinde bir etki oluşturamamış, aksine siyasal iktidarın partiye olan umursamaz tutumundan cesaretlenen basın tarafından karikatürize edilerek silikleştirilmiştir (Avşar ve Kaya, 2012: 114). Girişimcilik adına devletten ve basından aradığı desteği bulamayan ve kendini yeterince ifade edemediğini düşünen Demirağ, basın yolu ile kitlelere ulaşmak ve basını bu yönde kullanmak için bazı çabalarda bulunmuştur. MKP kurulduktan hemen sonra, Hüseyin Avni Ulaş adına bir gazete imtiyazı almak üzere müracaat edilmiştir. Gazetenin ismi ‘Mesuliyet’ olacaktır. Kısa bir zaman sonra Ulaş’ın MKP’den ayrılmasıyla gazete aynı isimle ama Ulaş’ın idaresinde 17 Temmuz 1946’dan itibaren yayınlanmaya başlamıştır. Bundan sonra da ‘Yurdda Kalkınma’ ‘Tez Kalkınma’ ve ‘Öz Kalkınma’ gazeteleri yayımlanmıştır. “Evvela para, sonra gazete, sonra siyaset… üçünü birbirine bağlamak lazım. İşte şimdi buna çalışıyoruz” (Sim, 1952:7) diyerek basın ve siyaset arasında güçlü bağ kuran Demirağ, partisinin 1951 genel kongresinde, günlük bir gazete çıkarmak için Almanya’dan matbaa siparişi verdiğini aktarırken şunları söylemiştir: Dünyanın en modern matbaa makinesi ve levazımını, başta son sistem rotatif makine olmak üzere bütün makineler sipariş edilmiştir. Önümüzdeki haziranda buraya gelecek ve kurulacaktır. Bu suretle nihayet önümüzdeki Ekim ayında (Kalkınma) gazetesini neşre başlayacağız. Yapacağım neşriyat, memlekette, bütün vatandaşlara davamızı izah gayesini takip edecektir. Nasıl köylerden işe başlayacaksak, o programımızı izaha da oradan başlayarak, bütün halkımıza ilerleme ve saadet yollarını tafsilâtile anlatacağız. Bu meyanda, gene esas davalarımızdan biri olan ‘Şark Federasyonu’ meselesini de izah edeceğiz (Sim, 1952:13). Böylece kendilerini anlatmada basını bir araç olarak kullanacağının altını çizmiştir. Bu hedefle, Beşiktaş’taki uçak fabrikasının yerinde modern bir matbaa tesis edilmiştir. Demirağ’ın matbaasında başka gazeteler de basılmıştır. Cihad Baban, Tercüman gazetesinin basılma hikâyesini anlatırken Demirağ’dan şöyle bahsetmiştir: O tarihlerde dört ortağımla birlikte ‘Tercüman gazetesini çıkarmaya başlamıştım. Açıktan muhalefet etmiyordum ama Menderes’in aradığı uysallığı da gösteremiyordum. Menderes, İstanbul’da imar işlerini ele almıştı. Zaman zaman Tercüman’ı bastığımız matbaanın sahibi merhum Nuri Demirağ’ın kulağına, Tercüman’ı matbaasında çıkarmakta devam ettiği takdirde, binasının istimlak edileceği haberleri uçuruluyor, rahmetli bu sözlere aldırış etmiyordu. “Menderes, eğer fikir ve basın hürriyetini zorbalıkla baltalamak isterse gelsin baltalasın, bu memleketin tarihinde benim itibarım artar, onun da ismi lekelenir” diyordu (Baban, 1970: 200). Sayı 40 /Bahar 2015 36 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma Yurdda Kalkınma: Biçim ve İçerik Özellikleri Yayın hayatına 29 Ocak 1948’de başlayan gazete, 58x40 cm ölçülerinde ve logosunda ‘Halkın ve Hakikatin Emrinde’ vurgusuyla çıkmıştır. Yalnızca logoda kırmızı renk kullanılan, bunun dışında siyah-beyaz basılan gazete 6 sayfadır. Yurdda Kalkınma’nın bir parti gazetesi olduğu, logonun altında yer alan ‘Perşembe Günleri Çıkar. Millî Kalkınma Partisinin Prensiplerini Güder, Fikirlerini Yayar” ifadeleriyle açıklanmıştır. Gazetenin künye bilgilerine bakıldığında ise sahibinin Latif Dinçbaş, Yazı İşlerini Fiilen İdare Eden kişinin de Said Betin olduğu görülmektedir. Basıldığı yer Y. Reklam Matbaası. İdare Yeri ise Ankara Caddesi No:24/12’dir. Fiyatı 10 Kuruş olan gazetenin abonelik şartları ise seneliği 480 Kuruş, altı aylığı 240 Kuruş, üç aylığı 120 Kuruş şeklindedir. Gazetede tefrikalar9, yazı dizileri yer almakla birlikte karikatürler de bulunmaktadır. Her sayıda yer alan karikatürlerin içerikleri genel olarak, devletin işçiler ve sanayi üzerindeki baskısı, milletvekilleri ile halk arasındaki sosyal farklar, CHP’nin demokrasi ve devletçilik anlayışının eleştirisi şeklindedir. İç sayfalarda parti haberleriyle siyasi dedikodular gibi haberler ve yazılar yer alırken, her sayıda mutlaka yer alan yazılar da vardır. ‘İşçiler Arasında’, ‘Parti Haberleri’, ‘Serbest Kürsü’ bunlar içinde dikkat çekenleridir. Üçüncü sayfası tam sayfa olarak sanat, fikir ve edebiyata ayrılan gazetede, ‘Neyzen’in Köşesi’ başlığı altında Neyzen Tevfik’in yazı ve şiirleri de yer almıştır. Gazete 3. sayısından itibaren reklam da almıştır. İlk sayıda yer alan ‘Çıkarken’ başlıklı başyazıda gazetenin kimliği, amacı ve hedefi belirtilmiştir: “Aziz okuyucularımız; elinize ulaşmak saadetine erişen bu gazete MKP İstanbul İl Teşkilatı üyelerinden birkaç arkadaş tarafından çıkarılmaktadır. Bu gazete şimdilik MKP’nin biricik DİLİ’dir. Bu gazete ile partimizin prensiplerini yaymak memleket işlerinde partimizin görüşünü belirtmek emelimizdir. Gazetemiz tercihan halk kitlelerine hitap eden bir hususiyet taşıyacaktır. Şimdilik haftada bir defa çıkacağız. Umduğumuz rağbeti bulursak haftada iki belki üç defa çıkmak mümkün olacaktır. Elimizde bulunan vasıtalarla bundan fazlası yapılamaz.”10 Aynı yazıda MKP’yle ilgili olarak, partinin tek parti sisteminden bıkmış, ümitsizlik içinde bunalan vatandaşlara bir ışık olduğu ve partinin prensiplerini halkın canı gönülden benimsediği de vurgulanmıştır. Gazetenin sahibi bizzat Nuri Demirağ olmamakla beraber, gazete üzerindeki desteği ve etkisi görülmektedir. Örneğin, ilk sayıda Nuri Demirağ’ın gazeteye gönderdiği bir mektup yayımlanmıştır. Mektubunda bizzat Latif Dinçbaş’a hitap ederek, partiye ve gazeteye teşekkür eden Demirağ, MKP’nin, CHP ve DP’den farkını anlatıp, diğer iki partinin devletçi olduğunu ifade ederek kendilerinin liberal ilkelerinin halk tarafından destek bulduğunu aktarmıştır. MKP lideri mektubunda gazeteye yayın politikası konusunda önerilerde de bulunmuştur: Nizamname programlarımızı asil ve necip milletimizin önüne koyunuz. Devletçi olan Halk ve Demokrat Partisi programlarına da gazetenizde yer veriniz, mukayeseler yapınız. Mukabil tarafların birçok vesilelerle halka kötü gösterdikleri feragat, fedakârlık, ahlâk ve doğruluğu, iyilerin kadrini yükseltmeyi, kötüleri ıslâha çalışmayı, şahsî teşebbüse geniş ölçüde yer vermeyi şiar edindiğimizi, fazilete hürmet etmesini bildiğimizi, rezileti de tel’in ettiğimizi izah ediniz… Halkımız, bunların fena ve menfi propagandalarına aldanmış olabilirler. Prensiplerimizin izahı ve halkımızın tenviri bakımından 9 Tefrikalar; Cehennemden Gelen Adam, Kızıl Rusya’nın İç yüzü, Yazı dizileri; ‘Kara Yüzlüler’ ve ‘Mütareke Hatıraları’ 10 Yurdda Kalkınma, ‘Çıkarken’, 29 Ocak 1948. 37 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Meltem Şahin şimdiye kadar yapmış olduğum beyanatlarımı zaman zaman gazetenizde neşrediniz. Mükerrer de olsa lüzumludur.11 Bunların dışında Demirağ gazeteden uluslararası işbirliği konularında da destek istemiş, liberal politikalarının bir gereği olarak Amerika ile uzun vadeli anlaşmalar yapmak için gazetenin işbirliğini destekleyici yayınlar yapmasını ve konuyu gündemde tutmasını talep etmiştir. Konuyla ilgili yapılan bazı haberlerde Amerikancılık oldukça ön plandadır. Örneğin ‘Amerika’dan niçin para almadık?’ başlığıyla yapılan haberde, ‘memleketi için için yıkan korkunç hastalık’ olarak tanımlanan devletçilik politikası eleştirilmiştir. “Eğer idaremizde ve idarecilerimizin seçme kafalarında devletçilik basilleri bulunmasaydı Avrupa devletlerine ayrılan kırk yedi buçuk milyar lira tutarındaki Amerikan parasından asgarî iki buçuk milyar Türk lirası, Türk vatanına gelecek ve bu büyük para, her sınıf halkımızı süratle kalkındıracak ve dolayısile vatanımızı refaha ulaştıracaktı.”12 denilerek siyasi ve iktisadi alanda Amerika’yla olacak iyi ilişkilerin ülke için önemi anlatılmıştır. Gazetenin Nuri Demirağ’la olan ilişkisi 3. sayıdan sonra bozulmuştur. 4. sayı 19 Şubat’ta çıkması gerekirken, 7 Mart’ta çıkmıştır. 7 Mart 1948 tarihli sayıda, gazetenin logosu, farklı yazı stili kullanılarak değiştirilmiş ve niteliği ‘Pazar Günleri Çıkar, Vatan Uğrunda Konuşur, Hak Yolunda Yürür Siyasi Gazete’ olmuştur. Fiyatı 15 Kuruş olan gazetenin sayfa sayısı ise 4’e düşmüştür. Bu sayının Yazı İşlerini Fiilen İdare Eden kişi Enis Rıza Olcayto olmuştur. Gazetedeki bu değişikliklerin nedeni, üçüncü sayıdan sonra yaşanan kâğıt sıkıntısı ve Nuri Demirağ’ın maddi desteğini gazeteden çekmesidir. Demirağ’ın bu tavrının nedeni Latif Dinçbaş’a göre; gazetenin Nuri Bey’in istediği gibi bir gazete olmamasıdır. Ona göre Demirağ, hikâyelerin, karikatürlerin, edebiyat yazılarının yer aldığı normal bir gazeteden ziyade bir dava gazetesi istemektedir. Bu nedenle Latif Dinçbaş, 4. ve 5. sayıyı kendi imkânlarıyla, Nuri Demirağ’dan bağımsız bir gazete olarak çıkarmıştır. Dinçbaş, konuyu dördüncü sayıda şu şekilde açıklamıştır: “Hakikati söylemek lazım gelirse, gazete hiç de adamcağızın arzu ettiği konularda çıkmadı. Bu hususta birkaç defa şikâyet edip durmuştu. Mesela, hikâyelerin, karikatürlerin, edebiyat sayfasının tamamen aleyhinde bulundu. Bu bir dava gazetesi olduğu için ona göre yazıların yer almasını istedi. Herhalde gazetenin isteğine uygun çıkacağını umduğu içindir ki, kesenin ağzını açarak reklamlar yaptırdı, uçaklar uçurdu, bir buçuk ton kağıt aldı ve daha bazı masraflar yaptı. Daha da yapacağını vaad etmişti. Fakat! Evdeki pazarın çarşıya uymadığını görünce de birdenbire derlendi, toparlandı, kesenin ağzını kapatıverdi. Hem bu sebepten, hem de kâğıdın tükenmesinden gemi de karaya düşüp oturdu.”13 Gazetenin siyasi ve ekonomik açıdan durduğu nokta CHP karşıtlığında vücut bulmuştur. CHP politikaları ve devletçilik en önemli eleştiri konusudur. Nuri Demirağ’ın ifadeleriyle devletçilik, “tufeyli bir zümreyi faydalandıran, günden güne hâd bir şekil alan, kütle ile zümre arasında düşmanlıklar doğuran bir rejimdir.”14 Ayrıca CHP’nin bilim kurumları üzerinde baskısı olduğu iddia edilerek siyasetin bilimin önüne geçtiği ve onu körelttiği15, tüm devlet müesseselerinin hesaplarında yolsuzluk yapıldığı16 gibi konular da gündemde yerini korumuştur. Hükümetin eleştirildiği bir diğer konu yerli kâğıt fiyatlarına 11 12 13 14 15 16 Yurdda Kalkınma, ‘Nuri Demirağ’ın gazetemize mektubu’, 29 Ocak 1948. Yurdda Kalkınma, ‘Amerika’dan niçin para almadık’, 5 Şubat 1948. Yurdda Kalkınma, ‘Gazetemiz neden vaktinde çıkmadı’, 7 Mart 1948. Yurdda Kalkınma, ‘Amerikan Yardımı Hakkında MKP Başkanı Nuri Demirağ’ın Beyanatı’, 12 Şubat 1948. Yurdda Kalkınma, ‘Türk Milletine İfşa Ediyoruz’, 5 Şubat 1948. Yurdda Kalkınma, ‘Hesap İstiyoruz’, 12 Şubat 1948. Sayı 40 /Bahar 2015 38 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma konan zamdır. Bunu basın özgürlüğü ile ilişkilendiren gazete, muhalif ve hür basını susturmak için hükümetin yeni bir yöntem olarak yerli kâğıt fiyatlarına zam uyguladığını ve yurtdışından getirmek isteyenlere ise döviz vermediğini söyleyerek bazı gazetelerin de hükümet tarafından desteklendiğini iddia etmiştir: “…Fakat halkın okumadığı CHP neşriyatının masraflarını yüzbinlerce lira tahsisatla kapatmağa çalışanlar Ulus gazetesine Finlandiya’dan kağıt getirmek için, Türk Tütün Limited Şirketinin kilosu 8 lira olan tütünlerini, hakiki değerinden aşağı, 4 liradan yabancılara satıp binlerce liralık dövizimizin harice gitmesine sebep oluyorlar!17 Gazetenin zaman zaman diğer gazetelere ve gazetecilere de göndermelerde bulunduğu da görülmektedir. Örneğin, daha 2. sayıda ‘Ahmet Emin Yalman Millî Sözünden Hiç Hoşlanmıyor’ başlıklı yazıyla Yalman eleştirilmiş; “Celal Bayar, Ahmet Emin gibi bir yardakçıya malik olduğu için ziller takıp şıkır şıkır oynasın dursun” denilmiştir. ‘Başı Belli’ mahlasıyla yayımlanan yazıda, Yalman’ın eleştirildiği konu, Yurdda Kalkınma gazetesinin çıkışını kamuoyuna haber vermek amacıyla Cumhuriyet, Vatan ve Son Posta gazetelerine verilen ilanın, Cumhuriyet ve Son Posta’da yayımlanmasına rağmen Vatan gazetesinde yayımlanmamasıdır. Yazıdaki bazı ifadeler şu şekildedir: Meğer millî kelimesine, sözüne Ahmet Emin öyle kızar, öyle kızarmış ki! Hattâ Millî Kalkınma Partisi kurulduğunun ilk günü, telefona yapışıp partinin ileri gelenlerinden birine, doğrudan doğruya neden Kalkınma Partisi demediniz de başına Millî sözünü koydunuz? Diye bir temizce çıkışmış… Allah, memleketi böylelerinden bir an evvel kurtarsın da biz de birbirimizi adamakıllı bilelim, tanıyalım! demekten şu anda nefsimizi menedemiyoruz. Tevekkeli, Atatürk bu adamın kalıbına kocaman bir sıfır basmamış!18 Toplamda 5 sayı yayımlanan Yurdda Kalkınma, 14 Mart 1948’de son kez yayımlanmış ve kapanmıştır. Tez Kalkınma: Biçim ve İçerik Özellikleri Yurdda Kalkınma gazetesinde yaşanan sorunlar nedeniyle kapanmasının ardından; 21 Mayıs 1948’de, MKP’nin resmi yayın organı haftalık siyasi bir gazete olarak Tez Kalkınma yayımlanmaya başlamıştır. Tez Kalkınma adıyla gazetenin son yayımlandığı tarih 22 Ekim 1948’dir. Yurdda Kalkınma ile aynı ölçülerde çıkan gazetenin niteliği; ‘Cuma Günleri Çıkar, Millî Kalkınma Partisi’nin Prensiplerini Güder, Fikirlerini Yayar’ şeklinde verilmiştir. Fiyatı 5 kuruş olan gazetenin künyesinde imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü Said Betin’dir. Gazetenin basıldığı matbaa ve adresi; Osman Bey Matbaası, Beşiktaş Hayrettin İskelesi No.17’dir. Abonelik şartları ise; senelik 480, altı aylık 240 ve üç aylık 120 Kuruş’tur. Nuri Demirağ’ın, uçuş okulunda eğitim alan öğrencilerine 6 maddelik olan öğütleri, aynı zamanda MKP’nin de 6 umdesi olarak kullanılmıştır. Bu 6 madde; ‘İşretten (içki içmekten), Oyundan (kumardan), İffetsizlikten, Eğrilikten, Tembellikten, Zulmetmekten Sakınınız’dır. Bu 6 öğüt, Tez Kalkınma gazetesinin 6. sayısından sonra logonun solunda, üst üste duran 6 uçak kanadına yazılı bir şekilde; “MKP Mensuplarına” ifadeleriyle yer almış, böylece Demirağ’ın ilkeleri gazete aracılığıyla da kitlelere ulaştırılmıştır. Neyzen Tevfik köşesi bu gazetede de yayımlanmaya devam etmiştir. Zaman zaman 17 18 39 Yurdda Kalkınma, ‘Sıkıyönetim Kalkmadı’, 12 Şubat 1948. Yurdda Kalkınma, ‘Ahmet Emin Yalman Millî Sözünden Hiç Hoşlanmıyor’, 5 Şubat 1948. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Meltem Şahin yayımlanan karikatürlerde ise yine, hayat pahalılığı, şeker konusundaki karaborsacılık, CHP ve DP eleştirisi, seçimler gibi gündeme dair eleştiriler yer almıştır. Gazetenin son sayfasında reklâmlara da yer verdiği görülmektedir. Tez Kalkınma’da; ‘Sanat, Fikir ve Edebiyat’ sayfası kaldırılmış, son sayfa ‘Beden Terbiyesi, Spor ve Gençlik Hareketleri’ sayfası olarak hazırlanmıştır. Sait Betin’in makale köşesi olan ‘Bir Fiske’nin yanı sıra, Parti Haberleri, Partilinin Sesi, Haftanın Olayları, Seçme İnciler, Bu da Başka Bilmece (Yazarı Çaçaron), Enine Boyuna Biçki, Göklerde Kalkınma (havacılıktaki gelişmeler, uçak motorları ve markalar) bölümleri gazetenin içeriğini oluşturmuştur. Gazetede ‘Barış ve Harp’ bölümlerinde, Bükreş Eski Ataşemiliteri İhsan Boran’ın dünya meseleleri hakkındaki yorumları yer almıştır. Burada, Rusya’nın yeniden harp edip etmeyeceği, Amerika ve askeri anlaşmalar konusundaki fikirler aktarılmıştır. Bazen de ‘İçtimai Meseleler’ bölümünde; devletçilik, CHP, Türk Dünyası, Türk denizcilik faaliyetleri ele alınmıştır. Gazetede uzun bir yazı dizisi de yer almıştır. MKP Umumî Kâtibi olan Safi Dümer tarafından kaleme alınan dizi 13 Ağustos 1948 tarihinde başlamış ve 41 sayıda tamamlanmıştır. ‘Ana-babalarla bir konuşma’ başlıklı bu dizide, ‘Çocuk nedir, nasıl yetiştirilir?’ sorusuyla esaslı bir terbiye ve sağlam bir ahlâkın nelere kadir olduğu yabancı toplumlardan örneklerle açıklanmıştır. MKP’nin ve Nuri Demirağ’ın önem verdiği ‘ahlâk’ meselesi, gazete aracılığıyla da aktarılmıştır. Gazetede yer alan bir diğer yazı dizisi ise, 24 Eylül 1948’de başlayan, ‘Yakın Tarihin Gizli Hatıraları: Unutulan Kara Günlerimiz’dir. Emekli Jandarma Yarbayı Hüsnü Bakalımoğlu tarafından yazılan dizide İstiklâl Savaşı vesikalarına dayanılarak, o dönemde cephede yaşananlar aktarılmıştır. Tez Kalkınma’nın ilk sayısında ‘Çıkarken’ başlıklı başyazıda Said Betin, Tez Kalkınma gazetesi Millî Kalkınma Partisinin prensiplerini yaymak, umdelerini açıklamak, görüşlerini belirtmek maksadile çıkarılıyor. Bundan birkaç ay evvel ayni maksatla ‘Yurdda Kalkınma’ ismile çıkardığımız haftalık gazete üçüncü nüshadan sonra bocalamış ve batmıştır. Bu gazetenin macerası, beni okurlarıma karşı mahcup bir duruma soktuğu gibi, rızamızla hizmet etmek isteğimiz Partimize de dolayısıyle zarar vermiş, haksız ve yersiz bazı kanaatleri tashih etmek, okurlarıma ve umumi efkâra karşı taahhütlerimi yerine getirmek, bilhassa inandığım prensiplere dayanarak memleketime hizmet etmek, meslek vazifemi yerine getirmek için ‘Tez Kalkınma’ gazetesini kurmaya karar verdim. diyerek Yurdda Kalkınma hakkındaki negatif düşüncelerini aktarmış ve onun yerine çıkan Tez Kalkınma’nın amacını ve hangi ihtiyaçtan doğduğunu açıklamıştır. Basında kendini yeterince iyi anlatamayan MKP, çıkardığı gazete yoluyla bu eksikliği gidermeye çalışmıştır. Gazete varlık amacına uygun olarak ‘Partiler ve Umdeler’ başlıklı yazı dizisi ile MKP’nin amaçlarını, siyasi hedeflerini açıklamış ve Nuri Demirağ’ın fikirlerini aktarmıştır. Burada MKP’ye asker, hâkim ve devlet memurlarının neden partili olamayacakları açıklanmış, ardından da Ziya Şakir’in kaleminden çıkan ‘Yurdda Demokrasinin Doğuşu: Millî Kalkınma Partisi niçin ve nasıl kuruldu?’ yazı dizisiyle 20 sayıda partinin kuruluş süreci anlatılmıştır. Tez Kalkınma ve Devletçilik Yayımlanmaya başladığı andan itibaren İnönü ve CHP’ye karşı bir tavır içerisinde olan Tez Kalkınma, bazıları doğrudan İnönü’ye, bazıları da konu ile ilgili bakanlara yazılan Sayı 40 /Bahar 2015 40 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma ‘açık mektup’larla eleştirilerini ve taleplerini aktarmıştır. Örneğin, Ağustos 1948’de bazı devlet memurlarının işten çıkarılmasıyla ilgili olarak gazete, ekonomik olarak buhranlı bir dönemden geçildiğini, eksik kalan fabrikaların tamamlanmadan memurların işten çıkarılmasına karşı olduklarını bizzat İnönü’ye yazılan açık mektupla aktarmıştır.19 Yine aynı dönemde Maliye Bakanı’na yazılan mektupta ise, emeklilerin maaşı konu edinilmiş ve “İsmet İnönü siyaset mesleğine sapmamış olsaydı ayda 80 kûsur lira ile geçinecekti!” ifadeleriyle maaşlara zam konusu gündeme getirilmiştir.20 Nuri Demirağ’ın görüşleri çoğu zaman gazetenin yayımladığı beyannamelerle de aktarılmaya çalışılmıştır. Örneğin, 1950 genel seçimlerinden önce yapılmak istenen ara seçimlere karşı olan Demirağ, MKP’nin genel seçimlere katılacağını ancak, gereksiz buldukları ara seçimlere katılmayacağını ifade etmiştir. Demirağ’a göre, seçim kanunu seçim hürriyetini ve seçim emniyetini sağlayacak durumda değildir. Yeni seçim kanunu da teminatsızdır.21 Gazete, MKP’nin hedefleri çerçevesinde şekillendiği için devletçiliğe karşıdır. Bu karşı duruş pek çok metinde yer bulmuştur. Ekonomik pek çok konu devletçilik sistemi ile ilişkilendirilmiş ve eleştirilmiştir. Hükümetin şekere yaptığı zam kararının ardından yine Demirağ’ın beyanatıyla şu ifadeler yer almıştır: “Günler geçtikçe pahalılığın sebebi devletçilik sistemidir!..’ ‘Bu sistem bugün kızıl idarede bile tavsamıştır, bunda ısrar etmek vatana en büyük fenalıktır, hükümet aklıselimin emrettiği yolda yürümeli’dir.22 Gazetede pek çok konuda yazılar yer almaktadır ancak üzerinde en çok durulan konu havacılıktır. Nuri Demirağ’ın en büyük tutkusu olan havacılık meselesinde gazete, çoğu zaman Avrupa’da ve Amerika’da üretilen yeni uçaklardan, motor güçlerinden, kısacası uçuşla ilgili teknolojik gelişmelerden bahsederken, devletin havacılık konusundaki tavrını da eleştirmiştir. 4. sayısında, bir filonun iki uçağının düşmesi nedeniyle yazılan yazıda, Türk Hava Kurumu’na uyarıda bulunularak; “Havacılığın çok nazik bu safhasında çok hatalı hareket ediyorsun!” denilmiştir. Düşen uçakların, Demirağ’ın atölyelerinde üretilen Nu.D.38 uçaklarından 8-10 misli pahalıya mal edildiği ayrıca Demirağ’ın uçaklarının 25 bin uçuşta bile tek bir arıza göstermemesine rağmen Hava Kurumu’nun bu uçakları ‘emniyetsiz’ bulduğu hatırlatılmıştır. Demirağ’ın girişimlerinin engellenmesinin vurgulandığı yazıda, “Bu vaziyet karşısında biz söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Sadece diyoruz ki milletin parasına acımayanların hiç olmazsa paha biçilmez değeri olan Türk yavrularını korumaları Millî, insani ve vicdani bir vazife ve bir borçtur.” 23 ifadeleri de yer almıştır. Havacılık dışında gazetede; masonluk, komünizm, sabetayizm gibi konular, bazen fikir yazılarında bazen de beyanatlarda yerini bulmuştur. Tez Kalkınma ve Masonluk Masonluğa karşı eleştirel duruş gösteren gazetenin ilk sayısından itibaren, Kâzım 19 20 21 22 23 41 Tez Kalkınma, ‘İnönü’ye Açık Mektup’, 6 Ağustos 1948. Tez Kalkınma, ‘Emeklilerin Sefaletini Uzatmağa Hakkınız Yoktur’, 13 Ağustos 1948. Tez Kalkınma, ‘MKP Genel Başkanı’nın Hükümete Cevabı’, 10 Eylül 1948. Tez Kalkınma, ‘Günler Geçtikçe Artan Pahalılığın Sebebi Devletçiliktir’, 24 Eylül 1948. Tez Kalkınma, ‘Hava Kurumu Dikkat’, 11 Haziran 1948. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Meltem Şahin Karabekir’in kaleminden çıkan ve 6 sayı devam eden bir yazı dizisi yayımlanmıştır. ‘Yurdumuzda hortlayan büyük tehlike; ‘Farmasonluk’24 başlıklı bu yazıda; masonluğun nasıl ortaya çıktığı, teşkilatlandığı ve yayıldığı üzerine tarihi bilgiler verilmiş ve masonların Türklerle olan münasebetleri aktarılmıştır.25 Nuri Demirağ’a göre de farmasonluk yıkıcıdır ve bölücüdür. Farmasonluk koskoca Türk ülkesinin elden gitmesine sebep olmuştur. Demirağ, “Siyonist teşkilatına bağlı bu teşekkül kadar Türk Milletine, Türk Vatanına fenalık yapmış hiçbir teşekkül tasavvur olunamaz… Bugün otuz beş sene evvelki topraklarımızın ancak altıda biri elimizdedir.” diyerek masonluğun sistemli bir metodla Türk Milletine zarar verdiğini ifade etmiştir.26 Gazetede ayrıca MKP’nin de masonluğa karşı olduğu metinlerde ifade edilmiştir. MKP’nin farmasonluğu asla millî ve ahlâkî bulmadığı, Türkiye için kızıl komünistlik kadar zararlı ve tehlikeli bulduğu aktarılmıştır. “MKP bütün takatile bu mühlik teşekküle karşı koymaya, onun zehirli ve aldatıcı telkinatından vatandaşları ve bilhassa gözümüzün nuru, istikbalin ümidi gençliğimizi korumaya kat’i olarak azmetmiştir.” ifadeleriyle de partinin konuyu bir mücadele alanı olarak gördüğü vurgulanmıştır.27 Tez Kalkınma ve Komünizm Gazetenin 3. sayısının manşeti olan ‘Komünizm’ de önemli tartışma konularından biridir. Devletçiliğe her şekilde karşı duran Nuri Demirağ ve Tez Kalkınma, komünizme de kesinlikle karşıdır. “Ülkeleri harap eden, cemiyetleri sefalete düşüren Komünizm” ifadelerinin yer aldığı yazıda, Nuri Demirağ’ın Moskova ziyaretindeki izlenimleri yer almıştır. Demirağ, Bolşevizmin sefalet muhitlerinde hayat bulacağını, gelişeceğini, ancak Türk ve Müslüman âleminde asla revaç bulunmayacağını ifade ederek komünizmle mücadele için öneride de bulunmuştur. “Açlık ve işsizliği önlemek ön planda gelir. Bu da Amerika’da olduğu gibi Millî kalkınma işlerine, şahsi teşebbüslere geniş ölçüde yer veren ve hudutsuz servete mani olan liberalizm sistemile sağlanır, devletçilikle asla!..”28 Gazete konuyla ilgili olarak bir yazı dizisine de yer vermiştir. Bekir Berk imzalı ‘Komünizmle Savaş’ başlıklı dizide, dünyanın iki kutuplu bir sisteme bölündüğüne vurgu yapılarak, komünizm eleştirilmiş ona alternatif olan liberal-kapitalist sistem ise hürriyetler dünyası olarak aktarılmıştır: Bir tarafta vicdan hürriyetini, siyasi hürriyeti, tasarruf hakkını ve teşebbüs serbestisini kabul eden hür milletler topluluğu… Diğer tarafta ise insan hak ve hürriyetlerinin hiçbirini tanımayan, siyasi bakımdan şiddet ve aldatmaya, ekonomik bakımdan kolektivizme ve sosyal bakımdan ise totaliterizme dayanan kızıl gürük…29 9 sayıda tamamlanan dizinin devamında ‘Komünizm ne yapmak ve neleri yıkmak istiyor?’ sorularına yanıtlar verilerek, devletçilik ve komünizm arasında bağ kurulmuş ve 24 Mason ve farmason kavramlarını bir arada kullananlar genellikle aynı şeyi ifade etmeye çalışmışlar ve farmasonları masonların bir devamı olarak görmüşlerdir. Gerçekte farmasonluk ve masonluk iki ayrı örgüt ve tarihsel fenomendir. Masonluk; Ortaçağ Katolik yapı işçilerinin bir meslek örgütüdür. Farmasonluk ise, başlangıçta yalnızca Anglosakson ve İskoç soylularının girebildiği emperyal, siyasal ve ekonomik hedefleri olan, gizemli ritüellere sahip bir Aydınlanma Çağı gizli örgütüdür (Tuğcu, 2005: 16) 25 Tez Kalkınma, ‘Yurdumuzda Hortlayan Büyük Tehlike: Farmasonluk’, 21 Mayıs 1948. 26 Tez Kalkınma, ‘Nuri Demirağ Diyor ki’, 28 Mayıs 1948. 27 Tez Kalkınma, ‘Büyük Tehlike’, 25 Haziran 1948. 28 Tez Kalkınma, ‘Komünizm’, 4 Haziran 1948 29 Tez Kalkınma, ‘Komünizmle Savaş’, 11 Haziran 1948 Sayı 40 /Bahar 2015 42 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma bunun zararları aktarılmıştır. Türkiye Komünist Partisi’nin oluşum ve gelişimi ile birlikte faaliyetleri üzerinden gidilerek komünizme karşı alınacak tedbirler de anlatılmıştır. Tez Kalkınma ve Dönmelik-Sabetayizm Gazetenin ilgilendiği diğer bir konu da sabetayizmdir. Konu bir yazı dizisi ile incelenmiş ve tartışılmıştır. Eşref Edip’in30 kaleminden çıkan yazının başlığı ‘Türkiye’de Dönmelik Tarihçesi’dir.31 Sabetayizmin ne olduğu nasıl geliştiğini anlatan yazıda Eşref Edip, analizini 7 kısıma ayırdığını, bunların; 1-Sabatayın Mesihlik ilanı 2- Sabatay, Müslüman-Türk kıyafetinde 3- Sabatizmin esas talimatı 4- Sabatayın vefatından sonra dönmelik 5- Sabatistlerin bazı adet ve hurafeleri 6- Dönmelikte Yahudiliğe irtica hareketi, 7- Dönmeler hakkında bazı beyanat olduğunu aktarmıştır. 15 sayıda tamamlanan yazıda, Avrupa’nın pek çok yerinden ve özellikle İspanya’dan kovulan Yahudilerin çektiği sıkıntıların, onları -inançları gereği- bir Mesih’in kurtaracağı fikrine çok yaklaştırdığı, tam bu sırada Sabetay Sevi’nin İzmir’de kendisini Mesih ilan etmesiyle sürecin başladığı anlatılmıştır. Öz Kalkınma: Biçim ve İçerik Özellikleri Tez Kalkınma’nın adı 29 Ekim 1948 tarihinde Öz Kalkınma olarak değişmiştir. Yeni yayımlanan gazetenin künyesinde, imtiyaz sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden kişi olarak Hadi Sim görülürken, idare yeri Beşiktaş, Hayrettin İskelesi No:17 olarak gösterilmiştir. Dizildiği ve basıldığı yer Nuri Akca Matbaası’dır. 4 sayfa çıkan gazetenin fiyatı 5 Kuruş’tur. Gazetenin ulaşılabilen son sayısı 3 Haziran 1949 tarihine aittir. Öz Kalkınma’nın içeriğinde daha çok Nuri Demirağ’ın çalışmalarının engellenmesi konuları görülmektedir. Gazetenin yayımlandığı bu süreçte MKP önemli sorunlarla uğraşmış bu da gazetede yer almıştır. MKP’li bürolara gönderilen ve sokaklara asılan imzasız, MKP’yi kötüleyen afişlere istinaden gazetede Nuri Demirağ’ın bir beyanatı yayımlanmıştır. Beyannamesinde, devletçiliğin kaldırılması, mevcut mebus sayısının düşürülmesi, Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya seçmenlerin seçmesi gibi MKP’nin tüzüğünde yer alan maddelerin pek çok kişiyi rahatsız ettiğini vurgulayan Demirağ, “Kaleyi içten fetih emeline düştüler” demiştir.32 Demirağ’ın bu düşüncelerinin sebebi, sokaklara asılan imzasız afişlerin, daha önce Yurdda Kalkınma’yı çıkaran ve MKP İstanbul İl Teşkilatı üyesi olan Latif Dinçbaş’ın matbaasında basıldığının ortaya çıkmasıdır.33 Konu ile ilgili olarak her sayıda ‘MKP Teşkilatında Asabiyet Devam Ediyor’ başlığı altında, şube başkanlarının, il idare kurulu başkanlarının açıklamalarına yer verilmiştir. Farklı gazetelerin konuyu gündemlerine taşımaları ve MKP’ye destek olmaları da gazetede yer bulmuştur. Örneğin, ‘Hakikati gözü ile gören fazilet ve namus dostları’ başlığıyla Körkadı gazetesinin34 ve ‘Fazilet ve namus dolu bir arkadaş daha’ başlığıyla Battalgazi gazetesinin yazısına35 yer verilmiş ve teşekkür edilmiştir. 30 Eşref Edip, Sebilürreşad Dergisi’nin sahibi ve başyazarıdır. 31 Tez Kalkınma, 18 Haziran 1948 32 Öz Kalkınma, ‘Umumî Efkâra’, 29 Ekim 1948. 33 Bu olayların ardından açılan yayın yoluyla hakaret davası, 30 Mayıs 1949’da karara bağlanmış ve bu dava süreci gazetede yer almıştır. Böylece afişleri basan matbaanın sahibi ve Yurdda Kalkınma gazetesini çıkaran Latif Dinçbaş, 250 Lira manevi tazminat, 1900 Kuruş harç ve 80 Lira avukatlık ücreti ödemesine karar verilmiştir. 34 Öz Kalkınma, ‘Hakikati Gözü İle Gören Fazilet ve Namus Dostları’, 5 Kasım 1948. 35 Öz Kalkınma, ‘Fazilet ve Namus Dolu Bir Arkadaş Daha’, 12 Kasım 1948 43 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Meltem Şahin MKP’ye karşı yürütülen propaganda faaliyetine karşı gazete, sık sık açıklamalarda bulunmuştur. ‘M. K. Partisi nasıl bir partidir’ ‘MKP’ne yapılan ve yaptırılan devamlı hücumların sebebi nedir?’ gibi yazılarla partiye yapılan saldırılar kınanmış ve parti savunulmuştur. Öz Kalkınma ve CHP Öz Kalkınma kendinden önceki gazeteler gibi CHP ile devletçilik karşısında katı tutum sergilemektedir. Gazetede yer verilen yazılarda MKP’nin devletçilik anlayışının karşısında ihtiyaçtan ve zaruretten doğmuş bir parti olduğu ifade edilmiştir: “CHP’nin nizamnamesi siyasi bir Kur’an, bu siyasi Kur’anın her cümlesi siyasi bir ayetmiş gibi, kılına bile dokunulamıyor. MKP günde 67 kuruşla geçinmek zorunda kalan vatandaşlar varken, ayda 1000 liralık maaşları az görmek siyasetini tasvip edemez. MKP memlekette sayısız veremli vatandaş mevcutken, şeker fiyatına zam yapmayı reddeder. Halk şehirlerde gecekondulara sığınırken Belediye tarafından 26 bin liralık villaların yaptırılmasına müsaade etmeyi bir suç sayar36 CHP’nin ekonomi anlayışının hayat pahalılığına sebep olduğu anlatılan bir başka yazıda ise, kurulduğu günden bu yana CHP’nin bir ‘fakirizm’ yarattığı, yeni elbise alanların sayısının azaldığı ifade edilmiştir. “Yırtık pırtık çamaşır, delik deşik gömlek, şurası burası yamalı ayakkabılar giymek moda olmuş, ocaklarda tencerelerin, sofralarda sahanların sayısı azalmış gecekondulara, inlere, harabelere rağbet artmış” 37 denilerek parti politikalarının halkı yoksulluğa sevkettiği vurgulanmıştır. Öz Kalkınma ve Nuri Demirağ’ın Projeleri Gazeteye Nuri Demirağ ve MKP’nin projeleri de yansımıştır. 7 Ocak 1949’dan itibaren memleketi kurtaracak öncelikli davalar sıralanmış, ilk olarak köylünün kalkındırılması projesi sunulmuştur. 1946’da Nuri Demirağ’ın öne sürdüğü projeyi tekrar hatırlatan gazete, “Aradan seneler geçtiği halde kıymetini asla kaybetmeyen ve imkân hasıl olunca tercihen kabulü lazım gelen ve milletin yegane kurtuluş yolu olan ziraat, sanayii ve maden köylerinin büyük bir tecrübe ve yüksek bir teknik mahsulü olan projelerini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz” diyerek söz konusu projeyi açıklamıştır.38 Davaların bir diğeri Türk sivil havacılığının kurulması şeklinde açıklanmış ve 02.10.1937 tarihinde Nuri Demirağ’ın Genelkurmay Başkanlığı ile Millî Müdafaa Vekaleti’ne sunulan mektubu yayımlanmıştır.39 Mektupta, tayyare atölyesinde yaptığı çalışmalardan bahseden Demirağ, bu konuda Genelkurmaylığın nasıl bir tayyareye ihtiyacı var ise bunu yapmak için emir ve mütalaalarını beklediğini dile getirmiştir. Fakat Nuri Demirağ’ın bu teklifi önemsenmemiş ve kendisine cevap gelmemiştir. Bu tarihten itibaren, gazete her sayısında manşetine bu konuyu çekerek, Demirağ’ın ağzından olayları aktarmıştır. Bunların ardından devam eden yazılarda, uçak motoru fabrikasına mühendis 36 Safi Dümer, ‘MKP nasıl bir partidir?’, Öz Kalkınma, 12 Kasım 1948 37 Sait Betin, ‘CHP Fakirizmi’, Öz Kalkınma, 19 Kasım 1948 38 Nuri Demirağ bu projesine öncelikle uçak fabrikasının kurduğu Divriği ile başlamıştır. Hazırlanan projeye göre, yurtta uygun olan yerlere göre sanayi, maden ve ziraat köyleri kurulacaktır. Plana göre kurulacak Türk Ziraat Köyü’nde; resmi bürolar, Millî Kalkınma Evi, otel ve lokanta, kooperatif, pazar ve dükkanlar, cami, hamam, revir ve doğumevi, küçük sanayi, okul, çocuk bahçesi, yunak, mezbaha, kanara ve ahırı, hayvan kontrol ve sağlık memurluğu, silo, arabalık, garaj, bekçi ve ortalıkçı yeri, kümseler, otluk, samanlık, süthane, ahırlar, ağıllar, spor yeri, anıt ve elektrik muhavvile merkezi bulunacaktır. 39 Öz Kalkınma, ‘İbretle, Dikkatle Oku ve Düşün!’, 14 Ocak 1949. Sayı 40 /Bahar 2015 44 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma bulunamamasının nedeninin, sistem bozukluğundan kaynaklandığı, fabrikaların ve bu işletmelerin desteklenmediği için büyük sorunlara maruz kaldığı, devletçiliğin iktisadi gelişmeyi baltaladığı gibi konular, 9 sayıda Nuri Demirağ’ın dilinden yazılmıştır. Öz Kalkınma ve Komünizm Öncülleri gibi Öz Kalkınma da komünizm karşıtı ve Amerikan yanlısıdır. Komünizm karşıtlığı, ‘kızıl propaganda ile daha sıkı mücadele’ ifadelerinde yer bulmuş, dönemin sol dergileri eleştirilerek komünizm yapmakla suçlanmışlardır. Kendi siyasi politikası için gazeteyi kullanan MKP, aynı yöntemi karşıt görüşler kullanınca onları suçlu bulmuştur. “Neşriyat hayatında neyin propagandasını yapmaya çalıştıkları artık anlaşılmış birkaç şahıs var.. ve bu kimseler, hakaydi ile karşılaştıkça, daha geniş hamlelerle basın mekanizmasından istifada etmekteler.. Önce, sadece ‘Marko Paşa’ çıkmakta iken, ‘Başdan’ da intişara başladı ve nihayet son günlerde de ‘Beşer’ adı ile yeni bir gazetenin bunlara katıldığını gördük. Hemen hemen aynı ve malum imzalar..” denilmiştir.40 Aynı yazıda basın özgürlüğüne bakış açısı da yansımıştır: “Bu gazetelerin dahilde olduğu gibi harice de dil uzattıkları ve bunun İngiliz, Mısır, İran elçiliklerince infialle karşılanarak dava açıldığı da malumdur. Binaenaleyh, bu tarz menfi ruhlu gazetelerin çıkmasına mani olunmalı, komünizmle mücadele lafta kalmamalıdır.” Gazetenin komünizme gösterdiği tepki kimi zaman sayfalarda yer alan şiirlerde de yerini bulmuştur. Örneğin, ‘Vatandaş Uyanık Ol’ adlı şiir, sola ve komünizme bakış açısını özetler niteliktedir. Şiirin ilk ve son dörtlükleri şu şekildedir: “Yurduna ihanet eden kişiye/ Ateşli bir mezar kazılmalıdır/ Sağdan sola doğru giden kişiye/ Haindi sözleri yazılmalıdır/ Komünistte ne din ne hâyâ ne ar/ Bizde böylesine ancak mezar var/ Var ise satılmış kızıl uşaklar/ Halka teşhir için dizilmelidir.”41 Sonuç Türkiye’nin çok partili demokrasiye geçişinde önemli bir girişim olan MKP ve ona bağlı gazetelerin varlığı, hem siyasi tarih açısından hem de basın tarihi açısından önemli bir zenginliktir. Siyasi açıdan MKP, Türkiye’nin çok partili hayata geçişinde kurulan ilk siyasi parti olma vasfını korurken, getirdiği farklı ekonomik ve siyasi fikirler açısından da önemli ilklere sahiptir. Basın tarihi açısından ise partinin yayın organları olarak ortaya çıkan Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma gazeteleri, Cumhuriyet döneminin ilk muhalif parti gazeteleri olmaları bağlamında değerlidir. Gazetelerin yayımlandığı sürece kadar hiçbir muhalif gazete, bir partinin yayın organı olduğu ibaresiyle çıkmamıştır. Bu açıdan Yurdda, Tez ve Öz Kalkınma gazeteleri bir ilki oluşturmaktadır. CHP’ye muhalif bir parti lideri olarak Nuri Demirağ, basının gücünü keşfetmiş ancak dönemin yazılı basınında kendine yer bulamayınca kendisinin sözcülüğünü yapacak bir basın arayışına girmiştir. Demirağ, her üç gazetenin de bizzat sahibi olmasa da gazetelerle güçlü bağını korumuştur. Gazeteler çeşitli sebeplerle isim değişikliğine gitseler de özde üçü de MKP’nin ve Nuri Demirağ’ın sözcüsü olarak çalışmıştır. 40 41 45 Öz Kalkınma, ‘Kızıl Propagandayla Daha Sıkı Mücadele Lazımdır’, 21 Ocak 1949. Öz Kalkınma, ‘Vatandaş Uyanık Ol’, 11 Mart 1949 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Meltem Şahin Biçim ve içerik açısından gazeteler partinin kontrolü altında çıksa da, parti bülteninden çok farklı bir şekilde gerçek bir gazete görünümündedir. Gazeteler haberleri, yazı dizileri, karikatürleri, yorumları gibi özellikleriyle günlük ya da haftalık yayımlanan diğer gazetelerden çok da farklı görünmemektedir. İçerikte ise MKP çizgisinde, dolayısıyla CHP’ye muhalif, ekonomide liberalizmi savunan, devletçilik karşıtı, ABD dostu ve komünizm karşıtı bir politika yürütmektedir. Bu açıdan gazetelerde objektif bir habercilik anlayışı aramak doğru olmayacaktır. Genel olarak eleştirilerini, eleştirebileceği tek siyasi parti olan CHP ve lideri İsmet İnönü üzerinden yürüten gazeteler, sorunları dile getirip, çözüm önerilerini de sunması bağlamında değerlidir. Gazetelerde siyasi ve ekonomik görüşlerin dışında, toplumsal pek çok konuya da değinildiği görülmektedir. Nuri Demirağ ile bağlantılı bir şekilde de olsa, havacılık konusunu gündemde tutmasının ve bazı projelerin aktarılmasının yanı sıra aile ve çocuk ilişkisi üzerine sunulan yazı dizisi, fikir ve sanat için ayrı bir sayfada, tiyatrodan operaya sanatın pek çok alanından haberlerin, fikirlerin sunulmuş olması ve gençlerin beden terbiyesine verilen önemle birlikte spor sayfasının bulunması gazeteleri siyasi kimliğinden az da olsa sıyırmaktadır. Nuri Demirağ’ın, öngörüsü yüksek bir girişimci olarak, basına verdiği önem de dikkat çekicidir. Bir siyasi partinin, gazeteye duyacağı ihtiyacın farkında olup, basınsiyaset ilişkisini açık bir şekilde ortaya koyması, günümüz gazeteciliği açısından da değerlendirilebilir. Bugün, gazetelerin siyasi konjonktür çerçevesinde hareket ettiği ve mutlaka bir tarafta yer aldığı ancak bunun açıkça ortaya konmadığı düşünüldüğünde, gazetelerin logolarının altında yer alan; ‘MKP’nin amaçlarını güder prensiplerini yayar’ ifadesinin, etik açıdan da önemli olduğu düşünülmektedir. Kaynaklar Kitap ve Makaleler Adıgüzel, M. Bahattin, (2006). Türk Havacılığında İz Bırakanlar, Ankara: Türk Hava Kurumu Basımevi. Avşar, B. Zakir; Kaya, Elif Emre, (2012). Çok Partili Hayata Geçiş Sonrasında İlk Muhalefet Partisi: Millî Kalkınma Partisi, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, s. 113-132. Baban, Cihad, (1970). Politika Galerisi, İstanbul: Remzi Kitabevi. Bozkurt, Celil, (2012). Yahudilik ve Masonluğa Karşı Cevat Rifat Atilhan, İstanbul: Doğu Kütüphanesi. Çelik, Muammer, (1996). Hüseyin Avni Ulaş, , İstanbul: Erzurum Kitaplığı. Deliorman, M. Necmettin, (1957). Nuri Demirağ’ın Hayat ve Mücadeleleri, İstanbul: Nu. D. Matbaası. Demirağ, Nuri, (1941).Tayyare İşleri, İstanbul, Yayınevi Yok. Sayı 40 /Bahar 2015 46 Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma Demirağ, Nuri, (1949). CHP Genel Başkanı İ. İnönü’ye Açık Mektup, İstanbul: İktisadi Yürüyüş Matbaası. Dervişoğlu, Fatih M., (2011). Nuri Demirağ: Türkiye’nin Havacılık Efsanesi, İstanbul: Ötüken Yayınları. Koçak, Cemil, (2010). İkinci Parti, Cilt 1, İstanbul: İletişim Yayınları. Müjdeci, Mustafa, Türk Basınında Millî Kalkınma Partisi, http://www.nuridemirag. com/basindamkp.doc. Erişim Tarihi: 12.08.2014. Sim, Hadi, (1952). Nuri Demirağ’ın Memleket Davalarından: Kalkınma Davaları, Yayınevi Yok. Tuğcu, Tuncar, (2005). Masonların Saklı Tarihi, Ankara: Gökçe Kitabevi. Tunaya, Tarık Zafer,(1995). Türkiye’de Siyasi Partiler (1859-1952), İstanbul: Arba Yayınları. Zürcher, Eric Jan, (2010). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları. Süreli Yayınlar Yurdda Kalkınma, 29 Ocak 1948 – 14 Mart 1948 Tez Kalkınma, 21 Mayıs 1948 – 15 Ekim 1948 Öz Kalkınma, 29 Ekim 1948 – 3 Haziran 1949 47 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Body Representations in Turkish-Late Cinema: Critical Discourse Analysis of the Movie ‘Saç’ Nuray Hilal TUĞAN, Öğr. Gör. Dr., Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, [email protected] Anahtar Kelimeler: Hastalık, Beden, Temsil, Sinemada Hastalık ve Beden Keywords: Illness, Body, Representation, Illness and Body in cinema. Öz Bu çalışmanın temel amacı; son dönem Türk sineması içerisinde yer alan ve yönetmenliğini Tayfun Pirselimoğlu’nun üstlendiği ‘Saç’ (2010) filmindeki beden temsillerini, hastalık temsili üzerinden ortaya çıkarmaktır. Bu amaç doğrultusunda filmin ana karakteri olan kanser hastası Hamdi’nin filmde nasıl temsil edildiği, filmde bedenin hangi kültürel pratiklerin ürünü olarak ortaya çıktığı, sinemanın sadece estetik bir yapı değil, aynı zamanda kültürel birer temsil olduğu kabulünden yola çıkarak modern devletin bireyin bedeni üzerindeki tasarruf yöntemlerinin sinemasal temsil pratiğine nasıl yansıdığı Eleştirel Söylem Çözümlemesi yöntemi kullanılarak araştırılmıştır. Bu bağlamda hastalığın ve hasta bedenin hastalığın gerçek hayatta görülebilecek semptomlarına yer verilmeyerek, “temiz” imgelerle temsil edildiği ve buna bağlı olarak hasta bedenin gerçekçi temsillerinin yer almadığı ortaya çıkarılmıştır. Abstract The main aim of this study to examine the representing of the body through the concept of illness in the movie ‘Saç’ directed by Tayfun Pirselimoğlu (2010). For this purpose, how the sick body are represented in the film above-mentioned, accept of beforehand that cinema is not only an aesthetic structure, but also as a cultural representation, how disposal procedures of a modern State reflect the cinematic representation practice, were investigated by Critical Discourse Analysis. In this context, it can be concluded that illness and sick bodies are represented within “clean” images by not having the real illness semptoms and therefore representations of sick body is not realistic. Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Giriş İktidar yalnızca bir gücün diğeri üzerinde basitçe hükmetmesi olarak anlaşılmadığında, söylemlerin, bilginin, bedenlerin ve öznelerin yaratıldığı bir pratikler bütünü olarak ele alınabilir. Yapısalcılık sonrası görüşe göre ise söylemin kendisi insanlar üzerinde bir iktidar kurma biçimi olarak kavranır, zira söylem hakikat, bilgi ve gücü düzenler. Modern ve modern sonrası yeni toplumsal yapılanmalarda iktidar gündelik yaşama ait olan davranışsal, eylemsel ve söylemsel bilginin içine sızmıştır. Bu tür bir iktidar kavramsallaştırmasında bireyleri sınıflandırıp kategorize eden, kimlik veren, onlara yasalar dayatan, doğrudan gündelik yaşama müdahale eden, kısacası bireyleri öznelere dönüştüren iktidar biçimlerini çözümlemek önemlidir. Bu çalışmada Tayfun Pirselimoğlu’nun yönetmenliğini gerçekleştirdiği ‘Saç’ filminde bu iktidar biçimlerinin hastalık ve beden olguları üzerinden nasıl temsil edildiği çözümlenmiştir. Zira sinema filmleri yukarıda sözü edilen bu iktidar biçimlerinin ve söylemsel bilginin temsil edildiği en önemli mecralardan biridir. Bedene ve hastalığa ilişkin söz konusu söylemsel bilginin ‘Saç’ filminde nasıl temsil edildiği çalışmanın ana sorunsalını oluşturmaktadır. Bu bağlamda çalışmada incelenen ‘Saç’ filminde hasta beden verili biyolojik gerçekliği yansıtan bir olgu olarak değil, tıpkı toplumsal hayatın içerisinde olduğu gibi toplumsal ve kültürel olarak kurulan bir yapı şeklinde ele alınmıştır. Filmin çözümlenmesinde beden ve hastalığın temsil biçimlerinin ortaya çıkarılabilmesi için iktidar kavramını sorunsallaştıran bir çözümleme yöntemi olan Eleştirel Söylem Çözümlemesi tercih edilmiştir. Eleştirel söylem çözümlemesi metinlerin anlam ve üretim düzeylerine de açıklama getirmekte, ayrıca iktidarın ve eşitsizliğin yeniden üretilme ve uygulanma şekillerini toplumsal ve politik bağlam içerisinde incelemektedir. Buradan yola çıkarak, filmin tematik yapısı, toplumsal bağlamı, olay örgüsü ile diyalogları, görüntü düzenlemesi, ses ve müzik, filmin adı ile bağlam arasındaki ilişkiyi inceleyen bir yöntem benimsenerek ‘Saç’ filmine uygulanmıştır. Yöntem Eleştirel Söylem Çözümlemesi (ESÇ), yapısını sadece dilsel öğeler üzerine kuran söylem çözümlemesinin sınırlılıklarını aşan bir yapıya sahiptir. Geray’a (2006:179) göre ESÇ kuramsal çerçevesinde birinci olarak metinlerin üretildikleri ve tüketildikleri toplumsal çerçeveye ve ikinci olarak en geniş anlamda toplumsal süreçlere yer vermektedir. ESÇ toplumsal ve kültürel olaylar ile söylem arasında karşılıklı bir bağ kurmaktadır. Bu yöntemin seçilme sebebi beden ve iktidar arasındaki karşılıklı ilişkidir. Beden tarih boyunca iktidarlar tarafından şekillendirilmeye çalışılmıştır, çünkü insan ancak bedeniyle toplumsal hayat içerisinde var olmaktadır. Beden, verili bir biyolojik gerçekliği yansıtan bir olgu değil, tersine toplumsal ve kültürel olarak kurulan bir yapıdır. Bedene bu açıdan yaklaşıldığında hastalık da doğada biyolojik ya da fizyolojik olarak ortaya çıkan bir durum değil, toplumsal ve tarihsel süreçlerin bir sonucu olarak görülür. Bu sebeple beden, hastalık ve engellilik kavramları içerisinde yer aldıkları toplumsal koşullardan ve dünyadaki betimlendikleri dilden bağımsız olarak ortaya çıkan doğal olaylar olarak ele alınamaz. Hastalık ve engellilik toplumdaki egemen düşünme biçimini 49 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan yansıtan tıbbi söylemlerin ürünüdür. Dolayısıyla bedenin ve hastalığın sinemadaki temsil biçimleri filmlerin içerisinden çıktıkları toplumsal bağlamdan, o toplumsal bağlamın ortaya çıkardığı söylemlerden kopuk şekilde çözümlenemez. ESÇ’nin açıkça politik bir gündeme sahip olması ve iktidar/güç kavramına özel bir önem vermesi bu yöntemin hastalığın temsil biçimlerini çözümlemek için en uygun yöntemlerden biri olduğunu düşündürmektedir. ESÇ’nin güç, ideoloji, dil ve söylem gibi kavramlar üzerinde odaklanması ve bu kavramları bağlamdan kopuk olarak değil, tam tersine toplumsal koşulları ve süreçleri merkeze alarak çözümlemesi ise bu yöntemin seçilmesindeki en büyük faktörlerden biridir. ‘Saç’ filminin çözümlenmesinde kullanılacak temel yöntem, söylem kavramı ve bu kavramın iktidar ve ideoloji ile olan bağını ortaya koyan en önemli kuramcılardan biri olan Van Dijk’in eleştirel söylem çözümlemesi yöntemine dayanmaktadır. Van Dijk’in haber metinlerini çözümlemek için kullandığı ve aşağıda tablo şeklinde verilen yöntemi sinema filmlerinin görsel ve işitsel özelliklerine uygun olarak uyarlanmış ve Saç (2010) filminin çözümlenmesinde kullanılmıştır. Özer, (2009:92-3) Van Dijk’ın söylem analizi modelini makro-mikro yapı bağlamında tablolaştırarak aşağıdaki gibi açıklamaktadır: A. Makro Yapı 1. Tematik Yapı a.Başlıklar b. Haber Girişi 1. Spot/lar 2. Spot olmadığında haber metninin ilk paragrafı alınmalıdır. Haber tek paragraftan oluşuyorsa ilk cümle haber girişi olarak alınabilir. c. Fotoğraf 2. Şematik Yapı a. Durum 1. Ana Olayın Sunumu 2. Sonuçlar 3. Ardalan Bilgisi 4. Bağlam Bilgisi b. Yorum 1. Haber kaynakları 2. Olay taraflarının olaya getirdikleri yorumlar Sayı 40 /Bahar 2015 50 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi B. Mikro Yapı 1. Sentaktik Çözümleme a. Cümle yapılarının aktif ya da pasif olması b. Cümle yapılarının basit ya da karmaşık olması 2. Bölgesel Uyum a. Nedensel İlişki b. İşlevsel İlişki c. Referansal İlişki 3. Kelime Seçimleri 4. Haber Retoriği a. Fotoğraf b. İnandırıcı Bilgiler c. Görgü Tanıklarının İfadeleri Van Dijk’in söylem analizi yöntemi haber çözümlemelerine dayanmaktadır. Ancak Ülkü (2004:312) Van Dijk’in haberleri yalnızca metinsel ve yapısal açıdan incelemediğini, anlam ve üretim düzeylerine de çözümleme ve açıklama getirdiğini ifade etmektedir. Van Dijk (2004: 352) bu yöntemin öncelikle toplumsal gücün kötüye kullanımının, tahakkümün ve eşitsizliğin yeniden üretilme ve uygulanma şekilleriyle, bu uygulama ve yeniden üretilme şekillerine toplumsal ve politik bağlam içerisinde metin ve konuşma yoluyla direnme biçimlerini inceleyen bir söylem çözümlemesi araştırması olduğuna vurgu yapmaktadır. Van Dijk’in kullandığı söylem analizi yönteminin metin üzerine yaptığı bu vurgu, eleştirel söylem çözümlemesinin diğer metinlere de uygulanabileceğini ortaya koymaktadır. Birer metin olarak ele alınabilecek olan filmler de eleştirel söylem çözümlemesi yöntemi ile analiz edilebilmekte ve bu çalışmada da dolayısıyla Van Dijk’in yöntemi temel alınmaktadır. ESÇ, bir araştırmacılar ağı olarak 1990’ların başında, 1991 yılının Haziran ayında Amsterdam’da düzenlenen küçük bir sempozyumun ardından ortaya çıkmıştır. Amsterdam Üniversitesinin katkılarıyla, Teun Van Dijk, Norman Faircolugh, Gunter Kress, Theo van Leeuwen ve Ruth Wodak birlikte çalışarak, söylem analizi ancak özellikle eleştirel söylem çözümlemesinin yöntem ve teorileri üzerine tartışma fırsatı buldular. Bu grup çalışmasında farklılıklar ortaya çıktı ve ortak noktalar belirlendi. Bu çalışmada Söylem Çözümlemesi içerisindeki diğer kuram ve metodolojilerle arasındaki farklar ve aynılıklar ortaya kondu. Bu zaman zarfında Gunter Kress ve Ron Scollon gibi bazı araştırmacılar ESÇ ile bağlarını kopardılar ve diğer teorik çerçeveleri tercih ettiler (Wodak ve Meyer, 2009: 3). Yukarıda ortaya çıkışı özetlenen ve farklı alanlardan gelen farklı araştırmacıların dâhil olduğu ESÇ hiçbir zaman tek ya da belirli bir teoriye sahip olmamıştır. ESÇ içerisinde 51 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan tek bir belirli metodoloji yoktur. Tersine, ESÇ içerisindeki çalışmalar çok çeşitli, farklı kuramsal altyapılara sahiptir. Bu alanda çalışan araştırmacılar da birbirinden çok farklı yaklaşımlara sahip bulunmaktadır. Ancak belirtilmesi gereken her araştırmacının ESÇ’nin temel kavramlarına kendi yaklaşımını açık ve net şekilde ortaya koyması gerektiğidir. Çalışmada kullanılacak olan eleştirel söylem çözümlemesi yöntemi aşağıdaki şekilde tablolaştırılmıştır: A. Makro Yapı 1. Tematik Yapı 2. Toplumsal Bağlam 3. Olay Örgüsü B. Mikro Yapı 1. Karakterler ve Diyaloglar 1.1. Engelli Bedenlerin Temsilleri 2. Görüntü 2.1. Görüntü Düzenlemesi 2.1.1. Çerçeve 2.1.2. Renk 2.1.3. Kamera Hareketi 3. Ses ve Müzik 4. Bağlam ve Filmin Adı Arasındaki İlişki Yukarıda tablolaştırılan bu yöntemden yola çıkarak ele alınan filmde iktidar ilişkisinin karakterlerin diyalogunda nasıl ortaya çıktığı, filmin dilsel pratiklerinin nasıl işlediğini, filmde metafor, metonomiler ve yan anlamların ve filmin kelime seçimlerinin nasıl işlediği incelenecektir. Beden ve Hastalık Temsil, imge ve metinlerin, temsil ettikleri orijinal kaynakları doğrudan yansıtmalarından ziyade onları yeniden kurmalarını anlatan bir terimdir. Göstergebilim, dilbilim, Marksizm ve feminizm içinde önemli bir kavram olan temsil, anlamın kurulmasının önemli bir yönüne işaret eder. Bu sebeple toplumsal süreçlere önemli katkılar yaptığı belirtilmelidir (Marshall, 1999:725). Kimliklerin, etnik kökenlerin ve en önemlisi bedenlerin temsil edildiği sinema filmlerini de orijinal kaynakları doğrudan yansıtan pratikler olarak değil, bu kaynakların yeniden inşa edildiği ya da kurulduğu mecralar olarak ele alınmasının temel nedeni de temsilin yukarı da belirtildiği gibi inşacı doğasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle sinema filmlerinde ortaya konulan beden, Sayı 40 /Bahar 2015 52 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi verili bir biyolojik gerçekliği yansıtan bir olgu olarak değil; tıpkı toplumsal hayatın içerisinde olduğu gibi toplumsal ve kültürel olarak kurulan bir yapı şeklinde ele alınacaktır. Bedenin toplumsal yönüne vurgu yapan ve beden-ruh ikiliğini aşan beden sosyolojisi bu çalışmanın kavramsal çerçevesini ve filmleri ele alma biçimini belirlemektedir. Beden sosyolojisinin yanında hastalıkların söz konusu filmde temsilinin ortaya konulmasında sağlık sosyolojisinden de faydalanılacaktır. Sosyolojide bedenin bir inceleme alanı olarak görece çok geç dönemde ortaya çıktığı görülmektedir. Sağlık ve hastalık kavramları ise sağlık sosyolojisi ve tıp sosyolojisi başlığı altında 1950’lerden beri sosyolojinin inceleme nesnesi olmayı başarmıştır. Antropoloji ve felsefede ilgi alanı olan beden ise ancak 1980’lerde sosyolojide kendisine yer bulabilmiştir. Bu durumda klasik sosyolojinin insan bedenini görmezden gelmesinin payı büyüktür. Yukarıda da belirtildiği üzere bu çalışmada Türk sinemasında hastalık ve engellilik temsillerinin ortaya konulmasında beden sosyolojisi, sağlık sosyolojisi ve engellilik sosyolojisi (ya da engellilik çalışmaları) kuramsal bir çerçeve oluşturmada ve filmlerin çözümlenmesinde yol gösterici kuramlar olarak ele alınacaktır. Turner (2011:11) beden sosyolojisinin tıp sosyolojisinin önemli bir teorik temeli haline geldiğini belirtmekte ve tıp sosyolojisi üzerine yaptığı incelemede uygun bir tıp sosyolojisinin bir beden sosyolojisini gerektirdiğini öne sürmektedir. Buna göre geleneksel beden ve zihin, birey ve toplum ayrımları bir toplumsal bedenleşme (embodiment) anlayışı geliştirilerek uygun bir biçimde araştırılabilir. Dolayısıyla beden sosyolojisi ile sağlık sosyolojisi ya da Turner’ın ifadesiyle tıp sosyolojisi ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bu çalışmada Türk sinemasında beden temsilleri çözümlenirken engelliliğin ve hastalığın bir arada ele alınmasını nedeni de Turner’in bu savına dayanmaktadır. Beden ve hastalık ile engelliliğin ayrı ayrı ele alınması kuramsal açıdan büyük bir hatayı da beraberinde getireceğinden birlikte ele alınmaktadır. Bu bağlamda çalışmada son dönem Türk sinemasında beden ve bedenin temsilleri hasta beden üzerinden çözümlenecektir. Klasik sosyoloji bedene görünmez bir nitelik atfetmiştir. Klasik sosyolojinin kurucularından olan E. Durkheim, M. Weber, G. Simmel ve T.Parsons gibi kuramcıların çalışmalarında beden vardır, ama görünmüyordur. Buna karşılık diğer bilim dallarında bedenin daha ön planda olduğu görülmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi örneğin antropolojide beden insanın ilk ve doğal aleti olarak kabul edilir ve fiziksel bedenin toplum ve kültür tarafından biçimlendirildiği kabul edilmektedir. Felsefede ise Kartezyen düalizmin beden- ruh ikiliği anlayışına çok ciddi bir eleştiri getiren Merleau-Ponty için beden Kartezyen tanımın dışına taşan anlamlara sahiptir. Merleau Ponty’e göre dünyayı algılama ve deneyimleme beden aracılığıyla gerçekleşir. Bu görüş bedenin toplumsal yönünün vurgulandığı çalışmaların önünü açmıştır (Nazlı, 2009: 61-62). Emre Işık da (1998:13), Batı düşüncesinde bedenin aklın karşıtı olarak değerlendirilmesinin bedenin sosyolojide geç bir araştırma konusu olmasında temel öneme sahip olduğunu belirtmektedir. Buna göre beden batı düşüncesinde aklın karşısında ‘öteki’ olarak kurulmuştur. Erken dönemde M. Foucault ve G. Deleuze gibi Fransız yapısalcılık sonrası düşünürlerin beden üzerine ortaya koydukları yaklaşımlar, daha sonra B.S. Turner ve Pierre Bourdieu gibi sosyologların insan bedenini toplumsal yapının merkezine yerleştirerek yaptıkları çözümlemeler, ayrıca feministlerin toplumsal cinsiyet ve cinsellik 53 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan gibi konuları tartışmaya açmaları sayesinde beden birçok alanda toplumsal çözümlemenin içine girmiştir. Yapısalcılık sonrası düşünürler Batı düşüncesindeki, özellikle Aydınlanma düşüncesi içerisindeki aynılık-ötekilik ayrımını, genelde ise karşıtlıklarla düşünen tüm Kartezyen yapısını ve düz-doğrusal tarih anlayışını eleştirmektedirler (Işık, 1998:13-14). Yapısalcılık sonrası düşünürlerin eleştirileri bedenin sadece biyolojik ve verili bir olgu olmadığı, fakat aynı zamanda toplumsal ve kültürel pratiklerin temelinde yer aldığı ve bu pratikler tarafından inşa edildiğini ortaya koymuştur. Yapısalcılık sonrası düşünürlere benzer biçimde, feministler de beden konusunun öne çıkmasına etkili olacak yaklaşımlar ortaya koymuşlardır. Feminizm, insanın bir cinsiyeti olduğunu belirtir. Böylece cins-cinsiyet ayrımlarına işaret ederek, bir modern toplum eleştirisi getirmenin yanı sıra, bedenin toplumsallığına da işaret eder. Bedenin toplumsal çözümlemede merkezi bir konum almasının temel nedenlerinden bir diğeri ise tüketim toplumunun hazcı yapısındaki temel nesnesinin beden olmasıdır. Bedenin daha güzel görünmesi, sağlığı ve kontrolü, tüketim toplumunun temel hedefi olarak ortaya çıkar. Postmodernizm de ise beden temel bir çalışma alanı olarak ortaya konulmaktadır (Işık, 1998:14-15) Bedenin toplumsal araştırmanın merkezine yerleşerek öneminin giderek artması ve sosyolojinin araştırma ve çözümleme konusu olarak ortaya çıkmasını sağlayan toplumsal ve kültürler faktörler üç başlık altında toplanabilmektedir: 1) 1960’lardan başlayarak günümüze kadar etkisini sürdüren feminist hareket. (2) Batı’da nüfus piramidinin değişen yapısı nedeniyle, yaşlıların artan oranıdır. Gelişen tıp bilimi, hastalıkların tedavisi konusunda yaşanan gelişmeler, yasam beklentisinin artısı bedene yönelik tıbbi yatırımı da zorunlu kılmış ve yaşlı/genç beden, yaşam kalitesi kavramlarının odağında yer alan beden sosyal, tıbbi ve akademik alanda önem kazanmaya başlamıştır. (3) Kapitalizmin günümüzdeki görünümleriyle bağlantılı tüketim kültürünün yükselişi yine çok önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır (Nazlı, 2004:26). Feminizm, sağlık ve hastalık konularının toplumsal hayatın merkezinde yer alması ve tüketim kültürünün beden üzerine odaklanması beden sosyolojisi alanının temellerinin atılmasında çok önemli bir rol oynamıştır; ancak bu alanda en büyük etkiyi yukarı da belirtildiği üzere Fransız düşünür Michel Foucault yapmıştır. Beden sosyolojisi, Foucault’nun çalışmaları sayesinde Batı felsefesi ve sosyolojisinde en çok tartışılan araştırma alanlarından biri olmuştur. Foucault, yaptığı kazı bilim çalışmalarıyla insan bedeninin salt biyolojik olarak verili bir kendilik olmadığını, her durumda toplumsal olarak kurulup yapılandığını açıkça göstermiştir (Güçlü ve Uzun, 2002:188). Beden, Foucault’nun çalışmalarında modern toplumların çözümlenmesinde anahtar kavramlardan birisi olarak yer alır. Özellikle bedenin kontrol altına alınması ve disipline edilmesi ile ilgilenen Foucault için hapishaneler, hastaneler ve tımarhaneler bedenleri uysallaştırmak üzere kapalı alanlarda tutulmaya mahkûm etmişlerdir. Ancak beden yalnızca tıbbi söylemin içerisinde ya da antropolojik olarak Batı tarihinde değil, evrensel dinler içerisinde de önemli tartışma konusudur. Din tarihinde ve tıp söyleminde beden üzerinde şekillenen tartışmalar bedenin kime ait olduğu ve beden üzerinde kimin hâkimiyet kuracağına ilişkindir. Din de (Hıristiyanlıkta ve İslam’da) bedeninin ruha göre ikincil konumda olması ve beden ile nefs terbiyesi gibi Sayı 40 /Bahar 2015 54 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi pratikler beden üzerinde hâkimiyet kurma yolları olarak okunabilir. Beden üzerindeki tartışmaların esasen iktidar meselesi üzerine olduğunu savunan Demez’e (2009:9) göre beden üzerine yapılan tartışmalarda, bedenin bir mülk, mülkiyet olarak algılandığını ve tartışmaların bu mülkiyetin kullanım hakkının kimde olacağı ekseninde döndüğünü ifade etmektedir. Foucault’nun alana yaptığı en büyük katkı da bedeni bu iktidar ilişkilerinin merkezine yerleştirerek ele almasıdır. Foucault yalnızca beden sosyolojisinin temellerini atmamış, aynı zamanda tıp ya da sağlık sosyolojisi için de temel öneme sahip görüşler ortaya koymuştur. Toplumbilim içerisinde sağlık ve hastalık kavramlarını inceleyen dal sağlık ya da tıp sosyolojisidir. Turner da (2011:19) Foucault’u tıp sosyolojisi için merkezi önemde görür. Foucault, belirli tıbbi söylemler ile toplumdaki güç kullanımı arasındaki ilişkiyi, yani söylemler, pratikler ve uzman meslek grupları arasındaki ittifakın nasıl geliştiğini araştırır. Bu Foucaultcu güç/bilgi araştırması bir beden (bireyler) ve bedenler (nüfus) araştırması etrafında düzenlenmiştir (2011:19-20). Sağlık, hastalık ve tıp bilimine bu açıdan yaklaşıldığında, tıp bilimi tarafından üretilen bilginin bedenler ve dolayısıyla toplum üzerinde iktidar kurmanın bir parçası haline geldiği görülmektedir. Tıp söyleminin toplumsal egemenliği sürdürmenin bir yolu olarak ele almak sağlık sosyolojisinin dolayısıyla toplumbilimin de sağlık ve hastalık kavramlarını ele alma biçimini değiştirmiştir. Sağlık sosyolojisi sağlık ve hastalık kavramlarını toplumsal ve kültürel yapı içine yerleştirerek inceleyen, toplum ve sağlık arasında nedensellik ilişkileri kuran, bu ilişkileri araştırarak genellemelere ulaşmaya çalışan teorik ve uygulamalı bir sosyoloji dalıdır. Sağlık kurumu da aile, eğitim, siyaset, ekonomi, din gibi sosyal bir kurumdur; insanların gereksinimlerini karşılar ve sosyal bir yapısı vardır. Söz konusu kurumlar atasında sıkı bir ilişki ve etkileşim vardır. Herhangi birimde meydana gelen bir değişme veya gelişme diğerlerini de etkilemektedir (Adak, 2002:9). Sağlık ve hastalığın toplumsal doğasına vurgu yapan sağlık sosyolojisi, sağlık ve hastalığı yalnızca biyolojik süreçler olarak değil; toplumdan topluma değişen ve bu toplumsal ve kültürel yapı içerisinde kurulan olgular olarak ele almaktadır. Adak (2002:9) sağlık ve hastalığın algılanmasının her toplumun kültürünün bir parçası olduğunu belirtir. Toplumun hastalık hakkındaki değer yargıları, vaziyet alış ve inançları, kültürün özelliklerini yansıtır. Kültürler arasındaki farklılıklar dolayısıyla, sağlık-hastalık sisteminde bir görelilik sorunu bulunmaktadır. Sağlık ve hastalık, kültür biçimlerine göre anlam kazanmaktadır. Sağlık tıptan veya doğadan ziyade toplumun bir ürünü olmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde hastalık modellerinin ekonomik ve sosyal gelişmeye koşut şekilde, sistematik olarak değişmesi bunun kanıtıdır. Bu noktada hastalık kavramının toplumsal ve tarihsel süreç içerindeki değişimlerini ortaya koyabilmek için Turner’in eşcinselliğin algılanışının tarihsel süreç içerisinde geçirdiği dönüşüm üzerine verdiği örnek açıklayıcı olmaktadır. Eşcinsellik Hıristiyanlıkta bir günah olarak, psikolojinin ortaya çıkış döneminde bir davranış bozukluğu olarak ve çağdaş tıpta sadece bir cinsel tercih olarak görülmüştür (Turner, 2011:20-21). Benzer bir şekilde, delilik olgusunun toplum tarafından algılanmasındaki değişiklikler de hastalığın toplumsal ve kültürel olarak kurulduğuna dair görüşü desteklemektedir. Turner’a göre (2011:20-21) delilik, Foucault’nun sorgulamaya çalıştığı ahlaki tedavisi ortaya çıkmadan önce haylazlık 55 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan olarak görülmekteydi. Şeylerin ne oldukları, nasıl tanımlandıkları, genel kültürün olguları uzlaşım alanları içine nasıl yerleştirdiğine bağlıdır. Bu bilgi teorisi benimsendiğinde hastalık doğada yer alan patolojik bir durum değil, aksine toplumsal ve tarihsel süreçlerin bir sonucu olarak görülür. Dolayısıyla hastalıklar, dünyadaki betimlendikleri dilden bağımsız olarak ortaya çıkan doğal olaylar olarak ele alınamaz. Bir hastalık durumu ayrıca bir toplumdaki egemen düşünme biçimin (Foucault’nun terminolojisiyle epistemeyi) yansıtan tıbbi söylemlerin ürünüdür. (Turner, 2011:20-21). Hastalığın betimlendiği dilden bağımsız olarak ele alınamayacağına dair yaklaşım, toplumsal ve kültürel olarak inşa edilen tüm temsil sistemleri (ırk, sağlamlık, engellilik toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim) için geçerlidir. Hastalığın toplumsal ve tarihsel süreçlerin sonucu olduğu, dolayısıyla bu ikisinden bağımsız olarak ele alınamayacağı görüşü ile kitle iletişim araçlarının toplumsal bağlamdan kopuk olarak incelenemeyeceği görüşünün çakışması düşündürücüdür. Beden, hastalık, engellilik ve sinema ile toplumsal bağlam arasındaki organik ilişki, anlamın inşa edilme sürecinin kültürün ve toplumsal pratiklerin sonucu olduğunu akla getirmektedir. Anlamlar, Hall’a (2002:117) göre tümüyle toplumsal ilişki ve yapılarda içerilmektedir. Belirli kültürel ve siyasal pratikler aracılığıyla, çeşitli toplumsal konumlara eklemlenebildikleri ve toplumsal özneleri oluşturdukları ve yeniden oluşturdukları ölçüde toplumsal olarak işlev görmektedirler. Anlam dolayısıyla iktidar ilişkilerinin oyun alanı dışında kavramsallaştırılamaz. Sonuç olarak beden, hastalık ve engelliliğe ilişkin söylemler toplumsal ve kültürel yapıdan ve iktidar ilişkilerinden bağımsız olarak ele alınamadığı gibi, sinemada da bedene, hastalığa ve engelliliğe ilişkin olarak ortaya konan temsiller de toplumsal ve kültürel bağlam ve pratiklerden ayrı olarak incelenemez. Sinema filmlerinde bedenin, hastalığın ve engelliliğin temsili ile toplumsal ve kültürel yapıda bedene ve hastalığa ilişkin uylaşımlar arasında benzerlik ve farklılıkların ortaya konulması böylece bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Son dönem film çalışmalarında toplum ve sinema birbirini inşa eden iki taraf olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda beden ve hastalık kavramlarının sinemada nasıl temsil edildiği ve yeniden üretildiği bu çalışmanın temel sorununu oluşturmaktadır. Sinemada Beden ve Hastalık Sinema filmlerinde temsil edilen beden içerisinden çıktığı toplumsal bağlamdan bağımsız değildir. 1960 ve 1970 yılları arasında geniş bir izleyici kitlesine ulaşan Yeşilçam sinemasında hastalık temsilleri bu anlamda dikkat çekmektedir. Bu dönemde özellikle verem ve hastalık olarak temsil edilen körlük, sakatlık gibi engellilik türlerine filmlerde sıklıkla yer verildiği görülmektedir. Günümüze gelindiğinde ise çalışmada incelenecek filmler göz önünde bulundurulduğunda çağın hastalıkları olarak adlandırılan kanser ve Alzheimer gibi hastalıkların daha ön planda olduğu görülmektedir. Ryan ve Kellner (1997:34) film ve toplumsal tarih arasındaki ilişkiyi bir söylemsel şifreleme süreci olarak kavradıklarını ifade ederek, bu yaklaşımla sinemada işlerlik gösteren temsillerle toplumsal hayatın yapısını ve biçimini belirleyen temsiller arasındaki bağlantıları vurgulamayı amaçladıklarını belirtmektedirler. Toplumsal düzen, günlük hayatın biçimini belirleyen söylemlerden oluşmaktadır. Filmler ise toplumsal yaşamın Sayı 40 /Bahar 2015 56 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi söylemlerini diğer bir ifade ile biçim, figür ve temsillerini şifreleyerek sinemasal anlatılar biçiminde aktarmaktadırlar. Filmler sinema ortamının dışında yatan bir gerçekliği yansıtan araçlar olmaktan ziyade, farklı söylemsel düzlemler arasında bir aktarım gerçekleştirmektedirler. Bu yolla, sinemanın kendisi de toplumsal gerçekliği inşa eden kültürel temsiller sisteminin bütünlüğü içerisinde yerini almaktadır. Bu inşa süreci ise kısmen temsillerin içselleştirilmesiyle ortaya çıkmaktadır (1997:35). Dolayısıyla yukarıda Türk sinemasında hastalık temsillerinin geçirdiği dönüşüm kısaca betimlenirken ifade edildiği gibi sinemadaki beden, hastalık ve engellilik temsilleri Türk toplumunun toplumsal yapısının belirleyen koşulları yansıtmakta, hastalığa bakış açısını ortaya koymakta ve toplumda hastalığa karşı geliştirilen söylemleri de yansıtmaktadır. Hall (2005:208) tüm toplumsal hayatın, toplumsal pratiğin her yönünün kodlar tarafından düzenlenen ve çeşitli söylemler aracılığıyla eklemlenen bir göstergeler ve temsilleri sistemi tarafından dolayımlandığını ifade etmektedir. Bu temsiller sistemi kültürden devralınmamakta ve kişiler tarafından içselleştirilerek benliğin bir parçası haline getirilmektedir. Bu nedenle, bir kültüre egemen olan temsiller aslında can alıcı politik önem taşırlar. Kültürel temsillerin temel önemi de toplumsal gerçekliğin nasıl inşa edileceğine ilişkin olarak diğer bir ifadeyle toplumsal yaşamın ve toplumsal kurumların şekillendirmesinde hangi figür ve sınırların baskın çıkacağı konusunda çok etkin bir rol oynamalarından kaynaklanmaktadır. Kültürel temsillerin üretimi üzerinde söz sahibi olmak toplumsal iktidarın muhafazası açısından kritik önem taşımaktadır ve toplumsal dönüşümler amaçlayan ilerici hareketler için de vazgeçilmez bir kaynak oluşturmaktadırlar (Ryan ve Kellner, 1997:37). Sinema günümüzde çağcıl toplumlarda sözü edilen politik mücadelelerin ve iktidar söylemlerinin mücadele ettiği çok önemli bir kültürel temsil pratiğidir. Sinema filmleri toplumsal gerçekliğin üretilmesinde ve inşa edilmesinde çok önemli işlevleri olan bir sanat dalıdır. Sinemada beden temsiline ilişkin ilk çalışmalardan birini ortaya koyan Laura Mulvey kadın bedeninin nasıl erkek bakışının nesnesi haline getirildiğini çözümleyen ve kült haline gelmiş ‘Görsel Haz ve Anlatı Sineması’ başlıklı makalesinde yukarıda sözü edilen iktidar ilişkilerinin dolayısıyla ataerkil bakışın kadın bedenini temsil biçimlerini ortaya koymaktadır. Mulvey (1997:41) anadamar film uylaşımlarının dikkati insan bedenine odakladığını ifade ederek, anadamar film anlatısında ölçek, uzam ve öykülerin antromorfik yani insanbiçimci olduğuna vurgu yapar. Mulvey’e göre (1997:41) burada merak ve bakma isteği, benzerlik ve tanımanın çekiciliğiyle içiçe geçer. İnsan yüzü, insan gövdesi, insan bedeniyle çevresindeki ilişki, kişinin dünyadaki görünür varlığıdır. Klasik anlatıda bedenin yer alma biçimlerini inceleyen Rosen de (1986:30) film yapım pratiğinde, her şeyden önemli olanın, bedeni ve yüzü mütemadiyen odak noktası haline getirme olduğunu belirtir. Klasik bir sahne ortaya koymak için film yapımcısı, film tekniğini bu yapıya bağlı kalacak şekilde yerleştirir. Beden politikalarının yansıdığı en önemli mecralardan biri olarak sinema sanatında yer alan beden, toplumun beden politikalarında bağımsız olarak ele alınamaz. Zira film pratiği içerisinde yer alan beden temsillerinden o toplumdaki ve kültürdeki beden, güç ve arzu ilişkileri okunabilmektedir. Türkiye bağlamında ele aldığımızda yeni oluşan 57 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan genç ulus devletin beden politikalarının modernleşme ve Batıcılık üzerine kurulu olduğu görülmektedir. Modernleşme ve batıcılığa bağlı olarak gelişen beden politikaları özellikle Yeşilçam sinemasında kendini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak buna geçmeden önce beden politikalarının Türkiye örneğinde gelişim süreci açıklanmalıdır. Türkiye’de gelişen beden politikalarını beden terbiyesi ve spor tarihi açısından alan Akın’a göre (2010: 237) Türkiye’de ulus devletin inşası sırasında benimsenen beden politikaları bütün dünyada yaşanan ortak bir modernite sürecinin ürünüdür; fakat bu politikaların gelişimi uygulandıkları her sosyal ve politik bağlamın mevcut şartlarına, bu politikaların muhatapları olan toplumsal aktörler arasındaki dengelere ve bu aktörlerin kendi iç mücadelelerine bağlı olarak değişiklilik göstermiştir. Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet döneminde beden politikaları Foucault’un daha önce açıklanan biyo-iktidar kavramına koşut olarak gelişmiştir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde beden politikalarının amacı bütün nüfusun özellikle de çocuk ve gençlerin, salgın hastalıklar, savaşlar, yoksulluk, kötü beslenme ve diğer benzeri sorunlar yüzünden bozulmuş olan sağlığını düzeltmektir (Akın, 2010:239). 50’li yıllarla birlikte halk sağlığı üzerine kurulu, sporu ve bedensel faaliyeti sağlığın temeli olarak gören beden politikalarından, batılılaşma ve modernleşmenin giyim kuşam üzerinden yansıtıldığı bir döneme geçilmiştir. Bayrakdar (2006:278) 1950’lerin sonundan 1960’lara kadar olan dönemde muhafazakâr yapının alttan alta sürdürülürken, 1960 ihtilalinin ve Amerikan tarzı yaşam modelinin yaygınlaşmasıyla kadınlar cephesinde giyim ve tutumda bir özgürleşme talebinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu dönemde orta sınıf şehirli kadınların etek ve bluz, tayyör, döpiyes gibi sınıflarına göre giyim tarzlarının, dönemin yayılmaya çalışan beden politikalarının ortaya koyduğu cumhuriyet kadını imgesiyle örtüşmektedir. Bu giyim tarzı ve beden politikası Türk sinemasını da etkilemiş ve belirtilen giyim tarzının yaygınlaşmasında büyük etkileri olmuştur. Bayrakdar’ın ele aldığı Küçük Hanımefendi (1961) ve Ayşecik Şeytan Çekici (1960) gibi filmler şehirli ve Batılı giyim tarzının yansıtıldığı örnekler olarak karşımıza çıkar. Modernleşmeye bağlı gelişen beden politikaları Orhan Aksoy tarafından yönetilen Kezban (1958), Kezban Roma’da (1970) ve Kezban Paris’te (1971) serisi filmlerinde de açıkça görülmektedir. Kezban isimli köylü kızının Paris ve Roma şehirlerinde ‘özünü’ kaybetmeden modernleşme öyküsünü anlatan film, Batılılaşmayla birlikte Türk insanın önüne bir ideal olarak konulan Batılı, medeni bedenin temsili özellikle giyim-kuşam üzerinden kendini ortaya koymaktadır. Serinin ana karakteri Kezban’ın kıyafetlerinde yaşanan değişim dikkat çekicidir. Yazması ve uzun örgülü saçlarıyla filmin başında gördüğümüz köylü kızı ilerleyen kısımlarda sırasıyla önce yazmasını çıkartmakta, ardından örgülerini çözmekte ve en sonundaysa sarı renkli kısa Avrupalı modern bir saç kesimine sahip olmaktadır. Böylece filmde yer alan Kezban karakterinde somutlaşan beden, iktidarın beden politikalarına uygun şekilde Türk kadının ulaşması gereken medeni Avrupalı bedenin özelliklerine uygun şekilde biçimlenmektedir. Sözen de (2008:113) sosyo-kültürel yapının tarih boyunca kendini yeniden üretirken, beden tasarımlarını da bir değişken olarak hep kullandığını belirtmektedir. Bunun somut Sayı 40 /Bahar 2015 58 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi izlerini ise, bedene bir form olarak biçim verilişinden başlayarak, giyim, kuşam olarak kendini kamusal ve özel alanda ifade etme tarzına kadar geniş bir yelpaze içinde görmek mümkündür. Bu açıdan yaklaşıldığında beden sadece fiziksel olarak değil, sosyal bir tasarım ve kurgu olarak da toplumsal politikaların nesnesidir. Günümüze gelindiğinde ise beden politikaları özellikle tüketim kültürünün etkisiyle oluşturulmaktadır. Sağlıklı ve güzel olmak en yaygın beden politikası şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Tüketim kültürü içerisinde beden politikaları iki şekilde gelişmektedir. Birincisi bedeninin korunmasına yönelik pratikler, ikincisi ise bedeninin dış görünüşüne ilişkin pratiklerdir. Sağlıklı beslenme, rejimler ve spor yoluyla bedeni genç ve sağlıklı tutma zorunluluğu ya da bunun gerçekleştirilebileceği vaadi medya tarafından sıklıkla ileri sürülmektedir. Türk toplumunda ise sağlıklı ve genç gözükmenin yanında Batılı fiziksel özellikler olarak görülen sarışın ve açık tenli olmak bir ideal olarak sunulmaktadır. Çintay’a göre (2011:6) Türkiye’de sarı saç ve mavi göz bir çağdaşlık, modernlik, güzellik, gelişmişlik ve Batılılık emaresi olarak görülmektedir. Bu açıdan yaklaşıldığında Avrupai fiziksel özelliklere sahip olmak bir ayrıcalıktır. Çintay (2011) Avrupalı fiziksel özeliklere sahip olan Filiz Akın, Cüneyt Akın gibi sinema oyuncalarının popülerliliğini de buna dayanarak açıklar. Dolayısıyla Türk kültüründe Batılılaşmaya giden yol sarı saç, mavi göz ve beyaz tenden geçmektedir. Katharina Young da (2003:438) bedenin kültürel yönüne vurgu yaparak, bedenin doğal bir nesne olmayıp, kültürel bir ürün olduğunu ifade eder. Buna göre beden kültür içinde biçim almaktadır. Young (2003:438) bu durumu “kültürün bedenselleşmesi” olarak tanımlamaktadır. Kültürün bedenselleşmesinin temsil biçimleri sinemada karşılığını bulmakta, Türk sineması ise, Erdoğan’a göre (1998:162-163) beden temsilini çok karmaşık bir eklemlemeler dizisi içinde oluşturmaktadır. Türk sineması düz aydınlatma ve cephe çekimleriyle minyatürleri andıran bir estetik düzenleme içinde bedeni imgeleştirmektedir. Yeşilçam’ın bedeni aynı zamanda bir yıldız metnidir. Yıldız metni, yıldız personasıyla örtüşen ve onun üzerinde bazı kısıtlamalar getirebilen bir oluşumdur. Bu oluşum içinde yıldızlar bazı kurallara bağlı kalarak, perdede cinsel gösterilerden kaçınabilirler. Bedenleri çekicidir ama cinsel bakımdan kolay kolay kışkırtıcı olamazlar (1998:162-163). Yeşilçam sinemasına bu açıdan yaklaştığımızda Kartezyen düşüncedeki ruh-beden ikiliğini koruduğu söylenebilmektedir. Yeşilçam sinemasının yaygın repliklerinden biri olan “Bedenime Sahip Olabilirsin Ama Ruhuma Asla” cümlesi bu ikilik anlayışını yansıtan kült ifadelerden biridir. İlginç olan tıpkı bedenin Klasik sosyolojide yer almaması gibi, aynı şekilde bedenin de Türk sineması çalışmalarında yer almamasıdır. Yeşilçam sinemasını modernleşme ve kimlik bağlamında inceleyen çalışmalar moda-giysi ve modernleşmeyi çözümlemenin merkezine almakta, ancak bedeni çözümlemenin adeta dışında tutmaktadır. Bayrakdar (2006:276) Batılı ideallere göre bir Cumhuriyet kadını yetiştirme sürecine Türk sinemasının da katkıda bulunduğunu belirterek, Türk sinemasının özellikle 1950’ler ve 60’lı yıllarda bir kimlik olgunlaştırma enstitüsü olarak işlev gördüğünü ifade etmektedir. Buna göre Bayrakdar (2006:288) 50’li yıllarda modanın daha çok dergilerden takip edildiğini, 1960’lı yıllarda modayı yaygınlaştıranın ise kadın matinelerinde gösterilen 59 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan filmler olduğu tespitinde bulunur. Moda Turner’ın iç ve dış beden ayrımında, dış beden analizinde önemli bir yer tutmaktadır. Günümüzde tüketim bağlamında incelenebilecek moda olgusunun, 50’li ve 60’lı yıllarda Türkiye’deki gelişiminin daha çok bir kimlik ve beden politikası bağlamında ele alınması gerekmektedir. Yukarıda ‘Kezban Paris’te’ filminden yola çıkarak ifade ettiğimiz gibi Türk sineması 50’li ve 60’lı yıllarda modern, Batılı kimliğin temsil edildiği ve halk kitlelerine kabul ettirildiği en önemli mecralardan biri olmuştur. Çalışmada son dönem Türk sinemasında beden ve hastalık temsillerinin bu anlayışı sürdürüp sürdürmediği araştırılarak, günümüz beden politikalarının son dönemde çekilen Türk filmlerine nasıl yansıdığı ortaya konulmaya çalışılacaktır. ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Açısından Analizi Filmin Konusu: Tarlabaşı’nda perukçuluk yapan Hamdi, yalnız yaşayan bir adamdır. Eski bir otomobilden başka hiçbir şeyi yoktur. Günlerini ve gecelerini, aynı zamanda evi olan dükkânından sokağa bakarak, gelip geçen arabaları ve karşı kaldırımda bekleyen sarı saçlı, kırmızı paltolu kadını izleyerek geçirir. Yakında kanserden öleceğini bilen Hamdi’nin tek isteği, ölmeden önce Brezilya’ya gidebilmektir. Bir gün dükkânına saçlarını satmak isteyen Meryem gelir ve Hamdi Meryem’den çok etkilenir. Meryem’i takip etmeye başlar, evini ve çalıştığı alışveriş merkezini öğrenir. Evli olan Meryem’in kocası Musa morgda ölü yıkayıcı olarak çalışır. Meryem kocasının onu aldattığını öğrendiğinde Musa’dan dayak yer. Hamdi Meryem’in dövüldüğünü anlayınca Musa’yı takip eder ve fırsatını bulduğunda onu öldürür. Hamdi artık Meryem’in evinde kalmaktadır. Bir akşam elinde paketlerle eve gelir. Meryem’i televizyonun karşısında bulur, daha sonra Musa gelir ve üçü hiçbir şey olmamış gibi yemek yerler, ancak hiç konuşmazlar. Ertesi gün Hamdi yine dükkânındadır, her zaman yaptığı gibi boyunu ölçer ve karşı kaldırımdaki kadını seyreder. Makro Yapı Tematik Yapı Film bir bütün olarak ele alındığında yalnızlık ve şehir yaşamına dâhil olamama anlatının başat temaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Hamdi ve Meryem’in kenara itilmişlikleri ve yaşadıkları ilişki ise filmin yan temaları olarak anlatıda yer alır.. Filmin ana karakteri olan kanser hastası Hamdi’yi hayata yeniden bağlayan Meryem ve Meryem’in kadınlığının en önemli simgesi saçları olmuştur. Saç, görünüşte insan vücudunun en yüzeysel kısmıdır, ancak kültürde derin anlamlar ihtiva eder. Saç biçimleri, şekil verme uygulamalarına ek olarak insanların inançları ve davranışları hakkında mesajlar taşır. Saç şekline bakılarak bir insanın ahlakı, cinsel tercihi, politik görüşü ve dinsel fikirleri hakkında anlam çıkarmaya ve hüküm vermeye çalışılır. Bazen saç, anlamı itibariyle kültüre has özellikler taşırken bazen de kültür ötesidir. Saçla ilgili kuram veya teoriler, saç biçimlerinin veya saçla ilgili uygulamaların yorumlanmasını sağlar (Delaney, 2004: 90-91). Saç’ın filmde hayata bağlanmanın ya da diğer bir ifadeyle Sayı 40 /Bahar 2015 60 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi ne kadar ömrü kaldığını bilmeyen bir adamın son çırpınışlarının metaforik bir göstergesi olması kültürel ve toplumsal olarak saça yüklenen anlamlarla da bağlantılıdır. Delaney (2004:93-99), uzun saçın kadınlığın sembolü ve övüncü olduğunu belirterek, ataerkil kültürlerde kadınların sahip olduğu düşünülen serbest ve sınır tanımayan cinselliklerinin hafifletilmesinin ve ayrıca da kontrol altına alınması gerektiğinin düşünüldüğünü ifade etmektedir. Bu evlilik için saçın örülmesiyle sembolize edilir. Saç kesmek ise sosyal kontrolün bir biçiminden diğerine geçişi sembolize etmektedir. Dolayısıyla Hamdi’nin Meryem’in saçlarını önce örüp sonra kesmesi, Meryem’in evlilik bağının kopmasına ve daha sonra bu bağın Hamdi’yle kurulacağının bir eğretilemesi olarak okunabilir. Hamdi, Meryem’in evinde evlilik fotoğraflarını gördüğünde saçları beline kadar uzamış ve örgülüdür. Meryem’in saçları Hamdi için hayata bağlanmasını sağlayan bir bağlantı noktası ve yaşama katılmasını sağlayan bir bağ simgesi de olmaktadır. Uzun ve örgülü saç fiziksel görünüş itibariyle de ipe ya da halata benzemekte, bu iki nesne de birbirinden ayrı olan şeyleri bir araya getirme işlevini üstlenmektedir. Meryem’in saçları bu anlamda hasta ve yalnız bir adamın hayata yeniden bağlanmasını da sağlamaktadır. Yalnızlık sadece sinemada değil, neredeyse tüm sanat dallarında ele alınan temalardan biridir. Tarihsel süreç içerisinde özellikle modern dönemde şehir yaşantısıyla birlikte ortaya çıkan yalnızlık olgusu resim, edebiyat gibi sanat dallarında da sıklıkla işlenmiştir. Kent ve kent yaşamı insanları bir araya toplamış ve bireyde yalnızlık ve terk edilmişlik duygularını yaratmış, kalabalık içerisindeki yalnızlık sanatçılar tarafından derin bir biçimde hissedilmiştir. Kent hayatının hâkim olduğu hareketlilik ve dinamizm içerisinde insan, hızlı duygu değişimi içerisine girer. Ancak kentin bu hareketli, renkli ve çekici görünen yaşamı aldatıcıdır. Kent kültürü ve kent eğlencesi aslında yapmacık bir olgudur ve sahte cennet imgesi kurarak insanların doğadan uzaklaşıp, doğadan nefret etmesine, kent hayatının akışına kapılmasına neden olur (Özgör, 2012:55). Ancak Hamdi’nin yalnızlığı ilginç bir şekilde bu akışa kapılmamasından ya da kapılamamasından ileri gelmektedir. Bu noktada anlatıda kentli, diğer bir ifade ile kentte doğmuş büyümüş bireyle, kente dışarıdan gelmiş birey arasında bir çatışma kurulmaktadır. Hamdi gerek dış görünüşü, giyimi ve müzik zevki ile kentsoylu bireyi değil, kente göçle gelmiş dolayısıyla da kente uyum sağlamakta zorlanan bireyi temsil etmektedir. Teber (2009: 351) toplumsal baskılar artıkça insani ilişkilerin bozulduğunu, bunun da insanları yalnızlığa iterken, insanlar arasındaki içtenlikten yoksun sözde ilişkilerin yalnızlık olgusunu derinleştirdiğini ifade etmektedir. Bu anlamda anlatıda yalnızlık çeken tek karakter Hamdi değildir. Kocasıyla açık şekilde iletişim sorunu yaşayan ve aldatılan Meryem de yalnız bir karakter olarak karşımıza çıkar. Binlerce yıldır biyolojik kökenleri sebebiyle doğayla ve birbirleriyle yakın ilişki içerisinde olan insanoğlu moderniteyle birlikte doğadan, tarihten ve tanrıdan kopmuş, bu da insanlarda ağır yaralar açmıştır. İnsanoğlu yitirdiklerinin kazandıklarından çok daha fazla olduğunu fark etmektedir. Modern yaşamla birlikte insan yaşamın öznesi konumunu kaybederken teknolojik gelişmelerle insanın kırılganlığı da kat ve kat artmıştır. Güven duygusunun da yitirildiği modern yaşamla birlikte insan her geçen gün daha da çözülmeye 61 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan başlamıştır (Teber, 2009:351). Yukarıda sözü edilen bu çözülmeye karşı insanoğlu hayatına anlam kazandırmak için bir referans noktası aramaya başlamıştır. Kitle iletişim araçları bu anlamda insanoğlunun yardımına koşmuş ve hayatı anlamlandırmanın yegâne araçları haline gelmiştir. Meryem’in evde iletişim kurduğu tek nesne televizyondur ve bu da kitle iletişiminin temel niteliğinden kaynaklandığı üzere tek yönlü bir iletişimdir. Kocasına yemek hazırlar, kocası eve gelir, hiçbir şey söylemeden yemek yer. Meryem ise televizyonun karşısında durmadan bir şeyler atıştırır. Meryem’in yakınlık kurduğu tek kişi alışveriş merkezindeki iş arkadaşıdır. Meryem adı bilinmeyen bu kadınla karşılıklı diyalog içerisinde değildir. Kadın konuşur, Meryem dinler. Filmde diyalogun az olması yalnızlık temasını güçlendiren bir sinematografik seçim olarak karşımıza çıkar. Hamdi ve Meryem’in yalnızlığı yabancı ve fakir olmaktan gelen bir yalnızlık olarak değil, kent yaşamının dışına itilenlere has bir yalnızlık olarak resmedilir. Bu açıdan yaklaşıldığında Meryem’in kocası Musa bu iki karaktere göre daha şanslı gözükmektedir. Musa evde karısıyla iletişim kurmaz. Evlilik dışı bir ilişkisi vardır. Telefonda sevgilisiyle uzun görüşmeler yapar, düzenli olarak gittiği bir hamam vardır. Dolayısıyla kentte kendine ait bir yaşam kurmaya çalışır. Filmin üç ana karakterinden biri olan Musa’nın Hamdi tarafından Meryem’in intikamını almak için öldürülmesi yalnızlık ve buna bağlı olarak gelişen iletişimsizlik temasını farklı bir boyuta taşır. Karısıyla diyalog kurmak yerine, aldattığı ortaya çıktığında şiddet uygulayan bir koca karakteri yaşamına son verilerek cezalandırılır, ancak filmin sonunda karakter yeniden ortaya çıkar. Hiçbir şey olmamış gibi evine gider ve televizyon seyreder. Meryem’in onun varlığından haberi olup olmadığını bilemeyiz, ancak Hamdi bu durum karşısında hayrete düşer. Dolayısıyla hasta karakter neden-sonuç ilişkileri kurarak bu duruma şaşırır. Hasta olmayan karakter Meryem ise ölen kocasının birden bire ortaya çıkmasını doğal karşılar. Anlatının finali yalnızlığa ve ölüme dair gerçekçi bir tavır sergileyen filmin, bu sert yaklaşımını kırar ve izlenenlerin gerçek olup olmadığı konusunda soru işareti yaratarak kafa karıştırır. Bu tercih filmin anlatı yapısından kaynaklanır. Modern anlatıya sahip film açık uçlu sonu, gevşek olay örgüsü ve nedensonuç ilişkilerini kıran yapısıyla anlatı biçimini ortaya koyar. Toplumsal Bağlam İkili karşıtlıklar seti dişinin ataerkil bir farklılık sistemindeki konumunu açığa çıkarır. Etkilik/edilginlik, güneş/ay, kültür/doğa, gündüz/gece, baba/anne, anlaşılabilir/ hissedilebilir bu karşıtlıklardan bazılarıdır. Burada belirtilmesi gereken, dişiliğin daima ikincil önemsiz bir terim olarak tanımlanmasıdır. Bu noktada sağlık ve hastalık karşıtlığında kadın elbette hastalıkla anılmakta ya da erkeğin sağlıklı güçlü konumunun karşısına hastalıklı, kırılgan, doğasının esiri edilgin anne ve kalp olarak yerleştirilmektedir. Bu nedenle sağlık hakkındaki düşünme yolları toplumsal cinsiyete dair tanımlamaları yansıtır (Kaya, 2011:122-123).Türk sinemasında son dönemde ortaya çıkan hasta erkek imgelerini de toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirmek yerinde olacaktır. Hastalığın kadına özgü görüldüğü ataerkil toplumsal sistemde sinemada hasta erkeklerin yer alış biçimi erkeklerin iktidar kaybından duydukları korku, yaşanan toplumsal değişimler karşısında konumlarının ne olacağına dair yaşadıkları endişe ve belirsizlikten duydukları Sayı 40 /Bahar 2015 62 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi rahatsızlığın metaforu olarak okumak olanaklıdır. Kaya (2011:210) son yirmi yıldır, dünyada ve Türkiye’de yeni bir sağlık anlayışının hüküm sürdüğünü belirterek, hastalıkla savaşmak yerine, hastalık gelmeden hastalığı önlemeyi öne çıkaran bu yeni sağlık anlayışı kapsamında, hastalığa neden olabilecek riskler, yaşam tarzları ve tüketim davranışlarının uzun süre tartışıldığını ve tartışılmaya devam edildiğini ifade etmektedir. Bu noktada, sağlığın sağlıklı yaşam ekseninde teşviki bir politik strateji olarak ortaya çıkmış ve bedene karşı belli bir davranış şeklinin gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Burada sağlığın ve sağlıklı bedenin teşviki, bireye kendi kendini düzene sokma, bir proje olarak bedenin sürekli izleme ve kontrol etmeyi dayatmaktadır. Yeni sağlık anlayışı kapsamında teşvik edilen sağlığın ve sağlıklı bedenin teşviki insanların sağlığa olan ilgisini artırmıştır (Kaya, 2011:120). Sağlıklı bedene yönelik modern toplumların bu takıntılı ilgisi, sağlığın ve sağlıklı bedenin bir proje olarak sürekli izleme ve kontrol etmeyi dayatan yaklaşımı sağlıksız/ hasta bedenin ötekileştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Bu yeni sağlık anlayışı toplum tarafından makbul kabul edilen bedenleri de belirlemede etkin bir rol oynamaya başlamıştır. Buna göre kitle iletişim araçları ve tüketim kültürü ile de sürekli olarak desteklenen ve pekiştirilen bu anlayış; sağlığına özen gösteren, hastalık gelmeden önlemeyi amaç edinen bedeni makbul olarak kabul ederken, hasta dolayısıyla yeni sağlık anlayışına uymayan, sağlığına özen göstermeyip hastalığı önleyemeyen bedeni öteki konumuna yerleştirmiştir. Modern toplumlarda sağlıklı bir bedene sahip olmak kendini gerçekleştirmedir ve bireyselleştirilmiş bir proje olarak yükselmektedir. Bu toplumda sağlıklı bedenler inşa etmek ve bu bedenleri kansere ve her türlü hastalığa karşı korumak birincil görevdir ve bu kişinin kendi sorumluğundadır (Kaya, 2011:124-125). Nazlı (2009:6-8) bu anlayışın Batılı modern toplumların ölüme bakış açılarından kaynaklandığını ifade etmektedir. Modern beden, kapitalizm mantığı içerisinde artık özel mülkiyetin konusudur ve Modern öncesi bedenden farklı olarak, artık bedenin sahibine, ona iyi bakma sorumluluğu yüklenmektedir. Bu yeni ölüm anlayışında ölümcül hastalık süreci hastanede yaşanmaktadır. Modern öncesi dönemde ailesinin yanında ve yatağında ölümü bekleyen hastanın yerini hastanede steril ve yalıtılmış bir ortamda, yalnız olarak ölümü gerçekleşen hasta almıştır. Ölümün ve ölüme yol açan hastalığın bu şekilde dışlanışı yaşayan ve sağlıklı birey karşısında ölümü ve hastalığı ötekileştirmiştir. Sinemada, modern toplumlarda ölümün ve hastalığın hastanede gözlerden uzak şekilde gerçekleşmesine benzer şekilde hastalığın çirkin süreçleri gösterilmemekte, ölümcül hastalığa sahip film karakterleri ölüme yolculuklarında şiirsel ve adeta gerçekdışı karakterler olarak yer almaktadır. Özellikle Sonbahar filminde Yusuf karakterinin hastalık süreci ve bu sürecin belirtileri olabilecek öksürme, solunum güçlüğü, balgam gelmesi gibi hastalığa özgü durumlar gösterilmemesi, bu yaklaşıma en güzel örneklerden biridir. Yusuf saf, temiz ve hüzünlü bir şekilde yaşama veda eder. Bu noktada Kelebeğin Rüyası’nın karakterlerinden Rüştü’yü istisna saymak gerekir. Rüştü, verem hastalığının son safhalarını yaşamakta ve anlatı hastalığa dair gerçekçi imgeler sunmaktadır. Öksürük krizleri, kan gelmesi, aşırı zayıflama gibi vereme özgü belirtiler filmde sıklıkla karşımıza 63 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan çıkmaktadır. Saç filminde kanser olan Hamdi karakterinin hastalığına dair detaylara yer verilmez, örneğin kanserinin türünü tam olarak öğrenemeyiz. Esasen hastalığının adı da filmde geçmez. Hastalığına dair tek belirti ise bulantı ve kusmalarıdır. Filmin ikinci yarısında Meryem’le karşılaşıp ona ilgi duymaya başladığı andan itibaren ise kusma ve bulantı sahnesi yer almaz. Hastalığın kendisini bir metafor olarak gören Sontag (2005:6-12) hastalığı sarmalayan esrarengiz halenin yeni beklentilerin ortaya çıkmasıyla dağılır gibi olmasına rağmen, hastalığın kendisinin (eskiden tüberküloz, bugün de kanser) hala bütünüyle eski moda korkular uyandırdığını belirtmektedir. Tüberküloz ile kanserin metaforik kullanımları, kendi tarihlerinin çok büyük bölümünde birbirleriyle kesişmiş ve örtüşmüştür. Kanser ve tüberküloz bedeni tüketip bitiren bir süreç olarak tarif edilmektedir. Bu açıdan yaklaşıldığında anlatıda Hamdi’nin hastalığı onu tüketen bir musibet olarak değil, müdahale edemediği ya da değiştiremediği bir süreç olarak tarif edilmektedir. Olay Örgüsü Wollen (2012:119) sinemanın yedi ölümcül günahına karşı yedi ana erdemini aşağıdaki gibi sıralar: Sinemanı Yedi Günahı Sinemanın Yedi Sevabı Anlatı geçişkenliği Anlatı geçişsizliği Özdeşleşme Yabancılaşma Şeffaflık Ön plana çıkarma Tek diegesis Çoklu diegesis Kapalılık Açıklık Haz Kurgu Rahatsız olma Gerçeklik Wollen (2012:121) anlatı geçişkenliği ile her bir birimin (anlatının akışını değiştiren her bir işlevin) kendisinden öncekini bir nedensellik zincirine göre takip ettiği bir olay sıralamasını kast etmektedir. Klasik Hollywood sinemasında olay örgüsü tıpkı bir zincirin halkaları gibi neden-sonuç ilişkisi bağlamında birbirine bağlıdır. Oysa modern sinema adı verilen ve 1950 ila 1980 yılları arasında Avrupa’da sanat sineması ile iç içe geçen sinema eğiliminde sıkı olay örgüsünün yerine, gerçek yaşamın çeşitliliğini ve iniş çıkışlarını temsil ettiği varsayılan rastgele ve bağlantısız bir dizi olay ve anlatıda kesintiyi temsil eden geçişsizlikler tercih edilmektedir (Wollen, 2012:121). Saç filmini Wollen’ın sinemanın yedi büyük günahı ve yedi ana erdemi açısından incelediğimizde özellikle anlatının geçişsizliği açısından yedi ana erdeme sahip filmler kategorisine dâhil Sayı 40 /Bahar 2015 64 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi edilebilmektedir. Filmin öyküsü ve öyküyü oluşturan olay örgüsü seyircinin kolaylıkla takip edebileceği, içerisine dâhil olup özdeşleşebileceği şekilde düzenlenmemiştir. Filmde kamera hareketlerinin en aza indirilmesi ve uzun planlar da bu tercihi destekler. Anlatı boyunca Hamdi karakterinin dükkânının önünden akıp gitmekte olan şehir yaşantısını seyredişini, Meryem’le tanıştıktan sonra ise onu takip edişini izleriz. Hamdi işyerinde olduğu sürece dükkânının penceresinden dışarıyı seyreder, güneş batıp hava karardıktan sonra ise şehri gezer ya da kaldırımda sırtüstü yatarak karanlık gökyüzünü seyreder. Bu seyretme ve dikizleme motifi film boyunca devam eder. Çok az diyalogun yer aldığı filmde şehrin hızla akıp giden yaşantısına karşı Hamdi’nin adeta yavaş yavaş donan hayatı yer alır. Belirgin bir “olay”ın yer almadığı anlatıda, Hamdi’nin Musa’yı öldürmesinin dışında ana karakterin belirli bir eylemi de yer almaz. Soğukkanlı ve sakin bir karakter olarak çizilen Hamdi’nin cinayet işlemesi de aynı şekilde soğukkanlı ve sakin bir şekilde gerçekleşir. Hamdi’nin soğukkanlılığı cinayete yatkınlığından ya da soğukkanlı bir katil olmasından değil, yavaş yavaş ölen bir adamın çaresizliğinden kaynaklanır. Dolayısıyla cinayet bile filmin ağır ağır ilerleyen olay örgüsünü hızlandırmaz ya da etkilemez. Olay örgüsünün geçişsizliği seyircinin karakterle de özdeşleşmesini engeller ve seyircinin olay örgüsüne dâhil olup takip etmesine izin vermez. Modern sinemanın en önemli niteliklerinden bazıları böylece filmde anlamın oluşmasına büyük katkı sağlar. Özdeşleşmenin karşısında yabancılaşma, şeffaflık karşısında ön plana çıkarma, Tek Diegesis Karşısında Çoklu Diegesis, Kapalılık Karşısında Açıklık, Haz Karşısında Rahatsız Olma, Kurgu Karşısında Gerçeklik gibi özellikler de filmi geleneksel sinema karşısında bir konuma yerleştirir. Anlatının geçişsizliği seyircinin filmin ana karakteri olan Hamdi karakteriyle özdeşleşmesini engeller, diyaloga çok az yer verilmesi seyircinin filmden alacağı hazzı engeller, olay örgüsünün gevşek yapısı, kesme, zincirleme ya da bindirme gibi kurgu geçiş yöntemleri yerine uzun planların kullanılması ve özellikle filmin açık uçlu sonu Saç’ı modern sinema içerisinde değerlendirme gerekliliğini ortaya çıkarır. Anlatının sonunda Hamdi, tıpkı düşünceli ve özverili bir koca gibi yiyecek bir şeyler alarak Meryem’in evine gider, içeri gider. Salona girdiğinde Musa’yla karşılaşır, büyük bir şaşkınlık yaşayan Hamdi Meryem’e bakar; fakat Meryem hiçbir şey olmamış gibi davranmaktadır. Musa ise Hamdi’nin geldiğini bile fark etmemiş gibidir. Donuk bir yüz ifadesi ve boş gözlerle televizyon izler. Hamdi’de salonda bir koltuğa oturur, daha sonra Meryem gelir, her zamanki yerine televizyonun karşısındaki kanepeye yerleşir ve film sona erer. Musa’nın ölüp ölmediği ya da esasen Hamdi’nin yaşayıp yaşamadığı sorusunun cevabı açıkta bırakılır. Ölü koca artık hep aralarında olacaktır. Ölmeden önce de Meryem’in Hamdi’ye yaklaşmasının önündeki en büyük engel kocasıdır, öldükten sonra da bu durum devam eder. Açık uçlu son, modern sinemanın en önemli özelliklerinden biridir. Geleneksel dramatik yapı, ana olay çizgisinin ya da ana çatışmanın sonlandığı bir doruk noktası ile biter ve anlatının bitiminde bir sonuç bölümü bulunur. Bu anlatı yapısında seyircinin kafasında hiçbir soru işareti kalmaz. Tüm çatışmalar sonlandırılır. Ancak modern sinemada olay örgüsünün geçişsizliği bu yapıya izin vermez ve açık uçlu son da geleneksel dramatik 65 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan yapının sıkı sıkıya bağlanmış olay örgüsü yapısını bozar. Wollen, (2012:126) modern sinemanın izleyiciyi tatmin etmeyi hedefleyen eğlenceye karşı izleyiciyi hoşnutsuz etmeyi ve böylece de değiştirmeyi hedefleyen provokasyonu tercih ettiğini belirtir. Filmde temel bir çatışmanın, daha doğru bir ifadeyle olay örgüsünü yönlendirecek bir çatışmanın olmayışı ve sonunda filmin ortasında öldürülen bir karakterin yeniden ortaya çıkması geleneksel anlatı yapısını altüst eder. Filmin sonunda Musa’nın yeniden dirilmesi, daha önce olay örgüsünde yer alan tüm gelişmeleri anlamsız kılar ve hangi karakterin gerçekten yaşadığına ilişkin soru işaretlerine yol açar. Böylece seyirci filmin sonunda çatışmanın sonlanıp, öykünün doruk noktasına ulaşmasından haz alamaz, daha ziyade filmin sonunda bir rahatsızlık ve cevaplanmamış soruların verdiği kafa karışıklığı ile baş başa kalır. Mikro Yapı Karakterler ve Diyaloglar Hasta Bedenin Temsili Anlatıda Hamdi karakteriyle birlikte çalışmada ele alınan diğer filmlerden görece gerçekçi bir hasta ve hastalık temsili sunulmaktadır. Ancak film boyunca Hamdi karakteri yalnızca iki sefer hastanede gösterilmektedir. Bu durum kanser olması dolayısı ile çok az bir ömrünün kalmasından ya da Hamdi’nin yaşamak için ya da doğru bir ifadeyle iyileşmek için herhangi bir çaba sarf etmemesinden kaynaklanmaktadır. Hamdi’nin dış görünüşü de hastalığın ve hasta bedenin gerçekçi temsilini desteklemektedir. Soluk bir teni olan Hamdi uzayan sakallarını kesmemekte, yorgun ve bitkin gözükmektedir. Gün boyunca dükkânının önünde akıp giden şehri ve şehir hayatını seyreden ve bir türlü o akışa dâhil olamayan karakter, yavaş yavaş ölüme gideceğini biliyor gibidir. Aşağıda belirtilen konuşmada Hamdi’nin doktoruyla arasında geçen tek diyalog yer almaktadır. Bu aynı zamanda hastanede geçen ilk sahnedir, diğer sahnede ise Hamdi kan vermek için sıra beklemektedir. Doktor: Nasılsınız bakalım. Hamdi: İyi Doktor: … Hamdi: Doktor boyum kısalıyor benim ya. Doktor: Boyun mu kısalıyor. Hamdi: Evet kısalıyor Doktor: Hastalığınla alakası yok onun. Hamdi: Neyle ya. Sayı 40 /Bahar 2015 66 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Doktor: Bakmak lazım. Hamdi: Gün gün kısalıyorum. Doktor: İlginç. Diyalogda geçen boyunun kısalmasından duyduğu endişe aslında ölümden korkusuyla yüzleşememesinin bir tezahürü olarak okunabilir. Boy kısalması giderek yok olmanın bir göstergesidir ve Hamdi “gün gün kısalıyorum” demekle aslında gün gün öldüğünü kastetmektedir. Bir alışveriş merkezinde temizlikçi olarak çalışan ve kocasından şiddet gören Meryem ile penceresinden sürekli olarak dışarıyı seyrettiği, aynı zamanda evi olarak da kullandığı bir perukçu dükkânı olan Hamdi şehrin ötekilerini temsil etmektedirler. Bu açıdan yaklaşıldığında Hamdi’nin hastalığı ötekiliğin bir metaforu olarak yer almaktadır. Meryem hasta değildir, fakat o da şehrin dışına itilmiş bir karakterdir. Hastaların dışlanması ya da tecrit edilmesi özellikle Batı tarihinde çok önemli bir olgu olarak öne çıkmaktadır. Keskin (2011:11-13) bu dışlanmayı ve tecridi ele aldığı çözümlemesinde 17. yüzyılda Avrupa’da meydana gelen önemli tarihi değişiklikleri bir başlangıç noktası sayar. Buna göre 1656 yılında Paris’te “genel hastane” adı altında bir yapı kurulmuş ve yaklaşık altı bin Parisli burada gözetim altına alınmıştır. Foucault, bu olaya ‘Büyük Kapatılma’ adını verir ve bu kapatılmanın toplumsal yönüne vurgu yapar. Foucault, söz konusu ‘genel hastanenin’ tıbbi amaçlı değil; esasen monarşik ve burjuva düzenine hizmet eden bir makam olduğunu söyler. İktidarın sürekliliğini sağlamaya yönelik üretime hiçbir katkısı olmayan herkes (deliler, hastalar, fakirler, eşcinseller vb) bu kapatılma ile toplum dışına atılır. On yedinci yüzyılda başlayan bu kapatma pratiğinde 18. yy. sonu ve on dokuzuncu yüzyılın başında, yani Fransız Devrimi döneminde önemli bir değişim daha meydana gelmiş ve kapatılanlar içinde bir ayrıma gidilmiştir. Buna göre akıl hastaları tımarhaneye, gençler ıslahevine, suçlular ise hapishaneye gönderilmiştir. Yani bu dönem hastaların, akıl hastalarının, suçluların kategorik olarak birbirinden ayrılıp her biri için farklı bir kurumun kurulmasına tanıklık eder (Keskin, 2011:11-13). Toplumsal yaşamdan bu şekilde tecrit edilenlerin farklı kategorilere ayrılması aynı zamanda bu grupların damgalanıp ötekileştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Anlatıda yer alan Hamdi karakterinin hastalığı baskın bir izlek oluşturmadığından toplum tarafından yalnızca hasta olduğu için dışlandığına dair bir yaklaşım söz konusu değildir. Hamdi’nin dışlanması ya da diğer bir ifade ile ötekileştirilmesi modern şehir yaşamının bireyleri yalnızlaştırmasından ileri gelmektedir. Şehir bir anlamda kendine ayak uyduramayanları yalnızlaştırarak kenara itmektedir. Bu şekilde kenara itilenlerin ise yapacakları tek bir şey kalmaktadır: seyretmek. Hamdi’yi anlatı boyunca daima “seyreden” konumunda görmemizin nedeni bu dışlanmışlığın ve itilmişliğin sonucudur. Hamdi’yi, işini yaparken, hastanede, yemek yerken ve mütemadiyen izlerken görürüz. Hamdi’nin bakma durumu edilgen bir konumu ifade eder, yani seyreden-seyredilen karşıtlığında olduğu gibi seyredilen nesne konumunda değildir. Burada Hamdi hayata ve şehir yaşamına asla katılamaz, bir parçası olamaz yalnızca seyreder. Esasen katılma ya da dâhil olma gibi bir çabası da söz konusu 67 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan değildir. Doktor’la olan diyalogunda da bu edilgen konum ön plana çıkar. Hamdi: Bir yerlere gitmek istiyorum ben. Doktor: Nereye. Hamdi: Uzak bir yere nereye olursa. Doktor: İyi, güzel… Hamdi: Bu defa sigaraya bir şey demediniz. Doktor: Ne diyim. Hamdi: Hiç. Sizce daha ne kadar sigara içebilirim. Doktor: Bu size kalmış. Hamdi: Üç ay, beş ay...Bir yıl. Doktor: …….(cevap vermeden odadan çıkar). Büker ve Akbulut (2009:18) kişilerin eylemlerinden değil, yaşamlarından yola çıkan bir öykülemede artık kahramanın olmadığını ifade etmektedir. Zira içinde bulunduğu durumu tepki vermeden sessizce izleyen bir karakter kahraman olmaz. Saç’ın anlatı yapısında Hamdi’nin bu şekilde seyreden olarak temsil edilmesi kahramanın yerini artık dünyayı dışarıdan seyreden (voyant) kişilerin almasına neden olmuştur. Gönen (2004:35) bu durumda filmsel evrendeki olay düğümlerinin gevşek, karakterlerin ilişkilerinin rastlantısal olduğunu ifade eder; çünkü temsili eylemlerin mantıklı ardışık gelişimi yerini amaçsız gezintilere bırakmıştır. Böylece gündüzleri işyerinin penceresinden şehrin akışını seyreden, geceleri ise sokakları amaçsızca gezen Hamdi’nin yaşamını konu edinen Saç filminde “klasik eylem sinemasının yerini, bir seyre dalma sineması almıştır” (Gönen, 2004:35). Hamdi’nin en büyük hayali Brezilya’ya gitmektir. Dolayısıyla yaşadığı şehir onun içinde yer almak istediği yer değildir. Marc Auge (1997:41) içinde yaşadığımız toplumsal ve kültürel yapıyı ‘yer olmayanlar’ kavramıyla açıklar. Buna göre yer olmayanlar insanların ve malların hızlandırılmış dolaşımı için zorunlu mekânlar (ekspres yollar, bankamatikler, hava alanları) olabileceği gibi, taşıma araçlarının kendileri ve büyük alışveriş merkezleri de olabilir Anlatıda Meryem karakteri büyük bir alışveriş merkezinde temizlikçi olarak çalışır. Yemek katında müşterilerden arta kalan çöpleri toplayan Meryem herkesin hızla geçip gittiği ve yalnızca anlık ihtiyaçlarını karşıladığı bir mekânda kimsenin farkında olmadığı yalnız bir çalışandır. Masaların arasında dolaşır, tepsileri ve çöpleri toplar. Kimse onun farkında değildir ve O da sanki kimsenin farkında değil gibidir. Auge (1997:59) yer olmayan kavramının karşısına antropolojik yer adını verdiği mekânları yerleştirir. Buna göre antropolojik yer kimlikleyici/özdeşleyici, ilişkisel ve tarihseldir. Örneğin ev bu antropolojik yerin en belirgin örneğidir. Ev bu anlamda bir tür sığınak, sahip olduklarımızı koruyabileceğimiz korunaklı bir mekândır. Meryem karakterinin mekânla olan ilişkisi incelendiğinde, bu karakteri yalnızca Sayı 40 /Bahar 2015 68 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi evinde ve çalıştığı alışveriş merkezinde görürüz. Dolayısıyla Meryem yer olmayan ve antropolojik bir yer olan ev arasında gidip gelen bir karakterdir. Evinde televizyon seyreder ve yemek yer, kendi eviyle kurduğu tek ilişki bu şekilde gerçekleşir. Kocası da her akşam eve gelir, ancak aralarında hiç diyalog geçmez. Bu iletişimsizlik evin antropolojik yer olma niteliğinde bir kırılmaya neden olur. Meryem, kocası ve Hamdi artık hiçbir yerin kimliklikyeci ve özdeşleyici bir yer olmadığı, iletişimsizlik ve yalnızlığın kol gezdiği bir şehirde yaşarlar. Bu şehrin ve hayatın akışına bir müdahale söz konusu değildir. Hamdi geceleri şehrin sokaklarında gezerken yolun kenarında araba çarpmış bir köpek görür, köpeğe öylece baktıktan sonra yoluna devam eder. Bu anlamda anlatıda şehir ‘öteki’ olarak konumlandırılacak kimlikler yaratan bir alan olarak var olur. Yıllar içinde ülkede açılan derin ekonomik yaraların yeni sınıflar ortaya çıkarması ve yeni oluşan bu sınıfların da kent mekânı içerisindeki ayrıcalık talepleri, kentte görünür kimlik mekânlarının oluşmasına yol açmıştır. Özellikle de 1990sonrasında irrasyonel biçimde oraya konan tüketim kültürü, özel televizyonları yayın hayatına girmesi ile toplumun tüm katmanlarını etkilemiştir. Kentin belirli olanaklarından yararlanamayışını, eskiden bu kadar da farkında olmayan kitleler için durum farklı bir hal almıştır. Artık temel gerekçeler geçim derdinin ötesinde, tüketim kalıpları üzerinden giden ve “öteki” olarak konumlandırılan durumundan kurtulma mücadelesine dönüşmüştür. Ama altmış yıllık bir sürecin değişmeyen tek gerçekliği kimi zaman kent saçakların saçaklarında kimi zaman da yoksul mahallelerde yaşanan hüsran, bireyin kalabalıklar içerisindeki yalnız ‘öteki’ konumuna dönüşmesi olmuştur (Elmacı, 2006: ix). Seyretmek dolayısıyla dâhil olamamak yalnızca Hamdi karakteri için değil, Meryem için de söz konusudur. Meryem alışveriş merkezinde çalıştığı zaman haricinde anlatı boyunca televizyon karşısında yemek yerken ve izlerken görülür. Boratav (2003:195) özellikle 1990 sonrasında irrasyonel biçimde oraya konan tüketim kültürünü yaygınlaşan iletişim ağları, televizyon gibi bir iletişim aracının varlığı ile toplumun tüm katmanlarını etkilediğini ve daha önce bu kadar belirgin olmayan toplumsal katmanlar arasındaki gelir adaletsizliğinin, artık iyice su yüzüne çıktığını ifade etmektedir. Meryem’in televizyonla kurduğu bu ilişki kocasıyla arasındaki iletişimsizlik ve yalnızlığının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Filmde bu iletişimsizlik ve yalnızlık döngüsünün kıran tek kişi evlilik dışı bir ilişkisi olan Meryem’in kocasıdır. Anlatıda Meryem’in kocası ile diyalogu olan tek bir sahne yoktur. Kocası yemek yerken, Meryem televizyon seyreder. Kocasının ilişkisini anladığında ise şiddet görür. Onu Hamdi’ye iten de kocasının ilişkisini öğrenmesi ve şiddet görmesidir. Mulvey (1997:41) klasik anlatının erkek bakışın “kadını röntgenlemesi” üzerine kurulu olduğunu ifade eder. Saç filminde seyretme, bakma ve röntgenleme iki farklı anlamda yer alır. İlk olarak hiçbir yere ait olamayan karakterlerin arada kalmışlık duygusunun verebilmek için hayata katılmak yerine onu yalnızca seyretme olarak, ikinci olarak ise Hamdi’nin Meryem’e âşık olması ve röntgenlemesi dolayısıyla Meryem’i nesneleştirmesi olarak. Ölmekte olan Hamdi ne kadar yaşayacağını dahi bilmemekte, sevdiği kadını da alarak Brezilya’ya gitme hayalleri kurmaktadır. İçinde yaşadığı şehrin bir parçası 69 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan olmaması onun bu şehirde bir toplumsal aktör olarak değil, yalnızca izleyici olarak var olmasına neden olur. Meryem ise onda bir tutkuya dönüşür. Meryem’i takip ederek ve onu izleyerek nerede yaşadığını ve çalıştığını, evli olduğunu öğrenir. Evin karşısındaki kahvehaneden Meryem’in evinin penceresini dikizler, otobüste Meryem’in arka tarafında oturarak onu gözetler. Meryem ona gelene kadar, onunla konuşmak için çaba sarf etmez yalnızca izler. Hamdi’nin hayata katılamaması, bunun için somut ve önemli bir çaba göstermemesi ve yalnızca seyretmesi ötekiliğini pekiştirir. Hem ölümüne yaklaşan hasta bir beden olarak hem de içinde yaşadığı şehri yalnızca dikizleyen biri olarak Hamdi karakteri filmde çifte öteki olarak temsil edilmektedir. Görüntü Görüntü Düzenlemesi Anlatı, filmin ana kahramanı olan Hamdi’nin yakın plan çekimiyle açılır. Hamdi peruk dükkânının yeşil duvarına yaslanmış boyunu ölçmektedir; çünkü boyunun giderek kısaldığına inanmaktadır. Yönetmen uzun planları kurguyla geçişlere tercih etmiştir. Pirselimoğlu uzun planlar tercih etmesini yalın bir sinemanın bıraktığı bir izlenim olarak açıklamaktadır. Pirselimoğlu, izleyiciyi, kolay olsa da çok etkili unsurlarla “büyülemeyi” seven bir yönetmen olmadığını, yapay bir hızın, doğal olmayan bir akışın hayatımızı kapladığını düşündüğünü ve bunun kırılması gereken bir durum olduğuna inandığını ifade etmektedir. (http://eksisinema.com/roportaj-tayfun-pirselimoglu-sac, erişim 20.03.2014). Bu açıdan yaklaşıldığında şehrin hızla akıp giden yaşamına bir türlü dâhil olamayanların hikâyesinin anlatıldığı filmde, insanları dışlayan ve giderek yalnızlığa mahkûm eden bu akışın hızına bir karşı duruş olarak asgari düzeyde kamera hareketlerinin olduğu, bunun yerine uzun planların anlamı desteklediği bir görüntü düzenlemesi tercih edilmiştir. Uzun plan ve sabit kamera filmde hayatın doğal akış hızına uyumlu bir sinematografi ve anlatım tarzı oluşmasına neden olmuştur. Ses ve Müzik Bordwell ve Thompson (2008:264) film çerçevesini mizansen ve sinematografi açısından çözümlerken yaptığımız gibi filmi durdurup, sesin incelenemeyeceğini, bir filmde sesleri ve onların yarattığı modelleri yakalayabilmenin kolay olmadığını ifade etmektedir. Saç filmi bu açıdan yaklaşıldığında özellikle çözümlenmesi zor bir filmdir, zira filmde ses kuşağını oluşturan diyalog ve müziğe çok az yer verilmiştir (ses kuşağını oluşturan bir diğer öğe gürültü ya da ses efektidir). Filmin ses kuşağı jenerikte devam etmektedir. Özellikle şehrin sesi; araba kornaları, kalabalığın gürültüsü ön plana çıkmaktadır. Şehrin kaosu andıran ve herhangi bir sesin belirgin olarak ön plana çıkmadığı, genel olarak gürültüyü andıran ses film boyunca sürekli olarak arka planda yer alır. En büyük hayali Brezilya’ya gitmek olan Hamdi, bir kasetçiden Brezilya müziği Sayı 40 /Bahar 2015 70 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi alır. Evinde ve otomobilde bu müziği dinler, televizyondan Rio Karnavalı’yla ilgili haber görüntülerini izler. Filmde kullanılan iki Brezilya müziği Bossa Nova türündedir. Bossa Nova ise, Brezilya kökenli bir müzik ve dans türüdür. Brezilyalı müzisyenler Antonio Carlos Jobim ve Joao Gilberto tarafından ilk kez 1958 yılında “Chega de Saudade” adlı parçada kullanılmıştır. Bu ilk parçanın müziği Antonio Carlos Jobim’e, sözleri Vinicius de Moraes’e aittir. Parça Joao Gilberto tarafından düzenlenmiştir. Bossa nova örnekleri olan; Garota de Ipanema (İng.: The Girl From İpanema), Desafinado, Samba De Uma Nota So (İng.: One Note Samba) gibi yapıtlar müzik tarihinin klasikleri arasında yer almaktadırlar ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Bossa_nova, erişim tarihi: 27.03.2014) Saç filminde Desafinado ve Garato de İpanema isimli şarkılar kullanılmıştır. Garato de İpanema, Astrud Gilberto tarafından seslendirilen şarkının İnglizce versiyonudur. Filmin son sahnesinde elinde boyunu ölçtüğü kalemi ile Hamdi yine pencerenin karşısındadır ve dükkânının önünden akan şehri seyretmektedir. Dükkân penceresinin tam karşısındaki dev ekranda Rio karnavalı görüntüleri gösterilmektedir. Hamdi elinden kalemini düşürür ve film biter. Bu sahnede The Girl form İpenama Astrud Gilberto tarafından seslendirilir. Filmin jeneriği akarken aynı şarkının Frank Sinatra tarafından seslendirilen cover versiyonu yer almaktadır. Film müziği filmin temasına ya da belirli sahnelere göre, görüntüyü destekleyici nitelik ve uyumda bestelenen ya da düzenlenen müzik (Erdoğan ve Solmaz, 2005:54) olarak tanımlandığında Saç filminde kullanılan Bossa Nova tarzı müziğin Hamdi’nin hiçbir zaman ulaşamayacağı bir hayali temsil ettiğini söylemek mümkündür. Özellikle The Girl From İpenama şarkısının sözleri dikkat çekicidir. Tall and tan and young and lovely, the girl from Ipanema goes walking (Uzun ve yanık tenli, genç ve sevimli, İpenamlaı kız geçiyor) And when she passes, each one she passes goes – ah (Ne zaman geçse, ah her geçişinde) When she walks, she’s like a samba that swings so cool and sways so gentle (Yürüdüğü zaman,tıpkı samba yapar gibi yumuşak ve kibarca salnıp yürüyor) That when she passes, each one she passes goes – ooh (Ne zaman geçse, her geçişinde) (Ooh) But I watch her so sadly, how can I tell her I love her (Ama onu üzülerek seyrediyorum, ona onu sevdiğimi nasıl söyleyebilirim) Yes I would give my heart gladly, (Evet, ona kalbimi memnuniyetle veririm) But each day, when she walks to the sea (Ama hergün, denize yürüdüğü zaman) 71 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan She looks straight ahead, not at me (doğrudan denize bakıyor, bana değil) Tall, and tan, and young, and lovely, the girl from Ipanema goes walking (Uzun ve yanık tenli, genç ve sevimli, İpanemalı kız yürüyor) And when she passes, I smile - but she doesn’t see (doesn’t see) (ve ne zaman geçse gülümsüyor ama beni görmüyor) (She just doesn’t see, she never sees me...) Beni görmüyor, beni asla görmüyor) Yukarıda sözü edilen şarkı, son sahneden hemen bir önceki planda köprünün üzerinde yine şehri seyredalan Hamdi’nin yanından geçen kırmızı paltolu ve sarı saçlı güzel kadının gelişine bir gönderme gibidir. Sarı saçlı kadın kibar ve alımlı şekilde saçlarını rüzgârda savurarak, hiç bakmadan Hamdi’nin yanından geçer. Bordwell ve Thompson (2009:273) film müziği ile sahnelerin birbiriyle karşılaştırılabileceğini, gelişme modellerinin izini sürebileceğini ve üstü kapalı imalarda bulunabileceğini belirtmektedir. Bu sahnede yönetmen daha sonra yer alacak şarkının sözlerine uygun şekilde sarışın kadını Hamdi’nin yanından geçip giderken gösterir, aynı kadın Hamdi’nin dükkânının karşısındaki kaldırımda kırmızı paltosuyla beklerken görülür. Hemen sol üst köşesindeki ekranda ise Rio Karnavalı’nın görüntüleri yer alır. Hem sarı saçlı kırmızı paltolu kadın hem de Rio karnavalı Hamdi’nin hiçbir zaman gerçekleşemeyecek hayallerinin simgesidir ve yumuşak ve nazik şekilde Hamdi’nin hayatından geçip giderler. Filmin Adı ve Bağlam Arasındaki İlişki Perukçuluk yapan Hamdi karakterinin ölüme doğru giden yaşam öyküsünün anlatıldığı filmde saç, Hamdi’nin yaşama bağlanmasının ve aşkın metaforu olarak yer alır. Delaney (2004:91) Türk toplumunda saçın, cinsiyet, yaş, sınıf, politik bağlantılar ve dinsel fikirlere bağlı bir sembol olduğunu, ancak, kadınların saçının ve örtüsünün anlamını algılamak için kadın saçının erkek saçıyla, baş kılının vücut kılıyla, değişik uygulamaların yaşam döngüsünün bütünündeki saçla olan ilgisinin analiz etmek gerektiğini belirtmektedir. Hamdi’nin Meryem’in saçlarını kestikten sonra ona âşık olması, saçın bir fetiş nesnesi olarak anlatıda nasıl yer aldığının çözümlenmesi gerektiğini ortaya koyar. Delaney (2004:101) kadınların saçının dişi cinselliğinin gücünün sembolüyle yüklü olduğunu ifade eder. Filmin adında insan vücudunun yalnızca bir bölümünü oluşturan saç’ın ön plana çıkarılması “fetiş” kavramını akla getirir. Fetiş cinsel uyarımın saplantılı bir şekilde eşleştiği, kendi başına bir cinsellik aracı olmayan “nesne”ye denir. Bu durumda fetiş nesnesi arzu edilen kişiden bağımsız kendi başına erotik bir anlam kazanır (Yazıcı, 2010). Hamdi’nin Meryem’in saçlarını özenle yıkaması, taraması ve bir mankene giydirerek sürekli yanı başında bulundurması saçın filmde fetiş nesnesi olarak kullanıma örneklerdir. Burada fetiş nesnesi olan saç doğrudan cinsel isteğe gönderme yapmaz, ancak Sayı 40 /Bahar 2015 72 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Meryem’in Hamdi’nin evine geldiği ve kendi saçından yapılmış peruğu başına taktığı sahnede fetiş nesnesinin cinsellikle bağlantısı ortaya çıkar. Ait olmadıkları bir şehirde, giderek yalnızlaşan bu insanlar için saç kendilerine ve sevdikleri insanlara ait olan belki de tek nesnedir. Mekânla aidiyet bağlarını kaybeden insanlar, bedenleriyle ya da bedenlerinin bir parçasıyla bu aidiyet bağlarını yeniden kurarlar. Saç yalnızca Meryem ve Hamdi için değil, Meryem’in kocası için de önemlidir. Aynada sürekli saçını düzelten ve beyazlarını boyayarak kapatan koca, yıkadığı ölünün saçlarını da uzun uzun inceler. Evlilik dışı bir ilişkisi olan kocanın saçına gösterdiği önem hem ilişkisinden hem de bu aidiyet sorunundan kaynaklanmaktadır. Sonuç Filmler içerisinden çıktıkları toplumun ve tarihsel sürecin yaratımıdır. Beden ise belirli söylemler tarafından oluşturulur ve bu söylemler sanılandan çok daha güçlüdür. Çağdaş beden çalışmalarının temellendiği ana kuram doğal, verili ve sabit bir beden olmadığıdır. Dolayısıyla hasta ve engelli bedenler de sabit, verili ve doğal değildir. Bu bedenlerin hepsi kültürün söylemleri tarafından inşa edilmekte ya da şekillendirilmektedir. Sağlıklı ve sağlam olmak kültürel bir inşa ise, hasta olmak da kültürel inşadır. Sakat bedenler ise tıpkı queer bedenler gibi homojenliğe karşı direnme biçimleri olarak anlaşılmalı ve tahayyül edilmelidir. Sinemada bedenin yer alış biçimleri popüler kültürden, genel olarak içinden çıktığı toplumun güzellik, normallik ve sağlamlık anlayışından etkilenir. Bu anlamda filmler üretildikleri toplumun beden imgelerini yaratarak basmakalıp örnekleri oluşturur. Sinema filmlerinde basmakalıp örneklerin oluşturulmasında ise en sık kullanılan temsil biçimleri dış görünüşe dolayısıyla oyuncuların bedenlerine ilişkindir. Film kahramanlarının görünüşlerine ve bedenlerine ilişkin bu temsiller toplumsal cinsiyet, ırk, etnisite, sağlamlık, cinsellik ve sınıf gibi belirli toplumsal temsil sistemlerine gönderme yapar. Bu temsil sistemleri belirli iktidar yapılarını kurmak ve sürdürebilmek adına beraber, ancak birbirlerinden farklı şekilde işlemektedirler. Sinema filmleri ise cinsiyeti, cinsel yönelimi, etnik kökeni, ırkı, kimlikleri, mekânları ve nihayetinde bedeni olduğu gibi göstermekten ziyade, bu olguların temsilini sunmaktadır. 2010 tarihli Saç filminde yer alan kanser hastalığı “temiz” biçimde sunulur. Temizden kastedilen filmlerde hastalığın olumsuz yönleri ile gösterilmediği ve gerçek hayatta hasta bedende meydana gelen bedensel değişimlerin yansıtılmadığıdır. Bu anlamda hastalığın temsili Saç filminde temiz, kısa ve acısızdır. Hastalığa ilişkin gerçekçi semptomlara bu filmde rastlanmaz. Dolayısıyla hastalığın Saç filminde gerçekçi bir temsilden ziyade modern şehir yaşamına uyum sağlayamayan ve yalnızlaşan bireyin yabancılaşmasının bir metaforu olarak temsil edildiği sonucuna varılmıştır. Kaynaklar 73 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan Adak, N.Ö., (2002). Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, İstanbul: Birey Yayıncılık. Akın, Y., (2010). “Ulus İnşasında Bedenin Terbiyesi ve Politika İlişkisi: Osmanlıdan Cumhuriyete”, Bedende Kıpırdanmalar, der: Gülnur Elçik, Tuba B. Özenç, İstanbul: Varlık Yayınları. Auge, M., (1997). Yer-olmayanlar Üstmodernliğin Antropolojisine Giriş, İstanbul: Kesit Yayıncılık. Bayrakdar, D., (2006).“Türk Sineması: Kimlik Olgunlaş(tır)ma Enstitüsü”, Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler-5 Türk Sineması: Sinema ve Tarih, Yayına Haz: Deniz Bayrakdar, İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Boratav, K., (2003). Yakınçağ Türkiye Tarihi, Milliyet Kitaplığı. Bordwell, D. ve Thomson, K., (2008). Film Sanatı, çevirenler: Ertan Yılmaz ve Emrah Suat Onat, Ankara: DeKi Basım Yayım Ltd. Şti. Bossa Nova http://tr.wikipedia.org/wiki/Bossa_nova, erişim tarihi: 27.03.2014) Büker, S. ve Akbulut, H., (2009). Yumurta: Ruha Yolculuk, Ankara : Dipnot Yayınları. Ocak. Çintay, N., (2011). “Burjuvaysan Burcu’yu Beğeneceksin”, Sabah Gazetesi, 23 Demez, G., (2009). “Sınıfsal ve Bireysel Kimlik Oluşumunda Beden Sorunu: Habitus”, Toplumbilim Dergisi Beden Sosyolojisi Özel Sayısı, 24, Haziran. Delaney, C., (2004). Türk Toplumunda Saçın Anlamı, Saç Kitabı içinde, editör: Emine Gürsoy Naskali, İstanbul: Kitabevi. Elmacı, T., (2006).Son Dönem Türk Sinemasında Kentli Kimlik Bağlamında Öteki’nin Sunumu, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Sinema-TV Anabilim Dalı, İzmir. Erdoğan, N., (1998).“Yeşilçam`da Beden ve Mekânın Eklemlenmesi Üzerine Notlar”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, Şubat-Nisan,1998 (3. Baskı) İstanbul: Doğu Batı Yayınları. Erdoğan, İ. ve Solmaz-Beşevli, P., (2005). Sinema ve Müzik. İstanbul: Erk Yayınları, Geray, H., (2006).Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş, Ankara: Siyasal Kitabevi. Gönen, M., (2004). Paradoksal Sanat: Sinema, İstanbul: Es Yayınları. Güçlü B. A. ve Uzun E., (2002). Sarp Erk Ulaş Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Hall, S., (2002) “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Medya Kültür Siyaset, Ankara: Alp Yayınevi. Sayı 40 /Bahar 2015 74 Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Işık, E. İ., (1998). Beden ve Toplum Kuramı Öznenin Sosyolojisinden Bedenin Sosyolojisine, Ankara: Bağlam Yayıncılık. Kaya, Ş. Ş., (2011). Televizyonda Kadın, Sağlık ve Hastalık, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Güz, 4(2). Keskin, F. C., (2011). Büyük Kapatılma, Seçme Yazılar 3: Büyük Kapatılma içinde, Michel Foucault, çevirenler: Işık Ergüden, Ferda Keskin, 3. Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Nazlı, A., (2004). “Beden ve Tüketim: Tüketim Kültürü İçinde Kadın Bedenine Bir Bakış”, Sivil Toplum 2(8). Nazlı, A., (2009). Sosyolojik Bakışın Eşiğindeki Beden, Toplumbilim Dergisi Beden Sosyolojisi Özel Sayısı,24, Haziran. Marshall, G., (1999). Sosyoloji Sözlüğü, çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınevi. Mulvey, L., (1997). Görsel Haz ve Anlatı Sineması. Çev: Nilgün Abisel, 25. Kare. Özer, Ö., (2009). Eleştirel Haber Çözümlemeleri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Yayınları. Özgör, C. O., (2012).“XX. Yüzyıl Resim Sanatında Yalnızlık Temasının Kültürel ve Tarihsel Kökenleri”, Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı Resim Programı, Çanakkale. Pirselimoğlu, Tayfun (2014). Röportaj, (http://eksisinema.com/roportaj-tayfunpirselimoglu sac, erişim 20.03.2014) York. Rosen, P., (1986). Narrative, Apparatus, Ideology, Colombia University Press, New Ryan, M. And Kellner, D., (1997). Politik Kamera: Çağdaş Hollywood Sinemasının İdeolojisi ve Politikası, çev: Elif Özsayar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Sontag, S., (2005). Metafor Olarak Hastalık-Aids ve Metaforlar, İstanbul: Agora Kitaplığı. Sözen, M., (2008). “Türk ve İran Kültüründe Bedenin Yeniden Sunumu ve Bunun Sinemadaki Yansımaları”, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Sayı 20. Teber, S., (2009).Melankoli, İstanbul: Say Yayınları. Turner, B.S., (2011). Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi, çev: Ümit Tatlıcan, İstanbul: Sentez Yayıncılık. Ülkü, G., (2004). “Söylem Analizinde Yöntem Sorunu ve Van Dijk Yöntemi”, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi içinde, der. Çiler Dursun, Ankara: Kesit Tanıtım. Van, D., (2004). ‘Critical Discourse Analysis’, The Handbook of Critical Discourse, edited by Deborah Schiffrin, Deborah Tannen ve Heidi Hamilton, Blackwell Publishing 75 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Nuray Hilal Tuğan Ltd. Wodak, R. And Meyer, M., (2009). Methods of Critical Discourse Analysis, Sage Publications. Wollen, P., (2012). Godard ve Karşı Sinema, Çeviren: Öğr. Gör. Hasan Gürkan, İstanbul Arel Üniversitesi, İletişim Fakültesi İletişim Çalışmaları Dergisi / Journal of Communication Studies, 3. Yazıcı, Ali Hilmi, (2010). Cinsel Hayatın Rengi mi Sapkınlık mı?, röp: Çiğdem İşler, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=15221131&tarih=2010-0708,erişim tarihi: 15.05.2014. Young, K., (2003).“Beden Folkloru”, çev. Mehmet Ekici, ‘Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar’, haz: G. Eker, M. Ekici, M.Oğuz, N.Özdemir, Ankara: Milli Folklor Yayınları. Sayı 40 /Bahar 2015 76 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Örgütsel Bağlılık ve Örgütsel Sinizim İlişkisi Üzerine Bir Araştırma Özlem GÜLLÜOĞLU IŞIK,Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Keywords: Organizational Commitment, Organizational Cynicism, Dimensions of Commitment, Dimensions of Cynicism. Anahtar Kelimeler: Örgütsel Bağlılık, Örgütsel Sinizm, Bağlılık Boyutları, Sinizm Boyutları. Abstract Organizational commitment concept has been one of the most important subjects recently as transforming from industrial society to information and consumption society. Organizational commitment is a psychological situation that shapes the relation of management with worker and provides the decision to continue to work in management. Organizational cynicism as a different dimension of the study appears as a negative behavior towards the organization in which one works. Personnel, psychological breach of contract, lacks in management behaviors…etc are among the reasons of organizational cynicism. Both of two concepts are dealt with relating different organizational outputs in literature but especially in Turkish, studies dealing with the possible relation of two concepts are really limited. This paper is written in order to take a step in meeting the needs. So as to contribute to the discussion process for this subject, organizational commitment and organizational cynicism scale are applied to 412 workers, from the hotels in Kayseri and 6 of them are 3-stared and 4 of them are 4-stared. So, results are tried to be argued in terms of organizational dynamics. Questionnaire study is preferred as a research technique. Organizational commitment is tried to be evaluated through organizational commitment scale, developed by Allen and Meyer (1990) and organizational cynicism is tried to be evaluated through organizational cynicism scale, developed by Dean (1998). In the study result, it is realized that cynicism levels of workers affected by commitment levels for their organization. Öz Endüstriyel üretim toplumundan bilgi ve tüketim toplumuna geçerken, örgütsel bağlılık son yıllarda üzerinde en çok durulan kavramlar arasındadır. Örgütsel bağlılık, çalışanın işletmeyle olan ilişkisini şekillendiren, işletmede çalışmaya devam etme kararının alınmasını sağlayan psikolojik bir durumdur. Çalışmanın bir diğer boyutu olan örgütsel sinizm ise, kişinin çalıştığı örgüte yönelik olumsuz tutumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Örgütsel sinizmin nedenleri arasında kişilik, psikolojik sözleşme ihlali, liderlik davranışındaki eksiklikler vb. sayılmaktadır. Literatürde her iki kavram farklı örgütsel çıktılarla ilişkilendirilerek ele alınmış ancak özellikle Türkçe literatürde her iki kavramın muhtemel ilişkisine değinen çalışma sayısı sınırlı kalmıştır. Bu çalışma, iletişim alanındaki bu açığı kapatma noktasında bir adım atmak amacıyla kaleme alınmış; konuya yönelik tartışma sürecine katkı sağlamak amacıyla Kayseri’de faaliyet gösteren 6’sı 3 yıldızlı, 4’ü 4 yıldızlı olmak üzere konaklama işletmelerinin 412 çalışanına örgütsel bağlılık ve örgütsel sinizm ölçeği uygulanarak, sonuçlar örgütsel dinamikler bağlamında tartışılmaya çalışılmıştır. Araştırma yöntemi olarak anket çalışması tercih edilmiş; örgütsel bağlılık Allen ve Meyer (1990) tarafından geliştirilen örgütsel bağlılık ölçeği ile, örgütsel sinizm ise Dean vd. (1998) tarafından geliştirilen örgütsel sinizm ölçeği kapsamında ölçümlenmeye çalışılmıştır. Araştırma sonucunda çalışanların örgütsel sinizm düzeylerinin, onların örgütlerine olan bağlılık düzeylerini etkilediği sonucuna varılmıştır. A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Introduction Whereas the workplace of twenty years ago was a place where employees offered loyalty, trust, and commitment in exchange for job security, training, promotion, and support from their employer, in the contemporary workplace they are expected to work longer hours, accept greater responsibility, be more flexible and to tolerate continual change and ambiguity (Cartwright and Holmes 2006:200). In the 21st century things have been changed because of globalization, technology and work force diversity, now this is one of the biggest challenges for leaders to retain the best people in the organization because organizations are facing Cynicism Problem. Organizational cynicism can be defined as an attitude, “characterized by frustration and disillusionment as well as negative feelings toward and distrust of a person, group, ideology, social convention, or institution” (Andersson and Bateman 1997:449). A cynic believes that the organization lacks reliability, truthfulness and equality (Davis and Gardner 2004:442) Cynical individuals also believe that things can be better, must regard initiative as futile, and must attribute failure to the system as a whole (McClough et al. 1998: 33). Cynical people were seen also as far less optimistic about the success-related changes due to previous changes that have repeatedly failed. While cynicism is often attributed a negative bias, many authors concur that cynics may also represent the “voice of conscience” for the organization and, thereby, question the suitability of poor strategic choices in the organizational context (Dean et al. 1998:342; Cutler 2000:296). Over the years, researchers have become more interested in issues relating to organizational cynicism. The concept of cynicism has become the subject of various disciplines in social sciences like philosophy, religion, political science, sociology, management and psychology (Ince and Turan, 2011:111). One of the accepted outcomes of the organizational cynicism in the organizational life is organizational commitment. Organizational commitment has been defined as “the relative strength of an individual’s identification with and involvement in a particular organization” (Mowday et al. 1982a: 27) and a “psychological link between an employee and his or her organization that makes it less likely that the employee will voluntarily leave the organization” (Allen and Meyer 1996: 252). The concept of commitment is of considerable interest to psychologists because there is strong evidence of links between high levels of commitment and favorable organizational outcomes. At the individual level of analysis, commitment predicts important employee behaviors such as staff turnover, absenteeism, organizational citizenship or extra-role behaviors, and performance. Furthermore, when aggregated to the organizational subunit level, high levels of commitment are associated with elevated levels of customer satisfaction and sales achievement, communication satisfaction (Allen and Meyer 1996; Mathieu and Zajac, 1990; Meyer et al. 2002; Gelade and Young, 2005; Güllüoğlu, 2011). Furthermore, Batemen and Strasser (1984: 95-96) state that the reasons for studying organizational commitment are related to “(a) employee behaviors and performance effectiveness, (b) attitudinal, affective, and cognitive constructs such as job satisfaction, (c) characteristics of the employee’s job and role, such as responsibility and (d) personal characteristics of 78 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık the employee such as age, job tenure”. Organizational commitment has been studied in the public, private, and non-profit sector, and more recently internationally. Early researches (Hall, 1977; Mowday et al., 1979; Angle and Perry 1981; Reichers, 1985; Bateman and Strasser, 1984) focused on defining the concept and current researches (Riketta, 2002; Greenberg and Baron, 2003; Cooper-Hakim and Viswesvaran, 2005; Chughtai and Zafar, 2006) continue to examine organizational commitment through two popular approaches, commitment-related attitudes and commitment-related behaviors. A variety of antecedents and outcomes have been identified in the past thirty years. The relationship between organizational cynicism and organizational commitment has not been thoroughly investigated in organizational environments. Therefore, the current study is trying to examine the relationship between organizational cynicism and organizational commitment at hotelsi. According to this aim, the first part of the study introduces the readers to the focus and aims of the current research. Following part provides a literature review of organizational cynicism and organizational commitment along with theoretical and empirical support. The second part of the study describing the methodology that was used to test the study’s hypotheses, characteristics of the participants and measures used in the study will be explained. In this part, description of the statistical procedures used to conduct data analysis and hypothesis testing, along with their corresponding results will be discussed. The final part will outline the key findings along with a discussion of strengths and limitations of the study, and their implications for hotel institutions, organizations in general, and the field. Directions for future research on organizational cynicism, commitment and their relationship will be also discussed in this part. Literature Review and Conceptual Framework Organizational Commitment In organizations where the human factor is seen as the major competitive challenge, organizational commitment is considered as one of the factors contributing to a healthy organizational climate, higher morale and motivation. Organizational commitment is the attitude of an employee towards his or her organization. It is a psychological state that categorizes the employee’s relationship with the organization, and has implications for the decision to continue membership in organization (Meyer et al. 2002). Mowday et al. (1982b) mention three characteristics of organizational commitment when they define the concept of commitment: (1) a strong belief in, and acceptance of, the organization’s goals and values, (2) a willingness to exert a considerable effort on behalf of the organization, and (3) a strong intent or desire to remain with the organization. Nature of commitment has been conceptualized by Meyer and Allen (1991) into 3 dimentions: Affective commitment, continuance commitment and moral commitment. Affective commitment refers to the employee’s emotional attachment to, identification with, and involvement in the organization. Employees with strong affective commitment continue employment with the organization because they want to do so. It Sayı 40 /Bahar 2015 79 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism develops on the basis of work experience such as job challenge, degree of autonomy, and a variety of skills which employees find rewarding or fulfilling. These jobs characteristics have been found to be strongly and positively associated to affective commitment but less related to normative and continuance commitment in a study of Dunham, Grube, and Castaneda (1994) among employees from a wide variety of organizations. Continuance commitment refers to an awareness of the cost associated with leaving organization. Employees whose primary link to the organization is based on continuance commitment remain because they need to do so. It develops as a result of any action or events that increase costs of leaving the organization. Age and tenure, therefore, can be predictors of continuance commitment. It means that continuance commitment develops among older employees who have longer organizational tenure, although the results are somewhat mixed in this domain and should be interpreted with caution. Based on Becker’s (1960) side bet theory, many other factors have been investigated as antecedents of continuance commitment such as employees’ number of dependent family members. Normative commitment reflects a feeling of obligation to continue employment. Employees with a high level of normative commitment feel that they ought to remain with the organization. It develops on the basis of a collection of pressures that individuals feel during their early socialization from family and society (Wiener, 1982). Some of the organizational actions can make a person indebted toward the organization, which can build normative commitment (Gouldner, 1960). Indivitual factors and organizational factors affect the commitment. Greenberg and Baron (2003) listed individual factors as “Age” (Allen and Meyer suggest that older workers are more satisfied with their jobs because they are more attitudinal commitment); “Gender” (Women are more committed than men, although the difference is minor. The reason is that women’s membership in the organization should put more obstacles); “Education” (Graduate weak negative relationship between organizational commitment and the relationship is based more on attitude and commitment calculator with no obligation); “Marriage” (due to financial problems, relationship commitment finds calculator). Besides individual factors, organizational factors also affect degree of organizational commitment of workers. These factors can be listed as: “Background of the organization and the organizational side” (the person in the history of investment in the organization’s commitment, but the relationship is weak); “Work environment” (socialization of employees, (Meyer and Allen, 1998), organizational climate (Gilbert, 1999) and psychical conditions of organization (Chughtai ve Zafar, 2006); “Role and Work Qualification” (Participation (Lydon, 1997), Otonomy (Gilbert and Ivancevich, 1999), Work History (Balmforth ve Gardaner, 2006); “Other Organizational Factors” (More employee involvement in decision making, work efficiency, job responsibility, equity valuation (Mathieu and Zajac, 1990), communication satisfaction (Güllüoğlu, 2011), leadership (Meyer and Allen 1998). Organizational commitment is important because low commitment has also been associated with low levels of morale (DeCottis and Summers, 1987) and decreased measures 80 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık of altruism and compliance (Schappe, 1998). Non-committed employees may describe the organization in negative terms to outsiders thereby inhibiting the organization’s ability to recruit high-quality employees (Mowday et al. 1982b). On the other hand, high levels of commitment lead to several favorable organizational outcomes. Researches indicate that commitment is negatively related to turnover (Cooper-Hakim and Viswesvaran 2005), absenteeism (Farrel and Stamm 1988), counterproductive behavior (Dalal 2005) and positively related to job satisfaction (Cooper-Hakim and Viswesvaran 2005), motivation (Mathieu and Zajac 1990), organizational citizenship behaviors (Riketta 2002) and job performance (Meyer et al. 1989). One of the negatively correlated outcomes of organizational commitment is organizational cynicism It is thought that employees who held cynical attitudes were less committed to the organization, engaged in fewer behaviors above and beyond their job duties, and were more likely to leave the job, thus confirming predicted relationships (Johnson et al. 2003; Wanous et al. 2000; Scott ve Zweig 2008: 97; Stanley and Meyer 1998; Vance et al. 1996; Treadway et al. 2004; James 2005; Abraham 2000; Barnes, http:// udini.proquest.com). However, the question is, does organizational cynicism simply represent a lack of commitment? Organizational Cynicism Over 78 years ago, Betrand Russell (1930) wrote an article entitled, “On Youthful Cynicism” In it, Russell states, “.. .the intelligent young of the present day are cynical to a far greater extent than was the case formerly.” (Barnes, http://udini.proquest.com). Dictionary meaning of the a cynic is “ one who believes that human conduct is motivated wholly by self-interest” (Merriam-Webster, 1993: 323). In their study Mirvis and Kanter (1992:61) describe cynical companies as those that “embody expedient, self-serving values, that support managers who engage in deceptive and exploitative practices, and that communicate in a one-sided, hyped-up, and disingenuous fashion to their employees.” Research and theory regarding cynicism in organizations are still in their infancy. Due to this novelty, there is no agreed upon definition of organizational cynicism. Dean et al. (1998:345) have defined organizational cynicism in the modern way, as “… a negative attitude toward one’s employing organization, comprising three dimensions: (1) a belief that the organization lacks integrity; (2) a negative affect toward the organization; and (3) tendencies to disparaging and critical behaviors toward the organization that are consistent with these beliefs and affect.” Another definition focuses on cynicism regarding organizational change. Here, cynicism is a potential barrier to change and can be defined as pessimism and hopelessness regarding innovation efforts. On the other side Andersson (1996: 1398) defined cynicism as ‘‘both a general and specific attitude, characterized by frustration, hopelessness, and disillusionment, as well as contempt toward and distrust of a person, group, ideology, social convention, or institution’’. In general, we can summarize cynicism as “people are committed with unethical behavior and negative attitude towards their job and organizations”. We can see organizational cynicism as a multidimensional construct: people are considered cynical about their organization to the extent that they hold certain beliefs Sayı 40 /Bahar 2015 81 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism about the organization’s (lack of) integrity, experience certain types of affect toward the organization, and display certain behavioral tendencies toward the organization. We can conceptualize the strength of the attitude of cynicism as a function of the strength of each of the individual dimensions. However, in the literature organizational cynicism has been evaluated 3 basic components which to be highly intercorrelated: Cognitive, Affective, and Behavioral dimension (Dean et al. 1998; Stanley et al., 2005): The Cognitive Dimension of organizational cynicism is the belief in the organization’s lack of honesty, justice and sincerity. Cynics believe that those principles are mostly forfeited. They are replaced by unprincipled actions and immoral attitudes as if they are norms. Besides, cynics may believe that human beings are untrustworthy and incoherent in their behaviors. The cognitive dimension also expressed as denial of the sincerity of the organization (Goldner et al. 1977; Urbany 2005), as the belief that selfishness and fakery is at the core of human nature (Kanter and Mirvis 1989, 1992), or that organizations are unscrupulous and self-serving (Valentine and Elias, 2005) and fall short of integrity (Dean et al. 1998; Johnson and O’Leary-Kelly 2003). The Affective Dimension of organizational cynicism refers to the emotional reactions to the organization. Cynics may feel disrespect and anger towards their organizations; or feel discomfort, hatred and even shame when they think about their organizations. Thus, cynicism is related to various negative senses. The affective dimension of cynicism also represented in emotionally flavored conceptualizations, such as frustration and disillusionment (Andersson 1996; Andersson and Bateman 1997; Johnson and O’Leary, 2003), or pessimism (Reichers et al. 1997; Wanous et al. 1994). The Behavioral Dimension of organizational cynicism refers to negative tendencies and mainly humiliating attitudes. Strong critical expressions towards the organization are the most prominent of behavioral tendencies. These may occur in various forms, mostly expressions about the organization’s lack of honesty and sincerity (Nafei, 2013). It is also key to conceptualizations such as hostile impugning and vilification of motives (Turner and Valentine 2001), alienation and psychological exit and disengagement (O’Brien et al. 2004), a loss of faith in leaders of change (Reichers et al. 1997; Wanous et al. 2000), or as distrust of a person, group, ideology, social convention or institution (Andersson, 1996; Andersson and Bateman, 1997; Naus, http://arno.unimaas.nl). In summary, the cognitive dimension refers to employees who ‘think and experience’ cynicism by gaining information about the organization through observation, perception, or experience and by forming beliefs about it (Dean et al. 1998). The affective dimension points at the emotional side of people ‘feeling cynicism’, who get angry, frustrated, and disillusioned when they believe that deeply-rooted expectations about honesty, fairness, justice, and the desire of being treated with respect and dignity are not met by the organization. Finally, although it is recognized in psychology that people’s behavior may not always be consistent with their attitudes (Ajzen and Fishbein, 1977), a number of behavioral expressions and consequences of employees acting out their cynical beliefs and affects about the organization were identified (Naus, http://arno.unimaas.nl). It is important to understand how cynicism develops and is manifested in 82 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık organizations because it is suggested that many of the employees in the organizations are cynical (Scott and Zweig, 2008: 95). Andersson’s (1996) model of cynicism includes a number of workplace characteristics that may affect cynicism via the moderating effects of fairness perceptions. These characteristics fall into three broad categories. The first is business environment characteristics. Here, high levels of executive compensation, high corporate profits, layoffs, and social irresponsibility are suggested to influence fairness perceptions. The next category is what Andersson terms organizational characteristics. These include poor communication, limited voice expression, discourteous treatment, managerial incompetency, and techniques of management. The final category is called job and role characteristics. Included here are role ambiguity, role conflict, and work overload. In addition to these factors there are many other factors that may cause the organizational cynicism these can be an individual occupation, organizational change and role of top management (Brown and Cregan, 2008). Beside them, identified lack of respect, lack of opportunity, unawareness and rude temperaments, unfulfilled goals, which inhibits the formation of healthy relationships, increased job requirements and decreased resources are some of the sources of cynical attitudes. Dealing with stress, disagreement with organizational expectations, lack of social support and recognition, not having a voice in the decision-making process and unbalanced distribution of power are other reasons of the organizational cynicism (Reichers et al. 1997; Berman 1997; Richardsen et al. 2006). However, not all employees are similarly affected by the same circumstances. Situational characteristics of the organization interact with dispositional characteristics of employees in the development of cynicism. People with significant work ethic or other similar values tend to work harder and expect the employing organization to treat them with respect and dignity, and to be honest with others too. The failure of the organization to satisfying these expectations causes disappointment and disillusionment, making the employees susceptible to a cynic attitude. On the other hand, people who care less, or not at all, about the lack of honesty or sincerity, or have learned over time to deal with them, most likely they will not become cynical, as a result of their experiences (Grama 2013:125). It can be said under the light of this information that one of the dynamics of organizational commitment is the dimension of cynic behaviors of workers towards their organization. In other words; as the cynicism level of workers increase, commitment to organization is affected negatively. So as to test this assumption, a survey was conducted in hotels. Main reason to prefer hotels as a study field is to realize that cynicism is seen densely in occupation groups which need face-to-face communication, which was explained in literature. In the other side of the research, I will try to give place to the research results taken from 309 workers from hotels, 6 of them are 3-stared and 4 of them are 4-stared in Kayseri. Sayı 40 /Bahar 2015 83 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Methodology Despite the increase of cynicism in business and industry, there is little research on cynicism and commitment relationship, including what they are, what causes them, how they effects organizations, and what can be done to effectively address them. This study aims at firstly determining the degree of employees’ level of organizational cynicism and organizational commitment and then identifiying the relationship between organizational cynicism and commitment according to dimentions. In the light of this aim, we will further elaborate the problem statement in several hypotheses and then, we will test them. Finally, we will draw the conclusions of the study. Research Questions and Hypotheses To accomplish the objectives of the study the major research questions which this study will attempt to answer are: • Research Question 1: What is the organizational cynicism level of employees? Research Question 2: What is the relationship between employees’ cynicism level and kind of hotel they are working at? • Research Question 3: What is the relationship between employees’ cynicism level and department in the hotel they are working at? • Research Question 4: What is the organizational commitment level of employees? • Research Question 5: What is the relationship between employees’ commitment level and kind of hotel they are working at? • Research Question 6: What is the relationship between employees’ commitment level and department in the hotel they are working at? • Research Question 7: What is the relationship between employees’ level of cognitive cynicism and affective commitment? • H1: There is a negative relationship between employee’s level of cognitive cynicism and affective commitment. • Research Question 8: What is the relationship between employees’ level of behavioral cynicism and affective commitment? • H2: There is a negative relationship between employee’s level of behavioral cynicism and affective commitment. • Research Question 9: What is the relationship between employees’ level of affective cynicism and affective commitment? • H3: There is a negative relationship between employee’s level of affective cynicism and affective commitment. 84 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık Population and Sample The fact that concept of organizational cynicism is densely experienced in occupation groups which need face-to-face communication is mentioned in literature part of the study. In the light of this information, a study is done with the workers of hotels which are an important part of a service sector and it is wanted to help from Ministry of Culture and Tourism in the step of gathering information about the population. 412 workers from hotels in Kayseri, 6 of them is 3-stared and 4 of them are 4-stared, constitute the population of the study. Questionnaire texts were given to 350 hotel workers. 319 of them replied but 309 of them were evaluated because of some problems such as wrong coding, leaving blank the questionnaire. The random sampling was used for collecting the primary data due to difficulty of having access to all of the items of the research population, because of time limitations. Measuring Instruments For measuring organizational cynicism, scale of Dean et al. (1998) was used in the study. Organizational Cynicism Scale (OCS) is comprised of the three dimensions of affective, cognition, and behavioral. The affective items reflect negative emotions such as distress-anguish, anger-rage, and disgust-revulsion. Belief items reflect cognitive evaluations that employees have about the integrity and sincerity of their employing organization. Behavioral items reflect critical and disparaging behaviors associated with organizational cynicism. OCS consists of 13 statements. There are five statements in cognitive dimension, four statements in emotional dimension and four statements in behavioral dimension. The researcher has employed the measure developed by Allen and Meyer (1990), which modified by Meyer, et al. (1993) to measure organizational commitment. Aspects of organizational commitment include affective, continuance, and normative commitment. It consists of 18 statements equally divided among secondary measures. There are six statements in affective commitment, six statements in continuous commitment and six statements in normative commitment. A Likert scale was used for judging levels of agreement or disagreement, ranging from (5) which refers to full agreement and (1) which refers to full disagreement. Data Analysis and Testing Hypotheses In research, frekans analysis was used for the demographic features of the participants while descriptive statistic was used for the levels of cynicism and organizational commitment. Two independent sample t test was used to survey the link between the cynicism and organizational commitment subdimensions and gender, marital status, variants of the worked hotel class. One way analysis of variance (ANOVA) was used to survey the relation between age, education, income and the variants of the hotel class department. Pearson correlation analysis was used to investigate the link between cynicism and organizational commitment subdimension. Significance level was preferred as 0,05 in tests. It was calculated as 5-4=1 having been considered the given answers for the questions in likert scale,which is maximum point 5 and minimum point 1,in the scales Sayı 40 /Bahar 2015 85 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism of organizational commitment and organizational cynicism.Also , tab space was found as 4/5=0,80 for the category levels. In this situation, the categories related to the average point are determined as following: 1,00-1,80 = ‘’ I totally do not participate’’, 1,81-2,60 = ‘’ I do not participate ‘’, 2,61-3,40 = ‘’ Neither I do not participate nor I do ‘’, 3,41-4,20= ‘’ I participate ‘’, 4,215,00 = ‘’ I totally participate ‘’. Table 1: Kind of hotel in which participants work and department information Hotel and Department Information 4 star 3 star Reception Food and Drink Housekeeping department Kitcken Accountancy Purchasing Sales&Marketing Human Resources Technical Service Hotel Classification Departmant n % 102 207 50 47 33,0 67,0 16,2 15,2 41 13,3 44 25 24 34 19 25 14,2 8,1 7,8 11,0 6,1 8,1 It is a 4-star hotel that 102 of participants (%33,0) work in while 207 of participants (%67,0) work in 3-star hotel. 50 of participants (%16,2) work in Reception and 47 of participants(%15,2) work in food-drink department and 41 of participants(%13,3) work in housekeeping and 44 of participants(%14,2) work in kitchen and 25 of participants (%8,1) work in accounting department and 24 of participants (%76,8) work in buying department and 34 of participant(%11,0) work in marketing and sale department and 19 of participants(%6,1) work in human sources department and 25 of participants(%8) work in technical service department. Table 2: Descriptive Statistics for Cynicism Scale Subdimentions Variable X SS Min. Max. Cognitive Dimention 2,98 0,90 1,60 4,40 Emotional Dimention 2,60 0,97 1,00 4,25 Behavioral Dimention 3,30 0,75 1,67 4,50 In cynicism scale, Cognitive dimension average point is 2,98±0,90 and Affective dimension average point is 2,60±0,97 in cynicism scale and Behavioral dimension average point is 3,30±0,75 in cynicism scale. It is seen that all dimensions are in level of “Neither I participate nor I do” 86 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık Table 3: T Test Results for the relationship between Cynicism Level and Hotel Classification Cognitive Dimention Emotional Dimention Behavioral Dimention Hotel Classification 4 star 3 star 4 star 3 star 4 star 3 star n X SS 102 206 102 206 102 206 2,74 3,10 2,36 2,71 3,16 3,37 0,82 0,92 0,92 0,97 0,65 0,79 sd t p 306 -3,404 0,001 306 -3,072 0,002 306 -2,348 0,020 The difference between average points of 4-star and 3-star hotel participants who get their points from cognitive dimension and affective dimension and behavioral dimension in cynicism scale is statistically significant. The average points of 3-star hotel participants, Cognitive dimension point (t=-3,404) andAffective dimension point (t=3,072) and Behavioral dimension point (t=-2,348), are higher in significant level than the average point of 4-star hotel participants. There is relationship between cynicism level and worked hotel class. Table 4: ANOVA Test Result for the Relation between Cynicism Level and Variants in Hotel Department Hotel Department Cognitive Dimention Emotional Dimention Behavioral Dimention A- Reception B- Food and Drink C- Housekeeping D- Kitcken E- Accountancy F- Purchasing G- Sales&Marketing H- Human Resources I- Technical Service A- Reception B- Food and Drink C- Housekeeping D- Kitcken E- Accountancy F- Purchasing G- Sales&Marketing H- Human Resources I- Technical Service A- Reception B- Food and Drink C- Housekeeping D- Kitcken E- Accountancy F- Purchasing G- Sales&Marketing H- Human Resources I- Technical Service n 50 47 41 43 25 24 34 19 25 50 47 41 43 25 24 34 19 25 50 47 41 43 25 24 34 19 25 X SS 2,98 3,10 3,29 3,16 2,94 2,63 2,75 2,65 2,88 2,59 2,70 2,90 2,76 2,60 2,17 2,41 2,28 2,53 3,31 3,38 3,47 3,43 3,20 3,24 3,13 3,04 3,21 0,90 0,91 0,94 0,96 0,87 0,85 0,77 0,77 0,91 0,97 0,93 0,99 1,02 0,98 0,84 0,91 0,91 1,03 0,76 0,78 0,86 0,81 0,71 0,62 0,64 0,65 0,70 F(8,299) p 2,046 0,041 1,768 0,083 1,135 0,340 Source of Difference B>F, C>F, C>G, C>H D>F, D>G, D>H The average points received from cynicism scale cognitive dimension show significant differences according to the variants in hotel department (F(8, 299)=2,046, p<0,05). According to the LSD POST HOC TEST done for the source of difference;;; Sayı 40 /Bahar 2015 87 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Participants’ who work in food-drink department get average point from cognitive dimension and this average point are higher in significant level than the average points of the participants’ in buying department. Participants who work in hotel housekeeping and kitchen department get average points from cognitive dimension and this average points are higher in significant level than the average points of the participants’ in buying department and in marketing –sales&Marketing department and in human sources department. (p<0,05). The average points received from cynicism scale cognitive dimension and behavioral dimension do not Show statistically significant difference according to their department group in hotel (p>0,05). Table 5: Descriptive Statistics for Organizational Commitment Scale Subdimentions Varible Affective Commitment Continous Commitment Normative Commitment X 3,19 3,21 2,97 SS 0,81 0,54 0,84 Min. 2,00 2,50 1,67 Max. 5,00 4,50 4,50 While Emotional Commitment subdimension average point in Organizational commitment scale is 3,19±0,81, Continuation commitment subdimension subdimension average point in organizational commitment scale is 3,21±0,54and Normative commitment subdimension average point in organizational commitment scale is 2,97±0,84. It is understood that all dimensions are in level of ‘’ Neither I participate nor I do not ‘’. Table 6: T Test Results for the Relation between Organizational Commitmnt and Hotel Classification Affective Commitment Continous Commitment Normative Commitment Hotel Classification Four star Three star Four star Three star Four star Three star n 102 207 102 206 102 206 X 3,41 3,09 3,28 3,18 3,18 2,86 SS 0,74 0,82 0,52 0,56 0,76 0,86 sd t p 307 3,273 0,001 306 1,573 0,117 306 3,195 0,002 Participants who work in 4-star hotel and 3-star hotel get average points from Organizational commitment scale emotional and normative commitment subdimensions. The difference between average points are statistically significant (p<0,05). Participants from 4-star hotel receive the average points from Emotional commitment (t=-3,273) and Normative Commitment (t=-2,348) subdimensions. These average points are higher in significant level than the average points of 3-star hotel participants. Emotional commitment and Normative commitment levels are related to the worked hotel class Both 4-star and 3-star hotel participants get average points from Organizational commitment scale continuation commitment subdimensions and the differences between average points are not statistically significant. (p>0,05). There is not a link between Continuation Commitment level and variants of the worked hotel class. 88 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık Table 7: ANOVA test Results for the Relationship between Organizational Commitment Level and Variants of Departments in Hotel Department Affective Commitment Continous Commitment Normative Commitment A- Reception B- Food and Drink C- Housekeeping D- Kitcken E- Accountancy F- Purchasing G- Sales&Marketing H- Human Resources I- Technical Service A- Reception B- Food and Drink C- Housekeeping D- Kitcken E- Accountancy F- Purchasing G- Sales&Marketing H- Human Resources I- Technical Service A- Reception B- Food and Drink C- Housekeeping D- Kitcken E- Accountancy F- Purchasing G- Sales&Marketing H- Human Resources I- Technical Service n 50 47 41 44 25 24 34 19 25 50 47 41 43 25 24 34 19 25 50 47 41 43 25 24 34 19 25 X SS 3,19 3,13 2,90 3,08 3,15 3,51 3,42 3,39 3,29 3,21 3,15 3,13 3,21 3,20 3,35 3,26 3,30 3,24 2,98 2,88 2,68 2,83 2,97 3,33 3,17 3,26 3,00 0,83 0,80 0,83 0,85 0,77 0,74 0,75 0,66 0,79 0,55 0,52 0,59 0,59 0,54 0,51 0,51 0,54 0,55 0,84 0,86 0,87 0,90 0,82 0,76 0,74 0,73 0,82 F(8,299) p 1,881 0,063 0,476 0,873 1,973 0,049 Source of Difference F>B, F>C, F>D, G>C, H>C The average points received from organizational commitment scale emotional commitment and continuation commitment subdimensions do not Show statistically significant difference according to the variants of department in hotel. (p>0,05). There is no link between Emotional Commitment - Continous Commitment and variants of departments in hotel. The average points received from Organizational Commitment scale Normative Commitment subdimensions Show significant difference according to the variants of department in hotel. (F(8, 299)=1,973, p<0,05). According to the LSD POST HOC TESTdone for the source of difference, the normative commitment subdimension average points of participants, from buying department,are higher in significant level than the average points of participants from food-drink department,hotel housekeeping department and kitchen department. (p<0,05). The normative commitment subdimension average points of participants, from marketing-sale and human sources department, are higher in significant level than the average points of participants from hotel housekeeping department (p<0,05). Sayı 40 /Bahar 2015 89 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Table 8: Corelation between Cynicism-Cognitive Dimention and Organizational Commitment Cognitive Dimention r p N Affective Commitment -0,884 0,000 308 Continous Commitment -0,538 0,000 308 Normative Commitment -0,905 0,000 308 According to the Pearson Correlation Analysis results, there is a negative(r<0) and significant(p<0,05) relation in high level (0,70<|r=0,884|<1,00) between cynicismCognitive Dimension and Organizational Commitment-Emotional Commitment. In other words, there is a strong avoidant relation between cynicism-Cognitive Dimension and Emotional Commitment. It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) link in medium level(0,30<|r=0,538|<0,70), between cynicism-Cognitive Dimension and Organizational Commitment-Continuation Commitment Subdimension. In other words; there is an avoidant link in medium level between cynicism-Cognitive Dimension and Continuation Commitment. It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) link in high level (0,70<|r=0,905|<1,00) between cynicism-Cognitive Dimension and Organizational Commitment-Normative Commitment Subdimension. In other words, there is a strong avoidant relation between cynicism-Cognitive Dimension and Organizational Commitment-Normative Commitment Table 9: The Corelation between Cynicism-Affective Dimention and Organizational Commitment Emotional Dimention r p N Affective Commitment -0,919 0,000 308 Continous Commitment -0,636 0,000 308 Normative Commitment -0,884 0,000 308 According to the results of Pearson Correlation Analysis, It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) link in high level (0,70<|r=0,919|<1,00), between Cynicism-Affective Dimension and Organizational Commitment-Emotional Commitment subdimension. In other words, there is a strong avoidant link between Cynism-Affective Dimension and Emotional Commitment. It is understood that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) link in medium level (0,30<|r=0,636|<0,70), between cynicism-Affective Dimension and Oraganizational Commitment-Continuational Commitment Subdimensions. In other words, there is a medium level avoidant link between Cynicism-Affective Dimension and Continuation Commitment It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) relation in high level (0,70<|r=0,884|<1,00) between cynicism-Affective Dimension and Organizational Commitment-Normative Commitment Subdimension. In other words, there is a strong avoidant link between Cynicism-Affective Dimension and Normative Commitment. Table 10: The Correlation between Cynicism-Behavioral Commitment and Organizational Commitment 90 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık Behavioral Dimention r p N Affective Commitment Continous Commitment Normative Commitment -0,714 0,000 308 -0,446 0,000 308 -0,691 0,000 308 According to the results of Pearson Correlation Analysis, There is a negative(r<0) and significant (p<0,05) link in high level (0,70<|r=0,714|<1,00) between cynicism-Behavioral Dimension and Organizational Commitment-Emotional Commitment Subdimension. In other words, there is a strong avoidant relation between cynicism-Behavioral Dimension and Emotional Commitment. It is observed that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) link in medium level (0,30<|r=0,446|<0,70) between cynicism-Behavioral Commitment and Organizational Commitment-Continuation Commitment Subdimension. In other words, there is a medium level avoidant link between cynicism-Behavioral Dimension and Continuation Commitment. It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) relation in medium level (0,70<|r=0,691|<1,00) between cynicism-Behavioral Dimension and Organizational Commitment-Normative Commitment Subdimension. In other words, there is a medium level avoidant link between cynicism-Behavioral Dimension and Normative Commitment. Conclusion Organizational Commitment concept was firstly discussed by Whyte in 1956. It has become an important title in the field of communication with the researches of Mowday and Allen&Meyer. Nowadays, many researches are written related with the subject both in English and Turkish literature. The concept of organizational cynicism was firstly used by Bertrand Russell in 1930 and it took its place in the organizational behavior field with the researches of Mirvis and Kanter. Both organizational commitment and organizational cynicism concepts have become subjects of many researches in terms of the relation with other organizational outcomes. While there are samples in English literature, there are dramatically limited samples of these two concepts’ relation between each other in Turkish literature. Regarding the lacks of this research, our research aims to tie these two concepts theoretically and investigate concepts’ possible relations as a field research. Many managers of organizations have considered employee’s cynical attitude as a real problem and attempts were made to reduce them. A general feature in this respect was the fact that most of them are focused on the problem of basic cynicism. The proposed solutions for reducing cynicism and increasing organizational commitment of employees included some items such as: • Encouraging employees to have a positive attitude. Sayı 40 /Bahar 2015 91 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism • Seeing opportunities where others see threats. • Managing more fairly, and operating in an open, honest, straightforward, and particularly, realistic manner. • Employees must be able to participate in governance. • Providing regular reality checks to management. • Having positive role models. • Perceive an open and honest pay system. At the same time, more competitive testing conceptualization and measurement of cynicism and commitment degree of employee should be measured. Without doubt one of the reasons why cynicism is difficult to control or commitment is decreasing may be signal of the important problems in organizations. Therefore employee’s commitment and cynicism degree should be under the control in order to prevent serious problem before. Besides this, future researches are expected to determine how cynicism is related with commitment and how these concept influence employee’s behavior in organizations. These studies should be examined not only in private institutions but also in public institutions comparably. In conclusion, organizational cynicism and organizational commitment presents a new and challenging research opportunity, which builds on but also go beyond existing constructs and theoretical frameworks. Research on these concepts should help us to better understand a phenomenon that is pervasive in modern organizations, and perhaps to find better ways to manage or prevent it. References Ajzen, I. and Fishbein, M. (1977). “Attitude-Behavior Relations: A Theoretical Analysis and Review of Empirical Research”, Psychological Bulletin, 84:888-918. Allen, N.J. and Meyer, J.P (1990), “The Measurement and Antecedents of Affective, Continuance and Normative Commitment to the Organization”, Journal of Occupational Psychology, 63:1-18. Allen, N.J. and Meyer, J.P. (1996). “Affective, Continuance, And Normative Commitment: An Examination of Construct Validity”, Journal of Vocational Behavior, 49: 252-276. Andersson, Lynee M. (1996). “Employee Cynicism: An Examination Using A Contract Violation Framework”, Human Relations, 49(11). Andersson, L.M., and Bateman, T.S. (1997). “Cynicism In The Workplace: Some Causes And Effects” Journal of Organizational Behavior, 18: 449-469. 92 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık Angle, H. L., and Perry, J. L. (1981). “An Empirical Assessment of Organization Commitment And Organizational Effectiveness”. Administrative Science Quarterly, 26, 1-13. Balfour, D.L., and Wechsler, B. (1996). “Organizational commitment: Antecedents and Outcomes in Public Organizations”, Public Productivity and Management Review, 29, 256–277. Balmforth, K. and Gardner, D. (2006). “Conflict And Facilitation Between Work And Family: Realizing The Outcomes For Organizations”, New Zealand Journal of Psychology, 35: 69-76. Barnes, Lenora Lacy, “The Effects of Organizational Cynicism on Community Colleges: Exploring Concepts from Positive Psycholog”y, internet adresi: http://udini.proquest.com/view/the-effects-of-organizational-goid:305190503/ erişim Tarihi: 12 şubat 2014 Bateman, Thomas S. et al., (1992). “Roger, Me, and my Attitude: Film Propaganda and Cynicism toward Corporate Leadership”, Journal of Applied Psychology, 77:786771. Bateman, T. and Strasser, S. (1984). “A Longitudinal Analysis of the Antecedents of Organizational Commitment”. Academy of Management Journal, 21: 95-112. Becker, Thomas et al., (1996). “Foci and Bases of Employee Commitment: Implications for Job Performance”, Academy of Management Journal, 39: 464-82. Brown, M. and Cregan, C. (2008). Organizational Change Cynicism: The Role of Employee Involvement. Human Resource Management, 47(4): 667–686. Cartwright, S. and Holmes, N. (2006). “The Meaning Of Work: The Challenge Of Regaining Employee Engagement And Reducing Cynicism”, Human Resource Management Review, 16: 199-208. Chughtai, A.A and Zafar, S. (2006), “Antecedents and Consequences of Organizational Commitment Among Pakistani University Teachers”, Applied H. R. M. Researh, 11(1). Cooper-Hakim, A. and Viswesvaran, C. (2005). The Construct of Work Commitment: Testing an Integrative Framework. Psychological Bulletin, 131(2): 241-259. Cutler, Ian (2000) ‘The Cynical Manager’, Management Learning, 31(3): 295-312. Copleston, F. (1962) A History of Philosophy. Vol. I Greek and Rome, New York: Doubleday. Dalal, Reeshad. S. (2005). “A Meta-Analysis Of The Relationship Between Organizational Citizenship Behavior and Counterproductive Work Behavior”, Journal of Applied Psychology, 90(6):1241-1255. Davis, W.D., and Gardner, W.L. (2004). “Perceptions of Politics And Organizational Cynicism: An Attributional And Leader-Member Exchange Perspective” Leadership Sayı 40 /Bahar 2015 93 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Quarterly, 15(4): 439-465. Dean, James W., et al., (1998). “Organizational Cynicism”, Academy of Management Review, 23(2): 341-352. DeCotiis, T.A. and Summers, T.P., (1987). “A Path Analysis Of A Model Of The Antecedents And Consequences Of Organizational Commitment”, Human Relations, 40(7):445-470. Dunham, R. B., Grube, J. A., and Castaneda, M. B. (1994). “Organizational Commitment: The Utility of an Integrative Definition”, Journal of Applied Psychology, 79(3) 370-380. Farrel, D. and Stamm, C.L. (1988). “Meta-Analysis of the Correlates Of Employee Absence”. Human Relations, 41:211-227. Gelade, G.A. and Young, S. (2005). “Test of a Service Profit Chain Model in the Retail Banking Sector”. Journal of Occupational and Organizational Psychology, 78:122. Gibson, J.L., and Klein, S.M. (1970). “Employee Attitudes As A Function of Age and Length Of Service: A Reconceptualization”, Academy of Management Journal, 13:411-438. Gilbert, Anna C. (1999), “The Impact of Organizational Commitment and Work Hours on the Family”, Presented at an Association for Social Economics session at the Allied Social Science Meetings, New York. Gilbert, J.A. and John M.I. (1999), “Organizational Diplomacy: The Bridge for Managing Diversity”, Human Resource Planning, 22(3):1-29. Goldner, Fred H. et al., (1977). “The Production Of Cynical Knowledge In Organizations”, American Sociological Review, 42(4): 539-551. Gouldner, Alvin W. (1960). The Norm of Reciprocity. American Sociological Review, 25, 165-167. Grama, Blanca (2013). “Cynicism in Organizational Change”, Cross-Cultural Management Journal, 3(29). Greenberg, J. and Baron, R. (2003). Behaviour in Organizations: Understanding and Managing the Human Side of Work.. Upper Saddle River: Pearson Education, Inc. Güllüoğlu, Özlem, (2011), Örgütsel İletişim-İletişim Doyumu ve Kurumsal Bağlılık, Konya: Eğitim Yayınevi. Hall, Douglas. (1977) “Organizational Identification As A Function Of Career Pattern And Organizational Type”. Administrative Science Quarterly, 17, 340-350. İnce, M. and Turan, Ş. (2011). “Organizational Cynicism as A Factor that Affects the Organizational Change in the Process of Globalization and an Application in Karaman’s Public Institutions”, Journal of Economics, Finance and Administrative Sciences, 37: 94 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık 104-121 Johnson, J.L., and O’Leary-Kelly, A.M. (2003). “The Effects Of Psychological Contract Breach And Organizational Cynicism: Not All Social Exchange Violations Are Created Equal”, Journal of Organizational Behavior, 24: 627. James, Michael S.L., (2005), Antecedents And Consequences Of Cynicism In Organızatıons: An Examınatıon Of The Potentıal Posıtıve And Negatıve Effects On School Systems (Dissertation of Doctor of Philosophy), Florida: The Florida State University. Kristyn A.S. and David, Z., “Dispositional Predictors of Organızatıonal Cynicism”, internet adresi: http://ojs.acadiau.ca/index.php/ASAC/article/viewFile/785/682 Kanter, D.L., and Mirvis, P.H. (1989). The cynical Americans: living and working in an age of discontent and disillusion, San Francisco: Jossey-Bass. Kanter, D.L., and Mirvis, P.H. (1991). “Cynicism: The New American Malaise”, Business & Society Review, Spring, 91(77):57-61. Lydon J., et al., (1997). “Coping With Moral Commitment to Long-distance Dating Relationship,”, Journal of Personality and Social Psychology, 73: 104-113. Mathieu J.E. and Zajac, D.M., (1990), “A Review and Meta- Analysis Of The Antecedents, Correlates, And Consequences Of Organizational Commitment”, Psychological Bulletin, 108(2):171-194. Meyer, John. P. et al., (2002). “Affective, Continuance, And Normative Commitment To The Organization: A Meta-Analysis Of Antecedents, Correlates, And Consequences”, Journal of Vocational Behavior, 61:20-52. Meyer, John. P. et al., (1989). “Organizational Commitment And Job Performance: It’s The Nature Of The Commitment That Counts”, Journal of Applied Psychology, 74(1):152-156. Meyer, J. and Allen, N. (1988). “Links between Work Experience and Organizational Commitment During the First Year of Employment: A Longitudinal Analysis”, Journal of Occupational Psychology, 61:195-209. Meyer John P. et al., (1993), “Commitment to Organizations and Occupations: Extension And Test Of A Three-Component Conceptualization”, Journal of Applied Psychology, 78: 538-551. Meyer, J.P. and Allen, N.J. (1991). “A Three-Component Conceptualization Of Organizational Commitment”, Human Resource Management Review, 1(1): 61-89. Mirvis, P. and Kanter, D.L. (1992). “Beyond Demography: A Psychological Profile Of Theworkforce”, Human Resource Management, 30: 45-68. Merriam-Webster, Inc. (1993). Webster’s Tenth New Collegiate Dictionary. Springield, MA: Author. Mowday, R., Steers, R., and Porter, L. (1979). The Measurement Of Organizational Sayı 40 /Bahar 2015 95 A Research on the Relationship Between Organizational Commitment and Organizational Cynicism Commitment. Journal of Vocational Behavior, 14, 224-247. Mowday, Richard T. et al., (1982b). Organizational Linkages: The Psychology of Commitment, Absenteesm, and Turnover. San Diego CA: Academic Press. Mowday, Richard T. et al., (1982a). Employee-organization linkages: the psychology of commitment, absenteeism and turnover. New York: Academic Press McClough, Anita C. et al., (1998). “Cynicism and the Quality of an Individual’s Contribution to an Organizational Diagnostic Survey”, Organization Development Journal, 16(2):31–42. Nafei, Wageeh A. (2013). “Examining the Relationship between Organizational Cynicism and Organizational Change: A Study from Egyptian Context”, Journal of Business Administration Research, 2(2). Naus, A.J.A.Maria, “Organızatıonal Cynicism on the Nature, Antecedents, and And Consequences of Employee Cynıcısm toward the Employıng Organızatıon”, http://arno. unimaas.nl/show.cgi?fid=9199, Erişim Tarihi: 25 Şubat 2014. Reichers, Arnon (1985). “A Review And Reconceptialitzion Of Organizational Commitment”. The Academy of Management Review¸10, 3, 465-476. Reichers, Arnon E., et al. (1997). “Understanding And Managing Cynicism About Organizational Change”, Academy Of Management Executive, 11(1):48-59. Riketta, Michael (2002). “Attitudinal organizational commitment and job performance: A meta-analysis”, Journal of Organizational Behavior, 23:257-266. Richardsen, Astrid M. et al., (2006). “Work And Health Outcomes Among Police Officers: The Mediating Role Of Policee Cynicism And Engagement”, Int. J. Stress Management, 13(4):555-574. Schappe, Stephan P., (1998). The Influence of Job Satisfaction, Organizational Commitment, and Fairness Perceptions on Organizational Citizenship Behavior”, The Journal of Psychology, 132(3):277-290. Stanley, David J. et al., (2005). “Employee Cynicism And Resistance To Organizational Change”, Journal Of Business & Psychology, 19(4): 429-459. Stanley, D.J. and Meyer, J.P. (1999). “Cynicism And Skepticism About Organizational Change: Measure Development And Evaluation”. In D. Miller (Ed.), Proceedings of the Administrative Sciences Association of Canada (Organizational Behavior), 20(5):1-10. Treadway, Darren C. et al., (2004). “Leader Political Skill and Employee Reactions”, The Leadership Quarterly, 15:493–513. Turner, J.H. and Valentine, S.R. (2001). “Cynicism As A Fundamental Dimension Of Moral Decision-Making: A Scale Development”, Journal of Business Ethics, 34(2):123136. Urbany, Joel E. (2005). Inspiration and Cynicism in Values Statements. Journal of Business Ethics, 62:169-182. 96 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özlem Güllüoğlu Işık Wanous, John P. et al., (2000). “Cynicism about Organizational Change. Measurement, Antecedents, and Correlates”, Group and Organization Management 25(2): 132-153. Wanous, John P. et al., (1994). “Organizational Cynicism: An Initial Study”, Academy of anagement Best Papers Proceedings, 269 -273. Wu, Shih-Ying (2006). “Corruption and Cross-Border Investment by Multinational Firms”, Journal of Comparative Economics, 34:839–856. Wiener, Yoash (1982). “Commitment in Organizations: A Normative View”, Academy Of Management Review, 7:418-428. Vance, Robert J. et al., (1996). Organizational Cynicism And Change. Working paper, Pennsylvania State University, University Park. Sayı 40 /Bahar 2015 97 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi UK Public Service Broadcasting in Today’s Neoliberal Communication Period Özge YALÇIN, Dr., [email protected] Anahtar Kelimeler: Kamu Hizmeti Yayıncılığı, Yeni Medya, BBC, Dijitalleşme, Enformasyon ve Bilgi Toplumu, Avrupa Birliği, Medya Politikası. Öz BBC ve İngiltere’de BBC uygulamalarına yönelik geliştirilen politika ve stratejiler özellikle neoliberal dönemde ayrı bir önem kazanmıştır. Dünyada ve Avrupa’da bir çok ülkenin kamu hizmeti yayıncısı hızla tasfiye olma konumuna gelirken BBC’nin kendi yayın ilkelerini büyük ölçüde koruyarak dünyada büyük medya devleriyle rekabet edecek düzeye gelmiş olması, BBC’yi Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılığına ilişkin getirilen düzenleme ve uygulamalarda önemli bir referans noktası haline getirmiştir. İngiltere, esas aldığı ikili stratejiyle ya da baş vurduğu kamu değer testi gibi uygulamalarıyla Avrupa Birliği’nin iletişim politikalarının şekillenmesinde belirleyici bir konumda yer almıştır. Bu araştırma İngiltere’de neoliberal dönemde kamu hizmeti yayıncılığının konumunu esas alınan politikalar getirilen düzenlemeler ve uygulamaları ele alarak tartışmakta, Avrupa Birliği ve üye ülkelere etkisini analiz etmeye çalışmaktadır. Keywords: Public Service Communication, New Media, BBC, Digitalization, Information and Communication Technologies, European Union, Media Policy. Abstract BBC and Public Service Media Policy in England is of a significant importance in Neoliberal era. While public service and media companies of the world have become under the risk of being abolished due to economic and political turmoils, BBC on the one hand sustained its entity, relying upon its public principles on the other hand lead the field by outpacing other organizations. Additionally England has played an important role in the formation of communication policies of European Union by enforcing either public value tests or by its mutual strategies. This research scrutinizes the position of the BBC taking account its policies and strategies in this realm and tries to evaluate the impact of its policies especially on the European Union’s regulations and the practices in Europe. İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi Giriş Merkantalist dönemden bu yana Avrupa pazarının şekillenmesinde ve kapitalizmin kontrol krizlerinin aşılmasına ilişkin uygun politika ve pratiklerin ele alınmasında belirleyici bir konuma sahip olan İngiltere, bu belirleyici rolünü Avrupa’da iletişim politikasının ve kamu hizmeti yayıncılığı politika ve pratiklerinin şekillenme sürecinde de devam ettirmiştir / ettirmektedir. Tarihsel süreç göz önünde bulundurulduğunda İngiltere’nin, kendi ekonomik ve politik yapılanışını şekillendirirken hemen her dönemde, dönemin egemen ekonomi politikasının ürünü olarak ortaya çıkan sınıflar arası eşitsiz yapılanışta, hassas bir dengeyi korumaya özen gösterdiği görülmektedir1. Bu genel tutum, İngiltere’de geleneksel form ve düzenlemelerin, değişen yeni sistem ve düzenlemelere uyumlanarak günümüze kadar devam edebilmesinin yapısal koşullarını oluşturmuştur2. Böylece İngiltere’de birçok kurum, kanun ve düzenleme belirli geleneksel normlar etrafında örgütlenmiştir. Benzer uygulama neoliberal dönemde iletişim politika ve uygulamalarında da görülmektedir. Günümüz neoliberal döneminde de İngiliz hükümeti kapitalizmin egemen paradigmasını uygulamaya koyarken, farklı çıkar grupları arasında denge kurması ya da sermayenin ulusal ve uluslararası piyasadaki konumunu güçlendirmesine katkı sağlaması gibi amaçlarla kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarını desteklemiştir3. Bu doğrultuda hükümet, bir yandan ticari medyayı ve ticari medyanın uluslararası piyasadaki girişimlerini desteklemek adına bir takım anlaşma, ortaklık ve düzenlemelere başvururken diğer yandan da kamu hizmeti yayıncılığının yeni medya döneminde var olmalarını ve yeni medya teknolojilerine uyumlanmalarını sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirmiştir. BBC ise hükümetin iletişim politikasına benzer biçimde, yayın politikası olarak ikili yayın stratejisini benimsemiştir. Bu stratejiye uygun olarak BBC yayınlarını ticari ve kamu hizmeti olmak üzere iki ayrı kanal üzerinden gerçekleştirmektedir (Moe, 2008: 221). BBC’nin bu temel stratejisinin, Kraliyet Beratı ile desteklenmesi, BBC’nin bir yandan ticari yatırımlarıyla diğer yandan da hükümet teşviki ve lisans ücreti gelirleri aracılığıyla önemli miktarda finansal kaynak edinmesini sağlamıştır. Edindiği bu mali kaynaklar ise BBC’nin yeni medya teknolojilerinin gerektirdiği yüklü mali yatırımları gerçekleştirmesini ve böylece dünya piyasasında kamu hizmeti yayıncısı olarak lider bir konum edinmesini kolaylaştırmaktadır4. 1 Örneğin İngiltere’nin, Fransa’nın aksine kapitalist sisteme geçiş sürecinde yoksulluk düzeyinin bir risk oluşturma düzeyine gelmesini önleme stratejisinin benimsenmesi, ya da Taç’ın bu dönemde feodal beylikleri kendine bağlı tutmaya devem edebilme adına, onlara çeşitli makamlar vererek kendine bağlamak gibi politikaları esas alması (Tilly, 2000) gibi incelikli politikaların sonucunda İngiltere’de kapitalizmin oluşum ve gelişim aşamaları, Fransa örneği ile kıyaslandığında daha kendiliğinden bir süreç takip etmiştir. Kamu politikalarının oldukça katı ve sınırlayıcı bir tutum eşliğinde oluşturulduğu 1920’li yıllarda dahi diğer Avrupa ülkelerine kıyasla İngiltere’de daha liberal bir tutumun esas alındığı görülmektedir (Humphreys, 2010: 12). Benzer biçimde, Tüm Avrupa ülkelerinde iletişim sektörünün yoğun bir baskı altında işlevini yürüttüğü İkinci Dünya Savaşı yıllarında dahi İngiltere’de bu baskı ve denetimin daha incelikli yollarla gerçekleştiği dikkati çekmektedir. Döneme ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Chapman (2008); Curran ve Seaton (2003). 2 İngiltere, anayasa olarak geçen yazılı bir belgeye sahip değildir. Uygulamalardaki yasal gerekçeler ise, İngiliz tarihinde kabul edilmiş bir takım yasalar (Acts), İçtihatlar (Case-law) ve Anayasal görenekler (Constitutional Conventions) doğrultusunda şekillenmektedir (Eroğul, 2014). 3 Ayrıntılı bilgi için bkz. Curran ve Seaton (2003); Humphreys (2010: 22); Moe (2008: 215-221). 4 Ayrıntılı bilgi için bkz. Moe (2008: 220); Humphreys (2010); Michalis (2012: 944); Murdock (2004). 99 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın Neoliberal dönemde esas alınan bu ikili politika sonucunda İngiltere, sadece ticari yayınlarıyla değil ama kamu yayın ve programlarının üretim ve dağıtımıyla da dünya piyasasında önemli bir etkiye sahip olmuş, bu etkiden doğru da Avrupa’da iletişim politikalarının şekillenmesi sürecinde belirleyici bir rol üstlenmiştir (Humphreys, 2008). Örneğin, Avrupa’da bağımsız düzenleyici otoritelerin oluşturulması kararında veya farklı bağımsız otoritelerin ortak bir kurum altında birleştirilmesi önerisinde (OFCOM örneğindeki gibi) ve üye ülkelere kamu hizmeti yayıncısı kurumun görev ve yetkilerinin belirlenmesi amacıyla kamu değer testinin uygulanması önerisinin gerçekleştirilmesinde İngiltere örneği önemli bir etkiye sahip olmuştur (Moe, 2008). Belli geleneksel yapı ve normlar etrafında şekillenen ve özellikle Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarında önemli bir etkiye sahip olan İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı anlayışı, bu anlayış doğrultusunda şekillenen yayın politikası ve bu politikanın günümüz neoliberal dönemindeki dönüşümleri bu araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu doğrultuda araştırmada İngiltere’de yeni medya uygulamalarının kamu hizmeti yayıncılığı politikasında ne gibi dönüşümleri meydana getirdiği ve bu dönüşümlerin kamu hizmeti yayıncılığının temel ilke ve yayın politikasında ne gibi bir dönüşümü gerektirdiği sorusuna, Avrupa’daki diğer uygulamalar da göz önünde bulundurularak yanıt aranmaktadır. Bu doğrultuda İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı anlayışı, geleneksel yayın politika ve uygulaması, yeni medya piyasasına uyumlanma stratejileri, Avrupa Birliği ve üye ülkeleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmektedir. İngiltere’de günümüz neoliberal döneminde kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarındaki dönüşümlerin saptanabilmesi, İngiltere kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarının tarihsel süreç içindeki dönüşümlerini ele almayı gerektirmektedir. Böylece günümüz neoliberal döneminde kamu hizmeti yayıncılığı anlayışı ve bu anlayışın Avrupa uygulamalarına etkisinin ne olduğu sorusunu daha kapsamlı ve derinlikli bir bakışla değerlendirmek mümkün olacaktır. İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı Anlayışının Temelleri BBC’nin kurulduğu dönem batı Avrupa’nın oldukça çalkantılı bir dönemine denk gelmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Sovyetler Birliğinin kurularak sosyalizmin en çok da ileri kapitalist ülkeler açısından aşılması gereken bir tehlike halini alması, sermaye birikim düzeninin 1929 yılında girdiği büyük yapısal kriz ve sonrasında yaşanan İkinci Dünya Savaşı. Böyle bir dönemde BBC 1922 yılında, radyo şirketlerinin işbirliğine girmesi sonucunda ticari girişim olarak ilk radyo yayınına başlamış, özel şirketlerin girişimleriyle kurulmuş olmasına karşın kuruluş, kamu yararı esasını gözeten bir yayın politikası ile örgütlenmiştir. Kurulduğu tarihten itibaren dinleyicilerden belirli oranlarda yayın ruhsat bedelinin alınması BBC’nin yayınlarında kamu yararını göz önünde bulundurmasında etkili olmuştur5. BBC’nin ilk genel yayın yönetmeni John Reith, yayıncılıkta özgürlüğün kaosla sonuçlanacağını belirterek, BBC yayın politikasının bu düşünce etrafında örgütlenmesine öncülük etmiştir. Bu doğrultuda BBC, kamu yararını esas alan bir yayının 5 Kırık (2012: 62), BBC’nin bu yıllarda dinleyicilerden aldığı ruhsat bedelinin on şilin olduğunu belirtmektedir. Sayı 40 /Bahar 2015 100 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi her haneye erişiminin sağlanmasını hedeflerken ulusal çıkarları esas alan bir yayıncılık anlayışını da dikkate alarak program türlerini ve içeriklerini şekillendirmiştir (Negrine, 1994: 74). Kapitalizmin dönemsel krizinin tüm dünyada oldukça sancılı bir biçimde yaşandığı ve sınıf mücadelelerinin hızla büyüdüğü Birinci Dünya Savaşı sonrasında, bu sınıfsal uzlaşmazlıklar arasında denge sağlayabilecek, ulusal çıkarları esas alan, hükümet kararlarına bağımlı bir yayın kuruluşuna duyulan gereksinimin artması, BBC’nin ticari statüsünün sonlandırılarak 1927’de kamu kuruluşu statüsüyle yayına başlaması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Böylece hükümet bu dönemde -dönemin genel bir siyasal yönelimi olarak- bir yandan ticari yayınları desteklerken diğer yandan da yayınlar üzerinden belli bir denetim mekanizması oluşturma çabası içine girmiştir (Briggs ve Burks, 2006: 168). 1926 yılında hazırlanmış olan Crawford Raporu bu çabanın bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Crawford Raporu’nda BBC’nin bir kamu kuruluşu olması gerektiği vurgulanarak, şirket statüsünün kaldırılması önerilmiş, lisans sözleşmelerinin ise PTT Genel Müdürlüğüne verilmesi öngörülmüştür. Rapor sonrasında BBC tasfiye edilmiş ve bir yıl sonra, 1927’de PTT’nin denetim ve kontrolünde bir kamu tekeli olarak yeniden kurulmuştur (Kırık, 2012: 63). Aynı dönemde Bağımsız Yayın Kurulu (Independent Broadcasting Authority IBA) oluşturulmuş ve kurul üzerinden BBC politika ve uygulamalarına ilişkin belirli bir denetimin gerçekleştirilmesi amacı kurumsallaştırılmıştır. Böylece BBC, bu yeni yapısında da kamu çıkarları doğrultusunda yayınlar gerçekleştirmeyi esas alırken aynı zamanda dolaylı bir biçimde de olsa hükümete hesap veren bir yayın kuruluşu halini almıştır. Crawford Raporunun ardından, Reith, basının herhangi bir müdahaleden bağımsız işlev görmesinin gerekliliğine vurgu yapan bir konuşmayı BBC’de gerçekleştirmiştir. Bu konuşma BBC’nin, 1924’te açıkladığı genel yayın ilkelerinin refah devleti döneminde de korunması yönünde çaba sarf edeceğinin ifadesini oluşturmuştur. McDonnell (1991: 12), BBC’nin bu dönemde esas aldığı ilkeleri dört başlık altında özetlemektedir. Bu ilkeler şöyledir: • Programların hazırlanmasında önceliği çoğunluğun hizmetine tanımak ve bunu yaparken de azınlık çıkarlarını göz önünde bulundurmak. • Program hazırlarken kamunun ilgi alanlarına öncelik vermek ve kamunun genel çıkarlarını ihlal eden bir suç işlemekten sakınmak • Kamusal tartışmalarda hükümet otoritesi de dahil olmak üzere her türlü denetimden bağımsız hareket etmek • Katı ve dogmatik tutumun uzağında kalarak her türlü inanca yönelik programlara yer vermek. BBC esas aldığı bu ilkelerle de özerk bir yayın anlayışını yayın politikası olarak esas almış ve uygulamış olsa da, yasal düzenlemelerde siyasal erkin karar ve yaptırımlarına 101 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın bağlı bir yapılanışa sahip kalmıştır. Kuruluş bu dönemde, Başbakanın seçtiği ve kraliçenin atadığı 12 kişiden oluşan Board of Governers olarak adlandırılan yönetim kurulunun ve İçişleri Bakanlığının kararları doğrultusunda yayınlarını şekillendirmiş, alınan kararlarda ise Kraliyet Beratı (Royal Charter) ve bu doğrultuda dönemin ilgili bakanlığı tarafından hazırlanmış olan Görev Sözleşmesi belirleyici olmuştur (Canyurt, 2011: 81). Kraliyet beratında ya da görev sözleşmesinde BBC’nin kamu hizmeti yayıncılığı ilkeleri doğrultusunda yayınlarını gerçekleştirmesi güvence altına alınırken, ilgili hükümlerin yerine getirilmemesi durumunda, BBC’yi kapatmaya kadar varan yaptırımlar getirilerek kurumun siyasal erke hesap verebilir bir konumda yer alması sağlanmıştır (Kırık, 2012: 82). Her ne kadar İngiltere’de ticari medya üzerinde ve kamu hizmeti yayıncısı olarak BBC üzerinde belli bir denetim oluşturma çabasına gidilmiş olsa da bu dönemde BBC’nin kendi özerk yapısını kurumsallaştırmayı büyük ölçüde başardığı, ticari medya sahiplerinin ise piyasa koşullarına bağlı yayın gerçekleştirme olanaklarının büyük oranda sağlandığı görülmektedir6. Avery (1993: 11), yayıncıların özerk ve görece bağımsız yapısının üç temel yol üzerinden gerçekleştiğine işaret etmekte ve bu yolları şöyle özetlemektedir: Ofis çalışma şartları hükümet tarafından belirlense de ne hükümet ne de IBA üyeleri politik bir alanın temsilcileri olarak davranmışlardır. Getirilen düzenleme ve denetlemelerde hükümet politikaları değil bu kişilerin kişisel uygulamalara ilişkin profesyonel değerlendirmeleri doğrultusunda kararlar alınmıştır Tüm program kararları yayınların kendi otoritelerince belirlenmiştir. Program üretimini ya da ertelenme kararlarını alabilecek bir politik organ bulunmamaktadır. Kimi zaman BBC yöneticileri ve IBA arasında politik savunular arasında ve program üretim kararlarında ideolojik ayrımlar olmuşsa da bunların karar alma süreçlerindeki etkisi ortadan kaldırılmıştır. Hükümetin dolaylı denetimi altında özerk bir konum edinmiş olan BBC, ulusal düzlemde farklı çıkar grupları arasında bir denge oluşturma görevini üstlenirken uluslararası piyasada ise İngiltere’nin ulusal niteliklerinin bir görünümü işlevini üstlenmiştir7. 1929 yılı bunalımı ile birlikte hızla genişleyen sınıf mücadelelerinin ve sosyalizm tehdidinin bir sonucu olarak, sosyalizme karşı anti propaganda çalışmalarını güçlendirme8 ve sistemin yaşanılan krizi kontrol altına alma çabası, iletişim teknolojilerine verilen önemin artmasında da etkili olmuştur. 1930’larda radyoda uluslararası yayınlara geçiş mümkün olmuş, televizyon yayınlarına başlanmıştır. Televizyon yayın denemesini 1932 yılında yapan BBC, ilk gerçek yayınını 1935 yılında gerçekleştirmiştir (Canyurt, 2011: 75). 1929 yılında dünya genelinde yaşanan ekonomik kriz ve dünya bunalımı ve bu kriz 6 Bu dönemde işitsel yayın sektöründe BBC tekel konumundadır ve ticari medya yazılı basın üzerinden yayınlarını gerçekleştirmiştir (Chapman, 2008). 7 Bu görevin BBC’ye siyasal erk tarafından verildiğini belirtmek gerekmektedir. 1927 tarihli ilk Kraliyet Beratından itibaren hazırlanan tüm imtiyaznamelerde BBC’ye uluslararası yayınlarda Birleşik Krallığın tanıtımının gerçekleştirilmesi görevi verilmektedir. bkz. http://www.ab.gov.tr/index.php?p=109&l=1 8 Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında bu bakış açısı kendini çok daha açık bir biçimde göstermiş, Almanya başta olmak üzere savaş yılları süresince radyo ve televizyon yayınları temel propaganda araçları haline gelmiştir (Chapman, 2008: 194). Sayı 40 /Bahar 2015 102 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi dönemi ile birlikte büyüyen sınıf mücadelelerinin yanı sıra hızla büyüyen faşizm ve dünya savaşı tüm dünyada olduğu üzere İngiltere’de de kamu hizmeti yayıncılarının yayınlarını belirli bir düzeyde de olsa hükümetin denetimi altında gerçekleştirilmesine neden olmuş, radyo ve televizyon yayınları 1950’li yıllara kadar hükümetin dolaylı denetimi altında, BBC tekelinde gerçekleştirilmiştir (Negrine, 1994). Yayınlara ilişkin reklam ve sponsorluk gelirlerinin sınırlı bir düzeyde tutulmasına özen gösterilmiş, reyting ölçümlerine ise 1945 yılına kadar başvurulmamıştır (Chapman, 2008: 161). 1945 sonrası dönem ise tüm dünyada olduğu gibi İngiltere’de de yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmaktadır. Soğuk Savaş Döneminde İngiltere’de İkili Yayın Politikasına Geçiş ve BBC İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Sovyetler Birliği ile yaşanan Soğuk Savaşın ve dünyada hızla büyüyen sınıf mücadelelerinin bir sonucu olarak, sosyalizm tehdidi karşısında bir denge oluşturma çabası, ileri kapitalist ülkelerin çeşitli strateji ve politikalar doğrultusunda uluslararası düzlemde örgütlenme sürecini hızlandırmış, İngiltere ise bu örgütlenmelerde ABD ile işbirliğine giderek egemen bir rol üstlenmiştir (Geray, 2003). Örneğin İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin dünyada hızla yayılan sınıf mücadelelerinin güçlenmesinde etkin bir rol üstlenmesi ve sosyalizmin dünyada hızla yayılmasının bir sonucu olarak İngiltere, 1949 yılında Kuzey Atlantik Anlaşmasını imzalayarak NATO’nun kurulmasına öncülük etmiş bununla birlikte sonraki yıllarda Avrupa Birliği’nin bu dönemdeki temellerini oluştururken Avrupa Kömür ve Çelik Birliği9 ya da 1948’de Marshall Planı çerçevesinde ABD’nin desteği ile kurulan Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü (OECC) içinde yer almamıştır. Bununla birlikte İngiltere 1961 yılında, yirmi kurucu üyeden biri olarak, Avrupa Birliği’nin bu dönemdeki görünümü olan İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) kurulmasına öncülük etmiştir. Dolayısıyla uluslararası örgütlenme çabalarında mesafeli bir duruş benimsemekle birlikte, İngiltere, her dönemde Avrupa Birliği politika ve uygulamalarının şekillenmesinde etkin bir rol üstlenmiştir (Özgöçer ve Caşın, 1997: 61). Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir yandan uluslararası örgütlenmelerle neoliberal dönemin temelleri oluşturulurken, bu sürece paralel olarak tekelleşmelerin ve uluslararası ticari ortaklıkların da giderek güçlendiği görülmektedir. Savaş sonrası dönemin üretim, tüketim ve dağıtım alanlarında yaşanan tıkanıklığın giderilmesi ve sosyalizm tehdidine karşın bir denge oluşturulması amacıyla kamu politikaları desteklenmeye devam edilmiş, benzer süreç iletişim sektöründe de açık biçimde gözlenmiştir. İngiltere ise tüm bu ekonomik ve politik dönüşümlerin şekillenmesi sürecinde gerek Avrupa gerekse dünyadaki belirleyici konumunu sürdürmeye devam etmiştir10 (Humphreys, 2008). 9 ABD bu dönemde sosyalizm tehdidine karşı bir denge unsurunun oluşabilmesi amacıyla Avrupa Birliği’nin kurulabilmesi adına 15 milyar dolar hibe etmiştir (Kabaalioğlu, 1997). 10 İngiltere Avrupa Birliği’ne üyelik için 1961 yılında başvurmuş ve üyeliği ancak 1973 yılında kabul görmüştür. İngiltere, Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirirken piyasada egemen rol üstlenme amacını esas alarak hareket etmiş ve politikalarını bu doğrultuda örgütlemişken, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler ise (Almanya, Fransa, İtalya, Lüxemburg, Belçika ve Hollanda) İngiltere’nin ABD ile yakın ilişkilerinin Avrupa Birliği çıkarlarına zarar verebileceği endişesi etkili olmuştur. Benzer bir çekince İngiltere için de söz konusudur. Kendi piyasa çıkarlarına zarar gelebileceği endişesiyle İngiltere, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine temkinli yaklaştığı ve bu temkinli tavrını üyelik süresince de devam ettirdiği görülmektedir. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin oluşum sürecindeki rolü ve katılım anlaşmalarına ilişkin ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Curran ve Seaton (2003); Kasım (2001) ve http:// www.ab.gov.tr/index.php?p=109&l=1 103 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın İngiltere’de bu yeniden yapılanma sürecinde 1950’li yıllar önemlidir. 1954 yılında Bağımsız Televizyon Otoritesinin (Independant Television Authority-ITA) kurulmasının ardından (Briggs ve Burke, 2006) aynı yıllarda ITV özel kanalının kurulmasıyla birlikte de İngiltere’de kamu ve özel yayıncılık anlayışı yaşama geçmiş ve böylece radyo ve televizyon yayıncılığında ikili yayın sistemi oluşturulmuştur. ITV her ne kadar ticari yayın olarak kabul edilse de dönemin Avrupa’daki ilk özel yayını olan ITV’yi günümüzün ticari yayınlarıyla karıştırmamak gerekir. 1954 yılında yani ITV kurulmadan bir yıl önce özel girişimcilik için yasal düzenlemeyi öngören Televizyon Yasası ile özel girişimler, kamu hizmeti ilkesiyle sınırlandırılmıştır. Bu nedenle Adaklı (2010: 71), İngiltere’de yayıncılığın piyasalaşma sürecinin tam olarak 1980’li yıllardan itibaren gerçekleştiğine vurgu yapmaktadır. 1957 yılında atılan ilk uydunun ardından ilk ticari haberleşme uydusu olan Early Bird’ün 1965 yılında fırlatılması ise bu yeniden yapılanmadaki hazırlık sürecinin önemli teknik adımını oluşturmuştur. Uydu yayıncılığı ile birlikte, kanal seçenekleri arttığı gibi, üretimde bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanma biçim ve koşulları da çoğalmış, internet teknolojisinin gelişimiyle birlikte telekomünikasyon ve medya sektörünün yöndeşmesi ve üretimin diğer alanlarında kullanımının mümkün hale gelmesi ise sermayenin ulusal ve uluslararası düzlemde yoğunlaşarak üretimin her alanında egemen bir konumda yer alması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Böylece iletişim sektörü uluslararası her alanda olduğu üzere İngiltere’de de üretimin temel, belirleyici bir aracı haline gelmiştir (Murdock ve Golding, 2001). İngiltere’de televizyonculuk sektörüne bakıldığında ise 1980’e kadar BBC’nin egemen konumunu sürdürdüğü görülmektedir. Bu yıllarda İngiltere’de üç kanalın varlığından söz edilebilmektedir: BBC1, BBC2 ve ITV. 1982’de Channel 4’ün yayına başlamasıyla kanal sayısı dörde çıkmakla birlikte bu durum BBC’nin egemen konumunda önemli bir değişim yaratmamıştır (Avery, 1993: 4). Uydu 1950’lerin sonunda atılmış olmakla birlikte Avrupa’da ve İngiltere’de uydu ve kablo TV ile analog yayın ancak 1980’lerden sonra mümkün olabilmiştir. Dijital yayıncılığın etkin bir biçimde kullanımı da yine 1990’lardan itibaren mümkün olmuş, dijitalizasyonun yaygın hale gelmesi ise beraberinde farklı araçlar üzerinden farklı seçenekleri izleme olanaklarını artırmıştır11 (Murdock, 2004: 22). Böylece bir yandan neoliberal ekonomi politikası ve teknik olanakların sonucu olarak yöndeşen ticari medya sahipleri özellikle 1980’lerin sonundan itibaren uluslararası piyasadaki egemen konumlarını hızla genişletirken, kamu hizmeti yayıncılığına duyulan gereksinim ve önem de hızla gerilemeye başlamıştır. Bu durum kamu hizmeti yayıncılarını yeni var olma stratejilerini geliştirmeye yöneltirken İngiltere özellikle bu dönemde geliştirdiği politika ve pratiklerle diğer ülkelerin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve pratikleri üzerinde belirleyici bir konum edinmiştir. 11 Ayrıca bkz. Michalis (2009); Donders ve Pauwels (2008), Taş (2006) Sayı 40 /Bahar 2015 104 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi Neoliberal Dönemde İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Avrupa Kamu Hizmeti Yayıncılığı Politika ve Pratiğine Etkisi 1970’li yıllardan itibaren teknolojide gözlenen ilerlemelerin sağladığı olanaklar sonucunda bilgi iletişim teknolojileri ve iletişim sektörü, neoklasik iktisadın argümanları ile örgütlenen üretim alanlarının merkezi haline dönüşmüştür12. Uluslararası piyasadaki konumlarını güçlendirme ve sosyalizm tehdidini ortadan kaldırabilmek amacıyla İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hızla örgütlenme çabasına yönelen ileri kapitalist ülkelerin, 1980’lerin sonundan itibaren egemen konumlarını güçlendirmeye başladıkları görülmektedir. Bilgisayar teknolojisinin üretim alanlarında kullanımının mümkün hale gelmesi ile birlikte talep edilen çeşitte ve talep edilen sayıda ürünün, talep edilen zamanda ulaştırılması mümkün hale gelmiş, dahası bu ürünlerin, piyasaya sürülen ülkelerde taşeron firmalar veya bayilikler aracılığıyla üretiminin gerçekleştirilmesi sağlanmıştır (Belek, 1999: 62). Böylece karşımıza esnek üretim ve esnek uzmanlaşmanın yanı sıra tam zamanlı üretim anlayışı çıkmıştır. İnternetin kullanımıyla birlikte ise uluslararası sermaye, üretim, dağıtım ve pazarlama alanlarında ortaya çıkan yeni pazarlarda uluslararası piyasadaki egemenliğini genişletme fırsatını bulmuştur. İnternet teknolojisi beraberinde internet üzerinden satışı da olanaklı kılmış ve talep üzerine bir malın istenildiği oranda satışı mümkün hale gelmiştir. Dahası çeşitli reklam ve pazarlama stratejileriyle satış koşulları çok daha güçlenmiş ve sermaye yüksek sabit maliyetle uluslararası düzlemde büyüme fırsatını gerçekleştirebilmiş, böylece uzun vadede oldukça kȃr getiren bir alanda öncesi görülmemiş oranda büyüme ve genişleme fırsatı bulabilmiştir. Özellikle bilgisayar ve internet teknolojisinin sağladığı bir olanak olarak iletişim sektörü, tüm bu yöndeşen yeni üretim biçiminin merkezi haline gelmiştir. Fiber optik kablo teknolojisinin gelişmesi ile birlikte, ağların dijitalizasyonunun mümkün hale gelmesi, iletişim sektöründe ses, veri ve görüntünün bir araya getirilmesini olanaklı hale getirmiştir. Bu durum ise iletişim sektörünün medya ve telekomünikasyon olarak ayrışan iki alt sektörünün yöndeşerek, bilgi ve iletişim teknolojileri olarak yeniden yapılanması sürecini mümkün hale getirmiştir. Böyle bir yöndeşme ile bir yandan internet üzerinden televizyon yayını, radyo dinleme, interaktif iletişim gibi iletişim sektörünün birbirinden ayrı olan hizmetlerinin tek bir araç üzerinden gerçekleşmesi mümkün hale gelirken diğer yandan da ürün satışlarının yine aynı kaynak üzerinden gerçekleşmesi mümkün olmuştur. Medyanın, uluslararası ölçekteki birleşimlerle kendini yeniden organize ederek kendisini neredeyse bütünüyle ticari bir alan içinde tanımlamaya başlamasının alt yapısal olanakları ise, yeni liberal düzenin özellikle 1980’li yıllardan itibaren açık bir biçimde uygulamaya başladığı özelleştirme politikaları, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumlarının oluşumu ve bu kurumların küresel ölçekte serbest piyasa merkezli politikaları ile sağlanmıştır. Bu örgütlenmeler aracılığıyla gerçekleştirilen NAFTA, GATTS gibi özellikle gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerin pazarlarına ulaşımı kolaylaştıracak bölgesel birlik antlaşmaları ve Avrupa Birliği politikaları hizmet sektörünün ticarileşmesi 12 Geray (2003), neoliberal dönemde Marshall Planı ve sonrasında gerçekleştirilen uluslararası örgütlenmelerin gerek zora dayalı yöntemlerle gerekse siyasal manevralarla, kapitalizmin üretim, dağıtım ve pazarlama süreçlerinde egemen olan sayılı şirket ve bu şirketlerin bağlı bulunduğu ülke çıkarları doğrultusunda hızla büyümesini ayrıntılı olarak ele almaktadır. 105 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın sürecinin önemli adımını oluşturmuştur (Geray, 2003). Böylece uluslararası sermaye üretimin her alanında benzeri görülmemiş ölçüde yoğunlaşma fırsatı bulabilmiştir (Adaklı, 2006). Serbest piyasa temelli ekonomi politikalar üzerinden, uluslararası birleşimlere giderek sermayesini hızla büyüten büyük sermaye devlerinin yeni medya teknolojilerine ve bu teknolojilerle hızla büyüyen yeni pazarlara yönelik gerçekleştirdikleri yatırımlar, sert rekabet koşullarını zorunlu kılması nedeniyle kamu hizmeti yayıncıları üzerinde de önemli bir baskı unsuru olmuştur. Kamu hizmeti yayıncıları bu dönemde yeni medya teknolojilerinin gerektirdiği yatırımları gerçekleştirebilecek yeterli kaynağa sahip olamadığı gibi, her girişimleri ticari medya sahiplerinin itirazları ve lobi faaliyetlerine maruz kalmıştır. Günümüzde özellikle Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılarına, güçlü ve tek bir Avrupa pazarı yaratılma idealinin gerçekleştirilmesi sürecinde, tamamlayıcı bir rol verilmeye ve desteklenmeye devam edilmekle birlikte sunulan bu destek giderek sorunlu bir hal almaya başlamıştır. Kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya dönemindeki tüm girişimleri, bu girişimler ticari sermayenin uluslararası piyasadaki büyüme koşullarını ve hedeflerini kolaylaştırıcı bir etkiye sahip olduğu sürece veya bu girişimlerin rekabet koşullarına bir zararının olmadığı düşüncesi kabul gördüğü ölçüde desteklenmiştir13 (Moe, 2008). Bu doğrultuda dünyada kamu hizmeti yayıncılığı politikalarının şekillenmesinde belirleyici bir konumda olan Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılarına sağlanan mali desteğin miktarı giderek azaltılmaya başlanmış ve bu yardımdan yararlanma koşulları çok aşamalı, titiz ve derinlikli değerlendirmelere tabi kılınmıştır. Bu durum ise hızla çoğalan kanal seçeneklerinin ve yeni medya teknolojileriyle gelen yeni hizmetlerin arasında var olmaya çalışan kamu hizmeti yayıncılarının gerekli mali desteği bulamaması nedeniyle artan oranlarda ticari çözümlere başvurması ve tasfiye olması sürecini gündeme getirmiştir (Adaklı, 2010: 81). Avrupa başta olmak üzere dünya genelinde kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarına destek sunulmasına ilişkin ya da bu yayın kuruluşlarının denetim ve kontrol mekanizmalarının yeniden yapılanmasına yönelik düzenlemelerde İngiltere’de esas alınan değişiklikler örnek alınmıştır (Moe, 2008) Devlet desteğinin miktarlarının giderek azalması ve bu desteğin verilme koşullarının İngiltere’deki uygulama örnek gösterilerek, bir çok testler ve kararlara bağlı kılınması, kamu hizmeti yayıncılarını finansal açıdan karar mercilerine daha bağımlı hale getirmiş, bu bağımlı yapı doğal olarak ilgili kuruluşların yayın politikalarını da doğrudan etkilemiştir. Yeni medya araçlarının gelişmesi ve hızla artan izleme seçeneklerinin bir sonucu olarak izler kitlede gözlenen parçalanma da abone sayılarının hızla azalması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Finansal kaynağı sağlayabilmek için ise kamu hizmeti yayıncılarının bir çoğu hızla artan oranlarda ticari çözümlere başvurmak durumunda kalmıştır (Moe, 2008). Bu 13 Avrupa Birliği’nin kamu hizmeti yayıncılarına bu neoliberal düzende tanımış olduğu tamamlayıcı rol, birliğin iletişim sektörüne ilişkin gerçekleştirdiği hemen her düzenlemesinde açıkça ifade edilmektedir. Bu doğrultuda örneğin 2001 Yayıncılık Tebliği’nde ve ardından 2009 Yayıncılık Tebliğinde kamu hizmeti yayıncılarının haksız rekabete neden olabilecek girişimlerinin önüne geçebilmek amacıyla, sunulacak mali desteğe ilişkin kamu değerlendirme testlerinin (Public Value Test) uygulanması (2009 Tebliği Madde 40), danışma kurullarının görüşlerinin alınması (Tebliğ, 2009), sunulacak desteğin sınıf ve okul sağlığına zarar vermemesi gibi kararlarda açıkça görülmektedir. Ayrıca bkz. Geray (2005); Sümer (2014); Michalis (2009); Donders ve Pauwels (2008); Humphreys (2008). Sayı 40 /Bahar 2015 106 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi nedenle Avrupa’da ve hatta dünyada kamu hizmeti yayıncılarının bir çoğu devlet desteği ve ticari girişimleri birlikte kullanarak karma gelir yapısı ile mali açıklarını kapatmaya çalışmışlardır. Karma gelir modeli ise beraberinde, hem ticari kaynak hem de devlet desteği alınarak yayının gerçekleştirilmesinin haksız rekabete neden olduğu gerekçesiyle ticari medyanın itirazlarını yoğunlaştırmalarına neden olmuştur (Ward, 2003: 243). İletişim politikaları ve özellikle de kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamaları söz konusu olduğunda İngiltere’nin, tüm bu süreç içinde görece ayrıcalıklı bir konumda yer aldığını belirtmek gerekmektedir. Bu ayrıcalıklı konumu İngiltere ortaya koyduğu özgün iletişim politikalarıyla oluşturmuştur ki bu dönemde esas aldığı ikili yayın stratejisi bu özgün modelin temelini oluşturmaktadır. Elbette, 1980’lerden itibaren tüm dünyada açık bir biçimde görülmeye başlanan neoliberal politika ve uygulamalar İngiltere’de de esas alınmıştır. Thatcher hükümetinin 1979-1997 yılları arasındaki yeni muhafazakar yaklaşımı eşliğinde gerçekleşen neoliberal politikalar iletişim sektöründe de yansımasını bulmuştur. Curran ve Seaton (2003:359), 1980’lere kadar İngiliz iletişim politikasının, evrensel erişim, çok seslilik, çok kültürlülük, şeffaflık, tarafsızlık gibi ilkeler etrafında örgütlenen kamu hizmeti yayın anlayışı esas alınarak oluşturulduğuna dikkati çekerken bu tarihten itibaren bu politikanın özellikle Annan Raporu ile birlikte değiştiğini ve yerini piyasa temelli politikalara bıraktığını belirtmektedir14. Annan Raporu’nda yayıncılığın bir takım etik değerleri sergilemeyi esas almak yerine toplumun farklı kesimlerinin beklentilerini ve toplumsal çıkarları göz önünde bulundurması gerektiğine vurgu yapılmış (Curran ve Seaton, 2003: 360), böylece kamu hizmeti yayıncılığı ilkelerinin neoliberal dönemde artık ikincil bir konumda yer aldığı gerçeği açık bir biçimde ifade edilmiştir. Bununla birlikte Curran ve Seaton (2003), piyasalaşma doğrultusunda alınan kararlarda ulusal çıkarları ve kamu yararını gözeten bir takım karar ve uygulamalara da gidildiğini vurgulamakta ve bu uygulamaya örnek olarak Hunt Raporunu, hükümet bünyesinde hazırlanmış olan Beyaz Raporları’nın bazılarını ve 1980’lerde kabul edilmiş olan Peacock Komite kararlarını örnek göstermektedir. Hunt Raporu ile İngiliz hükümeti kablolu televizyonun dağıtım ve kurulumunda denge ve kalite unsurlarının göz önünde bulundurulması kararına varırken, 1977’den itibaren hazırlanan beyaz raporlarda, İngiliz yayın sisteminin, yabancı yayın şirketlerinin uydu yayınlarının zararlı etkilerinden korunması ve kamu hizmeti yayıncılığının göz ardı edilmiş olan ilkelerini dikkate alarak, ulusal çıkarlara hizmet eden yayınların korunması gerektiği vurgulanmıştır. Yine 1990’da hazırlanmış olan Yayıncılık Yasası’nda (Broadcasting Act), bayiliklerin “yeterli sayıda nitelikli programlara yer vermesi” kararına varılmış ve bu nitelikli programların içerikleri ulusal çıkarlar ve kamu yararı doğrultusunda hazırlanmıştır (Curran ve Seaton, 2003: 360). 1986 yılında BBC’nin gelecekteki finans 14 Curran ve Seaton (2003: 360), Annan Raporuna kadar İngiltere’de, iletişim politikasını şekillendiren tüm raporları değerlendirmekte, 1923 yılında hazırlanmış olan Sykes Raporu’nda, 1926 Crawford Raporu, 1950 Beveredge Raporu ve 1962 Pilkington Raporu da dahil olmak üzere diğer tüm raporlarda, uygulamalarda ulusal çıkarların ve kamu yararının gözetilmesinin esas alınması gerektiğine vurgu yapılırken, Annan Raporu ile bu geleneksel yaklaşımda bir çok açıdan kırılma yaşandığında vurgu yapmaktadır. 1960 sonrası hazırlanmış olan raporlarda tüketici eğilimi ve serbest piyasa ilkelerine yönelim esas alınmış olsa da, kamu hizmeti yayıncılığını destekleyici düzenlemelerin gerekliliğine de vurgu yapılmıştır. 107 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın kaynaklarının sorgulanması amacıyla oluşturulan Peacock Komitesi, değişmekte olan radyo ve televizyon yayıncılığı sektöründe tüketici egemenliğinin, yönlendirici güç olarak kullanılmasının mükemmelliği üzerinde durmuş ve kamu yönetimlerinin, müdahalesini, frekans spektrumun sınırlı bir kaynak olduğu yayın dünyasında “Piyasanın Başarısızlığı”na geçici bir cevap olarak görmüş bu bağlamda kamu hizmeti yayıncılığı hizmetlerinin devam etmesi gerektiği sonucuna varmıştır (RTÜK-Rapor, 2009:16). Benzer biçimde 1996 yılı Kraliyet Beratı’nda BBC’nin dijital ve ticari hizmetleri, onun temel hedefleri olarak belirlenmiş (Steamers, 1999: 49), 1997’de iktidara gelen İşçi Partisi döneminde de BBC’nin çevrimiçi hizmetlerinin ve yeni medya hizmetlerinin geliştirilmesine ilişkin oldukça cömert bir ödeme şekli geliştirilmiştir. Humphreys (2010: 12), 2002’de ITV Digital’in ciddi bir düşüş yaşamasıyla birlikte tüm finansal desteğin BBC’ye yönlendirildiğine işaret etmektedir. Yine Humphreys (2010: 13), 2003 yılı İletişim Yasası ile birlikte İngiltere’nin iletişim piyasasında liberalleşme ve deregülasyon politikaları doğrultusunda yayıncılık uygulamalarını gerçekleştirmeyi hedeflerken ve dünya pazarında İngiltere iletişim pazarının en dinamik ve rekabetçi pazarı haline dönüştürülmesini amaçlarken, aynı zamanda kamu hizmeti yayıncılığının bu yeni yöndeşen elektronik iletişim ortamında korunmasının taahhüdünün de verildiğini belirtmektedir15. Her ne kadar İletişim Yasası’nda veya kamu hizmeti yayıncılığına yönelik diğer yasal ve finansal düzenlemelerde eksiklikler olsa da Humphreys (2010: 13), İngiltere’nin politika yapıcılarının, kamu hizmeti yayıncılığı olgusuna diğer ülkelere kıyasla daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaştıklarına dikkati çekmektedir. Hükümet kamu hizmeti yayıncılığını neoliberal dönemde desteklemeye devam etmekle birlikte, neoliberal dönemde hükümetin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve düzenlemelerinin, geleneksel dönemin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamasının uzağında yer aldığını da belirtmek gerekmektedir. Neoliberal dönemde hazırlanan karar ve düzenlemelerde kamu hizmeti yayıncılığının devamlılığına yer verilmekle birlikte, bunlar oldukça yüzeyseldir. Curran ve Seaton (2003: 360), gerek Hunt Raporu’nun gerekse 1990 Yayıncılık Yasası’nın uydu yayınının zararlı etkilerinden korunma amaçlı bir takım ulusal çözümlere başvurmakla birlikte bu raporlarda kamu hizmeti yayıncılığının temelinin terk edildiğine dikkati çekmektedir. Genel olarak bakıldığında ise İngiltere iletişim politika ve uygulamalarının Avrupa Birliği ve üye ülkeleri başta olmak üzere dünya iletişim piyasasına etkide bulunmasında üç etmenin belirleyici olduğu görülmektedir. Öncelikle İngiltere, ileri bir kapitalist ülke olarak Avrupa Birliği bünyesinde alınan kararlarda belirleyici bir role sahiptir (Humphreys, 2010). Gerek Sınırsız Televizyon Direktifi gerekse Avrupa Birliği’nin gerçekleştirdiği diğer karar ve düzenlemeler, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın uzun soluklu lobi 15 Humphreys, 2003 İletişim Yasası ile kamu hizmeti yayıncılarına belli bir oyun alanı tanındığını belirtmekle birlikte, gerek bu yasada gerekse diğer düzenlemelerde bu alanın İngiltere’de de giderek sınırlandığının ve gelecekte kamu hizmeti yayıncılığının varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğinin ise belirsiz olduğuna dikkati çekmektedir. 2003 İletişim Yasası’nın ise kamu hizmeti yayıncılığına tanıdığı bu oyun alanını bir çok sınırlama ve yükümlülük eşliğinde gerçekleştirdiği görülmektedir. Bu doğrultuda yasada OFCOM’dan BBC programlarının kamu hizmeti yayıncılığı yükümlülükleriyle uyumluluğu, başvuruda belirtilen editoryal yükümlülüğünün karşılanıp karşılanmadığı, hizmet niteliğinin belirlenen ölçütlere uygunluğu gibi ölçütlerin değerlendirilmesi istenmektedir. Sayı 40 /Bahar 2015 108 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi faaliyetleri eşliğinde gerçekleştirilmiş, İngiltere ise karar alım süreçlerinde lider bir rol üstlenmiştir (Humphreys, 2008). İkinci olarak İngiltere’de ticari medya girişimlerinin ve kamu hizmeti yayıncısı olarak BBC’nin dünya piyasasında hızla büyüyen konumu, İngiltere’nin iletişim politikalarının, özellikle iletişim sektörüne yönelik uygulamalarda piyasa tökezlemelerine uğrayan ülkelerde referans alınmasına neden olmuştur16. Son olarak, küçük Avrupa ülkelerinin yeni medya teknolojilerinin yüksek maliyetlerini karşılayamaması nedeniyle program üretmek yerine BBC’nin program içeriklerine giderek daha bağımlı hale gelmesi, bu ülkelerin BBC’nin iletişim politika ve yaklaşımına da bağımlı hale gelmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır (Iosifidis, 2012). İngiltere ise esas aldığı ikili yayın stratejisi ve esas aldığı yayın politika ve uygulamalarına sağlanan siyasal desteğin bir sonucu olarak dünya piyasasında lider konuma gelmeyi başarmıştır (Leckner, 2010). BBC, ikili stratejisini üç temel argümana dayandırmaktadır. Moe (2008: 227), bu argümanları şöyle sıralamaktadır: • Ticari aktivitelerden elde edilecek gelirler kamu hizmeti sunan radyo ve televizyonlara bir geribildirim oluşturabilir. BBC, küresel çoklu-medya girişimlerinde bulunmayı, bir kamu hizmeti yükümlülüğü olarak görmektedir. • BBC, hızla bilgi toplumu olarak adlandırılan bir sürece gidildiği İngiltere’de, lider rolünü korumanın yolunu tartışmaktadır. • BBC, internet aktivitelerinde ilerlemenin, BBC’nin kamuya sunduğu hizmetin niteliğini, oranını ve derinliğini artıracağı görüşündedir. Özellikle bu son argüman, BBC’nin sonrasında bbc.co.uk olarak adlandırılacak olan internet hizmetini sunmasında etkili olmuştur. Michalis ve Hills (2000:48), BBC’nin, kamu hizmeti yayınlarında internet gibi yeni medya teknolojilerinden yararlanmasını kamu hizmeti görevlerine katkı olarak tanımlasa da, İngiltere’de bu dönemdeki İnternet kullanımının % 26’lık oranla oldukça sınırlı düzeyde kaldığını belirtmekte, BBC’nin bu argümanının ise beraberinde pek çok itirazı getirdiğine dikkati çekmektedir. Örneğin, İngiliz Yayıncıları Birliği, BBC’nin internetin kamu hizmeti yayıncılığının üçüncü kolu olduğu açıklamasını sorgulamış ve bu yönde lobi faaliyetleri gerçekleştirmiştir (Michalis ve Hills, 2000). Benzer şekilde BBC’nin, eğitim ihtiyacının çevrimiçi karşılanması amacıyla okullara kadar ulaşmayı hedefleyen dijital müfredat programı yoğun lobi faaliyetlerinin ardından kapanmıştır (Michalis, 2012: 36). Ticari medya itirazlarını, BBC’nin yeni medya teknolojilerindeki aktivitelerine yeterli erişim olanaklarının olmadığı, bu aktivitelere katılımın sınırlı sayıda olması ve böylece evrensel hizmetin sunulamıyor olduğu, BBC’nin yeni medya teknolojilerindeki girişimlerinin piyasada yeni girişimcilerin rekabet edebilme olanağını sınırlandırdığı, çok kanallı ve çok seçenekli bir ortamda BBC’nin yeni medya hizmetlerine gereksinimin kalmadığı yönündeki gerekçelerle temellendirmişlerdir17. BBC’nin yeni medya teknolojileri ile gelişen pazarlardaki girişimleri ise ticari 16 Fransa buna örnektir. 2008 yılına kadar karma gelir modelini esas alan France 2 ve France 3, bu tarihten ticarileşme eğilimlerini kabul ederek, İngiltere’nin ikili modelini esas almanın daha iyi olacağını açıklamışlardır (Humphreys, 2010: 16). 17 Ayrıntılı bilgi için bkz. Moe (2007: 61), Michalis ve Hills (2000: 486-489), Michalis (2012), Humphreys (2010). 109 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın medyanın itirazlarına karşın devam etmiştir. Kamu hizmeti yayıncılarına sınırlı olanak ve alan tanınması politikasını aşmak adına BBC ilk ticari girişimini ICL-Fujitsu ile ortaklığa giderek, BBC Worldwide’ın bağlı ortaklığı altında “beeb.com” adıyla ticari bir web sitesi oluşturarak gerçekleştirmiştir. Ticari gelir ile finanse edilecek bir web sitesinin kurulması, lisans ücretleriyle desteklenen kamu hizmeti yayınlarının aynı biçimde işlerliğini sürdürmesine engel oluşturmaması açısından önemli bir örnek oluşturmuştur. “beeb.com” internet sitesi, ticari medyanın itirazları sonucunda iki yıl sonra kapatılmış olsa da BBC, BBC Worldwide, BBC Shop (kitap, cd gibi ürünlerin satımı için), Radio Times (çevrimiçi televizyon rehberi olarak) ve beeb.net (internet erişimini sağlamaya yönelik) gibi birçok ticari site kurmaya devam etmiştir (Moe, 2008: 226). BBC’nin ikili stratejisinin diğer bir ayağını ise ticari gelirlerden bütünüyle bağımsız ve lisans ücretleriyle finanse edilen yayın hizmetlerini sunması oluşturmaktadır. 1998’de bu doğrultuda hizmete başlamış olan bbc.co.uk, BBC’nin önemli bir hizmetidir. Sadece lisans ücretleriyle finanse edilen bbc.co.uk sitesi, 1998’den 2006 yılına kadar hızla gelişmiş, toplumun her kesiminin video ve kamera çekimleriyle görüşlerini paylaşabildikleri “Video Nation”, öğrencilerin bilgi toplumuna uyumlanmasını desteklemek amaçlı “GCSE Bitesize”, altı yaşın altındaki çocuklar için öğrenme gereçleri ile oyunları, aileler için de bir mesaj panosunu içeren “CBeebies” gibi yenilikçi program türleriyle ve geniş ve yaygın bir televizyon ve radyo içeriği sunan yeni kanal seçenekleri sunarak kendini geliştirmiştir (Moe, 2008: 227). Dahası BBC dijital karasal yayına geçiş sürecinde de etkin bir rol üstlenmiştir. Peacock komitesi sonrasında 2007 yılında, her on yılda bir tekrarlanan Kraliyet Beratı’nda dijital karasala geçiş sürecinin İngiltere genelinde sağlanabilmesi amacıyla BBC’ye önemli mali kaynak sağlanmış, bu mali desteğin ise BBC’nin bu alandaki görevinin açık bir biçimde belirtilmesi koşuluyla sağlanması kararlaştırılmıştır18. Bu kararın sonucunda İngiltere kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarında kamu değer testine başvurulması süreci başlamıştır19. 1996’da başlayan dijital karasala geçiş süreci İngiltere’de 1998 yılı itibariyle bütünüyle tamamlanmıştır (TRT- Rapor, 2006: 17). Böylece BBC, Galler ve İskoçya da dahil olmak üzere geniş bir alanı kapsayan dijital karasal ortamda ulusal yayın hizmeti sunmasının yanı sıra, BBC World20, BBC English, BBC Monitoring gibi hizmetleriyle, dünya genelinde yayın ağını hızla genişletmektedir. Ayrıca BBC’nin çoğu programı 18 Bu kararın alınmasında kraliyet beratı öncesinde patlayan kriz belirleyici olmuştur. 2007 yılında, 2003 tarihinde Irak’ta kitle imha silahlarının var olup olmadığı ve dolayısıyla İngiltere’nin Irak’a müdahalesinin meşru olup olmayacağı konusundaki tartışmada BBC’nin gündemin oluşmasına zarar veren tarzda bir haber yaptığı ilgili mahkeme tarafından tespit edilince bir kriz patlak vermiştir. BBC yöneticilerinin istifasına neden olan bu kriz BBC’de yeniden yapılanma sürecini başlatmış, BBC kendi yayınlarının meşruiyetini sağlayabilmenin bir yolu olarak kamu değeri testine başvurma yolunu bu yapılanmanın bir parçası olarak yaşama geçirmiştir (Sümer, 2014: 31). 19 İngiltere’de kamu değer testi uygulamasına geçiş ve Avrupa politikasına etkisiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Moe (2008); ve Michalis (2009) , Donders ve Pauwels (2008). 20 BBC World, finansmanı Dışişleri Bakanlığı tarafından karşılanan, 32 dilde dünya genelinde yayın hizmeti sunan, alt kanalları, internet siteleri bulunan ve yaklaşık 180 milyon dinleyicisi ve 250 kadar muhabiri bulunan bir yayın ağıdır (Kırık, 2012: 68). BBC World için ayrılan bütçede son yıllarda kısıtlamalara gidilmekle birlikte, sağlanan finansman BBC World’ün dünya genelinde çalışmalarını etkin biçimde yürütebilmesini sağlayacak düzeydedir. Ayrıntılı bilgi BBC’nin yıllık raporundan araştırılabilir. Bkz. http://downloads.bbc.co.uk/ annualreport/pdf/2013-14/bbc_annualreport_201314_overview_bbcataglance.pdf Sayı 40 /Bahar 2015 110 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi yurt dışındaki diğer ülkelere ihraç edilmekte ve buradan da gelir sağlanmaktadır ki bu programlar arasında çeşitli eğitim amaçlı programlar da bulunmaktadır. Böylece BBC bir yandan uygulanan kamu değer testi ya da denetleyici kurumların yöndeş yapısı ve yayın politikasıyla diğer yandan da program satışları, kitap ve cd satışları ya da diğer e-satış yöntemleriyle dünya piyasasında kendi iktidarını kanıtlamış bir yayın haline gelmiştir. Özellikle az gelişmiş ülkelerin ve küçük Avrupa ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının başta İngiltere olmak üzere ileri kapitalist ülkelerin iletişim politika ve uygulamalarından oldukça etkilendikleri görülmektedir21. Yeni medya teknolojilerinin gerektirdiği yüklü mali yatırımları kamu hizmeti yayıncılarının karşılaması olanaksız hale gelmiştir. Böylece bu kurumlar gerekli mali desteği sağlayabilmek ya da uygun programları yayınlayabilmek ve varlığını sürdürebilmek adına bir yandan ticari yayın ve ortaklıklara yönelirken diğer yandan da karar ve uygulamada doğrudan hükümet kararlarına ve ileri kapitalist ülkelerin kamu hizmeti yayıncılığı girişim ve uygulamalarına bağımlı hale gelmiştir. İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarında denetleyici otoritelerin niteliğine bakıldığında ise, kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarında belirleyici olan iki birim karşımıza çıkmaktadır: BBC Trust ve OFCOM. Kamu değer testi ise İngiltere’de, yeni hizmetlerin kamu hizmeti yayıncıları tarafından uygulanması sürecinde belirleyici bir rol üstlenmektedir. Kamu değeri testine ilişkin ilk denemeler 2002 yılında başlamış olmakla birlikte, Avrupa neoliberal iletişim politikasına uygun format ve içeriğiyle ilk kapsamlı örneğini 2006 yılında “Kamu Değer Testi (Public Value Test)” adıyla gerçekleştirmiştir (Moe, 2010: 211). Kamu değeri testi iki aşamada gerçekleştirilmektedir. Uygulanmak istenen hizmeti öncelikle kamu hizmeti görevlerine uygun olup olmadığı ve kamu hizmeti yayıncılığının görevleri bağlamında gelişen ihtiyacını karşılayıp karşılamadığını test etmektedir. Moe (2010), kamu görevine uygunluğunun ve ihtiyaca yönelik olup olmadığının test edilme sürecinin oldukça kapsamlı, maliyetli ve uzun bir süreçte gerçekleşen bir aşama olduğuna işaret etmektedir. Eğer başvurulan hizmet gerekli kriterlere uygun bulunursa ikinci aşamaya geçilmektedir ki testin bu aşamasına yönelik değerlendirme sürecinde OFCOM yetkilidir. OFCOM, başvurulan hizmetin, rekabet koşullarına etkisini ve genel ekonomik yarara katkısının olup olmadığını değerlendirmektedir. Bu iki birimden de onay alındığında, başvuru hizmete sunulmaktadır (Moe, 2010: 213). BBC, yeni medya piyasasına uyumlanma sürecinde ise kamu hizmeti yayıncılığı ilkelerini esas almayı amaç edinmeye devam ettiği görülmektedir. Örneğin yayın ilkeleri olarak tarafsız bir biçimde olayları bildirmeyi taahhüt etmekte, ulusal güvenliği ilgilendirebilecek durumlarda hukuk büroları ve çeşitli uzmanların danışmanlığına başvurmayı ve belli bir gelir karşılığında programlarda ürün yerleştirme gibi uygulamalara 21 Geray (2003), dünya genelinde özellikle az gelişmiş ülkelerin ileri kapitalist ülkelerin iletişim politikalarına bağımlı olduklarına dikkati çekerek bu bağımlılığın kamu hizmeti yayıncılığı politikalarında da açık bir biçimde görüldüğünü ortaya koymaktadır. Iosifidis (2007), gelişmiş kapitalist ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının özellikle küçük Avrupa ülkelerinde ve dünya genelinde güçlü sermaye yapıları sayesinde gerçekleştirdikleri kaliteli yayınlar ve program satışlarıyla egemen bir konum edindiklerine dikkati çekmekte, bu süreçte İngiltere’ye lider bir konum vermektedir. Humphreys (2008), gerek Avrupa Birliği bünyesinde alınan kararlarda gerekse dünya genelinde kamu hizmeti yayınlarında başta İngiltere olmak üzere büyük Avrupa ülkelerinin avantajlı bir konumda olduklarını açıklamaktadır. Benzer yorumlar için ayrıca bkz. Jakubovicz (2004); Leurdijk (2006); Murdock (2004). 111 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın yönelmemeyi, ticari marka ve ürünlere haklı editoryal bir gerekçe olmadıkça herhangi bir göndermede bulunmamayı taahhüt etmektedir. Elbette bu taahhütler BBC’nin kendi yayınları için geçerlidir22. Ticari amaçla kurulmuş olan beeb.com gibi internet sitesi ve yayınları için aynı durum söz konusu değildir. Dolayısıyla BBC iletişim piyasasında belli bir güveni sağladığı logo ve markasını koruma adına bir yandan kamu hizmeti yayıncılığı politikasını koruma adına belli bir düzeyde de olsa çaba sarf ederken diğer yandan doğrudan ayrı bir kanaldan sağladığı ticari gelirlerle de bu amacı desteklemek gibi bir politika ile yayınlarını devam ettirmekte, BBC’nin esas aldığı bu politikanın siyasal erk tarafından desteklenmesi ise artan itirazların çoğunlukla sonuçsuz kalması durumunu ortaya çıkarmaktadır. Dahası ele aldığı politikalarla Avrupa Birliği ve üye ülkelerin yayın politikalarında öncü bir rol üstlenmeye devam etmektedir. Bununla birlikte 12 kişiden oluşan BBC Yönetim kurulu üyeleri, hükümet tavsiyesi ile kraliyet onayı ile atanmaktadır. Kurumun yayın politikası ise yönetim kurulu tarafından saptanmaktadır. Toplum içinde farklı görüşlere neden olan dinsel, siyasal ve kültürel problemlerde son sözü söyleme yetkisi yönetim kuruluna aittir (Kırık, 2012: 65). BBC genel müdürü İçişleri Bakanlığı tarafından atanmakta ve yönetim kuruluyla birlikte BBC’nin genel yayın politikasını saptamaktadır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde BBC her ne kadar geleneksel olarak kamu hizmeti yayıncılığı politikalarını esas alarak yayınlarını gerçekleştiriyor olsa da yasal düzlemde doğrudan siyasal erkin kararlarına bağlı bir konumda yer almaktadır. Bu durum ise İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı politika ve ilkelerinin varlığını sürdürmesinin önünde bir risk oluşturmakta ama daha önemlisi, İngiltere kamu hizmeti yayıncılığı modelini benimsemeye çalışan ülkelerin yayın politikasını doğrudan siyasal erkin kararlarına bağımlı bir konuma getirebilmektedir ki Türkiye bu bağlamda önemli bir örnektir23. BBC Yeni Medya Politika ve Uygulamalarının Avrupa Birliği ve Üye Ülkelerine Etkisi Moe’nun da belirttiği gibi İngiltere’de uygulamaya konulan kamu değeri testi Avrupa Birliği’nde ve üye ülkelerde kamu hizmeti yayıncılığı düzenlemelerinde belirleyici bir referans noktasını oluşturmaktadır. Giderek artan itirazlara bir çözüm olarak Avrupa Birliği, 2009 Yayıncılık Tebliği’nde başvurulan hizmetin değerlendirilmesi için kamu değer testinin ve finans analizinin yapılmasını istemiş (madde 23 ve madde 40), böylece kamu hizmeti yayıncıları yeni medya hizmetlerindeki aktivitelerine ilişkin daha fazla sınırlamayla karşı karşıya bırakılmışlardır. Dahası, BBC kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarında örnek gösterilmekle birlikte, ülkelere getirilen düzenleyici ve denetleyici yükümlülükler her ülkenin özgül koşulları doğrultusunda uygulanmış, bu durum ise her ülkede farklı kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarının, farklı danışma ve değerlendirme biçim ve örneklerini karşımıza çıkarmıştır24. 22 BBC’nin son dönem yayın ilkeleri için bkz. http://www.bbc.com/turkce/kurumsal/2009/07/000000_ yayin_ilkeleri.shtml 23 BBC yayın model ve politikasının TRT yayın politika ve uygulamalarına etkisi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Tarakçıoğlu (2008); Canyurt (2011). 24 Meydana gelen farklı uygulamalara ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Geray (2003); Jakubowicz (2004); Iosifidis (2012). Sayı 40 /Bahar 2015 112 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi Moe (2010: 213), İngiltere, Almanya ve Fransa’da uygulanan kamu değeri testlerinin üç ölçütü esas aldığına ve bunun her üç ülkede de ortak olduğuna işaret etmektedir. Bu ölçütler şöyledir: • Sunulacak hizmetin kamu hizmeti görevine uygunluğu • Kamu rekabetine katkısı • Maliyetiyle orantılı bir değer arz edip etmediği Bu doğrultuda örneğin Almanya’da uygulanan kamu değeri testinde de İngiltere’de olduğu gibi sunulacak hizmetin kamu hizmeti görevlerine uygunluğu, kamusal rekabete katkısı ve sunulacak hizmetin gerekli tazminat miktarıyla uyumluluğu araştırılmaktadır. Buna karşın bu değerlendirmeler Almanya’da kamu hizmeti yayıncılığına biçilen tamamlayıcı rol ile birlikte düşünüldüğünde, karşımıza çok daha sınırlandırıcı bir değerlendirme çıkmaktadır. Örneğin Eyaletler Arası (İç-Devletler arası) Yayın Anlaşması gereğince ARD ve ZDF arasında 2006 yılında bir sözleşme imzalanmış ve sözleşme gereğince her iki kanal da reklam ve sponsorluğa yer vermemeyi, yerel reklamlara sınırlı bir düzeyde izin vermeyi taahhüt etmişlerdir. Yine sözleşme gereğince programlarını ise seyahat planlamaları, sohbet odaları, arkadaşlık siteleri gibi site ve programlar da dahil olmak üzere 17 kategoriden oluşan bir listenin dışındaki programlara yer verme taahhüdünde bulunmuşlardır (Moe, 2010: 211). Kamu değeri testinde Fransa da detaylı sorgulayıcı ve ayrıntılı bir değerlendirme metni hazırlamış olmakla birlikte, Fransa’daki kamu hizmeti yayıncılığına yaklaşımdaki ılımlı politika, bu kapsamlı değerlendirme metninin uygulanma aşamalarını etkilemektedir (Humphreys, 2010: 17). Hükümet’in sunduğu ekonomik destekte sınırlamaya gitmesi ve abonman ücretlerinin düşük bir düzeyde tutulması, diğer birçok Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Fransız kamu hizmeti yayıcılarının (France 2 ve France 3) da karma gelir politikasını esas alması ile sonuçlanmış, bu gelir yapısı ise ticarileşme eğiliminin artması sonucunu ortaya çıkarmıştır (RTÜK, 2009: 62). Hollanda’da ise kamu değeri testi Avrupa Birliği’nin 2009 Tebliği sonrasında üye ülkeler üzerinde yaptığı baskı üzerine uygulamaya alınmış ve uygulama çok daha esnek ve ticarileşme sürecine daha ılımlı bir yaklaşım ile gerçekleştirilmiştir (Donders ve Raats, 2012: 168). Bu farklı uygulamalar diğer üye ülkelerde de gözlenmektedir. Böylece Avrupa Birliği’nin ticari medyanın itirazlarına bir çözüm olarak oluşturmaya çalıştığı bu düzenleme, ülkeler arasında kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarındaki tutarsızlıkların kurumsallaşması ile sonuçlanmıştır. Sonuç Neoliberal dönemde İngiltere uluslararası piyasanın neoliberal politikalar etrafında, ileri kapitalist ülke çıkarları doğrultusunda yeniden yapılanma sürecinde ABD ile sıkı işbirliğine giderek aktif bir rol üstlenirken, Avrupa Birliği içinde bu politikaların 113 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın yapılanması sürecinde de belirleyici bir konumda yer almıştır. Neoliberal dönemin önemli bir üretim alanı halini alan bilgi ve iletişim teknolojileri ve medya politikalarına yönelik de İngiltere esas aldığı politika ve uygulamaların yanı sıra Avrupa Birliği içindeki lobi faaliyetleriyle de Avrupa iletişim politikasının ve uygulamalarının şekillenmesinde temel bir rol üstlenmiştir. BBC, Avrupa kamu hizmeti yayıncıları başta olmak üzere genel olarak dünyada kamu hizmeti yayıncılığı ve yayıncılık politikaları üzerinde temelde üç yoldan etkide bulunmaktadır. İlk olarak BBC, yeni medya piyasasına uyumlanma sürecinde öncü bir konumda yer almıştır ve ikili yayın stratejisi, kamu değer testi gibi uygulamaları ortaya çıkararak, birlik içindeki egemen konumu ve BBC’nin dünya piyasasında sağladığı konumun da etkisiyle, bu uygulamaların Avrupa Birliği bünyesinde kabul edilmesine kaynaklık etmiştir. İkinci olarak BBC, diğer ülke uygulamalarına kıyasla kamu hizmeti yayıncılığı anlayışıyla yayın gerçekleştirme politikasına daha fazla önem vererek yayınlarını gerçekleştirmenin yeni medya dönemindeki özgün modelini sunmaktadır. Bu modelde BBC, karma gelir modeline başvurarak yayınlarını gerçekleştiren kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarına alternatif olarak, birbirinden bağımsız kanallar üzerinden kamu ve ticari yayınlarını gerçekleştirme yoluna gitmektedir. Böylece BBC bir yandan kamu hizmeti yayıncılığı ilkelerini esas alan bir yayıncılık anlayışını bir kanal üzerinden gerçekleştirirken, başka bir kanal üzerinden ticari geliri esas alan ve yayınlarını reklamlar, e-satış, kitap ve cd satışı, ticari ortaklıklar gibi uygulamalardan edindiği gelirlerle finanse etmektedir. Son olarak BBC dünya genelinde gerçekleştirdiği yayınlar ve program satışlarıyla, dünya piyasasında egemen bir rol üstlenmekte ve gerçekleştirdiği yayınlarla yayının gerçekleştiği bölgenin piyasasında hakim bir konum edinmektedir. BBC’nin bu ikili stratejisini ticari medyanın bir çok itirazına rağmen devam ettirebilmesi ise hükümetin destekleyici tutumu aracılığıyla mümkün olmaktadır. BBC yasal düzenlemelerde hükümet kararlarına bağlı bir konumda yer alırken, uygulamada özerk bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. İngiltere’deki bu yasal düzenlemelerin ve uygulamaların ise diğer Avrupa ülkelerinin ve dünyanın bir çok gelişmekte olan ülkesinin kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarına örnek teşkil ettiği görülmektedir. Yine de diğer Avrupa ülkelerinde esas alınan yayın politikasında belirleyici olan unsurun ülkelerin kendi özgül koşulları olduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Küçük Avrupa ülkelerinin bir çoğu daha baskıcı bir hükümet politikası, küçük ölçekli pazar payı, yetersiz mali kaynak gibi sorunlarla da baş etmek durumunda kaldıklarından gerek ticari çözümlere gerekse büyük Avrupa ülkeleri yapımlarına daha bağımlı hale gelmişlerdir (Iosifidis, 2007: 75-83). Örneğin Yunanistan ve Portekiz yeni medya dönemine uyumlanma sürecinde izler kitlesini en fazla kaybeden ülkeler arasında yer almıştır. Belli bir oranda izler kitleyi kendisine bağlı tutmayı başarabilmiş olan kamu yayıncıları ise bunu sağlamanın yolunu yüksek mali yatırım isteyen popüler programlara yönelmekte yani daha fazla ticari çözümler ya da büyük Avrupa ülkelerinin yayınlarını yayınlama yoluna yönelmiştir. Bardoel ve d’Henens (2008: 345), küçük Avrupa ülkelerinde gözlenen ticarileşme sürecine örnek olarak Yeni Zellanda’yı göstermekte ve başka hiçbir ülkenin ticari çözümlere başvurma konusunda bu kadar rahat davranmadığına dikkati çekmektedir. Sayı 40 /Bahar 2015 114 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi BBC örneğinden yola çıkılarak gerçekleştirilen uygulamaların ise İngiltere örneğinden oldukça farklı bir biçimde gerçekleştiğini belirtmek gerekmektedir Kİ İngiltere’nin kurumsal yapısının yasal düzlemde siyasal erke bağlı konumda olmasının, İngiltere’deki düzenlemeyi örnek alan bir ülkenin yayın politikasının da siyasal erkin kararlarına bağlı olmasına etki etmektedir. Benzer bir durum kamu değer testi için de geçerlidir. Kamu hizmeti yayıncısı kuruluşun uygulamalarının ve sunulacak finansal desteğin sağlanması sırasında gerçekleştirilen değerlendirme testlerinin içeriği ya da danışma kurulunun niteliği ve hatta bağımsız denetleyici otoritelerin üyeleri ve aldıkları kararlar ülkelerin özgül koşulları içinde şekillenmektedir. Bu durum ise özellikle küçük Avrupa ülkeleri dikkate alındığında çok daha sorunlu olabilmektedir. Bu ülkelerde ülkelerin sınırlı kaynaklarının sonucu olarak hali hazırda ayrılan sınırlı kaynaklar, bağımsız otoritelerin ya da danışma kurulunun belirli çıkar gruplarının tercihleri doğrultusunda alınan kararlara göre tahsis edilebilmesi gibi durumları gündeme getirebilmektedir (Iosifidis, 2012). Böylece İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı kendi gelenekselliği içinde kamu hizmeti anlayışını büyük oranda sürdürürken, esas aldığı politikalar Avrupa ve dünyada kamu hizmeti yayıncılığının neoliberal uygulamalar içinde tasfiye edilme çabasına katkı sunabilmektedir. Kaynaklar Adaklı, G. (2006). Türkiye’de Medya Endüstrisinin Dönüşümü: Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri, Ankara: Ütopya Yayınevi Adaklı, G. (2010). “Neoliberalizm ve Medya: Dünyada ve Türkiye’de Medya Endüstrisinin Dönüşümü”, Mülkiye Dergisi, c. 24, s. 269, ss. 67-85. Avery, R. K. (1993). Public Service Broadcasting in a Multichannel Environment, New York: Longman. Belek, İ. (1999). Postkapitalist Paradigmalar, İstanbul: Sorun Yayınları. Briggs, A. ve Burke, P. (2006). A Social History of the Media: From Gutenberg to the Internet, Malden: Polity Press. Canyurt, S. (2011). Kamu Medya Hizmeti: BBC&TRT Karşılaştırması, RTÜK Chapman, J. (2008). Comparative Media History; An Introduction: 1789 to the Present, Malden: Polity Press. Curran, J. ve Seaton, J. (2003). Power Without Responsibility: The Press, Broadcasting and New Media in Britain, New York, London: Routledge Press. Donders, K. ve Pauwels, C. (2008). “Does EU Policy Challenge the Digital Future of Public Service Broadcasting?”, Convergence, S. 14(3), ss. 295-311. Eroğul, C. (2014). Çağdaş Devlet Düzenleri, Ankara: İmaj Yayıncılık. Geray, H. (2003). İletişim ve Teknoloji; Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları, Ankara: Ütopya. 115 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın Geray, H. ve Başaran, F. (2005). İletişim Ağlarının Ekonomisi; Telekomünikasyon, Kitle İletişimi, Yazılım ve İnternet, Ankara: Siyasal Yayınları. Humphreys, P.J. (2008), “EU Audiovual Policy, Cultural Diversity and the Future of Public Service Broadcasting”, Mediating Europe, Jackie Harrison ve Bridgette Wessels ed. , London: Berghahn Books. Humphreys, P. j. (2010). “Redifining Public Service Media: A Comparative Study Of France, Germany And The UK”, UK Economic and Social Research Council, London, http://ripeat.org/wp-content/uploads/2010/03/Humphreys_P.pdf , Erişim Tarihi: 07.06.2012. Iosifidis, P. (2007). “Public Television in Small EU Member States: Challenges and Strategies”, International Journal of Media and Cultural Politics, s. 3 (1), ss. 65-87. Iosifidis, P. (2012). Mapping Digital Media: Digital Television, the Public Interest and European Regulation, http://www.opensocietyfoundations.org, Erişim Tarihi: 27.02.2012. Jakubowics, J.K. (2004). “Introduction of PSB as Part of Media System Change in Central and Eastern Europe”, European Journal of Communication, s. 19 (1), ss. 53-74. Kabaalioğlu, H., AB Kurumları ve Avrupa Hukukunun Uluslarüstü Özellikleri Işığında Avrupa Birliği ve Kıbrıs, İstanbul, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, 1997. Kasım, K. (2001). “Soğuk Savaş Sonrası ABD-İngiltere İlişkiler”, Bir Başka Açıdan İngiltere, Sedat Laçiner (der.), Ankara: ASAM. Kırık, A. M. (2012). “İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı ve Toplumsal Farkındalık Çerçevesinde BBC’nin Tarihsel Analizi”, International Congress on Culture and Society, Special Issue, sayı 3(5), ss. 60-71. Laçiner, S. (2000). “ABD-İngiltere: Özel Bir İlişki”, Avrasya Dosyası, s. 2(6), ss. 22-53. Latzer, M. (2009). “Convergence Revisited: Toward a Modified Pattern of Communications Governance”, Convergence, s.15(4), ss. 411-426. Leckner, S. ve Facht, U. (2010). “A Sampler of International Media and Communication Statistics”, NORDICOM. Gothenburg: Gothenburg University Publication. Leurdijk, A. (2006). “Public Service Broadcasting Dilemma’s and Regulation in a Converging Media Landscape”, RIPE Konferans Bildirisi, November-2006. McDonnell, J. (1991). Public Service Broadcasting, London: Routledge. Michalis M. ve Hills J. (2000). “The Internet: A Challenge to Public Service Broadcasting”, International Communication Gazette, s. 62(6), ss. 477-493. Michalis, M. (2009). “Is The Public Interest Under Threat? Public Service Broadcasting, Market Failure And New Technologies: The View From The European Sayı 40 /Bahar 2015 116 İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi Union”, Studies in Communication and Culture, s1(2), ss.185-201. Michalis, M. (2012). “Balancing Public and Private Interests in Online Media: The Case of BBC Digital Curriculum”, Media, Culture and Society, s. 34, ss. 944 – 960. Moe, H.(2007). Commercial Services, Enclosure and Legitimacy: Comparing Contexts and Strategies for PSM Funding and Developmet, Göteburg: Nordicom. Moe, H. (2008). “Public Service Media Online? Regulating Public Broadcasters’ Internet Services – Comparative Analysis”, Television & New Media, s. 9(3), ss. 220-245. Murdock, G. ve Golding P. (2001). “Ortak Pazarlar: Birleşik Krallık ve Avrupa’da Şirket Hırsları ve İletişim Eğilimleri”, Praksis Dergisi, Sayı 4: 314-331. Murdock, G. (2004). “Building the Digital Commons: Public Broadcasting in the Age of the Internet”, The 2004 Spry Memorial Lecture, Montreal University. Negrine, R. (1994). Politics and the Mass Media in Britain, London ve NewYork: Routledge. Özgöçer, U. ve Çaşın, H.M. (2008). Avrupa Birliği’nin Siyasal ve Ekonomik Temelleri, İstanbul: Arion Yayınevi. Sümer, B. (2010). The Impact of Europeanisation on Policy-Making in Turkey: Controversies, Uncertaineries and Misfits in Broadcasting Policy (1999-2009), Ankara: A.Ü. Yayınları. Sümer, B. (2014). “Avrupa Birliği’nde Kamu Hizmeti Yayıncılığının Finansmanına İlişkin Politika Gündemi: Amsterdam Protokolü ve Etkileri”, Kültür ve İletişim Derigisi, s. 17 (1), ss. 9 – 39. Taş, O. (2006). “İletişim Alanında Yöndeşme Eğilimleri: Teknoloji, Pazar ve Düzenleme”, Kültür ve İletişim, s.9 (2), ss.33-63. Tilly, C. (2000). Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, Çev. Kudret Emiroğlu, Ankara: İmge Kitabevi. Ward, D. (2003). “State Aid or Band Aid? An Evaluation of the European Commission’s Aproach to Public Service Broadcasting”, Media Culture and Society, s. 25(2), 233-250. Rapor, Kanun ve Düzenlemeler Avrupa Komisyonu (1994). Bangemann Report, https://docs,google,com/file/d/0B2vWhkwcw_ lMZDA4Y2U0NGYtM2I2Ny00NTczLTg4YTUtZDIyZDYxMGJjYmFm/edit?hl=en , Erişim Tarihi: 08.01.2012. Avrupa Komisyonu (2001), 2001 Broadcasting Communication, http://ec,europa,eu/ competition/state_aid/legislation/broadcasting_communication_en,pdf , Erişim Tarihi: 06.01.2012. 117 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Özge Yalçın Avrupa Komisyonu (2009). Türkiye 2009 Yılı İlerleme Raporu, http://www.ab.gov. tr/files/ardb/evt/2_turkiye_ab_iliskileri/2_2_adaylik_sureci/2_2_1_duzenli_ilerleme_ raporlari/turkiye_ilerleme_rap_2009_eng.pdf , Erişim Tarihi: 21.03.2012. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü Medya Bölümü (2006). Public Service Media in the Information Society, by Nissen, C.S., European Concil. BBC Trust (2007). Public Value Test (PVT): Guidance on The Conduct of The PVT, http://www.bbc.co.uk/bbctrust/assets/files/pdf/regulatory_framework/pvt/pvt_guidance. pdf içinde Erişim Tarihi: 12.11.2011. BBC (2014). Yıllık Faaliyet Raporu, http://downloads.bbc.co.uk/annualreport/ pdf/2013-14/bbc_annualreport_201314_overview_bbcataglance.pdf, Erişim Tarihi: 13.11.2014. RTÜK (2009). Avrupa’da Kamu Hizmeti Yayıncılığı Raporu, Ankara. TRT (2006). Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyon Raporu, Ankara. Sayı 40 /Bahar 2015 118 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Discourse of Corporate Social Responsibility Reporting Sibel HOŞTUT, Öğr. Gör. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporları, Sürdürülebilirlik Raporları, Raporlama Girişimleri, Paydaşlar, İletişimsel Eylem Kuramı, Söylem. Keywords: Corporate Social Responsibility Reports, Sustainability Reports, Reporting Initiatives, Stakeholder, Theory of Communicative Action, Discourse. Öz Bugün küresel düzeyde birçok şirket ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirliğe veya kurumsal sosyal sorumluluğa ilişkin uygulamaları çeşitli girişimlerin geliştirdikleri standartları kullanarak tek bir raporda sunmaktadır. Ancak bu girişimler raporlarda hangi bilgilerin hangi detayda yer alması konusunda şirketlere önemli bir rehberlik hizmeti sunarken, söylemin etik boyutuna açıklık getirmemektedir. Bu nedenle yapılan çalışmada kurumsal sosyal sorumluluk raporlarının farklı paydaş grupları tarafından nasıl anlaşılır ve güvenilir raporlar olarak kabul görmeleri konusuna açıklık getirilmeye çalışılmıştır. Bunun için Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı için geliştirdiği anlaşılabilirlik, doğruluk, gerçeklik ve samimiyet kavramlarından oluşan geçerlilik iddialarına başvurulmuştur. Nitekim kurumsal sosyal sorumluluk raporları için uluslararası arenada kabul görmüş standartların ve ilkelerin kullanılması ile Habermas’ın gerçeklik iddialarının karşılanması, şirket ve paydaşlar arasındaki iletişim sürecinin çift yönlü ve amaçlı işlemesini sağlayacak ve böylece raporlarda niteliğin ve güvenilirliğin artırılması kolaylaşacaktır. Abstract Today many companies at the global level use the standards developed by various initiatives to present their economic, social and environmental sustainability or corporate social responsibility practices in a single report. These initiatives provide significant guidance to companies about which information should take place in which detail, but discourse on the ethical dimension needs to be clarified. Therefore this study examines how corporate social responsibility reports can be seen as understandable and reliable reports by different stakeholder groups. For this, Habermas’s validity claims - understandability, accuracy, truth and sincerity - developed for the theory of communicative action have been applied. In fact, corporate social responsibility reports prepared in accordance to the internationally accepted standards and principles with respect to Habermas validity claims provide a two-way communication process with purpose between companies and their stakeholder, which in turn improves the quality and reliability of the reports Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Giriş Şirketlerde, kurumlarda ve akademide oldukça uzun süredir kurumsal sosyal sorumluluktan (KSS) bahsedilmektedir. Lee’ye (2007: 53) göre geçen 20 yıl içerisinde KSS kavramı önemsiz ve belirsiz bir durumdan yaygın olarak kabul edilebilir bir hale gelmiştir. Kavram ile 1970’lerin sonuna kadar alay edilmiş, yatırım ve iş dünyası KSS’yi bir tezat ve çelişki olarak değerlendirmiştir (Lydenberg, 2005: 1). 1990’ların sonundan itibaren ise KSS evrensel arenada yaptırım gücü haline gelmiş ve toplumun tüm bileşenleri (hükümetler, şirketler, sivil toplum örgütleri ve tüketiciler) tarafından destek gören bir uygulamaya dönüşmüştür (Lee, 2007: 53). Sosyal sorumluluk, toplumun değer yargılarıyla yakından ilgili olduğundan ve değer yargıları da toplumdan topluma ve zaman içerisinde değişkenlik gösterdiğinden sosyal sorumluluğun kesin ve belirleyici bir tarifini yapmak oldukça güçtür (Özüpek, 2013: 20). Dyllick ve Hockerts’a (2002: 131-132) göre kurumsal sürdürülebilirlik “bir şirketin, gelecekteki paydaşların ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden doğrudan ve dolaylı paydaşların ihtiyaçlarını karşılamasıdır…”. Avrupa Komisyonu ise (2011: 6) “kurumsal sosyal sorumluluğu, şirketlerin toplum üzerindeki etkileri için sorumluluk almaları” şeklinde tanımlamaktadır. Bunun için şirketler; sahiplerin, hissedarların, yatırımcıların, çalışanların, müşterilerin ve toplumun sosyal sorumluluklarını karşılayacak, paylaşılan değer yaratacak ve olası olumsuz etkilerin belirlenmesi, önlemesi ve azaltılması için kendi iş operasyonlarına sosyal, çevresel, etik, insan hakları ve tüketici kaygılarını entegre edecek bir yapıya sahip olmalıdırlar. Yapılan tanımlamalarda kurumsal sürdürülebilirlik ve KSS kavramları benzer ve birbirini tamamlayıcı şekilde kullanılmıştır. Bu nedenle yapılan çalışmada şirketlerin stratejik kararlarında ve faaliyetlerinde ekonomik, sosyal ve çevresel boyutların bir arada dikkate alınmasını ifade etmek için KSS ve kurumsal sürdürülebilirlik kavramları aynı anlamda kullanılmıştır. KSS felsefesi ve stratejisiyle yönetilen bir şirket, kâr ederken sürdürülebilir kalkınmayı sağlamalı, insan haklarına ve tüm paydaşların haklarına saygı göstermeli, ürün ve hizmetlerin çevresel etkilerini çevre dostu bir bilinçle yönetmeli, işletme faaliyetlerinde yolsuzluğun her türüyle mücadele etmeli, sendikalaşma özgürlüğünü desteklemeli, çocuk işçi çalıştırılmasının ve ayrımcılığın önüne geçmeli (UNGC, 2013) ve ilgili paydaşların karar alma süreçlerine katılımlarını sağlamalıdır. Belirtilen konuların tümü sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarında tanımlanan konuların iyileştirilmesine ve geliştirilmesine yöneliktir. Şirketlerin; ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik (Elkington, 1997) kapsamındaki uygulamalarının kurumsal değerlere ve iş stratejilerine entegre edildiğini paydaşlara iletilmesindeki en temel yol sürdürülebilirlik ya da kurumsal sosyal sorumluk raporunun hazırlanıp yayınlanmasıdır. Sürdürülebilirlik raporları; hissedarlar, pay sahipleri, potansiyel yatırımcılar, çalışanlar, müşteriler, çevre grupları ve akademisyenler gibi çok sayıda paydaş grupları tarafından okunmakta ve değerlendirilmektedir. Bu durumda farklı paydaşların farklı beklentileri olabilmektedir (Menteş, 2009: 24). Şirketler; şeffaflık, risk yönetimi, paydaş baskısı, rekabet avantajı ve itibar gibi (Center for Corporate Citizenship, 2013: 7) nedenler doğrultusunda hazırladıkları raporlarda çeşitli girişimlerin (GRI, UNGC vb.) geliştirdikleri ilkeleri ve standartları kullanmaktadırlar. Ancak kullanılan standartlar 120 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut raporun “Ne?” içermesine yönelik bir yol haritası çizerken, bu içerik “Nasıl sunulur?”, “Hangi bilgiler hangi detayda verilmelidir?” ya da “Nasıl güvenilir kılınır?“ sorularına yanıt vermez. Yapılan çalışmada bu soruların yanıtı için Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı için geliştirdiği anlaşılabilirlik, doğruluk, gerçeklik ve samimiyet kavramlarından oluşan geçerlilik iddialarına başvurulmuştur. Sürdürülebilirlik raporlarında bahsedilen geçerlilik iddialarının karşılanması, şirket ve paydaşlar arasındaki iletişim sürecinin çift yönlü, amaçlı, etkili ve kesintisiz işlemesini sağlayacak ve raporların niteliğini ve güvenilirliğini artıracaktır. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporları Şirketlerin KSS veya sürdürülebilirlik raporlarına ilişkin ilgileri yeni değildir. 1970’lerden itibaren ulus ötesi şirketlerin, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çevresel ve sosyal alanda yarattıkları etkilere ilişkin önemli toplumsal, siyasi ve akademik kaygılar gündeme taşınmıştır. Bu yıllar aynı zamanda ABD ve Batı Avrupa’daki ulus ötesi şirketlerin sosyal rapor olarak adlandırdıkları kurumsal hesap verebilirlikteki ilk dalga raporlarına da tanıklık etmiştir. Gönüllülük esasına dayanarak yayınlanan sürdürülebilirlik raporlarında şirketler açıklamak istedikleri bilgileri kendi istekleri ve doğruları çerçevesinde biçimlendirme özgürlüğüne sahiptiler (Chen ve Bouvain, 2009). Ancak 1980’lerde şirketler sosyal raporları kurumsallaştırmadıkları için rapora olan ilgi de azalmıştır. 1980’lerin sonlarında ise finansal olmayan raporlama bu kez çevresel konular gibi özel bir odaklanma ile yeniden gündeme gelmiş ve literatür bu tarihten itibaren ciddi anlamda artış göstermiştir. Son 15 yılda çevresel konulara sosyal ve ekonomik boyutlar da eklenerek raporların içeriği genişletilmiş (Kolk, 2010: 368) raporların adlandırılmasında Kurumsal Vatandaşlık Raporu, Sürdürülebilir Değer Raporu, Sürdürülebilirlik Raporu, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporu gibi çeşitli başlıklar kullanılmıştır (Hahn ve Kühnen, 2013: 7; Hoştut ve Deren, 2014). Kurumsal raporlama uygulamalarındaki bu serbestlik çok sayıda raporlama ilke ve standartlarının gelişmesine neden olmuştur. Kurumsal Sosyal Sorumluluk İletişimi Araştırmaları Bugüne kadar KSS ile ilgili çok sayıda araştırma yapılmış, kitap yayınlanmıştır. Aguinis ve Glavas’ın (2012) yaptığı çalışmada 1970 – 2011 yılları arasında KSS ile ilgili 588 makale ve 102 kitap/kitapta bölümler bulgulanmıştır. Yayınlanan makalelerin büyük çoğunluğu Journal of Business Ethics (342 yayın), Academy of Management Review (47 yayın), Academy of Management Journal (37 yayın) ve Business & Society (27 yayın) dergilerinde yayınlanmıştır. Yapılan kuramsal ve ampirik çalışmalarda yazarlar spesifik araştırma sorularını incelemiş ve KSS’yi pazarlama, örgütsel davranış, insan kaynakları yönetimi, endüstriyel ve örgütsel psikoloji, işlemler, bilgi sistemleri gibi disiplinlerle ilişkilendirmiştir. Yapılan çalışmalarla alana ilişkin literatür kurumsal, işletme ve bireysel analiz seviyelerinde sentez ve entegre edilerek düzeyli ve disiplinli bir kuramsal çerçeve sunulmuştur (Aguinis ve Glavas, 2012: 4). Ancak her ne kadar Aguinis ve Glavas (2012) KSS’nin hem akademide hem de uygulamada büyük ilgi gördüğünü açıklamış olsa da, Ihlen (2011: 150) özellikle KSS iletişimine yönelik çalışmaların az olduğunu ifade etmektedir. Yazara göre Quarterly Sayı 40 /Bahar 2015 121 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Journal of Speech, Rhetoric Society Quarterly, Rhetorica, Rhetoric Review ya da Rhetoric and Public Affairs gibi söylem ile ilgili yayın organlarında yok denecek kadar az sayıda yayın bulunmaktadır (Ihlen, 2011: 150). KSS iletişimiyle ilgili az sayıda yayınlanmış çalışmalar ise Journal of Business Ethics, Corporate Communications: An International Journal, Journal of Communication Management ve Management Communication Quarterly gibi yayın organlarında bulunmaktadır (Golob vd., 2013: 185). KSS iletişimi; şirketin ve paydaşların sosyal değerleri arasında uyumun sağlanması konusunda (Colleoni, 2013: 230) şirketin semboller ve dil aracılığıyla nasıl iletişim kurduğuyla ilgilidir (Ihlen, 2011: 151). 2011 yılında yayımlanan “The Handbook of Communication and Corporate Social Responsibility” (Ihlen, Bartlett ve May, 2011) KSS iletişimi ile ilgili ilk kapsamlı kitaptır. KSS iletişimi araştırmalarıyla ilgili yapılan çalışmalarda (Ihlen vd., 2011) KSS iletişimi kavramının heterojen olduğu ve alanın halkla ilişkiler ve kurumsal iletişim, pazarlama iletişimi, örgütsel iletişim ve örgütsel çalışmalar gibi farklı perspektiflerden ele alındığı ifade edilmektedir (Golob vd., 2013: 178). Örgütsel Girişimler ve Standartlar KSS alanına düzenlemeler getiren uluslararası örgütler kurumsal sosyal sorumluluğu sürdürülebilir kalkınma, sosyal politika ve çevre üzerinden tanımlamaktadır. Kurumsal sürdürülebilirlik, Elkington (1997) tarafından üçlü sorumluluk veya üçlü performans (Triple Bottom Line) olarak adlandırılan ve şirketlerin ekonomik, sosyal ve çevresel sorumluluklarını bir bütünlük içerisinde gerçekleştirmelerini, bu sorumluluk alanları arasında denge kurmalarını ve bu boyutlarda sürdürülebilir olmalarını ifade etmektedir (Sarıkaya, Erdoğan ve Kara, 2010: 43). Özellikle ulus ötesi şirketlerin, daha çok gelişmekte olan ülkelerdeki iş ortaklarında ortaya çıkan insan hakları ihlaller, kötü çalışma koşulları, yolsuzluk ve rüşvet gibi olumsuz uygulamaları1 çeşitli girişimlerin oluşmasına ve standartların geliştirilmesine neden olmuştur. Geliştirilen standartların veya girişimlerin ortak amacı; etik davranışı artırmak, şirketlerin ekonomik, sosyal ve çevresel faaliyetlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak, şeffaflığı ve hesap verebilirliğin gelişmesine katkıda bulunmaktır. KSS alanına getirilen düzenlemelerle şirketlere küresel bir yol haritası çizen örgütleri yapısal olarak hükümetüstü örgütler ve uluslararası sivil toplum kuruluşları (STK) olarak iki boyutta değerlendirmek mümkündür (Coşkun, 2010b: 57). Önde gelen çeşitli girişimler ve bu girişimlerin faaliyet alanları tablo 1’de gösterilmektedir. Hükümetüstü örgütler ve uluslararası sivil toplum kuruluşları/ekonomik aktörler arasındaki yapısal farklılık, girişimlerin şirketlerin KSS çalışmalarına farklı boyutlarda yol göstermeleriyle ilişkilidir. Hükümetüstü örgütlere üye bir ülkede faaliyet gösteren bir şirket için bu örgütler tarafından hazırlanan ilke ve standartlara uygun davranmak yasal bir zorunluluk olarak görülürken bu örgütlere üye olmayan bir ülkede faaliyet gösteren bir şirket için aynı düzenlemelere uygun davranmak ihtiyari bir sorumluluk olarak belirmektedir (Yamak, 2007: 135-136). 1 Daha spesifik bilgi için Werner, K. ve Weiss, H., (2003), Markaların Kara Kitabı, Dilman Muratoğlu (çev.), İstanbul: Mediacat Kitapları. 122 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut Tablo 1: Hükümetüstü Örgütsel Girişimler ve Uluslararası STK’lar Tarafından Geliştirilen KSS Girişimleri Girişimler Faaliyet Alan Misyon Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), 1972 Çevre Çevre konusunun küresel düzeyde sürekli gözden geçirilmesini, çevre sorunları hakkında uluslararası toplumun dikkatinin çekilmesini ve uluslararası ve ulusal çevre politikasının ve hukukunun gelişimini sağlamak Üçlü İlkeler Bildirgesi (ILO), 1977 Sosyal Politika Ulus ötesi şirketlere, hükümetlere, işçi ve işveren kuruluşlarına; istihdam, eğitim, çalışma ve yaşam koşulları ve işçi-işveren ilişkileri gibi alanlarda yol gösterici tavsiyelerde bulunmak International Standards of Accounting and Reporting, 1982 Sürdürülebilir Kalkınma Finansal olan ve olmayan kurumsal raporlama, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve finansal istikrarı desteklemek için kurumsal şeffaflık konusundaki gelişmelere katkıda bulunmak Caux İlkeleri, 1986 Sosyal Politika Dünya barışı, sosyal istikrar, dayanışma, adalet gibi toplumsal amaçlar konusunda uluslararası işbirliğini sağlamak CERES İlkeleri, 1989 Çevre Sürdürülebilir bir küresel ekonominin oluşması için yatırım ve iş liderliğini harekete geçirmek International Business Leaders Forum, 1990 Sürdürülebilir Kalkınma Sürdürülebilir bir dünya için “büyüme”yi yeniden tanımlamak Business for Social Responsibility, 1992 Sürdürülebilir Kalkınma Adil ve sürdürülebilir bir dünyanın yaratılması için iş dünyası ile çalışmak Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi (WBCSD), 1995 Sürdürülebilir Kalkınma Şirketlerin sürdürülebilir kalkınma konusuna destek vererek iş dünyasının sürdürebilir lisanslarının koruması ve yeni yatırımlar ile gelişmesini sağlamak AA1000 AccountAbility, 1995 Sürdürülebilir Kalkınma Kurumların daha hesap verebilir, sorumlu ve sürdürülebilir hale gelmelerine yardımcı olmak ISO 14000 Çevre Yönetim Standart Serisi, 1996 Çevre Çevresel etkilerini belirlemeye ve denetlemeye çalışan ve çevre performansını arttırmak isteyen şirketler ve kurumlar için uygulanabilir araçları sağlamak SA 8000 Standardı, 1997 Sosyal Politika Tüm dünyada çalışanların insan haklarını geliştirmek Fair Labor Association, 1999 Sosyal Politika Uluslararası standartlara bağlı işçi haklarını korunmak ve geliştirmek, çalışma koşullarını iyileştirmek GoodCorporation's Standard, 2000 Sürdürülebilir Kalkınma ve Sosyal Politika Tüm paydaşlara, faaliyet gösterilen topluma ve çevreye politika ve prosedürler çerçevesinde açıklığı, adaleti ve etkinliği sağlamak ve tanımlanan insan haklarına saygılı davranmak Sosyal Politika Uluslararası standartlara uyumlu yasalar ile sorumlu iş yürütülmesi için bağlayıcı olmayan ilkeler ve standartlar sağlamak UN Global Compact – 2000 Sosyal Politika Şirketlerin; evrensel ilkeleri, sorumlu kurumsal vatandaşlık ve sürdürülebilir kurumlar kavramını benimsemelerini ve Birleşmiş Milletler ile işbirliği yapmalarını sağlamak Green Paper - Avrupa Birliği Yeşil Belge, 2001 Sürdürülebilir Kalkınma Şirketlerde gönüllü olarak sürdürülecek sosyal sorumluluk girişimlerini desteklemek United Nations Environmental Programme (UNEP), 2002 Sürdürülebilir Kalkınma Gelecek nesilleri tehlikeye atmadan yaşam kalitesini artırmak için uluslara ve insanlara ilham vererek, bilgilendirerek ve etkinleştirerek çevre bakımı konusunda liderliği ve ortaklığı teşvik etmek Küresel Raporlama Girişimi (GRI), 2002 Sürdürülebilir Kalkınma Ekonomik, çevresel ve sosyal performans hakkında karşılaştırılabilir bilgi sunmak ISO 26000 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Standardı, 2010 Sürdürülebilir Kalkınma Şirketlerin ve kurumların toplumsal sağlığa ve refaha katkı sağlayacak etik ve şeffaf faaliyetlerde bulunmasına katkı sağlamak Çok Uluslu Şirketler için Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü Rehberi (OECD), 2000 Kaynak: Argüden, 2002; Aktan ve Vural, 2007 ve ilgili girişimlerin resmi web sitelerinden geliştirilmiştir. Sayı 40 /Bahar 2015 123 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Birleşmiş Milletler (UN), Dünya Bankası (WB), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD, 2011) Avrupa Konseyi (EC) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi uluslararası siyasal-ekonominin yönünü çizen hükümetüstü örgütler KSS’yi desteklemekten öte kurumların davranışlarına rehber olabilecek ilkeler ve standartlar belirlemişlerdir. 41 ülkede 4100 şirketle araştırma yapan KPMG International Cooperative 2013 raporuna göre, 2012 yılında Fortune Global 500 sıralamasında yer alan 250 şirketin (“G250” olarak da adlandırılan) %93’ü kurumsal sorumluluk faaliyetleri hakkında rapor yayımlamaktadır. 1999’da bu şirketlerin %35’i rapor yayınlamıştır (KPMG, 2013: 22). Çeşitli girişimler tarafından geliştirilen kriterler ve standartlar doğrultusunda hazırlanan KSS raporları şirketlerin sürdürülebilirlik faaliyetleri hakkında bilgi sunmanın ötesinde paydaş beklentilerinin karşılanmasına yönelik sunulmaktadır. Küresel Sosyal Sorumluluk Raporları ve Habermas’ın Geçerlilik İddiaları Kant’ın aydınlanma ve demokrasi anlayışını ilerleten Habermas, modernliğin ve aydınlanma düşüncesinin “tamamlanmamışlığı” iddiasının gereği olarak, dünyayı dönüştürme ve daha insanca, demokratik bir yaşamın, söz konusu modernlik geleneğinin restore edilmesi sayesinde mümkün olacağı inancını taşıyan az sayıdaki düşünürden biridir. Habermas “konuşmak dünyayı değiştirmeye başlamaktır” diyerek bu idealist ve onarıcı ereği, iletişimsel eylemle birleştirmektedir (Yıldırım, 2012: 203). “Onun ütopyası, herkesin bilgilere eşit ölçüde sahip olabileceği ve kamusal tartışmalara katılabileceği ‘ideal bir söz durumu’ dur” (Marshall, 1999: 179). Bireysel ve toplumsal yaşamın temel özelliği olarak görünen iletişimsel eylem kuramı Habermas’a (1998: 561) göre, dil ve eylem yeteneğine sahip bireylerin anlaşabilmelerinin ve etkinliklerini koordine edebilmelerinin olanağı olarak etkileşim ilişkileri içerisinde ortaya çıkan dilsel ve dilsel olmayan bütün simgesel anlatımları ifade etmektedir. Yazarın asıl düşüncesi, insanın, iletişim süreci içerisinde anlama yetisinin evrensel koşullarının yeniden inşasında şekillenmektedir (Burkart, 2007: 249). Bu bağlamda asıl konu göstergebilim (semiotics) ve onun iyi bilinen alanları olan sözdizimi (syntactics), anlambilgisi (semantics) ve edimbilgisi (pragmatics) dir. Sözdizimi, işaretlerin birleştirilmesinde gramer kuralları ile ilgilenir iken, anlambilgisi bir dilde ifade edilen anlamların hallerine gönderme yapmaktadır. Edimbilgisi ise, işaretlerin kullanımı ile işaretler ve yorumcular arasındaki ilişkiyi inceler. Austin (1962), “How to do Things with Words” başlıklı eserinde dilimizi kullanarak ne yaptığımızı sorgular. Yazar, kişilerin dilsel ifadelerle iddialarda bulunarak, emirler vererek, sorular sorarak ve sözler vererek söz edimi (speech act) yaptıkları sonucuna varır. Burası, Habermas’ın iletişimsel eylem kuramını kondurduğu noktadır. Habermas (2001), dili anlama yetisini insana özgü bir araç olarak gördüğünden, insan iletişimi sürecinin koşullarını söz edimi incelemesiyle analiz eder. Nitekim anlama yetisine ulaşmak, yazara göre “insani konuşmanın içkin ereğidir”. Söylem, farklı yaklaşımlara dayanarak farklı açıklamalar getirilmesi mümkün olan bir kavramdır. Bir grup araştırmacı söylemi sadece konuşma ağı türevlerinden oluşan uygulamalar olarak değerlendirirken, diğer bir grup ise bütün konuşma ve yazma eylemleri olarak değerlendirmektedir (Çelik ve Ekşi, 2008: 100). Söylem, bir iletinin tüm 124 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut boyutlarını, sadece iletinin içeriğini değil, onu dile getireni (kim söylüyor), otoritesini (neye dayanarak), dinleyiciyi (kime söylüyor) ve amacını (söyleyenler söyledikleri ile neyi başarmak istiyor) kapsar. Söylem belirli bir zaman dilimi içinde belli insan grupları arasında olan ve diğer insan grupları ile ilişkili olarak geliştirilen fikirleri, ifadeleri ve bilgileri içerir (Punch, 2005 aktaran Çelik ve Ekşi, 2008: 100). İletişimsel eylem kuramına göre iletişim daima çok boyutlu bir süreç olarak gerçekleşir ve bu süreçte her katılımcının anlayış göstermesi bazı yarı-evrensel taleplerin veya iddiaların geçerliklerinin kabul edilmesini gerektirir (Meisenbach, 2006: 40). Habermas (1991: 58) iletişimsel eylem kuramında stratejik eylem ve iletişimsel eylem ayrımını yapmaktadır. Stratejik eylemde bir aktör kendi arzusu yönündeki etkileşimin sürmesi için, yaptırımların tehdidine ya da doyumun vaadine dayanarak diğer aktörü etkilemeyi amaçlarken, iletişimsel eylemde bir aktör, diğerini akılcılıkla, konuşma eyleminin içerdiği bağlayıcı etkiye güvenerek etkilemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla iletişimsel eylem, ikna etme yerine akılcı etkileşim süreçlerini ifade etmekte ve öznelerarası etkileşimin ortak anlaşma hedefiyle sağlanmasını içermektedir. Kuramda amaçlanan anlaşma, akılcı tartışma süreçleri sonucunda gerçekleşmektedir (Gençer Kasap, 2014: 167). Habermas’ın (1996) iletişimsel eylem kuramı ahlaki zemin sağlayan söylem etiğin geliştirilmesine neden olmuştur. Bu etik kuram, gerekçeli kamu iletişim aracılığıyla davranış normlarını geliştirecek intersübjektif bir prosedürü açıklamaktadır (Meisenbach, 2006: 40). Genel ahlaki ilkelerin ifade edildiği bu yaklaşımda Habermas tartışmacıları, tartışmaların geçtiği ortamı ve tartışma sürecini etik yönünden güvenceleyen koşulları tanımlamaktadır (Gençer Kasap, 2014: 168). Habermas’a (1996) göre tartışma, kişilerin dürüst bir biçimde ileti alışverişinde bulundukları, birbirlerinin savlarını dinledikleri ve anlamaya çalıştıkları bir süreçtir. Bu ortama dileyen herkes katılabilmeli (erişebilirlik ilkesi), soru ve istekler (baskı uygulanmadan) eşit ve özgürce (söylemsel eşitlik ilkesi) ifade edilebilmelidir. Evrensel ve farklı tartışma biçimlerine uygulanabilen bu koşullar, dileyen herkesin eşit ve baskıdan arınmış bir biçimde tartışmalara katılma ve kamu gündemini belirleme hakkının güvencesini sağlamaktadır (Gençer Kasap, 2014: 168169). Kişilerarası anlaşma, insan davranışının ve toplumsal ilerlemenin önemli bir parçasıdır. Habermas’ın iletişimsel eyleminde tüm paydaşların kamu tartışmalarına erişebilir olması durumu, diyalojik kamu iletişim çağrılarında yankı bulmaktadır (Meisenbach ve Feldner, 2009: 255). Habermas’a (2001) göre dile getirilmeyen ama hem konuşmacı hem de dinleyici tarafından kabul edilen bir dizi geçerlilik iddiaları anlaşılabilirlik, gerçeklik, doğruluk ve samimiyet - tüm konuşmaların temelini oluşturur ve rasyonel iletişimi mümkün kılar. İletişimsel eylemde kamuoyunun belirtilen iddialara ilişkin bir evet ya da hayır duruşu alması ve konuşmacının ne ölçüde anlaşılır, gerçek, doğru ve samimi olduğuna karar vermesi gerekmektedir. Başlangıçta söylem gerçekleri içerip içermediği konusunda değerlendirilir yani, konuşmacı bir söylemde bulunur ve dinleyici de yapılan söylemin gerçek olduğunu kabul eder ya da gerçek olmadığına dair itiraz eder. Yapılan söylem gerçek ya da gerçek dışı olmasına ek olarak doğruluk ile sınanır ve samimiyet konusunda değerlendirilir (Habermas, 1991). Sayı 40 /Bahar 2015 125 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Tarafların, bu ölçütlerin karşılandığına ilişkin şüpheleri olmadığı sürece iletişim süreci kesintisiz işler. Çünkü normal şartlarda dinleyici konuşmacının doğruyu söylediğini, samimi olduğunu ve söylemin içeriğe uygun olduğunu varsayar (Reynolds ve Yuthas, 2008: 54). Ancak Habermas tarafından kullanılan “söylem” teriminde kişiler iddiaların doğrulundan, ifadelerin içtenliğinden ve çıkarların meşruiyetinden şüphe duyabilmelidirler (Burkart, 2007: 250). Erdoğan ve Alemdar (2005: 337) günümüz örgütlerinin bütüncül etkinliklerinin bu modele uymadığını, benzer şekilde Reynolds ve Yuthas’da (2008: 54) kurumsal iletişimin üzerindeki çeşitli ekonomik ve politik güçlerden dolayı bu öngörülerin kabul edilemez olduğunu ifade etmişlerdir. Yazarlara göre bu tür baskılar ve piyasa kapitalizminin mevcut bağlamı altında iletişimsel eylem imkânsız hale gelmektedir. Burada istenilen kurumsal amaca ulaşmak için kurumsal iletişimin ideolojik eyleme yönelik olduğu kabul edilir. Anlaşılabilirlik Anlaşılabilirlik ile dinleyicinin söyleneni duyması ve anlaması gerektiği ifade edilmektedir (Habermas, 2001). Kişilerarası iletişimde genellikle konuşmacının söylediklerinin gerçek ve anlaşılır olduğu varsayılır. Oysa kurumsal iletişimde neyin söyleneceği ve nasıl anlaşılır kılınacağı zorluk teşkil etmektedir. Kurumların faaliyet raporları yazılı ve sayısal iletişimin formatı ve içeriğine yönelik belirli kurallara göre hazırlanmaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 54). Sunulan raporlarda bir taraftan şirkete genel bakış, şirketin yönetim kurulu başkanının mesajı, yönetim kurulu üyeleri, yürütme komiteleri, şirketin vizyonu, misyonu, değerleri ve stratejileri, yönetim kadrosu, paydaşları, risk yönetimi, şirket faaliyetlerinin değerlendirilmesi, insan kaynakları, sosyal sorumluluk anlayışı ve uygulamaları, çevresel ve kültürel etkinlikleri sunulurken, diğer taraftan finansal veri tabloları, denetçi görüşleri, istatistikî analizler, grafikler, hisse senedi performans göstergeleri, yıllık performans değerlendirmesi gibi rakamlarla desteklenen bilgilere yer verilmektedir (Yıldırım, 2009: 5). Ancak Türkiye’de KSS raporlamasının ve güvence sistemlerinin halen tam ve işlevsel olmaktan çok uzak olması (Göcenoğlu ve Onan, 2008: 3) KSS kavramının farklı kişilerce farklı anlaşılması ve algılanmasına neden olmaktadır. Ayrıca kavramın çok geniş bir kapsam alanına sahip olması şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluğu iş faaliyetlerine entegre etmesini ve anlaşılır ve güvenilir KSS faaliyet raporunu hazırlamasını zorlaştırmaktadır. Potansiyel yatırımcılar, yatırımcılar, finansal analistler, müşteriler, tedarikçiler, kredi sağlayıcılar veya çalışanlar gibi farklı paydaş grupları birbirinden farklı amaçlarla faaliyet raporuna ihtiyaç duymaktadır (Yıldırım, 2009: 2). Freeman (1984: 49), şirketin paydaşlarını “bir örgütün amaçlarına ulaşmasını etkileyebilen ya da amaçlarına ulaşmasından etkilenen gruplar” olarak tanımlar. Şirket, tüm sosyal paydaşlarını yani şirket faaliyetlerinden etkilenen ve bu faaliyetler üzerinde etki sahibi olan tüm grupları tanımlayabilmek için paydaş haritası çıkartmalı ve paydaşlara karşı sorumluluk taşıdığını şirket stratejisine dâhil ederek göstermelidir. Şirketin aynı anda tüm paydaşlarının talep ve beklentilerine cevap vermesi mümkün değildir (Johnson vd., 2008: 103). Paydaş beklentilerinin belirlenmesinde uygulanacak olan araştırma tekniği, paydaş grubunun doğasına göre değişebilmektedir. Küçük gruplardan oluşan paydaş gruplarının beklentileri derinlemesine mülakat ya da odak grup çalışmalarıyla belirlenebilirken, müşteriler gibi daha geniş 126 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut ölçekteki paydaş gruplarının beklentileri anket tekniğinden yararlanarak belirlenmesi daha uygundur. Bu anket formlarında yer alacak sorular, paydaşların demografik ve jeografik özelliklerine, şirketle aralarındaki bağa (yatırımcı, müşteri, tedarikçi, potansiyel müşteri, vs.), şirketin faaliyet gösterdiği sektöre ve şirketten toplumsal beklentilerin neler olduğuna dair verilerin elde edilmesine yönelik hazırlanmalıdır (Deren Van Het Hof ve Hoştut, 2015: 92). Paydaşlarını tanımlamış ve onların beklenti ve ilgilerini araştırmış bir şirket, hazırlayacağı KSS raporunda hangi paydaş grubuna hangi bilgiyi hangi detayda, formatta veya bağlamda açıklık getirmesi gerektiğini bilir ve kullanacağı dilin seçimini bu doğrultuda kararlaştırır. Burada, anlaşılırlılık her ne kadar geçerlilik iddiası olarak ileri sürülse de, iletişimin kendinde bulunan önsel bir kavram ve iletişimden söz edebilmenin bir ön koşulu olarak değerlendirilmelidir. Çünkü taraflarca ortaya konulan ifade anlaşılır olduğu oranda, bir iletişimden söz edilebilir (Coşkun, 2010a: 36). Sosyal paydaş teorisi ile gelen şirket yönetimi anlayışı, kurumsal sosyal sorumluluğun sürdürülebilir kalkınma ile özdeşleştiği ve özel sektörün insan kaynaklarından çevreye kadar ilgili tüm alanlarda yalnızca koruyucu önlemler almakla kalmayıp müdahale etmesine dayalı bir sosyal politika aracı olarak gündeme taşınmasına neden olmuştur (Deren Van Het Hof, 2015: 34). Freeman’ın (1984) sosyal paydaş teorisinde “temel düşünce, bir örgütün başarısının müşterileri, çalışanları, tedarikçileri, finansörleri gibi anahtar gruplarla olan ilişkilerini ne iyilikte yönettiğine bağlı” olduğudur (Freeman ve Philips, 2002: 333). Çünkü paydaşlar, şirketin performansına olan güvenlerini kaybederlerse üstlerine düşeni yapmayarak (müşteriler ürünleri boykot ederek, hissedarlar hisselerini satarak, işçiler işi aksatarak, hükümetler tahsisatları keserek ve düzenlemeler uygulayarak, eylemci gruplar baskı uygulayarak) şirketin altından meşruiyet zeminini çekip alırlar. Şirket, kaybolan paydaş katkısını telafi edemezse gayrı-meşru duruma düşer ve yok olur (Deren Van Het Hof, 2015: 34). Sosyal sorumluluk özelinde düşünüldüğünde grup şirketleri, çalışanlar, hissedarlar, müşteriler, tedarikçiler, kamu kurumları, yatırımcılar, yerel topluluklar, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, hükümet organları, tüketici ve çevre hakları savunucuları mutlaka göz önünde bulundurulması gereken paydaş gruplarıdır. Nitekim şirketlerin sorumlulukları ancak paydaşları çerçevesinde belirlendiğinde bu sorumluluklara ürün hizmet kalitesi, tüketici tercihleri, çalışan hakları ve sağlığı, müşteri beklentileri ve inovasyon da dâhil olabilmektedir. Meisenbach ve Feldner’e (2009: 253) göre tüm paydaşların maksimum sayıda katılım sağlaması fikri Habermas’ın iletişimsel eylem teorisi ve ortaya çıkan söylem etiğiyle paralellik göstermektedir. KSS raporu için metinlerin yazılması, grafik tasarımı, editörlük, redaktörlük ve dağıtım gibi konularda şirket yapılanmasına ve raporun içeriğine bağlı olarak reklam, halkla ilişkiler, kurumsal iletişim, hukuk ve mali işler departmanları ve varsa reklam ve halkla ilişkiler ajanslarıyla birlikte koordineli çalışılmalı, raporu okuyacak birincil paydaşların ilgi ve beklentilerinin karşılanması için ise iç ve dış paydaşların görüşleri alınmalıdır. Bahsedilen departmanlar arasında doğabilecek bir koordinasyonsuzluğun önceden önlenmesi için iş planları net olarak oluşturulmalı, işin belirli süreçlerine farklı kontrol ve onay mekanizmaları konmalıdır (Yıldırım, 2009: 5). Tablo 2’de paydaşlardan alınan yorumlar ve bu yorumlara ilişkin şirketin tepkisi gösterilmektedir. Sayı 40 /Bahar 2015 127 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Tablo 2: Paydaşların Beklentileri Doğrultusunda Yapılan Değişiklikler Paydaş Yorumları Şirketin Tepkisi Konular için yapılan önemlilik analizi detaylandırılmalıdır. Sürdürülebilirlik yönetim sürecine yönetişim yapısı, kullanılan sistemler ve yönetilen konuları içeren ayrıntılı bir bölüm eklenmiştir. Cinsiyet dağılımı ile ilgili daha fazla veri dâhil edilmelidir. Cinsiyet dağılımı ile ilgili detaylı verilerin rapor edilmesi için GRI G3.1 standardı kullanılmıştır. Rapor; iyi bir hikâye anlatımıyla tasarlanmalı ve kolay anlaşılır ifadelerle iyileştirilmelidir. Raporda mümkün oldukça açık bir dil, kolay anlaşılır grafikler ve alternatif performans ölçütleri kullanılmaya çalışılmıştır. İklim riski; karbon azaltma ve enerji verimliliği ile sınırlı değildir; aynı zamanda iklim değişikliğinin etkileri ile ilgili kurumsal risk yönetimine yönelik uygulamaları da kapsamaktadır (kuraklık, sel, içerik güvenliği). Raporda; iklim koruması için stratejiler, riskler ve fırsatlar özetlenmiştir. Raporda, yaşam döngüsü değerlendirmesi ve su ayak izi analizlerine yer verilmelidir. Karbon ve su ayak izinin hesaplanması konusunda tedarikçilerden veri ve bilgilerin toplanması için yöntemler ve teknikler araştırılmaktadır. Kaynak: Coca-Cola İçecek, 2013: 19. Teorik tanımlamalar ve önerilen standartların uygulamaya aktarılması oldukça zordur. Bugün raporlama yapan işletmelerin çoğunun hazırladıkları raporlar, standartların oldukça altındadır. Zira daha çok gönüllü olarak hazırlanan raporlar içerik itibariyle sadece iyi haberleri verme eğiliminde olup çıkar gruplarına rasyonel karar verme imkânı sunamamaktadır. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerde daha da belirgindir (Kaya ve Karakaya, 2008: 155). Sözkonusu ülkelerde rapor yayınlamama nedenleri olarak yasal gerekliklerin ve paydaş taleplerinin bulunmaması, maliyetlerin sağlanacak faydadan yüksek görülmesi, bazı bilgileri gizli tutma eğilimleri, rakiplerin zayıf performansı ve olumsuz tanıtım korkusu gösterilmektedir (Haider, 2010: 4-5). Oysa küresel düzeyde faaliyette bulunan şirketler risk ve fırsatların daha iyi anlaşılması, kurumsal itibarın ve marka bağlılığının artırılması, KSS iletişiminin yapılması, çevresel ve sosyal konularda daha fazla farkındalığın yaratılması, şeffaflığın ve güvenilirliğin artırılması, çabaların ve standartların iletişiminin sağlanması ve çalışanlar arasında yüksek personel motivasyonu gibi çeşitli nedenler doğrultusunda sürdürülebilirlik raporu yayınlama yoluna gitmektedirler (Kolk, 2004: 54). KSS faaliyet raporlarının geniş kapsam alanı ve raporların hazırlanmasında çok sayıda birimin aktif katılımı yayımlanan raporlar arasında bir tutarlılığın oluşmasına engel olmakta ve şirketlerarası nihai raporların karşılaştırma yapılmasını zorlaştırmaktadır. Bu durumda raporların Global Reporting Initiative (GRI, 2013), UN Global Compact (UNGC, 2013), ISO 26000 (ISO, 2013) gibi standartlar referans alınarak hazırlanması şirketlere büyük kolaylık sağlamaktadır. Standartlar; raporlara hangi bilgilerin ve konuların dâhil edilmesi, ölçülmesi ve sunulmasına yönelik yaklaşımlar sunarak ayrıntılı ve özel rehberlik hizmeti sağlamaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 54). Reynolds ve Yuthas’a (2008: 54-55) göre GRI (2013) kurumsal iletişimde anlaşılabilirlik ve doğrulukla ilgili konuları doğrudan ele almaktadır. GRI girişiminin 128 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut gelişmesinde çeşitli paydaş gruplarının temel ihtiyaçları ile çıkarları tanımlanmış ve hangi bilgilere hangi amaçla ihtiyaç duyulduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Rapor içinde hangi bilgilerin paylaşılmasının uygun olduğu ve bu bilgilerin nasıl etkin bir şekilde paylaşılması gerektiği sorusunun cevabı, elde edilen bilgilerle şekil almaktadır. Bu süreç aynı zamanda alıcıya sunulan bilginin nasıl düzenlendiği, nelere başvurulduğu, nasıl sınıflandırıldığı, ölçüldüğü ve raporlandığı konularda anlaşılabilirliğin sağlanması için de kullanılmaktadır. KSS raporlarında “kaliteyi, titizliği ve amaca uygunluğu” geliştirmek için tasarlanan GRI standardı, raporların içeriği ve derlemesine ilişkin önerilerle birlikte sürdürülebilirlik raporlaması için bir ilkeler seti sunmaktadır. GRI; ekonomik, sosyal ve çevresel konularla ilgili çok sayıda performans ölçümleri tanımlamakta ve paydaşlar tarafından belirlenen ek bilgilerin de dâhil edilebileceğini vurgulamaktadır. GRI’nin sunduğu raporlama çerçevesi paydaşları ilgilendiren bilgilerin raporlarda yer almasının yanı sıra raporlarda standardizasyonun oluşturulmasına hizmet etmekte ve KSS iletişiminin anlaşılabilirliğini ve uygunluğunu arttırmaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 54-55). Gerçeklik ve Doğruluk Şirket, kurumsal faaliyetlerindeki şeffaflığı paydaşlara yansıtabilmek için KSS raporunda yer alan bilgilerin mutlak doğruluğunu sağlamalıdır. Raporlanan bilgiler, paydaşların rapor hazırlayan kurumun performansını değerlendirmesi için yeterli doğruluk ile detaya sahip olmalıdır (GRI, 2006: 15). Bugün sürdürülebilirlik raporlarında yaşanan en büyük ikilem, şirketlerin gönüllü olarak yaptıkları açıklamaların ne kadar güvenilir ve doğru olduğu ve olumlu/olumsuz tüm unsurları içerip içermediğidir. İyi bir sürdürülebilirlik raporunda kazanılan ödüller, başarılar, ulaşılan hedefler gibi olumlu ve güzel bilgilerin yanında ulaşılamayan hedefler, yaşanan kazalar ve sakatlıklar, alınan cezalar, müşteri şikâyetleri gibi açıklanması istenmeyen olumsuz unsurlara de yer verilmelidir. Sürdürülebilirliği iş stratejisiyle bütünleştirmemiş bir şirket olumsuz bilgi içeren konulara ilişkin açıklama yapmamayı tercih edecektir. Ancak bu tür konuların açıklanmasındaki amaç, yayınlanan raporların salt olumlu verilere indirgenmemiş olduğunu göstererek okuyucuya daha objektif bir yaklaşım sunmaktır. Nitekim sürdürülebilirliği iş stratejisine entegre etmiş sosyal sorumlu bir şirket olumsuz türden bilgileri gelecek faaliyet yılı içinde nasıl olumlu verilere/uygulamalara dönüştürürüm çabasına girmeli ve ilgili konuda inisiyatifler almalıdır (Hoştut, 2014). Örneğin Coca-Cola İçecek 2013 yılında üretim tesislerinin dışında 241 iş kazasının gerçekleştiğini sürdürülebilirlik raporunda belirtmiştir. Yaptığı analiz sonucunda yaşanan trafik kazalarının büyük nedeninin güvenli olmayan davranışlar olduğu bulgulanmıştır. Şirket, çalışanların sürüş becerilerinin iyileştirilmesi için satış ekiplerine defansif ve güvenli sürüş eğitimleri organize etmiş ve 61 çalışan bu eğitimlere katılmıştır. Bu önleme ek olarak, hız limiti ihlallerinin takibi için şirket araçlarına takip cihazlarının yerleştirilmesi planlanmıştır (Coca-Cola İçeçek, 2014: 51). Bir raporun hazırlanmasında kullanılan bilgi ve veriler, bir strateji izlenerek toplanmalı, derlenmeli, analiz edilmeli ve açıklanmalıdır. Raporda yer alan unsurlar, iç kontrol veya dokümantasyonla desteklenmelidir. Delillerle ispatlanmayan açıklamalar ile belirsizlikler, sürdürülebilirlik raporunda yer almamalıdır. Bir raporun temelini oluşturan Sayı 40 /Bahar 2015 129 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem karar alma süreçleri incelenmeye olanak verir biçimde belgelendirilmeli ve bağımsız denetçiler tarafından denetlenmelidir (Argüden, 2002: 33-34; GRI, 2006: 13-17). Örneğin şirketin uluslararası insan hakları normlarına ve ulusal çalışma yasalarına dayanan SA8000 Standardına uygun faaliyet gösterip göstermediğinin belgelenmesi için şirket bağımsız ve SA8000 sertifikası vermeye yetkili kuruluşlar tarafından denetlenmelidir. Yetkili sertifikasyon kuruluşlarının tam listesi girişimin resmi web sitesinde yayınlanmaktadır (SAAS, 2012). Raporlanan bilgiler tüm gerçeği içermiyorsa, paylaşılan bilgilerin doğruluğu konusunda ne kadar emin olunabilinir? Raporlanan bilgilerde doğruluğun sağlanması için birçok girişim tarafından geliştirilen çeşitli süreçlerin ve işlemlerin kullanılması ve daha önce de belirtildiği gibi denetimlerle belgelenmesi önerilmektedir (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55). Örneğin GRI raporlama uygulamasını kullanmak bir zorunluluk değildir. Ancak GRI’nin tercih edilmesi, doğru bilgilerin aktarılması konusunda bir sorumluluk getirir (Cohen, 2012). KSS raporlarındaki bilgilerin doğrulanması konusunda AA1000 (2013) güvence standardı yaygın olarak kullanılan bir standarttır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55). Yazarlara göre AA1000 standardı (GRI’nin gibi) şirketlerin standartlara uymaları konusunda onlara yardımcı olacak bir dizi denetim ve hesap verebilirlik prosedürleri sunarak raporlanan bilgilerin güvenilirliğini sağlamaya çalışmaktadır. Standart, paydaş kararlarını veya eylemlerini etkileyecek olan yanlış ya da eksik bilgilerin önlenmesine yönelik mekanizmalar sunarak, paydaş çıkarlarını vurgulamaktadır. Nitekim AA1000 ve benzeri güvence standartları paylaşılan bilgilerin güvenirliği için çalışmalarda titiz bir planlamayı, araştırmayı ve raporlamayı gerekli kılmaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55). Samimiyet/İçtenlik Reynolds ve Yuthas’a (2008: 55) göre gerçeklik kriteri bir ifadenin somut gerçeğine odaklanırken, samimiyet ifadenin altında yatan öznel inançlara yöneliktir. Bu nedenle Habermas’ın samimiyet kriteri belki de değerlendirilmesi en zor olanıdır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55). KSS raporlarında resmi standartların eksikliği, hangi bilgilerin dâhil edileceği ve hangilerinin paylaşılmayacağı şirketlerin tercihlerine bırakılmaktadır. Böylece şirket açıklama yapmak istemediği konuları veya bilgileri rapora dâhil etmeyebilir. Salt olumlu bilgilere dayalı bir rapor performans hakkında yanlış bir algının oluşmasına (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55) ya da raporlanan bilgiler hakkında şüphe duyulmasına neden olabilir. Ihlen’in (2011: 160) Fortune 500’de yer alan ilk 30 şirketin KSS söylemlerinin incelendiği araştırmasına göre şirketler; raporlara duyulan şüpheciliği ortadan kaldırmak ve inandırıcılığı artırmak için çeşitli raporlama standartlarını kullanmakta (GRI, ILO, UN Global Compact), “Uluslararası Af Örgütü” ya da “Uluslararası Şeffaflık” gibi kuruluşlara üye olmaktadır. Ayrıca “Doğal Hayatı Koruma Vakfı” (World Wildlife Foundation – WWF) gibi organizasyonlarla işbirlikleri yapmakta, ISO 14001 ya da ISA 3000 gibi sertifikalara sahip olmaktadır. Tüm bu stratejilere ilave olarak şirket, KSS uygulamalarına ilişkin uzman ya da siyasetçi gibi üçüncü şahıslardan onay alarak raporun güvenilir kılınmasını sağlamaktadır. 130 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut Reynolds ve Yuthas’a (2008: 56) göre KSS raporu; bir şirketin ekonomik, sosyal ve çevresel performans bilgilerinin paylaşılmasına, şeffaflığın ve güvenilirliğin sağlanmasına ve şirkete yapılan eleştirilerin çökertilmesine yönelik tasarlanmalıdır. Yazarlara göre arzu edilen şeffaflığın sağlanması konusunda çevre yönetim sistemleri kullanılabilir. Üst yönetimin denetimi altında olan bu sistemler genellikle çevresel strateji, hedefler, süreçler, ölçme, ödül ve geribildirim bileşenlerinden oluşmaktadır. Şirketlerin gönüllü olarak edinebilecekleri ISO 14000 standartlar serisi (ISO, 2009) gelişmiş çevresel performans hedeflerinin strateji, yapı ve süreçlere dâhil edilmesini sağlamaktadır. Belirli çevresel hedefler dışarıdan belirtilmesinden ziyade her şirkete özgüdür, bu nedenle bu standartları kabul eden tüm şirketlerin hedeflerinde kendi çevre performanslarının geliştirilmesi yer almalıdır. Çevre yönetim sistemleri bir şirketin iç faaliyetlerinin ötesinde tedarikçileri de kapsamalıdır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 56). Çevre konusuna duyulan hassasiyetin tedarikçiler tarafından da gösterilip gösterilmediğinin tespiti için tedarikçilerin uyguladıkları çevre politikaları yakından izlenmeli ve tedarikçilerin şirketle özdeş çevre yönetim anlayışını benimsemeleri için girişimlerde bulunulmalıdır. Böylece şirketin başlıca tedarikçileri de belirli çevre yönetim sistemlerini faaliyete geçirme konusunda bir zorunluluk taşımaktadır. Örneğin Koç Topluluğu şirketlerinde yaygınlıkla ISO 14001 Çevre Yönetim Sistem Standardı takip edilmekte, AB REACH Tüzüğü’ne uyumlu faaliyet gösterilmekte, tedarikçilerinin de aynı uyumu göstermesi için çalışmalar yürütülmektedir. Raporlama döneminde Topluluk şirketlerinin aktif tedarikçilerinin %13’ü çevre ölçütlerini de kapsayan denetimden geçirilmiş, tedarikçi personeline 22.175 kişi x saat çevre eğitimi verilmiştir (Koç Holding, 2014: 25-26). Benzer bir durum SA8000 (2014) standardında tedarikçi çalışma standartları için de geçerlidir. Bu gereksinimler şirketlerin ve tedarikçilerin var olan standartlarını geliştirmeleri için teşvikler sağlamaktadır. Her ne kadar şirket yönetimi doğrudan samimiyet konusuyla ilgilense de şirketlerin sosyal performanslarının iyileştirilmesi konusunda şirketler tarafından kabul edilen standartlar da şirketlerin samimi olmalarını belli bir dereceye kadar sağlamaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 56). Şirketler tarafından uygulanan tüm bu stratejiler KSS ya da sürdürülebilirlik raporlarının inanılır kılınmasını sağlamakta, çalışanların motivasyonunu artırmakta ve şirkete yönelik yapılan eleştirilerin çökertilmesini kolaylaştırmaktadır (Ihlen, 2011). Değerlendirme Şirketlerin sürdürülebilir bir iş modelini benimsemelerine destek olmak ve kurumsal sosyal sorumluluk performansının şeffaf ve hesapverebilir bir şekilde paydaşlara aktarılmasını sağlamak amacıyla çeşitli girişimler oluşmuş, ilke ve standartlar geliştirilmiştir. Bunlar arasında en önemlileri Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UNGC), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Küresel Raporlama Girişimi (GRI), Birleşmiş Milletler Sorumlu Yatırım İlkeleri (UNPRI), ISO 26000 Sosyal Sorumluluk Kılavuzu, OECD Çok Uluslu Şirketler Kılavuzu, AA1000 Accountability ve SA8000 Standardı gösterilebilir. Bugün zorunlu olmayan KSS raporlama standartları şirketlere Sayı 40 /Bahar 2015 131 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem sürdürülebilirlik, şeffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk, paydaş ihtiyaçlarının bilinmesi ve karşılanması gibi konularda yardımcı olmaktadır. Bu doğrultuda standartların şirketler tarafından gönüllü olarak benimsenmesi paydaşların şirketler için önemli olduğunu göstermektedir (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55-56). Bugün küresel düzeyde faaliyette bulunan en büyük 250 şirketin büyük bir çoğunluğu KSS raporu yayımlamaktadır. Rapor yayımlayan 10 şirketten 9’u hem şirket faaliyetlerini hem de paydaşları etkileyecek çevresel ve sosyal değişikliklerin tespiti için raporları kullandıklarını ifade etmiştir (KPMG, 2013: 10). Bu çalışmada şirketler tarafından hazırlanan KSS raporlarının farklı paydaş grupları tarafından nasıl anlaşılır ve güvenli rapor olarak değerlendirilir konularına açıklık getirilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın kuramsal temelini Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı ile söylem etiği çalışmaları oluşturmuş, söylemin etik boyutuna açıklık getirebilmek için Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı için geliştirdiği anlaşılabilirlik, doğruluk, gerçeklik ve samimiyet kavramlarından oluşan geçerlilik iddialarına başvurulmuştur. Habermas’a (2001) göre bu iddialar tüm söylemlerin temelini oluşturmakta ve rasyonel iletişimi mümkün kılmaktadır. Şirket içinde çeşitli birimlerin katılımlarıyla ve şirket dışından hizmet alımıyla hazırlanan KSS raporları farklı paydaş gruplarının farklı beklentilerini karşılamalıdır. Bunun için raporun anlaşılır olması, sunulan bilgilerin doğru, gerçek ve samimi değerlendirilebilmesinin ön koşulu olarak görülmektedir. Burada uluslararası düzeyde geliştirilen standartlar şirketlere KSS’ye ilişkin tüm açıklamaların kapsamlı, detaylı ve belirli bir çerçevede ve sıralamada sunulmasında rehberlik hizmeti sunarak KSS iletişiminin anlaşırlığını kolaylaştırmaktadır. Okuyucu, KSS raporunun doğruluğu, gerçekliği ve samimiyeti konusunda şüphe duymamalıdır. Bunun için raporda sunulan olumlu ve olumsuz bütün unsurlara yer verilmeli, bilgi ve veriler belgelenmeli ve bağımsız denetim kuruluşları tarafından denetiminin yapılması sağlanmalıdır. Böylece standartlar ve geçerlilik iddiaları çerçevesinde sunulan rapor, paydaş beklentilerinin karşılanmasının ve konuların kapsamlı sunumunun ötesinde etkili ve amaçlı bir söylemin kurulmasının ön koşulu olarak görülmelidir. Kaynaklar AA1000, (2013). AA1000 Accountability Principles Standard 2008, http://www. accountability.org/images/content/0/7/074/AA1000APS%202008.pdf. Erişim Tarihi: 23.05.2013 Aguinis, H. ve Glavas, A., (2012). What we Know and Don’t Know about Corporate Social Responsibility: A Review and Research Agenda, Journal of Management, Vol. 38 No. 4, s. 932-68. Aktan, C. C. ve Vural, İ. Y., (2007). Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Uluslararası Kuruluşlar ve Hükümet-Dışı Organizasyonlar Tarafından Sürdürülen Başlıca Girişimler, Çimento İşveren, Mayıs 2007, Sayı:3, Cilt: 21, s. 4-21. Argüden, Yılmaz, (2002). Kurumsal Sosyal Sorumluluk, İstanbul: ARGE Danışmanlık Yayınları, No:03. 132 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut Press. Austin, John L., (1962). How to do things with words, Oxford, UK: Clarendon Avrupa Komisyonu, (2011). Communication from the Commission to the European Parliament, the Council, the European Economic and Social Commitee and the Committee of the Regions, Brussels, 25.10.2011, COM (2011) 681 final. Burkart, Roland, (2007). On Jürgen Habermas and Public Relations, Public Relations Review, 33 (2007), s. 249–254. Center for Corporate Citizenship, (2013). Value of Sustainability Reporting, UK: Ernst & Young Global Limited. Chen, S. ve Bouvain, P., (2009). Is Corporate Responsibility Converging? A Comparison of Corporate Responsibility Reporting in the USA, UK, Australia, and Germany, Journal of Business Ethics, April 2009, Volume 87, Issue 1 Supplement, s. 299-317. Coca-Cola İçecek, (2014). 2013 Sustainability Report, http://www.cci.com.tr/ UserFiles/pdf/2013/2012_CCI_Surdurulebilirlik_Raporu_.pdf. Erişim Tarihi: 15.05.2015 Coca-Cola İçecek, (2013). 2012 Sustainability Report, http://static.globalreporting. org/report-pdfs/2013/f0399ec1debd1a85854a286aeb3d12a6.pdf. Erişim Tarihi: 27.10.2014 Cohen, Elaine, (2012). False Claims in Sustainability Reports, http://csr-reporting. blogspot.com.tr/2012/11/false-claims-in-sustainability-reports.html. Erişim Tarihi: 07.04.2014 Colleoni, Elanor, (2013). CSR Communication Strategies for Organizational Legitimacy in Social Media, Corporate Communications: An International Journal, Vol. 18 No. 2, s. 228-248. Coşkun, Seyit, (2010a). Jürgen Habermas’ın Söylem Etiği Kuramında Ahlak Yargılarının Oluşumu ve Temellendirilmesi Sorunu, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Coşkun, Gül, (2010b). Kurumsal Pazarlama ve Sosyal Sorumluluk, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık. Çelik, H. ve Ekşi, H., (2008). Söylem Analizi, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı 27, s. 99-117. Deren Van Het Hof, Seçil, (2015). “Şirketler ve Topluma Karşı Sorumlulukları”, Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Kavramlar, Uygulama ve Örnekler, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık, s. 19-80. Deren Van Het Hof, S. ve Hoştut, S., (2015). “Sosyal Sorumluluk Kampanyası İçin Stratejik Adımlar”, Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Kavramlar, Uygulama ve Örnekler, Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık, s. 81-128. Sayı 40 /Bahar 2015 133 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Dyllick, T. ve Hockerts, K., (2002). Beyond the Business Case for Corporate Sustainability, Business Strategy and the Environment, 11, s. 130-141. Elkington, John B., (1997). Cannibals With Forks: The Triple Bottom Line of 21st Century Business, Oxford: Capstone Publishing. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K., (2005). Öteki Kuram, Ankara: Erk Yayınları. Freeman, R. Edward, (1984). Strategic Management: A Stakeholder Approach, Boston: Pitman. Freeman, R. E. ve Phillips, R. A., (2002). Stakeholder Theory: A Libertarian Defence, Business Ethics Quarterly, 12: 3, s. 331-349. Gençer Kasap, Demet, (2014). Kamusal Tartışmaların Habermascı bir Yaklaşımla Çözümlenmesi: Bir İçerik Çözümleme Yönergesi Geliştirme Çalışması, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 38/Bahar 2014, s. 164-183. Golob, U., Podnar, K., Elving W. J., Nielsen, A. E., Thomsen, C. ve Schultz, F., (2013). CSR Communication: Quo Vadis?, Corporate Communications: An International Journal, Vol. 18 Iss 2, s. 176-192. Göcenoğlu, C. ve Onan, I. (2008). Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk Değerlendirme Raporu, http://kssd.org/wp-content/uploads/2013/03/CSR_Report_in_ Turkish.pdf. Erişim Tarihi: 25.03.2013 GRI - Global Reporting Initiative, (2013). About Sustainability Reporting, https:// www.globalreporting.org. Erişim Tarihi: 13.04.2013 GRI - Global Reporting Initiative, (2006). GRI uygulama seviyeleri, https://www. globalreporting.org/Pages/resource- library.aspx?resSearchMode=resSearchModeText& resLangText=Turkish; Erişim Tarihi: 03.04.2013 Habermas, Jürgen, (2001). İletişimsel Eylem Kuramı, Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Habemas, Jürgen, (1998). Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, Mustafa Tüzel (çev.), İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Habermas, Jürgen, (1996). Between Facts and Norms, Cambridge, MA: MIT Press. Habermas, Jürgen, (1991). Moral Consciousness and Communicative Action, C. Lenhardt ve S. W. Nicholsen (çev.), Cambridge: Polity. Hahn, R. ve Kühnen, M., (2013). Determinants of Sustainability Reporting: A Review of Results, Trends, Theory, and Opportunities in an Expanding Field of Research, Journal of Cleaner Production, (59), s. 5-12. Http://Dx.Doi.Org/10.1016/J.Jclepro.2013.07.005. Haider, Mohammad B., (2010). An Overview of Corporate Social and Environmental Reporting (CSER) in Developing Countries, Issues in Social and Environmental Accounting, Vol. 4, No. 1 June 2010, s. 3-17. 134 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sibel Hoştut Hoştut, Sibel, (2014). İtibarlı Şirketlerin Sosyal Performans Uygulamaları, 3. Uluslararası İtibar Yönetimi Konferansı. İstanbul, 13-14 Kasım 2014. Hoştut, S. ve Deren Van Het Hof, S., (2014). A Decade into Sustainability Reporting in Turkey, Eurprera: Communication Ethics in a Connected World, Brussels, 11-13 September 2014. Ihlen, Øyvind, (2011). Corporate Social Responsibility und die Rhetorische Situation, Juliana Raupp, Stefan Jarolimek, Friederike Schultz (edts.), Handbuch CSR: Kommunikationswissenschaftliche Grundlagen, disziplinäre Zugänge und methodische Herausforderungen, Wiesbaden: VS Verlag für Sozialwissenschaften, s. 150-172. Ihlen, Ø., Bartlett, J.L. ve May, S., (edts), (2011). The Handbook of Communication and Corporate Social Responsibility, Chichester: Wiley-Blackwell. ISO, (2013). Discovering ISO 26000. URL, http://www.iso.org/iso/discovering_ iso_26000.pdf. Erişim Tarihi: 29.09.2013 ISO, (2009). Environmental Management, theiso14000family_2009.pdf. Erişim Tarihi: 07.04.2013 http://www.iso.org/iso/ Johnson, G.; Scholes, K. & Whittington, R., (2008). Exploring Corporate Strategy, Harlow, England: PrenticeHall. Kaya, U. ve Karakaya, A., (2008). Sosyal Raporlama Anlayışının Muhasebe Meslek Mensupları Tarafından Algılanması Üzerine Ampirik bir Çalışma, Muhasebe ve Denetime Bakış, Ocak/2008, s. 153-170. Koç Holding, (2014). Corporate Social Responsibility Report 2013, http://static. globalreporting.org/report-pdfs/2014/3d0fd0d160b4bf3d14340e3a0dab6f8d.pdf. Erişim Tarihi: 25.10.2014 Kolk, Ans, (2010). Trajectories of Sustainability Reporting by MNCs, Journal of World. Business, 45, s. 367-374. Kolk, Ans, (2004). A Decade of Sustainability Reporting: Developments and Significance, v, Vol. 3, No. 1, 51-64. KPMG, (2013). The KPMG Survey of Corporate Responsibility Reporting 2013, http://www.kpmg.com/Sustainability. Erişim Tarihi: 18.02.2014 Lee, Min Dong P., (2007). A Review of the Theories of Corporate Social Responsibility: Its Evolutionary Path and the Road Ahead, International Journal of Management Reviews, Vol. 10 No. 1, s. 53-73. Lydenberg, Steven D., (2005). Corporations and the Public Interest: Guiding the Invisible Hand, San Francisco, CA: Berrett-Koehler. Marshall, Gordon, (1999). Sosyoloji Sözlüğü, Osman Akınhay ve Derya Kömürcü (çev.), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Meisenbach, R. J. ve Feldner, S. B., (2009). Dialogue, Discourse Ethics, and Disney, Sayı 40 /Bahar 2015 135 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem Robert Heath; Elizabeth L.Toth and Damion Waymer (edts.), Rhetorical and Critical Apporaches to Public Relations II, NY: Routledge, s. 253-271. Meisenbach, Rebecca J., (2006). Habermas’s Discourse Ethics and Principle of Universalization as a Moral Framework for Organizational Communication, Management Communication Quarterly, 2006, 20: 39, s. 39-62. Menteş, Ahmet, (2009). Kurumsal Yönetişim ve Türkiye Analizi, İstanbul: Derin Yayınları. Özüpek, Nejat, (2013). Kurum İmajı ve Sosyal Sorumluluk, İstanbul: Eğitim Yayınevi. OECD, (2011). Guidelines for Multinational Enterprises, http://www.oecd.org/ corporate/mne/48004323.pdf, Erişim Tarihi: 02.02.2013 Punch, Keith F., (2005). Sosyal Araştırmalara Giriş: Nicel ve Nitel Yaklaşımlar, D.Bayrak, H.B.Arslan, Z. Akyüz (çev), Ankara: Siyasal Kitabevi. Reynolds, M. A. ve Yuthas, K., (2008). Moral Discourse and Corporate Social Responsibility Reporting, Journal of Business Ethics, Vol. 78, No. 1/2, s. 47-64. SA8000, (2014). SA8000 Standard: 2014, http://www.sa-intl.org/index. cfm?fuseaction=Page.ViewPage&PageID=937. Erişim Tarihi: 22.02.2014 SAAS, (2012). Accredited Certification Bodies, http://www.saasaccreditation. org/accredcertbodies.htm. Erişim Tarihi: 13.12.2012 Sarıkaya, M., Erdoğan, M. ve Kara, Z. F., (2010). İnternet Ekonomisi ve Kurumsal Sürdürülebilirlik, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Ekim, 5(2), s. 31-50. UNGC – United Nations Global Compact, (2013). What is the UN Global Compact?, https://www.unglobalcompact.org/. Erişim Tarihi: 02.02.2013 Werner, K. ve Weiss, H., (2003). Markaların Kara Kitabı, Dilman Muratoğlu (çev.), İstanbul: Mediacat Kitapları. Yamak, Sibel, (2007). Kurumsal Sosyal Sorumluluk Kavramının Gelişimi, İstanbul: Beta Yayınları. Yıldırım, Özkan, (2009). Yıllık faaliyet raporu hazırlama rehberi, http://www. denetimnet.net/UserFiles/Documents/DenetcininNotDefteri/Turkey-Tr_Audit_ Yillikfaaliyethazirlamarehberi_.pdf. Erişim Tarihi: 03.04.2014 Yıldırım, Yılmaz, (2012). İletişimsel Eylem Kuramı Işığında Siyasal İletişim ve AK Parti Örneği, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries), Cilt:7, Sayı:1, s. 195-226. 136 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Women as the Target Audience of Facebooks Ads Yelda ÖZKOÇAK, Yrd. Doç. Dr., Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Facebook, İnternet Reklamları, Hedef Kitle, Kadın. Öz Sosyal ağlar bireylere, bilgi alışverişinde bulunmalarının yanı sıra, grupların oluşturulabildiği, düşüncelerin ifade edilebildiği ve kişisel bilgilerin paylaşılabildiği bir platform da sunmaktadır. Bireyler, bu verileri özel ayarlarla Facebook’un üçüncü kişilerle ve firmalarla paylaşmasına da izin verebilmektedirler. Eğer kullanıcı, reklam yayınlayan firmanın hedef kitle profiline uyuyor ise Facebook, o reklamı kullanıcıyla paylaşmaktadır. Kullanıcılar ana sayfalarında Sponsorlu başlığı altında bu reklamları görebilmektedirler. Sadece ABD’de yaşayanlar özel reklam tercihlerini Facebook ile paylaşabilmektedir. Diğer ülkelerde, kullanıcıların ilgi alanları, Facebook’ta yapılan faaliyetlere bağlı olarak öğrenilebilmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı henüz ilgi alanı tabanlı reklam iletilerini kullanmaya başlamayan Facebook’un, Türk kadın kullanıcılara ne tür reklamları gösterdiğidir. Çalışma, destek talebinde bulunulan ve katılmayı kabul eden kadın Facebook kullanıcılarının yardımıyla gerçekleştirilmiştir. Kadına yönelik reklamların en çok paylaşıldığı düşünülen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yapılan çalışmada kadınlara yönlendirilen reklamlar irdelenmiştir. Keywords: Facebook, Internet Ads, Target Audience, Woman. Abstract Social networks can create groups, express their ideas and share personal information. By creating profiles, individuals share their personal information on the Facebook and with custom settings. If the customer fits the target audience profile of the business organization, Facebook shares the ad with the customer. Customers are able to see these ads under the title of Sponsored. Only those who live in USA can share their personalized ad preferences with Facebook. In other countries, fields of interests of the customers can be learned through their activities on Facebook. In this regard, the aim of the study is to find out what kind of ads Facebook, shows to Turkish women audience. This study was conducted with the help of women Facebook users who volunteered to support and participate. The study which took place on 8th March, which is celebrated as the International Women’s Day and on which day it’s thought that ads intended for women audience are shared most, the advertisements indented for women audience were examined. Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Giriş Yaygın bir biçimde sanayi devriminden sonra üçüncü devrim olarak görülen yeni iletişim teknolojilerindeki (Toffler, 1981) hızlı değişim ile toplumsal iletişim biçimlerinde de önemli farklılıklar ortaya çıkmıştır. 1970’lerde başlayan internet kullanımı ile yeni iletişim ortamlarının işlerlik kazanması her kesimden kişiyi ilgilendirecek noktalara ulaşmıştır. Yeni iletişim teknolojileri ile birlikte bilgi akışının gerçekleştirilebileceği yeni ortamlar oluşmuştur. Geleneksel iletişim araçlarının geliştirilmiş ve dönüşüme uğramış hali olan bu yeni iletişim ortamlarına bilindiği üzere genel olarak yeni medya denmektedir. İnternet olarak da bilinen bu yeni medya Underwood’un da değindiği gibi özellikle etkileşimli ve hiper-metinsellik özellikleriyle tercih edilmektedir (2002:130). İnternetin, zamanla kullanıcı tabanlı olması, kitleleri bir araya getirmesi ve etkileşimi arttırması toplumsal açıdan önem taşımaktadır. Pavlik (1998), kullanıcının daha fazla kontrol ve seçim olanaklarına sahip olmasının, medya tüketicisi için yeni ve eski medya arasındaki temel farklar olduğunu dile getirmektedir (aktaran Macmillan, 2006:208). İnternet, sahip olduğu özellikler ile geleneksel/sıradan ilişki ve eylem biçimlerinin temelini oluşturmaktadır. Ayrıca internet, yüz yüze iletişim biçimlerinin zamansal ve mekânsal zorunluluğunu ortadan kaldırarak geleneksel iletişim sürecine etkileşim olanaklarını da eklemiştir. Bu dönüşüm, sanal toplumsal eylemlere alternatif oluşturan yeni bir iletişim biçimini de mümkün kılmıştır. Bu bağlamda sanal ortamda gerçekleşen eylemler gündelik yaşamdaki diğer kitle iletişim araçlarının (radyo, televizyon, gazete v.b) yerini almış, onları birleştirmiş ve böylelikle hayatın parçası haline gelmiştir (Binark vd., 2007:5). Bu açıdan ele alındığında internet (ya da yeni medya), toplumun davranışlarını etkilemesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır (Kirschenbaum, 2004:99). Teknoloji ilerledikçe bu ortamlarla uyumlu çalışabilen çeşitli uygulamalar ile çevrim içi yapılabilecek eylemler artmış ve tüm bu eylemler birbirlerine daha çok bağlantılı hale gelmiştir. Bu durum bilgi/veri aktarımının yanı sıra internetle birlikte kullanılan uygulamaların hem kişisel hem de ticari olarak çevrim içi etkileşimde önemli bir rol oynadığını da göstermektedir (Mislove vd., 2007:31). Bu bağlamda internet, yeni bir medya olmanın yanında, ticari alanda da yeniliğin temsilcisi olarak görülmekte ve yeni bir pazarlama ortamı da sunmaktadır. İnternette pazarlama ise çevrim içi mağazalar aracılığı ile gerçekleşmektedir. Bu mağazalar ile satış amacı taşıyan firmalar, tüketiciyi çekebilmek için internet ortamında da çeşitli niteliklerde reklamlar yayınlamaktadır. Diğer ortamlarda olduğu gibi internet reklamlarının da ana hedef kitlesinin kadın olduğu düşünülen çalışmada bu sorun Facebook reklamları üzerinden araştırılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çalışma Facebook’un kadın kullanıcılara gösterdiği reklamları ortaya koyma amacını taşımaktadır. İnternet, Çevrim İçi Pazarlama ve Tüketici İnternet teknolojilerinde yaşanan gelişmeler dijital pazarlamanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu pazarlama iletişiminde önemli olan farklı kanalların nasıl yönetileceği ve firmaya/markaya nasıl değer ekleneceğidir (Chaffey, 2010:187). 138 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yelda Özkoçak Pazarlama iletişimi açısından internetin güçlü ve eşsiz nitelikte bir platform oluşturduğu görülmektedir (Başfırıncı, 2008:55). Mal ve hizmetlerin pazarlama işlemlerinin internet ortamında gerçekleştirilmesi, ses, görüntü ve yazılı metnin eş zamanlı ve geleneksel araçlara göre daha hızlı, güvenli ve düşük maliyetle yapılabilmesi firmalar için önem taşımaktadır. Bu nedenle sadece büyük firmalar için değil küçük ölçekli firmalar ya da bireysel satıcılar için de internetten pazarlama ideal bir yöntemdir. Firmalar hedef kitlelerine internetin her alanından ulaşırken, fiziksel mağazalarla yetinmeyen ya da fiziksel mağazaların erişemediği tüketiciler, internet ortamında/çevrim içi alışverişi tercih etmektedirler. Ayrıca tüketiciler bu sayede dünyanın herhangi bir bölgesinde pazara giren ürün hakkında bilgi sahibi olabilmekte, rekabet ve ucuz maliyet sayesinde düşük fiyatlı ve kaliteli ürünlere erişebilmektedirler. Yapılan araştırmalarda, günümüzde 10 milyon olan internetten alışveriş yapan kişi sayısının 2016 yılında 16 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’de yıllık kişi başına düşen çevrim içi harcamanın tutarı yaklaşık 182 Avro’dur. İnternet üzerinden yapılan ticaretin Türkiye’de bu denli büyük olmasının sebebi ise sayısı 5000’i geçen e-ticaret siteleridir (İHA, 2014). Bu büyük rakam sonucunda tüketicilerin çoğunluğunun çevrim içi alışverişe yöneldiği açıktır. Grafik 1: Türkiye’de çevrim içi alışveriş arama sıklığı (Türkiye E-Ticaret Raporu 2013, www.teknolojidefteri.com, 24.05.2014). Türkiye’de en çok çevrim içi alışveriş yapılan sektörler elektronik ve tekstildir. Ayakkabı, aksesuar, bilet ve seyahat ürünleri de tercih edilen ürünler arasında yer almaktadır. Çevrim içi alışverişi en çok tercih eden şehirler ise İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya ve Adana’dır (www.bkm.com.tr/istatistik/, www.teknolojidefteri.com). Sayı 40 /Bahar 2015 139 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Grafik 2: Türkiye’de çevrim içi alışveriş yapılan sektörler1 (Türkiye İnternet Ekosistem Raporu, www.webrazzi.com, 24.05.2014) Yukarıda yer alan verilere göre Türkiye pazarındaki markaların %49’u, çevrim içi alışveriş mağazası açmıştır. Çok sayıda markanın e-ticaret sitesinin olması, tüketicilerin alışveriş seçeneğini artırdığından çevrim içi alışverişte kişi başına düşen toplam harcama miktarı da artmıştır. Bu nedenle firmaların internet üzerinden yayınlandıkları reklamların payı da yükselmektedir. Dünyada 43 ülkede dijital pazarlama iletişimi endüstrisinin gelişmesi için faaliyet gösteren IAB’nin (Interactive Advertising Bureau) Türkiye’de gerçekleştirdiği çalışmaya göre -IAB Türkiye 2013 tahmini- dijital reklam yatırımları aşağıdaki gibidir: Tablo 1: Türkiye İnternet Reklam Yatırımları Oranları (www.eticaretmag.com, 24.05.2014). Bu bağlamda internet, markaların da sınırsız bir şekilde var olabileceği bir platform sunmaktadır. Bu ortamda markalar müşterilerine ve potansiyel müşterilerine yönelik geniş pazarlama iletişimi faaliyetleri yürütebilmektedir. Bu durum tüketicilerin geleneksel alışkanlıklarını da değiştirerek, yeni ortama uygun bir biçime dönüştürmüştür. Hizmet ya 1 Masterindex raporundaki araştırma Aralık 2012 yılında yapılmıştır. 140 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yelda Özkoçak da ürünü almadan önce, bilgi toplama ihtiyacında olan tüketici için internet, zaman ve paradan tasarruf sağlayan bir bilgi kanalı olmuştur. Tüketiciler için bilgi aramanın amacı ise karar vermeyi kolaylaştırmaktır ve çevrim içi elde edilen bilgi (Bei vd., 2004:463-465), dolaylı da olsa internet üzerinden alışverişi artırmıştır. İnternet kullanıcılarının yani dolaylı olarak tüketicilerin oluşturduğu içerikler, düşünceler, deneyimler ve geri bildirimler internet ortamında yayılmaktadır. Bu içerikler müşteri desteği sağlamak amacı ile firmalar tarafından kullanılmakta, çevrim içi forumlar ile tüketici desteği de sağlanmaktadır (Foux, 2006:38-39). İnternetin sağladığı en temel avantaj ise kurumların hedef kitle hakkında bilgi sahibi olmalarıdır (Ülger, 2003:204206). Bu bağlamda internet aynı anda tüketicinin tüketici ile, tüketicinin firmalar ile, firmaların tüketici ile iletişim kurmasına imkan vermektedir (Mangold & Faulds, 2009). Bu sınırsızlık her ne kadar güven sorununa neden olsa da firmaların hedef kitleleriyle ilişkilerinde önemli bir yer tutmaktadır (Peltekoğlu, 2001:276-278). Yapılan araştırmalar internet kullanan her dört kişiden birinin çevrim içi alışveriş yaptığını göstermektedir. Türkiye’de internetten alışveriş yapanların %61,5’i erkek, %38,5’i kadındır. Bu farkın nedeni ise Türkiye’de bilgisayar ve internet kullanım oranlarının 16-74 yaş grubundaki erkeklerde %60,2 kadınlarda ise %39,8 olmasıdır. İnternet kullanımı tüm yaş gruplarında erkeklerde daha yüksektir. İnternet kullanan bireylerin internet üzerinden kişisel kullanım amacıyla mal veya hizmet siparişi verme ya da satın alma oranı ise %24,1’dir. 2012 yılı Nisan ile 2013 yılı Mart aylarını kapsayan on iki aylık dönemde internet üzerinden alışveriş yapan bireylerin %48,6’sı giyim ve spor malzemesi, %25,8’i elektronik araç, %25,6’sı ev eşyası, %20’si seyahat ile ilgili diğer faaliyetler (konaklama hariç), %15,9’u kitap, dergi, gazete (e-kitap dahil), %15,7’si gıda maddeleri ile günlük gereksinimler almıştır. Ürün tercihlerine bakıldığında erkeklerin daha çok cep telefonu ve aksesuarlarını, kadınların ise giysi satın aldığını görülmektedir (www.mediacatonline.com, www.die.gov.tr). Grafik 3: Mikro Hedef Kitleler Araştırması (Mediacat Mayıs 2014, www.mediacatonline.com, 20.04.2014) Sayı 40 /Bahar 2015 141 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Bu veriler, yeni ilişkiler ağı ve değerler sistemi yaratması nedeni ile bireylerin internete yönelmeleri ve sıklıkla internet kullanmalarının sonucu olarak toplumun sahip olduğu alışkanlık ve değerler sisteminin de değiştiğini göstermektedir. Bu açıdan ele alındığında yeni bir ortam sunan internet, özellikle bireylerin toplumsallaşma sürecinde gün geçtikçe daha fazla ön plana çıkmakta ve bir ihtiyaçmış gibi yansıtılmaktadır. İnternet ortamında yer alan sayfalar sayesinde, gündelik yaşamın rutinlerinin dışında, özel faaliyetler de basit ve ucuz bir şekilde bu ortamlarda gerçekleştirilmektedir. İnternetin en çok ilgi gören ortamı olan sosyal medya ise sürekli güncellenebilmesi, çoklu kullanıma açık olması ve paylaşıma olanak tanıması açısından kullanıcılar için ideal bir alan sunmaktadır. Sosyal medya tanımına uyan ortamlar da altı başlık altında toplanabilmektedir. Bunlar, işbirliği projeleri (collaborative projects), bloglar (blogs), içerik siteleri (content communities), sosyal paylaşım ağları (social networking sites), sanal oyun dünyaları (virtual game worlds) ve sanal sosyal dünyalar (virtual social worlds) olarak gruplandırılmıştır (Kaplan ve Haenlein, 2010:62-64). Sosyal medyanın en çok tercih edileni olan Sosyal Paylaşım Ağları, üyelerin oluşturdukları profillerle diğer üyelerle bağlantı kurmak için birbirlerini eklemesini ve görmesini, iletişim kurmasını sağlayan, web tabanlı servisler olarak tanımlanmaktadır (Vural ve Bat, 2010:3352). Sosyal paylaşım ağları, basit olarak dünya genelindeki bilgisayar ağlarını ve kurumsal bilgisayar sistemlerini birbirine bağlayan internet teknolojilerinin gelişmesiyle bireyleri buluşturan iletişim ağları olarak da bilinmektedir (Toprak, 2009:28). Basit ve çok yönlü özellikleri nedeni ile bu paylaşım ağları standart internet kullanıcılarının sıklıkla ziyaret ettikleri, kendileri paylaşımda bulunmasalar dahi bağlantılı oldukları üyelerin paylaşımlarını takip ettikleri bir ortam durumuna gelmiştir. Kullanıcıyı, dolayısıyla tüketiciyi aktif bir şekilde konumlandıran bu ağlarda, bilgiye ulaşmadaki hız ve tüketicilerin birbirleri ile olan etkileşimi pazarlama iletişimi sürecinde göz ardı edilemeyecek bir durum olarak markaların/firmaların karşısına çıkmıştır. Kullanıcıların sosyal ağlardaki davranışlarının genellikle tüketime yönelik olduğunu belirten Heinonen (2011)’e göre sosyal ağlar, zaman ve kişisel enerjiden tasarruf sağlayan tamamlayıcı bir kanal oluşturmaktadır. Ayrıca Heinonen, sosyal medya aktivitelerinin hizmet ya da ürünü satın almadan önce, bireylerin bilgi toplama ihtiyaçlarına cevap bulmaya yönelik olduğu görüşündedir. Başlarda daha çok tüketicilerin faaliyet gösterdiği sosyal ağlar, zamanla potansiyel müşterilerine ulaşmak isteyen markaların da bulunması gerekli bir alan haline gelmiştir. Çünkü sosyal ağlar tüketici ile markaların anlık etkileşim kurabilmelerine olanak sağlamaktadır. Bu sebeple sosyal ağlarda yer almak artık her markanın yapması gereken bir pazarlama iletişimi faaliyeti olarak görülmektedir. Çünkü bu ortamlar, çevrim içi müşterileri yakalamakta kullanılması zorunlu görülen bir alan niteliğindedir. Bu ağların başarılı yönetimi tüketicide markaya karşı olumlu düşünceler oluşturmaktadır. Bu bağlamda artık sosyal ağlar, bütün markaların vazgeçemeyeceği bir alan olarak sanal ortamda yer almaktadır. Kullanıcıların, diğer kullanıcılarla iletişim kurmasını ve çeşitli paylaşımlarda 142 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yelda Özkoçak bulunabilmesini amaçlayan Facebook, en popüler sosyal paylaşım ağıdır. Bu bağlamda, birçok araştırmaya konu olmakla birlikte, sahip olduğu kullanıcı sayısı ile hem küçük girişimcilerin hem de mevcut firmaların ilgisini çekmektedir. Böylelikle Facebook, küreselleşme ile birlikte yeni pazarlama yöntemlerinin de uygulanabileceği bir ortama dönüşmüştür. Reklam İletim Ortamı Olarak Facebook Sosyal paylaşım ağlarının ilki olan “classmates.com” 1995 yılında eski sınıf arkadaşlarının bulunması amacıyla ABD’de kurulmuş ve 10 yılda 40 milyon kullanıcıya ulaşmıştır. IRC, ICQ, Sosyomat ve Yonja’nın yanı sıra Sixdegrees (1997), LiveJournal (1998), FriendSter (2003), LinkedIn (2003), MySpace (2003), Xing (2003), Facebook (2004), ve Twitter (2006) sanal ortamda sosyalleşmenin büyük hız kazanmasında etkili olan sosyal ağlardandır. Alexa istatistiklerine göre Facebook, dünyanın en fazla ziyaret edilen 2. sitesidir (ilk sırada “google.com” bulunmaktadır). Bunun yanı sıra; Afganistan, Azerbaycan, Bangladeş, Mısır, Sırbistan, Porto Riko, Tunus gibi ülkelerin birinci; ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Norveç, Panama, Polonya, Tayland, Türkiye’nin ikinci; Danimarka, Fransa, Kanada, Güney Afrika, İngiltere, İsviçre ve İsveç’in ise üçüncü en fazla ziyaret edilen sitesidir. Toplamda 1,19 milyar aktif kullanıcıya ulaşmış olan Facebook’un -büyüme oranı çalışmalarına göre- 2015 yılına girildiğinde yaklaşık 1,4 milyar aktif kullanıcıya sahip olması beklenmektedir (www.sosyalmedya.co, www.alexa. com). Facebook sitesinin diğer sosyal paylaşım ağlarına oranla daha fazla tercih edilme nedenlerinin başında siteye kullanıcılar tarafından veri girişi yapılabilmesi gelmektedir. Kullanıcılar, sayfa üzerindeki akışları takip ederken aynı zamanda Facebook’un sunduğu uygulamalardan faydalanabilmektedir. Kullanıcılar da oluşturdukları içeriklerle işlerine yarayan uygulamaları kullanabilmektedir. Kullanıcılar, hem sosyal yaşantılarına dair işleri buradan takip edebilmekte hem de birçok sitede gezinmek yerine Facebook üzerinden yapılan paylaşımlar sayesinde güncel bilgilere, videolara vs. ulaşabilmektedir. Bu nedenle kullanıcılar eş zamanlı olarak başka bir işle meşgul olsalar dahi, Facebook sayfalarını takip etmeye devam edebilmektedir. Araştırmacıların birçoğu Facebook kullanımını 21. yüzyılın bağımlılığı olarak nitelendirmektedir (Parsons, 2010). Çünkü Facebook sanal ile gerçeği birleştirerek gündelik yaşam pratiklerinin sanal uzama taşınmasını olanaklı hale getirmiştir (Binark vd., 2009:158). Teknik açıdan değerlendirildiğinde Facebook, başarılı bir Web 2.0 uygulamasıdır. Site ilk olarak üyelerin birbiriyle iletişim kurması için tasarlamış olsa da son yıllarda bu amacının çok üstüne çıkmıştır. Facebook posta gönderme, anında mesajlaşma, fotoğraf, müzik ve video paylaşma hizmetlerinin yanı sıra, yaklaşık bir milyon farklı kişi tarafından geliştirilen 300.000’den fazla uygulamaya erişim sağlamaktadır. Kullanıcılar sayfadan Sayı 40 /Bahar 2015 143 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın ayrılmadan Amazon internet sitesinden alışveriş yapabilmekte, OCLC’nin WorldCat kataloğunu tarayabilmekte, kullandıkları diğer sosyal ağlar (örneğin, Linkedin, Instagram) ve paylaşım siteleriyle (Slideshare) bağlantı sağlayabilmekte ve gönderdikleri iletileri aynı anda diğer sosyal ağlarda ve Twitter gibi mikro-günlük (microblogs) sitelerinde ya da tam tersi biçimde yayımlayabilmektedirler (Tonta, 2009:745). Facebook Applications (Facebook Uygulamaları) adı altında çeşitli hizmetler sunan Facebook, 2007 yılında başlattığı Marketplace (Facebook Pazarı) uygulaması ile kullanıcıların satmak istedikleri ürünlere yönelik ücretsiz reklamlar da yayınlamaya başlamıştır. Bu uygulama ile satılık eşyalar, kiralık/satılık evler, iş ilanları ve diğerleri olmak üzere bir market ortamı yaratılmış ve burada kullanıcıların birbirleriyle alışveriş yapmasına olanak sağlanmıştır (www.tr.wikipedia.org/wiki). Bu uygulamanın ardından çok sayıda üyenin ve üyelere dair kişisel bilgilerin de kolayca erişilebilir olması ticari alanda Facebook’u ilgi çekici kılmıştır. Bu sanal ortamda özellikle reklamlar aracılığıyla hesabı bulunan bireylerin profillerine yazdıkları bilgiler ışığında hedef kitlenin belirlenmesi ile ticari amaçlı çalışmalar yapılabilmiştir. Bu bağlamda Facebook, özellikle e-ticaret siteleri olan firmalar için yeni bir alan yaratmıştır. Facebook kullanıcılarının yaş, coğrafi, bölge, meslek ve eğitim durumları, beğendikleri ve üye oldukları sayfalar gibi üyelik bilgileri, firmalar tarafından hedef kitlelerine ulaşabilmek için kullanılmaktadır. İsteyen herkesin bir profil oluşturarak üye olabildiği Facebook sayesinde kişi ya da firmalar ürünlerini sergileyebilmektedir. Bu bağlamda Facebook, sosyal medya pazarlamasıyla uğraşanların ilki haline gelmiştir. Grafik 4: Sosyal ağlarda tercih edilen pazarlama ortamları (www.sosyalmedya.co, 24.05.2014). 144 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yelda Özkoçak Ayrıca Facebook’un, ürünlerini site üzerinden pazarlamak isteyenlerden yasal izin belgesi göstermesini istemesi ve bazı sayfaların 18 yaşından küçük kullanıcılar tarafından da görüntülenemiyor olması en çok tercih edilme sebepleri arasında yer almaktadır. Facebook’ta Reklamın Hedef Kitlesi Kadın Toplumsal cinsiyet yaklaşımına göre reklam iletilerinde erkek daha özgür ve baskın, kadın ise erkeğe bağlı, güzel/bakımlı olması gereken ve ev işi yapan bireyler olarak tanıtılmaktadır. Bu yaklaşıma bağlı olarak da pazarlama stratejilerinde firmalar ürünlerine göre -kadın ve erkeğin rolleri ve sorumluluklarına da dikkate alarak- hedef kitlelerini belirlemektedir. Micheal Jaffe ise bu klasik anlayışların tersine internet üzerinden gerçekleştirilen iletişim biçiminde kadına, engellerinden kurtulma ve dayatılan kalıpların dışında kendini yeniden tanımlama imkânı verildiğini dile getirmektedir (akt. Kaypakoğlu, 2004:87). Ancak genel olarak değerlendirildiğinde özellikle Türkiye gibi ataerkil düzenin devam ettiği toplumlarda, bireylerin içinde yaşadığı ortamın sosyalleşme biçimlerine uygun roller üstlendikleri açıktır. Türkiye’de nesne konumuna getirilmiş olan kadın, zamanının büyük bölümünü -çalışıyor olsa dahi- kadın işi olarak tanımlanan (ev işleri, çocuk bakımı, alışveriş, aşırı bilgi ve güç gerektirmeyen iş kolları vb.) alanlarda harcamaktadır. Bu işleri yaparken kadının belki de en çok keyif aldığı (!) iş ise alışveriştir. Evin / evde yaşayanların ihtiyaçlarını almak, eksikleri gidermek, bunu yaparken ekonomik olmak, pazar-market gezip en uygun fiyatı bulmak bu bağlamda kadının görevi olduğu kadar aynı zamanda temel amaç ve kaygılarındadır. Ayrıca stresten uzaklaşmak ve psikolojik olarak rahatlamak için de kadınların alışverişe yöneldikleri dile getirilmektedir. Bunlarla birlikte tüketim, Değirmenci’nin de belirttiği gibi, bireylere zenginlik anlamında dayatıldığından kadınlar her geçen gün, tüketimin hem öznesi hem de nesnesi durumuna getirilmektedir (2003). Yaratılan bu tüketim isteği özellikle kitle iletişim araçlarında yayınlanan reklamlar ile daha çok arttırılmakta ve bireyde “ihtiyaç var” hissine dönüştürülmektedir. Böylelikle tüketim neredeyse bir yaşam felsefesi haline getirilmekte, firmalar pazarlama stratejileriyle bireyleri tüketimi artırmaları yönünde etkilemektedir. İnternet kullanıcı sayısı 37 milyon civarında olan Türkiye’de kullanıcılar günde ortalama 2 saat 32 dakikasını sosyal medyada geçirmektedir. Toplam internet kullanıcılarının %93-94′nün Facebook hesabı bulunduğu ve her gün 19 milyon kişinin Facebook’a girdiği göz önüne alındığında internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunun zamanını Facebook’ta harcadığı ortaya çıkmaktadır. Sahte hesaplar dahil 36 milyon aktif hesap bulunan Facebook’ta aylık aktif kullanıcı sayısı da 33 milyondur (www. etonpreneurs.com, www.dijitalajanslar.com). Bu kullanıcıların büyük çoğunluğunu ise (internet kullanımı tüm yaş gruplarında erkeklerde daha yüksek olduğu verisiyle doğru orantılı olarak) erkekler oluşturmaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 145 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Grafik 5: Türkiye’de bulunan Facebook kullanıcılarının cinsiyet dağılımı 2 (Türkiye İnternet Ekosistem Raporu, www.webrazzi.com, 24.05.2014). Daha önce de değinildiği gibi erkek kullanıcılar internet üzerinden (daha çok bilgisayar donanımı, cep telefonu ve aksesuarları gibi) detaylı ürün bilgisi ve fiyat araştırması gerektiren ürünleri satın almaktadırlar. Bu nedenle de satın alma eylemlerini uzun zamanda gerçekleştirmekte ve reklamlardan kolay etkilenmemektedirler. Kadınlar ise “ideal kadın” niteliğine sahip olabilmek için giysi ve güzellik ürünü gibi daha ucuz ve kolay satın alınabilen ürünlere yöneldiklerinden reklamlardan daha kolay etkilenebilmektedirler. Bu nedenle kadın, her alanda olduğu gibi sosyal ağlarda da reklamın hem öznesi hem de nesnesi olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda erkek internet ve Facebook kullanıcılarının oranının fazla olmasına karşın tüm ortamlarda olduğu gibi Facebook’ta da hedef tüketici kadındır. Daha önce de belirtildiği gibi Facebook, ABD dışında kullanıcıların ilgi alanlarını, onların beğendiği sayfalar ve paylaşımlar sayesinde öğrenebilmektedir. Facebook Türkiye Pazarı Müdürü Fırat Dirik ise Türkiye’de kullandıkları hedef belirleme yöntemlerine bazı örnekler vermiştir (www.campaigntr.com): • İstanbul’da kadınlara yönelik bir fitness salonu: 18 yaşın üzerindeki, İstanbul’da yaşayan ve fitness ve sağlık ile ilgilenen kadınlar Potansiyel hedef kitlesi: 720.000 2 Veriler 2013 Kasım ayına aittir. 146 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yelda Özkoçak • Tokat’taki kozmetik perakendecisi: Tokat’ta yaşayan, 16-25 yaş aralığındaki ve makyajla ilgilenen kadınlar Potansiyel hedef kitlesi: 3.000 • Ulusal, moda perakendecisi (kadın kıyafetleri): “Moda” ve “alışveriş” ile ilgilenen, Türkiye’nin dört bir yanındaki, her yaştan kadın Potansiyel hedef kitlesi: 8.4 milyon Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, firmalar Facebook’ta yayınlanabilecek özellikte bir reklam oluşturmakta ve ulaşmak istediği hedef kitle türünü seçmektedir. Facebook ise belirtilen hedef kitlenin içinde olan kullanıcılara o reklamı göstermektedir. Facebook, hangi reklamların gösterileceğine karar vermek için aşağıdaki verileri kullanmaktadır (www.facebook.com): • Kullanıcının, Facebook’ta paylaştığı bilgiler (örneğin; Beğendiğiniz Sayfalar), • Facebook hesabında yer alan kullanıcı ilgili diğer bilgiler (örneğin; yaş, cinsiyet, konum, Facebook’a erişirken kullanılan cihazlar), • Reklam verenlerin ve pazarlama ortaklarının Facebook ile paylaştığı kullanıcı ile ilgili zaten sahip oldukları (e-posta adresi gibi) bilgiler. Bu bağlamda Facebook’a göre kullanıcıların reklam tercihleri, Facebook üzerinden paylaşılan bilgilere, beğenilen ve/veya etkileşimde bulunulan sayfalara, tıklanan reklamlara, kullanılan uygulamalara ve internet siteleri ile veri sağlayıcılarının ve reklam verenlerin paylaştığı bilgilere dayanmaktadır. Facebook ve firmalar, kullanıcı için faydalı olduğunu ileri sürdükleri reklamları göstermek için çerezler, piksel etiketleri ve yerel bellek gibi teknolojileri de kullanmaktadır. Yani bir reklam veren, kullanıcının (çerezler sayesinde ürününün internet sitesinden satın alınmadan önce) ürününün reklamını Facebook’ta görüp görmediğini anlayabilmektedir (www.facebook.com). Bu veriler doğrultusunda, Facebook Türkiye Pazarı’nda kullanılan hedef belirleme yöntemleri bağlamında Facebook’un, Türk kadın kullanıcılara hangi sektörlerden ne tür reklamların gösterildiğini ortaya koymayı hedefleyen çalışma için çeşitli Facebook sayfalarından iletilen mesajla kadın kullanıcılardan bir hafta boyunca destek talebinde bulunulmuştur. Kadınlar Günü’nün Cumartesi’ye denk gelmesi ve Sponsorlu başlığının mobil cihazlardan görünemiyor olması nedeni ile çalışmaya destek vermek isteyen kullanıcıların bazıları ihtiyaç duyulan verileri elde edememiştir. Bu nedenle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde gerçekleştirilen çalışmaya 20-35 yaş aralığında olan 13 kullanıcı destek verebilmiştir. Katılımcılar, Facebook sayfalarında, Sponsorlu başlığı altında açılan pencerenin ekran görüntülerini kaydetmişlerdir. Ancak bu Facebook hesaplarından 3 tanesinin sahte hesap olduğu anlaşıldığı için 10 katılımcının verileri değerlendirmeye alınmıştır. Sayı 40 /Bahar 2015 147 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Katılımcılar, 1 lise mezunu, 3 üniversite öğrencisi, 6 lisans ve lisans üstü eğitim düzeyinde olan kadın Facebook kullanıcısından oluşmaktadır. Öğrencilerin dışında kalan 7 katılımcı özel sektörde meslek sahibidir. Çalışma için Masterindex’in Türkiye’de Çevrimiçi Alışveriş Yapılan Sektörler Raporu’nda yer alan başlıklara, ihtiyaç duyulan başlıklar (gıda - mekan - marka - ünlü kişi-spor malzemeleri - temizlik ürünü - erkeklere yönelik ürün) eklenmiştir. Buna göre paylaşılan toplam reklam ileti sayısı 101’dir. Bu reklamlardan 2 tanesi sakalı çıkmayan erkekler içindir. Bu reklam bir erkek görseli ile paylaşılmıştır. Takı/aksesuar reklam paylaşımlarında yüzük bulunurken aynı markanın hediye başlığına konumlandırılan reklamı tespihtir. Elektronik başlığı altında yer alan iki ürün ise navigasyon cihazıdır. Reklamın görselinde direksiyon tutan erkek eli yer almaktadır. 3 reklam ise Kadınlar Günü’ne Özel iletisi ile verilmiştir. Bu reklamlardan 2 tanesi kişisel bakım ürünü olmasına karşın 3. reklam bir kadın görseli eşliğinde boya firması tarafından verilmiştir. Reklamların diğer dağılımları ise aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: Tablo 2: Facebook’ta kadınlara yönelik reklamların sektörlere göre dağılımı Tabloya bakıldığında, kadını hedef alan paylaşımların en çok marka, firma ya da ünlü kişi tanıtımına yönelik olduğu dikkat çekmektedir. Firmalar bu reklamlar ile merak uyandırarak kullanıcıları kendi sayfalarına çekmeyi amaçlamaktadır. İkinci sırada yer 148 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yelda Özkoçak alan sağlık/diyet reklamları ise kilo verme üzerinedir. Ünlü kullanımına da yer verilen bu reklamlarda kısa sürede ideal görüntüye ulaşmanın formülünün verileceği iddiası ile kullanıcılar yine reklam verenin sayfasına yönlendirmeye çalışılmaktadır. Üçüncü sırada ise kozmetik / kişisel bakım / estetik ve giyim başlıkları yer almaktadır. Bu reklam iletilerinde de kadınlar güzel ve zarif görünmeye davet edilmektedirler. Böylelikle ideal kadın niteliğine sahip olmak amacını taşıyan kadınlar, bu sayfalara yönelmekte ve ürünleri satın almaktadır. Sonuç Facebook üzerinden paylaşılan reklam iletilerinde amaç, kadın kullanıcıları reklam verenin ana sayfasına çekmektir. Ayrıca bazı iletilerde ürünün fiyat bilgisi verilerek kullanıcı hemen satın almaya davet edilmektedir. Bunun dışında iletilerin altında yer alan beğen butonu ile firma takipçi sayısını artırarak daha çok kişiye ulaşmayı hedeflemektedir. Yerel markalar (pastane, mobilya mağazası gibi) ve adı sık duyulmayan küçük firmalar da burada reklam vererek bilinilirliklerini arttırmayı amaçlamaktadırlar. Facebook özellikle küçük firmalar ve yerel markaların iletişim stratejileri için güçlü bir platform niteliğindedir. Yaş, eğitim, meslek ve yaşanılan bölge bilgileri ile markaların hedefledikleri kitlerle bağlantılarını sağlayan Facebook, geniş bir alanda hizmet verebilmektedir. Ancak kullanıcı bilgilerinin tümünün paylaşılamıyor olması ve/veya tüm bilgilere sahip olunamaması nedeni ile reklam iletilerinin genellikle aynı niteliklerde olduğu yapılan çalışmada da dikkat çekmektedir. İnternette ve dolayısı ile Facebook’ta erkek kullanıcıların kadınlardan daha fazla olmasına karşın geleneksel pazarlama yaklaşımında kadının hedef olduğu ortadadır. Çalışmada da görüldüğü gibi erkeklere özgü ürün satan firmalar kadını da hedef kitlelerine almaktadırlar. Ayrıca, paylaşılan reklamlarda mesleğin ve eğitim düzeyinin dikkate alınmadığı da önemli bir bulgudur. Bu bağlamda Facebook’un reklam paylaşımları ile ilgili kullanıcıları bilgilendirdiği (!) sayfasında yer alan hedef kitle belirleme yöntemlerini doğru bir biçimde kullanmadığı da ortaya konulmaktadır. Çalışmadaki ilk dört başlığa bakıldığında ise geleneksel olarak kadın yine dış görünüşe önem vermesi / güzel görünmesi gereken olarak konumlandırılmıştır. Bu nedenle daha çok diyet ürünleri, kozmetik ve giyim sektörlerinden reklamların kadınları hedef aldığı görülmektedir. “Facebook Reklamları, reklam verenlerin insanlara uygun ve ilginç bulacakları reklamlar göstermelerine yardımcı olacak şekilde tasarlanmıştır.” iletisi ile reklam sayfası hakkında açıklama yapan Facebook’un bu işlevini de yerine getirmediği ortadadır. Paylaşılan reklamların çoğu basit hedef belirleme yöntemi (cinsiyetyaş) kullanılarak paylaşılmıştır. Tüm kitle iletişim araçlarından aynı içerikteki reklam iletilerine hedef olan kadın ne yazık ki kişisel nitelikleri göz ardı edilerek sadece toplumsal cinsiyet rollerine uygun olduğu düşünülen iletilere maruz kalmaktadır. Ancak, çok geniş bir kitleye hitap eden Facebook’un ilgi alanı tabanlı reklam iletilerini Türkiye’de de kullanmaya başladığında bakımlı olmakla ve ev işleriyle sorumlu tutulan Türk kadınlarının da kişisel niteliklerine uygun, gerçekten ilgi duydukları sektörden bilgi alabilmeleri mümkün olabilecektir. Sayı 40 /Bahar 2015 149 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın Kaynakça Başfırıncı, Çiğdem, (2008). Bir Pazarlama İletişim Medyası Olarak Web Ortamında İçerik Analizi Yapmanın Güçlükleri Ve Olası Çözüm Önerileri. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü Dergisi,19 (61), s.52-71. Bei, L., Chen, Y.I. E. ve Widdows, R., (2004). Consumers’ Online Information Search Behavior and The Phenomenon of Search vs. Experience Products. Journal of Family and Economic Issues, Vol.25, s.463- 465. Binark, M., Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E. ve Börekçi, S., (2007). Yeni Medya Çalışmaları, Yeni Medya Çalışmaları, Der. Mutlu Binark, Dipnot Yayınları, Ankara. Binark, M., Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E. ve Börekçi, S., (2009). Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum Öyleyse Varım, Kalkedon Yayıncılık, İstanbul. Chaffey, Dave, (2010). Applying Organisational Capability Models To Assess The Maturity Of Digitalmarketing Governance. Journal of Marketing Management, 26(3-4), s.187-196.). www.tandfonline.com. Değirmenci, Emet, (2003). Toplumsal Ekoloji, Küreselleşme Kadına Ne Getirdi? Kasım-Sayı 32 www.ekoloji.org/dergi/sayi3/02kuresel_kadin.pdf. Foux, Graeme, (2006). Consumer-Generated Media: Get Your Customers İnvolved. Brand Strategy,May, Issue 202, s.38, Trade Publication, http://ebscohost.com. Kaplan, A.M. ve Haenlein, M. (2010). Users Of The World, Unite! “The challenges and opportunities of Social Media”, Business Horizons, Volume 53:1, 59-68 Paris. Heinonen, Kristina, (2011). Consumer Activity in Social Media: Managerial Approaches To Consumers Social Media Behavior, Journal of Consumer Behaviour, 10 (6), s.356-364. Published online in Wiley Online Library (wileyonlinelibrary.com). Kaypakoğlu, Serdar, (2004). Medyada Cinsiyet Stereotipleri Toplumsal Cinsiyet ve İletişim, Naos Yayıncılık, İstanbul. Kırschenbaum, Alan, (2004). Generic Sources of Disaster Communities: ASocial Network Approach, International Journal of Sociology and Social Policy, Vol. 24, No. 10/11. http://www.nifv.nl/upload/179138_668_1168608934140Kischenbaum_I Macmillan, J.Smith, (2006). Eploring Models of Interactivity from Multiple Research Traditions Users Documents and Systems, Handbook of New Media: Socail Shaping and Social Consequences of ICT’s. Editor Lievrouw, Leah A, Livingstone, Sonia, Sage Publisher, Los Angeles,http://online.sfsu.edu/ottsca/beca300/secure/mcmillan.pdf. Mangold, W. G. ve Faulds, J. D., (2009). Social Media: The New Hybrid Element Of The Promotion Mix. Bussiness Horizons 52, s.357-365 http://www.sciencedirect.com/ science/article/pii/S0007681309000329/52/4. Mıslove, A., Marcon, M., Gummadı, K. P., Druschel, P. ve Bhattacharjee, B., (2007). Measurement and Analysis of Online Social Networks, IMC’07: Proceedings of the 7th 150 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Yelda Özkoçak ACM SIGCOMM, Conference on Internet Measurement, San Diego, California, http:// conferences.sigcomm.org/imc/2007/papers/imc170.pdf. Pelteoğlu, B. Filiz, (2001). Halkla İlişkiler Nedir?, Beta Yayınları, İstanbul. Toffler, Alan, (1981). Üçüncü Dalga, Çev: Ali Seden, Altın Kitaplar, İstanbul. Tonta, Yaşar, (2009). Dijital Yerliler, Sosyal Ağlar ve Kütüphanelerin Geleceği, Türk Kütüphaneciliği 23, 4 (2009), s.742-768. US Census Bureau, InternetWorldStats, Facebook, ITU Ocak 2014, http:// etonpreneurs.com/uploads/Global%20Social,%20Digital%20&%20Mobile%20 Statistics,%20Jan%202014.pdf (Erişim: 15.03.2014) Underwood, Mick, (2002). Kamusal Alan Olarak İnternet, Cogito / Sayı 30 İnternet: Üçüncü Devrim? s.120-142. Ülger, Billur, (2003). İşletmelerde İletişim Ve Halkla İlişkiler The Big Business, Der Yayınları, İstanbul. Vural, Z. ve Bat, M. (2010). Yeni Bir İletişim Ortamı Olarak Sosyal Medya, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesine Cilt:5 Sayı:20, Yaşar Üniversitesi, İzmir. İnternet Kaynakları http://www.alexa.com/topsites/countries (Erişim: 10.04.2014) http://www.bkm.com.tr/istatistik (Erişim: 24.05.2014) http://blog.reklam.com.tr/internet-reklam/turkiyenin-online-ticaretistatistikleri/2692 (Erişim: 22.05.2014) http://www.campaigntr.com/2014/02/20/68209/facebook-turkiye 06.04.2014) (Erişim: http://www.die.gov.tr (Erişim: 12.03.2014) http://www.dijitalajanslar.com/internet-ve-sosyal-medya-kullaniciistatistikleri-2014 (Erişim: 19.02.2014) http://www.eticaretmag.com/turkiye-dijital-reklam-yatirimlari-raporu (Erişim: 24.05.2014) https://www.facebook.com/about/ads/?campaign_id=366925476690229 (Erişim: 06.04.2014) https://www.facebook.com/help (Erişim: 06.04.2014) http://www.iha.com.tr/sosyal-aglar-ile-internetten-kazancli-alisverisekonomi-301291 (Erişim: 22.05.2014) http://www.mediacatonline.com/makale/internetten-en-cok-erkekler-alisverisyapiyor, (Erişim: 15.04.2014) Sayı 40 /Bahar 2015 151 Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın http://sosyalmedya.co (Erişim: 18.03.2014) http://teknolojidefteri.com/turkiye-e-ticaret-raporu-2013.html (Erişim: 24.05.2014) http://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook (Erişim: 18.03.2014) http://www.webrazzi.com (Erişim: 24.05.2014) 152 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Use of Cartoons in Advertising: The Case of Piyale Ayşe BİNAY KURULTAY, Yrd. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Burcu SABUNCUOĞLU PEKSEVGEN, Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Karikatür, Reklam, Piyale. Öz Bir mizah sanatı olan karikatürün, eğlendirmenin yanı sıra düşündürmek, öğretmek ve ikna etmek gibi özellikleri karikatürü reklamcılar için cazip hale getirmiştir. Anlatmak istediğini sade bir dille çarpıcı bir biçimde anlatan karikatür, sıralanan tüm bu özellikleriyle tüketicide davranış değiştirmekte önemli bir araç olabilmektedir. Karikatürlü reklamların hedefleri arasında olan ürün satmanın dışında bilinirlik arttırmak da vardır. Karikatürlü reklamlar da tüm reklamlar gibi bunu kimi zaman bir sloganla kimi zamanda zihinlerde markaya özgü bir konum yaratıp, markaya bir karakter ve kimlik kazandırarak yapmaktadır. Türkiye’de 1960’lı yıllarda karikatür, başta banka ve makarna reklamlarında olmak üzere sektördeki birçok markanın reklamlarında etkin olarak kullanılmıştır. Bu çalışmada örnek olarak karikatürün, bir pazarlama yöntemi olan reklamla ilişkisi, “Türkiye’yi makarna ile tanıştıran marka” olarak bilinen Piyale Makarnaları’nın 1960’lı yıllardaki on karikatürlü reklamı esas alınarak incelenmiştir. Piyale markasının 1960’lı yıllarda karikatürlü reklam kullanan markaların başında gelmesi ve markanın sadece karikatürlü reklamlardan oluşan kampanyalar düzenlemiş olması, bu markanın örneklem olarak seçilmesinde etkili olmuştur. Karikatürün resme dayalı mesajlarla örülü olması nedeniyle yöntem olarak postyapısalcı göstergebilimsel analiz kullanılmıştır. Dolayısıyla karikatürün metin evreni olduğu kadar sembolik evreni de tarihsel dönem aralığının göstergeleri anlamlandırmadaki önemi dikkate alınarak incelenmiştir. Bu doğrultuda karikatürlü reklamların yayınlandığı yıllarda karikatürlere konu olması dolayısıyla Türkiye’de kadın, aile, sağlık, güven gibi temalar dönemsellik gözetilerek gösterge bilimsel olarak değerlendirilmiştir. Keywords: Caricature, Cartoon, Advertising, Piyale. Abstract As a satirical art form with a mission to make the audience think, to teach something and to persuade, cartoons have become attractive visuals for advertisers. Cartoons express an idea in a simple yet effective manner which is the reason for being the choice of brands for their of advertisements that aim to create a behavioral change in the consumer and sell their products as well as increasing brand awareness. Advertisements using cartoons achieve this as all other advertisements do, sometimes through a slogan and other times through creating a position, a character and an identity for the brand. Cartoons have been used in advertisements for major brands in the 1960’s in Turkey, primarily for the banking industry and spaghetti. In this study the advertisements for Piyale Spaghetti, known as “the brand that introduced spaghetti to Turkey” that use cartoons as visuals in the 1960’s were investigated. The relationship of cartoons as a form of communication and advertisements as a form of marketing was evaluated using semiotic analysis. As cartoons are woven with messages based on drawings and visuals, poststructuralist semiotic analysis was chosen as the methodology. As it is necessary for this methodology, cartoons’ symbolic universe as well as the textual universe was investigated for the importance historical period has over meaning making of signs. In this direction, in the years advertisements including cartoons, themes such as women, family, health, trust have been semiotically evaluated with periodicity in mind. Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Giriş Bir mizah sanatı olan karikatürün, eğlendirmenin yanı sıra düşündürmek ve ikna etmek gibi özellikleri karikatürü reklamcılar için cazip hale getirmiştir. Türkiye’de özellikle 1960’lı yıllarla birlikte başta banka ve makarna reklamlarında kullanılmaya başlanmıştır. Bunun birincil nedeni karikatürün, daha çarpıcı ve etkin olarak izleyiciyi düşündürmesi ve üç boyutlu dünyayı iki boyuta indirerek sade bir anlatımla akılda daha kalıcı olabilmesidir. Davranış değişikliği yaratarak ürününü satabilmeyi hedefleyen firmaların karikatürlü reklamlara yöneliminde bunun önemli bir payı vardır. Bu çalışmada Piyale Makarnaları’nın 1960’lı yıllarda kullandığı karikatürlü reklamları incelenmiş ve bir iletişim dili olan karikatürün, bir pazarlama yöntemi olarak reklamla ilişkisi ortaya konularak, karikatürlü reklamlara olan yansıması değerlendirilmiştir. Çalışma, Türk reklamcılığında karikatür kullanımı hakkında literatürde yer alan boşluğun bir bölümünü tamamlamayı amaçlamaktadır. Görsel Bir İletişim Kodu Olarak Karikatür Bir mizah sanatı olan karikatür görsel iletişimin etkisi üzerine kuruludur. Karikatürün geçmişini tarih öncesi dönemlere kadar uzatan yazarlar olduğu gibi (Harrison, 1981) karikatürü aydınlanma sürecinin sanatı olarak gören yazarlar da vardır (Saydut, 2007). Kitle iletişim araçlarından biri sayılan karikatürün (Harrison, 1981: 32) veya Turhan Selçuk’un tanımıyla “grafik mizah”ın tarihi 17. yüzyılda “caricaro” denilen hayvan başlı insan resimlerine dayanır (Fidan, 2007:39; Saydut, 2007). İtalya’da oluşan “caricare” terimi başlangıçta sadece insanların görünüşünü konu alsa da sonraları bu dar çerçeveden çıkarak çizerin yorumunun da yer aldığı çizgilere (Özer, 1988) ardından ise göstergeler kullanarak “insanlık hali” hakkında mesaj veren bir iletişim aracına dönüşmüştür (Harrison, 1981). Hıfzı Topuz (1986) karikatürün tanımını iletişim açısından “resme dayalı, hümoristik bir mesaj” olarak yapmaktadır. Karikatürün kaynağında bir takım olayların, kişilerin verdiği görüntüler ve karikatürcünün gözüne ilişen yazılar, düşünceler ve yorumlar yer almaktadır. Karikatürcü bu olayları, düşünceleri ve yorumları kendi açısından algılamakta ve bunlardan birer simge yaratmaktadır. Bu simgeleri mizahi çizgilere dönüştürmekte ve bazen bu çizgilere yazı eklemektedir. Karikatürcünün kendi damgası ve güldürü yaklaşımından ortaya çıkan nükteli çizgilere karikatür denilmektedir. Karikatürün amaçları arasında ikna etme, eğitme, öğretme, tutum değişikliği yaratmanın (Özer, 1988) yanı sıra eğlendirme, eleştirme ve politikleştirme (Harrison, 1981: 12) vardır. Karikatür, okuyucuyla iletişimindeki hızın getirmiş olduğu bütün üstünlüklere sahipken algılanmasındaki telaşın yarattığı bütün tehlikelerle de yüz yüzedir. Karikatür, üç boyutlu dünyayı iki boyuta indirerek sadeleştirdiği için berraklığın avantajına, olayları ve hareketleri abarttığı içinse çarpıtmanın zararlarına açıktır (Harrison, 1981). Karikatürist, Şekil 2’de belirtilen klasik iletişim süreci içinde bilgi kaynağı görevini üstlenmiştir. 154 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen Şekil 1 (Alemdar ve Erdoğan 2005:62) İletişim sürecinde yer alan mesaj karikatür ile verilirken, ileten araç medya kanalı olarak yer almakta, alıcı ise karikatürün okuyucu kitlesi olarak şekillenmektedir (bkz. Şekil 2 ve Şekil 3). Mesajın okuyucu kitlesine ulaşması etkilenme sürecini başlatır. Mesajın kodlarının okuyucu tarafından çözümlenmesi karikatüristin iletişim işlevini gerçekleştirebildiğini gösterir (Özer, 1988). Şekil 2 (Harrison, 1981: 33) Sayı 40 /Bahar 2015 155 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Şekil 3 (Özer, 1985: 25) Kaynağında olgular, olaylar, kişiler ve düşünceler yer alan karikatür iletişimi, okuyucu mesajı çözümlediği zaman tamamlanmaktadır (Özer, 1985). Hıfzı Topuz’a (1986) göre karikatürcünün kodladığı ve yarattığı anlam, okuyucunun alıcı durumunda bulunarak kodu açmasıyla yarattığı anlam, okuyucusunun alıcı durumunda bulunarak kodu açmasıyla iletilmektedir. Karikatürist mesajı hazırlarken iç iletişimde bulunmaktadır, yani kendisi ile iletişim halindedir (Özer, 1996). Kodlamanın karikatüristin düşünceleri, hayalleri, üzüntüleri, zevklerini bir araya getirerek yaptığı soyutlamalar ile oluştuğu önerilmektedir. Şekil 1’de belirtildiği gibi karikatür bir iletişim mecrası olarak karikatürist dışında editör, sponsor ve yazarların etkisine açıktır. Bülent Fidan Reklam ve Karikatür adlı kitabında içeriğine göre karikatürün kendi içinde siyasal grafik portre, gülmeceli grafik portre, saçma grafik gülmece, grafik desen, ve reklam gülmecesi olarak incelenebileceğini ifade eder (2007: 145-147). Fidan gülmeceli grafik portre ve siyasal grafik portre ilgilisi azalan bir içerik şekli olarak karikatür tarihimizde yer almakta olduğunu saçma grafik gülmece okuyucuda şok etkisi yaratmak istediği için gerçeküstü mizahı içerdiğini ve günlük yaşamdan izler taşıması yanında tuhaf ve garip olarak algılanabilmekte olduğunu belirtir. Fidan’a göre reklam gülmecesi ise düzene veya otoriteye karşı çıkmamakta aksine iyimser ve sempatik bir tavırdadır. Amaç tüketicinin üzerinde olumlu bir etki bırakmaktır. Olumlu etki bırakmak için karikatür mizahı ve dolayısıyla eğlenceyi kullanır. Eğlence, içinde hoşgörüyü barındıran mizaha “her konuyu, her sorunu çekinmeden ortaya koyma mirasını bağışlamış gibidir” (Öngören, 1998: 15-16). Reklamın Pazarlamadaki İşlevi, Rolü, Kullanımı Reklam, bir mesajın tüketici kitlesine aktarılma şekli olduğundan bir iletişim süreci olarak düşünülür. Reklam mesajları da karikatürlere benzer şekilde kodlama ve okuma sürecinden geçerek iletişim işlevlerini yerine getirirler (Williamson, 2000). Tek yönlü iletişim sürecine sahip olan reklamlar geri besleme mekanizmasına sahip olmadıkları için 156 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen hedef kitle derinlemesine anlaşılarak hazırlanmalıdır (Özer, 1988). Yaratıcılığın odak noktası haline gelen reklamlarda görülen bu sanatsal ve yaratıcı yoğunlaşmanın temel açıklayıcı özelliği reklamların fonksiyonunun izleyicinin ilgisini çekmek yerine bir şey hakkında iletişim kurmak oluşudur. Reklamın başlıca amacı izlenmesinin ardından izleyicide davranış değişikliği yaratmaktır. Reklamlar izleyiciye dokunarak, onları duygulandırmak, istek ve hayallerine hitap etmek yoluyla düşündürmek veya tepki vermesini sağlamak zorundadırlar. Ancak bu yolla izleyici, reklam yoluyla pazarlanan ürünü satın almak için gerekli düşünce sürecine girebilecek ve aktif olarak satın alma eylemine yönelebilecektir. Reklamcılığın temel görevi iletmek istenileni iletmektir. İzleyicinin ilgisini çekebilen bir reklam istenileni iletemeyebilir. Bu nedenle iletişim kurmak ilgiyi üzerinde toplamaktan çok daha zordur. İzleyici ile iletişim kurabilmek için tüm kaynakların yoğunlaştırılması gerekir (Jhally 1990: 106). Bu bağlamda Williamson (2000: 19) reklamlardaki anlam yaratma sürecini şöyle açıklamaktadır: Reklamcılığın kendine özgü bir yaşamı olduğu görülüyor; diğer iletişim araçlarının kah içinde, kah dışında var olur ve tanıyabildiğimiz bir dille, fakat asla tanımlayamayacağımız bir sesle bize hitap eder. Bunun nedeni, reklamcılığın hiçbir özneye sahip olmamasıdır. Belli ki insanlar reklamlar icat eder ve üretirler; fakat onların yüzsüz ve tanınmaz olmaları olgusundan ayrı olarak reklam her durumda bu insanları konuşturma iddiasında değildir; reklam onların konuşması değildir. Bu nedenle, konuşmacının bulunması gereken bir aralık, bir alan vardır ve reklamcılığın ayırt edici özelliklerinden biri, bizi bu aralığı doldurmaya çekmesidir; öyle ki biz, hem konuşan hem dinleyen, hem özne hem nesne oluruz. Reklamların anlam kodlarıyla yüklenmesi ve bu kodları çözen hedef kitlenin reklamdaki mesajı kendi zihninde oluşturması karikatürdeki süreçle benzeşmektedir. Pazarlama açısından bakıldığında geleneksel olarak reklamın temel işlevi satıştır. Reklamlar satış işlevini, farkındalık yaratmak, zihinlerde markaya özgün bir konum yaratarak bir marka karakteri ve kimliği oluşturmak ve bu yolla reklamın hatırlatıcı bir öğe rolünü üstlenmesini sağlamak suretiyle üç basamakta gerçekleştirmektedir (Aksoy 2007: 45). Satış işlevinin dışında reklamın amaçları, bir ürünün markasını belleklere yerleştirmek ve yeni yaşam tarzları benimsetmek (Cereci, 2004) olarak ifade edilebilir. Reklam ve Karikatür Reklamların kodlanmasında kullanılan göstergelerden biri karikatürdür. Toplumda daha çok güldürücü unsurlarıyla benimsenmiş olan karikatür görsellerindeki mizah öğesi, karikatürün reklamlarda kullanımını çekici hale getirmiştir. Reklamlarda kullanılan karikatür, mizah türü olarak diğerlerinden daha dikkat çekici ve düşündürücü olduğundan görsel açıdan bir resimden daha çok etki bırakabilmektedir (Fidan, 2007). Reklamların içinde yer alan karikatürler genellikle ya vinyet tarzında -reklam metninin yanında sadece bir görsel malzeme-, ya da hem metin hem de çizginin Sayı 40 /Bahar 2015 157 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği bir arada mizahi bir üslupta tam anlamıyla bir karikatür olarak yer aldığı strip (bant) karikatür tarzındadır. Bant karikatürlerde reklam mesajı, genellikle simgesel bir reklam karakterinin başından geçen olayların esprili bir dilde, birden fazla karede anlatılması yoluyla verilmektedir. Bu kategorilerin dışında televizyon ve sinemada çizgi film olarak yer alan çizgi karakterler vardır. Çizgi karakterlerin canlandırılması ile oluşturulan kısa filmler ile reklam mesajları hedef kitleye iletilmektedir (Özer, 1988). Türkiye’de Reklamlarda Karikatür Kullanımı Türkiye’de reklam karikatüristliği olarak ayrı bir sektör henüz oluşmamıştır (Fidan, 2007: 143; Özer, 1985; Özer, 1988). Cumhuriyet Dönemi reklam tarihinin öncülerinden İhap Hulusi Görey’in karikatürleri İş Bankası, Türk Hava Kurumu ve Milli Piyango gibi şirketlerce reklamlarında kullanılmış; grafik anlamda 1970’lere kadar takip edilmiştir (Fidan, 2007). Türkiye’de reklam için karikatür çizen karikatüristler arasında Ramiz, Cemal Nadir, Turhan Selçuk, Orhan Ural, Togo, Nehar Tüblek, Semih Balcıoğlu, Necmi Rıza Ayça, Ferruh Doğan, Güngör Kabalcıoğlu, Cafer Zorlu, Orhan Doğu, Cavid Çevikus, Ali Özbek, İsmail Biret, Raşit Yakalı, Emre Senan, Mesut Ekener, Öktemer Köksal, Altan Erbulak, Bülent Arabacıoğlu, Abidin Erdoğan, Mıstık, Taner Arda, Orhan Yıldırım, Erdoğan Karayel, Yalçın Çetin, Tonguç Yaşar, Ali Ulvi ve Oğuz Aral sayılabilir (Özer, 1985). 1960’lı yılların gazete reklamlarında illüstrasyon kullanma tekniğinin yaygın olduğu görülmektedir (Yılmaz, 2007). 1960-1984 yılları arasındaki basılı reklamları incelediği araştırmasında Özer (1988) karikatürün reklamlardaki kullanımının dört şeklinden bahseder. Bunlar vinyet, tam karikatür, bant karikatür ve çizgi filmdir. Vinyet, reklam metninin yanında görsel bir öğe bulunduğunda bu ismi alır. Reklamdaki görsel yazısız veya yazılı tam bir karikatür olabilir. Reklam görselinin bir bant karikatür (strip) ile oluştuğu durumlar bulunduğu gibi ve çizgi film karakterlerinin reklam görseli olarak kullanılmasına rastlanmaktadır. Özer (1985: 79) bu dönemde yurtdışındaki örneklerde olduğu gibi Türkiye’de de karikatüristlerin çizdikleri karikatürlerin altına imza attıklarını vurgulamaktadır. Özellikle vinyet karikatür kullanılan reklamlarda karikatüristin imzasının bulunmadığı görülmektedir. 1960’lı yıllar karikatürlü reklamın altın çağıdır; ki karikatürist Akdağ Saydut’un (2007) karikatürist Orhan Doğu ile yaptığı söyleşisinde Doğu bunu kendi yaşamından bir örnekle ifade etmektedir: Askerlik bittikten sonra biraz daha çizdim. O sıralar bir reklam kampanyasına katıldım. Piyale makarnasının reklam kampanyası. Bir gün gazetede bir ilan gördüm. 5 karikatür, 5 fotoğraf, 5 fıkra, 5 bilmem ne… Piyale Makarnası, eser başına 100 kağıt verecek. Ben hemen oturdum 5 tane karikatür çiziverdim. Reklam karikatürü ama. Bir tanesi basıldı; ve bana 100 kağıt para gönderdiler. Neyse bu kampanya bittikten sonra bir gün bir mektup “Sayın Orhan Doğu, bir süre önce açtığımız reklam kampanyasına çok güzel 5 karikatür göndermiştiniz, şimdi sizden karikatürlere devam etmenizi istiyoruz. Tanesi 100 kağıttan ben her hafta karikatür gönderiyorum. İzmir’e gönderiyorum onlar 158 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen buradaki şubelerinde (Eminönü – Unkapanı arasında bir okul var ya orada bir yerde) oradan arıyorlar: “Orhan bey İzmir’den sizin için 400 lira para geldi, uğrayın da ödeme yapalım”. Ben hemen gidip alıyorum. Neyse oradan epey para aldım. Bankaların karikatürlü reklam kullanan markaların başında geldikleri görülmektedir (Özer 1985: 65). Özer (1988), karikatürün her türlü mal ve hizmet için kullanılabilecek görsel bir araç olmasına rağmen kullanımının son yıllardaki azalışına vurgu yapmaktadır. 1960 ve 1980 yılları karşılaştırıldığında Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan karikatürlü reklamların yarı yarıya azaldığı gözlemlenmektedir (Özer 1985: 65). Buna rağmen 1980 sonrasında özellikle basında yer alan banka reklamlarında karikatür kullanımının yaygın olduğu gözlenmektedir. (Fidan, 2007). 2000’li yılların önemli reklamlarından olan Sütaş’ın inekleri, Vestel’in Çizgi Adam’ı ve Cotton Bar reklam kampanyaları karikatürlü reklamlara yakın tarihli örnek olarak gösterilebilir. Yöntem Araştırmada karikatürlerin incelenmesinde göstergebilimsel yöntem kullanılarak her reklam örneği için göstergebilimsel analiz yapılmıştır. Post-yapısalcılık içinde değerlendirilen ve metnin anlamlar evrenini metinler arası ilişkiler ile inceleyen bu yöntem (Atabek, 2007) anlamların nasıl oluştuğu üzerine yoğunlaşmaktadır. Göstergebilimsel analiz yapılırken Pierce’ın ifadesiyle gösterilenler içerisindeki ikonik, dizinsel ve sembolik öğeler ayıklanarak Barthes’ın (1979) düz anlam ve yan anlam kavramlarının metinler arası (Rıfat, 2009) ifadeleri incelenmektedir. Barthes’ın ikinci anlamlandırma düzeyinde göstergelerin izlediği yolu tanımlamada kullandığı yan anlam, mit ve simge kavramları da Türkiye tarihindeki önemli dönüm noktalarını ifade etmelerinden dolayı analiz kapsamında temel başlıklarla ele alınmıştır. Yan anlam göstergenin kullanıcılar ve kültürel değerleri arasındaki ilişkiyi belirtirken, mitler tarihin belli dönemlerinde egemen sınıfların ürünü olan öyküler olarak nitelendirilirler. Simge ise uzlaşım ve kullanım aracılılığı ile başka bir şeyi ifade eden gösterge olarak açıklanmaktadır (Atabek, 2007). Post yapısalcı çözümlemede gösteren ve gösterilen yeni bir gösterene dönüşeceğinden (Dağtaş, 2003) açık uçlu ve farklı okumalara fırsat veren bir tavırda yorumlanmaktadır. Bu göz önüne alındığında, analiz yapılırken göstergebilimsel okumanın keyfiliğini azaltabilmek ve daha net değerlendirilebilmesini sağlayabilmek adına tablolardan yararlanılmıştır. Araştırmada kullanılan örneklemde Piyale Makarnaları reklamlarının seçilmesinin ana nedeni Piyale markasının 1960 yılında karikatürlü reklam kullanan markaların başında gelmesi ve markanın sadece karikatürlü reklamlardan oluşan kampanyalar düzenlemiş olmasıdır. Piyale Makarnaları’nın Tarihsel Önemi Piyale şirketi, 1922 yılında İzmir’de Hasan Tahsin Piyale tarafından kurulmuş ve böylece “Türk Makarna Fabrikası” 10 işçiyle günde 600 okka makarna üretmeye başlamıştır (Piyale, 2012). İlk makarna kalıplarını İtalya’dan Türkiye’ye getiren Hasan Sayı 40 /Bahar 2015 159 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Tahsin, Piyale fabrikalarında üretilen makarna çeşitlerini artırmıştır. Çeşit artışı Hasan Tahsin’in 1923 İzmir İktisat Kongresi ve 9 Eylül İzmir Sergisi’nde Türk Makarna Fabrikası’nın ürettiği ürünlerle altın madalya almasını sağlamıştır (AA, 2007). Piyale markası kelime olarak Hasan Tahsin Piyale’nin büyükbabasının ilk adını kendisine soyadı olarak seçmesiyle 1936’da ortaya çıkmıştır. Yeni fabrika, 1953 yılında Bayraklı’da kurulmuş ve Maktaş Makarnacılık ve Ticaret Anonim Şirketi adı ile üretime geçmiştir. 1970’te ürün yelpazesini genişleterek, 1987’de Alman Oetker firmasıyla bazı ürünlerde üretim ortaklığına gitmiştir. 2001’de yaşanan ekonomik krizi aşamayan Piyale Makarna, 2004 yılında Sabancı Holding’e bağlı GıdaSA Grubu tarafından satın alınmıştır. Örnek Reklamların İncelenmesi Bu bölümde 1960’lı yıllarda Piyale Makarnaları’nın örnek olarak seçilmiş on reklamının incelenmesi yapılacaktır. İncelenen reklamların beş tanesi vinyet, bir tanesi bant karikatür diğerleri ise tam karikatürdür. Reklam 1 - Vinyet Reklam 1 olarak belirtilmiş görselde demografik yaş bölümlemesinin kullanıldığı görülmektedir. Reklamda “Benim yemeğim” sloganı ile yaratılan düz anlam görselde yer alan kişinin çocukluktan yaşlılığına doğru gelişen yolculuğu sırasında özellikle Piyale makarnasını tercih ettiği yönündedir. Reklam metninin yan anlamı, 40 yıllık bir süreçte üç neslin de bu lezzeti benimsediğinin belirtilerek Piyale’nin bir gelenek haline dönüşmesinin vurgulanmasıdır. Reklamın geleneklere vurgu yapmasının nedenlerinden biri olarak geleneklere bağlı kalma miti ile değişim sürecinde bulunan Türkiye arasında 160 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen bir bağıntı kurulduğu düşünülebilir. Bu dönem aynı zamanda 1948 Marshall Planı’nın kabulü ve ardından 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi dikkate alınarak tüketim kültürüne dair değişimin başlangıcı olarak da ele alınabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin Batılı yaşam biçimi için rol modeli artık Avrupa değil Amerika olmaya başlayacaktır. Bu durum üst-kültür gruplarında tüketim kültürünün hızla Amerikanlaşması olarak kendini gösterecektir (Sabuncuoğlu, 2010). Bu değişim sürecinde Piyale makarnasının gelenek vurgusuyla markaya olan güvenilirliği ve aidiyet duygusunu da tüketiciye yansıttığı düşünülebilir. DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN GÖSTERİLEN Yaş sırasıyla dizilmiş makarna yiyen üç nesil erkek Piyale’nin her neslin makarnası oluşu GÖSTEREN GÖSTERİLEN “Her neslin makarnası” Piyale yiyen üç nesil erkek Piyale Makarnaları gelenektir GÖSTERGE Tablo 1 Reklam 1 Göstergebilimsel şema Cumhuriyet Dönemi’nin ünlü reklam afişi sanatçısı İhap Hulusi imzalı Reklam 2’de bir önceki reklamda yer alan nesilden nesle aktarılma geleneğinin yan anlam olarak yer aldığı söylenebilir. Reklam 2 - Vinyet Sayı 40 /Bahar 2015 161 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Daha detaylı olarak, reklam görselinde bulunan yaş sırasıyla üç farklı nesilden olan ve 3 farklı kulağa “Piyale daha iyidir,” “Piyale üstündür” ve “Piyale nefistir” sözlerini fısıldayan üç kadının birbirine Piyale markasının anlatması olarak nitelenebilir. Yan anlam olarak incelendiğinde, Piyale’nin nesilden nesle aktarılan geleneksel öğüt olduğu teması çıkarılabilir. Piyale, bir ev kadınının annesinden ve anneannesinden aldığı öğüttür. Karikatürde kuşaklardan kuşaklara aktarılma teması, büyük birer kulağa fısıldayan üç farklı nesilden kadın ile belli edilmiş ve en yaşlı neslin fısıldadığı kulak diğerlerine nazaran daha silik çizilmiştir. Kulakların silikleşmesine karşın sloganlar net bir şekilde yer almakta ve tüketici bu yolla Piyale makarnanın “daha iyi”, “üstün” ve “nefis” oluşunu sabit etkide bir öğüt olarak algılayabilmektedir. Kültürel olarak kadınların birbirine verdiği mutfak öğütleri bu dönemde kadının aile hayatında mutfak işlerini üstenen rolü ile doğrudan ilişkilidir. Reklamın ikinci düzlem anlamlandırılmasında önem kazanan mit, Türk kadının aile hayatındaki rolü olarak vurgulanabilir. Türkiye’de kadının yerinin ev ve yaptığı işin ev işi olduğu görüşünün yaygınlığı (Akdoğan, 2004) ve reklamlar aracılığıyla toplumda kadına ve erkeğe atfedilen rollerin pekiştirildiği belirtilmektedir (Yılmaz, 2007). Her ne kadar Kemalist reformlarla modern bir kadın imajı inşa edilmiş ve bu imaj kanunlarla desteklenerek kadına siyasi ve sivil haklar verilmişse de Cumhuriyet’le birlikte önerilen ve sonraki yıllarda sürekli desteklenen kadın imajı eğitimli, belki meslek sahibi, topluma katılan ve katkıda bulunan bir kadındır. Acun’a (2007) göre bu yıllar kadının anneliğinin ve eşliğinin onun vazifesi olarak algılandığı bir dönemdir. Kadın için Avrupa modelinde bir değişim öngörülmekte ancak Avrupalı kadının geleneksel bağlardan, aile görevlerinden ve akrabalık bağlarından belli ölçüde uzaklaşarak sosyal yaşama katılabildiği ve özgürleşmesi son derece yanlış bulunmaktadır. Türk kadınının özgürlüğünün sınırı geleneksel rollerin başladığı yere kadardır ve bu roller reklamlar ve diğer görsel verilerle de sürekli pekiştirilmektedir (Acun, 2007). Bir başka okuma ile değerlendirildiğinde reklam “kulakta kulağa” aktarılarak sloganlarla lezzetine ve kalitesine dair kendi mitini yaratma çabasına girdiği söylenebilir. GÖSTEREN DÜZ ANLAM Yaş sırasıyla dizilmiş üç kadın GÖSTEREN YAN ANLAM GÖSTERİLEN Kuşaklardır sürdürülen geleneğin aktarımı Kulağa Piyale’yi fısıldayan üç kuşak kadın GÖSTERİLEN Piyale kadınlar arasında nesilden nesile aktarılan geleneksel öğüttür. GÖSTERGE Tablo 2 Reklam 2 göstergebilimsel şema Reklam 3’ün teması yeni nesil Türk ev kadınıdır. Karikatürde yer alan “tam 40 yıldır anlaşan çift” sloganına göre Piyale, ev kadınlarının 40 yıldır yanındadır ve ona mutfakta bir aşçı gibi yardımcı bir eş olmuştur. Reklamdaki düz anlam, lezzetli yemek yapmakta 162 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen aşçı ve kadının aynı fikirde oluşu iken, reklamda kullanılan gülümseyen ev kadını ve gülümseyen aşçının kol kola yürümesi düz anlamı gösteren öğeleri oluşturmaktadır. Yan anlam, Piyale makarnasının 40 yıl boyunca kadınlara profesyonel olarak mutfak yardımı sunduğudur. Aşçının Piyale markası ile ilişkilendirilmesinde profesyonellik vurgusu görülebilir. Reklamdaki kişilerin bir çift olarak nitelendirilmesi aralarında oluşan güvenin ve inancın derecesini vurgulamak için kullanılmaktadır denebilir. Ev kadınları ve Piyale arasındaki bağın 40 yıldır birlikte olan bir çiftin arasındaki uyum ve güven gibi sağlam temellere oturmuş olduğu vurgulanmaktadır. Reklam 3 – Vinyet Reklam aynı zamanda markaya bu yolla bir marka kişiliği kazandırmakta ve şayet Piyale Makarnası bir kişi olsa onun ev kadını ile çok iyi anlaşan bir aşçı olacağını vurgulamaktadır. Kişilik özelliklerini marka ile bağlantılandırarak markanın sembolik kullanım değerini daha özel ve etkin bir kategori çerçevesinde ortaya koymaya çalışan marka kişiliği çalışmalarının Aaker (1997) tarafından şematize edilmiş büyük marka kişiliği beşlisi çerçevesinde Piyale’nin ev kadınlarının samimi, içten bir yardımcısı olduğu söylenebilir. Sayı 40 /Bahar 2015 163 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Şekil 5 (Aaker, 1997: 352) DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN GÖSTERİLEN Mutfak önlüklü bir kadınla birlikte kol kola gülümseyip yürüyen aşçı Lezzetli yemek için aşçı ve kadının birlikteliği GÖSTEREN GÖSTERİLEN Kol kola makarna taşıyan Piyale Aşçısı ve ev kadını Piyale ev kadınlarının 40 yıldır mutfaktaki profesyonel ve güvenilir yardımcısıdır. GÖSTERGE Tablo 3 Reklam 3 göstergebilimsel şema Reklam 4’te “evde mutluluk” temasına vurgu yapılmakta ve Piyale’nin tüm ev halkını mutlu eden bir lezzet olduğu ifade edilmektedir. Bu durum çizgilerin diline şöyle yansımaktadır: Ev bir insan yüzü ile çizilmiş ve evin gülümseyen ağzı ile çatı üçgeni birbirine simetrik olacak biçimde konumlandırılmıştır. Bu konumu ile ev yukarı bakarak gülümsemektedir. Çatının üzerine elinde makarna tabağı ile oturmuş kadın figürü ise yaptığı yemekle ev halkını mutlu etmiş ve ev halkı tarafından baş tacı edilmiştir. Reklamın ifade ettiği mit ise, evde baş tacı olmak isteyen kadının yapması gereken Piyale makarnası pişirmek olduğudur. 164 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen Reklam 4 – Vinyet DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN Gülen ev, çatısında elinde bir tabak makarna ile oturan kadın GÖSTEREN GÖSTERİLEN Evde mutluluk Evin çatısında elinde tabak Piyale ile oturan kadın GÖSTERİLEN Piyale makarnası pişiren kadın ev halkı tarafından baş tacı edilir. GÖSTERGE Tablo 4 Reklam 4 göstergebilimsel şema Piyale’nin düzenlediği reklam kampanyasına Orhan Doğu tarafından gönderilmiş ve Piyale’nin kampanyasında yer almış olan karikatürün kullanıldığı Reklam 5’de ise “aile” teması işlenmektedir. Karikatürde, Piyale makarna pişiren annenin ev halkını mutlu ettiği gibi onlara sabırsızlıkla beklenilen bir yemek sunduğu da vurgulanmaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 165 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Reklam 5 – Vinyet DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN GÖSTERİLEN Piyale makarna pişiren anneyi ağızlarının suyu akarak bekleyen evin kedisi dahil tüm ev halkı Ev halkının açlığı GÖSTEREN GÖSTERİLEN Piyale makarnası yapan bir anne ve elinde tabakla bekleyen eş ve çocuklar Piyale lezzeti aç ev halkını sabırsızlandıracaktır. GÖSTERGE Tablo 5 Reklam 5 göstergebilimsel şema Bant karikatür tarzındaki Reklam 6’da kedi-fare ikilisi ile yaratılan gülmeceden yola çıkılmıştır. Çocuklara yönelik olarak nitelendirilebilecek bu karikatürlü reklamda elinde Piyale makarnaları olan kedi, zeki fare tarafından tüfek ile tehdit edilmekte, ellerini tutmakta olduğu Piyale makarnalarıyla kaldırarak teslim olmakta ve böylece makarnalarını fareye kaptırmaktadır. Sonuçta makarnaları ele geçiren fare mutlu ve gururludur; ki reklamın göstergebilimsel açıdan söylemek istediği de aynen budur. Piyale Makarna ona sahip olanın gururlanacağı bir “arzu nesnesi”dir. Reklamın yarattığı arzu nesnesi miti, Piyale makarnalarının arzulanan ve mücadele edilen bir lezzet oluşunu vurgulamaktadır. 166 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen Reklam 6 – Bant karikatür GÖSTEREN DÜZ ANLAM YAN ANLAM Elinde kutularla yürüyen bir kedi, “eller yukarı” diyerek kediyi tehdit eden bir fare. Kedi ellerini kaldırdığında fare kutuları ele geçirir. GÖSTEREN GÖSTERİLEN Paylaşılamayan yemeğin ele geçirildiğinde yarattığı mutluluk Piyale’yi ele geçirmek için kediyi silah ile tehdit eden Jerry benzeri zeki ve kurnaz bir fare. GÖSTERGE GÖSTERİLEN Piyale, arzulanan ve kendisi için mücadele edilen bir lezzettir. Tablo 6 Reklam 6 semiyotik şema Ünlü reklam afişi sanatçısı İhap Hulusi imzalı ve tüm kaligrafik düzenlemeleri kendisine ait olan (Serin, 2000) Reklam 7’de kısmet bekleyen genç kadın teması kullanılmış ve Piyale makarna yemeğe davet edilmek, iyi bir evlilikle eş değer tutulmuştur. Düz anlam olarak incelendiğinde geleceğini öğrenmek isteyen bir kadının Piyale yemeğe davet edilmesi bir kısmet olarak vurgulanmaktadır denebilir. Yan anlam Sayı 40 /Bahar 2015 167 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği olarak, fal bakılan kadının Piyale makarnasının üzerinde oturması fal jargonunda “büyük bir kısmetin üzerinde oturmak” söylemine vurgu yapmaktadır. Piyale tüketmenin iyi bir evlilik kadar değerli ve önemli olarak görüldüğü ve bu anlam Piyale’ye yüklenerek tüketiciye sunulduğu gözlemlenebilir. Reklam 7 - Vinyet Reklamın bir diğer okumasına göre ise Piyale makarnanın, evlilik teklifi yapılması muhtemel özel bir yemeğin mönüsünde yer alacak denli özenli ve arzulanan bir yemek olduğu vurgulandığı düşünülebilir. Her ne kadar Türk toplumunda 1960’larda kadınların toplumsal yaşamda özgürleşmeye başladığı, edebiyatta, sanatta isyankar atılımların olduğu görülse de reklamlar gibi görsel malzemeler aslında isyanın ve özgürleşmenin toplumun geleneksel algısına yansımadığını göstermektedir. Karikatürlü reklamın karelerinde görünen yemek aslında izdivacın sembolik bir başlangıcıdır. Kadın bu sembolik yemekle metaforik olarak kendisini kutsal ve ulaşılmaz statüsüne ulaştıracak annelik yolunda da ilk adımı atacaktır çünkü Türk toplumun ideal kocadan beklediği Nagel’ın (2000) ifadesiyle “kadını döllemesi, ailesini koruması ve evini geçindirmesidir” (s. 63). 168 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN GÖSTERİLEN Fal baktıran orta sınıf kadın Gelecek merakı GÖSTEREN GÖSTERİLEN Falında Piyale daveti çıkan orta sınıf kadın Piyale tüketmek iyi bir evlilik kadar değerli ve önemli bir kısmettir. GÖSTERGE Tablo 7 Reklam 7 göstergebilimsel şema Reklam 8’de sevgiyi ifade etme teması işlenmekte ve Piyale makarna değerli bir mücevher ile karşılaştırılmaktadır. Reklamdaki karikatürde bulunan genç kadın, kendine mücevher hediye eden erkeğe doğru değil, ona Piyale makarna hediye eden erkeğe koşarak yönelmektedir. Düz anlam olarak kadınların Piyale’ye duydukları arzunun gösterilmek istendiği ifade edilebilir. Reklamın yan anlamında ise Piyale’nin sevgiyi göstermekte mücevherden daha etkili olduğu fikrinin gösterildiği söylenebilir. Reklam 8 - Vinyet Bir başka açıdan “Kadınlar pırlanta sever” miti, Piyale üzerinden hareket edildiği ve Piyale’nin kadınlar tarafından pırlanta kadar arzulanan ve sevilen bir ürün olarak resmedildiği görülmektedir. Böylece hem mitin tekrar üretildiği hem de markanın mücevher kadar değerli olduğu fikrinin pekiştirilmeye çalışıldığı düşünülebilir. Sayı 40 /Bahar 2015 169 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN GÖSTERİLEN Elinde mücevher tutan erkek yerine Piyale tutan erkeğe koşan kadın Piyale’ye duyulan arzu GÖSTEREN GÖSTERİLEN Evlilik teklifini makarna ile yaparak tercih edilen erkek Piyale sevgiyi değerli mücevherden daha etkili gösterir GÖSTERGE Tablo 8 Reklam 8 göstergebilimsel şema Reklam 9’da marka kişileştirilmesi yapılmış ve Piyale makarnalarını model olarak kullanan ressamın tuvaline Piyale güçlü bir erkek olarak yansımıştır. Düz anlam olarak Piyale’nin güçlü bir marka olarak yansıtıldığı söylenebilir. Daha önce incelenen Reklam 2’de yer alan “Piyale daha iyidir,” “Piyale üstündür” ve “Piyale nefistir” mesajları düşünüldüğünde iki reklamın mesajlarının tamamlayıcılığı görülebilir. Yan anlam olarak incelendiğinde Piyale yiyen kişinin güçlenerek sağlıklı bir görünüşe kavuşacağı mesajı verilmek istendiği düşünülebilir. Reklam 9 - Tam karikatür 170 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen Reklam aynı zamanda yaptığı kişileştirme ile tüketiciye, Piyale makarnaları tüketildiğinde güçlenileceği mesajını da vermektedir DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN Piyale makarna paketi; ressamın çizdiği kaslı erkek resmi GÖSTEREN GÖSTERİLEN Piyale’nin gücü Ressam tarafından kaslı bir erkek olarak resmedilen Piyale makarna paketi GÖSTERİLEN Piyale tüketen kişi güçlü ve sağlıklı olur. GÖSTERGE Tablo 9 Reklam 9 göstergebilimsel şema Cafer Zorlu’nun çizdiği bir “tam karikatür” olan Reklam 10’da sağlık ve güvence temaları işlenmiş ve Piyale Makarnası yiyen birinin sağlık sigortasına ihtiyacı olmayacağı göstergesel ve sözel olarak vurgulanmıştır. Düz anlam olarak sigortacının hayat sigortası yapmaya gerek görmediği kişinin Piyale makarnası tükettiğinden yola çıkarak Piyale tüketen kişinin hayat sigortasına ihtiyacı olmadığı vurgulanmakta olduğu söylenebilir. Yan anlam olarak incelendiğinde Piyale makarnanın sağlıklı bir yiyecek olduğu ve Piyale ile sağlığın güvencede olduğu anlamı çıkarılabilir. Reklam 9 - Tam karikatür Sayı 40 /Bahar 2015 171 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Bu yan anlamın birlikte hareket ettiği mit hayat güvencesi ve sigortacılık kavramlarıdır. Türkiye’de 1959 yılında yürürlüğe giren Sigorta Murakabe Kanunu ile (Türkiye’de sigortacılık, ty) sigortacılık gelişmeye ve kültürel hayatta yer bulmaya başlamıştır. Yerel sermaye ile kurulan sigorta şirketlerinin artması bu tarihlere denk gelmektedir. DÜZ ANLAM YAN ANLAM GÖSTEREN GÖSTERİLEN Piyale makarna tüketen kişi için hayat sigortasına gerek görmeyen sigortacı Piyale tüketen kişinin hayat sigortasına ihtiyacı yoktur GÖSTEREN GÖSTERİLEN Sigortaya ihtiyacı olmayan Piyale tüketicisi Piyale sağlıklı bir yiyecektir. Piyale ile sağlık güvencededir. GÖSTERGE Tablo 10 Reklam 10 göstergebilimsel şema Bitirirken... Karikatürlü Piyale reklamlarında incelenen dönemde kadın, aile ve sağlık temaları öne çıkarken Piyale’nin nesilden nesle aktarılan bir lezzet olması, Piyale makarnanın bir arzu nesnesi olduğu ve sağlıklı bir besin olması dolayısıyla yaşam güvencesi olduğu gibi temalara da yer verilmiştir. Bunların yanında örneklemdeki karikatürlü reklamlarda marka kişileştirilmesi yapılmış reklamların olduğu saptanmıştır. İncelenen reklamlarda ürünün ve markanın karikatürün temel ögesi olarak konumlandırıldığı görülmektedir. Marka reklam karikatüründe vazgeçilmez bir unsur olarak bulunmakta ve karikatürün içeriğini yönlendirmektedir. Piyale reklamlarında kullanılan bir tema olarak kadının ailedeki rolü, ailenin beslenmesinden sorumlu kişinin kadın olduğu vurgusu yapılarak ifade edilmektedir. Kadının ailedeki rolünün yemekle ilişkilendirilmesiyle birlikte, kültürel mitlerin reklamlarda yeniden üretilerek pekiştirilmesi ve yaygınlaştırılması söz konusudur. Piyale reklamları ailenin beslenmesinden kadının sorumlu olduğu mitini yeniden üretmektedir. Sonuç olarak karikatürlerde yer alan gülmece öğesi ile birleşmiş sloganlar daha öz ve çarpıcıdır; ki bu sloganların tüketicinin belleğinde yer edinebilme olasılığı daha yüksektir. Yazılı metin içermeyen ya da çok az içeren reklamların tanınma ve hatırlanma oranı %100’dür. (Du Plessis, 2006: 28) Tüketiciler sevdikleri reklamları daha iyi hatırlamaktadırlar. Tüketici, eğlenceli ve gülmece öğesi barındıran reklama ve ürüne yakınlık hissetmekte, bu da reklamın hatırlanma ve zihinde yer edinme oranını artırmaktadır (Du Plessis, 2006: 149-151). Karikatürlü reklamlarla kullanılan temalarla markaya ve ürüne ait değerler tüketici ile net bir biçimde buluşturulabilmekte ve çizgiye içkin sadelik ve gülmece ile marka 172 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen kişileştirmesi daha etkin bir şekilde yapılabilmektedir. Marka kişileştirmesi yapabilmek için markanın ismi, logosu, sembolü, fiyatı haricinde markanın reklam stili ile ortaya konan fiziksel ve demografik özellikler, tavır ve davranışlardan hareketle yapılacak olan çıkarsama markanın tipik kullanıcısının kişilik özelliklerini daha net karakterize edilebilmektedir. (Aaker, 1997). Kaynaklar Aaker, J. L., (1997). Dimensions of brand personality. Journal of Marketing Research 34 (3), 347-356. Acun, F., (2007). Görsel verilerde kadın imajı (1923-1960). SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi (16), 91-112. Aksoy, A., (2007). Yeni reklamcılık. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Alemdar, K., Erdoğan, İ., (2005). Öteki kuram: Kitle iletişim kuram ve araştırmalarının tarihsel ve eleştirel bir değerlendirmesi. Ankara: Pozitif Matbaacılık. Atabek, G. Ş., (2007). İletişim çalışmalarında göstergebilimsel yöntem. Atabek ve Atabek (Der.), Medya metinlerini çözümlemek: İçerik, göstergebilim ve söylem çözümleme yöntemleri (ss. 65-85). Ankara: Siyasal Kitabevi. Barthes, R., (1979). Göstergebilimin ilkeleri. (B. Vardar ve M. Rıfat, Çev.) Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Cereci, S., (2004). Reklam sanatı. İstanbul: Metropol Yayınları. Dağtaş, B., (2003). Reklamı okumak. Ankara: Ütopya Yayınları. Du Plessis, E., (2005). The advertised mind. Philadelphia: Kogan. Fidan, B., (2007). Reklam ve karikatür. İstanbul: Beslenme Saati. Harrison, R., (1981). The cartoon: Communication to the quick. London: Sage Publications. Hulusi, İ., “Sanal Sergi” (24 Nisan 2010). http://www.ihaphulusi.gen.tr/sanalsergi. html. Erişim Tarihi: 24 Nisan 2010. İzmir’in piyale makarna fabrikası alışveriş merkezi oluyor, http://www.radikal. com.tr/haber.php?haberno=212409. Erişim tarihi: 08 Şubat 2007. Jhally, S., (1990). The codes of advertising: Fetishism and the political economy of meaning in the consumer society. New York: Routledge. Karikatür ve İletişim. Ankara: Karikatür Vakfı Yayınları, 1996. Nagel, J., (2000). Erkeklik ve milliyetçilik: Ulusun inşasında toplumsal cinsiyet ve cinsellik, vatan millet kadınlar. İstanbul: İletişim Yayınları. Sayı 40 /Bahar 2015 173 Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği Öngören, F., (1998). Cumhuriyet’in 75. yılında Türk mizahı ve hicvi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Özer, A., (1985). Karikatürün reklamlarda kullanımı.(Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Anadolu Üniversitesi, Eskişehir. Özer, A., (1988). Karikatür sanatı ve reklamcılık. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Eğitim Teknolojisi ve Yaygın Eğitim Vakfı Eğitim Araştırma ve Bilimsel Yayınlar Dizisi. Özer, A., (1996). Karikatürle iletişim. Uluslararası Ankara Karikatür Festivali Sempozyum Bildirisi 10-14 Mayıs 1996. Ankara. 2014. Piyale, (2012). http://www.brandsofizmir.com/piyale. Erişim tarihi: 15 Ağustos Rıfat, M., (2009). Göstergebilimin ABC’si. Ankara: Say Yayınları. Serin, Y., (2000). Türk afiş sanatının abidesi: İhap Hulusi Görey (28 Kasım 189827 Mart 1986). Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi (6): 119-129. Sabuncuoğlu, B., (2010). Popüler kültür ve hayat mecmuası. (Yayımlanmamış doktora tezi). Marmara Üniversitesi, İstanbul. Saydut, A., (Röportajı yapan) & Doğu, O., (2007). Orhan Doğu ile söyleşi [Röportaj trankskripsiyonu]. http://karikaturculerdernegi.com/2011/01/orhan-dogu-ile-soylesi. Erişim tarihi: 11 Haziran 2015. Saydut, A., (ty). Karikatür ve karikatür sözcüğünün kökenleri üzerine..., http:// www.akdagsaydut.com.tr/muze_sol.php?subaction=showfull&id=1179913394&archive =&start_from=&ucat=43&. Erişim tarihi: 11 Haziran 2015. Topuz, H., (1986). İletişimde karikatür ve toplum. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Türkiye’de Sigortacılık, (ty), http://www.tsb.org.tr/turkiyede-sigortacilik. aspx?pageID=439. Erişim Tarihi: 11 Haziran 2015. Williamson, J. (2000). Reklamların dili: Reklamlarda anlam ve ideoloji. (A. Fethi, Çev.) Ankara: Ütopya Yayınevi. Yılmaz, A., (2007). Reklamlarda toplumsal cinsiyet kavramı: 1960-1990 yılları arasında Milliyet Gazetesi reklamlarına yönelik bir içerik analizi. Selçuk İletişim (4), 143-155. 174 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar Cultural Meanings in Dressing Styles of Female Characters in Turkish Cinema Pınar GÖKLÜBERK ÖZLÜ, Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi, [email protected] Arezoo NASIRIAGHDAM, Gazi üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, [email protected] Anahtar Kelimeler: İletişim, Türk Sineması, Melodram, kültür, Giysi, Kadın Karakterleri. Öz Türk Sineması’nda 1960-1970 yıllar arasındaki yaygınlığı ile ön planda olan melodram türü, bu dönemde yaşanan hızlı kentleşme ve modernleşme ile birlikte, yeni dünyanın ahlaki ve toplumsal değerlerini yeniden tanımlayan, güçlü bir anlatı türü haline gelmiştir. Geleneksel ile modern arasında sıkışıp kalan sıradan insanın yaşadığı çelişkileri yansıtan melodram Sineması’nda dikkat çeken unsurlardan biri de film karakterleri ve karakterlerin giysilerle sunumudur. Kültürün bir parçasını oluşturan giysi, çoğunlukla toplumla birey arasındaki bir iletişim aracı olarak tanımlanmaktadır. Birey üzerinde taşıdığı giysilerle çevresine sessiz, sözsüz bir dille, görsel sembollerin yardımıyla bir mesaj iletir. Giysiler vücudu kaplayan ve bedenin simgesini oluşturan bir öge olarak değerlendirildiğinde, yönetmenlerin istedikleri anlamları karaktere yüklemesinde de büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada, toplumsal kültürün bir yansıması olan melodram filmlerinde rol alan kadın karakterlerin giysileriyle sunulan kültürel anlamlar incelenmiştir. Türk sinemasında 1960-1970 yılları arasındaki en bilinen melodram filmlerinden Gurbet kuşları(1964, Halit Refiğ) filmi araştırmanın örneklemi olarak seçilmiştir. Örneklem, göstergebilimsel çözümleme yöntemi ile incelenmiştir. Çözümleme için film sahnelerinden seçilen fotoğraflar, melodram özellikleri doğrultusunda kadın karakterlerin kültürlerine ilişkin özelliklerin giysilere yansıma durumu değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda Türk melodram sinemasında giysilerin kültürel yapıyı yansıtmada ve giysilerin sözsüz iletişimdeki rolü vurgulanmıştır. Keywords: Communication, Turkish Cinema, Melodrama, culture, Dress, Clothing, Female Characters. Abstract Melodrama that was in the fore front with its prevalence in between 1960-1970 in Turkish Cinema turned into a powerful type of narration, redefining the moral and societal values of the new world along with the rapid urbanization and modernization that happened in that period. One of the conspicuous factors in melodrama Cinema that reflect the contradictions of an ordinary person stuck in between traditional and modern is the film characters and the presentation of the characters with the clothes. Clothing that is a part of a culture is mostly defined as a communication mean between society and individual. Individual transmits a message to his environment with his clothes quietly, nonverbally, and with the help of visual symbols. When clothing is considered as a factor that cover the body and form a symbol of body, they have an immense importance in loading characters with the meanings in line with intentions of directors. In this study cultural meanings presented by clothing of female characters in melodrama films that are a reflection of a societal culture are analyzed. One of the most infamous melodrama films Gurbet Kuşları (1964, Halit Refiğ) in between 1960-1970 in Turkish cinema is selected as the sample of the research. The sample is analyzed with scientific analysis method. Photographs chosen in film scenes for analysis, reflection state of qualities about female characters’ cultures on clothing in line with melodrama features are evaluated. As a result of the study the role of clothing in interpretation of cultural structure and in nonverbal communication are emphasized. Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar Giriş Günümüzde sosyal bir olgu haline gelen giyim hem bireysel kimliğin ifadesi olarak hem de toplumsal kültürün değerlerini ifade etmek açısından önemlidir (Barnard, 2007: 174). Giysiler vücudu kaplayan ve bedenin simgesini oluşturan bir öğe olarak değerlendirildiğinde, birey üzerinde taşıdığı giysilerle, çevresine sessiz, sözsüz bir dille, görsel ve hareketsiz sembollerin yardımıyla bir mesaj iletir. Bu mesaj kişinin, cinsel kimliği, psikolojik durumu, yaşam biçimi, toplum içindeki sosyal çevresi ve statüsü, gelir düzeyi, politik eğilimi, kökeni ve toplumsal değerlerine ilişkin bilgileri içerir (Tezcan, 1983: 256). Giysiler ile oluşturulan simgesel düzenlemelerde, toplumun tarihi geçmişi, kültürel yapısı, istek ve arzularını göz önünde bulundurması nedeniyle, giysilerin taşıdığı anlamlar aynı zamanda kültüreldir (Fidan, 2011: 97). Bu çalışmada, kültürün bir parçası olarak tanımlanan ve çoğunlukla toplumla birey arasında bir iletişim aracı olarak kullanılan giysilerin sözsüz mesaj iletmede etkisini ortaya koymak amaçlanmıştır. Çalışmanın amacı doğrultusunda günümüzde bedenin simgesi haline gelen kıyafetlerin ilettikleri mesajları değerlendirmek için, kültürel yaşamların görünümleri yansıtan ve önemli bir iletişim aracı olan sinema filminden yararlanılmıştır. Toplumsal hayatı yansıtmada çoğunlukla kültürlere ait simgesel unsurları kullanan sinemanın, melodram film türü seçilerek film ile izleyici arasındaki iletişimde giysilerin önemi değerlendirilmiştir. Bu sebeple çalışmada verilere temel teşkil eden Türk sineması ve melodram türünün özellikleri ile seçilen döneme ait Türk toplumsal yapısına ilişkin bilgilere de yer verilmiştir. Sanatın bir dalı olarak 19. Yüzyılda ortaya çıktığında seyirciyi büyüleyen ve popüler eğlence biçimi olan sinema; girişimcilerin, sanatçıların, bilim adamlarının ve politikacıların dikkatini çeken önemli bir endüstri haline gelmiştir. Teknolojinin gelişimi ve değişimi sayesinde görsel iletişim aracı olarak 20. Yüzyıla damgasını vuran sinema, kendi özel dilini, kuramlarını ve anlatım biçimlerini kullanarak sadece eğlence aracı olmaktan çıkıp, anlatım biçimi ile insanın duyularını çeşitli yönlerden uyararak izleyiciyi etkileyen ve yöneten bir işleve sahip olmuştur. Küreselleşen dünyada imaj ve kurgulanmış gerçekler sarmalında sosyokültürel yaşamın görünümlerini yansıtan farklı sinema türleri ortaya çıkmıştır. Kültür ürünü haline gelen sinema ait olduğu toplumun ekonomik, kültürel ve siyası yapısından etkilenerek toplumsal hayatı yansıtan bir duruma kavuşmuştur (Özön, 1984a: 5-7). Filmi yaratan süreçler toplumsal yaşam alanlarından beslendiğinden, filmler, kültürlerin ayırt edilmesinde ya da tarzların yansıtılmasında önemli bir ifade aracı olmuştur. Bu ifadelendirmede önemli olan kelimeler, cümleler ve metinler değil, gelenekler, danslar, işlemeler, giysiler, yemekler, resimler, coğrafyalar ile oluşturulan ortak bir simgesel sistemin kullanımıdır (Diken ve Laustsen, 2011: 35). Sinemada melodram, ilk örneklerinde insanları eğlendirmeyi ve duygularını harekete geçirmeyi amaçlamasına rağmen günümüzde yoğun duygusallığı, ahlaki olarak kutuplaşarak şematize edilmiş karakterleri ile aşırı ifade ve eylem biçimlerini kullanarak, kötünün iyiye karşı mücadelesinde, iyinin kazandığı “dışavurumcu” bir tür haline gelmiştir (Agocuk, 2012: 8). Melodram sinemasında her şey “gerçekte” olandan fazladır. Kahramanların hissettikleri güçlü duygular, yaşadıkları acılar, yaptıkları fedakârlıklar, kaderin karşılarına çıkardığı tesadüfler hep “gerçekte” olmayacak kadar aşırıdır. Öyküdeki “aşırılık”, görsel olarak genellikle abartılı 176 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam oyunculuk, gösterişli dekor ve kostümler, yakın plan yüz çekimlerinin yoğun kullanımı gibi teknikler aracılığıyla dışa vurulur (Suner, 2006: 185). Melodram türünde iyi-kötü ayrımının karakterlerin dış görünümlerine yansıması; onların simgesi oldukları ahlaki değerlerin okunmasını seyirci açısından daha da kolaylaştırmaktadır. Melodramlarda iyiler daha az ya da gerçekçi olarak, kötüler ise dışavurumcu olarak sunulurlar (Akbulut, 2008: 67). Dolaysıyla melodram, izleyiciyi en kolay yoldan etkilemek üzere kolay yollara başvuran; olağanüstü durumlar, olağanüstü rastlantılar, çapraşık olaylar düzenleyen; basit, kaba çizgilerle karakter çizmeye kalkışan; ahlâk dersleri veren yapıtlar haline gelmiştir (Özön,1995b: 142). Zaman içeresinde melodramatik etkiyi arttırabilmek için kullanılan Dekor, kostüm ve oyunculuk gibi unsurların abartılı bir biçimde sunması, melodramın aşırı bir tür olarak görülmesine neden olmuştur (Agocuk, 2012: 8). Melodram bir yandan kaybolan kültürel ve geleneksel değerlerin yerine, yeni düzenin gerektirdiği evrensel bir ahlak oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da modern yaşamın gerektirdiği gerçekliğe bir tepki olarak, eski düzene olan özlemi sürekli olarak canlı tutmuştur. 1922 yılında gerçek bir hikâyeden alınan ve Muhsin Ertuğrul’un çektiği “İstanbul’da Bir Facia-i Aşk” filmi ile melodram türü Türk sinemasına giriş yapmıştır. “Tiyatrocular” döneminden sinemacılar dönemine geçiş sürecini başlatan bu dönemde Türk sinemasının şekillenmeye başlaması ile birlikte melodramatik öğelerin kullanıldığı filmler daha çok üretilmiştir (Onaran, 1994: 21-29). 1950’lı yıllarda toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel gelişmelere paralel olarak yaygınlaşmaya başlayan melodram, 1960’lı yıllarda, tanımlayıcı bir tür olarak Türk Sineması’nda hâkimiyetini kurmuş ve günümüze kadar da etkilerini ve kalıcılığını korumuştur (Agocuk, 2012: 93). 1960’lı yıllardan itibaren İç ve dış göçün başlamasıyla ortaya çıkan hızlı kentleşme ve modernleşme olgusu, melodram sinemasını etkilemiş ve filmlerin içeriğini de belirlemiştir. Bu dönemdeki filmlerde, fakir / köylü ailelerin kasaba / köy gibi küçük yerleşim yerinden para kazanmak amacıyla “taş toprağı altın” olarak düşünülen İstanbul’a göç hikâyeleri anlatılmıştır. Halit Refiğ’in 1964’de çektiği Gurbet Kuşları, köyden kente göçü gerçekçi bir üslupla ilk kez işlemesinin yanında, Türk sinemasının önemli başyapıtlarından oluşuyla da anılmaya değerdir. Farklı kültürlerin ve yaşam biçimlerinin uyuşmazlığından ve özümsenmesinden kaynaklanan çatışmanın sonucunda, düşlerle birlikte aile de yok olup gider (Evren, 2005: 198). Nevzat Pesen’in yönettiği İkimize Bir Dünya (1962) ve Duygu Sağıroğlu’nun Bitmeyen Yol (1965) filmleri de 1960’lı yılların öne çıkan filmlerindendir (Ünlü ve Serarsalan, 2012: 221) . “Türk sinemasında kadın karakterlerin giyim tarzlarında kültürel anlamlar” başlıklı bu çalışmada; Türk sinemasının melodram filmlerinde, film ile seyirci arasındaki iletişimin kurulmasında, karakterleri tanımlamada ve kültürel anlamlandırmada, istenilen anlamı seyirciye iletme durumu açısından giysilerin önemini ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu konuda yapılan benzer çalışmalar araştırıldığında, Hale Künüçen ve Seçil Büker’e ait çalışmalara ulaşılmıştır. Hale Künüçen’in “Sinema’ da Anlam Oluşturan Öğelerden Oyunculuk ve Türk Sineması Örneği” adlı çalışmasında göstergebilimsel yöntemi kullanılarak filmler bir metin olarak değerlendirilerek yorumlanmıştır. Çalışma sinemada aynı yıllarda yıldız adayı olan Türkan Şoray’ın “sevda amacı”, Hülya Koçyiğit’in “hanım hanımcık muallime”, Fatma Girik’in “rahat erkek tavırlı” ve Filiz Akın’ın “Avrupai kız” tiplerinin, fiziksel özellikler ve giyim tarzlarından oluştuğunu vurgulamıştır (Künüçen, 2001: 248). Seçil Büker “Kimlik Değiştirme Aracı Olarak Şal: Lekeli Kadın” adlı çalışmasında, moda Sayı 40 /Bahar 2015 177 Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar kuramlarından “Değişen Erojen Bölge” kuramı üzerinden giysiler göstergebilimsel çözümleme yöntemi ile çözümlenmiştir. Çalışmada giysilere anlam yüklendiği ve karakterin giysilerinin konuşma tarzı ve jestlerine, karakterin yaptığı işe, toplumsal cinsel kimliğine doğrudan gönderme yaptığı vurgulanarak giysilerin kimlik yansıtma özelliği tartışılmıştır (Büker, 2011: 215). Künüçen ve Büker’e ait çalışmalardan farklı olarak bu çalışmada giyim tarzının kültürel anlamlarını sembollerle sunumu değerlendirilmiştir. Değerlendirme, seçilen örnek filmdeki kadın karakterlerin giyim tarzlarındaki görsel anlatı ögeleri incelenerek yapıldığından, elde edilen araştırma sonuçlarının giyimin bir iletişim aracı olduğunu vurgulamak açısından faydalı olacağı düşünülmüştür. Yöntem Başlangıçtaki işlevi vücudu dış unsurlardan korumak olan giysi, günümüzde bir metin gibi kimlik ifade etme yöntemi olarak kullanılmaktadır (Chambers, 2005: 170). Çalışmada toplumsal yapı ve kültür bağlamında kimlik tanımının giysi ile oluşturma sürecini değerlendirmek amacıyla Türk sineması melodram türünde kadın karakterlerin giysileri üzerinden gösterge bilimsel çözümleme yöntemi kullanılmıştır. Yaygın olarak, metinlerin çözümlemesinde kullanılan bu yöntemin temel ilgi alanı düz anlam değil yan anlamdır (İrvan, 2000: 83). Gösterge bilimsel çözümleme, geleneksel yöntemlere göre daha yorumsal ve öznel bir bakış açısına sahiptir ve medya metinlerini yapılanmış bütünlükler olarak ele alarak gizli, yan anlamlarını çözmeye çalışır (Punch,2005: 218). Bu doğrultuda Roland Barthes’in “göstergebilim ögelerin”den yararlanılmıştır. Barthes’e göre göstergebilim öğeleri dört ana başlıkta toplamaktadır: • Dil ve söz • Gösteren ve gösterilen • Dizim ve sistem • Düzanlam ve yananlam Göstegebilime düzanlam-yananlam ayrımını getiren Roland Barthes’e göre, düzanlam ( denotation) göstergenin işaret ettiği şey, yananlam (connotation) ise gösterge ile kültürel çağrışımları arasındaki farklılıklar olarak çözümlenebilmektedir ( Aktaran: Parsa ve Parsa, 2004: 57). Çalışmada giysiler ile ilgili göstergelerin yananlamları Türk kültürü ekseninde araştırılmıştır. Çalışmanın amacına yönelik olarak seçilen örnek film üzerinden giysilerin sembolleştirilmesi ile bireysel kimliğin nasıl oluşturulduğu ve belli bir döneme ait kültürün giysiler aracılığıyla tanımlanabilme durumu, 1960-1970 yılları arası Türk sineması melodram filmleri aracılığıyla irdelenmiştir. Çalışmada, 1960’lı yılların Türkiye’de her alanda yaşanan değişim ve dönüşüm sürecinin melodram filmlerinde konu edilmesi ve bir dönemin giysi kültürünü yansıtabileceği düşüncesinden hareketle, çalışma alanı olarak Türk sineması melodram filmleri seçilmiştir. Çalışmanın amacı doğrultusunda örneklem seçiminde, melodram özellikleri üzerinden “Göç” konusunda ki filmler arasından; iç göçün gerçekçi bir üslupla işlenmesi,1960’lı yıllara ilişkin toplumsal yapının ve sorunların göstergesi olma özelliği ile melodramatik özelliklerin çoğunun filmde bir arada sunulmuş olması kriterleri dikkate alınmıştır. Dolayısıyla farklı kültürlerin ve yaşam biçimlerinin uyuşmazlığını ve çözümlenmesinden kaynaklanan çatışmaların irdelenmesinde, özellikle giysilere 178 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam yüklenen anlamdan dolayı klasikleşmiş ve günümüzde hemen herkes tarafından bilinen “Gurbet Kuşları” filmi amaçlı örneklem kapsamında belirlenmiştir. Seçilen filmin çözümlemesi; • Filmin künyesi • Filmin özeti • Filmde rol alan kadın karakterlerin toplumdaki statü ve kimlikleri • Kadın karakterlerin sunumunda sözsüz ileti aracı olarak kullanılan ve sembolleşen giysilerin tanımlanması aşamalarında gerçekleştirilmiştir. Film melodram filmlerinde çokça işlenen “köylü-kentli çatışması” konusu bağlamında aile ve modernleşme- Batılaşma temasına ilişkin özellikler ile yabancılık kavramı temel alınarak tekrar tekrar izlenmiş, filmin hem detayında hem genelinde kadın karakterlerin nasıl sunulduğu, nasıl giydirildikleri ve giysilerinin kültürü yansıtmaları irdelenmiştir. Çözümlemenin değerlendirilmesinde kadın karakterlerin statü ve kimliklerinin giysi sembolleriyle sunumunu tartışmak için film sahnelerinden, melodram özelliklerini yansıtan, giysilerin model, biçim ve sunumu ön planda olan ve giysilere anlam yüklenen sahnelerden alınan fotoğraflar kullanılmıştır. Elde edilen bulgular ışığında dönemin giysi sembolleri sonuç bölümünde değerlendirilmiştir. Bulgular Gurbet Kuşları, senaryosunu Orhan Kemal ve Halit Refiğ’in yazdığı 1964 yapımı filmdir. Orhan Kemal’in 1962 yılında yayımlanan Gurbet Kuşları adlı romanından uyarlanmıştır. 1. Altın Portakal Film Şenliği’nde “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Film” ödüllerine layık görülmüştür. Başrollerde ise Tanju Gürsu (Murat), Filiz Akın (Ayla), Özden Çelik (Kemal), Pervin Par (Fatma), Cüneyt Arkın (Selim), Önder Somer (Orhan), Sevda Ferdağ (Naciye) yer almışlardır. Film Özeti Film daha iyi bir yaşam sürebilmek için Kahramanmaraş’tan İstanbul’a göç eden, taşı toprağı altın saydıkları şehrin nimetlerinden istifade etmeye çalışan anne, baba, üç erkek ve bir kızdan oluşan 6 kişilik bir ailenin hikâyesidir. Daha önce İstanbul’a gelip bir tamirhane için kaparo ödeyen baba, ailesini de alıp İstanbul’a geldiğinde dolandırıldığını fark eder. Ancak buna rağmen aile hayallerinden vazgeçmez ve baba ile ikinci oğlu Murat başka yerde yeni bir tamirhane açarlar. Büyük oğlan (Selim) taksiciliğe başlar, evin diğer oğlu Kemal ise üniversiteye başlar, kız kardeş Fatma ev işlerinde annesine yardım etmektedir. İstanbul’un farklı yaşam kültürü aile bireylerini için tehlike oluşturmaktadır; Tamirhanede çalışan Murat’ın karşı tamirhaneyi işleten adamın Rum karısı ile gönül ilişkisi başlar. Rum kadın, eşinin işleri iyi olsun diye Murat’ı baştan çıkararak ailenin işlettiği tamirhanenin kapanmasına sebep olur. Diğer taraftan taksicilik yapan Selim, Sayı 40 /Bahar 2015 179 Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar Maraş’tan kaçıp İstanbul’da pavyonda çalışan Naciye’ye âşık olup aileden kopar. Ailenin küçük oğlu Kemal üniversiteden Ayla isimli bir kızla tanışıp görüşmeye başlar. Fatma ise İstanbul’un renkli hayatına katılmak ister, bu doğrultuda da karşı komşusu Mualla’nın yardımı ile kendine yeni giysiler diker, makyaj yapar ve partilere gider. Gittiği bir partide Orhan isimli bir erkeğe âşık olur. Orhan evlenme vaadi ile Fatma’yı kandırır. Namusuna leke sürülen Fatma evden kaçarak kötü yola düşer. Fatma’nın ağabeyi Murat onu bir erkek ile yakalar ve onu öldürmek ister, çok korkan Fatma kendisini çatıdan atar ve sonu ölüm ile noktalanır. Kemal ise Ayla ile nişanlanır ve mutluluğa kavuşur. İstanbul’da istediklerine kavuşamayan ve büyük kayıplar veren Maraşlı aile geri kalan bireyleri ile bir araya gelip memleketleri Maraş’a geri dönerler. Kemal ve nişanlısı Ayla da üniversiteye bitirdikten sonra onlara katılmayı planlar. Filmde Rol Alan Kadın Karakterlerin Toplumdaki Statü ve Kimlikleri Gurbet Kuşları’nda dört ayrı toplumsal kesime ait kadın tipi sunulmaktadır; • Fatma (Pervin Par): Geleneksel bir ailenin kızı kimliğinde, bir göç kadını statüsünü temsil etmektedir. • Ayla ( Filiz Akın): Çağdaş ve zengin bir aile kızı kimliğinde ve üniversite öğrecisidir. • Naciye (Sevda Ferdağ): Erken yaşta zorla evlendirilmekten kurtulmak için İstanbul’a kaçan bir göç kadını statüsündedir. • Despina (Gülbin Eray): Kentli ve ev hanımı, gayri Müslim kadın statüsünü temsil etmektedir. Filmde bu dört kadının erkeklerle olan ilişkileri, toplumsal çelişkileri, konumları ve yaşadıkları değişiklikler anlatılmaktadır. Kadın Karakterlerin Sunumunda Sözsüz İleti Aracı Olarak Kullanılan ve Sembolleşen Giysilerin Tanımlanması Fatma: Maraşlı ailenin tek kızı Fatma (Pervin Par) taşradan İstanbul’a göç eden kadının sorunlarını, zorluklarını ve yaşadığı kültür değişimini sembolize eden karakterdir. Fatma karakterinin giysilerini çözümlemek için film sahnelerine ilişkin 1,2 ve 3. fotoğraflar değerlendirilmiştir. Fotoğraf 1: Fatma ve ailesi (sağdan üçüncü) Fotoğraf 1’de, Fatma ailesi ile beraber İstanbul’a ilk geldiği günde görülmektedir. 180 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam Aile teması Türk melodramlarında aile birliğinin çok önemli olması, ailenin evlilik yoluyla kurulması, aile içerisinde baba otoritesinin olması, ailenin namusu ve şerefinin çok önemli olması, geçim zorlukları, değişen çevre ve ilişkiler gibi özellikleri içermektedir (Erdoğan,2009: 51). Filmde Maraşlı ailenin yapısı Türk sineması melodramlarında görülen aile teması özelliklerine uygun olarak sunulmaktadır. Aile de söz hakkı erkeklere aittir ve kadınlara böyle bir hak tanınmamaktadır. Fotoğrafta görülen sahnede Fatma’nın giysileri onun toplumsal konumunu ve ailesinin durumunu seyirciye tanıtmaktadır. Bol ve vücut hatlarını belli etmeyen elbiseleri, başındaki eşarp, düztabanlı ayakkabı ve kalın çoraplar, dönemin moda olgusundan uzak, gösterişten yoksun ve hiçbir göz alıcı öğe taşımayan giysileri ile yananlamsal olarak onun taşralı bir ailenin kızı olduğu mesajını seyirciye iletmektedir. Fatma’nın taktığı başörtü ise giysinin en önemli unsuru olarak izleyiciye sunulmaktadır. Çünkü 1960’lı yılların filmlerinde köy veya küçük kentlerde yaşayan kadınlar dış ortamlarda hep küçük bir başörtüsü ile gösterilmektedir ve başörtünün görevi saçı kapatmaktan ziyade kadının konumunu belli etmektir. Başörtülü kadın geleneksel aile kadınıdır, evine bağlı ve erkek otoritesinin altındadır. Bu sahnede görülen bir başka kadın karakteri Fatma’nın annesinin giysilerinde de aynı toplumsal ve kültürel değerler görülmektedir. Aile için göç beraberinde yabancılık sorununu getirmektedir. Dolayısıyla Gurbet Kuşları filminde işlenen yabancılık motifi Scognamillo’ nun anlattığı yabancılık kavramı ile örtüşmektedir. Scognamillo’ya göre “Yabancılık, bir çatışma gereğinin, bir çatışma zorunluluğunun meydana gelmesine sebep olmaktadır. Kişinin karşılaştığı yeni çevreyle çatışması, bu çevrenin bir parçası olmak, bu çevreyi anlamak ve özellikle bu çevre tarafından kabul edilmek ihtiyacı kişinin kendi kültürü ve yeni kültürün arasındaki çatışmaya sebep olmaktadır” (Scognamillo, 1973: 140-141). Halit Refiğ’in kahramanlarındaki yabancılık duygusu, yeni toplumlarıyla bir olmak, kaynaşmak isteyen kişilerin bir dezavantajı gibi görünmekle beraber, aslında bir eksikliği duyan, bu eksikliği gidermek için ortaya çıkan çabalar olarak da yorumlanabilir Taşradan gelen genç kız Fatma, İstanbul’un yabancısıdır ancak İstanbullu kadınlara bakıp onlara özenir. Fatma’nın Maraş kültürü doğrultusunda evden çıkması bile ailesi tarafından hoş karşılanmaz. Fatma ait olduğu kültürün aksine, evde kalmak istemez, o da her genç kız gibi süslenip, giyinip, gezmek ister. Fatma karakteri kendi geleneksel değerlerini bırakıp kentli kültürünü benimsemek istediğinden bu süreçte önemli kültürel kırılmalar gerçekleşir. Film konusunun geçtiği dönem ve Melodram filmlerinde verilmek istenen mesaj açısından kadının yeri evidir ve ev Melodramatik anlatının temel uzamını oluşturmaktadır (Akbulut, 2008: 72-73). Bu doğrultuda film sahnelerine ilişkin seçilen 2. fotoğraf, Fatma karakterinin evde annesiyle beraber görüntülendiği sahnedir. Sayı 40 /Bahar 2015 181 Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar Fotoğraf 2: Fatma karakteri (sağda) Fotoğrafta görülen sahnede makyajsız, örgülü saçlar ve sade giyim tarzı ile sunulan Fatma karakteri, eril kültürün onayladığı görünümdedir. Tüm göç hikâyelerinde olduğu gibi kendi kıyafetleri ile yollara çıkan insanlar yeni toplum içinde tutunmaya çalışırken önce görüntüleri ile kente ait olmayı tercih ederler. Fatma’nın giysi ve dış görünümüne ilişkin istekleri doğrultusunda karşı komşusu Mualla (Mualla Sürer) ona İstanbul’a ayak uydurması için yardım eder. Mualla’nın önerileri ve yardımıyla Fatma’ya yeni elbiseler hazırlanır. Saç örgüleri açılıp daha kadınsı saç modelleri tercih edilerek başörtüsü çıkarılır ve makyaj malzemesi kullanmayı öğrenir. Fatma aynaya baktığında yaptığı kılık kıyafet değişimleri sayesinde kendisinin büyüdüğünü ve artık güzel bir genç kız olduğunun farkına varır ve bundan hoşlanır. “Fatma” giysilerini değiştirip modaya uygun giyinerek arzu ettiği “kentli kadın” sınıfına atılmak, taşra kültüründen arınmak ve modern olarak görülen İstanbul kültürüne ait bir kadın olarak kendini tanıtmak ister. Film sahnelerinden seçilen 3.fotğraf imajını değiştiren Fatma ve komşusu Mualla’nın pastanede görüntülendiği sahnesidir. Fotoğraf 3: Fatma (solda) ve Mualla (sağda) 182 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam 3. fotoğraftaki görülen sahnede Fatma karakteri hakkında bilgiler direkt olarak göstergeler ile seyirciye iletilmektedir. Bu sahnede en güçlü gösterge giyimdir. Giyimin sosyal bir olay olmasından dolayı insanlar hakkında ilk yargı, kişilerin giyimine ve dış görünüşlerine bakarak verilmektedir. Fatma ile ilgili ön bilgisi olmayan bir izleyici, sadece filmin bu sahnesinden alınan fotoğrafa baktığında göstergelerden alınan bilgiler ile Fatma’yı kentli kadın olarak tanımlar. Çünkü Fatma’nın üzerindeki giysiler modern bir imaj yaratarak onu bir kentli kadın olarak sunar. Bu sahnede Fatma truvakar kollu şömizye yakalı mantosu ile dönemin modasına uygun bir kıyafet ile saçı örgülerinden açılarak modern saç modeli ile görülmektedir. Bu görüntü ile Fatma karakteri, aslında ait olmadığı şehirli insanın giyim kültürünü temsil etmeye ve görüntüsünü değiştirerek yabancılığını gidermeye çalışmaktadır. Ayla: Filmde yönetmenin işlediği kentli kadın Ayla (Filiz Akın) karakteridir. “Ayla” Maraşlı ailenin küçük oğlu Kemal (Özden Çelik)’in sevgilisidir. Ayla’nın ailesi zengin ve ağabeysi Amerika’da doktordur, “Ayla” da üniversiteye bitirdikten sonra ağabeysinin yanına gitmeyi planlamaktadır. Ayla karakterinin giysilerini çözümlemek için Film sahnelerine ilişkin seçilen 4 ve 5. Fotoğraflar değerlendirilmiştir. Fotoğraf 4: Ayla ve Kemal karakterleri 4.fotoğrafta görülen sahnede Ayla giyim kuşamı modern, üniversiteye giden bir genç kız olarak sunulmaktadır. Modernleşme ve Batılaşma teması melodramlarda modern değerlere ikili yaklaşımı, modern değerlerin eleştirilmesi, aynı zamanda onlara öykünülmesi ve batılı değerlerin ulusal kültür içinde dönüştürülmesi özelliklerini içermektedir (Erdoğan, 2009: 57). Seçilen sahnede üzerinde bulunan koyu renkli mantosu, sivri burunlu ayakkabısı, saç rengi ve modeli, kolunda taşıdığı çantası ve elinde kitabı ile Ayla kültürel konumunu belli etmektedir. Ancak Ayla, ne kadar çağdaş bir kadın tipini temsil ediyor olsa da geleneklere ve göreneklere bağlı olduğu giyimlerindeki mazbut modeller ile anlaşılmaktadır. Filmin tamamında Ayla karakteri vücudunu ortaya çıkaracak elbise modelleri ile sunulmamıştır. Böylece Ayla karakterinin giyim tarzı ile Sayı 40 /Bahar 2015 183 Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar hem geleneksel değerlere bağlı bir aile kızı olduğu, hem de dönem modasına uygun giyimiyle şehirli bir alenin kızı olduğu giysilerindeki mesajla seyirciye iletilmiştir. Ayrıca, Kemal ile nişanlandıktan sonra onun ailesi ile tanışmaya gittiğinde seyircilere geleneksel değerlere bağlı bir kadın görüntüsünü yansıtacak simgeler kullanılmıştır. Film sahnelerinden seçilen 5. fotoğraf, Ayla nişanlısı Kemal’in ailesi ile tanışma sahnesidir. Fotoğraf 5: Ayla nişanlısı Kemal’in ailesini ziyaret ederken (sağda) Filmde hiç başörtüsü takmayan Ayla, film sahnelerinden alınan 5. Fotoğrafta görüldüğü üzere ilk kez başörtüsü ile sunulmaktadır. Ayla’nın başörtüsü, ağırbaşlılığı ve nişanlısının ailesine duyduğu saygının simgesi olarak kullanılmıştır. Ayrıca bu durum melodramatik özelliklerden, modernleşme ve Batılaşma temasına ait özellikler ile örtüşmektedir. Türk toplumunda Batılaşmanın getirdiği yeniliklere ayak uydurma konusundaki değişimler daha çok sembolik olarak giyimlerin görünümüne yansıdığı anlaşılmaktadır. Çünkü geleneksel aile kültüründe sadık, fedakar Türk kadını imajını seyirciye iletmek üzere Ayla’nın giyim unsurlarında başörtüsü ile vurgulanmıştır. Naciye: Filmde iç göç kapsamında işlenen bir başka kadın Naciye (Sevda Ferdağ) karakteridir. Naciye ve Fatma’nın İstanbul’a göç etme nedenleri ve yaşamdan beklentileri farklıdır. Naciye erken yaşta istemediği biriyle evlendirilmekten ve aile baskısından kurtulmak için evinden kaçıp daha lüks ve rahat yaşamak için İstanbul’a gelir ve bir pavyonda dansöz ve konsomatris olarak çalışmaya başlar. Naciye için namus kavramının önemi yoktur. Maraşlı ailenin büyük oğlu Murat (Tanju Gürsu) ona evlenme teklif edip başka yere gitmelerini önerince Naciye, İstanbul’a alıştığını, orayı bırakamayacağını, az parayla geçinemeyeceğini söyler. Hayattan beklentisi iyi yaşayıp, iyi giyinmek olan Naciye karakterinin giysilerini çözümlemek için Film sahnelerine ilişkin seçilen 6 ve 7. fotoğraflar değerlendirilmiştir. 184 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam Fotoğraf 6: Naciye karakteri Fotoğraf 7: Naciye karakteri 6.Fotoğrafta görülen sahnede Naciye yunan stili tek omuzlu parlak saten kumaştan yapılan gösterişli bir elbise ve 7. Fotoğrafta görülen sahnede ise sırt dekolteli, kolsuz ve vücut hatlarını belli eden desenli parlak elbise ile pavyonda sunulmaktadır. Film sahnelerinden de anlaşıldığı gibi namusu çok önemsemeyen, rahat kadını vurgulamak için giyilen gösterişli ve dekolte elbiseler simge olarak kullanılmıştır. Giyim maddi, manevi ve psikolojik bir doyum sağlamaktadır. Bu doğrultuda Naciye karakterinin iyi giyinmeye duyduğu özentisi aslında ait olduğu sınıfın dışına çıkmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Naciye’nin geldiği kültürde para alın teri ile kazanılmalı ve gelenek- göreneklere göre giyinilmelidir. Naciye ailesi ve sosyal sınıfının geleneksel Sayı 40 /Bahar 2015 185 Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar kültür özelliklerini reddederek, daha rahat bir para kazanma ve yaşam kültürüne sahip olmak istemektedir. Çok para kazanmakla elde edeceğini düşündüğü arzularını tatmin etme ve psikolojik doyum sağlamada, Naciye karakterinin giysileri önemli unsur gibi gösterilmektedir. Bu doğrultuda filmin diğer kadın karakterlerinden daha fazla giysi çeşitliliği ile sunulmakta olan Naciye, giyim ile ulaşılacağı düşünülen psikolojik doyumu simgelemektedir. Despina: Filmde işlenen bir başka kadın evli, bir çocuk annesi Rum asıllı olan Despina (Gülbin Eray) karakteridir. Despina evli olmasına rağmen, aile çıkarları için Maraşlı ailenin oğlu Selim (Cüneyt Arkın)’le birlikte olur. Kocasının araba tamirhanesi, Maraşlı ailenin tamirhanesinin tam karşısındadır. Selim’i baştan çıkararak, iş saatlerinde Selim’in sıklıkla Despina ile birlikte olmak için evine gitmesi nedeni ile kocasının işlerinin iyi gitmesini sağlar. Refiğ filmlerinin vazgeçilmez unsuru olan yabancı kadın, bu filmde kendi ailesinin çıkarları için her şeyi göze alan bir kadın tipini canlandırmaktadır. Despina Türk toplumunun ahlaki değerlerine uymayan bir davranış sergilemektedir. Kocasının maddi durumunu kurtarmak için karşı komşuyla birlikte olması Türk toplumu için aykırı bir olaydır. Despina karakterinin giysilerini çözümlemek için Film sahnelerine ilişkin seçilen 8 ve 9. Fotoğraflar değerlendirilmiştir. Despina, Selim’le sokakta buluştukları zaman sıradan, şehirli ve mazbut kadın imajı ile görülmektedir (Fotoğraf 8). Fotoğraf 8: Despina (Rum kadın karakteri) Giysiler, insanların geleneklerine ve kültürel değerlerine uygun seçildiğinde etnik kökenlerini yansıtma özelliğine sahip olmasına rağmen, filmdeki Rum kadını Despina, kentli kadını temsil ettiğinden giysilerinde de etnik kökenine ait bir mesaj bulunmamaktadır. Ancak Despina’nın gerek davranışları gerekse özel yaşamını ifade eden giysiler ile izleyici bilgilendirilmektedir. 186 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam Fotoğraf 9: Despina Despina fotoğraf 9’da görüldüğü gibi (Selim ile evde buluştukları zaman) açık yakalı bluzlar ve baştan çıkarıcı kombinezonlar giymektedir. Fotoğrafta görülen bu sahnede gayri Müslim bir kadını temsil eden Despina’ya Türk kültürünün Müslüman kadınlarda onaylamadığı davranışlar dayatılmaktadır. Bu davranışın simgesi olarak da yine giysiler kullanılmıştır Giyim konusunda 60’lı yılların Sinemasında Türk kadınların sunumunda çok az rastlanan kombinezon kullanımı, gayri Müslim bir kadın rolünü oynayan Despina tarafından kullanılmaktadır. Sonuç ve Tartışma Çalışmada kültürel değerlerin yansıtılmasında giysi türlerinin nasıl kullanıldığı irdelenerek izleyiciye iletilmek istenilen anlamlar tartışılmıştır. Sonuç olarak çalışmada yapılan değerlendirmeler doğrultusunda “kentli-köylü/taşralı çatışması” konusu, kadın karakterlerinin giysilerine yansıyarak kentli ve taşralı toplumlarına ait kültürel özelliklerin seyircilere giysiler vasıtasıyla aktarıldığı görülmüştür. Bu durum 1960’lı yıllardaki toplumsal yapı paralelinde değerlendirildiğinde kapalı toplum görünümünde olan taşralı ve modern görünümünde olan kentli toplumun giysilerinde kültürel özelliklerin var olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Melodram anlatım yapısındaki “aile” temasına ilişkin özellikler kadın karakterlerin giysilerine yansıtılarak Türk sineması melodram filmlerinden seçilen örnek film çözümlemesinde görüldüğü gibi ailenin toplumsal sınıfı, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri seyircilere aktarılmıştır. Bu doğrultuda giysilerin, aile değerlerinin göstergesi ve eril kültürün onayladığı davranış biçiminin simgesi olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. Melodram anlatı yapısında ki “modernleşme ve Batılaşma” temasına ilişkin özellikler, 1960’lı yıllarda modernleşme sürecinde olan Türk toplumunun sahip olduğu değerleri kaybetmeden değişimin yaşanabileceği giysiler ile simgeleştirilmiştir. Sayı 40 /Bahar 2015 187 Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar Türk melodram sinemasından seçilen örnek film yabancılık kavramı ile değerlendirildiğinde ise, kadın karakterlerinin göç nedeni ile girdikleri yeni toplumda hissettikleri yabancılığı görünüşlerindeki değişikler ile gidermeye çalıştıkları yeni kültürün özelliklerini benimseme isteklerini giysilerle karşıladıkları sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca Filmde giyim masraflarına fazla para harcamak ve giysi kullanımında çeşitlilik, giyim ile ulaşılabileceği düşünülen psikolojik doyum için bir simge haline gelmiştir. Çalışmada incelenen filmde, Yönetmenin karakterlerin giysilerini bir görsel sembol halinde kullanarak, istediği anlamları sessiz ve sözsüz bir dil ile seyirciye ilettiği anlaşılmıştır. Bu doğrultuda karakterlerin giysileri, karakter ve seyirci arasında bir iletişim aracı olarak değerlendirilmiştir. Giysilerin, karakterlerin sosyolojik eğilimleri, toplum içindeki sosyal durumları, cinsel kimlik ve seçimleri hakkında bilgileri, seyirciye ilettikleri sonucuna ulaşılmıştır. Kaynaklar Agocuk, Pelin, (2012). Türk Sineması’nda Melodram 1960-1975 Dönemi Üzerine Bir İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, Kıbrıs: Yakın Doğu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Akbulut, Hasan, (2008). Kadına Melodram Yakışır, Ankara: Bağlam yayınları Barnard, Malcolm, (2007). Fashion Theory, London: Routledge. Büker, Seçil, (2001). “Kimlik Değiştirme Aracı Olarak Şal: Lekeli Kadın”, Uluslararası İletişim Sempozyumu: Medyanın Manipülasyon Gücü Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Eskişehir, s. 215-224. Chambers, Iain, (2005). Göç, Kültür, Kimlik. İsmail Türkmen, Mehmet Beşikçi (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Diken, B. ve Laustsen. C. B., (2011). Filmlerle Sosyoloji, Sona Ertekin (Çev.). İstanbul: Metis Yayınları. Erdoğan, Ijlal, (2009). Türk Sinemasında Melodram ve 1990 Sonrası Dönüşüm, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı. Evren, Burçak, (2005). Türk Sineması, Antalya: 42. Altın Portakal Film Festivali Yayını. Fidan, Süleyman, (2011). “Türk Kültüründe Askerî Giyim-Kuşam ve Asker Modası”, Milli Folklor Dergisi, 23 (92), s. 295-105. İrvan, Süleyman, (2000). “Metin Çözümlemesinde Yöntem Sorunu”, I. Ulusal İletişim Sempozyumu, bildiri kitabı, Ankara, s. 73-85. Künüçen, H. Hale, (2001). Göstergebilim Tartışmaları, İstanbul: Multılıngual Yayınları. Onaran, Âlim. Ş, (1994). Türk Sineması, 1. Cilt, İstanbul: Kitle Yayınları. Özön, Nejat, (1984a). 100 Soruda Sinema Sanatı, İstanbul: Gerçek Yayınevi. 188 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam Özön, Nejat, (1995b). Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları, 1. Cilt, Ankara: Kitle Yayınları. Scognamillo, Giovanni, (1973). Türk Sinemasında 6 Yönetmen, İstanbul: Türk film arşivi yayınları. Suner, Asuman, (2006). Hayalet Ev: Yeni Türk Sineması’nda Aidiyet, Kimlik ve Bellek, İstanbul: Metis Yayınları. Punch, Keith.F, (2005). Sosyal Araştırmalara Giriş Nicel ve Nitel Yaklaşımlar. Bayrak, D. ve Arslan, B. ve Akyüz, Z. (Çev.), Ankara: Siyasal Kitabevi. Tezcan, Mahmut, (1983). “Giyim Olgusuna Sosyo-Kültürel Bakış ve Türklerde Giyim”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 16(1), s. 255-276. Ünlü, Şirin ve Serarslan, Meral, (2012). “Türk Sinemasında Köylü Kentli Karşılaşması: “Hakkâri’ de Bir Mevsim” ve “Uzak” Filmleri”, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 27, s.217-227. Sayı 40 /Bahar 2015 189 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma1 Marketing and Personal Branding in Literature Belma CANBAY, Marka Vekili, Çankaya Üniversitesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Kişisel Markalaşma, Edebiyat, Pazarlama. Öz Edebiyat sanatının insanların iç dünyalarına seslenen, onlara duyusal ve duygusal deneyimler yaşatabilen ciddi bir tüketim aracı oluşu, yazarlar ve eserleri için de kökleri 19.yy.’ın sonlarına uzanan marka ve pazarlama stratejilerinin uygulanmasını gerektirmiş ve bugün eser sahiplerini pazarlamanın başlıca özneleri haline getirmiştir. Bu doğrultuda, ürün ve hizmetler için uygulanan pazarlama ilke ve stratejilerinin roman yazarlarına da uyarlanabileceği fikrinden yola çıkılarak kaleme alınan bu çalışmada, roman yazarlarının kişisel markalaşma süreçlerinin edebiyat-marka ve pazarlama disiplinlerinin oluşturduğu üçgende tartışılması amaçlanmıştır. Edebiyat ile son yıllarda daha çok değer yaratma üzerine odaklanan pazarlama arasındaki ilişkinin, pazarlama bileşenlerinin dikkate alınarak ortaya konduğu çalışmada, roman yazarları için de kişisel markalaşma sürecinin söz konusu olabileceği ileri sürülmekte ve bu süreçte rol oynayan araç ve aracılara yer verilmektedir. Nitekim yazarlar artık sadece eserlerinin edebi değeri ile değil isimlerinin marka değeri ile de değerlendirilmektedirler. Bu çerçevede edebiyatta pazarlama ve kişisel markalaşma süreci, eleştirel sosyal teorisyenlerin bakış açısıyla, nitel araştırma yöntemi kullanılarak ve “belgesel gözlem”2 yaklaşımından yararlanılarak incelenmiştir. Keywords: Personal Branding, Literature, Marketing. Abstract The fact that the art of literature, which appeal to the inner world of people, which introduces readers to a world of sensual and emotional experiences, has become an important object of consumption, applying branding and marketing strategies rooting back to the end of the 19th century have become necessary for the authors and their works and has made the owners of such work main subject of marketing. In this context, this study, which states that the marketing principles and strategies that are applied to products and services, can also be applied to novel authors, aims to discuss the personal branding processes in the light of the triangle formed by literature-brand and marketing disciplines and subject matter literature. This study argues that the relation between literature and marketing which in recent years has been focusing on creating added value, taking the components of marketing into consideration, the branding process can also be applied to novel writers and discusses the tools and intermediaries that play a role in this process. As a matter of fact, writers are not only evaluated by the literary value of their works, but also the brand value of their names. In this framework, marketing and personal branding in literature has been examined, with the point of view of critical social theoreticians, using qualitative research method and utilizing “documentary observation” approach. 1. Bu makale “Türkiye’de Roman Yazarlarının Markalaşma Süreci: Elif Şafak Örneği” başlıklı yayınlanmamış yüksek lisans tezinden yola çıkılarak kaleme alınmıştır. Canbay, Belma (2014), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı 2. Belgesel gözlem “Bir konuda araştırma yapmaya karar veren kişinin hipotezini formüle edebilmek için kendisine gerekli olan bilgileri toplarken yaptığı gözlem” olarak tanımlanmaktadır. (Nilgün Çelebi, Sosyoloji ve Metodoloji Yazıları, 2004, Anı Yayıncılık, Ankara) Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma Giriş 1990’lı yılların sonlarından itibaren, marka ve pazarlama literatüründen yararlanarak kişisel markalaşma kavramını açıklayan ve bu konuda modeller geliştiren Peter Montoya, Hubert K. Rampersad, Dan Schawbel gibi yazarlar kişilerin de marka olabileceklerini öne sürmektedirler. Bu bağlamda bugün artık pazarlamacıların sadece ürünleri ya da hizmetleri değil kişileri de başarıyla markalaştırabildiklerini söylemek mümkündür. Kişisel markalaşma, bir kişinin niteliklerini, yeteneklerini ve performansını, çeşitli pazarlama ve iletişim faaliyetlerinde bulunarak, simgesel (ün, itibar vb) ve ekonomik (maaş/ücret, kâr) sermayeye dönüştürmesi ve bunun sonucunda herkese göre bir “fark” ve “değer” yaratması olarak tanımlanabilir. 2000’li yıllardan itibaren yerli ve yabancı pek çok marka ve pazarlama uzmanı (Tek, 2006; Kotler, 2006; Mucuk, 2007; Rempersad, 2009; Gall, 2010; Ak, 2011; Dereli ve Baykasoğlu, 2011; Close vd, 2011) çağdaş pazarlamada ürün (product) kavramının kişileri de kapsayacak şekilde genişlediğini ve kişilerin kendilerini pazarlayarak markalaşabileceklerini ileri sürmektedir. Shepherd (2005: 592) ise, kendi kendini pazarlama konusunda, pazarlama disiplini içinde yerleşik bir kapsayıcı kavramsal çerçevenin gelişimine ilişkin çok az kanıt ve temel pazarlama ilkelerinden geliştirilmiş az sayıda örnek bulunduğunu, bu nedenle kişisel markalaşma savunucularının yapmaya çalıştıkları şeyin daha çok markalaşma ilke ve uygulamalarını, daha tutarlı olacak bir şekilde ürünlerden kişilere transfer etmeye çalışmak olduğunu savunur. Bu çalışmada ise, pazarlama bileşenlerinin ve stratejilerinin edebi alandaki izdüşümleri, eleştirel sosyal teorisyenlerin bakış açıları yansıtılarak ve roman yazarlarının markalaşma süreçlerine katkı sağlayan araçlar ve aracılar dikkate alınarak tartışılmaktadır. Daha çok ticaret alanında kullanılan pazarlama ve markalaşma kavramlarının edebiyat sanatında tartışılması her ne kadar zor gibi görünse de bu alanda öne çıkan, beğenilen, tanınan ve çok satan yazarların varlığı “edebiyat”, “marka” ve “pazarlama” kavramlarının yan yana tartışılabileceğini düşündürtmektedir. Bu düşüncenin ardında yatan temel nedenin ise, neoliberal politikalar ve tüketim kültürü pratiklerine bağlı olarak edebiyat alanında yaşanan değişimler olduğu söylenebilir. Nitekim Türkiye’de 1980’lerden sonra özel yaşamlar gibi edebiyat da piyasa basınçlarından etkilenen alanlara dahil olarak özerkliğini yitirmiştir (Gürbilek,2011: 10). Bu gelişmelerin bir sonucu olarak pazarlama dünyası, pazarlamanın başlıca öznesi haline gelen edebiyat yazarlarının isimlerinin kitap satışlarına olan etkisini marka değerlerinin bir göstergesi olarak yorumlamaya başlamıştır (Ercan, 2006: 54). Diğer bir deyişle yazarlar artık sadece eserlerinin edebi değeri ile değil isimlerinin marka değeri ile de değerlendirilmektedirler. Bu noktada henüz edebî değer ve haz kavramlarına ilişkin yeterli düzeyde çalışma yapılmamış olsa da (Eagleton, 1990: 213), giderek artan bir biçimde yazarların romanları aracılığıyla hedef kitlelerine duyusal ve/veya duygusal deneyimler yaşatarak ve yayınevleri aracılığıyla pazarlama faaliyetlerinden yararlanarak isimlerini markalaştırabildiklerini söylemek mümkündür. Gazetelerin hafta sonu eklerinde yayımlanan reklamlar, yazarlarla yapılan röportajlar, tv programları, kitap afişleri vs. bu durumun en dikkate değer göstergeleridir. Sözgelimi Türk roman yazarlarından Orhan Pamuk, edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş’in de belirttiği gibi “bu işin öncüsü” olsa da1, Elif Şafak, Ahmet Ümit, Ayşe Kulin gibi pekçok 1 “Türkiye’de Roman Yazarlarının Markalaşma Süreci: Elif Şafak Örneği” başlıklı yüksek lisans tezi için edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş’le yapılan derinlemesine görüşmede Türkeş şunları söylemektedir: “Elif Şafak patlamadan önce 2000’li yılları hatırlayın. Orhan Pamuk’un çıktığı ilk billboard reklamları. İşte ilk marka denen şey, ilk billboarda çıkış. İlk orada başlamıştı. Billboardda bir yazar. Arkasından Murathan Mungan. Sonra bir baktık ki yazarların hepsi yayınevlerinden billboard pazarlığına girmeye başladılar; ama Orhan Pamuk’tur bu işin öncüsü” 191 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay roman yazarının, özellikle yeni yayımlanan romanlarının tanıtılması ve pazarlanması için yayınevleri başta olmak üzere kültür aracılarından2, kitle iletişim araçlarından ve fotoğraftan yararlandıkları ve pazarlama iletişim stratejilerinin edebi alanda da etkin bir şekilde kullanıldığı gözlemlenmektedir. Edebiyat Pazarlama İlişkisi Değişime, diğer bir deyişle arz-talep ilişkisi içerisinde tüketime konu olan edebiyat ürünlerinin giderek artması, çeşitlenmesi ve buna paralel olarak yazarların da hem potansiyel okuyucuları hem de edebiyat çevreleri nezdinde itibar, saygınlık ve beğeni kazanma ihtiyaçları, yaşamın birçok alanında olduğu gibi edebiyat sanatında da pazarlama olgusunu gündeme getirmiştir. Bu nedenle edebiyat alanında da bir pazar ortamı yani üretici-yazar, alıcı-okuyucu ve rakipler vardır. Bu ortamda farklılaşabilmek, tanınabilmek ve maddi/manevi kazanç sağlayabilmek (ün, para, saygınlık...vb) için ise ürün (kitap) temelli değer yaratmak ve bu değeri hedef kitlelere (okuyuculara) sunabilmek gerekmektedir. Bu da ancak pazarlama yoluyla olabilir. Çünkü bugünkü “kitap piyasasını kazanç güdüsü yönlendirir” (Gümüş, 2012: 49). Bu bağlamda mistik edebiyatı pazarlama disiplini içinde inceleyen Demir Otay vd. Mistik Pazarlama isimli çalışmalarında tüketiciyi etkileyen mistik konuların edebiyata, buradan da mistik pazarlamaya konu olduğunu savunarak edebiyat sanatı ile pazarlama arasındaki ilişkiyi vurgulamakta ve Türk edebiyatından Elif Şafak’ı örnek göstererek, eserlerindeki mistik öğelerin hakimiyetine dikkat çekmektedirler (Demir Otay vd., 2011: 98-100). Dolayısıyla okuyucuların ilgi alanları ya da merak ettikleri konular etrafında kurgulanan hikayelerden, karekterlerden ve bunların pazarlanmasından söz edilebilir. Pazarlamayı “başka birinde bulunan bir şey karşılığında değiş tokuş etmek için değer taşıyan kendindeki bir şeyi teklif etme yolu” (Kotler, 2006: 20) olarak tanımlayan Kotler’in bu görüşünü edebiyat alanında tarifleyen Sartre (2011: 30) ise, yazar olmayı düşünen gençlere “söylenecek birşeyiniz var mı?” sorusunun yöneltildiğini ifade eder. Ona göre bunun anlamı aslında “başkalarına aktarılacak değerli bir şeyiniz var mı?”dır. Bu noktadan hareketle, edebiyat ile son yıllarda daha çok değer yaratma üzerine odaklanan pazarlama arasındaki ilişkiyi pazarlama bileşenleri ve stratejilerini dikkate alarak açıklamak mümkündür. Zira Marx ve Engels’in işaret ettikleri gibi “kapitalist üretimin yönettiği bir toplumda, kapitalist olmayan üretici bile kapitalist kavramların egemenliği altındadır” (Marx ve Engels, 2001: 125). Canbay, Belma, “Türkiye’de Roman Yazarlarının Markalaşma Süreci: Elif Şafak Örneği”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2014 2 Fransız teorisyen Pierre Bourdieu’nun adlandırmasıyla kültür aracıları, bireysel başarıların kamusal belleklerde yer edinebilmesi için “aracılık” yapan (Bauman, 2012:79) kişisel marka ve imaj danışmanlarından, halkla ilişkiler uzmanlarından, reklamcılardan, fotoğrafçılardan, eleştirmenlerden, editörlerden, gazetecilerden vb. oluşmaktadır. Bu aracıların ya da Bauman’ın deyimiyle “ölümsüzlük simsarları”nın müşterileri, politikacılar, iş adamları, pop şarkıcılarının yanı sıra yazarlar da olabilmektedir (Bauman, 2012: 211; Featherstone, 2005: 72-106; Rojek, 2003: 13). Kişinin markalaşma sürecinde önemli rol üstlenen ve Rojek’in “iletişimin katalizörleri” olarak tanımladığı bu kişiler, aynı zamanda bir yazarın “edebi şöhret” ya da “edebiyat yıldızı” olarak tanımlanmasında da etkili olabilmekte, yazarları “izleyiciye”, yani okura bağlayabilmektedirler (Rojek, 2003: 36). Sayı 40 /Bahar 2015 192 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma Pazarlama Bileşenlerinin Edebiyata Uyarlanması Literatürde, Ürün (Product), Fiyat (Price), Tutundurma/Tanıtım (Promotion) ve Yer/ Dağıtım (Place) başlıkları altında, “4P” kısaltmasıyla ele alınan pazarlama bileşenleri, tüm dünyada yaşanan gelişim ve değişimlerin pazarlamaya yansıması sonucu; Hedef Kitle (People), Fiziksel Bilinirlik (Physicial Evidence), Yöntem (Process), Ambalaj, Paketleme (Packaging) ve Halkla İlişkiler (Public Relations/ P-R) bileşenlerinin de eklenmesiyle 9P başlığı altında değerlendirilmektedir (Ak, 2011: 130). Marka – pazarlama ve satış ilişkisi dikkate alındığında, pazarlamaya ilişkin verilmesi gereken kararları temsil eden tüm bu bileşenler, aslında “bir markayı marka yapan” temel unsurlardır. Bu doğrultuda altı pazarlama bileşeninin edebi alana uyarlanabildiği görülmektedir. Ürün-Üretici (Yapıt-Yazar) Tüketim toplumunda tüketilmek için hazırlanan, satılan ve ikame edilebilen sanatın, yüksek kültürün sınırları içinde özel olarak korunan statüsünün zedelenmesi, diğer bir ifadeyle kitle kültürünün egemenliği, sanatın “endüstri tasarımı”, “reklam”, “simgesel üretim” ve “imaj üretimi” gibi sektörlere aktarılmasına, dolayısıyla “görülmek”, “okunmak”, “işitilmek” için piyasa ilişkileri içine dahil olmasına neden olmuştur (Adorno ve Horkheimer, 2010: 211; Faetherstone, 2005: 55; Arslanoğlu, 2007: 73). Bu durum hem reklam panolarında görüntülenen roman yazarlarının hem de değişim değeri yüklenerek metalaştırılan romanların bir “ürün/nesne” olarak pazarlamaya konu olabilmelerinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Yazarın “üretici” olarak değerlendirilmesi ise edebiyat alanının sorunlu yanlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Bourdieu’ya göre “eğer ‘üretici’ derseniz indirgeyici bir havaya bürünür ve gerçekten de diğerlerine benzemeyen bu üretim alanının özgüllüğünü tamamen ortadan kaldırırsınız; ‘yaratıcı’ derseniz, ‘yaratım’ ideolojisinin, tanımsal olarak bilimin elinden kaçan ‘tek’, ‘biricik’ sanatçı mistisizminin kucağına düşersiniz” (Bourdieu, 2006: 185). Sonuç olarak kendi içinde halen kavramsal çelişkiler barındırıyor olsa da, okuyucu (tüketici) odaklı bir yaklaşımla bakıldığında, bugün hem yazarın hem de eserinin pazarlamanın ana bileşenlerinden biri olarak, yani üretici ve ürün olarak varlıklarını sürdürdükleri gözlemlenebilmektedir. Dağıtım (Yayınevleri) Edebi eserlerin hedef pazarlara akışına doğrudan yardımcı olan bağımsız işletmeler olarak tanımlayabileceğimiz yayınevlerinin, pazarlama karmasının dağıtım, fiyat, tutundurma gibi aşamalarında ve dolayısıyla bir pazarlama ortağı olarak yazarların markalaşma sürecinde önemli rol üstlendiklerini söylemek mümkündür. Herşeyden önce edebi alanda da yapıtın ve yazarın şöhretini artıran bir unsur olarak en önemli pazarlama amaçlarından biri olan yüksek satış, dağıtım kanallarının, yapılan pazarlama iletişim çalışmalarının ve uygulanan diğer pazarlama bileşenlerinin etkinliğine bağlı olmaktadır. Örneğin, “Gelişim Yayınları çıkardığı ‘Beyaz Dizi’ ile ürün, pazar ve pazarlama karması değişikliklerini başarıyla uygulamıştır” (Tek, 1990: 292). Özetle, kitap satışlarının artık başlıbaşına bir pazarlama işi olduğu, pazarlama disiplini altında edebiyat alanının “yıldız”larının (starlarının) yaratılabildiği ve bu süreçte yayınevlerinin, aktör/ uygulayıcı olarak önemli bir rol üstlendikleri söylenebilir. 193 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay Fiyat Bauman’a (2012: 98) göre “piyasanın ticari bir kazanca dönüştüremediği çok az şey vardır.” Bunlar arasında sanat ve edebiyat ürünleri de sayılabilir. Çünkü yazınsal yapıtlar Sartre’ın da (2011: 110) ifade ettiği gibi bedelsiz yaratımlar değil, bedeli ödenen işlerdir. Marx ve Engels (2001: 69) her ne kadar yazarın geçimini sağlamak amacıyla yazmaması gerektiğini savunsalar da, roman yazarı Balzac örneğinde ifade edildiği gibi yazarlar masraflarındaki artışa paralel olarak roman yazma hızlarını arttırabilmekte (Ateş, 2007: 104) ya da Pierre Souvestre ve Marcel Allain gibi daha fazla kazanabilmek amacıyla yapıtlarını uzatabilmektedirler (Eco, 2012b: 39). Yazarın emeğinin, yaratıcılığının ve özverisinin3 parasal karşılığı olan fiyatın edebiyatla olan ilişkisiyle ilgili olarak, Umberto Eco’nun (2012a: 213) yazınsal bir metnin içsel ekonomisinden bahsettiği “Bir Başyapıt Kaça Mal Olur?” başlıklı yazısından yararlanılabilir. Ona göre (2012a: 218-219), yazarın bedavadan kurduğu bir yaşantıdan yararlanması roman türünü “gerçekçi”, “burjuva kökenli”, “modern” ve “ucuz” kılmakta; romansda ise her şeyin mizansen ve yeniden-kurma olması onun “fantastik”, “aristokrat”, “aşırıgerçekçi” ve “çok pahalı” olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır. İyi bir izlenim bırakmak isteyen yazarın ise harcamaları önemsememesi gerekmektedir. Eco (2012a: 213-216), Roberto Leydi ve Giuseppe Trevisani tarafından 1963 yılında gerçekleştirilen bir araştırmada bir yazarın, yazdığı her romanda kurguladığı yaşantıları geliştirebilmek amacıyla yaptığı gerçek harcamaların nasıl hesaplabileceğinin ortaya konulduğunu, hatta bu kişilerin konuyla ilgili üniversite bitirme tezlerinin yapılmasını teşvik ettiklerini ileri sürer. Örneğin İspanya’da yük vagonlarında yapılan yolculuğun kaçak olması, romanda geçen Cumhuriyetçilerin sağladığı yer-yiyecek olanağı gibi nedenlerle, Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor isimli romanı, yazarın hiçbir otel masrafı bile yapmadığı oldukça ucuza mal olmuş bir romandır. Vittorini’nin Fil adlı romanının yazara maliyeti ise bir hamsi ve yarım kilo haşlanmış sebzedir. Buna karşılık Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı romanı eserde geçen ve yüksek bir maliyet çıkaran çiçekler, armağanlar, Balbec’teki asansörlü otel vb. unsurlardan dolayı pahalı bir yapıt olarak nitelendirilmektedir. Sonuç olarak, bir romanın içsel maliyetinin, görsel tasarım, kağıt, kapak, baskı sayısı gibi diğer maliyetlerle birleşerek eserin fiyatını oluşturduğu; yazarın isminin taşıdığı gücün ise fiyatı belirleyen bir başka unsur olarak değerlendirilebileceği söylenebilir. Çünkü “yazarın ismiyle belli bir imaja kavuşan (bu) kitaplar, diğer kültürel metalarda görüldüğü gibi, promosyonun katlamalı etkisi sayesinde yayıncısına da, telif hakkı olan yazarına da kazanç sağlamaktadırlar” (Wernick, 1996: 266). Ambalaj (Kitap Tasarımı) Piyasa koşullarının hakimiyet kurduğu bugünün edebiyat alanında kitapların biçimsel özellikleri de artık, tıpkı diğer mallar gibi tasarlanmakta ve kitap tasarımı ayrı bir sektör haline gelmektedir. Nasıl bir malın tasarımı aynı zamanda bir iletişim biçimi ise (Mucuk, 2007: 178) bir kitabın planı ve tasarımı da okuyucuyla iletişim 3 Örneğin Elif Şafak Aşk romanının çevirisi için çevirmen Yiğit Us’la çalışmasına rağmen, onun yaptığı çeviriyi yeniden yazıp, “iki kat mesai” harcadığını belirtmektedir (elifsafak.com.tr, 09.04.2009). Sayı 40 /Bahar 2015 194 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma kurmanın bir biçimi (Tek, 1990: 296) olarak değerlendirilebilir. Örneğin Elif Şafak’ın Aşk romanının bölüm ayrımlarında dikkati çeken biçimsel farklılık her bölümün “B” harfi ile başlamasıdır. Yazar bu farklılığı metne anlatımsal bir işlev yüklemek amacıyla gerçekleştirdiğini “...B harfinin tasavvufta özel bir yeri var. Sırların toplandığı harf. Tek bir harfte bütün bir kitap toplanıyor. Bundan ötesi okura kalmış” (Radikal Gazetesi, 06.03.2009) sözleriyle dile getirmektedir. Nitekim hem reklam hem de edebiyat, hitap ettiği kültürün dilinden, imajlarından, değerlerinden ve mitlerinden yararlanmaktadır (Dağtaş, 2009:50). Dolayısıyla kitapların aynı zamanda yazarı ve yayıncısı tarafından tasarlanmış kültürel ürünler oldukları söylenebilir. Chartier’e (1998: 251) göre ise “basılı metinler için, kitabın formatının, sayfa düzenini sağlayan tertibatların, metnin çeşitli biçimlerde bölümlendirilmesinin, baskıyla ilgili kuralların ve ilkelerin “anlatımsal bir işlevi” vardır ve metnin anlamının oluşumunu sağlarlar. Gerek yazar gerekse editör, belirli bir kişinin niyetleriyle biçimlenen bu tertibatlar, kitabın alımlanışını belli bir denetim altında tutmak, yorumunu denetlemek ve metnin niteliğini artırmak amacına yöneliktir. Okuyucunun ya da dinleyicinin bilinçaltını bu biçimde yapılandırarak, yorumlama işleminin temel dayanaklarını oluştururlar.” Özetle tüm ürünlerde olduğu gibi kitaplarda da sunum/ambalaj, yani kitap tasarımları giderek daha fazla önem kazanmaya başlamış ve “görselleştirilmiş kesme”, “harfler”, “kelimeler” gibi iletişim düzenekleri ile kitaplar da “teknik model” biçimini almıştır (McLuhan’dan akt.Baudrillard, 2008: 154). Bunun nedeni ise kültür endüstrisinin içsel yapısında aranabilir. Çünkü bugün kitabın okuyucuya ulaşması, ne kadar çekici hale getirildiği ile yakından ilişkili hâle gelmiştir (Özdem, 2012: 53) ve kültür endüstrisinde “olay örgüleri ve ambalajlamayla verilen haz senedinin vadesi sürekli uzatılır” (Adorno ve Horkheimer, 2010: 186). Ayrıca biçimsel özellikler okuyucuların da metinle ilgili düşünceler ileri sürebilmelerini ve yeni kullanım biçimlerinin keşfedilmesini sağlamakta (Chartier, 1998: 72), böylece metinlerin benimsenmesi süreci de metnin anlamını doğrudan etkileyen bu somut biçimlere bağlı olmaktadır (Chartier, 1998: 251). Hedef Kitle (Okuyucu) Bugünün okuru, internetin ve yeni iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla okuduklarını eleştirmekte, başkalarıyla paylaşmakta, onlara önermekte, okuma tercihleriyle çok satanlar listesini belirlemekte kısacası gücünü giderek artırmaktadır. Roman ya da öykü gibi türlerde ise tesadüfi olmayan “seçici” bir okur sözkonusudur (Akatlı, 2010: 264). Dolayısıyla edebi alanda artık tüketici konumundaki okurların isteklerini/ beklentilerini dikkate alan ve beğenilerini yönlendiren bir kitap pazarlamasından söz etmek mümkündür. Bununla birlikte tıpkı diğer ürünler gibi romanlar da okuyuculara (tüketicilere), ihtiyaç duydukları duygu ve/veya deneyimleri yaşatarak yarar sağlayabilmekte ya da haz verebilmektedir. Okuma pratiklerinde haz olgusunu Freud’un kuramıyla açıklayan Eagleton (1990: 200-211), insanların şiir, roman ya da piyes okumalarını acıdan kaçma ve zevk alma dürtüsüne bağlarken, hayal alemine sığınan sanatçının bu hayallerini başkalarını ikna edecek biçimde (akt. Eagleton, 1990: 203) işleyip şekillendirebilme gücüne sahip olduğunu, bu gücün ise okuyucuya “ön haz” ve “yasak bir zevk” verdiğini 195 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay ileri sürmektedir. Çünkü “markanın anlamı dışsal olarak kapitalist üretimin bir mitine doğru genişletilebilirse, içsel olarak da tüketicinin ruhuna doğru genişletilebilir” (Wernick, 1996: 62) ve roman sanatında bireyin sadece sosyo-kültürel yanı değil, psikolojisi yani iç dünyası da metinlere yansıtılmaktadır (Aydın, 2009:360). Bu bağlamda Demir Otay vd.’nin (2011:114) okurların ruhsal ihtiyaçlarının, okudukları eserler ile giderildiğine, kendi ilgi ve ihtiyaçlarının ön planda olduğuna, yazılan mistik edebiyat ürünlerinin içerdiği mistik öğelerin ise pazarlama süreci ile bağdaştığına yönelik saptamaları, edebi alanda ürün-üretici-pazar ilişkisini ortaya koyar niteliktedir. Dolayısıyla günümüz piyasa koşullarında bir yazar romanını yazmaya başladığında, okuyucusunun tercihlerini ya da beklentilerini de hesaba katabilmekte, diğer bir ifadeyle onun tüketilme olanaklarını da gözönünde bulundurabilmektedir. Yapılan başka araştırmalar da göstermektedir ki edebiyat duygusal ihtiyaçlara cevap vermelidir (Ayyıldız vd.:12) ve “mutluluk”, “üzüntü”, “seçkinlik” gibi duygular aracılığıyla yaratılan marka çağrışımlarının satışlar üzerindeki etkisi oldukça yüksektir (Pelsmacker ve Quens’dan akt. Tosun, 2010: 91). Nitekim marka literatüründe marka yaratmanın hedef kitle ile duygusal bağlar kurmakla yakından ilişkili olması (Dereli ve Baykasoğlu, 2007: 200; Hearn, 2008: 497; Lindstrom, 2006: 116) ve bu bağların bir markanın değerini belirlemesi (Ar’dan aktaran Şahin, 2007:46) vurgulanan temel konular arasındadır. Bu noktada Orhan Pamuk Yeni Hayat adlı romanında “okurda duygu üretmeyi amaçlayan ‘okurların teselli ihtiyacını karşılamayı bir kariyere dönüştüren işbilir yazarlar’dan” (Pamuk’tan akt. Ecevit, 1996: 30) bahsetmektedir. Diğer taraftan Bourdieu’nun tüketicilerin müzeye gitme, okuma gibi “yüksek kültür pratikleri” ile tüketim tercihlerini ve beğenilerini sosyolojik bağlamda ele aldığı Distinction adlı çalışmasında da belirttiği gibi kültürel mallara ilişkin beğeniler “sınıfsal bir damga” niteliği taşımakta (akt.Featherstone, 2005: 148); romanların da dahil olduğu yüksek kültür ürünleri ise giyim, yiyecek gibi diğer sıradan ürünlerin tüketim biçimleriyle paralellik göstermektedir (Featherstone, 2005:44). Dolayısıyla okunan bir romanın türünün, yazarının ya da konusunun tıpkı giyim tercihleri gibi okuyucunun kişiliği ya da imajı hakkındaki algıları etkileyebileceği söylenebilir. Çünkü “bütün zihinsel yapıtlar yöneldikleri okuyucunun imgesini kendilerinde taşırlar” (Sartre, 2011: 74) ve “okuyucuyu belirleyen şey, yazarın, dünyanın belli bir görünüşünü seçmesidir” (Sartre, 2011: 145). Bu görüş doğrultusunda belirtilebilecek bir başka nokta ise, edebiyat okuyucularının (tüketicilerinin) da kendi yazarlarını seçebilecekleri ve böylece okudukları eserler/yazarlar aracılığıyla kendi kişisel marka bağlantılarını kurabilmeleridir.4 Çünkü Baudrillard (2008: 133) da tüketim toplumunda kültürel içeriğin, tıpkı bir prestij öğesi olarak tüketilen çamaşır makinesiyle aynı tarzda, yani “kodlanmış toplumsal statü öğesi olarak” tüketildiğine dikkat çekmektedir. Bu saptama son yıllarda okuyucuların, tıpkı marka ürünleri tercih etmeleri gibi, tanınmış yazarları okumaya yönelik tercihlerinde de gözlemlenebilir. Dolayısıyla bugün bir tüketim nesnesine dönüşen ve satılabilirliği 4 Markalaşma sürecinde “kişisel marka bağlantısı”nı konu alan çalışmalarında Chaplin ve John , insanların kendi benlik kavramlarını yaratmak ve böylece, “öz marka bağıntıları” olarak adlandırılan kişisel markalarının bağlantılarını kurmak amacıyla, tüketici markalarını kullandıklarına dair yapılan bir araştırmadan söz etmekte ve ayırt edici marka imajlarının çeşitliliğinin, yaygınlığının ve ulaşılabilirliğinin bu bağlantıyı kurmak için son derece elverişli olduğunu savunmaktadırlar. Chaplin, Lan Nguyen and John, Deborah Roedder (June 2005), “The Development of Self-Brand Connections in Children and Adolescents”, Journal of Consumer Research, Vol.32, page 119-129 Sayı 40 /Bahar 2015 196 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma sadece edebi yaratım gücüne değil, tüketici (okuyucu) beklentilerine/ihtiyaçlarına, dağıtım kanallarının yaygınlığına, tanıtım yazıları ve reklamlar ile tutundurulmasına ve eserin kapağı başta olmak üzere görsel olarak tasarlanmasına bağlı olan romanlar, hem şöhretli film yıldızları hem de popüler yazarların “yıldız gücüne” sahip oldukları (Levin vd.,1997:180-181) varsayımı da göz önünde bulundurularak, yazarlarıyla birlikte tanıtılmakta ve pazarlanmaktadır. Tutundurma (Pazarlama İletişimi) Tüketim toplumunda, tıpkı diğer mallarda olduğu gibi edebiyat tüketicisinin, diğer bir deyişle okuyucunun beğenisini yönlendiren temel etmen pazarlama iletişim çalışmaları olmakta, dolayısıyla okurun takip ettiği yazarlar ve bu yazarlara yönelik tutumu okuma kültürünün bir parçası iken; kitap eklerinde, billboarlarda yer alan reklamlar, kitapçılar ve kütüphaneler, kitabın baskı sayısı, kapağı (biçimsel özellikleri), başkası tarafından tavsiye edilmesi vb. okuma sürecini belirleyen temel faktörler arasında yer almaktadır (Ayyıldız vd.:1-2). Yazarların yayınevleri tarafından tanıtılma ve pazarlanma çalışmalarının geçmişi ise çok yeni değildir. Rojek (2003: 135), 1920’ler ve 30’larda yayınevlerinin F. Scott Fitzgerald ve Hemingway gibi yazarları şöhretleştirmeye başladıklarını, “bunların zamanın ruhunu [Zeitgeist] kişileştirirkenki görüntüleri(nin) ve tarzları(nın), kültürel açıdan romanları kadar önemli” olduğunu ileri sürmektedir. Son on yılda yayınevleri tarafından yürütülen pazarlama iletişim çalışmalarının, basılı ve görsel medya üzerinden gerçekleştirilen söyleşilerin, haberlerin giderek artması bu durumun bugün de geçerliliğini koruduğunun bir göstergesidir. Adorno ve Horkheimer (2010: 215) tarafından “kültür endüstrisinin yaşam iksiri” olarak nitelendirilen reklam, edebiyat gibi doğrudan ticari olmayan faaliyetler için de uygulanabilmekte ve kültürel malların özü gereği “çifte promosyon” özelliği taşımaları (Wernick, 1996: 274-275) romanların tanıtımını çok daha kolay ve etkin hale getirebilmektedir. Çünkü Wernick’e göre, Kültürel mallar, yalnızca kendi promosyonlarını yapma ihtiyacı ve kapasitesiyle yüklenmiş olmakla kalmazlar. Kârlılığı izleyici kitlelerini reklâmcılara satabilmeye bağlı olan bir ticari araç tarafından dağıtıldıkları her yerde, izleyici kitlelerini program aralarına soktukları reklâm materyallerine çekme fonksiyonu görme amacıyla da tasarlanmışlardır. Basın ve yayın organlarında, enformasyon ile eğlence arıyı çeken çiçeklerdir. Bu anlamıyla da basın ve yayın organlarının reklâm-dışı haber ve programların içeriği, semiyotik açıdan bile, onlardaki reklâmların bir uzantısı sayılabilir (Wernick, 1996: 274-275). Adorno ve Horkheimer’ın (2010: 217), kültür endüstrisini ele aldıkları yazılarında belirttikleri gibi bugün nasıl hit bir şarkı aynı zamanda kendi melodisinin reklamı (radyotv) olabiliyorsa, gazete ve dergilerin “çok satanlar” sıralamasına giren romanları da yazarlarının reklamı olarak yorumlanabilir. Gazetelerin hafta sonu ve kitap eklerinde gözlemlenebileceği gibi yayımlanan kitap reklamları ile yazarları hakkında yapılan haber ve söyleşilerin bileşiminin, Wernick’in (1996: 181) diğer kültürel mallar için sözünü ettiği gibi, edebi ürünler için de kapsamlı bir promosyon niteliği taşıdığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte bir kitabın ya da yazarının tanıtılmasında sadece yapıtların ya da yazarlarının içerdikleri haber değeri değil, yazar kimliği de bu değerin temel 197 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay kaynağı olabilmektedir. Nitekim Jessup (2010: 88-89), yazar statüsünün basının dikkatini çektiğini, TV anlaşmalarının yolunu açtığını ve böylece şöhrete giden yolun anahtarı olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Amerikan Başkanı John Kennedy’nin 1957’de biyografi kategorisinde Pulitzer ödülünü aldığı Profiles in Courage onun seçimleri kazanmasına yardımcı olmuştur. Yazarın/eserin tanıtımı sadece yüksek satış ve yüksek kâr anlamında değil, tanınırlık ve saygınlık anlamında da önemlidir; çünkü Köprülü’nün (2006: 84) ifade ettiği gibi bir eserin en az iki farklı tanıtım yazısında eleştirmenlerden olumlu görüş almış olması, televizyonlardaki kitap tanıtım programlarında yer alması kütüphanecilerin o eseri seçmeleri için belirleyici unsurlardır. Popüler romanlar ise zaten belli bir okuyucu kitlesine ve reklam gücüne sahiptir (Sivas, 2005: 47). Bununla birlikte edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş (2002:223), kitapların sunumu ile tüketilmeleri için kullanılan reklam dilinde rastlantısal olmayan bir benzerliğe dikkat çekmektedir. Ona göre yayınevlerince kaleme alınan kitap kapağı yazıları ya da gazete ve dergi ilanlarında kullanılan ifadeler, görünüşte kullanım değerine işaret etse de temelde değişim değerini hedeflemektedir. Zira “değişim değeri kullanım değerinin paralı askeriyken sonunda savaşı kendi çıkarı için yürütür hale gelir” (Debord, 2012: 53). Bu noktada pazarlama faaliyeti olarak uygulanan stratejiler arasında yer alan “pazar lideri olarak konumlandırma” stratejisinin, özellikle satış rakamlarına odaklanan edebiyat piyasasında edebi ürünler için yaygın olarak kullanıldığını gözlemlemek mümkündür. Türk edebiyat tarihinin en kısa sürede en çok satılan kitabı olarak bilinen Aşk romanının “Edebiyatta Rekor Aşk 200 Bin Sattı” başlığıyla yayımlanan haberi (Hürriyet, 05.07.2009) pazarda lider konumlandırmanın örneğini oluşturmaktadır. Habere göre Şafak Aşk romanı ile Orhan Pamuk’un 120 bin satan Yeni Hayat romanını geride bırakmıştır. Yıldız’ın da belirttiği gibi “daha çok görünür olan, kendisinden öncekileri devre dışı bırakmaktadır” (Yıldız, 2013: 221). Öte yandan kültür endüstrisinin üretim çarkı içinde sadece yayınevi değil artık yazar da işin başında, yani yapıtın hikayesini oluşturma ve kurgulama aşamasında, onun pazarlanma olanaklarını düşünebilmektedir. Çünkü “her yazı bir girişim” (Sartre, 2011: 42) ve her “kitap iletişim aracına bindirilmiş bir mesaj”dır (Pamuk’tan akt. Ecevit, 1996: 190). Bu bağlamda okuyucuyla yazar arasındaki, yapıt üzerinden gerçekleşen bu iletişim sürecinde “gerçek ve kurmacanın iç içe geçirilmesi, günümüz edebiyat anlayışının tipik bir örneğidir” (Dönmez, 2010 8 (1): 51). Bu durumun pazarlama açısından bir fırsata dönüştürülmesini Dönmez, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı romanı ile örneklendirmekte ve gerçekle kurgunun paralelliğine dikkat çekmektedir. Çünkü müze, tamamen romanda bahsi geçen kahramanlara ait olan ve onların etrafında dönen olay örgülerini okuyucuya deneyimleten objeler, sesler ve görüntülü videolardan oluşmaktadır. Ayrıca romanı satın alan okuyucular için kitabın son sayfasında yer alan müze bileti, romanı okuyanları müzeye yönlendirirken müzeye gidenleri de kitabı satın almaya teşvik etmekte; sonuç olarak romanın “kendi pazarlamasını yapan bir ürüne dönüştüğü” bu uygulama, “gerçekle kurgunun, romanla reklamın iç içe geçtiği modern edebiyatın geniş sınırlarını alabildiğince sınayan bir yöntem” (Dönmez, 2010 8 (1): 55) olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara ek olarak yazara ve yapıta dair kartpostal, küpe (roman kahramanı Füsun’a ait), buzdolabı magneti gibi pek çok yan ürünün satışa sunulduğu Müze Dükkanı’nın ve müze gelirlerinin tamamının yönlendirildiği yazar- Sayı 40 /Bahar 2015 198 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma yayınevi ortaklığıyla kurulan Masumiyet Vakfı’nın yazarın “girişimci” yönünü yansıtttığı söylenebilir. Yönetmen Demet Haselçin tarafından çekilen Masumiyet Müzesi belgeselinde ise “dramatik kurguyu verebilmek için” roman kahramanı Kemal’in sesi kullanılmış ve roman metni ışığında bazı efektlerden yararlanılmıştır (Hürriyet Pazar Keyif Eki, 06.05.2012). Görüldüğü gibi pazarlama iletişimine konu olan her ürün gibi romanlar da kendi değerlerinden fazlasını ifade edebilmekte ve bir iletişim aracı olarak yazarın okuyucusuyla önceden sadece metin üzerinden kurduğu ilişkinin sınırlarını aşmasını sağlayabilmektedir. Üstelik bu sınır yazarın kitabı üzerinden elde edeceği gelirleri ya da kazanacağı ünü artıracak biçimde hesaplanarak genişletilebilmektedir. Öyle ki “daha Zanuck5 Azize Bernadette’in film haklarını satın almadan önce, yazar yapıtına, öyküye ilgi gösterebilecek konsorsiyumlara yönelik bir reklam olarak bakmıştır” (Adorno ve Horkheimer, 2010: 174). Dolayısıyla bir yapıtın yazılması ve okuyucuya sunulması sürecinde gözlemlenebilen tüm bu içeriksel ve iletişimsel yenilikler, yazarın hem yapıtını hem de kendisini, kişisel markalaşma ve pazarlama süreciyle son derece uyumlu bir biçimde, diğerlerinden farklılaştırma çabasının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Kitap fuarları, paneller, imza günleri ise yazar ve okuyucu arasındaki, kitap odaklı iletişim ve etkileşimi artıran en etkili hakla ilişkiler faaliyetleridir. Böylece “yaratılan etkinlik ile kişi marka kendini tanıtma, network oluşturma gibi amaçlarına ulaşabilir” (Schawbel’den akt.Ergil, 2010: 87). Bunların dışında Mark Twain, Oscar Wilde gibi yazarların geniş halk topluluklarına seslendikleri konuşmaları, yani “canlı temsiller”i de çifte promosyon etkileri nedeniyle (Wernick, 1996: 177), yazarlar için yapıtını ve kendi kendini pazarlamanın en etkin yollarındandır. Bu yolun açılması ise “bir yandan yazarların star statüsünün mümkün olduğu kadar kendi yatırımını çıkaracak bir gösteri yaratmak üzere paraya dönüştürülmesiyle; öbür yandan, aynı gösterinin, en son kitaplarının satışlarını daha doğrudan tırmandıracak şekilde, kişiliklerinden bir kült oluşturma fırsatına sahip edebiyat kahramanları yaratılmasıyla” (Wernick, 1996: 177) mümkündür. Edebiyatta Güncel Pazarlama Stratejileri Edebi alanda kişi markaların yaratılması ve yönetilmesi sürecinde öncelikli olabilecek üç pazarlama stratejisinden bahsedilebilir: İlişki pazarlaması, ağızdan ağza pazarlama ve internetten (online) pazarlama. Kişisel bir ürün ve iletişim aracı olan edebiyat ürünleri, yazarın kendisini ifade edebilmesine ve diğer insanlarla kelimeler aracılığıyla iletişim kurabilmesine olanak tanıyan ortamlardan biridir (Önal, 2011: 18-180). Nitekim “Rus eleştirmen Mihail Bahtin insanlar için deneyimi olanaklı kılan dilin esas itibariyle diyaloğa dayalı olduğunu ileri sürmüştür” (Kern, 2005: 187). Bu noktada yazarların eleştirmenler, yayınevleri, matbaacılar, medya ve diğer yazarlardan oluşan çevreleriyle, diğer bir ifadeyle dolaylı ya da doğrudan pazarlama kanalına dahil olan paydaşlarla, hedef kitlelerine ulaşmak ve bilinirlik sağlamak adına sürdürdükleri ya da sürdürmek zorunda oldukları diyaloğun aynı zamanda ilişki pazarlamasının bir göstergesi olduğu ve Bourdieu’nun sözünü 5 Richard Darryl Zanuck Amerikalı bir film yapımcısıdır. http://tr.wikipedia.org/wiki/Richard_D._Zanuck , Erişim Tarihi: 05.04.2012 199 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay ettiği “nesnel bağıntılar” alanındaki çıkar ilişkilerine dayandığı söylenebilir. Örneğin Arslanoğlu (2007: 29-48), Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü kazanmadan önce dünya çapında tanınmış bir yazar olmasını bu pazarlama yöntemine bağlamaktadır. Ona göre, yazar Cevdet Bey ve Oğulları’ndan sonra, yapıtlarının daha fazla satması ve tanınması için ilişkilerini önce edebiyat eleştirmenlerinden medyanın büyük yazarlarına, genel yayın yönetmenlerine daha sonra da edebiyat sektörünün kalbi konumundaki Amerika’ya ve oradaki ilişkilere kaydırmıştır. Yazarların diğer yazarlarla ilişkisi ise eserlerinin ve kendilerinin pazarlanmasına katkıda bulunabilmektedir. Bu ilişkinin önceleri dostluğa dayandığını belirten sanatçı Zülfü Livaneli (Vatan Gazetesi, 02.09.2012) , hem ulusal hem de uluslararası alanda beğendikleri bir yazarı tanıtmak için çaba harcayan bazı tanınmış yazarlara örnek olarak şair Louis Aragon’u vermekte ve onun Cengiz Aytmatov’un Cemile romanı için söylediği “Dünyanın en güzel aşk hikâyesi” cümlesinin, bu romanı bütün dünyada üne kavuşturmaya yettiğini belirtmektedir. Ona göre Roger Callois, Yaşar Kemal ve Borges’in de Fransa’da tanınmasına katkıda bulunmuş; Peyami Safa ise Fatih-Harbiye (1931) romanını Nazım Hikmet’e ithaf etmiştir (Şafak, 2009: 75). Dolayısıyla, rekabete karşı kişisel markalaşmanın henüz sözkonusu olmadığı yıllarda, bazı tanınmış yazarların sevdikleri ve değer verdikleri diğer yazarların tanıtılması için bir nevi kültür aracısı işlevi gördükleri ve özellikle yeni yazarların tanınmış yazarlarla kurdukları bu türden yakın ilişkilerin tanınma ve tutunma sürecine katkıda bulunduğu söylenebilir. Öte yandan kitaplar, yazarların okuyucularıyla, pazarlama diliyle ifade edecek olursak, hedef kitleleriyle kurdukları ilişkinin ana metinleridir. Örneğin Orhan Pamuk Beyaz Kale isimli romanını nasıl kaleme aldığını, bu süreçte karşılaştığı biçimsel ve teknik sorunları nasıl çözdüğünü, hangi kitaplardan etkilendiğini, romanın 1986 yılındaki baskısına eklediği “Beyaz Kale Üzerine” başlıklı metin aracılığıyla okuyucularıyla paylaşmış ve onlarla sıradışı bir şekilde, roman sanatı ekseninde ilerleyen bir iletişim gerçekleştirme çabasına girmiştir (Ecevit, 1996: 25). Benzer türde bir ilişkinin Elif Şafak’ın ağzından Doğan Kitap tarafından yayımlanan gazete ilanında (Hürriyet, 28.12.2011:11) yazarın okuyucularıyla kurmaya çalıştığı ilişkide gözlemleyebilmek mümkündür. İlan metni şöyledir: Sevgili Hikaye ve Hayal Dostu, 2012’nin eli kulağında. Yeni yılda hayatınıza ve kendinize dair “artık değiştirmem lazım” dediğiniz şeyler var mı? Sizi, düşüncelerinizi Twitter’da “yeni yılda ben” etiketiyle benimle paylaşmaya davet ediyorum. Böylece gelecek yılın ilk makalesini sizinle beraber kaleme alacağız. Köşemi sizden gelen yorumlar eşliğinde yazacağım. Yeni yılda hayallere birlikte firar etmek dileğiyle... Elif Şafak Yazarın bu ilişkiyi kurarken sosyal medya kanalı olan Twitter’ı araç olarak kullandığı dikkate alındığında bu metin internetten pazarlama yöntemi olarak da değerlendirilebilir. Çünkü “internetin interaktif (etkileşimli) olma özelliği mal ve hizmetlerin geliştirilmesi sürecinde tüketicinin daha etkili olmasına imkân vermektedir. Web üzerinden aktif ka tılım ve hızlı olarak gerçekleşen çift yönlü iletişim ile tüketici, daha mamulün dizay nından başlayarak geliştirme ve pazarlama sürecine katkıda bulunabilmektedir” (Mucuk, 2007: 253). Sayı 40 /Bahar 2015 200 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma İnternetin zaman ve yer sınırlarını aşarak kullanıcılarına sunduğu olanaklar, edebiyat alanında faaliyet gösteren yazarlar, editörler, yayıncılar ve diğer aktörler için de bir fırsata ve iş alanına dönüşmüş durumdadır. Örneğin daha önce yayımlanan bir kitaptan yapılan bir alıntı e-kitap olarak tekrar yayımlanabilmekte (Scott, 2011: 232), yeni yazar adayları “Socialight” (egoistokur.com, 05.04.2012) uygulamasıyla sosyal medya üzerinden (Facebook, MySpace vb.) romanlarında geçen konum ve mekânlarla ilgili yazı ve fotoğrafları etiketleyerek takipçilerinin romanlarını görseller eşliğinde hayallerinde canlandırabilmelerini sağlayabilmekte ya da giydikleri kıyafetten keyif aldıkları şeylere kadar yarattıkları karekterlerle ilgili pek çok ayrıntıyı bu karekterler adına açtıkları hesaplar aracılığıyla hedef kitleleriyle paylaşabilmektedirler. Ayrıca Orhan Veli Kanık, Nazım Hikmet Ran, Özdemir Asaf gibi Türk şairlerinin yanı sıra, Canan Tan, İpek Ongun gibi pek çok roman yazarının kendileri ya da hayranları tarafından açılmış Facebook ve/ veya Twitter hesapları bulunmakta, bu doğrultuda edebiyat -sosyal medya ilişkisi yazılı basına da (Hürriyet Pazar Keyif, 26.05.2013) konu olabilmektedir. Birkaç kişi tarafından yapılan bir işi çevrimiçi sosyal ağlar aracılığıyla bir grup insan arasında paylaştırarak yaptırmak anlamına gelen “crowdsourcing” (crowd ve outsourcing sözcüklerinin birleşimi) tekniği ise, Mark Levy’nin Accidental Genius: Using Writing to Generate Your Best Ideas, Insight, and Content isimli son kitabında yararlandığı gibi, bir ürünün, sözgelimi bir kitabın adını koymak için kullanılabilen bir tekniktir. Bu örnekte Levy ve yayıncısı SurveyMonkey adında web tabanlı bir anket aracı kullanmışlar ve kitabın ismini belirlemek için yazarın arkadaşlarının, hayranlarının ve meslektaşlarının tercihlerini değerlendirmişlerdir (Scott, 2011: 156-157). Diğer taraftan yayıncıların ve editörlerin, internet üzerinden pazarlamanın aktif kullanıcıları olarak, yazarları da bu konuda eğittiklerini ve yapıtlarının tanıtımında bizzat rol aldıklarını söylemek mümkündür. Çünkü artık dijital içerik ve sosyal medya direktörleri yazarlara Facebook, Twitter, blog ve tanıtıcı video oluşturma gibi konularda görsel eğitimler vermekte; editörler ise, www.avonromance.com gibi yayıncılar tarafından oluşturulan siteler/bloglar üzerinden, yeni yayımlanan kitaplar hakkında sohbet ederek ve hayranların oluşturduğu öykü serilerine katkıda bulunarak okuyucularla yakın iletişim kurabilmektedirler (Publishers Weekly, 2010: 22). Twitter kullanan editörlerin ise okuyucuların satınalma alışkanlıkları üzerinde olumlu etkileri bulunduğu vurgulanan diğer konular arasındadır. Kentsel kurgudan askeri bilimkurguya kadar bir dizi gizemli romanın düzenlemesini yaptığı belirtilen, ‘Artık Okuyabileceğiniz Kitaplarım’ adı altında ‘tweet’ler atan ve farklı türlerden pek çok takipçisi bulunan Anne Sowards (Berkley/ NAL Yayınevi) ile Elizabeth Hoyt hayranları için yazarın yeni çıkacak romanından bazı bölümler ‘tweet’leyerek içerden biri olarak görüşlerini paylaşan Amy Pierpoint (Grand Central Yayınevi) bu konuda örnek gösterilen genel yayın yönetmeni ve editörler arasındadır. Aşk hikayesi yazarları ve yayıncılarının ise, okuyucularıyla hızlı, güçlü bir bağ ve uzun süreli bir ilişki kurabilmek için sosyal medyanın gücünden yararlanan ilk kişiler oldukları belirtilmektedir (Publishers Weekly, 2010: 22). Ağızdan ağıza pazarlama ise kitap, müzik, film gibi ürünlerde, özellikle edebiyat eserlerinde sıklıkla gözlemlenen bir pazarlama stratejisidir. Silverman’a göre (2007: 4549) bu yöntem bir deneyim iletim mekanizması olması ve güvenilirliği nedeniyle güçlü 201 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay ve olumlu bir silah niteliği taşımakta; ancak insanların olumsuz yaşadıkları deneyimleri aktarmaya daha çok meyilli olmalarından dolayı yıkıcı da olabilmektedir. Kathryn Stockett’ın Duyguların Rengi romanının gazete reklam metninde yer alan “Bir fısıltıyla başlayıp bütün dünyada kulaktan kulağa, elden ele, yürekten yüreğe yayılan bu muhteşem romanı herkese anlatmak isteyeceksiniz”6 ifadesi ağızdan ağıza pazarlamanın gücünün edebiyat alanındaki kullanımına örnek olarak gösterilebilir. Yazarın Markalaşma Sürecindeki Araçlar ve Aracılar Kişisel markalaşma sürecinde, özellikle görünür olmak ve şöhret kazanmak için kaçınılmaz olan kültür aracıları, kitle iletişim araçları ve fotoğraf, bir yazarın markalaşması sürecinde ve Wernick’in (1996: 170) belirttiği gibi kültür sanayiinin kendi promosyonuna ilişkin faaliyetlerinde önemli bir işleve sahiptir. Örneğin Cumhuriyet tarihinin en önemli yayınları arasında sayılan Resimli Ay dergisinin Nazım Hikmet’i meşhur eden ve asıl çıkışını Hamdullah Suphi, Yakup Kadri gibi tanınmış yazarların yazı dizileriyle yapan bir dergi (Milliyet Cadde, 15.04.2013) olduğu ileri sürülmektedir. Kültür aracılarını “ölümsüzlük arayıcılarının” (örneğin yazarların) “kiralanmış alkışçıları” olarak nitelendiren Bauman’ın (2012: 108-109) bu olumsuz yaklaşımına karşın, edebiyat ve gösteri dünyasındaki yayınevi, editör, reklamcı, fotoğrafçı, çizer gibi kültür aracılarının sayılarının ve etkinliklerinin giderek arttığını ve tüm bunların yanısıra edebiyat etkinlikleri organize eden, yazarların telif haklarını koruyan ve tanıtımlarını üstlenen ajansların ve edebiyat ajanlarının da giderek yaygınlaştığını gözlemlenmek mümkündür. Ancak kişisel markalaşma bağlamında daha da dikkat çekici olan gelişme Türk yazarların da bu kişi ve kurumlarla çalışmaya gönüllü olmalarıdır. Örneğin Ayşe Kulin, Ahmet Ümit, Buket Uzuner, İnci Aral, Perihan Mağden, Tuna Kiremitçi gibi şöhretli roman yazarlarının edebiyat ajanları ya da ajanslarla çalıştığı, telif haklarını ve diğer kurumlarla ilişkilerini bu kişi ya da ajanslar aracılığıyla yürüttükleri görülmektedir.7 Nitekim Ömer Türkeş’in Türk edebiyatındaki değişimlerin yaşandığını vurguladığı 2000’li yıllar, telif hakkı ajansları, edebiyat ajanları, reklam ajansları vb. kültür aracılarının, yazarların markalaşma sürecine katkıda bulunmaya başladıkları, diğer bir ifadeyle profesyonel destek sağlayarak farklılaşmalarını sağladıkları yıllardır. Aydınlanma’nın ilk aşamalarından romantik döneme geçildiğinde, sahip oldukları ayrıcalıklı bilgilerle edebi alanda ayrı bir yere sahip olan ve uzman sıfatı kazanan eleştirmenler (Jusdanis, 1998: 151) arasında kimilerinin ise bugün edebiyat sahnesine çıkarılan şöhretli yazarların ve yapıtlarının promosyonunu yapan birer kültür aracısı 6 Kitap ilanı, 21.01.2012 tarihli HaberTürk Gazetesi’nde yayımlanmıştır. 7 Gazeteci Ayşe Arman kendisini edebiyat ajanı olarak tanıtan Barbaros Altuğ ile, “Yaşasın Kötülük” başlığıyla 02.02.2013 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan bir röportaj yapmıştır. Altuğ, röportajda Ayşe Kulin, Ahmet Altan, Buket Uzuner, Canan Tan gibi yazarlarla çalıştığını belirtirmektedir. Telif hakkı ajansı olarak hizmet veren Kalem Ajans’ın internet sitesinde de “Yazarlarımız” başlığı altında Ahmet Ümit, İnci Aral, Tuna Kiremitçi gibi pek çok tanınmış roman yazarına rastlanmaktadır. http://www.kalemagency.com/KLM02_yazarlarimiz.htm Erişim: 10.02.2013. Hande Altaylı ise, Kahperengi isimli romanı için yapılan söyleşide, kitabının başarısının, yaptığı tanıtım çalışmaları sebebiyle, kendisinden çok Kalem Ajans sahibi Nermin Mollaoğlu’na ait olduğunu söylemektedir (HaberTürk, “Plajda, tuvalette, hatta sinemada bile okuyabilirler”, Elif Key, 29.04.2012, S.8-9). Sayı 40 /Bahar 2015 202 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma oldukları söylenebilir. Wernick (1997: 172) bu durumu, “en önyargılı eleştirmenler bile tüketici uzmanı rolünü oynarlar; bir aktörü, romancıyı ya da idol olması muhtemel bir şarkıcıyı eleştirmek, daha değerli sayılan şeylerin promosyonunu yapmanın öteki yüzünden başka bir şey değildir” sözleriyle özetlemektedir. Sonuç olarak “daha önce sanatçı ve yazarların koruyuculuğunu yapan aristokrasinin incelikli egemenliğinden yayıncının ve pazarın katı kurallarına geçiş, o ana dek süren edebi ilişkilerin değişiminde ‘devrimci’ bir rol oynar” (Türkeş, 1999: 43). Kitle iletişim araçları ve medyanın8 edebiyatı keşfetmesinin tarihi ise oldukça eskilere dayanmaktadır. Örneğin Yunanistan’da roman ya da şiir derlemelerinin gazetelerdeki tanıtımlarının 1820’lerden sonra yapıldığını belirten Jusdanis (1998: 189-190), bu duyurularda yazar hakkında yazılan sansasyonel sözlere dikkat çekmekte ve edebiyatın oluşumunda dergilerin üstlendikleri başat role değinmektedir. Kuşkusuz kültür endüstrisinin geldiği bugünkü noktada yazarların ve eserlerinin pazarlanması ve tanıtılması televizyon, radyo, internet ve sosyal medyayı da kapsayan çok daha geniş bir mecrada gerçekleşmektedir. Eliade (1993: 170) önemli kişilerin kitle iletişim araçları aracılığıyla yaratılan imajlarının, modern toplumların başarı saplantısının bir sonucu olarak mitleştirilmelerinin ya da kahramanlaştırılmalarının, Lloyd Warner’ın, The Living and the Dead romanındaki Yankee City’li siyasetçi Biggy Muldoon9 örneğinde olduğu gibi romanlara da konu olabildiğini belirtmektedir. Son yıllarda ise romanların yaratıcıları, medya tarafından her geçen gün daha fazla “vitrine” çıkarılmakta ve özellikle “popüler edebiyat” medya tarafından desteklenmektedir (Gümüş, 2012: 50). Son olarak fotoğraf, bir yazarın markalaşma sürecindeki en etkili araçlar arasında yer alır. Chartier en önemli imaj yaratma araçlarından olan fotoğrafın yayıncılıkta kullanımının 16 yy.’da yaygınlaştığını (Mortimer’den akt. Chartier, 1998: 243); ancak yazarların elyazması eserlerde yazarlarken resmedilmelerinin 14. ve 15. yy. minyatürlerinde görüldüğünü ileri sürmektedir. Ona göre “resim, ister yazara (ya da çevirmene) sanatıyla ilgili gerçek ya da simgesel özellikler yüklesin, ister onu bir Antikçağ kahramanı gibi kahramanlaştırsın ya da ‘yaşarken’ doğal haliyle görüntülesin, işlevi aynıydı: Yazıyı, eserin hakiki olmasını sağlayan bireyin bir ifadesi olarak kabul etmek”(Chartier, 1998: 243). Baudelaire, George Sand, Dickens, Walt Whitman Tennyson, Oscar Wilde, Ernest Hemingway, Truman Capote gibi yazarlar ise edebiyatta fotoğrafın gücünü kullanan 19.ve 20.yy yazarları arasında gösterilmektedirler (Rojek, 2003: 135-136). Örneğin Oscar Wilde’ın 1882 yılında Amerika’da “Estetik Hareket” konusunda yaptığı konuşmanın popülerliğinin esas nedeni, Napoléon Sarony tarafından çekilen sahne fotoğrafları iken; Ernest Hemingway’in 1920’lerin sonu ile 1930’lu yıllarda elde ettiği başarısının 8 Gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon vb. gün geçtikçe çeşitlenen iletişim araçları kastedilmektedir. Bu araçlar yazarlara ve yapıtlarına ilişkin yayınladıkları haber ve/veya yazılarla, yazarların markalaşma sürecine katkıda bulunmaktadırlar. 9 Romanın baş karekteri Biggy Muldoon ilk önce basın ve radyo tarafından Hill Street aristokrasisine çarpıcı bir biçimde karşı çıkması nedeniyle “yarı tanrı” görünümü verilerek “ulusal kahraman” ilan edilmiş; daha sonra halkın onun bu görüntülerinden bıkması ile birlikte bu kez “kokuşmuş bir siyasetçi”olarak lanse edilmiştir. Yazar (L.Warner) ise gerçek Biggy’nin yaratılan her iki görünümden de farklı olduğunu ve asıl meselenin “kendini bir görünüme uydurup öbür görünümü yok etmek amacıyla davranışını değiştirmek zorunda kalmış olması” olarak ifade etmektedir (Greeley’den akt. Eliade, 1993: 170). 203 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay ve romanlarının çekiciliğinin kaynağı, Helen Breaker tarafından çekilen ve onu “bir film yıldızı gibi” gösteren “gözalıcı” fotoğraflarıdır. Truman Capote’nin 1948 yılında yayımlanan ilk romanı Other Voices, Other Rooms’un cildi üzerindeki kitap kabında yer alan ve Harold Harma tarafından çekilen fotoğrafı10 ise hem kitapla ilgili gazete ve dergi eleştiriyle birlikte yayımlanmış hem de yayınevi olan Random House’un kitapevi vitrinleri için hazırlattığı “İşte Truman Capote” başlıklı reklamlarında kullanılmıştır (Rojek, 2003: 136). Bununla birlikte Bayraktaroğlu (2009: 167) edebiyat sektöründe giderek yaygınlaştığı gözlemlenebilen reklam fotoğrafçılığının bir amacının da, çekim açısı, ışık gibi unsurlarla oynanarak, imaj yaratmak ve fotoğrafı çekilen ürün ya da kişiyi daha “cazip” ya da “çekici” hale getirmek olduğunu söylemektedir. Örneğin Türk roman yazarlarından Elif Şafak’ın bazı romanlarının iç kapaklarında yazarın portre ağırlıklı fotoğrafları yayımlanmakta, yazarın erkek kılığındaki fotoğrafının yer aldığı İskender romanının kapağına ilişkin çekim ayrıntılarının ise yazılı basına yansıdığı gözlemlenmektedir (Habertürk.com, 08.08.2011). Nitekim Daumier, Monet, Millet, Corot, Doré, Guys ve Baudelaire gibi isimlerin portrelerini çeken 19.yy fotoğrafçılarından Gaspard- Félix Tournachon’ın (1849’dan sonra Nadar ismiyle tanınmıştır), “şöhretlerin kamuya gösteriliş biçiminde bir şablon” oluşturduğuna değinen Rojek’e göre “portre fotoğrafçılığı, şöhreti sahnelemek için yepyeni olanaklar sunuyordu” (2003: 132). Sonuç Bu çalışmada ürün ve hizmetler için uygulanan pazarlama ilke ve stratejilerinin kişi markalara ve dolayısıyla edebiyat–pazarlama ilişkisi bağlamında tanınmış yazarlara da uyarlanabileceği fikri tartışılmıştır. Çünkü pazarlanabilen herşey aynı zamanda markalaşabilme potansiyeline de sahiptir. Nitekim kültür endüstrisinde sadece kitapların değil yazarların da, film yıldızları ya da pop şarkıcıları gibi pazarlamaya elverişli cazibe kaynakları haline getirildiği görülmektedir. Edebiyat ürünlerinin artık sadece edebi değer değil aynı zamanda ekonomik bir değer taşıması ise, edebiyatı ister istemez pazarlama disiplininin içine kaydırmış ve pazarlama iletişim çalışmalarını gerekli kılmıştır. Bu doğrultuda yayıncılığın, özellikle roman türünde, seri üretim ve seri pazarlamayı gerektiren bir iş kolu haline geldiği söylenebilir. Dolayısıyla farklılaşmanın ve rekabette üstünlüğün kutsandığı ekonomik ve toplumsal yapı içinde bir yazarın kitabının (ürününün) pazarlama iletişim faaliyetleriyle aynı türdeki diğer kitaplardan farklılaşması ve okuyucu nezdinde farkındalık yaratılarak geniş bir okur kitlesine “çok satan roman yazarı” (best selling fiction author) sıfatıyla ulaşması “marka” olarak tanımlanmasının işaretleri olarak yorumlanabilir. Zira kültür endüstrisinin içsel yapısı içinde artık bir yazardan sadece edebi değer üretmesi değil isminin marka değeri taşıması da beklenmektedir. Diğer taraftan “imajlar alıp imajlar sattığımız” gösteri toplumunda11, bir romancının 10 http://www.aaabooks.com/detail.php?item_number=8866 Authors And Artists Books, Erişim: 31.07.2013 11 Yazar “gösteri toplumu” ifadesiyle Guy Debord’a, “imajlar alıp imajlar satıyoruz” ifadesiyle ise Jean Baudrillard’a gönderme yapmaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 204 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma ya da bir ressamın “hangi imajları ürettiği/yeniden ürettiği” son derece önemlidir ve içinde yaşadığımız “bu dünya, kapitalizmin (‘egemen sermayenin’), dünyanın geri kalanını kendi birikim gereksinimlerine göre siyasi, ekonomik ve en az bunlar kadar önemli olan kültürel düzeyde yeniden şekillendirmekte (küreselleştirmekte) olduğu bir dünyadır” (Yıldızoğlu, 2007: 21). Bu noktada Bourdieu, “edebi ya da sanatsal alanın içinde yürütülen mücadelelerde önemli konulardan biri(nin), alanın sınırlarının, yani ‘müca deleye katılma konusunda meşru hak sahibi olan insan topluluğunun tanımı’ olduğuna” (aktaran Bauman, 2011: 254) dikkat çekmektedir. Edebiyat-pazarlama ilişkisi çerçevesinden bakıldığında ise, bir eserin üretilmesinden, yayımlanmasına, dağıtımından, tutundurulmasına kadar geçen süreçte yazarla birlikte, yayıncıların, matbaacıların, editörlerin, eleştirmenlerin ve medyanın Bourdieu’nun işaret ettiği bu mücadele alanı içerisinde yer aldıkları rahatlıkla gözlemlenebilir. Nitekim Jusdanis (1998: 183), edebi üretimin fiili çalışma alanında yer alan ve eserlerini bir dizi uzlaşıma göre oluşturan yazarların, farklı roller üstlenen bu meşru aktörlerle giriştikleri işbirliği neticesinde, dağıtım kanalı yoluyla ekonomiye dahil olduklarını ve diğer bireylerin de bu sisteme dahil olmak için birbirleriyle yarıştıklarını savunmaktadır. Yazarların hangi siyasal görüşe sahip olurlarsa olsunlar hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda “başarılı” olabilmeleri için serbest piyasa koşullarını dikkate almaları (Bali’den akt. Ateş, 2007: 95) vurgulanan bir diğer noktadır. Bu bağlamda Gündoğdu (Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, 2012:13), Türkiye’de de edebiyat pazarını harekete geçiren kâr odaklı kapitalist düzende pek çok yazarın star sistemine dahil olduğunu ileri sürer. Ona göre Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Orhan Pamuk, Latife Tekin, 1970’lerin ve 80’lerin Türkiye’sinin star yazarları olarak yayın pazarında rekabeti yaşayan edebi şöhretlerin ilk temsilcileridirler. Son yıllarda ise çok satabilmek edebiyat piyasasında ayakta kalabilmenin ve yükselebilmenin tek koşulu haline gelmiştir. Sonuç olarak toplumcu paradigmanın tersine bireyselliğin yükselişine, farklılaşma temelinde yükselen ekonomik, sosyolojik, psikolojik gereksinimlere ve piyasa koşullarına bağlı olarak, hemen her mesleki alanda yapılabilecek pazarlamaya ve kişisel markalaşmaya ilişkin tartışmalar edebi alana da konu olmuştur. Rekabetin, ürün ve hizmetlerin ötesinde kişiler düzeyinde de giderek artması ve şöhretin toplumsal düzeyde çok daha arzulanan bir olgu haline gelmesiyle birlikte, pazarlama ve kişisel markalaşmaya ilişkin yakın tarihli benzer bilimsel araştırmaların (Ergil, 2010; Yaman, 2012) farklı alanlarda çeşitlenerek artacağını söylemek mümkündür. Kaynaklar Adorno, W. Thedor ve Horkheimer, Max (2010), Aydınlanmanın Diyalektiği, Kabalcı Yayınevi, İstanbul. Ak, Mehmet (2011), Marka Yönetimi ve İmaj, Hayykitap, İstanbul Akatlı, Füsun (2010), Kırmızı Gagalı Pelikan, Kırmızı Yayınları, istanbul Akkoyunlu, Erdinç (2012), “Popüler Edebiyatı Tartışmak”, Notos Edebiyat Dergisi, Sayı: 34, S.46-47, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul 205 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay Arslanoğlu, Kaan ve ark.(2007), 5.Sanattan 5. Kola: Orhan Pamuk, İthaki Yayınları, İstanbul Ateş, Nihat (2007), 5. Sanattan 5.Kola: Orhan Pamuk, İthaki, İstanbul. Aydın, Ertuğrul, “Edebiyat-Sosyoloji İlişkisinde Sosyolojik Kaynak ve Ölçütler”, Tukish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Vol.4/1-I Winter 2009 Baudrillard, Jean (2008), Tüketim Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Bauman, Zygmunt (2011), Bireyselleşmiş Toplum, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Bauman, Zygmunt (2012), Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Bayraktaroğlu, M.Ali (2009), Reklamcılık Bakmak ve Görmek, Derleyen:Derya Tellan, ÜtopyaYayınevi, Ankara Bourdieu, Pierre (2006), Pratik Nedenler, Hil Yayın, İstanbul Chartier, Roger (1998), Yeniden Geçmiş/Tarih Yazılı Kültür, Toplum, Dost Kitabevi, Ankara Close G. Angeline, Moulard Guidry Lulie, Monroe B.Kent (2011), “Establishing Human Brands: Determinants of Placement Success for First Faculty Positions in Marketing”, J. of the Acad. Marketing Science, 39:922-941 Dağtaş, Banu (2009), Reklamcılık Bakmak ve Görmek, Derleyen: Derya Tellan, ÜtopyaYayınevi, Ankara Debord, Guy (2012), Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Demir Otay, Filiz (2011), Mistik Pazarlama-Efsaneler, Batıl İnançlar ve Spiritüelliğin Pazarlama İletişimindeki Rolü (Derleme), Mediacat, İstanbul Dereli, Türkay ve Baykasoğlu, Adil (2007), Toplam Marka Yönetimi, Hayat Yayıncılık, İstanbul Dönmez, İbrahim Hakan 2010.8(1), “Orhan Pamuk Romanlarında Hedef Kitle Kaygısı”, Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi, Halkla İlişkiler Özel Sayısı, Ankara Eagleton, Terry (1990), Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Eco, Umberto (2012a), Günlük Yaşamdan Sanata, Can Yayınları, İstanbul Eco, Umberto (2012b), “Efsane Yaratma Sanatı”, Notos Edebiyat Dergisi, Sayı: 34, S.38-39, İngilizce’den çeviren Z.Heyzen Ateş, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul Ecevit, Yıldız (1996), Orhan Pamuk’u Okumak, Gerçek yayınevi, İstanbul Eliade, Mircea (1993), Mitlerin Özellikleri, Simavi Yayınları, İstanbul Sayı 40 /Bahar 2015 206 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma Ergil, Nedim (2010), “Kişi Marka Yaratma Süreci ve Türkiye’deki Tiyatro Sanatçılarına Yönelik Bir Pilot Çalışma”, Marmara Üniveristesi Sosoyal Bil. Ens.İşletme Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Featherstone, Mike (2005), Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Gall, Dan (2010), “Librarian Like a Rock Star: Using Your Personal Brand to Promote your Services and Reach Distant Users”, University of Iowa. USA, Journal of Library Administration, 50:628-637 Gündoğdu, Cengiz, Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, “’Estetik Kalkışma’, Çöküşe Karşı Bir Kalkışmadır”, 2.11.2012, S.12-13 Gümüş, Semih, (2012), “Edebiyatın Derinliği ve Yüzeyselliği”, Notos Edebiyat Dergisi, Sayı: 34, S.48-50 Notos Kitap Yayınevi, İstanbul Gürbilek, Nurdan (2011), Vitrinde Yaşamak, Metis, İstanbul Hearn, Alison (2008), “Insecure:Narratives and Economies of the Branded Self in Transformation Television”, Journal of Media & Culturel Studies, Vol.22, No.4, 495-504 Jessup, Jay and Maggie (2010), Fame 101 Powerful Personal Branding & Publicity for Amazing Success, Sutton Hart Press, Washington, USA Jusdanis, Gregory (1998), Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür, Metis Yayınları, İstanbul Kern, Stephen (2005), Nedenselliğin Kültürel Tarihi, Metis Yayınları, İstanbul Kotler, Philip (2006), Soru ve Cevaplarla Günümüzde Pazarlamanın Temelleri, Optimist Yayınları, İstanbul Köprülü, Dilek, “Halk Kütüphanelerinde Koleksiyon Seçimi”, Bilgi Dünyası 2006, 7(1):77- 88 Levin M. Aron, Levin P.Irwin, Heath Edward C. , “Movie Stars and Authors As Brand Names: Measuring Brand Equity In Experiential Products”, Advances in Consumer Research Volume 24, 1997 Pages 175-181 Lindstrom, Martin (2006), Duyular ve Marka, Optimist Yayınları, İstanbul Marx, Karl ve Engels Friedrich (2001), Sanat ve Edebiyat Üzerine, Birikim Yayınları, İstanbul Mucuk, İsmet, Pazarlama İlkeleri, Türkmen Kitabevi, 2007, İstanbul Önal, Mehmet (2011), Edebiyat ve İletişim, Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara 207 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Belma Canbay Özdem, Özkan (2012), Pegasus Yayınları Editörü, “Yayıncılar Ne Diyor?”, Notos Edebiyat Dergisi, Sayı: 34, S.53, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul Publishers Weekly, “Paranormal Romance, Branding and Promotion” 2010-Style, 24 May 2010, page: 22 Rampersad, K. Hubert (2009), Authentic Personal Branding, Information Age Publishing, INC., USA Rojek, Chris (2003), Şöhret, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Sartre, Jean Paul (2011), Edebiyat Nedir?, Can Sanat Yayınları, İstanbul Scott, David Meerman (2011), Gerçek-Zamanlı Pazarlama ve Halkla İlişkiler, Mediacat, İstanbul Shepherd, D. Ifan (2005), “From Cattle and Coke to Charlie: Meeting the Challenge of Self Marketing and Personal Branding”, Journal of Marketing, 21, 589-606 Silverman, George (2007), Ağızdan Ağıza Pazarlama WOMM’un 28 Sırrı, Mediacat, İstanbul Sivas Âlâ, “Popüler Roman Popüler Sinema İlişkisi Çerçevesinde Bir Uyarlama Örneği: Bridget Jones’un Günlüğü”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:4 Sayı:7 Bahar 2005/1 s.41-58 Şafak, Ahmet (2009), Şöhret Sanatı Öldürdü Cinayeti Ben Gördüm, Avrupa Yakası Yayınları, İstanbul Şahin, Özgegül (2007) “Marka Sadakatini Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi Ve Tüketiciler Üzerinde Bir Uygulama”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Y.Lisans Tezi, Adana Tek, Ömer Baybars (1990), Pazarlama ilkeler ve Uygulamalar, Enkare Bilgisayar Sistem Grafik, İzmir Tek, Ömer Baybars (2006), Pazarlamada Değer Yaratmak/Pazarlamada Değer Çağı Türkiye’de Değer Pazarlaması, Hayat Yayıncılık, İstanbul Tosun, Nurhan Babür (2010), İletişim Temelli Marka Yönetimi, Beta Basım A.Ş, İstanbul Türkeş, Ömer, “Edebiyat Alanında Otoritenin Yükselişi”, Birikim Aylık Sosyalist Kültür Dergisi, Kasım 1999, Sayı: 127, S.39-45, Birikim Yayıncılık, İstanbul (Derginin baskısının tükenmesi nedeniyle yazı yazardan temin edilmiştir.) Türkeş, Ömer, “Şık Vitrinler, Renkli Kapaklar, Yeni İçerikler”, Birikim Aylık Sosyalist Kültür Dergisi, Aralık 2001-Ocak 2002, Sayı: 152/153, Birikim Yayıncılık, İstanbul Yaman, Fikret (2012), “Toplumda Kişisel Marka Olmak: Türkiye’nin Kişisel Markaları”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, S. 182- 197. Sayı 40 /Bahar 2015 208 Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma Yıldız, Nuran (2013), Aşk Yüzyılı Bitti, Doğan Kitap, İstanbul Yıldızoğlu, Ergin (2007), 5. Sanattan 5.Kola: Orhan Pamuk, İthaki, İstanbul. Wernick, Andrew (1994), Promosyon Kültürü, Bilim ve Sanat Yayınları, İstanbul İnternet kaynakları: Egoistokur.com, http://egoistokur.com/gelecegin-paul-austeri-twitterdan-cikacak/ Erişim Tarihi: 05.04.2012 Habertürk.com, “İşte Elif Şafak’ın ‘erkek’ halleri”, 08.08.2011 http://www. haberturk.com/kultur-sanat/haber/656415-iste-elif-safakin-erkek-halleri-galeri , Erişim tarihi: 11.04.2012 Hürriyet, “Edebiyatta rekor Aşk 200 bin sattı”, 05.07.2009, http://www.hurriyet. com.tr/gundem/12006481.asp, Erişim tarihi: 11.04.2012 Hürriyet Pazar Keyif Eki, “Herkes Bilsin Çok Mutlu Çalıştım”, Çağlayan Çevik, 06.05.2012, S.10-11 Hürriyet Pazar Keyif Eki, “Twitter’da Edebiyat Böyle Oluyor”, 26.05.2013, S. 16 Hürriyet Kelebek gazete ilanı “Sevgili Hikaye ve Hayal Dostu”, 28.12.2011, S.11 Milliyet Cadde, 15.04.2013 , “Nazım Hikmet’i Meşhur Eden Dergi”, http://cadde. milliyet.com.tr/2013/04/15/HaberDetay/1693551/N%C3%A2zim_Hikmet_i_meshur_ eden_dergi , Erişim Tarihi: 31.07.2013 Radikal Gazetesi, http://www.radikal.com.tr/kitap/turkiyede_inanci_konusmak_ cok_zor_-924722, 06.03.2009, Efnan Atmaca, Radikal Gazetesi, Erişim Tarihi: 02.03.2012 http://www.elifsafak.com.tr/images/yazilanlar/2009/nisan09/radikal_nisan_09/ index.html , Radikal Gazetesi, 09.04.2009, Çiğdem Öztürk Vatan Gazetesi, Zülfü Livaneli “Kitap Sevmeyen Yayıncı”, 02.09.2012, S.5 209 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği The Change in the News Practices with the Industrial Football: Eskişehirspor Case Banu DAĞTAŞ, Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, [email protected] Mehmet Emir YILDIZ, Yüksek Lisans Öğrencisi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected] Anahtar Kelimeler: Endüstriyel Futbol, Spor Muhabirliği, Eskişehirspor, Türkiye Süper Ligi, Yerel Basın. Bu çalışmada, 2008 yılında Türkiye Süper Ligi’ne çıkan Eskişehirspor’la ilgili haber yapan spor muhabirlerinin, değişen haber pratikleri araştırılmıştır. Eskişehirspor’un Süper Lig’e çıkışı, endüstriyel futbolun dinamikleriyle birlikte kavramsallaştırılmış ve bu nedenle, endüstriyel futbolla ilgili literatür incelenmiştir. Çalışmanın amacı doğrultusunda; hem Eskişehirspor’un Süper Lig öncesi dönemindede, hem de Süper Lig sonrası döneminde muhabirlik yapan, altı gazeteciyle, yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşme yapılmıştır. Yapılan görüşmelerin doğrultusunda elde edilen veriler şu temalar altında toplanmıştır: Kulüple ilişkiler; mesleki koşullar (maddi-manevi koşullar, maç takibi koşulları, meslekiçi ilişkiler); haber içerikleri; haber kaynakları ve kulüp taraftarlığı. Kulüp taraftarlığı dışındaki tüm temalarla ilgili haber üretme pratiklerinin, Süper Lig öncesi ve Süper Lig sonrası dönemde önemli değişiklikler geçirdiği saptanmıştır. Keywords: Industrial Football, Sport Journalism, Eskişehirspor, Turkish Super League, Local Press. Öz Abstract In this study, the changing news practices of the sport journalists were anayzed together with the rise of Eskişehirspor to the Turkish Super League in 2008. Eskişehirspor’s playing at the Turkish Super League was accepted as the passing towards the industrial football and so the related literature was reviwed. Within the scope of the current study, the semi-structured depth-interview was made with the six sport journalists who had worked both before and after the rise of Eskişehirspor to the Turkish Super League. The data collected with the depth interviews were thematized like that: the relationships of journalists with club; the work conditions (the material and non-material conditions, the conditions of te matches, professional relations); the content of the news; the sources of the news and adherence of the journalists to te club. Except the the theme of the adherence of the journalists to the club; it is seen that there has been a drastic changes in the news practices of the journalists who have been worked both before and after the rise of Eskişehirspor to the Turkish Super League. Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği Giriş Günümüz futbol dünyasında, futbol kulüplerinin gelir kaynakları; bilet satışlarının yanı sıra sponsorlar, reklam gelirleri ve logolu kulüp ürünlerinin satışından elde edilen gelirlerdir. Futbol kulüplerinin gelirlerinin en önemli kaleminin televizyon yayın haklarından elde edilmesi, “futbolun ticarileşmesi” olarak tanımlanan sürecin sonucu gerçekleşmiştir. Akşar (2014b) artık, futbol kulüplerinin daha fazla kazanmak için, borçlanma dahil her türlü risk alan ekonomik işletmeler (eko-sport örgütler) halini aldıklarını öne sürmektedir. Akşar’a (2014b) göre aşırı parasallaşma, UEFA’nın da organizasyonel yapısını ticari ve endüstriyel bir karaktere büründürmüş ve UEFA’nın Avrupa ve dünya futbolu üzerinde bir hegemonya kurmasına olanak sağlamıştır. UEFA Avrupa’nın beş büyük ligi olan “İngiliz Premier Lig, Alman Bundesliga, İspanyol La Liga, İtalyan Serie-A, Fransız Lig 1’i merkeze alan sportif, iktisadi ve mali rekabet koşularını yeniden belirleyerek, Avrupa ve Dünya futbolunu sportif, iktisadi ve mali olarak domine etmeye başladı.” Türkiye’de de özel televizyon kanallarının kurulması ile başlayan bu süreç, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerinin ticarileşmesi ile sonuçlanmıştır. Büyük Anadolu kulüpleri olan Trabzonspor, Eskişehirspor ve Bursaspor gibi kulüpler de, üç büyük kulübün ardından ticarileşme sürecine girmişlerdir. Bu takımların da sponsorları, televizyon yayın hakları ve logolu ürün satışları mevcuttur. Ancak ticarileşme sürecinde “aslan payı” üç büyüklere aittir. Futbolun ticarileşmesi ve elde edilen kârlarlarla ilgili olarak, “Futbol A.Ş.” kitabının yazarı Authier (2002: 89) şöyle söylemektedir: “… Bu endüstrinin tek amacı azami verimliliktir. Bugün yeşil sahaların çimleri kaldırılsa, altından yeşil banknotlar çıkar, başka bir şey değil”. Futbolun ticarileşmesiyle birlikte, futbolun “taraftarı” da değişim geçirmiştir. Taraftarlar artık potansiyel “tüketiciler”dir. Futbolun ticarileşme süreciyle taraftara pazarlanan ve kulübün gelir kalemlerinden biri olan, kulüp logolu ve bazen markalı ürünler (formalar, atkılar, montlar, şapkalar vb.), “futbolda tüketim” olgusunu da beraberinde getirmektedir. Talimciler (2006), ticarileşen futbolda taraftarın tüketime özendirilmesinin, yıldız futbolcuların formalarının pazarlanması ile başladığını ve yeni bir eğilim olarak maçlara bu formalarla gidildiğini belirtir. Talimciler’e göre (2006: 187), artık “muteber olan taraftar tipi, kulübün markalı ürünlerini satın alıp, hayatının her alanında kullanabilen, takımın devamlı müşterisi konumunda olan bireylerden oluşmaktadır”. Futbolun ticarileşmesi ya da endüstriyel futbola geçiş, Türkiye’de futbolun ezici ağırlığı altındaki spor basınını da dönüştürmüştür. Spor basınında eski profesyonel futbolcuların hakimiyet kazanması; taraftar gazetecilik ve televizyonlarda artan futbol yorumculuğu bu değişimin görünen yüzüdür. Ancak, esas değişim, etik ilkelerde olmuş; haberin kaynağı olan kulüp yöneticisi, teknik personel ve futbolcular ile spor gazetecileri iç içe geçmişlerdir. Bunun yanı sıra haber üretim sürecinde asparagas haber yapma, haber konularının yönlendirilmesi, kulüp yazarlığı ve eksik enformasyon verme gibi eylemlerle, gazetecilik etik değerleri ihlal edilmiştir (Uzun, 2004: 4-14). Bu çalışmada da bu bağlamda, Türkiye Süper Lig’de oynayan Anadolu takımı Eskişehirspor’la ilgili haber yapan muhabirlerin haber üretim pratikleri araştırılmıştır. 211 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız Çalışmanın problemi, haber üretim pratiklerinin, Eskişehirspor’un ‘endüstriyelleşmesiyle’ birlikte nasıl etkilendiği, değiştiğidir. Bunu, analiz etmek için nitel çözümleme yöntemi benimsenmiştir ve yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşme tekniği kullanılmıştır. Eskişehir basınında çalışan altı spor muhabiri ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Seçilen muhabirler, Eskişehirspor Türkiye Süper Ligi’ne çıkmadan önce de spor muhabirliği yapan gazetecilerdir. Diğer bir deyişle görüşme yapılan muhabirle ilgili kriter, Eskişehirspor kulübünün endüstriyelleşme öncesi ve sonrası spor muhabirliği yapıyor olmalarıdır. Endüstriyel Futbol Olgusu Futbolda ticarileşme süreci, 1980’li yıllarda neo-liberal politikaların hayata geçirilmesine paralel olarak başlamıştır. Neo-liberal politikalarla birlikte önce medyanın ticarileşmesi hayata geçmiş, ardındn televizyon futbolu olgusu ortaya çıkmıştır. Neoliberal politikalar çerçevesinde, medya alanında uygulanan deregülasyon politikaları ile, televizyon futbolu çok kârlı hale gelmiştir. Bugün artık futbol kulüplerinin en önemli geliri, televizyon yayın haklarıdır. Günümüz futbolunda, bilet gelirlerinin toplam gelirler içindeki payı, Avrupa’da ve Türkiye’de yüzde 90’lardan, ortalama yüzde 25 seviyelerine inmiştir. Bugün artık ticarileşen futbolu anlatan “endüstriyel futbol” kavramı dört kesimle beraber düşünülmektedir: Kulüpler, federasyon, digital yayıncılar ve tüketici/taraftarlar (Authier, 2002: 88-89). 1980’lerde futbolun ticarileşmesini Talimciler (2006: 176) şöyle ifade etmektedir: “… 1980’ler futbolun/sporun oyunsal halinin ortadan kalkmaya başladığı dönem olacaktır. Futbolun metalaşma sürecinin hızlanması tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendini hissettirecek ve futbola yüklenen anlam ve değerler de değişime uğrayacaktır”. Sönmez (2010: 142) bu değişimi ve futbolda metalaşmayı şöyle tanımlar: “Stadyumlardan evlerin odalarına, öde ve izle sistemi ile TV’lere meta olan futbol, krizlerle bunalan kitlelerin deşarj kuyusu olamaya, ama bunu yaparken o kitlelerin daralmış bütçelerinden yine de paralar sızdırmayı başaracak bir endüstri” . Türkiye’de de 1980’li yıllarda pazar güçlerinin etkisi sonucu futbolda bir dönüşüm başlamış ve kulüp-oyuncu-taraftar ilişkileri artık daha fazla ekonomik olarak tanımlanmaya başlamıştır (Yarar, 2005: 211). Yarar’a (2005: 203) göre, devlet aslında tüm kültürel alanda pazar güçlerinin verimli bir şekilde çalışabilmesi için gerekli toplumsal ortamı yaratmıştır: “Bugün futbol sektörü insanları eğlendirmek yerine, bir kültür endüstrisi, bir eğlence işi olarak görülmektedir. Ve para futbol rekabetinin tam orta yerinde durmaktadır. Hükümet de, kurumsal ve yönetsel değişikliklerin hızlandırılması olarak işlev görür. Bu konudaki hayli liberal söylem de şöyledir: ‘devlet futbolu düzenlememeli, özel şahıslara bırakmalıdır’” (Yarar, 2005: 206). Futbolun Türkiye’de de ticarileşmesiyle birlikte kulüpler arasında iyi oyuncular için büyük bir rekabet başlamış ve transfer ücretleri çok fazla yükselmiştir. Futbolda ticarileşme, Türkiye’de de “televizyon futboluyla” birlikte gelişmiştir. Futbolun televizyondan izlenen bir kitle eğlencesi olmasıyla birlikte, yayın gelirleri ve futbolcu Sayı 40 /Bahar 2015 212 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği transferleri için ödenen yüksek ücretler ve kulüp logolu ürünlerin satışı başlamıştır. Arık (2010: 118) günümüz futbolunun, “televizyon şirketleri için seyirci toplamaları ve bu seyirciyi de reklam endüstrisine ‘pazarlayarak’ ‘paraya tahvil etmelerini’ sağlayan ‘eşsiz’ bir ‘araç’ görünümünde olduğunun” altını eleştirel bir bakış açısıyla çizer. Bu konuda Sönmez (2010: 71), “Türkiye’de futbol pazarının medyaya etkisini anlamak için Türkiye Süper Ligi’nin 18 takımının piyasa değerinin 630 milyon avro olduğunu anımsatmak yeterlidir” demektedir. Bu değeriyle, Türkiye Süper Ligi Avrupa’nın 7. büyük ligi sıralamasındadır. Televizyonun endüstriyel futbolun gelişmesindeki rolünü Akşar (2010a: 108-109) şöyle ifade etmektedir: Günümüzde futbolu milyonların sevgilisi haline getiren ve onu endüstriyel gelişim aşamasına taşıyarak daha da küreselleştiren iki önemli araç bulunuyor. Bunlardan ilki televizyonlar, ikincisi ise uydu üzerinden yayın yapan platformlardır. Televizyonun endüstriyel futbolun emrine verdiği naklen yayınlar ve dijital olanaklar, aynı zamanda futbol endüstrisinin en üst noktada kendisini üretmesine olanak sağlayarak yeni futbol ekonomisinin de doğumuna neden oldu… Naklen yayınlar ve dijital platformlar, bir yerden futbol ekonomisinde, sermaye birikiminin en temel dinamiklerinden biri haline gelirken, diğere yandan da futbol kulüplerinin en önemli gelir kaynaklarından biri olmayı sürdürüyor. Talimciler’ e (2006: 176) göre, futbolun metalaşması beraberinde futbol seyircisinin de bir “müşteri” gibi algılanmasını getirmiş ve müşteriye yönelik birtakım tüketim konseptlerinin oluşturulmasına neden olmuştur. Taraftarlara yönelik markalı ürünlerin pazarlanma süreci hızlanmış, markalı ürünlerin satışından kulüpler önemli gelirler elde etmişlerdir. “Futbol A.Ş.” kitabının yazarı Authier (2002: 88-89), futbolda ticarileşme ve profesyonelleşmeyle birlikte artık taraftarın, “kulübüne ait markalı ürünleri satın alan, maçları seyretmek için yüksek bilet maliyetlerini karşılayan ve takımının renklerini taşıyan resmi ürünleri hayatının her alanında kullanmaya başlayan müşteriler” haline geldiğini söylemektedir. Authier’e (2002: 88-89) göre profesyonelleşme, küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkmış ve profesyonelleşmeyle birlikte, “taraftarlar oyunun özünden kopartılarak tüketim boyutuna indirgenmişler ve birer müşteriye dönüşmeye başlamışlardır”. Authier’e (2002: 88-89) göre, yine profesyonelleşmenin etkisiyle, oyuncular alınıp-satılan bir meta haline gelmişlerdir. Bilindiği gibi futbolda ticarileşme ve profesyonelleşmenin dünyadaki en başarılı örneği İngiltere’nin Manchester United takımı ve en çok para kazanan metalaşmış futbolcu da David Beckham’dır. Endüstriyel Futbol Düzenlemeleri Endüstriyel futbol tanımını yapan araştırmacıların önemli bir kısmı (Akşar, 2005; 2010a; Arık, 2010; Authier, 2002; Gökalp, 2005; Kozanoğlu, 2008; Poli, 2010; Sönmez, 2010; Talimciler, 2001; 2006), futbolun ticarileşmesini 1980’lerle başlatmakla birlikte; futbolun endüstrileşmesini 1995’te Avrupa Adalet Divanı’nda alınan “Bosman Kararları”na bağlarlar. Çünkü, Bosman Kararları’yla birlikte Avrupa’da futbolcuların 213 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız serbest dolaşım hakkı doğmuştur. Bu tarihten sonra, bir takımda yer alacak olan Avrupa Birliği (AB) vatandaşı oyuncu sayısında kısıtlama kalkmıştır. Bu karar, bütün kulüplerde Avrupalı oyuncu transferini hızlandırmıştır (Boniface, 2007: 39). Bu bağlamda, 2000 yılında 6.6 milyar euro olan Avrupa futbolunun değeri, yüzde 171’lik artışla, 2012 yılında 17.9 milyar euro olmuştur (Akşar, 2014b). Futbolda ticarileşme sürecini hızlandıran Bosman Kararları özetle şunlardır: • AB vatandaşı futbolcuların, kontratlarının bitiminin ardından bonservis gibi kısıtlamalarla transferlerinin engellenmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığı. • AB vatandaşı futbolcuların milliyetlerine dayalı herhangi bir kısıtlamanın (en fazla 5 oyuncu oynatma kuralı) milli takımlar dışında yapılmasının yasadışı olduğu. Akşar (2005: 15), Bosman Kararları’nın aslında, Avrupa futbolunda “hareketli ve takas edilebilir oyuncu aristokrasisinin” oluşumuna neden olduğunu düşünmektedir. Akşar, bu kararla hareketli ve milyon dolarlara sahip, tam da yeni futbol ekonomisinin çehresine uygun, seyyar ve dolar bazında çok zenginleşmiş futbolcuların yaratıldığını söylemektedir. Sonuç olarak, Bosman Kararları’yla birlikte çok sayıda futbolcunun serbest dolaşımı gerçekleşmiş ve bu dolaşım da futbolda ticarileşme olgusunu hızlandırmıştır. 2014 yılı itibarıyla bonservis değerleri üstünden Avrupa liglerinin değerleri şöyledir: Premier Lig İngiltere- 3760 milyar euro; La Liga İspanya- 2820 milyar euro; Serie A İtalya- 2421 milyar euro; 1. Bundesliga Almanya-2420 milyar euro; Ligue 1 Fransa 1440 milyar euro. Avrupa ligleri sıralamasında 7. sırada olan Türkiye Süper Ligi’nin değeri 952 milyon euro ve 13. sırada olan Romanya Lig 1’in değeri ise 251 milyon euro’dur (Akşar, 2014e). (Bkz Ek-1, Tablo 5). Rakamlardan da anlaşılacağı gibi, Avrupa’da futbol liglerinin bonservisler üstünden hem değerleri çok yüksektir, hem de birinci sıradaki ligle, son sıradaki lig arasındaki makas çok açıktır. Zaten finansal açıdan dünyanın en değerli futbol kulüpleri, bu beş büyük Avrupa ligindendir. “Forbes tarafından kulüplerin finansal rasyoları, gelirleri, taraftar tabanları gibi değerler baz alınarak yapılan araştırmaya göre, dünyanın en değerli kulübü olarak 3.5 milyar dolarlık piyasa değeriyle Real Madrid’i görüyoruz” (Akşar 2014f). 2014 itibarıyla, dünyadaki en değerli futbol kulüpleri ve piyasa değerleri için bkz. Ek-1, Tablo 6. Poli (2010: 497), Bosman Kararları’nın ardından Avrupa liglerinde, Latin Amerika ve Afrika kökenli futbolcu sayısının oranının yıllar içinde arttığına da işaret etmektedir. Aşağıdaki tabloda 1990’lı yıllarla 2000’li yıllarda, Avrupa liglerinde oynayan futbolcuların kökenlerine göre dağılımına yer verilmiştir. Yıllar Batı Avrupa Doğu Avrupa Latin Amerika Afrika Diğer 1995-1996 39,1 29,4 16,6 10,6 4,3 2005-2006 35,4 14,8 28,6 16,2 5,0 Tablo 1: Avrupa liglerine dışarıdan gelen futbolcuların 1995-1996 ve 20005-2006 sezonundaki oranları (Kaynak: Poli, 2010: 497). Tablo 1’de görüldüğü gibi, Avrupa liglerinde oynayan futbolculardan, Latin Amerika ve Afrika kökenli futbolcuların oranında artış olduğu ve Doğu Avrupa kökenli Sayı 40 /Bahar 2015 214 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği futbolcuların oranında ise düşüş olduğu gözlenmektedir. Latin Amerika kökenli futbolcular en çok İspanya, ardından İtalya ve Fransa’da; Afrika kökenli futbolcular da en çok Fransa’da oynamaktadır. Endüstriyel Futbol ve Televizyon Yayınları Futbolun geniş kitlelere ulaşması, futbol karşılaşmalarının özel televizyon kanallarından yayınlanması ile gerçekleşmiştir. Futbol eğlence sanayinin bir dalı haline gelmiştir ve bunun için de iyi gösteriler sunmak durumundadır (Talimciler, 2001: 273). Futbol karşılaşmalarının özel televizyon kanallarından yayınlanması ise, bu televizyon kanallarına büyük reklam gelirleri sağlamıştır. Televizyonda yayınlanan karşılaşmaların büyük reklam geliri getirmesi, doğal olarak kulüpler için de büyük gelir oluşturmaya başladı. Bugün artık büyük futbol kulüplerinin esas gelirini televizyon yayınlarından elde edilen gelirler oluşturmaktadır. Avrupa’da büyük kulüplerin ortalama televizyon yayın gelirleri yüzde 46, sponsor gelirleri yüzde 20, maç gelirleri yüzde 21, logolu ürün satış gelirleri ise yüzde 14’dür. 2010-11 sezonu itibariyle Akşar’ın (2010: 54) Türkiye’de futbol gelirleriyle ilgili verdiği rakamlar ise aşağıda Tablo 2’deki gibidir: Tutar (Milyon Euro) Toplam Gelir İçindeki Pay (%) 44,35 TV. Yayın Hakları 360 Süper Lig İsim Hakkı Satışı 14 1,79 Tribün Gelirleri 85 10,47 Sponsor Gelirleri 75 9,24 Saha İçi Reklam Pastası 60 7,39 Ziraat Türkiye Kupası İsim Hakkı Satışı 34 4,21 Milli Maç Yayın Hakları Satışı 28 3,00 İddia Gelirleri 95 11,70 Diğer gelirler 60 7,39 TOPLAM (Milyon Euro) 812 100,00 Tablo 2: 2010-11 Sezonu Türkiye’de Futbol Gelirleri (Kaynak: Akşar, 2010a: 54). Sönmez’e göre (2010: 142), futbol karşılaşmalarının yayın gelirlerinin lig takımları için bir havuzda toplanıp, her kulübün büyüklüğüne göre dağıtılmasıyla birlikte, kulüpler arası eşitsizlik ve kutuplaşma görece frenlenmiş ve böylece, İstanbul dışında da futbol pazarının yaşamasının ve bu endüstrinin yatay- dikey gelişmesinin önü açılmıştır. Ancak, Akşar (2010b), büyük kulüplerin uzun vadeli sponsorluk anlaşmaları, logolu ürün satışının artışı, statların yenilenmesinin getirdiği maç geliri artışı nedenleriyle aradaki farkın yine 215 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız açıldığını belirtmektedir. Akşar (2014d), televizyonun futbol üstündeki etkisinin artmasıyla sağlanan parasal artışın, futbolda bazı şeylerin tersine gitmesine neden olduğunun altını çizer. Bunlar bilet fiyatlarının artması, transfer fiyatlarının yükselmesi ve yayın platformlarının stratejik önceliklerinin futbola yön vermesidir. Yine televizyon futboluyla birlikte, Türk futbolunun toplam geliri 2000-2013 yılları arasında 3.5 kat artmış, ancak aynı başarı sportif performans olarak yakalanamamıştır (Akşar, 2014a). 2008 yılında Türkiye Süper Ligi’ne yükselen Eskişehirspor da, hızla endüstriyel futbolun özelliklerini göstermeye başlamıştır. Endüstriyel futbolun ruhuna uygun olarak, Eskişehirspor’un TV. yayın gelirlerinin, yüzde 50 oranı ile en büyük gelir kaynağı olduğu görülmektedir. Ardından eşit oranlarda, yüzde 10 ile 15 civarı maç gelirlerini ve yönetim kurulu üyelerinin vecibeleri gelmektedir. Eskişehirspor’un reklam ve sponsor gelirleri yine eşit oranlarda yüzde 10 düzeyindedir. Yüzde 1 ile en düşük gelir kalemi ise, kulüp logolu ticari ürünlerin satışından elde edilen gelirlerdir. Gelir Kaynağı Medya Maç Hasılatı Oranı % 50 10-14 Sponsor 10 Kulüp Logolu Ticari Ürün Satışı 1 Reklam 10 Yönetim Kurulu Üyelerinin Vecibeleri 10-15 Tablo 3: Eskişehirspor Kulübü’nün 2010-11 Sezonu Gelir Yüzdeleri (Kaynak: Eskişehirspor İktisadi İşletmeler Sorumlusu Mustafa Akgören’le Yapılan Görüşme). Çalışmanın bundan sonraki kısmında, Eskişehirspor’un endüstriyelleşmesiyle birlikte, spor muhabirlerinin haber üretme pratiklerinin nasıl bir değişim gösterdiği araştırılmıştır. Bunun için altı spor muhabiriyle yarı-yapılandırılmış, derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Süper Lig’le Birlikte Eskişehir’de Spor Muhabirlerinin Değişen Haber Üretim Pratikleri Eskişehirspor kurulduğu yıl olan 1965 yılında bir üst lige, ve ertesi yıl ise dönemin birinci ligi olan Türkiye Milli Ligi’ne yükselmiş ve 1980’lerin başına kadar büyük Sayı 40 /Bahar 2015 216 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği başarılar elde etmiştir. 1980’lerle birlikte uzun süren bir başarısızlık döneminin ardından 1995-96 sezonunda tekrar birinci lige yükselmiş, ancak aynı yılın sonunda tekrar ikinci lige geri dönmüştür. 2008 yılında çıktığı Türkiye Süper Ligi’nde de kısa sürede başarılı bir grafik izlemiştir. Mustafa Sönmez’in (2010: 145) hesapladığı ve Eskişehirspor İktisadi İşletmeler Sorumlusu Mustafa Akgören’in de (2011), ( + / - 10) ile katıldığı Süper Toto 1. Lig takım endeksi değerlerine göre, 18 takım içerisinde 8. sırada yerini almıştır. Eskişehirspor’un, endüstriyel futbola geçişin en önemli göstergesi olan Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte, Eskişehir’de çalışan ve Eskişehirspor’u takip eden spor muhabirlerinin haber üretim pratiklerinde ne gibi değişimlerin olduğunun sorgulanması bu çalışmanın sorunsalını oluşturmaktadır. Bu amaçla, hem Eskişehirspor Süper Lig’e çıkmadan önce, hem de çıktıktan sonra aktif olarak spor muhabirliği yapan gazetecilerle, yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Aktif olarak muhabirlik yapan altı gazeteci ile görüşülmüş ve deşifre edilen görüşme içeriği temalara ayrılmıştır. Oluşturulan tema başlıkları şu şekildedir: Kulüple İlişkiler; Mesleki Koşullar a. Maddi ve Manevi Tatmin, b. Maç Takibi Koşulları, c. Meslekiçi İlişkiler; Haber İçerikleri; Haber Kaynakları; Kulüp taraftarlığı. Kulüple İlişkiler Eskişehirspor’u haberleştiren spor muhabirleri, kulüple olan ilişkilerini Süper Lig öncesi “informel”; Süper Lig sonrası ise “formel” olarak tanımlamaktadır. Bu duruma yol açan en önemli sebep olarak da, kulübün Süper Lig öncesi maddi olarak güçsüz olması ve kulübe yönetici bulmakta zorlanılmasını göstermişlerdir. Görüşme yapılan muhabirlere göre Süper Lig sonrası kulübün maddi olanakları çok artmıştır ve bundan dolayı yönetici bulmakta zorlanılmamaktadır. Spor muhabirleri böylelikle kendilerinde kulübü eleştirebilme ve mesafeli olabilme gücünü bulabildiklerini ifade etmişlerdir: Kulüp yoklukla mücadele ettiği dönemde bıçak sırtında görev yapıyorduk. Serbest yazı yazamıyorsun, eleştirilerine dikkat etmek zorundasın çünkü o insanları küstürdüğün zaman bu kulübün anahtarı mutlaka belediyeye gidecek… 6 yıldır Süper Lig’deyiz. İstediğimiz gibi yazı yazabiliyoruz. Tarafsız yazı yazabiliyoruz. Yöneticinin yanlışını, doğrusunu yazabiliyoruz… Yeri geldi mi “Yönetim istifa” diyecek gücün var artık. Çünkü alternatif var. Daha iyi yönetebilecek alternatif insanlar var. Bu sefer medya özgür. Medya rahat rahat eleştirebiliyor. Süper Ligin özelliği bu… Geçtiğimiz yıl desteklediğimiz yönetimi bu yıl eleştirebiliyoruz. Önemli olan nokta bu (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 6 Kasım 2014). ES TV. Genel Yayın Yönetmeni Soner Yüksel, Süper Lig öncesi ve sonrası spor muhabirlerinin Eskişehir Kulübü ile olan ilişkilerini “profesyonelleşme-markalaşma” olgusu ile açıklamaktadır: Bank Asya ve 2. Lig dönemlerinde yönetim ve yöneticiler de profesyonel değildi. Açıkçası futbol da profesyonel değildi. Giyim kuşamından tut da, spor malzemesine, sağlık birimine kadar herşeyin profesyonel olması gerekiyor. Kullanılan otobüslere kadar herşey çok amatördü. Yöneticiler de amatördü… Şimdi herşey çok daha Eskişehirspor’un marka değerine yakışır bir halde ilerliyor. Kulüp giderek daha kurumsal bir yapıya kavuşuyor. Bizim yöneticilerle mesafemiz netleşti, diyaloglarımız daha resmi bir kimlik kazandı. Bir standart tutturuldu. Bütün meslektaşlarımız standart bilgileri alabiliyor. Standartın dışında yakın ilişkileri kullanarak bunun çok daha fazlasını elde edebilen kişi sayısı azaldı. Eskiden 217 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız bu durum neredeyse haber almanın tek yoluydu. Hangi yöneticiyle aranız iyiyse onun söyledikleriyle bir şeyler yazıp çizebiliyorduk. Her yöneticinin kendince hedefleri olduğunu, içerideki olup biteni kendince yorumladığını kavrayamıyorduk. Bu durum aynı anda üç dört farklı Eskişehirspor’un ortaya çıkmasına neden oluyordu (S. Yüksel ile kişisel iletişim, 21 Kasım 2014). DHA spor muhabiri Soner Uçak da, muhabirlerin kulüple olan formel-informel ilişkilerini şöyle tanımlamaktadır: Bank Asya liginde mücadele ederken yönetimle daha içli dışlı olabiliyorsun çünkü daha basit, daha kültürel bir ilişki oluyor. Sistematik değil de daha ikili ilişkilerin olduğu bir yerdir Bank Asya. Sen basın olarak yönetimin moral ve motivasyon kaynağısın. Çünkü, zor bir iş yapılıyor… Süper Lig’de hem yönetimle hem de futbolcularla mesafeyi korumak daha önemlidir çünkü burada tiplerde önemli değişikler vardır artık. Süper Lig’de futbolcu İstanbul odaklı düşünür. Sezon sonunda bütün futbolcular İstanbul takımlarına gidiyormuş izlenimi yaratmak isterler. Bu anlamda, bizi de kullanmak isteyebilirler (S. Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014). Porsuk Express Spor Müdürü Sinan Turhan da, spor muhabirlerinin kulüple olan ilişkilerini hem kulüp yöneticileri, hem de futbolcular açısından şöyle değerlendirmektedir: Dolayısıyla o dönemde (Süper Lig öncesi) ilişkilerimiz hem daha yakın hem daha birlik beraberlik içindeydi. Yöneticilerin zorlukları aşması için motive etmemiz gerekiyordu. Bu zorluğun içinde eleştirmemiz zaten zor olan koşulları daha da zorlaştırırdı… İkinci Lig ve Bank Asya’da futbolcular basına daha sıcak bakıyorlardı. İlişkileri daha iyiydi. Çünkü hiçbiri tanınmıyor, meşhur değil. Böyle olunca gazetede yer almak onlar için güzel bir durum oluyor. Ama Süper Lig’te yıldız isimler var. Onlar yerel basını umursamıyorlar. İhtiyaçları yok bunların. Onların derdi yaygın basında yer almak (S. Turhan ile kişisel iletişim, 21 Kasım 2014). Mesleki Koşullar Maddi ve Manevi Tatmin Görüşme yapılan spor muhabirlerinin ortak görüşü; Eskişehirspor’un Süper Lig’e çıkmasıyla birlikte manevi tatminlerinin arttığı, ancak maddi açıdan, kadro artırımı dışında bir maaş iyileştirmesinin olmadığı yönünde. Görüşme yapılan spor muhabirlerinin büyük çoğunluğu, Süper Lig’le birlikte “yaptığımız iş önemli hale geldi” diyebilmektedir: Süper Lig’in basına yansıyan şöyle bir yönü olmadı: Daha çok imkan daha çok maddi kaynaklar vs... Böyle bir şey olmadı. Bu anlamda pek bir şey değişmedi. Tabi ki Bank Asya’daki koşullarla Süper Lig’de iş yapamazsın ama en asgari artış yapıldı. Bize yansıyan kısmı yazdığımız şeyin yaptığımız işin daha önemli hale gelmesi oldu. Bunun dışında ekonomik anlamda olumlu bir yansıması olduğu söylenemez (S.Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014). Süper Lig’e çıktığımız gün spor muhabiri arkadaşlarımızın gözlerinden yaş geldi. Futbolcularla sarmaş dolaş kutladık şampiyonluğumuzu. Çünkü biz de terfi ediyoruz. O zaman diyordum ki ben artık 2. Lig muhabiri değilim (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 15 Kasım 2014 ). Sayı 40 /Bahar 2015 218 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği ES TV Genel Yayın Yönetmeni Soner Yüksel (S. Yüksel ile kişisel iletişim, 21 Kasım 2014) de, yaptıkları işin kalitesinin Süper Lig’le birlikte arttığını şöyle ifade etmektedir: “Takım üçüncü ligteyse, çıkarttığımız iş üçüncü sınıf bir iş oluyor. Takım Süper Lig’teyse çıkartılan iş de süper olması gerekiyor. Koşullar, rekabet, ilgi, marka değeri, endüstriyel tarafı hepsi takımın o bulunduğu noktayla ilgili. Medya da bundan direkt olarak etkileniyor”. Anadolu Gazetesi spor muhabiri Ahmet Deniz Canoruç (A. D. Canoruç ile kişisel iletişim, 6 Kasım 2014) ise, Süper Lig’le birlikte spor servislerindeki kadro artışını şu cümlelerle ifade etmektedir: “Süper Lig’te olmamız sayesinde gazetelerin spor servislerinde kadrolar artırıldı. Alt liglerde bir kişiyle idare ediliyordu ancak, spor servisleri şimdi en az iki kişiden oluşuyor. Bu bile yeterli bir dönüşüm bence”. Porsuk Express Spor Müdürü Sinan Turhan (S. Turhan ile kişisel görüşme, 18 Kasım 2014) da, Süper Lig’in manevi tatminin yanısıra, maddi tatmin getirmediğini şöyle ifade eder: “Süper Lig’te olmanın böyle manevi bir tatmini var ancak maddi anlamda pek bir yansıması olmadı. Maaşlar iyileşmedi, kadrolarda çok küçük değişiklikler oldu”. Maç Takibi Görüşme yapılan spor muhabirleri, Süper Lig öncesi maç takibi koşullarının çok kötü olduğunu ve çok kısıtlı koşullarda çalıştıklarını ve Süper Lig’le birlikte bu koşulların olumlu anlamda değiştiğini vurgulamaktadır. Spor muhabirleri Süper Lig öncesi maç takibiyle ilgili olumsuz koşulları şu başlıklarla ifade etmişlerdir: Kötü stadyumlar, ulaşım zorluğu, konaklama yapmadan maç takibi, güvenlik sorunu ve haber geçerken sahip oldukları maddi imkansızlıklar. Spor muhabirlerinin Süper Lig öncesi maç takibiyle ilgili yaşadıkları zorlukları, Murat Dağtekin ve Ali İhsan Sarıçoban şöyle ifade etmektedir: Gittiğimiz kasabalarda sahaları bulamazdık. Hadi bulduk, fotoğraf çekersin fotoğrafı göndermek problem. O dönemler gerçekten zor dönemler. Takım alt liglerde mücadele ederken bir gece önceden yola çıkıyorduk, maçı çekip gece yine Eskişehir’e dönerdik. Konaklama imkanı olmuyordu. Yerel gazetenin gücü ortada. Otobüslerle giderdik. İki gece yolculuk yapardık tekrar sabah ben daha evime gitmeden gazeteye gelirdim, haberlerimi yapardım evime öyle giderdim (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 15 Kasım 2014). …Stadyum arıyoruz. Dediler ki, ‘Ne stadyumu burda top sahası var. O da Hasan Ağa’nın üzüm bahçesinin yanında’. Gittik bulduk. Toprak saha, portatif bir tribün. Sobalı bir odayı soyunma odası haline getirmişler. Bu şartlar altında gazetecilik yapmaya çalışıyorduk. Gece binmişim otobüse Malatya’ya gitmişim maçı çekip konaklamadan Eskişehir’e dönmüşüm. Döner dönmez gazeteye gidip sayfalarca haber yazmışım. Çok zor şartlarda görev yapıyorduk, yeri geliyordu can güvenliğimiz dahi sağlanamıyordu (A. İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014). Spor muhabirlerinin büyük çoğunluğu Süper Lig’le birlikte maç takibi koşullarının düzeldiğini belirtmekle birlikte; artık akreditasyon sorunuyla karşılaştıklarını ve yurtdışı maçları yerinde takip edemediklerini ifade etmektedir. DHA Eskişehir Bürosu Spor Muhabiri Soner Uçak, Eskişehirspor’un Süper Lig’e çıkmasına rağmen, yerel spor muhabirlerinin maç takibi konusunda yaşadıkları bazı sıkıntıları şöyle aktamıştır: … Ancak biz bazı koşullarımız açısından hala Bank Asya’dayız. Hangi yerel gazetecinin Avusturya kampına katılma imkanı var, hangi yerel gazete bunu sağlayabilir. Orada bir sorun 219 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız yaşandığında kulüp onu sitesine koymaz. Bizim de, haberimizin olması çok zor… Yerel gazetelerin hemen hiçbirinde gece maçını kurtaracak bir objektif yok. Süper Ligde önemli maçlar çoğunlukla gece oynanır. Kaç tane gazete muhabirine laptop verip internet verir de haberini oradan geç der (S. Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014). Meslekiçi İlişkiler Görüşme yapılan spor muhabirleri, Süper Lig öncesi meslekiçi ilişkilerinin “dayanışmaya” dayalı; Süper Lig sonrası ise, “rekabete” dayalı olduğunun altını çizmektedirler: “Şimdi medya arasında da rekabet var. O zamanlar bir dayanışma vardı. Çünkü niye? Takımın ikinci ligde. Hep böyle olumlu, destek... Ama şimdi rekabet var. Haber atlatma savaşı var, süper ligdesin artık okuyucuya daha iyi haber vermen gerekiyor. Farkını göstermek zorundasın” (M. Dağtekin, ile kişisel iletişim, 15 Kasım 2014). Murat Dağtekin’in de belirttiği gibi, spor muhabirlerinin arasındaki rekabetin temel nedeni, “haber atlatma” olarak gösterilmektedir. ES TV Genel Yayın Yönetmeni Soner Yüksel, bu durumu, muhabirlerin İstanbul basınına geçme isteği ile ilişkilendirmektedir: 10 sene önce Eskişehirspor’u takip eden gazeteciler birbirleriyle çok daha yakın ve samimi ilişkiler içindeydi. Şimdi aynı birlik ve beraberlik duygusu yok. Aksine birbirine üstünlük kurma, ezme ruhu çok daha ön plana çıkmış. Çünkü, ortada bir pasta var. O zaman yoktu. Şimdi yerel gazetecilerin büyük bir kısmı gözünü İstanbul basınına dikmiş durumda. İstanbul basınına sıçrayabilmek adına ön plana çıkmaya gayret ediyor. Bu da, rekabeti kızıştıran etkenlerden biri (S. Yüksel ile kişisel iletişim, 21 Kasım 2014). Sakarya Gazetesi Spor Muhabiri Ali İhsan Sarıçoban da, bu rekabetin nedenini, maaşların düşük olması nedeniyle, “prestij kazanmak” olduğunu düşünmektedir: Mesleki erozyon büyüdü. Süper Lig atmosferinin bunda payı büyük. Pasta büyük. Maaşlar düşük. Böyle olunca tatmin için prestij arzusu arttı. Yıldız futbolculara yakın durma isteği, teknik direktörle fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaşmak ve oradan prim yapmak gibi dertler var. Meslekte büyük bir yozlaşma var. Had safhada bir kıskançlık var (A. İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014). Haber İçerikleri Görüşme yapılan muhabirler Süper Lig öncesi Eskişehirspor’la ilgili olarak, takım için negatiflik oluşturabilecek bazı haberleri yapmadıklarını, tolere ettiklerini; ancak Süper Lig’le birlikte, futbolcuların özel yaşamları da dahil olmak üzere herşeyi haberleştirebildiklerini ifade etmişlerdir: Artık Süper Ligde takımla ilgili her şey haber olabiliyor. Futbolcunun attığı adımların bile haber değeri taşıdığı durumlar olabilir. Eskiden biz futbolcuyu gece kulübünde görürdük, ‘Aman, biz görmedik. Haber yapmayalım da taraftar kızmasın. Futbolcu bize lazım’ derdik. Ama şimdi yok. Belli bir saatten sonra kampın varsa kampta olacaksın, yaşantına dikkat edeceksin (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 15 Kasım 2014). Görüşme yapılan muhabirler, Süper Lig’le birlikte bir numaralı haber içeriklerinin “transfer haberleri” olduğunu belirtmişlerdir: Sayı 40 /Bahar 2015 220 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği Süper Lig döneminde bir numaralı haber türümüz transfler haberleri oluyor. Transfer sezonu kapanınca da maçlara odaklanıyoruz. Maçtan önce ve sonraki günlerde öncelik tamamen karşılaşma içine dair haberlerde oluyor. Diğer günlerde ise, antremanlar ve sakatlıklar gibi takımın durumu hakkında bilgi veren haber türleri ağırlık kazanıyor. Bazen futbolcuların özel yaşamlarını da mercek altına alabiliyoruz (A. D. Canoruç ile kişisel iletişim, 6 Kasım2014). Transfer haberleri alt liglerde pek fazla önemli değildi. Çünkü, gelebilecek oyuncu kalitesi belli. Yıldız isimlerin gelme şansı yok. Bu yüzden ilgi çekmesi de mümkün değildi. Bugün, Eskişehirspor’da oynayabilecek futbolcular dediğinizde Ronaldinho da gelebilir. Bu uzak bi ihtimal değil. Böylesi bir durumda, tabi ki transfer haberleri ilgiyle takip ediliyor ve önem kazanıyor. Şimdi Süper Lig’deyiz. Borussia Dortmund, Manchester United gibi takımlardan oyuncu transfer edebiliyoruz. Böyle isimler gündeme geliyor ve yadırganmıyor da. Çünkü takımın böyle bir ekonomik gücü var artık (S. Yüksel, ile kişisel iletişim, 21 Kasım 2014). Görüşme yapılan muhabirler, birinci sırada yer alan transfer haberlerinden sonra, ikinci sırada maç haberlerinin yoğunlukta olduğunu ve ardından da sırasıyla antremansakatlık haberlerinin ve futbolcuların özel yaşamlarının haber konusu olduğu ifade etmektedirler. Porsuk Expres Spor Müdürü Sinan Turhan, futbolcuların özel yaşamlarına ilişkin “magazin haberlerinin”, Süper Lig’le birklikte nasıl arttığını ise şu şekilde ifade etmektedir: Taraftarlar, magazinsel haberlere de ilgi gösterir. Süper Lig’e çıkmamızla birlikte magazinsel haberleri yapmak çok daha kolaylaştı ve daha ilgi çekici hale geldi. Alt liglerde bu tip haberler ilgi çekmiyordu. Çünkü, yıldız isimler yoktu takımda. Yıldız isimler, pahalı transferler magazinsel haberlerin ilgi görmesini sağlıyordu. Örneğin, takımda yıldız bir isim varsa, O’nun özel hayatında ne yaptığı, kişiliği de artık merak konusu olmaya başlıyor (S. Turhan ile kişisel iletişim, 18 Kasım 2014). Sinan Turhan, Süper Lig’le birlikte “kongre haberlerinin” de de önemli bir haber içeriği haline geldiğini belirtmektedir: Kongre haberleri de Süper Lig’le birlikte önemli hale gelen haber türlerinden. Alt liglerde yönetim için bir rekabet ve çekişme yaşanmadığı için daha doğrusu kimse yönetime talip olmadığı için kongre hakkında haberlerin önemi azalıyor. Tek aday olduğunda tartışması da olmuyor. Ancak, geçtiğimiz kongrede iki aday yarıştı ve ikisinin arasındaki rekabet haberlere olan ilgiyi patlattı (S. Turhan ile kişisel iletişim, 18 Kasım 2014). Haber Kaynakları Görüşme yapılan spor muhabirleri, Süper Lig öncesi haber kaynaklarının daha çeşitli olduğunu; ancak, Süper Lig döneminde Eskişehirspor’un kurumsallaşmasıyla birlikte, haber kaynağının tek yönlü basın açıklamaları ve kulübün kendi internet sitesi olduğunu vurgulamışlardır: Şimdi takım kampta Avusturya’da bütün spor muhabirleri ise Eskişehir’de. Kampla ilgili fotoğraf ve haberleri, kulübün resmi internet sayfasından alıyoruz. O site de Süper Lige 221 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız çıkışla birlikte kuruldu. Bilgi akışı daha tek kanallı ve kurumsal hale geldi denilebilir. Artık direkt kulübün yaz dediğini yazıyorsun bir yerde (S. Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014). Eskişehirspor’un Süper Lig’e çıkmasıyla birlikte, haber kaynaklarındaki bir diğer önemli değişim ise, “ajans haberlerinin” artması olarak gösterilmektedir: Süper Lig muhabirliği daha kolay. Herşey emrinizde. Ayrıca ajanslar Süper Lig takımları için bolca haber geçiyor. Bu, spor muhabirlerini tembelleştirdi. “Nasıl olsa ajans atar” düşüncesi yerleşti. Renklilik ve çeşitlilik kayboldu. Önceden herkes kendince farklı bir bakış açısıyla konuya eğilir, içerik anlamında farklı birşeyler koymaya çalışırdı. Şimdi nasıl olsa İHA atar, DHA atar diye düşünüyoruz. Hatta bırakın onu artık, direk kulübün internet sitesinden haber alıyoruz. Kaynak çeşitliliğimiz daraldı, resmileşti ve renklilik kayboldu (A. İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014). Ali İhsan Sarıçoban ve Soner Uçak, meslekten olmayan ve sayıları birden Süper Lig’le artan ‘futbol yazarlarının’, temel haber kaynağı olan kulüple ilişkilerinin sorunlu olduğunu ve “menfaat ilişkileri” çerçevesinde yazı yazdıklarını ifade etmektedirler: Eskişehirspor süper lige çıktıktan sonra spor muhabirliği alanı dışından bir çok yeni köşe yazarı türedi. Bu insanlar, Eskişehirspor’u tanımaz ama onunla ilgili köşe yazarlar. Takımdan 4 kişinin adını sayamazlar ama yorum yaparlar. Çünkü prestiji artır. Yöneticilere yakın durmak onlarla ilişki kurmak isteyen bunu bir menfaat olarak gören bir kesim de ortaya çıktı. Bank Asya’da böyle bir durum yoktu (S. Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014). Spor muhabirliğine hevesi olmayan insanlar oturuyor çok kolay yazı yazıyor. Ben, şimdi ekonomi yazabilir miyim? Adam köşesinde yazacak konu bulamayınca oturuyor Eskişehirspor’u yazıyor. O zaman da kimi yazıyor? Yöneticilerden birileriyle yakınlık kurup köşesinde onu poh pohluyor, O’nun istediğini yazıyor. Direkt sahibinin sesi oluyor. Alt liglerde böyle bir durum yoktu. Şimdi pasta büyüdü (A.İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014). Anadolu Gazetesi Spor Muhabiri Ahmet Deniz Canoruç ise, “taraftarların” da kendileri için haber kaynağı olduklarını şöyle tanımlamaktadır: Taraftarın bazı kritik konularda ne düşündüğünü öğrenmeye ve yer vermeye çalışıyoruz. Eskişehir küçük bir yer, spor basını da az sayıda gazeteciden oluşuyor. Bu yüzden taraftarlar bizi tanıyor ve düşüncelerini direkt olarak aktarabiliyor. Sadece stadyumdaki sloganlarla ve tezahüratlarla değil, ikili ilişkiler de taraftarın düşüncesini anlamada etkili oluyor. Özellikle sezon başında taraftarların görüşleri önem kazanıyor. Çünkü, kombine fiyatları hakkında ne düşündüklerini mutlaka haberleştirmek gerekiyor. Taraftarın fiyatı nasıl bulduğunun soruşturmasını yaparız. Bu sayede, yönetimle taraftarlar arasında da bir köprü kurulmuş oluyor (A. D. Canoruç ile kişisel iletişim, 6 Kasım 2014). Kulüp Taraftarlığı Görüşme yapılan spor muhabirleri, “Eskişehirspor’un taraftarı” olduklarını açık bir dille ifade etmişlerdir. Takımı savunmak ve taraf olmak zorunda olduklarını; çünkü böyle davranmanın, kendi mesleki varoluşları için gerekli olduğunu düşünmektedirler. Görüşme yapılan spor muhabirleri; taraf olmanın, haberini yaptıkları takınmı tutmanın, Süper Lig öncesi ve Süper Lig sonrası dönemleri açısından çok fazla değişmediğini belirten ifadeler kullanmışlardır: Sayı 40 /Bahar 2015 222 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği Ben şu an Süper Lig muhabiriyim. Eskişehirspor daha iyi yerlerde olursa, ben de daha iyi yerlerde olurum. Eskişehirspor, daha alt liglere düşerse ben de düşmüş olurum. Allah korusun Eskişehirspor Bank Asya Ligine düşerse, gazetenin kadrosunda belki bir kişi işten çıkarılır, belki o kişi ben olurum. Eskişehir basınında bütün arkadaşlarımız böyle düşünür ve takımı sahiplenir. Bazen eleştiriyoruz. Ama bu eleştirileri bir sevgiliye sitem edersiniz ya onun gibi düşünmek lazım. Sevgilinin iyiliği için, kötü olmasını istemezsiniz hiç bir zaman (A. D. Canoruç ile kişisel iletişim, 6 Kasım 2014). Biz tarafız. Tarafsız değiliz. Eskişehirspor’un tarafındayız. Derdimiz de kulübün daha iyi noktalara gelmesi. Dolayısıyla, Eskişehirspor’un iyiliği için eleştiride de bulunacağız. Doğru tespitler, analizler de yapılacak. İstanbul medyasında, hep İstanbul takımlarına aşırı bir ilgi ve yoğunluk var. Her takımın kendine ait muhabiri var. Anadolu takımları ciddi anlamda dezavantajlı konumda. Biz de, Eskişehirspor’u yerden yere vurursak, biz de takımın yanında yer almazsak Eskişehirspor’u kim savunacak. Eskişehir medyasıysak, taraf olmak zorundayız. Eleştirilerimizi yaparız. Bu ayrı. Ama öne çıkmasını istediğimiz şey Eskişehir’in menfaatiyse; bazen, Eskişehir’i zarara uğratacak görmezden gelebilmemiz gerekiyor. Eskişehirspor kötü olursa sadece ben kaybetmeyeceğim, bütün bir kent kaybedecek (S. Yüksel ile kişisel iletişim, 21 Kasım 2014). Spor muhabirliğinde çok ince bir ayrıntı var. Bu ayrıntı, takımı düşünmek zorunda olmanız. Takım ikinci ligteyken kampta önümde iki futbolcu kavga etti. Kavgayı yalnızca ben çektim. Sonra üzerinde düşündüm. Ben bu fotoğrafları basarsam bu iki futbolcu kovulur, o kalitede başka adamımız yok. Eskişehirspor sıkıntı yaşar dedim. Biz önce, Eskişehirsporluyuz. Haberi vermediğim gibi, sorun çıkmaması için dönemin teknik direktörüyle bile konuştum. Takımını korumak zorundasın. Kimse sana baskı yapmaz ama bunu kendin düşünmen gerekiyor (A. İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014). Yerel gazetelerde çalışan bir gazeteci ekmeğini kentinden ve takımından kazanır. Kentini savunması, ekmeğini savunması ya da takımı savunması aynı şeydir. Hem futbolcular kendi arasında hem de teknik direktör ve futbolcu kavga edebiliyordu. Her iki duruma da şahit oldum. Bu gibi durumlarda, haber yapmadık hatta aralarını düzeltmeye çalıştık, takım zarar görmesin diye. Alt liglerde seçeneğimiz az; o seçenekleri de heba etmek istemiyoruz. Alt liglerde futbolcu bize lazım alternatifi yok. O yüzden O’nu kaybetmek yerine kazanmaya çalışıyorduk. Bütün spor muhabirleri aynı şekilde düşünüyordu. Takımın onlara ihtiyacı vardı. Bu düşünce alt ligte de olsak, üst ligte de olsak değişmedi. Önce Eskişehirspor’un menfaatlerini düşündük (S. Turhan ile kişisel iletişim, 18 Kasım 2014). Sonuç Bu çalışmada Eskişehirspor’un, Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte endüstriyel futbolun özelliklerini taşımaya başlaması ve bu sürecin Eskişehir’de çalışan spor muhabirlerinin haber üretim pratiklerini nasıl etkilediği araştırılmıştır. Literatürde “televizyon futbolu” olarak da sözü edilen endüstriyel futbolun en önemli özelliği; futbol kulüplerinin ve futbolcuların yüksek gelirler elde etmeleri ve futbolun parasallaşmasıdır. Endüstriyel futbolda en yüksek gelir kalemi yaklaşık yüzde 50 gibi bir oranla, futbol maçlarını yayınlayan yayıncı kuruluştan elde edilmektedir. Bunun dışında sponsorluk ve reklam gelirleri, kulüp logolu ürünlerin satış gelirleri, endüstri haline gelen sektörün diğerönemli gelir kaynaklarıdır. Futbolun endüstri haline gelmesi, futbolcuların hareketliliğine yol açan Avrupa Adalet Divanı’nın 1995 yılında aldığı, Bosman Kararları ile birlikte hızlanmıştır. Bosman 223 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız Kararları ile birlikte futbolcu transferleri yüksek paralarla gerçekleşir olmuştur. Yine aynı dinamiklerle beraber, David Beckham’la birlikte, çok büyük paralar kazanabilen “yıldız futbolcu” olgusu da doğmuştur. Türkiye’de de Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş spor kulüpleriyle başlayan futbolda ticarileşme süreci; Trabzonspor, Eskişehirspor ve Bursaspor gibi spor kulüpleriyle devam etmiştir. Bu çalışmanın konusu olan Eskişehirspor’un 2008 yılında, Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte, Eskişehirspor için de “endüstriyelleşme”- ticarileşme süreci başlamıştır. Finansal büyüklük açısından, hızla Türkiye Süper Ligi’nde 8. Sıraya yükselen Eskişehirspor; endüstriyel futbolun özüne uygun olarak, sık sık futbolcu transferleriyle haberleştirilmeye başlanmıştır. Türkiye’de futbolun ticarileşmesi, spor basınını da etkilemiştir. En önemli değişiklikler şöyle özetlenebilir: Gazetelerin spor sayfalarının artması, bağımsız futbol gazetelerinin ortaya çıkması, televizyonlarda futbol-yorum programlarının artması, eski futbolcuların gazetelerde köşe yazarlığı ve televizyonlarda futbol yorumculuğu yapmaları ve en önemli değişiklik olarak haber konusu olan futbol kulüpleriyle aralarında mesafe olması gereken spor gazetecilerinin, adeta “taraftar gazeteci” haline gelmiş olmaları. Bu çalışmada da, Eskişehirspor haberleri yapan yerel spor muhabirlerinin haber üretim pratiklerinin, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne çıkması ve endüstriyelleşmesiyle birlikte nasıl değiştiği araştırılmıştır. Araştırmanın bulgularına göre Eskişehir’de haber yapan spor muhabirlerinin, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte değişen haber üretim pratikleri şu şekilde özetlenebilir: Muhabirler Süper Lig’le birlikte, kulüple (yönetim-teknik kadro-futbolcular) ilişkilerinin daha resmi ve mesafeli hale geldiğini vurgulamışlardır. Bu değişime sebep olarak, ticarileşmenin kulübe kurumsallaşma ve parasal bir güç katması ve bu gücün kendilerine, yeri geldiğinde kulübü eleştirebilme potansiyeli verdiğini ifade etmişlerdir. Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasının kendi meslekleri açısından, kadro artırımı dışında fazla bir maddi kazanım getirmediğini; ancak manevi tatminlerinin çok fazla arttığını ifade edebilmektedirler. Görüşme yapılan spor muhabirleri, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte, maç takibi koşullarının, çok radikal bir şekilde iyileştiğini; ancak yurtdışı maçlarını takip etme olanaklarının henüz olmadığını belirtmişlerdir. Yine çok önemli bir değişim, spor muhabirlerinin kendi aralarındaki ilişkinin niteliğinin değişmesidir. Süper Lig öncesi “dayanışmaya” dayalı olan ilişkilerinin, Süper Lig sonrası “rekabete” dayalı olmaya başladığını ifade etmişlerdir. Süper Lig sonrası haber içeriklerindeki çok önemli bir değişiklik, spor muhabirlerinin Eskişehirspor’la ilgili “eleştirel” haber yapabilmeleridir. Süper Lig sonrası, haber içeriklerindeki diğer önemli bir değişiklik, “transfer haberleri”dir. Çalışmanın literatür kısmında da belirtildiği gibi, endüstriyel futbol demek, para demek. Çok yüksek ücretlerle, iyi futbolcuları transfer edebilmek demek. Yine değişen bir diğer haber içeriği, spor muhabirlerinin, futbolcuların özel yaşamlarına dair haber yapabiliyor olmalarıdır. Görüşme yapılan spor muhabirleri, haber içerikleriyle ilgili bu değişimi de, Süper Lig’le birlikte, Eskişehirspor’un maddi olarak güçlenmesiyle açıklamışlardır. Spor muhabirleri Sayı 40 /Bahar 2015 224 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği maç takibi, antreman takibi ve futbolcu sakatlığı gibi, spor muhabirliğinin rutin haber içeriklerinin de, Süper Lig’le birlikte oldukça arttığını belirtmişlerdir. Kongre haberleri de, yine Eskişehirspor’un Süper Lig’e yükselmesiyle birlikte gündeme gelen haber içerikleridir. Eskişehirspor’un Süper Lig’e yükselmesiyle birlikte, haber kaynakları açısından nelerin değiştiği sorgulandığında; Eskişehirspor kulübünün resmi açıklamalarının ve resmi web sitesinin haber kaynağı olarak öne çıktığı görülmektedir. Görüşme yapılan spor muhabirleri, Eskişehirspor kurumsallaştıkça, haber kaynaklarının çeşitliliğinin azaldığını belirtmişlerdir. Görüşme yapılan altı muhabirden, bir tanesi DHA Eskişehir Bürosu spor muhabiridir. Görüşme yapılan ve yerel basında çalışan diğer mhabirler, Süper Lig’le birlikte ulusal ajanslardan haber almanın öne çıktığını söylemektedir. Görüşme yapıan muhabirler, Eskişehirspor’un SüperLig’e çıkmasıyla birlikte, meslek dışı yorumculuk ve köşe yazarlığının arttığını ve bu durumun da mesleklerine zarar verdiğini ifade etmişlerdir. Türkiye’de spor gazeteciliği açısından, endüstriyel futbolla birlikte gelen önemli bir değişim; üç büyük kulübe-Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş- bağlılıklarını sergileyen “taraftar gazeteci”lerin sayısının artmasıdır. Bu çalışmada da görüşme yapılan spor muhabirlerinin tümü, Eskişehirspor’a “taraf” olduklarını; ancak bu durumun Süper Lig öncesi için de geçerli olduğunu belirtmişlerdir. Görüşme yapılan muhabirler, kulüp taraftarlıklarının kendi mesleki varoluş koşulları ile açıklamaktadırlar: “kulüp başarılıysa onlar da başarılı, kulüp başarısız ise onlar da başarısız olacaklardır”. Sonuç olarak, kendileriyle görüşme yapılan Eskişehir’li spor muhabirleri, endüstriyel futbola geçiş anlamına gelen, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte; kulüple olan ilişkilerinin formel-mesafeli hale gelmesi, meslekten alınan manevi tatminin artması, maç takibi koşullarının iyileşmesi, mesleki dayanışmanın rekabete dönüşmesi, haber içeriklerinin dönüşmesi (kulübü eleştirebilme, transfer haberlerinin yoğunlaşması, futbolcu özel yaşamı ve kongre haberlerinin yapılabilmesi), ve haber kaynağı olarak Eskişehirspor kulübünün resmi açıklamalarının, resmi websitesinin ve ulusal ajans haberlerinin kullanımının artmasını, haber üretim pratiklerindeki önemli değişiklikler olarak ifade etmiş; ancak kulüp taraftarlığının, kendileri için değişmeyen bir bağlılık olduğunu vurgulamışlardır. Bu anlamda, birçok konuda eleştirel bakabilen spor muhabirlerinin, kulüp taraftarlığı konusunda eleştirel olarak bakamadıkları ve bunu etik bir sorun olarak görmedikleri ve kendi mesleki varoluşlarının bir parçası olarak gördükleri saptanmıştır. 225 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız EK 1 Yıllar 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Türkiye FIFA sıralaması Türkiye UEFA sıralaması Süper Lig parasal g. (milyon Euro) 30 7 23 8 9 10 8 11 14 10 11 14 26 15 16 14 10 11 41 11 31 11 28 10 40 12 43 11 Tablo 4: Türk Futbolunun Parasal ve Sportif Gelişimi (2000-2013) (Kaynak: Akşar, Tuğrul, 2014a) Lig/Ülke 150 130 185 235 285 335 363 425 485 525 585 600 655 685 Toplam Bonservis Bedelleri Üzerinden Liglerin Değeri (milyar Euro) Premier Lig/İngiltere 3.760 La Liga/İspanya 2.820 Serie A/İtalya 2.421 1. Bundesliga/Almanya 2.420 Ligue 1/Fransa 1.440 Premier Lig/Rusya 1.110 Süper Lig/Türkiye 952 Premier Lig/Portekiz 850 Premier Lig/Ukrayna 559 Eredivisie/Hollanda 497 Jupiter Pro Lig/Japonya 433 Süper Lig/Yunanistan 280 Lig 1 / Romanya 251 Tablo 5: Toplam Bonservis Bedelleri Üzerinden Liglerin Değeri (2014) (Kaynak: Akşar, Tuğrul, 2014e) Sayı 40 /Bahar 2015 226 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği Sıra Piyasa Değeri (Milyon $) Kulüp Gelirleri (Milyon $) 1 Real Madrid 3,44 675 2 Barcelona 3,2 627 3 Manchester United 2,81 551 4 Bayern Munich 1,85 561 5 Arsenal 1,331 370 6 Chelsea 868 394 7 Manchester City 863 411 8 AC Milan 856 343 9 Juventus 850 354 10 Liverpool 691 Tablo 6: 2014 İtibariyle Dünyanın En Değerli Futbol Kulüpleri (Kaynak: Akşar, Tuğrul, 2014f) 313 Türkiye Süper Lig Takımları 2010-2011 (9 Ağustos 2010 İtibariyle Kadro Yaş. Ort. Takım Değeri (Bin $) Ortalama Futbolcu Değeri (Bin $) Takım Değeri Endeksi Fenerbahçe 31 25,3 173,420 5,594 100 Galatasaray 28 25,2 138,320 4,594 88,3 Beşiktaş 26 27,9 121,095 4,658 83,3 Trabzonspor 31 24,9 86,840 2,801 50,1 Bursaspor 32 25,5 66,105 2,066 36,9 MKE Ankaragücü 32 25,2 43,810 1,369 24,5 Gençlerbirliği 29 24,1 36,740 1,336 23,9 Eskişehirspor 30 25,7 37,440 1,248 22,3 Gaziantepspor 28 24,9 36,790 1,314 23,5 Sivasspor 29 26,5 34,255 1,181 21,1 İst.Belediyespor 31 26,5 33,670 1,086 19,4 Kayserispor 26 23,8 31,330 1,205 21,1 227 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız Antalyaspor 26 27,3 25,025 963 17,2 Manisaspor 28 25,9 23,595 843 15,1 Bucaspor 32 25,3 21,873 684 12,2 Kasımpaşa 25 25,3 21,840 874 15,8 Karabükspor 27 27,9 18,925 701 12,5 Konyaspor 35 25,4 17,680 505 9 Toplam-Ort. 526 25,7 970,743 1,846 33 Tablo 7: Türkiye Süper Ligi 2010-11 Sezonu Takım Değeri Endeksi Tablosu (Kaynak: Sönmez, 2010: 145) Kaynaklar Akşar, Tuğrul, (2005). Endüstriyel Futbol, İstanbul: Literatür. Akşar, Tuğrul, (2010a). Futbolun Ekonomi Politiği, İstanbul: Literatür. Akşar, Tuğrul, (2010b). “Anadolu’dan Şampiyon Çıkabilir mi? Ya da Rekabetin Ekonomi Politiği”,http://www.futbolekonomi.com/index.php?option=com. content&view =article&id=1496:futbol-ve-rekabet-&catid=117.tugrul-aksar&İteed=61. Erişim Tarihi: 05. 04 2010. Akşar, Tuğrul, (2011). “Şike Skandalı Türk futbolunu Nasıl etkileyecek? Soru ve Yanıtlar II”, http://www.futbolekonomi.com/index.php?option=com.content&view= article&id=1703.ike-skandal-tuerk-futbolunu-nasıl-etkileyecek-soru-ve-yantlarii&catid = 122:tugrul-aksar&İtemid=58. Erişim Tarihi: 01. 08. 2011. Akşar, Tuğrul, (2014a). “Parasal Gelirimiz Artıyor, Sportif Performansımız Düşüyor”, http://www.dunya.com/parasal-gelirimiz-artiyor-sportif-performansimizdusuyor-154728yy.htm. Erişim Tarihi: 04. 02. 2014. Akşar, Tuğrul, (2014b). “Gelir Artışı, Kulüpler arasında Finansal Polarizasyon Nedeni”, http://www.dunya.com/gelir-artisi-kulupler-arasinda-finansal-polarizasyonnedeni-157598yy.htm. Erişim Tarihi 28.10. 2014. Akşar, Tuğrul, (2014c). “Türk Futbolunda Parasal Büyüme, Klüpleri Felakete Sürükledi!”, http://www.dunya.com/turk-futbolunda-parasal-buyume-kulupleri-felaketesurukledi-156948yy.htm. Erişim Tarihi: 26. 08. 2014. Akşar, Tuğrul, (2014d). “Futbolun Ekonomi-Politik Sorunları-I”, http://www. dunya.com/futbolun-ekonomi-politik-sorunlari-1-157753yy.htm. Erişim Tarihi: 11. 11. 2014. Akşar, Tuğrul, (2014e). “Futbolun Ekonomi-Politik Sorunları-II”, http://www. Sayı 40 /Bahar 2015 228 Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği dunya.com/futbolun-ekonomi-politik-sorunlari-ii-157834yy.htm. Erişim Tarihi: 18. 11. 2014. Akşar, Tuğrul, (2014f). “Futbolda Paradigma Değişimi krizi Tetikliyor”, http:// www.futbolekonomi.com/index.php/haberler-makaleler/genel/122-tugrul-aksar/3406futbol-ekonomisi-futbol-ve-kriz-turul-akar-rekabetci-denge-ve-futbol.html. Erişim Tarihi: 16. 12. 2014. Arık, Bilal, (2004). Top Ekranda, Medya Çağındaki Futbol ve Televizyon Arasındaki Kaçınılmaz İlişki, İstanbul: Salyangoz. Arık, Bilal, (2008). “Futbol ve Televizyon Bağı: Simbiyoz Beslenme”, İletişim, 26: s. 197-222. Arık, Bilal, (2010). “Dijital Platformlar ve Futbol İlişkisi: Tehlikeli ve Verimli Bir Ortaklık”, Tuğrul Akşar (der.), Futbolun Ekonomi Politiği, İstanbul: Literatür, s.111-130. Authier, Christian, (2002). Futbol A.Ş., İstanbul: Kitap. Boniface, Pascal, (2007). Futbol ve Küreselleşme, İstanbul: NT. Ermence, Cem, (2007). “Playing with Global City: The Rise and Fall of a Turkish Soccer Team”, The Journal of Popular Culture. 40 (4), s. 630-642. Gökalp, Emre, (2005). “Medya ve Spor Ya da Spor/Futbol Medyası”, Toplum ve Bilim, 103, s. 121-137. Kozanoğlu, Hayri vd., (2008). Neoliberalizmin Gerçek 100’ü, İstanbul: İletişim. Poli, Rafaella, (2010). “Understanding Globalization Through Football: The New International Division Of Labour, Migratory Channels and Transnational Trade Circuits”, International Review for the Sociology of Sport, 45 (4), s. 491-506. Sönmez, Mustafa, (2010). Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı, İstanbul: Yordam. Talimciler, Ahmet (2001). “Futbol Maçlarının Yayını ve Kulüpler-FederasyonMedya İlişkileri: Futbol-Televizyon Evliliğinde Yeni Dönem”, D. Beybin Kejanlıoğlu, Sevilay Çelenk ve Gülseren Adaklı (der.), Medya Politikaları, Ankara: İmge, s. 269- 317. Talimciler, Ahmet (2006). “Yeni Futbol: Medyanın Yarattığı Yeni Olanaklarla Küreselleşen; Müşteri/Taraftar Kitlesine Dayanan ve Tüketim Odaklı Bir Oyun/İş”. Selda İçin Akçalı (der.), Gündelik Hayat ve Medya-Tüketim Perspektifinden Okumalar, Ankara: Babil, s. 173-212. Talimciler, Ahmet (2008). “Futbol Değil İş: Endüstriyel Futbol”, İletişim, 26, s. 89-114. Görüşmeler: Ahmet Deniz Canoruç, Anadolu Gazetesi Spor Muhabiri ile 6 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim. 229 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız Ali İhsan Sarıçoban, Sakarya Gazetesi Spor Muhabiri ile 12 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim. Murat Dağtekin, Yenigün Gazetesi Spor Müdürü ile 15 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim. Muzaffer Akgören ile 14 Ağustos 2011 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim. Sinan Turhan, Porsuk Expres Gazetesi Spor Müdürü ile 18 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim. Soner Uçak, DHA Eskişehir Bürosu Spor Muhabiri ile 20 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim. Soner Yüksel, ES TV Genel Yayın Yönetmeni ile 21 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim. Sayı 40 /Bahar 2015 230 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme Contemporary Myth Production in Mass Media: A Theoretical Evaluation Birol DEMİRCAN, Uzm., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Söylen, Mitoloji, Kahramanlık, İdeoloji, Medya. Keywords: Myth, Mythology, Heroism, Ideology, Media. Öz Söylenler, iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve meşrulaştırılması ile toplumsal bir iletişim gerçekleşmesine hala kaynaklık etmektedir. Bu amaçla çalışmada, kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoriter öznelerin oluşturulma süreci üzerinde durulmuştur. Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu çalışmanın incelemek istediği temel sorundur. Bu doğrultuda, kitle iletişim ve mitoloji arasında kavramsal ilişki kurarak mitolojinin meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerinde aranmıştır. Kitle iletişim araçları ile dolayımlanan iletişim biçimleri ile söylenlerin oluşturulduğunu ve bu söylenlerin iktidar ilişkileri içerisinde bir meşrulaştırma işlevini yerine getirdiği savunulmuştur. Bu savunu doğrultusunda, kullanılan propaganda teknikleri ile özellikle politik liderlerin kahramanlaştırılmasında etkin bir söylen kullanımının varlığı amaçlı örneklem yöntemi ile seçilen örnekler üzerinden tartışılmıştır. Böylelikle, medya ve söylen üretimi arasındaki bağ kurulmak istenmiştir. Özellikle, kahramanlık mitinin haber dilinde ideolojik belirlenimle üretilmesi sürecinde örtük bir çabanın varlığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak, kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoritenin dönemsel iktidar ilişkileri içersinde en çok rıza gösterilen sistemik bir efsane insan haline geldiği açıklanmıştır. Abstract Myths are still sources for realization of a social communication with the rationalization and legitimization of the political power practices. With this design, building process of charismatic authority subjects created over myths which are mediated with the mass media is emphasized in this study. The claim of fake naturalness of mass media’s falsifying the reality of a society is the main problem which this study aims to investigate. In this direction, traces of the legitimization function of the mythology are studied within the mass media processes by establishing a theoretical relation between mass media and mythology. It is justified that the myths are created with the communication types which are mediated with the mass media and these myths carry out a legitimization function within the relations of political power. In the direction of this argument, presence of an effective myth use especially on heroizing of the political leaders with the help of several propagate techniques is discussed thorough selected samples with the purposeful sampling method. Thus, it is desired that media and myth production are correlated. Especially, presence of an implicit attempt of heroic myth is detected in production process of news speech with ideological determination. As a result, it is explained that the charismatic authority created with the myths which are mediated with the mass media becomes a most consented systemic hero man within the periodical relations of political power. Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme Giriş Mitolojinin günümüz toplumlarında meşrulaştırma ve rasyonelleştirme işleviyle yeniden bir toplumsal pratik haline gelmesi, Eleştirel Kuram’ın önce özgün bir gerçekliğe sahip olan, sonra da bu gerçekliğin bir tür komik taklidi haline gelen olgular için belirttiği o ünlü tarih formülüne uygun bir örnek niteliğindedir. Mitolojinin iktidar ilişkilerini düzenleyen ve meşrulaştıran yönü göz önüne alındığında, Antik Yunan Mitolojisi’ndeki insan görünümlü tanrıların aksine günümüz toplumlarında, kitle iletişimi ile dolayımlanan, biçimlenen ve böylelikle efsaneleştirmek istenen insanların iktidar ilişkileri içerisinde toplumsal bir işlevi olduğu görülmektedir. İnsanların efsaneleştirilmelerindeki amaç ise karizmatik bir otorite ile iktidarın meşruiyetini sağlamaktır. Benzer bir anlatıyı benimseyen Levi-Strauss, söylenlerin (myth) işlevini, özgül bir topumda benimsenen tüm olası ikil karşıtlıkların özgül birleşimi için haklılaşma sağlamak olarak tanımlamaktadır (Vernant, 1996: 235-242). Yanlış bilincin oluşmasında önemli işlevleri olan söylenlerin birey-toplum çelişkisinde bir yanılsama olarak yeniden etkin şekilde toplumsal işlev gördüğü açık bir gerçektir. Kitle iletişim araçlarında üretilen söylenin de çelişkilerin üstesinden gelinmek için kullanılan bir güç olduğu belirtilmelidir. O halde, mitolojinin meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerinde aramak mümkündür. Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu çalışmanın incelemek istediği temel sorundur. Kitle iletişim araçları kullanılarak üretilen ve haklılaştırma rolünü oynayan söylenlerin oluşumunda kullanılan dil ve anlatı motifleri bu sorunun incelenmesi bakımından önemlidir. Eleştirel Kuram’ın yanlış bilinç diye ifade ettiği ideolojinin etkin işlerliği için kullanılan söylenlerin sorgulanmasında sorulan “İnsanlar daha fazlasını hak ettiklerini bildikleri halde nasıl olurda hak ettiklerinden fazlasını almak için eylemde bulunmazlar?” şeklindeki rıza üretim süreçlerini sorgulayan temel soru ideoloji, söylen ve kitle iletişimi bağlamında ele alındığında; haberlerde kullanılan dilin simgesel olduğu, simgesel dilin ise efsane insan yaratmak amacıyla oluşturulduğu, böylelikle toplumsal, ekonomik ve kültürel çelişkilerin haklılaştırıldığı yönünde bir yaklaşım bulunmaktadır (Habermas, 1997: 309-329; Hall, 1994: 79-94). Kültürel incelemeler bağlamında yapılan tartışmalar ile bu çalışmanın ortaya koyduğu görüş bakımından söylenlerin medya ile ilgili yönü tarihsel kimlikler üzerinden değerlendirilebilir. Söylenler günümüzde güncel politik konulardaki eleştirileri değersizleştirmek ve politik sorunların tartışılmadan iktidarın istediği gibi çözülmesini sağlamak için kullanılmaktadır. Kitle iletişim araçları (KİA) ve söylen kavramları arasındaki epistemolojik bağ bu bakımdan değerlendirildiğinde; KİA ve söylenlerin tarihten günümüze toplumsal işlev bakımından özünü koruduğu ve kitle iletişimin teknolojik gelişmelerle biçimsel değişimine bağlı olarak dönüştüğü görülmektedir. Artık söylenler, KİA’da propaganda teknikleriyle üretilen birer gerçeklik haline dönüşmüştür. Tüm bu tespitlerden hareketle; dikkatleri KİA’nın söylen üretimindeki rolüne çekmek amacıyla hazırlanan bu çalışmada, kahramanlık söyleninin propaganda teknikleriyle medyada nasıl oluştuğu, çizilen teorik çerçeveyle incelenecektir. Yapılacak incelemede, Antik Yunan söylenleri ile haberlerde yer alan öykülemeler arasında benzer motiflerin olup olmadığı amaçlı örneklem ile seçilen politik olaylar üzerinden tartışılacaktır. 232 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan “Söylen”, “Mit” ya da “Mythos” Kavramlarında Anlam Bulanıklığı Türkçede “mit” ya da “mitos” sözcükleri ile de karşılanan söylen teriminin, karmakarışık bir anlam tarihi bulunmaktadır. Terim tarihte ilk kez, Homeros tarafından Yunanca mythos sözcüğünü karşılayan “anlatı” sözcüğüne eş değer bir anlamda kullanılmıştır (Necatigil, 2002: 13). Daha sonraki zamanlarda mitos sözcüğü anlam genişlemesine uğramış “kurmaca” anlamında da kullanılmıştır. Platon, mitosu bütünüyle doğruluktan yoksun olmayan ama önemli oranda kurgulanmış öykü olarak tanımlamıştır (Armstrong, 2006: 125). “Mitoloji” kelimesi Yunanca masal ve hikaye demek olan “Mythos” ile söz anlamına gelen “Logos” kelimelerinden üretilmiştir. Söylen (mit, myth)1 içeriği doğal, doğa üstü ya da kültürel fenomenlerin kökenleri veya yaratılışları ile ilgili olan kutsal ya da dinsel hikayeler için kullanılan bir terimdir (Can, 1997: 1; Marshall, 2003: 506). Mitoslar, ilkel insan topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa olaylarını kişiselleştirerek yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri yaşamın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam kolaylığına bağlamak gereksiniminden doğmuş öykülerdir. Doğaüstü ve fizikötesi güçler yanı sıra, doğa güçleri ile savaşa girmiş kişilerin betimlenmesi ile mitoslar, eposlara yani destanlara konulur ve onları oluştururlar. İlk çağların insanlarında doğa güçlerinin fizik ve etik etkilerini yansıtan mitoslar, batıl dinlerin de başlangıcıdır. İlkel insanların fizik davranışlarının yanı sıra metafizik ve ruhsal davranışlarını da kültürel belleğe kaydederler (Necatigil, 13-14). Kavram için kapsayıcı bir tanıma ihtiyaç vardır. Söylen, eskiçağ toplumlarında insanların belli dersler çıkarmaları, yaşamlarına belli bir yön çizmeleri amacıyla yaratılmış, yüzyıllar boyunca dilden dile aktarılarak taşınan, ait olduğu toplumun ortak kültürel kalıtı olarak varlığını sürdüren öykü sözdür (Cevizci, 2004: 1340). Söylenlerin bu tanımı, toplumsal hayatı biçimlendiren ve insanların nasıl bir toplumsal düzen sürdürmeleri gerektiği konusunu temel sorun olarak belirleyen, günümüz anayasal metinlerine benzer bir nitelik taşımaktadır. Daha açık bir ifade ile iktidarın insanlardan uymasını beklediği sözlü kurallardır. İnsanlar doğa ve içinde yaşadığı topluluklar ile nasıl iletişim kuracaklarını öyküleştirilmiş bu kurallara göre belirlemektedirler. Kavram bu anlamı ile iktidar ilişkilerine ve kitle iletişimine göndermede bulunmaktadır. Toplumda yer alan anlatıların bir söylen biçiminde toplumsal işlevi yerine getirmesi için kendine özgü niteliklerinin olması gerekmektedir. Söylenlerin hemen hemen hepsinde, belli bir insanlık durumunun, evrenle ilgili bir konunun, insanın evrendeki yeri ile ilintili bir sorunun, eğreltinmiş bir dille ve simgeler ile öykülenerek anlatıldığı görülmektedir (Can, 1997: 138-145). Bu bakımdan söylenleri, duyguların yoğun bir şekilde ifade edildiği, aklın temsile dayalı anlatım gücüne karşı imgelemin ağırlıklı olarak kullanıldığı deyişler olarak değerlendirmek mümkündür (155). Söylenler, uslamlamalara ya da ussal nedenler göstererek temellendirmelere dayalı olmaktan çok, doğrudan inanca ve duygulara seslenen bir yapı sergilemektedirler. Söz gelimi dünyanın Tanrı’nın gözyaşlarından oluştuğu düşüncesi ya da gök gürültüsü gibi bir doğa olayının Zeus’un kızgınlığı olarak sunulması açıkça usdışı açıklamalar olmalarına karşın, insanda uyandırdıkları ve sezdirdikleriyle çok büyük bir ikna gücü taşıdıkları kuşku götürmez bir 1 “Mit”, “Myhtos” ve “Söylen” kelimeleri etimolojik olarak birbirleri yerine kullanılmaktadır. Anlam itibariyle aynı gerçekliği imlemekle birlikte, “söylen” kavramı literatürde sıkça kullanılmaktadır. Bu nedenle çalışmada “söylen” kavramı tercih edilmiştir. Sayı 40 /Bahar 2015 233 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme gerçektir (Grimal, 2005: 129-139). Bu bakımdan “olağanüstülük” ile “çarpıcılık” söylenlerin en belirgin özellikleri arasında yer almaktadır (Uzun ve Uzun, 2002: 1342). Olağanüstü bir öyküdeki çarpıcı bir dil ile insanların inanmasını bekleyerek etkin bir toplumsal iletişimi sağlayan söylenlerin günümüz toplumlarında da daha önceden olduğu gibi iktidar tarafından gerçeği çarpıtarak, insanı ve toplumu yönlendirme aracı olarak kullanıldığı konusunda genel bir oydaşma bulunmaktadır. Söylenler, iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve meşrulaştırılması ile toplumsal bir iletişim gerçekleşmesine hala kaynaklık etmektedir. Söylenin ne olduğu günümüzdeki anlamının ve yansımalarının neler olduğu konusunda farklı yaklaşımlar söz konusu olsa da burada söylenlerin yeniden toplum yaşamında etkin bir şekilde yer bulduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu kabul ile yola çıkıldığında, söylenlerin nasıl doğduğu, günümüz toplumlarının birey-toplum iletişimin gerçekleştiği alanlarda ne gibi işlevleri yerine getirdiği konusunu ele alan görüşler üzerinde durulması gerekmektedir. Söylen Kavramının Doğuşu Söylenler, sözlü tarihin kaynakları olması, toplumun egemen değerlerinin ipuçlarını taşıması ve toplumsal yönetmelik olması nedeniyle birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir (Marshall, 2003: 506). İncelemelerde söylenlerin nasıl doğdukları konusunda farklı fikirler ortaya konulmuş olsa da söylenlerin birer toplumsal yasa olarak toplumu iyiye yöneltmek amacıyla çeşitli yaptırımlar için üretildiği yönünde genel bir kabulün varlığı konunun ilgilileri tarafından belirtilmektedir (Can, 1997: 3-4). Toplumsal bakımdan söylenleri, üretilen hikayelerin toplumsal yaşamda gerçeklik haline gelmiş biçimleri olarak değerlendirmek gerekir. Artık, bu hikayeler toplumsal yaşamı ve bireyin davranışlarını belirleyen gerçekten bile daha gerçektirler. İktidar ve toplum bağlamında söylenler ele alındığında söylenlerin toplumu yönetmek için üretilen birer toplumsal norm metinleri olduğu açık bir gerçektir. Güç istenci ile topluma hakim olma ve yönetme isteğinin sonucunda ortaya çıkan söylenler, ilk dönemlerdeki insanın bilgisizliği nedeniyle görülen doğa olaylarından korkması ve bu korkuları ile başa çıkabilmek için hayaller kurması nedeniyle ortaya çıkmıştır (Can, 1997: 2-3; Vernant, 1996: 224-235). Rüzgarın nasıl estiği, gök yüzünün neden gürlediği, yağmurun neden yağdığı ilkel insan için birer bilmecedir. Bu bilmecenin cevabını ise hayal gücü ile yarattığı insana benzeyen ama insandan üstün olan ölümsüz tanrılar ile verilmektedir. Bu bakımdan Tanrılar dünyası adı verilen, gözle görünmeyen ama daha güçlü bu gerçekliğe inanış, mitolojinin temelidir. Modernizm öncesinde bütün toplumlardaki mitoloji, töre ve toplumsal düzenlemeler hakkında bilgi vermesi ve günümüzde daha geleneksel toplumları etkilemeyi sürdürmesi nedeniyle “kalıcı felsefe” adını da alır. Kalıcı felsefeye göre, bu dünyada yaşanan her şeyin, işittiğimiz ve gördüğümüz ne varsa hepsinin, bizimkinden çok daha zengin, güçlü ve daha dayanaklı olan tanrılar dünyasında mutlaka bir sureti vardır (Armstrong, 2006: 9). Söylenler, insanların sezgileriyle algıladıkları bir gerçeğe belirgin bir biçim ve kalıp verirler. Mitoloji günümüzdeki anlamıyla teolojiyle değil insan yaşamıyla ilgilidir. İnsan yaşamındaki sorunlu durumla baş edebilmesine yardım etmek üzere kurgulanmıştır. 234 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan Üretilen öyküler ile iktidarın uygulamalarına rıza kazanmak amacıyla söylenlerin kullanılması aynı zamanda bilgiden yoksun insanların bilinmezliği anlamlandırma çabasının bir ürünü olduğunu belirtmek gerekir. İktidar ve toplum bağlamında yöneten ve yönetilenler bakımından ortak bir ihtiyaca cevap verdiği açıktır. Efendi-köle diyalektiğinin başka bir görünümü olarak yöneten ve yönetilen karşıtlığını mitoloji ve iktidar bağlamında değerlendirmek mümkündür. Günümüz söylenlerinin de yönetilmekyönetmek ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığını ele almak için ilk toplulukların söylen biçimleri ve özelliklerini aktarmak gerekmektedir.2 İlk toplulukların yaşadığı bu çağın ismi Paleolitik çağdır. Bu dönemde tarım henüz yapılmamakta, insanoğlu avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdürebilmektedir. Simgesel ve söylensel düşünmenin etkin şekilde yaşandığı bu dönemde “düşler alemi”nin bu dünyadan daha gerçek olduğuna inanılmaktadır. Sıradan yaşamdan daha üstün olan “düşler alemi”nde ölüm-yaşam çelişkisi ile biçimlenen yaşamda sonu gelmez bir mücadele vardır ve sonu olmayan bir döngü söz konusudur. Bu dünyada güçlü, arketipal (ilk-örneksel) varlıklar olan atalar yaşamaktadır. Avcılık, savaş, seks, dokumacılık ve sepetçilik gibi beceriler söz konudur. Etkinlikler kutsal oldukları için yapılmaktadır. Bir iş olarak görülmemektedir. İlk olan atalarla davranışlar benzetilmeye çalışılır. Böylelikle yaşam düşler alemi ile kurulan gizemli birliğe bağlı olarak anlam kazanır. Ruhlar dünyası, doğal ortamda yaşayan insanların gözünde bir zamanlar insanoğlunun daha kolay erişebildiği yakın ve zorlayıcı bir gerçekliktir (Armstrong, 2006: 15-31). Günümüzdeki din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması konusu, ilk çağın simgesel ve söylensem düşünce yapısını taşıyan paleolitik insanlar için anlaşılmaz bir konudur. Bu dönemde görülen ve anlaşılan her şey tanrılar dünyasının bir parçası olarak algılanmaktadır. Dünyadaki her şey içinde kutsallığı barındırmaktadır. Yapılan her iş tanrılarla iletişime geçildiğinin göstergesidir. Günümüzde de benzer bir anlayış devam etmektedir. Bu anlayışa göre dünya tanrının tamamen bir yansımasıdır. Ancak geçmişten günümüze gelindiğinde önemli bir fark ortaya çıkmaktadır. Modern insanın yaşamında, dinin ait olduğu özel alan ile toplumsal yaşamı sürdürdüğü kamusal alan arasında bir sınır çizilmiş, toplumsal yaşam bu ayrım ile devam etmiştir. Ancak dikkat edilecek olunursa en erken söylenler, insanlara elle tutulur dünyaya bakarak başka bir şey temsil eder gibi görünen gerçekliği öğretmişlerdir. “Başka bir şey temsil eder gibi görünen gerçeklik” aslında bizim şu anda yaşadığımız sanal gerçeklik (virtual reality) ya da kitle iletişimi ile dolayımlanan gerçekliğe daha çok benzemektedir. Sanal gerçeklik, “insansal varlığın yapay bir dünyaya girmiş olduğu ya da bu varlığın fiziksel dünyada uzak bir mekanda hazır bulunduğu yanılsamasını yaratan yeni bir teknoloji” olarak tanımlanmaktadır (Mutlu, 1994: 189). İlk söylenler ile günümüzdeki iletişim biçimleri bir arada düşünüldüğünde, zaman içerisinde değişerek dönüşen iletişim 2 Söylenlerin ortaya çıkışı ile ilgili olarak tarihsel gelişimi şu şekilde bir ayrım ile ortaya konulmaktadır: Paleolitik Çağ: Avcı Toplumların Söylenleri (MÖ yaklaşık 20.000-8.000), Neolitik Çağ: Tarım Toplumlarının Söylenleri, (MÖ yaklaşık 8.000-4.000), İlk Uygarlıklar (MÖ yaklaşık 4.000-800), Eksenel Çağ (MÖ yaklaşık 800-200), Eksenel Çağ Sonrası (MÖ yaklaşık 200-MS yaklaşık 1500), Büyük Batı Dönüşümü (MS yaklaşık 1500-2000) (Armstrong, 2006). Armstrong, yaptığı bu ayrım ile mitolojiler ve toplumsal gelişim arasında bir bağ kurmaktadır. Mitolojinin tarihsel gelişimi konusunda yapılan bu ayrım aynı zamanda logos ve mitosun bir karşıtlık ilişkisi içerisinde gelişiminin kısa bir tarihi niteliğindedir. Sayı 40 /Bahar 2015 235 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme biçimlerinin ilk insanların bilme ihtiyaçlarına benzer bir şekilde yine hayal dünyasını kullanarak yeni bir mecrada hayat bulduğu görülür. Yeni iletişim biçimindeki değişimin ve dönüşümün logos ve mythos ayrımından yola çıkılarak bir kitle iletişim değerlendirilmesi ile daha anlaşılır olacaktır. Logos ve Mitos Karşıtlığında Kitle İletişimini Yeniden Düşünmek Mitoloji kavramı, eski Yunanca’da “söylen” anlamına gelen mythos sözcüğü ile “us”, “söz”, “konuşma”, “bilgi” gibi anlamlar taşıyan logos sözcüğünün birleştirilmesiyle oluşturulan kavramdır (Necatigil, 2002: 13). Logos, mythos’un tersine nesnel gerçekliğe karşılık gelmektedir. Söylenlere dayalı düşünceden çok farklı olan logos, dış dünya ile ilgili akıl yoluyla ulaşılan bilgileri konu edinir. Logos, sürekli yeni bilgiler edinmek, buluşlar yapmak ve doğayı kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Myhtos ise insanlara tam bir insan olmak isteniyor ise ne yapılması gerektiğini anlatır. Yaşamın bir döneminde kahraman olmanın yollarını gösterilir. Her şeyden vazgeçilerek kahraman olmanın erdemi anlatılır. Karşılaşılan bilinmezliklerin üstesinden gelinmesi için kahramanlık söyleni yol göstericidir. Bu anlamda, mythos bilinmeyeni anlamlandırma çabası olarak ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir anlam çıkarmak için duygusal taklide gereksinim duyan mythos, gerçekliği hayal gücünün oluşturduğu öykülere dayalı olarak kurmaktadır (Gezgin vd., 2004: 9-26; Vernant, 1996: 193-212). Söylenbilgisi (mitoloji), belli bir toplumun söylenlerini derli toplu bir biçimde bir araya getirmeye çalışan ya da derlenmiş söylenler üstüne araştırmalar yapan kişilerin çalışma alanı olarak tanımlanmaktadır (Vernant, 1996: 193). Söylenbilgisi, günümüze kadar üç farklı açıdan çalışılmıştır. İlk olarak söylenbilgisinin tümüyle ortadan kaldırılmak istendiği ve aklın önplana geçirilmek istendiği “Eski Yunan Felsefesi Dönemi”. İkinci olarak, söylenbilgisinin yabanıl düşüncenin anlaşılmasında tarihi bir öneme dikkat çekilen ve bir bilim olarak ele alınan “Modern Düşünce Dönemi”. Üçüncü olarak aydınlanmanın usçuluğuna tepki olarak doğan “Modern Usdışıcılık Dönemi” söz konusudur (Necatigil, 2002: 3). Ayrımda dikkat çeken yön, bilimin tarihsel gelişiminin logos ve mythos karşıtlığı ile ortaya konulmak istenmesidir. Aydınlanma ile birlikte bilim ile dinsel bilginin yolları birbirinden ayrılmıştır. Francis Bacon bilimi mitoloji zincirinden kurtarmak adına bağımsızlığını ilan etmiştir. Ona göre, gerçekler kanıtlanmalıydı ve bilim deneye dayalı bir yöntem ile yapılmalıydı. Bunun dışındaki gerçeklik ancak söylen olarak tanımlanırdı. Modernleşme ile birlikte söylen ve logos birbirinden koptu. Artık bilimsel logos ile söylen birbirleriyle bağdaşmamaktadır. Gerçek, gözle görülebilir ve gösterilebilir olmalıdır. 1882’de Nietzsche, tanrının öldüğünü duyururken söylen, kült, kuttörensel ve ahlaki yaşayış olmaksızın kutsal kavramının ölmesi tartışılıyordu. Söylenbilgisel düşünce ve uygulama insanların tükenme ve hiçlik olgusuyla yüzleşmelerine, bir ölçüye kadar bu gerçeği kabullenmelerine yardımcı olmuştur (Armstrong, 2006: 83-101). Günümüzde söylen sözcüğü genellikle gerçek olmayan bir şeyi tanımlamak üzere kullanılmaktadır. Yeryüzüne inen tanrılardan ve mezar taşlarının üzerinde yürüyen 236 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan ölülerden söz edildiğinde, bu öykülere inanılmamakta, uydurma diye kulak arkası edilmektedir. Oysa günümüzde de söylenler farklı biçimlerde de olsa toplumsal bir işlev görmektedir. Önceden olduğu gibi neler olup bittiğini anlamadığımızda yine söylenler üreterek belirsizliğin üstesinden gelinmek istenmektedir. Evrende dünyadan başka insan benzeri gelişmiş canlıların olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi olmadığı halde UFO’ların varlığı ile ilgili tartışmalar yapılabilmektedir. Söylen bu anlamda eskiden yaşanmış ve hala yaşanan bir olay olarak değerlendirilmelidir. Söylenbilgisi tarihin ötesinde insanın varoluşundaki zamansızlığa işaret eden, gelişigüzel olayların çapraşık akışından çıkıp gerçeğin özüne göz atmamızı sağlayan bir sanat biçimidir (Armstrong, 2006; Grimal, 2005: 129-139). Roman, opera ya da tiyatro gibi ya da kitle iletişiminde kullanılan reklam, sinema ve diğer medya içeriklerine yalandan inanılır; parçalanmış, trajik dünyamızı yücelten, haklılaştıran anlam bu medya içerikleri ile daha yaşanılır kılınmaktadır. Öyleyse söylen, gerçeklere dayalı bilgi verdiği için değil, etkili olduğu için gerçektir. Ancak, eğer hayatın derin anlamına yepyeni bir ışık tutmuyorsa, başarısız olmuş demektir. Yok, eğer işe yararsa, zihnimizden ve gönlümüzden geçenleri değiştirmemize zorlar, yeni bir umut verir ve bizi daha dolu yaşamaya iteklerse, demek ki, geçerli bir söylendir. Bir söylenin kalıplaşmış tek bir uyarlaması bulunmaz. Koşullar değiştikçe sonsuz gerçeği ortaya çıkarmak adına öykülerimizi başka türlü dile getirmemiz gerekir. Söylenin yukarıdaki değerlendirilmesi ile kitle iletişim süreçleri bir arada düşünüldüğünde iletişim sürecinde hegemonik söylenlerin kullanıldığı açık bir gerçektir. Kitle iletişimin toplumsal fonksiyonlarını haber verme, eğitme, eğlendirme, dış dünyayı görmemizi sağlama, kültürün nesilden nesile geçişini sağlama, eşya ve hizmetlerin tanıtılmasına, satılmasına yardım etme ve sosyal hareketlerde genel rızaya ulaşma arasında bağ kurulmasına yardım etme şeklinde sıralanmaktadır (Mcquail, 2010: 79-80). Bu fonksiyonları ile medya, toplumun bilinmezlikler karşısında aklından çok hayal gücünü kullanan yönüne hitap eden egemen öyküler sunmaktadır. Medya içerikleri birer kültür ürünü olarak ele alındığında, ağırlıklı olarak bilinmeyeni anlamlandıran, gerçekliği hayal gücünün oluşturduğu öykülere dayalı olarak kuran bir mythos ajanı gibi görev yapmaktadır. Kitle iletişim araçları, mitlerin üretiminde ve taşınmasında ve yaşamasında etkin bir role bürünmektedir. Gelişmiş kapitalist toplumlarda, iletişim araçlarının genellikle, egemen yapıyı yeniden üreten ve yaygınlaştıran etkili araçlar olarak görülmektedir (Eagleton, 1996: 61). Kitle iletişimi ve mitoloji kavramsal olarak bir arada ele alırken Antik Yunan Tanrısı ve Zeus’un habercisi Hermes’i anmak gerekmektedir. Hermes’in Gölgesinde KİA’nın Toplumsal Rolüne Bir Yaklaşım Denemesi Mitolojilere iletişim cephesinden bakıldığında Zeus’un habercisi olan oğlu Hermes, karşımıza çıkmaktadır. Yetenekli ve başarılı bir çocuk olan Hermes’in Antik Yunan Tanrısı olan Zeus ile Yağmur Tanrısı Maia’nın oğlu olarak bir mağarada dünyaya geldiğine inanılır. Hermes’in teyzeleri tarafından sıkıca kundaklandığı, kundağından sıyrılarak abisi Apollon’un ineklerini çaldığı ve yolda giderken bir kaplumbağayı yakalayıp öldürdüğü, kaplumbağanın içini boşaldıktan sonra kabuğundan ve ineklerin Sayı 40 /Bahar 2015 237 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme bağırsaklarından bir müzik aleti olan liri yaptığı bu öykünün olağanüstü anlatısının ilk parçasıdır. Anlatının devamı şöyledir: İnekleri çaldığı anlaşılınca Hermes, abisine, bu liri hediye ederek Zeus’un beğenisini kazanır ve abisinden de af diler. Daha sonra bir pan-flüt yapar ve abisi Apollon’u ikna ederek onun geleceği bilme (kehanet) becerisini öğretmesi karşılığında flütü ona hediye eder. Apollon’un altın asasını alan Hermes, Zeus tarafından takdir edilir ve Zeus, Hepaise bir çift altın sandalet ve bir şapka yapmasını söyler. Zeus yetenekli oğlunu takdir etmek için yaptırdığı şapkayı ve sandaletleri Hermes’e hediye eder. Hediyeyi ona verirken oğluna onu, kendisinin habercisi yaptığını söyler. Zeus oğluna bu sandaleti verirken “Bu sandaletler seni denizin ve sonsuz toprağın üzerinde yel kadar hızlı taşıyacak” der. Ayrıca Zeus, “Şapka seni güneşin sıcağından koruyacak hem de diğer insanların düşüncelerini okuyabileceksin. Apollon’dan aldığın altın asa ile insanların gözlerini büyüleyecek, onları derin bir uykuya daldırabilecek ya da yeniden uyandırabileceksin. Görevin ise benim özel habercim olmaktır. Emirlerimi diğer tanrılara ve insanlara ileteceksin. Başkalarının haberlerini iletmek yok. Benim dışımda sadece ölüler dünyasının Hedes ve eşi Persephone’ye hizmet edeceksin” der. Sandaletlerin kenarlarında küçük kanatlar vardır (Atan, 2007; Özbudun, 2004). Son dönemde medya ve toplum bağlamında yapılan tartışmalar düşünüldüğünde Hermes, elinde asası, sandaleti ve şapkasıyla bir medya binasında hala yayın kararlarını alan bir kişi olarak düşünülebilir. Tanrıların habercisi olarak daha nice işler yapan Hermes günümüzde ne yapmaktadır sorusu sorulduğunda şu sorular da arkasından sorulabilir. Hala hırsızlara geceleri yol gösteriyor mu? Tacirlere bol kazançlı işlerinde yardım ediyor mu? Tam da bu soruların işaret ettiği alanlar kitle iletişim sahipliği bakımından tartışılan konular arasında yer almaktadır. O halde, Hermes’e ait sandalet, asa ve şapkadan oluşan üç sembolü kitle iletişimi üzerine yapılan tartışmalar bağlamında değerlendirilmek anlamlı olacaktır. Sandaletin kanatçıkları sembolik anlam taşımakla birlikte haber ve hız konusuna bir gönderme olarak izah edilebilir. KİA’nın içeriklerinin hızla alıcıya iletilmesi günümüzde de benzer bir anlam taşımaktadır. Haberin her dönemde zaman ile yarışan bir yönü olmuştur. Hız ise teknolojik gelişmelere bağlıdır. Hermes’in bir diğer sembolü olan asa ise günümüzde kitle iletişimini yürütenlerin öngörü yetisini simgelemektedir. Günümüz medya çalışanlarının öngörülü olmak zorunda olduğu ve kitlenin bu öngörüler ile yönlendirdiği konusunda medya eleştirilmektedir. Özellikle seçim dönemlerinde kamuoyu araştırmalarının sonuçlarının çarpıtılarak kamuoyuna sunulması öngörünün çıkar amaçlı kullanılmasına açık bir örnektir. Ayrıca, asanın diğer insanları gözlerini büyülemek, onları derin bir uykuya daldırmak ya da uyandırmak gibi özellikleri de bulunmaktadır. Günümüz medyası açısından bu sihirli asanın hala işlevsel olduğu açık bir gerçektir. Tekelleşme, tecimselleşme ve yabancılaşma insanların tüketim süreçlerinde edilgenleşmesi gibi tartışma konuları düşünüldüğünde dahi medyanın toplumsal rolünün tartışmalı alanlar arasında yer aldığını belirtmek gerekir. Postman’ın televizyonun toplumsal işlevlerine eleştirel yaklaştığı eserinde benzer bir eleştiri getirilmektedir. Postman’a göre, artık bireyler pasif birer tüketici haline dönüşmüştür (2012). Medyanın söylen üretme kapasitesi de izlerkitlenin medya bağımlılığıyla doğru orantılıdır. Medyanın tecimselleşmesini eleştirel rasyonel müzakerenin önünde bir engel 238 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan olarak gören Habermas da bu bakımdan önemli bir noktayı ele almaktadır. Günümüzde gerçeklik, tecimselleşme uğrunda harcanan değersiz bir mala dönüşmüştür (Habermas, 1997: 309-329). Kitle iletişim araçları ile yapılan iletişim insanların yönlendirilmesi için ve hatta yanlış bilincin üretimi için devletin ideolojik bir aygıtı olarak işlev görmektedir. Medyanın ideolojik bir aygıt olduğunu Louis Althusser ortaya koymuştur (Althusser, 2003). Althusser’in ideolojik aygıt kavramı, biçimsel olarak devletin dışında duran, ama bir toplumda kurumlardan etkilenen bireyleri çağırmak ve düzeni muhafaza etmek, her şeyden önce kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üretmek üzere, fiilen devletin değerlerini taşımaya hizmet eden eğitim, kilise, aile, medya, sendikalar ve hukuk gibi kurumları anlatmak için geliştirdiği bir kavramdır. Medyanın mevcut hegemonik ideolojiyi yeniden ürettiği ve hakim kılmak için toplumsal, kültürel ve ekonomik çelişkileri gizlediği görüşü eleştirel okulun benimsediği bir görüştür.3 Günümüzde söylenler de nerdeyse ideoloji ile eş değer bir kavram olarak değerlendirilmektedir. Kitle iletişim teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak toplumsal iletişim biçimleri de dönüşmektedir. Gerçeklik yukarıda ele alınan logos ve mitos kavramlarının karşıtlığı ve ideoloji kavramının toplumsal iletişimde gördüğü işlev düşünüldüğünde, kitle iletişiminin mitos üretiminde önemli bir araç olarak kullanıldığını belirtmek gerekir. Başka bir anlatımla, medya logos ile yani usun eleştirel yönü ile elde edilen bilgilerden çok toplumsal yaşamda söylenlerin üretilmesine aracılık etmektedir. Kitle iletişim süreçlerinin bu önemli özelliği “dolayımlama” kavramı ile ortaya konulabilir. Kavram, bir olay ile bu olayın bir izler-kitleye iletişim aracıyla iletilmesi arasındaki yorumlama-biçimleme, seçme, düzenleme, bazı yönlerini vurgulama, öne çıkarma; bazı yönlerini ise geçiştirme, atlama veya savsaklama- süreci olarak tanımlanmaktadır (Mutlu, 1994: 47-48). Bir kaynak iletisini kitle eletişim araçları ilettiğinde aracın niteliğine bağlı olarak iletinin anlamı değişmektedir. Kitle iletişimin eşik bekçileri olarak tanımlanan bu kişiler iletişimin aracılaşmasında kendi bakış açılarına göre biçimlendirmeleri nedeniyle etki etmektedirler. Bu kişiler muhabir, editör, genel yayın yönetmeni ya da bir programdaki analist veya bir gazetede yazan köşe yazarıdır. Söylen üretiminin adeta birer ajanı olarak görev yapan bu kişiler, ister bilinçli olarak ister farkında olmadan hakim düşüncenin hegemonyasının oluşması için görev yapmaktadırlar. Özellikle gazete yazarları ve programlardaki analistler çeşitli propaganda tekniklerini kullanarak söylen üretiminde etkin rol almaktadırlar. Bu durum söylenlerin üretilmesinde derin bir anlamın varlığının ve açıklanmasının ihtiyacını gerektirmektedir. Eğer kitle iletişim araçları, egemen düşüncenin gizlenmiş ideolojilerini söylem ile yeniden üreterek kitlelerin rızalarını kazanmaya aracılık ediyorsa bu durum nasıl analiz edilebilir? Bu sorunun cevabını söylen üretiminin analizini yapan ve göstergebilimi üzerinde duran yapısalcı ve post yapısalcı düşünürler tarafından verilmeye çalışılmaktadır. 3 Giz kelimesi aynı zamanda mythos kelimesinin anlamlarından birisi olması medyanın ideolojik yönünün ele alınması bakımından önemlidir. İdeoloji teriminin uzun, karmaşık ve olağanüstü derecede zengin bir tarihi olsa da burada ideoloji, eleştirel kuramın kullandığı anlamıyla egemen sınıfın gizlenmiş görüşleri olarak değerlendirilmektedir. Sayı 40 /Bahar 2015 239 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme Söylenden Arındırma Yöntemi ile Sanal Gerçekliği Açıklamak Kendi içinde bir takım amaçları ve duyarlılıkları bulunan post-yapısalcı düşüncenin benimsediği yöntem ile üstü örtülen bir takım gerçekleri ortaya çıkarmak istenmektedir. Özellikle, iktidar tarafından doğruluk, hakikat, iyi, nesnellik ve us gibi göklere çıkartılarak söylensel bir hava kazandırılan değerlerin maskeleri, bu yöntem ile düşürüleceği iddia edilmektedir. Nietzsche, bütün değer söykütüklerinde, iyi ile kötü ayrımı temelinde göklere çıkartılan oldum olası baş tacı edilen en yüce değerlerin dahi gerçekte erk istencinin birer dışavurumu olduklarını göstermeye çalışmıştır. Nietzsche’nin yolundan giden ve farklı uygulamalarla bu düşünceyi geliştiren Foucault ise, özellikle bilgi iktidar ilişkisinin altında gizlenenleri tek tek ortaya dökerek, değişik epistemelerde geçerli olan söylen bilgilerini deşifre etmek amacıyla farklı kazı bilim tekniklerini kullanmıştır. Wittgenstein ise dilde kullanılan birçok sözcüğe olmadık yerde söylensel değerler yüklendiğini bu değerlerle kafa karışıklığı yaratıldığını savunmuştur. Özel dil uslamlanması olarak tanımladığı bu durumu Derida ise benimsediği yapı-sökümcü yöntemle ölümcül karşıtlıkları kullanarak varsayımları çökertmeyi amaçlamaktadır (Uzun ve Uzun, 2002: 1346). Bu bağlamda bir diğer düşünür Cloude Levi-Strauss’tur. Levi-Strauss’un XX. yüzyılda insanbilim alanında yaptığı çalışmalar ise söylenlere yalnızca onları anlatanlar ile dinleyenlerin bağlı olduğu toplumsal ve ekonomik ilişkileri soyutlamaksızın eğildiği için değil, söylen bilgilerinin kendisine gelinene dek fark edilmeyen önemli özelliklerini geniş bir bağlama yerleştirerek tek tek ortaya serdiği için de büyük bir değer taşımaktadır. LeviStrauss, hemen bütün söylenlerin bütünlüklü bir yapıda olduğu ve doğdukları toplumun yapısında bulunan ikili karşıtlıklar üzerine yapılandıkları sonucuna varmıştır. Söylenlerde bu karşıtlıklar, ya uzlaştırılmakta ya da çökertilmektedir. Bu bağlamda söylenin başlıca işlevi, yerleşik toplumsal normların gözünde kesinlikle uygunsuzluk olarak görülen, hoş görülmesi kesinlikle olanaklı olmayan kimi davranışlara, hem düşünsel hem de toplumsal bakımdan daha bir hoşgörüyle bakılmasını sağlamak olmuştur (Uzun ve Uzun: 2002: 889). Roland Barthes, dile yakın bir takım ideolojileri analiz etmiştir. Çağdaş Söylenler kitabında ele aldığı söylenler Marx’taki ideoloji kavramına yakındır. Barthes’a göre ideoloji gerçekten bir cemaatin kendini aldatmak için başvurduğu görünüşte tutarlı, çözümlemelere uğratılınca uyduruk özellikleri ortaya çıkan isteklerden oluşmaktadır. Barthes’a göre, küçük burjuva sınıfı, tarihi bilmezlikten gelmekte, kendi özelliklerini ve değerlerini “her zaman aynı kalacak özler” olarak görmektedir. Bu tamamen kendi sınıf çıkarlarını korumak için yapılan ve kendisini edebiyen var olacağını var sayan bir düşüncedir. “Efsane, söz konusu ettiği nesneyi tarihten yoksun kılar” cümlesi bu tutumu açıklamaktadır. Barthes, toplumdaki yanılsamaların çözümlemesini göstergebilim ile yapmaktadır. Ona göre, dilbilim yapıyı incelemeli ve bütün bilimlere örnek olmadır. Barthes, Saussure’un habercisi olduğu göstergebilimin bir uygulayıcısıdır. İdeoloji sorunu, Barthes için hep dilbilime ilişkin tartışmalarla birlikte görünür olmuştur. Bu nedenle, gösterge kavramına ilişkin tartışmalara verdiği önem, bir yandan da onun, ideoloji konusundaki düşüncelerinin ayrılmaz bir parçası olarak görülebilir. Barthes Çağdaş Söylenler’de söyleni özel bir dizge olarak tanımlar: “bu da kendisinden önce var 240 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan olan bir göstergesel zincirden yola çıkılarak kurulmasından ileri gelir”; söylenler “ikincil bir göstergesel dizgedir” (1990: 159). Söylenlerde iki gösterge dizgesi vardır: biri nesnedil diğeri ise üst dildir. Nesne dil doğallaşmış, uzlaşımsal anlamların düzlemidir, üst dil ise ideolojinin kurulduğu ve işlediği düzlemdir. İlk dizge düzanlama, ikincisi ise yananlama ilişkindir. Bu yapılaşmayı örneklerken Barthes Paris-Match dergisinin kapağında gördüğü Fransız üniforması giymiş bir “zenci” askerin fotoğrafını çözümler. Çağdaş söylenlerde yananlam ve düzanlam iki ayrı düzeydir. Yananlamı mümkün kılan aslında düzanlamdır. Yukarıda söylenden arındırma yöntemini kullanan ve bu yöntemin gelişmesine katkıda bulunan düşünürlerin görüşlerine yer verilirken günümüzde söylen üretiminin biçimsel farklara rağmen devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla özellikle ideolojik bir aygıt olan medya aracılığıyla üretildiğini belirtilmiş olmaktadır.4 Barthes’in gösteren, gösterilen ve gösterge dizgesi ile medya içeriklerini ele alması ve derin anlamı ortaya koyarak iktidarın o giz halindeki söylenini açık etmesi bu çalışma bakımından da kabul edilen geçerli bir görüştür. Bu görüş doğrultusunda aşağıda yer alan analiz yapılacaktır. Kahramanlık Mitinin Propaganda Teknikleriyle Politik Tarihte İnşası Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu çalışmanın incelemek istediği temel sorun olduğu daha önce belirtilmişti. Bu amaçla kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoriter öznelerin yaratılma süreci üzerine KİA içeriklerinde yer alan birçok örnek bulunmaktadır. Günümüz toplumlarında bahse konu kullanılan teknikler totaliter rejimlerin aksine gizli anlatılar olarak KİA içeriklerinde yer almaktadır. Kitle iletişim araçları kullanılarak üretilen ve haklılaştırma rolünü oynayan söylenler ele alınırken kullanılan dil ve anlatı motifleri ve özellikle derin anlamlar üzerinde durulmalıdır. Çalışmada amaca yönelik seçilen örnek olaylar üzerinden kahramanlık mitlerinin KİA’da yer alış biçimleri ve derin anlamları incelenecektir. İncelemede, kahramanlık söyleni ve propaganda teknikleri arasında örtük bir bağın varlığı önkabul olarak tartışılmamıştır.5 4 İdeoloji kavramı, Marksist yaklaşımın yanlış bilinç kavramlaştırması ile başlayan ve birçok tartışmanın bu temelde şekillendiği geniş bir alana ve köklü bir geçmişe sahiptir. Ekonomik belirlenime eleştirel yaklaşan ve ideolojinin kültürel düzeyde yeniden ele alan Gramsci ve Althusser, medya dolayımı ile üretilen iletişimdeki ideolojik boyutunun ortaya konmasına yardımcı olan kuramsal açıklamalar getirmişlerdir. Özellikle, İngiliz Kültürel Çalışmaları ile medya dolayımıyla gerçekleşen iletişimde hakim ideolojinin yeniden üretildiği üzerine çalışmalar yapılmıştır. Barthes’ın ‘paylaşılan bir ideoloji’nin toplumsal yaşamın olası her alanına işlediği tezi, tarzlar ve yaşam biçimlerini halkla ilişkiler, sinema filmleri ve reklamlar gibi iletişim biçimleri ile çağdaş kültürün yüzeysel görüntüsünü gözler önüne serme konusunda önemli olmuştur (Batı, 2005: 180). Bu anlamda medyada egemen ideoloji yeniden üretilmektedir. 5 Propaganda, totaliter rejimlere özgü tek yönlü olarak işleyen bir süreç olmasının yanı sıra özellikle soğuk savaş yıllarında uygulanan bir iletişim yöntemidir. Günümüz demokratik toplumlarına biçimsel olarak dönüşerek uyum gösteren propaganda, artık egemen yöneticilerin ve egemen üreticilerin kamuyu mistifike etmek ya da maniple etmek için kullanılmaktadır. Açıktan uygulanmasının toplumda tepkilerle karşılanması ve yasal yaptırımların olması bile uygulanan bu iletişim tekniğinin varlığını hala etkin bir şekilde korumasını engelleyememiştir. Propaganda teknikleri olarak yukarıda bahsi geçen ve adlandırılan teknikler, sıkça kullanılması bakımından herkesçe bilinen tekniklerdir. Bu bakımdan kullanılan tekniklerin kavramsal tartışmasına çalışma kapsamında yer verilmemiştir. Propaganda kavramı ile ilgili daha fazla bilgi için bakınız (Özsoy, 2008; Devran, 2003). Yararlanılan propaganda tekniklerinden birisi “ad takma” tekniğidir. Bir düşünce ya da gruba kötü nitelendirici bir isim takma olarak da bilinen teknik ile söz konusu düşünce ya da grup hiç dinlenmeksizin reddedilmektedir. Ad takma daha çok siyasal kampanyalarda görülür. Söz gelimi bir taraf için “özgürlük savaşçısı” olan bir grup, bir başka taraf için “asiler” ya da “direnişçiler” şeklinde nitelenebilir. Kullanılan bir başka propaganda tekniği “gösterişli genelleme” tekniğidir. “Gösterişli geneleme” tekniği, bir şeyi etkin bir sözcükle “iyi” kabul edilen bir deyimle ilişkilendirmek demektir. Sayı 40 /Bahar 2015 241 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme Bu bağlamda yapılan incelemeye, kahramanlık söyleninin ne olduğuyla başlanacak, ardından politik tarihte yer alan örnekler ile kahraman söyleninin oluşumundaki etkenler ortaya konulmaya çalışılacaktır. Kahramanlık anlatılarında ortak temalar söz konudur. İnsanüstü bir görevi yerine getirmek için yola çıkan bireyin, bu süreçte karşılaştığı zorlukların ve sınavların üstesinden gelerek insanüstü bir gerçeklik ile tekrar toplumun içine dönmesi ve böylelikle toplum önünde elde ettiği ayrıcalıklı konum bu öykünün en temel ortak temasını oluşturur (Campbell, 2000). Öykülerde kahramanın kahramanlaşma süreci aşamalara bölünebilir. Doğaüstü güçlerin yardımıyla da olsa eylemlerinin sorumluluğunu ve sonuçlarının yükünü kendi üzerine almaya başlayan insan, var oluşunu çevreleyen öğeleri tanımaya, tanımlamaya, denetim altında tutmaya yeltenmektedir (Toktay, 2000). Bu çalışma açısından da incelenmeye değer görülen aşama da bu aşamadır. Kahraman insanın artık toplumu yönettiği ve diğer insanların da kahramanın üstün yönlerine itiraz etmediği ve yapıp-etmelerine rıza gösterdiği bir dönem söz konusudur. Bu dönemde kahraman kendi doğrularını topluma öğretmeye çalışır. Yukarıda yer alan genel tema ile oluşturulan kahramanlık söyleni modernizmle birlikte sorgulanmaya başlanmıştır. Aydınlanmayla birlikte bilimin sınanabilir ve gözlenebilir önermeler şeklinde sınırlandırılması sonucunda söylenlerin bilgisi ötelenmiştir. Oysa, toplumsal hayatın bir gerçekliği olarak kahramanlık söyleni toplumsal işlevini yerine getirmeye kitlelerin yönetiminde etkin bir şekilde kullanılmaya devam etmiştir. Özellikle politik liderlerin siyasi biyografilerinde kahramanlık öykülerinin bulunması bir rastlantı değildir. Yanlış anlaşılmaların önünü almak için belirtilmelidir ki bazı eylemler hayal gücünü zorlayacak nitelikte sonuçlara neden olmuştur. Bu anlamıyla kahramanlık söylenlerinin tamamen reddi mümkün değildir ve bir gerçekliğe denk düşmediği söylenemez. Ancak, bu tartışmada kahramanlık söyleninin uygulanan propaganda teknikleri ile yaratılması ve üretilmesi durumu için geçerli bir tartışmadır. Kişilerin eylemlerinin sonuçlarının insanüstü bir nitelikte olması bu kişilerinde insanüstü olduğu anlamını taşımaz. Yanılgı buradan kaynaklanmaktadır. KİA’larda sıkça rastlanan kahraman insanların toplumsal lider olmasında tarihsel olaylar ne kadar önemli olursa olsun mitsel modele yakın değilse popüler bellekte kalıcı olmamaktadırlar. Tarihi şahsiyeti olan ve milyonlarca insanı yönlendiren bu efsanevi insanların politik yaşamlarında ölümle yüz yüze gelerek nerdeyse “ölümsüzleşme” yönünde bir deneyim yaşadıkları topluma sıkça anlatılır. Hitlerin, bir suikast sonucu Böylelikle söz konusu şeyi kanıtları gözden geçirmeksizin kabullendirme amacı taşır. Reklamcılık alanında yoğun olarak kullanılır. “Transfer” tekniği ise bir şeyi saygı duyulan ya da olumlu kabul edilen sembol, simge ya da sözcük gibi bir başka şeye transfer ederek anlatma anlamına gelir. Transfer tekniği çağrışım yoluyla işler. Transfer bazen iki insanın birlikte fotoğraf çektirmesi yoluyla da işler; ünlü bir kişiyle bir resim, film, beste aracılığıyla geniş kitlelere ulaşılabilir ve olumlu çağrışımlar yoluyla propaganda başarıya ulaşabilir. Bir diğer teknik “tanıklık”tır. Toplumda itibarlı kişilerin desteğini kullanmak anlamına gelen teknik, hem reklamcılık hem de siyasi kampanyalarda sıklıkla kullanılan bir tekniktir. “Halktan biri” tekniği siyasi lider için kullanılan bir tekniktir ve izleyicilerle aynı gruptan olan bir bireyin ortalama insanlara yakınlığını ve benzer özelliklerini vurgulamak şeklinde tanımlanır. Özellikle siyasi kampanyalarda parti liderinin toplumu yeterince tanıdığını anlatmak için yararlanılır. “Destek için gerçeklik oluşturma” şeklinde adlandırılan propaganda tekniği ikna etmede en önemli tekniklerden bir tanesidir. Modernizm ile birlikte bilimsel verileri belli amaçlar doğrultusunda kullanmak insanları ikna etmenin en önemli yolu olmuştur. Teknik, bir düşünce ya da tezin doğruluğunu anlatmak için onu destekleyen görüş ve uygulamalara yer verme şeklinde açıklanabilir. 242 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan ölümden kurtulması ve o anda patlayan bombanın diğerlerini öldürdüğü halde Hitlerin bu suikasttan sağ olarak kurtulması bu anlamda bir liderin ölümsüzleşmesine etki eden bir olaydır. Valkyrie operasyonu olarak bilinen suikast, 20 Temmuz 1944’te gerçekleşmiştir. Yine, Lenin’in Ekim devrimini gerçekleştirirken yolunu kaybederek buz kaplı bir gölü geçerek ölümle yüzleşmesi gibi söylenler bir kahramanlık söyleninin oluşmasında kullanılan öykü temalar arasında yer almaktadır. Adnan Menderes’in uçak kazasından kurtulması yine benzer bir olayın yaşanmasına hatta Menderes’in kendisine olan güveninin üst seviyelere çıkmasına neden olduğu tarihçiler tarafından belirtilmektedir (Cumhuriyet, 18 Şubat 1959). Yakın tarihimiz düşünüldüğünde Turgut Özal, suikasta uğramasının ardından yaptığı konuşmada “Allah’ın verdiği ömrü, O’nun isteğinden başka alacak yoktur, biz de O’na teslim olmuşuzdur” derken totaliter rejimlerde olduğu gibi liderlere özgü insanüstülüğünü vurgulamak yerine bir lider olarak insanın ölümlü olmasına dikkat çekmiştir (Cumhuriyet, 19 Haziran 1988). Her ne kadar Özal, kahramanlık yönünde kendisini üstünlükten soyutlamış ise de düşmanlar üzerinden bir karşıtlık doğal olarak kurulmuş ve Özal’ın taraftarları bu kez de bu konuşmayı efsaneleştirmişlerdir.6 Ölümsüzlük ve insanüstülük yönünde yaşanan gelişmelere farklı örnekler verilebilir ancak, yaşanan bu olaylar ardından yapılan haberler tam da yukarıda bahsedildiği “ad takma” şeklindeki propaganda tekniğine uygun bir süreç ile desteklenmiştir. Milliyet Gazetesi, Menderes’in uçak kazasını “Feci Bir uçak kazasından, İngiliz Başvekili McMillan’ın tabiriyle ‘Mucize Kabilinden’ kurtulan Başvekil Adnan Menderes…” şeklinde duyurmuştur (19 Şubat 1959). Menderes’in kurtuluşunun mucize olarak sunulması ile özellikle tanık olarak gösterilen başka bir ülkenin başbakanının sözlerine yapılan vurgu kullanılan propaganda tekniklerinden ad takma ve tanıklık stratejilerini örneklemektedir. Peyami Sefa ise Milliyet Gazetesi’nde yer alan 19 Şubat 1959 tarihli köşe yazısında şunları belirtmektedir: … Hürriyet ve cüzi irade ile mücehhez ve mübesşer bir yaratık olmanın yüksek mertebesine ulaşacağız. Bu günkü felaketimizi yarınki saadetlerimiz haline getirmenin yolunu arayacağız. Allah Menderes’i korudu. Allah bizi kordu. Böyle bir tarih anında Menderes’siz Türkiye, uskuru kopmuş bir uçak gibi parçalayıcı mecburi iniş yapmaya mahkum olabilirdi. Peyami Sefa, bu sözleri ile Menderes’in kaderi ile Türkiye’nin kaderini eşdeğer görmekte, Menderes’in olmaması halinde Türkiye’nin de düşen uçak gibi, metaforik bir anlatımla, parçalanacağını belirtmektedir. Metne “gösterişli genelleme” anlayışının kendiliğinden yansıması söz konusudur. Kazanın, Kıbrıs görüşmelerine denk gelmesi, Kıbrıs’ta bir devlet kurulmasının arifesinde yaşanması kazaya farklı anlamlar yüklenmesine neden olmuştur. Tarihsel kişilik, söylensel modeldeki kahramanla savaş gibi mitsel eylemler kategorisiyle özdeşleştirilmektedir (Eliade, 1994). Dış etkenler ya da düşmanlar tarafından tehditlerin üstesinden gelinmesinde kahramanın vazgeçilmez özelliği ile sorunları çözmesi gerekir. İnsanın toplumsal yaşamında yararlandığı yardımcı 6 Totaliter yönetimlerin liderleri ile Turgut Özal’ın aynı metin içerisinde bulunmasının nedeni, kahramanlık mitinin yaratılmasında demokratik bir ülkedeki liderin, üstelik olayla ilgili kendisini kahraman olarak yorumlamayan bir lider, konumu ile otoriter karakterdeki liderlerin konumu arasındaki farkı belirtmektir. Kahramanlık söyleninin yaratılmasındaki fark ise otoriter liderler kendi kahramanlıklarını yaratmak için sistemli bir süreç yürütürken, demokratik toplumlarda ise kahramanlık söyleni genellikle halk tarafından kendiliğinden oluşan bir süreçtir. Daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse Turgut Özal’ı totaliter bir rejimin otoriter bir lideri olarak değerlendirmek mümkün değildir. Sayı 40 /Bahar 2015 243 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme öğeler ve insanların izole edilmiş olması dikkat çeken bir başka durumdur. Menderes’in uçağının düşmesi ve dış düşmanlar Kıbrıs sorunu arasında yer alan ilgi imalı bir şekilde aktarılmaktadır. Dolaylı yoldan dahi olsa dış düşman vurgusu ve kahramanın zorluğu aşarak çözüm için çaba sarf etmesi motifi öykülemeye paralel bir anlatı niteliğindedir. Kahraman söyleninde insanüstülüğün vurgulanmasında iki yön söz konusudur; biri insansı değerlerin ve özelliklerin birer zaaf olarak temsili, ikincisi ise insanüstü eylemlerin varlığıdır. İnsanüstü değerler ve özellikler, propaganda teknikleri yoluyla oluşturulmuştur. Kahraman insan figürünü evrensel anlatılar üzerinden incelemek modernizmin getirdiği bütün değerleri elden geçirerek mitsel olanı bilimsel olan ile açıklama gayretine bir örnektir. Özellikle politik liderleri niteleyen kitle iletişiminde etkin olarak kullanılan siyasal parti kampanyalarında “halktan biri” nitelemesi sıkça kullanılan nitelemelerden bir tanesidir. Sol ideolojilerin sıkça kullandığı “halktan biri” nitelemesi kahramanlık söyleninin üretiminde önemli bir öğe olarak sunulmaktadır. Ancak günümüzde halktan biri nitelemesini sağ-muhafazakar görüş tarafından da kullanılmaktadır. 1974 Kıbrıs Harekatı’nın karar vericisi olan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit de kendisine yönelik kahraman söyleninin oluşturulması sürecinde bu türden sıfatlar ile nitelendirilmiştir. Özellikle “Kara oğlan” ve “Halkçı Ecevit” gibi sloganlar ile bir kahramanlık söyleninin oluşturulmak istendiği açıktır. Dönemin Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan’ın da “Mücahit” olarak nitelenmesi yine bu dönemin kahramanlık söylenleri arasında yer almaktadır (Kahraman, 2014). Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ilk olarak Kocaeli’ne giden Bülent Ecevit’in gezisi medyada geniş yer bulmuştur. Haberde Ecevit’in binlerce kişi tarafından karşılandığı, halkın ilgisinin çok büyük olduğu belirtilmiştir (Milliyet, 29 Ağustos 1974). Haberin devamında Ecevit’i dinleyenlerin dövizlerindeki yazılar aktarılmıştır: “Barışın güvercini, savaşın kartalı Başbakan Ecevit”, “Onurlu ulusun onurlu Başbakanı”, “Üçüncü adam hoş geldin”, “Kıbrıs’ta insanca hakça bir düzen”. Haberin devamında bir vatandaşın “Sen ikinci Atatürk’sün” şeklindeki sözlerine yer verilmiştir. Bu sözü herkesin alkışladığını, bunun üzerine Ecevit’in “Bu benim için çok değerli bir sözdür. Ancak ben ikinci Atatürk değilim. Atatürk tektir. Bu benim hakkım değildir. Atatürk kurduğu devlette ve açtığı yolda yürümekle çok Mustafa Kemaller yetiştiğini söylemişti” şeklinde konuşmuştur. Bunun üzerine haberde, bir grup dinleyici Ecevit’in sözünü kestiği “halkçı Ecevit” sloganını attığı belirtilmiştir (Milliyet, 29 Ağustos 1974). Haberin kurgusu bile kahraman mitinin inşası için araçsallaşan bir dil biçimini almaktadır. Dövizlerdeki “kartal” sözcüğü Ecevit’in bir kahraman olarak savaşçı özelliğine göndermede bulunan bir eğretileme olarak değerlendirilebilir. Kahramanlık destanlarında yer alan kahramanın sınav başarısı ve olağanüstülük özelliği, sloganlarda yer alan kartal kelimesi ile simgelenmiştir. Ecevit’in ikinci Atatürk olarak değerlendirilmesi ise tarihi kimliği daha güçlü olan Kahraman Lider’e benzetilmesine bir örnektir. Ancak, Ecevit’in bu benzetmeyi kabul etmemesi üzerine “Halkçı Ecevit” sloganları bu kez de farklı yönden yeniden bir kahramanlık mitini ürettikleri anlamına gelmektedir. Kahraman liderin halk arasında olduğunun vurgulaması yine üstün insanın halk arasında olmasının erdemine yapılan bir vurgu olarak değerlendirmek gerekir. Atatürk benzetmesi ise liderin kahramanlaştırılmasında yine tarih içerisinde başka bir kahraman liderin deneyimleri 244 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan ile karşılaştırılması sonucu destek için gerçeklik oluşturma denilecek bir durumu ifade etmektedir. Ayrıca, yapılan haberde Ecevit’in konuşmasına yer verilmiştir. Bülent Ecevit’in konuşmasında kahramanlığın paydaşlarına değindiği görülmektedir. …Kıbrıs harekatı bir fetih değildi, bir milli ödevdi. Onunda ötesinde bir insanlık ödevi idi. Bir tarihsel görevdi. Kahraman ve mert ordumuz, kahramanlığı insanlıkla bir tutan ordumuz, Kıbrıs’ta kazanmak için savaşmadı, kurtarmak için savaştı. Türk ordusunu, onu vücut veren yüce ulusumuzun huzurunda bir kez daha kutlarım. Yüce Türk ulusunu kutlarım. Kıbrıslı Türkleri, aziz soydaşlarımızı kutlarım. Dış politikadaki başarısı için, değerli hemşehrimiz Sayın Turan Güneş’i ve çalışma arkadaşlarını kutlarım (Milliyet, 29 Ağustos 1974). Önemli bir zaferin ardından yapılan bu konuşma ile kolektif bir başarının altını çizen Ecevit, Türk ordusunun kahramanlığını vurgulamıştır. Konuşmada başarının öykülendiğini ve aktörlerinin kimler olduğu Ecevit tarafından sıralanmakla birlikte haber metninin bütünü düşünüldüğünde kahraman söyleninin üretiminde sembolik dilin kullanıldığı ve propaganda amaçlı bir haber inşasının olduğunu belirtmek gerekir. Kahraman mitinin oluşmasında kullanılan “destek için bir gerçeklik oluşturma” diye tanımlanan bir yöntem söz konusudur. Yöntem ile bilgi kutsanarak bilgi ile lider kişilikleri güçlendirilmek istenmektedir. Kişilikler tarihsel süreç içerisinde farklı dönemlerde farklı amaçlar uğruna farklı yorumlanmışlardır. Kahramanlık mitinin politik güç dengelerine bağlı olarak dönemsel olduğunu belirtmek gerekir. Belli dönemin kahraman liderleri tarih içinde güç dengelerinin değişmesiyle birlikte, birer diktatöre veya vatan hainine dönüştürülebilmektedir. Tarihte olumsuz bir kişilik olarak anılan kimselerin tam tersi bir yorumlama ile kahramanlaştırılmaları da mümkündür. Tarihi kişilikler üzerinden yapılan tartışmalar dönemsel olmakla birlikte tarihin ve gerçekliğin iktidar ilişkileri ile yeniden inşa edilebileceğinin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. II. Abdülhamit üzerine yapılan tartışmalar hatırlanacak olunur ise Abdülhamit’i otoriter bir lider olarak tanımlayanlar kadar Osmanlı topraklarını üstün bir politika ile uzunca süre bir arada tutan siyasi bir deha olarak kabul edenler bulunmaktadır (Deringil, 2002). Nail Güreli, Milliyetteki köşesinde dönemin hükümetini eleştirirken, şunları söylüyor: Abdülhamit’in sansürünü, Menderes’in baskı yasalarını anımsatıp ‘öcü göstermece’ yapıyorlar. Aslında Abdülhamit ve Menderes’i bu işin içine katmakla onlara haksızlık ediyorlar. Bugünün rezaletleri, onların dönemlerinde olup bitenlerle kıyaslanamayacak kadar ağır, onların yanlışları, bugünkülerin yanında kıyaslanmayacak kadar ağır. Onların yanlışları, bugünkülerin yanında ‘masum’ kalıyor. Abdülhamit’in sansürünü 24 Temmuz 1908’de gazeteciler kendi elleriyle kaldırmışlardı. Menderes’in baskı yasalarına tepki ve direniş beyaz çıkan gazete sütunlarıyla filizlenmişti. (Milliyet, 22 Aralık 1996). Yazılan metnin içeriğinden de anlaşılacağı üzerine tersten bir anti kahraman yaratma çabası söz konusu. Dönemin dinamikleri düşünüldüğünde hükümeti tarihi kişilikler üzerinden eleştirilmek istendiği gözlenmektedir. II. Abdülhamit’in 95. ölüm yıldönümünde mezarı başında anma törenini konu edinen başka bir haberde, bir konuşmacının sözleri aynen şu şekilde aktarılıyor: Sayı 40 /Bahar 2015 245 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme Hayatını inancı uğruna adamış bir insan, şefkatli bir baba, halkını din, dil, ırk farkı gözetmeden huzurunun temini için mücadele eden, dış siyasette ise devletlerarası dengeyi ülkenin menfaatleri doğrultusunda en iyi şekilde devlet adamlığı dehasıyla Osmanlı Devleti’nin son dönemine damgasını vuran yüce bir şahsiyettir (Zaman, 11 Şubat 2013). II. Abdülhamit’in tarihi bir kahraman olarak betimlenmesini konuşma içerisinde görmek mümkün. Ancak, haber içerikleri kadar haberlere yer verilip verilmemesi de kahraman söyleni oluşturmada medyanın tercihlerinin önemli olduğunun açık bir ifadesidir. Bu bakımdan düşünüldüğünde iki örnekte de kullanılan dil propaganda tekniklerinde kullanılan taktiklere ve dile benzer bir niteliktedir. Liderlik karizması yaratılmıştır. Çevrelerinde olumlu bir efsane oluşturulmuştur. Propaganda da kullanılacak simgeler, sloganlar, kalıplaşmış tutumlar saptanmıştır. Karşı propaganda kaynakları hakkında güvensizlik yaygınlaştırılmıştır. İki örnek olayda da kahraman yaratma söylenlerinin sıkça kullanıldığı açıktır. Bu bakımdan, haber dilinin söylen üretiminde propaganda tekniklerini ve genel söylen motiflerini kullandığını açıklamak aynı zamanda medyanın ideolojisini de anlamak ve açıklamak bakımından önemlidir. Sonuç Medya aracılığıyla yaratılan anlamlar insanların anlam dünyalarını etkiler. Medyanın egemen söylenleri yeniden aktaran işlevi düşünüldüğünde kahraman söyleninin yaratılmasında önemli bir etkide bulunduğu görülür. İnsanoğlu tarihin başlangıcından beri sorduğu soruları cevaplarken söylenleri oluşturmuş ve ürettiği söylene yine kendisi inanmıştır. Ancak, günümüzde söylenler medya aracılığıyla üretilmektedir. Kahramanlık mitinin oluşmasında haberlerde kullanılan dile yukarıda örnekler verilmiştir. Örneklerden de anlaşılacağı üzere efsaneleşen liderler dokunulabilecek kadar gerçek ama erişilmez kadar da uzaktırlar. Tarihi kişilikler, iktidar ilişkilerindeki dönemselliğe bağlı olarak yeniden yorumlanmaktadır. Güç dengelerine bağlı olarak kimi zaman göklere çıkarılan kimi zaman eleştirilen liderlerin efsanelik sihrini sağlayan kuşkusuz kitle iletişim araçlarıdır. Tarihte bu sihri sağlayan farklı mecralar hep olmuştur. Örneğin, Antik Yunan’da yeni yıl şölenleri simgesel ayinler bir piyesti, her iyi tiyatro etkinliği gibi zaman ve mekan engellerini kaldırır, izleyenlerde katılanların etkisine alarak dünyadaki uğraşlarından uzaklaştırırdı. Kutsal bir kandırmaca oyunuydu bu. Yakaranlar günlük yaşantılarına temel olan sonsuz tanrılar dünyasına girdiklerini hissederlerdi. Elden ayaktan düşmüş can çekişen yılı geçersiz kılmak için günah keçisi öldürülür, böylece hükümdarın aşağılandığı ve yerine karnaval kralının tahta geçirildiği temsil olarak sahnelenirdi. Benzer bir törensel havada günümüz kitle iletişim araçları ile gerçekleşmektedir. Kitle iletişim araçları kendi kahramanlarını, canavarlarını ve efsane insanlarını yaratmaktadır. Yaratılan gerçeklik ise bütün toplumsal ve dış dünyanın olumsuzluklardan izole edilen gerçekliktir. Yukarıda verilen örnek haberlerde ya da anlatılarda benzer bir durum söz konusudur. II. Abdülhamit örneği bunun açık bir kanıtıdır. II. Abdülhamit tarihi misyonunu tamamlamış ve yapıp ettikleri ile tarihe mal olmuştur. Ancak, günümüz iktidar ilişkileri içerisinde tarihsel bir gerçeklik yeniden yorumlanmıştır. Böylelikle ya kahramanlaştırma ya da anti-kahramanlaştırma söz konusudur. Yine aynı şekilde örnek haberlerde, 246 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Birol Demircan liderlerin karşıtlıkları ile var olduğu görülmektedir. Karşıtlıklar oluşturulurken var olan gerçekliğin olumsuzluklarının tamamen öteki olan düşman, doğa ya da soyut bir varlıktan kaynaklandığı belirtilmektedir. Dünya görüşünüz ne olursa olsun iktidarda iseniz, tarihsel bir gerçekliği değiştirmeniz mümkündür. Gerçeği değiştirmek ve inandırmak insanın hayal gücüyle ilgili bir durumdur. İşte bu nedenle sıradan bir insanın nasıl siyasi lider olarak bir söylen kahramanına dönüştüğünü yine hayal dünyamızın sınırları içinde açıklamak zorundayız. Gerçekliğin sürekli değiştiği bir dünyada hayal gücümüz bilinmezlikleri sürekli yorumlamaktadır. KİA’lar da bu bilinmezlikleri bize hayal gücümüzün yansıttığı gerçeklikler olarak sundu ve sunmaya devam etmektedir. Böylelikle açıklayamadığımız her yeni ya da tarihi olayı, olguyu ya da kişiyi efsaneleştirmekteyiz ve efsaneleştirmeye de devam edeceğiz. Kaynaklar Althusser, Louis, (2003). Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul: İthaki Yayınları. Armstrong, Karen, (2006). Mitlerin Kısa Tarihi, İstanbul: Merkez Kitap Yayınları. Atan, Yaşar, (2007). Akdenizli Tanrılar, İstanbul: Evrensel Yayıncılık. Barthes, Rolland, (1990). Çağdaş Söylenler, İstanbul: Metis Yayıncılık. Batı, Uğur, (2005). “Bir Anlam Yaratma Süreci ve İdeolojik Yapı Olarak Reklamların Göstergebilim Bir Bakış Açısıyla Çözümlenmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2005, Cilt: 29, No: 2, s. 175-190. Campbell, James, (2000). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, İstanbul: Kabalcı Yayınları. Can, Şefik, (1997). Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul: İnkılap Kitapevi. Cevizci, Ahmet, (2004). Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul: Etik Yayınları. Cumhuriyet, 18 Şubat 1959. Cumhuriyet, 19 Haziran 1988. Deringil, Selim, (2002). İktidarın Sembolleri ve İdeoloji: II. Abdülhamit Dönemi (1876-1909), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Devran, Yusuf, (2003). Siyasal Kampanya Yöntemi: Mesaj, Strateji ve Taktikler, İstanbul: And Yayıncılık. Eagleton, Terry, (2011). İdeoloji, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Fiske, John, (2006). Mitler ve Mitleri Yapanlar, İzmir: İlya Yayınevi. Gezgin, İsmail, Gezgin, İlkay ve Çokişler, Nazım, (2004). Mitoloji (Mythos ve Logos): Hayatımıza Yön Veren Söylenceler, İstanbul: Güncel Yayıncılık. Grimal, Pierre, (2005). Yunan Mitolojisi, Ankara: Dost Kitapevi. Sayı 40 /Bahar 2015 247 Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme Güreli, Nail, (1996). “Abdülhamit, Menderes ve Bizimkiler”, Milliyet, 22 Aralık. Habermas, Jürgen, (1997). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İstanbul: İletişim Yayınları. Hall, Stuart, (1980). “Encoding and Decoding in the Television Discourse”. (In) Culture, Media, Language. (eds.):Sutuart Hall, et al. London: Hutchinson. Pp. 197-208). Hall, Stuart, (1994). “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, s. 169-209, Medya İktidar İdeoloji, (çev. ve derl.) Mehmet Küçük, Ankara: Ark Yayınları. Kahraman, Hasan Bülent, (2014). “Savaş için değil, barış için yapıldı”, Sabah, 20 Temmuz. Marshall, Gordon, (2003). Sosyoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Mcquail, Denis, (2010). Kitle İletişim Çalışmalarında İletişim Modelleri, Ankara: İmge Kitapevi. Milliyet, 19 Şubat 1959. Milliyet, 29 Ağustos 1974. Mutlu, Erol, (1994). İletişim Sözlüğü, Ankara: Ark Yıyınevi. Necatigil, Behçet, (2002). 100 Soruda Mitologya, İstanbul: Koç Kültür Sanat ve Tanıtım Yayınları. Özbudun, Sibel, (2004). Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri, Ankara: Ütopya Yayınevi. Özsoy, Osman, (2008). Politik Propaganda Teknikleri, İstanbul: Alfa Yayıncılık. Postman, Neil, (2012). Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Sefa, Peyami, (1959). “Faciaların Faciası”, Milliyet, 19 Şubat. Toktay, M. Nefrin, (2014). “Perseus Kahramanlık Mitinin Arketipsel Sembollerle İncelenmesi”, http://www.iticu.edu.tr/, Erişim Tarihi: 22.10.2014 Uzun, Erkan ve Uzun Serkan, (2002). Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Vernant, Jean-Pierre, (1996). Eski Yunan’da Söylen ve Toplum, Ankara: İmge Kitapevi. Zaman, 11 Şubat 2013. 248 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu The Problem of Professionalization in Public Relations Burcu ÖKSÜZ, Yrd. Doç. Dr., İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Halkla İlişkiler, Meslek, Meslekleşme. Keywords: Public Relations, Profession, Professionalization. Öz Ülkemizde uzun yıllardır halkla ilişkiler eğitimi verilmesine ve halkla ilişkiler faaliyetleri sürdürülmesine rağmen, halkla ilişkiler mesleği hak ettiği konumu elde edememiştir. Halkla ilişkiler, belirli bir eğitim ve yeterliliğe sahip olmaksızın herkesin yapabildiği bir iş olarak görülmektedir. Halkla ilişkilerin bir meslek olmadığı düşüncesi, halkla ilişkiler eğitimi alan kişilerin işsiz kalması, halkla ilişkiler uygulamacılarının alt konumlarda istihdam edilmesi ve düşük ücretle çalıştırılması, üniversitelerde halkla ilişkiler bölümlerinin tercih edilmemesi gibi pek çok sorunun kaynağını oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, halkla ilişkilerin meslekleşme sorununu nedenleri ile irdelemektir. Bu doğrultuda, halkla ilişkilerin meslek konumunu elde edememesine neden olan faktörler tartışılmıştır. Halkla ilişkiler mesleğinin hak ettiği değere sahip olamamasının altında, toplum tarafından tanınmama, imaj sorunu, profesyonel standartların ve yetkinliklerin belirsizliği, kamu yararı sağlamadığı görüşü, meslek örgütlerine katılımın fazla olmaması ile akreditasyon ve lisanslamanın olmaması gibi pek çok faktör yatmaktadır. Abstract Although there has been the education of public relations for a long time in our country and maintanence of public relations practices, public relations profession could not obtained the deserved position. Public relations is seen as a job that does not require a specific training and qualification and a job that everybody can do. The idea that public relations is not a profession constitutes many problems sources such as people with public relations training being unemployed, public relations practitioners being employed in the lower positions, and being run on low wages, and public relations departments not being preferred by students. The aim of this study is to examine the causes of the problem of professionalization of public relations. In this respect, factors that cause public relations not to obtain professional position are discussed. Many factors such as not to be recognized by society, the image problem, the uncertainty of the professional standards and competence, the view of not providing public interest, not participating to professional associations and lack of accreditation and licensing lie behind the inability of public relations profession to have the value it deserves. Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu Giriş Meslekleşme üzerine tartışmalar, 1970’li yıllarda bürokratik yönetimin gelişmesi, süreç odaklı çalışma yöntemleri ve orta sınıf işgücünün vasıfsızlaştırılmasına ilişkin gözlemlerin bir sonucu olarak başlamıştır. Meslekleşme 20. yüzyıldan itibaren halkla ilişkiler alanın da bir amacı haline gelmiştir (Meintjes ve Niemann-Struweg, 2009). Halkla ilişkilerin önemi gün geçtikçe daha fazla anlaşılsa da meslek olarak görülmemesi, gerek mesleğin kendisinin gerekse uygulamacılarının saygınlığı açısından problemler yaratmaktadır. Toplumun halkla ilişkileri bir meslek olarak değerlendirmemesi, hem bu alanda eğitim almak ve uzmanlaşmak isteyen kişileri uzaklaştırmakta, hem de hali hazırda bu mesleği icra edenlerin yaptıkları işten memnuniyetsizlik duymalarına neden olmaktadır. Günümüzde kurumların farklı iç ve dış paydaşlarıyla etkileşimde olması gerektiğinden, halkla ilişkilerin kurumsal düzeyde tanınması ve değer görmesi şaşırtıcı olmamaktadır. Ancak halkla ilişkiler hızlı büyüse de henüz tıp, avukatlık ve muhasebe gibi gerçek bir meslek haline gelememiştir (Abdullah ve Threadgold, 2008: 286). Küreselleşme halkla ilişkiler uygulamacıları için hem fırsatlar hem de meydan okumalar yaratmıştır. Halkla ilişkiler uygulamacıları değişim dönemlerinde örgütlere liderlik etme potansiyeline sahip olmakta, hedef kitlelerle ilişkileri oluşturmakta, değiştirmekte ve sürdürmektedir. Bunun yanında örgütlerin hedef kitleleri ile etkili iletişim kurması, çeşitli kültürel ve sosyal güçlere dayanmaktadır (Taylor, 2000: 278). Halkla ilişkiler, bir meslek konumuna sahip olmadığında, örgüt içindeki ve dışındaki çalışmaların kendi kuralları, değerleri ve ilkeleri doğrultusunda yürütülmesi oldukça zordur. Mesleğin rehberliği doğrultusunda hareket edemeyen halkla ilişkiler uygulamacıları, çalıştıkları örgütlerin kendilerine sunduğu sınırlar içinde hareket etmekte ve mesleklerinin doğrularını çalışmalarına aktarmakta problem yaşamaktadır. O halde halkla ilişkiler uygulamacılarının meslekleri tarafından yönlendirilmeye bir anlamda ihtiyaçları bulunmaktadır. Nasıl ki bir hekime sağlık hizmeti sunarken Hipokrat yemini rehberlik ediyorsa, halkla ilişkiler mesleğini icra edenlerin de güçlü bir meslek yönlendiriciliğine ihtiyaçları vardır. Halkla ilişkilerin meslek konumunu elde etmesi ise alandaki akademisyenlerin, uygulamacıların ve meslek örgütlerinin işbirliği halinde yürütecekleri çalışmalar ile mümkün olabilecektir. Diğer bir deyişle, halkla ilişkilerin meslekleşme sorununu çözebilecek olan kişilerde mesleğin içindekilerdir. L’Etang (2002) “meslek standartlarının oluşturulmasında münhasır yetkinin öneminden” söz eder. Mesleğin yürütücüleri, birlikte hareket ederek halkla ilişkilerin kurallarını oluşturduğunda ve bunu yerine getirmeyenlere bir takım yaptırımlar uygulanabildiğinde, halkla ilişkiler isteyen herkesin icra edebildiği basit bir iş olarak görülmekten uzaklaşabilecek ve hak ettiği konumu elde edebilecektir. Bu çalışmanın amacı, meslek konumunu elde etmekte gerekli olan kriterleri irdelemek ve halkla ilişkilerin meslekleşme sorununun altında yatan faktörleri tartışmaktır. Meslek ve Meslekleşme Meslek kavramı, ‘Bir zanaatkârın nerede bulunduğunu açık bir şekilde beyan etmek’ 250 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz anlamına gelen Latince ‘profiteor’dan gelmektedir (Van Ruler, 2005: 160). Grunig (2000: 25) meslekleşme fikrinin Milattan Önce 5. yüzyılda tıp etiğinde Hipokrat Yemininin geliştirilmesi ile başladığını ifade eder. Meslek, bir uzmanlık alanını tanımlayan uğraşla ilgili bir kavram olarak görülmektedir (Abdullah ve Threadgold, 2008: 285). Bir meslek, kendi çıkarlarının ötesinde hizmet ettiği kamunun ihtiyaçlarına ve çıkarlarına öncelik vermeye müşterek olarak ve açık şekilde adanmış uzman hizmet sunanların birliğidir ve kamu tarafından da bu birliğe güven duyulmaktadır. Meslek açısından hizmet sunanlarla kamu arasındaki söz konusu anlaşma, bir sosyal sözleşme olarak açıklanabilir (Welie, 2004: 531-532). “Meslek, bir kişinin hayatını kazanmak ve geçimini sağlamak için sürekli olarak üzerinde çalıştığı iş veya fikir alanı” olarak anlaşılabilir (Ertekin, 1987: 35). Profesyoneller, mesleklerine ilişkin standartlara ve bilgiye dayalı olarak işlerini gerçekleştirme gücüne sahiptir. Profesyonel olmayanlar ise bu güce sahip değildir, müşterileri veya yöneticileri onlara yapacaklarını söylemekte ve genellikle bu emirler mesleki standartları ihlal etmektedir (Grunig, 2000: 26). Bir uğraşın meslek olup olmadığını değerlendirebilmek, mesleğin niteliklerinin bilinmesini gerekli kılar. Ertekin (1987: 36) mesleğin karşılığı olarak “uğraş” sözcüğü kullanılsa da, bu sözcüğün daha dar kapsamlı olduğunu söyler ve kavramın tam bir mesleki faaliyeti anlatmadığını vurgulayarak mesleği, “belirli bir öğrenim ve tecrübe sonunda kazanılan bilgi ve beceriler yoluyla, belirli kurallara uyularak yapılan çalışmalar” olarak tanımlar. Bunun yanında, bir uğraşın meslek olarak tanınmasının belirli düzeyde uzmanlığı ve ahlaki durumu gerektirdiği; meslek kavramının birkaç yıllık eğitim aracılığıyla edinilen teorik ve pratik bilginin yanında kamu yararını desteklemeye olan adanmışlığa sahip olduğu ifade edilmektedir (Lim ve Hussein, 2006: 55). “Kişinin başkalarıyla ilişki kurmadan ve kendi başına yaptığı, sosyal kabullenme görmemiş ve piyasa değeri de bulunmayan iş ve faaliyetler mesleki sayılmazlar.” (Ertekin, 1987: 36). Bir mesleğin gelişimi, yerel ve küresel değişimlerden etkilenmektedir ve aynı zamanda uygulamacıların faaliyetlerini ve çalışma koşullarını etkilemektedir (Meintjes ve Niemann-Struweg 2009). Meslekler, o mesleği icra edenlere yüksek bir konum sunarlar (Morris ve Goldsworthy 2008: 113). Bir uğraşın meslekleşmesi, hem uygulamacıları olan hem de olmayanların gözünde o uğraşın öneminin artmasının bir yoludur (Sha 2011a: 188). Meslekler, sosyal zihin haritalarında yüceltildiği için insanların çoğunlukla itibarlı gördükleri sektörlerde çalışması şaşırtıcı olmamaktadır (Morris ve Goldsworthy, 2008: 114). Nitekim “Meslek, kişinin bedeni özellikleri, davranışları, tutumları, duyguları ve düşünceleri üzerinde olduğu gibi, eğilimleri ve kişilik özellikleri üzerinde de belirleyici etkiler yapar.” (Ertekin 1987: 35). Halkla İlişkilerde Meslekleşme Halkla ilişkilerin bir meslek olup olmadığına ilişkin tartışmalar uzun zamandır devam etmektedir. Halkla ilişkilerin henüz bir meslek olmadığı kanısının yaygın olarak kabul gördüğünü ileri sürenlerin yanında (Hainsworth, 1993), halkla ilişkilerin Sayı 40 /Bahar 2015 251 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu meslekleşme sürecinde olduğunu belirtenler de bulunmaktadır (Morris ve Goldsworthy, 2008). Bunun yanı sıra halkla ilişkilerin mesleki konumu hakkında akademisyenlerin ve uygulamacıların bakış açılarının benzerliği konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. Van Ruler (2005) akademisyenlerin ve uygulamacıların farklı dünyalarda yaşadığını belirtmekle birlikte, uygulamanın gelişimi açısından meslekleşmenin ön şart olduğu konusunda her iki grubun da hemfikir olduğunu belirtirken, Palea (2012) halkla ilişkilerle ilgili tartışmalı konuların varlığını sürdürdüğünü, bu konulardan birinin de halkla ilişkiler mesleğinin konumu hakkında araştırmacılar ve uygulamacılar arasında bir fikir birliğinin yokluğu olduğunu ileri sürer. Halkla ilişkiler akademisyenleri, halkla ilişkilerde meslekleşmenin önemini kabul etse de, halkla ilişkiler pek çok nedenden ötürü ‘yaygın bir uğraş’ olarak görülmektedir (Abdullah ve Threadgold, 2008: 285). Uygulamacılar, halkla ilişkileri kolayca meslek olarak tanımlayamamaktadır (Parkinson ve Parkinson, 2003: 136). Bunun yanında uygulamacılarının sürekli eğitim sorumluluğu olmaması nedeniyle halkla ilişkilerin meslek olarak görülemeyebileceğini iddia edenler bulunmaktadır (Newsom vd., 2013: 3). Buna karşılık meslek örgütleri, halkla ilişkilerin bir meslek olduğu konusunda ısrarcı olmaktadır. Ancak eleştirel bakanlar, halkla ilişkilerin henüz bir meslek statüsüne ulaşmadığı, yalnızca bir iş veya kalifiye teknik iletişim aktivitesi olduğu konusunda görüş bildirmektedir (Bowen, 2009: 403). Halkla ilişkilerin meslek olarak değerlendirilmesi, iyi bir konuma sahip olması ve uygulamacılarının fayda sağlaması açısından son derece önemlidir. Halkla ilişkilerin henüz meslek haline gelip gelmediği konusuna yönelik tartışmalar devam etse de, halkla ilişkilerin meslek statüsü kazanmasının önemli olduğu, nitekim bunun sektöre güven ve itibar vereceğini, uygulamacıların hesap verebilirliklerini ve güvenirliğini arttıracağını, uygulamacılar tarafından üretilen işlerin kalitesini yükselteceğini ve örgütsel karar almaya katkı sağlamada uygulamacılara önemli fırsatlar sunacağı vurgulanmaktadır (Sriramesh ve Hornaman, 2006: 156). Benzer şekilde, profesyonel statünün halkla ilişkiler için önemli olduğu, nitekim böyle tanınmanın toplumsal saygınlığı arttırdığı ve halkla ilişkileri propagandadan net bir biçimde ayırmayı kolaylaştırarak toplumsal arzuları karşıladığı belirtilmektedir (L’Etang ve Pieczka, 2002: 25-26). Halkla ilişkiler uygulamacıları meslek statüsünü kazanmadığı sürece, ne toplum ne de müşterileri onlara saygı ve güven duymayacaktır (Meintjes ve Niemann-Struweg, 2009). Halkla ilişkilerin meslekleşmesi açısından temel problemler şöyle açıklanabilmektedir (Kruckeberg, 1998): Mesleğin temel amaçları, esas fonksiyonları ve sorumlulukları konusunda genel bir anlaşmanın olmaması. Mesleğin saygın bir bilimsel çalışma alanı olarak görülmemesi ve bazı uygulamacıların halkla ilişkiler mesleğini icra eden birçok kişinin meslekten ayrılma isteğine sahip olduğunu düşünmesi. Halkla ilişkiler alanı ve uygulamalarının endüstride ve işletmelerde düşük farkındalığının olması. Abdullah ve Threadgold (2008: 286) pek çok işletme liderinin halkla ilişkiler 252 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz uygulamacılarının yeteneklerinin ve yetkinliklerinin düşük düzeyde olduğunu ve halkla ilişkilerin (performans ve kullanılan araçlar ile ilgili) karmaşık ya da sofistike olmadığını düşündüğünü vurgular. Bu anlayış, halkla ilişkiler uygulamacılarının daha düşük konumlarda istihdam edilmesi ve daha düşük ücretlerle çalışması sonucuna neden olmaktadır. İşletmelerde liderlerin halkla ilişkileri önemli bir görev olarak görmemesi, gerek mesleğin kendisi gerekse uygulamacılar açısından dezavantajlar oluşturmaktadır. Halkla ilişkiler diğer birimlere göre daha düşük bir konumda değerlendirilmekte ve uygulamacılarda benzer pozisyonlarda çalışan kişilere nazaran daha güçsüz olabilmektedir. Halkla ilişkilerin mesleki konumuna ilişkin çeşitli araştırmalar yürütülmüştür. İtalya’da yapılan bir araştırmada, halkla ilişkiler mesleğinin belirsizliğinin yaygın olduğu, birçok insanın halkla ilişkilerin ne olduğunu tam olarak bilmediği, fonksiyonları ve rolleri hakkında yanıltıcı yorumlara sahip olduğu, bunun kısmen bu mesleğin sınırları hakkında tutarlı bir önerinin yokluğunun bir sonucu olduğu saptanmıştır (Valentini, 2011). Başka bir çalışmada, Yeni Zelanda ve Avustralya’da halkla ilişkiler mesleğinin çoğunlukla erkek gazetecilerin örgütler ve müşteriler adına medya ilişkilerini yürütmesi ile başladığı, mesleğin ilk yıllarında halkla ilişkiler uygulamacılarının neredeyse tamamının halkla ilişkiler alanına girmeden önce mesleki hayatlarına gazeteci olarak devam ettiği bulgusuna ulaşılmıştır (Motion vd., 2009: 109). Halkla ilişkiler alanında çalışan akademisyenlerin ve uygulamacıların halkla ilişkilerin meslek olarak görülmesi gerektiğine ilişkin bir kanısı bulunmasına rağmen, halkla ilişkilerin toplum tarafından bir meslek olarak değerlendirildiğini söylemek henüz mümkün değildir. Halkla ilişkilerin meslek konumuna sahip olamamasının altında, meslek olarak görülmenin bazı gerekliliklerini karşılamaması ve toplumun bazı kesimlerindeki olumsuz imajı yatmaktadır. İlgili yazında halkla ilişkilerin “yalan söyleme sanatı, bilimi, yeteneği, hilesi (Dodge) veya ticareti” (Harrington, 1959: 209), basın ajansı ya da tanıtımın bir eşanlamlısı (Brody, 1992) olarak görülebildiği ifade edilmektedir. Oysaki kamunun pek çok kesiminde ve birçok uygulamacıda var olan popüler yanılgının aksine, halkla ilişkilerin kapsamı olumlu tanıtım veya imaj oluşturma değildir ve olmamalıdır (Sriramesh ve Hornaman, 2006: 155). Özsoy (2006) tarafından televizyon metinlerinde halkla ilişkiler mesleğinin temsiline yönelik yapılan araştırmanın sonuçlarına göre; “Halkla ilişkiler mesleği özelinde temsil edilen kadınların konumları ve temsillerinde de kalıp yargılar görülmektedir. Halkla ilişkiler alanının kendisine de gönderme taşıyan bu temsillerde kadın, güzel, bakımlı, gösterişli ve çalışkandır. Halkla ilişkiler alanı egemen olarak kadınsı/kadınca bir dünya olarak vurgulanır ve ona ait özellikler üzerinden kodlanır. Profesyonel meslek yaşamına yönelik vurgular sınırlı ve zayıftır” (2006: 22). Halkla ilişkiler uygulamacılarının çoğu, müşterilerinin olumlu imajını sürdürmeye çalışırken, kendi mesleklerinin imajı için nadiren çalışmaktadır (Callison, 2001: 219). Grunig (2000: 24) halkla ilişkilerle yaygın olarak ilişkilendirilen damgaların üstesinden gelmek için akademi ve uygulama dünyasının mesleki değerlerinin geliştirilmesi gerektiğini vurgular. Aynı zamanda toplum bu değerlerin önemli olduğunu düşünmeli; Sayı 40 /Bahar 2015 253 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu bu değerlerin uygulanması için gerekli olan bilgi ve beceriler tanımlanmalıdır. Temel değerlerin rastgele seçilmemesi ya da birilerinin kişisel değerlerini diğerlerine empoze etmemesi gereklidir. Bundan ziyade değerler entelektüel geleneklerden ve araştırmadan tanımlanmalıdır. Meslek olmanın gereklilikleri diğer disiplinlerin yanı sıra halkla ilişkiler akademisyenleri tarafından da uzun zamandır tartışılmaktadır. Bir uğraşın meslek haline gelmesinde, o uğraşın üyelerinin belirli özellikleri ve davranış normlarını (etik kodlara uymak, belirli bir bilgi bütününü öğrenmek, meslektaşlarına bağlılık göstermek, kendi zanaatlerinin icra edilmesinde kalite standartlarının elde edilmesi gibi) gerektirir (Picciotto, 2011: 167). Grunig ve Hunt (1984) bir mesleğin beş özelliğini profesyonel değerler bütünü, meslek örgütlerine üyelik, profesyonel normlara bağlılık, bilgi yapısıyla ilgili entelektüel bir gelenek, uzun bir süre belirlenmiş mesleki eğitimle edinilen teknik beceriler olarak açıklar. Broom (2009: 120) profesyonel statünün göstergelerini, alana giriş için uzmanlaşmış eğitimsel hazırlık, teori temelli bilgi yapısı, etik kodlar ve performans standartları, uygulama özerkliği ve uygulamacıların kişisel sorumluluğu kabulü ve alanın kendine özgü ve asli hizmet sunduğuna ilişkin toplumun farkındalığı olarak sıralamaktadır. Wright (1981) halkla ilişkilerde meslekleşme kriterlerini entelektüellik, etik kodlar, kapsamlı özerklik, kamu hizmetine kişisel çıkarlardan daha fazla odaklanmak, temel bilgi yapısına dayalı olarak kendine özgü ve asli hizmetleri yerine getirmek, uygulamacıların diğerkâmlıkla yönlendirilmesi olarak açıklar. Abdullah ve Threadgold (2008: 286) ise halkla ilişkilerin meslekleşmesinin dört boyutunu bilgi ve kişisel yetkinlikler; araştırma ve eğitim; etik kodlar; akreditasyon ve lisans olarak sıralamaktadır. Görpe (2013) ise halkla ilişkilerin meslekleşmesi için gerekli olanları şöyle sıralamaktadır: Ne olduğunun açıklanması Diğer iletişim disiplinlerine katkısının ve onları nasıl tamamladığının gösterilmesi Yönetsel düzeyde çalışması gerektiğinin ispatlanması Yalnızca medya ilişkileri ve etkinlik yönetimine eşit olmadığının ispatlanması Araştırma ile başlanmanın gerekliliğinin gösterilmesi Araştırmanın neden gerekli olduğunun gösterilmesi Kamu çıkarının son derece önemli olduğunun vurgulanması Alandaki ve ilgili alandaki bilgiden yararlanılması Profesyonel standartların düşünülmesi Halkla İlişkiler, Kamu Yararı ve Etik Kamu yararı, bir uğraşın meslek olarak görülmesindeki en önemli gerekliliklerden biridir. Meslek gelişirken aynı zamanda faaliyet gösterdiği toplumun özelliklerini ve halkla ilişkilerin yapısını belirleyen kültürü, dili, coğrafyayı, ekonomiyi, politikayı ve işletmelerdeki farklılıkları yansıtmaktadır (Singh ve Smyth, 2000: 388). İçinde 254 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz bulunduğu toplumun etkisi ile şekillenen mesleksel faaliyetler, aynı zamanda toplumu etkilemekte ve çıkarlarına hizmet edebilmektedir. Sharpe (1986) halkla ilişkilerin meslek olarak tanınmasının temelinin, sosyal ve çevresel durumlara ve mesleğin bu durumlara verdiği tepkiye dayandığını belirtir. O halde halkla ilişkilerin meslekleşmesinin önemli bir boyutunu, kamu yararına olan adanmışlık oluşturmaktadır. Kamu yararına hizmet etme yalnızca bir mesleğin tanımlanmasında kullanılan bir kriter değildir, mesleğin değerinin belirlenmesinde de kamu yararına sıklıkla gönderme yapılmaktadır (Bivins, 1993). Meslekleşme, uygulamacıların topluma azami katkı sağlamasının ölçümüne dayanır (Wilensky, 1964). Diğer bir deyişle, topluma yapılan katkı, bir uğraşın meslek olmasında ve değerinin saptanmasında belirleyici bir faktördür. Meslek kavramı kelimenin tam anlamıyla ‘kamu onayı’ anlamına gelmekte, bir uğraş kolay bir şekilde profesyonel konum talep edememekte, bu konumun kamu tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Profesyonellerin ‘kamu faydasını’ koruduğu ve arttırdığı genel olarak kabul görür (Welie, 2004: 530). Amerika Halkla İlişkiler Derneği’ne göre “Halkla ilişkiler, gruplar ve kurumlar arasında karşılıklı anlayış oluşmasına katkı sağlayarak kompleks ve çoğulcu toplumun kararlarını ve fonksiyonlarını yerine getirmesine destek olmaktadır. Halkla ilişkiler, özel ve kamu politikalarının uyum sağlamasına hizmet etmektedir.” (Fitzpatrick ve Gauthier, 2001: 193). Dolayısıyla halkla ilişkiler, yalnızca müşterileri olan kişilerin ve örgütlerin çıkarlarına hizmet etmeye adanmış bir meslek değildir. Toplum ve çıkarları da halkla ilişkilerin temel bir önceliğidir. Halkla ilişkiler performansının standartları, kamu çıkarı ve refahının yanında örgütün, kişilerin veya ilgi gruplarının haklarının korunması açısından belirlenmelidir (Sharpe, 1987). Halkla ilişkilerin yalnızca adına çalıştığı kurumların ve kişilerin çıkarları doğrultusunda hareket etmesi, meslekleşme sürecinin başarısını sekteye uğratacaktır. Şöyle ki halkla ilişkiler, kamunun çıkarlarına gözlerini kapatarak, yalnızca faaliyetlerini yürüttüğü kişi veya kuruma saygınlık kazandırma, hedef kitleleri ikna etme, çalışan ve müşteri sadakatini arttırma, satışları destekleme gibi amaçlarını yerine getirmeye çalışırsa kamu onayını alması mümkün olamayacaktır. “Halkla ilişkiler uzlaştırıcı ve savunucu rolleri ile hem kamu tartışmaları ile ilgilenme hem de onları destekleme fırsatına sahip olmaktadır” (Bivins, 1993: 126). Halkla ilişkiler uygulamacıları bu rolleri yerine getirirken kamunun çıkarlarını gözetmelidir. Etkili halkla ilişkiler yalnızca örgütün çıkarları ile değil aynı zamanda örgütsel paydaşların çıkarları, değerleri ve ihtiyaçları tarafından yürütülmelidir (Sriramesh ve Hornaman, 2006: 155). Grunig’e göre (2000: 25) halkla ilişkilerin, bir mesleğin temel özellikleri olan kamu çıkarını ve görece otonomiyi geliştirmesi gerekmektedir. Bunun yanında er ya da geç halkla ilişkiler uygulamacıları yalnızca müşterilerinin kişisel çıkarlarına hizmet etmenin ötesine geçmelidir. “Halkla ilişkilerin bir meslek haline gelmesi, kamu yararına hizmet etme yönünde etik yükümlülüklerin açıklığa kavuşturulması, amacına ulaşması ve toplum tarafından meşru bir meslek olarak görülmesi açısından önem taşımaktadır” (Bivins, 1993: 117). Bazı halkla ilişkiler akademisyenleri ve uygulamacıları, günümüzde halkla ilişkilerin iknanın ve retoriğin ötesine geçtiğini, profesyonel halkla ilişkiler çalışmaları müzakere Sayı 40 /Bahar 2015 255 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu ve arabuluculuk ilkeleri ile yürütülmektedir. Halkla ilişkilerin amacı, basit bir şekilde kurumun çıkarını için hedef kitleleri etkilemek değildir. Bunun yerine (en azından olması önerilen) örgütlerin ve hedef kitlelerin karşılıklı faydası için çıkarlarını bağdaştırmaktır (Fitzpatrick ve Gauthier, 2001: 194). Halkla ilişkiler, bir kere toplum tarafından meslek olarak tanındığında sorumluluktan kaçamayacaktır. Bu kabul, kısmen beklenen sonuçlara dayanır. Halkla ilişkilerin toplumun kabul edeceği şekilde kamu yararını tanımlamak dışında seçeneği yoktur (Bivins, 1993: 127). Halkla ilişkilerin meslek olarak değerlendirilmesinde kamu yararının yanında etik de büyük önem taşır. Aydede’ye göre (2001: 177) halkla ilişkiler alanında makine, fabrika, üretim, tüketim gibi kavramlar yerlerini davranışlara ve değerlere bırakmıştır. Uygulamacılar her gün aldıkları kararların haklılığını değerlendirmek için bazı temellere ihtiyaç duyarlar. Halkla ilişkiler profesyoneli olarak işlerini tanımlarken temel değerlerden türetilen etik ilkelere ihtiyaç duyarlar. Mesleklerinin savunuculuğu ve sosyal vicdan arasında olası çatışmaların uzlaştırılmasında bir rehbere ihtiyaç duyarlar. Bu tür standartların geliştirilmesi halkla ilişkiler uygulamacılarının bir profesyonel olarak konumlarına ilişkin farkındalıklarının en önemli basamaklarındadır (Fitzpatrick ve Gauthier, 2001: 201). Halkla ilişkilerde evrensel kodların geliştirilmesi gerekir (Kruckeberg, 1993). Tüm dünyada halkla ilişkiler meslek örgütleri, etik kodlar ile uygulamacıların etik davranışlarına seslenir (Lim ve Hussein, 2006: 57). Halkla ilişkiler uygulamacılarının etiği, hem kamu hem de uygulamacıların kendileri tarafından düşük görülmektedir. Dolayısıyla halkla ilişkiler uygulamalarında algılanan meslek ahlakının arttırılması gerekir (Pratt, 1991: 234). Ancak halkla ilişkiler alanında etiğin önemine rağmen, bu alandaki birçok kişi etik konusunda oldukça az bilgiye sahiptir (Wright, 1989). Halkla ilişkiler uygulamacılarının müşteri ve işverenlere karşı sorumluluk, medyaya karşı sorumluluk, topluma karşı sorumluluk ve meslektaşlarına karşı sorumluluk olmak üzere dört alanda sorumluluğu bulunmaktadır (Aydede, 2001). Halkla ilişkiler uygulamalarında etik davranışın öneminden ötürü mesleki standartları bozan, ihlal eden kimselere karşı müeyyideler uygulamak için çalışmalar yapılmıştır (Okay ve Okay 2001:654). 2012 yılında Melbourne’de gerçekleşen Dünya Halkla İlişkiler Forumu’nda ‘Melbourne Direktifi’ belirlenmiştir. Halkla ilişkiler ve iletişim profesyonellerine, örgütün karakterini-değerlerini tanımlama ve sürdürme, dinleme ve bağlantı kurma, kişilere ve örgütlere sorumluluk aşılama talimatları verilmiştir. Bu direktife göre halkla ilişkiler uygulamacılarının profesyonel sorumlulukları şöyledir: Profesyonel etik kodları anlamak, onlara uymak ve faaliyetleri onlara uygun şekilde sürdürmek. İç ve dış paydaşlara yönelik halkla ilişkiler ve iletişim çalışmalarına rehberlik eden profesyonel standartları iletmek. Sürekli eğitim ve öğrenme ile etkili ve sorumlu şekilde yetkinliklerini korumak ve sürdürmek. 256 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz Halkla ilişkilerin meslekleşmesi açısından etik kodlar zaruridir ve kodların gerekliliği iki yönden açıklanabilir. Birincisi, etik kodlar uğraşın mesleğe dönüşümünde, özellikle halkla ilişkiler açısından, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir parçadır. İkincisi, halkla ilişkiler uzun yıllar sahip olduğu olumsuz imajına bağlı olarak güvenilir bir meslek kabul edilmemesinden dolayı sıkıntı çekmiştir. Bu sorunun çözümünde etik kodlar önemlidir (Huang, 2001). Bilgi, Eğitim ve Profesyonel Yetkinlikler Meslekler, temel değerlere ve bu değerlerin yerine getirilmesine yönelik uzmanlığı sağlayan bilgi yoğunluğuna dayanır (Grunig, 2000: 23). Bir meslek, üyelerinin yürüttükleri işlerin esaslarını, performansını ve amaçlarını kontrol eder (Beam, 1990). Bir mesleğin sahip olması gereken kriterler iyi tanımlanmış bilgi yapısı, eğitimde verilen derslerin standartlaşmış olması, sınav-belgelendirme ve uygulamacıların üzerinde disiplinsel bir gücü kullanacak uygun bir otorite tarafından denetimin olması şeklinde açıklanabilir. Ancak halkla ilişkiler, yalnızca birincisini yerine getirmektedir (Wylie, 1994). L’Etang ve Pieczka (2002: 25) halkla ilişkiler uygulamasının kendini profesyonelleştirmek arzusunda olduğunu ve halkla ilişkiler eğitiminin bunu başarıya ulaştırmanın yardımcı bir aracı olduğunu vurgular. Akademisyenler, eğitimciler ve uygulamacılar arasında iyi eğitimin, halkla ilişkiler mesleğinin güçlendirilmesine büyük katkı yapma potansiyeline sahip olduğu konusunda fikir birliği bulunmaktadır. Eğitim ve bilgi, halkla ilişkiler mesleğini icra edenlerin kendilerini yetkin görmesinin temelini oluşturur. Nitekim bir uğraşın meslek olması, kendine özgü bilgi yapısını gerekli kılar (Sriramesh ve Hornaman, 2006: 156). Halkla ilişkiler mesleğinin uygulayıcıları da mesleğin gerektirdiği bilgiye sahip olmalı ve bu alanda çalışmak isteyen kişilerin belirli bir eğitimden geçmesi zorunlu kılınmalıdır. Aksi halde halkla ilişkiler, belirli bir bilgi ve eğitim olmaksızın herkesin yapabildiği bir iş olmaya devam edecektir. Halkla ilişkiler eğitiminde bir standardın olması, farklı yazarlarca vurgulanmaktadır. Örneğin Coombs ve Holladay (2007: 5), halkla ilişkileri oluşturan kavramların geniş biri ağa dağıldığını ve tutarsızlık gösterdiğini belirtir. Oysaki meslek kriterlerinden biri de standart bir müfredatın kabulüdür (Newsom vd. 2013: 3). Halkla ilişkiler eğitiminin diğer bir boyutu, teori yanında uygulamanın gerekliliğidir. Yengin (2004: 190) tarafından ifade edildiği şekilde “İletişim alanında teorik ve pratik iç içe geçmiş ayrılmaz bir bütündür. L’Etang ve Pieczka (2002: 27) halkla ilişkilerin eğitimsel gelişmeleri hakkında yayınlanan kayıtların Amerikan deneyiminin kontrolü altında olduğunu belirtir. Yazarlara göre bu durum kısmen, günümüze kadar gelen iki akademik halkla ilişkiler dergisinin Public Relations Review ve Journal of PR Research’ün, Amerika temelli olmasından ve büyük oranda Amerikan araştırma ve akademik yönelimlere dayanmasından kaynaklanır. Halkla ilişkiler eğitimi ile ilgili bilgilerin çoğunlukla ABD temelli olması, mesleğin diğer ülkelerdeki eğitimi ve uygulaması hakkında yeterli bilgiye ulaşılamamasına neden olmaktadır. Bu durum mesleğin gelişiminin ve geldiği konumun öğrenilmesi konusunda eksikler oluşturmaktadır. Halkla ilişkiler uygulamacılarının birtakım yetkinliklere sahip olması beklenmektedir. Bu yetkinliklerin gerek eğitim gerekse iş dünyasına girdikten sonra Sayı 40 /Bahar 2015 257 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu edinilmesi, halkla ilişkiler uygulamacılarının başarısı ve halkla ilişkilerin meslekleşmesi açısından büyük önem taşır. Halkla ilişkiler uygulamacılarının iletişim becerileri, medya ve yönetim bilgisi, problem çözme kabiliyeti, motivasyon ve entelektüel meraka sahip olması gerekmektedir (Broom 2009). Öğrencinin bir iletişim, halkla ilişkiler profesyoneli olabilmesi için sahip olması gereken nitelikler şöyle sıralanabilmektedir (Yengin, 2004: 190): Teknolojik gelişmelere ve bunların yol açtığı değişime adapte olabilme ve sürekli olarak kendini yenileyebilme yeteneği, İleri teknolojilere aşinalık, özellikle okuryazarlığı, Kendi mesleki alanlarındaki derinleme bilginin yanında, fen ve mühendislik alanlarındakiler için asgari düzeyde bir sosyal bilimler bilgisi, sosyal bilim alanındakiler için de asgari bir fen ve teknoloji bilgisi, özellikle teknolojinin toplumsal etkilerini kavrayabilme yeteneği, Anadili ile birlikte en az bir yabancı dilde yazılı ve sözlü iletişim yeteneği, Grup halinde çalışabilme, özellikle disiplinlerarası çalışma yapabilme beceri ve yeteneği. Halkla İlişkiler Eğitimi Komisyonu’nun 1987 yılındaki raporunda belirtilen halkla ilişkilerin beş yetkinliğini sağlamaya yönelik müfredata dört yetkinlik daha eklenmiştir (Leuven, 1999): İlkeler, uygulamalar, teori, etik odaklılık Teknikler, yazma, mesaj yayılımı, medya ağları Planlama ve değerlendirme için araştırma Örnek vakaları içeren halkla ilişkiler stratejisi ve uygulama Staj, uygulama Eklenen dört yetkinlik ise şöyledir: Halkla ilişkiler etiği Görsel ve interaktif iletişim Halkla ilişkiler yönetimi Halkla ilişkiler kampanyaları Türkiye’de halkla ilişkiler eğitiminin başlangıcı, 1960’lı yılların ortalarına rastlamaktadır (Yıldırım Becerikli, 2004: 202). Günümüzde birçok devlet ve vakıf üniversitesinde halkla ilişkiler alanında ön lisans, lisans ve lisansüstü eğitim verilmektedir. Ancak halkla ilişkiler alanında çalışmak için halkla ilişkiler veya iletişim eğitimi almanın zorunlu olmaması, başka alanlarda eğitim alan veya üniversite eğitimi almayan kişilerin halkla ilişkiler alanında çalışmasına imkan sağlamaktadır. Böylece belirli bir eğitime veya yetkinliklere sahip olma koşulu aranmaksızın isteyen herkes halkla ilişkiler alanında çalışabilmektedir. 258 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz Lisanslama ve Akreditasyon Meslek kriterlerinden biri de alana girişlerin ve çıkışların kontrol altında olmasıdır (Newsom vd., 2013: 3). Gerçek bir mesleğe girişler ve uygulama kodlarına uyulması sıkı şekilde düzenlenmiştir ve bu durum üyelerine birçok fayda sağlamaktadır. Bu faydaların muhtemelen en önemlisi belirli kişilerin istihdam edilmesidir (Morris ve Goldsworthy, 2008: 113). Bu anlamda bir uğraşı icra etmek için girişlerin denetime tabi olmaması, o uğraşın meslekleşmesinde önemli bir eksiklik oluşturur. Mesleğe girişlerin kontrolü için akreditasyon ve lisanslama olmak üzere iki uygulamadan söz etmek mümkündür. Devlet tarafından yönetilen zorunlu bir süreç olan lisanslama (Broom, 2009), bilgi sahibi olmayan kişileri işinde yetkin olmayandan korumaktadır ve lisans sahibinin belirli hizmetleri memnuniyet yaratacak şekilde icra ettiğinin ve lisansı olmayan kişilerin bu hizmetleri yerine getiremeyeceğinin teminatını vermektedir (Nolte, 1980: 14). Bernays (1983: 32) halkla ilişkilerin lisansının ve halkla ilişkiler uygulamacılarının sicili olmasının hukuk tarafından (avukatlar, hekimler ve diğer profesyoneller gibi) belirlenmesi gerektiğini, halkla ilişkilerin ‘bir kamu malı olarak’ herhangi bir eğitim veya etik davranış olmaksızın herkesin yaptığı işi tanımlamakta kullanılan bir kavram olduğunu vurgular. Dolayısıyla lisanslama, halkla ilişkilerin meslek olarak tanınmasında temel bir zorunluluktur ve aynı zamanda kamu algılarında önemli bir öğedir (Parkinson ve Parkinson, 2003: 136). Meslek konumu elde etmek için alanın, uygulama öncesinde avukatlık sınavı veya tıbbi komite gibi bir çeşit lisansı benimsemesi gereklidir. Bunun yanında halkla ilişkiler, tutarlı etik standartlara sahip olmalı ve ihlalleri izlemelidir (Bowen, 2009: 403). Halkla ilişkilerde lisanslama düzenlemesi yapan ülke sayısı son derece az olsa da bu uygulamalar, gelecekteki düzenlemelere örnek teşkil edebilmesi açısından önemlidir. Brezilya, Nijerya, Panama ve Peru’da halkla ilişkilerde lisanslama devlet tarafından düzenlenmektedir (Molleda ve Alhassan, 2006). 1967 yılında halkla ilişkileri bir meslek olarak kanunlaştıran Brezilya, dünyada bu tür bir yasayı halkla ilişkilere adapte eden ilk ülkedir. Brezilya’da yasayı uygulamak için federal ve bölgesel konseyler oluşturulmuştur. Bu konseyler, yasaya uymayanlara cezai yaptırım uygulamaktadır. Brezilya’da profesyoneller halkla ilişkiler lisansına sahip olmalı ve konseyler tarafından ruhsatlandırılmalıdır (Molleda ve Athaydes, 2003: 271). Halkla ilişkilerin lisanslandırılmasına karşı olan görüşler de bulunmaktadır. Örneğin, Kruckeberg (1993) halkla ilişkilerin yasal olarak korunan bir meslek olmasının veya devlet tarafından ruhsatlandırılmasının gerekli olmadığını ifade eder. Yazara göre, Yeminli Mali Müşavirlerin mesleki modeline benzer bir uygulama halkla ilişkiler mesleği için daha uygun olacaktır. Böyle bir model, uygulamacıların tüm faaliyetlerinin kendilerine münhasır olmasını ve bunların profesyonel uygulamayla sınırlandırılmasını kabul eder. Halkla ilişkilerin meslekleşmesinde önemli görülen bir diğer uygulama akreditasyondur. Akreditasyon, meslek örgütleri tarafından yürütülen gönüllü bir süreçtir (Broom, 2009). Akreditasyon, halkla ilişkiler ve uygulamacıları hakkında kamunun Sayı 40 /Bahar 2015 259 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu algılarını değiştirebilir (Bailey, 1984). Amerika Halkla İlişkiler Derneği (PRSA) akreditasyon programına 1964 yılında başlamıştır. Günümüzde İş İletişimcileri Derneği ve İngiltere Halkla İlişkiler Derneği akreditasyon süreci hizmeti vermektedir (Sha, 2011c). Ancak tüm dünyada meslek örgütleri tarafından uygulanan evrensel bir akreditasyon ve lisanslama standardı bulunmamaktadır (Abdullah ve Threadgold, 2008: 285). Türkiye’de, Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) henüz bir akreditasyon programı hizmeti vermemektedir. Ancak eski TÜHİD başkanı Fügen Toksü, derneğin en önemli hedeflerinden birinin mesleki yeterlilik bilgisi ve akreditasyon olduğunu belirtmiştir (http://fugentoksu.blogspot.com.tr, 2010). Lisanslama ve akreditasyon, meslekleşme sürecinde kilit bir rol üstlenir. Nitekim mesleğin isteyen herkesin rahatça faaliyet gösterebildiği bir alan olmasını engeller. Aynı zamanda mesleği icra edenlerin belirli bilgi ve yeteneklere sahip olmasını zorunlu kılar. Böylece mesleğini iyi bir şekilde yerine getirenleri ödüllendirmiş, mesleki gerekliliklere sahip olmayanları da diğerlerinden ayırmış olur. Türkiye’de halkla ilişkilerin lisanslanması kısa vadede çok mümkün görünmese de, akreditasyon halkla ilişkiler uygulamacılarının taşıması gereken niteliklere sahip olup olmadığının belirlenmesi açısından önemlidir. Nitekim akredite olmak demek, halkla ilişkiler uygulamacının belirli sınavlardan geçtiği ve mesleği yerine getirebilecek donanıma sahip olduğunun onaylanması anlamına gelir. Böylece işini ehli ile yapan uygulamacılar, halkla ilişkilerin ne olduğunu bilmeden ‘halkla ilişkilerciyim’ diyenlerden kendilerini ayırmış olurlar. Halkla İlişkiler ve Meslek Örgütleri Bir mesleğin varlığı, meslek örgütlerinin varlığını gerektirir (Wilson vd., 2013: 1223). Uğraşların mesleğe yükselmesinde önemli bir rol oynayan meslek örgütleri (Sha, 2011b: 122), bir mesleğin geliştirilmesinde, desteklenmesinde ve güçlendirilmesinde kilit bir rol üstlenmektedir. Halkla ilişkiler açısından bakıldığında meslek örgütleri, etik kodların ve profesyonel standartların geliştirilmesinde ve uygulanmasında, profesyonel gelişim için koşulların yaratılmasında, mesleğin konumunun düzenlenmesinde ve güçlendirilmesinde etkin bir rol oynar (Palea, 2012: 18). Bir mesleğin gücü, meslek örgütünün ne kadar güçlü olduğuyla yakından ilişkilidir. Meslek örgütünün güçlenmesi ise, o mesleği icra edenlerin katılım ve işbirliği ile gerçekleşebilecektir. Böylece eğitim ve uygulama arasında sürekli bilgi paylaşımı yapılabilecek ve aradaki boşluklar azaltılabilecektir. Nitekim mesleğin gelişimi ve toplum nezdinde iyi bir konum elde etmesi, işbirliği halinde yapılacak çalışmalar ile mümkündür. Halkla ilişkiler uygulamacılarının meslek örgütlerine üye olma zorunluluğu bulunmamaktadır. Bir kimse eğitimi, deneyimi ve etik anlayışı ne olursa olsun ‘halkla ilişkiler danışmanı’ unvanını kullanabilmektedir (Motion vd., 2009: 109). Bu durum, halkla ilişkiler uygulamacılarının kendi meslektaşları tarafından değerlendirilmesi uygulamalarını azaltmaktadır. Halkla ilişkiler uygulamacılarının kendi aralarındaki ‘özdenetim’ mekanizmasının ülkemizde etkili bir şekilde işlediğini söylemek mümkün değildir. Meslek örgütlerinin güçlenmesi ve üye sayılarının artması, halkla ilişkiler 260 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz uygulamalarının standartlara uygunluğunun sağlanması açısından önemli bir rolü yerine getirir. Bunun yanında mesleki yeterliliklere sahip ve meslek değerlerine özen gösteren halkla ilişkiler uygulamacılarının da meslek örgütleri tarafından korunması sağlanmış olur. Böylece, uygulamacılar, meslek standartlarına uygun olmayan davranışlara karşı kendisini ve mesleğini savunabilir. Türkiye’nin ilk halkla ilişkiler derneği (şu anki adı Türkiye Halkla İlişkiler Derneği) 1972 yılında kurulmuştur. TÜHİD’in web sitesinde yer alan bilgilere göre 2015 yılı itibariyle üye sayısı, 197 olmaktadır. Halkla ilişkiler mesleğini icra etmek için bir derneğe üye olma zorunluluğu bulunmuyor olsa da, üye sayısının oldukça az olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’de meslek örgütlerine üye sayısının artması, mesleğin daha iyi bir konuma yükselmesinin en önemli basamaklarından birini oluşturmaktadır. Sonuç Günümüzde halkla ilişkilerin artan önemine rağmen henüz meslek konumuna ulaştığını söylemek mümkün görünmemektedir. İlgili alandaki akademisyenlerin ve uygulamacıların halkla ilişkilerin bir meslek olarak görülmesi gerektiğine ilişkin görüşlerine rağmen gerek dünyada, gerekse Türkiye’de toplum halkla ilişkileri tam olarak bir meslek olarak değerlendirmemektedir. Halkla ilişkilerin olumsuz bir imaja sahip olması, kamu yararını hedeflemediği görüşü, belirli bir eğitime ve yetkinliğe sahip olmayan kişilerin mesleği icra etmesinde herhangi bir engelle karşılaşmaması, lisanslama ve akreditasyon çalışmalarının yetersizliği, etik kodlara uyumun kontrol edilmemesi ve meslek örgütlerine üyeliğin azlığı halkla ilişkilerin meslekleşme sürecini sekteye uğratan başlıca faktörlerdir. Tuncer (2011) tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, “Türkiye’de halkla ilişkiler mesleğinin standartları özellikle meslek eğitimi ve dernekleşme boyutlarında eksik, uzmanlık ve meslek etiği boyutlarında ise yetersizdir.” Dolayısıyla Türkiye’de halkla ilişkiler meslekleşme kriterlerini yerine getirmekten uzak görünmektedir. Uzun yıllardır halkla ilişkiler eğitimi verilmesine, halkla ilişkiler uygulamaları yürütülmesine ve halkla ilişkiler derneğinin kuruluşunun geçmişe uzanmasına rağmen, günümüzde halkla ilişkiler ‘herkesin yapabildiği bir iş’ etiketinden kurtulamamıştır. Halkla ilişkilerin meslek olabilmesi ve toplumdaki algıların değişmesi ise bu mesleği icra edenlerin işbirliği içinde yürütecekleri çalışmalara bağlıdır. Halkla ilişkilerin yalnızca müşterilerinin çıkarlarını düşünen bir meslek olmadığı, kamunun çıkarının da halkla ilişkilerin temel hedeflerinden olduğu anlatılmalıdır. Halkla ilişkilere getirilen temel eleştirilerden birinin toplumun çıkarlarını gözetmemesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, kamu yararının meslekleşme açısından önemi açığa çıkmaktadır. Etik yükümlülüklerini anlatmak, halkla ilişkilerin meslekleşme sürecinin en önemli boyutlarından bir diğeridir. Halkla ilişkiler uygulamacılarını yönlendiren etik kodlar bulunsa da, uygulamacıların bunlara uyup uymadığı konusunda güçlü yaptırımlar bulunmamaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 261 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu Lisanslama ve akreditasyon, halkla ilişkiler mesleğine girişlerde sınırlamalar getirilmesini sağlamaktadır. Böylece her isteyenin, istediği zaman halkla ilişkiler uzmanı/ danışmanı gibi unvanları kullanmasının önüne geçilmiş olacaktır. Bu uygulamalar, mesleğinin gerektirdiği donanıma sahip insanların diğerlerinden ayrılmasını ve mesleki ilkelere uymayan kişilerin mesleğin tümüne yönelik olumsuz algılar oluşturmasının önlenmesini sağlayacaktır. Meslek örgütleri, halkla ilişkilerin meslek konumunu elde etmesinin önemli bir parçasıdır. Türkiye’de halkla ilişkiler meslek örgütlerine üyelikler oldukça azdır. Bu sayının artması, meslekleşme sürecinin başarıya ulaşmasının temel önceliklerinden biridir. Halkla ilişkiler, Türkiye’de henüz meslek konumunu elde edememiştir. Kamu çıkarlarının önemsendiğinin ve etik ilkelerin gözetildiğinin anlatılması, mesleğe girişlerde belirli bilgi ve yetkinliklerin zorunlu kılınması ve meslek örgütlerinin ve özdenetimin daha güçlü hale gelmesi ile halkla ilişkilerin meslekleşmesi mümkün olabilecektir. Kaynaklar Abdullah, Z. ve Threadgold, T., (2008). “Towards The Professionalisation Of Public Relations in Malaysia: Perception Management and Strategy Development”, Public Relations Review, 34 (3), s. 285–287. Aydede, Ceyda, (2001). Teorik Kampanyaları, Ankara: Mediacat Yayınları. ve Uygulamalı Halkla İlişkiler Bailey John N., (1984). “The Credentials Of Public Relations: Licensing? Certification? Accreditation?”, Public Relations Quarterly, 29 (2), s. 9. Beam, Randal A., (1990). “Journalism Professionalism As An Organizational– Level Concept”, Journalism Monographs, 121, s. 1–43. Bernays, Edward L., (1983). “Viewpoint: The Case For Licensing Pr Practitioners”. Public Relations Quarterly, 28 (1), s. 32. Bivins, Thomas H., (1993). “Public Relations, Professionalism, and the Public Interest.” Journal of Business Ethics, 12(2), s. 117–126. Bowen, Shannon A., (2009). “All Glamour, No Substance? How Public Relations Majors and Potential Majors in an Exemplar Program View The Industry and Function”, Public Relations Review, 35(4), 402–410. Brody E. W., (1992). “We Must Act Now To Redeem PR’s Reputation”, Public Relations Quarterly, 37(3), s. 44. Broom, Glen M., (2009). Cutlip and Center’s Effective Public Relations, Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall. Callison, Coy, (2001). “Do Pr Practitioners Have A Pr Problem?: The Effect of Associating A Source With Public Relations And Client–Negative News on Audience Perception of Credibility”, Journal of Public Relations Research, 13(3), s. 219– 234. Coombs W. T. ve Holladay S. J. (2007). It’s Not Just PR: Public Relations in Society, Malden, MA: Blackwell Publishing. 262 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz Ertekin, Yücel, (1987). Halkla İlişkiler ve Meslekleşme Olgusu, Ankara: Ankara Üniversitesi Basın – Yayın Yüksekokulu Yayınları: 10, Türkiye Ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları: 221, Halkla İlişkiler Sempozyumu, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Ve Basın – Yayın Yüksekokulu Basımevi, , 20–21 Nisan 1987, s. 35–46. Fitzpatrick K. ve Gauthier, C. (2001). “Toward A Professional Responsibility Theory of Public Relations Ethics”, Journal of Mass Media Ethics: Exploring Questions of Media Morality, 16(2–3), s. 193–212. Görpe, Serra, (2013). “PR As A Profession: How Much Does it Matter?”, http:// www.ipra.org/itl/02/2013/pr–as–a–profession–how–much–does–it–matter, Erişim Tarihi: 10.01.2014. Grunig, James E., (2000). “Collectivism, Collaboration, And Societal Corporatism As Core Professional Values in Public Relations”, Journal of Public Relations Research, 12(1), s. 23–48. Grunig, J. E. ve Hunt, T., (1984). Managing Public Relations, New York: Holt, Rinehart & Winston. Haınsworth, Brad E., (1993). “Commentary: Professionalism in Public Relations”, Public Relations Review, 19(4), s. 311–313. Huang, Yi–Hui. (2001). “Should A Public Relations Code of Ethics Be Enforced?”, Journal of Business Ethics, 31(3), s. 259–270. Harrington, A. (1959). Life in the Crystal Palace, New York: Alfred A. Knopf, Inc. Kruckeberg, Dean, (1993). “Universal Ethics Code: Both Possible and Feasible”, Public Relations Review, 19 (1), s. 21–31. Kruckeberg, Dean, (1998). “The Future of PR Education: Some Recommendations”, Public Relations Review, 24 (2), s. 235–248. L’Etang, Jacquie, (2002). “Public Relations Education in Britain: A Review At The Outset of The Millennium and Thoughts For A Different Research Agenda”, Journal of Communication Management, 7 (1), s.43–53. L’Etang, J. ve Pieczka, M., (2002). “Halkla İlişkiler Eğitimi”, J. L’etang, M. Pieczka, Halkla İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar, Çev. Gülcan Işık, Der. Sema Yıldırım Becerikli, İstanbul, Vadi Yayınları, s. 153–187. Leuven, Jim Van, (1999). “Four New Course Competencies for Majors”. Public Relations Review, 25(1), s. 77–85. Lim, K. Y. ve Hussein, A., (2006). “Professionalism and Ethics: Is The Tobacco Industry Damaging the Health of the Public Relations Profession?”, Kajian Malaysia, XXIV (1 & 2), s. 55–71. Meintjes, C. ve Niemann–Struweg, I. (2009). “The Role of A Professional Body in Professionalisation: The South African Public Relations Case”, Prism 6(2), http://praxis. massey.ac.nz/prism_on–line_journ.html, Erişim Tarihi: 10.01.2014. Molleda, J. C. ve Athaydes, A. (2003). “Public Relations Licensing in Brazil: Evolution and The Views of Professionals”, Public Relations Review, 29 (3), s. 271–279. Sayı 40 /Bahar 2015 263 Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu Molleda, J. C. ve Alhassan, A. D., (2006). “Professional Views on the Nigeria Institute of Public Relations Law and Enforcement”, Public Relations Review, 32(1), s. 66–68. Morris, T. ve Goldsworthy, S. (2008). PR–A Persuasive Industry? Spin, Public Relations and The Shaping of the Modern Media, New York: Palgrave Macmillan. Motion, J., Leitch, S. R. ve Cliffe, S., (2009), “Public Relations in Australasia: Friendly Rivalry, Cultural Diversity, and Global Focus”, Krishnamurthy Sriramesh ve Dejan Verčič (der.), The Global Public Relations Handbook Theory, Research, and Practice, New York: Routledge, s. 107–129. Newsom, D., Turk, J. V. ve Kruckeberg, D., (2013). This is PR: The Realities of Public Relations, Boston: Wadsworth, Cengage Learning. Nolte, Lawrence W., (1980). “Let’s Forget Licensing”, Public Relations Quarterly, 25(2), s.14. Okay, Ayla ve Okay, Aydemir (2001). Halkla İlişkiler Kavram, Strateji ve Uygulamaları, Der Yayınları, İstanbul. Özsoy, Aydan, (2006). “Televizyon Metinlerinde Halkla İlişkiler Mesleğinin Temsili Üzerine Eleştirel Bir Bakış: Yağmur Zamanı Ve Ihlamurlar Altında Dizi–Metinlerinde Halkla İlişkilerin Nesnesi Olarak Kadın”, 2. Ulusal Halkla İlişkiler Sempozyumu, 27–28 Nisan 2006, Kocaeli, s. 14–24. Palea, Adina, (2012). “The Role of Professional Associations in Defining the Public Relations Profession The Romanian Case”, Professional Communication and Translation Studies, 5(1–2), s. 17–24. Parkınson, M. G. ve Parkinson, L. M. (2003). “Constitutional Mythology in the United States: The Arguments Against Public Relations Licensing Refuted”, Intercultural Communication Studies, XII (2), s. 135–149. Picciotto, Robert, (2011). “The Logic of Evaluation Professionalism”, Evaluation, 17(2), s. 165–180. Pratt, Cornelius B., (1991). “Public Relations: The Empirical Research on Practitioner Ethics”, Journal of Business Ethics,10 (3), s. 229–236. Sha, Bey–Ling, (2011a). “2010 Practice Analysis: Professional Competencies And Work Categories in Public Relations Today”, Public Relations Review, 37(3), s. 187–196. Sha Bey–Ling, (2011b). “Accredited vs. Non–Accredited: The Polarization of Practitioners in the Public Relations Profession”, Public Relations Review, 37 (2), s. 121–128. Sha, Bey–Ling, (2011c). “Does Accreditation Really Matter in Public Relations Practice? How Age and Experience Compare to Accreditation”, Public Relations Review, 37 (1), s. 1–11. Sharpe, Melvin L., (1986). “Recognition Comes from Consistently High Standards”. Public Relations Review, 12(4), 17-25. 264 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Burcu Öksüz Singh, R. ve Smyth, R. (2000). “Australian Public Relations: Status at the Turn of the 21st Century”. Public Relations Review, 26(4), s. 387–401. Sriramesh, K. ve Hornaman, Lisa B., (2006). “Public Relations As A Profession An Analysis of Curricular Content in the United States”, Journal of Creative Communications, 1(2), s. 155–172. Taylor, Maureen, (2000). “Cultural Variance As A Challenge to Global Public Relations: A Case Study of the Coca–Cola Scare in Europe”, Public Relations Review, 26(3), s. 277–293. The Melbourne Mandate, (2012). http://melbournemandate.globalalliancepr.org/, Erişim Tarihi: 10.01.2014. Toksü, Fügen, (2010). http://fugentoksu.blogspot.com.tr/2010/02/sektorun– penceresinden–halkla–iliskiler.html, Erişim Tarihi: 10.01.2014. Tuncer, M. Umut, (2011). “Halkla İlişkilerde Meslek Standartları: Uygulayıcılara Yönelik Bir Araştırma”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 32, s. 63–85. Valentini, Chiara, (2011). “Looking for Institutionalization Italian Public Relations and the Role of Credibility and Professionalism”, http://www.instituteforpr.org/wp– content/uploads/lookingforınstitutionalization.pdf, Erişim Tarihi: 21.02.2014. Van Ruler, Betteke, (2005). “Commentary: Professionals Are From Venus, Scholars Are From Mars”, Public Relations Review, 31(2), s. 159–173. Welie, Jos V. M., (2004). “Is Dentistry A Profession? Part 1. Professionalism Defined”, Journal of the Canadian Dental Association,70(8), s. 529–532. Wilensky, Harold L., (1964). “The Professionalization of Everyone?”, American Journal of Sociology, 70(2), s. 137–158. Wilson, A., Åkerlind, G., Walsh, B., Stevens, B., Turner, B. ve Shield, A., (2013). “Making Professionalism Meaningful to Students in Higher Education”, Studies in Higher Education, 38(8), s. 1222–1238. Wright, Donald K., (1981). “Accreditation’s Effects on Professionalism”, Public Relations Review, 7(1), s. 48–61. Wright, Donald K., (1989). “Ethics Research in Public Relations: An Overview”, Public Relations Review, 15(2), s. 3–5. Wylie, Frank W., (1994). “Commentary: Public Relations İs Not Yet A Profession”, Public Relations Review, 20(1), s. 1–3. Yengin, Hülya, (2004). “Türkiye’de Halkla İlişkiler Öğrenimi ve Sorunları”, 2. Uluslararası Milenyumda İletişim Sempozyumu, 17–19 Mart 2004, İstanbul, s. 173–191. Yıldırım Becerikli, Sema, (2004). “Türkiye’deki Lisans Düzeyindeki Halkla İlişkiler Eğitimine İlişkin Bir Değerlendirme”, 2. Uluslararası Milenyumda İletişim Sempozyumu, 17–19 Mart 2004, İstanbul, s. 193–219. Sayı 40 /Bahar 2015 265 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma* Social Media Usage of Gifted Digital Natives: A Quantitative Study İbrahim Şamil KÖROĞLU, Doktora Öğrencisi, Marmara Üniversitesi SBE, İletişim Bilimleri A.D., [email protected] Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Dijital Yerliler, Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı, Üstün Yetenekli Çocuklar. Keywords: Social Media, Digital Natives, Uses and Gratification Approach, Gifted Children. Öz Ağ neslinin özellikli bir grubunu teşkil eden üstün yetenekli dijital yerliler, interneti ve mobil iletişim teknolojilerini bir dil gibi kullanabilen, içerik üretimi ve paylaşımı konusunda katılımcı; bilgi edinme, eğlenme ve sosyalleşme amacıyla birincil kaynak olarak sanal ortamı gören kullanıcılardır. Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım motivasyonlarını Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında inceleyen bu çalışma, betimsel nitelikli tarama modelinde bir araştırmadır. Araştırma grubu, 2012-2013 eğitim yılında İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi, Beşiktaş Bilim ve Sanat Merkezi ve Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu’nda öğrenim gören 401 üstün yetenekli öğrencidir. Grupta yer alan üstün yeteneklilerin 231’i (%57,6) 9–11; 148’i (%36,9) 12–14; 22’si (%5,5) ise 15–17 yaş grubundadır. Araştırmaya katılan üstün yeteneklilerin 247’si erkek (%61,6); 154’ü (%38,4) kız öğrencilerden oluşmaktadır. Çalışmada üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklıkları; internet kullanım amaçları ile sosyal medya kullanım amaçları ve sık kullandıkları sosyal medya sitelerinin hangileri olduğu incelenmiştir. Çalışmada elde edilen bulgular üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklığının akranlarına oranla Türkiye ortalamasının altında kaldığını; internet kullanım amaçlarıyla sosyal medya kullanım amaçlarının örtüştüğünü, ayrıca YouTube, Facebook ve Twitter’ın üstün yetenekli dijital yerlilerin en sık kullandıkları sosyal medya siteleri olduğunu ortaya koymaktadır. Abstract Gifted digital natives, who compose a significant portion of the network generation, are users who are capable of using the internet and mobile communication technologies like a language, participate in content production and sharing, and consider the virtual environments as the primary source of information, entertainment and socializing. This is a study in descriptive scanning model and its purpose is to establish the motivations of gifted digital natives’ use of social media in the perspective of Uses and Gratifications Approach. The research group is composed of 401 gifted students of İstanbul Science and Art Centre, Beşiktaş Science and Art Centre and Beyazıt Ford Otosan Elementary School in 2012-2013 school year. The age distribution of the gifted children in the group is as such: 231 students (57.6%) between the ages of 9 and 11 years; 148 students (36.9%) between the ages of 12 and 14 years, and 22 students (5.5%) between the ages of 15 and 17 years. Of the gifted children participating in this study, 247 (61.6%) are males and 154 (38.4%) are females. In this study; the frequency of usage of social media by gifted digital natives, the purpose of use of the internet and social media, and their favorite social media sites were examined. According to the results; the gifted digital natives’ social media usage frequency is below the frequency of Turkey in comparison to other children in the same age group, their purposes for internet usage and social media usage correspond to each other, besides the most frequently used social networking sites by gifted digital natives are YouTube, Facebook and Twitter. *: Bu makale, 2014 yılında İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Medya ve İletişim Sistemleri Anabilim Dalı’nda Doç. Dr. Celalettin AKTAŞ’ın danışmanlığında hazırlanan “Üstün Yetenekli Çocukların Sosyal Medya Kullanım Motivasyonları” başlıklı yüksek lisans tezinden üretilmiştir. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Giriş Yeni medya teknolojilerini kullanan bireylerin bu teknolojileri ve bu teknolojilerin uzantısı olan iletişim mecralarını kullanım etkinliklerinin ve motivasyonlarının irdelenmesi, medya çalışmaları kapsamında değerlendirilmektedir. Öte yandan, sıklıkla heterojen nitelikte kitleler üzerinden yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlar, bu çalışmalardan beklenen spesifik yararı azaltmaktadır. Günümüzde yaşamlarımızın giderek daha büyük kısmına hükmeden medya teknolojilerinin aldıkları son şeklin içerik sağlayıcıların, medya çalışanlarının ve basın yayın şirketlerinin kararlarına bırakılamayacak kadar önemli olduğunu artık biliyoruz. Bu açıdan belirgin vasıflarıyla genel kitleden ayrılan daha dar kullanıcı gruplarına dönük medya çalışmalarından elde edilecek verilerin, ihtiyaç analizi açısından daha zengin bir bakış açısı kazandıracağı söylenebilir. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında yapılan bu çalışmada, üstün yetenekli çocukların yeni medya kullanım eğilimleri, sosyal medya kullanım motivasyonları üzerinden incelenmektedir. Üstün yetenekli çocuklar, istisnaî zekâ ve beceri kapasiteleri dolayısıyla desteklenmesi gereken özel eğilimleri olan bir çocuk grubudur. Üstün yetenekli çocukların bilişsel ve gelişimsel potansiyelleri sayesinde yaşamları boyunca insanlık için sergileyeceği muhtemel rol, onların günümüzün en popüler iletişim alanı olan sosyal medya kullanım motivasyonlarını incelemeyi önemli kılmaktadır. Araştırma konusunun seçiminde, bu özel çocukların ayrıcalıklı ilgileri ve beklentileri olan bir kullanıcı grubu olması ve literatürde bu özel grubun sosyal medya dolayımında eğilimlerine ilişkin bir çalışmaya rastlanmaması belirleyici olmuştur. Üstün Yetenekli Kimdir? Toplumu oluşturan kimi bireylerin sahip oldukları zekâ düzeyi kapasitesinin ve onları çoğunluktan ayıran üstün yeteneklerin değerlendirilmesi, ağırlıklı olarak kamu otoritesi ve eğitim çevreleri tarafından tarih boyunca üzerinde durulan bir konu olagelmiştir.1 Zekâ düzeyi kavramı Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğünde, “gelişim düzeyine göre zekâyı ölçen soruları başarı ile yanıtlayabilen bir kimsenin, başkalarına göre zihinsel yeteneğinin düzeyi ve başarı derecesi” olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde popülerliğini koruyan IQ (intelligence quotient: zekâ bölümü/katsayısı) kavramı ise zekâ üzerine yapılan çalışmalara 1912 yılından itibaren dâhil olmuştur. IQ kavramı, William Stern (1871-1938) tarafından ortaya atılmıştır. Stern, kişinin, bir zekâ testinde aldığı puanın, kendi yaş kümesinin ortalamasından sapma derecesini yansıtan katsayının, bir başka deyişle kişinin aldığı zekâ yaşı puanının normal yaşına oranını ifade eden IQ’nun zamanla değişmeyeceğini ileri sürmektedir (Human Intelligence, 2013). 1 Konuya ilişkin tarihî perspektifi özetleyen ve Osmanlı’da Hristiyan tebaadan seçilen üstün zekâya ve niteliklere sahip çocukları yetiştiren eğitim kurumları olarak faaliyet gösteren Enderun Mekteplerini ele alan bir çalışma için bkz.: Cihan Kılıç. Enderun mektebi örnekleminde günümüz üstün yetenekli çocukların eğitiminin değerlendirilmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. 2010. 267 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Zekâ katsayısı (IQ) çeşitli ölçeklerde sürekli olarak 130 ve daha yukarı çıkanlara ve kendi yaşıtlarından rastgele seçilmiş bir kümenin %98’inden üstün olanlara, üstün zekâlı denir. Üstün yetenekli ise zekâ bölümü sürekli olarak 120 ve daha yukarı olup güzel sanatlar, matematik ve teknik gibi alanlarda yaşıtlarından belirgin ölçüde üstün olanlara verilen addır. Sonuç olarak “Üstün yetenekli kimdir?” sorusuna verilen cevapta, ortalamanın üzerinde bir kabiliyet (diğer bir ifadeyle genel ya da özel bir alanda yetenek), yaratıcılık ve görev sorumluluğu olmak üzere üç bileşenin öne çıktığı söylenebilir (Renzulli, 1998). Literatüre bakıldığında üstün yeteneklilerle ilgili tanımlamalar konusunda farklı yaklaşımlar olduğu görülmektedir (Enç, Çağlar ve Özsoy, 1981; Ersoy ve Avcı, 2001; Akarsu, 2001; Budak, 2008). Konunun karmaşık ve çok yönlü yapısı nedeniyle, son şeklini almış kesin bir “üstün” tanımına ulaşmak güçtür. Diğer yandan günümüzde üstün zekâlı, üstün yetenekli ya da özel yetenekli tanımlamalarının birbirlerinin yerine kullanıldığı da bilinmektedir. Bu kullanımlar bütünüyle yanlış olmamakla birlikte eksiklik taşımaktadır. Üstün ya da özel yeteneklilik, üstün zekâyı içinde barındırırken; üstün zekâlılık, sadece zekâ testlerinden 130 ve üzeri puan alanları kapsamaktadır (Özkan, 2013). Ayrımsal Üstün Zekâ ve Yetenek Modeli’ne (The Differentiated Model of Giftedness and Talent) göre üstün zekâ, en az bir yetenek alanında akranlarının arasında en az üst %10’luk kısımda bulunan, eğitilmemiş ve kendiliğinden açığa çıkan doğal potansiyellere sahip olmak ve bunları kullanmaktır. Üstün yetenek ise sistematik olarak geliştirilen yeteneklerde süper üstünlük ve insan etkinliğinin en az bir alanında akranlarının arasında en az üst %10’luk kısımda bilgi sahibi olma ve bu alanda aktif olmadır (Gagne, 2013). Söz konusu %10’luk dilim içerisine giren özel yetenekli bireyler de bazı sınıflara ayrılmıştır. Buna göre; %1’e girenler orta düzeyde, %01’e girenler yüksek düzeyde, %001’e girenler olağanüstü yüksek düzeyde, %0001’e girenler ise en yüksek düzeyde üstün yetenekli kabul edilmiştir (Millî Eğitim Bakanlığı [MEB], 2013a). Türkiye’de üstün yeteneklilerin eğitimi konusunda özgün bir kamusal eğitim modeli olan Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM) faaliyet göstermektedir. BİLSEM’ler ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarına devam eden üstün veya özel yetenekli öğrencilerin örgün eğitim kurumlarındaki eğitimlerini aksatmayacak şekilde bireysel yeteneklerinin bilincinde olmalarını ve kapasitelerini geliştirerek en üst düzeyde kullanmalarını sağlamak amacıyla açılmış bağımsız özel eğitim kurumlarıdır (MEB, 2007). Türkiye genelinde 12.106 öğrencinin2 öğrenim gördüğü BİLSEM’lerin sayısı 2013–2014 eğitim yılı verilerine göre 70’tir (MEB, 2014). Türkiye’de üstün yeteneklileri resmî tanılama işlemleri, illerde bulunan Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinde yapılmaktadır. Üstün yeteneklilerin BİLSEM’lere kayıt olmaları ile ilgili süreç ise bir dizi aşamayı kapsamaktadır. Birinci aşamada BİLSEM, il bünyesinde yer alan bütün resmî ve özel okullara il ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri 2 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre Türkiye nüfusu 31 Aralık 2013 itibarıyla 76.667.864 kişidir (Türkiye İstatistik Kurumu [TÜİK], 2014). Yaş grubuna göre nüfus dağılımına bakıldığında 5–19 yaş arasında 19.121.121 kişinin olduğu görülmektedir. Üstün yeteneklilik konusunda kabul edilen yüzdelik dilim (%2–3) dikkate alındığında Türkiye’de 382.000 ila 573.000 arasında çocuğun üstün yetenekli olma potansiyeli taşıdığı varsayılabilir. Bu veri, hâlihazırda BİLSEM’lerden yararlanan öğrenci sayısı ile karşılaştırıldığında aradaki uçurumun kaygı verici olduğu görülmektedir. Sayı 40 /Bahar 2015 268 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma aracılığıyla, tanılama yapılacak sınıf seviyesini ve ilgili işlemleri duyurur. İkinci aşamada, sınıf öğretmenleri sınıflarında akranlarına göre farklı özellikler gösterdiğini gözlemlediği öğrencileri, MEB tarafından hazırlanan gözlem formlarını doldurarak aday gösterir. Üçüncü aşamada ön değerlendirme için, aday gösterilen öğrencilerin gözlem formları BİLSEM tanılama komisyonu tarafından değerlendirilir. Dördüncü aşamadaki grup taramada, ön değerlendirme sonucunda grup taramasına girmesi uygun görülen öğrenciler, BİLSEM Yürütme Kurulunun belirlediği tarihlerde, belirlenen ölçme araçları ile grup taramasına alınır. Beşinci aşamada ise öğrenci standart ölçme araçları ile bireysel incelemeye alınır. Bireysel inceleme sonucuna göre özel yetenekli olduğu belirlenen öğrenciler, örgün eğitimlerine paralel olarak BİLSEM’de destek eğitim faaliyetlerine devam eder (MEB, 2013b). Yeni Çağın Sakinleri: Dijital Yerliler Bilginin çoğalması ve bireylerin yaşamındaki öneminin artmasıyla ortaya çıkan bilgi toplumu kavramı, bireylerin bilgiyi kullandığı bir yaşam biçimi olarak tanımlanabilir (Çubukçu, 2011). Bilgi toplumu; bilgiyi üreten, kullanan, yayan, geliştiren ve yaşamın temeline koyan bir toplumdur (Aytaç 2006). Bilgi iletişim teknolojileri (BİT), bilginin elde edilmesini sağlayan ve insanlar arasında, insanlarla elektronik sistemler arasında ve elektronik sistemlerin kendi aralarında farklı iletişim tarzlarını kolaylaştıran tüm teknolojileri kapsamaktadır (Vural, 2006). Bu anlamda BİT, bilginin, elektronik ortamda üretilmesi, dağıtılması ve gösterilmesi işlemlerinin bir bütünü olarak düşünülebilir. Marc Prensky’nin 2001 yılında yayımlanan makalesiyle literatüre giren dijital yerliler (digital natives) kavramı, daha ziyade 80’li yılların başında doğan nesli işaret etmektedir. Prensky’nin aynı makalesinde kavramsallaştırdığı dijital göçmenler (digital imigrants) ise dijital teknolojinin yaygın kullanımı öncesinde doğan ya da yetişen kişileri ifade etmektedir. Bu tanım, kaba bir tarifle 1980 öncesinde doğmuş insanları işaret etmektedir ki onlar, sayısal dünyanın içine doğmuş dijital yerliler gibi sanal gerçekliğe aşina değil, sonradan uyum sağlamaya çalışan bir nesildir (Prensky, 2001a). Prensky, gelecek nesillerin, günümüz teknolojisinin var olduğu ortamda doğmuş ve bilgisayar, video oyunları, dijital müzik çalarlar, video kameralar, cep telefonları ve internet gibi teknolojiler ile büyümüş yani ana dilini öğrenir gibi teknoloji öğrenmiş kişilerden oluşan “dijital yerlilerden” oluşacağını belirtmektedir. Zihinlerini teknoloji diliyle işleten bu neslin eğitimini, teknoloji dilini tam olarak kullanamasa bile teknolojiye yeterince hâkim öğretmenlerden ve eğitim yöneticilerinden oluşan bir kadro verebilecektir (Prensky, 2001b). Dijital yerlileri vurgulayan ya da onları dijital göçmenlerden ayıran ve bu iki grup arasındaki mesafeyi doğuran en önemli etken, teknolojileri deneyimleme biçimidir. Teknoloji kullanımının kişilere kolay ya da zor gelmesi; bir başka deyişle kişilerin teknolojiye adapte olma süreleri onların yerli ya da göçmen olarak nitelendirilmesine sebep olmaktadır (VanSlyke, 2003). 269 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Dijital göçmenler önce basılı kaynaklara ardından internete bakarken dijital yerlilerde bilgi edinme yaklaşımı tam tersidir. Çoğu dijital yerli ağ üzerinde olmayan kütüphaneleri kullanmaktan çoktan vazgeçmiştir. Kütüphane web siteleri yerine sosyal ağ sitelerini kullanmaktadırlar. Bunun temel sebebi bu tür sosyal ağların hızla web içinde webler hâline gelmeleri, çeşitli hizmetler için tek bir dükkân olmalarıdır. Sosyal ağ sistemleri, kullanıcılara sosyalleşmenin yanı sıra bilgi paylaşmak, binlerce uygulamayı çalıştırmak veya kendi içerik ve uygulamalarını yaratmak için sanal bir ortam sunmaktadır (Rayport, 2009). Öte yandan BİT’e erişimde ve kullanımında farklı boyutlarda eşitsizlikler yaşanmaktadır. Bir tarafta yüksek hız ve düşük maliyetler ile yeni bilgilere ulaşanların eğitim, gelir ve iş bağlantıları, diğer yanda düşük hız ve yüksek maliyetle belirsizlik içinde, eskimiş bilgilere bağımlı, zaman sınırı içinde bloke edilmiş kitlelerin iletişimsizliği durmaktadır (Öztürk, 2002). Gelişmiş ülkelerin sahip oldukları teknoloji kapasitesi, gelişmekte olan ya da azgelişmiş ülkelerde yeterli düzeyde bulunmamaktadır. Gelişmiş ya da değil aynı coğrafyada yaşayan bireyler arasında da teknolojiye erişim noktasında belirgin eşitsizlikler görülebilmektedir. Eğitim düzeyi, kentleşme ve gelir düzeyi gibi farklı faktörlerin etkisiyle oluşan bu eşitsizlik, “dijital uçurum” (digital divide) ya da “sayısal uçurum”, “sayısal bölünme”, “sayısal ayrım” ve “sayısal kopma” şeklinde ifade edilmektedir (Özcivelek vd., 2000). Dijital uçurum, farklı sosyoekonomik düzeydeki bireylerin, firmaların veya ülkelerin BİT’e erişiminde ve kullanımında yaşadığı eşitsizlik olarak tanımlanmaktadır (OECD, 2001: 5). Teknoloji sahipliğinin tarihsel süreçte giderek ucuzlamasına ve teknoloji kullanımına dönük eğitim olanaklarının çeşitlenerek yaygınlaşmasına karşın yetkin dijital becerilere sahiplik konusunda bireyler arasında son derece belirgin eşitsizlikler söz konusudur (Hargittai, 2010). Dijital yerli olarak tanımlanan kuşağın en genç üyelerinin yaşama ve gelişme hakları bakımından eşitsizlikler sürmektedir (UNICEF, 2014). İnternet, dijital eşitsizlikleri ve beceri açıklarını aşma çabasında olsa da Dünya nüfusunun büyük bir kesimi henüz bağlantı dışıdır (ITU, 2013). Hargittai (2010) genç bireyler arasındaki dijital eşitsizliklerin görülmesini bir şekilde maskeleyen “dijital yerli” tanımlamasından bu nedenle vazgeçilmesini önermektedir. Yeni medya teknolojileri ve uygulamaları, bireylerin birbirlerine ve ağa bağlanıp işbirliği yapabileceği daha verimli ve üretken yollar sunsa da sayısal bölünme tartışmalarının da ortaya koyduğu gibi herkes için eşit erişim söz konusu değildir (DiMaggio ve diğ., 2001). Bu bakımdan, dijital yerli tanımının küresel anlamda 1980 sonrasında doğan her bireyi kuşatmadığı söylenebilir. Bir Olguyu Kavramlaştırmak: Üstün Yetenekli Dijital Yerli RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) tarafından yapılan Türkiye’de Çocukların Medya Kullanma Alışkanlıkları Araştırması’ndan elde edilen bulgular3 göstermektedir 3 RTÜK’ün araştırmasına göre Türkiye’de öğrencilerin %97,9’unun evinde televizyon, %73,7’sinde bilgisayar/tablet, %63’ünde internet erişimi, %44,6’sında sabit telefon, %38,3’ünde radyo bulunduğu Sayı 40 /Bahar 2015 270 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma ki Türkiye’deki dijital yerlilerin okul dışındaki zamanlarda internette vakit geçirme eğilimi, popüler bir nitelik kazanmıştır. Söz konusu eğilimin çocuklar arasındaki sıklığı incelendiğinde, %33,9 oranında “ara sıra” seçeneğinin öne çıktığı tespit edilmiştir (RTÜK, 2013). Peki çocukların medya tüketimi içinde sosyal medyanın payı nedir? Bu sorunun yanıtını irdelemeden önce “üstün yetenekli dijital yerli” kavramını ele almak gerekiyor. Günümüzde yeni medyanın aktif kullanıcısı konumundaki genç nesli ifade ederken çeşitli ifadeler kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları, milenyum nesli (millennials), ağ nesli (net generation), yeni nesil (next generation, n-generation) oyun nesli (gamer generation), siber çocuklar (cyber kids) ve çekirge zihin (grasshopper mind) gibi ifadelerdir (Pedró, 2006). Bu ifadeler, özellikle 90’lı yıllarda doğan bireylerin yeni medya teknolojileri kullanımı anlamında önceki kuşaklarla kıyaslandığında olağanüstü derecede dinamik bir aşamayı deneyimlediklerine işaret etmektedir. Güvenilir kurumlarda uygulanan zekâ4 ve yetenek testlerinde üstün yetenekli olduğu tanılanmış ve yetenekleri doğrultusunda özel ya da kamusal eğitim alan bireyler üstün yeteneklidir. Yaş grubu ağırlıklı olarak 9-17 arasında değişen üstün yetenekli çocukların içinde internet ve mobil iletişim teknolojilerini bir dil gibi kullanabilen, içerik üretimi ve paylaşımı konusunda katılımcı, bilgi edinme, eğlenme ve sosyalleşme amacıyla öncelikli kaynak olarak sanal ortamı gören bir çocuk ise üstün yetenekli dijital yerlidir. Üstün yetenekli dijital yerliler, özel zekâ ve yetenek potansiyelleri dolayısıyla aktif medya kullanıcısı genç nesil içinde medya teknolojilerine ilişkin algıları, tercihleri ve motivasyonları bakımından özellikli ilgiyi hak eden bir kitledir. Dijital Çağın Güncel Pratiği: Sosyal Medya Yeni medyanın önemli bir işlevi de sosyalleşmeye sağladığı katkıdır. Kullanıcıların çevrimiçi dünyada sosyal ilişkiler kurmasına ve geliştirmesine katkıda bulunan medya teknolojilerinin tamamı sosyal medya kapsamına girmektedir. İçerik, isleyiş ve biçim bakımından çeşitlilik gösteren sosyal medya ortamlarının ortak karakteristik özellikleri ise katılım, açıklık, sohbet, topluluk anlayışı ve bağlantılılık (connectedness) olarak gösterilebilir (Mayfield, 2008). Kullanıcıların içerik üretmesine ve paylaşmasına ya da sosyal ilişkiler kurmasına imkân sağlayan web siteleri ve uygulamalarla şekillenen sosyal medya, kayıtlı kullanıcıların bilgi, görüş ve ilgi alanları doğrultusunda paylaşımda bulunarak etkileşim kurdukları çevrimiçi araçların tamamını ve ağları içermektedir. Bloglar, sosyal ağ siteleri, sosyal imleme, forum, podcast, çevrimiçi sohbet ortamları, e-posta zincirleri, sanal dünyalar, wikiler gibi etkileşimsel, kullanımı kolay, katılıma açık olan internet üzerindeki iletişim ortamları, sosyal medya kapsamına girer (Onat, 2010). saptanmıştır. Öte yandan internet %60,8, bilgisayar/tablet %48,6, cep telefonu %45, televizyon ise %40,5 oranında öğrencilerin en fazla önem verdiği iletişim aracıdır. Öğrencilerin %75,5’inin cep telefonunda internet bağlantısı bulunmaktadır ve öğrenciler cep telefonlarını, birinci öncelikli olarak konuşma, ikinci öncelikli olarak mesajlaşma, üçüncü öncelikli olarak internete bağlanma, dördüncü öncelikli olarak da sosyal ağlara bağlanma amacıyla kullanmaktadır (RTÜK, 2013). 4 Türkiye’de uygulanan başlıca zekâ testleri şunlardır: Wechsler Çocuklar İçin Zekâ Ölçeği-Gözden Geçirilmiş Formu (WISC-R), Stanford Binet Zekâ Testi, Goodenough-Harris Adam Çizme Testi, Porteus Labirentleri Testi, Leiter Uluslararası Performans Testi, Cattel Zekâ Testi ve Kohs Küpleri Zekâ Testi (MEB, 2013a). 271 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Farklı işlevleri bulunan ve mobil iletişimin yaygınlaşmasıyla kullanım biçimleri de zenginleşen belli başlı sosyal medya siteleri5 ve uygulamaları şu kategoriler altında sıralanabilir: Sosyal platform (Facebook, Twitter, FriendFeed vb.); içerik paylaşımı (YouTube, Flickr, Vimeo, Pinterest vb.); kişisel yayıncılık (Bloglar, Wikipedia, Tumblr vb.); tartışma-yorum (Forumlar, Ekşi Sözlük, İnci Sözlük vb.); anlık mesajlaşma (WhatsApp, Skype vb.), Sosyal oyunlar (Farmville, FrontierVille, Gardens of Time, Kantai Collection, The Sims Social vb.) Sosyal medyayı oluşturan ağlar, kullanıcıların, mesaj, fotoğraf, müzik ve video gibi içerikleri anlık mesajlaşma, e-posta, duyuru gibi enstrümanlar vasıtasıyla birbirleriyle paylaştıkları platformlardır. Dolayısıyla sosyal medyayı, kullanıcıların eğilim duydukları konulara ilişkin eşzamanlı etkileşimde bulundukları, bildirişim sağladıkları, vakit ve mekân kısıtlaması olmadan metin, görsel, ses ve video gibi kendi oluşturdukları ya da yine aynı ortamdan edindikleri içeriklerle paylaşımlarda bulundukları internet tabanlı bir ortam olarak tanımlamak mümkündür. Sosyal medyanın bilgi edinme konusunda sahip olduğu hız, yararlılık ve bağımsızlık gibi nitelikler bu mecrayı kullanıcılar nezdinde çekici kılmaktadır. Türkiye genelinde çocukların %61,7’sinin internetin bilgi edinme üzerindeki etkisini “olumlu” değerlendirdiğinin bulgulanması bu yargıyı desteklemektedir (RTÜK, 2013). Türkiye’de en fazla kullanıcıya sahip sosyal medya sitelerine ilişkin rakamlar bir başka araştırmada (TÜİK, 2013a) elde edilen Türkiye’deki internet kullanıcılarının, %73,2 oranında, interneti “sosyal gruplara katılma” amaçlı kullanma eğilimi ile karşılaştırıldığında, karşımıza “internet eşittir sosyal medya” şeklinde formüle edilebilecek genel bir kabulün çıktığı söylenebilir. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Elihu Katz tarafından yazılan bir makale ile ilk olarak 1959’da literatüre giren Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı, temel varsayım olarak, kitle iletişim araçlarını belli bir gereksinimi karşılamak için amaçlı olarak kullanma ve bu kullanımdan doyum sağlamaya dayanır. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı, geleneksel “etki” teorilerinin “medyanın bireylere yaptıkları” şeklinde formüle edilebilecek sorusu yerine, “bireylerin iletişim araçlarıyla yaptıkları” sorusunu ortaya koymuştur. Bu açıdan söz konusu yaklaşım, araştırma sorunsalını araç ya da mesajdan izlerkitleye (audience) kaydıran işlevselci bir iletişim araçları yaklaşımıdır (Katz ve Earl, 2010). 5 Küresel ölçekte sosyal medya siteleri arasında facebook.com 818 milyon 200 bin kullanıcı sayısıyla ilk sırada yer alırken, blogger.com 400 milyon 247 bin kullanıcıyla ikinci; twitter.com ise 189 milyon 819 bin kullanıcı ile üçüncü sıradadır. Dördüncü ve beşinci sıralarda sırasıyla wordpress.com (169 milyon 436 bin kullanıcı) ve linkedin.com (164 milyon 177 bin kullanıcı) bulunmaktadır. Türkiye’de en fazla kullanıcıya sahip ilk beş sosyal medya sitesi ise sırasıyla şunlardır: facebook.com (21 milyon 888 bin kullanıcı), blogger.com (13 milyon 659 bin kullanıcı), twitter.com (8 milyon 853 bin kullanıcı), eksisozluk.com (5 milyon 232 bin kullanıcı) (Digitalage, 2013). Sayı 40 /Bahar 2015 272 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’nın üzerinde yoğunlaştığı üç sorun alanı şunlardır: • İnsanların, ihtiyaçlarını karşılamak için medyayı ne şekilde kullandıkları sorusuna cevap bulmak. • İnsanların medya kullanımlarının altında yatan güdüleri keşfetmek. • Bireysel medya kullanımının olumlu ve olumsuz sonuçlarını saptamak (University of Twente, 2013). Açıktır ki izlerkitlenin kültürel tüketim faaliyeti belirli bir toplumsallık, kültürel ortam, iktidar ve tahakküm ağları içinde gerçekleşir ve bu yapıların üretiminde ve yeniden üretiminde rol oynar. Dolayısıyla izleyicinin, medya mesajının pasif alımlayıcısı olarak görüldüğü önceki yaklaşımlara bir tepki olarak yükselen Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı, herhangi bir yapısal sınırlamadan muaf, kadir-i mutlak bir izleyici kavramına sarıldığı için eleştirilmiştir (Özçetin, 2010). Öte yandan internetin ve özellikle sosyal medyanın kullanıcı sayısındaki geometrik artış ile televizyon ve gazete gibi geleneksel mecraları dönüştürecek ya da saf dışı bırakacak biçimde gündelik kullanım alanı kazandığı görülmektedir. Bu bakımdan yeni medyanın etkileşimlilik, kullanıcı elemesi ve eş zamanlı olmama6 gibi özellikleri, Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’nın sosyal medyaya dönük araştırmalar için uygun olduğu fikrini desteklemektedir (Ruggiero 2000). Literatürde sosyal medya kullanım motivasyonlarını Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında ele alan çalışmalara baktığımızda, odağına üniversite öğrencilerini ve akademisyenleri (Sheldon, 2008; Akçay, 2011; Biçer, 2014); gençleri (Armağan, 2013); Twitter ve Facebook özelinde sosyal ağ sitesi üyeliğini ve kullanıcılarını (Bumbarger, 2007; Johnson & Yang, 2009; Schrock 2009; Cha 2010; Chen, 2011; Köseoğlu, 2012) ya da kentsel bazda sosyal medya kullanıcılarını alan (Koçak ve Oyman, 2012; Karakoç, Enderhan & Gülsünler, M. Evrim 2012) çok sayıda çalışmanın bulunduğu görülmektedir. Sonuç itibariyle medya endüstrisi insanlara çok geniş bir yelpazede medya platformları ve içerikleri sunmaya devam ettikçe insanların neden farklı medya kanallarını seçtiklerini araştırmak için Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’nın en uygun bakış açılarından biri olarak düşünülebileceği ve bir fenomen hâline gelen sosyal medyanın bu yaklaşım çerçevesinde incelenebileceği söylenebilir (Shao, 2009). Çalışmanın Yöntemi ve Verilerin Güvenirlik Analizi Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’ndan hareketle üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım motivasyonlarını ele alan bu çalışmanın yöntemi betimsel nitelikli tarama modelidir. Araştırma grubu, 2012–2013 eğitim-öğretim yılında İstanbul BİLSEM, Beşiktaş BİLSEM ve Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu’nda7 öğrenim gören üstün 6 Eş zamanlı olmama (asynchroneity), elektronik mesajların göndericilerinin ve alıcılarının söz konusu mesajı kendilerince uygun farklı zamanlarda okusalar da etkileşimlerinin sürdüğü anlamına gelir. (Williams vd, 1988) 7 MEB ile İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi arasında imzalanan protokol ile 2002-2003 eğitim-öğretim yılından itibaren üstün yetenekli çocuklara eğitim vermeye başlayan İstanbul’un Fatih ilçesindeki Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu, üstün yetenekli öğrencileri 273 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu yetenekli öğrencilerdir. Araştırmanın ana kütlesinde toplam 1185 öğrenci8 bulunmaktadır. Örneklemin güvenirlik düzeyi %95 ve hata payı da ±%4 olarak dikkate alınarak gerekli istatistiksel hesaplamalar yapılmış ve gereken örneklem büyüklüğü 401 (N=401) olarak saptanmıştır. 10 Mart – 25 Mayıs 2013 tarihleri arasında yürütülen çalışmanın veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilen bir anket formu ve Sosyal Medya Kullanım Motivasyonu Ölçeği9 (SMKMÖ) kullanılmıştır. Faktör analizi, ölçülmek istenilen özelliğe ait yapının belirli bir ölçek ile ölçüldüğünde nasıl gerçekleştiğini belirlemek amacıyla kullanılır. Bu yönüyle faktör analizi, ölçeğin yapısını belirlemeye dönük bir yapı geçerliliği çalışmasıdır (Tavşancıl, 2010). Birbirleriyle orta düzeyde ya da oldukça ilişkili değişkenleri birleştirerek az sayıda ancak bağımsız değişken kümeleri elde etmede ampirik temel sağlayan faktör analizi sayesinde, pek çok değişkenin birkaç küme ya da boyuta indirgenmesi mümkün olmaktadır. Bu boyut ya da kümelerden her birine faktör adı verilir (Balcı, 2013). Sosyal medya ya da spesifik olarak sosyal ağ sitelerinin kullanımı ile ilgili literatürde yer alan pek çok çalışmada, faktörlerin genellikle örtüşen boyutlar üzerinden saptandığı görülmektedir. Örneğin Armstrong, M.H. (1999) çalışmasında eğlence, tüketici bilgi işlemi, sosyal etkileşim, bilgilenme, toplumsal gözetim/araştırma faktörlerini tespit etmiştir. Parker, B.J. ve Plank, R.E (2000) arkadaşlık/sosyal ilişkiler, gözetim, rahatlama/ sosyal kaçış olarak üç faktör belirlemiştir. Şeker, T.B. (2005) bilgilenme, chat/eğlence, alışveriş/seyahat-internet faktörleri üzerinde durmuştur. Ellison vd. (2006) eğlence/ serbest zaman, bilgi edinme, iletişim kurma faktörlerini belirlemiştir. Balcı ve Tarhan (2007) bilgilenme/rehberlik, sosyal kaçış, boş zamanları değerlendirme/eğlence, sosyal fayda/teknoloji kullanımı faktörlerini saptamıştır. Joinson (2008) sosyal bağlantı/irtibat, paylaşılan kimlikler, içerik, sosyal araştırma/soruşturma, sosyal ağ sörfü ve durum güncelleme şeklinde boyutlara ulaşmıştır. Quan-Haase ve Young’ın (2010) çalışmasında zaman geçirme, sevgi/düşkünlük, moda, sorunları paylaşma, sosyallik, sosyal enformasyon faktörleri belirlenmiştir. Gülnar, Balcı ve Çakır’ın çalışmalarında (2010) üzerinde durulan boyutlar narsisizm ve kişisel sunum, medya alışkanlığı ve performans, boş zamanları değerlendirme, bilgi arama, kişisel statü, ilişkiyi sürdürme ve eğlence faktörleri olmuştur. gözeten farklılaştırılmış bir eğitim programı uygulayan, alandaki tek devlet okuludur. 8 2012-2013 eğitim yılı itibariyle Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu’nun kayıtlı öğrenci sayısı 340 olup diğer iki eğitim kurumunun aktif öğrenci sayısı okul yöneticileri tarafından 520 (İstanbul BİLSEM) ve 325 (Beşiktaş BİLSEM) olarak bildirilmiştir. 9 Çalışmada kullanılan SMKMÖ, 3’lü likert tipinde toplam 18 maddeden oluşmaktadır. Ölçekte “Hiçbir Zaman”, “Bazen” ve “Her Zaman” ifadeleriyle derecelendirilen olumlu ve olumsuz ifadeler bulunmaktadır. SMKMÖ geliştirilirken ölçeğin kullanılacağı hedef kitle olan üstün yetenekli öğrencilerle görüşmeler yapılmış, üstün yeteneklilerin davranışları gözlenmiş, hem üstün yetenekliler hem de sosyal medya ile ilgili literatür taraması yapılarak, alanda kullanılan anketler ve yapılmış diğer çalışmalar yardımıyla bir madde havuzu oluşturulmuştur. Ölçek maddeleri hazırlanırken istenen durumlar için olumlu, istenmeyen durumlar için olumsuz ifadeler kullanılmış, böylece olumlu ve olumsuz durumların dengeli puan alması sağlanmıştır. SMKMÖ’nün faktör yapısı Açıklayıcı Faktör Analizi (AFA) ve Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) kullanılarak incelenmiştir. DFA yapılmadan önce çoklu doğrusallık ve normallik varsayımları SPSS ile değerlendirilmiştir. Ölçeğin kapsam geçerliliği için İletişim Bilimleri, Eğitim Bilimleri, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık, Ölçme ve Değerlendirme alanlarından uzmanların görüşüne başvurularak maddelerin geçerlik düzeyleri tespit edilmiştir. Uzman görüşleri doğrultusunda; anlam hataları giderilmiş, geçerliği olmayan maddeler elenmiştir. Bunun sonucunda 3 madde ölçekten ayıklanarak, 15 maddelik ölçeğe uygulama öncesi son hâli verilmiştir. AFA’ya ait faktör yükleri Tablo 1’de verilmiştir. Sayı 40 /Bahar 2015 274 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Akçay’ın çalışmasında (2011) ise sosyal medya kullanım motivasyonları olarak sosyal çevre edinme/sosyalleşme, eğlence/boş vakit geçirme faktörleri öne çıkmıştır. Çalışmanın anket formundaki önermeler yukarıda belirtilen literatürden yola çıkarak gruplandırılmış ve üç temel sosyal medya kullanım motivasyonu faktörü belirlenmiştir. Bu faktörler, eğlenme, sosyalleşme ve bilgilenme faktörleridir.10 Tablo 1. Sosyal Medya Kullanım Motivasyonlarına Yönelik Faktör Analizi Sosyal Medya Kullanım Motivasyonlarına Yönelik Önermeler 1. Sosyal Medyayı video paylaşmak amacıyla kullanırım. 2. Sosyal Medyayı fotoğraf paylaşmak amacıyla kullanırım. 3. Sosyal Medyayı müzik paylaşmak amacıyla kullanırım. 4. Sosyal Medyayı anlık durum paylaşımı amacıyla kullanırım. 5. Sosyal Medyayı hayranı olduğum kişileri takip etmek amacıyla kullanırım. 6. Sosyal Medyada kişisel bilgilerimi (yaşım, cinsiyetim, ikamet adresim vs.) paylaşırım. 7. Sosyal Medyada özel bilgilerimin başkaları tarafından görülmesi beni rahatsız etmez. 8. Sosyal Medyayı kullanmamın yasaklanması benim için ciddi bir ceza olur. 9. İnternete bağlanmamım en önemli sebebi sosyal medyaya girmektir. 10. Sosyal Medyayı yeni arkadaş edinmek amacıyla kullanırım. M SD 0,864 0,822 0,866 0,850 0,966 0,852 0,838 0,875 0,877 0,595 0,773 0,846 0,527 0,711 0,867 0,659 0,586 0,738 0,658 0,428 0,716 0,657 0,737 0,857 0,609 0,720 0,817 0,490 0,618 0,768 0,487 0,898 0,823 0,656 0,802 0,822 0,655 0,802 0,822 14. Sosyal Medyayı ilgi duyduğum konularda fikir alışverişi amacıyla kullanırım. 0,650 1,128 0,831 15. Sosyal Medyayı akademik amaçla (ödevlerim, araştırmalarım, projelerim vs.) kullanırım. 0,554 1,385 0,757 11. Sosyal Medya söz konusu olduğunda kendimi aktif/katılımcı bir kullanıcı olarak tanımlarım. 12. Sosyal Medyayı üstün yetenekli arkadaşlarımla iletişim kurmak amacıyla kullanırım. 13. Sosyal Medyayı gündelik problemlerime çözüm bulmak amacıyla kullanırım. Eğlenme Sosyalleşme Bilgilenme Tablo 1’de görüldüğü gibi maddelere ilişkin yük değerleri 0,554 ile 0,864 arasında değişmektedir. Verilerin güvenilirlik analizi amacıyla elde edilen tüm değerler11 bu 10 Eğlenme: Eğlendirici unsurlar yeni medyanın doğasında geleneksel medyaya oranla daha içkindir. Özellikle dijital yerliler açısından oyun temelli aktiviteler ilgi ve farkındalık yaratmaktadır. Bu anlamda eğlence unsuru içeren her tür çevrimiçi içerik yüksek katılımı garanti etmektedir. Sosyalleşme: Sosyal ağlar aracılığıyla kullanıcıların diğer kullanıcılarla etkileşimi sonucu elde edilen doyumlar, sosyalleşme faktörü başlığı altında değerlendirilmiştir. Bilgilenme: İnternet altyapısının en yoğun kullanıldığı mecralar olarak sosyal medyada sunulan bilginin işlevselliği, kullanıcıların o mecra ile ilgili algısı üzerinde dolaysız bir etkiye sahiptir. 11 SMKMÖ’nün güvenirliğini incelemek için ölçeğin tamamı için iç tutarlılık katsayısı hesaplanmıştır. Araştırma verilerini elde etmek üzere geliştirilen ve faktör analizi yapılarak son hâlini alan SMKMÖ’nün Cronbach Alpha iç tutarlılık katsayısı Cronbach’s α=0,836 olarak hesaplanmıştır. Bu değer, istatistiksel açıdan güvenilir olarak kabul 275 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu ölçeğin sosyal medya kullanım motivasyonlarını ölçmek için güvenilir bir ölçme aracı olduğunu göstermektedir. Çalışmanın Bulguları Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin yaş gruplarına ilişkin dağılım Tablo 2’de verilmiştir. Katılımcıların 231’i, 9–11 yaş aralığında olup %57,6 oranıyla araştırmaya en yüksek katılımı bu yaş grubu oluşturmaktadır. Katılımcıların %36,9’unu temsil eden 148’i 12–14 yaş grubunda; %5,5’unu temsil eden 22’si ise 15–17 yaş grubundadır. Tablo 2. Yaş Grubu Yaş 9–11 12–14 15–17 Toplam Frekans 231 148 22 401 Yüzde 57,6 36,9 5,5 100,0 Geçerli Yüzde 57,6 36,9 5,5 100,0 Kümülatif Yüzde 57,6 94,5 100,0 Araştırmaya katılanların SMKM puan ortalamalarının yaş grubu değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova) Tablo 3’te verilmiştir. Bu analiz sonucunda eğlenme (FEğlenme=4,621) ve sosyalleşme (FSosyalleşme=5,053) grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Farklılıkların kaynaklarını belirlemek amacıyla yapılan tamamlayıcı posthoc analizi sonucunda; 9-11 yaş grubundaki üstün yeteneklilerin eğlenme puanları (XEğlenme=4,56) ve sosyalleşme puanları (FSosyalleşme=4,41), 12-14 ve 15-17 yaş grubundaki üstün yeteneklilerin eğlenme ve sosyalleşme puanlarından yüksek bulunmuştur. Diğer taraftan araştırmaya katılan üstün yeteneklilerin bilgilenme puanları ortalamalarının yaş grubu değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (FBilgilenme=0,416; p>0,05). edilebilecek bir değerdir (Nakip, 2006). SMKMÖ’nün faktör yapısını belirlemek için Açıklayıcı Faktör Analizi yapılmıştır. Faktör analizi yapılmadan önce verilerin uygunluğu Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) katsayısı ve Bartlett Küresellik Testi ile incelenebilir. Bu araştırmada da KMO ve Bartlett Küresellik Testi, ölçeklerin faktör analizine uygunluğu, örneklem büyüklüğünün yeterliliği ve verilerin normal dağılımda olup olmadığını saptamak amacıyla yapılmıştır. Veri matrisinin faktör analizi için uygun olup olmadığı hakkında bilgi veren KMO katsayısının 0,60’tan yüksek çıkması beklenir (Büyüköztürk, 2013). SMKMÖ’nün KMO katsayısı 0,845 olduğundan sonuç iyidir. Bu sebeple araştırmada örnek büyüklüğü yeterlidir. Bartlett Küresellik Testi değişkenler arasında ilişki olup olmadığını kısmi korelasyonlar temelinde inceler (Büyüköztürk, 2013). Ölçeğin, Bartlett testi 1735,0 ve anlamlılık düzeyi (0,000) değişkenlerin oluşturduğu matrisin faktör analizi için uygun olduğuna işaret etmektedir. Sayı 40 /Bahar 2015 276 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Tablo 3. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin SMKM Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek Yönlü ANOVA Sonuçları SOSYAL MEDYA KULLANIM MOTİVASYONU EĞLENME SOSYALLEŞME BİLGİLENME TOPLAM YAŞ GRUBU N X SS 9-11 12-14 15-17 Toplam 9-11 12-14 15-17 Toplam 9-11 12-14 15-17 Toplam 9-11 12-14 15-17 Toplam 209 129 18 356 207 129 18 354 209 128 18 355 207 128 18 353 4,56 3,41 4,22 4,12 4,41 3,38 3,22 3,97 4,08 4,13 4,56 4,12 13,06 10,97 12,00 12,25 3,48 3,11 3,78 3,40 3,15 2,91 3,23 3,10 2,14 2,18 1,72 2,14 7,11 6,06 6,23 6,76 Sd F p 2 4,621 0,01 5,053 0,007 0,416 0,66 3,867 0,022 2 2 2 Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin cinsiyetlerine ilişkin dağılım Tablo 4’te verilmiştir. Araştırmaya katılanların 247’si erkek, 154’ü kız öğrencilerden oluşmaktadır. Erkek öğrenciler örneklemin %61,6’sını, kız öğrenciler ise %38,4’ünü oluşturmaktadır. Tablo 4. Cinsiyet Cinsiyet Frekans Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Erkek 247 61,6 61,6 61,6 Kız 154 38,4 38,4 100,0 Toplam 401 100,0 100,0 Araştırmaya katılan üstün yetenekli çocukların SMKM puan ortalamalarının cinsiyet değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan t-testi sonucu Tablo 5’te verilmiştir. Bu testin sonucunda faktör ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). 277 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Tablo 5. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin SMKM Puanlarının Cinsiyete Göre t-Testi Sonuçları SOSYAL MEDYA KULLANIM MOTİVASYONU EĞLENME SOSYALLEŞME BİLGİLENME TOPLAM CİNSİYET N X SS ERKEK KIZ ERKEK KIZ ERKEK KIZ ERKEK KIZ 219 137 217 137 218 137 216 137 4,17 4,05 4,04 3,87 4,13 4,10 12,39 12,02 3,44 3,34 3,22 2,92 2,12 2,18 7,07 6,27 Sd t p 354 0,32 0,751 352 0,51 0,61 353 0,11 0,91 351 0,50 0,616 Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya ile gereksinimlerini karşılama sebeplerine ilişkin dağılım Grafik 1’de verilmiştir. Buna göre sosyal medyanın yüz yüze görüşülemeyen arkadaşlara ulaşmayı sağlaması (%25) ve hızlı olması (%25), üstün yeteneklilerin sosyal medya ile gereksinimlerini karşılama sebebi olarak eşit düzeyde gösterdiği iki özelliktir. Sosyal medyanın yaygın kullanımının gereksinimlerini karşıladığını düşünen üstün yetenekliler (%19) için sosyal medya, paylaşıma imkân sağlaması (%17) ve interaktif olması (%14) yönüyle de ihtiyaç karşılamaktadır. Grafik 1. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya ile Gereksinimleri Karşılama Sebepleri Üstün yetenekli dijital yerlilerin en sık kullandıkları sosyal ağ sitelerine ilişkin dağılım Grafik 2’de verilmiştir. Buna göre sırasıyla YouTube, Facebook ve Twitter üstün yetenekli dijital yerlilerin en sık kullandıkları sosyal medya siteleridir. En sık kullandığı site olarak YouTube’u gösteren 327 üstün yetenekli örneklemin %33’ünü oluştururken, 300 üstün yeteneklinin işaretlediği Facebook, örneklemin %31’ini ve 107 üstün yeteneklinin işaretlediği Twitter ise %11’ini oluşturmaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 278 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Grafik 2. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin En Sık Kullandığı Sosyal Ağ Siteleri Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklığına ilişkin dağılım Tablo 6’da verilmiştir. “Sosyal ağları hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?” sorusuna yanıt veren 352 üstün yetenekliden 106’sı sosyal medyayı her gün kullandığını belirtirken, 104’ü hafta sonları sosyal medya kullanmaktadır. Sosyal medyayı haftada 3-4 gün kullanan üstün yetenekli dijital yerlilerin sayısı 95’tir. 47 üstün yetenekli ise sosyal medyayı ayda 1-2 gün kullandıklarını belirtmiştir. Tablo 6. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanım Sıklığı Sosyal Medya Kullanım Sıklığı Her Gün Hafta Sonları Haftada 3–4 gün Ayda 1–2 gün Toplam Yanıtsız Toplam Frekans Yüzde 106 104 95 47 352 49 401 26,4 25,9 23,7 11,7 87,8 12,2 100,0 Geçerli Yüzde 30,1 29,5 27,0 13,4 100,0 Kümülatif Yüzde 30,1 59,6 86,6 100,0 Buna göre sosyal medyayı her gün kullanan üstün yetenekliler örneklemin %26,4’ünü oluşturmaktadır. Sosyal medyayı hafta sonları kullanan üstün yeteneklilerin oranı %25,9 iken sosyal medyaya haftada 3-4 gün giren üstün yeteneklilerin oranı %23,7’dir. Sosyal medyayı ayda 1-2 gün kullanan üstün yeteneklilerin oranı %11,7 olarak saptanırken örneklemin %12,2’sini oluşturan 49 üstün yetenekli ise bu soruya yanıt vermemiştir. Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti kullanma amaçlarına ilişkin dağılım Grafik 3’te verilmiştir. Buna göre eğlenmek, üstün yeteneklilerin internet kullanım amacı olarak %25 oranıyla en fazla gösterdiği özelliktir. Araştırma yapmayı 279 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu %22 oranında internet kullanım amacı olarak gören üstün yetenekliler için internet %16 oranında haberleşme ve %13 oranında gündemi takip etme anlamına gelmektedir. Diğer internet kullanım amaçları ise yorum paylaşmak (%8), içerik paylaşmak (%6), arkadaş edinmek (%6), blog yazmak (%3) ve diğer amaçlar (%1) şeklinde sıralanmaktadır. Grafik 3. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin İnterneti Kullanma Amaçları Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medyayı kullanma amaçlarına ilişkin dağılım Grafik 4’te verilmiştir. Buna göre üstün yeteneklilerin sosyal medya kullanım amacı olarak en fazla gösterdiği özellik %23 oranıyla eğlencedir. Haberleşmeyi, %16 oranında sosyal medya kullanım amacı olarak gören üstün yetenekliler için sosyal medya %15 oranında araştırma ve %11 oranında gündemi takip etme anlamına gelmektedir. Diğer sosyal medya kullanım amaçları ise arkadaşlık (%11), yorum paylaşmak (%10), içerik paylaşmak (%7) ve ünlü kişilerin etkinliklerini yakından takip etmek (%7) şeklinde sıralanmaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 280 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Grafik 4. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medyayı Kullanma Amaçları Tablo 7’de verilen üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti eğlenme amaçlı kullanmaya göre sosyal medyayı eğlenme amaçlı kullanmalarına ilişkin kay-kare testi sonuçlarına göre, üstün yetenekli çocukların interneti eğlenme amaçlı kullanmaları ile sosyal medyayı eğlenme amaçlı kullanmaları arasında anlamlı bir ilişki vardır (X2 =61,496 sd=1, p<0,05). Tablo 7. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin İnterneti Eğlenme Amaçlı Kullanmaya Göre Sosyal Medyayı Eğlenme Amaçlı Kullanmalarına İlişkin Kay-Kare Testi Sonuçları Sosyal Medyayı Eğlenme Amaçlı Kullanma İnterneti Eğlenme Amaçlı Kullanma Toplam X2 =61,496 N Hayır % N Evet % N % Hayır 17 65,4 310 9,8 480 14 Evet 9 34,6 285 90,2 294 86 Toplam 26 100 316 100 342 100 sd=1 P=0,000 Üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti eğlenme amaçlı kullanmaları, sosyal medyayı eğlenme amaçlı kullanmaları üzerinde etkilidir. İnterneti eğlenme amaçlı kullanan üstün yetenekli çocukların %90,2’si sosyal medyayı da eğlenme amaçlı kullanmaktadır. 281 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Üstün yetenekli dijital yerlilerin devam ettikleri okul türüne ilişkin dağılım Tablo 8’de verilmiştir. Üstün yeteneklilerin 304’ü devlet, 97’si özel okullarda eğitim görmektedir. Devlet okullarına kayıtlı öğrenciler örneklemin %75,8’ini, özel okullara kayıtlı öğrenciler ise %24,2’sini oluşturmaktadır. Tablo 8. Okul Türü Okul Türü Frekans Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Devlet 304 75,8 75,8 75,8 Özel 97 24,2 24,2 100,0 Toplam 401 100,0 100,0 Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin SMKM puan ortalamalarının okul türü değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla t-testi yapılmış ve sonucu Tablo 9’da verilmiştir. Tablo 9. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin SMKM Puanlarının Kayıtlı Oldukları Okul Türüne Göre t-Testi Sonuçları SOSYAL MEDYA KULLANIM MOTİVASYONU EĞLENME SOSYALLEŞME BİLGİLENME TOPLAM OKUL TÜRÜ N X SS DEVLET ÖZEL DEVLET ÖZEL DEVLET ÖZEL DEVLET ÖZEL 271 85 270 84 270 85 269 84 4,10 4,19 3,98 3,95 3,98 4,55 12,10 12,74 3,42 3,34 3,08 3,19 2,04 2,37 6,68 7,03 Sd t p 354 0,20 0,841 352 0,08 0,94 353 2,16 0,031 351 0,76 0,449 Test sonucunda yalnız bilgilenme faktörü ile okul türü değişkeni arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (t=2,16; p<0,05). Özel okula giden üstün yetenekli dijital yerlilerin bilgilenme puanları(XÖzel=4,55), devlet okuluna giden üstün yeteneklilerin bilgilenme puanlarından(XDevlet=3,98) yüksektir. Diğer bir ifadeyle üstün yetenekli dijital yerlilerin kayıtlı oldukları okul türü, SMKM bilgilenme faktörü üzerinde etkilidir. Sayı 40 /Bahar 2015 282 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Tartışma ve Öneriler Üstün yetenekli dijital yerliler ve sosyal medya ilişkisi, çok boyutlu irdelenmesi gereken dinamik bir problemdir. Bu problemin Türkiye’nin 2000’li yıllarda yöneldiği toplumsal ve ekonomik dönüşüm çerçevesinde önümüzdeki yıllarda ilgili tüm tarafların çok daha fazla üzerinde durması gereken konulardan biri olacağı söylenebilir. Günümüzde, çoğu ülkede sayısal uçurumun giderilmesine dönük çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalarda sayısal uçurumun neden ortaya çıktığı, ne gibi sorunlara yol açabileceği, nasıl ölçülebileceği, çözümü için kısa ve uzun vadede neler yapılabileceği gibi sorular sorulmaktadır (Öztürk, 2002). Gelir dağılımının dengeli olmadığı ve eğitimde fırsat eşitliğinin yakalanamadığı Türkiye’de, bilgi iletişim teknolojilerinde oluşan sayısal uçurumun mevcut sosyal eşitsizlikleri daha da derinleştirebileceği söylenebilir. Bu, genel anlamda bütün bireyleri ilgilendiren bir sorun olmakla birlikte özellikle gerekli maddi imkânlardan yoksun ya da medya okuryazarlığı becerisi edinmemiş üstün yetenekli dijital yerlilerin bilgi iletişim teknolojilerini yeterince kullanamamaları -bu özel grubun bilişsel gereksinimleri ve potansiyelleri göz önünde bulundurulduğunda- ayrıca üzerinde durulması gereken ciddi bir sorundur. Toplumdaki sayısal uçurum, sadece BİT’e erişim imkânını herkese sağlamak adına ücretsiz cihaz dağıtarak ya da bant genişliğini artırarak giderilebilecek bir sorun değildir. Teknik araç ve imkânların yanı sıra uçurumu yaratan asıl unsurların ortadan kaldırılması, yani becerilerin, kullanım bağımsızlığının, pedagojik ve sosyal desteğin de sağlanması gerekir. Bilgi toplumu ancak “bilgi okuryazarlığı” ve “bilgi kültürü”yle var olabilir. Bu da ancak “teknolojinin sosyal olarak gömülü hâle gelmesi”yle mümkündür (Warschauer, 2003: 202-205). Çocuklarda Bilişim Teknolojileri Kullanımı ve Medya (TÜİK, 2013b) araştırmasına göre Türkiye genelinde %45,6 oranında “hemen her gün” internet kullanan 06-15 yaş grubu çocuklar, interneti %53,5 oranında “sosyal medya ağlarına katılma” amacıyla kullanmaktadır. Bu çalışmada elde ettiğimiz sonuç ile söz konusu bulgu karşılaştırıldığında, üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklığının Türkiye ortalamasının altında kaldığı görülmektedir. Üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti ve sosyal medyayı kullanma amaçları arasındaki koşutluklar, sanal ortamı sosyal medya dışında düşünmeme eğiliminin bir yansıması olarak yorumlanabilir. Üstün yeteneklilerin bu eğiliminin arka planında, bu kullanıcı grubunun, sosyal medyanın haberleşme, araştırma, yorum yazma, eğlenme, içerik paylaşma, gündemi takip etme ve arkadaşlık amaçlarına ilişkin beklentilerinin tümünü karşıladığını düşünmesinin yattığı söylenebilir. Üstün yetenekli dijital yerliler arasında yaş grubu yükseldikçe sosyal medyayı eğlenme ve sosyalleşme motivasyonlu kullanım azalmaktadır. Öte yandan cinsiyet değişkeninin, üstün yeteneklilerin sosyal medya kullanım motivasyonları üzerinde anlamlı bir değişime neden olmadığı saptanmıştır. Bu makalede ele alınan nicel çalışmada kullanılan veri toplama aracında sosyal medya mecraları için herhangi bir sınırlandırma yapılmamıştır. Öte yandan, üstün yetenekli 283 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu dijital yerlilerin en sık kullandığı sosyal ağ siteleri arasında öne çıkan sosyal medya konseptlerinin sosyal platformlar (Facebook, Twitter), içerik paylaşım siteleri (YouTube, Daily Motion) ve tartışma-yorum siteleri (Ekşi Sözlük, İnci Sözlük) olduğu görülmektedir. Avrupa Çevrimiçi Çocuklar Projesi kapsamında yayımlanan rapora göre (EU Kids Online III, 2012) sosyal ağ üyeliği 13 yaş sınırı gerektirdiği hâlde Türkiye genelinde çocukların %85’inin Facebook kullanıcısı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, üstün yetenekli dijital yerliler arasında Facebook kullanımının oransal düşüklüğü dikkat çekicidir. Bu konuda görüşüne başvurulan üstün yetenekliler, yakın çevrelerindeki yetişkinlerin yoğun biçimde kullandığı Facebook’ta yeterince özgür hareket edemedikleri yorumunu yapmışlardır. Bu durum, sosyal medyaya ilişkin yürütülen uluslararası bir çalışmanın (Miller, 2013) bulgularıyla da örtüşmektedir. Daha sofistike ve anlık bir kullanım mantalitesi olan Twitter’ın üstün yeteneklilerin en sık kullandığı sosyal ağ siteleri arasında yer alması da bu bağlamda değerlendirilebilir. Çalışmada, homojen başarı düzeyindeki öğrencilerin yerleştirildiği sınıflarda öğrenim gören, ilgi ve yeteneklerine göre düzenlenmiş farklı ders dışı etkinlik seçenekleri sunulan ve görece esnek bir öğretim metodu uygulanan özel okullara devam eden üstün yeteneklilerin, sosyal medyayı bilgilenme motivasyonlu kullanımlarında devlet okullarında okuyan üstün yeteneklilerle aralarında anlamlı bir fark olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç, Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı (2013 – 2017) SWOT/GZFT analizinde “Üstün yetenekli bireylerin eğitiminin maddi kazanç temelli gelişim göstermesi tehlikesi” olarak dikkat çekilen (TÜBİTAK, 2013) risk bağlamında değerlendirildiğinde, üstün yeteneklilere yönelik akademik nitelikte, özerk ve ücretsiz kamusal eğitimlere verilmesi gereken önem açığa çıkmaktadır. Söz konusu problematiği somut kanıtlarla destekleyerek literatüre katkı sağlayacak farklı çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu makalede, araştırmacı tarafından geliştirilen SMKMÖ’nün geçerlik ve güvenirlik çalışmaları ile SMKMÖ ile elde edilen bulgulara da yer verilmiştir. Hesaplanan iç tutarlılık katsayıları, SMKMÖ’nün üstün yetenekli çocukların sosyal medya kullanım motivasyonlarını ölçebilecek düzeyde geçerli ve güvenilir bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Öte yandan SMKMÖ’nün üstün yetenekli çocukların sanal dünyadaki etkinliklerini yaşam doyumu, akranların ve aile fertlerinin aynı dünyadaki etkinlikleri, siber zorbalık gibi farklı değişkenlerle birlikte inceleyecek şekilde kullanılması önerilebilir. Ölçeğin üstün yetenekli çocuklarla yürütülecek araştırmalarda olduğu kadar üstün yetenekli olmayan çocuklarla yapılacak araştırmalarda da ilgili örnekleme uygun geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapıldıktan sonra kullanılabileceği düşünülmektedir. Üstün yetenekli dijital yerlilerin potansiyelleri ve gelecekte üstlenecekleri roller dikkate alındığında Türkiye’ye özgü bir model olan Bilim ve Sanat Merkezlerinin önemi göz ardı edilemez. BİLSEM’lerde karşılaşılan sorunların çözülmesi, bu merkezlerin amacına uygun olarak yeterli fiziksel altyapıya sahip olması ve en önemlisi üstün yetenekli dijital yerlilerin olağanüstü gelişmiş eğitsel beklentilerini karşılayabilecek donanımı haiz eğitimci kadrolarının istihdam edilmesi çok önemlidir (Keskin, Ö. ve diğ., 2013). Özellikle Türkiye’nin dezavantajlı bölgelerindeki üstün yeteneklilere ulaşılması açısından, bu bölgelerdeki eğitimcilerin ve okul çağında çocuğu olan ailelerin BİLSEM modeli konusunda bilgilendirilmesi eğitimde fırsat eşitliği söyleminin hayata geçirilmesi bakımından kayda değer bir girişim olacaktır. Sayı 40 /Bahar 2015 284 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Üstün yetenekli dijital yerliler ile ilgili bu çalışma sayesinde elde edilen veriler, söz konusu kitlenin yeni medya teknolojilerinin uzantısı olan sosyal medyaya ilişkin yaklaşımının akran grubundan kimi yönlerden farklılaştığını ama büyük ölçüde örtüştüğünü ortaya koymaktadır. Söz konusu kullanıcı grubunun sahip olduğu bilişsel potansiyel dolayısıyla yeni medya okuryazarlığı konusunda formasyon edinmesinin, bu kullanıcı grubunun hem bireysel gelişimi bakımından hem de dijital dünyaya yapacakları katkı dolayısıyla önemli olduğu söylenebilir. Araştırmacı tarafından, üstün yetenekli dijital yerlileri akranlarından ve aynı yaş grubundaki önceki kuşaklardan ayıran en belirgin vasfın, söz konusu kitlenin sosyal medyayı pragmatik şekilde kullanma eğilimi olduğu gözlemlenmiştir. Yeni medya teknolojilerini aktif biçimde kullanan üstün yetenekli dijital yerliler, geniş bir yelpazedeki ilgi alanlarını tatmin için teknolojiyi, basılı ve analog medya ortamında yetişen önceki nesillere oranla çok daha girişken biçimde kullanma eğilimindedirler. Öte yandan üstün yetenekli dijital yerlilerin medya kullanımlarında akranlarıyla karşılaştırıldığında öne çıkan farklılıklara ilişkin daha fazla araştırma yapılmasına ihtiyaç vardır. Geleceğin kanaat önderleri olarak, üstün yetenekli dijital yerlilerin yaşadıkları dünya hakkında özgün fikirler geliştirmelerine ve bunları ifade etmelerine katkı sağlayacak “üstün yeteneklilere özgü sosyal medya mecralarının” organize edilmesinin, gelecekte hem üstün yetenekli dijital yerlilerin yaşadıkları dünyanın sorunlarına daha hakim bireyler ve inisiyatif sahibi yurttaşlar olarak yetişmesinde hem de yeni medya ortamının daha demokratik bir işleyişe kavuşmasında önemli rol oynayacağı varsayılabilir. Kaynaklar Akarsu, F., (2001). Yetişemediğimiz Çocuklar: Üstün Yetenekli Çocuklar ve Sorunları, Ankara: Eduser Yayınlan. Akçay, H., (2011). “Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi Üzerine Bir Araştırma”. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Güz (33), s. 137-161. Armağan, A., (2013). “Gençlerin Sanal Alanı Kullanım Tercihleri ve Kendilerini Sunum Taktikleri: Bir Araştırma”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(27), s. 78-92. Armstrong, M. H., (1999). The Gratification Dimensions of The Internet’s World Wide Web: An Exploratory Study. Yayınlanmamış doktora tezi. The Florida State University, UMI Dissertation Information Service. Aytaç, T., (2006). Eğitimde Bilişim Teknolojileri, Ankara: Asil Yayın Dağıtım. Balcı, A. (2013). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntem, Teknik ve İlkeler, Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık. Balcı, Ş. ve Tarhan A., (2007). “Siyasal Bilgilenme ve İnternet: 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerinde Bir Kullanımlar ve Doyumlar Araştırması”, Medya ve Siyaset 285 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Uluslararası Sempozyumu. (C1. 324338). İzmir: Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi. Biçer, S., (2014). “Akademisyenlerin Sosyal Ağlarda Bulunma Motivasyonları: Facebook Örneği”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 40, s. 59-80. Budak, İ., (2008). “Üstün Yeteneklilik Kavramı ve Tarihsel Gelişim Süreci”, Journal of Qafqaz University, 22 (1), s. 164-173. Bumbarger, B.A., (2007). “You Have Been Poked: Exploring The Uses and Gratifications of Facebook Among Emerging Adults”, First Monday, 12, http:// firstmonday.org/htbin/cgiwrap/bin/ojs/index.php/fm/article/view/2026/1897. (Erişim Tar: 04.11.2014). Büyüköztürk, Ş., (2013). Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı İstatistik, Araştırma Deseni Spss Uygulamaları ve Yorum, Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık. Cha, J., (2010). “Factors Affecting The Frequency And Amount Of Social Networking Site Use: Motivations, Perceptions, And Privacy Concerns”, First Monday, 15, http:// firstmonday.org/ojs/index.php/fm/article/view/2889/2685 (Erişim Tar: 04.11.2014). Chen, G.M., (2011). “Tweet This: A Uses and Gratifications Perspective On How Active Twitter Use Gratifies A Need To Connect With Others”, Computers in Human Behavior, 27, s. 755-762. Çubukçu, Z., (2011). “Yaşam Boyu Öğrenmenin Gereği Olarak Bilgi ve İletişim Teknolojileri”, e-Journal of New World Sciences Academy, 6(1), s. 1023-1038. http:// www.newwsa.com/download/gecici_makale_dosyalari/NWSA-4232-1-4.pdf. (Erişim Tar:04.5.2013). Digitalage, (2013). “Comscore Ocak 2013 Verileri”, Digitalage, 5(59), s. 38-39. DiMaggio, P., Hargittai, E., Neuman, W.R. ve Robinson, J.P., (2001). “Social Implications of the Internet” , Annual Review of Sociology, Vol. 27, s. 307-336. http:// www.wrneuman.com/works/2001_socialimplication.pdf. (Erişim Tar: 04.12.2014). Ellison N., Steinfield, C. & Cliff, L., (2006). “Spatially Bounded Online Social Networks and Social Capital: The Role of Facebook”, ANNUAL Conference of The International Communication Association, http://www.ucalgary.ca/files/stas341/ Facebook_ICA_2006.pdf. (Erişim Tar: 04.10.2014). Enç, M., Çağlar, D. ve Özsoy, Y., (1981). Özel Eğitime Giriş, Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları. Ersoy, Ö. ve Avcı, N., (2001). Özel Gereksinimi Olan Çocuklar ve Eğitimleri, İstanbul: YA-PA Yayınları. EU Kids Online III, (2012). “EU Kids Online: National Perspectives”, http:// eukidsonline.metu.edu.tr/file/PerspectivesReport.pdf. (Erişim Tar: 04.5.2014). Gagne, F., (2013). “Üstün Zekâyı Yeteneğe Dönüştürmek: Gelişimsel Bir Teori Olarak Ayrımsal Üstün Zekâ ve Yetenek Modeli”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Özel Eğitim Dergisi, 14(1), s. 1-20. Sayı 40 /Bahar 2015 286 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Gülnar, B., Balcı, Ş. ve Çakır, V., (2010). “Motivations of Facebook, YouTube And Similar Web Services Users”, bilig Journal of Social Sciences of the Turkish World, Summer, 54, s. 161-184. Hargittai, E., (2010). “Digital Na(t)ives? Variation in İnternet Skills and Uses Among Members of The ‘Net Generation”, Sociological Inquiry, 80(1), 92-113, http:// www.webuse.org/pdf/Hargittai-DigitalNativesSI2010.pdf. (Erişim Tar: 04.5.2014). Human Intelligence, (2013): William Stern. 9 Eylül 2013, http://www.intelltheory. com/stern.shtml. (Erişim Tar: 13.5.2014). ITU, (2013). “Measuring the Information Society”, International Telecommunication Union, Geneva,2013, http://www.itu.int/en/ITU-D/Statistics/Documents/publications/ mis2013/MIS2013_without_Annex_4.pdf. (Erişim Tar:13.6.2014). Johnson, P. and Yang, S. , (2009) “Uses and Gratifications of Twitter: An Examination of User Motives and Satisfaction of Twitter Use” Paper presented at the annual meeting of the Association for Education in Journalism and Mass Communication, Sheraton Boston, Boston. http://citation.allacademic.com/meta/p376367_index.html (Erişim Tar: 04.9.2014). Joinson, A. N., (2008). “’Looking At’, ‘Looking Up’ Or ‘Keeping Up With’ People? Motives and Uses of Facebook”, http://onemvweb.com/sources/sources/looking_at_ motives_facebook.pdf. (Erişim Tar: 04.3.2014). Karakoç, Enderhan & Gülsünler, M. Evrim, (2012). “Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Facebook: Konya Üzerine Bir Araştırma” , Akdeniz İletişim, 18, s. 47-57. Katz, S., ve Earl, L., (2010). “LearningAboutNetworkedLearning Communities”, School Effectiveness and School Improvement, 21(1), s. 27-51. Keskin, Ö., Samancı, N., Aydın, S., (2013). “Bilim ve Sanat Merkezleri: Mevcut Durumları, Sorunları ve Çözüm Önerileri”, Üstün Yetenekliler Eğitimi Araştırmaları Dergisi, 1(2), Özel Sayı, s. 78-96. Kılıç, C., (2010). “Enderun Mektebi Örnekleminde Günümüz Üstün Yetenekli Çocukların Eğitiminin Değerlendirilmesi”. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. http://acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ ID=5422. (Erişim Tar: 07.12.2013). Koçak, N.G.ve Oyman, M., (2012). “SocialMedia Usage Behaviors of Individuals: An Application in Eskişehir”, International Journal of Business and Social Science, 3(22). s. 177-188. Köseoğlu, Ö., (2012). “Sosyal Ağ Sitesi Kullanıcılarının Motivasyonları: Facebook Üzerine Bir Araştırma”, Selçuk İletişim, 7(2), s. 58-81. Mayfield, A., (2008). “What is Social Media?”, V1.4 updated 01.08.08. İCrossing. http://www.icrossing.com/sites/default/files/what-is-social-media-uk.pdf. (Erişim Tar: 07.3.2014). 287 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Miller, D., (2013). “Ucl Social Networking Sites & Social Science Research Project: What Will We Learn From The Fall of Facebook?”, http://blogs.ucl.ac.uk/ socialnetworking/2013/11/24/what-will-we-learn-from-the-fall-of-facebook. (Erişim Tar: 20.02.2014). Millî Eğitim Bakanlığı, (2007). “Bilim ve Sanat Merkezleri Yönergesi”, Tebliğler Dergisi: Şubat 2007 / 2593. http://mevzuat.meb.gov.tr/html/2593_0.html. (Erişim Tar: 11.2.2014). Millî Eğitim Bakanlığı, (2013a). Özel Yetenekli Bireylerin Eğitimi Strateji Ve Uygulama Kılavuzu, Ankara: MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Millî Eğitim Bakanlığı, (2013b). Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı Taslağı 20132017, Ankara: MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı. Millî Eğitim Bakanlığı, (2014). Özel Eğitim Kurumlarında Okul, Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı, Millî Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2013-2014, Ankara: MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı. Nakip, M., (2006). Pazarlama Araştırmaları Teknikler ve (Spss Destekli) Uygulamalar, Ankara: Seçkin Yayıncılık. OECD, (2001). “Understanding Digital Divide”, OECD, http://www.oecd.org/ sti/1888451.pdf. (Erişim Tar: 20.9.2013). Onat, F., (2010). “Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya Kullanımı: Sivil Toplum Örgütleri Üzerine Bir İnceleme”, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Kavram ve Araştırma Dergisi, (31), s. 113-121. Özcivelek, R., Aşkar, M., Geray, H., Tüfekçi, T., Zontul, H. ve Küçükçınar, A., (2000). “Sayısal Uçurum: Dünya ve Türkiye ‘de Durum “, VI. Türkiye’de İnternet Konferansı, 9-11 Kasım 2000, İstanbul. Özçetin, B., (2010). “ “Kullanımlar ve Doyumlar”dan İzlerkitle Sosyolojisine: Türkiye ‘de İzlerkitle Çalışmaları”, İletişim Araştırmaları, 8(2), s. 9-37. Özkan, M. U., (2013). “Üstün Yetenekli Çocukların Özellikleri”, http://mebk12. meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/42/26/175064/dosyalar/2013_04/05083410_ustun_yetene kliler_ozellikleri.pdf. (Erişim Tar: 20.10.2014). Öztürk, L., (2002). “Dijital Uçurumun Küresel Boyutları”, Ege Üniversitesi Akademik Bakış Dergisi, 2(1), s. 127-136. Parker, Betty J. and Richard E. Plank, (2000). “A Uses and Gratifications Perspective on The Internet as A New Information Source” , American Business Review, 18(2), s. 4349. Pedrö, F., (2006). “The New Millennium Learners: Challenging Our Views On Ict And Learning”, OECD-CERI. http://www.oecd.org/dataoecd/1/1/38358359.pdf. (Erişim Tar: 15.10.2014) Sayı 40 /Bahar 2015 288 Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma Prensky, M., (2001a). “Dijital Yerliler, Dijital Göçmenler I.”. http://www.ilipg.org/ sites/ilipg.org/files/documents/2013/08/dijital-yerliler-dijital-göçmenler-i.pdf. (Erişim Tar: 15.12.2013). Prensky, M., (2001b). “Dijital Yerliler, Dijital göçmenler II. Gerçekten Farklı mı Düşünüyorlar?”, http://www.ilipg.org/sites/ilipg.org/files/documents/2013/08/ dijitalyerliler-dijital-göçmenler-ii.pdf. (Erişim Tar: 15.12.2013). Quan-Haase, A. & Young, A., (2010). “Uses and Gratifications of Social Media: A Comparison of Facebook AND Instant Messaging”, Bulletin of Science Technology and Society. 30(5), s. 350-361. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, (2013). Türkiye’de Çocukların Medya Kullanma Alışkanlıkları Araştırması, İstanbul: RTÜK. Rayport, J. F. (2009). “Social Networks are The New Web Portals”, http://www. businessweek.com/technology/content/jan2009/tc20090121_557202.htm. (Erişim Tar: 11.6.2013). Renzulli, J., (1998). “Three-Ring Conception Of Giftedness”, http://www.gifted. uconn.edu/sem/semart13.html. (Erişim Tar: 11.6.2013). Ruggiero, T. E., (2000). “Uses and Gratifications Theory in The 21st Century”, https://umdrive.memphis.edu/cbrown14/public/Mass%20Comm%20Theory/Week%20 7%20Uses%20 and%20Gratifications/Ruggiero.pdf. (Erişim Tar: 6.5.2014). Schrock, A., (2009). “Examining Social Media Usage: Technology Clusters and Social Network Site Membership”, First Monday, 14, http://journals.uic.edu/ojs/index. php/fm/article/view/2242/2066. (Erişim Tar: 6.11.2014). Shao, G., (2009). “Understanding The Appeal Of User-GeneratedMedia: A Uses and Gratification Perspective”, Internet Research. 19(1), s. 7-25. Sheldon, P., (2008). “Student Favorite: Facebook and Motives For its Use”, Southwestern Mass Communication Journal, Spring, s. 39-53. Şeker, T. B., (2005). İnternet ve Bilgi Açığı, Konya: Çizgi Kitabevi. Tavşancıl, E., (2010). Tutumların Ölçülmesi ve Spss ile Veri Analizi, Ankara: Nobel. TÜBİTAK, (2013). “Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu 25. Toplantısı”, http ://www .tubitak.gov.tr/site s/default/file s/meb_ustunyeteneklibireyler_sunum_15012013.pdf. (Erişim Tar: 27.12.2013). Türkiye İstatistik Kurumu (2013b). 06-15 Yaş grubu çocuklarda bilişim teknolojileri kullanımı ve medya. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15866. (Erişim Tar: 9.9.2013). Türkiye İstatistik Kurumu (2014). Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçları, 2013. http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=15974. (Erişim Tar: 3.10.2013). Türkiye İstatistik Kurumu, (2013a). “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım 289 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İbrahim Şamil Köroğlu Araştırması”, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13569. (Erişim Tarihi: 20.9.2013). Türkiye İstatistik Kurumu, (2013b). “06-15 Yaş Grubu Çocuklarda Bilişim Teknolojileri Kullanımı ve Medya”, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri. do?id=15866. (Erişim Tar: 9.9.2013). Türkiye İstatistik Kurumu, (2014). “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2013”, http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=15974. (Erişim Tar: 3.10.2013). UNICEF (2014). “CRC@25 report”, http://uni.cf/1x324qj. (Erişim Tar: 9.10.2014) University of Twente, (2013). “Uses and Gratifications Approach”, http://www. utwente.nl/cw/theorieenoverzicht/Theory%20clusters/Communication%20and%20 Inform ation%20Technology/Uses_and_Gratifications_Approach-1. (Erişim Tar: 11.5.2013). VanSlyke, T., (2003). “Digital Natives, Digital Immigrants: Some Thoughts From The Generation Gap”, http://depd.wisc.edu/html/TSarticles/Digital%20Natives.htm. (Erişim Tar: 11.6.2013). Vural, B.A., (2006). Bilgi İletişim Teknolojileri ve Yansımaları, İstanbul: Nobel Yayın Dağıtım. Warschauer, M., (2003). Technology and Social Inclusion: Rethinking The Digital Divide, Massachusetts: The MIT Press. Williams, F., Rice, R. E., & Rogers, E. M., (1988). Research Methods and The New Media. New York: Free Press. Sayı 40 /Bahar 2015 290 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması Turkish-American Relations as Reflected in Political Cartoons in the Aftermath of September 11 Murat ERDEM, Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Siyasi Karikatür, Türk-Amerikan İlişkileri, 11 Eylül Saldırıları, Göstergebilim. Keywords: Political Cartoons, Turkish-American Relations, September 11 Attacks, Semiotics. Öz Bu çalışmanın amacı hem Türk-Amerikan ilişkileri hem de Amerika ile Batı açısından tarihsel ve siyasal bağlamda bir milat olarak kabul edilen 11 Eylül ardından ortaya çıkan süreçte yaşanan olayları karikatürlere yansıyan boyutuyla ortaya koymak ve incelemektir. Böylece, yakın dönemde yaşanan daha çok siyasi tanımlama içinde ele alınan gelişmeleri farklı bir pencereden özellikle Türk kamuoyuna sunulan Amerikan imgesi açısından değerlendirmek olanağı elde edilecektir. Çalışmanın özgün ve temel malzemesi olan karikatürler, Türk kamuoyunun gündeminde yer almış ve hem toplumun düşünce ve eğilimleriyle ilgili ipuçları vermiş, hem de bir ileti olarak kamuya belli bir görüş ve düşünceyi sunmaktadır. Ele alacağımız konular tarihsel izlence takip ederek, 11 Eylül saldırıları, 2. Körfez Savaşı, 1 Mart Tezkeresi ve Çuval Hadisesi ve Büyük Ortadoğu Projesi gibi ulusal ve uluslararası olayları içermektedir. Bu olayların gerçekleştiği tarihlerde yayınlanmış olan karikatürler toplanarak tematik olarak sınıflandırılmış ve göstergebilimsel açıdan çözümlenerek yaşanan sürece farklı bir perspektiften bakış açısı yansıtılmıştır. Çalışmamızda örneklenen karikatürler üzerinden oluşturulan temsillerde ABD’nin hegemonik bir güç olarak hem dünya siyasetine yön veren, hem de ikili ilişkilerde belirleyici bir konumda olduğu görüşü ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, genel olarak her türlü otoriteye muhalif duran ve direniş gösteren bu görsel malzemeler tutum olarak eleştirel bir tutum içinde olduğu gözlemlenmiştir. Abstract This study aims at analyzing the agenda and the issues of Turkish-American relations as reflected in political cartoons in the aftermath of September 11attacks. It is argued that through using and analyzing the political cartoons as the sources reflecting the issues in bilateral relations will create a new perspective which may facilitate a better evaluation of the public agenda of Turkish society. The political cartoons are also considered as cultural texts that may disclose the public thoughts and tendencies relating to the political developments of a given era. In this study, such bilateral issues as September 11 Attacks and War on Global Terror, The Second Gulf War, March 1 Crisis, the event whereby Turkish soldiers were forced to wear hoods over their heads by US soldiers in Sulaimaniya (2003) and Broader Middle Eastern Projects will be discussed along with semiotic analysis of related political cartoons published in newspapers and humor magazines during these events. The relevant political cartoons that were used in our study presented America as an hegemonic power both in designing the world politics and initiator in bilateral relations It is also seen that cartoons are critical of any power or authority and create a site of resistance for the sake of public opinion. 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması Giriş Karikatür sözcüğü Türkçe’ye Fransızcadan geçmiş ve en basit tanımı Türk Dil Kurumu’nda yazıldığı gibi “İnsan ve toplumla ilgili her tür olayı konu alarak abartılı bir biçimde veren, düşündürücü ve güldürücü resim”dir (TDK, 2014). Bununla birlikte karikatür modern dönemde sanat olarak çoktan kabul görmüş ve sosyal, siyasal ve tarihsel boyutlarının yanı sıra iletişim alanının önemli bir parametresi olarak görsel iletişim içinde yer almaktadır. Günümüzde karikatürler sadece gazete ve mizah dergilerinde değil, internet ve sosyal medya aracılığıyla çok geniş bir mecrada hızlı bir dolaşıma girebilen ve bu mecranın doğası gereği zamandan bağımsız olarak tekrar tekrar paylaşımda olabilen aynı zamanda mesaj taşıyan birer ileti olarak tanımlanabilir. Buna bağlı olarak karikatür toplumun gündeminde kolaylıkla yer alabilmekte hatta yaşadığımız kitle iletişim çağı içinde küresel boyutta sınırları aşarak dünya gündeminin konusu haline gelebilmektedir. Bunun en tipik örneği ise, 2005 ve 2006 yıllarında Danimarka ve Norveç’te yayınlanan ve İslam dünyasının ciddi tepkisini çekerek toplumsal olaylara dönüşen Hz.Muhammed karikatürleri konusudur (Hürriyet, 30.01.2006)1. Bu noktada karikatürler ile ilgili olarak ifade özgürlüğü, dini değerlere saygı gösterilmesi, mizah ve toleransı sınırları gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Bu tartışmalar çalışmamızın esas konusun dışında olmakla birlikte karikatürün küresel ölçekte etkili ve daima gündemde olduğunu açık bir biçimde görmekteyiz. Yakın dönemde Hz.Muhammed ile ilgili karikatür konusunda Fransa’da yaşanan terör olayı bu konuyu tekrar dünya kamuoyu gündemine getirmiştir. Paris’te yayınlanan Charlie Hebdo adlı mizah dergisine, yayınladıkları karikatürlerden dolayı baskın düzenleyen iki kardeş içinde 4 karikatüristin de bulunduğu 12 kişiyi öldürmüştür (Sabah, 07.01.2015). Çalışmamız içinde karikatüre olan yaklaşımımız, bu malzemeleri daha çok kültürel bir metin olarak çözümleyerek, yakın dönemde yaşanmış tarihsel ve siyasal olaylara bir pencere açmak ve karikatürler aracılığıyla Türkiye’deki Amerikan imgesini ve temsilini sunmayı amaçlamaktadır. Karikatürü kültürel bir metin olarak görmeyi biraz açacak olursak, öncelikli olarak bu görsel ürünlerin gazetelerde, mizah dergilerinde, internet sitelerinde, sosyal medyada sürekli bir dönüşüm içinde yayınlanarak geniş bir kesime ulaşması ve bir ürün olarak alınıp tüketilmesi karikatürleri birer popüler kültür ürünü olarak değerlendirebileceğimizi göstermektedir. Popüler kültür bağlamında karikatür ve kamuoyu arasındaki ilişkiyi iki temel konuda tartışabiliriz. Bilindiği gibi popüler kültür ürünleri ile ilgili yapılan tanımlamaların başında, bu ürünlerin bir taraftan toplumun eğilimlerini ve düşüncelerini yansıtan ve dönemin ruhunu taşıyan (zeitgeist) üretimler olduğunu, diğer taraftan ise kamuoyunu belli bir düşünce ya da görüş çerçevesinde şekillendirdiğini (ya da bu amacı taşıdığını) söylemek mümkündür. Karikatürlerin işlevleri üzerinde kısaca duracak olursak, ilk olarak temel yapısının insanları güldürmek ve eğlendirmek olduğunu belirtmiştik, bununla birlikte ikincil olarak haber vermek, eğitmek, tabuları ve mitosları yıkmak ve otoriteye (güce) karşı çıkmak 1 Her iki ülkede bu konuda geri adım atmayarak her hangi bir kısıtlama ya da sansüre gitmemiş ve bizzat Danimarka Başbakanı Rasmussen bu süreci ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirerek konuyu kendi bakış açısından değerlendirmiştir. Bu konuyla ve karikatürlerle ilgili olarak Jytte Klausen tarafından yazılmış olan The Cartoons That Shook the World (Yale University, 2009) adlı kitap içinde, ifade özgürlüğü ve dünya siyaseti bağlamında geniş olarak incelenmiştir. 292 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem ve direnmek gibi özellikler de eklemek mümkündür. Karikatürleri, özelliklerine bağlı olarak farklı kategoriler içinde tanımlamak mümkündür. Her ne kadar tüm karikatürler çizgilerden ve mizahi unsurlardan oluşsa da, üretim amaçları, içerikleri ve yayınlandıkları mecralara göre sınıflandırılabilir. Siyasi karikatürler, portre karikatürleri, absürd (saçma) karikatürler, reklam karikatürleri ve bu kategorilere girmeyen diğer karikatürler örnek verebilir (Topuz, 1986:39-40). Çalışmamızda ele alacağımız karikatürler, ağırlıklı olarak siyasi karikatürler olarak nitelendirebileceğimiz, siyasetin ve toplumun gündeminde yer alan gerek iç gerekse dış politikaları konu edinen örnekler içinden seçilmiştir. Bu karikatürler, kuşkusuz ele aldıkları konuları yayınlandığı gazetenin, derginin ya da çizerinin dünya görüşünü içinde barındırmaktadır. Aynı zamanda popüler kültürün parçası olan bu karikatürler “mesajı okuyucunun gerçeğine aktarabilmekte ve okuyucuyla aynı seviyede iletişim kurmaya çalışmaktadır” (Conners, 2007:264). Bununla birlikte siyasetin doğası ve tanımı içinde yer alan güç, güç ilişkileri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan direniş mizah ile birleşerek bu tür karikatürlerin özünü oluşturmuş ve siyasi gündeme ayna tutma işlevini gerçekleştirmiştir. Bu karikatürler, diğer birçok karikatürde olduğu gibi genel olarak bir eleştiridir ve çarpık gördüğü bir yapıyı ya da üzeri örtülmüş bir olguyu ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Buna paralel olarak karikatürün hiciv ile örülmüş doğasının en büyük hedefi, güç ve güce sahip olan kesimlerin/kurumların/ülkelerin diğerleri üzerine uyguladığı baskıdır. Çalışmamız içinde yer alan çoğu karikatürde bu duruma benzer yapıların varlığını kolaylıkla görmek mümkündür. Zira Türk-Amerikan ilişkileri ve Amerika’nın imge ve temsilleri bu iki ülkenin dünya siyasetinde ve uluslararası ilişkilerdeki gücü ve rolleri birbirinden farklı olmasına paralel olarak çoğu noktada bir süper güç olan Amerika’nın inisiyatif kullanan taraf şeklinde görüldüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Amerika’ya göre daha güçsüz ama kendi bölgesi içinde eksen bir ülke olarak Türkiye ise 1 Mart tezkeresi sürecinde olduğu gibi zaman zaman direniş gösteren bir konumda da olabilmektedir. Çalışmamızın bu bölümünde yukarıda değindiğimiz yaklaşım içinde yaşanan olayları karikatürlerin çözümlemelerini tarihsel süreçlerle harmanlayarak inceleyeceğiz. Kullandığımız karikatürler araştırmamız içinde yer alan siyasi ve sosyal olayların yaşandığı tarihlerde yayınlanmış olan gazete ve dergilerin taranmasıyla elde edilmiştir. Mizah dergilerinde tiraj ve popülerlik açısından ön plana çıkan Leman ve Penguen seçilmiştir. Bu dergilerin bir diğer özelliği ise internet ortamında da yayın yapıyor olmaları ve buna bağlı olarak karikatürlerin sadece dergilerde değil, aynı zamanda sosyal medya ve benzeri internet mecralarında dolaşımda/paylaşımda olmasıdır. Benzer biçimde internet üzerinde yayın yapan ve ana akım medya içinde yer alıp tiraj olarak geniş kesimlere ulaşan üç ana gazete Milliyet, Hürriyet, Sabah ile sol görüşe yakın Radikal ve muhafazakar olarak tanımlayabileceğimiz Zaman gazetesi çalışmamız içinde taranmıştır. Ancak çalışmamızda karikatürlerin seçimi esas olarak ele aldığımız konuyu zengin olarak içermesi ve yansıtması olmuştur. Örneğin Zaman gazetesinde bu olaylara yönelik olarak fazla malzeme çıkmamıştır. Keza Sabah gazetesinde yer alan karikatürler daha yerel kalmıştır. Çalışmamızda iki tane Amerikan karikatürü kullanılmıştır. Bunun nedeni bu karikatürlerin Türkiye’de de yayınlanmış olmaları ve kullandığımız Türk karikatürlerinin referans noktası olmasıdır. Kuşkusuz yüzlerce karikatür içinden yapılan seçki ile oluşan Sayı 40 /Bahar 2015 293 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması bu çalışmanın kamuoyunun genel ya da bütününe yönelik geniş bir pozitif veriye ulaşmak söz konusu değildir. Bununla birlikte, incelenen konuların dönemin ruhu içinde ortaya çıkan temsillerine yönelik ipuçları verdiği düşünülmektedir. Karikatürlerin çözümlemelerine yönelik olarak göstergebilime dayalı bir yöntem kullanılmıştır. Çalışma kuramsal bir incelemeyi ve tartışmayı amaçlamaması nedeniyle ayrıca bu yöntem ile ilgili bir bölüm yazılmamasının doğru olacağı düşünülmüştür. Bununla birlikte, görsellerin birer kültürel ve medya metni olması, gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkiler, yaratılan ve sunulan temsiller, yansıtılan açık/saklı ideolojiler ve edebi bir metin şeklinde kullanılan ironi, metafor ve çağrışımlar çözümlemelerimizi yaparken dikkate aldığımız parametreleri oluşturmuştur. 11 Eylül ve ABD’nin Küresel Terör Savaşı ve Türkiye 11 Eylül 2001 tarihinde New York kentinde bulunan Dünya Ticaret merkezine ve ABD Savunma Bakanlığının bulunduğu Pentagon’a yapılan saldırılar ABD’nin Pearl Harbor’ın dışında kendi topraklarında gerçekleşmiş ilk devasa yıkımdır. Daha başkanlığının ilk yılında böyle bir durum ile karşılaşan George W. Bush temsil ettiği yönetimin ideolojisine paralel olarak bu saldırılara tepki gösterdiği konuşmasında “kutsal savaş” şeklinde bir söylem kullanmıştır (Thompson, 2009). Soğuk Savaş sonrasında filizlenen yeni muhafazakar görüşleri ön plana çıkaran Richard Perle, Paul Wolfowitz ve Donald Rumsfeld gibi isimler Amerika’nın girilecek yeni yüzyılın, bir öncekinin devamı şeklinde yine “Amerikan Yüzyılı” olması gerektiği ve Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyanın Amerika merkezli olarak şekillenmesi düşüncesindeydiler. Bir önceki ABD Başkanı Bill Clinton döneminde yönetimde fazla destekçi bulamayan bu ekol, Bush döneminde tamamen ülke idaresine geçti ve Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” makalesinde, tıpkı George F Kennan’ın Soğuk Savaş için Rusya ve komünizmi, Batı ve kapitalizm için hayati tehlike olarak tanımladığı manifestoya benzer bir yapıda bu kez doğu/batı ya da Hıristiyan/Müslüman çatışmasının kaçınılmaz olacağı ve kaçınılmaz olarak ABD’nin bu çatışmada liderlik yapması gerektiğini desteklediler. 11 Eylül saldırıları bu ideoloji ve politikaları gerçekleştirme fırsatını da beraberinde getirmiştir. Bush ve yönetimindekiler ilk olarak İslami terör ardından radikal ya da kökten dinci terör ve sonrasında ılımlı İslam şeklinde terminolojiler üreterek siyaset yapmaya ve askeri gücü son seçenek yapmak yerine en başa getirerek siyasi literatüre Bush Doktrini olarak geçen “önleyici saldırı” (pre-emptive strike) adını verdikleri yeni bir dış siyaseti uygulamaya soktular (Snauwaert, 2004:121). Yeni oluşmaya başlayan bu sürecin temelini oluşturan 11 Eylül saldırılarına verilen terör karşıtı tepkilerin yanı sıra diğer bir çok ülkede olduğu gibi Türk kamuoyunda da yaşananlara şüpheyle de yaklaşıldığını söylemek mümkündür. Şöyle ki, dünyanın en büyük istihbarat ağına sahip olan Amerika’nın uzun süre önceden planlandığı belli olan bu büyüklükteki saldırılar konusunda hiçbir istihbaratının olmaması, keza saldırıyı yapan uçakların İkiz Kuleleri tam hedef ile vurarak, bu gökdelenlerin son derece düzgün bir şekilde yıkılmasına neden olması adeta büyük prodüksiyonlu bir Hollywood filmini çağrıştırdığı düşüncesi o dönem içinde kamuoyunda yer almıştır. Aşağıda görülen karikatür böyle bir 294 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem düşüncenin varlığını yansıtmakta ve aynı zamanda kamuoyuna bu görüşü ya da şüpheyi aktarmaktadır. 4 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzalı karikatürde, yıkılan Dünya Ticaret merkezinin enkazını araştıran uzmanların buradaki izlerin içinde ABD bayrağına rastladığı görülmektedir. Araştırma yapan uzmanlardan soldaki, elindeki büyüteç ile enkazın dışarıdan görülemeyen ya da anlaşılamayan gerçeğini ortaya koymaktadır. Diğer bir ifadeyle bu saldırıların veya binaların yıkılmasının içinde bizzat Amerika’nın “parmak izlerinin” olduğunu ya da gerçekleşmesine ABD tarafından göz yumulduğu düşüncesini kamuoyuna aktarmaktadır. Başkan Bush’un adeta kutsal savaş çağrısı ve yaşanan şokun etkisini azaltmak adına Afganistan’a başlattığı askeri saldırı, 11 Eylül’ün mağduru olarak gerek NATO gerekse diğer batılı ülkeler tarafından açık bir biçimde desteklenmiştir (Hartman, 2002:480).2 Daha önce de vurguladığımız gibi ABD askeri seçeneği derhal kullanarak aslında tam göremediği, konvansiyonel olmayan bir düşmana karşı adını küresel terörizm olarak tanımladığı geniş çaplı bir mücadele başlatmıştır. Bu mücadele için ilk olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden ABD’nin “meşru müdafaa” kapsamında terörizme karşı her türlü yöntemi kullanılabileceği yönünde bir karar çıkarılmasını sağlamıştır.3 Bununla birlikte Avrupa Birliği de yaptığı açıklamalarda ABD’nin misilleme hakkı konusunda politikalarını desteklediği yönünde karar almıştır. “DEVLETLER HUKUKU” adlı 12 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanmış olan Ercan Akyol karikatüründe, devletlerin büyüklüğü sahip oldukları silahlar ve aslında açık bir şekilde görülen “sözde mahkeme” çerçevesinde şekillenmiş bir karar süreci resmedilmektedir. Bu mahkemenin yargıcı olarak, mağdur ama en güçlü olan ABD gözükmekle birlikte, içinde Rusya’nın da olduğu diğer güçlü Batı devletleri, bu mahkemenin diğer unsurları olarak yer almaktadır. Sanık olarak, şaşırmış ve korkmuş bir ifadeye sahip, aynı zamanda çıplak ayaklarıyla hem fakir hem de güçsüz konumda bulunan Afganistan’ı temsil eden yerel kıyafetli bir kimse bulunmaktadır. ABD’nin 2 NATO, tarihinde ilk kez ortak savunma prensibinin temeli olan ve bir üye ülkeye dışarıdan yapılacak saldırının tüm üyelere yapılmış olarak kabul edilmesini içeren 5.maddesini, 11 Eylül’den 3 hafta sonra 2 Ekim 2001 tarihinde işleme koymuştur (Gorka, 2006). 3 Bu konuda alınan karar uluslararası hukuk bağlamında tartışma konusu olmuştur. Zira 11 Eylül saldırıları “silahlı bir güç tarafından” yapılmadığı için, buna karşı verilecek misilleme hakkının nasıl olması gerektiği muallak kalmıştır. Bununla birlikte Güvenlik Konseyi “meşru müdafaa” hakkı bağlamında kalarak ABD’ye “uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturan terör” karşısında geniş misilleme hakkı tanımıştır (Williamson, 2009:192). Sayı 40 /Bahar 2015 295 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması Afganistan’a askeri müdahalesinden çok kısa bir süre önce yayınlanmış olan bu karikatür, ironik bir dil kullanarak “Devletler Hukuku” başlığıyla, varolan uluslararası sistemde “devlet” olarak tanımlanmanın sahip olduğun askeri ve ekonomik güç ile ilişkili olduğu düşüncesini ortaya koymaktadır. Daha zayıf ya da fakir olan Afganistan’ın bu sürecin “suçlusu” ilan edilmesi ise kaçınılmazdır, zira bu uluslararası sistemde oluşacak olan hukukun yine bu sitemi kuran ve yöneten devletler tarafından yapılacağı gerçeği açık bir şekilde vurgulanmaktadır. Aslında 11 Eylül’ün oluşması ya da ortaya çıkardığı temel noktalardan bir tanesi, gelişmiş ve zengin ülkeler ile geri kalmış fakir ülkelerin adeta karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Diğer bir nokta ise, gelişmiş ülkelerin savunmalarına ve ordularına ayırdığı devasa bütçelere ve uyguladıkları “orman kanunlarına” rağmen hala vurulabilmekte olmaları ya da günümüzde dahi bu tehdidi bir türlü ortadan kaldıramamalarıdır. 11 Eylül’ün Türk-Amerikan ilişkileri boyutuna değinecek olursak, Türkiye’nin aynı yıl içinde yaşadığı ekonomik kriz ve buna paralel olarak ülke yönetiminde bulunan DSP, MHP ve ANAP tarafından kurulmuş olan koalisyon hükümetinde yaşanan siyasi krizler ülkeyi çalkantılı bir dönem içine sürüklemiştir. Bu süreç içinde gerçekleşen 11 Eylül saldırılarına karşı koalisyon hükümeti Başbakanı Ecevit “Dostumuz ve müttefikimiz ABD’nin yönetiminin, halkının acısını yürekten paylaşıyoruz. Bu mücadelesinde her konuda ABD’nin yanında olacağız” açıklamasıyla ABD’nin yanında durarak teröre karşı savaşta yer alacağını söylemiştir (Hürriyet, 12.09.2001). ABD’nin Afganistan’a yapacağı müdahale için Türkiye’den asker göndermesi talebi Türk-Amerikan ilişkilerinin belki de en temel paradigması olan yardım ve karşılığında destek ilişkisini karşımıza çıkarmaktadır. Afganistan ile Türkiye’nin tarihsel dostluğuna rağmen böyle bir karar alınması önemlidir.4 16 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesindeki Ercan Akyol imzalı karikatürde Türkiye’yi temsilen Başbakan Bülent Ecevit Türk bayrağını taşıyan bir tank içinde Amerika’nın savaşına katılacağımızı ancak içinde bulunduğu durum itibariyle bunun finanssal desteğinin ABD tarafından sağlanması koşulunu getirmektedir. Karikatürde ABD’yi temsil eden “Sam Amca” figürü, ellerini arkasına bağlamış, haklı ve güçlü bir konumda sunulurken, tankın içinde olan Başbakan Ecevit, ABD’ye avuç açmış ve çekingen bir duruş içinde yansıtılmıştır. Ecevit’in bu duruşunun nedeni kuşkusuz Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ile ilişkilidir. ABD’nin asker talebine karşılık ekonomik desteği sağlamasının ardından Türkiye muharip unsurlar olmamak koşuluyla Afganistan’a asker göndermiş ve ABD’nin stratejik ortağı olarak bölge siyasetini desteklemiştir. Aynı yıl içinde, Şubat 2001’deki krizde ABD’den ekonomik 4 Afganistan gerek kuruluş aşamasında gerekse sonrasında Türkiye Cumhuriyeti ile dost ilişkileri içinde olup hem destek olmuş hem de Atatürk’ten etkilenmiştir. Bu dostane ilişkilerin en önemli özelliği ise Afgan Kralı Emanullah Han’ın Türkiye Cumhuriyetine resmi olarak ziyaret eden ilk yabancı devlet adamı olmasıdır (Akbaş, 2008:311). 296 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem destek bulamayan Türkiye 11 Eylül sürecinin getirdiği konjonktür içinde, askeri ve siyasi desteğine bağlı olarak bu ekonomik desteği geri çekmiştir (Hürriyet, 17.10.2001). Büyük Ortadoğu Projesi ve İkili İlişkilere Yansıması Esas olarak Büyük Ortadoğu İnisiyatifi (Greater Middle East Initiative) ABD Başkanı George W. Bush yönetimi tarafından 11 Eylül süreci ardından uygulamaya konulan yeni dünya siyasetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Ottaway ve Carothers, 2004). Başkan Bush’un 9 Mayıs 2002 tarihinde North Carolina Üniversitesinde yapmış olduğu konuşmada Amerika açısından bir önceliğin Ortadoğu’daki ülkelerle daha sıkı işbirliği içinde ortaklıklar kurarak serbest piyasa ekonomisi, adli reformlar, halkların ve etnik grupların daha fazla hak ve yönetimde temsile sahip olması gibi amaçları dillendirmiştir. Bu proje, en basit haliyle Atlantik okyanusunun Kuzey Afrika bölgesinde bulunan Fas’tan başlayarak Pakistan’a kadar devam eden coğrafya ekseninde bulunan ülkelerde gerçekleşecek reformlara bağlı olarak siyasi ve ekonomik sistemleri daha şeffaf ve batıya benzer modellere dönüştürülerek yeni bir bölge yapılanmasını içermekteydi. 11 Eylül saldırılarını radikal/marjinal İslam terörü olarak algılayan ABD, Müslüman nüfusun yoğun olduğu bu bölgede sağlayacağı değişim ve dönüşümün ilgili ülkeleri daha ılımlı ve demokratik olmasını sağlayacağı ve buna paralel olarak radikal/marjinal/köktendinci İslami grupların sisteme entegre edilebileceğini planlamaktaydı (Dalacoura, 2005:96365). G-8 olarak tanımlanan ve dünyanın en zengin sekiz ülkesinden oluşan grup 2004 yılında ABD’nin Georgia eyaletinde bir araya geldi. Başkan G.W.Bush Türkiye’nin dahil olduğu bir grup ülkeyi de katılımcı olarak davet ederek Büyük Ortadoğu Projesi olarak tanımlanan inisiyatifi genişleterek Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık (Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa) projesini sunarak bir anlamda Batı’nın ve gelişmiş ülkelerin bu bölgeye yaklaşımlarının nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştur. Kuşkusuz proje ya da inisiyatifin işlerlik kazanabilmesi için bu politikanın saç ayaklarını oluşturan siyasi, mali ve askeri işbirliğinin yapılması ve oluşacak yükün paylaştırılması söz konusudur. Elbette bir çok uluslararası iş birlik ve kurumların gerçeği olan yükü en fazla taşıyan ülkenin etken ve belirleyen olduğu göz önünde tutulursa ABD’nin yükün paylaşımında en önde yer aldığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte projenin kapsamı içinde göze çarpan en önemli ülkenin Türkiye olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira anılan coğrafya içinde yer alan devletlerin içinde laik sistemi ile batı tarzı parlamenter demokratik yapıya sahip olan Türkiye ABD açısından Soğuk Savaş sonrası dönem içinde, stratejik coğrafi konumunun ötesinde nüfusunun büyük bir kısmı Müslüman bir ülke olarak potansiyel bir rol model olması söz konusuydu. Türkiye’de büyükelçi olarak görev yapmış olan Marc Grossman Türkiye’nin bölge için bir model olması gerektiğini 11 Eylül olaylarından önce söylemişti (Grossman, 2000) . Bu bağlamda 2004 yılındaki G-8 toplantısına çağırılan Türkiye ABD’nin başını çektiği bu proje içinde etkin bir yer almasının planlandığını söyleyebiliriz. Bununla Sayı 40 /Bahar 2015 297 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması birlikte G-8 toplantısı ve Türkiye’nin davet edilmesi özellikle bu tarihlerde yayınlanan karikatürlerde eleştiri konusu olmuştur. 28 Mayıs 2004 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan Emre Ulaş imzalı karikatürde G-8 olarak tanımlanan ülkelerin (ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Rusya) liderleri bir masa etrafında otururken, Türkiye Başbakanı Erdoğan bir garson temsili ile elinde BOP yazılı içeceği servis etmeye hazır konumda görülmektedir. Erdoğan’ın bir eli arkasında, diğer eliyle “BOP” yazan şişeyi bir tepside tutuşu göreve hazır bir duruş sergilerken, gözlerinin yukarı doğru bakışı ile olan bitenden habersiz bir ifadeye sahiptir. Masanın lideri konumunda bulunan ABD Başkanı Bush’un keyifli ve kendinden emin bir tutum içinde projenin gerçekleşmesinde büyük ama pasif rollerden birinin Türkiye olacağı ya da projenin hayata geçirilişinde “servisi” Türkiye’nin yapacağı düşüncesi, Erdoğan’ı işaret ederek “Hah.. Servis yapacak arkadaş da geldi işte!” sözleriyle sunulmaktadır. Buna göre asıl olarak G-8 üyesi olmayan Türkiye’nin davet edilmesinin masada eşitler arasında yer almak değil, alınan kararların uygulayıcısı olmak gibi inisiyatif dışında kalınması söz konusudur. Toplantıda Türkiye adına konuşma yapan başbakan diğer liderlerden övgüler almış ve toplantıya katılma amacının kendi sözleriyle “Biz, Demokratik Ortak olarak davet edildik. Özellikle de adalet, kalkınma, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi konuların bu noktada çok önemi var”’ şeklinde konuşmuştur (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2004). Başbakanın bu açıklamalarına şahsına münhasır bir lider olarak Amerikan tarihinde yer alan George W. Bush’un toplantıya katılan liderlerin fotoğraf çekimine giderken Erdoğan’a “You are a great man” (sen büyük adamsın) demesi kamuoyunun gündeminde yer almıştır (Radikal 11.06.2004). Elbette bu duruma ya da Amerika ile olan işbirliklerine karşı olumsuz bakış açısı yansıtan mizah dergileri eleştirel karikatürler yayınlamıştır. Örneğin Penguen dergisi 17 Haziran 2004 tarihindeki sayısında Doğan Güneş imzalı “Bush Gazı veriyor” başlıklı karikatürde Amerika’yı temsilen Başkan Bush’un oldukça büyük ve iri kulaklarının yanı sıra sivri dişleriyle “canavar” bir görüntüyle yansıtılmaktadır. Buna karşın Başbakan Erdoğan’ın küçük, edilgen ve kendisine “Büyüksün lan Tayyip…” şeklinde yapılan övgüden memnun bir biçimde resmedildiği karikatürde Amerika’nın aslında samimi olmadığı ve amacının başlatılan projede Türkiye’yi överek bir anlamda yönlendirdiğini eleştirmektedir. Bununla birlikte, Başkan Bush’un belki de tüm Amerikan 298 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem başkanları içinde en çok olumsuz imgeye sahip olduğunu hatta bunun sadece Türkiye’de değil diğer bir çok ülkede bu biçimde temsillere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Bunun temel nedeni sadece döneminde yaşanan siyasi ve askeri olaylar değil, aynı zamanda Teksaslı olması nedeniyle ona yapılan kovboy yakıştırması, konuşurken gramer ve fonetik açıdan hatalı cümleler kurması, olaylara verdiği farklı yüz ifadeleri özellikle mizah dergilerinde, televizyon program ve dizilerinde mizahçıların çok kullandığı malzemelerden olmuştur. G-8 ülkelerinin bir araya gelmesinin hemen ardından Haziran 2004’ün sonunda NATO toplantısının İstanbul’da gerçekleştirilmesi BOP ile başlayan süreç ve Türkiye’nin bu süreçteki konumu bağlamında önemlidir. Bu NATO toplantısının ana konusunu Büyük Ortadoğu Projesinin oluşturmuştur. G-8’de şekillenen siyasi ve ekonomik parametrelerin ardından inisiyatifin gerçekleştirilmesi için gerekli olabilecek askeri desteğin NATO tarafından sağlanarak üçlü saç ayağının (siyasi-ekonomi-askeri) tamamlanması söz konusu olmuştur.5 Diğer bir ifade ile Soğuk Savaş sonrası resmi bir misyonu ve hedefi konusunda tartışmalı bir kurum haline dönüşen NATO için yeni bir açılım gerçekleştirilmiş ve bir anlamda toplantı kararları ile bu yaklaşım meşrulaştırılmıştır. Yan taraftaki karikatürde de görüleceği üzere NATO toplantısı bir anlamda ağırlıklı olarak BOP’un amaçları ile NATO’nun hedefleri olabildiğince bir araya getirilmiştir. 2 Temmuz 2004 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanmış olan Bülent Düzgit imzalı bu karikatürde BOP bir uçak olarak tasvir edilirken, uçağın pilotunun ABD Başkanı Bush ve de pervanesinin NATO’nun ambleminden yapılmış olması bir anlamda motorunun NATO olacağı ve BOP’un gerçekleştirilmesinde NATO’nun son derece işlevsel olacağı düşüncesi kamuoyuna açık bir biçimde yansıtılmıştır. 18 Haziran 2004 tarihli Leman dergisinde Derya Sayın imzasıyla yayınlanan karikatürde ise, bu kez ABD Başkanı George Bush’un uçağında sadece NATO yazısı ve amblemi değil aynı zamanda kullanılacak olan askeri güç için Türkiye’nin de ABD planları içinde yer aldığı ortaya konmakta ve eleştirilmektedir. Karikatürde, Başkan Bush’un gelişi için hazırlanmış olan 5 NATO toplantısında, Akdeniz Diyaloğu girişimi ile tüm Akdeniz ülkelerini içeren işbirliğinin arttırılması, ayrış İstanbul İşbirliği İnisiyatifi ile Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeleri içine alan, aslında Büyük Ortadoğu Projesinin parçalarını oluşturan, yeni ortak güvenlik ve işbirliği parametreleri oluşturulmuştur (NATO, 2004). Sayı 40 /Bahar 2015 299 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması askeri tören kıtasında bulunan iki Türk askeri dönemin Başbakanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül olarak çizilmiştir. Kuşkusuz Başkan Bush’un “Merhaba Asker” yerine “Selamın Aleyküm Asker” demesinin nedeni sadece İslam referanslı bir yönetimin ülkede iktidar olması değil, aynı zamanda Türkiye’nin BOP içinde yer alan Müslüman bir ülke olarak ABD açısından düşünülen bir rol modeli temsil etmesiyle de açıklayabiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye’nin gerek içinde bulunduğu bölgede, gerekse dünyada nüfusunun çok büyük bir kısmı Müslüman olup aynı zamanda laik ve batı tipinde parlamenter bir demokrasiyle yönetilen ülkelerin başında gelmesidir. Karikatür temel eleştirisi kuşkusuz en üstte yazılı olan “Büyük Ortadoğu Projesi’nin jandarması belli oldu..” şeklindeki ifadedir. İlerleyen yıllarda Afganistan’ın yanı sıra Lübnan’da da Türk askerinin görev alması, Irak’ta NATO çerçevesinde eğitim vererek yerel orduyu güçlendirmesi, Türkiye’nin Amerika ile olan işbirliklerinde siyasi veya ekonomik olarak değil, daha çok askeri olarak ön saflarda yer alması söz konusu olmuştur. Elbette bu noktada Türkiye’ye askeri görevlerin verilmesi, BOP dahilindeki ülkelerin Müslüman olması ve Türkiye’nin Müslüman askerlerinin bu ülkelerde görev yapmasının yerel halk tarafından batı güçlerine nazaran daha ılımlı yaklaşacağı görüşünün var olduğunu söylemek mümkündür. İstanbul’da gerçekleştirilen toplantı Türk kamuoyunun gündeminde oldukça geniş yer tutmuştur. Özellikle Avrupa’nın en büyük kentlerinden biri olan İstanbul’da alınan geniş güvenlik önlemleri ve kapatılan yollar şehri yaşanmaz hale getirmiştir. Kuşkusuz bu atmosfer içinde ABD’nin Irak’a gerçekleştirdiği işgali protesto eden gruplar ve geleneksel anlamda NATO karşıtları bu toplantıyı protesto etmek için günler öncesinden hazırlıklara başlamışlardır. Yapılan gösteri ve protestolar genel anlamda emperyalizm ve NATO ile ilgili olsa da asıl hedef olarak ABD Başkanı George Bush üzerine yoğunlaşmış ve simgeleşmiştir. “Bush Gelme” yazılı pankartlar bu dönemde yükselen Amerikan karşıtlığımın da simgesi haline dönüşmüştür. 29 Haziran 2004 tarihinde Radikal gazetesinde Emre Ulaş imzasıyla yayınlanmış olan aşağıdaki karikatür, bir taraftan protestoculara yapılan müdahalenin şiddetini yansıtmak ve eleştirmekte, diğer taraftan ise Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında NATO aracılığıyla Türkiye’ye verilen rol ya da görevlerden bir tanesinin Irak’ın güvenliği ve yerel ordusunun Türkiye tarafından eğitilmesi olduğunu yansıtmaktadır. Göstericilere karşı polisin sert müdahalesini Hilton otelinden izleyen Bush ve alt katta bulunan İngiltere Başbakanı Blair oldukça memnun bir ifadeyle izlerken, Başbakan Erdoğan muğlak bir ifadeyle Bush’un kendisine söylediklerini dinlemektedir. Karikatür, Bush’un Türk polisinin protestoculara karşı ortamın güvenliği sağlamak amacıyla yaptığı sert müdahaleyi överek, Türkiye’nin Irak’ta da benzer bir görevi yerine başarıyla getirebileceği tespitini ironik bir biçimde sunmaktadır. NATO toplantısı aynı zamanda Türkiye’den beklenilen ve BOP dahilinde 300 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem somutlaşacak olan bir takım siyasi ve askeri kararların alınmasını sağlamıştır. Öncelikli olarak Afganistan’da görev yapan ISAF gücünün büyütülerek tüm ülkeyi kapsar şekilde bir yapıya dönüşmesi, küresel terör ile sonuna kadar savaşılması ve Irak askerinin eğitilmesi gibi Ortadoğu’nun güvenliğine yönelik politikaların güçlendirilmesi ön plana çıkmıştır (Hürriyet, 28 Haziran 2004). Başkan Bush daha sonra Ankara’yı da ziyaret ederek Türkiye’ye verilen önemi yaptığı konuşmalar ile desteklemiştir. Türkiye’nin önemi sadece Müslüman ve laik bir ülke olarak model ülke olmasının ötesinde, geçen yüzyıllar içinde sömürgeci bir geçmişi taşıyan batılı güçlerin ya da ABD gibi son Irak işgali ile bölgedeki prestijini yitiren bir gücün stratejik müttefiki olarak bu bölgeyle ilişkilerde daha etkili olabilme ihtimalidir. Zira Türkiye’de dini açıdan muhafazakar bir partinin tek başına iktidarda olması ve beraberinde eylem ve söylemlerin Ortadoğu ülkelerine yakın ama aynı zamanda son derece İsrail karşıtı bir tutum içinde olması, Türkiye’nin sözü dinlenen ya da en azından bölge ülkeleri halkaları arasında prestijli ve popüler hale geldiğini söylemek mümkündür. İkinci Körfez Savaşı ve Türkiye-ABD İlişkileri 11 Eylül 2001 sonrası yaşadığı panik ve dünya tarafından paralize olmuş bir görüntüye sahip olan Amerika kısa süre içinde NATO ülkelerini harekete geçirerek Afganistan’a askeri harekat düzenlemiş ve 2002 yılından itibaren 11 Eylül olaylarını dolaylı olarak Irak ve Saddam Hüseyin’e ilişkilendirme yoluna giderek bu ülkeye karşı askeri bir müdahalede bulunacağının sinyallerini açık olarak vermiştir. 1962 yılındaki Küba Füze Krizi’ne benzer şekilde sözde Amerikan uçakları tarafından ve uydudan çekilmiş görüntüler aracılığıyla Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahları ürettiği ve küresel terörizme destek verdiği gerekçesi ile 2003 yılının bahar aylarında kapsamlı bir askeri operasyona girişmiştir. Ancak bu süreçte, gerek Birleşmiş Milletler gerekse dünyanın önde gelen ülkelerinin desteğini ve onayını 1.Körfez Savaşı’ndan farklı olarak alamamıştır. Bununla birlikte İngiltere’yi yanına alarak küçük birliklere sahip bazı ülkelerin de desteği ile sözde Koalisyon Gücü adı altında bu müdahaleyi gerçekleştirmiştir (Yoo, 2003:563). Ancak daha önce 1.Körfez Savaşı bölümünde de değindiğimiz gibi ABD’nin asıl hedefi dünya petrol rezervlerinin önemli bir bölümünü elinde tutan Irak’ı kontrol edebilmek ve 1.Körfez Savaşı’nda yarım bırakılan askeri operasyonu tamamlayarak Saddam Hüseyin yönetimini Sayı 40 /Bahar 2015 301 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması ortadan kaldırmaktır. Bu süreçte ABD yönetimlerinin kullandığı en etkili enstrümanların başında yazılı ve görsel medya araçları olmuştur. Buna paralel olarak, Saddam Hüseyin ve yönetimine yönelik olumsuz temsiller, uzun diktatörlüğünün getirdiği işkence, baskı ve toplu katliamlar gibi konular sürekli gündemde tutularak kamuoyu oluşturulmuştur (Steuter ve Wills 2008:110-111). Sonuç olarak hem terörizme destek veren, hem kitle imha silahları üreten hem de kendi halkına karşı insanlık suçu işleyen bir yönetim profili oluşturularak Soğuk Savaş sonrası dönemde adeta kendini tek süper güç olarak ilan eden ABD için sorumluluk almanın kaçınılmaz olduğu görüşü Amerikan ve Batı kamuoyuna sunulmuştur. Aşağıda görülen 19 Ocak 2003 tarihinde Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzasıyla yayınlanmış olan karikatür, uzun süredir Irak’ta kitle imha silahları kontrolü yapan BM uzmanlarının bazı eski ve kullanılmış başlıklar bulmasını resmetmektedir. Buna göre sözde tarafsız BM uzmanları adeta Başkan Bush’un isteklerini yerine getiren ve savaşa teknik olarak meşruluk kazandırabilecek açıklamalar yaparak aslında gerçekte olmayan bir gerekçeyi gündeme taşımaktadır. Karikatür, bu sözde kanıtların geçersizliğinin yanı sıra BM’nin adeta ABD’ye ait bir arka bahçe olduğu görüşünü ortaya koymaktadır. Daha önce değindiğimiz Bush Doktrini olarak tanımlanan Amerikan politikasına göre, Amerika’ya saldırı olmasa bile her hangi bir ülkede/bölgede Amerika’ya karşı bir tehdidin varlığı ABD için müdahalede bulunmak, yani “önleyici saldırı” yapmak meşru olarak tanımlanmaktaydı. Karikatürü bu bağlamda değerlendirecek olursak, BM uzmanlarının kitle imha silahları bulması, hem Amerika için hem de dünya için Saddam yönetimindeki Irak’ın açık bir tehdit olduğu görüşünü ispat edilmesi son derece önemli hale gelmektedir. Irak’a yapılacak olan ABD müdahalesinin artık kesinleştiği 2003 yılının başlarından itibaren Türkiye’deki mizah çevreleri de hareketlenmeye başlamıştır. Aşağıda görülen Mehmet Çağçağ tarafından çizilmiş olan karikatür, 30 Ocak 2003 tarihli Leman dergisi tarafından, dergiye ilave olarak poster formatında dağıtmıştır. Özellikle gençler ve üniversite çevresinde okunan bu derginin karikatür yayınlamanın yanında, ABD’nin “kan emen bir sivrisinek” olarak tasvir edildiği bir görseli posterleştirerek dağıtması ve “Savaşa Hayır” sloganı ile Amerikan işgaline karşı bir duruş sergilemesi önemlidir. Amerika defol “Go Home Yankee!” başlığını taşıyan karikatürde kural tanımayan ve kanunsuz 302 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem olarak stereotipileştirilen kovboy imgesi içinde sivrisinek olarak betimlenmiş olan figür Amerika’yı temsil etmektedir. Bu sivrisineğin iğnesi ya da ağzı petrol istasyonlarında yer alan pompa olarak yansıtılarak Kuzey Irak’ta sömürücü ve bölgenin petrolünü emen bir yaratık figürü son derece olumsuz ve Amerikan karşıtı bir temsili ortaya koymaktadır. 2. Körfez Savaşı sırasında gündeme gelen önemli bir konu ise Amerikan askerleri ile birlikte savaş alanında görev yapan “iliştirilmiş (embedded)” gazeteci olarak tanımlanan savaş muhabirleri konusuydu. Savaş öncesi Irak’a yönelik yapılan kitle imha silahları ve benzeri suçlamaları içeren propaganda niteliğindeki yayınlar gerçekleştiren Batılı medya kuruluşları, benzer bir çizgiyi savaş sırasında da işgal güçleri konumunda olan ordularını destekleyen yayınlar yapmışlardır. Elbette savaşı yansıtan başka ülke gazeteci ve habercileri de olmuştur, ancak Batının ana akım konumunda olan medya kuruluşları batı yönetimlerinin politikalarına paralel bir çizgi izlediğini söylemek mümkündür. 2 Nisan 2003 tarihinde Penguen dergisinde yayınlanmış olan yukarıdaki karikatür bu durumu ironik bir biçimde betimlemektedir. Önde savaşan Batılı askerlerin arkada bıraktığı ölümler ve savaşın asıl kayıpları olan sivil insanlar ve onlara ait kemik parçaları ve kafatasları, arka planda CNN, NBC ve BBC gibi dev Amerikan ve İngiliz medya kuruluşları tarafından temizlenmektedir. Televizyon kanallarının metaforik olarak “süpürge makinesi” olarak resmedildiği karikatürde, Batı’nın yaptığı bu savaşın kanlı ve gerçek yüzünün medya tarafından saklandığı ya da farklı yansıtıldığı, bununla birlikte medyanın adeta orduların geri hizmetlerini sağlayan unsurlara dönüştüğü mesajı verilmekte ve eleştirisi yapılmaktadır. Gerçekten de 2003 yılındaki Irak savaşı medyanın o güne kadar hiç olmadığı bir şekilde içinde yer aldığı bir savaş olmuştur. Hatta bu savaşın gerçek bir savaşın ötesinde “medyanın savaşı” olduğu şeklinde görüşler dillendirilmiştir (Lewis, 2006:181). Sayı 40 /Bahar 2015 303 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması ABD’nin fiili Irak savaşı 2 aydan kısa sürmüş ve sonrasında ülkenin işgaline paralel olarak Amerikan askerlerine karşı Irak’ta direniş gösteren grupların pusu ve intihar saldırıları devam etmiştir. 2. Körfez savaşının en önemli sonucu, kuşkusuz ABD’nin işgalci güç olarak ülke yönetimine el koymuş olması ve özellikle Kuzey bölgesindeki yerel Kürt liderleriyle sıkı bir işbirliği içinde ülkeyi daha sonra devredilecek bir yönetim oluşturuluncaya kadar varlığını sürdürmesidir. Türkiye bağlamında en önemli konu artık ABD’nin bir anlamda Türkiye’nin fiili komşusu haline gelmiş olmasıdır. Türkiye’nin bu süreçte en önemli kaygısı ve hedefi Kuzey Irak’ta kampları bulunan ve Türkiye’ye terör saldırılarında bulunan PKK’nın etkisizleştirilmesi ve Irak’ın bölünmesinin engellenmesi olmuştur. Bu görüş aynı zamanda ülkenin kırmızı çizgileri olarak dillendirilmiştir. Diğer bir ifade ile kırmızı çizgilerden kasıt, ülke adına değiştirilemez ve ödün verilemez olan kararlar ve uygulamalardır. 23 Haziran 2004 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan Ercan Akyol imzalı bu karikatürde, Türkiye’nin kırmızı çizgileri olarak nitelediği ve Kuzey Irak üzerindeki etkinliğini simgeleyen, hayati olarak tanımlanan politikalar ABD ve bölgedeki yerel Kürtlerin işbirliği ile adeta Amerika’nın oyun alanı haline dönüştüğü düşüncesi yansıtılmaktadır. Karikatürün arka planında Başbakan Erdoğan ağlar bir şekilde “Lütfen oynamayın yaa!” derken, Türkiye’nin kırmızı çizgileri Sam Amca ile Kürtleri temsilen bir peşmergenin elinde bir ipe dönüşerek ortada Amerikan askerinin bu iple ip atlamaca oynadığı görülmektedir. Gelinen süreçte, özellikle bir sonraki konumuz olan 1 Mart sürecine bağlı olarak savaşta arka plana düşen Türkiye’nin kırmızı çizgileri, ki bu çizgileri ülkenin sınırı olarak da değerlendirebiliriz, ABD ve Kürt güçlerinin oyuncağı haline dönüştüğü eleştirisi yapılmakta ve kamuoyuna sunulmaktadır. 1 Mart Tezkere Süreci Türk-Amerikan ilişkilerinde Johnson Mektubu sonrasında yaşanan belki en önemli krizlerden bir tanesini 1 Mart Tezkeresi olarak anılan ve TBMM tarafından 1 Mart 2003 tarihinde kapalı oturum ile gerçekleştirilen oturum sonucunda ortaya çıkan karar ve beraberinde gelişen süreç oluşturmaktadır. Basit bir ifadeyle, ABD’nin Irak’ın kuzeyinden cephe açmak amacıyla Türk topraklarından askerlerinin geçişi Türkiye tarafından reddedilmiştir. 2002 yılının yaz ayları itibariyle gelmeye başlayan ABD talepleri, Türkiye’nin seçim dönemi olması nedeniyle ABD’ye kesin bir cevap 304 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem verilememiştir. Aynı yılın Kasım ayında yapılan genel seçimler ardından Türkiye’de oluşan yeni siyasi atmosferde AKP tek başına iktidar olarak daha hükümeti kuramadan ABD’nin talepleri ile karşı karşıya kalmıştır. Abdullah Gül’ün başbakanlığında kurulan hükümet ABD temsilcisi Marc Grossman’a şu mesajı iletmiştir: “Sizi savaşınızda yalnız bırakmayız… ancak…biliyorsunuz, hükümetimiz henüz kuruldu. Daha çalışmalarına başlamış bile değil. Ayrıca sizin istekleriniz takdir ederseniz ki, Türk kamuoyunun çok hassas olduğu konular. Üstelik son kararı TBMM verecek. O açıdan çok iyi hazırlık döneminden geçmemiz gerektiğine inanıyorum” (Erimhan, 2004:36). Bu dönemde AKP’nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasaklı olması ve Meclis’e girememesi iktidarı da bir noktada iki başlı konumda bırakmıştır. Bununla birlikte iyi bir geleneğe sahip olduğu söylenebilecek olan Türk Dışişleri, Genelkurmay ve yeni hükümet ile sıkı bir çalışma içine girerek ABD’nin talepleri karşısında kaygı ve güvenceleri gösteren yeni bir duruşu belirleme yoluna gitmiştir. Zira ABD’nin açık ve Türkiye açısından nasıl bir siyasi gelecek oluşturabileceği belirsiz talepler uzun bir müzakere sürecini de beraberinde getirmiştir. Türkiye, bu müzakere sürecinde ekonomik bazı yardımları gündeme getirirken aynı zamanda Kuzey Irak üzerinde etkili olarak PKK terörizmini bitirmek, Kerkük ve Musul gibi bölgelerde yaşayan Türkmenlerin korunması gibi konular üzerinde duruyordu. Bu kadar çok sayıda yabancı askerin Kurtuluş Savaşı döneminden beri Türk topraklarında konuşlanmış olmaması, ABD’nin asker bulundurma talebini başka bir boyuta getiriyordu. Bununla birlikte Türkiye Müslüman komşu ülkeye müdahalede bulunacak olan stratejik ve NATO müttefiki olan bir süper gücü de geri çevirmek istemiyordu. Türkiye, Amerikan asker sayısının indirilmesi, belli bir oranda Türk askerinin bulundurulması, komuta bağlamında inisiyatifin Türkiye’de olması, Kürt gruplara verilecek silahların Türk Ordusu kontrolünde gerçekleştirilmesinden, Irak’taki siyasi yapının ve ülke bütünlüğünün korunması, doğal zenginliklerin Irak halkına bırakılmasına kadar geniş bir karşı talep ya da koşul öne sürdüğünü söyleyebiliriz. Ayrıca Kuzey Irak sınırında belli noktalarda Türk askerinin konuşlanması ve sınırın güvenliği için kırmızı çizgilerin oluşturulması da bu bağlamda değerlendirilebilir (Bölükbaşı, 2008:41-42). 1 Mart tezkeresinin TBMM’de görüşülmesine kadar olan süreç oldukça yoğun ve müzakere edilen bir çok konuda taraflar uzlaşmıştır. Bununla birlikte muhalefetteki partiler ABD’nin taleplerine şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak iktidarda AKP iktidarı Amerika ile yapılan tüm müzakere ve pazarlıkları gerçekleştirerek tezkerenin kabulü yönünde bir tutum göstermiştir. 3 Aralık 2002 tarihinde, AKP Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan ile ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson akşam yemeğinde buluşmuşlar ve bu yemekte askeri harekat öncesi yapılacak olan hazırlıklar ve planlar tartışılmıştır. Amerikan The Weekly Standard dergisi muhabiri Stephan Hayes tarafından elde edilen plan tarihleri daha sonra Türk medyasının da Sayı 40 /Bahar 2015 305 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması gündemine gelmiş ve Erdoğan liderliğinde olan AKP’nin Amerika’ya yeşil ışık yaktığı yorumlarını ortaya koymuştur (Ergin, 2003). Buna göre 15 Ocakta Türkiye’de Amerikan askerleri ve teçhizatına yönelik bazı inşaat çalışmaları yapılacak ve muhtemelen 1-2 ay ardından müdahale gerçekleşecekti. 15 Ocak 2003 tarihinde Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzası ile yayınlanan yukarıdaki karikatür daha henüz Başbakan olmamış, hatta milletvekili bile olmayan AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Amerikan askerlerinin geçişine izin verdiği görüşünü yansıtmaktadır. Buna göre AKP yönetimi ABD ile ortak hareket ettiği ya da planlarını daha TBMM’ye gelmeden önce izin verdiği ya da sıcak baktığı düşüncesi sunulmaktadır. Milliyet gazetesine göre sürecin devam ettiği Erdoğan’ın yapılan bu görüşme ile ilgili “ABD ile Irak konusunda henüz nihai anlaşmaya varmış değiliz. Bush da bizim gibi sorunu barışla çözmek istiyor. Ama bu arada iki taraf müttefik olarak tüm ihtimallere karşı hazırlık yapıyor” demiştir (Yetkin, 2002). Bu açıklama ABD tarafından memnuniyetle karşılanmıştı çünkü sorunun barışçıl yollarla çözülmemesi durumunda başka yöntemlerin de kullanılabileceği düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Bir başka ifadeyle, tezkere TBMM’de görüşülmeden önce Türkiye’deki yönetimin bunu destekleyebileceği görüşü kamuoyuna yansımıştır. Sağ tarafta görülen 28 Şubat 2003 tarihli Sabah gazetesinde Salih Memecan imzası ile yayınlanan karikatürde ise Erdoğan’ın ABD ile olan işbirliğine “Barış ve Ekonomik gerçekler” ikilemini konu ederek “yukarı tükürse bıyık…” açıklaması yaparak Türkiye’nin ikilemini ortaya koymaktadır. Karikatür gelinen noktada Türkiye’nin savaşa katılmamasını “barış”, katılmayıp denklem dışında kalmasının ise ekonomik açıdan ülkeyi kötüye götürebileceği düşüncesini yansıtmaktadır. 1 Mart tezkeresi öncesi sadece Türk kamuoyunun değil Amerika’nın da gündeminde yer tutan bir başka olay ise pazarlıklar esnasında müzakere edilen hibe ve yardım konusu olmuştur. Dışişleri yetkilisi Deniz Bölükbaşı siyasi konuları müzakere ederken, müsteşar Uğur Ziyal özellikle yardım paketi ve çerçevesi konusunda Amerikalı yetkililer ile görüşmekteydi. Uzun vadeli kredi, kısa vadeli yardım gibi bir çok farklı parametre içinde görüşülen hibe konusu kamuoyunun en çok ilgi gösterdiği ve Türkiye’nin ciddi prestij kaybettiği bir süreci beraberinde getirmiştir. Aşağıda örnekleyeceğimiz karikatür, özellikle Amerika’da internet üzerinden yayın yapan ve geniş kitlelere ulaşmış olan bir dizi benzer tema ve imgelere sahip olan karikatür dizisi içinden seçilmiştir. Gelişen teknoloji çağında sadece yazılı basında değil internet aracılığıyla çok farklı kesimlere bu karikatürlerin ulaşabildiğini, dolayısıyla oldukça etkin olabildiklerini daha önce belirtmiştik. 21 Şubat 2003 tarihinde Signe Wilkinson tarafından çizilmiş olan karikatür, gerek sosyal medya gerekse e-posta yoluyla internet mecrasında dolaşımda olmuştur. Bu karikatürde batı tarafından genellikle sık kullanılan bir imge olan kel ve bıyıklı bir Türk bürokrat, dansöz kıyafeti içinde göbek atar şekilde yansıtılmıştır.6 Sağ tarafta görülen ABD Başkanı Bush 6 http://www.cartoonistgroup.com/store/add.php?iid=2994 306 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem kırgın ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld sinirli bir ifade içinde, elinde tezkereyi temsilen “Asker Konuşlandırma izni” yazılı belgeyi tutan dansözü izlemektedir. Başkan Bush, “Beni ben olduğum için seviyordun sanıyordum” şeklinde serzenişte bulunurken, elindeki dolarları dansözün kıyafetinin aralarına doldurarak bu izni alacağı dolayısıyla iki ülke arasındaki dostluğu temel noktası olan yardım ya da finanssal desteğin olmazsa olmaz bir koşulu temsil ettiği yansıtılmaktadır. Tezkere ile ilgili yapılan pazarlık süreci içinde özellikle Amerika’da yayınlanan buna benzer karikatürler medya ve internet aracılığıyla Türk halkının ve siyasetinin gündemine gelmiş olması, özellikle siyasi kesim üzerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin yukarıdaki karikatür gibi dansöz, fahişe, içi doldurulan hindi gibi simgeler ile yansıtılmış olan Türkiye, 1 Mart tezkeresi öncesinde arsız, paragöz ve çıkarcı ifadeler ile dünya kamuoyuna yansıtılmıştır. Bununla birlikte 1 Mart tezkeresi görüşmelerinde T.B.M.M’de bu karikatürler milletvekillerinin ellerinde dolaşmıştır. CHP Milletvekili Ali Rıza Bodur 19.12.2003 tarihli Meclis oturumunda dansözlü karikatürlere referans yaparak tezkerenin reddinin Meclisin onurunu kurtardığını şu sözlerle ifade etmiştir: “1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesi kararında olduğu gibi. Yabancı basında, dolar takılan dansöz karikatürleri onurumuzu yaralarken, böylesine bir kararla, Türkiye, dünyada, kişilikli bir ülke olduğunu ve Meclisi tarafından onurunun korunduğunu gösteriyor” (TBMM, 2003). Benzer şekilde, AKP milletvekili ve aynı zamanda dönemin Başbakan Yardımcısı olan Ertuğrul Yalçınbayır’ın şu sözleri karikatürlerin ileti ve mesaj taşımalarının yanı sıra özellikle bu süreçte alınan siyasal karara etki ettiğini de söylemek mümkündür: Uluslararası basında ve ABD basınında 1 Mart tezkeresi karşısında Türkiye’nin durumunu karikatürize eden insanı da tahrik eden eleştiri hudutlarını aşan karikatürler vardı. Türkiye’yi, Türk liderlerini kötü durumda gösteren karikatürler vardı. Bu karikatürler kapalı oturumda tarafımızdan Genel Kurul’a gösterildi. Birkaçı dağıtıldı. AKP milletvekillerinin bunu görünce tahrik olmaması mümkün değildi (Yeniçağ 06.03.2013). 1 Mart tezkeresinin TBMM’de görüşülmesi için gizli bir oturum ile Genel Kurul toplanmış ve 533 milletvekili altı saate yakın konuyu tartışmıştır. Mecliste yapılan oturuma Sayı 40 /Bahar 2015 307 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması ait tutanak bir zarfa konularak mühürlenmiş ve anayasanın 71. Maddesi gereğince 10 yıl boyunca saklanmak üzere arşive kaldırılmıştır. Oturumun son bölümünde yapılan oylamaya 533 milletvekili katılmış, 264 kabul oyuna karşılık 250 ret ve 19 çekimser oyu çıkmıştır (Bölükbaşı, 2008:92). Teknik olarak Mecliste kabul oyu çoğunluğu sağlamakla birlikte bu tür kararlarda nitelikli bir çoğunluk gerektiği için en az 267 kabul oyunun sağlanması söz konusuydu. Oylamanın hemen ardından resmi sonuçlar açıklanmadığı için ortaya çıkan kabul oyunun fazla olması basın ve özellikle Amerikan medyasında tezkerenin onaylandığı şeklinde haberler yapılmıştır. Ancak TBMM Başkanı Bülent Arınç Meclis’in tezkereyi kabul etmediğini açıklamasıyla ikili ilişkilerde yeni bir dönem başlamıştır. Hükümeti oluşturan ve Mecliste yeterli çoğunluğu olan AKP’nin bu kadar fire vermesi şaşırtıcı bulunurken, muhalefet partileri baştan beri bu tezkereye karşı politika izlemişlerdi. Bu sonuca AKP’den çok belki de ABD’de şaşkınlığa yol açmıştır. Zira daha önce Türkiye’deki üsler ve özellikle sivil limanlarda bir anlamda savaşa hazırlanması için gerekli modernizasyonun yapılması için izin verilen Amerika’ya şimdi asker geçişine izin verilmemiştir. Günlerdir İskenderun açıklarında bekleyen ABD donanması ve askerler hızla Basra Körfezine doğru yol alırken ortaya çıkan bu sonucun ABD için ciddi bir maliyet oluşturduğu hatta savaşı geciktirdiği tartışmaları uzun süre Amerikalı yetkililer tarafından dile getirilmiştir Milliyet gazetesinin 5 Mart 2003 tarihinde Ercan Akyol imzasıyla yayınladığı bu karikatür, bir önceki yabancı karikatürlerde sık işlenen ve Türkiye’yi para için kıvıran dansöz betimlemesine yine aynı dilden bir cevap olarak ortaya çıkmaktadır. Karikatürde Amerikalı karikatüristlere benzer şekilde Türkiye’yi dansöz olarak görmekle birlikte, ABD’yi temsil eden Sam Amca dansözün bir yumruğuyla savrulmuş durumdadır. Aslında Türk karikatürlerinde ülkeyi temsilen dansözün kullanılması sık rastlanan bir durum değildir. Zaten karikatürist bu karikatürün “Amerikan karikatürüne gönderme” olduğunu açıkça yazmıştır. Amerikalı karikatürist Daryl Cagle tarafından çizilmiş olan bu karikatür7, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin hemen ardından 3 Mart 2003’de yayınlanmıştır. Tezkerenin 7 http://www.politicalcartoons.com/cartoon/a15b40d2-6af7-45d1-a398-9eb390603fe7.html 308 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem reddi ve dolayısıyla Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçememesi, Türkiye’nin afiyetle yenebilecek bir yemek olmadığı ya da Başkan Bush tarafından iyi pişirilemediği için yanmış olarak askerlerin önüne sunulması yansıtılmaktadır. Şüphesiz yanık bir hindinin yarattığı hayal kırıklığı ve kızgınlık karikatürdeki Amerikalı askerlerin yüzüne açık bir biçimde yansımaktadır. Bununla birlikte Türkiye’ye kısa süre içinde yoğun baskı yapılması, bir anlamda tezkere sürecinin ABD tarafından iyi yönetilemediği şeklinde bir eleştirinin özellikle Amerikan Başkanı Bush’a odaklanarak yansıtıldığını söylemek mümkündür. Çuval Hadisesi 4 Temmuz 2003 yılında Irak’ın kuzeyinde yer alan Süleymaniye kentinde Irak ile olan ikili anlaşmalar çerçevesinde istihbarat görevi yapan Türk askerlerine ABD ve Kürt peşmergeleri tarafından düzenlenen bir operasyon gerçekleştirilmiştir. 1 Mart tezkeresinin karşılığı ya da rövanşı şeklinde değerlendirilen bu olay sırasında Türk askerlerinin başına çuval geçirilmiş ve 3 güne yakın bir süre gözaltında sorgulanmışlardır. ABD’nin Kurtuluş Günü olması nedeniyle resmi temasların karşılık bulmadığı bu süreçte kamuoyunda ve medyada Amerikan karşıtı tutum ve protestolar yükselmiştir. ABD’nin hem NATO müttefiki hem de ikili ilişkiler bakımından dost ve stratejik ortak olarak tanımlandığı bir dönemde Türk askerine bu şekilde bir müdahalede bulunması kimsenin beklemediği bir olaydı. ABD kendisini 1 Mart tezkeresi ile yarı yolda bırakan Türkiye’ye artık bölgede etkin olamayacağı mesajını verdiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte olay ikili ilişkilerde önemli bir kilometre taşı olarak bir referans noktası oluşturmuştur. Çuval Hadisesi olayının göze çarpan unsurlarından bir tanesi ise Türkiye’nin açık ve resmi olarak Amerika’dan özür dilemesini beklemesi olmuştur. Bunun siyasi anlamdaki açıklaması Amerika’nın yapmış olduğu bu baskın ve sonrasındaki gelişmelerin sorumluluğunu taşıması ve hatasını kabul etmesidir. Ancak ABD’li yetkililer hiç bir ortamda açık bir biçimde özür dilememiş sadece üzgün olduklarını ifade etmişlerdir. Diğer bir ifadeyle yapılan eylemin bilinçli olduğu ve sadece sonuçları itibariyle üzüntü duymaları söz konusudur. Milliyet gazetesinde olaydan iki hafta sonra 17 Temmuz 2003 tarihinde yayınlanan Ercan Akyol imzalı karikatürde özür konusu ironik bir biçimde yansıtılmaktadır. Kovboy imgesi ile temsil edilen ABD iri cüssesiyle güçlü ve karikatürün büyük bir bölümünü kaplarken, sağ tarafta yüzünden kanlar akan ve gözü morarmış olan Türkiye’yi temsil eden kimse mağdur bir biçimde kendisine yumruk atmış olan kovboya bakmaktadır. ABD’ye yapılan özür baskılarının sonuç vermemesini yansıtan karikatürdeki “Özür dileyemediğim için üzgünüm” açıklaması durumun açık bir ifadesi olarak kamuoyuna yansımaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 309 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması Çuval hadisesine referans yapan yandaki karikatür 23 Temmuz 2003 tarihinde Ercan Akyol imzasıyla Milliyet gazetesinde yayınlanmıştır. O tarihlerde ABD ziyaretinde bulunacak olan dışişleri bakanı Abdullah Gül bir Osmanlı askeri motifi içinde çizilmiş ve ABD Başkanı Bush’un önünde eğilmektedir. Diğer tarafta büyük bir Amerikan bayrağı önünde ve Kral tacını taşıyan bir temsil ile alaysı bir gülümsemeye sahip olan Başkan Bush ironik bir biçimde stratejik ortak olarak tanımlanan Türkiye’yi başına bir çuval geçirerek yüceltmeye ya da ödüllendirmeye hazırlanmaktadır. Çuval hadisesini Türkiye’nin karşı koyamadığı, yeterli tepki veremediği ve gururunun kırıldığı bir olay olarak değerlendirirsek bunun stratejik müttefik olmak ile ters düştüğünü yansıtırken asıl olarak olaya yeterince tepki veremeyen AKP hükümeti ve onun dışişleri bakanı açık bir biçimde eleştirilmektedir. Leman mizah dergisinin 9 Şubat 2006 tarihli sayısında yayınlanan bir sonraki karikatürün Kurtlar Vadisi Irak filmine farklı hatta eleştirel bir çerçeveden yaklaştığı görülmektedir. Buna göre “post-Malkoçoğlu” tanımı yaparak Osmanlı döneminin bir kahramanı olan ve Türk filmlerinde sık işlenen Bizanslılara karşı Osmanlı’yı koruyan kahramanın modern versiyonu şeklinde ironik bir benzetme yapmıştır. Karikatürde kapalı gişe bilgisiyle Çuval Hadisesinin intikamını alan filmin oynadığı sinemaya ve bir anlamda filmi izlemeye gelenlerin başına bir çuval geçirerek, kitleler halinde filmi izlemeye giden insanların aslında aldatıldığı ya da gerçekte karşılığı verilememiş, ülkenin onurunun incindiği bir olay karşısında toplumu sakinleştirerek adeta “uyutulduğu” düşüncesi sunulmuş ve eleştirilmiştir. Sonuç Karikatürler çerçevesinde incelediğimiz 11 Eylül ve sonrası dönemi ekonomik açıdan siyasi istikrara bağlı bir düzelme ile birlikte ABD’nin NATO’ya küresel teröre karşı mücadele misyonunu yüklemesi ve hemen ardından Afganistan ve Irak’a yaptığı 310 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem işgaller Türk-Amerikan ilişkilerini de kaçınılmaz olarak dengesi bozuk bir terazi haline getirmiştir. 11 Eylül’de yapılan saldırılar karşısında Türkiye ABD politikalarına ve mücadelesine tam destek vereceğini açıklamış, Afganistan’da fiili çatışmaya katılmamış olsa da güvenlik ve eğitim amacıyla bu ülkeye asker göndermiştir. Ancak Irak konusuna gelince komşumuz ve Müslüman bir devlet olması nedeniyle aynı desteği sunamamış ve 1 Mart tezkeresi olarak siyasi literatüre giren TBMM oylaması yaşanmıştır. Irak’a işgale giden Amerikan askerlerinin Türk topraklarından geçişine izin vermeyen Türkiye, ABD yönetiminin tepkisini çekmiş ve 4 Temmuz tarihinde yaşanan Çuval Hadisesi ile Amerika Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesinde eskisi gibi hareket edemeyeceğini söylemiştir. ABD’nin ikinci Irak işgali Türk toplumunda ciddi bir tepkiye yol açmıştır. Bu dönemde yayınlanan karikatürlerde genelde ABD, özelde de Başkan Bush son derece olumsuz, bazen vampir bazense sivrisinek şeklinde bölgeyi sömüren ve sürekli kanlı politikalar izleyen canavar betimlemeleri ile yansıtılmıştır. 11 Eylül saldırılarıyla ilgili olan karikatürlerdeki mesajlar, olayın bütününe şüpheyle yaklaşmış ve bu olayların içinde Amerika’nın bizzat kendisi olabileceği, diğer bir ifade ile göz yumduğu şeklindeki düşünceleri ortaya koymuştur. ABD’nin gerek Afganistan’a müdahalesi, gerekse Irak’a açtığı savaşın haksız olduğu, buradaki amacın bölgenin kontrolünü ve petrol kaynaklarının ele geçirilmesinin amaçlandığı düşüncesi ön plana çıkarken, Amerikan ve İngiliz medya kuruluşlarının adeta yapılan savaşların bir parçası oldukları ve arkada bırakılan ölüm ve yıkımları yansıtmayan ya da “temizleyen” bir işleve sahip olarak gösterilmişlerdir. 1 Mart tezkeresi ile ilgili kullandığımız yerli ve yabancı karikatürlerde Türkiye’nin pazarlık sürecinde açgözlü, para peşinde koşan ve adeta dansöz gibi oynayan betimlemeler, tezkerenin çıkmamasına paralel olarak değişmiş ve Amerika’nın süreci iyi yönetemediği ve bunun sonucunda zarar gördüğü görüşü ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, tezkerenin rövanşı olarak değerlendirebileceğimiz Çuval Hadisesi Türk halkında büyük kızgınlık ve kırgınlık yarattığı, ancak bunun sorumlusu olarak ABD’ye karşılık verememiş olan iktidara karşı eleştirel bir tutumun ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Çuval hadisesiyle ilgili yapılan filmle ilgili karikatürde ise, halkın tepkisini sakinleştiren ya da bir anlamda gerçek hayatta yapılamayanın film ile yapılarak halkın da başına çuval geçirildiği eleştirisi kamuoyuna sunulmuştur. Karikatürlerin ikili ilişkileri ya da ABD’yle ilgili temsillerde bu güç dengesinin ya da dengesizliğinin yaşanan siyasi ve uluslararası ilişkilerdeki süreçleri okuyucusuna ya da diğer bir ifadeyle kamuoyuna yansıttığını görmekteyiz. Bu çalışma aynı zamanda, bazen günlerce süren, aylarca tartışılan bir konuyu tek bir karede sunabilen karikatürler, gerek bir ileti olarak mesaj taşıyan, gerekse kültürel bir ürün olarak, aynı zamanda tarihsel işlev göstererek toplumun belli bir dönemindeki görüş, düşünce ve eğilimlerini göstererek zamanın ruhunu (zeitgeist) yansıtabilen özelliklere sahip görsel metinler olabileceğini göstermektedir8. Bununla birlikte araştırma sürecinde toplanan çok sayıda karikatürün 8 Mizah ve karikatür geçmişi oldukça zengin olan ülkemizde, karikatürlerle ilgili olan çalışmaların yakın zamanda arttığını görmekteyiz. Derleyici olarak Turgut Çeviker'in Karikatürkiye serisi Cumhuriyet döneminin farklı konular altında bir seçkisini sunmaktadır. Keza Tan Oral'ın Fantazya Çok Para Yok: Karikatürlerle Bir Borç Ekonomisinin Tarihi (1874-1954) adlı eseri bir ekonomi tarihi izlencesini karikatürler ile sunmaktadır. Ancak bu çalışmalar birer seçki şeklinde sadece karikatürleri görsel olarak sunan çalışmalardır. Bununla birlikte, iki yabancı akademisyenin yapmış olduğu araştırmalar bu makalede yansıtılmaya çalışılan bakış açısını daha belirgin kılmaktadır. Bunlardan ilki, Alman Tobias Heinzelmann’ın Osmanlı Karikatüründe Balkan Sorunu 1908-1914 başlıklı çalışmasıdır. Heinzelmann, anılan tarihlerdeki karikatürler üzerinden çözümlemeler yaparak bu döneme farklı pencere açmaktadır. Keza Osmanlı tarihçi Palmira Brummet’in İkinci Mesrutiyet Basınında İmge ve Emperyalizm 1908-1911 adlı çalışması ilgili dönemin mizah ve karikatürleri üzerinden ciddi bir kültürel/tarihsel çalışma ortaya koymaktadır. Sayı 40 /Bahar 2015 311 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması oluşturduğu evren içinden, konularına göre kategorize edilerek çalışma içinde kullanılacak olanların seçilmesi oldukça zor olmuştur. Bunun nedeni, karikatürün, bir haber ya da köşe yazısına göre gösteren ve gösterilenleri farklı ve çok katmanlı anlamları içerebilen bir malzeme oluşudur. Buna bağlı olarak karikatürler içinden bütünü ya da geneli temsil edebilecek olan örneği belirlemek araştırmacının ve araştırmanın zorluklarının başında gelmiştir. Bu noktada, nicelden çok nitele yakın bir yaklaşımla, 11 Eylül sonrası süreçte Türk-Amerikan ilişkilerini konu edinen karikatürler araştırmacı tarafından taranmış, ilgili olaya/gelişmeye betimsel ve içerik olarak en zengin örnekler seçilmiş ve tarihsel/ tematik bir izlence de dikkate alınarak çalışma içinde değerlendirilmiştir. Bu bağlamda kullanılan örnekler üzerinden büyük bir genelleme yapabilmek mümkün olmamakla birlikte, kullanılan örneklerin tam tersi görüş içeren karikatürlere de rastlanmamıştır. Örneğin Amerika’nın Afganistan’a ya da Irak’a müdahalesi, Türkiye’nin BOP içinde yer almasını destekleyen karikatürler bulunmamaktadır. Keza her yayın grubunun çizeri ya da karikatürleri dış politika, uluslararası ilişkileri ya da dünya siyasetini ele almamaktadır. Buna bağlı olarak çalışmada örneklenen malzemeler belli bir yayın grubuna göre değil, daha çok karikatürün içeriği ve ele aldığı konuyu kapsayan ilişkisi belirleyici olmuştur. Kuşkusuz bu tür çalışmaların kamuoyunun tamamını ya da genelinin algılarını, görüşlerini ve düşüncelerini bütün olarak yansıtabilmesi neredeyse imkansızdır. Sonuç olarak çalışma yakın dönemimizi kapsayan ve Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanmış siyasi ve sosyal bazı olayları karikatür çözümlemeleri aracılığıyla değerlendirerek, eleştirel, güç ilişkilerini ortaya çıkaran ve otoriteye karşı (ABD ya da hükümet) direniş gösteren ve aynı zamanda dönemin ruhunu içinde barındıran bir kültürel okuma sunmaktadır. Kaynaklar Akbaş, İsmail, (2008). “Afgan Kralı Emanullah Han’ın Türkiye Gezisi” Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,VII/16-17, İzmir:DEÜ, s.311-334. Avrupa Birliği Bakanlığı. “2004-06-10 Başbakan Erdoğan ABD’de – Derleme” http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1&p=33014. Erişim Tarihi: 28.11.2014. Bölükbaşı, Deniz, (2008). 1 Mart Vakası: Irak Tezkeresi ve Sonrası. İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık. Conners, Joan L.,(2007). “Popular Culture in Political Cartoons: Analyzing Cartoonist Approaches” Political Science & Politics. Cambridge: The American Political Science Association, Sayı 2, s.261-265. Dalacoura, Katerina, (2005). “US Democracy Promotion in the Arab Middle East since 11 September 2001: a critique” International Affairs Vol:8, Sayı:5, New Jersey: Blackwell Publishing. s.963-979 http://www.jstor.org/stable/3569070. Erişim Tarihi: 24.11.2014. Ergin, Sedat, (2003). “Pazarlık Başlıyor” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster / ShowNew.aspx?id=172080. Erişim Tarihi: 21.12.2014. 312 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Murat Erdem Erimhan, Ahmet, (2004). Çuvaldaki Müttefik. İstanbul: Bir Harf Yayıncılık. Gordon, Philip ve Ömer Taşpınar, (2009). Türkiye’yi Kazanmak, İstanbul: Timaş. Gorka, Sebestyen L.v., “Beşinci Maddenin İşletilmesi: Beş Yıl Sonra” NATO Dergisi http://www.nato.int/docu/review/2006/issue2/turkish/art1.html. Erişim Tarihi: 26.12.2014 Grossman, Marc, (2000). “U.S. Interests and Turkey” http://www.meforum.org/184/ us-interests-and-turkey. Erişim Tarihi: 24.11.2014 Hartman, Andrew, (2002). “The Red Template: US Policy in Soviet-occupied Afghanistan”, Third World Quarterly, 23:3, Londra:Routledge, s.467-489. Huntington, Samuel P., (1993). “The Clash of Civilizations?” http://www.polsci.wvu. edu/faculty/hauser/PS103/Readings/HuntingtonClashOfCivilizationsForAffSummer93. pdf. Erişim Tarihi: 10.11.2014. Hürriyet, 30.01.2006 “Danimarka: Muhammed karikatürleri için özür dilemeyeceğiz” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3863449&tar ih=2006-01-30 Erişim Tarihi:15.10.2014. Hürriyet, 12.09.2001 “Ecevit’ten Teröre Karşı Dayanışma Çağrısı” Tarihi:26.10.2014. Erişim Hürriyet, 17.10.2001 “ABD’den Türkiye’ye destek”. http://webarsiv.hurriyet.com. tr/2001/10/17/42167.asp Erişim Tarihi:27.10.2014. Hürriyet, 28 Haziran 2004 “Zirve sonuç bildirisinde Ortadoğu’ya işbirliği önerisi” http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/06/28/481631.asp. Erişim Tarihi:30.10.2014. Kemmitz, Thomas M., (1973). “The Cartoon as a Historical Source”. Journal of Interdisciplinary History. Vol.4, No:1, MIT Press s.81-93. http://www.jstor.org/ stable/202359 Erişim Tarihi:18.09.2014. Lewis, Justin (ed), (2006). Shoot First and Ask Questions Later: Media Coverage of the 2003 Iraq War. New York:Peter Lang , s.171. NATO, (2004). “News” http://www.nato.int/docu/comm/2004/06-istanbul/home. htm. Erişim Tarihi: 25.11.2014. Ottaway, Marina and Thomas Carothers, (2004). “The Greater Middle East Initiative: Off to a False Start” http://www.carnegieendowment.org/files/ Policybrief29. pdf. Erişim Tarihi: 18.11.2014. Oral, Tan, (1998). Yaza Çize. İstanbul: İris. Radikal, 11.06.2004. “Bush Usulü Övgü: ‘You are a great man’” http://www.radikal. com.tr/haber.php?haberno=119047. Erişim Tarihi: 02.12.2014. Rifat, Mehmet, (1998). XX.Yüzyılda Dibilim ve Göstergebilim Kuramları (1. Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Sayı 40 /Bahar 2015 313 11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması Sabah, 07.01.2015, “Charlie Hebdo dergisine saldırı: En az 12 ölü” http://www. sabah.com.tr/dunya/2015/01/07/fransada-o-dergiye-saldiri-10-olu. Erişim Tarihi: 12.01.2015. Snauwaert, Dale T., (2004). “The Bush Doctrine and Just War Theory.” The Online Journal of Peace and Conflict Resolution 6.1 Fall: 121-135 www.trinstitute.org/ ojpcr/6_1snau.pdf. Erişim Tarihi: 11.10.2014. Steuter, Erin ve Wills, Deborah, (2008). At War with Metaphor: Media, Propaganda, and Racism in the War on Terror. Plymouth: Lexington Books. TBMM, (2003). http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c035/ tbmm22035031.pdf. Erişim Tarihi: 27.12.2014. TDK, Büyük Türkçe Sözlüğü karikatür maddesi http://www.tdk.gov.tr/. Erişim Tarihi: 08.09.2014. Thompson, Paul, (2009). “Donald Rumsfeld’s Holy War: How President Bush’s Iraq Briefings Came With Quotes from the Bible.” http://www.dailymail.co.uk/news/ article-1184546/Donald-Rumsfelds-holy-war-How-President-Bushs-Iraq-briefingscame-quotes-Bible.html. Erişim Tarihi: 20.11 2014. Topuz, Hıfzı, (1986). İletişimde Karikatür ve Toplum Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. Williamson, Mary, (2009). Terrorism, War and International Law: The Legality of the Use of Force against Afghanistan in 2001. Surrey:Ashgate Publishing. Yeniçağ, 6 Mart 2013, http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yalcinbayir-o-donemiaydinlatiyor-81716h.htm. Erişim Tarihi: 03.01.2015. Yetkin, Murat, (2002). “İki Hedef Peşindeyiz” http://www.radikal.com.tr/ haber. php?haberno=58749. Erişim Tarihi: 22.12.2014. Yoo, John, (2003). “International Law and the War in Iraq” The American Journal of International Law, Vol. 97, No. 3 (Jul., 2003), Washington:ASIL, 563-576. 314 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi The Effect of Corporate Social Responsibility Projects on Brand Awareness Sevda DENEÇLİ, Yrd. Doç. Dr., Nişantaşı Üniversitesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Sosyal Sorumluluk, Kurumsal Sosyal Sorumluluk, Marka Farkındalığı Keywords: Social Responsibility, Corporate Social Responsibility, Brand Awareness Öz Yaşadığımız toplumda bireylerin birbirlerine ve topluma karşı sorumlulukları bulunduğu gibi kurumların da çalışanlarına, çevreye, topluma ve tüketicilerine karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Kurumsal alanda ele alındığında kurumsal sosyal sorumluluk olarak adlandırılan sosyal sorumluluk kavramı, 21. yüzyılda gerek hedef kitleleri ile ilişkilerini güçlendirmek adına gerekse farkındalık yaratmak adına çoğu kurum tarafından önem görmektedir. Kurumlar, çevre, eğitim, sağlık vb. birçok alanda projeler gerçekleştirmektedirler ve bu projeler ile topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmektedirler. Bu kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin marka farkındalığına nasıl bir etkisi olduğunu ölçümlemeyi amaçlayan bu çalışma kolayda örnekleme yöntemiyle ulaşılmış 141 kişi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın sonucunda sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayla ilgili marka farkındalığının projeden haberdar olan tüketicilerde anlamlı düzeyde (p<0,05) daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Abstract In our society, while individuals have responsibilities to each other and to our society, corporations also have responsibilities to their employees, to the environment and to the consumers. In corporate life, social responsibility is defined as corporate social responsibility in order to strengthen the relations with the target market in 21st century and to create brand awareness in corporations. Corporations conduct projects regarding to health, education, environment etc. where they are fulfilling their responsibilities through society. This study that aims to measure to impact of these corporate social responsibility project on brand awareness, implemented to 141 people with the convenience sampling method. The result of the study found out that the brand awareness of the brand which organized social responsibility project is significantly higher (p<0,05) on consumers who are aware of the project. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi Giriş Günümüzde sosyal sorumluluk olarak nitelendirdiğimiz, Fransızcada eski bir aristokrasi kavramı olan asaletin yükümlülüğü karşılığında kullanılan ‘‘noblesse oblige’’ soyluların toplumda imtiyazlı konumlarının tanınması için bazı sosyal yükümlülükler almaları gerektiği anlamına gelmektedir (Crouch, 2010: 39; Mintzberg, 1983: 3). Bu kavram, tarihte ilk olarak kamu yararı (common good) ismi ile ortaya çıkmıştır. Antik Yunan’da Platon ile hayat bulan kamu yararı kavramı, Platon’dan sonra zaman içerisinde Yunan düşünür Aristoteles ve Romalı felsefeci Cicero tarafından geliştirilmiş ve daha sonra Amerikalı felsefeci John Rawls tarafından da ‘‘herkesin lehine olan belirli genel şartlar’’ olarak tanımlanmıştır. (Andre ve Velasquez: 1992) Medyanın kurumsal sosyal sorumluluk kavramına ilgisinin artması ile birlikte kurumlar, tüketicilerinin de dâhil olduğu çeşitli paydaşları ile iletişimlerinde doğrudan ve görünür adımlar atılan kurumsal sosyal sorumluluk girişimlerini tercih etmektedirler (Luo, Bhattacharya, 2006: 1). Akademisyenlerin ve sektörde uygulama yapanların sıkça üzerinde durdukları bir kavram hâline gelen sosyal sorumluluk, günümüzde kurumların adeta vazgeçilmezi hâline gelmiş, çok farklı şekillerde tanımlanmış ve kavramsallaştırılmıştır. Farklı yazarlar tarafından kurumsal sosyal sorumluluk; sadece kâr amacı elde etmek; kâr elde etmenin ötesinde; ekonomik ve hukuki gereksinimlerin ötesinde bir konu; gönüllü faaliyetler; ekonomik, hukuki ve gönüllü faaliyetler; farklı problem alanlarındaki sorumluluklar gibi farklı bakış açıları ile ele alınmış (Carroll, 1979: 498-499) olan sosyal sorumluluk kavramı bir yurttaşlık ya da etik açıdan yurttaş işlevini görmenin yararlarından faydalanan kurumların topluma katkıda bulunmak amaçlı yerine getirmek zorunda olduğu diğer bir deyişle ‘‘yapılması gereken doğru şey’’ olarak da ifade edilen yükümlülükleri ifade etmektedir (Hartman vd., 2007:374). Kurumsal Sosyal Sorumluluk Kavramı Bireylerin içinde yaşadıkları topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmelerine ve toplumsal yaşamı iyileştirmeye yönelik gönüllülük esasına dayalı olarak işleyen (Ilıcak Aydınalp, 2013: 5) sosyal sorumluluk kavramı Howard R. Bowen tarafından 1953 senesinde yazılmış olan ‘‘Social Responsibilities of the Businessman’’ isimli çalışmasında başka bir bakış açısı ile ele alınmıştır. Bowen’a göre sosyal sorumluluk ‘‘işadamları için sosyal sorumluluk politikalarını takip etmek, karar almak ya da toplumumuzun amaç ve değerleri açısından arzulanan icraatları sürdürmek için bir zorunluluktur’’ (Bowen, 2013: 6). Bowen’nın sosyal sorumluluk kavramını iş adamlarına vurgu yaparak ele alan ilk kişi olmasından dolayı literatürde kurumsal bağlamda sosyal sorumluluktan bahseden ilk akademisyenin de Howard R. Bowen olduğu söylenebilir. Kurumsal sosyal sorumluluk kavramı ile ilgili yapılan literatür incelendiğinde kurumsal sosyal sorumluluğu ilk defa tanımlayanların Archie B. Carroll ve Keith Davis olduğu görülmektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk hakkında birçok çalışması bulunan Carroll’a göre ‘‘kurumların sosyal sorumluluğu ekonomik, yasal, etik ve 316 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sevda Deneçli toplumun zaman içinde belirli bir noktaya gelen kurumlardan ihtiyari beklentilerini kapsamaktadır’’(Carroll, 1979: 500). Davis (1960) ise makalesinde sosyal sorumluluğu ‘‘iş adamlarının kararları ve eylemlerini kurumun kısmi olarak doğrudan ekonomik ya da teknik konular dışındaki nedenlerden dolayı alması’’ olarak tanımlamaktadır (Davis, 1960: 70). McGuire ise, çalışmasında ‘‘sosyal sorumluluğun kurumun sadece ekonomik ve yasal yükümlülüklerden değil, aynı zamanda bu yükümlülüklerin ötesinde topluma karşı sorumluluklarından da oluştuğunu ifade etmektedir’’(Aktaran: Ganescu, Gangone, 2013: 122). Kurumsal sosyal sorumluluk kurumun imajına ve itibarına olumlu yönde etki etmektedir. Bundan dolayı kurumlar sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmeye yönelmektedirler (Balta Peltekoğlu, 2007: 193). Davis’e (1960) göre sosyal sorumluluğun farklı iki yüzü bulunmaktadır. Bir tarafta iş adamları, toplumda ekonomiye yön vermelerinden itibaren kamu refahını etkileyen ekonomik gelişmeler ile ilgili topluma karşı yükümlülüklerinin olduğunun farkına varmaktadırlar. Diğer yandan ise, oldukça farklı bir sosyal sorumluluk çeşidi bulunmaktadır. Bu boyutta bir iş adamından beklenen eğitim vb. insani değerlere dayalı yükümlülükler bulunmaktadır. Bu insani değerler ekonomik değer tablosunda ölçümlenemeyecek değerlerdir. Buna göre sosyal sorumluluk kavramı başkalarına yönelik gerçekleştirilmesi beklenen hem ekonomik hem de insani yükümlülükleri ifade etmektedir. Sosyal sorumluluk denildiğinde her ne kadar popüler kullanımı insani yükümlülükler boyutunda ele alınsa da sosyal sorumluluğun ekonomik yükümlülükleri de yadsınamaz bir boyutunu oluşturmaktadır (Davis, 1960: 70-71). Kurumsal sosyal sorumluluk tartışmasının özünde kurumların temel yükümlülüklere uyma, kuruma zarar verebilecek durumları azaltma haricinde kuruma değer yaratma konusuna önem vermeleri gerekliliği yatmaktadır. Bu bakış açısı kurumsal sosyal sorumluluk söyleminin merkezi hâline gelmiştir. Kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerine ilişkin sürdürülen bu tartışmada özel sektörün; büyümenin başat aracı konumunda olduğu; değer ve yönetimsel kaynakların temel değeri olduğu; ekonomik gelişmeye ve fırsat yaratmaya katkıda bulunma zorunluluğuna sahip olduğu gibi konular üzerinde durulmuştur. Bundan dolayı kıtlık ve gittikçe azalan kaynakların olduğu dünyada kurumsal sosyal sorumluluk aktif bir role sahip olmaktadır (Jamali ve Mirshak, 2007: 244). Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Boyutları Kurumsal sosyal sorumluluk kavramı iki değişmez temele; toplumun hedef ve değerlerine dayanmaktadır. Bu temellerden ilki kurumun toplumun memnuniyeti için var olmasıdır; kurumun davranışları ve işleyiş yöntemi toplum tarafından belirlenen kurallar çerçevesinde yer almalıdır. Hükümetler gibi kurumlar da hak ve yükümlülükler dizisinden oluşan sosyal sözleşmeye sahiplerdir. Sözleşme özellikleri toplumsal koşullar değiştikçe farklılaşabilmektedir. Ancak genel olarak sözleşme, her zaman iş yasasının kaynağı olarak kalmaktadır. Bu sosyal sözleşme toplumun hedefleri ile uyum sağlayacak bir iş davranışına dayanan araçtır. Sosyal sorumluluk kavramında vurgulanan ikinci temel ise kurumun toplum içinde toplumun manevi açıdan vekili olarak davranmasıdır. Devletler Sayı 40 /Bahar 2015 317 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi gibi kurumlar da toplumsal değerleri güçlendirip ve yansıtmaktadırlar (Wartick, Cochran, 1985: 759). Carroll (1991) çalışmasında kurumsal sosyal sorumluluk piramidi isminde bir model geliştirmiştir. Bu modele göre kurumsal sosyal sorumluluğun ekonomik, yasal, etik ve hayırseverlik olmak üzere dört boyutu bulunmaktadır. Şekil1: Carroll’un Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi (1991) Kaynak: A.B. Carroll, ‘‘The Pyramid of Corporate Social Responsibility: Toward the Moral Management of Organizational Stakeholders’’, Business Horizons (July-August 1991) s.39-48, s.42 Carroll’un Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin bir boyutunu ekonomik sorumluluklar oluşturmaktadır. Toplumsal yaklaşımının aksine, ekonomistler kurumların ana görevlerinin kurum sahipleri ve paydaşları için kârı maksimize etmeleri gerektiğini ileri sürerek sosyal fonksiyonları ekonomik fonksiyonlardan ayırmaktadırlar (Okpara, Kabongo, 2013: 129). Kurumlar topluma mal ve hizmet sağlamak için kurulan kuruluşlardır ve kâr amacı kurumların girişimciliği için birincil teşviktir. Yöneticiler de hissedarların varlıklarını maksimum seviyeye çıkarmakla yükümlüdürler (Fadun, 2014: 18). Kurumsal sosyal sorumluluk piramidinin ekonomi boyutu kurumların temelinde kâr amacı güttüklerini belirtmektedir. Kâr amacı gütmek her ne kadar sosyal açıdan kurumun amacı olmasa da kurumu motive eden en önemli etkendir ve ticari risk alan bireyler için bir ödül niteliğindedir. Bunu ‘sosyal’ sorumluluk olarak düşünmek her ne kadar garip görünse de ekonomik sorumluluklar kurumsal sosyal sorumluluğun bir boyutunu oluşturmaktadır. Çünkü sosyo-kapitalist sistem kurumların ekonomik kuruluşlar olmasını gerektirir ve serbest girişim ekonomisinde (free enterprise economy) kâr getirmek en önemli unsurdur (Carroll, 2000: 35). Kurumsal sosyal sorumluluk piramidinin ekonomik sorumluluklar boyutuna bu bağlamda bakıldığında, kurumların kâr getirmek için sosyal 318 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sevda Deneçli sorumluluk projeleri gerçekleştirmekte olduğu ve gerçekleştirmiş oldukları projelerin de daha sonra kuruma kâr olarak geri dönüşüm sağladığını ileri sürülebilmektedir. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin bir diğer boyutu ise, yasal sorumluluklardır. Bir ticari kuruluşun kâr amacı ile işletilmesi kabul görmüş iken; kurumların mevzuat ve kurallara uyması da beklenmektedir (Fadun, 2014: 18). Kurumun yasal sorumluluğu mevzuat ve faaliyet gösterdiği toplumun kuralları tarafından meydana gelen yükümlülükleri üstlenmesini ifade eder. Yasal sorumluluk kapsamına göre, kimileri daha fazla yasayı kapsayan bir genişlemeye gidilmesini savunmaktadır. Yasaların genişletilmesini savunanlar kurumsal sosyal sorumluluğun yerine getirilmesi için bunun bir gereklilik olduğunu ifade etmektedirler. (Okpara, Kabongo, 2013: 130). Kanun, adalet ya da iş ahlakı kavramlarını ifade ederek toplumda ‘kodlanmış etik’i yansıtır ve yasa koyucular tarafından onaylanır (Carroll, 2000: 35) . Örneğin bir kurumun, çalışanlarının güvenliklerini sağlamak adına iş güvenliği gerekliliklerini yerine getirmesi kurum için yasal bir yükümlülüktür. Yasal açıdan mecburi olan bu yükümlülük kurumun işçisine değer vermesi bakış açısı ile ele alındığında ise sosyal sorumluluğun bir boyutunu oluşturmaktadır. Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin üçüncü boyutunu ise etik sorumluluklar oluşturmaktadır. Ekonomik ve yasal sorumluluklar kâr, adalet ve doğruluk gibi konuları içerirken; etik sorumluluklar toplum tarafından kabul edilen ya da kabul edilmeyen uygulamaları ve faaliyetleri kapsamaktadır. Etik sorumluluklar denildiğinde yöneticilerin doğru ve yanlış iş davranışları ve yönetim değerleri gibi konular anlaşılmaktadır. Özünde etik, hukuk ya da düzenlemelerin oluşumunun arkasındaki temel itici güç konumundadır. Ayrıca etik sorumluluklar, işletmeler tarafından karşılanması beklenen toplumda ortaya çıkan değerler ve normları içine almaktadır. Kimi zaman bu değerler ve normlar yasa gereği beklenenden daha yüksek standartlara gerek duymaktadır (Fadun, 2014: 18-19). Etik sorumluluklar; tüketicilerin, çalışanların, paydaşların ve toplumun neyi adil, dürüst olarak kabul ettiği hakkındaki endişeleri yansıtan standartlar, normlar ya da beklentileri içermektedir. (Okpara, Kabongo, 2013: 129; Carroll, 2000: 36). Örneğin bir kurumun çalışanlarına ödediği ücret ya da onlara sağladığı imkanlar yasal zorunluklar içine girmez, ancak çalışanlarına hak ettikleri ücreti ödemesi ya da onları manevi açıdan tatmin etmesi kurumun etik sorumlulukları boyutunu oluşturmaktadır. Kurumun etik davranarak iç hedef kitlesini memnun etmesi, etiğin kurumsal sosyal sorumluluğun bir boyutunu nasıl oluşturduğunu gözler önüne sermektedir. Carroll’un Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin dördüncü ve en son boyutu ise, hayırseverlik (philanthropic) boyutudur. Hayırseverlik, kurumun iyi bir tüzel kişi olması adına kurumun yaptıklarının insanların refahı ya da yararı doğrultusunda olması için kurumu zorunlu kılar. Hayırseverlik halkla ilişkiler çalışmaları gerçekleştirmek, iyi vatandaş olmak, eğitime ya da topluma katkıda bulunmak vb. amaçların kurumlar tarafından gönüllü olarak gerçekleştirilmesi olarak tanımlanabilmektedir. Etik sorumluluklar ile hayırseverlik arasındaki ana fark, etik unsurların etik ve ahlaki hislerin sonucu oluşması, hayırseverliğin ise gönüllü ya da kurumun isteğine bağlı olarak oluşmasıdır. Yani hayırseverlik etik ile aynı ahlaki zorunluluk derecesine sahip değildir. Ekonomik ve yasal sorumluluklar kurumların zorunlulukları, etik davranışlar, politikalar ve uygulamalar Sayı 40 /Bahar 2015 319 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi kurumdan beklentiler iken hayırseverlik hem beklenti hem arzudur. (Carrolls, 2000: 37; Fadun, 2014: 19). Örneğin insanlar kurumların bağışta bulunmalarını, kolaylıklar sağlamalarını vb. yardımlarda bulunmalarını beklerler ama kurumun bu beklentileri gerçekleştirmemesi durumunda kurumu etik olmayan bir kurum olarak görmezler. Çünkü bu beklentiler etiğe dayalı değildir. Kurumun bu beklentileri gerçekleştirmesi kurumun hayırseverliği ile doğru orantıdadır. Dolayısıyla hayırseverlik kurumun cömert olarak algılanması bağlamında daha etkilidir çünkü daima kurum tarafından sağlanması beklenen sosyal beklentiler vardır. (Okpara, Kabongo, 2013: 129). Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları, özellikle işletmenin ana faaliyet alanlarını destekleyerek ve kurumun misyonuna ulaşmasını gerçekleştirmesinde kurum etkinliğine katkıda bulunarak bir getiri sağlaması durumunda stratejik olmaktadır (Burke ve Logsdon, 1996: 496). Du ve diğerleri (2010) kurumsal sosyal sorumluluk iletişiminin işletme getirisi üzerindeki rolüne ilişkin çalışmalarında kurumsal sosyal sorumluluğun uzun vadede kurum ve marka imajı oluşuna etki ettiğini ortaya koymuşlardır. Lai ve diğerleri (2010) ise çalışmalarında kurumsal sosyal sorumluluğun ve kurum itibarının endüstriyel marka değeri üzerinde olumlu etkisi olduğunu saptamışlardır. Bu ve benzeri çalışmalar göz önünde bulundurulduğunda kurumsal sosyal sorumluluğun kurumun toplumda belli bir yer edinmesi, güçlü bir imaja sahip olması, itibarının güçlenmesine yardımcı olduğundan söz edilebilir. Bu olumlu etkinin kurumun sahip olduğu markanın tanınması ve hatırlanmasına etki ettiği görülmektedir. Bu doğrultuda marka farkındalığının oluşmasına katkıda bulunup bulunmadığı konusunu da akla getirmektedir. Marka farkındalığı, satın alma faaliyetini gerçekleştiren bireyin belirli bir ürün kategorisine ait markayı tanıması ya da hatırlaması anlamına gelmektedir (Aaker, 1991: 61). Markayı tanıma markanın görsel özelliklerinin gösterilmesi durumunda ya da bu özellikler ile ilişkili ipuçları verilmesi durumunda markanın isminin bilinmesini ifade etmektedir. Markayı hatırlama ise tüketicinin ürününe işlevine ihtiyaç duyması durumunda aklına bir markanın gelmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Keller, 2008: 54; Babür Tosun, 2014: 131). Marka farkındalığı markanın tüketicilerin zihninde ne şekilde yerleşmiş olduğunu ifade etmektedir. Aaker marka farkındalığını; markayı bireyin daha önce duyup duymadığına ilişkin “markayı tanıma”; bir ürün grubuna ilişkin markalar sorulduğunda hangi markanın hatırlandığına ilişkin “markayı hatırlama”; markayı hatırlama esnasında ilk akla gelen marka ismi anlamına gelen “akılda kalan ilk marka”; hatırlanan tek marka anlamına gelen “zihinde markanın hâkimiyeti”; markanın neyi temsil ettiğini bilme anlamına gelen “marka bilgisi”; bireyin marka hakkında bilgisinin olması anlamına gelen “marka fikri” olmak üzere farklı seviyelerde ele almıştır (Aaker, 1996: 114-115). Bu araştırmada, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin marka farkındalığı üzerindeki etkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma kapsamında Türkiye pazarında en popüler iki cep telefonu markası ele alınmıştır. Söz konusu markaların araştırma kapsamında tercih edilmesinin nedeni, markalardan birisinin sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiriyor, diğerinin ise gerçekleştirmiyor olmasıdır. Sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiren marka Türkiye’de pazar lideri, diğer marka ise pazar payı itibariyle onu takip 320 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sevda Deneçli eden konumdadır. Bununla birlikte Türkiye pazarına girdiği günden bugüne hiçbir sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmemiş olan marka, cep telefonu markaları içerisinde en sevilen marka olarak anılmaktadır. Pazarın lideri konumunda olan söz konusu markalardan birinin sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirip diğerinin gerçekleştirmiyor olmasının araştırmanın kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin marka farkındalığı üzerindeki etkisini ortaya çıkarmasına yardımcı olacağı düşünülmüştür. Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren marka, son dönemde işitme engellilere yönelik görüntülü çağrı merkezi projesi gerçekleştirmiş ve bu projeyle ilgili bilgiler özellikle sosyal medyada yaygın bir biçimde yer almıştır. Araştırmada test edilmek üzere aşağıdaki hipotezler geliştirilmiştir: • H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın farkındalık düzeyi, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markanın farkındalık düzeyinden daha yüksektir. • H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemde gerçekleştirdiği projeden haberdar olanların markaya ilişkin farkındalık düzeyi projeden haberdar olmayanlarınkinden daha yüksektir. • H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayı kullanan tüketiciler içerisinde markanın son dönemde gerçekleştirdiği projeden haberdar olanların markaya ilişkin farkındalık düzeyi projeden haberdar olmayanlarınkinden daha yüksektir. • H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markayı kullanan tüketiciler içerisinde sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemde gerçekleştirdiği projeden haberdar olanların markaya ilişkin farkındalık düzeyi projeden haberdar olmayanlarınkinden daha yüksektir. Yöntem Katılımcılar Araştırma kolayda örnekleme yöntemiyle ulaşılmış 141 kişi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların % 54’ü erkeklerden, % 74’ü ise 18-29 yaş aralığındaki kişilerden oluşmaktadır. Katılımcıların % 69’u üniversite mezunu olup % 64’ünün gelir düzeyi 1.000 TL ile 5.000 TL arasındadır. Demografik veriler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: Sayı 40 /Bahar 2015 321 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi Tablo 1: Demografik Veriler Demografik Veriler Frekans Yüzde Cinsiyet 76 65 37 68 22 14 44 90 7 28 45 45 23 54 46 26 48 16 10 31 64 5 20 32 32 16 Yaş Eğitim Gelir Erkek Kadın 18–24 25– 29 30–39 40 ve üzeri Lise Lisans Lisans üstü 1.000 TL’den az 1.000 TL–2.999TL 3.000 TL–4.999 TL 5.000 TL ve üzeri Katılımcıların % 50’si (n=70) sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın ürününü en az son bir yıldır kullandığını; katılımcıların % 46’sı (n=65) ise diğer markanın ürününü en az son bir yıldır kullandığını belirtmiştir. Katılımcılar içerisinden sadece 7 kişi her iki markanın ürününü de son 1 yıldır kullandığını ifade etmiştir. Katılımcıların % 40’ı (n=57) sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemde gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projesinden haberdar olduğunu belirtmiştir. Veri Toplama Aracı Araştırmada katılımcıların marka farkındalığını değerlendirmek amacıyla Oh (2000) tarafından geliştirilmiş ölçek kullanılmıştır. Ölçek, 5’li Likert ölçeğinde (5: kesinlikle katılıyorum, 1: kesinlikle katılmıyorum) düzenlenmiş toplam 5 ifade (“Bu markaya son derece aşinayım”, “Bu marka çok iyi bilinen bir markadır”, “Bu marka çok görünür bir markadır”, “Bu marka çok duyulan bir markadır”, “Bu marka çok meşhur bir markadır”) içermektedir. Buna göre ölçekten elde edilen puanın yüksekliği kişinin marka farkındalığının yüksek olduğunu, düşük puan ise tam tersi bir durumu göstermektedir. Ölçek için hesaplanan Cronbach’s Alpha değeri 0,89’dur. Araştırmada katılımcılara söz konusu markaların cep telefonlarını en az son bir yıldır kullanıp kullanmadıkları sorulmuştur. (“En az son bir yıldır ... marka cep telefonunu kullanıyorum”) Katılımcılara ayrıca sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemde gerçekleştirdiği projeden haberdar olup olmadıkları sorulmuştur (... markasının son dönemde gerçekleştirmiş olduğu projesini duydunuz mu?). İstatistik Analizler Araştırmada tüketicilerin araştırma kapsamında ele alınan her iki markaya yönelik marka farkındalıkları arasında anlamlı farklılık olup olmadığının incelenmesi amacıyla eşleştirilmiş t testi kullanılmıştır. Sosyal sorumluluk projesinden haberdar olan ve olmayan 322 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sevda Deneçli katılımcıların sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın farkındalığına ilişkin değerlendirmelerinin farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla bağımsız t testi gerçekleştirilmiştir. Söz konusu analiz sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın ürününü kullanan ve diğer markanın ürününü kullanan tüketiciler dikkate alınarak tekrar edilmiştir. Bulgular Araştırmada tüketicilerin araştırma konusu cep telefonu markalarına yönelik farkındalık düzeyleri incelendiğinde (Tablo 2) tüketicilerin her iki markaya ilişkin farkındalığa sahip olduğu görülmektedir (sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren marka=4,15; sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen marka=4,39). Buna göre tüketiciler her iki marka için de bu markalar hakkında çok şey duyduklarını ve markalara aşina olduklarını ifade etmektedir. Her iki marka için elde edilen marka farkındalığı değerlerinin anlamlı farklılık gösterip göstermediği eşleştirilmiş t testi ile analiz edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre tüketicilerin marka farkındalığının sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markada gerçekleştirmeyen markaya kıyasla daha düşük olduğu (p<0,05) ortaya çıkmıştır (Hipotez 1 Ret). Pazar lideri olmasına karşın sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın farkındalık düzeyinin diğer markaya kıyasla görece daha düşük olduğu görülmektedir. Tablo 2: Marka Farkındalık Düzeyleri ve Eşleştirilmiş t Testi Sonuçları n=141 O Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren Markayla İlgili Farkındalık 4,15 Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştirmeyen Markayla İlgili Farkındalık 4,39 SS Eşleştirilmiş t Testi Sonuçları t p -2,78 0,01* 0,73 0,78 * p<0,05 Tüketicilerin (n=141) sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markaya yönelik farkındalık düzeyinin markanın son dönemde gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projesinden haberdar olma durumlarına göre farklılık gösterip göstermediği t testi ile incelenmiştir (Tablo 3). Elde edilen sonuçlara göre markanın gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projesinden haberdar olan tüketicilerin (n=57), haberdar olmayanlara (n=80, 4 katılımcı ilgili soruyu yanıtsız bırakmıştır) kıyasla markayla ilgili farkındalığının anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır (projeden haberdar olanların marka farkındalığı =4,34; projeden haberdar olmayanların marka farkındalığı =4,00; t=2,76, p<0,05; Hipotez 2 Kabul). Buradan hareketle sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemde gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projesinin tüketiciler tarafından biliniyor olmasının markayla ilgili farkındalık düzeyini artırdığı söylenebilir. Projeden haberdar olanların marka farkındalık düzeyinin, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen diğer markanın farkındalık düzeyine yakın olması dikkat çekicidir. Tablo 3: Tüketicilerin Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren Markaya Yönelik Farkındalık Sayı 40 /Bahar 2015 323 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi Düzeyinin Markanın Son Dönemde Gerçekleştirdiği Projeden Haberdar Olma Durumlarına Göre Farklılığına İlişkin t Testi Sonuçları N O SS Sosyal Sorumluluk Projesinden Haberdar Olanlar 57 4,34 0,67 Sosyal Sorumluluk Projesinden Haberdar Olmayanlar 80 t Testi Sonuçları t p 2,76 4,00 0,01* 0,76 * p<0,05 Yukarıda gerçekleştirilen analiz sadece sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayı kullananlar (n=70) dikkate alınarak tekrar edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre (Tablo 4); sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayı kullanan tüketiciler içerisinde markanın son dönemdeki sosyal sorumluluk projesinden haberdar olanların (n=33) marka farkındalığının, projeden haberdar olmayanlarınkine (n=34, 3 katılımcı ilgili soruyu yanıtsız bırakmıştır) kıyasla anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır (projeden haberdar olanların marka farkındalığı =4,55; projeden haberdar olmayanların marka farkındalığı =4,12; t=2,52, p<0,05; Hipotez 3 Kabul). Buna göre sadece markayı fiilen kullananlar dikkate alındığında, markanın gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projesi hakkında bilgi sahibi olunmasının marka farkındalığını artırdığı görülmektedir. Öte yandan projeden haberdar olan marka kullanıcılarının markayla ilgili farkındalığının, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markanın farkındalık düzeyinden daha yüksek bir değer olduğu dikkat çekicidir. Buna göre sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirerek marka farkındalığını kendisinden daha yüksek farkındalık düzeyine sahip rakip markanınkinden yukarı taşıdığı ileri sürülebilir. Tablo 4: Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren Markayı Kullananların Farkındalık Düzeyinin Markanın Son Dönemde Gerçekleştirdiği Projeden Haberdar Olma Durumlarına Göre Farklılığına İlişkin t Testi Sonuçları n O SS Sosyal Sorumluluk Projesinden Haberdar Olanlar 33 4,55 0,55 Sosyal Sorumluluk Projesinden Haberdar Olmayanlar 34 4,12 0,53 t Testi Sonuçları t p 2,52 0,01* * p<0,05 Marka farkındalığına ilişkin farklılık analizi diğer markayı kullananlar (n=65) dikkate alınarak tekrar edildiğinde (Tablo 5); söz konusu markayı kullanan tüketiciler içerisinde sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemdeki projesinden haberdar olanlar (n=26) ile haberdar olmayanların (n=38, 1 kişi ilgili soruyu yanıtsız bırakmıştır) 324 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sevda Deneçli sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayla ilgili farkındalık düzeylerinin anlamlı düzeyde farklılık göstermediği ortaya çıkmaktadır (projeden haberdar olanların marka farkındalığı=4,08; projeden haberdar olmayanların marka farkındalığı =3,74; t=1,56, p>0,05; Hipotez 4 Ret). Buna göre sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markayı fiilen kullananlar dikkate alındığında, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın projesi hakkında bilgi sahibi olan ve olmayanlar arasında söz konusu markanın farkındalık düzeyinin farklılık göstermediği görülmektedir. Bununla birlikte, her ne kadar istatistik olarak anlamlı bir sonuç elde edilmemiş olsa da projeden haberdar olan diğer marka tüketicilerinin sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayla ilgili farkındalık düzeyinin projeden haberdar olmayanlara kıyasla daha yüksek olduğu, başka deyişle rakip ürünü kullanan tüketicilerde marka farkındalığı yarattığı söylenebilir. Tablo 5: Diğer Markayı Kullananların Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren Markayla İlgili Farkındalık Düzeyinin Markanın Son Dönemde Gerçekleştirdiği Projeden Haberdar Olma Durumlarına Göre Farklılığına İlişkin t Testi Sonuçları n O SS Sosyal Sorumluluk Projesinden Haberdar Olanlar 26 4,08 0,81 Sosyal Sorumluluk Projesinden Haberdar Olmayanlar 38 3,74 t Testi Sonuçları t p 1,56 0,12 0,87 Sonuç Geçmişten günümüze her geçen gün kurumlar açısından daha da çok önem kazanan kurumsal sosyal sorumluluk gerek ekonomik, gerek yasal, gerek etik gerekse hayırseverlik boyutunda çoğu kurum tarafından gerçekleştirilmektedir. Carroll’un (1991) Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi isimli çalışmasında ortaya konulan ve kurumsal sosyal sorumluluğun iki boyutunu oluşturan ekonomik ve yasal sorumluluklar, kurumların kurumsal sosyal sorumluluk projelerini ekonomik ve yasal açıdan mecburen gerçekleştirmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Piramidin üçüncü boyutunu oluşturan etik ise kurumlar tarafından beklenen, tüketicilere yönelik değil, çalışanları, tedarikçileri vb. iç hedef kitlesine yönelik gerçekleştirdiği kurumsal sosyal sorumluluk projeleri olmasından ötürü bu boyutun da kurum ile tüketici arasındaki ilişkiye bir etkisi olmadığı söylenebilir. Kurumsal sosyal sorumluluk piramidinin son basamağını oluşturan hayırseverlik boyutunun tüketiciler tarafından arzu edilen bir durum olması gerçekleştirilen kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin kurum ile tüketicisi arasındaki bağa etki edebileceği düşüncesini doğurmaktadır. Tarihte soyluların, sosyal yükümlülükler üstlenerek toplumda imtiyazlı konumlarının tanınmalarını sağlamaları, kurumsal bağlamda ele alındığında, kurumların yaptıkları kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ile hedef kitlede marka farkındalığı yaratabilme çabaları olarak ifade edilebilir. Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin Sayı 40 /Bahar 2015 325 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi marka farkındalığına etkisini ölçümlemek adına gerçekleştirilen bu araştırma sonuçları, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin tüketicinin marka farkındalığı üzerinde etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte elde edilen sonuçlar kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin özellikle markayı kullanan tüketicilerin marka farkındalığını artırdığını göstermektedir. Araştırma kapsamında ele alınan iki markadan sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markanın marka farkındalığı diğer markadan daha yüksek çıkmıştır. Bunun temelinde söz konusu markanın tüketici nezdinde diğer markaya kıyasla daha popüler bir marka olarak görülmesinin bulunduğu ileri sürülebilir. Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren marka her ne kadar marka farkındalığı itibariyle diğer markanın gerisinde kalmış olsa da sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiriyor olması, özellikle kendi ürünlerini kullanan tüketiciler üzerinde etkili olmakta ve kendi ürününü kullanan tüketicilerin marka farkındalığının diğer markanın farkındalık düzeyine yakın seviyeye gelmesine yardımcı olmaktadır. Analizlerde istatistik olarak anlamlı çıkmamış olmasına rağmen diğer markanın kullanıcılarının sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markaya yönelik farkındalıklarının da projeden haberdar olmaları durumunda artış gösterdiği görülmektedir. Bu nedenlerden ötürü markaların marka farkındalığını artırmak için kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden yararlanmalarının önemli olduğunu söylemek mümkündür. Markaların özellikle bu tür projelerin iletişimini tüketicilerin projelerden haberdar olacak şekilde gerçekleştirmesi, marka farkındalığı oluşturma ya da farkındalığı artırma konusunda etkin sonuçlar elde etmelerine yardımcı olacaktır. Kaynaklar Aaker, David A., (1991). Managing Brand Equity, New York: The Free Press. Aaker, David A., (1996). ‘‘Measuring Brand Equity Across Products and Markets’’, California Management Review, Vol.38 No.3. s.103-120. Andre, C. ve Velasquez, M. (1992). ‘‘The Common Good’’, Issues in Ethics, Vol.5 No.1, Santa Clara University, http://www.scu.edu/ethics/publications/iie/v5n1/common. html erişim 10.03.2015 ; 14:08) Babür Tosun, Nurhan, (2014). Marka Yönetimi, İstanbul: Beta Yayınevi Balta Peltekoğlu, Filiz, (2007). Halkla İlişkiler Nedir?, 5. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları Bowen, Howard R. (2013). Social Responsibilities of the Businesman, USA: University of Iowa Press Burke, L. & Logsdon, J.M. (1996). ‘‘How Corporate Social Responsibility Pays Off’’, Long Range Planning, Vol.29 No.4, s.495-502. Carroll, Archie. B., (1979). ‘‘A Three-Dimensional Conceptual Model of Corporate Performance’’, Academy of Management Review. Vol.4 No.4, s.497-505. 326 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Sevda Deneçli Carroll, Archie. B., (1991).‘‘The Pyramid of Corporate Social Responsibility: Toward the Moral Management of Organizational Stakeholders’’, Business Horizons (July-August 1991), s.39-48 Carroll, Archie., B. (2000). ‘‘Ethical Challenges for Business in the New Millenium: Corporate Social Responsibility and Models of Management Morality’’, Business Ethics Quarterly, Vol.10 Issue.1, s.33-42 Crouch, C. (2010). ‘‘CSR and Changing Modes of Governance: Towards Corporate Noblesse Oblige?’’ Peter Utting ve Jose Carlos Marques (der.) Corporate Social Responsibility and Regulatory Governance: Towards Inclusive Development?, London: PalGrave Çolakoğlu, Bengü Emine, (2008). Reklam: Araştırma, İnceleme, Gözlem, İstanbul: Yalın Yayıncılık Davis, Keith, (1960). ‘‘Can Business Afford to Ignore Social Responsibilities?’’, California Management Review, Vol.2, s.70-76 Du, S., Bhattacharya, C.B., ve Sen, S. (2010). ‘‘Maximizing Business Returns to Corporate Social Responsibility (CSR): The Role of CSR Communication’’, International Journal of Management Reviews, s.8-19 Fadun, Solomon Olajide, (2014). ‘‘Corporate Social Responsibility (CSR) Practices and Stakeholders Expectations: The Nigerian Perspectives’’, Vol.1 No.2, s.13-31 Ganescu, C. ve Gangone, A. (2013). ‘‘A Perspective on the Applicability of the Quadripartite Model of Corporate Social Responsibility in the Organizations of the Western Development Region, Romania’’, Economia Seria Management, Vol.16 Issue.1, s.121-134 Hartman, L.P., Rubin, R.S. ve Dhanda, K.K. (2007). ‘’The Communication of Corporate Social Responsibility: United States and European Union Multinational Corporations’’, Journal of Business Ethics, Vol.74, s.373-389 Ilıcak Aydınalp, Güzin, (2013). Halkla İlişkiler Ekseninde Kurumsal Sosyal Sorumluluk, Ankara: Nobel Jamali, D. ve Mirshak, R., (2007). ‘‘Corporate Social Responsibility (CSR): Theory and Practice in a Developing Country Context’’, Journal of Business Ethics, Vol.72, s.243-262 Keller, Kevin Lane, (2008). Strategic Brand Management- Building, Measuring and Managing Brand Equity. New Jersey: Prentice Hall. Lai, C. S., Chiu, C. J., Yang, C. F. & Pai, D. C. (2010). ‘‘The Effects of Corporate Social Responsibility on Brand Performance: The Mediating Effect of Industrial Brand Equity and Corporate Reputation’’. Journal of Business Ethics, Vol.95, s.457-469 Luo, X. ve Bhattacharya, C.B. (2006). ‘’Corporate Social Responsibility, Customer Satisfaction, and Market Value’’, Journal of Marketing, Vol.70. s.1-18 Sayı 40 /Bahar 2015 327 Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi Mintzberg, Henry, (1983). ‘‘The Case for Corporate Social Responsibility’’ Journal of Business Strategy, Vol.4 No.2, s.3-15 Oh, Haemoon, (2000). ‘‘The Effect of Brand Class, Brand Awareness, and Price on Customer Value and Behavioral Intentions’’, Journal of Hospitality and Tourism Research, Vol.24 No.2, s.136-162 Okpara, J. O. ve Kabongo, J. D. (2013). ‘‘Corporate Leaders’ Perceptions About Corporate Social Responsibility: An Exploratory Analysis’’ Samuel O. Idowu, Rene Schmidpeter (der.) Corporate Social Responsibility: Challanges, Opportunities and Strategies for 21st Century Leaders, Springer Wartick, S.T. ve Cochran, P.L. (1985). ‘‘Evolution of the Corporate Social Performance Model’’, Academy of Management Review, Vol.10 No.4, s.758-769 328 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇stemi* Gazi News System (GNS) with Reporting, News, Editor, Archive and Search Features Muzaffer ŞAHİN, Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Medya, Gazetecilik, Muhabir, Haber, Editör, Haber Arşivi, Haber Arama, Haber Yazılımı. Öz Haber, fotoğraf ve görüntü okuyucunun-izleyicinin önüne gelene kadar belirli aşamalardan geçer. Muhabir haberini yazar, editör yazılan haber metnini inceler, yayınlar veya yayınlamaz. Haberin oluşturulma ve yayın sürecinde haber yazılım sistemlerine ihtiyaç bulunmaktadır. 1980’lerden itibaren Türkiye’de geliştirilmeye başlanan haber yazılım sistemleri sayesinde, haberin oluşturulmasından yayınlanmasına kadar olan süreçler yenilenmiş ve hızlandırılmıştır. Medyanın talepleri dikkate alınarak uygun yazılımlar üretilmektedir. İnternet gazeteciliğindeki sayfa düzenlemeye ilişkin editör yazılımları oldukça basitleştirilmiştir Gazetecilik eğitiminde haber yazma, edit etme, arşivleme ve arama amaçlı haber yazılım sisteminin oluşturulması da bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmıştır. Bu çerçevede Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü bünyesinde başlatılan ve yine Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Proje Birimince desteklenen (BAP) Gazi Haber Sistemi (GHS) yazılımı 1,5 yılda tamamlanmıştır. Yazılım, halen “Gazete Gazi” muhabir ve editörleri tarafından etkin bir şekilde kullanılmaktadır, ayrıca uygulamaya yönelik gazetecilik derslerinde de eğitim öğretim hizmetine açıktır. Bunun yanı sıra uzaktan eğitime destek olma kabiliyeti de bulunmaktadır. Bu makalede GHS hakkında detaylı bilgi verilmektedir. Keywords: Media, Journalism, Correspondent, News, Editor, News Arcive, News Search, News Software. Abstract There are series of processes that news; photographs and images have to go through before they are presented to the viewer. After the correspondent writes the news article, the editor reviews the piece and decides on whether to publish it or not. Since the 1980s, with the help of the news writing systems that were developed in Turkey, the process of news writing and publishing have been expedited and improved considerably. In the field of educational Journalism, there has been a need for a software system tool that can help and direct students for the purposes of writing, editing, archiving, news searching and managing in an effective and efficient manner. For that matter, Gazi University Faculty of Communication and Journalism has established the ‘Gazi News System’ (GNS) with the support of the university’s Faculty of Scientific Research and Projects that helped develop the software, which has taken around 1,5 years to complete. At present, the editors and writers of ‘Gazi News’ are using the GNS Software for their news management capabilities. The software is also eligible to be used during the journalism application courses offered at Gazi University. Furthermore, GNS is practical and proficient for distance-learning education programs. This article presents detailed information about the GNS software and its utilities. *: Gazi Haber Sistemi (GHS), Gazi Üniversitesi BAP birimince desteklenen, 16.03.2015 tarih ve 2015/03 nolu toplantıda Kesin Rapor’u kabul edilen 23/2013-01 kodlu projedir. Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi Giriş “Muhabir-Haber-Editör” yazılımı olarak adlandırılan haber yazılım sistemleri günümüz profesyonel medya kuruluşlarında haber yazma, redaksiyon ve yayın sürecinde kullanılmaktadır. Birçok habercilik tekniğinin ilk başlatıldığı kurumlar olma vasfı nedeniyle bu tür yazılımlar öncelikle haber ajanslarında denenmiştir. Ajansların haber yazılım sistemlerine entegre olmaya çalışan gazete, dergi, radyo ve televizyonlar da kendi teknik altyapılarına uyumlu yazılımları geliştirerek kullanmaya başlamışlardır. Haber ajansları; haber toplama, işleme ve dağıtma işlevini (Girgin, 2002: 96) yerine getirirken haber yazılımlarına duydukları ihtiyacı her geçen yıl geliştirmektedirler. Haber yazılım sistemleri oluşturulurken gazetecilikteki haber üretim ve yayınlama süreçleri fonksiyonel özellikleri ile dikkate alınmıştır. Haberin üretim, denetim ve yayını ile birlikte onu tamamlayan fotoğraf, grafik ve video gibi unsurlar da sisteme dahil edilmiştir. Gazetecilikte ana yapının işlevi; haberin yazılması, düzeltilmesi-düzenlenmesi ve yayınlanmasıdır. Yazılımlar da buna göre şekillenmektedir. Muhabir haberi ile ilgili malzemeleri toplar ve yazılı hale getirir. Muhabirin haber yazma anında haber yazılım sistemlerinin ona getirdiği birçok kolaylık vardır. Yazı büyüklüğü ve karakterinin seçilmesi, kopyala yapıştır, kes yapıştır işlemleri, kelime yazım denetimi ile yanlış yazımın denetlenip anında düzeltilmesi, arşivden yararlanma; isim, unvan yazılırken bunların anında görülüp seçilmesi ve benzeri uygulamalar muhabirin kolayca hızlı metinler yazmasını sağlamaktadır. Yazılan her haber redaksiyona tabi tutulur. Redaktör ve editörün haberdeki hataları düzeltme ve düzenleme yetkisi vardır. Muhabirin yazdığı haber, okunma-redaksiyon sürecinde gözden geçirilip denetlenir. Bu esnada haber metni üzerinde editörlük yetkileri kullanılır, destek unsurları gözden geçirilir. Editör, biçim ve özde haber yazım kurallarına uygun hale geldiğine inandığı metni yayınlar. Yayınlanması mümkün olmayan haberler editör tarafından muhabire iade edilir ve ret gerekçeleri izah edilir. Haberin görsel destek unsurları olan fotoğraf, video ve grafik için de iletim, işleme ve yayınlama süreçleri bulunmaktadır. Haberde olduğu gibi ilgili editörler görsel unsurlar üzerinde denetleme ve düzenleme yetkisini kullanıp yayınlar veya yayınlamaz. Bütün bu süreçlerde kullanılan temel araç “haber yazılım” sistemleridir. Makaleye konu olan Gazi Haber Sistemi (GHS), haber oluşturma sürecinde eğitim amaçlı bir araç olarak tasarlanmıştır. Öğrenci muhabirlerin bir yandan eğitimleri gerçekleştirilirken bir yandan da kolay bir teknikle hızlı haber yazmalarının sağlanması hedeflenmiştir. Editörlük işleminde eğitici fonksiyon dikkate alınmıştır. Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi (BAP) tarafından desteklenen (Proje Kodu: 23/20131) bu yazılım İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencilerinin uygulama birimi “Ajans Gazi İletişim” ve “Gazete Gazi” tarafından 3 ay süre ile test edilmiş ve sürecin tamamlanması ardından tam zamanlı ve anlık (online) kullanıma geçilmiştir. GHS, halen etkin ve verimli bir haber yazılım aracı olarak kullanılmaktadır. Haber yazımı, editöryal işlemler, haber yayını, haber arşivleme ve haber aramanın yanı sıra fotoğraf ve video ekleme imkanı, sistemin haber destek unsurlarını güçlendirmiş ve kolaylaştırmıştır. Bu makalede GHS girdi ve çıktılarıyla, kullanım yetkileriyle, arşiv ve arama kapasitesiyle anlatılmakta ve diğer iletişim fakültelerinin de eğitim-uygulama aşamalarında yararlanabilecekleri paylaşılmaktadır. Ayrıca habercilik hizmetlerine yönelik oluşturulan 330 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Muzaffer Şahin muhabir-haber-editör yazılım sistemleri hakkında genel bilgi aktarılmakta ve eğitim amaçlı olarak hazırlanan GHS tanıtılıp kullanımına ilişkin detaylı bilgi verilmektedir. Gazetecilikte Yeni Teknolojiler Son yıllarda gazetecilikte bilgisayar ve yazılım sistemlerinin gelişmesine daha çok tanık oluyoruz. İnternet haberciliğinde bu gelişimi yakından gözlemek mümkün. Profesyonel gazetecilik hizmetinin verildiği haber üretim süreçlerindeki teknik gelişmeleri okuyucu-izleyici kolayca takip edemeyebilir. Hedef kitle eline aldığı gazetede veya izlediği televizyon haberinde, hangi üretim süreçlerinin, hangi haber yazılımlarının kullanıldığını görme, tanıma ve anlama fırsatı bulamaz. Yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesi haber dağıtımı konusunu yeni bir boyuta taşımıştır. Günümüzde, gazeteciler elektronik nüshalarıyla okuyucuya ulaşmaya başlamış, bu durum gazete dağıtım maliyetlerini sıfıra indirirken, gelecekte kağıda basılı gazetelerin yok olacağı yönünde öngörüleri gündeme getirmiştir. New York Times gibi gazetelerin internet abonelerinin sayısı, basılı gazete abone sayısını geçmiştir. Ticaretin internete kaydığı, medya gruplarının online reklam ticaretlerini giderek geliştirdikleri düşünülürse dijital haber dağıtımın giderek artacağı açıktır. (Alemdar, Uzun, 2013:118-119) PC bilgisayar ile tablet ve cep telefonu gibi mobil ortamlar üzerinde yürütülen gazetecilik hizmetlerinde seçenekler o denli artmıştır ki bunların kullanımı ve yenilenmiş tekniklerine yetişmek bazen zorlaşmaktadır. Bilgisayarın yoğun olarak kullanıldığı gazetecilik sektöründe, hedef kitleye ulaştırılacak haberlerin yazılması, edit edilmesi ve iletilmesi haber yazılım sistemleri ile gerçekleştirilmektedir. Günümüz internet gazetelerinde bu tür yazılım hizmetini sağlayan çok sayıda kuruluş bulunmakta ve düşük maliyetlerle internet web gazete tasarımları kolaylıkla yapılmaktadır. (Bknz. Tasarım web sayfaları) 1 Haber Yazılımları ve Gazetecilik Gazetecilikte gelişen teknik altyapı ve onun sağladığı kolaylıklar, bilgisayarın yaygınlaşmasıyla ön almış, etkin, çok çeşitli içeriklerle hedef kitleye ulaşma imkanı doğmuştur. Dijital ortamlar metin yazmayı ve metinlere ulaşımı kolaylaştırmıştır. Bu noktada habercilerin dışındaki yapılanmaların etkinliği belirginleşmeye başlamıştır. Bilgi ve haber metinlerinin arama motorlarında yer almaları ve arama kriterlerine dahil edilmeleri başlı başına farklı sektörlerin gelişimini sağlamış, gazetecilerin haber-muhabir-editör yazılımlara yönelik özgün kod yazmaları tavsiye edilir olmuştur. Columbia Gazetecilik Okulu TOW Merkezi Direktörü Emily Bell, Reuters Enstitüsü’ndeki konuşmasında önemli bir çelişkiye işaret etmiş ve gazetecilerin özgün yazılımlar geliştirmelerini önermiştir:2 “Gazetecilik, silikon vadisine karşı inisiyatifi ele almalı: Artık okuyucuya hangi haberin ulaşacağı konusundaki karar, yayın organlarının verdiği bir karar olmaktan çıktı. Bu konuda belirleyici olan Silikon Vadisi’ndeki bir grup şirket…Genel olarak, para ve güçten bağımsızdır diye düşünmeyi sevdiğimiz dördüncü kuvvet şimdilerde, kendi üretimine sahip çıkamayan ya da nasıl dağıtılacağını 1 http://haberyazilimi.com/urunler/genel-ozellikler.html https://www.cmbilisim.com/haber-portali-20s.htm 2 http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/gazetecilik-silikon-vadisine-karsi-inisiyatifi-eline-almali,10830 Sayı 40 /Bahar 2015 331 Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi kontrol edemediği bir dünyaya aniden kayıverdi. Bunun gelişimi hepimizin önünde oldu ve gayet güzel kayda alındı. Ama bizler basit teknolojik gelişmelerden uzağız. Bu nedenle oluşan yeni dağıtım ve habercilik sistemlerini anlayamadık. Bunları doğru şekilde yönlendiremedik. Onun yerine bunlardan gelen gelirlere odaklandık ve organizasyonlarımızı bunlara göre değiştirdik. Böylece zaten zor bir iş olan gazetecilik, şimdilerde kaynak bulamayan fakir bir işe dönüştü. Şimdilerde neredeyse tüm içerik, sosyal platformlar üzerinden yayınlanıyor. Bunlar da genellikle Silikon Vadisi merkezli şirketler. Gazetecilik yeteneği olmayan, içeriği üretmeyen ve içerik üretme isteği de duymayan mühendislerin yarattığı sistemler bunlar. Geleneksel medya bu yeteneklere, isteğe ve üretime sahip ama içerik üzerinde kontrolü kaybetti. Eğer medya özgürse, özgür olan gazeteciler değil. Bizlerin, her gün haberleri yaratırken ya da şekillendirirken düşündüğümüz, “gazetecilik”, “gazeteciliğin kültürel etkileri” ya da “demokratik sorumluluk” gibi konularda mühendisler nadiren düşünüyor. Onlar bu inanılmaz kolay araçları yaratırlarken ve dünyayı bu platformlar üzerinden yayın yapmaya cesaretlendirirlerken, bizim bu orijinal amacın dışındaki konuları farkına varmamız ve sorumluluklarımızı takınmamız lazım… Silikon Vadisi firmalarından binlerce defa ‘biz editöryal değerlendirme yapmak istemiyoruz. Biz sadece platformuz. Teknoloji bağımsızdır, biz editöryal kararlar vermek istemiyoruz’ sözlerini duyduk. Mühendislerin buna samimi bir şekilde inandıklarını da düşünüyorum ama bu ifade doğru değil. Algoritma ne zaman çalışsa, editöryal bir karar vermiş oluyor. Bu gerçi “amaçlı olmayan bir düzenleme” oluyor ama sonuçları öngörülemez durumda. Bazen önemli haberlerin filtrelenmesine, kaldırılmasına ya da sansürlenmesine yol açıyor. Halk ise, haberlerin sosyal platformlar üzerinden kendisine nasıl ulaştığının farkında değil. Oysa bu algoritmalar ticarete odaklanmış durumda. Bu nedenle de şeffaf değiller… Gazetecilik servisi için kendi araçlarını ve hizmetlerini oluşturacak yazılımlar geliştirilmeli. Gazetecilik okulları bir araya gelerek, veri ve bilgisayar eğitimleri içeren programlar oluşturmalı. Gazeteciler yazılım yapmayı ve programlamacı düşünmeyi, bu dünyanın nasıl çalıştığını öğrenmeliler.” Burada sıralanan nedenler ve kaygılar, medyada habercilik faaliyeti yürüten bütün ana ve alt sektörler için geçerlidir. Kısa sürebilecek gelir avantajları ile gazeteciliğin tüm haber hizmeti belirli bir teknoloji altyapısını elinde bulunduranlara bırakılmamalıdır. Bu nedenle muhabir-haber-editör ve haber arama yazılımları gazetecilik sektörünce geliştirilip yenilenmelidir. Türkiye’de haber yazılımı Dünyada haber yazılımına yönelik uygulamalar, telefoto, haber iletimi gibi bir çok yeni tekniğin geliştirilmesine zemin oluşturan Associated Press’in (AP) yanı sıra Reuters haber ajansı tarafından 1970’li yılardan itibaren kademeli olarak hayata geçirilmiştir. Haber yazılım sistemlerinin Türkiye’de kullanımı 1980’li yıllara dayanmaktadır. Bu alandaki ilk uygulayıcı kuruluşların başında Anadolu Ajansı (A.A) ve Hürriyet Gazetesi gelmektedir. A.A 1985 yılında haberde bilgisayar ve yazılım kullanılması çalışmalarını başlatılmış, 07.10.1986 tarihinde haber yazma, işleme ve iletme işlevini bilgisayar sistemini devreye almıştır. (Doğan, 2010: 121) 1984-1989 yılları arasında A.A Genel Müdürlüğü görevini yürüten Hüsamettin Çelebi, bilgisayarla haber yazma ve işleme ve iletme sisteminin kullanılması süreci hakkında şu bilgileri vermektedir: (Doğan, 2010: 32) “Önce binada tadilat yaptık, ondan sonra bilgisayarı getirdik. Kurmak, çalışmaya başlamak, hizmeti başlatmak epey zamanımızı aldı. Bu sistemi getiren İngiliz şirketinin 75-80 yaşındaki temsilcisi şöyle bir beyanda bulundu: (Hangi memlekette bu işi yaptıysam mevcut personelin yüzde 25-30’u sisteme intibak edememekten dolayı istifa etmek veya tasfiye edilmek zorunda kaldı. AA’da kimse tasfiye edilmedi…) Haber sisteminin eğitimini de kendisi verdi. Bu sistemi geliştirmek, İstanbul’a yaymak, peşinden İzmir’e yaymak herhalde bizim dönemimizde yapılan işlerin çok önemli sayılması gerekenlerdendir.” 332 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Muzaffer Şahin A.A’da haberler, 1985 yılına kadar daktilo ile yazılıp, kağıt üzerinde kalemle düzeltilir, son halini almış haber metinleri teleks aracılığıyla aboneye ulaştırılırdı. Kurum içinde haber işleme sürecine hız kazandırmak için, işlemi tamamlanan haber metinleri tahta silindir biçimindeki kutuların içine konur, üst kattan alt kata bir boru içinden atılırdı. Haberler teleks servisinde on parmak daktilocular tarafından yazılıp aboneye ulaştırılırdı. A.A’da 1985 yılından itibaren bilgisayarla haber yazma işleme ve iletme sistemlerine geçiş süreci başlatılmıştır. Önceleri yurt dışından yazılım firmalarına siparişi verilen sistemler daha sonra yerli yazılımlarla devam ettirilmiştir. A.A Teknik Daire Başkanı İsmail Yılmaz (Emekli), A.A’nın haber yazılım sistemlerinin kurulum süreçleri hakkında şu bilgileri vermiştir: “AA’da ilk kurulan haber sistemi PC özelliğinde olmayan ve sadece klavye ve monitör bağlantılı, merkezi bellekli ve merkezi işlemci özelliği olan basit yapılardı. Haber yazılımında ortaya çıkan sorunlar İngiltere’deki firma ile bağlantı kurularak, uzaktan müdahale ile gideriliyordu. Telekslerden sonra kurulan ilk sistem Imos idi (Thomson). Bunu İngilizler kurdu. Bu sistemi aynı zamanda AP ve Reuters de kullanıyordu, A.A, 1986’dabu Dos sistemine geçti. 1 milyon dolar civarında bir maliyeti oldu. Bunlara aptal bilgisayarlar diyorduk. Her bilgisayarın maliyeti 5800 dolar gibi yüksek bir rakamdı, bu nedenle tüm yurtta fazla bilgisayarımız olmadı, 40-50 civarındaydı. Muhabir haberi yazıyor, redaktöre gönderiyor, redaktör de okuyup yayına veriyordu. Yayınlanan haberler abonede kurulu benzer bilgisayara ulaştırılıyordu. Daha sonra sistem widows’a dönüştürüldü. Böylece Merlin adı verilen ve yine İngilizlerin hazırladığı bir haber yazılım sistemine geçtik, işler biraz daha kolaylaştı. Bu yazılımın maliyeti ise 500 bin dolar civarında gerçekleşti. 1995’e kadar İngilizlerin yazılımını kullandık daha sonra yerli yazılıma geçtik. Tabi bu arada PC’ler yaygınlaştı, toplama tabir edilen bilgisayarları kendimiz yaptık ve bir kullanıcının hizmetine verilen PC’nin maliyeti 1000 dolar civarına geriledi. Ayrıca ilk kurulan haber sistemlerine ait donanımlar koca bir salonu işgal ederken, sonraları bir PC boyutuna indi. Eski haber sisteminde arşiv özelliği yoktu o nedenle her haberden çıktı alınarak (print edilerek) saklanıyordu. Ayrıca fotoğraf editörlüğü ve iletimi başlarda AP’den alınan telefoto sistemi ile yapılırken (bu sistem 1996’ya kadar sürdü) 1996’da yine AP’den alınan fotoğraf yazılımı ile haberden ayrı olarak fotoğraf işleme yayın sistemi oluşturuldu. 1986’da bilgisayar sistemine geçildi ama fotoğraf haberden ayrı işlenip iletiliyordu. Şimdi gelinen noktada entegrasyon tam sağlanmış, haber yazılımlarında, haber editörlük işlemlerinde haber, fotoğraf, görüntü hepsi aynı çıktıda bir araya getirilebilmiştir.” 1990’lı yıllardan itibaren A.A’da kademeli olarak PC bilgisayarlara geçildi ve 2000’li yıllardan sonra bir yandan yerli yazılımcılarla çalışıldı bir yandan ar-ge birimi oluşturuldu. 2013 yılında A.A Haber Akış Sistemi (HAS) ile haber yazımı, editörlük ve yayına yönelik haber hizmetleri yenilendi3 ve A.A HAS’ın açılışı gerçekleştirildi.4 Bugün medya sektöründe muhabir, haber, editör yazılım sistemleri oldukça yaygınlaşmıştır. Gazi Haber Sistemi (GHS) Amaç Gazi Haber Sistemi (GHS) Projesi ile gazetecilikte eğitim amaçlı haber yazılım sisteminin oluşturulması ve geliştirilmesi hedeflenmiştir. Yazılımdan, iletişim fakülteleri ile medya organlarının eğitim süreçlerinde istifade etmesi amaçlanmıştır. Sistem, gazeteciliğe yeni başlayanlar ve gazetecilik eğitimi alan öğrenciler tarafından kolayca kullanılabilir özelliktedir. Gazetecilikte haber yazımına ilişkin farklı kurallar olmakla 3 http://www.aa.com.tr/tr/kurumsal-haberler/178594--anadolu-ajansi-quot-has-quot-ile-dunya-capinda-yayinyapacak 4 http://www.aa.com.tr/tr/tag/135759--ilk-haberi-arinc-yayina-verdi Sayı 40 /Bahar 2015 333 Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi birlikte haber yazımındaki ana unsurlar değişmemektedir. Haberde değişmeyen ana faktörler; başlık/başlıklar, spot, giriş, haber metni, mahreç, tarih, muhabir adı, fotoğrafı ve haberi destekleyen fotoğraf, video, ses, grafik ve benzerleri unsurlardır. (Şahin:2102: 50-70) Gerçekleştirilen bu proje ile gazeteci adaylarının standart formatlar üzerinden bir yandan haber yazmayı öğrenirken diğer yandan seri haber yazımını kolayca kavramaları hedeflenmiştir. Önem ve Kapsam GHS ile gazeteci adayının basit, anlaşılır standart bir format üzerine kolayca haber yazması ve haberin çoklu kullanıcılar tarafından, istenen formatta, pratik olarak kullanımının sağlanması hedeflenmiştir. Projenin haber yazılımına (software) ve haber yazmaya katkı sağlayacağı öngörülmüştür. Yeni yazılım yapmayı gerektiren nedenler ve özellikleri şöyle sıralanabilir: Yeni yazılımla; eğitim sürecindeki gazeteci adaylarına ve mesleğe yeni başlayanlara yol gösterici, hızlı, standart haber yazma becerisinin geliştirilmesi sağlanacaktır. Eğitim amaçlı olarak düşünülen bu projede öğrencinin ve mesleğe yeni başlayan gazeteci adayının haber yazmayı kolayca algılayıp uygulamasına fırsat verilecektir. Proje sonucunda ortaya çıkan haber yazılım sistemi ile Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin haber yazım, haber editörlük ve haber arşivi altyapısı oluşturulmuştur. Proje, öğrenci muhabirlerin haber yazma pratiğini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle iletişim fakülteleri öğrencilerini hedef kitle olarak belirlemiştir. Bu yazılım ile iletişim fakültesi öğrencileri, gazeteci adayları kolay, hızlı ve eğitici yöntemlerle haber yazma becerisini sınayıp geliştirebileceklerdir. GHS İçin Yapılan Çalışmalar ve Süreç • Web ve e-posta adresleri alınmıştır. (gazihabersistemi.gazi.edu.tr veya ghs.gazi. edu.tr) • Logo çizimi ve tercihi yapılmıştır. • Kod yazımı (yazılım) tamamlanmıştır. • Yazılım teste tabi tutulmuştur: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencileri, bu altyapı üzerinden test amaçlı haber yazma ve yayınlama hizmetlerini yerine getirmişlerdir. Test sürecinde ortaya çıkan sorunlar, yazılımda tekrar ele alınıp çözülmüştür. Bu süreçte 32 kullanıcılı bir ağ oluşturulmuş, 173 adet haber işlemi yapılmış ve 126 haber yayını gerçekleştirilmiştir. • İki ara rapor ve bir kesin rapor önceden belirlenen tarihlerde sunulmuş ve onaylanmıştır: Projenin 1. Ara Raporu, Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu’nun 09.07.2014 tarih, 2014/06 Nolu toplantısında, 19 sıra numaralı kararla uygun bulunmuştur. Projenin 2. Ara Raporu, Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu’nun 18.12.2014 tarih, 2014/09 Nolu toplantısında, 22. sıra numaralı kararla uygun bulunmuştur. Projenin kesin raporu, 16.03.2015 tarihli Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu toplantısında (2015/3) 10 sıra no ile kabul edilmiştir. 334 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Muzaffer Şahin • Haber yazılım programının girdileri gazetecilik temel unsurlarına göre kurgulanmış, çıktıları ise yayımcılık standartlarına göre düzenlenmiş ve her iki yönden uyumlu, senkron bir altyapı oluşturulmuştur. Ara Yüzler 1.GHS Giriş Sayfası. 1a-Bilgi sayfaları. 2.Öğrenci-Muhabir girişi. 2a-Öğrenci-Muhabir haber yazımı için standart form. 2b-Yazılan haberin ön izlemesi. 2c-Fotoğraf ve video ekleme. 3.Editör-Redaktör girişi. 3a-Yayın işlemi sayfası. 3b-Red işlemi sayfası. 4.Haber Havuzu girişi. 5.Haber arama sayfası ve arama seçenekleri. 6.Sistem yönetimi. GHS Yayıncılık İlkesi GHS, Basın Meslek İlkeleri ve Gazi Üniversitesi Rektörlüğü kurumsal değerlerine uymayı taahhüt eder. GHS Künyesi Sahibi: Gazi Üniversitesi Adına Rektör Prof. Dr. Süleyman BÜYÜKBERBER Genel Yayın Yönetmeni: İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zakir AVŞAR Proje ve Tasarım Koordinatörü: Yrd. Doç. Dr. Muzaffer ŞAHİN Yayın Koordinatörü: Hülya AYDOĞAN Yazılım ve Sistem Yönetimi: İbrahim AKŞİT Copyright: Gazi Üniversitesi Rektörlüğü İletişim: [email protected] Sayı 40 /Bahar 2015 335 Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi Tanım ve Yetkiler GHS Giriş Gazi Haber Sistemi’ne (GHS) www.ghs.gazi.edu.tr adresinden ulaşılmaktadır. Ana sayfada her kullanıcının erişebileceği bilgi ve tanımlara yer verilmiştir. “GHS Nedir?” Başlığı altında sistem tanıtılmaktadır: (www.ghs.gazi.edu.tr) “Gazi Haber Sistemi (GHS), Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrenci-muhabirlerinin haber yazımı için geliştirilmiş bir sistemdir. Öğrenci-Muhabir, Editör ve Haber Havuzu olmak üzere üç ayrı yetki girişi bulunan GHS’ye internet altyapısının bulunduğu her ortam ve her zaman dilimi içinde erişilebilir. GHS’de haber yazımı için hazır bir format öğrenci-muhabirlere yol göstermekte ve Özet Haber Yazım kılavuzu ile habercilik bilgileri kısaca hatırlatılmaktadır. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi gazetecilik ders programlarında öğrenciler için detaylı eğitim içerikleri mevcuttur.” Yine her kullanıcının ilk sayfada şifresiz olarak erişebileceği “Haber Yazım Kılavuzu” ile temel haber yazım kuralı özet olarak hatırlatılmaktadır: (www.ghs.gazi. edu.tr) “Öğrenci Muhabir İçin Özet Haber Yazım Kılavuzu: Haber Yazım Kılavuzu, Gazi Haber Sistemi’ni (GHS) kullanarak haber yazacak öğrencimuhabirler için özetlenmiş bilgileri içerir. Bu kılavuzun amacı, haber yazımındaki bazı temel unsurları hatırlatmak ve pratikteki haber yazma hızına erişmektir. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi gazetecilik ders programlarında detaylı eğitim içerikleri mevcuttur. 336 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Muzaffer Şahin Haber: Haber yeni, taze ve sıcak gelişmeleri içerir. Haber yazımında çoğunlukla, önemli bilgiden önemsize doğru sıralamanın yapıldığı ters piramit kuralı uygulanır. Normal piramit, dörtgen, konuşan haber kuralları da habercilikte kullanılmaktadır. Bu kılavuzda, yaygın kullanımından dolayı ters piramit kuralı esas alınmıştır. Haber için ilk hazırlıklar: Haber veya röportaj için gerekli bilgi ve malzemeleri toplayınız, not tutunuz, ses kaydı yapınız, fotoğraf veya video çekiniz. Ses kayıt cihazındaki sesleri deşifre edip ham metinleri bilgisayara kaydediniz, notlarınızı hazır bulundurunuz. Fotoğraf ve videoları bilgisayara aktarınız, haberde kullanacağınız fotoğraf ve videoları seçip uygun formatlara getiriniz. Artık haber yazmaya başlayabilirsiniz, Öğrenci Muhabir bilgileri: Muhabir bilgilerini giriniz; muhabirin vesikalık pul fotoğrafını ekleyip, adı ve soyadı ve e-posta adresini yazınız. Bu işlemi “kişiselleştirerek” sabitleyiniz. Haber kategorisi: Haberin kategorisini seçiniz; yazacağınız haberin ana konusu hangi kategori başlığını içeriyorsa onu tercih ediniz. Örneğin eğitim konulu bir haber yazıyorsanız “Eğitim” kategorisini işaretleyiniz. Haber Kategorileri: Eğitim, Bilim, Sağlık, Kültür-Sanat, Çevre, Spor, Ekonomi, GüvenlikYargı, Siyaset-Politika, Dış, Röportaj, Diğer (Boşluğa kategori yaz) Haber dilinde zamana dikkat ediniz: Haber yazılırken çoğunlukla di’li geçmiş zaman kullanılır. Programı, konusu önceden bilinen konular için gelecek zaman, devam eden konular için geniş zaman kulanınız. Başlık: Başlık, ilgi ve dikkat çekici bir üslupla yazılır, çok kısadır, haberin özü hakkında bilgi verir, ana unsuru ortaya koyar, haber içeriğinden kopuk olmaz. Başlık, haberin ne hakkında yazıldığını en uygun kelimelerle anlatır. Başlıklar, üst başlık ve alt başlık olarak da şekillendirilebilir; üst başlık başlığı tamamlar, alt başlık detaylandırır. GHS’de başlık için en çok 50 karakter önerilmektedir. Zorunlu bir nedeniniz yoksa bu sınırı aşmayınız. Spot: Spot, başlıktan sonra haberin ana unsurunun özetlendiği yerdir. GHS’de en çok 100 karakter önerilir. Kısa haberlerde spot önerilmez. Mahreç: Mahreç, haberin yazıldığı yerin adıdır. Haber hangi yerleşim yerinden yazılıyorsa buranın adı belirtilir. Kurum adı, kısaltılmış rumuzu: Muhabirin hizmet verdiği kurumun açık adı, kısaltılmış adı, rumuzu veya inisiyalidir. Mahreçten hemen sonra kurum adı belirtilmelidir. Gazi Haber Sistemi’nde GHS kullanılmaktadır. Tarih: Haberin yazıldığı tarih sistem tarafından otomatik olarak atılmaktadır. Haberin girişi: Haberin en kısa özetinin derli toplu verildiği ilk paragraftır. 5N (Ne, nerede, ne zaman, neden, nasıl) +1K (Kim) sorularına verilen cevaplarda en çarpıcı unsurlar giriş paragrafında özetlenir. Çeşitli giriş türleri vardır. GHS’de 250 karakterli giriş önerilir. İkinci paragrafa başlarken özel bir neden yoksa haber kaynağını belirtiniz. Burada haberin girişinden sonra biraz daha ayrıntılı özet yapınız. Haberin gövdesi: Haberin gövde metni başlık, spot ve girişteki bilgilerin genişletilmesi ile yazılır. Gövdede, 5N+1K sorularına verilen cevapları kullanarak önemli bilgiden önemsize doğru sıralama yapınız. Cümle ve paragrafları mümkün olduğunca kısa tutunuz. Haberin gövde metni uzunsa birkaç sözcükle ara başlık yazınız. Haberin arka planı ve geçmişle bağlantılı bir süreci varsa, gövde metnini sonuna ekleyebilirsiniz. Habere fotoğraf ekleyiniz: Haberi destekleyen fotoğraf çektiyseniz çok kısa fotoğraf altı metni ile birlikte habere ekleyiniz. Habere video ekleyiniz: Haberi destekleyen video çektiyseniz çok kısa video metni ile birlikte habere ekleyiniz. GHS’de video MP4 formatında yüklenebilir ve ortalama 15-20 saniye süreli olması önerilir. Sayı 40 /Bahar 2015 337 Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi Haberiniz bitti kontrol ediniz: Haberinizi okuyunuz, yanlışları düzeltiniz. Haberinizin anlaşılırlığını kontrol ediniz. Haber metninde gereksiz ifadeler varsa çıkarınız. Cümleler arasında uyumsuzluk varsa gideriniz. Cümlelerinizi sadeleştiriniz. İmla kurallarını, noktalama işaretlerini kontrol ediniz. Haberinizi gönderebilirsiniz: Haberinizi, okunmak üzere editöre gönderebilirsiniz. Editör, haberinizde eksik bulur veya düzeltme isterse iade eder, onaylarsa haber havuzuna gönderir. Sistem sonuçtan sizi haberdar edecektir.” Öğrenci Muhabir Girişi ve Yetki Öğrenci Muhabir Giriş Ekranı’na kullanıcı adı ve şifresi ile geçilebilmektedir. Öğrenci ekranına dahil olmak isteyen kullanıcılar editörler tarafından sisteme eklenmekte ve böylece kullanım yetkisini alabilmektedirler. Her kullanıcı sisteme dahil olduktan sonra profilini oluşturmaktadır. Böylece haber yazan kişinin kimliği ve iletişim bilgileri editörler ve diğer kullanıcılar tarafından görülmektedir. Öğrenci Muhabirler; haber yazma, ön izleme ve düzeltme yapma, fotoğraf ve video ekleme, editörünü seçip haberini iletme yetkileri ile donatılmıştır. 338 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Muzaffer Şahin Haber Yazma Haber, hazır format üzerine, yönlendirici bilgiler ışığında, açılır kapanır soru kutucukları pop-up’lar eşliğinde daha seri olarak yazılabilmektedir. Haber Önizleme Sayı 40 /Bahar 2015 339 Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi Muhabir form üzerine yazdığı haberi kaydettikten sonra “Haber Önizleme” seçeneğine yöneldiğinde yazdığı haberi bütün olarak görüp, eklediği fotoğraf ve videoyu son haliyle izleyebilmektedir. Bu inceleme sonucunda düzeltme yapmak istediği noktaları düzeltme sayfası ile yeniden işleyip kaydedebilmektedir. Kullanıcı, “Haber Listesi” kutucuğuna girdiğinde ise daha önce editörüne ilettiği haberlerin hangi aşamada olduğunu; yayında mı, red mi yoksa beklemede mi olduğunu takip edebilmektedir. Öğrenci Muhabir ayrıca yayınlanan haberlerin yer aldığı “Haber Havuzu” listesine giriş yapıp, buradaki haberleri okuyup indirebilmekte, ancak üzerinde herhangi bir işlem yapamamaktadır. Kullanıcının yarım saat boyunca işlem yapmamamsı halinde sistem otomatik olarak kapanmaktadır. Editör Girişi ve Yetki Editör, kullanıcı adı ve şifresi ile sisteme giriş yapabilmektedir. Editör, Öğrenci Muhabir yetkilerin tamamına sahip olduğu gibi ek yetkilerle de donatılmıştır. Editör, kendi sayfasında Gelen Haber, Reddedilen Haber ve Yayınlanan Haber olmak üzere üç ilave işlem yetkisi ile donatılmıştır. 340 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Muzaffer Şahin Editör İşlemleri Editör işlem sayfasında kendi editöryasına bağlı olarak çalışan, kendisinin sisteme dahil ettiği Öğrenci Muhabir listesi üzerinde ekleme, çıkarma, aktif-pasif pozisyona çevirme yetkilerine sahiptir. Editörün ayrıca “Haber Havuzu”ndaki haberleri izleme ve kendisinin bu sayfada yayınladığı haberleri geri çekme, düzeltme işlemi yapma yetkisi de vardır. Editör, Örenci Muhabirden gelen haberi inceleyip gerekli gördüğü düzeltmelerin ardından yayınlayabilir. Editör, eksik veya yanlış bir haber okuduğunda gerekçelerini belirterek iade edebilir. Editör, red işlemi yaparken ekranda oluşan red formunu doldurup gördüğü eksikleri veya hataları Öğrenci Muhabire iletmektedir. Bu noktada Öğrenci Muhabir için yeniden bir eğitim süreci devreye girmektedir. Haber Havuzu Girişi ve Yetki Sayı 40 /Bahar 2015 341 Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi “Haber Havuzu”na kullanıcı adı ve şifre ile girilmektedir. Haber Havuzu GHS’de yayınlanan tüm haberlerin toplandığı bir sayfadır. Havuzda Haber Listesi Editörler tarafından okunan ve yayınlanan haberler bu sayfaya otomatik tarih ve sıra numarası ile dahil olmaktadır. Haber Havuzu’nda haberlerin görsel unsuru olup olmadığı bilgisi endekste görülmektedir. Haber Havuzu’nu kullananlar listeden diledikleri haberin metnini, fotoğrafını veya görüntüsünü indirebilirler. Bu sayfanın kullanıcıları indirme yetkileri dışında sayfa içinde herhangi bir işlem yapma yetkisi yoktur. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Öğrenci Muhabirlerin ürettiği özgün haberlerin her profesyonel mecrada kullanımına fırsat verilmesi arzu edilmiş ve tasarım buna göre oluşturulmuştur. Bu nedenle Haber Havuzu tasarlanırken sistemin kullanıcısı olarak gazete, dergi, radyo televizyon, dijital medya, haber ajansları ile kurum ve kuruluşlar öngörülmüştür. Okul bünyesinde faaliyet gösteren gazete, dergi, radyo, televizyon, internet birimleri ise zaten asli kullanıcılardır. Haber Havuzu aynı zamanda haberlerin arşivlendiği bir sayfadır. Arama Sayfası 342 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Muzaffer Şahin “Haber Arama” sayfasında; kategoriye, başlığa, muhabir adına, editör adına, haber tarihine göre aramanın yanı sıra kriter dışı arama imkanı sunulmuştur. Sonuç Gazi Haber Sistemi (GHS) Haber yazma, redaksiyona tabi tutma ve editörlük işlemleri yapma; haber yayınlama, haber reddetme, arama yapma ve benzeri vasıflarıyla öğrenci muhabir ve mesleğe yeni başlayan gazeteci adayı için tasarlanmış olup, geri besleme süreci ile eğitimde devamlılığa fırsat tanımıştır. GHS, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde tasarlanmış ve BAP desteği ile hazırlanmış bir projedir. Halen Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Ajans Gazi İletişim ve Gazete Gazi muhabir ve editörleri tarafından kullanılmaktadır. Test ve test sonrası kabul aşamasından itibaren 3,5 aylık süreç içinde GHS üzerinden işlem yapılan haber sayısı 219, yayınlanan haber sayısı 181 olarak gerçekleşmiştir. Nisan 2015 aktif kullanıcı sayısı 43’tür. Etkin ve verimli bir kullanım gözlenmektedir. Bu ve benzeri yazılımların diğer iletişim fakültelerinde kullanılması olumlu sonuçlar alınmasına fırsat verecektir. Kaynaklar Alemdar, Korkmaz ve Uzun, Ruhdan, (2013). Herkes İçin Gazetecilik, Ankara: Tanyeri Kitap Doğan, Serdar, (2010). 90. Yılında Anadolu Ajansı, Ankara: AA Yayınları No:11 Girgin, Atilla, (2002). Uluslararası İletişim-Haber Ajansları, İstanbul: Der Yayınları Şahin, Muzaffer, (2012). Ajans Gazeteciliği ve Haber Ajansları, Ankara, Pelikan Yayınları Yılmaz, İsmail, A.A Teknik Daire Başkanı (Emekli) 02 Nisan 2015 tarihinde gerçekleştirilen görüşme İnternet Kaynakları: A.A-HAS,(2013), donem-basliyor] [http://www.aa.com.tr/tr/tag/184942--haber-yayininda-yeni- http://haberyazilimi.com/urunler/genel-ozellikler.html, Erişim tarihi: 02.04.2015 https://www.cmbilisim.com/haber-portali-20s.htm, Erişim tarihi: 30.03.2015 http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/gazetecilik-silikon-vadisine-karsiinisiyatifi-eline-almali,10830, Erişim traihi: 31.03.2015 http://www.aa.com.tr/tr/kurumsal-haberler/178594--anadolu-ajansi-quot-has-quotile-dunya-capinda-yayin-yapacak, Erişim tarihi: 14.05.2013 http://www.aa.com.tr/tr/tag/135759--ilk-haberi-arinc-yayina-verdi, Erişim tarihi 21.02.2013. Sayı 40 /Bahar 2015 343 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır E-ISSN: 2147-4524 Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri* Opınıons of Instructors and Students on Graphical Design Educational Programs Osman ÇAYDERE, Öğr. Gör. Dr., Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, [email protected] Anahtar Kelimeler: Öz Bu araştırmada, grafik tasarım alanında eğitim gören öğrencilerin ve eğitim veren Grafik Tasarım, Disiplinlerarası Tasarım, öğretim elemanlarının, “grafik tasarım” ve “grafik tasarım programlarına ilişkin öğretim elemanları ve öğrenci görüşleri”, grafik tasarımın boyutları hakkındaki düşünceleri ile Tasarım. ilgili durumu ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu çalışmanın, grafik tasarımın uygulama alanları hakkındaki farkındalığın artırılması yoluyla Türkiye’de alanda eğitim veren öğretim elemanlarına program ve ders içeriği açısından katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Araştırmada hem nicel hem de nitel araştırma türünde, betimsel araştırma yöntemi ve tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmada grafik tasarım eğitiminde iki boyutlu ve üç boyutlu tasarımın birbirinden ayrılmaz iki unsur olduğu ve eğitimcilerin mutlaka üç boyutlu tasarım uygulamaları yapması konusunun önem teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca grafik tasarım eğitimi alan öğrencilerin; ulusal kültür, evrensel kültür, sanat tarihi, mitoloji, felsefe, psikoloji alanlarında bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Keywords: Graphic Design, İnterdisciplinary Design, Design. Abstract This study aims to present the opinions of the students, who are under graphical design educational programs, and of the instructors, who teach of such programs, on the aspects of “graphical design” and “opinions of such instructors and students on graphical design educational programs”. By means of increasing the awareness on implementation fields of graphical design, it is considered that this study will contribute to those instructors teaching on the field in Turkey in terms of curriculum and course contents. In this study, a descriptive research method and survey model is used as both quantitative and qualitative research types. In this study, it has concluded that two- and three-dimensional designs are two indissociable elements in graphical design education and that instructors are important to certainly conduct three dimensional design implementations. Furthermore, the students receiving education on graphical design should be provided with knowledge on the fields of national culture, universal culture, art history, mythology, philosophy, and psychology. *: Makale Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsünde yapılan, aynı isimli doktora tezinden üretilmiştir. Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri Giriş Bütün canlılar gibi insanın da hayatta kalabilmek için çeşitli ihtiyaçları vardır. İnsan; varoluşundan beri bu ihtiyaçlarını karşılayabilmek için aklı ile çeşitli yöntemler geliştirerek fiziksel eksikliğini de kapatarak, canlıların en güçlüsü haline gelmiştir. Yaşayabilmek için en temelde yemek, barınma, korunma, giyinme gibi ihtiyaçlarını karşılamış ve üretim faaliyetlerinde bulunarak diğer canlılardan ayrılmıştır. Bu süreçte, hem güçlü canlıları alt edebilecek aletler, hem üretimi arttıracak araç gereçler tasarlamış ve bu birikimlerini de diğer nesillere aktarmak için iletişim çabalarına girişmiştir. Bu bağlamda tasarım için ihtiyaçtan üretime bir süreçtir denilebilir. İhtiyaç; hayatı kolaylaştırma, iş görebilme sebepli olabileceği gibi duygusal bir dışavurum sebebine de dayanabilir. Tasarım, dünyaya bakışımızı yöneten değişen temalara cevap verir ve buda, Modernizm, Post-modernizm ve Dekonstrüktivizm gibi akımlarda ortaya çıkar. Bu akımlar grafik tasarımın, yeni yaratıcı olasılık kapılarını açan ve tasarım zorluklarını karşılayan yeni araçlar sunan, yaratıcı bir disiplin olarak gelişmesi ve evrimini şekillendirmeye yardımcı olur (Ambrose ve Harris, 2009, s.24). Tasarımın; bir model, kalıp ya da süsleme yapmaktan öte, kendi içinde bir yapıya ve bu yapı arkasında bir planlamaya sahip olan bütün sanatların temelinde yeralan bir olgu olduğu söylenebilir. Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine alır. Başka bir deyimle; tasarım belirli bir amaç gözeten yaratıcı bir eylemdir (Becer, 2008, s.32). Tasarımın ne halde olacağı, hangi ihtiyaca cevap vereceği, hangi probleme çözüm üreteceği, uygulama öncesi zihinde yaşadığı süreçte kurgulanabileceği söylenebilir. “Zihinde tasarlanmış ve tam kesinliği olmamış bir durumda bulunan tasarım, kağıt üzerinde ifade edilirken ilk anda kesin ve mükemmel şeklini alması beklenemez. Tüm tasarım çözümlemeleri, problem çözme yöntemine dayanır. Yöntemin aslı, sorun ve gerekliliğin ne olduğunu belirleyip çözüm önermektir” (Gence ve Orhon, 2006, s.14). Tasarım anlam olarak çok geniş bir alanı kapsadığı söylenebilir. İletişimde, felsefede, edebiyatta, sanatın bütün dallarında, mühendislikte, kısacası insanın soyut ve somut bütün ihtiyaçlarına çözüm üreten alanlarda tasarım vardır. Bu denli geniş bir alanı kapsayan tasarım kavramını temel olarak iki başlık altında, 2 boyutlu tasarımlar ve 3 boyutlu tasarımlar olarak toplayabiliriz. Grafik tasarım, birçok sahayı içine alan yaratıcı bir görsel sanat disiplinidir. Sanat yönetimi, tipografi, sayfa düzeni, bilgi teknolojisi ve diğer yaratıcı yönleri içerebilir. Bu çeşitlilik, tasarımcıların içinde uzmanlaştıkları ve odaklanabildikleri tasarım uygulaması için parçalı bir manzara olduğu anlamına gelir (Ambrose ve Harris, 2009, s.12). Bir mesajı en yalın haliyle verme arayışından iki boyutlu tasarımların doğduğu söylenebilir. Ayrıca mesajın güçlü bir iletişim aracı haline getirilme çabası sonucunda görsel ögelerin de kullanılması ile grafik tasarımının meydana geldiği söylenebilir. Becer’e (2008, s.33) göre ; “Grafik tasarım, görsel bir iletişim sanatıdır. Birinci işlevi de, bir mesaj iletmek ya da bir ürün ya da hizmeti tanıtmaktır. Grafik tasarım terimi 345 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Osman ÇAYDERE ilk kez 20. yüzyılın ilk yarısında metal kalıplara yazılan ve çizilen ve daha sonra da çoğaltılmak üzere basılan görsel malzemeler için kullanılmıştır. Maden (2009, s.19) grafik tasarımı; “Batı ülkelerinde, yeni üretim biçimlerinin doğması ve birey-toplum ilişkilerinin git gide karmaşıklaşması sonucu ortaya çıkmış bir anlatım yolu. Etkileyici bir dil. Yapımcısından, çağdaş yaşamın gerilimine, çok renkliliğine uygun bir duyarlılık, bir yaratma gücü bekliyor. Her türlü tüketim ürününün, her türlü toplumsal olayların geniş yığınlara tanıtılması, duyurulması amacına yönelik. Bu işlemi gerçekleştirirken plastik sanatların ortak amaç ve ilkelerinden yararlanıyor. Bir üstyapı ürünü; ama toplumun bütün katlarında plastik sanatlardan daha dolaysız bir yayılma, etkileme gücünde” olarak tanımlamıştır. Tasarımda kullanılan elemanların seçimi, tasarım dilinin güçlenmesinde etkili bir unsur olabilir. Görsellerin yaratıcı bir tarzda seçilmesi ve tasarlanması, izleyicinin ilgisinin tasarıma çekilmesini sağlayabilir. Özellikle çocuklara yönelik çalışmalarda yaratıcı elemanların kullanılması çocukların yaratıcı düşünme yetisini kazanmalarına sağlayacağı katkı açısından önemli olduğu düşünülebilir. Bir grafik tasarım ürünü, izleyicisine mesajını iletebildiği ölçüde başarılıdır. İnsan gözü etrafında gördüğü şeyleri bir bütün olarak algılamaktadır. Grafik tasarımcısının izleyici ile sağlıklı bir iletişim kurması ve mesajını başarı ile iletilebilmesi için tasarımında görsel bütünlük oluşturması gerekmektedir. İzleyicinin tasarım ürünü üzerinde uzun süreli kalması tasarımın etkisi açısından önemlidir. İzleyici bir mesajda daima bütünlük aramakta; aksi halde tasarıma olan ilgisini kaybetmektedir. Gestalt Psikologlarının yaptığı görme ve görsel algılama ile ilgili çalışmaların sonucunda oluşturulan Gestalt teorisine göre bütün, sadece o nesneyi oluşturan parçaların toplamı olarak tanımlanamaz. Bu durumda parçaların tek başlarına sahip oldukları özelliklerin bütüne olan katkıları önem kazanmaktadır (Yücebaş, 2006, s.186). Üç boyutlu tasarımlar ise, estetik kaygılarla oluşturulmuş sanat eserleri olabileceği gibi, günlük hayattaki bir takım ihtiyaçları karşılamak amacıyla ortaya konulan ürünler olabilmektedir. Hayatı kolaylaştıracak, yaşam kalitesini arttıracak ürünlerin ve mekanların tasarlanması, üretim sürecindeki niteliği ve niceliği arttırmaya yönelik tasarımlar bu grupta ele alınabilir. Bu çerçeveden bakıldığında ilk insanların mağara duvarlarına yaptığı resimleri iki boyutlu tasarımların temeli olarak değerlendirilebilir. Yine icadı ile insanlığa yön veren tekerlek de üç boyutlu bir tasarım ürünü olarak değerlendirilebilir. Tasarım sürecinin önemli bölümü yaratıcı, pratik veya ekonomik engelleri aşmayla ilgilenir. Sorun çözme, çeşitli tasarım unsurlarıyla çalışmayı gerektirir ve sadece, sorunun ne olduğu konusunda varsayımlarda bulunmak yeterli değildir (Ambrose ve Harris, 2009, s.79). Tasarım kavramı tarihsel süreçte ele alındığında; Sanayi Devrimi’nden sonra sanatta, mimaride, edebiyatta arayışlar, yenilikçi yaklaşımlar büyük bir hız kazandığı görülebilir. Özellikle tasarımda yenilikçi yaklaşımlar farklı eserler ortaya çıkartması açısından önemli bir hal aldığı söylenebilir. Temel ihtiyaçları karşılanan insanlık yaşam alanlarında daha estetik objeler arar olduğu bilinmektedir. Bu gelişmeler sonucunda endüstriyel tasarımın doğduğu söylenebilir.. Sayı 40 /Bahar 2015 346 Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri Sanayi Devrimi’ne kadar icat edilen bütün araç gereçler, bir ihtiyacı karşılıyordu. İlk “teknolojik” aletler, örneğin mikroskop, teleskop, termometre için özel bir estetik gerekmiyordu. Bunlar tamamen fonksiyonel amaçlıydılar. 1698’de ilk kez buhar makinesi (Newcomen) yapıldığında da durum aynıydı. Amaç, buhar gücüyle enerji elde etmekten ibaretti. Önce Nicolas Cugnot ve sonra Richard Trevithick, buhar gücüyle yürüyen aracı icat ettiklerinde de yine ortada her hangi bir estetik kaygı yoktu. Estetik kaygılar ve “tasarım,” sanayinin değil, güzel sanatların sorunuydu. Ta ki, İngiliz Christopher Dresser (1834-1904) ilk kez bir çaydanlığı “tasarlayarak” seri üretime geçene kadar. O güne kadar kimse, çaydanlığı daha “güzel” ve estetik yapmayı düşünmemişti. Dresser bu nedenle, çağdaş anlamda ilk endüstriyel tasarımcı olarak kabul edilir. Yine Sanayi Devrimi isimlerinden Fransız Michael Thonet (1796-1871) de bugün hala kullanılan ünlü iskemlesini estetik kaygılarla tasarlamış ve “alelade” bir iskemleyi bir sanat eseri gibi yeniden tanımlamıştı. Yaptığı işi o güne kadar kimse düşünmemişti: İskemlenin ayağı ve sırtındaki çubukları buharda yumuşatmayı akıl etti. Kalıba koyarak yuvarlak şekiller verdi (Hobsbawm, 1998, s.38). Avrupa sanayileşme sürecini yaşarken bu sürece bağlı olarak tasarım konusunda da önemli gelişmeler yaşıyordu. Aynı dönemde Anadolu’da daha kapalı bir yapı hakimdi. Loncaların da büyük etkisiyle sanayileşmenin Anadolu topraklarına girmesi bir hayli geciktirildi. Bu sebeplerden; Avrupa ile Anadolu arasındaki fark oldukça açıldı. Ancak Anadolu’da özellikle tekstil ve dokumacılık alanlarında söz sahibi önemli merkezler vardı. Tekstil ve dokumacılık alanında tasarımlar yapılıyordu (Sezgin, 2011, s.46). Üç boyutlu tasarım anlamında Anadolu’da yenilikçi sayılabilecek önemli örneklerin özellikle silah ve savaş mühimmatı konusunda olduğu, bu alanda başarılı tasarımların yapıldığı ve üretime konulduğu görülebilir. Matbaanın Anadolu’ya çok geç gelmesini, Anadolu’da grafik tasarımın gelişimindeki gecikmenin sebebi olarak söyleyebiliriz. Ancak geleneksel el sanatlarından hat, tezhip, minyatür alanlarında grafik tasarıma temel oluşturacak nitelikte çalışmaların varlığından sözedelebilir. Osmanlı Devleti’nde, özellikle azınlıkları oluşturan Musevi, Ermeni ve Rumların kendi dini eserlerini matbaa tekniği kullanarak bastıkları bilinmektedir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde sarayda kurulan Enderun Mektebinde sanat konularına da özel ağırlık verilmiş, İran, Özbekistan ve batıdan getirilen sanatçılar burada öğretmenlik yapmışlardır. Kitap resimleme, sayfa tasarımı konularıdaki çalışmalara bu okulda önem verilmiştir. Kanuni döneminde ünlü minyatür sanatçısı Matrakçı Nasuh, Anadolu’nun bir çok şehrinin kuşbakışı resimlerini yapmıştır (Tepecik, 2002, s.21). Sanat eserlerinin ortaya konulmasında duyguların, coşkuların, mutlulukların rolü elbette çok büyüktür. Tasarım ve tasarım uygulamalarında ise ihtiyaçlar ön plandadır. İhtiyaçtan kaynaklanan ürün, malzeme tasarımlarının, duyguların bezemesiyle sanatsal bir form aldığı söylenebilir. Çoğu tasarım, öğrenilmiş sembolik anlamların karışımı, deneyimlerimizden anladığımız imgeler ve tasarım unsurlarını birbirine bağlayan, bileşenler arasındaki 347 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Osman ÇAYDERE ilişkileri görsel olarak kuran tasarımlar olarak düşünülebilir. Kolaylıkla kavranılan ögeler yoluyla ilişkileri ifade ederek bir tasarım görsel olarak etkin hale getirilebilir (Ware, 2008, s.58). Günümüzde iki boyutlu tasarımlarla üç boyutlu tasarımların bir çok alanda iç içe kullanılıyor olması grafik tasarım eğitimi alan öğrencilerin üç boyutlu tasarımlar konusunda bilgi ve beceri sahibi olmasını gerektirdiği sonucunu ortaya koyabilir. Bu bağlamda; güzel sanatların grafik tasarım alanında eğitim alan öğrencilerin tasarıma bakış açılarının sadece kağıt üzerinde olduğu ve yaratıcı bakışı başka boyutlarda göremedikleri düşüncesi ile böyle bir çalışmanın yapılmasına gerek duyulmuştur. Araştırmada “Grafik tasarım konusunda eğitim alan öğrenciler ve eğitim veren öğretim elemanlarının tasarıma dair görüşleri nelerdir?” problemine cevap aranmıştır. Araştırmanın Amacı Bu araştırmada, grafik tasarım dersine yönelik öğretim elemanı ve öğrenci görüşlerini ortaya koymak amaçlanmıştır. Yine araştırmada, öğrenciler için mevcut grafik derslerinde yaptırılan uygulamaların yanısıra ders programında yer almayan uygulamalar hakkındaki durumun tespiti amaçlanmıştır. Bu araştırma ile Türkiye’de, alanda eğitim veren öğretim elemanlarına program ve ders içeriği açısından katkı sağlanacağı düşünülmektedir. Araştırmanın Önemi Günümüzde her alanda olduğu gibi, grafik tasarım alanında da sürekli bir değişim ve gelişim yaşanmaktadır. Teknolojinin hızla geliştiği günümüzde, içinde bulunduğumuz şartlara uyum sağlayabilmemiz eğitim ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle araştırmada grafik tasarım eğitimi alan öğrencilerin eğitimlerine yönelik görüş ve beklentileri belirlenmeye çalışılmış, bu dersleri veren öğretim elemanlarından grafik tasarımdaki gelişmelere yönelik görüşleri alınmış, öğrencilerin çağdaş tasarım alanları hakkındaki farkındalıklarına katkıda bulunmak hedeflenmiştir. Sınırlılık Bu araştırma, Ankara ilindeki Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi ve Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde grafik tasarım alanında görev yapan öğretim elemanları ile yapılan görüşmeler ve Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı’nda grafik öğrenimi gören öğrencilerle yapılan anketlerle sınırlıdır. İlgili Araştırmalar Öktem (2012) tarafından yapılan “Grafik tasarım dersi alan öğrencilerin, grafik tasarım ve bilgilendirme tasarımı hakkındaki görüşlerinin incelenmesi” konulu yüksek Sayı 40 /Bahar 2015 348 Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri lisans tezinde grafik tasarım hakkında geniş kapsamlı bir bilgi verilmiş, ardından bilgilendirme tasarımı hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. İki alan hakkında da ayrıntılı örnekler verilerek anlaşılırlığı sağlanmıştır. Araştırmada söz konusu bu iki alanın birbiriyle olan ilişkisi, öğrencilerin bilgi düzeyleri üzerinden yorumlama yoluna gidilmiş, bu amaçla üniversitelerin ilgili bölümlerinde grafik tasarım dersi alan öğrencilere anket uygulanmış, verilen cevaplar değerlendirilerek iki alan ilişkisi ortaya konmaya çalışılmıştır. Çetinkaya (2011) tarafında yapılan “Tasarım ve kavram ilişkisinin iç mimarlık temel tasarım eğitimi kapsamındaki yeri: Farklı iki üniversite örneği üzerinden temel tasarım eğitimi üzerine bir araştırma” konulu yüksek lisans tezinde, tasarım disiplinlerinden özellikle iç mimarlık disiplini temel tasarım eğitimi üzerinde durulmuştur ve Temel tasarım kavramı, bu disiplinle ilişkilendirilmiştir. Bu çalışma kapsamında; iç mimarlık temel tasarım eğitimi üzerinde temel tasarım kavramının etkisi sorgulanmıştır. Temel tasarım kavramının analizi yapılmış, temel tasarımın tanımı, kavram ile olan ilişkisi, kavramsal tasarımın anlamı araştırılmıştır. Bu bağlamda iç mimarlık temel tasarım eğitiminin ortamı ve temel tasarım kavramının bu eğitimdeki yeri değerlendirilmiştir. Bu çalışmada amaç, temel tasarım kavramının tanımının doğru yapılabilmesi bu kavramın kendi elemanları ve prensipleri ile birlikte ilişkilendirilerek doğru değerlendirilebilmesi, tasarım aşamalarının bir kavram ışığında kurgulandığı takdirde niteliğindeki farklılıklarının izlenebilmesi ve iç mimarlık temel tasarım eğitiminde doğru düşünme, fikir üretme, kavram oluşturmanın tasarımın gücünü belirlemedeki etkisi sorgulanmıştır. Ayrıca araştırmada iç mimarlık disiplini temel tasarım eğitiminde, tanımı kapsamlı bir şekilde yapılmış olan temel tasarım kavramı ve kavramsal tasarımın yerinin net bir şekilde görülebilmesi amaçlanmıştır. Tepecik ‘in (1994) “Grafik tasarlama ilkelerine dayalı tasarım yöntem ve teknikleri” başlıklı doktora tezinde, kaynak araç gereçler kullanım amaç ve esaslarına göre sıralanmış ve tasarım tekniklerindeki özelliklerinden söz edilmiştir. Elde edilen bilgiler ve gözlemler ışığında tasarlama fonksiyonları, sanat ve tasarım felsefesi ilkelerine dayandırılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Araştırmada, grafik tasarım tekniklerinin çokluğu göz önüne alınarak bir sınırlamaya gidilmesi söz konusu olduğundan, sadece “amblem”, “piktogram”, “afiş”, “tabela” yöntem ve tekniklerin tarihsel önemi, gerekliliği, tasarımda aranılan özellikleri dikkat çekicilik, sadelik endüstriyel ve ekonomik estetik açıdan ele alınmıştır. Ayrıca tasarımın yöntemler açısından ele alınışında ise, yapılacak çalışmanın hangi kimlikte ortaya çıkarıldığı ve üç temel öğe üzerinde durularak, kimliğin isim açısından tasarımı, iş alanı açısından tasarımı, yer tarih yada şahıs açısından tasarımı olarak belirlenerek detaylı biçimde yorumlanmıştır. Araştırmanın sonucu doğrultusunda önerilere yer verilmiştir. Karakuş (2011) tarafından “Başlangıç seviyesindeki öğretim tasarımcılarının öğretim tasarımı süreci ve deneyimlerinin etkinlik kuramı çerçevesinde incelenmesi: bir öğretim tasarımı dersinin durum çalışması” Doktora Tezinde, başlangıç düzeyindeki öğretim tasarımcılarının bir öğretim tasarımı uygulamasındaki süreçleri ve deneyimlerini etkileyen bağlamsal unsurları ortaya koymak amacıyla bir öğretimsel çoklu-ortam tasarım geliştirme dersi incelenmiştir. Çalışmanın katılımcılarını Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi bölümünde derse kayıtlı olan 47 üçüncü sınıf öğrencisi oluşturmaktadır. Ayrıca, dersi önceki yıllarda almış 26 öğrenci, elde edilen sonuçların desteklenmesi amacıyla 349 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Osman ÇAYDERE çalışmaya veri sağlamıştır. Derste, öğretimsel çoklu-ortam ürünleri geliştirilirken analiz, tasarım, geliştirme, uygulama ve değerlendirmeyi (ADDIE yapısı) kapsayan bir öğretim tasarımı çerçevesi izlenmiştir. Dersin proje danışmanlarından biri olan araştırmacının rolü hedef kitle öğrenci ve öğretmenleri, takım arkadaşları, mezun öğrenciler ve konu uzmanları ile etkili bir işbirliği içinde olmalarını sağlamak amacıyla düzenli bir şekilde proje ekiplerini yönlendirmek olmuştur. Araştırmacı ve diğer proje danışmanları ek olarak proje gruplarına projeleri için gereken yöntemsel ve teknik araçları sağlamışlardır. Araştırmacı bu şekilde ortamın doğal bir parçası olmuştur. Veri toplamada nitel bir yaklaşım kullanılmış ve bağlamsal unsurları ortaya koymada, bu unsurlar arasındaki karşılıklı bağları bulmada ve sonuçların sunumunda Etkinlik Kuramı’ndan (Engeström, 1999) yararlanılmıştır. Sonuçlar başlangıç düzeyindeki öğretim tasarımcılarının beklenti ve motivasyonlarının, takım çalışması becerilerinin, proje danışmanının ve hedef kitlenin rolünün öğretim tasarım sürecini anlamada ve öğretim tasarımında yürütülen süreçlerin kalitesi üzerinde etkileri olduğunu göstermektedir. Sonuçların başlangıç düzeyindeki öğretim tasarımcılarının uygulama becerilerini güçlendirmek için öğretim tasarımı derslerinin iyileştirilmesinde yararlı olacağı düşünülmektedir. Tuna (2003)’nın “Sanat eğitimi bölümlerinde tasarım ilke ve elemanlarının bilgisayar teknolojisi yardımı ile uygulanması” konulu Sanatta Yeterlilik tezinde, üniversitelerin güzel sanatlar eğitimi bölümü resim-iş anabilim dallarında temel tasarım dersi, tasarım ilke ve elemanları konularının bilgisayarla uygulanmasından ortaya çıkacak ürünler üzerindeki etkisini belirlemek konu ile ile ilgilenenlere tasarım örnekleri sunabilmek amaçlanmıştır. Araştırmada deneysel desnlerden son test kontrol grup deseni kullanılmıştır. Araştırmanın sonucunda resim-iş eğitimi bölümlerinde özellikle birinci sınıflarda uygun ortam ve yeterli ön eğitim verildiği taktirde temel tasarım dersi, tasarım ilke elamanları konularında bilgisayar kullanımının öğrencinin başarı düzeyini artırdığı görülmüştür ayrıca konu ile ilgili önerilerde bulunulmuştur. Taneri (2013) tarafından hazırlanan “Mimarlık öğrencilerinin tasarıma dair algıları ve bu algıların eğitim süresince dönüşümü” konulu yüksek lisans tezinde, mimarlık öğrencilerinin tasarımı nasıl tarifledikleri araştırılmıştır. Araştırmada, lisans eğitimleri boyunca birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar tasarıma dair algılarının nasıl değiştiği konusuna odaklanılmıştır. Çalışma kapsamında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nde bulunan mimarlık öğrencileri ile anket çalışması ve takiben öğrencilerden oluşan odak gruplarıyla görüşmeler yapılmıştır. Çalışma sonucunda problem çözümü olarak tasarım tarifi en çok tercih edilen tasarım tarifi olmuştur. Buna sebep olarak ise tasarım stüdyosu pedagojisi öğrencilere lineer bir tasarım süreci sunması öne sürülmektedir. Görüşmeler sonucunda öğrencilerin, tasarım sürecinin lineer bir süreç olmadığının farkında oldukları halde uygulanan pedagoji yüzünden böyle bir tarifleme yaptıkları sonucuna varılmış olup öğrencilerin tasarım eğitimi sürecinde başarılı olabilmek için geliştirdikleri stratejik yaklaşımların, tasarım sürecinin doğası ile uygulanmakta olan tasarım stüdyosu pedagojisi arasında var olan çelişkiden kaynaklandığı öne sürülmektedir. Tavakkoli’nin (2014) “İç mimaride grafik tasarım” başlıklı yüksek lisans tezinde iç mimaride nelerin önemli olduğu anlatılarak, iç mimaride grafik tasarımın önemini vurgulamak amaçlanmıştır. İyi bir iç mekân grafik tasarımcının hem çok bilgili olması Sayı 40 /Bahar 2015 350 Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri gerektiğinden hem de bilgisini kullanabilme adına çok yaratıcı bir kişilik olması gerektiğinden, iki boyutlu veya üç boyutlu ögeleri ve diğer unsurları çok dengeli bir şekilde görselleştirmesinden bahsedilmiştir. Ayrıca tasarım, temel tasarım, grafik tasarım, iç mekan- grafik tasarımı aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Tasarım: Düşünmek ya da zihinde biçimlemek, bir amaç için formüle etmek, yöntem bulmak, sistematik olarak planlamak, amacı, hedefi, niyeti olmak, yüksek beceri gerektiren veya sanatsal bir konuda yaratmak, bulmak, icat etmek. Temel Tasarım: Bir görsel çalışma oluşturulurken farkında olarak veya olmayarak kompozisyon ve biçimlendirme araçlarından ve ilkelerinden yararlanılarak yapılan tasarım çalışmalarıdır. Grafik Tasarım: Bir mesajı iletmek, bir görseli geliştirmek veya bir düşünceyi görselleştirmek için metnin ve görsellerin algılanabilir ve görülebilir bir düzlemde, iki boyutlu veya üç boyutlu olarak organize edilmesidir. İç Mekân-Grafik Tasarım: İç mekân grafikleri kullanıldıkları mekânlara göre farklı özellikler kazandıran ve bu tasarımları tasarlarken mekânın erişebilirliği, yüzeylerin odaklayıcılık duygusunu artıran, seçme konusunda iletilmek istenilen mesajı veren, görselliği sağlayan öğelerdir Yücel’in (2014) “Disiplinlerarası ilişkilerin grafik tasarımı eğitimi sürecine etkisi” başlıklı doktora tezinde, grafik tasarım eğitimi veren fakültelere yönelik, reklam grafiği tasarımı eğitimi sürecinde disiplinlerarası ilişkilerin öğrenci kazanımlarına katkısını ortaya koymak amaçlanmıştır. Araştırma nitel araştırmada eylem araştırması yöntemiyle düzenlenmiştir. Araştırmada, “reklam grafiği tasarımı eğitiminde” disiplinlerarası ilişkiler üzerine, proje tabanlı bir uygulama ile tasarım süreçlerinin öğrenci kazanımlarına etkisi” üzerinde durulmuştur. Araştırmanın uygulanması, T.C. Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 3. Sınıf 15 odak öğrencisiyle, 2012-2013 öğretim yılı bahar dönenimde, Reklam Grafiği – Etkileşimli Çoklu Ortam Uygulamaları – Reklam Fotoğrafçılığı dersleriyle eş zamanlı olarak 14 haftada gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem araştırmasında, öğrencilerin tasarımsal becerilerinin gelişimini gösteren gözlemci raporları, döküman inceleme (uygulamada yapılacak olan grafik tasarım ürünleri), video kayıtları, yarı-yapılandırılmış görüşme, öğretim elemanı görüşleri, araştırmacı günlüğü ve öğrenci günlüklerinden yararlanılmıştır. Eylem araştırması olarak desenlenen bu nitel çalışmada içerik analizinden yararlanılmıştır. Araştırma grubunda, reklam grafiği tasarım süreçlerinde disiplinlerarası ilişkilerin öğrenci kazanımlarına katkıda bulunduğu, daha donanımlı -çok disiplinli yetişen bireylerin piyasa koşullarında arz-talep dengesinin sağlanmasında avantajlı olduğu, çok disiplinli ve donanımlı olarak kendini yetiştiren tasarımcıların teknoloji ve modern çağın gereklerine uygun olarak bilgi alternatiflerini zenginleştirmesi açısından verimli olacağı sonuçlarına ulaşılmıştır. Andarood’un (2014) “İç mimarlık alanında görsel iletişim temelli grafik tasarım çözümlemeleri” başlıklı yüksek lisans tezinin, birinci bölümünde iletişimin anlamı ve kavramı incelenmiş, görsel iletişimin algısı irdelenip, görsel düşünce kavramı tanımlanmıştır. ikinci bölümünde tasarım ve tasarım alanında yeni açılımlara yer verilmiş ve tasarlamanın temelleri tartışılmıştır. Üçüncü bölümde grafik tasarımın mimarlık ve çevre tasarımın etkisi ve yeni yaklaşımlar incelenmiştir, bu anlamda iç mekan tasarımında grafik tasarımın örnekleri analiz edilmiştir. Dördüncü bölümde ise, tez çerçevesinde seçilmiş olan restoran ve konut, iç mekan tasarımı ve grafik tasarım açısından analizler gerçekleştirilmiştir. Bu tezin önceki bölümlerinde söz konusu edilen verilerin ışığında, mekan ve grafik tasarımın yorumu daha netleştirilmiş ve konu bu veriler ile irdelenmiştir. 351 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Osman ÇAYDERE Danışan’ın (2013). “Tasarım sürecinde, öğrencilerin yaratıcılığını etkileyen faktörler” başlıklı yüksek lisans tezinde, Türkiye’deki Tasarım ve Güzel Sanatlar Fakültelerindeki öğrencilerin yaratma sürecinde yaşadıkları sorunlar, öğretim görevlilerinin yöntemleri, yaratıcılığın gelişim sürecine nasıl müdahale ettikleri ve öğrencilerin yaşadığı problemlere yönelik çözüm önerilerinin ne olabileceği incelenmiştir. Araştırmada, kaynak tarama yöntemi ile nitel yöntemlerden yararlanılmıştır. Bu kapsamda ilgili literatür taranmış ve bu alanda eğitim alan öğrenciler ve eğitim veren öğretim görevlileriyle görüşme yapılmış ve yorumlanmıştır. Araştırma iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; yaratıcılığın tanımı ve yaratıcılığın evreleri, yaratıcılığın boyutları, yaratıcı ürün, yaratıcı çevre, yaratıcı süreç, yaratıcı kişi alt başlıklarıyla, yaratıcılık ile zeka, cinsiyet, yaş, eğitim ve teknoloji kavramlarının ilişkisi, yaratıcılığı etkileyen faktörler literatür bilgisi ışığında bireysel, algısal, duygusal, örgütsel, toplumsal ve eğitsel engeller olarak sınıflandırılmıştır. Sonrasında yaratıcı düşünme teknikleri ortaya konmuş ve beyin fırtınası, yaratıcı problem çözme, örnek olay inceleme, görüş geliştirme ve kavram haritaları alt başlıklarında incelenmiştir. İkinci bölümde araştırma sonunda elde edilen bulgular, nitel veri analizi kapsamında görüş ve verilerin içerik analizi ile analiz edilerek tablolar halinde sunulup açıklanmış ve bulgular genel olarak yorumlanıp, teori ve uygulamadaki önemi ile doğruluk değeri tartışılmış, elde edilen sonuçlara göre öneriler sunulmuştur. Kaya (2000) ’nın “Matbaa teknolojisinde dizgi sistemleri kronolojisinin teknik olarak incelenmesi” konulu yüksek lisans tezinde günümüze kadar uygulanmış olan dizgi sistemleri kronolojik olarak incelenmiştir. Araştırmada öncelikle Orta Asya’da yaşayan Uygur Türkleri ele alınmış ve Uygur Türklerinin klişe baskıyı geliştirdiğinden bahsedilmiştir, ancak Klişe baskının keşfine rağmen bazı toplumların (Çin) yazı sistemlerinin kendilerine has olması sebebi ile ayrı ayrı harf döküm sistemine geçilemediği ve bu durumun da matbaanın Orta Asya’daki keşfini geciktirdiği anlatılmıştır. Kaya’nın araştırmasında kağıt üretim teknolojisinin Asya’dan Avrupa’ya geçmesinden sonra Gutenberg’in geliştirdiği hareketli harfler ve Latin harflerinin dizilmesindeki kolaylık yoluyla basımcılığın Batıda hızla geliştiği, gelişen teknoloji ile dizgi sistemlerinin değişimi, sıcak dizgi sistemi ve foto dizgi sistemlerinin kullanılması, günümüzde bilgisayarın kullanımı ile masaüstü yayımcılık sisteminin geliştiği anlatılmıştır. Çitci’nin (2009) “Görsel Kültür Elemanı Olarak 20. Yy’da Afişin Toplumsal Süreçlere Etkisi” konulu yüksek lisans tezinde belli başlı tarihsel olaylar, ekonomik, sosyolojik ve politik düşünce biçimlenmelerinin afişe yansımaları ve bu etkiler bağlamında şekillenen afiş tasarımlarının topluma nasıl bir geri dönüt oluşturduğuna ilişkin bir anlama hedeflenmiştir. Araştırmada görsel kültürü besleyen bir alan olarak afiş tasarımları incelenerek yaşanan sosyal dönüşümlerin izlerinin takip edilebileceği görülmüştür. Toplumsal süreçlerdeki değişimler afişlerde konu, dil, üslup ve üretim teknikleri bakımından yansıdığı ortaya konmuştur. Afiş tasarım ilke ve elemanları, yazı karakterleri, figürler ve hatta basım biçimi ve teknolojisi tarihsel süreçlerden etkilenerek çağının özelliklerini taşıyarak, toplumların düşünsel, ekonomik, sosyolojik ve teknolojik yapısına ışık tuttuğu açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca araştırmada afişin sadece bir mesaj ya da kültür taşıyıcısı olmadığı, görsel kültür elemanı olarak afiş toplumsal süreçlere, var olan toplumsal yapıları yeniden üreterek onların devamını sağlamasına yardımcı olduğu gibi toplumsal düzeni eleştirerek onu değiştirmeye de çalıştığı ve böylece afişler Sayı 40 /Bahar 2015 352 Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri toplumsal süreçlerin dönüşümüne etki ederek insanlık tarihinin felsefi, politik, sosyolojik ve ekonomik evrimine katkı sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. Özmutlu (2009) tarafından hazırlanan “Grafik tasarım atölye derslerinde afiş konusunun uygulama ve çözümleme süreçlerinde göstergebilimsel çözümleme yönteminin kullanımı” başlıklı yüksek lisans tezinde, Grafik Tasarım Atölye Derslerinde afiş konusunun uygulama ve çözümleme süreçlerinde göstergebilimsel çözümleme yönteminin kullanımının gerekliliğini ve nasıl uygulanabileceğini ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu araştırmada; eğitim fakültelerinin resim-iş eğitimi bölümlerindeki grafik anasanat derslerinde afiş konusunun işlenişi ele alınmış, bu derslerde yapılan afişlerin taşıdığı kavramsal değerlerin en az estetik değerler kadar önemli olduğu, bu nedenle afiş konusunun uygulama ve değerlendirme süreçlerinde göstergebilimsel çözümleme yönteminin kullanılmasının gerekli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca mevcut bir göstergebilimsel çözümleme modeli örneklere de yer verilerek önerilmiştir. Öncelikle söz konusu çözümleme modeli aşamalarıyla anlatılarak bir afişin bu yöntem doğrultusunda nasıl çözümlenebileceği belirtilmiştir. Konunun daha iyi bir şekilde anlaşılabilmesi için bu yöntemle hazırlanmış detaylı çözümleme örneklerine yer verilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre; dersi yürüten uzmanların görüşleri doğrultusunda “bir grafik tasarım ürününün estetik değerleri karşılayabilen, görsel yönü kuvvetli bir tasarım olması ne kadar önemliyse, bir kavramı etkili bir şekilde ifade edebilmesi de en az onun kadar önemli olduğu” açıkça ifade edilmiştir. Bu duruma göre öğrencilerin kendilerini kavramsal yönden de geliştirebileceği uygulamalara yer verilmesi önerilmiştir. Arıkan’ın (2008). “Grafik tasarımda yapısal öğelerin algısı ile sosyo demografik değişkenler arasındaki ilişki Selçuk Üniversitesi Örneği” konulu doktora tezinde, görsel algı ile tasarım ilke ve elemanları arasında var olması muhtemel ilişkiyi incelenerek; tasarım ilke ve elemanlarının algılanışında hangi sosyo demografik değişkenlerin nasıl etki ettiğinin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Bu araştırma grafik tasarım alanı içerik sahasında, tasarımcılara, grafik eğitimcilerine, araştırmacılara ve öğrencilere yardımcı olması bakımından önemlidir. Araştırmada genel olarak kaynaklar incelendiğinde, geçmiş kaynaklardaki metinlere, gözlemlere ve mesleki tecrübelere dayalı bilgilere yer verildiği anlaşılmaktadır. Bu açıdan nitel ve nicel metotların kullanılması ve sonuçların nicel değerlendirme ile elde edilmesinin çalışmayı önemli kılacağı düşünülmüştür. Araştırmada elde edilen sonuçlara göre; insanın görsel algılama bağlamında grafik algısı, tasarımı meydana getiren ilke ve elemanlar tarafından etkilenmektedir. Bir başka ifade ile; elde edilen bulgular, bütünü meydana getiren parçaların ortak algılayış şekillerinin olduğunu kanıtlanmıştır.. Hedef kitle, grafik tasarım ürününü (görseller - afiş, amblem, resimleme, fotoğraf vs.) bütün olarak algılarken, aynı zamanda da bütünü meydana getiren parçaları da istemli veya istem dışı olarak algılayabilmektedir. “Ortak anlam” bu parçalar yada bütün tarafından (tasarım ürünü veya sanat eseri) yaratılmaktadır ve insanların ne türden şeyleri algılarken benzer tepkiler verdiği, hedeflenen “ortak anlam” yaratma çabası için önemli ip uçları verebilmektedir. Baktır’ın (2006) “Bauhaus felsefesi ve endüstriyel tasarımdaki işlevsellik boyutu” başlıklı yüksek lisan tezi dört bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde Bauhaus’un tarihsel gelişimi incelenirken, Bauhaus’un oluştuğu ortam ve bu fikrin ortaya çıkmasında etkili 353 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Osman ÇAYDERE olan kişiler ve kurumlar araştırmaya dahil edilmiştir. Aynı zamanda okulun gelişim süreci ve bu süre içinde yayınladığı manifestolar konu edilmiştir. İkinci bölümde Bauhaus’un farklı eğitim sistemi, temel ilkeler ve öğretimin kapsamı başlıkları altında incelenmiştir. Okula öğretici olarak bağlanan sanatçıların, sanat ve zanaatın birliği için yaptıkları çalışma yöntemlerine yer verilmiştir. Üçüncü bölümde Bauhaus’un endüstriyel tasarıma olan katkıları incelenirken, endüstri ürünü, işlevsellik ve formun standartlaştırılması kavramları açıklanmaya çalışılmıştır. Dördüncü bölümde ‘Bauhaus Stili’ diyebileceğimiz yalın, hafif, işlevsel ve estetik esaslara dayanan yaklaşımın oluşturduğu karakteristikler renk, malzeme ve form başlıkları altında irdelenmiştir. Beşinci bölümde ise, Bauhaus’un gelişim süreci ve ortaya koyduğu ürünlerin yakaladığı evrensellik incelenirken, miras bıraktığı düşünce sisteminin 21. yüzyılda aydınlatma elemanları, ev aksesuarları, mutfak gereçleri ve mobilya tasarımında ulaştığı nokta günümüzden bazı örneklerle değerlendirilmeye çalışılmıştır. Araştırmada tüm bu başlıklar altında elde edilen bulgulara göre varılan nokta endüstriyel tasarımın kurucusu olan Bauhaus’un, bu alanda bir başlangıç noktası olduğu ve kendinden sonra gelenlere örnek teşkil ettiği olmuştur. Tepecik (2002) tarafından hazırlanan “Grafik Sanatlar Tarih –Tasarım- Teknoloji” başlıklı kitap sanat, grafik sanatlar, grafik sanatlarda tasarım ilkeleri, grafik tasarım ürünleri, teknoloji, başlıklarını ele alan beş bölümden oluşmaktadır ve grafik tasarım alanında çalışanlar için kaynak oluşturmaktadır. Tepecik ve Tuna (2001) ‘nın “Plastik sanatlar eğitiminde bir araç olarak bilgisayar kullanımı” konulu makalesinde ilköğretim okullarının ikinci kademe ve üstü öğrenciler olarak belirlenen hedef kitle ile bilgisayarın plastik sanatlardaki yeri incelenmeye çalışılmıştır. Bilgisayarın sanat eğitimi içerisinde neler yapabileceği, öğrencilerin sanatsal yaratma ve sanatsal yaratma için gerekli olan cesareti sağlamada nasıl yardımcı olabileceğine değinilmiştir. Sarıkavak’ın (2012) “Grafik tasarım eğitiminin geleceğine bir bakış konulu” makalesinde, günden güne gelişen ve değişen teknolojiler yoluyla görsel iletişimin günümüzde farklı bir aşamaya gelmesinden bahsedilmiştir. Ülkemiz üniversitelerinde ise grafik tasarım eğitiminin yerinde saydığı ancak bazı akademisyenlerce kavranarak lisan ve lisans üstü düzeyde yeni açılımların mevcut olduğu anlatılmıştır. Makalede mevcut durum tespitinin ardından görsel iletişim ya da grafik tasarım adları altında yürütülen lisans ve lisans üstü eğitime ilişkin teknolojideki gelişmeler ve gündelik yaşama ilişkin yeterlilikler ortaya konularak, alana ilişkin geleceğe dair önlem almak amacı ile önerilerde bulunulmuştur. Düzenli ve Kavuran (2004) tarafından hazırlanan “Görsel iletişim aracı olan pul’un tarihi gelişimi ve grafik ürün olarak önemi” konulu makalede pul üzerinde taşıdığı görsel imgelerle (kültür-tarih vs.) bir ülkenin tanıtım aracı olup aynı zamanda evrensel bir boyut da kazanan aynı zamanda iletişim aracı olan pulun tarihi gelişimi ve grafik tasarım ürünü olarak öneminin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu araştırmada, ilgili bilimsel yayınların listesini içeren indeksler, özler ve dolayısıyla kütüphane koleksiyonları taranmıştır. Bilimsel verilerden elde edilen bulgular doğrultusunda pulun grafik ürün olarak tasarımında görsel estetik ve teknik kaygıların gerekliliği sonuçlarına varılarak bu Sayı 40 /Bahar 2015 354 Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri sonuçlar doğrultusunda öneriler sunulmuştur. Güvendi Kaptan ve Kaptan’ın (2004) “Ders kitaplarındaki tasarım sorunları ve öğrencilerin öğrenme düzeyine etkisi” konulu bildiride estetikten ve tasarımdan yoksun bir anlayışın, “eğitim açısından” düşünce karmaşasına yol açacağı, kitabı gerçek amacından uzaklaştıracağı savunulmuştur. Ders kitaplarının ise, görsel olarak estetik haz uyandırarak, ‘bilginin’ sanatsal değerlerle dışavurumunu yansıttığı anlatılmıştır. Ayrıca çalışmada ders kitapları tasarımlarının, belirli tasarım ilkelerini uygulamayı zorunlu kıldığı vurgulanmıştır. Eğitim bilimciler çocukların öğrenmelerinde görsel yolun etkin öğrenme yolu olduğunu belirtmeleri sebebi ile, kitaplarda yer alan görsel elemanların, metnin kavranmasını kolaylaştırdığı, geleceğimiz olan çocuklara bilgiyi estetik bir biçim de sunacak eğitimci ve grafik tasarımcılara her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Alpaslan’ın (2011) “Türk grafik sanatı tarihinden, samsun sigarası ambalaj ve pavyon tasarımları ile Atıf Tuna” başlıklı bildirisinde Türk Grafik Sanatının daha söz sahibi, saygın, özgün ve hak ettiği noktaya yükselebilmesinin toplumun yaşam ve kültür düzeyinin yükseltilmesiyle mümkün olacağı anlatılmıştır. Çağdaş Türk Grafik Sanatının ilk kuşağı diye nitelendirilen kuşakta yer alan İhap Hulusi ve Münif Fehim’le aynı dönemde yer alan Atıf Tuna’nın zamanının diğer sanatçıları gibi güçlüklere göğüs gererek ve gönül verdiği sanatıyla tüm olanaksızlıkların üstesinden geldiği, herhangi bir sanat ya da tasarım eğitimi almamış olmasına rağmen grafik tasarım alanına gönül verdiği ve bu alanda çok başarılı çalışmalara imza attığı, sanatçı kimliğin bugün bile çok önemsenilen çok yönlülüğüne sahip tasarımın dışında tasarım disiplinlerinin neredeyse her alanında da ürünler vermiş olduğu ortaya konmuştur. Ayrıca halen kullanılmakta olan pek çok tasarım ürününün görselinde imzası olan Atıf Tuna’nın; afiş, posta pulu ve amblem dallarında birincilik ödülleri ve mansiyonlar almış, yurtiçi ve yurtdışı fuarlarda pavyonlar hazırlamış, kendi evinin projesi dahil pek çok mimari proje gerçekleştirmiş, muhteşem iskemleleri başta olmak üzere mobilya tasarımları yapmış, ev ve işyerleri dekore gibi faaliyetlerinin olduğu anlatılmıştır. Bu bağlamda kendi yaşam temellerini yine kendi düşünce, yaratma gücüyle, kendi değer yargılarıyla çözümleyip kuramayan toplumun her sanat dalı gibi grafiği de köksüz olacağı anlatılmıştır. Yöntem Araştırmanın bu bölümünde araştırmanın yönteminden, modelinden, evren ve örnekleminden, verilerin toplanmasından, verilerin çözümlenmesi ve yorumlanmasından bahsedilmiştir. Araştırmada hem nicel hem de nitel araştırma türü kullanılmıştır. ‘’Nitel araştırmalar, belli bir konu ile ilgili araştırma yaparken o konunun ‘ne kadar’ ya da ‘ne kadar iyi’ olduğunu öğretmekten çok daha geniş bir bakış açısı elde etmek isterler. Örneğin bir dersin nasıl öğretildiği, bu ders için nasıl hazırlanıldığı, öğrencilerin neler yaptıkları, ne tür etkinliklerin işe konulduğu, öğrenme sürecini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen faktörlerin neler olduğu araştırılır’’ (Büyüköztürk, Çakmak, Akgün, Karadeniz, Demirel, 2013, s.234). Nicel araştırma ise; “Olgu ve olayları nesnelleştirerek gözlemlenebilir, ölçülebilir ve sayısal olarak ifade edilebilir bir şekilde ortaya koyan araştırma türüdür” (Arslan, 2012, s.36). 355 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi Osman ÇAYDERE Araştırmanın Modeli Bu araştırma grafik tasarım dersine yönelik öğretim elemanı ve öğrenci görüşlerini belirlemeye yönelik olması nedeniyle betimsel bir araştırmadır. “Betimleme araştırmaları mevcut olayların daha önceki olay ve koşullarla ilişkilerini de dikkate alarak, durumlar arasındaki etkileşimi açıklamayı hedef alır” (Kaptan, 1995, s.59). Ayrıca araştırmada model olarak tarama modeli kullanılmıştır. “Tarama modelleri geçmişte ya da halen var olan bir durumu olduğu biçimiyle betimleyen araştırma modelleridir” (Karasar, 1998, s.77). Tarama modelinde verilere görüşme anket yoluyla ulaşılabilir. Evren ve Örneklem Araştırmanın evrenini Ankara’daki güzel sanatlar eğitimi veren kurumlarda eğitim veren öğretim elemanları ve Ankara’da eğitim fakültesi güzel sanatlar eğitimi bölümü resim-iş eğitimi anabilim dalında grafik tasarım eğitimi alan öğrenciler oluşturmaktadır. Araştırmanın yapıldığı tarih itibari ile; Ankara’da güzel sanatlar alanında grafik eğitimi veren 5 üniversite bulunmakta, bu üniversitelerde 45 öğretim elemanı grafik derslerini yürütmektedir. Ayrıca güzel sanatlar eğitimi veren 1 eğitim fakültesi bulunmakta, bu fakültede ise toplam 106 öğrenci grafik eğitimi almaktadır. Örneklemini ise, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi’de görev yapan bir öğretim elemanı, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim elemanı, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim elemanı, Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim elemanı, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim elemanı, Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim elemanı olmak üzere toplam altı öğretim elemanı ve Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Resim-iş Eğitimi Anabilim Dalı’nda grafik tasarım eğitimi gören 53 öğrenci oluşturmaktadır. Anketin Uygulandığı Örneklem Grubunun Özelliklerine Göre Dağılımları Grafik 1. Ankete katılan öğrencilerin sınıflarına göre dağılımı Grafik 2. Ankete katılan öğrencilerin cinsiyete göre dağılımı Sayı 40 /Bahar 2015 356 Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri Verilerin Toplanması Araştırmada, verilerin toplanmasında görüşme ve anket tekniği kullanılmıştır. Literatür tarandıktan sonra öğretim elemanları için görüşme, öğrencilere uygulanmak üzere “Tasarım Algısı” anketi hazırlanmış ve uygulanmıştır. Ölçüm aracı olarak, konu kapsamında geliştirilen öğrencilere uygulanan “Tasarım Algısı” anketi ve öğretim elemanlarına uygulanan görüşme formları kullanılmıştır. Öncelikle öğretim elemanı görüşme formları hazırlanmış ve geçerlilik çalışmasının ardından örneklem grubuna uygulanmıştır. Öğretim elemanlarıyla yapılan görüşmelerden yararlanılarak öğrencilere uygulanan anket oluşturulmuştur. Görüşme için yarı yapılandırılmamış görüşme tekniği seçilmiştir. “Yapılandırılmamış görüşmeler; araştırmacıya konu ile ilgili olabilecek maddelerin sorulmasında büyük serbestlik sağlar. Sorular ve sıralamaları sabit değildir. Görüşme sırasında gelişebilir. Bu yöntemde karşılaştırma ve analiz kolaylığı amacı ile seçmeye zorlamak yerine, açık uçlu sorular aracılığıyla zengin ve yeterli bilgi toplanması hedeflenmektedir” (Büyüköztürk ve diğerleri, 2013, s.163). Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması Araştırmada uygulanan görüşmenin çözümlenmesinde içerik analizi kullanılmıştır. İçerik analizinde, dokümanlardan elde edilen nitel araştırma verilerinin işlenmesi, verilerin kodlanması, temaların bulunması, kodların ve temaların düzenlenmesi, bulguların tanımlanması ve yorumlanması şeklinde dört aşama bulunmaktadır (Yıldırım ve Şimşek, 2006). Araştırmada öğretim elemanlarıyla yapılan görüşmenin çözümlenmesinde öncelikle öğretim elemanlarıyla yapılan görüşmenin ses kayıtları deşifre edilmiştir. Ardından araştırma amacı doğrultusunda yazılı metin haline gelen görüşmeler her öğretim elemanı için ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Veriler kodlanarak öğretim elemanlarından alınan görüşler için temalar oluşturulmuş, bu temalar tablolaştırılmış ve düzenlenmiştir. Böylece bulguların tanımlanması sağlanarak yorumlanmaya çalışılmıştır. Öğrencilere uygulanan “Tasarım Algısı” anketi verileri % (yüzde) ve f (frekans) yoluyla çözümlenerek yorumlanmaya çalışılmıştır. Yapılan bu aratırmanın güven aralığı % 95, standart sapması +/- % 2’dir. Anket verileri SPSS istatistik programında değerlendirilmiştir. Bulgular Ve Yorumu Araştırmanın bu bölümünde, grafik tasarım dersine yönelik öğretim elemanı ve öğrenci görüşlerini ortaya koymak amacı ile; dört başlık altında toplanan öğretim elemanı görüşleriyle elde edilen bulgulara, dört ana başlık altında toplam yirmi sorunun yeraldığı grafik dersi alan öğrencilerle yapılan ankete ait bulgulara ve yorumlarına yer verilmiştir. Öğretim Elemanlarının “Tasarım”ın Tanımı Hakkındaki Görüşleri Altı öğretim elemanına ait tasarım tanımı ile ilgili görüşler analiz edilerek tema oluşturulmuştur. Tasarımın; “İnsanın ihtiyaçları çerçevesinde, insan-araç bağlamındaki fonksiyonlar düşünülerek, beş duyu organının kullanıldığı ve psikolojik olarak hissedilebildiği, çevredekilere görsel olarak farklı anlamları yükleyerek ve ergonomiyi bilerek yapılan, 357 İletişim K