İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Transkript

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Fakültesi
kuram ve araştırma dergisi
Sayı:40 - Bahar / 2015
Aslı İCİL TUNCER
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler
Bağı Üzerine Bir Analiz
Hatice KAYA, NurayTURAN, Özgem HASANOĞLU,
Özge GÜRE, Ettibar ARSLANOVA, Gülay ELMAS
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini
Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki
İlişkinin İncelenmesi
Meltem ŞAHİN
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif
Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz
Kalkınma
Nuray Hilal TUĞAN
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’
Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Özlem GÜLLÜOĞLU IŞIK
A Research on the Relationship Between
Organizational Commitment and Organizational
Cynicism
Özge YALÇIN
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya
Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
Hakemli Elektronik Dergi
Pınar GÖKLÜBERK ÖZLÜ,
Arezoo NASIRIAGHDAM
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim
Tarzlarında Kültürel Anlamlar
Belma CANBAY
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
Banu DAĞTAŞ, Mehmet Emir YILDIZ
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri:
Eskişehirspor Örneği
Birol DEMİRCAN
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir
Değerlendirme
Burcu ÖKSÜZ
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
İbrahim Şamil KÖROĞLU
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya
Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Murat ERDEM
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre
Yansıması
Sibel HOŞTUT
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Sevda DENEÇLİ
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka
Farkındalığına Etkisi
Yelda ÖZKOÇAK
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Muzaffer ŞAHİN
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi
Haber Sistemi
Ayşe BİNAY KURULTAY,
Burcu SABUNCUOĞLU PEKSEVGEN
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Osman ÇAYDERE
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim
Elemanları Ve Öğrenci Görüşleri
Salı Toplantıları
Prof. Dr. Berin U. Yurdadoğ ile “Varoluş Yolculuğunda Bir Adım”
E-ISSN: 2147-4524
Hakemli Elektronik Dergi
Bahar2015, Sayı 40
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
G.Ü. İletişim Fakültesi Adına Sahibi
Rektör
Prof. Dr. Süleyman BÜYÜKBERBER
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Dekan
Prof. Dr. Zakir AVŞAR
Editör
Doç. Dr. Muharrem ÇETİN
Editör Yardımcıları
Doç. Dr. Ayşe Elif EMRE KAYA
Dr. İbrahim Hakan DÖNMEZ
Arş. Gör. Eda TURANCI
Arş. Gör. Emrah ÖZTÜRK
Arş. Gör. Emrah AYAŞLIOĞLU
Düzeltmenler
Arş. Gör. Tezcan KAPLAN
Arş. Gör. Işkın ÖZBULDUK KILIÇ
Arş. Gör. Songül OMUR
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Cem YAŞIN
Prof. Dr. Gülcan SEÇKİN
Doç. Dr. Muharrem ÇETİN
Doç. Dr. M.Can DOĞAN
Yrd. Doç. Dr. Sirel GÖLÖNÜ
Yrd. Doç. Dr. Erol İLHAN
Danışma Kurulu
Prof. Dr. Zakir AVŞAR Prof. Dr. Suat ANAR Prof. Dr. Necdet ATABEK Prof. Dr. Ümit ATABEK Prof. Dr. Bilal ARIK Prof. Dr. Ayhan BİBER Prof. Dr. Mehmet YÜKSEL Prof. Dr. Burhan AYKAÇ
Prof. Dr. Özlen ÖZGEN Prof. Dr. Hasan BACANLI
Prof. Dr. Hamza ÇAKIR Prof. Dr. Dilruba ÇATALBAŞ Prof. Dr. Yusuf DEVRAN
Prof. Dr. İhsan ERDOĞAN Prof. Dr. Suat GEZGİN Prof. Dr. Nilgün GÜRKAN PAZARCI Prof. Dr. Nurettin GÜZ Prof. Dr. Ahmet KALENDER Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI Prof. Dr. Fahrettin KORKMAZ Prof. Dr. Hale KÜNÜÇEN Prof. Dr. Ahmet TOLUNGÜÇ Prof. Dr. Murat S. ÇEBİ
Prof. Dr. Serdar ÖZTÜRK
Prof. Dr. Başak SOLMAZ
Prof. Dr. Ersin ÖZARSLAN Prof. Dr. Mustafa YAĞBASAN
Prof. Dr. Fatma GEÇİKLİ
Prof. Dr. Haluk EMİROĞLU
Prof. Dr. Halil İbrahim GÜRCAN
Gazi Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Yaşar Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Kastamonu Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Gelişim Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Biruni Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Fırat Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Bilkent Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Yayın Türü: Yılda iki kez yayınlanan ulusal, hakemli, yaygın, süreli bir elektronik dergidir.
Yönetim Merkezi ve Adresi
Tel
Faks
Web
E-posta
: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara
: 90 312 216 22 07 – 90 312 216 22 56
: 0 312 212 1832
: http://iletisimdergisi.gazi.edu.tr
: [email protected] - [email protected]
Taranan İndexler
TÜBİTAK/ULAKBİM SBVT, EBSCO ve ASOS veritabanları tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir.
İÇİNDEKİLER
Aslı İCİL TUNCER
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler
Bağı Üzerine Bir Analiz
1-15
Hatice KAYA, Nuray TURAN, Özgem HASANOĞLU,
Özge GÜRE, Ettibar ARSLANOVA, Gülay ELMAS
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini
Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin
İncelenmesi
16-31
Meltem ŞAHİN
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif
Parti Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz
Kalkınma
32-47
Nuray Hilal TUĞAN
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’
Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
48-76
Özlem GÜLLÜOĞLU IŞIK
A Research on the Relationship Between
Organizational Commitment and Organizational
Cynicism
77-97
Özge YALÇIN
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya
Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
98-118
Sibel HOŞTUT
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
119-136
Yelda ÖZKOÇAK
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
137-152
Ayşe BİNAY KURULTAY,
Burcu SABUNCUOĞLU PEKSEVGEN
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
153-174
Pınar GÖKLÜBERK ÖZLÜ,
Arezoo NASIRIAGHDAM
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında
Kültürel Anlamlar
175-189
Belma CANBAY
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
190-209
Banu DAĞTAŞ, Mehmet Emir YILDIZ
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri:
Eskişehirspor Örneği
210-230
Birol DEMİRCAN
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir
Değerlendirme
231-248
Burcu ÖKSÜZ
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
249-265
İbrahim Şamil KÖROĞLU
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya
Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
266-190
Murat ERDEM
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre
Yansıması
291-314
Sevda DENEÇLİ
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka
Farkındalığına Etkisi
315-328
Muzaffer ŞAHİN
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi
Haber Sistemi
329-343
Osman ÇAYDERE
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim
Elemanları Ve Öğrenci Görüşleri
344-376
Salı Toplantıları
Prof. Dr. Berin U. Yurdadoğ ile
“Varoluş Yolculuğunda Bir Adım”
377-396
Muharrem ÇETİN
Editör’den
Dergimizin bu sayısına, makale sayısının fazla oluşundan da anlaşılacağı üzere, pek
çok akademisyenden oldukça yoğun bir yazı arzı olmuştur. Dergimize gösterilen bu teveccüh,
dergimizin alanında önemli ve saygın bir konuma sahip olduğunun bir göstergesidir. Her
sayısını özenle ve titizlikle hazırladığımız dergimizin belli bir kalite ve nitelikte olmasına çaba
sarfediyoruz. Bütün gayemiz, her bir sayısında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonraki
sayılarımızda da nitelikli ve alanında saygın bir akademik dergiyle huzurunuza çıkmaktır. Bu
sayımızda da editöryal süreçten titizlikle geçirilen ve hakem süreci tamamlanmış olan makalelere
yer verilmiştir. Dergimizde yer alan makalelerin, alanda çalışmalar yapan akademisyenlere ve
araştırmacılara ufuk açıcı bir perspektif sunacağı kanaatindeyiz.
Aslı İcil Tuncer, “Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine
Bir Analiz” adlı makalesinde, Türkiye’de kurumsal yönetim ilkelerini içselleştirdiği tescil
edilmiş şirketlerdeki halkla ilişkiler fonksiyonunun, halkla ilişkiler teorik yaklaşımları ile örtüşüp
örtüşmediğini açıklamaya çalışmaktadır. Bu amaçla araştırmada, Borsa İstanbul Kurumsal
Yönetim Endeksi’nde yer alan şirketlerin 2013 yılı kurumsal yönetim raporları ve web siteleri
incelenmiş, aynı zamanda da şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcıları ile mülakat yapılmıştır.
Hatice Kaya ve arkadaşlarının ortak çalışması olan “Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin
Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi”
başlıklı araştırma, hemşirelik öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim
becerileri arasındaki ilişkiyi belirleme ve tanımlama amacını taşımaktadır. Bir Hemşirelik
Fakültesi’nin 2011-2012 eğitim-öğretim yılında öğrenim gören tüm öğrencilerini evrenine
alan çalışmanın örneklemi, tabakalı rastgele örnekleme yöntemi ile belirlenen öğrencilerden
oluşmaktadır.
Meltem Şahin “Nuri Demirağ, Milli Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti Gazeteleri:
Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma” başlıklı çalışmasında; basın tarihinde bir
çeşitlilik olarak görülen Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma Gazetelerinin, genel
yayın politikalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda, çok partili hayatın ilk muhalif
partisini kuran ve basın alanında da önemli faaliyetleri olan Nuri Demirağ ile Milli Kalkınma
Partisi’nin siyasi ideolojisi ve muhalif fikirleri hakkında da bilgi verilmeye çalışılmaktadır.
“Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: Saç Filminin Eleştirel Söylem
Çözümlemesi” adlı makalesinde Nuray Hilal Tuğan, Saç filminde yer alan beden ve hastalık
arasındaki temsil ilişkilerini incelemektedir. Çalışmada, sinemadaki temsillerde hastalığın ve
bedeninin gerçek bir şekilde yansıtılıp yansıtılmadığı ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Özlem Güllüoğlu Işık, örgütsel sinizm ve örgütsel bağlılık ilişkisine değindiği “A Research
on the Relationship between Organizational Commitment and Organizational Cynicism” başlıklı
makalesi ile literatürde pek yer verilmeyen bu iki kavrama yönelik bir ilişkilendirme çabasını
anket çalışmasıyla desteklemektedir.
Özge Yalçın, “İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin
Varolma Mücadelesi” adlı çalışmasında, neo-liberal ekonomi politikalarının medya sektörüne
yansıdığı bir dönemde, BBC yayıncılığının nasıl farklı bir yol izlediğini incelemektedir. Kamu
hizmeti yayıncılığının ayrıntılı bir dökümünü sunan yazar, getirilen yeni düzenlemeleri ve
uygulamaları esas alarak, Avrupa Birliği ve üye ülkelere etkisini analiz etmektedir.
Sibel Hoştut “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem” başlıklı makalesinde,
Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı için geliştirdiği “anlaşılabilirlik, doğruluk, gerçeklik ve
samimiyet” kavramlarına başvurarak, kurumsal sosyal sorumluluk raporlarının farklı paydaş
gruplar tarafından nasıl daha anlaşılır ve güvenilir raporlar olarak kabul görebilecekleri konusuna
I
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Editör’den
açıklık getirmeye çalışmaktadır. Ayrıca çalışmada, kurumsal sosyal sorumluluk raporları için
uluslararası kabul edilmiş standartların ve ilkelerin kullanılmasının, raporlarda niteliğin ve
güvenilirliğin arttırılmasını kolaylaştıracağına da vurgu yapılmaktadır.
Yelda Özkoçak “Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın” başlıklı çalışmasında;
Facebook’un, özellikle kadın kullanıcılara yönelik ne tür reklamlar yayınladığını ortaya koymayı
amaçlamaktadır. Sosyal ağların bilgi alışverişine imkân tanıyan platformlar olmalarının yanı
sıra, firmalar tarafından reklam amacıyla da kullanılan mecralar olmalarından yola çıkılarak
bu çalışmada, kadına yönelik reklamların en fazla olduğu düşünülen 8 Mart Dünya Kadınlar
Günü’nde yayınlanan kadına yönelik reklamlar incelenmiştir.
Ayşe Binay Kurultay ve Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen “Reklamlarda Karikatür Kullanımı:
Piyale Örneği” çalışmalarında, karikatürün metin evreni olduğu kadar sembolik evreni de tarihsel
dönem aralığının göstergeleri anlamlandırmadaki önemi dikkate alınarak incelenmektedir. Bu
doğrultuda karikatürlü reklamların yayınlandığı yıllarda karikatürlere konu olması dolayısıyla,
Türkiye’de kadın, aile, sağlık, güven gibi temalar dönemleri içerisinde göstergebilimsel olarak
incelenmektedir.
Pınar Göklüberk Özlü ve Arezoo Nasiriaghdam “Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin
Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar” isimli çalışmalarında; geleneksel ve modern arasında kalan
insanın yaşadığı çelişkileri, Türk sinemasında melodram filmlerden biri olan Gurbet Kuşları filmi
üzerinden incelemektedirler. Geleneksel ile modern arasındaki çelişkilerin film karakterlerine ve
karakterlerin giysilerine de yansıdığı düşüncesinden yola çıkılan çalışmada, film sahnelerinden
seçilen fotoğraflarda kadın karakterlerin kültürel özelliklerinin giysilere yansıması ele alınmıştır.
Belma Canbay “Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma” adlı makalesinde,
günümüzde edebiyat yazarlarının, pazarlama süreçlerinin başlıca özneleri haline gelmelerini
incelemektedir. Yazar, roman yazarlarının kişisel markalaşma süreçlerini edebiyat, marka ve
pazarlama disiplinlerinin oluşturduğu üçgende analiz etmekte ve roman yazarları içinde kişisel
markalaşma süreçlerinin olabileceğini iddia ederek bu süreçte rol oynayan araç ve aracılara
odaklanmaktadır.
Banu Dağtaş ve Mehmet Emir Yıldız’ın “Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber
Pratikleri: Eskişehirspor Örneği” başlıklı çalışmalarında, 2008 yılında Türkiye Süper Ligi’ne çıkan
Eskişehirspor’la ilgili haber yapan spor muhabirlerinin, değişen haber pratikleri araştırılmaktadır.
Çalışmanın amacı doğrultusunda; hem Eskişehirspor’un Süper Lig öncesi döneminde, hem
de Süper Lig sonrası döneminde muhabirlik yapan, altı gazeteciyle, yarı-yapılandırılmış
derinlemesine mülakata yer verilmektedir.
Birol Demircan “Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme”
başlıklı çalışmasında, söylenlerin iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve
meşrulaştırılması ile toplumsal bir iletişimin gerçekleştirilmesine kaynaklık etmesinden yola
çıkarak; kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otorite
öznelerinin oluşturulma sürecini ele almaktadır. Yazar, kitle iletişimi ve mitoloji arasında
kavramsal ilişki kurarak, mitolojinin meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerinde
aramaktadır.
Burcu Öksüz “Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu” başlıklı makalesinde, Türkiye’de
uzun yıllardır halkla ilişkiler uygulamalarının yapılmasına ve eğitiminin verilmesine rağmen,
halkla ilişkiler mesleğinin hak ettiği konumu elde edememesinden yola çıkarak, halkla ilişkilerin
meslekleşme sorununu irdelemektedir. Öksüz çalışmasında; “toplum tarafından tanınmama,
imaj sorunu, standartların ve yetkinliklerin belirsizliği, kamu yararı tartışmaları” gibi sorunlara
Sayı 39 /Güz 2014
II
Muharrem ÇETİN
değinerek, halkla ilişkilerin hak ettiği değere sahip olamamasının altında yatan sebepleri analiz
etmektedir.
İbrahim Şamil Köroğlu “Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları
Üzerine Nicel Bir Çalışma” adlı makalesinde, üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya
kullanım motivasyonlarını “Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı” bağlamında incelemektedir. Bu
doğrultuda 2012-2013 eğitim öğretim yılında İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi, Beşiktaş Bilim
ve Sanat Merkezi ile Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu’nda öğrenim gören üstün yetenekli
öğrenciler üzerinde gerçekleştirilen araştırma, üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya
kullanım sıklıklarını, internet ile sosyal medya kullanım amaçlarını ve sık kullanılan sosyal
medya sitelerini incelenmektedir.
Murat Erdem “11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması” başlıklı
çalışmasında, hem Türk-Amerikan ilişkilerini hem de Amerika ile Batı açısından tarihsel ve
siyasal bağlamda bir milat olarak kabul edilen 11 Eylül’ün ardından yaşanan olayları, karikatürlere
yansıyan boyutuyla ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada ele alınan karikatürler, tematik
olarak sınıflandırılarak göstergebilimsel açıdan incelenmiştir.
Sevda Deneçli “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi”
isimli makalesinde, gerek hedef kitleleri ile ilişkilerini güçlendirmek adına gerekse farkındalık
oluşturmak adına, çoğu kurum tarafından önemli görülen kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin
marka fakındalığına nasıl bir etkisi olduğunu belirlemeyi amaçlamaktadır.
Gazetecilik mesleği açısından önemli bir yer tutan haber toplama sistemleri, Muzaffer
Şahin’in “Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi Haber Sistemi” başlıklı
makalesinde ele alınmaktadır. Yazar Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
bünyesinde başlatılan ve yine Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Proje Birimince desteklenen
(BAP) Gazi Haber Sistemi (GHS) yazılımını tanıtmaktadır.
Osman Çaydere “Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci
Görüşleri” başlıklı makalesinde, grafik tasarım eğitimi ve öğretimi alanında çalışanlara önemli
katkılar sunacak biçimde, grafik tasarım programlarına ilişkin öğrenci ve öğretim elemanı
görüşlerine yer vermektedir.
Dopdolu ve kapsamlı bir sayı ile sizlerle buluşan dergimize, makale göndererek katkıda
bulunan tüm meslektaşlarıma ve makaleleri titiz bir şekilde inceleyen, eleştiri ve önerileri ile
değerlendirmelerde bulunan değerli hakemlerimize teşekkürü bir borç bilirim.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle…
Doç. Dr. Muharrem Çetin
Editör
III
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı
Üzerine Bir Analiz
An Analysis on Corporate Governance Principles with Perfect Public Relations Bond
Aslı İCİL TUNCER, Arş. Gör. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Halkla İlişkiler
Departman
Özerkliği, Kurumsal
Yönetim İlkeleri,
Halkla İlişkiler
Yönetiminde
Mükemmellik
Keywords:
Public Relations
Autonomy, Principle
of Corporate
Governance,
Excellence in Public
Relations
Öz
Kurumsal yönetim ilkeleri, kurumsal yönetim kavramının öne çıkardığı şeffaflığa,
etiğe ve sosyal sorumluluğa dayanır. İlkelere uyan şirketler bağımsız derecelendirme
kuruluşları tarafından denetlenir, gerekli puanı alır ve Borsa İstanbul endekslerinden olan
Kurumsal Yönetim Endeksinde (KYE) yer almaya hak kazanır. Bu şirketler, kurumsal
yönetim ilkelerinin dayandığı temel felsefenin bir sonucu olarak birer etkin örgütlerdir
ve bu nedenle J.E.Grunig ve diğerlerinin (2005) tanımladığı mükemmel halkla ilişkiler
uygulamalarına ve departman örgütlenişine doğal olarak sahip olmaları gerekir. Bu
doğrultuda bu araştırmanın amacı kurumsal yönetim ilkeleri ile mükemmel halkla ilişkiler
teorisi arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak KYE’nde yer alan şirketlerin halkla ilişkiler
departmanlarının örgütlenişini ve uygulayıcı rollerini ortaya çıkarmaktır. Böylece bu
çalışma, Türkiye’de kurumsal yönetim ilkelerini içselleştirdiği tescil edilmiş şirketlerdeki
halkla ilişkiler fonksiyonunun, hakla ilişkiler teorik yaklaşımları ile örtüşüp örtüşmediğini
açıklayarak literatüre katkı sağlar. Bu araştırmada BİST KYE şirketlerinin 2013 yılı
kurumsal yönetim raporları ve web siteleri incelenmiş, halkla ilişkiler uygulayıcıları ile
görüşülmüştür. İncelenen şirketlerin halkla ilişkiler departmanlarının özerk olmadığı,
uygulayıcılarının ise teknisyen olarak konumlandığı görülmüştür.
Abstract
Corporate governance principles are based on the transparency, ethics and social
responsibility of concept of corporate governance. Companies, whose policies conform,
are controlled by independent rating agencies, get the required score and are eligible to
place in corporate governance index (KYE) which is one of index in Borsa Istanbul. These
companies are active organizations as a result of philosophy based on corporate governance
policies and for this reason they must naturally have excellent public relations applications
and department organization as defined by J.E.Grunig and others (2005). In this respect,
the aim of this research is to reveal the organization of public relations departments of
corporations exist in KYE and their practitioner roles by putting out the theory between the
corporate governance principles and excellent public relations. Thus, this study contribute to
the literature by analyzing whether the public relations functions in the registered companies
which is internalized by the corporate governance principles in Turkey corresponds to the
theoretical approaches of public relation. In this study, BIST KYE companies governance
reports for the year 2013 and web sites have been examined, interviewed with the public
relations practitioners. It is understood that examined corporations’ public relation
departments are not autonomous, practitioner act as technicians.
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz
Giriş
Kurumsal yönetim, 1980’lerden itibaren hız kazanan küreselleşme ve neoliberal
politikaların bir sonucu olarak önem kazanan bir kavramdır. Başta uluslararası alanda
faaliyet gösteren çokuluslu şirketler olmak üzere, kamu ve özel sektörde faaliyet gösteren
tüm kurumsal aktörlerin faaliyetleri ekseninde ortaya çıkan davranışın ve ilişkilerin etik,
şeffaf ve sorumluluk alanlarında getirilen belli standartlara göre düzenlemesini ifade eder.
Bu açıdan kurumsal yönetim, aile sahipliğinden anonim ortaklığa dönüşen şirketlerin
medenileş(tiril)me süreci olarak değerlendirilir. Özüyle kurumsal yönetim, geleneksel
şirket yönetiminin kar elde etme ve hissedarlara dağıtma amacının yanında hissedarların
da dahil olduğu tüm menfaat sahiplerinin; yani iç ve dış paydaşların haklarını korumak ve
bu çerçevede şirket ile paydaş grupları arasındaki ilişkileri kurallara bağlı olarak yönetmek
anlamına gelir. “Governance” ise, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde
ve denetiminde “iyi devlet yönetimi” ni ifade etmek üzere kullanılan kavramdır. Şirketlerin
yönetiminde ise “governance” kavramı, Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü’ nün
(OECD) girişimiyle, yönetimsel iyileşmenin bir ifadesi olarak “corporate governance”
şeklinde literatüre girmiştir. Buna göre kurumsal yönetim, şirketlerin faaliyet gösterdiği
ekonomik bağlamın bir parçasıdır. Burada bahsedilen ekonomik bağlam, ürün ve faktör
piyasalarındaki rekabet düzeyinin yanında özellikle iş etiği ve çevresel-toplumsal çıkarlar
ile ilgili kurumsal farkındalık yaratan iletişim politikalarını da içine alarak, şirketin tüm
makroekonomik politikalarını kapsar. Böylece kurumsal yönetim, şirketlerin itibarları ve
uzun vadede başarıları üzerinde önemli bir etkiye sahip olur (OECD 2004:12). OECD, 2004
yılında yayınladığı “kurumsal yönetim ilkeleri” deklarasyonu ile şirketlerin ekonomik
bağlamda yönetim prensiplerini açıklayarak, kurumsal yönetimin dinamiklerini ortaya
koymuştur. OECD’nin kurumsal yönetim ilkeleri zorlayıcı olmamakla birlikte, şirketlerin
tüm etkinliklerinde etiği, dürüstlüğü, şeffaflığı ve hesap verebilirliği teşvik ederek (Jamali
v.d. 2008:444) iyi yönetimin uygulanması için gerekli zemini ve kültürü oluşturur.
Kurumsal yönetim ilkelerinin Türkiye’deki yansımaları ise Sermaye Piyasası Kurulu
(SPK)’nun çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. SPK, OECD ilkelerini kendi mevzuatları
ile uyumlaştırıp yerel Kurumsal Yönetim İlkeleri deklarasyonunu yayınlamıştır. SPK
Kurumsal Yönetim İlkeleri; kamuyu aydınlatma ve şeffaflık, pay sahipleri, menfaat
sahipleri, ve yönetim kurulu olmak üzere dört bölümden oluşur (SPK 2005:4). SPK’nın
yetkilendirdiği bağımsız denetim kuruluşları, şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine
uyumunu değerlendirir ve şirketlere bir uyum notu verir. Kurumsal yönetim ilkeleri uyum
notu 10 üzerinden en az yedi olan şirketler BİST Kurumsal Yönetim Endeksi’nde işlem
görmeye hak kazanır. SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri’nin içeriğini oluşturan yönetim
kurulunun yapısı, kamuoyunun aydınlatılmasının esasları ve araçları, paydaşların bilgi
alması ve temsiline yönelik düzenlemeler Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan
şirketlerin benimsemesi gereken şirketin iletişim politikalarını da kaçınılmaz olarak
biçimlendirir. Çünkü kurumsal yönetim ilkeleri ile birlikte, şirketin iletişim politikaları
ekonomik bağlamın ayrılmaz bir parçasını oluşturur.
Kurumsal Vatandaş Olarak Şirketler
Paydaş ilişkilerinde şeffaf, etik, hesap verebilir ve sosyal sorumluluk sahibi, topluma,
devlete ve rakiplerine karşı sorumluluk taşıyan ve bu sorumluluğun gereklerine uyan
02
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Aslı İcil Tuncer
şirketler “kurumsal vatandaş” olarak algılanır (Marsden, 2000:11). Kurumsal Yönetim
İlkeleri, şirketleri kurumsal yönetim anlayışına yönlendirirken aynı zamanda kurumsal
vatandaş olarak konumlanmalarını sağlar. Çünkü kurumsal yönetim ilkeleri, kurumsal
vatandaşlık tanımlarında vurgulanan prensiplerin şirketler tarafından içselleştirilmesini
amaçlar. Şirketler bu yolla paydaşlarıyla yakın ve iki yönlü simetrik ilişkiler geliştirerek
içinde bulunduğu toplum ile sosyal bağlar oluşturur. Böylece itibar kazanırlar. Bu olumlu
itibarla şirketler sadece rekabet avantajı elde etmezler aynı zamanda hem iç hem dış
paydaşlar için cazibe merkezi haline gelirler, daha fazla yatırım çekerler, yeni pazarlara
daha rahat girerler ve kriz zamanlarını daha az hasarla atlatırlar. Bu durumda kurumsal
yönetim ilkelerini (KYİ) benimsemek, özellikle hisse senetleri halkla açık olan şirketler
için, bir zorunluluktan ziyade, neoliberal ekonomik iklimin getirdiği bir ihtiyaçtır, bir
fırsattır.
KYİ, paydaşların bilgi almasına ve temsiline, kurumun sosyal sorumluluk
uygulamalarına ve yönetim kurulunun yapısına yönelik düzenlemeleri kapsar. Genel
olarak paydaş ilişkilerinde şeffaf, dengeli ve sorumlu yönetim anlayışını getirmekle
beraber, kurumsal verimliliği de yapılandıran kurumsal yönetim uygulamalarının önemli
bir boyutunu iletişim uygulamaları oluşturur. Bu nedenle KYİ, Kurumsal Yönetim
Endeksi’nde yer alan şirketlerin benimsemesi gereken kurumsal iletişim politikalarını
temelinden şekillendirir. KYİ, şirketleri, J.E.Grunig’in (1992; 2002; 2005) tanımladığı
mükemmel halkla ilişkiler yaklaşımının öngördüğü iletişim programlarını geliştirmeye
yönlendirir, hatta zorunlu kılar. Bir diğer ifade ile halkla ilişkilerde mükemmellik
literatürü KYİ ile örtüşür ve teorik olarak kurumsal yönetime uygun düşen iletişim
çıktılarının üretilmesine yönelik katkıda bulunurken, KYİ ise şirketleri mükemmel halkla
ilişkiler uygulamalarına yönlendirir. Bu nedenle Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer
alan ve aynı zamanda birer kurumsal vatandaş olan şirketlerin halkla ilişkiler birimlerinin
örgütlenişinde, karar alımına katılmada ve uygulayıcının rollerinde mükemmel halkla
ilişkilerin bakış açısına uygun düşen yapıların görülmesi beklenir. KYİ’ni oluşturan üç
aşama beklentinin kaynağını oluşturur.
KYİ birinci aşamada kamuoyunun aydınlatılmasının esaslarına ve araçlarına
yönelik düzenlemeler getirir. Düzenleme, kamuoyuna açıklanacak bilgileri, bilgilendirme
sıklığını ve kanallarını, medya ile ilişkileri, şirkete yönetilen soruların yanıtlanmasında
izlenecek yöntemleri içerir. İnternet siteleri kamuoyunun aydınlatılması konusunda
şirketler için temel mecra olarak konumlanır. Veriler ise düzenli olarak yayınlanan,
kamuoyunu doğru ve detaylı bilgiye ulaştıracak faaliyet raporlarından elde edilir. Faaliyet
raporları; yönetim kurulu üyelerinin şirket dışında yürüttüğü görevler, komite üyelerinin
açık kimlikleri, komitelerin etkinliklerine ilişkin yönetim kurulu değerlendirmeleri,
yönetim kurulu üyelerine verilen idari cezalar, mevzuat değişiklikleri ve şirkete açılan
davalar ve sonuçları, çalışanların sosyal hakları, toplumsal ve çevresel sonuç doğuran
şirket faaliyetleri, kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları hakkında bilgilendirmeleri
içerir. KYİ ikinci aşamada menfaat sahipleri olarak tanımlanan şirket paydaşlarına ilişkin
tanımlamaları ortaya koyar. İşe alım koşulları, çalışanlara yönelik fırsat eşitliği, sağlık,
ücretlendirme ve çalışan eğitimi hususlarına ayrıntılı düzenlemeler getirilir. Paydaş
haklarının ihlalinde etkili ve süratli tazminat hakları güvenceye alınır. Paydaşlara ilişkin
düzenlemelerde vurgulanması gereken bir diğer konu, paydaşları ilgilendiren sonuçlar
Sayı 40 /Bahar 2015
03
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz
doğuracak yönetim kararlarında paydaşların görüşlerinin değerlendirmeye alınmasını
sağlayacak oluşumlardır. Şirket paydaşlarına olduğu kadar, çevreye, kamu sağlığına ve
etik kurallara duyarlıdır, buna göre programlanır. KYİ üçüncü aşamada yönetim kurulunun
yapısı ve işlevine odaklanır. Yönetim kararlarının ve yönetim kurulu faaliyetlerinin şeffaf,
hesap verebilir, adil ve sorumlu bir şekilde yürütülmesini esas alır. KYİ ile şirket yönetimi
ilgili komitelerle desteklenerek kişilerden bağımsızlaştırılır, kurumsallık bütünüyle şirket
tarafından içselleştirilir. KYİ’ni uygulayan şirketlerinin, yönetim ve iletişim politikalarını
denetleyen iç mekanizma; kurumsal yönetim komitesidir. Kurumsal yönetim komiteleri
şirketlerin KYİ doğrultusunda uygulamalarını usul ve esastan denetleyen kurmay yetkiler
ile donatılmıştır. Kurumsal yönetim komitesinin işlevi, baskın koalisyonun kararlarını
paydaşlara ve çevreye olası etkileri açısından değerlendirerek, tüm yönetsel kararları etik,
şeffaf, sosyal sorumlu ve hesap verilebilir ölçüde yeniden örgütlemektir. KYE’nde yer
alan şirketlerin tamamı internet sitelerinde kurumsal yönetim komitelerinin faaliyetlerini
raporlamakla yükümlüdür. Kurumsal yönetim komiteleri J.E.Grunig’in (2005) betimlediği
halkla ilişkiler uygulayıcısının baskın koalisyona danışmanlık yapma misyonu için realize
edilmiş bir araç olarak karşımıza çıkar. Yazarın da ifade ettiği gibi baskın koalisyonda yer
almak şirket içi güç dengeleri açısında kolaylıkla gerçekleşebilecek bir durum değildir.
Diğer taraftan baskın koalisyonda yer alamayan bir halkla ilişkiler uygulayıcısı da, şirketin
politikalarına katkıda bulunma ve mükemmel halkla ilişkiler uygulamalarını ortaya
çıkarma imkanı bulamaz. Bu nedenle halkla ilişkiler akademisyenlerinin mükemmel
halkla ilişkiler teorisini tartışırken üzerinde durduğu konuların başında, halkla ilişkiler
uygulayıcısının hangi yöntemle baskın koalisyonda yer alacağı gelir. Kurumsal yönetim
komiteleri işlevi ve yetkisi açısından ele alındığında bu soruya cevap verebilecek
örgütlenmelerdir. Ancak bu cevap soruları tamamen yok edemez; sıradaki soru kurumsal
yönetim komitelerinin kimlerden oluştuğudur. Kurumsal yönetim komitelerini deşifre
etmek halkla ilişkiler açısından büyük bir önem taşısa da öncelikle KYİ ve halkla ilişkiler
arasındaki ilişkiye detaylıca ele almak gerekir.
KYİ ve Mükemmel Halkla İlişkiler
Geleneksel yönetim anlayışında kurumsal yönetim anlayışına geçilmesi kapalı
sistem perspektifinden açık sistem perspektifine geçilmesinin bir sonucu olarak
değerlendirilebilir. Kapalı sistem perspektifi örgütleri içinde bulundukları ortamlardan ve
diğer sistemlerden bağımsız olarak kabul eder ve bu nedenle örgütsel etkinliği yalnızca
örgüt içi yönetim yapılarına bağlar. Buna karşın açık sistem perspektifi örgütlerin
ortamlarındaki diğer sistemlerle karşılıklı bağımlılığa dayalı bir ilişki içinde olduğunu
kabul eder (Katz ve Kahn 1978). Bu kabul, örgütlerin ortamlarında bulunan ve örgütsel
etkinliği doğrudan etkileyen diğer sistemlerle, yani tüm iç ve dış paydaşlarla ilgili
konuların kurumsal yönetim sürecine dahil edilmesiyle kendini gösterir. Açık sistem
perspektifinden değerlendirildiğinde kurumsal yönetimi halkla ilişkilere bağlayan nokta,
karar ve davranışlarıyla bir örgütü etkileyen ve bir örgütün aldığı karar ve davranışlarından
etkilenen kişi ve gruplardan oluşan paydaş paradigmasıdır (Freeman ve Reed 1983:91).
Özünde, bir örgütün iç ve dış paydaşlarıyla olan iletişiminin yönetilmesini ifade eden
halkla ilişkilerin (J.E.Grunig ve Hunt 1984:6) örgütsel etkinliğe katkı sağlayabilmesi için
departman özerkliğine sahip olması ve baskın koalisyonda yer alması gerekir. Çünkü
örgütlerin atanmış sınır aşıcıları arasında yer alan halkla ilişkiler uygulayıcıları, örgütün
04
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Aslı İcil Tuncer
tüm paydaşlarıyla ve ortamlarıyla ilgili baskın koalisyonun karar süreçlerinde ihtiyaç
duyduğu bilgiyi elde ederek ve bu bilgiyi karar alımına uygun hale getirmek için işleyerek
örgütsel etkinliğe katkı sağlar (White ve Dozier, 2005).
KYİ uygulandığı şirketi iletişim boyutunda düzenlemelere zorlar. Aslında bu
zorlama şirketi tam da J.E.Grunig’in (1992:4-12) mükemmel halkla ilişkiler çalışmasında
söz ettiği etkin örgütlerin stratejik halkla ilişkiler anlayışına götürür. Bu anlayış etkin
örgütleri kararlarında paydaş beklentilerini, taleplerini ve ihtiyaçlarını göz önüne
alarak düzenlemeler yapan böylece dengenin oluşmasını sağlayan, örgütü şeffaflaştırıp,
paydaşların kararlara ulaşmasını sağlayan bir rolle resmeder. Mükemmel halkla ilişkiler
yaklaşımı, şirketlerin paydaşlarıyla iletişiminin sorumluluk, etik, ve şeffaflık gibi
değerler temelinde oluşturulmasını öngörerek (J.E.Grunig vd. 2005) kurumsal yönetim
ilkelerinin temel değerleriyle (SPK, 2005:2-3) doğrudan örtüşür. KYİ’ne uyan şirketler
kaçınılmaz olarak etkin örgütlerdir ve stratejik halkla ilişkileri uygulamanın koşullarını
yerine yetirmekle yükümlenirler. Yükümlülükleri gönüllü olarak kabullenmelerinin
nedeni ise, paydaşların baskısı ve itibar kazanmadır. Sonuç olarak mükemmel halkla
ilişkiler departmanlarını iletişim modeli olarak basın ajansı, kamuyu bilgilendirme ve iki
yönlü asimetrik modellerini değil, genellikle iki yönlü simetrik modeli ya da iki yönlü
asimetrik modelin kombinasyonundan oluşan “karma model” kullanmaya iter. Stratejik
halkla ilişkiler ise karma modelde hayat bulur. Kurumsal yönetim ilkelerinde mükemmel
halkla ilişkilere ait izler, kamuyu aydınlatma, şeffaflık ve menfaat sahipleri bölümlerinde
paydaşların bilgi almasına ve temsiline, şirketin sosyal sorumluluk uygulamalarına ve
yönetim kurulunun yapısına yönelik düzenlemelerde göze çarpar. Şirket içinde bulunduğu
makro ve mikro ortam karmaşık, birbirinden farklı ihtiyaçlara sahip ve çok sayıda paydaş
gruplarını barındırır. Çalışanlar, yatırımcılar, müşteriler, rakipler, medya, hükümet,
potansiyel müşteriler, sivil toplum kuruluşları bu paydaşlardan bazılarıdır. Her bir paydaş
grubu şirket üzerinde dramatik etkilere yaratır ancak her bir paydaş grubunun baskın
koalisyonda temsili şirket için zorlayıcıdır. Halkla ilişkiler uygulayıcısı Holtzhousen ve
Voto’nun (2002)’nin ifadesiyle “kamular adına aktivist bir ses” olarak baskın koalisyonda
paydaşları temsili için konumlanır. Bu konumda halkla ilişkiler uygulayıcısı en başından
sınır aşıcı danışmandır. Paydaş grupları ile iletişim içindedir, tüm ihtiyaç duyulan verileri
kaynağından toplar, örgütün makro stratejilerine yön verecek bilgileri aktarır. Kurumsal
yönetim ilkleri, paydaş beklentilerinin yönetim kararlarına yansımalarına yönelik
düzenlemeler getirerek tüm teorik çerçeveyi uygulamaya dönüştürür. Kurumsal yönetim
ilkelerinde mükemmel halkla ilişkilerin örtüştüğü bir diğer nokta şirketlerin topluma karşı
sosyal sorumlu davranma zorunluluğudur. Bu zorunlulukta kurumsal yönetimin ve halkla
ilişkilerin ortak misyonu örgütsel meşruiyettir; şirketlerin amaçları örgütsel çıkarlara
hizmet ettiği kadar toplumsal çıkarlara da hizmet etmelidir. Paydaşlar ve şirket arasındaki
denge böylece kurulur. Bu ortak misyonda şirket paydaşları ile iletişiminde ve yönetim
şeklinde şeffaflığı, dürüstlüğü ve sorumluluk anlayışını öne çıkararak kendisini daha
öncede belirtildiği gibi kurumsal bir vatandaş olarak konumlar. Kurumsal vatandaşlığın
doğal sonucu olarak sadece mal ve hizmet üretmez aynı zamanda içinde bulunduğu
toplumun ihtiyaçlarına yönelik sorumluluk misyonlarını üstlenir.
Yönetim kurulunun yapısı hem mükemmel halkla ilişkiler teorisinin hem de kurumsal
yönetim ilkelerinin üzerinde durduğu bir başka ortak konudur. OECD’nin ve SPK’nın
Sayı 40 /Bahar 2015
05
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz
kurumsal yönetim tanımı şirket ile ortamı arasındaki ilişkide şirketin sınırlarını ortadan
kaldıran bilgi alışverişine ve işbirliğine odaklanır. Mükemmel halkla ilişkiler teorisi ise
halkla ilişkiler uygulayıcısına stratejist rolü vererek sınır aşıcı görevler yükler; karar
mekanizmalarına danışmanlık yapmasını ifade eder. Böylece halkla ilişkiler uygulayıcısı
tepe yöneticisi dışında örgüt içi güç odaklarından onay beklemeden ve müdahalede
bulunulmadan stratejik yönetim ve planlamaya yani strateji formülasyonu sürecine
katılma imkanı bularak (Bowen, 2006), şirketin toplumsal uyumunu gerçekleştirir.
Diğer bir ifade ile halkla ilişkilerin konu yönetimine (Lauzen ve Dozier, 1992), stratejik
planlamaya (Heath, 1997), ve etik karar alıma (Bivins, 1980) ne derecede katıldığı halkla
ilişkilerin örgütlendiği örgütsel yapıya doğrudan bağlıdır. Bowen da (2004) örgütsel
yapının halkla ilişkiler fonksiyonunun serbest bir şekilde karar alımına katkı sağlaması
için yeterli özerkliği sağlaması gerektiğine dikkat çeker. Halkla ilişkilerin yönetime
sağlayacağı katkı ve halkla ilişkiler uygulayıcılarının örgüt içinde bir etik danışman ve
stratejist olarak hareket edip edemeyeceği konularında oldukça belirleyici olan özerklik;
müdahalede bulunulmama, doğrudan CEO’ya bağlı olma, stratejik yönetim ve planlamaya
katılma ya da bürokratik seviyelerden onay almayı beklemeden karar alabilme gibi birçok
anlama gelir. Sonuç olarak şirketin iç bürokrasisinden ve farklı birimlerin misyonlarını
paylaşmaktan kurtulmuş, direkt olarak tepe yöneticilerine bağlı olmayı anlatır; halkla
ilişkilerin karar alımına katılımı konusunda büyük bir etkisi bulunur. Bu etki kendisini
(Grunig ve Hon, 1999:28; Hon 1998:116), halkla ilişkilerin konu yönetimine (Lauzen
ve Dozier, 1992:77), stratejik planlamaya (Heath, 1997:46) ve karar alımına etik
danışmanlıkta katkı yapmasıyla gösterir (Bowen, 2006:23). Dolayısıyla halkla ilişkiler
uygulayıcısının örgüt içerisinde nasıl konumlandığı yani rolünün ne olduğu, örgütün
kurumsal iletişime olan yaklaşımının bir göstergesidir (Dozier, içinde Grunig 2005).
Çünkü uygulayıcının örgüt içerisindeki konumu ve rolü kurumsal iletişim politikalarına
uygun olmalıdır. Bu politikaların örgütsel stratejilere eklemlenmesi ise halkla ilişkiler
uygulayıcısının örgüt içindeki konumu ile yakından ilişkilidir. Kurumsal yönetim
ilkelerini benimsemiş bir şirkette halkla ilişkiler uygulayıcısı, mükemmel halkla ilişkiler
perspektifinde konumlanması gereken pozisyona uygun bir yönetsel yapıyla karşılaşır.
Daha önce bahsettiğimiz kurumsal yönetim komitesi bu konuda en somut örnek olarak
karşımıza çıkar.
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde kurumsal yönetim ilkeleri, mükemmel halkla
ilişkiler teorisiyle örtüşür. Örtüşme sadece ortak amaçlar üzerinden değil aynı zamanda
yönetimsel düzenlemelerden kaynaklanır. Bu açıdan KYE şirketleri KYİ’ni benimsemiş
şirketler olarak, teorik perspektifin uygulamadaki yansımalarını test etmek için emsalsiz
araçlardır. Mükemmel halkla ilişkiler literatürü ve KYİ örtüşüyorsa halkla ilişkilerin örgüt
içi konumlanışı ve fonksiyonu literatürün bize söylediği gibi olmalıdır. Dolayısıyla halkla
ilişkilerde departman özerkliği, stratejist rol ve karar alımına danışmanlık KYE şirketleri
için karşılaşmamız gereken durumlardır. Çünkü Grunig vd (2005), özerk departman
örgütlenişini ve karar mekanizmalarına danışmanlık fonksiyonunu mükemmel halkla
ilişkiler uygulamaları için bir mecburiyet olarak resmeder. Sonuç olarak halkla ilişkiler
literatürünün öne sürdüğü, iki yönlü simetrik iletişime ve yönetim kararlarına dair tüm
fikirleri içinde barındıran kurumsal yönetim ilkelerini benimsemiş şirketlerde halkla
ilişkilere dair akademik incelemeler yapmak hem uygulama ile teorinin eşgüdümünü
06
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Aslı İcil Tuncer
ortaya çıkarabilmek hem de halkla ilişkiler işlevinin tanımlanması bağlamıyla önem taşır.
Metodoloji
2013 yılı için BİST Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan 45 şirket
bulunmaktadır. Bu şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyum notu 10 üzerinden en
az 7’dir . Dolayısıyla bahsi geçen şirketlerin, kurumsal yönetim ilkelerinin gereklerini
yerine getirdiği kabul edilmektedir. Aynı zamanda kaynağını ilkelerden alan kurumsal
iletişim politikalarının bir sonucu olarak, halkla ilişkiler departmanının pazarlama, insan
kaynakları gibi departmanlardan ayrılarak özerk bir yapıya sahip olması ve karar alımında
baskın koalisyona danışmanlık görevini yerine getirmesi beklenmektedir. Bu doğrultuda
şu araştırma sorularının cevabı aranmıştır: (1)Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan
şirketlerin Halkla İlişkiler departmanları özerk midir?, (2)Kurumsal Yönetim Endeksi’nde
yer alan kurumların halkla ilişkiler uygulayıcıları karar alımına katılmakta mıdır?, (3)
Kurumsal Yönetim Endeksinde yer alan şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcılarının rolü
ile kurumsal yönetim puanları arasında bir ilişki var mıdır?
Örneklem
Araştırmaya Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan 45 şirket tamamı tam sayım
yöntemi ile çalışmaya dahil edilmiştir. Ancak dört şirkette halkla ilişkiler biriminin olmadığı
görülmüştür. Bu şirketlerin araştırma sorularına veri sağlaması mümkün olmamıştır.
Ayrıca üç şirketin uygulayıcısına ulaşılamadığı için mülakat gerçekleştirilememiştir, yine
de bu şirketlerden internet siteleri ve raporları aracılığı ile veri toplamak mümkün oluştur.
Böylece araştırmaya dahil edilen şirket sayısı 41 olarak gerçekleşmiştir.
Veri Toplama
Veri toplamak için iki aşamalı bir yöntem izlenmiştir. Öncelikle Kurumsal Yönetim
Endeksi’nde yer alan 45 şirketin kurumsal internet sitelerinde organizasyon şemaları
incelenmiş, böylece halkla ilişkiler departmanının örgüt içindeki konumu tespit edilmiştir.
Ayrıca şirketlerin bağımsız kredi derecelendirme kuruluşları tarafından hazırlanan 2013
yılı kurumsal yönetim uyum raporları analiz edilmiş, yönetim kurulları, icra kurulları
ve çeşitli yönetim komiteleri incelenerek halkla ilişkiler uygulayıcısının karar alımına
(danışmanlık düzeyinde) katılıp katılmadığı araştırılmıştır. İkinci aşamada kurumların
halkla ilişkiler uygulayıcılarına telefon yolu ile ulaşılmış, örgüt içerisindeki konumlarına
ve baskın koalisyona katılımlarına ilişkin açık uçlu sorular sorulmuştur. Sorular, Downs ve
Hazen (1977)’in geliştirdiği, Zwinjze ve Jong (2007)’un yeniden düzenlediği 44 soruluk
iletişim ve iş tatmini ölçeğinin karar alımına katılım boyutu sorularından oluşturulmuştur
(karar alımına katılım, tepe yönetim ile iletişim, halkla ilişkiler raporlarının kararlara
etkisi, zorlayıcı kararlar).
Hipotezler
Araştırmanın hipotezleri şu şekilde oluşturulmuştur:
Hipotez 1: KYE şirketlerinin halkla ilişkiler departmanları özerktir.
Hipotez 2: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcıları karar alımına
Sayı 40 /Bahar 2015
07
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz
katılmaktadır.
Hipotez 3: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcısının rolü ile kurumsal
yönetim puanı arasında bir ilişki vardır.
Hipotez 4: KYE şirketlerinde departman özerkliği ile uygulayıcının karar alımına
katılımı arasında bir ilişki vardır.
Bulgular
Tablo 1 Demografik Veriler
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Yaş
20-26
27-35
36-50
50+
Frekans
%78
%22
Oran
%7,3
%36,6
5
Frekans
4
12
17
%12,2
Oran
%9,8
%29,3
%41,5
18
Çalışma Süresi
1 yıldan az
1-3 yıl
3-7 yıl
7+
Oran
32
9
Frekans
3
15
8
%43,9
%19,4
Eğitim
İlköğretim
Lise
Önlisans
Lisans
Lisans Üstü
Gelir
Asgari ücret
900-2000
2001-3000
3001-5000
5000+
Frekans
4
Oran
%9,8
6
23
8
%14,6
%56,1
%19,5
Oran
11
16
7
4
%26,8
%39
%17,1
%9,8
Frekans
3
%7,3
Araştırmaya konu olan şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcılarının büyük bir
çoğunluğu kadındır (%78) ve 27-50 yaş aralığındadır (%80,5). Sadece dört uygulayıcı lise
mezunudur. Diğer uygulayıcıların tamamı üniversite mezunudur. Çalışma süresi bir yıldan
az olan 4 uygulayıcı, 7 yıldan fazla olan 8 uygulayıcı vardır. Uygulayıcıların %41,5’i 3-7
yıldır aynı şirkette çalışmaktadır. Asgari ücret kazanan 3 uygulayıcı bulunmaktadır. Bu
uygulayıcılar aynı zamanda bir yıldan iş yerlerinde bir yıldan az süredir çalışmaktadır.
5000 TL ve üzeri kazanan uygulayıcıların ise üçü yedi yıl üzerinde bir süredir aynı şirkette
çalışmaktadır. Bu uygulayıcılar aynı zamanda lisansüstü mezunudur.
Tablo 2: Kurumsal Yönetim Endeksi Şirketlerinin Halkla İlişkiler Departmanı Örgütlenişleri
Kurum
Anadolu Efes
Albaraka Türk
Arçelik
Aselsan
Asya Katılım Bankası
Aygaz
Boyner Mağazacılık
Coca Cola İçecek
Creditwest Faktoring
Dentaş Ambalaj
Doğuş Otomotiv
Doğan Holding
Doğan Yayın Holding
Egeli & Co. Yatırım Hold.
08
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Departman
Özerkliği
Özerk
Yok
Özerk
Yok
Yok
Yok
Yok
Özerk
Yok
Yok
Özerk
Yok
Yok
Uygulayıcının
Özerklik Cevabı
Özerk
Yok
Özerk
Özerk
Yok
Özerk
Özerk
Yok
Özerk
Özerk
Yok
-
Baskın Koalisyona
Katılım
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Evet
Hayır
-
Kurumsal
Yönetim Puanı
9,33
8,62
9,28
9,07
8,92
9,27
8,61
9,20
8,03
8,97
9,05
9,18
9,03
9,08
Aslı İcil Tuncer
Enka İnşaat
Garanti Faktoring
Global Yat. Holding
Garanti Yat. Ort.
T. Halk Bankası
Hürriyet Gazetesi
İhlas Ev Aletleri
İhlas Holding
İş Finansal Kiralama
İş GMYO
İş Y. Men. Değ.
Logo Yazılım
Otokar
Pektim
Pınar Et ve Un
Pınar Süt
Prysmian Kablo
Park Elek. Madencilik
Şekerbank
TAV Havalimanları
Tofaş Oto Fab.
Turcas Petrol
T.S.K.B.
Tüpraş
Türk Telekom
Türk Traktör
Vestel
Yapı ve Kredi Bankası
Vakıf Yatırım Ortaklığı
Yazıcılar Holding
Yeşil GMYO
Yok
Yok
Yok
Yok
Özerk
Yok
Yok
Yok
Özerk
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Özerk
Özerk
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Yok
Özerk
Özerk
Özerk
Özerk
Yok
Yok
Özerk
Yok
Özerk
Özerk
Yok
Özerk
Özerk
Özerk
Yok
Yok
Özerk
Özerk
Yok
Özerk
Özerk
Özerk
Yok
Yok
Özerk
Yok
Özerk
Özerk
Özerk
Özerk
Özerk
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Hayır
Evet
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Evet
Evet
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Evet
Evet
Evet
Evet
9,20
8,76
8,86
9,01
9,21
9,09
8,15
8,15
9,11
8,81
9,06
8,91
9,10
8,91
9,16
9,15
8,44
8,98
9,09
9,39
9,14
8,75
9,40
9,34
8,80
9,10
9,09
9,32
9,21
9,07
9,02
Hipotez 1: KYE şirketlerinin halkla ilişkiler departmanları özerktir.
KYE şirketlerinin sadece 12 (%26,66)’inde halkla ilişkiler departmanı özerktir.
Oysa, araştırmanın kavramsallaştırma aşamasında kurumsal yönetim ilkeleri ile örtüşen
mükemmel halkla ilişkiler teorisinin bir gereği olarak KYE şirketlerinin tamamında
departman özerkliği beklenmekteydi. Ancak halkla ilişkiler birimlerinin ağırlıklı olarak
pazarlama departmanlarının altında örgütlendiği saptanmıştır. Dolayısıyla H1 hipotezi ret
edilmiştir.
Bu sonuç Türkiye’de halkla ilişkiler araştırmacılarının üzerinde düşünmesi gereken
bir sonuçtur. KYE şirketlerinde dahi halkla ilişkilerin departman özerkliğinin bulunmaması
dikkat çekicidir. Diğer taraftan dört KYE şirketinde halkla ilişkiler fonksiyonunu yerine
getirecek bir birimin dahi bulunmadığı görülmüştür. Bu noktada bir başka dikkat çekici
bulgu ise; 13 şirketin halkla ilişkiler uygulayıcısı örgütün organizasyon şemasında
halkla ilişkiler departmanı özerkliğine sahip olmamasına rağmen departman özerkliğinin
olduğunu ifade etmesidir. Lisansüstü eğitimini tamamlamış sekiz uygulayıcının tamamı
çalıştığı şirketlerde departman özerkliğine sahiptir. Uygulayıcının eğitimi ve halkla
ilişkiler uygulamaları arasındaki ilişkiyi araştıran bir çok çalışma -tıpkı Wetherell (1989)
çalışmasında olduğu gibi- mükemmel halkla ilişkiler ile uygulayıcının eğitim düzeyi
arasında pozitif bir ilişki tespit etmiştir (Grunig ve Grunig, 2005, s.323). Bu araştırmanın
Sayı 40 /Bahar 2015
09
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz
bulguları da eğitim düzeyi ve uygulama modelleri arasındaki ilişkiyi teyit etmiştir.
Hipotez 2: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcıları karar alımına
katılmaktadır.
Kurumsal yönetim uyum raporları üzerinden yapılan incelemeler ve uygulayıcılar
ile yapılan görüşmeler 12 halkla ilişkiler uygulayıcısının baskın koalisyona danışmanlık
görevini yerine getirdiği gösterdi. Diğer taraftan halkla ilişkiler departmanı bulunan 41
şirketten 29’unda (%70,7) halkla ilişkiler uygulayıcısının karar alımına hiçbir düzeyde
katılmadığı görüldü. Kalan dört şirkette ise daha önce de ifade dildiği gibi halkla ilişkiler
uygulayıcısı bulunmamaktadır. Böylece H2 hipotezi ret edilmiştir.
Bu bulgunun yanı sıra hiç bir KYE şirketinde, halkla ilişkiler uygulayıcısının,
kurumsal yönetim komitesinde yer almadığı görüldü. Kurumsal yönetim komiteleri halkla
ilişkiler uygulayıcısının şirket ile ortamı arasında denge kurma görevinde ihtiyaç duyduğu
meşruluğu ve yetkiyi elde etmesi için kritik bir birim olmasına rağmen, kurumsal yönetim
komitelerinin tamamen yönetim kurulları üyelerinden oluştuğu görülmüştür.
Hipotez 3: KYE şirketlerinde halkla ilişkiler uygulayıcısının rolü ile kurumsal
yönetim puanı arasında bir ilişki vardır.
KYE şirketlerinin halkla ilişkiler uygulayıcıları rolü ile kurumsal yönetim puanları
arasında bir ilişki saptanmıştır. Halkla ilişkiler uygulayıcısı bulunmayan şirketlerin
not ortalaması 7.88’dir. Halkla ilişkiler uygulayıcısı bulunan şirketlerin not ortalaması
ise 8.30’dur. Departman özerkliğinin bulunduğu şirketlerde not ortalaması 8.47’e,
uygulayıcının karar alımına katıldığı şirketlerde not ortalaması ise 8.51’e çıkmaktadır.
Bu sonuçlara göre H3 hipotezi kabul edilmiştir. Bu bulgu ile, mükemmel halkla ilişkiler
çerçevesine uygun yönetilen halkla ilişkilerin, örgütsel etkinliğe katkısının da aynı
düzeyde artacağı açıkça görülmektedir.
Şekil 1: Kurumsal Yönetim Puanı ve Uygulayıcı Rolleri İlişkisi
Steyn (2003a, 2003b, 2009) halkla ilişkiler rol tipolojilerine stratejist rolü ekleyerek,
J.E.Grunig vd.’nin (2005) mükemmel halkla ilişkiler kurumsal çerçevesine halkla ilişkiler
uygulayıcısının hangi enstrümanlarla katılması gerektiğini ortaya koymuştur. Buna göre
10
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Aslı İcil Tuncer
stratejist rol, bir uygulayıcının karar alımına katılımını da içeren süreçlerin sonunda
örgütsel stratejiye katkıda bulunan uygulayıcıyı resmetmektedir ki departman özerkliği
bu fonksiyonun ön koşuludur. Diğer taraftan Departman özerkliğinin bulunmadığı
şirketlerde iletişim teknisyeni (Brom, 1982) rolündeki halkla ilişkiler uygulayıcısının
kurumsal politikalara katkıda bulunması mümkün olmaz. Bulgular uygulayıcının stratejist
rolde olduğu şirketlerin kurumsal yönetim notunun yükseldiğini göstermektedir. Ancak
literatürle örtüşen bu bulguya rağmen, uygulayıcının teknisyen rolde olduğu şirketlerin,
hatta uygulayıcının hiç bulunmadığı şirketlerin dahi kurumsal yönetim endeksinde yer
alıyor olması Türkiye’de halkla ilişkiler fonksiyonunun öncelikli bir tartışma konusu
olmasını gerektirir.
Hipotez 4: KYE şirketlerinde departman özerkliği ile uygulayıcının karar alımına
katılımı arasında bir ilişki vardır.
KYE şirketlerinde karar alım süreçlerine katılan 12 uygulayıcının tamamı aynı
zamanda departman özerkliğine sahip şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcısıdır. Bu veri
araştırma bulgularının halkla ilişkiler literatürü ile örtüşmeye en çok yaklaştığı nokta
olarak öne çıkmıştır. H4 hipotezi kabul edilmiştir.
Halkla ilişkiler uygulayıcısının örgüt içerisindeki konumu, halkla ilişkiler
uygulamaları üzerinde kritik bir etkiye sahiptir (Bowen, 2004, s.3). Paydaşların analizi,
konu yönetimi, örgüt için potansiyel tehditlerin tanımlanması, bu tehditlere yönelik
stratejik uygulamaların geliştirilmesi, hem örgüt üzerinde hem de paydaş üzerinde
hedeflenen davranış değişikliklerinin saptanması ve yaratılması ancak güçlü bir halkla
ilişkiler liderlinin gerçekleştirebileceği çalışmalardır (Freitag, 2007, s.40). Departman
özerkliği bulunmayan bir halkla ilişkiler fonksiyonu, doğal bir sonuç olarak, teknik düzey
işlevlerinden daha fazlasını ortaya koyamaz. KYE şirketlerinde departman özerkliği
bulunan uygulayıcıların stratejist rolde çalıştıkları ve şirketin iletişim boyutundaki
kararlara tepe yönetim düzeyinde danışmanlık yaptığı görülmüş, elde edilen veriler
literatür ile uyum göstermiştir.
Araştırma hipotezlerinin yanı sıra çalışmada dikkat çeken iki bulgudan da söz
etmek yerinde olacaktır. KYE şirketlerinde halkla ilişkiler departmanlarının kurumsal
iletişim departmanı, kurumsal yönetim departmanı, paydaş ilişkileri müdürlüğü,
kurumsal ilişkiler departmanı, kurumsal ilişkiler ve regülasyon birimi gibi birbirinden
farklı isimler altında örgütlendiği görülmüştür. Buna karşılık, finans, insan kaynakları,
arge, pazarlama gibi departmanların isimlendirilmesinde şirketten şirkete herhangi bir
farklılık görülmemiştir. Bu Türkiye’de halkla ilişkiler mesleği açısından kaygılandırıcı
bir bulgudur. Çünkü bu durum, halkla ilişkiler fonksiyonun şirket içindeki işlevinin ne
olduğu, nasıl ve hangi hedefler ile konumlandığının farklılığına ve dağınıklığına işaret
etmektedir. Şirketlerin halkla ilişkiler departmanlarını nasıl isimlendireceği karmaşası
aslında departmanın nasıl yetkilendireceği ve hangi alanda çalışacağı konusunda yaşanan
belirsizlikten kaynaklandığını söylemek mümkündür. Diğer yandan KYE şirketlerinin
raporlarını yayımladıkları birimler de, şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine bakış
açıları hakkında ipuçları vermektedir. KYE şirketlerinin büyük bir çoğunluğunun
internet sitelerinde kurumsal yönetime ilişkin verileri yatırımcı ilişkileri linkinin altında
Sayı 40 /Bahar 2015
11
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz
yayınlaması şirketlerin kurumsal yönetime bir yatırımcı ilişkisi enstrümanı olarak
yaklaştığını göstermektedir ki bu yanlış bir bakış açısıdır. Kurumsal yönetimin odaklandığı
etik ve şeffaflığa dayanan geniş çaplı ilkelerin, Türkiye’de yatırımcılara odaklanarak
uygulanması, kurumsal yönetim ilkelerinin şirketin tüm kademelerine ve uygulamalarına
yayılarak içselleştirildiği konusunda soru işaretleri doğurmuştur.
Sonuç
Stratejik iletişimi yönetecek bir birimin kendi insan kaynaklarına, maddi kaynaklara
sahip olması ve üst yönetime aracısız, direkt olarak ulaşabilmesi gerekir. Bunun aksine örgüt
ile paydaşları arasında anlayışa ve uzlaşıya dayalı ilişkileri yönetecek, bazı durumlarda
üst yönetimde alınan örgütsel kararların iletişim stratejilerine göre biçimlenmesini, bazı
durumlarda ise iletişim stratejilerinin örgütsel kararlara göre biçimlenmesini sağlayacak
halkla ilişkiler biriminin farklı departmanların altında, sadece destek bir birim olarak
konumlanması, halkla ilişkilerin gerçek işlevini gerçekleştirmesini imkansızlaştırır.
Araştırmaya konu olan KYE şirketlerinde departman özerkliğine sahip ve yetki ile
donatılmış halkla ilişkiler birimlerinin, literatürün açıkladığı fonksiyonları yerine
getirdiği görülmüştür. Ancak bir bütün olarak değerlendirildiğinde, KYE şirketlerinin
halkla ilişkiler departmanları örgütlenişi ve işlevinin literatürde tanımlanan mükemmel
halkla ilişkiler örgütlenme ve işlev modellerine en yakın şirketler olması beklenirken,
araştırma sonuçları durumun farklı olduğunu göstermiştir.
KYE şirketlerinin çoğunda halkla ilişkiler hala bir destek fonksiyonu ve bir taktiksel
örgüt enstrümanı şeklinde faaliyet göstermekte, yaygın olarak, departman özerkliğine
sahip olmayan, karar alımına katılmayan bir halkla ilişkiler birimi profili görünmektedir.
Bu profil, şirketlerin halkla ilişkiler departmanlarını nasıl isimlendireceği karmaşasını da
beraberinde getirmektedir. Diğer taraftan halkla ilişkiler birimi departman özerkliğine
sahip olan ve karar alımına katılan şirketlerin KYE puanlarının istikrarlı olarak
yükselmesi, halkla ilişkiler departmanının özerk olduğunda halkla ilişkilerin de taktiksel
bir araçtan öteye geçerek öngörülen örgütsel etkinliğe gerçeklikte karşılık vereceğinin net
bir göstergesidir. Bu bulgu aynı zamanda Örgütlerin halkla ilişkilerin örgütsel etkinliğe
katkısını maksimize edecek işlevsel pozisyonları sağlaması bağlamıyla da umut vaad
etmektedir.
Kurumsal yönetim ilkelerinin içeriği stratejik halkla ilişkiler yönetimi
uygulamalarını gerektirmektedir. KYE’nde yer alan bir örgütte kurumsal iletişimi
yönetecek uygulayıcının stratejist rolde olması beklenirken, KYE örgütlerinin bir kısmında
halkla ilişkiler uygulayıcısının dahi bulunmaması, uygulayıcının yer aldığı örgütlerin
çoğunda ise teknisyen rolünde bulunması ve halkla ilişkilerin örgüt içerisinde pazarlama
ve insan kaynakları gibi alt sistemlere bağlı konumlanması dikkat çekicidir. Bu durum,
literatürde halkla ilişkilerin günümüzde değişen işlevlerini açıklayan pek çok çalışma
ile ters düşmekte, uygulama ile teori arasındaki uyuşmazlığı göstermektedir. Sonuç
olarak araştırma sonunda Kurumsal Yönetim Endeksi’nde yer alan şirketlerin çoğunda
halkla ilişkiler departmanlarının özerk olmadığı (a.s.1) ve uygulayıcıların çoğunun
karar alımına katılmadığı görülmüştür (a.s.2). Ancak ve Kurumsal Yönetim Endeksinde
12
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Aslı İcil Tuncer
yer alan şirketlerin halkla ilişkiler uygulayıcılarının rolü ile kurumsal yönetim puanları
arasında olumlu bir ilişki tespit edilmiştir (a.s.3). Bu durum cesaret verici olmasına
rağmen; sonraki araştırmalar için, halkla ilişkiler teorisi ve gerçeklik arasındaki çelişkinin
daha kapsamlı bir şekilde ele alınması önerilmektedir.
Kaynaklar:
Bivins Thomas H. (1980), “Ethical implications of the relationship of purpose to
role and function in public relations” Journal of Business Ethics, 8(1), s.65-73.
Bowen Shannon A. (2004) “Organizational Factors Encouranging Ethical
Decision Making: an Exploration into The Case of An Exemplar” Journal of Business
Ethics, 52, s.311-324.
Bowen Shannon A. (2006), “Autonomy in communication: Inclusion in strategic
management and ethical decision-making, a comparative case analysis.” Journal of
Communication Management, 10(4), s.330-352.
Broom Glen M. (1982) “A comparison of sex roles in public relations.” Public
Relations Review, 8(3), s.17–22.
Downs, C. W., ve Hazen, M. D. (1977) “A factor analytic study of communication
satisfaction” Journal of Business Communication, 14, s.63-73.
Dozier David M. (2005) “İletişim ve Halkla İlişkiler Uygulayıcılarının Örgütsel
Rolleri”, Grunig, E.James (der), Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik,
çev: Özsayar E., İstanbul, Rota Yayın .
Freeman R.E. ve Reed D. L. (1983) “Stockholders and Stakeholders: A New
Perspective on Corporate Governance” California Management Review, 25(3), s.88106.
Freitag, Alan R. (2007) Staking Claim: Public Relations Leaders Needed to Shape
CSR Policy, Public Relations Quarterly, 52, s.37-40.
Grunig E.James (2005) Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik,
çev. Özsayar E., İstanbul, Rota Yayın.
Grunig E.J. ve Hunt T. (1984) Managing Public Relations, Newyork, NY Hold.
Grunig, E.James (1992). Excellence in public relations and communication
management. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates, Inc.
Grunig, E.J. ve Grunig, L., (2005) Halkla İlişkiler ve İletşim Modelleri, Grunig,
E.J.(der), Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, çev: Özsayar E., İstanbul,
Rota Yayın.
Sayı 40 /Bahar 2015
13
Kurumsal Yönetim İlkeleri ile Mükemmel Halkla İlişkiler Bağı Üzerine Bir Analiz
Grunig, E.J. ve Hon, L.C. (1999), Guidelines for Measuring Relationships in
Public Relations, Institute for Public Relations, Gainesville, FL.
Heath, Robert L. (1997), Strategic Issues Management: Organizations and Public
Policy Challenges, Sage, Thousand Oaks, CA.
Holtzhausen, D. R. ve Voto, R. (2002). “Resistance from the margins: The
postmodern public relations practitioner as organizational activist.” Journal of Public
Relations Research, 14(1), s.57–84.
Hon, Linda C. (1998), “Demonstrating effectiveness in public relations: goals,
objectives, and evaluation”, Journal of Public Relations Research, Sayı:10(2), s.103-35.
Jamali, Dima (2008) “A stakeholder approach to corporate social responsibility:
Fresh insights into theory vs practice” Journal of Business Ethics, 82(1), s.213-315.
Katz D. ve Kahn R. L. (1978) The Social Psychology of Organizations, New York,
Wiley.
Lauzen M.M. ve Dozier D.M. (1992) “The missing link: The public relations
manager role as mediator of organizational environments and power consequences for
the function.” Journal of Public Relations Research, 4(4), s.205-220.
Marsden, Chris (2000) “The New Corporate Citizenship of Big Business: Part of
The Solution to Sustainability” Business and Society Review, 105(1), s.9-25.
OECD (2004) OECD Principles of Corporate Governance, http://www.oecd.org/
dataoecd/32/18/31557724.pdf?submenuheader=null, erişim tarihi: 11.08.2011.
SPK (2005) Kurumsal Yönetim İlkeleri http://www.spk.gov.tr/displayfile.asp
x?action=displayfile&pageid=66&fn=66.pdf&submenuheader=null, erişim tarihi:
11.08.2011.
Steyn, Benita, (2003a) A Conceptualisation and Empiricl Verification Of The
“Strategist” (Redefined) “Manager” and “Technician” Roles Of Public Relations. Paper
Presented At The 10. International Public Relations Research Symposium, Lake Bled,
Slovenia.
Steyn, Benita, (2003b) From Strategy to Corporate Communication Strategy: A
Conceptualisation. Journal of Communication Management, 8, s.168-183.
Steyn, Benita, (2009) The Strategic Role of Public Relations Is Strategic Reflection:
A South African Research Stream, American Behavioral Scientist, 53(4), s.516-532.
Wetherell, Barbara J. (1989) The Effect Of Gender Masculinity and Femininity
on The Practice of And Preference for The Models of Public Relations, Doktora Tezi,
Maryland Universty, College Park.
14
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Aslı İcil Tuncer
White J. ve Dozier D. M. (2005) “Halkla İlişkiler ve Yönetim Kararları”, Grunig,
E.J.(der), Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik, çev: Özsayar E., İstanbul,
Rota Yayın.
Zwijze, K. ve Jong, M., (2007). “Evaluating the Communication Satisfaction
Questionnaire as a Communication Audit Tool”, Management Communication Quarterly,
20(3), s.261-282.
Sayı 40 /Bahar 2015
15
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi1
Examination of the Relationship Between the Purpose of Nursing Students for Using
Social Network Sites and Their Communication Skills
Hatice KAYA, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected]
Nuray TURAN, Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected]
Özgem HASANOĞLU, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected]
Özge GÜRE, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected]
Ettibar ARSLANOVA, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected]
Gülay ELMAS, Hemşirelik Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Hemşirelik
öğrencileri, İletişim
becerileri, İnternet,
Sosyal ağ siteleri
Keywords:
Nursing students,
Communication skills,
the internet, Social
network sites
Öz
Araştırma, hemşirelik öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim
becerileri arasındaki ilişkiyi belirleme ve tanımlama amacını taşımaktadır.
Araştırmanın evrenini, bir Hemşirelik Fakültesi’nde öğrenim gören öğrenciler,
örneklemini ise tabakalı rastgele örnekleme yöntemi ile belirlenen 238 öğrenci oluşturdu.
Kurumdan yazılı, öğrencilerden sözlü bilgilendirilmiş onam alındı. Veriler, Yapılandırılmış
Soru Formu, Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği ve İletişim Becerileri Ölçeği (İBÖ)
ile toplandı. Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği ve İBÖ toplam puan
ortalamasının 38.69±17.49 ve 104.00±19.26 olduğu görüldü. Sosyal ağ sitelerini kullanan
öğrencilerin, İBÖ davranışsal alt boyutunda istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptandı
(p<0.001). Araştırmaya göre, öğrencilerin iletişim becerileri orta düzeydedir. Sosyal ağ
sitelerini öğrenciler iletişim, kendini tanıtma, eğitim amaçlı kullanmaktadırlar. Sosyal ağ
sitelerini etkin kullanan öğrenciler, iletişim becerilerini davranışlarına yansıtabilmektedirler.
Abstract
The study is aimed to determine the relationship between the purpose of nursing
students for using social network sites and their communication skills and to carry the
identification.
The population of this study consists of students who are enrolled at a Faculty
of Nursing, while sample group includes 238 students who were selected through the
stratified random sampling method. Written informed consent was obtained from the
institution. Verbal informed consent was obtained from the students. The data were
collected through the Structured Questionnaire, the Scale of Aims of Use of Social Network
Sites and Communication Skills Scale (CSS). It is seen that average total score of students
in the Scale of Aims of Use of Social Network Sites and in the CSS was 38.69±17.49,
and 104.00±19.26.A statistically significant difference was found in the behavioral subdimension of CSS (p<0.001). According the study, communication skills of the students
are at a medium level. They use social network sites for the purpose of communication,
introducing themselves, education. Students who actively use social network websites can
reflect their communication skills on their behaviors.
26-28 Nisan 2012 tarihleri arasında Bursa’da düzenlenen 11. Ulusal Hemşirelik Öğrencileri
Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur.
1
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Giriş
Günümüzde gelişen teknoloji ile birlikte bilgisayar ve internet hayatın vazgeçilmez
gereçleri haline gelmiştir. İnternet, birçok bilgisayar sisteminin birbirine bağlı olduğu,
dünyada yaygın olarak kullanılan ve sürekli büyüyen bir iletişim aracıdır (Oğuz vd.,
2008: 448).
Avrupa genelinde, Türkiye’nin kişi başına internet kullanımında en fazla zaman
geçiren ülke olduğu belirtilmektedir. Buna göre ülkemizde 2009 Nisan ayında 17 milyon
internet kullanıcısı olduğu, kişi başına ortalama 3044 sayfa içerik izlendiği ve bireylerin
ayda ortalama 32 saatini internette geçirdiği saptanmıştır. Bu raporda, 2009 Nisan ayında
ülkelerin internette geçirdikleri sürelere 17 milyon internet kullanıcısının dışında kalan
grubun da (internet kafelerden yapılan erişim, mobil internet, 15 yaş altı gruplar, vb.)
dahil edilmesi halinde, Türkiye’de toplam internet kullanıcı sayısının 26.751.441 olacağı
tahmin edilmektedir (Toprak vd.,2014: 42). 21-22 Ocak 2010 tarihlerinde İstanbul’da
gerçekleştirilmiş olan NunBridge Ventura Zirvesi’nde dünyada Türkiye’nin internette en
çok zaman geçiren ülkelerden biri olması nedeni ile, kaynakların ve yatırımların 2010’da
Türkiye’ye kaydırılacağı belirtilmiştir. Bu durumun en önemli nedenlerinin başında ise,
“gençlerin” sosyal paylaşım siteleri kullanıcılarının olması gelmektedir (Sözen, 2012:
11). Benzer şekilde, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK 2013)’nun Hane Halkı Bilişim
Teknolojileri Kullanım Araştırması sonuçlarına göre, bilgisayar ve internet kullanım
oranının 16-24 yaş arasındaki gençlerde en yüksek olduğu (%70.6) bulunmuştur. Bu
yaş grubunda, internet kullanma oranı erkeklerde %82, kadınlarda ise, %57.5 olarak
belirlenmiştir (TUİK 2013).
İnternet teknolojisinde en son yenilik ise, sosyal ağ siteleridir (Tektaş, 2014: 852).
Sosyal ağların son birkaç yıl içinde hızla yayılması ve kullanıcılar tarafından benimsenmesi,
beraberinde daha yaygın ve daha yoğun bir bilgisayar ve internet kullanımına yol
açmıştır. İnsanların sosyal ağlarda gittikçe daha fazla zaman geçirmesi yeni ve daha
gelişmiş paylaşım sitelerinin oluşmasını teşvik ederek, dünya genelinde ağ örüntüsünün
hızla gelişmesinde etkili olmuştur (Toprak, vd., 2014: 26). Sosyal ağ kavramı; ortak bir
amaç doğrultusunda insanların düşüncelerini paylaşmalarını ve birbirleri ile etkileşime
girmelerini kolaylaştıran internet üzerinden bir topluluk oluşumunu işaret etmektedir
(Karal ve Kokoç, 2010: 252). Sosyal iletişimin ve/veya sosyal ilişkilerin kurulabildiği,
bireylerin yüksek oranda paylaşımda bulundukları bir online servis, platform veya alan
olarak tanımlanabilir. Sosyal ağlar, bireylerin internet üzerinde yarattığı sanal toplumsal
yaşamdır. Bu ağlar içinde bireyler, kendilerini tanıtarak, aynı kültür seviyesinde
rahatlıkla anlaşabilecekleri diğer bireylerle internetin sunduğu olanaklar aracılığı ile
iletişim kurmaktadır. Yeni birlikte olma alanları olan sosyal ağlarda, beden ve mekândan
bağımsız olarak genellikle kelimeler aracılığı ile gerçekleşen iletişim yaşanmaktadır
(Barış ve Tosun, 2013: 123-124; Boyd ve Ellison, 2008: 210; Onat ve Alikılıç, 2011:
1113; Tiryakioğlu ve Erzurum, 2011: 1031-103). Sosyal ağlar toplum ve toplum üyeleri
arasındaki iletişimi kolaylaştırdığından beri, “sanal ağlar” olarak da adlandırılmaktadır
(Nelson vd., 2013: 40).
Financial Times tarafından derlenen ve Webrazzi tarafından yayımlanan Twitter
17
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu,
Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas
kullanım rakamlarına göre, Türkiye’de sosyal ağ (Twitter) kullanıcı sayısı 11.337.505’tir
(Demirel, 2013). En iyi 20 sosyal ağ sitesinin pazar payı Şubat 2007- Ocak 2007 tarihleri
arasında % 11.5 oranında büyümüştür. Aynı zamanda sosyal ağ sitelerini kullanma
etkinliği Şubat 2007 yılında tüm internet trafiğinin %6.5’ini oluşturmaktadır (Cheung
vd., 2011: 1137).
Bireyler sosyal ağ sitelerini çok farklı amaçlar için kullanabilmektedir. Geniş bir
kesime hitap eden sosyal ağlar, aynı zamanda bireyin sosyal, duygusal emosyonel ve
bilişsel gelişimine katkıda bulunmaktadır (Nelson vd., 2013: 29). Sosyal ağ siteleri,
kullanıcılarına; sosyal bir ortamda kendilerini tanıtma, sosyal ağ ortamı kurma, diğer
kullanıcılarla iletişim kurma ve devam ettirme, oluşturdukları içeriği (fotoğraf, şekil,
ses kaydı, video, interaktif iletişim, blog vb.) paylaşma, kişisel bilgilerini, fotoğraf
ve videolarını içeren profil sayfası oluşturma ve tanımadığı insanlarla ilişkiler kurma,
profillerinden birbirlerinin hobilerini, ilgilerini, müzik zevklerini ve romantik/duygusal
ilişki durumunu öğrenme, yeni arkadaşlıklar keşfetme, özgürlük ve hak talep etme, eleştiri
olanağı ve örgütlenme alanı olma gibi olanaklar sunmaktadır (Barış ve Tosun, 2013: 123;
Ellison vd., 2007: 1143; Nelson vd., 2013: 30; Sözen, 2012:19; Tektaş, 2014: 852; Toprak
vd., 2014: 44-54).
Sosyal ağ siteleri bilinenden daha eski bir geçmişe sahiptir. İlk sosyal ağlar
1990’lı yılların sonlarında oluşturulmaya başlanmıştır. Bilinen ilk toplumsal paylaşım
ağı 1997 yılında kurulan SixDegrees’dir. 2000 yılında verdiği hizmeti sona erdirmesinin
nedeni arkadaş tekliflerini kabul ettikten sonra sitede yapılacak alternatif uygulamaların
olmaması ve sitenin farklı etnik kimliklerle buluşması konusunda yetersizliklerin olması
sayılabilmektedir. 2001 yılında Ryze.com ile iş dünyasında profesyonellerin özellikle
yeni girişimcilerin iletişim kurulması amaçlanmıştır. 2002 yılında kurulan Friendster
daha geniş sosyal kesime hitap edecek şekilde tasarlanmıştır. 2003 yılından itibaren
sosyal ağlar hızla yaygınlaşmaya başlamış ve kullanıcı sayılarında gözle görülür bir artış
yaşanmıştır. Sosyal ağlardan en dikkat çekici olanları Facebook ve Myspace olmuştur
(Toprak vd., 2014: 26-27).
Sosyal ağ siteleri kullanıcıları, mekansal olarak ulaşamayacakları bireylere bu
sosyal ağ siteleri aracılığı ile rahatça ulaşabilmektedirler. Bir başka deyişle bireyler yerinden
bile kalkmadan iletişim kurmak istedikleri bireylerle rahatlıkla görüşebilmektedirler
(Karal ve Kokoç, 2010: 252; Nelson vd., 2013: 40; Tiryakioğlu ve Erzurum, 2011: 252).
İnsanın en temel gereksinimlerinden biri iletişimdir ve insanlar duygularını, düşüncelerini
iletişim yolu ile birbirlerine aktarırlar. İletişim becerileri ise kişiler arası ilişkide, duygu
ve düşünce alışverişinde mesajların doğru olarak algılanmasını ve ilişkilerin kurulmasını
sağlar. İletişim becerileri ile aktarılan mesajlar insan üzerinde sağlıklı ve iyileştirici
özelliklere sahip olduğu gibi başkasını anlama ve ona yardım etmede en güçlü araçlardan
biri olma niteliğine de sahiptir (Özdemir ve Kaya, 2013: 199).
Farklı yaşam sürecindeki bireyler, iletişim kurmak amacıyla sosyal ağ sitelerini
tercih edebilmektedirler. Fiziksel, bilişsel ve duygusal açıdan oldukça hızlı ve yoğun
değişimlerin yaşandığı gençlik döneminde sosyal desteğin önemi artmaktadır (Baltacı
vd., 2012: 26). Birçok birey, sosyal ağları yaşamlarına entegre etmiş ve sosyal ağların
Sayı 40 /Bahar 2015
18
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
olmadığı bir yaşamı hayal edemediklerini/düşünemediklerini belirtmişlerdir (Filiz vd.,
2014: 17; Nelson vd., 2013: 40).
Sosyal ağ siteleri, özellikle üniversite öğrencileri arasında popülerliğini artırıp
yaygın olarak kullanılmaktadır. Sosyal ağların çoklu kullanıma açık olması, sürekli olarak
güncellenmesi, geniş topluluklarla sanal paylaşıma olanak sağlaması, mobil cihazlar
aracılığıyla kolay ulaşılması, interaktif bir ortam olması, grup oluşturarak bilgi alışverişini
sağlamak olmak üzere üniversite öğrencilerine geniş olanaklar tanıması eğitim-öğretim
süreçlerini etkin, yaratıcı, işbirlikçi öğrenme ile desteklemelerini sağlamaktadır (Bilen vd.,
2014: 117; İşman ve Albayrak, 2014: 130; Koç ve Karabatak, 2011: 2; Vural ve Bat, 2010:
3348). Bununla birlikte öğrenci-öğrenci, öğrenci-içerik ve öğretmen-öğrenci etkileşimini
arttırmada, üniversite öğrencilerinin araştırma, sorgulama ve problem çözme becerilerini
kullanmaları ve geliştirmeleri konusunda da önemli ölçüde destek olmaktadır. Üniversite
öğrencileri, sosyal ağ sitelerini yepyeni ve bağımsız öğrenme ortamları olarak veya
dersleri ile bağlantılı olarak kullanabilmekte; çalışma konularına ait gruplar oluşturarak
veri toplayabilmekte; tartışma başlatabilmekte; aynı zamanda öğretmenlerini “arkadaş”
olarak ekleyerek kendilerini daha rahat ifade etme ve iletişim becerilerini geliştirme
olanağına sahip olabilmektedirler (Barış ve Tosun, 2013: 1032-1033; Boyd ve Ellison,
2008: 210; Tektaş, 2014: 853). Bununla birlikte sosyal ağların olumsuz etkileri de vardır.
Sosyal ağların bağımlılık oluşturması, eleştirel düşünme yeteneklerini azaltması, dikkat
eksikliği hiperaktivite bozukluğuna neden olması, zaman yönetimi kavramını ortadan
kaldırması, okumaya ayrılan zamanın azalması, okuma kavrayışları ve okul notlarının
düşmesi, uygun olmayan yayınların paylaşımı ve sanal taciz yaşanan sorunların başında
gelmektedir (İşman ve Albayrak, 2014: 130; Özmen vd., 2006: 508; Ruskin, 2012: 74).
Kişiler arası ilişkilerin daha yoğun yaşanabileceği ortamlar olan üniversitelerde,
özellikle gençlerin arkadaşları ile zaman geçirmek yerine sosyal ağ sitelerini tercih
etmeleri ve zamanlarının büyük bölümünü burada geçirmeleri, günümüzde sosyal ağların
birey için önemli bir sosyal çevre edinme ve sosyalleşme aracı olduğunu göstermektedir
(Akçay, 2011: 157). Genç nesil, kendi dünyalarını yaratma konusunda gerekli dürtü ve
güdüye sahip olduklarını hissetmektedir. Teknoloji, yeni sosyal ağlar sunmakta ve genç
nüfus bu iletişim araçları ile iletişim kurmakta, kendi iç dünyalarını ve deneyimlerini
paylaşabilmektedir. Ayrıca gençler bu araçları yaşamlarına hızlı bir şekilde almakta
ve bu konuda da seçici olmamaktadır (Vural ve Bat, 2010: 3378). Özellikle üniversite
öğrencileri, içinde bulunduğu genç yetişkinlik gelişim döneminin gelişimsel özelliği
nedeni ile, çevresiyle yakın ilişkiler geliştirme çabası ile karşı karşıya kalabilmekte,
günlük hayatında karşılaşamayacağı bireylerle arkadaşlık kurmakta, özel hayatına ilişkin
paylaşımlarda bulunabilmekte ve tüm bunların sonucunda problemli/ sağlıksız sosyal ağ
sitelerini kullanmada önemli bir risk grubu haline gelebilmektedirler (Akçay, 2011:157;
Vural ve Bat, 2010: 3378). İnternette oluşan güvenlik problemleri, yasal boşluklar,
üniversite öğrencilerinin özel yaşamlarının göz önünde olması her ne kadar özgürlük
olarak nitelendirilse de aslında insanların hayatlarının ortasında bir kaos yaratmaktadır
(Akçay, 2011: 157).
Sağlık alanında öğrenim gören ve mezuniyet sonrası sosyal ağ sitelerini kullanmanın
iletişim becerileri üzerine olumlu ya da olumsuz etkileri ile karşı karşıya kalabilecek olan
19
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu,
Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas
hemşirelik öğrencileri, üniversite öğrencileri arasında özel bir grubu oluşturmaktadır.
Sosyal bir varlık olan insan için iletişim bir gereksinimdir (Bulduklu ve Koçak, 2010:
7). Kişiler arası iletişime dayalı olan hemşirelik mesleği üyelerinin, iletişim becerilerinin
yüksek olması gerekmektedir. Sağlıklı/hasta bireyin bakım ve tedavisinde hemşirelik
mesleği üyelerine, hasta-hemşire iletişiminin başlanması, sürdürülmesinde ve iletişim
için uygun çevrenin oluşturulmasında önemli sorumluluklar düşmektedir (Babadağlı ve
ark.2006: 53; Kumcağız ve ark. 2011: 49; Özdemir ve Kaya, 2013: 199). Bu kapsamda,
hemşirelik öğrencilerinin sosyal ağ olarak adlandırılan sanal ortamı, iletişimi ve iletişim
becerilerini arttırması yönünden etkin kullanması oldukça önemlidir. Geleneksel kitle
iletişim araçlarından farklı olan bu özellikleri ile sosyal ağların sağlık iletişimi alanında
da yeni bir dönem başlattığı görülmektedir.
Sosyal ağların, hemşirelik öğrencilerinde motivasyonu ve etkililiği ile iletişim
becerileri üzerine yoğunlaştırdığı ve olumlu yönde etkilediği görülmektedir (Özmen vd.,
2012: 503; Vural ve Bat, 2010: 3348). Bu bağlamda araştırma, hemşirelik öğrencilerinin
sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim becerileri arasındaki ilişkiyi belirlemek
amacı ile planlandı.
Gereç ve Yöntem
Araştırmanın Amacı ve Türü
Bu araştırma, bir hemşirelik fakültesi öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanma
amacı ile iletişim becerileri arasındaki ilişkiyi belirlemeye yönelik tanımlayıcı ve ilişki
arayıcı türde planlandı.
Araştırma Soruları
Öğrencilerin bireysel özellikleri ve sosyal ağ sitelerini kullanma durumu nedir?
Öğrencilerin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ve iletişim becerileri düzeyi nedir?
Öğrencilerin sosyal ağ sitelerini kullanma amacı ile iletişim becerileri arasındaki
ilişki nedir?
Araştırma Evreni ve Örneklemi
Araştırmanın evrenini İstanbul’da bir Hemşirelik Fakültesi’nde 2011-2012
eğitim-öğretim yılında öğrenim gören 623 öğrenci, örneklemini ise evreni bilinen
örneklem hesaplama formülü (%95 güven aralığı, %5 hata payı, %50 görülme sıklığı)
kullanılarak belirlenen 238 öğrenci oluşturdu. Örnekleme alınacak öğrenciler tabakalı
rastgele örnekleme yöntemi (tabaka ölçütü olarak eğitim gördüğü sınıflar kullanılacak) ile
belirlendi. Saptanan alt tabakalardan örneklemler rastlantısal sayılar tablosu kullanılarak
seçildi.
Veri Toplama Araçları
Veriler, Yapılandırılmış Soru Formu, Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği ve
İletişim Becerileri Ölçeği (İBÖ) ile toplandı.
Sayı 40 /Bahar 2015
20
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Yapılandırılmış Soru Formu
Yaş, cinsiyet, medeni durum, anne ve babanın eğitimi, aile tipi, sağlık güvencesi
gibi demografik verileri içeren 11 soru, bilgisayar kullanmaya yönelik ilgisi, bilgisayar ve
internet kullanma durumu, interneti kullanma amaç/amaçları, sosyal ağ sitelerini kullanma
durumu ve sosyal ağ sitelerini kullanmayı engelleyen faktörler, en sık kullanılan sosyal
ağ siteleri ve sosyal ağ site/sitelerine üye olma şeklini içeren internet ve sosyal ağ siteleri
kullanma durumunu belirlemeye yönelik 9 sorudan oluştu.
Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği
Üniversite öğrencilerinin sosyal ağ sitelerini kullanım amaçlarını belirlemek üzere
Karal ve Kokoç (2010) tarafından geliştirilen ölçek, 14 maddeden oluşmakta olup, 1-5
dereceli likert tipi bir ölçek niteliğindedir. Bu ölçekte “1 = Kesinlikle katılmıyorum”, “2 =
Katılmıyorum”, “3 = Orta Derecede Katılıyorum “, “4= Katılıyorum” ve “5 = Kesinlikle
Katılıyorum” anlamındadır. Ölçek üç faktörden oluşmaktadır (Faktör 1: Sosyal etkileşim
ve iletişim amaçlı [8 madde]; Faktör 2: Tanıma ve tanınma amaçlı [3 madde] Faktör 3:
Eğitim amaçlı [3 madde]). Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nin Cronbach Alfa
katsayısı 0.830 olarak bulunmuştur. Test-tekrar test güvenirliği katsayısı ise 0.91 olarak
hesaplanmıştır (Karal ve Kokoç, 2010: 353-354).
İletişim Becerileri Ölçeği (İBÖ)
İlk olarak Balcı (1996) tarafından geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Geçerlik ve
güvenirlik çalışmaları yapılan ölçeğin ilk sürümünün madde sayısı 70’tir. Ölçek daha
sonra 500 üniversite öğrencisinden oluşan bir örnekleme uygulanmış ve yapılan faktör
analizi sonucu madde sayısı 45’e indirilmiştir. Faktör analizi sonucunda maddelerin üç
boyut altında toplandığı görülmüştür ve bu boyutlar içerikleri dikkate alınarak; zihinsel,
duygusal ve davranışsal iletişim becerileri adını almıştır. Her bir boyutu ölçen 15 madde
vardır. Maddeler “her zaman (5)”, “genellikle (4)”, “bazen (3)”, “nadiren (2)”, “hiçbir
zaman (1)” olarak yanıtlanmaktadır. Ölçeğin genelinden alınabilecek en yüksek puan
225, en düşük puan ise 45’tir. Ölçeğin her bir alt boyutundan alınabilecek en yüksek
puan 75, en düşük puan ise 15’ tir. Hangi alt ölçekteki puan büyük ise, bireyin iletişim
becerisi açısından o alt boyutta daha iyi olduğu söylenebilir. Ölçeğin tamamında puanların
yüksekliği, o bireyin iletişim beceri düzeyinin yüksek olduğunu göstermektedir (Ersanlı
ve Balcı, 1998: 9-10; Özdemir ve Kaya, 2013: 200).
Araştırmanın Etik Yönü
Araştırma verilerini toplamadan araştırmanın yürütüleceği fakülteden yazılı izinler
alındı, ve etik kurul onayı sağlandı. Örneklemi oluşturan öğrencilere çalışmanın amacı
ve yararları, çalışmadaki rolleri açıklanarak isteklilik ve gönüllülük ilkesi ışığında
araştırmaya katılımları için bilgilendirilmiş onamları alındı.
Araştırmanın Sınırlılıkları
Araştırma örneklemini sadece bir Hemşirelik Fakültesi öğrencileri oluşturdu. Bu
nedenle araştırma sonuçları genellenemez.
21
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu,
Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas
Verilerin Analizi ve Değerlendirilmesi
Verilerin analizinde lisanslı SPSS 16.0 paket programı kullanıldı. Araştırma verileri
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistik yöntemleri (frekans, yüzde, ortalama, standart
sapma) kullanıldı. Normal dağılımın incelenmesi için Kolmogorov-Smirnov dağılım testi
uygulandı. Niceliksel verilerin karşılaştırılmasında Pearson korelasyon analizi uygulandı.
Sonuçlar %95 güven aralığında, p<0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirildi.
Bulgular
Öğrencilerin Sosyo-demografik Özellikleri
Tablo 1’de görüldüğü gibi araştırma kapsamına alınan öğrencilerin %78.2’sinin
kadın, %21.8’inin erkek, yaş ortalamasının 20.67±2.67 (17-41) ve %97.9’unun bekar
olduğu %35.3’ünün ailesi ile birlikte yaşadığı, %82.4’ünün herhangi bir işte çalışmadığı,
%71’inin gelirinin giderini karşıladığı belirlendi. Öğrencilerin annelerinin %46.2’sinin ve
babalarının %37.4’ünün ilkokul mezunu olduğu görüldü. Ayrıca öğrencilerin %82.8’inin
çekirdek ailede yaşadığı, %45.4’ünün yaşamını en fazla geçirdiği Türkiye bölgesinin
Marmara Bölgesi olduğu saptandı (Tablo 1).
Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Durumu
Öğrencilerin %92.9’u bilgiye erişmek için en sık kullandığı iletişim aracının internet
olduğunu, %59.7’si bilgisayar kullanmaya yönelik ilgisinin olduğunu ifade etti. (Tablo
1). İnterneti en fazla araştırma yapmak (%83.2), elektronik posta göndermek (%75.2),
haber okumak/müzik dinlemek (%74.4) ve sosyal ağ sitelerine girmek (%71) amacıyla
kullandıkları görüldü. Tablo 1’de görüldüğü gibi üniversite öğrencilerinin %86.1’inin
sosyal ağ sitelerini aktif olarak sıklıkla Myspace (%47.9), Twitter (%26.1) ve Facebook’u
(%18) kullandıkları saptandı. Sosyal ağ sitelerini kullanmayan öğrencilerin ise, sosyal ağ
sitelerini kullanmaya karşı önyargılı olduklarını (%16.8), sosyal ağ sitelerini kullanmayı
vakit kaybı olarak gördüklerini (%10.5) ve sosyal ağ sitelerinin sosyalleşmeye engel
olduğunu (%8.8) ifade ettiler (Tablo 1).
Tablo 2’de görüldüğü gibi öğrencilerin, Sosyal Ağ Sitelerini Kullanım Amacı
Ölçeği’nden aldıkları puan ortalamasının 38.69±17.40, ölçeğin Sosyal Etkileşim ve
İletişim Amaçlı alt boyutunda 17.73±8.60, Tanıma ve Tanınma Amaçlı alt boyutunda
9.20±4.80 ve Eğitim Amaçlı alt boyutunda 11.73±5.70 olduğu belirlendi.
İletişim Becerileri Düzeyi
Öğrencilerin potansiyel puan dağılımı 45-225 olan İBÖ puan ortalamasının;
104.00±19.20, tüm alt boyutlarında potansiyel puan dağılımı 15-75 olan İletişim Becerileri
Ölçeğinin puan ortalamalarının ise Zihinsel alt boyutunda 34.55±9.80, Duygusal alt
boyutunda 38.23±17.60 ve Davranışsal alt boyutunda 33.98±16.00 olduğu görüldü (Tablo
3).
Sayı 40 /Bahar 2015
22
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişki
Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nin Sosyal Etkileşim ve
İletişim Amaçlı alt boyutu ile İBÖ’nün Davranışsal alt boyutu puanları arasında pozitif
yönde ileri derecede anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (p<0.01) (Tablo 4).
Tartışma
İnternet sağladığı pek çok olanak ile insan yaşamını kolaylaştırmakta,
çeşitlendirmekte, zen­ginleştirmekte ve geliştirmektedir. İnternet kullanıcılarının sayısı tüm
dünyada hızla artış gösterirken, kullananların demografik yapılarında da hızlı bir değişim
görülmektedir (Oğuz vd., 2008: 448). Sosyal paylaşım sitelerinin çoğunda kullanıcılar
yeni insanlarla karşılaşma ve iletişime geçme amacının ötesinde mevcut arkadaşları veya
tanıdıkları ile de iletişimi sürdürme amacını gütmektedirler. Bu nedenle profil sunumu
ve farklı bireylerle olan bağlantıların açık bir şekilde ortaya konması, hem iletişime yeni
bireyleri dahil etme hem de tanıdıkları bir araya getirme olanağı yaratmasından ötürü,
toplumsal paylaşım sitelerindeki etkileşimin temelini oluşturmaktadır (Toprak vd.,
2014: 28-29). Sosyal etkileşim, iletişim ve bilgi edinme için öncü ve tercih edilen bir
ortam haline gelen internet, üniversite öğrencilerinin yaşam boyu öğrenme becerilerinin
kazandırılmasında gereksinim duyulan bilgiye ulaşmada önemli bir araç olarak ortaya
çıkmaktadır. İnternet, öğrencilerin bilgiye ulaşmalarında sorumluluk almalarına ve
gerekse zengin/kaynaklara ulaşmalarına ortam sağlamada önemli rol üstlenmektedir
Öğrencilerin %98.3’ünün interneti aktif kullandığını gösteren bu araştırma bulgusu ilgili
literatürü desteklerken, internetin üniversite öğrencilerinin yaşamında etkin bir şekilde
yer aldığını da göstermektedir (Ceyhan, 2011: 64; Karal ve Kokoç, 2010: 251; Tektaş,
2014: 852).
İnternet önceleri sadece iş amaçlı kullanılırken, günümüzde neredeyse birçok amaç
için kullanılmaktadır (Özcan ve Buzlu, 2005: 19). İnternet tabanlı etkileşimin bir sonucu
olan sosyal ağlar bireylere özgürlük, özerklik içeriğini kendisini yaratabilme serbestliği
sağlamaktadır (Akçay, 2011: 142). Köse ve ark.(2007)’nın yaptığı araştırmada Meslek
Yüksekokulu öğrencilerinin %34.7’sinin interneti araştırma, %19.9’u elektronik posta,
%12.6’sı iletişim ve %5.5’i eğlence amaçlı kullandıkları saptanmıştır. Ersun ve ark.
(2012)’nın çalışmasında öğrencilerin %33’ünün araştırma yapmak amacı ile internet
kullandığı, Swickert ve ark. (2002) tarafından yapılan çalışmada katılımcıların interneti
yüksek oranda mail, bilgiye ulaşma ve araştırma amaçlı kullandıkları belirlenmiştir.
Benzer şekilde Özcan ve Buzlu (2005: 19)’nun çalışmasında öğrencilerin internette en sık
gerçekleştirdikleri etkinliklerin genel olarak bilgi arama, araştırma yapma ve elektronik
posta kullanma olduğu belirtilmiştir. Bu çalışmada da öğrencilerin interneti en fazla
araştırma yapmak, elektronik posta atmak, haber okumak/müzik dinlemek ve sosyal ağ
sitelerine girmek amacıyla kullandığı görüldü. Öğrencilerin interneti bir eğitim ve iletişim
aracı olarak görmeleri ve kullanmaları oldukça sevindiricidir.
Sosyal ağ sitelerinin, olumlu özelliklerinin yanı sıra birey üzerinde olumsuz
etkileri bulunmaktadır. Fazla zaman geçirmeme düşüncesiyle kullanımına başlanan
23
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu,
Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas
sosyal ağ siteleri ilerleyen zamanlarda gereksiz bir vakit harcama aracına dönüşmektedir.
Buna ek sosyal ağ siteleri kullanımının bireyleri asosyalleştirmekte ve gerçek hayatta
iletişim sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Araştırmada öğrencilerin
büyük kısmının sosyal ağ sitelerini aktif olarak kullandığı görüldü. Sosyal ağ sitelerini
kullanmayan öğrencilerin ise internet kullanmaya karşı önyargılı olduğunu, vakit kaybı
olarak gördüğünü ve sosyalleşmeyi engellediğini düşündüğünü ifade etti. Bu sonuçlar
diğer araştırma bulguları ile paralel olup, üniversite öğrencilerinin internet kullanımına
yönelik farkındalıklarının gelişmiş olduğunu düşündürdü (Boyd ve Ellison 2008; Karal
ve Kokoç 2010).
Classmates ve Six Degrees ile ortaya çıkan sosyal ağ siteleri; Ryze, Friendster, Hi5
ve MySpace, Bebo, Facebook ve Twitter gibi yeni ve farklı görünümlere ve fonksiyonlara
sahip siteler ile gelişimine devam etmektedir (Boyd ve Ellison, 2008: 213-214; Karal ve
Kokoç, 2010: 251). Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri sundukları imkânlar
ile günden güne popülerliğini özellikle üniversite öğrencileri arasında arttırmaktadırlar.
Facebook ve MySpace gibi siteler üyelerine profillerinin herkes ya da sadece arkadaşları
tarafından görülebilmesi noktasında farklı olanaklar sunmaktadır. Genç kullanıcılar
tarafından ilgi ile takip edilen Myspace özellikle favori müzik grupları ile iletişime
geçmek isteyenlerin adresi olmuşur (Köseoğlu, 2012: 58; Toprak vd., 2014: 28). Twitter
ise kullanıcı hakkında çok sınırlı ve özet bilgi verilerek gizliliğin en aza indirgendiği
bir yapı üzerine kurulmuş durumdadır. Facebook, sosyal paylaşım siteleri arasında en
hızlı büyüyen ve üniversite öğrencileri arasında en çok tercih edilen sosyal paylaşım
sitesidir. 2011 Ekim ayı rakamlarına göre Facebook’u en fazla kullanan ilk 10 ülke
sırayla Amerika Birleşik Devletleri, Endonezya, Hindistan, Türkiye, İngiltere, Meksika,
Brezilya, Filipinler, Fransa ve Almanya’dır (Sözen, 2012: 11). Facebook’u 200 milyonun
üzerindeki kullanıcı sayısı ile Twitter takip etmektedir. Bu sosyal paylaşım ağları, tıpkı
gerçek hayatta olduğu gibi bilginin paylaşımı fırsatını kişilere sunmaktadır. Öte yandan
bu ağlar aracılığıyla bilginin yayılmasını kolaylaştıran teknolojiler de gelişmektedir
(Akçay, 2011: 143). Asan’ın aktardığına (Asan, 2012: 129) göre, Futurarts tarafından
üniversitelerde sosyal ağ kullanımına yönelik araştırmada 104 devlet üniversitesinden
yüzde 20’sinin, 55 vakıf üniversitesinden ise %73’ünün en az bir sosyal ağ sitelerini
kullandığı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada da daha önceki çalışmalara benzer olarak,
öğrencilerin büyük çoğunluğunun Myspace’i, Twitter’ı ve Facebook’u kullandıkları
görüldü (Barış ve Tosun 2013: 124; Biçer, 2014: 61-62; Karal ve Kokoç, 2010: 252;
Tektaş, 2014: 855). Buradan yola çıkarak özellikleri ve bireylere sundukları hizmetler
farklı olsa da sosyal ağ sitelerinin üniversite öğrencileri tarafından sıklıkla tercih edildiği
söylenebilir.
Sosyal ağ siteleri, diğer insanlarla bağlantı kurmayı kolaylaştıran, kullanıcıları,
sisteme kayıt olur olmaz kişisel ağlarını genişletme, yeni insanlarla buluşma ve yeni
bağlantılar oluşturma konusunda özendiren sistemlerdir. Temel hedef çevreyi sürekli
genişletmektir. Bireyler sosyal ağ üyeleri kendileri ile ortak ilgi alanlarına sahip diğer
üyeleri araştırabilmekte, davet göndererek veya çevresindeki insanları bilgilendirerek
kendi ağlarına arkadaş olarak ekleyebilmektedir. Bu şekilde insanların arkadaşları ve/
veya ortak ilgi alanları sayesinde global ağlar oluşmaktadır. Kişiler arası ilişkilerin daha
yoğun yaşanabileceği ortamlar olan üniversitelerde, özellikle gençlerin arkadaşlarıyla
Sayı 40 /Bahar 2015
24
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
zaman geçirmek yerine sosyal medya sitelerini tercih etmeleri ve zamanların büyük
bölümünü internette geçiriyor olmaları, günümüzde sosyal medyanın kişiler için önemli
bir sosyal çevre edinme ve sosyalleşme aracı olduğunu göstermektedir (Akçay 2011:
157). Öğrencilerinin %81.5’inin çevreden duyarak sosyal ağ sitelerine kayıt olduklarını
gösteren araştırma bulgusu literatür ile uyumlu olup, sosyal çevrenin birey üzerinde
etkisinin önemini vurgulamaktadır (Barış ve Tosun, 201: 853-854; Karal ve Kokoç, 2010:
252).
Sosyal ağlar sayesinde bireyler ortak ilgi alanlarına sahip, bağlantılı oldukları diğer
bireyler ve gruplarla iletişim kurabilmekte, kaynak ve deneyimlerini paylaşabilmektedirler
(Öztürk ve Akgün, 2012: 50-51). Öğrencilerin sosyal ağ sitelerini araştırmadan sonra en
fazla sosyal etkileşim ve iletişim amaçlı kullandıkları saptandı. Araştırmanın bu bulgusu
sosyal ağ sitelerinin ortaya çıkış amacını doğrulamaktadır.
İnsanın en temel gereksinimlerinden biri iletişimdir ve insanlar duygularını,
düşüncelerini iletişim yolu ile birbirlerine aktarırlar. İletişim becerileri ise kişiler arası
ilişkide, duygu ve düşünce alışverişinde mesajların doğru olarak algılanmasını ve ilişkilerin
kurulmasını sağlamaktadır (Özdemir ve Kaya, 2013:199). Özdemir ve Kaya (2013:
202)’nun yaptıkları bir çalışmada öğrencileri İBÖ puan ortalamasının 165,27±15,39
ve orta düzeyde olduğunu belirlemiştir. Daha önceki çalışma bulguları ile paralel olan
(Korkut, 1996: 21; Tutuk ve ark. 2002: 38; Arifoğlu ve Razı, 2011: 9) bu çalışmada da
öğrencilerin iletişim becerilerinin orta düzeyde olduğu, sıklıkla davranışsal, zihinsel ve
duygusal iletişim becerilerini kullandıkları belirlendi.
Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nin Sosyal Etkileşim ve
İletişim Amaçlı alt boyutu ile İBÖ’nün Davranışsal alt boyutu puanları arasında pozitif
yönde ileri derecede anlamlı bir ilişki olduğu saptandı. İBÖ toplam puanı davranışsal
alt boyutu arttıkça sosyal bir varlık olan insanın çevresi ile olan sosyal etkileşiminin
arttığı ve bireyi olumlu yönde etkilediği görüldü. Jones ve ark. (2010)’nın yaptıkları
çalışmada, sosyal ağ sitelerinin iletişim becerilerini ve sosyal bağlılığı geliştirip akran
işbirliğine dayalı öğrenmenin gerçekleşmesini desteklediği sonucuna ulaşmışlardır.
Çalışma bulguları, iletişim becerisi yüksek olan öğrencilerin kendilerini daha rahat ifade
edebileceğini, sosyal etkileşiminin diğer bireylere göre daha etkili olabileceğini ve ekip
işbirliğini gerektiren meslek yaşamlarında sağlıklı/hasta bireyin sorunlarında diğer sağlık
ekibi üyeleri ile daha etkili bir şekilde etkileşimde bulunacaklarını düşündürdü.
Sonuç ve Öneriler
İnternetin ortaya çıkardığı sosyal ağlar, bireyin kendisinin ürettiği içeriği yayınladığı
ve paylaştığı her türlü platformun genel adıdır. Geleneksel yöntemlerden farklı olarak
sosyal ağlar karşılıklı etkileşim alanlarıdır. Sosyal ağlar, çoklu kullanıma ve sanal
paylaşıma olanak tanıması açısından iletişim için en ideal araçlardan biri konumundadır.
Sosyal ağlar uygulamaları ve bu uygulamaların ortaya çıkardığı davranışsal ve kültürel
sonuçlar giderek daha geniş düzeyde tüm ülkelerin toplumsal yaşam alanlarını etkilemeye
devam etmektedir. Uygulamaları kullananların gittikçe genç grup üzerinde yaygınlaştığı
25
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu,
Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas
ve eğitim alanın bu değişimlerden etkilediği görülmektedir. Bu kapsamda eğitim
alanında teknolojinin takip edilmesini ve değişim, gelişim ve yeniliklerin yapılmasını
zorunlu hale getirmiştir (Asan, 2012:127-128). Benzer şekilde sosyal paylaşım siteleri,
hemşirelik fakültesi öğrencileri arasında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Sosyal ağ
sitelerini etkin kullanan öğrencilerin, İBÖ toplam puanı davranışsal alt boyutu arttıkça
sosyal etkileşiminin arttığı ve bireyi olumlu yönde etkilediği görülmektedir. Elde edilen
sonuçlardan yola çıkarak;
• Üniversitelerin sosyal ağların etkin kullanımına ilişkin gerekli teknik alt
yapılarını geliştirmesi ve bu uygulamaların ders içeğinine aktarılmasında
kullanılması,
• Öğrencilerin karşılaşabilecekleri olumsuzluklara karşın alınabilecek önlemler
konusunda desteklenmesi ve sosyal ağların eğitim sürecinde etkin kullanımının
sağlanması,
• Eğitim-öğretimde, sosyal ağların olumlu özelliklerinden faydanılması,
• Üniversitelerde, öğrencilerin daha yaygın ve etkin kullanabilmesi için bilgisayar
laboratuvarlarının kurulması,
• Sosyal ağ sitelerini etkili kullanma ve iletişim becerilerine yönelik farkındalık
oluşturulması için eğitim müfredatında yer verilmesi,
• Eğitimcilerin, mesleki gelişim ve bilgi paylaşmaları açısından sosyal ağları
kullanmaya teşvik edilmesi,
• Sosyal ağ modelinin formal eğitim ile ilişkilendirilmesi,
• Öğrencilerin yoğun kullandıkları sosyal ağları eğitsel alanda doğru ve etkili
kullanma yollarını öğrenmelerini sağlamak için kapsamlı çalışmalar yapılması,
• Benzer çalışmaların daha büyük ve farklı örneklem gruplarında yapılması
önerilebilir.
Sınırlamalar ve İlerisi İçin Araştırma Sorusu Önerileri
Araştırma, sadece bir hemşirelik fakültesindeki öğrenciler üzerinde gerçekleştirildiği
için sadece hemşirelik fakültesine genellenebilir. Bu kapsamda yapılacak araştırmaların
aşağıdaki sorulara yanıt bulabilmesi önerilmektedir.
• Ülkenin sosyal ve politik sorunları içerisinde eleştirel düşünebilen üniversite
öğrencilerinin sosyal ağları eğitimde, uygulamada kullanımını sağlayacak
yöntemler nelerdir?
• Üniversite öğretim elemanları sosyal ağları müfredat programına entegre
edebilecek şekilde kullanabilir mi?
• Öğretim elemanlarının klasik yöntem yerine sosyal medya araçlarını da
kullanması öğretme ve öğrenme sürecini etkiler mi?
Sayı 40 /Bahar 2015
26
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
• Sosyal ağlar ile üniversite öğrencilerinin yükümlülükleri arasında ilişki var
mıdır?
• İnternet tabanlı sanal dünyanın öğrencilerin başarısı üzerine etkisi var mıdır?
Kaynaklar
Arifoğlu, B. ve Razı G.S., (2011). “Birinci sınıf hemşirelik öğrencilerinin empati
becerileri ve iletişim becerileriyle iletişim yönetimi dersi akademik başarı puanı
arasındaki ilişki”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi,
4, (1), s.7-11.
Asan, A., (2012). “Eğitimde bir yeni yönelim alanı: Sosyal medya. Hepimiz
Globaliz Hepimiz Yereliz Dutenberg Galaksi’den Zuckerberg Galaksi’ye” (Ed.: Edibe
Sözen). İstanbul: Alfa Yayınları, s.127-146.
Akçay, H., (2011). “Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı bağlamında sosyal medya
kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi üzerine bir araştırma”, İletişim Kuram ve Araştırma
Dergisi, 33, s.137-161.
Babadağlı, B., Erim, S.E. ve Erdoğan S., (2006). “Hekimlerin ve hemşirelerin
hastayla iletişim becerilerinin değerlendirilmesi”, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, 1,
s.52-69.
Baltacı, H.Ş., İşleyen, F. ve Özdemir, S., (2012). “Eğitim fakültesi öğrencilerinin
romantik ilişki durumları ve sosyal ağ kullanımlarına göre etkileşim kaygısı ve sosyal
destek algılarının incelenmesi”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 8, (2), 2536.
Barış, F. ve Tosun, N., (2013). “Sosyal ağ ve e-portfolyo entegrasyonu: Facebook
örneği”, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 2, (2), s.122-129.
Biçer, S., (2014). “Akademisyenlerin sosyal ağlarda bulunma motivasyonları:
Facebook örneği”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 40, s.59-80.
Bilen, K., Ercan, O., ve Gülmez., (2014). “Sosyal ağların kullanım amacı ve
benimsenme süreci; Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi örneği”, Eğitim ve
Öğretim Araştırmaları Dergisi, 3, (1), s.115-123.e Öğretim Araştırmaları Dergisi
Boyd, D.M. ve Ellison, N.B., (2007).“Social network sites: Definition, history, and
scholarship”, Journal of Computer Mediated Communication,3, (1), s.210-230.
Bulduklu, Y. ve Koçak, A., (2010). “Sağlık İletişimi”, İstanbul: Akademi
Basın,7-115.
Ceyhan, A.A. (2011). “İnternet kullanma temel nedenlerine göre üniversite
öğrencilerinin problemli internet kullanımı ve algıladıkları iletişim beceri düzeyleri”,
Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 11, (1), s.59-77.
27
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu,
Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas
Cheung, M.K., Chiu, P-Y. ve Lee, K.O., (2011). “Online social networks: Why do
students use facebook?”, Computers in Human Behavior, 27, (2011), 1337-1343.
Ersanlı, K. ve Balcı, S., (1998). “İletişim Becerileri Envanterinin Geliştirilmesi:
geçerlik ve güvenirlik çalışması”,Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2, (10),
s.7-12.
Demirel, F., (2013). Twitter’ın İnternet kullanıcıları arasında en yaygın olduğu ülke
Türkiye.http://webrazzi.com/2013/10/07/twitterin-internet-kullanicilari-arasindaenyaygin-oldugu-ulke-turkiye/, Erişim Tarihi: 26.02.2014.
Ellison, N.B., Steinfield, C., Lampe, C., (2007). “The benefits of facebook
“friends:”Social capital and college students’ use of online social network sites”, Journal
of Computer-Mediated Communication, 12, s.1143-1168.
Ersun, A., Köze, B.Ş., Muslu, G., Beytut, D., Başbakkal, Z. ve Conk, Z., (2012).
“Hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinde internet kullanımı ile sosyal destek sistemi
arasındaki ilişkinin incelenmesi”, İ.Ü.F.N. Hem.Derg. 20, (2), s.86-92.
Filiz, O., Erol, O., Dönmez, F.İ. ve Kurt, A.A., (2014). “BÖTE bölümü öğrencilerinin
sosyal ağ siteleri kullanım amaçları ile internet bağımlılıkları arasındaki ilişkinin
incelenmesi”, Journal of Instructional Technologies & Teacher Education, 3, (2), s.1728.
İşman, A. ve Albayrak, E., (2014). “Sosyal ağlardan Facebook’un eğitime yönelik
etkililiği”, Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 4, (1), s.129-138.
Jones, N., Blackey, H., Fitzgbbon, K. ve Chew, E., (2010). “Get out of MySpace”.
Computers Education, 54, s. 776-782.
Karal, H. ve Kokoç, M., (2010). “Üniversite öğrencilerinin sosyal ağ siteleri
kullanım amaçlarını belirlemeye yönelik bir ölçek geliştirme çalışması”, Turkish Journal
of Computer and Mathematics Education, 1, (3), s.251-263.
Koç, M., Karabatak, M., (2011). “Sosyal ağların öğrenciler üzerindeki etkisinin veri
madenciliği kullanılarak incelenmesi”, http://web.firat.edu.tr/icits2011/papers/27865.
pdf, Erişim Tarihi: 05.03.2015.
Korkut, F., (1996). “İletişim Becerilerini Değerlendirme Ölçeğinin geliştirilmesi:
güvenirlik ve geçerlik çalışmaları”, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2, (7),
s.18-23.
Köse, S., Gencer, A.S. ve Gezer, K., (2007). “Meslek yüksekokulu öğrencilerinin
bilgisayar ve internet kullanımına yönelik tutumları”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 21,(1), s.44-54.
Köseoğlu, Ö., (2012). Sosyal ağ sitesi kullanıcılarının motivasyonları: facebook
üzerine bir araştırma. Selçuk İletişim, 7, (2), s.58-81.
Kumcağız, H., Yılmaz, M., Çelik, S.H. ve Avcı İ.A., (2011).“Hemşirelerin iletişim
becerileri: Samsun ili örneği”, Dicle Tıp Dergisi, 38(1), s.49-56.
Sayı 40 /Bahar 2015
28
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Nelson, R., Joos, I. ve Wolf, D., (2013). “Social Media for Nurses”. New York:
Springer Publishing Company, s.29-60.
Oğuz, B., Zayim, N., Özel, D. ve Saka, O., (2008). “Tıp öğrencilerinin internette
bilişsel durumları”, Akademik Bilişim, s. 447-453.
Onat, F. ve Alikılıç, A.Ş., (2011). “Sosyal ağ sitelerinin reklam ve halkla ilişkiler
ortamları olarak değerlendirilmesi”, Journal of Yasar University, 3, (9), s.1111-1143.
Özcan, K.N. ve Buzlu, S., (2005). “Problemli internet kullanımını belirlemede
yardımcı bir araç: “İnternette Bilişsel Durum Ölçeği’nin üniversite öğrencilerinde
geçerlik ve güvenirliği”, Bağımlılık Dergisi, 6, (1), s.19-26.
Özdemir, G.A. ve Kaya, H., (2013). “Midwifery and nursing students’communication
skills and life orientation: correlation with stres coping approaches”, Nursing and
Midwifery Studies, 2, (2), s.198-205.
Özmen, F., Aküzüm, C., Sünkür, M. ve Baysal, N., (2012). “Sosyal ağ sitelerinin
eğitsel ortamlardaki işlevselliği”, NWSA-Education Sciences, 7, (2), 496-506.
Öztürk, M. ve Akgün, Ö.E., (2012). “Üniversite öğrencilerinin sosyal paylaşım
sitelerini kullanma amaçları ve bu sitelerin eğitimlerinde kullanılması ile ilgili görüşleri”,
Sakarya University Journal of Education, 2, (3), s.49-67.
Ruskin, H. (2012). “İnternet nesli: Sosyal ağlar yükseliyor, eleştirel düşünce
düşüyor!. Edibe Sözen (der.), Hepimiz Globaliz Hepimiz Yereliz Dutenberg Galaksi’den
Zuckerberg Galaksi’ye”, İstanbul: Alfa Yayınları, s.55-97.
Sözen, E., (2012). Sosyal medyanın arkeolojisi, Edibe Sözen (der.), Hepimiz
Globaliz Hepimiz Yereliz Dutenberg Galaksi’den Zuckerberg Galaksi’ye”, İstanbul: Alfa
Yayınları, s.1-36.
Swickert, R.J., Hittner, J.B. ve Harris, J.L., (2002). “Relationship among internet
use, personality and social support”, Comput Human Behav, 18, s.437-451.
Tektaş, N., (2014). “Üniversite öğrencilerinin sosyal ağları kullanımlarına yönelik
bir araştırma”, Tarih Okulu Dergisi, 7, (17), s. 851-870.
Tiryakioğlu, F. ve Erzurum, F. (2011). “Bir eğitim aracı olarak ağların kullanımı”,
http://www.iconte.org/FileUpload/ks59689/File/182.pdf, Erişim Tarihi: 01.10.2014.
TUİK (2013). “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı Araştırması”. http://tuik.
gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13569, Erişim Tarihi: 24.02.2015.
Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E., Binark, M., Börekçi, S., Çomu, T., (2014).
“Toplumsal paylaşım ağı Facebook:”görülüyorum öyleyse varım!”, 2. Baskı, İstanbul:
Kalkedon Yayıncılık, 9-298.
Tutuk, A., Al, D. ve Doğan, S., (2002). “Hemşirelik öğrencilerinin iletişim becerisi
ve empati düzeylerinin belirlenmesi”, C. Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 6, (2), s.3641.
29
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Hatice Kaya, Nuray Turan, Özgem Hasoğlu,
Özge Güre, Ettibar Arslanova, Gülay Elmas
Vural, Z.B.A. ve Bat, M., (2010). “Yeni bir iletişim ortamı olarak sosyal medya:
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesine yönelik bir araştırma”, Journal of Yasar University,
20, (5), s.3348-3382.
Tablo 1. Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Durumu (N=238)
n
Bilgiye Ulaşmak İçin En Sık Kullandığınız İletişim Aracı/Araçları*
Televizyon
84
Gazete, dergi vs.
103
İnternet
221
Bilgisayar Kullanmaya Yönelik İlgi Durumunuz
Evet
142
Hayır
96
İnternet Kullanma Durumunuz
Evet
234
Hayır
4
İnterneti Kullanma Amaç/Amaçlarınız*
Elektronik posta atmak
179
Haber okumak
177
Müzik dinlemek
177
Chat yapmak
97
Bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek
47
Sosyal ağ sitelerine girmek
169
Araştırma yapmak
198
Yabancı dili ilerletmek
52
Diğer
6
Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Durumunuz
Evet
205
Hayır
33
Sosyal Ağ Sitelerini Kullanmanızı Engelleyen Faktörler
Vakit kaybı
25
Asosyalleşme
21
Amacından sapma
11
Bağımlılık
18
Gereksiz bulma
13
Güven duymama
1
Önyargı
40
En Sık Kullandığınız Sosyal Ağ Sitesi/Siteleri
Twitter
62
Facebook
43
Myspace
114
Linked In
1
Sosyal Ağ Site/Sitelerine Üye Olma Şekliniz
Çevreden duyarak
194
Davet postası alarak
14
Kendim başvuru yaparak
2
Diğer
11
%
35.3
43.3
92.9
59.7
40.3
98.3
1.7
75.2
74.4
74.4
40.8
19.7
71
83.2
21.8
2.5
86.1
13.9
10.5
8.8
4.6
7.6
5.5
0.4
16.8
26.1
18
47.9
0.4
81.5
5.9
0.8
4.6
Sayı 40 /Bahar 2015
30
Hemşirelik Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma
Amacı ile İletişim Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Tablo 2. Öğrencilerin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım Amacı Ölçeği’nden aldıkları puanların
dağılımı(N=238)
Sosyal Ağ Siteleri
Kullanım Amacı
Ölçeği
Potansiyel
Dağılım
Sosyal Etkileşim ve
İletişim Amaçlı
MinimumMaksimum
Ortanca
0-40
0.00-40.00
19.00
17.73±8.60
Tanıma ve Tanınma
Amaçlı
0-15
0.00-15.00
10.00
9.20±4.80
Eğitim Amaçlı
0-15
0.00-15.00
13.00
11.73±5.70
Sosyal Ağ Siteleri
Kullanım Amacı
Ölçeği Toplam
0-75
0.00-75.00
56.00
38.69±17.40
Ort.±SS
Tablo 3. Öğrencilerin İletişim Becerileri Ölçeği’nden aldıkları puanların dağılımı (N=238)
İletişim
Becerileri Ölçeği
Potansiyel
Dağılım
MinimumMaksimum
Ortanca
Ort.±SS
Zihinsel
15-75
15.00-75.00
21.00
34.55±6.87
Duygusal
15-75
15.00-75.00
8.00
38.23±7.59
Davranışsal
15-75
15.00-75.00
16.00
33.98±6.94
İBÖ Toplam
45-225
45.00-225.00
58.00
104.00±19.20
Tablo 4. Sosyal Ağ Sitelerini Kullanma Amacı ve İletişim Becerileri Arasındaki ilişki (N=238)
Zihinsel Alt
Boyutu
Davranışsal
Alt Boyutu
İletişim
r
p
0.119
0.066
0.137
0.035
0.182
0.005(**)
Tanıma ve Tanınma Amaçlı Alt
Boyutu
r
p
0.028
0.668
0.029
0.659
0.076
0.244
Eğitim Amaçlı Alt Boyutu
r
p
0.014
0.835
0.044
0.500
0.070
0.281
Sosyal Etkileşim ve
Amaçlı Alt Boyutu
** Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır.
* Korelasyon 0.05 düzeyinde anlamlıdır.
31
Duygusal Alt
Boyutu
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
Nuri Demirag, National Development Party and First Opposition Party’s Newspapers:
Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma, Oz Kalkınma
Meltem ŞAHİN, Arş. Gör., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Nuri Demirağ, Milli
Kalkınma Partisi,
Yurdda Kalkınma,
Tez Kalkınma,
Öz Kalkınma.
Keywords:
Nuri Demirag, National
Development Party,
Yurdda Kalkınma,
Tez Kalkınma,
Öz Kalkınma.
Öz
Türkiye’de pek çok girişimin önderi olan Nuri Demirağ’ın, 1945’te Millî Kalkınma
Partisi’ni kurmasından sonra, Cumhuriyet tarihinde yeni bir dönem başlamış oluyordu.
Çok partili hayatın ilk muhalif partisini kurma unvanına sahip Demirağ’ın önemli
girişimlerinden biri de basın alanında yürüttüğü faaliyetlerdi. Dönem basınından gerekli
ilgiyi göremeyen ve arayışa giren Demirağ, partisi tarafından yayımlanan ve Cumhuriyet
döneminin ilk muhalif parti gazeteleri olan Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
ile bu amacına ulaştı. Çalışmanın amacı, basın tarihinde bir çeşitlilik olarak görülen bu
gazetelerin, genel yayın politikalarını ortaya koymaktır. Böylece, okuyucu hem gazeteler
hakkında fikir sahibi olacak hem de gazeteler üzerinden, Nuri Demirağ’ın ve MKP’nin
siyasal ideolojileri, muhalif fikirleri hakkında bilgi elde etmiş olacaktır.
Abstract
In Turkey afterwards the National Development Party had been founded in 1945
by Nuri Demirag, the leader of many initiatives, a new era began at the history of Turkish
Republic. Besides established the first opposition party of multi-party system, one of the
main initiatives of Demirag were activities in the field of printed press. Demirag, failed
to find a place in the press and he has reached that goal with in the early years of the
Turkish Republic’s first opposition party newspapers: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma and
Oz Kalkınma. The aim of the study is to determine general policy of publication of these
newspapers seen as a variety at history of Turkish Press. So that the reader will be able to
have an idea about Demirag and National Development Party’s newspapers and also will
be able to have information about Demirag’s opposite opinions and ideological approaches
of National Development Party via newspapers.
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
Giriş
Basın tarihi çalışmaları, dönemin siyasi koşulları hakkında pek çok bilgiyi sunar.
Basın ile siyasetin birbirine bağlı ilişkisi; kimi zaman birliktelikle, kimi zaman da karşılıklı
çekişme ve mücadele ile yürümüştür. Dönemin iktidarının sesi dışında alternatif basının
oluşması da yine genellikle siyaset ekseninde şekillenmiş ve farklı siyasi düşüncelerin
açıklanmasında basın, önemli bir alan olmuştur. Bu bağlamda, muhalif bir siyasi ses
olarak ortaya çıkan gazetelerin incelenmesi, basın tarihi açısından değerlidir.
Bu çalışmanın konusu Türkiye siyasal tarihinde üçüncü muhalif parti girişimi olan1
ve çok partili demokrasiye geçişte kurulan ilk parti olma özelliği taşıyan Millî Kalkınma
Partisi’nin (MKP) yayın organları olan; Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
gazeteleridir. Söz konusu gazeteler, Cumhuriyet döneminde, bir siyasal partinin yayın
organı olduğunu açıklayarak yayın yapan ilk parti gazeteleridir. 29 Ocak 1948’de haftalık
olarak yayın hayatına başlayan Yurdda Kalkınma, kapandıktan sonra 21 Mayıs 1948’de
Tez Kalkınma devreye girmiştir. 15 Ekim 1948 tarihine kadar Tez Kalkınma adıyla çıkan
gazetenin adı, 29 Ekim 1948’de Öz Kalkınma olarak değişmiş ve gazete 3 Haziran 1949’a
kadar yayımlanmıştır.
Tarihsel betimleyici analiz yöntemi ile hazırlanan bu çalışmanın amacı, MKP’nin
yayın organları olan ‘Kalkınma’ gazetelerinin genel yayın politikalarını ortaya koymak,
MKP’nin ve kurucusu Nuri Demirağ’ın, siyasal ve ekonomik yaklaşımlarını basın
üzerinden nasıl sunduğu üzerine okuyucuya bir çerçeve sunmaktır. Nuri Demirağ,
Anadolu’da önemli girişimlere imza atmış liberal bir girişimcidir. Dolayısıyla MKP’yi
de, CHP’nin o vakte kadar sürdürdüğü devletçilik prensibine muhalefet eden liberal bir
söylem üzerine oturtmuştur. Bu bağlamda bu çalışmanın konusu olan gazeteler de bu
muhalif liberal düşüncelerin yer bulduğu yayın organlarıdır. Bu düşünceler konusunda
fikir sahibi olmak için gazetelerin incelenmesinin değerli olduğu düşünülmektedir.
Bunun yanı sıra, çalışmanın konusu olan dönemi içeren pek çok araştırmada, sadece
Tez Kalkınma gazetesi MKP’nin yayın organı olarak anılmış, Yurdda Kalkınma ve Öz
Kalkınma gazeteleri çoğu çalışmada hiç yer almamıştır. Bu çalışma, bu konudaki eksikliği
gidermek için de atılmış bir adımdır.
II. Dünya Savaşı’nın ardından çok partili hayata geçme sinyalleri veren Türkiye’de
bu anlamda ilk girişim, dönemin önemli iş adamlarından biri olan Nuri Demirağ tarafından
gerçekleştirilmiştir. Nuri Demirağ, iş hayatında birçok ilke imzasını atmış, Türkiye’nin
ilk ve en önemli müteşebbislerinden biridir. Siyasi prensiplerini Millîyetçilik, demokrasi
ve parlamentarizm olarak üç düşünce üzerine temellendiren Demirağ; toplumsal menfaat
ön planda olmak kaydıyla, bireysel hürriyet ve şahsi mülkiyete de saygılı olduğunu ifade
etmiştir (Dervişoğlu, 2011:167). Demirağ, 8 Temmuz 1945’te yaptığı açıklamada;
Ben devletçilik prensibine şiddetle muarızım. Liberal bir sisteme taraftarım. Devletçiliğe
olduğu kadar aristokrasiye de düşmanım. Şahsın sâyine en geniş ölçüde imkân verilmeli ve sây’e saygı
gösterilmelidir. Tıpkı Amerika’da olduğu gibi. Amerika’nın siyasi zihniyetine hayranım. İnsanlığın
saadetini ancak Amerikan Liberalizminde görüyorum. Onun için bütün dünya milletlerinin yüzlerini
Amerika’ya çevirmeleri lazım geldiğine inanıyorum (Demirağ, 1949: 14)
diyerek zihnindeki ideal düzen anlayışını açıklamıştır. Demirağ’a göre devletçilik;
1 İlk ikisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’dır (1930).
33
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Meltem Şahin
beldeleri harap eden, ticaret, sanat ve iş hayatını öldüren, milleti fakrü sefalet içerisinde
inleten, halkı aç, çıplak, işsiz, sefil ve perişan hale getiren bir tahakküm rejimidir. Bu
sistem yıkılmalıdır. Serbestî rekabet, saadet ve refahın anahtarıdır (Sim, 1952: 24)
Liberal demokrasiye inanan Demirağ, Millî Mücadele sırasında başladığı kâğıt
ve sigara kâğıdı ticaretiyle, ilk sermaye birikimine ulaşmıştır (Dervişoğlu, 2011:19).2
Önderliğini yaptığı teşebbüslerden bazıları; Ankara’nın doğusuna, ilk önce Samsun
hattına 7 km’lik demiryolu hattından sonra Sivas-Erzurum ve Malatya demiryolu hattının
döşenmesi3, 1936 yılında ilk Türk uçağının ve paraşütünün imali, 1942’de Keban’a baraj
yapılması önerisi, İstanbul Boğazı’na köprü projesi hazırlatması, Bursa’da Sümerbank
Merinos Fabrikası, Sivas’ta Çimento Fabrikası, İzmit’te Selüloz Fabrikası kurulması,
İstanbul’da Büyük Hal binası inşaatının yapılması ve Eceabat-Havza şosesinin
müteahhitliği, Divriği’de ilk şehir ve köy planlarını hazırlatması, Divriği’ye 1937’de
yaptırdığı ‘Gök Ortaokulu’ ile aynı zamanda kurmayı düşündüğü ‘Gök Üniversitesi’nin
de temellerini atmasıdır.
Demirağ’ın önemle üzerinde durduğu ve onun gelecek siyasi hayatını da bir noktada
belirleyen ana konu ise havacılıktır. Demirağ, Avrupa’da ve Balkanlarda havacılık
konusundaki gelişmeleri takip etmiş, havacılığın ülkelerin silahlanmasında önemli bir
yere sahip olduğuna dikkat çekerek, “Hava kuvveti, milletlerin hayat hakkını temin eden
yegâne kuvvet haline gelmişti. Daha fazla duramazdık” demiştir (Demirağ, Tayyare
İşleri, s 3-4)
Bu niyetlerle yola çıkan Demirağ, 1936 yılında önce Beşiktaş Tayyare Atölyesi,
ardından da Divriği’de bir Uçuş Okulu kurmaya karar vermiş ve atölyesi 10 Şubat 1937’de
tamamlanmıştır. Amaç; Beşiktaş’ta uçak prototipi, Divriği’de ise, demir madeni burada
olduğu için, bir motor fabrikası kurmaktır. Prototip çalışmaları devam ederken Yeşilköy’de
Gök Uçuş Okulu’nu kurma çalışmalarına başlayan Demirağ, Türk Hava Kurumu’ndan 12
eğitim uçağı ve 5 planör yapımı için sipariş almıştır (Adıgüzel, 2006: 126-127). Planörler
sorunsuz şekilde teslim edilirken, uçakların Eskişehir’deki uçuş testi sırasında Salahattin
Alan’ın4 uçağının düşmesi ve olay yerinde şehit olması, Türk Hava Kurumu’nun uçakları
almaktan vazgeçmesine sebep olmuştur. Türk Hava Kurumu Başkanlığı, 24.3.1939
tarihli ve Muhasebe 1640 sayılı tezkeresi ile Nuri Demirağ’a yapılan mukaveleyi tek
taraflı feshettiğini bildirmiştir (Demirağ, 1941:5). Gerekçe, Demirağ’ın ürettiği eğitim
uçaklarının teknik şartnameye uygun olmadığıdır. Hukukî mücadelesi devam ederken, Nu
D.38 isimli ilk Türk yolcu uçağının tamamlandığını açıklamıştır (Dervişoğlu, 2011:107108).
Uçak sanayii konusundaki gelişmeleri anlatmak isteyen ve destek arayan Demirağ,
konuyla ilgili olarak dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye; 29/9/1939 tarihli ve 26/8/1940
2 Nuri Demirağ’ın ürettiği bu sigara kâğıdının markası ‘Türk Zaferi’dir.
3 Nuri Bey’e Demirağ soyadı, Atatürk tarafından bu başarılarının ardından verilmiştir.
4 Vecihi Hürkuş’tan sonra Türkiye’de ikinci millî uçak projesinin sahibidir. Türk Hava Kurumu’nun kurulduğu
ilk yıllarda (1926) Fransa’ya mühendislik eğitimine gönderilmiş, döndükten sonra, 1932 yılında, ilk prototipi olan
MMV-I iki kişilik uçağını tasarlayıp gerçekleştirmiştir. Fakat Alan’ın projesi, Hava Müsteşarlığı ve Millî Müdafaa
Vekâleti tarafından destek görmediğinden yarım kalmıştır. Bu safhada imdadına Nuri Demirağ yetişmiş, ona uçak
sanayi tesislerinin teknik işlerini emanet ederek kendisine ortak etmiştir. Demirağ’la beraber Nu. D.36, Nu. D.38
uçaklarının tasarımını ve imalatını, Alan gerçekleştirmiştir (Dervişoğlu, 2011:53).
Sayı 40 /Bahar 2015
34
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
tarihli 2 adet mektup yazmıştır. İlk mektubunda Demirağ, yaptığı işleri, kurduğu atölyeleri
anlatmış; Türk Hava Kurumu’nun siparişlerini almaması dolayısıyla uğradığı zarardan
bahsederek havacılık konusunda destek istemiştir. İkinci mektubunda da savunma sanayii
alanında daha kapsamlı bir yatırım için, kendisine yetki ve devlet yardımı yapılmasını;
kendi yatırımlarının devletçe desteklenerek, savunma sanayiinin teşkilini teklif etmiştir
(Dervişoğlu, 2011:116). Ancak bu girişimlerinden bir sonuç alamayan Demirağ, sektörü
terk etmek zorunda kalmıştır.
Nuri Demirağ, iş hayatındaki başarısızlığının sebebi olarak düşündüğü İsmet İnönü
ile mücadelesine devam edebilmek için, çok partili hayata geçilmesini fırsat olarak
görmüştür. Türkiye’de çok partili hayata geçişin ilk muhalefet partisi olan Millî Kalkınma
Partisi’ni (MKP) kurmuş ve partinin ilk genel başkanı olmuştur (Dervişoğlu, 2011: 21).5
18 Temmuz 1945’te partinin resmi başvurusu yapılmış, 22 Eylül’de resmi kuruluş izni
alınmış (Koçak, 2010: 674) ve 27 Ekim 1945 tarihinde de resmi olarak kurulmuştur.
‘Artık yeter’ sloganıyla yola çıkan MKP nizamnamesinin 30. maddesinde Nuri Demirağ,
endüstri meselesini şu şekilde aktarmıştır: “Bir memleketi ziraati aç, sanayii çıplak
bırakmaz ancak ve ancak madenleri zengin eder. Çok zengin olan yeraltı hazinelerimizin,
mükemmel ve modern tesisatla feyizli ve tam verimli hale getirilmesi için partimiz bütün
varlığı ile çalışacaktır” (Deliorman, 1957: 14). Böylece partinin ana hedefinin kalkınma
olduğunun altı çizilmiştir.
MKP’nin kurucuları; Nuri Demirağ, Hüseyin Avni Ulaş6 ve Cevat Rıfat Atilhan’dır.7
Parti; devletçiliği reddetmiş, Rus yanlısı bulduğu CHP’ye karşı şiddetli muhalefet safında
bulunduğunu ilan etmiştir. Partinin bazı talepleri; dış politika alanında ‘İslam Birliği’ ‘Şark
Federasyonu’ projesinin tahakkuku, İstanbul’da Müslüman Şark milletlerinin talebelerini
sinesinde toplayacak bir ‘Teknik ve Ahlâk Üniversitesi’ açılmasıdır (Tunaya, 1995:639640).8 Bu tür farklı fikirleri olan parti, Demirağ’ın verdiği davetlerde sık sık kuzu ikram
etmesi ve basının sürekli olarak bu kuzu ziyafetlerini ön plana çıkarması yüzünden, ‘kuzu
5 Demirağ, 1933 yılında üye olduğunu ifade ettiği ve Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin bir devamı olarak gördüğü
için geçtiği CHP’den, 27 Eylül 1945’te ihraç edilmiştir (Müjdeci, s.11).
6 Hüseyin Avni Ulaş; İstanbul’da son Osmanlı Meclisi Mebusanı’na Erzurum mebusu olarak katılmıştır. 23
Nisan 1920’de, TBMM’ye Erzurum milletvekili olarak girmiş, Meclis’te İkinci Grubu kurmuştur. İkinci Meclis’e
fikirlerinden dolayı alınmamıştır. İstanbul’a dönerek avukatlık yapan Hüseyin Avni, TCF’nin İstanbul şubesini,
arkadaşlarıyla beraber kurmuş, 1926’da ‘Suikaste iştiraki vardır’ diye İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış ama
beraat etmiştir. 1945’te Nuri Demirağ’la beraber MKP’yi kuran Ulaş, sağlık sorunları ve siyasi beklentilerinin
uymaması gerekçesiyle MKP’den ayrıldıktan sonra 22 Şubat 1948’de hayatını kaybetmiştir (Çelik, 1996:15-29).
7 Cevat Rifat Atilhan; Türkiye’nin yakın dönem fikir dünyasında etkili olmuş, özellikle Millîyetçi ve İslamcı
düşüncenin formasyonuna fikirleriyle katkıda bulunmuş bir fikir adamıdır. Atilhan, Demirağ’la yaşadığı bazı
anlaşmazlıklardan dolayı partiyi erkenden terk ettikten sonra, 1947’de kuruculuğunu ve başkanlığını yaptığı
Türk Muhafazakar Partisi’yle yeniden siyasete dönmüş ve 1949’da maiyetiyle birlikte Necip Fazıl Kısakürek’in
başkanlığını yaptığı Büyük Doğu Cemiyeti’ne iltihak etmiştir. Bu cemiyetten ayrıldıktan sonra, 1951’de
kurduğu ve başkanlığını yaptığı İslam Demokrat Partisi’yle yeniden siyasete atılmıştır. Atilhan’ın siyasetteki son
denemeleri olan, 1965’te Millet Partisi’nden milletvekilliği ve 1966’da aynı partiden senatör adaylığı da olumsuz
sonuçlanmıştır ( Bozkurt, 2012: 11-13)
8 MKP Nizamnamesi’nin 38 maddelik programında, başta güvenlik güçleri olmak üzere, tüm kamu görevlilerinin
siyasetten ve siyasi partilerden bağımsız kalabilmeleri üzerinde durulmaktadır. İdarede yetki devrine yer
verilmektedir. Tek dereceli seçim talep edilmiş, seçim sistemi olarak da nisbi temsil sistemi önerilmiştir. Belediye
başkanları da halk tarafından seçilecektir. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından 5 yıllığına seçilmesi, aynı kişinin
iki kez üst üste Cumhurbaşkanı seçilememesi, Yasama organı olarak Ayan Meclisi’nin (Senato) kurulması
öngörülmüştür. Sanayi ve ticarette rekabetin esas olduğu belirtilmiş, şahsi teşebbüse önem verileceğine işaret
edilmiştir. Madenciliğe önem verilecek ve devlet yalnızca örnek işletmeler kuracaktır (Koçak, 2010: 681).
35
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Meltem Şahin
partisi’ adıyla anılmaya başlamıştır (Dervişoğlu, 2011:156). Partinin içinde hiç deneyimli
siyasetçinin olmaması ve Millet Meclisi’nde de bir temsilcisinin bulunmaması, partinin
siyasi açıdan çok fazla etkili olamamasına ve destekçisinin az olmasına sebep olmuştur
(Zürcher, 2010:310). 1946’da Belediye seçimlerine ve 1950’de genel seçimlere giren
parti, bu sebeplerin de etkisiyle, seçimleri kazanamamış, ayrıca parti içi anlaşmazlıklar
ve dalgalanmalar da MKP’nin siyasi şansını düşürmüştür (Koçak, 2010:690). Basından
ve kamuoyundan da gerekli ilgiyi göremeyen parti, kanuni kongresini yapmadığı
gerekçesiyle 22 Mayıs 1958’de feshedilmiştir.
Nuri Demirağ ve Basınla İlgili Faaliyetleri
Liberalizmin ülkede yerleşmesini hedefleyen ve programı bu çerçevede
oluşturulan MKP, kamuoyu üzerinde bir etki oluşturamamış, aksine siyasal iktidarın
partiye olan umursamaz tutumundan cesaretlenen basın tarafından karikatürize edilerek
silikleştirilmiştir (Avşar ve Kaya, 2012: 114). Girişimcilik adına devletten ve basından
aradığı desteği bulamayan ve kendini yeterince ifade edemediğini düşünen Demirağ, basın
yolu ile kitlelere ulaşmak ve basını bu yönde kullanmak için bazı çabalarda bulunmuştur.
MKP kurulduktan hemen sonra, Hüseyin Avni Ulaş adına bir gazete imtiyazı almak üzere
müracaat edilmiştir. Gazetenin ismi ‘Mesuliyet’ olacaktır. Kısa bir zaman sonra Ulaş’ın
MKP’den ayrılmasıyla gazete aynı isimle ama Ulaş’ın idaresinde 17 Temmuz 1946’dan
itibaren yayınlanmaya başlamıştır. Bundan sonra da ‘Yurdda Kalkınma’ ‘Tez Kalkınma’
ve ‘Öz Kalkınma’ gazeteleri yayımlanmıştır.
“Evvela para, sonra gazete, sonra siyaset… üçünü birbirine bağlamak lazım. İşte
şimdi buna çalışıyoruz” (Sim, 1952:7) diyerek basın ve siyaset arasında güçlü bağ kuran
Demirağ, partisinin 1951 genel kongresinde, günlük bir gazete çıkarmak için Almanya’dan
matbaa siparişi verdiğini aktarırken şunları söylemiştir:
Dünyanın en modern matbaa makinesi ve levazımını, başta son sistem rotatif makine olmak
üzere bütün makineler sipariş edilmiştir. Önümüzdeki haziranda buraya gelecek ve kurulacaktır. Bu
suretle nihayet önümüzdeki Ekim ayında (Kalkınma) gazetesini neşre başlayacağız. Yapacağım
neşriyat, memlekette, bütün vatandaşlara davamızı izah gayesini takip edecektir. Nasıl köylerden işe
başlayacaksak, o programımızı izaha da oradan başlayarak, bütün halkımıza ilerleme ve saadet yollarını
tafsilâtile anlatacağız. Bu meyanda, gene esas davalarımızdan biri olan ‘Şark Federasyonu’ meselesini
de izah edeceğiz (Sim, 1952:13).
Böylece kendilerini anlatmada basını bir araç olarak kullanacağının altını çizmiştir.
Bu hedefle, Beşiktaş’taki uçak fabrikasının yerinde modern bir matbaa tesis edilmiştir.
Demirağ’ın matbaasında başka gazeteler de basılmıştır. Cihad Baban, Tercüman
gazetesinin basılma hikâyesini anlatırken Demirağ’dan şöyle bahsetmiştir:
O tarihlerde dört ortağımla birlikte ‘Tercüman gazetesini çıkarmaya başlamıştım. Açıktan
muhalefet etmiyordum ama Menderes’in aradığı uysallığı da gösteremiyordum. Menderes, İstanbul’da
imar işlerini ele almıştı. Zaman zaman Tercüman’ı bastığımız matbaanın sahibi merhum Nuri
Demirağ’ın kulağına, Tercüman’ı matbaasında çıkarmakta devam ettiği takdirde, binasının istimlak
edileceği haberleri uçuruluyor, rahmetli bu sözlere aldırış etmiyordu. “Menderes, eğer fikir ve basın
hürriyetini zorbalıkla baltalamak isterse gelsin baltalasın, bu memleketin tarihinde benim itibarım artar,
onun da ismi lekelenir” diyordu (Baban, 1970: 200).
Sayı 40 /Bahar 2015
36
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
Yurdda Kalkınma: Biçim ve İçerik Özellikleri
Yayın hayatına 29 Ocak 1948’de başlayan gazete, 58x40 cm ölçülerinde ve logosunda
‘Halkın ve Hakikatin Emrinde’ vurgusuyla çıkmıştır. Yalnızca logoda kırmızı renk
kullanılan, bunun dışında siyah-beyaz basılan gazete 6 sayfadır. Yurdda Kalkınma’nın bir
parti gazetesi olduğu, logonun altında yer alan ‘Perşembe Günleri Çıkar. Millî Kalkınma
Partisinin Prensiplerini Güder, Fikirlerini Yayar” ifadeleriyle açıklanmıştır. Gazetenin
künye bilgilerine bakıldığında ise sahibinin Latif Dinçbaş, Yazı İşlerini Fiilen İdare Eden
kişinin de Said Betin olduğu görülmektedir. Basıldığı yer Y. Reklam Matbaası. İdare Yeri
ise Ankara Caddesi No:24/12’dir. Fiyatı 10 Kuruş olan gazetenin abonelik şartları ise
seneliği 480 Kuruş, altı aylığı 240 Kuruş, üç aylığı 120 Kuruş şeklindedir.
Gazetede tefrikalar9, yazı dizileri yer almakla birlikte karikatürler de bulunmaktadır.
Her sayıda yer alan karikatürlerin içerikleri genel olarak, devletin işçiler ve sanayi
üzerindeki baskısı, milletvekilleri ile halk arasındaki sosyal farklar, CHP’nin demokrasi
ve devletçilik anlayışının eleştirisi şeklindedir. İç sayfalarda parti haberleriyle siyasi
dedikodular gibi haberler ve yazılar yer alırken, her sayıda mutlaka yer alan yazılar
da vardır. ‘İşçiler Arasında’, ‘Parti Haberleri’, ‘Serbest Kürsü’ bunlar içinde dikkat
çekenleridir. Üçüncü sayfası tam sayfa olarak sanat, fikir ve edebiyata ayrılan gazetede,
‘Neyzen’in Köşesi’ başlığı altında Neyzen Tevfik’in yazı ve şiirleri de yer almıştır. Gazete
3. sayısından itibaren reklam da almıştır.
İlk sayıda yer alan ‘Çıkarken’ başlıklı başyazıda gazetenin kimliği, amacı ve hedefi
belirtilmiştir:
“Aziz okuyucularımız; elinize ulaşmak saadetine erişen bu gazete MKP İstanbul İl Teşkilatı
üyelerinden birkaç arkadaş tarafından çıkarılmaktadır. Bu gazete şimdilik MKP’nin biricik DİLİ’dir.
Bu gazete ile partimizin prensiplerini yaymak memleket işlerinde partimizin görüşünü belirtmek
emelimizdir. Gazetemiz tercihan halk kitlelerine hitap eden bir hususiyet taşıyacaktır. Şimdilik haftada
bir defa çıkacağız. Umduğumuz rağbeti bulursak haftada iki belki üç defa çıkmak mümkün olacaktır.
Elimizde bulunan vasıtalarla bundan fazlası yapılamaz.”10
Aynı yazıda MKP’yle ilgili olarak, partinin tek parti sisteminden bıkmış, ümitsizlik
içinde bunalan vatandaşlara bir ışık olduğu ve partinin prensiplerini halkın canı gönülden
benimsediği de vurgulanmıştır. Gazetenin sahibi bizzat Nuri Demirağ olmamakla beraber,
gazete üzerindeki desteği ve etkisi görülmektedir. Örneğin, ilk sayıda Nuri Demirağ’ın
gazeteye gönderdiği bir mektup yayımlanmıştır. Mektubunda bizzat Latif Dinçbaş’a hitap
ederek, partiye ve gazeteye teşekkür eden Demirağ, MKP’nin, CHP ve DP’den farkını
anlatıp, diğer iki partinin devletçi olduğunu ifade ederek kendilerinin liberal ilkelerinin
halk tarafından destek bulduğunu aktarmıştır. MKP lideri mektubunda gazeteye yayın
politikası konusunda önerilerde de bulunmuştur:
Nizamname programlarımızı asil ve necip milletimizin önüne koyunuz. Devletçi olan Halk ve
Demokrat Partisi programlarına da gazetenizde yer veriniz, mukayeseler yapınız. Mukabil tarafların
birçok vesilelerle halka kötü gösterdikleri feragat, fedakârlık, ahlâk ve doğruluğu, iyilerin kadrini
yükseltmeyi, kötüleri ıslâha çalışmayı, şahsî teşebbüse geniş ölçüde yer vermeyi şiar edindiğimizi,
fazilete hürmet etmesini bildiğimizi, rezileti de tel’in ettiğimizi izah ediniz… Halkımız, bunların fena
ve menfi propagandalarına aldanmış olabilirler. Prensiplerimizin izahı ve halkımızın tenviri bakımından
9 Tefrikalar; Cehennemden Gelen Adam, Kızıl Rusya’nın İç yüzü, Yazı dizileri; ‘Kara Yüzlüler’ ve ‘Mütareke
Hatıraları’
10 Yurdda Kalkınma, ‘Çıkarken’, 29 Ocak 1948.
37
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Meltem Şahin
şimdiye kadar yapmış olduğum beyanatlarımı zaman zaman gazetenizde neşrediniz. Mükerrer de olsa
lüzumludur.11
Bunların dışında Demirağ gazeteden uluslararası işbirliği konularında da destek
istemiş, liberal politikalarının bir gereği olarak Amerika ile uzun vadeli anlaşmalar yapmak
için gazetenin işbirliğini destekleyici yayınlar yapmasını ve konuyu gündemde tutmasını
talep etmiştir. Konuyla ilgili yapılan bazı haberlerde Amerikancılık oldukça ön plandadır.
Örneğin ‘Amerika’dan niçin para almadık?’ başlığıyla yapılan haberde, ‘memleketi için
için yıkan korkunç hastalık’ olarak tanımlanan devletçilik politikası eleştirilmiştir.
“Eğer idaremizde ve idarecilerimizin seçme kafalarında devletçilik basilleri bulunmasaydı
Avrupa devletlerine ayrılan kırk yedi buçuk milyar lira tutarındaki Amerikan parasından asgarî iki buçuk
milyar Türk lirası, Türk vatanına gelecek ve bu büyük para, her sınıf halkımızı süratle kalkındıracak ve
dolayısile vatanımızı refaha ulaştıracaktı.”12
denilerek siyasi ve iktisadi alanda Amerika’yla olacak iyi ilişkilerin ülke için önemi
anlatılmıştır.
Gazetenin Nuri Demirağ’la olan ilişkisi 3. sayıdan sonra bozulmuştur. 4. sayı 19
Şubat’ta çıkması gerekirken, 7 Mart’ta çıkmıştır. 7 Mart 1948 tarihli sayıda, gazetenin
logosu, farklı yazı stili kullanılarak değiştirilmiş ve niteliği ‘Pazar Günleri Çıkar, Vatan
Uğrunda Konuşur, Hak Yolunda Yürür Siyasi Gazete’ olmuştur. Fiyatı 15 Kuruş olan
gazetenin sayfa sayısı ise 4’e düşmüştür. Bu sayının Yazı İşlerini Fiilen İdare Eden
kişi Enis Rıza Olcayto olmuştur. Gazetedeki bu değişikliklerin nedeni, üçüncü sayıdan
sonra yaşanan kâğıt sıkıntısı ve Nuri Demirağ’ın maddi desteğini gazeteden çekmesidir.
Demirağ’ın bu tavrının nedeni Latif Dinçbaş’a göre; gazetenin Nuri Bey’in istediği gibi bir
gazete olmamasıdır. Ona göre Demirağ, hikâyelerin, karikatürlerin, edebiyat yazılarının
yer aldığı normal bir gazeteden ziyade bir dava gazetesi istemektedir. Bu nedenle Latif
Dinçbaş, 4. ve 5. sayıyı kendi imkânlarıyla, Nuri Demirağ’dan bağımsız bir gazete olarak
çıkarmıştır. Dinçbaş, konuyu dördüncü sayıda şu şekilde açıklamıştır:
“Hakikati söylemek lazım gelirse, gazete hiç de adamcağızın arzu ettiği konularda çıkmadı.
Bu hususta birkaç defa şikâyet edip durmuştu. Mesela, hikâyelerin, karikatürlerin, edebiyat sayfasının
tamamen aleyhinde bulundu. Bu bir dava gazetesi olduğu için ona göre yazıların yer almasını istedi.
Herhalde gazetenin isteğine uygun çıkacağını umduğu içindir ki, kesenin ağzını açarak reklamlar
yaptırdı, uçaklar uçurdu, bir buçuk ton kağıt aldı ve daha bazı masraflar yaptı. Daha da yapacağını vaad
etmişti. Fakat! Evdeki pazarın çarşıya uymadığını görünce de birdenbire derlendi, toparlandı, kesenin
ağzını kapatıverdi. Hem bu sebepten, hem de kâğıdın tükenmesinden gemi de karaya düşüp oturdu.”13
Gazetenin siyasi ve ekonomik açıdan durduğu nokta CHP karşıtlığında vücut
bulmuştur. CHP politikaları ve devletçilik en önemli eleştiri konusudur. Nuri Demirağ’ın
ifadeleriyle devletçilik, “tufeyli bir zümreyi faydalandıran, günden güne hâd bir şekil
alan, kütle ile zümre arasında düşmanlıklar doğuran bir rejimdir.”14 Ayrıca CHP’nin bilim
kurumları üzerinde baskısı olduğu iddia edilerek siyasetin bilimin önüne geçtiği ve onu
körelttiği15, tüm devlet müesseselerinin hesaplarında yolsuzluk yapıldığı16 gibi konular da
gündemde yerini korumuştur. Hükümetin eleştirildiği bir diğer konu yerli kâğıt fiyatlarına
11
12
13
14
15
16
Yurdda Kalkınma, ‘Nuri Demirağ’ın gazetemize mektubu’, 29 Ocak 1948.
Yurdda Kalkınma, ‘Amerika’dan niçin para almadık’, 5 Şubat 1948.
Yurdda Kalkınma, ‘Gazetemiz neden vaktinde çıkmadı’, 7 Mart 1948.
Yurdda Kalkınma, ‘Amerikan Yardımı Hakkında MKP Başkanı Nuri Demirağ’ın Beyanatı’, 12 Şubat 1948.
Yurdda Kalkınma, ‘Türk Milletine İfşa Ediyoruz’, 5 Şubat 1948.
Yurdda Kalkınma, ‘Hesap İstiyoruz’, 12 Şubat 1948.
Sayı 40 /Bahar 2015
38
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
konan zamdır. Bunu basın özgürlüğü ile ilişkilendiren gazete, muhalif ve hür basını
susturmak için hükümetin yeni bir yöntem olarak yerli kâğıt fiyatlarına zam uyguladığını
ve yurtdışından getirmek isteyenlere ise döviz vermediğini söyleyerek bazı gazetelerin de
hükümet tarafından desteklendiğini iddia etmiştir:
“…Fakat halkın okumadığı CHP neşriyatının masraflarını yüzbinlerce lira tahsisatla kapatmağa
çalışanlar Ulus gazetesine Finlandiya’dan kağıt getirmek için, Türk Tütün Limited Şirketinin kilosu 8
lira olan tütünlerini, hakiki değerinden aşağı, 4 liradan yabancılara satıp binlerce liralık dövizimizin
harice gitmesine sebep oluyorlar!17
Gazetenin zaman zaman diğer gazetelere ve gazetecilere de göndermelerde
bulunduğu da görülmektedir. Örneğin, daha 2. sayıda ‘Ahmet Emin Yalman Millî Sözünden
Hiç Hoşlanmıyor’ başlıklı yazıyla Yalman eleştirilmiş; “Celal Bayar, Ahmet Emin gibi bir
yardakçıya malik olduğu için ziller takıp şıkır şıkır oynasın dursun” denilmiştir. ‘Başı
Belli’ mahlasıyla yayımlanan yazıda, Yalman’ın eleştirildiği konu, Yurdda Kalkınma
gazetesinin çıkışını kamuoyuna haber vermek amacıyla Cumhuriyet, Vatan ve Son Posta
gazetelerine verilen ilanın, Cumhuriyet ve Son Posta’da yayımlanmasına rağmen Vatan
gazetesinde yayımlanmamasıdır. Yazıdaki bazı ifadeler şu şekildedir:
Meğer millî kelimesine, sözüne Ahmet Emin öyle kızar, öyle kızarmış ki! Hattâ Millî Kalkınma
Partisi kurulduğunun ilk günü, telefona yapışıp partinin ileri gelenlerinden birine, doğrudan doğruya
neden Kalkınma Partisi demediniz de başına Millî sözünü koydunuz? Diye bir temizce çıkışmış…
Allah, memleketi böylelerinden bir an evvel kurtarsın da biz de birbirimizi adamakıllı bilelim, tanıyalım!
demekten şu anda nefsimizi menedemiyoruz. Tevekkeli, Atatürk bu adamın kalıbına kocaman bir sıfır
basmamış!18
Toplamda 5 sayı yayımlanan Yurdda Kalkınma, 14 Mart 1948’de son kez
yayımlanmış ve kapanmıştır.
Tez Kalkınma: Biçim ve İçerik Özellikleri
Yurdda Kalkınma gazetesinde yaşanan sorunlar nedeniyle kapanmasının ardından;
21 Mayıs 1948’de, MKP’nin resmi yayın organı haftalık siyasi bir gazete olarak Tez
Kalkınma yayımlanmaya başlamıştır. Tez Kalkınma adıyla gazetenin son yayımlandığı
tarih 22 Ekim 1948’dir. Yurdda Kalkınma ile aynı ölçülerde çıkan gazetenin niteliği;
‘Cuma Günleri Çıkar, Millî Kalkınma Partisi’nin Prensiplerini Güder, Fikirlerini Yayar’
şeklinde verilmiştir. Fiyatı 5 kuruş olan gazetenin künyesinde imtiyaz sahibi ve yazı
işleri müdürü Said Betin’dir. Gazetenin basıldığı matbaa ve adresi; Osman Bey Matbaası,
Beşiktaş Hayrettin İskelesi No.17’dir. Abonelik şartları ise; senelik 480, altı aylık 240 ve
üç aylık 120 Kuruş’tur.
Nuri Demirağ’ın, uçuş okulunda eğitim alan öğrencilerine 6 maddelik olan öğütleri,
aynı zamanda MKP’nin de 6 umdesi olarak kullanılmıştır. Bu 6 madde; ‘İşretten (içki
içmekten), Oyundan (kumardan), İffetsizlikten, Eğrilikten, Tembellikten, Zulmetmekten
Sakınınız’dır. Bu 6 öğüt, Tez Kalkınma gazetesinin 6. sayısından sonra logonun solunda,
üst üste duran 6 uçak kanadına yazılı bir şekilde; “MKP Mensuplarına” ifadeleriyle yer
almış, böylece Demirağ’ın ilkeleri gazete aracılığıyla da kitlelere ulaştırılmıştır.
Neyzen Tevfik köşesi bu gazetede de yayımlanmaya devam etmiştir. Zaman zaman
17
18
39
Yurdda Kalkınma, ‘Sıkıyönetim Kalkmadı’, 12 Şubat 1948.
Yurdda Kalkınma, ‘Ahmet Emin Yalman Millî Sözünden Hiç Hoşlanmıyor’, 5 Şubat 1948.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Meltem Şahin
yayımlanan karikatürlerde ise yine, hayat pahalılığı, şeker konusundaki karaborsacılık,
CHP ve DP eleştirisi, seçimler gibi gündeme dair eleştiriler yer almıştır. Gazetenin son
sayfasında reklâmlara da yer verdiği görülmektedir. Tez Kalkınma’da; ‘Sanat, Fikir ve
Edebiyat’ sayfası kaldırılmış, son sayfa ‘Beden Terbiyesi, Spor ve Gençlik Hareketleri’
sayfası olarak hazırlanmıştır. Sait Betin’in makale köşesi olan ‘Bir Fiske’nin yanı sıra,
Parti Haberleri, Partilinin Sesi, Haftanın Olayları, Seçme İnciler, Bu da Başka Bilmece
(Yazarı Çaçaron), Enine Boyuna Biçki, Göklerde Kalkınma (havacılıktaki gelişmeler,
uçak motorları ve markalar) bölümleri gazetenin içeriğini oluşturmuştur.
Gazetede ‘Barış ve Harp’ bölümlerinde, Bükreş Eski Ataşemiliteri İhsan Boran’ın
dünya meseleleri hakkındaki yorumları yer almıştır. Burada, Rusya’nın yeniden harp
edip etmeyeceği, Amerika ve askeri anlaşmalar konusundaki fikirler aktarılmıştır. Bazen
de ‘İçtimai Meseleler’ bölümünde; devletçilik, CHP, Türk Dünyası, Türk denizcilik
faaliyetleri ele alınmıştır. Gazetede uzun bir yazı dizisi de yer almıştır. MKP Umumî
Kâtibi olan Safi Dümer tarafından kaleme alınan dizi 13 Ağustos 1948 tarihinde başlamış
ve 41 sayıda tamamlanmıştır. ‘Ana-babalarla bir konuşma’ başlıklı bu dizide, ‘Çocuk
nedir, nasıl yetiştirilir?’ sorusuyla esaslı bir terbiye ve sağlam bir ahlâkın nelere kadir
olduğu yabancı toplumlardan örneklerle açıklanmıştır. MKP’nin ve Nuri Demirağ’ın önem
verdiği ‘ahlâk’ meselesi, gazete aracılığıyla da aktarılmıştır. Gazetede yer alan bir diğer
yazı dizisi ise, 24 Eylül 1948’de başlayan, ‘Yakın Tarihin Gizli Hatıraları: Unutulan Kara
Günlerimiz’dir. Emekli Jandarma Yarbayı Hüsnü Bakalımoğlu tarafından yazılan dizide
İstiklâl Savaşı vesikalarına dayanılarak, o dönemde cephede yaşananlar aktarılmıştır.
Tez Kalkınma’nın ilk sayısında ‘Çıkarken’ başlıklı başyazıda Said Betin,
Tez Kalkınma gazetesi Millî Kalkınma Partisinin prensiplerini yaymak, umdelerini açıklamak,
görüşlerini belirtmek maksadile çıkarılıyor. Bundan birkaç ay evvel ayni maksatla ‘Yurdda Kalkınma’
ismile çıkardığımız haftalık gazete üçüncü nüshadan sonra bocalamış ve batmıştır. Bu gazetenin macerası,
beni okurlarıma karşı mahcup bir duruma soktuğu gibi, rızamızla hizmet etmek isteğimiz Partimize de
dolayısıyle zarar vermiş, haksız ve yersiz bazı kanaatleri tashih etmek, okurlarıma ve umumi efkâra
karşı taahhütlerimi yerine getirmek, bilhassa inandığım prensiplere dayanarak memleketime hizmet
etmek, meslek vazifemi yerine getirmek için ‘Tez Kalkınma’ gazetesini kurmaya karar verdim.
diyerek Yurdda Kalkınma hakkındaki negatif düşüncelerini aktarmış ve onun yerine
çıkan Tez Kalkınma’nın amacını ve hangi ihtiyaçtan doğduğunu açıklamıştır.
Basında kendini yeterince iyi anlatamayan MKP, çıkardığı gazete yoluyla bu
eksikliği gidermeye çalışmıştır. Gazete varlık amacına uygun olarak ‘Partiler ve
Umdeler’ başlıklı yazı dizisi ile MKP’nin amaçlarını, siyasi hedeflerini açıklamış ve Nuri
Demirağ’ın fikirlerini aktarmıştır. Burada MKP’ye asker, hâkim ve devlet memurlarının
neden partili olamayacakları açıklanmış, ardından da Ziya Şakir’in kaleminden çıkan
‘Yurdda Demokrasinin Doğuşu: Millî Kalkınma Partisi niçin ve nasıl kuruldu?’ yazı
dizisiyle 20 sayıda partinin kuruluş süreci anlatılmıştır.
Tez Kalkınma ve Devletçilik
Yayımlanmaya başladığı andan itibaren İnönü ve CHP’ye karşı bir tavır içerisinde
olan Tez Kalkınma, bazıları doğrudan İnönü’ye, bazıları da konu ile ilgili bakanlara yazılan
Sayı 40 /Bahar 2015
40
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
‘açık mektup’larla eleştirilerini ve taleplerini aktarmıştır. Örneğin, Ağustos 1948’de bazı
devlet memurlarının işten çıkarılmasıyla ilgili olarak gazete, ekonomik olarak buhranlı
bir dönemden geçildiğini, eksik kalan fabrikaların tamamlanmadan memurların işten
çıkarılmasına karşı olduklarını bizzat İnönü’ye yazılan açık mektupla aktarmıştır.19
Yine aynı dönemde Maliye Bakanı’na yazılan mektupta ise, emeklilerin maaşı
konu edinilmiş ve “İsmet İnönü siyaset mesleğine sapmamış olsaydı ayda 80 kûsur lira
ile geçinecekti!” ifadeleriyle maaşlara zam konusu gündeme getirilmiştir.20
Nuri Demirağ’ın görüşleri çoğu zaman gazetenin yayımladığı beyannamelerle de
aktarılmaya çalışılmıştır. Örneğin, 1950 genel seçimlerinden önce yapılmak istenen ara
seçimlere karşı olan Demirağ, MKP’nin genel seçimlere katılacağını ancak, gereksiz
buldukları ara seçimlere katılmayacağını ifade etmiştir. Demirağ’a göre, seçim kanunu
seçim hürriyetini ve seçim emniyetini sağlayacak durumda değildir. Yeni seçim kanunu
da teminatsızdır.21
Gazete, MKP’nin hedefleri çerçevesinde şekillendiği için devletçiliğe karşıdır. Bu
karşı duruş pek çok metinde yer bulmuştur. Ekonomik pek çok konu devletçilik sistemi
ile ilişkilendirilmiş ve eleştirilmiştir. Hükümetin şekere yaptığı zam kararının ardından
yine Demirağ’ın beyanatıyla şu ifadeler yer almıştır: “Günler geçtikçe pahalılığın sebebi
devletçilik sistemidir!..’ ‘Bu sistem bugün kızıl idarede bile tavsamıştır, bunda ısrar etmek
vatana en büyük fenalıktır, hükümet aklıselimin emrettiği yolda yürümeli’dir.22
Gazetede pek çok konuda yazılar yer almaktadır ancak üzerinde en çok durulan konu
havacılıktır. Nuri Demirağ’ın en büyük tutkusu olan havacılık meselesinde gazete, çoğu
zaman Avrupa’da ve Amerika’da üretilen yeni uçaklardan, motor güçlerinden, kısacası
uçuşla ilgili teknolojik gelişmelerden bahsederken, devletin havacılık konusundaki
tavrını da eleştirmiştir. 4. sayısında, bir filonun iki uçağının düşmesi nedeniyle yazılan
yazıda, Türk Hava Kurumu’na uyarıda bulunularak; “Havacılığın çok nazik bu safhasında
çok hatalı hareket ediyorsun!” denilmiştir. Düşen uçakların, Demirağ’ın atölyelerinde
üretilen Nu.D.38 uçaklarından 8-10 misli pahalıya mal edildiği ayrıca Demirağ’ın
uçaklarının 25 bin uçuşta bile tek bir arıza göstermemesine rağmen Hava Kurumu’nun bu
uçakları ‘emniyetsiz’ bulduğu hatırlatılmıştır. Demirağ’ın girişimlerinin engellenmesinin
vurgulandığı yazıda, “Bu vaziyet karşısında biz söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Sadece
diyoruz ki milletin parasına acımayanların hiç olmazsa paha biçilmez değeri olan Türk
yavrularını korumaları Millî, insani ve vicdani bir vazife ve bir borçtur.” 23 ifadeleri de
yer almıştır.
Havacılık dışında gazetede; masonluk, komünizm, sabetayizm gibi konular, bazen
fikir yazılarında bazen de beyanatlarda yerini bulmuştur.
Tez Kalkınma ve Masonluk
Masonluğa karşı eleştirel duruş gösteren gazetenin ilk sayısından itibaren, Kâzım
19
20
21
22
23
41
Tez Kalkınma, ‘İnönü’ye Açık Mektup’, 6 Ağustos 1948.
Tez Kalkınma, ‘Emeklilerin Sefaletini Uzatmağa Hakkınız Yoktur’, 13 Ağustos 1948.
Tez Kalkınma, ‘MKP Genel Başkanı’nın Hükümete Cevabı’, 10 Eylül 1948.
Tez Kalkınma, ‘Günler Geçtikçe Artan Pahalılığın Sebebi Devletçiliktir’, 24 Eylül 1948.
Tez Kalkınma, ‘Hava Kurumu Dikkat’, 11 Haziran 1948.
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Meltem Şahin
Karabekir’in kaleminden çıkan ve 6 sayı devam eden bir yazı dizisi yayımlanmıştır.
‘Yurdumuzda hortlayan büyük tehlike; ‘Farmasonluk’24 başlıklı bu yazıda; masonluğun
nasıl ortaya çıktığı, teşkilatlandığı ve yayıldığı üzerine tarihi bilgiler verilmiş ve
masonların Türklerle olan münasebetleri aktarılmıştır.25
Nuri Demirağ’a göre de farmasonluk yıkıcıdır ve bölücüdür. Farmasonluk koskoca
Türk ülkesinin elden gitmesine sebep olmuştur. Demirağ, “Siyonist teşkilatına bağlı bu
teşekkül kadar Türk Milletine, Türk Vatanına fenalık yapmış hiçbir teşekkül tasavvur
olunamaz… Bugün otuz beş sene evvelki topraklarımızın ancak altıda biri elimizdedir.”
diyerek masonluğun sistemli bir metodla Türk Milletine zarar verdiğini ifade etmiştir.26
Gazetede ayrıca MKP’nin de masonluğa karşı olduğu metinlerde ifade edilmiştir.
MKP’nin farmasonluğu asla millî ve ahlâkî bulmadığı, Türkiye için kızıl komünistlik
kadar zararlı ve tehlikeli bulduğu aktarılmıştır. “MKP bütün takatile bu mühlik teşekküle
karşı koymaya, onun zehirli ve aldatıcı telkinatından vatandaşları ve bilhassa gözümüzün
nuru, istikbalin ümidi gençliğimizi korumaya kat’i olarak azmetmiştir.” ifadeleriyle de
partinin konuyu bir mücadele alanı olarak gördüğü vurgulanmıştır.27
Tez Kalkınma ve Komünizm
Gazetenin 3. sayısının manşeti olan ‘Komünizm’ de önemli tartışma konularından
biridir. Devletçiliğe her şekilde karşı duran Nuri Demirağ ve Tez Kalkınma, komünizme
de kesinlikle karşıdır. “Ülkeleri harap eden, cemiyetleri sefalete düşüren Komünizm”
ifadelerinin yer aldığı yazıda, Nuri Demirağ’ın Moskova ziyaretindeki izlenimleri yer
almıştır. Demirağ, Bolşevizmin sefalet muhitlerinde hayat bulacağını, gelişeceğini, ancak
Türk ve Müslüman âleminde asla revaç bulunmayacağını ifade ederek komünizmle
mücadele için öneride de bulunmuştur. “Açlık ve işsizliği önlemek ön planda gelir. Bu
da Amerika’da olduğu gibi Millî kalkınma işlerine, şahsi teşebbüslere geniş ölçüde yer
veren ve hudutsuz servete mani olan liberalizm sistemile sağlanır, devletçilikle asla!..”28
Gazete konuyla ilgili olarak bir yazı dizisine de yer vermiştir. Bekir Berk imzalı
‘Komünizmle Savaş’ başlıklı dizide, dünyanın iki kutuplu bir sisteme bölündüğüne
vurgu yapılarak, komünizm eleştirilmiş ona alternatif olan liberal-kapitalist sistem ise
hürriyetler dünyası olarak aktarılmıştır:
Bir tarafta vicdan hürriyetini, siyasi hürriyeti, tasarruf hakkını ve teşebbüs serbestisini kabul
eden hür milletler topluluğu… Diğer tarafta ise insan hak ve hürriyetlerinin hiçbirini tanımayan, siyasi
bakımdan şiddet ve aldatmaya, ekonomik bakımdan kolektivizme ve sosyal bakımdan ise totaliterizme
dayanan kızıl gürük…29
9 sayıda tamamlanan dizinin devamında ‘Komünizm ne yapmak ve neleri yıkmak
istiyor?’ sorularına yanıtlar verilerek, devletçilik ve komünizm arasında bağ kurulmuş ve
24 Mason ve farmason kavramlarını bir arada kullananlar genellikle aynı şeyi ifade etmeye çalışmışlar ve
farmasonları masonların bir devamı olarak görmüşlerdir. Gerçekte farmasonluk ve masonluk iki ayrı örgüt ve
tarihsel fenomendir. Masonluk; Ortaçağ Katolik yapı işçilerinin bir meslek örgütüdür. Farmasonluk ise, başlangıçta
yalnızca Anglosakson ve İskoç soylularının girebildiği emperyal, siyasal ve ekonomik hedefleri olan, gizemli
ritüellere sahip bir Aydınlanma Çağı gizli örgütüdür (Tuğcu, 2005: 16)
25 Tez Kalkınma, ‘Yurdumuzda Hortlayan Büyük Tehlike: Farmasonluk’, 21 Mayıs 1948.
26 Tez Kalkınma, ‘Nuri Demirağ Diyor ki’, 28 Mayıs 1948.
27 Tez Kalkınma, ‘Büyük Tehlike’, 25 Haziran 1948.
28 Tez Kalkınma, ‘Komünizm’, 4 Haziran 1948
29 Tez Kalkınma, ‘Komünizmle Savaş’, 11 Haziran 1948
Sayı 40 /Bahar 2015
42
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
bunun zararları aktarılmıştır. Türkiye Komünist Partisi’nin oluşum ve gelişimi ile birlikte
faaliyetleri üzerinden gidilerek komünizme karşı alınacak tedbirler de anlatılmıştır.
Tez Kalkınma ve Dönmelik-Sabetayizm
Gazetenin ilgilendiği diğer bir konu da sabetayizmdir. Konu bir yazı dizisi ile
incelenmiş ve tartışılmıştır. Eşref Edip’in30 kaleminden çıkan yazının başlığı ‘Türkiye’de
Dönmelik Tarihçesi’dir.31 Sabetayizmin ne olduğu nasıl geliştiğini anlatan yazıda Eşref
Edip, analizini 7 kısıma ayırdığını, bunların; 1-Sabatayın Mesihlik ilanı 2- Sabatay,
Müslüman-Türk kıyafetinde 3- Sabatizmin esas talimatı 4- Sabatayın vefatından sonra
dönmelik 5- Sabatistlerin bazı adet ve hurafeleri 6- Dönmelikte Yahudiliğe irtica hareketi,
7- Dönmeler hakkında bazı beyanat olduğunu aktarmıştır. 15 sayıda tamamlanan yazıda,
Avrupa’nın pek çok yerinden ve özellikle İspanya’dan kovulan Yahudilerin çektiği
sıkıntıların, onları -inançları gereği- bir Mesih’in kurtaracağı fikrine çok yaklaştırdığı,
tam bu sırada Sabetay Sevi’nin İzmir’de kendisini Mesih ilan etmesiyle sürecin başladığı
anlatılmıştır.
Öz Kalkınma: Biçim ve İçerik Özellikleri
Tez Kalkınma’nın adı 29 Ekim 1948 tarihinde Öz Kalkınma olarak değişmiştir.
Yeni yayımlanan gazetenin künyesinde, imtiyaz sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden
kişi olarak Hadi Sim görülürken, idare yeri Beşiktaş, Hayrettin İskelesi No:17 olarak
gösterilmiştir. Dizildiği ve basıldığı yer Nuri Akca Matbaası’dır. 4 sayfa çıkan gazetenin
fiyatı 5 Kuruş’tur. Gazetenin ulaşılabilen son sayısı 3 Haziran 1949 tarihine aittir.
Öz Kalkınma’nın içeriğinde daha çok Nuri Demirağ’ın çalışmalarının engellenmesi
konuları görülmektedir. Gazetenin yayımlandığı bu süreçte MKP önemli sorunlarla
uğraşmış bu da gazetede yer almıştır. MKP’li bürolara gönderilen ve sokaklara asılan
imzasız, MKP’yi kötüleyen afişlere istinaden gazetede Nuri Demirağ’ın bir beyanatı
yayımlanmıştır. Beyannamesinde, devletçiliğin kaldırılması, mevcut mebus sayısının
düşürülmesi, Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya seçmenlerin seçmesi gibi MKP’nin
tüzüğünde yer alan maddelerin pek çok kişiyi rahatsız ettiğini vurgulayan Demirağ,
“Kaleyi içten fetih emeline düştüler” demiştir.32 Demirağ’ın bu düşüncelerinin sebebi,
sokaklara asılan imzasız afişlerin, daha önce Yurdda Kalkınma’yı çıkaran ve MKP İstanbul
İl Teşkilatı üyesi olan Latif Dinçbaş’ın matbaasında basıldığının ortaya çıkmasıdır.33 Konu
ile ilgili olarak her sayıda ‘MKP Teşkilatında Asabiyet Devam Ediyor’ başlığı altında,
şube başkanlarının, il idare kurulu başkanlarının açıklamalarına yer verilmiştir. Farklı
gazetelerin konuyu gündemlerine taşımaları ve MKP’ye destek olmaları da gazetede yer
bulmuştur. Örneğin, ‘Hakikati gözü ile gören fazilet ve namus dostları’ başlığıyla Körkadı
gazetesinin34 ve ‘Fazilet ve namus dolu bir arkadaş daha’ başlığıyla Battalgazi gazetesinin
yazısına35 yer verilmiş ve teşekkür edilmiştir.
30 Eşref Edip, Sebilürreşad Dergisi’nin sahibi ve başyazarıdır.
31 Tez Kalkınma, 18 Haziran 1948
32 Öz Kalkınma, ‘Umumî Efkâra’, 29 Ekim 1948.
33 Bu olayların ardından açılan yayın yoluyla hakaret davası, 30 Mayıs 1949’da karara bağlanmış ve bu dava
süreci gazetede yer almıştır. Böylece afişleri basan matbaanın sahibi ve Yurdda Kalkınma gazetesini çıkaran Latif
Dinçbaş, 250 Lira manevi tazminat, 1900 Kuruş harç ve 80 Lira avukatlık ücreti ödemesine karar verilmiştir.
34 Öz Kalkınma, ‘Hakikati Gözü İle Gören Fazilet ve Namus Dostları’, 5 Kasım 1948.
35 Öz Kalkınma, ‘Fazilet ve Namus Dolu Bir Arkadaş Daha’, 12 Kasım 1948
43
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Meltem Şahin
MKP’ye karşı yürütülen propaganda faaliyetine karşı gazete, sık sık açıklamalarda
bulunmuştur. ‘M. K. Partisi nasıl bir partidir’ ‘MKP’ne yapılan ve yaptırılan devamlı
hücumların sebebi nedir?’ gibi yazılarla partiye yapılan saldırılar kınanmış ve parti
savunulmuştur.
Öz Kalkınma ve CHP
Öz Kalkınma kendinden önceki gazeteler gibi CHP ile devletçilik karşısında katı
tutum sergilemektedir. Gazetede yer verilen yazılarda MKP’nin devletçilik anlayışının
karşısında ihtiyaçtan ve zaruretten doğmuş bir parti olduğu ifade edilmiştir:
“CHP’nin nizamnamesi siyasi bir Kur’an, bu siyasi Kur’anın her cümlesi siyasi bir ayetmiş gibi,
kılına bile dokunulamıyor. MKP günde 67 kuruşla geçinmek zorunda kalan vatandaşlar varken, ayda
1000 liralık maaşları az görmek siyasetini tasvip edemez. MKP memlekette sayısız veremli vatandaş
mevcutken, şeker fiyatına zam yapmayı reddeder. Halk şehirlerde gecekondulara sığınırken Belediye
tarafından 26 bin liralık villaların yaptırılmasına müsaade etmeyi bir suç sayar36
CHP’nin ekonomi anlayışının hayat pahalılığına sebep olduğu anlatılan bir başka
yazıda ise, kurulduğu günden bu yana CHP’nin bir ‘fakirizm’ yarattığı, yeni elbise
alanların sayısının azaldığı ifade edilmiştir. “Yırtık pırtık çamaşır, delik deşik gömlek,
şurası burası yamalı ayakkabılar giymek moda olmuş, ocaklarda tencerelerin, sofralarda
sahanların sayısı azalmış gecekondulara, inlere, harabelere rağbet artmış” 37 denilerek
parti politikalarının halkı yoksulluğa sevkettiği vurgulanmıştır.
Öz Kalkınma ve Nuri Demirağ’ın Projeleri
Gazeteye Nuri Demirağ ve MKP’nin projeleri de yansımıştır. 7 Ocak 1949’dan
itibaren memleketi kurtaracak öncelikli davalar sıralanmış, ilk olarak köylünün
kalkındırılması projesi sunulmuştur. 1946’da Nuri Demirağ’ın öne sürdüğü projeyi
tekrar hatırlatan gazete, “Aradan seneler geçtiği halde kıymetini asla kaybetmeyen ve
imkân hasıl olunca tercihen kabulü lazım gelen ve milletin yegane kurtuluş yolu olan
ziraat, sanayii ve maden köylerinin büyük bir tecrübe ve yüksek bir teknik mahsulü olan
projelerini okurlarımızın dikkatine sunuyoruz” diyerek söz konusu projeyi açıklamıştır.38
Davaların bir diğeri Türk sivil havacılığının kurulması şeklinde açıklanmış ve
02.10.1937 tarihinde Nuri Demirağ’ın Genelkurmay Başkanlığı ile Millî Müdafaa
Vekaleti’ne sunulan mektubu yayımlanmıştır.39 Mektupta, tayyare atölyesinde yaptığı
çalışmalardan bahseden Demirağ, bu konuda Genelkurmaylığın nasıl bir tayyareye
ihtiyacı var ise bunu yapmak için emir ve mütalaalarını beklediğini dile getirmiştir. Fakat
Nuri Demirağ’ın bu teklifi önemsenmemiş ve kendisine cevap gelmemiştir. Bu tarihten
itibaren, gazete her sayısında manşetine bu konuyu çekerek, Demirağ’ın ağzından olayları
aktarmıştır. Bunların ardından devam eden yazılarda, uçak motoru fabrikasına mühendis
36 Safi Dümer, ‘MKP nasıl bir partidir?’, Öz Kalkınma, 12 Kasım 1948
37 Sait Betin, ‘CHP Fakirizmi’, Öz Kalkınma, 19 Kasım 1948
38 Nuri Demirağ bu projesine öncelikle uçak fabrikasının kurduğu Divriği ile başlamıştır. Hazırlanan projeye
göre, yurtta uygun olan yerlere göre sanayi, maden ve ziraat köyleri kurulacaktır. Plana göre kurulacak Türk Ziraat
Köyü’nde; resmi bürolar, Millî Kalkınma Evi, otel ve lokanta, kooperatif, pazar ve dükkanlar, cami, hamam,
revir ve doğumevi, küçük sanayi, okul, çocuk bahçesi, yunak, mezbaha, kanara ve ahırı, hayvan kontrol ve sağlık
memurluğu, silo, arabalık, garaj, bekçi ve ortalıkçı yeri, kümseler, otluk, samanlık, süthane, ahırlar, ağıllar, spor
yeri, anıt ve elektrik muhavvile merkezi bulunacaktır.
39 Öz Kalkınma, ‘İbretle, Dikkatle Oku ve Düşün!’, 14 Ocak 1949.
Sayı 40 /Bahar 2015
44
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
bulunamamasının nedeninin, sistem bozukluğundan kaynaklandığı, fabrikaların ve bu
işletmelerin desteklenmediği için büyük sorunlara maruz kaldığı, devletçiliğin iktisadi
gelişmeyi baltaladığı gibi konular, 9 sayıda Nuri Demirağ’ın dilinden yazılmıştır.
Öz Kalkınma ve Komünizm
Öncülleri gibi Öz Kalkınma da komünizm karşıtı ve Amerikan yanlısıdır. Komünizm
karşıtlığı, ‘kızıl propaganda ile daha sıkı mücadele’ ifadelerinde yer bulmuş, dönemin sol
dergileri eleştirilerek komünizm yapmakla suçlanmışlardır. Kendi siyasi politikası için
gazeteyi kullanan MKP, aynı yöntemi karşıt görüşler kullanınca onları suçlu bulmuştur.
“Neşriyat hayatında neyin propagandasını yapmaya çalıştıkları artık anlaşılmış
birkaç şahıs var.. ve bu kimseler, hakaydi ile karşılaştıkça, daha geniş hamlelerle basın
mekanizmasından istifada etmekteler.. Önce, sadece ‘Marko Paşa’ çıkmakta iken, ‘Başdan’ da
intişara başladı ve nihayet son günlerde de ‘Beşer’ adı ile yeni bir gazetenin bunlara katıldığını
gördük. Hemen hemen aynı ve malum imzalar..” denilmiştir.40
Aynı yazıda basın özgürlüğüne bakış açısı da yansımıştır: “Bu gazetelerin dahilde
olduğu gibi harice de dil uzattıkları ve bunun İngiliz, Mısır, İran elçiliklerince infialle
karşılanarak dava açıldığı da malumdur. Binaenaleyh, bu tarz menfi ruhlu gazetelerin
çıkmasına mani olunmalı, komünizmle mücadele lafta kalmamalıdır.”
Gazetenin komünizme gösterdiği tepki kimi zaman sayfalarda yer alan şiirlerde
de yerini bulmuştur. Örneğin, ‘Vatandaş Uyanık Ol’ adlı şiir, sola ve komünizme bakış
açısını özetler niteliktedir. Şiirin ilk ve son dörtlükleri şu şekildedir: “Yurduna ihanet
eden kişiye/ Ateşli bir mezar kazılmalıdır/ Sağdan sola doğru giden kişiye/ Haindi sözleri
yazılmalıdır/ Komünistte ne din ne hâyâ ne ar/ Bizde böylesine ancak mezar var/ Var ise
satılmış kızıl uşaklar/ Halka teşhir için dizilmelidir.”41
Sonuç
Türkiye’nin çok partili demokrasiye geçişinde önemli bir girişim olan MKP ve ona
bağlı gazetelerin varlığı, hem siyasi tarih açısından hem de basın tarihi açısından önemli
bir zenginliktir. Siyasi açıdan MKP, Türkiye’nin çok partili hayata geçişinde kurulan ilk
siyasi parti olma vasfını korurken, getirdiği farklı ekonomik ve siyasi fikirler açısından
da önemli ilklere sahiptir. Basın tarihi açısından ise partinin yayın organları olarak ortaya
çıkan Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma gazeteleri, Cumhuriyet döneminin
ilk muhalif parti gazeteleri olmaları bağlamında değerlidir. Gazetelerin yayımlandığı
sürece kadar hiçbir muhalif gazete, bir partinin yayın organı olduğu ibaresiyle çıkmamıştır.
Bu açıdan Yurdda, Tez ve Öz Kalkınma gazeteleri bir ilki oluşturmaktadır.
CHP’ye muhalif bir parti lideri olarak Nuri Demirağ, basının gücünü keşfetmiş
ancak dönemin yazılı basınında kendine yer bulamayınca kendisinin sözcülüğünü
yapacak bir basın arayışına girmiştir. Demirağ, her üç gazetenin de bizzat sahibi olmasa
da gazetelerle güçlü bağını korumuştur. Gazeteler çeşitli sebeplerle isim değişikliğine
gitseler de özde üçü de MKP’nin ve Nuri Demirağ’ın sözcüsü olarak çalışmıştır.
40
41
45
Öz Kalkınma, ‘Kızıl Propagandayla Daha Sıkı Mücadele Lazımdır’, 21 Ocak 1949.
Öz Kalkınma, ‘Vatandaş Uyanık Ol’, 11 Mart 1949
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Meltem Şahin
Biçim ve içerik açısından gazeteler partinin kontrolü altında çıksa da, parti
bülteninden çok farklı bir şekilde gerçek bir gazete görünümündedir. Gazeteler haberleri,
yazı dizileri, karikatürleri, yorumları gibi özellikleriyle günlük ya da haftalık yayımlanan
diğer gazetelerden çok da farklı görünmemektedir. İçerikte ise MKP çizgisinde,
dolayısıyla CHP’ye muhalif, ekonomide liberalizmi savunan, devletçilik karşıtı, ABD
dostu ve komünizm karşıtı bir politika yürütmektedir. Bu açıdan gazetelerde objektif bir
habercilik anlayışı aramak doğru olmayacaktır. Genel olarak eleştirilerini, eleştirebileceği
tek siyasi parti olan CHP ve lideri İsmet İnönü üzerinden yürüten gazeteler, sorunları dile
getirip, çözüm önerilerini de sunması bağlamında değerlidir.
Gazetelerde siyasi ve ekonomik görüşlerin dışında, toplumsal pek çok konuya
da değinildiği görülmektedir. Nuri Demirağ ile bağlantılı bir şekilde de olsa, havacılık
konusunu gündemde tutmasının ve bazı projelerin aktarılmasının yanı sıra aile ve çocuk
ilişkisi üzerine sunulan yazı dizisi, fikir ve sanat için ayrı bir sayfada, tiyatrodan operaya
sanatın pek çok alanından haberlerin, fikirlerin sunulmuş olması ve gençlerin beden
terbiyesine verilen önemle birlikte spor sayfasının bulunması gazeteleri siyasi kimliğinden
az da olsa sıyırmaktadır.
Nuri Demirağ’ın, öngörüsü yüksek bir girişimci olarak, basına verdiği önem de
dikkat çekicidir. Bir siyasi partinin, gazeteye duyacağı ihtiyacın farkında olup, basınsiyaset ilişkisini açık bir şekilde ortaya koyması, günümüz gazeteciliği açısından da
değerlendirilebilir. Bugün, gazetelerin siyasi konjonktür çerçevesinde hareket ettiği ve
mutlaka bir tarafta yer aldığı ancak bunun açıkça ortaya konmadığı düşünüldüğünde,
gazetelerin logolarının altında yer alan; ‘MKP’nin amaçlarını güder prensiplerini yayar’
ifadesinin, etik açıdan da önemli olduğu düşünülmektedir.
Kaynaklar
Kitap ve Makaleler
Adıgüzel, M. Bahattin, (2006). Türk Havacılığında İz Bırakanlar, Ankara: Türk
Hava Kurumu Basımevi.
Avşar, B. Zakir; Kaya, Elif Emre, (2012). Çok Partili Hayata Geçiş Sonrasında İlk
Muhalefet Partisi: Millî Kalkınma Partisi, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 13,
Sayı 2, s. 113-132.
Baban, Cihad, (1970). Politika Galerisi, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Bozkurt, Celil, (2012). Yahudilik ve Masonluğa Karşı Cevat Rifat Atilhan, İstanbul:
Doğu Kütüphanesi.
Çelik, Muammer, (1996). Hüseyin Avni Ulaş, , İstanbul: Erzurum Kitaplığı.
Deliorman, M. Necmettin, (1957). Nuri Demirağ’ın Hayat ve Mücadeleleri,
İstanbul: Nu. D. Matbaası.
Demirağ, Nuri, (1941).Tayyare İşleri, İstanbul, Yayınevi Yok.
Sayı 40 /Bahar 2015
46
Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisi ve İlk Muhalif Parti
Gazeteleri: Yurdda Kalkınma, Tez Kalkınma ve Öz Kalkınma
Demirağ, Nuri, (1949). CHP Genel Başkanı İ. İnönü’ye Açık Mektup, İstanbul:
İktisadi Yürüyüş Matbaası.
Dervişoğlu, Fatih M., (2011). Nuri Demirağ: Türkiye’nin Havacılık Efsanesi,
İstanbul: Ötüken Yayınları.
Koçak, Cemil, (2010). İkinci Parti, Cilt 1, İstanbul: İletişim Yayınları.
Müjdeci, Mustafa, Türk Basınında Millî Kalkınma Partisi, http://www.nuridemirag.
com/basindamkp.doc. Erişim Tarihi: 12.08.2014.
Sim, Hadi, (1952). Nuri Demirağ’ın Memleket Davalarından: Kalkınma Davaları,
Yayınevi Yok.
Tuğcu, Tuncar, (2005). Masonların Saklı Tarihi, Ankara: Gökçe Kitabevi.
Tunaya, Tarık Zafer,(1995). Türkiye’de Siyasi Partiler (1859-1952), İstanbul: Arba
Yayınları.
Zürcher, Eric Jan, (2010). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Süreli Yayınlar
Yurdda Kalkınma, 29 Ocak 1948 – 14 Mart 1948
Tez Kalkınma, 21 Mayıs 1948 – 15 Ekim 1948
Öz Kalkınma, 29 Ekim 1948 – 3 Haziran 1949
47
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri: ‘Saç’ Filminin
Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Body Representations in Turkish-Late Cinema: Critical Discourse Analysis of the Movie ‘Saç’
Nuray Hilal TUĞAN, Öğr. Gör. Dr., Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Hastalık, Beden,
Temsil, Sinemada
Hastalık ve Beden
Keywords:
Illness, Body,
Representation, Illness
and Body in cinema.
Öz
Bu çalışmanın temel amacı; son dönem Türk sineması içerisinde yer alan ve
yönetmenliğini Tayfun Pirselimoğlu’nun üstlendiği ‘Saç’ (2010) filmindeki beden
temsillerini, hastalık temsili üzerinden ortaya çıkarmaktır. Bu amaç doğrultusunda filmin
ana karakteri olan kanser hastası Hamdi’nin filmde nasıl temsil edildiği, filmde bedenin
hangi kültürel pratiklerin ürünü olarak ortaya çıktığı, sinemanın sadece estetik bir yapı
değil, aynı zamanda kültürel birer temsil olduğu kabulünden yola çıkarak modern devletin
bireyin bedeni üzerindeki tasarruf yöntemlerinin sinemasal temsil pratiğine nasıl yansıdığı
Eleştirel Söylem Çözümlemesi yöntemi kullanılarak araştırılmıştır. Bu bağlamda hastalığın
ve hasta bedenin hastalığın gerçek hayatta görülebilecek semptomlarına yer verilmeyerek,
“temiz” imgelerle temsil edildiği ve buna bağlı olarak hasta bedenin gerçekçi temsillerinin
yer almadığı ortaya çıkarılmıştır.
Abstract
The main aim of this study to examine the representing of the body through
the concept of illness in the movie ‘Saç’ directed by Tayfun Pirselimoğlu (2010). For
this purpose, how the sick body are represented in the film above-mentioned, accept of
beforehand that cinema is not only an aesthetic structure, but also as a cultural representation,
how disposal procedures of a modern State reflect the cinematic representation practice,
were investigated by Critical Discourse Analysis. In this context, it can be concluded that
illness and sick bodies are represented within “clean” images by not having the real illness
semptoms and therefore representations of sick body is not realistic.
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Giriş
İktidar yalnızca bir gücün diğeri üzerinde basitçe hükmetmesi olarak
anlaşılmadığında, söylemlerin, bilginin, bedenlerin ve öznelerin yaratıldığı bir pratikler
bütünü olarak ele alınabilir. Yapısalcılık sonrası görüşe göre ise söylemin kendisi insanlar
üzerinde bir iktidar kurma biçimi olarak kavranır, zira söylem hakikat, bilgi ve gücü
düzenler. Modern ve modern sonrası yeni toplumsal yapılanmalarda iktidar gündelik
yaşama ait olan davranışsal, eylemsel ve söylemsel bilginin içine sızmıştır. Bu tür bir
iktidar kavramsallaştırmasında bireyleri sınıflandırıp kategorize eden, kimlik veren,
onlara yasalar dayatan, doğrudan gündelik yaşama müdahale eden, kısacası bireyleri
öznelere dönüştüren iktidar biçimlerini çözümlemek önemlidir. Bu çalışmada Tayfun
Pirselimoğlu’nun yönetmenliğini gerçekleştirdiği ‘Saç’ filminde bu iktidar biçimlerinin
hastalık ve beden olguları üzerinden nasıl temsil edildiği çözümlenmiştir. Zira sinema
filmleri yukarıda sözü edilen bu iktidar biçimlerinin ve söylemsel bilginin temsil edildiği
en önemli mecralardan biridir. Bedene ve hastalığa ilişkin söz konusu söylemsel
bilginin ‘Saç’ filminde nasıl temsil edildiği çalışmanın ana sorunsalını oluşturmaktadır.
Bu bağlamda çalışmada incelenen ‘Saç’ filminde hasta beden verili biyolojik gerçekliği
yansıtan bir olgu olarak değil, tıpkı toplumsal hayatın içerisinde olduğu gibi toplumsal ve
kültürel olarak kurulan bir yapı şeklinde ele alınmıştır.
Filmin çözümlenmesinde beden ve hastalığın temsil biçimlerinin ortaya
çıkarılabilmesi için iktidar kavramını sorunsallaştıran bir çözümleme yöntemi olan
Eleştirel Söylem Çözümlemesi tercih edilmiştir. Eleştirel söylem çözümlemesi metinlerin
anlam ve üretim düzeylerine de açıklama getirmekte, ayrıca iktidarın ve eşitsizliğin
yeniden üretilme ve uygulanma şekillerini toplumsal ve politik bağlam içerisinde
incelemektedir. Buradan yola çıkarak, filmin tematik yapısı, toplumsal bağlamı, olay
örgüsü ile diyalogları, görüntü düzenlemesi, ses ve müzik, filmin adı ile bağlam arasındaki
ilişkiyi inceleyen bir yöntem benimsenerek ‘Saç’ filmine uygulanmıştır.
Yöntem
Eleştirel Söylem Çözümlemesi (ESÇ), yapısını sadece dilsel öğeler üzerine kuran
söylem çözümlemesinin sınırlılıklarını aşan bir yapıya sahiptir. Geray’a (2006:179)
göre ESÇ kuramsal çerçevesinde birinci olarak metinlerin üretildikleri ve tüketildikleri
toplumsal çerçeveye ve ikinci olarak en geniş anlamda toplumsal süreçlere yer
vermektedir. ESÇ toplumsal ve kültürel olaylar ile söylem arasında karşılıklı bir bağ
kurmaktadır. Bu yöntemin seçilme sebebi beden ve iktidar arasındaki karşılıklı ilişkidir.
Beden tarih boyunca iktidarlar tarafından şekillendirilmeye çalışılmıştır, çünkü insan
ancak bedeniyle toplumsal hayat içerisinde var olmaktadır. Beden, verili bir biyolojik
gerçekliği yansıtan bir olgu değil, tersine toplumsal ve kültürel olarak kurulan bir yapıdır.
Bedene bu açıdan yaklaşıldığında hastalık da doğada biyolojik ya da fizyolojik olarak
ortaya çıkan bir durum değil, toplumsal ve tarihsel süreçlerin bir sonucu olarak görülür.
Bu sebeple beden, hastalık ve engellilik kavramları içerisinde yer aldıkları toplumsal
koşullardan ve dünyadaki betimlendikleri dilden bağımsız olarak ortaya çıkan doğal
olaylar olarak ele alınamaz. Hastalık ve engellilik toplumdaki egemen düşünme biçimini
49
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
yansıtan tıbbi söylemlerin ürünüdür. Dolayısıyla bedenin ve hastalığın sinemadaki temsil
biçimleri filmlerin içerisinden çıktıkları toplumsal bağlamdan, o toplumsal bağlamın
ortaya çıkardığı söylemlerden kopuk şekilde çözümlenemez. ESÇ’nin açıkça politik
bir gündeme sahip olması ve iktidar/güç kavramına özel bir önem vermesi bu yöntemin
hastalığın temsil biçimlerini çözümlemek için en uygun yöntemlerden biri olduğunu
düşündürmektedir. ESÇ’nin güç, ideoloji, dil ve söylem gibi kavramlar üzerinde
odaklanması ve bu kavramları bağlamdan kopuk olarak değil, tam tersine toplumsal
koşulları ve süreçleri merkeze alarak çözümlemesi ise bu yöntemin seçilmesindeki en
büyük faktörlerden biridir.
‘Saç’ filminin çözümlenmesinde kullanılacak temel yöntem, söylem kavramı ve bu
kavramın iktidar ve ideoloji ile olan bağını ortaya koyan en önemli kuramcılardan biri
olan Van Dijk’in eleştirel söylem çözümlemesi yöntemine dayanmaktadır. Van Dijk’in
haber metinlerini çözümlemek için kullandığı ve aşağıda tablo şeklinde verilen yöntemi
sinema filmlerinin görsel ve işitsel özelliklerine uygun olarak uyarlanmış ve Saç (2010)
filminin çözümlenmesinde kullanılmıştır.
Özer, (2009:92-3) Van Dijk’ın söylem analizi modelini makro-mikro yapı
bağlamında tablolaştırarak aşağıdaki gibi açıklamaktadır:
A. Makro Yapı
1. Tematik Yapı
a.Başlıklar
b. Haber Girişi
1. Spot/lar
2. Spot olmadığında haber metninin ilk paragrafı alınmalıdır. Haber tek
paragraftan oluşuyorsa ilk cümle haber girişi olarak alınabilir.
c. Fotoğraf
2. Şematik Yapı
a. Durum
1. Ana Olayın Sunumu
2. Sonuçlar
3. Ardalan Bilgisi
4. Bağlam Bilgisi
b. Yorum
1. Haber kaynakları
2. Olay taraflarının olaya getirdikleri yorumlar
Sayı 40 /Bahar 2015
50
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
B. Mikro Yapı
1. Sentaktik Çözümleme
a. Cümle yapılarının aktif ya da pasif olması
b. Cümle yapılarının basit ya da karmaşık olması
2. Bölgesel Uyum
a. Nedensel İlişki
b. İşlevsel İlişki
c. Referansal İlişki
3. Kelime Seçimleri
4. Haber Retoriği
a. Fotoğraf
b. İnandırıcı Bilgiler
c. Görgü Tanıklarının İfadeleri
Van Dijk’in söylem analizi yöntemi haber çözümlemelerine dayanmaktadır. Ancak
Ülkü (2004:312) Van Dijk’in haberleri yalnızca metinsel ve yapısal açıdan incelemediğini,
anlam ve üretim düzeylerine de çözümleme ve açıklama getirdiğini ifade etmektedir.
Van Dijk (2004: 352) bu yöntemin öncelikle toplumsal gücün kötüye kullanımının,
tahakkümün ve eşitsizliğin yeniden üretilme ve uygulanma şekilleriyle, bu uygulama ve
yeniden üretilme şekillerine toplumsal ve politik bağlam içerisinde metin ve konuşma
yoluyla direnme biçimlerini inceleyen bir söylem çözümlemesi araştırması olduğuna
vurgu yapmaktadır. Van Dijk’in kullandığı söylem analizi yönteminin metin üzerine
yaptığı bu vurgu, eleştirel söylem çözümlemesinin diğer metinlere de uygulanabileceğini
ortaya koymaktadır. Birer metin olarak ele alınabilecek olan filmler de eleştirel söylem
çözümlemesi yöntemi ile analiz edilebilmekte ve bu çalışmada da dolayısıyla Van Dijk’in
yöntemi temel alınmaktadır.
ESÇ, bir araştırmacılar ağı olarak 1990’ların başında, 1991 yılının Haziran ayında
Amsterdam’da düzenlenen küçük bir sempozyumun ardından ortaya çıkmıştır. Amsterdam
Üniversitesinin katkılarıyla, Teun Van Dijk, Norman Faircolugh, Gunter Kress, Theo
van Leeuwen ve Ruth Wodak birlikte çalışarak, söylem analizi ancak özellikle eleştirel
söylem çözümlemesinin yöntem ve teorileri üzerine tartışma fırsatı buldular. Bu grup
çalışmasında farklılıklar ortaya çıktı ve ortak noktalar belirlendi. Bu çalışmada Söylem
Çözümlemesi içerisindeki diğer kuram ve metodolojilerle arasındaki farklar ve aynılıklar
ortaya kondu. Bu zaman zarfında Gunter Kress ve Ron Scollon gibi bazı araştırmacılar
ESÇ ile bağlarını kopardılar ve diğer teorik çerçeveleri tercih ettiler (Wodak ve Meyer,
2009: 3).
Yukarıda ortaya çıkışı özetlenen ve farklı alanlardan gelen farklı araştırmacıların
dâhil olduğu ESÇ hiçbir zaman tek ya da belirli bir teoriye sahip olmamıştır. ESÇ içerisinde
51
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
tek bir belirli metodoloji yoktur. Tersine, ESÇ içerisindeki çalışmalar çok çeşitli, farklı
kuramsal altyapılara sahiptir. Bu alanda çalışan araştırmacılar da birbirinden çok farklı
yaklaşımlara sahip bulunmaktadır. Ancak belirtilmesi gereken her araştırmacının ESÇ’nin
temel kavramlarına kendi yaklaşımını açık ve net şekilde ortaya koyması gerektiğidir.
Çalışmada kullanılacak olan eleştirel söylem çözümlemesi yöntemi aşağıdaki şekilde
tablolaştırılmıştır:
A. Makro Yapı
1. Tematik Yapı
2. Toplumsal Bağlam
3. Olay Örgüsü
B. Mikro Yapı
1. Karakterler ve Diyaloglar
1.1. Engelli Bedenlerin Temsilleri
2. Görüntü
2.1. Görüntü Düzenlemesi
2.1.1. Çerçeve
2.1.2. Renk
2.1.3. Kamera Hareketi
3. Ses ve Müzik
4. Bağlam ve Filmin Adı Arasındaki İlişki
Yukarıda tablolaştırılan bu yöntemden yola çıkarak ele alınan filmde iktidar
ilişkisinin karakterlerin diyalogunda nasıl ortaya çıktığı, filmin dilsel pratiklerinin nasıl
işlediğini, filmde metafor, metonomiler ve yan anlamların ve filmin kelime seçimlerinin
nasıl işlediği incelenecektir.
Beden ve Hastalık
Temsil, imge ve metinlerin, temsil ettikleri orijinal kaynakları doğrudan
yansıtmalarından ziyade onları yeniden kurmalarını anlatan bir terimdir. Göstergebilim,
dilbilim, Marksizm ve feminizm içinde önemli bir kavram olan temsil, anlamın
kurulmasının önemli bir yönüne işaret eder. Bu sebeple toplumsal süreçlere önemli
katkılar yaptığı belirtilmelidir (Marshall, 1999:725). Kimliklerin, etnik kökenlerin ve
en önemlisi bedenlerin temsil edildiği sinema filmlerini de orijinal kaynakları doğrudan
yansıtan pratikler olarak değil, bu kaynakların yeniden inşa edildiği ya da kurulduğu
mecralar olarak ele alınmasının temel nedeni de temsilin yukarı da belirtildiği gibi inşacı
doğasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle sinema filmlerinde ortaya konulan beden,
Sayı 40 /Bahar 2015
52
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
verili bir biyolojik gerçekliği yansıtan bir olgu olarak değil; tıpkı toplumsal hayatın
içerisinde olduğu gibi toplumsal ve kültürel olarak kurulan bir yapı şeklinde ele alınacaktır.
Bedenin toplumsal yönüne vurgu yapan ve beden-ruh ikiliğini aşan beden sosyolojisi bu
çalışmanın kavramsal çerçevesini ve filmleri ele alma biçimini belirlemektedir. Beden
sosyolojisinin yanında hastalıkların söz konusu filmde temsilinin ortaya konulmasında
sağlık sosyolojisinden de faydalanılacaktır.
Sosyolojide bedenin bir inceleme alanı olarak görece çok geç dönemde ortaya
çıktığı görülmektedir. Sağlık ve hastalık kavramları ise sağlık sosyolojisi ve tıp sosyolojisi
başlığı altında 1950’lerden beri sosyolojinin inceleme nesnesi olmayı başarmıştır.
Antropoloji ve felsefede ilgi alanı olan beden ise ancak 1980’lerde sosyolojide kendisine
yer bulabilmiştir. Bu durumda klasik sosyolojinin insan bedenini görmezden gelmesinin
payı büyüktür. Yukarıda da belirtildiği üzere bu çalışmada Türk sinemasında hastalık
ve engellilik temsillerinin ortaya konulmasında beden sosyolojisi, sağlık sosyolojisi ve
engellilik sosyolojisi (ya da engellilik çalışmaları) kuramsal bir çerçeve oluşturmada
ve filmlerin çözümlenmesinde yol gösterici kuramlar olarak ele alınacaktır. Turner
(2011:11) beden sosyolojisinin tıp sosyolojisinin önemli bir teorik temeli haline geldiğini
belirtmekte ve tıp sosyolojisi üzerine yaptığı incelemede uygun bir tıp sosyolojisinin bir
beden sosyolojisini gerektirdiğini öne sürmektedir. Buna göre geleneksel beden ve zihin,
birey ve toplum ayrımları bir toplumsal bedenleşme (embodiment) anlayışı geliştirilerek
uygun bir biçimde araştırılabilir. Dolayısıyla beden sosyolojisi ile sağlık sosyolojisi ya
da Turner’ın ifadesiyle tıp sosyolojisi ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bu çalışmada
Türk sinemasında beden temsilleri çözümlenirken engelliliğin ve hastalığın bir arada ele
alınmasını nedeni de Turner’in bu savına dayanmaktadır. Beden ve hastalık ile engelliliğin
ayrı ayrı ele alınması kuramsal açıdan büyük bir hatayı da beraberinde getireceğinden
birlikte ele alınmaktadır. Bu bağlamda çalışmada son dönem Türk sinemasında beden ve
bedenin temsilleri hasta beden üzerinden çözümlenecektir.
Klasik sosyoloji bedene görünmez bir nitelik atfetmiştir. Klasik sosyolojinin
kurucularından olan E. Durkheim, M. Weber, G. Simmel ve T.Parsons gibi kuramcıların
çalışmalarında beden vardır, ama görünmüyordur. Buna karşılık diğer bilim dallarında
bedenin daha ön planda olduğu görülmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi örneğin
antropolojide beden insanın ilk ve doğal aleti olarak kabul edilir ve fiziksel bedenin
toplum ve kültür tarafından biçimlendirildiği kabul edilmektedir. Felsefede ise Kartezyen
düalizmin beden- ruh ikiliği anlayışına çok ciddi bir eleştiri getiren Merleau-Ponty için
beden Kartezyen tanımın dışına taşan anlamlara sahiptir. Merleau Ponty’e göre dünyayı
algılama ve deneyimleme beden aracılığıyla gerçekleşir. Bu görüş bedenin toplumsal
yönünün vurgulandığı çalışmaların önünü açmıştır (Nazlı, 2009: 61-62). Emre Işık da
(1998:13), Batı düşüncesinde bedenin aklın karşıtı olarak değerlendirilmesinin bedenin
sosyolojide geç bir araştırma konusu olmasında temel öneme sahip olduğunu belirtmektedir.
Buna göre beden batı düşüncesinde aklın karşısında ‘öteki’ olarak kurulmuştur.
Erken dönemde M. Foucault ve G. Deleuze gibi Fransız yapısalcılık sonrası
düşünürlerin beden üzerine ortaya koydukları yaklaşımlar, daha sonra B.S. Turner
ve Pierre Bourdieu gibi sosyologların insan bedenini toplumsal yapının merkezine
yerleştirerek yaptıkları çözümlemeler, ayrıca feministlerin toplumsal cinsiyet ve cinsellik
53
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
gibi konuları tartışmaya açmaları sayesinde beden birçok alanda toplumsal çözümlemenin
içine girmiştir. Yapısalcılık sonrası düşünürler Batı düşüncesindeki, özellikle Aydınlanma
düşüncesi içerisindeki aynılık-ötekilik ayrımını, genelde ise karşıtlıklarla düşünen tüm
Kartezyen yapısını ve düz-doğrusal tarih anlayışını eleştirmektedirler (Işık, 1998:13-14).
Yapısalcılık sonrası düşünürlerin eleştirileri bedenin sadece biyolojik ve verili bir olgu
olmadığı, fakat aynı zamanda toplumsal ve kültürel pratiklerin temelinde yer aldığı ve
bu pratikler tarafından inşa edildiğini ortaya koymuştur. Yapısalcılık sonrası düşünürlere
benzer biçimde, feministler de beden konusunun öne çıkmasına etkili olacak yaklaşımlar
ortaya koymuşlardır.
Feminizm, insanın bir cinsiyeti olduğunu belirtir. Böylece cins-cinsiyet ayrımlarına
işaret ederek, bir modern toplum eleştirisi getirmenin yanı sıra, bedenin toplumsallığına
da işaret eder. Bedenin toplumsal çözümlemede merkezi bir konum almasının temel
nedenlerinden bir diğeri ise tüketim toplumunun hazcı yapısındaki temel nesnesinin beden
olmasıdır. Bedenin daha güzel görünmesi, sağlığı ve kontrolü, tüketim toplumunun temel
hedefi olarak ortaya çıkar. Postmodernizm de ise beden temel bir çalışma alanı olarak ortaya
konulmaktadır (Işık, 1998:14-15) Bedenin toplumsal araştırmanın merkezine yerleşerek
öneminin giderek artması ve sosyolojinin araştırma ve çözümleme konusu olarak ortaya
çıkmasını sağlayan toplumsal ve kültürler faktörler üç başlık altında toplanabilmektedir:
1) 1960’lardan başlayarak günümüze kadar etkisini sürdüren feminist hareket. (2)
Batı’da nüfus piramidinin değişen yapısı nedeniyle, yaşlıların artan oranıdır. Gelişen tıp
bilimi, hastalıkların tedavisi konusunda yaşanan gelişmeler, yasam beklentisinin artısı
bedene yönelik tıbbi yatırımı da zorunlu kılmış ve yaşlı/genç beden, yaşam kalitesi
kavramlarının odağında yer alan beden sosyal, tıbbi ve akademik alanda önem kazanmaya
başlamıştır. (3) Kapitalizmin günümüzdeki görünümleriyle bağlantılı tüketim kültürünün
yükselişi yine çok önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır (Nazlı, 2004:26). Feminizm,
sağlık ve hastalık konularının toplumsal hayatın merkezinde yer alması ve tüketim
kültürünün beden üzerine odaklanması beden sosyolojisi alanının temellerinin atılmasında
çok önemli bir rol oynamıştır; ancak bu alanda en büyük etkiyi yukarı da belirtildiği üzere
Fransız düşünür Michel Foucault yapmıştır. Beden sosyolojisi, Foucault’nun çalışmaları
sayesinde Batı felsefesi ve sosyolojisinde en çok tartışılan araştırma alanlarından biri
olmuştur. Foucault, yaptığı kazı bilim çalışmalarıyla insan bedeninin salt biyolojik olarak
verili bir kendilik olmadığını, her durumda toplumsal olarak kurulup yapılandığını açıkça
göstermiştir (Güçlü ve Uzun, 2002:188).
Beden, Foucault’nun çalışmalarında modern toplumların çözümlenmesinde anahtar
kavramlardan birisi olarak yer alır. Özellikle bedenin kontrol altına alınması ve disipline
edilmesi ile ilgilenen Foucault için hapishaneler, hastaneler ve tımarhaneler bedenleri
uysallaştırmak üzere kapalı alanlarda tutulmaya mahkûm etmişlerdir. Ancak beden
yalnızca tıbbi söylemin içerisinde ya da antropolojik olarak Batı tarihinde değil, evrensel
dinler içerisinde de önemli tartışma konusudur.
Din tarihinde ve tıp söyleminde beden üzerinde şekillenen tartışmalar bedenin kime
ait olduğu ve beden üzerinde kimin hâkimiyet kuracağına ilişkindir. Din de (Hıristiyanlıkta
ve İslam’da) bedeninin ruha göre ikincil konumda olması ve beden ile nefs terbiyesi gibi
Sayı 40 /Bahar 2015
54
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
pratikler beden üzerinde hâkimiyet kurma yolları olarak okunabilir. Beden üzerindeki
tartışmaların esasen iktidar meselesi üzerine olduğunu savunan Demez’e (2009:9) göre
beden üzerine yapılan tartışmalarda, bedenin bir mülk, mülkiyet olarak algılandığını ve
tartışmaların bu mülkiyetin kullanım hakkının kimde olacağı ekseninde döndüğünü ifade
etmektedir. Foucault’nun alana yaptığı en büyük katkı da bedeni bu iktidar ilişkilerinin
merkezine yerleştirerek ele almasıdır.
Foucault yalnızca beden sosyolojisinin temellerini atmamış, aynı zamanda tıp ya
da sağlık sosyolojisi için de temel öneme sahip görüşler ortaya koymuştur. Toplumbilim
içerisinde sağlık ve hastalık kavramlarını inceleyen dal sağlık ya da tıp sosyolojisidir.
Turner da (2011:19) Foucault’u tıp sosyolojisi için merkezi önemde görür. Foucault, belirli
tıbbi söylemler ile toplumdaki güç kullanımı arasındaki ilişkiyi, yani söylemler, pratikler
ve uzman meslek grupları arasındaki ittifakın nasıl geliştiğini araştırır. Bu Foucaultcu
güç/bilgi araştırması bir beden (bireyler) ve bedenler (nüfus) araştırması etrafında
düzenlenmiştir (2011:19-20). Sağlık, hastalık ve tıp bilimine bu açıdan yaklaşıldığında,
tıp bilimi tarafından üretilen bilginin bedenler ve dolayısıyla toplum üzerinde iktidar
kurmanın bir parçası haline geldiği görülmektedir. Tıp söyleminin toplumsal egemenliği
sürdürmenin bir yolu olarak ele almak sağlık sosyolojisinin dolayısıyla toplumbilimin de
sağlık ve hastalık kavramlarını ele alma biçimini değiştirmiştir.
Sağlık sosyolojisi sağlık ve hastalık kavramlarını toplumsal ve kültürel yapı içine
yerleştirerek inceleyen, toplum ve sağlık arasında nedensellik ilişkileri kuran, bu ilişkileri
araştırarak genellemelere ulaşmaya çalışan teorik ve uygulamalı bir sosyoloji dalıdır.
Sağlık kurumu da aile, eğitim, siyaset, ekonomi, din gibi sosyal bir kurumdur; insanların
gereksinimlerini karşılar ve sosyal bir yapısı vardır. Söz konusu kurumlar atasında sıkı
bir ilişki ve etkileşim vardır. Herhangi birimde meydana gelen bir değişme veya gelişme
diğerlerini de etkilemektedir (Adak, 2002:9). Sağlık ve hastalığın toplumsal doğasına
vurgu yapan sağlık sosyolojisi, sağlık ve hastalığı yalnızca biyolojik süreçler olarak değil;
toplumdan topluma değişen ve bu toplumsal ve kültürel yapı içerisinde kurulan olgular
olarak ele almaktadır.
Adak (2002:9) sağlık ve hastalığın algılanmasının her toplumun kültürünün bir
parçası olduğunu belirtir. Toplumun hastalık hakkındaki değer yargıları, vaziyet alış ve
inançları, kültürün özelliklerini yansıtır. Kültürler arasındaki farklılıklar dolayısıyla,
sağlık-hastalık sisteminde bir görelilik sorunu bulunmaktadır. Sağlık ve hastalık, kültür
biçimlerine göre anlam kazanmaktadır. Sağlık tıptan veya doğadan ziyade toplumun bir
ürünü olmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde hastalık modellerinin ekonomik ve sosyal
gelişmeye koşut şekilde, sistematik olarak değişmesi bunun kanıtıdır. Bu noktada hastalık
kavramının toplumsal ve tarihsel süreç içerindeki değişimlerini ortaya koyabilmek
için Turner’in eşcinselliğin algılanışının tarihsel süreç içerisinde geçirdiği dönüşüm
üzerine verdiği örnek açıklayıcı olmaktadır. Eşcinsellik Hıristiyanlıkta bir günah olarak,
psikolojinin ortaya çıkış döneminde bir davranış bozukluğu olarak ve çağdaş tıpta sadece
bir cinsel tercih olarak görülmüştür (Turner, 2011:20-21). Benzer bir şekilde, delilik
olgusunun toplum tarafından algılanmasındaki değişiklikler de hastalığın toplumsal ve
kültürel olarak kurulduğuna dair görüşü desteklemektedir. Turner’a göre (2011:20-21)
delilik, Foucault’nun sorgulamaya çalıştığı ahlaki tedavisi ortaya çıkmadan önce haylazlık
55
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
olarak görülmekteydi. Şeylerin ne oldukları, nasıl tanımlandıkları, genel kültürün olguları
uzlaşım alanları içine nasıl yerleştirdiğine bağlıdır. Bu bilgi teorisi benimsendiğinde
hastalık doğada yer alan patolojik bir durum değil, aksine toplumsal ve tarihsel süreçlerin
bir sonucu olarak görülür. Dolayısıyla hastalıklar, dünyadaki betimlendikleri dilden
bağımsız olarak ortaya çıkan doğal olaylar olarak ele alınamaz. Bir hastalık durumu ayrıca
bir toplumdaki egemen düşünme biçimin (Foucault’nun terminolojisiyle epistemeyi)
yansıtan tıbbi söylemlerin ürünüdür. (Turner, 2011:20-21). Hastalığın betimlendiği dilden
bağımsız olarak ele alınamayacağına dair yaklaşım, toplumsal ve kültürel olarak inşa
edilen tüm temsil sistemleri (ırk, sağlamlık, engellilik toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim)
için geçerlidir.
Hastalığın toplumsal ve tarihsel süreçlerin sonucu olduğu, dolayısıyla bu ikisinden
bağımsız olarak ele alınamayacağı görüşü ile kitle iletişim araçlarının toplumsal
bağlamdan kopuk olarak incelenemeyeceği görüşünün çakışması düşündürücüdür.
Beden, hastalık, engellilik ve sinema ile toplumsal bağlam arasındaki organik ilişki,
anlamın inşa edilme sürecinin kültürün ve toplumsal pratiklerin sonucu olduğunu akla
getirmektedir. Anlamlar, Hall’a (2002:117) göre tümüyle toplumsal ilişki ve yapılarda
içerilmektedir. Belirli kültürel ve siyasal pratikler aracılığıyla, çeşitli toplumsal konumlara
eklemlenebildikleri ve toplumsal özneleri oluşturdukları ve yeniden oluşturdukları ölçüde
toplumsal olarak işlev görmektedirler. Anlam dolayısıyla iktidar ilişkilerinin oyun alanı
dışında kavramsallaştırılamaz.
Sonuç olarak beden, hastalık ve engelliliğe ilişkin söylemler toplumsal ve kültürel
yapıdan ve iktidar ilişkilerinden bağımsız olarak ele alınamadığı gibi, sinemada da bedene,
hastalığa ve engelliliğe ilişkin olarak ortaya konan temsiller de toplumsal ve kültürel
bağlam ve pratiklerden ayrı olarak incelenemez. Sinema filmlerinde bedenin, hastalığın ve
engelliliğin temsili ile toplumsal ve kültürel yapıda bedene ve hastalığa ilişkin uylaşımlar
arasında benzerlik ve farklılıkların ortaya konulması böylece bir sorun olarak karşımıza
çıkmaktadır. Son dönem film çalışmalarında toplum ve sinema birbirini inşa eden iki taraf
olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda beden ve hastalık kavramlarının sinemada nasıl
temsil edildiği ve yeniden üretildiği bu çalışmanın temel sorununu oluşturmaktadır.
Sinemada Beden ve Hastalık
Sinema filmlerinde temsil edilen beden içerisinden çıktığı toplumsal bağlamdan
bağımsız değildir. 1960 ve 1970 yılları arasında geniş bir izleyici kitlesine ulaşan Yeşilçam
sinemasında hastalık temsilleri bu anlamda dikkat çekmektedir. Bu dönemde özellikle
verem ve hastalık olarak temsil edilen körlük, sakatlık gibi engellilik türlerine filmlerde
sıklıkla yer verildiği görülmektedir. Günümüze gelindiğinde ise çalışmada incelenecek
filmler göz önünde bulundurulduğunda çağın hastalıkları olarak adlandırılan kanser ve
Alzheimer gibi hastalıkların daha ön planda olduğu görülmektedir.
Ryan ve Kellner (1997:34) film ve toplumsal tarih arasındaki ilişkiyi bir söylemsel
şifreleme süreci olarak kavradıklarını ifade ederek, bu yaklaşımla sinemada işlerlik
gösteren temsillerle toplumsal hayatın yapısını ve biçimini belirleyen temsiller arasındaki
bağlantıları vurgulamayı amaçladıklarını belirtmektedirler. Toplumsal düzen, günlük
hayatın biçimini belirleyen söylemlerden oluşmaktadır. Filmler ise toplumsal yaşamın
Sayı 40 /Bahar 2015
56
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
söylemlerini diğer bir ifade ile biçim, figür ve temsillerini şifreleyerek sinemasal anlatılar
biçiminde aktarmaktadırlar. Filmler sinema ortamının dışında yatan bir gerçekliği
yansıtan araçlar olmaktan ziyade, farklı söylemsel düzlemler arasında bir aktarım
gerçekleştirmektedirler. Bu yolla, sinemanın kendisi de toplumsal gerçekliği inşa eden
kültürel temsiller sisteminin bütünlüğü içerisinde yerini almaktadır. Bu inşa süreci
ise kısmen temsillerin içselleştirilmesiyle ortaya çıkmaktadır (1997:35). Dolayısıyla
yukarıda Türk sinemasında hastalık temsillerinin geçirdiği dönüşüm kısaca betimlenirken
ifade edildiği gibi sinemadaki beden, hastalık ve engellilik temsilleri Türk toplumunun
toplumsal yapısının belirleyen koşulları yansıtmakta, hastalığa bakış açısını ortaya
koymakta ve toplumda hastalığa karşı geliştirilen söylemleri de yansıtmaktadır. Hall
(2005:208) tüm toplumsal hayatın, toplumsal pratiğin her yönünün kodlar tarafından
düzenlenen ve çeşitli söylemler aracılığıyla eklemlenen bir göstergeler ve temsilleri
sistemi tarafından dolayımlandığını ifade etmektedir.
Bu temsiller sistemi kültürden devralınmamakta ve kişiler tarafından içselleştirilerek
benliğin bir parçası haline getirilmektedir. Bu nedenle, bir kültüre egemen olan temsiller
aslında can alıcı politik önem taşırlar. Kültürel temsillerin temel önemi de toplumsal
gerçekliğin nasıl inşa edileceğine ilişkin olarak diğer bir ifadeyle toplumsal yaşamın
ve toplumsal kurumların şekillendirmesinde hangi figür ve sınırların baskın çıkacağı
konusunda çok etkin bir rol oynamalarından kaynaklanmaktadır. Kültürel temsillerin
üretimi üzerinde söz sahibi olmak toplumsal iktidarın muhafazası açısından kritik önem
taşımaktadır ve toplumsal dönüşümler amaçlayan ilerici hareketler için de vazgeçilmez
bir kaynak oluşturmaktadırlar (Ryan ve Kellner, 1997:37). Sinema günümüzde çağcıl
toplumlarda sözü edilen politik mücadelelerin ve iktidar söylemlerinin mücadele ettiği çok
önemli bir kültürel temsil pratiğidir. Sinema filmleri toplumsal gerçekliğin üretilmesinde
ve inşa edilmesinde çok önemli işlevleri olan bir sanat dalıdır.
Sinemada beden temsiline ilişkin ilk çalışmalardan birini ortaya koyan Laura
Mulvey kadın bedeninin nasıl erkek bakışının nesnesi haline getirildiğini çözümleyen ve
kült haline gelmiş ‘Görsel Haz ve Anlatı Sineması’ başlıklı makalesinde yukarıda sözü
edilen iktidar ilişkilerinin dolayısıyla ataerkil bakışın kadın bedenini temsil biçimlerini
ortaya koymaktadır. Mulvey (1997:41) anadamar film uylaşımlarının dikkati insan
bedenine odakladığını ifade ederek, anadamar film anlatısında ölçek, uzam ve öykülerin
antromorfik yani insanbiçimci olduğuna vurgu yapar. Mulvey’e göre (1997:41) burada
merak ve bakma isteği, benzerlik ve tanımanın çekiciliğiyle içiçe geçer. İnsan yüzü, insan
gövdesi, insan bedeniyle çevresindeki ilişki, kişinin dünyadaki görünür varlığıdır.
Klasik anlatıda bedenin yer alma biçimlerini inceleyen Rosen de (1986:30) film
yapım pratiğinde, her şeyden önemli olanın, bedeni ve yüzü mütemadiyen odak noktası
haline getirme olduğunu belirtir. Klasik bir sahne ortaya koymak için film yapımcısı, film
tekniğini bu yapıya bağlı kalacak şekilde yerleştirir.
Beden politikalarının yansıdığı en önemli mecralardan biri olarak sinema sanatında
yer alan beden, toplumun beden politikalarında bağımsız olarak ele alınamaz. Zira film
pratiği içerisinde yer alan beden temsillerinden o toplumdaki ve kültürdeki beden, güç
ve arzu ilişkileri okunabilmektedir. Türkiye bağlamında ele aldığımızda yeni oluşan
57
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
genç ulus devletin beden politikalarının modernleşme ve Batıcılık üzerine kurulu olduğu
görülmektedir. Modernleşme ve batıcılığa bağlı olarak gelişen beden politikaları özellikle
Yeşilçam sinemasında kendini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak buna geçmeden önce
beden politikalarının Türkiye örneğinde gelişim süreci açıklanmalıdır. Türkiye’de
gelişen beden politikalarını beden terbiyesi ve spor tarihi açısından alan Akın’a göre
(2010: 237) Türkiye’de ulus devletin inşası sırasında benimsenen beden politikaları
bütün dünyada yaşanan ortak bir modernite sürecinin ürünüdür; fakat bu politikaların
gelişimi uygulandıkları her sosyal ve politik bağlamın mevcut şartlarına, bu politikaların
muhatapları olan toplumsal aktörler arasındaki dengelere ve bu aktörlerin kendi iç
mücadelelerine bağlı olarak değişiklilik göstermiştir. Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet
döneminde beden politikaları Foucault’un daha önce açıklanan biyo-iktidar kavramına
koşut olarak gelişmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde beden politikalarının amacı bütün
nüfusun özellikle de çocuk ve gençlerin, salgın hastalıklar, savaşlar, yoksulluk, kötü
beslenme ve diğer benzeri sorunlar yüzünden bozulmuş olan sağlığını düzeltmektir (Akın,
2010:239). 50’li yıllarla birlikte halk sağlığı üzerine kurulu, sporu ve bedensel faaliyeti
sağlığın temeli olarak gören beden politikalarından, batılılaşma ve modernleşmenin giyim
kuşam üzerinden yansıtıldığı bir döneme geçilmiştir. Bayrakdar (2006:278) 1950’lerin
sonundan 1960’lara kadar olan dönemde muhafazakâr yapının alttan alta sürdürülürken,
1960 ihtilalinin ve Amerikan tarzı yaşam modelinin yaygınlaşmasıyla kadınlar cephesinde
giyim ve tutumda bir özgürleşme talebinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu dönemde orta
sınıf şehirli kadınların etek ve bluz, tayyör, döpiyes gibi sınıflarına göre giyim tarzlarının,
dönemin yayılmaya çalışan beden politikalarının ortaya koyduğu cumhuriyet kadını
imgesiyle örtüşmektedir. Bu giyim tarzı ve beden politikası Türk sinemasını da etkilemiş
ve belirtilen giyim tarzının yaygınlaşmasında büyük etkileri olmuştur. Bayrakdar’ın ele
aldığı Küçük Hanımefendi (1961) ve Ayşecik Şeytan Çekici (1960) gibi filmler şehirli ve
Batılı giyim tarzının yansıtıldığı örnekler olarak karşımıza çıkar.
Modernleşmeye bağlı gelişen beden politikaları Orhan Aksoy tarafından yönetilen
Kezban (1958), Kezban Roma’da (1970) ve Kezban Paris’te (1971) serisi filmlerinde de
açıkça görülmektedir. Kezban isimli köylü kızının Paris ve Roma şehirlerinde ‘özünü’
kaybetmeden modernleşme öyküsünü anlatan film, Batılılaşmayla birlikte Türk insanın
önüne bir ideal olarak konulan Batılı, medeni bedenin temsili özellikle giyim-kuşam
üzerinden kendini ortaya koymaktadır.
Serinin ana karakteri Kezban’ın kıyafetlerinde yaşanan değişim dikkat çekicidir.
Yazması ve uzun örgülü saçlarıyla filmin başında gördüğümüz köylü kızı ilerleyen
kısımlarda sırasıyla önce yazmasını çıkartmakta, ardından örgülerini çözmekte ve en
sonundaysa sarı renkli kısa Avrupalı modern bir saç kesimine sahip olmaktadır. Böylece
filmde yer alan Kezban karakterinde somutlaşan beden, iktidarın beden politikalarına
uygun şekilde Türk kadının ulaşması gereken medeni Avrupalı bedenin özelliklerine
uygun şekilde biçimlenmektedir.
Sözen de (2008:113) sosyo-kültürel yapının tarih boyunca kendini yeniden üretirken,
beden tasarımlarını da bir değişken olarak hep kullandığını belirtmektedir. Bunun somut
Sayı 40 /Bahar 2015
58
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
izlerini ise, bedene bir form olarak biçim verilişinden başlayarak, giyim, kuşam olarak
kendini kamusal ve özel alanda ifade etme tarzına kadar geniş bir yelpaze içinde görmek
mümkündür. Bu açıdan yaklaşıldığında beden sadece fiziksel olarak değil, sosyal bir
tasarım ve kurgu olarak da toplumsal politikaların nesnesidir.
Günümüze gelindiğinde ise beden politikaları özellikle tüketim kültürünün etkisiyle
oluşturulmaktadır. Sağlıklı ve güzel olmak en yaygın beden politikası şeklinde karşımıza
çıkmaktadır. Tüketim kültürü içerisinde beden politikaları iki şekilde gelişmektedir.
Birincisi bedeninin korunmasına yönelik pratikler, ikincisi ise bedeninin dış görünüşüne
ilişkin pratiklerdir. Sağlıklı beslenme, rejimler ve spor yoluyla bedeni genç ve sağlıklı
tutma zorunluluğu ya da bunun gerçekleştirilebileceği vaadi medya tarafından sıklıkla
ileri sürülmektedir. Türk toplumunda ise sağlıklı ve genç gözükmenin yanında Batılı
fiziksel özellikler olarak görülen sarışın ve açık tenli olmak bir ideal olarak sunulmaktadır.
Çintay’a göre (2011:6) Türkiye’de sarı saç ve mavi göz bir çağdaşlık, modernlik, güzellik,
gelişmişlik ve Batılılık emaresi olarak görülmektedir. Bu açıdan yaklaşıldığında Avrupai
fiziksel özelliklere sahip olmak bir ayrıcalıktır. Çintay (2011) Avrupalı fiziksel özeliklere
sahip olan Filiz Akın, Cüneyt Akın gibi sinema oyuncalarının popülerliliğini de buna
dayanarak açıklar. Dolayısıyla Türk kültüründe Batılılaşmaya giden yol sarı saç, mavi
göz ve beyaz tenden geçmektedir.
Katharina Young da (2003:438) bedenin kültürel yönüne vurgu yaparak, bedenin
doğal bir nesne olmayıp, kültürel bir ürün olduğunu ifade eder. Buna göre beden kültür
içinde biçim almaktadır. Young (2003:438) bu durumu “kültürün bedenselleşmesi” olarak
tanımlamaktadır. Kültürün bedenselleşmesinin temsil biçimleri sinemada karşılığını
bulmakta, Türk sineması ise, Erdoğan’a göre (1998:162-163) beden temsilini çok karmaşık
bir eklemlemeler dizisi içinde oluşturmaktadır. Türk sineması düz aydınlatma ve cephe
çekimleriyle minyatürleri andıran bir estetik düzenleme içinde bedeni imgeleştirmektedir.
Yeşilçam’ın bedeni aynı zamanda bir yıldız metnidir. Yıldız metni, yıldız personasıyla
örtüşen ve onun üzerinde bazı kısıtlamalar getirebilen bir oluşumdur. Bu oluşum içinde
yıldızlar bazı kurallara bağlı kalarak, perdede cinsel gösterilerden kaçınabilirler. Bedenleri
çekicidir ama cinsel bakımdan kolay kolay kışkırtıcı olamazlar (1998:162-163).
Yeşilçam sinemasına bu açıdan yaklaştığımızda Kartezyen düşüncedeki ruh-beden
ikiliğini koruduğu söylenebilmektedir. Yeşilçam sinemasının yaygın repliklerinden
biri olan “Bedenime Sahip Olabilirsin Ama Ruhuma Asla” cümlesi bu ikilik anlayışını
yansıtan kült ifadelerden biridir. İlginç olan tıpkı bedenin Klasik sosyolojide yer almaması
gibi, aynı şekilde bedenin de Türk sineması çalışmalarında yer almamasıdır. Yeşilçam
sinemasını modernleşme ve kimlik bağlamında inceleyen çalışmalar moda-giysi ve
modernleşmeyi çözümlemenin merkezine almakta, ancak bedeni çözümlemenin adeta
dışında tutmaktadır.
Bayrakdar (2006:276) Batılı ideallere göre bir Cumhuriyet kadını yetiştirme
sürecine Türk sinemasının da katkıda bulunduğunu belirterek, Türk sinemasının özellikle
1950’ler ve 60’lı yıllarda bir kimlik olgunlaştırma enstitüsü olarak işlev gördüğünü ifade
etmektedir. Buna göre Bayrakdar (2006:288) 50’li yıllarda modanın daha çok dergilerden
takip edildiğini, 1960’lı yıllarda modayı yaygınlaştıranın ise kadın matinelerinde gösterilen
59
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
filmler olduğu tespitinde bulunur. Moda Turner’ın iç ve dış beden ayrımında, dış beden
analizinde önemli bir yer tutmaktadır. Günümüzde tüketim bağlamında incelenebilecek
moda olgusunun, 50’li ve 60’lı yıllarda Türkiye’deki gelişiminin daha çok bir kimlik
ve beden politikası bağlamında ele alınması gerekmektedir. Yukarıda ‘Kezban Paris’te’
filminden yola çıkarak ifade ettiğimiz gibi Türk sineması 50’li ve 60’lı yıllarda modern,
Batılı kimliğin temsil edildiği ve halk kitlelerine kabul ettirildiği en önemli mecralardan
biri olmuştur. Çalışmada son dönem Türk sinemasında beden ve hastalık temsillerinin
bu anlayışı sürdürüp sürdürmediği araştırılarak, günümüz beden politikalarının son
dönemde çekilen Türk filmlerine nasıl yansıdığı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi Açısından Analizi
Filmin Konusu: Tarlabaşı’nda perukçuluk yapan Hamdi, yalnız yaşayan bir
adamdır. Eski bir otomobilden başka hiçbir şeyi yoktur. Günlerini ve gecelerini, aynı
zamanda evi olan dükkânından sokağa bakarak, gelip geçen arabaları ve karşı kaldırımda
bekleyen sarı saçlı, kırmızı paltolu kadını izleyerek geçirir. Yakında kanserden öleceğini
bilen Hamdi’nin tek isteği, ölmeden önce Brezilya’ya gidebilmektir. Bir gün dükkânına
saçlarını satmak isteyen Meryem gelir ve Hamdi Meryem’den çok etkilenir. Meryem’i takip
etmeye başlar, evini ve çalıştığı alışveriş merkezini öğrenir. Evli olan Meryem’in kocası
Musa morgda ölü yıkayıcı olarak çalışır. Meryem kocasının onu aldattığını öğrendiğinde
Musa’dan dayak yer. Hamdi Meryem’in dövüldüğünü anlayınca Musa’yı takip eder ve
fırsatını bulduğunda onu öldürür. Hamdi artık Meryem’in evinde kalmaktadır. Bir akşam
elinde paketlerle eve gelir. Meryem’i televizyonun karşısında bulur, daha sonra Musa
gelir ve üçü hiçbir şey olmamış gibi yemek yerler, ancak hiç konuşmazlar. Ertesi gün
Hamdi yine dükkânındadır, her zaman yaptığı gibi boyunu ölçer ve karşı kaldırımdaki
kadını seyreder.
Makro Yapı
Tematik Yapı
Film bir bütün olarak ele alındığında yalnızlık ve şehir yaşamına dâhil olamama
anlatının başat temaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Hamdi ve Meryem’in kenara
itilmişlikleri ve yaşadıkları ilişki ise filmin yan temaları olarak anlatıda yer alır.. Filmin ana
karakteri olan kanser hastası Hamdi’yi hayata yeniden bağlayan Meryem ve Meryem’in
kadınlığının en önemli simgesi saçları olmuştur.
Saç, görünüşte insan vücudunun en yüzeysel kısmıdır, ancak kültürde derin anlamlar
ihtiva eder. Saç biçimleri, şekil verme uygulamalarına ek olarak insanların inançları ve
davranışları hakkında mesajlar taşır. Saç şekline bakılarak bir insanın ahlakı, cinsel tercihi,
politik görüşü ve dinsel fikirleri hakkında anlam çıkarmaya ve hüküm vermeye çalışılır.
Bazen saç, anlamı itibariyle kültüre has özellikler taşırken bazen de kültür ötesidir. Saçla
ilgili kuram veya teoriler, saç biçimlerinin veya saçla ilgili uygulamaların yorumlanmasını
sağlar (Delaney, 2004: 90-91). Saç’ın filmde hayata bağlanmanın ya da diğer bir ifadeyle
Sayı 40 /Bahar 2015
60
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
ne kadar ömrü kaldığını bilmeyen bir adamın son çırpınışlarının metaforik bir göstergesi
olması kültürel ve toplumsal olarak saça yüklenen anlamlarla da bağlantılıdır.
Delaney (2004:93-99), uzun saçın kadınlığın sembolü ve övüncü olduğunu
belirterek, ataerkil kültürlerde kadınların sahip olduğu düşünülen serbest ve sınır
tanımayan cinselliklerinin hafifletilmesinin ve ayrıca da kontrol altına alınması gerektiğinin
düşünüldüğünü ifade etmektedir. Bu evlilik için saçın örülmesiyle sembolize edilir.
Saç kesmek ise sosyal kontrolün bir biçiminden diğerine geçişi sembolize etmektedir.
Dolayısıyla Hamdi’nin Meryem’in saçlarını önce örüp sonra kesmesi, Meryem’in evlilik
bağının kopmasına ve daha sonra bu bağın Hamdi’yle kurulacağının bir eğretilemesi
olarak okunabilir. Hamdi, Meryem’in evinde evlilik fotoğraflarını gördüğünde saçları
beline kadar uzamış ve örgülüdür.
Meryem’in saçları Hamdi için hayata bağlanmasını sağlayan bir bağlantı noktası ve
yaşama katılmasını sağlayan bir bağ simgesi de olmaktadır. Uzun ve örgülü saç fiziksel
görünüş itibariyle de ipe ya da halata benzemekte, bu iki nesne de birbirinden ayrı olan
şeyleri bir araya getirme işlevini üstlenmektedir. Meryem’in saçları bu anlamda hasta
ve yalnız bir adamın hayata yeniden bağlanmasını da sağlamaktadır. Yalnızlık sadece
sinemada değil, neredeyse tüm sanat dallarında ele alınan temalardan biridir. Tarihsel
süreç içerisinde özellikle modern dönemde şehir yaşantısıyla birlikte ortaya çıkan
yalnızlık olgusu resim, edebiyat gibi sanat dallarında da sıklıkla işlenmiştir.
Kent ve kent yaşamı insanları bir araya toplamış ve bireyde yalnızlık ve terk
edilmişlik duygularını yaratmış, kalabalık içerisindeki yalnızlık sanatçılar tarafından
derin bir biçimde hissedilmiştir. Kent hayatının hâkim olduğu hareketlilik ve dinamizm
içerisinde insan, hızlı duygu değişimi içerisine girer. Ancak kentin bu hareketli, renkli
ve çekici görünen yaşamı aldatıcıdır. Kent kültürü ve kent eğlencesi aslında yapmacık
bir olgudur ve sahte cennet imgesi kurarak insanların doğadan uzaklaşıp, doğadan
nefret etmesine, kent hayatının akışına kapılmasına neden olur (Özgör, 2012:55). Ancak
Hamdi’nin yalnızlığı ilginç bir şekilde bu akışa kapılmamasından ya da kapılamamasından
ileri gelmektedir. Bu noktada anlatıda kentli, diğer bir ifade ile kentte doğmuş büyümüş
bireyle, kente dışarıdan gelmiş birey arasında bir çatışma kurulmaktadır. Hamdi gerek dış
görünüşü, giyimi ve müzik zevki ile kentsoylu bireyi değil, kente göçle gelmiş dolayısıyla
da kente uyum sağlamakta zorlanan bireyi temsil etmektedir.
Teber (2009: 351) toplumsal baskılar artıkça insani ilişkilerin bozulduğunu, bunun
da insanları yalnızlığa iterken, insanlar arasındaki içtenlikten yoksun sözde ilişkilerin
yalnızlık olgusunu derinleştirdiğini ifade etmektedir. Bu anlamda anlatıda yalnızlık çeken
tek karakter Hamdi değildir. Kocasıyla açık şekilde iletişim sorunu yaşayan ve aldatılan
Meryem de yalnız bir karakter olarak karşımıza çıkar.
Binlerce yıldır biyolojik kökenleri sebebiyle doğayla ve birbirleriyle yakın ilişki
içerisinde olan insanoğlu moderniteyle birlikte doğadan, tarihten ve tanrıdan kopmuş, bu
da insanlarda ağır yaralar açmıştır. İnsanoğlu yitirdiklerinin kazandıklarından çok daha
fazla olduğunu fark etmektedir. Modern yaşamla birlikte insan yaşamın öznesi konumunu
kaybederken teknolojik gelişmelerle insanın kırılganlığı da kat ve kat artmıştır. Güven
duygusunun da yitirildiği modern yaşamla birlikte insan her geçen gün daha da çözülmeye
61
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
başlamıştır (Teber, 2009:351).
Yukarıda sözü edilen bu çözülmeye karşı insanoğlu hayatına anlam kazandırmak için
bir referans noktası aramaya başlamıştır. Kitle iletişim araçları bu anlamda insanoğlunun
yardımına koşmuş ve hayatı anlamlandırmanın yegâne araçları haline gelmiştir.
Meryem’in evde iletişim kurduğu tek nesne televizyondur ve bu da kitle iletişiminin
temel niteliğinden kaynaklandığı üzere tek yönlü bir iletişimdir. Kocasına yemek hazırlar,
kocası eve gelir, hiçbir şey söylemeden yemek yer. Meryem ise televizyonun karşısında
durmadan bir şeyler atıştırır. Meryem’in yakınlık kurduğu tek kişi alışveriş merkezindeki
iş arkadaşıdır. Meryem adı bilinmeyen bu kadınla karşılıklı diyalog içerisinde değildir.
Kadın konuşur, Meryem dinler. Filmde diyalogun az olması yalnızlık temasını güçlendiren
bir sinematografik seçim olarak karşımıza çıkar. Hamdi ve Meryem’in yalnızlığı yabancı
ve fakir olmaktan gelen bir yalnızlık olarak değil, kent yaşamının dışına itilenlere has
bir yalnızlık olarak resmedilir. Bu açıdan yaklaşıldığında Meryem’in kocası Musa bu iki
karaktere göre daha şanslı gözükmektedir. Musa evde karısıyla iletişim kurmaz. Evlilik
dışı bir ilişkisi vardır. Telefonda sevgilisiyle uzun görüşmeler yapar, düzenli olarak gittiği
bir hamam vardır. Dolayısıyla kentte kendine ait bir yaşam kurmaya çalışır.
Filmin üç ana karakterinden biri olan Musa’nın Hamdi tarafından Meryem’in
intikamını almak için öldürülmesi yalnızlık ve buna bağlı olarak gelişen iletişimsizlik
temasını farklı bir boyuta taşır. Karısıyla diyalog kurmak yerine, aldattığı ortaya çıktığında
şiddet uygulayan bir koca karakteri yaşamına son verilerek cezalandırılır, ancak filmin
sonunda karakter yeniden ortaya çıkar. Hiçbir şey olmamış gibi evine gider ve televizyon
seyreder. Meryem’in onun varlığından haberi olup olmadığını bilemeyiz, ancak Hamdi
bu durum karşısında hayrete düşer. Dolayısıyla hasta karakter neden-sonuç ilişkileri
kurarak bu duruma şaşırır. Hasta olmayan karakter Meryem ise ölen kocasının birden
bire ortaya çıkmasını doğal karşılar. Anlatının finali yalnızlığa ve ölüme dair gerçekçi
bir tavır sergileyen filmin, bu sert yaklaşımını kırar ve izlenenlerin gerçek olup olmadığı
konusunda soru işareti yaratarak kafa karıştırır. Bu tercih filmin anlatı yapısından
kaynaklanır. Modern anlatıya sahip film açık uçlu sonu, gevşek olay örgüsü ve nedensonuç ilişkilerini kıran yapısıyla anlatı biçimini ortaya koyar.
Toplumsal Bağlam
İkili karşıtlıklar seti dişinin ataerkil bir farklılık sistemindeki konumunu açığa
çıkarır. Etkilik/edilginlik, güneş/ay, kültür/doğa, gündüz/gece, baba/anne, anlaşılabilir/
hissedilebilir bu karşıtlıklardan bazılarıdır. Burada belirtilmesi gereken, dişiliğin
daima ikincil önemsiz bir terim olarak tanımlanmasıdır. Bu noktada sağlık ve hastalık
karşıtlığında kadın elbette hastalıkla anılmakta ya da erkeğin sağlıklı güçlü konumunun
karşısına hastalıklı, kırılgan, doğasının esiri edilgin anne ve kalp olarak yerleştirilmektedir.
Bu nedenle sağlık hakkındaki düşünme yolları toplumsal cinsiyete dair tanımlamaları
yansıtır (Kaya, 2011:122-123).Türk sinemasında son dönemde ortaya çıkan hasta erkek
imgelerini de toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirmek yerinde olacaktır. Hastalığın
kadına özgü görüldüğü ataerkil toplumsal sistemde sinemada hasta erkeklerin yer alış
biçimi erkeklerin iktidar kaybından duydukları korku, yaşanan toplumsal değişimler
karşısında konumlarının ne olacağına dair yaşadıkları endişe ve belirsizlikten duydukları
Sayı 40 /Bahar 2015
62
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
rahatsızlığın metaforu olarak okumak olanaklıdır.
Kaya (2011:210) son yirmi yıldır, dünyada ve Türkiye’de yeni bir sağlık anlayışının
hüküm sürdüğünü belirterek, hastalıkla savaşmak yerine, hastalık gelmeden hastalığı
önlemeyi öne çıkaran bu yeni sağlık anlayışı kapsamında, hastalığa neden olabilecek
riskler, yaşam tarzları ve tüketim davranışlarının uzun süre tartışıldığını ve tartışılmaya
devam edildiğini ifade etmektedir. Bu noktada, sağlığın sağlıklı yaşam ekseninde
teşviki bir politik strateji olarak ortaya çıkmış ve bedene karşı belli bir davranış şeklinin
gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Burada sağlığın ve sağlıklı bedenin teşviki, bireye
kendi kendini düzene sokma, bir proje olarak bedenin sürekli izleme ve kontrol etmeyi
dayatmaktadır. Yeni sağlık anlayışı kapsamında teşvik edilen sağlığın ve sağlıklı bedenin
teşviki insanların sağlığa olan ilgisini artırmıştır (Kaya, 2011:120).
Sağlıklı bedene yönelik modern toplumların bu takıntılı ilgisi, sağlığın ve sağlıklı
bedenin bir proje olarak sürekli izleme ve kontrol etmeyi dayatan yaklaşımı sağlıksız/
hasta bedenin ötekileştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Bu yeni sağlık anlayışı
toplum tarafından makbul kabul edilen bedenleri de belirlemede etkin bir rol oynamaya
başlamıştır. Buna göre kitle iletişim araçları ve tüketim kültürü ile de sürekli olarak
desteklenen ve pekiştirilen bu anlayış; sağlığına özen gösteren, hastalık gelmeden
önlemeyi amaç edinen bedeni makbul olarak kabul ederken, hasta dolayısıyla yeni sağlık
anlayışına uymayan, sağlığına özen göstermeyip hastalığı önleyemeyen bedeni öteki
konumuna yerleştirmiştir.
Modern toplumlarda sağlıklı bir bedene sahip olmak kendini gerçekleştirmedir ve
bireyselleştirilmiş bir proje olarak yükselmektedir. Bu toplumda sağlıklı bedenler inşa
etmek ve bu bedenleri kansere ve her türlü hastalığa karşı korumak birincil görevdir ve
bu kişinin kendi sorumluğundadır (Kaya, 2011:124-125).
Nazlı (2009:6-8) bu anlayışın Batılı modern toplumların ölüme bakış açılarından
kaynaklandığını ifade etmektedir. Modern beden, kapitalizm mantığı içerisinde artık özel
mülkiyetin konusudur ve Modern öncesi bedenden farklı olarak, artık bedenin sahibine,
ona iyi bakma sorumluluğu yüklenmektedir. Bu yeni ölüm anlayışında ölümcül hastalık
süreci hastanede yaşanmaktadır. Modern öncesi dönemde ailesinin yanında ve yatağında
ölümü bekleyen hastanın yerini hastanede steril ve yalıtılmış bir ortamda, yalnız olarak
ölümü gerçekleşen hasta almıştır. Ölümün ve ölüme yol açan hastalığın bu şekilde dışlanışı
yaşayan ve sağlıklı birey karşısında ölümü ve hastalığı ötekileştirmiştir.
Sinemada, modern toplumlarda ölümün ve hastalığın hastanede gözlerden uzak
şekilde gerçekleşmesine benzer şekilde hastalığın çirkin süreçleri gösterilmemekte,
ölümcül hastalığa sahip film karakterleri ölüme yolculuklarında şiirsel ve adeta gerçekdışı
karakterler olarak yer almaktadır. Özellikle Sonbahar filminde Yusuf karakterinin
hastalık süreci ve bu sürecin belirtileri olabilecek öksürme, solunum güçlüğü, balgam
gelmesi gibi hastalığa özgü durumlar gösterilmemesi, bu yaklaşıma en güzel örneklerden
biridir. Yusuf saf, temiz ve hüzünlü bir şekilde yaşama veda eder. Bu noktada Kelebeğin
Rüyası’nın karakterlerinden Rüştü’yü istisna saymak gerekir. Rüştü, verem hastalığının
son safhalarını yaşamakta ve anlatı hastalığa dair gerçekçi imgeler sunmaktadır. Öksürük
krizleri, kan gelmesi, aşırı zayıflama gibi vereme özgü belirtiler filmde sıklıkla karşımıza
63
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
çıkmaktadır.
Saç filminde kanser olan Hamdi karakterinin hastalığına dair detaylara yer verilmez,
örneğin kanserinin türünü tam olarak öğrenemeyiz. Esasen hastalığının adı da filmde
geçmez. Hastalığına dair tek belirti ise bulantı ve kusmalarıdır. Filmin ikinci yarısında
Meryem’le karşılaşıp ona ilgi duymaya başladığı andan itibaren ise kusma ve bulantı
sahnesi yer almaz.
Hastalığın kendisini bir metafor olarak gören Sontag (2005:6-12) hastalığı
sarmalayan esrarengiz halenin yeni beklentilerin ortaya çıkmasıyla dağılır gibi olmasına
rağmen, hastalığın kendisinin (eskiden tüberküloz, bugün de kanser) hala bütünüyle
eski moda korkular uyandırdığını belirtmektedir. Tüberküloz ile kanserin metaforik
kullanımları, kendi tarihlerinin çok büyük bölümünde birbirleriyle kesişmiş ve örtüşmüştür.
Kanser ve tüberküloz bedeni tüketip bitiren bir süreç olarak tarif edilmektedir. Bu açıdan
yaklaşıldığında anlatıda Hamdi’nin hastalığı onu tüketen bir musibet olarak değil,
müdahale edemediği ya da değiştiremediği bir süreç olarak tarif edilmektedir.
Olay Örgüsü
Wollen (2012:119) sinemanın yedi ölümcül günahına karşı yedi ana erdemini
aşağıdaki gibi sıralar:
Sinemanı Yedi Günahı
Sinemanın Yedi Sevabı
Anlatı geçişkenliği
Anlatı geçişsizliği
Özdeşleşme
Yabancılaşma
Şeffaflık
Ön plana çıkarma
Tek diegesis
Çoklu diegesis
Kapalılık
Açıklık
Haz
Kurgu
Rahatsız olma
Gerçeklik
Wollen (2012:121) anlatı geçişkenliği ile her bir birimin (anlatının akışını değiştiren
her bir işlevin) kendisinden öncekini bir nedensellik zincirine göre takip ettiği bir olay
sıralamasını kast etmektedir. Klasik Hollywood sinemasında olay örgüsü tıpkı bir
zincirin halkaları gibi neden-sonuç ilişkisi bağlamında birbirine bağlıdır. Oysa modern
sinema adı verilen ve 1950 ila 1980 yılları arasında Avrupa’da sanat sineması ile iç içe
geçen sinema eğiliminde sıkı olay örgüsünün yerine, gerçek yaşamın çeşitliliğini ve
iniş çıkışlarını temsil ettiği varsayılan rastgele ve bağlantısız bir dizi olay ve anlatıda
kesintiyi temsil eden geçişsizlikler tercih edilmektedir (Wollen, 2012:121). Saç filmini
Wollen’ın sinemanın yedi büyük günahı ve yedi ana erdemi açısından incelediğimizde
özellikle anlatının geçişsizliği açısından yedi ana erdeme sahip filmler kategorisine dâhil
Sayı 40 /Bahar 2015
64
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
edilebilmektedir. Filmin öyküsü ve öyküyü oluşturan olay örgüsü seyircinin kolaylıkla
takip edebileceği, içerisine dâhil olup özdeşleşebileceği şekilde düzenlenmemiştir. Filmde
kamera hareketlerinin en aza indirilmesi ve uzun planlar da bu tercihi destekler.
Anlatı boyunca Hamdi karakterinin dükkânının önünden akıp gitmekte olan şehir
yaşantısını seyredişini, Meryem’le tanıştıktan sonra ise onu takip edişini izleriz. Hamdi
işyerinde olduğu sürece dükkânının penceresinden dışarıyı seyreder, güneş batıp hava
karardıktan sonra ise şehri gezer ya da kaldırımda sırtüstü yatarak karanlık gökyüzünü
seyreder. Bu seyretme ve dikizleme motifi film boyunca devam eder. Çok az diyalogun
yer aldığı filmde şehrin hızla akıp giden yaşantısına karşı Hamdi’nin adeta yavaş yavaş
donan hayatı yer alır. Belirgin bir “olay”ın yer almadığı anlatıda, Hamdi’nin Musa’yı
öldürmesinin dışında ana karakterin belirli bir eylemi de yer almaz. Soğukkanlı ve sakin
bir karakter olarak çizilen Hamdi’nin cinayet işlemesi de aynı şekilde soğukkanlı ve sakin
bir şekilde gerçekleşir. Hamdi’nin soğukkanlılığı cinayete yatkınlığından ya da soğukkanlı
bir katil olmasından değil, yavaş yavaş ölen bir adamın çaresizliğinden kaynaklanır.
Dolayısıyla cinayet bile filmin ağır ağır ilerleyen olay örgüsünü hızlandırmaz ya da
etkilemez. Olay örgüsünün geçişsizliği seyircinin karakterle de özdeşleşmesini engeller
ve seyircinin olay örgüsüne dâhil olup takip etmesine izin vermez.
Modern sinemanın en önemli niteliklerinden bazıları böylece filmde anlamın
oluşmasına büyük katkı sağlar. Özdeşleşmenin karşısında yabancılaşma, şeffaflık
karşısında ön plana çıkarma, Tek Diegesis Karşısında Çoklu Diegesis, Kapalılık Karşısında
Açıklık, Haz Karşısında Rahatsız Olma, Kurgu Karşısında Gerçeklik gibi özellikler de
filmi geleneksel sinema karşısında bir konuma yerleştirir. Anlatının geçişsizliği seyircinin
filmin ana karakteri olan Hamdi karakteriyle özdeşleşmesini engeller, diyaloga çok az yer
verilmesi seyircinin filmden alacağı hazzı engeller, olay örgüsünün gevşek yapısı, kesme,
zincirleme ya da bindirme gibi kurgu geçiş yöntemleri yerine uzun planların kullanılması
ve özellikle filmin açık uçlu sonu Saç’ı modern sinema içerisinde değerlendirme
gerekliliğini ortaya çıkarır.
Anlatının sonunda Hamdi, tıpkı düşünceli ve özverili bir koca gibi yiyecek bir
şeyler alarak Meryem’in evine gider, içeri gider. Salona girdiğinde Musa’yla karşılaşır,
büyük bir şaşkınlık yaşayan Hamdi Meryem’e bakar; fakat Meryem hiçbir şey olmamış
gibi davranmaktadır. Musa ise Hamdi’nin geldiğini bile fark etmemiş gibidir. Donuk bir
yüz ifadesi ve boş gözlerle televizyon izler. Hamdi’de salonda bir koltuğa oturur, daha
sonra Meryem gelir, her zamanki yerine televizyonun karşısındaki kanepeye yerleşir
ve film sona erer. Musa’nın ölüp ölmediği ya da esasen Hamdi’nin yaşayıp yaşamadığı
sorusunun cevabı açıkta bırakılır. Ölü koca artık hep aralarında olacaktır. Ölmeden önce
de Meryem’in Hamdi’ye yaklaşmasının önündeki en büyük engel kocasıdır, öldükten
sonra da bu durum devam eder.
Açık uçlu son, modern sinemanın en önemli özelliklerinden biridir. Geleneksel
dramatik yapı, ana olay çizgisinin ya da ana çatışmanın sonlandığı bir doruk noktası ile biter
ve anlatının bitiminde bir sonuç bölümü bulunur. Bu anlatı yapısında seyircinin kafasında
hiçbir soru işareti kalmaz. Tüm çatışmalar sonlandırılır. Ancak modern sinemada olay
örgüsünün geçişsizliği bu yapıya izin vermez ve açık uçlu son da geleneksel dramatik
65
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
yapının sıkı sıkıya bağlanmış olay örgüsü yapısını bozar.
Wollen, (2012:126) modern sinemanın izleyiciyi tatmin etmeyi hedefleyen eğlenceye
karşı izleyiciyi hoşnutsuz etmeyi ve böylece de değiştirmeyi hedefleyen provokasyonu
tercih ettiğini belirtir.
Filmde temel bir çatışmanın, daha doğru bir ifadeyle olay örgüsünü yönlendirecek
bir çatışmanın olmayışı ve sonunda filmin ortasında öldürülen bir karakterin yeniden
ortaya çıkması geleneksel anlatı yapısını altüst eder. Filmin sonunda Musa’nın yeniden
dirilmesi, daha önce olay örgüsünde yer alan tüm gelişmeleri anlamsız kılar ve hangi
karakterin gerçekten yaşadığına ilişkin soru işaretlerine yol açar. Böylece seyirci filmin
sonunda çatışmanın sonlanıp, öykünün doruk noktasına ulaşmasından haz alamaz, daha
ziyade filmin sonunda bir rahatsızlık ve cevaplanmamış soruların verdiği kafa karışıklığı
ile baş başa kalır.
Mikro Yapı
Karakterler ve Diyaloglar
Hasta Bedenin Temsili
Anlatıda Hamdi karakteriyle birlikte çalışmada ele alınan diğer filmlerden görece
gerçekçi bir hasta ve hastalık temsili sunulmaktadır. Ancak film boyunca Hamdi karakteri
yalnızca iki sefer hastanede gösterilmektedir. Bu durum kanser olması dolayısı ile çok
az bir ömrünün kalmasından ya da Hamdi’nin yaşamak için ya da doğru bir ifadeyle
iyileşmek için herhangi bir çaba sarf etmemesinden kaynaklanmaktadır. Hamdi’nin dış
görünüşü de hastalığın ve hasta bedenin gerçekçi temsilini desteklemektedir.
Soluk bir teni olan Hamdi uzayan sakallarını kesmemekte, yorgun ve bitkin
gözükmektedir. Gün boyunca dükkânının önünde akıp giden şehri ve şehir hayatını
seyreden ve bir türlü o akışa dâhil olamayan karakter, yavaş yavaş ölüme gideceğini
biliyor gibidir. Aşağıda belirtilen konuşmada Hamdi’nin doktoruyla arasında geçen tek
diyalog yer almaktadır. Bu aynı zamanda hastanede geçen ilk sahnedir, diğer sahnede ise
Hamdi kan vermek için sıra beklemektedir.
Doktor: Nasılsınız bakalım.
Hamdi: İyi
Doktor: …
Hamdi: Doktor boyum kısalıyor benim ya.
Doktor: Boyun mu kısalıyor.
Hamdi: Evet kısalıyor
Doktor: Hastalığınla alakası yok onun.
Hamdi: Neyle ya.
Sayı 40 /Bahar 2015
66
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Doktor: Bakmak lazım.
Hamdi: Gün gün kısalıyorum.
Doktor: İlginç.
Diyalogda geçen boyunun kısalmasından duyduğu endişe aslında ölümden
korkusuyla yüzleşememesinin bir tezahürü olarak okunabilir. Boy kısalması giderek
yok olmanın bir göstergesidir ve Hamdi “gün gün kısalıyorum” demekle aslında gün
gün öldüğünü kastetmektedir. Bir alışveriş merkezinde temizlikçi olarak çalışan ve
kocasından şiddet gören Meryem ile penceresinden sürekli olarak dışarıyı seyrettiği,
aynı zamanda evi olarak da kullandığı bir perukçu dükkânı olan Hamdi şehrin ötekilerini
temsil etmektedirler.
Bu açıdan yaklaşıldığında Hamdi’nin hastalığı ötekiliğin bir metaforu olarak
yer almaktadır. Meryem hasta değildir, fakat o da şehrin dışına itilmiş bir karakterdir.
Hastaların dışlanması ya da tecrit edilmesi özellikle Batı tarihinde çok önemli bir
olgu olarak öne çıkmaktadır. Keskin (2011:11-13) bu dışlanmayı ve tecridi ele aldığı
çözümlemesinde 17. yüzyılda Avrupa’da meydana gelen önemli tarihi değişiklikleri bir
başlangıç noktası sayar. Buna göre 1656 yılında Paris’te “genel hastane” adı altında bir
yapı kurulmuş ve yaklaşık altı bin Parisli burada gözetim altına alınmıştır. Foucault, bu
olaya ‘Büyük Kapatılma’ adını verir ve bu kapatılmanın toplumsal yönüne vurgu yapar.
Foucault, söz konusu ‘genel hastanenin’ tıbbi amaçlı değil; esasen monarşik ve
burjuva düzenine hizmet eden bir makam olduğunu söyler. İktidarın sürekliliğini sağlamaya
yönelik üretime hiçbir katkısı olmayan herkes (deliler, hastalar, fakirler, eşcinseller vb)
bu kapatılma ile toplum dışına atılır. On yedinci yüzyılda başlayan bu kapatma pratiğinde
18. yy. sonu ve on dokuzuncu yüzyılın başında, yani Fransız Devrimi döneminde önemli
bir değişim daha meydana gelmiş ve kapatılanlar içinde bir ayrıma gidilmiştir. Buna göre
akıl hastaları tımarhaneye, gençler ıslahevine, suçlular ise hapishaneye gönderilmiştir.
Yani bu dönem hastaların, akıl hastalarının, suçluların kategorik olarak birbirinden ayrılıp
her biri için farklı bir kurumun kurulmasına tanıklık eder (Keskin, 2011:11-13).
Toplumsal yaşamdan bu şekilde tecrit edilenlerin farklı kategorilere ayrılması aynı
zamanda bu grupların damgalanıp ötekileştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Anlatıda
yer alan Hamdi karakterinin hastalığı baskın bir izlek oluşturmadığından toplum tarafından
yalnızca hasta olduğu için dışlandığına dair bir yaklaşım söz konusu değildir. Hamdi’nin
dışlanması ya da diğer bir ifade ile ötekileştirilmesi modern şehir yaşamının bireyleri
yalnızlaştırmasından ileri gelmektedir. Şehir bir anlamda kendine ayak uyduramayanları
yalnızlaştırarak kenara itmektedir. Bu şekilde kenara itilenlerin ise yapacakları tek bir şey
kalmaktadır: seyretmek.
Hamdi’yi anlatı boyunca daima “seyreden” konumunda görmemizin nedeni bu
dışlanmışlığın ve itilmişliğin sonucudur. Hamdi’yi, işini yaparken, hastanede, yemek
yerken ve mütemadiyen izlerken görürüz. Hamdi’nin bakma durumu edilgen bir
konumu ifade eder, yani seyreden-seyredilen karşıtlığında olduğu gibi seyredilen nesne
konumunda değildir. Burada Hamdi hayata ve şehir yaşamına asla katılamaz, bir parçası
olamaz yalnızca seyreder. Esasen katılma ya da dâhil olma gibi bir çabası da söz konusu
67
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
değildir. Doktor’la olan diyalogunda da bu edilgen konum ön plana çıkar.
Hamdi: Bir yerlere gitmek istiyorum ben.
Doktor: Nereye.
Hamdi: Uzak bir yere nereye olursa.
Doktor: İyi, güzel…
Hamdi: Bu defa sigaraya bir şey demediniz.
Doktor: Ne diyim.
Hamdi: Hiç. Sizce daha ne kadar sigara içebilirim.
Doktor: Bu size kalmış.
Hamdi: Üç ay, beş ay...Bir yıl.
Doktor: …….(cevap vermeden odadan çıkar).
Büker ve Akbulut (2009:18) kişilerin eylemlerinden değil, yaşamlarından yola çıkan
bir öykülemede artık kahramanın olmadığını ifade etmektedir. Zira içinde bulunduğu
durumu tepki vermeden sessizce izleyen bir karakter kahraman olmaz. Saç’ın anlatı
yapısında Hamdi’nin bu şekilde seyreden olarak temsil edilmesi kahramanın yerini artık
dünyayı dışarıdan seyreden (voyant) kişilerin almasına neden olmuştur. Gönen (2004:35)
bu durumda filmsel evrendeki olay düğümlerinin gevşek, karakterlerin ilişkilerinin
rastlantısal olduğunu ifade eder; çünkü temsili eylemlerin mantıklı ardışık gelişimi yerini
amaçsız gezintilere bırakmıştır. Böylece gündüzleri işyerinin penceresinden şehrin akışını
seyreden, geceleri ise sokakları amaçsızca gezen Hamdi’nin yaşamını konu edinen Saç
filminde “klasik eylem sinemasının yerini, bir seyre dalma sineması almıştır” (Gönen,
2004:35).
Hamdi’nin en büyük hayali Brezilya’ya gitmektir. Dolayısıyla yaşadığı şehir onun
içinde yer almak istediği yer değildir. Marc Auge (1997:41) içinde yaşadığımız toplumsal
ve kültürel yapıyı ‘yer olmayanlar’ kavramıyla açıklar. Buna göre yer olmayanlar insanların
ve malların hızlandırılmış dolaşımı için zorunlu mekânlar (ekspres yollar, bankamatikler,
hava alanları) olabileceği gibi, taşıma araçlarının kendileri ve büyük alışveriş merkezleri
de olabilir Anlatıda Meryem karakteri büyük bir alışveriş merkezinde temizlikçi olarak
çalışır. Yemek katında müşterilerden arta kalan çöpleri toplayan Meryem herkesin hızla
geçip gittiği ve yalnızca anlık ihtiyaçlarını karşıladığı bir mekânda kimsenin farkında
olmadığı yalnız bir çalışandır. Masaların arasında dolaşır, tepsileri ve çöpleri toplar.
Kimse onun farkında değildir ve O da sanki kimsenin farkında değil gibidir.
Auge (1997:59) yer olmayan kavramının karşısına antropolojik yer adını verdiği
mekânları yerleştirir. Buna göre antropolojik yer kimlikleyici/özdeşleyici, ilişkisel ve
tarihseldir. Örneğin ev bu antropolojik yerin en belirgin örneğidir. Ev bu anlamda bir tür
sığınak, sahip olduklarımızı koruyabileceğimiz korunaklı bir mekândır.
Meryem karakterinin mekânla olan ilişkisi incelendiğinde, bu karakteri yalnızca
Sayı 40 /Bahar 2015
68
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
evinde ve çalıştığı alışveriş merkezinde görürüz. Dolayısıyla Meryem yer olmayan ve
antropolojik bir yer olan ev arasında gidip gelen bir karakterdir. Evinde televizyon seyreder
ve yemek yer, kendi eviyle kurduğu tek ilişki bu şekilde gerçekleşir. Kocası da her akşam
eve gelir, ancak aralarında hiç diyalog geçmez. Bu iletişimsizlik evin antropolojik yer
olma niteliğinde bir kırılmaya neden olur. Meryem, kocası ve Hamdi artık hiçbir yerin
kimliklikyeci ve özdeşleyici bir yer olmadığı, iletişimsizlik ve yalnızlığın kol gezdiği bir
şehirde yaşarlar. Bu şehrin ve hayatın akışına bir müdahale söz konusu değildir. Hamdi
geceleri şehrin sokaklarında gezerken yolun kenarında araba çarpmış bir köpek görür,
köpeğe öylece baktıktan sonra yoluna devam eder. Bu anlamda anlatıda şehir ‘öteki’
olarak konumlandırılacak kimlikler yaratan bir alan olarak var olur.
Yıllar içinde ülkede açılan derin ekonomik yaraların yeni sınıflar ortaya çıkarması
ve yeni oluşan bu sınıfların da kent mekânı içerisindeki ayrıcalık talepleri, kentte görünür
kimlik mekânlarının oluşmasına yol açmıştır. Özellikle de 1990sonrasında irrasyonel
biçimde oraya konan tüketim kültürü, özel televizyonları yayın hayatına girmesi ile
toplumun tüm katmanlarını etkilemiştir. Kentin belirli olanaklarından yararlanamayışını,
eskiden bu kadar da farkında olmayan kitleler için durum farklı bir hal almıştır. Artık
temel gerekçeler geçim derdinin ötesinde, tüketim kalıpları üzerinden giden ve “öteki”
olarak konumlandırılan durumundan kurtulma mücadelesine dönüşmüştür. Ama altmış
yıllık bir sürecin değişmeyen tek gerçekliği kimi zaman kent saçakların saçaklarında kimi
zaman da yoksul mahallelerde yaşanan hüsran, bireyin kalabalıklar içerisindeki yalnız
‘öteki’ konumuna dönüşmesi olmuştur (Elmacı, 2006: ix).
Seyretmek dolayısıyla dâhil olamamak yalnızca Hamdi karakteri için değil, Meryem
için de söz konusudur. Meryem alışveriş merkezinde çalıştığı zaman haricinde anlatı
boyunca televizyon karşısında yemek yerken ve izlerken görülür. Boratav (2003:195)
özellikle 1990 sonrasında irrasyonel biçimde oraya konan tüketim kültürünü yaygınlaşan
iletişim ağları, televizyon gibi bir iletişim aracının varlığı ile toplumun tüm katmanlarını
etkilediğini ve daha önce bu kadar belirgin olmayan toplumsal katmanlar arasındaki gelir
adaletsizliğinin, artık iyice su yüzüne çıktığını ifade etmektedir. Meryem’in televizyonla
kurduğu bu ilişki kocasıyla arasındaki iletişimsizlik ve yalnızlığının bir sonucu olarak
ortaya çıkar. Filmde bu iletişimsizlik ve yalnızlık döngüsünün kıran tek kişi evlilik dışı
bir ilişkisi olan Meryem’in kocasıdır. Anlatıda Meryem’in kocası ile diyalogu olan tek
bir sahne yoktur. Kocası yemek yerken, Meryem televizyon seyreder. Kocasının ilişkisini
anladığında ise şiddet görür. Onu Hamdi’ye iten de kocasının ilişkisini öğrenmesi ve
şiddet görmesidir.
Mulvey (1997:41) klasik anlatının erkek bakışın “kadını röntgenlemesi” üzerine
kurulu olduğunu ifade eder. Saç filminde seyretme, bakma ve röntgenleme iki farklı
anlamda yer alır. İlk olarak hiçbir yere ait olamayan karakterlerin arada kalmışlık
duygusunun verebilmek için hayata katılmak yerine onu yalnızca seyretme olarak, ikinci
olarak ise Hamdi’nin Meryem’e âşık olması ve röntgenlemesi dolayısıyla Meryem’i
nesneleştirmesi olarak.
Ölmekte olan Hamdi ne kadar yaşayacağını dahi bilmemekte, sevdiği kadını
da alarak Brezilya’ya gitme hayalleri kurmaktadır. İçinde yaşadığı şehrin bir parçası
69
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
olmaması onun bu şehirde bir toplumsal aktör olarak değil, yalnızca izleyici olarak var
olmasına neden olur. Meryem ise onda bir tutkuya dönüşür. Meryem’i takip ederek ve
onu izleyerek nerede yaşadığını ve çalıştığını, evli olduğunu öğrenir. Evin karşısındaki
kahvehaneden Meryem’in evinin penceresini dikizler, otobüste Meryem’in arka tarafında
oturarak onu gözetler. Meryem ona gelene kadar, onunla konuşmak için çaba sarf etmez
yalnızca izler.
Hamdi’nin hayata katılamaması, bunun için somut ve önemli bir çaba göstermemesi
ve yalnızca seyretmesi ötekiliğini pekiştirir. Hem ölümüne yaklaşan hasta bir beden olarak
hem de içinde yaşadığı şehri yalnızca dikizleyen biri olarak Hamdi karakteri filmde çifte
öteki olarak temsil edilmektedir.
Görüntü
Görüntü Düzenlemesi
Anlatı, filmin ana kahramanı olan Hamdi’nin yakın plan çekimiyle açılır. Hamdi
peruk dükkânının yeşil duvarına yaslanmış boyunu ölçmektedir; çünkü boyunun giderek
kısaldığına inanmaktadır. Yönetmen uzun planları kurguyla geçişlere tercih etmiştir.
Pirselimoğlu uzun planlar tercih etmesini yalın bir sinemanın bıraktığı bir izlenim olarak
açıklamaktadır. Pirselimoğlu, izleyiciyi, kolay olsa da çok etkili unsurlarla “büyülemeyi”
seven bir yönetmen olmadığını, yapay bir hızın, doğal olmayan bir akışın hayatımızı
kapladığını düşündüğünü ve bunun kırılması gereken bir durum olduğuna inandığını ifade
etmektedir. (http://eksisinema.com/roportaj-tayfun-pirselimoglu-sac, erişim 20.03.2014).
Bu açıdan yaklaşıldığında şehrin hızla akıp giden yaşamına bir türlü dâhil olamayanların
hikâyesinin anlatıldığı filmde, insanları dışlayan ve giderek yalnızlığa mahkûm eden bu
akışın hızına bir karşı duruş olarak asgari düzeyde kamera hareketlerinin olduğu, bunun
yerine uzun planların anlamı desteklediği bir görüntü düzenlemesi tercih edilmiştir. Uzun
plan ve sabit kamera filmde hayatın doğal akış hızına uyumlu bir sinematografi ve anlatım
tarzı oluşmasına neden olmuştur.
Ses ve Müzik
Bordwell ve Thompson (2008:264) film çerçevesini mizansen ve sinematografi
açısından çözümlerken yaptığımız gibi filmi durdurup, sesin incelenemeyeceğini, bir filmde
sesleri ve onların yarattığı modelleri yakalayabilmenin kolay olmadığını ifade etmektedir.
Saç filmi bu açıdan yaklaşıldığında özellikle çözümlenmesi zor bir filmdir, zira filmde
ses kuşağını oluşturan diyalog ve müziğe çok az yer verilmiştir (ses kuşağını oluşturan
bir diğer öğe gürültü ya da ses efektidir). Filmin ses kuşağı jenerikte devam etmektedir.
Özellikle şehrin sesi; araba kornaları, kalabalığın gürültüsü ön plana çıkmaktadır. Şehrin
kaosu andıran ve herhangi bir sesin belirgin olarak ön plana çıkmadığı, genel olarak
gürültüyü andıran ses film boyunca sürekli olarak arka planda yer alır.
En büyük hayali Brezilya’ya gitmek olan Hamdi, bir kasetçiden Brezilya müziği
Sayı 40 /Bahar 2015
70
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
alır. Evinde ve otomobilde bu müziği dinler, televizyondan Rio Karnavalı’yla ilgili haber
görüntülerini izler. Filmde kullanılan iki Brezilya müziği Bossa Nova türündedir. Bossa
Nova ise, Brezilya kökenli bir müzik ve dans türüdür. Brezilyalı müzisyenler Antonio
Carlos Jobim ve Joao Gilberto tarafından ilk kez 1958 yılında “Chega de Saudade” adlı
parçada kullanılmıştır. Bu ilk parçanın müziği Antonio Carlos Jobim’e, sözleri Vinicius
de Moraes’e aittir. Parça Joao Gilberto tarafından düzenlenmiştir. Bossa nova örnekleri
olan; Garota de Ipanema (İng.: The Girl From İpanema), Desafinado, Samba De Uma
Nota So (İng.: One Note Samba) gibi yapıtlar müzik tarihinin klasikleri arasında yer
almaktadırlar ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Bossa_nova, erişim tarihi: 27.03.2014)
Saç filminde Desafinado ve Garato de İpanema isimli şarkılar kullanılmıştır. Garato
de İpanema, Astrud Gilberto tarafından seslendirilen şarkının İnglizce versiyonudur.
Filmin son sahnesinde elinde boyunu ölçtüğü kalemi ile Hamdi yine pencerenin
karşısındadır ve dükkânının önünden akan şehri seyretmektedir. Dükkân penceresinin
tam karşısındaki dev ekranda Rio karnavalı görüntüleri gösterilmektedir. Hamdi elinden
kalemini düşürür ve film biter. Bu sahnede The Girl form İpenama Astrud Gilberto
tarafından seslendirilir. Filmin jeneriği akarken aynı şarkının Frank Sinatra tarafından
seslendirilen cover versiyonu yer almaktadır.
Film müziği filmin temasına ya da belirli sahnelere göre, görüntüyü destekleyici
nitelik ve uyumda bestelenen ya da düzenlenen müzik (Erdoğan ve Solmaz, 2005:54)
olarak tanımlandığında Saç filminde kullanılan Bossa Nova tarzı müziğin Hamdi’nin
hiçbir zaman ulaşamayacağı bir hayali temsil ettiğini söylemek mümkündür. Özellikle
The Girl From İpenama şarkısının sözleri dikkat çekicidir.
Tall and tan and young and lovely, the girl from Ipanema goes walking
(Uzun ve yanık tenli, genç ve sevimli, İpenamlaı kız geçiyor)
And when she passes, each one she passes goes – ah
(Ne zaman geçse, ah her geçişinde)
When she walks, she’s like a samba that swings so cool and sways so gentle
(Yürüdüğü zaman,tıpkı samba yapar gibi yumuşak ve kibarca salnıp yürüyor)
That when she passes, each one she passes goes – ooh
(Ne zaman geçse, her geçişinde)
(Ooh) But I watch her so sadly, how can I tell her I love her
(Ama onu üzülerek seyrediyorum, ona onu sevdiğimi nasıl söyleyebilirim)
Yes I would give my heart gladly,
(Evet, ona kalbimi memnuniyetle veririm)
But each day, when she walks to the sea
(Ama hergün, denize yürüdüğü zaman)
71
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
She looks straight ahead, not at me
(doğrudan denize bakıyor, bana değil)
Tall, and tan, and young, and lovely, the girl from Ipanema goes walking
(Uzun ve yanık tenli, genç ve sevimli, İpanemalı kız yürüyor)
And when she passes, I smile - but she doesn’t see (doesn’t see)
(ve ne zaman geçse gülümsüyor ama beni görmüyor)
(She just doesn’t see, she never sees me...)
Beni görmüyor, beni asla görmüyor)
Yukarıda sözü edilen şarkı, son sahneden hemen bir önceki planda köprünün
üzerinde yine şehri seyredalan Hamdi’nin yanından geçen kırmızı paltolu ve sarı saçlı
güzel kadının gelişine bir gönderme gibidir. Sarı saçlı kadın kibar ve alımlı şekilde
saçlarını rüzgârda savurarak, hiç bakmadan Hamdi’nin yanından geçer. Bordwell ve
Thompson (2009:273) film müziği ile sahnelerin birbiriyle karşılaştırılabileceğini, gelişme
modellerinin izini sürebileceğini ve üstü kapalı imalarda bulunabileceğini belirtmektedir.
Bu sahnede yönetmen daha sonra yer alacak şarkının sözlerine uygun şekilde sarışın
kadını Hamdi’nin yanından geçip giderken gösterir, aynı kadın Hamdi’nin dükkânının
karşısındaki kaldırımda kırmızı paltosuyla beklerken görülür. Hemen sol üst köşesindeki
ekranda ise Rio Karnavalı’nın görüntüleri yer alır. Hem sarı saçlı kırmızı paltolu kadın
hem de Rio karnavalı Hamdi’nin hiçbir zaman gerçekleşemeyecek hayallerinin simgesidir
ve yumuşak ve nazik şekilde Hamdi’nin hayatından geçip giderler.
Filmin Adı ve Bağlam Arasındaki İlişki
Perukçuluk yapan Hamdi karakterinin ölüme doğru giden yaşam öyküsünün
anlatıldığı filmde saç, Hamdi’nin yaşama bağlanmasının ve aşkın metaforu olarak yer
alır. Delaney (2004:91) Türk toplumunda saçın, cinsiyet, yaş, sınıf, politik bağlantılar
ve dinsel fikirlere bağlı bir sembol olduğunu, ancak, kadınların saçının ve örtüsünün
anlamını algılamak için kadın saçının erkek saçıyla, baş kılının vücut kılıyla, değişik
uygulamaların yaşam döngüsünün bütünündeki saçla olan ilgisinin analiz etmek gerektiğini
belirtmektedir. Hamdi’nin Meryem’in saçlarını kestikten sonra ona âşık olması, saçın bir
fetiş nesnesi olarak anlatıda nasıl yer aldığının çözümlenmesi gerektiğini ortaya koyar.
Delaney (2004:101) kadınların saçının dişi cinselliğinin gücünün sembolüyle yüklü
olduğunu ifade eder. Filmin adında insan vücudunun yalnızca bir bölümünü oluşturan
saç’ın ön plana çıkarılması “fetiş” kavramını akla getirir. Fetiş cinsel uyarımın saplantılı
bir şekilde eşleştiği, kendi başına bir cinsellik aracı olmayan “nesne”ye denir. Bu
durumda fetiş nesnesi arzu edilen kişiden bağımsız kendi başına erotik bir anlam kazanır
(Yazıcı, 2010). Hamdi’nin Meryem’in saçlarını özenle yıkaması, taraması ve bir mankene
giydirerek sürekli yanı başında bulundurması saçın filmde fetiş nesnesi olarak kullanıma
örneklerdir. Burada fetiş nesnesi olan saç doğrudan cinsel isteğe gönderme yapmaz, ancak
Sayı 40 /Bahar 2015
72
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Meryem’in Hamdi’nin evine geldiği ve kendi saçından yapılmış peruğu başına taktığı
sahnede fetiş nesnesinin cinsellikle bağlantısı ortaya çıkar.
Ait olmadıkları bir şehirde, giderek yalnızlaşan bu insanlar için saç kendilerine ve
sevdikleri insanlara ait olan belki de tek nesnedir. Mekânla aidiyet bağlarını kaybeden
insanlar, bedenleriyle ya da bedenlerinin bir parçasıyla bu aidiyet bağlarını yeniden
kurarlar. Saç yalnızca Meryem ve Hamdi için değil, Meryem’in kocası için de önemlidir.
Aynada sürekli saçını düzelten ve beyazlarını boyayarak kapatan koca, yıkadığı ölünün
saçlarını da uzun uzun inceler. Evlilik dışı bir ilişkisi olan kocanın saçına gösterdiği önem
hem ilişkisinden hem de bu aidiyet sorunundan kaynaklanmaktadır.
Sonuç
Filmler içerisinden çıktıkları toplumun ve tarihsel sürecin yaratımıdır. Beden ise
belirli söylemler tarafından oluşturulur ve bu söylemler sanılandan çok daha güçlüdür.
Çağdaş beden çalışmalarının temellendiği ana kuram doğal, verili ve sabit bir beden
olmadığıdır. Dolayısıyla hasta ve engelli bedenler de sabit, verili ve doğal değildir. Bu
bedenlerin hepsi kültürün söylemleri tarafından inşa edilmekte ya da şekillendirilmektedir.
Sağlıklı ve sağlam olmak kültürel bir inşa ise, hasta olmak da kültürel inşadır. Sakat bedenler
ise tıpkı queer bedenler gibi homojenliğe karşı direnme biçimleri olarak anlaşılmalı ve
tahayyül edilmelidir. Sinemada bedenin yer alış biçimleri popüler kültürden, genel olarak
içinden çıktığı toplumun güzellik, normallik ve sağlamlık anlayışından etkilenir. Bu
anlamda filmler üretildikleri toplumun beden imgelerini yaratarak basmakalıp örnekleri
oluşturur.
Sinema filmlerinde basmakalıp örneklerin oluşturulmasında ise en sık kullanılan
temsil biçimleri dış görünüşe dolayısıyla oyuncuların bedenlerine ilişkindir. Film
kahramanlarının görünüşlerine ve bedenlerine ilişkin bu temsiller toplumsal cinsiyet, ırk,
etnisite, sağlamlık, cinsellik ve sınıf gibi belirli toplumsal temsil sistemlerine gönderme
yapar. Bu temsil sistemleri belirli iktidar yapılarını kurmak ve sürdürebilmek adına
beraber, ancak birbirlerinden farklı şekilde işlemektedirler. Sinema filmleri ise cinsiyeti,
cinsel yönelimi, etnik kökeni, ırkı, kimlikleri, mekânları ve nihayetinde bedeni olduğu
gibi göstermekten ziyade, bu olguların temsilini sunmaktadır.
2010 tarihli Saç filminde yer alan kanser hastalığı “temiz” biçimde sunulur. Temizden
kastedilen filmlerde hastalığın olumsuz yönleri ile gösterilmediği ve gerçek hayatta hasta
bedende meydana gelen bedensel değişimlerin yansıtılmadığıdır. Bu anlamda hastalığın
temsili Saç filminde temiz, kısa ve acısızdır. Hastalığa ilişkin gerçekçi semptomlara bu
filmde rastlanmaz. Dolayısıyla hastalığın Saç filminde gerçekçi bir temsilden ziyade
modern şehir yaşamına uyum sağlayamayan ve yalnızlaşan bireyin yabancılaşmasının bir
metaforu olarak temsil edildiği sonucuna varılmıştır.
Kaynaklar
73
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
Adak, N.Ö., (2002). Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, İstanbul: Birey
Yayıncılık.
Akın, Y., (2010). “Ulus İnşasında Bedenin Terbiyesi ve Politika İlişkisi: Osmanlıdan
Cumhuriyete”, Bedende Kıpırdanmalar, der: Gülnur Elçik, Tuba B. Özenç, İstanbul:
Varlık Yayınları.
Auge, M., (1997). Yer-olmayanlar Üstmodernliğin Antropolojisine Giriş, İstanbul:
Kesit Yayıncılık.
Bayrakdar, D., (2006).“Türk Sineması: Kimlik Olgunlaş(tır)ma Enstitüsü”, Türk
Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler-5 Türk Sineması: Sinema ve Tarih, Yayına Haz:
Deniz Bayrakdar, İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Boratav, K., (2003). Yakınçağ Türkiye Tarihi, Milliyet Kitaplığı.
Bordwell, D. ve Thomson, K., (2008). Film Sanatı, çevirenler: Ertan Yılmaz ve
Emrah Suat Onat, Ankara: DeKi Basım Yayım Ltd. Şti.
Bossa Nova http://tr.wikipedia.org/wiki/Bossa_nova, erişim tarihi: 27.03.2014)
Büker, S. ve Akbulut, H., (2009). Yumurta: Ruha Yolculuk, Ankara : Dipnot
Yayınları.
Ocak.
Çintay, N., (2011). “Burjuvaysan Burcu’yu Beğeneceksin”, Sabah Gazetesi, 23
Demez, G., (2009). “Sınıfsal ve Bireysel Kimlik Oluşumunda Beden Sorunu:
Habitus”, Toplumbilim Dergisi Beden Sosyolojisi Özel Sayısı, 24, Haziran.
Delaney, C., (2004). Türk Toplumunda Saçın Anlamı, Saç Kitabı içinde, editör:
Emine Gürsoy Naskali, İstanbul: Kitabevi.
Elmacı, T., (2006).Son Dönem Türk Sinemasında Kentli Kimlik Bağlamında
Öteki’nin Sunumu, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar
Enstitüsü, Sinema-TV Anabilim Dalı, İzmir.
Erdoğan, N., (1998).“Yeşilçam`da Beden ve Mekânın Eklemlenmesi Üzerine
Notlar”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, Şubat-Nisan,1998 (3. Baskı) İstanbul:
Doğu Batı Yayınları.
Erdoğan, İ. ve Solmaz-Beşevli, P., (2005). Sinema ve Müzik. İstanbul: Erk Yayınları,
Geray, H., (2006).Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş,
Ankara: Siyasal Kitabevi.
Gönen, M., (2004). Paradoksal Sanat: Sinema, İstanbul: Es Yayınları.
Güçlü B. A. ve Uzun E., (2002). Sarp Erk Ulaş Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları.
Hall, S., (2002) “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Medya Kültür Siyaset, Ankara: Alp
Yayınevi.
Sayı 40 /Bahar 2015
74
Son Dönem Türk Sinemasında Hastalık Temsilleri:
‘Saç’ Filminin Eleştirel Söylem Çözümlemesi
Işık, E. İ., (1998). Beden ve Toplum Kuramı Öznenin Sosyolojisinden Bedenin
Sosyolojisine, Ankara: Bağlam Yayıncılık.
Kaya, Ş. Ş., (2011). Televizyonda Kadın, Sağlık ve Hastalık, Sosyoloji Araştırmaları
Dergisi, Güz, 4(2).
Keskin, F. C., (2011). Büyük Kapatılma, Seçme Yazılar 3: Büyük Kapatılma içinde,
Michel Foucault, çevirenler: Işık Ergüden, Ferda Keskin, 3. Basım, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Nazlı, A., (2004). “Beden ve Tüketim: Tüketim Kültürü İçinde Kadın Bedenine Bir
Bakış”, Sivil Toplum 2(8).
Nazlı, A., (2009). Sosyolojik Bakışın Eşiğindeki Beden, Toplumbilim Dergisi
Beden Sosyolojisi Özel Sayısı,24, Haziran.
Marshall, G., (1999). Sosyoloji Sözlüğü, çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü,
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınevi.
Mulvey, L., (1997). Görsel Haz ve Anlatı Sineması. Çev: Nilgün Abisel, 25. Kare.
Özer, Ö., (2009). Eleştirel Haber Çözümlemeleri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
İletişim Bilimleri Fakültesi Yayınları.
Özgör, C. O., (2012).“XX. Yüzyıl Resim Sanatında Yalnızlık Temasının Kültürel ve
Tarihsel Kökenleri”, Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı Resim Programı, Çanakkale.
Pirselimoğlu, Tayfun (2014). Röportaj, (http://eksisinema.com/roportaj-tayfunpirselimoglu sac, erişim 20.03.2014)
York.
Rosen, P., (1986). Narrative, Apparatus, Ideology, Colombia University Press, New
Ryan, M. And Kellner, D., (1997). Politik Kamera: Çağdaş Hollywood Sinemasının
İdeolojisi ve Politikası, çev: Elif Özsayar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sontag, S., (2005). Metafor Olarak Hastalık-Aids ve Metaforlar, İstanbul: Agora
Kitaplığı.
Sözen, M., (2008). “Türk ve İran Kültüründe Bedenin Yeniden Sunumu ve Bunun
Sinemadaki Yansımaları”, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Sayı 20.
Teber, S., (2009).Melankoli, İstanbul: Say Yayınları.
Turner, B.S., (2011). Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi, çev: Ümit Tatlıcan, İstanbul:
Sentez Yayıncılık.
Ülkü, G., (2004). “Söylem Analizinde Yöntem Sorunu ve Van Dijk Yöntemi”, Haber,
Hakikat ve İktidar İlişkisi içinde, der. Çiler Dursun, Ankara: Kesit Tanıtım.
Van, D., (2004). ‘Critical Discourse Analysis’, The Handbook of Critical Discourse,
edited by Deborah Schiffrin, Deborah Tannen ve Heidi Hamilton, Blackwell Publishing
75
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Nuray Hilal Tuğan
Ltd.
Wodak, R. And Meyer, M., (2009). Methods of Critical Discourse Analysis, Sage
Publications.
Wollen, P., (2012). Godard ve Karşı Sinema, Çeviren: Öğr. Gör. Hasan Gürkan,
İstanbul Arel Üniversitesi, İletişim Fakültesi İletişim Çalışmaları Dergisi / Journal of
Communication Studies, 3.
Yazıcı, Ali Hilmi, (2010). Cinsel Hayatın Rengi mi Sapkınlık mı?, röp: Çiğdem
İşler,
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=15221131&tarih=2010-0708,erişim tarihi: 15.05.2014.
Young, K., (2003).“Beden Folkloru”, çev. Mehmet Ekici, ‘Halkbiliminde Kuramlar
ve Yaklaşımlar’, haz: G. Eker, M. Ekici, M.Oğuz, N.Özdemir, Ankara: Milli Folklor
Yayınları.
Sayı 40 /Bahar 2015
76
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
A Research on the Relationship Between Organizational Commitment
and Organizational Cynicism
Örgütsel Bağlılık ve Örgütsel Sinizim İlişkisi Üzerine Bir Araştırma
Özlem GÜLLÜOĞLU IŞIK,Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Keywords:
Organizational
Commitment,
Organizational
Cynicism, Dimensions
of Commitment,
Dimensions of
Cynicism.
Anahtar Kelimeler:
Örgütsel Bağlılık,
Örgütsel Sinizm,
Bağlılık Boyutları,
Sinizm Boyutları.
Abstract
Organizational commitment concept has been one of the most important subjects
recently as transforming from industrial society to information and consumption society.
Organizational commitment is a psychological situation that shapes the relation of
management with worker and provides the decision to continue to work in management.
Organizational cynicism as a different dimension of the study appears as a negative
behavior towards the organization in which one works. Personnel, psychological breach
of contract, lacks in management behaviors…etc are among the reasons of organizational
cynicism. Both of two concepts are dealt with relating different organizational outputs
in literature but especially in Turkish, studies dealing with the possible relation of two
concepts are really limited. This paper is written in order to take a step in meeting the needs.
So as to contribute to the discussion process for this subject, organizational commitment
and organizational cynicism scale are applied to 412 workers, from the hotels in Kayseri
and 6 of them are 3-stared and 4 of them are 4-stared. So, results are tried to be argued in
terms of organizational dynamics. Questionnaire study is preferred as a research technique.
Organizational commitment is tried to be evaluated through organizational commitment
scale, developed by Allen and Meyer (1990) and organizational cynicism is tried to be
evaluated through organizational cynicism scale, developed by Dean (1998). In the study
result, it is realized that cynicism levels of workers affected by commitment levels for their
organization.
Öz
Endüstriyel üretim toplumundan bilgi ve tüketim toplumuna geçerken, örgütsel
bağlılık son yıllarda üzerinde en çok durulan kavramlar arasındadır. Örgütsel bağlılık,
çalışanın işletmeyle olan ilişkisini şekillendiren, işletmede çalışmaya devam etme kararının
alınmasını sağlayan psikolojik bir durumdur. Çalışmanın bir diğer boyutu olan örgütsel
sinizm ise, kişinin çalıştığı örgüte yönelik olumsuz tutumu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Örgütsel sinizmin nedenleri arasında kişilik, psikolojik sözleşme ihlali, liderlik
davranışındaki eksiklikler vb. sayılmaktadır. Literatürde her iki kavram farklı örgütsel
çıktılarla ilişkilendirilerek ele alınmış ancak özellikle Türkçe literatürde her iki kavramın
muhtemel ilişkisine değinen çalışma sayısı sınırlı kalmıştır. Bu çalışma, iletişim alanındaki
bu açığı kapatma noktasında bir adım atmak amacıyla kaleme alınmış; konuya yönelik
tartışma sürecine katkı sağlamak amacıyla Kayseri’de faaliyet gösteren 6’sı 3 yıldızlı,
4’ü 4 yıldızlı olmak üzere konaklama işletmelerinin 412 çalışanına örgütsel bağlılık ve
örgütsel sinizm ölçeği uygulanarak, sonuçlar örgütsel dinamikler bağlamında tartışılmaya
çalışılmıştır. Araştırma yöntemi olarak anket çalışması tercih edilmiş; örgütsel bağlılık
Allen ve Meyer (1990) tarafından geliştirilen örgütsel bağlılık ölçeği ile, örgütsel sinizm ise
Dean vd. (1998) tarafından geliştirilen örgütsel sinizm ölçeği kapsamında ölçümlenmeye
çalışılmıştır. Araştırma sonucunda çalışanların örgütsel sinizm düzeylerinin, onların
örgütlerine olan bağlılık düzeylerini etkilediği sonucuna varılmıştır.
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
Introduction
Whereas the workplace of twenty years ago was a place where employees offered
loyalty, trust, and commitment in exchange for job security, training, promotion, and
support from their employer, in the contemporary workplace they are expected to work
longer hours, accept greater responsibility, be more flexible and to tolerate continual
change and ambiguity (Cartwright and Holmes 2006:200). In the 21st century things have
been changed because of globalization, technology and work force diversity, now this
is one of the biggest challenges for leaders to retain the best people in the organization
because organizations are facing Cynicism Problem.
Organizational cynicism can be defined as an attitude, “characterized by frustration
and disillusionment as well as negative feelings toward and distrust of a person, group,
ideology, social convention, or institution” (Andersson and Bateman 1997:449). A cynic
believes that the organization lacks reliability, truthfulness and equality (Davis and
Gardner 2004:442) Cynical individuals also believe that things can be better, must regard
initiative as futile, and must attribute failure to the system as a whole (McClough et al.
1998: 33). Cynical people were seen also as far less optimistic about the success-related
changes due to previous changes that have repeatedly failed. While cynicism is often
attributed a negative bias, many authors concur that cynics may also represent the “voice
of conscience” for the organization and, thereby, question the suitability of poor strategic
choices in the organizational context (Dean et al. 1998:342; Cutler 2000:296).
Over the years, researchers have become more interested in issues relating to
organizational cynicism. The concept of cynicism has become the subject of various
disciplines in social sciences like philosophy, religion, political science, sociology,
management and psychology (Ince and Turan, 2011:111). One of the accepted outcomes
of the organizational cynicism in the organizational life is organizational commitment.
Organizational commitment has been defined as “the relative strength of an
individual’s identification with and involvement in a particular organization” (Mowday et
al. 1982a: 27) and a “psychological link between an employee and his or her organization
that makes it less likely that the employee will voluntarily leave the organization” (Allen
and Meyer 1996: 252).
The concept of commitment is of considerable interest to psychologists because there
is strong evidence of links between high levels of commitment and favorable organizational
outcomes. At the individual level of analysis, commitment predicts important employee
behaviors such as staff turnover, absenteeism, organizational citizenship or extra-role
behaviors, and performance. Furthermore, when aggregated to the organizational subunit
level, high levels of commitment are associated with elevated levels of customer satisfaction
and sales achievement, communication satisfaction (Allen and Meyer 1996; Mathieu and
Zajac, 1990; Meyer et al. 2002; Gelade and Young, 2005; Güllüoğlu, 2011). Furthermore,
Batemen and Strasser (1984: 95-96) state that the reasons for studying organizational
commitment are related to “(a) employee behaviors and performance effectiveness, (b)
attitudinal, affective, and cognitive constructs such as job satisfaction, (c) characteristics
of the employee’s job and role, such as responsibility and (d) personal characteristics of
78
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
the employee such as age, job tenure”. Organizational commitment has been studied in the
public, private, and non-profit sector, and more recently internationally. Early researches
(Hall, 1977; Mowday et al., 1979; Angle and Perry 1981; Reichers, 1985; Bateman and
Strasser, 1984) focused on defining the concept and current researches (Riketta, 2002;
Greenberg and Baron, 2003; Cooper-Hakim and Viswesvaran, 2005; Chughtai and Zafar,
2006) continue to examine organizational commitment through two popular approaches,
commitment-related attitudes and commitment-related behaviors. A variety of antecedents
and outcomes have been identified in the past thirty years.
The relationship between organizational cynicism and organizational commitment
has not been thoroughly investigated in organizational environments. Therefore, the
current study is trying to examine the relationship between organizational cynicism
and organizational commitment at hotelsi. According to this aim, the first part of the
study introduces the readers to the focus and aims of the current research. Following part
provides a literature review of organizational cynicism and organizational commitment
along with theoretical and empirical support. The second part of the study describing
the methodology that was used to test the study’s hypotheses, characteristics of the
participants and measures used in the study will be explained. In this part, description of
the statistical procedures used to conduct data analysis and hypothesis testing, along with
their corresponding results will be discussed. The final part will outline the key findings
along with a discussion of strengths and limitations of the study, and their implications
for hotel institutions, organizations in general, and the field. Directions for future research
on organizational cynicism, commitment and their relationship will be also discussed in
this part.
Literature Review and Conceptual Framework
Organizational Commitment
In organizations where the human factor is seen as the major competitive challenge,
organizational commitment is considered as one of the factors contributing to a healthy
organizational climate, higher morale and motivation. Organizational commitment is the
attitude of an employee towards his or her organization. It is a psychological state that
categorizes the employee’s relationship with the organization, and has implications for
the decision to continue membership in organization (Meyer et al. 2002). Mowday et al.
(1982b) mention three characteristics of organizational commitment when they define the
concept of commitment: (1) a strong belief in, and acceptance of, the organization’s goals
and values, (2) a willingness to exert a considerable effort on behalf of the organization,
and (3) a strong intent or desire to remain with the organization.
Nature of commitment has been conceptualized by Meyer and Allen (1991) into 3
dimentions: Affective commitment, continuance commitment and moral commitment.
Affective commitment refers to the employee’s emotional attachment to,
identification with, and involvement in the organization. Employees with strong affective
commitment continue employment with the organization because they want to do so. It
Sayı 40 /Bahar 2015
79
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
develops on the basis of work experience such as job challenge, degree of autonomy, and
a variety of skills which employees find rewarding or fulfilling. These jobs characteristics
have been found to be strongly and positively associated to affective commitment but
less related to normative and continuance commitment in a study of Dunham, Grube, and
Castaneda (1994) among employees from a wide variety of organizations.
Continuance commitment refers to an awareness of the cost associated with leaving
organization. Employees whose primary link to the organization is based on continuance
commitment remain because they need to do so. It develops as a result of any action or
events that increase costs of leaving the organization. Age and tenure, therefore, can be
predictors of continuance commitment. It means that continuance commitment develops
among older employees who have longer organizational tenure, although the results
are somewhat mixed in this domain and should be interpreted with caution. Based on
Becker’s (1960) side bet theory, many other factors have been investigated as antecedents
of continuance commitment such as employees’ number of dependent family members.
Normative commitment reflects a feeling of obligation to continue employment.
Employees with a high level of normative commitment feel that they ought to remain
with the organization. It develops on the basis of a collection of pressures that individuals
feel during their early socialization from family and society (Wiener, 1982). Some of the
organizational actions can make a person indebted toward the organization, which can
build normative commitment (Gouldner, 1960).
Indivitual factors and organizational factors affect the commitment. Greenberg
and Baron (2003) listed individual factors as “Age” (Allen and Meyer suggest that older
workers are more satisfied with their jobs because they are more attitudinal commitment);
“Gender” (Women are more committed than men, although the difference is minor. The
reason is that women’s membership in the organization should put more obstacles);
“Education” (Graduate weak negative relationship between organizational commitment
and the relationship is based more on attitude and commitment calculator with no
obligation); “Marriage” (due to financial problems, relationship commitment finds
calculator).
Besides individual factors, organizational factors also affect degree of organizational
commitment of workers. These factors can be listed as: “Background of the organization
and the organizational side” (the person in the history of investment in the organization’s
commitment, but the relationship is weak); “Work environment” (socialization of
employees, (Meyer and Allen, 1998), organizational climate (Gilbert, 1999) and psychical
conditions of organization (Chughtai ve Zafar, 2006); “Role and Work Qualification”
(Participation (Lydon, 1997), Otonomy (Gilbert and Ivancevich, 1999), Work History
(Balmforth ve Gardaner, 2006); “Other Organizational Factors” (More employee
involvement in decision making, work efficiency, job responsibility, equity valuation
(Mathieu and Zajac, 1990), communication satisfaction (Güllüoğlu, 2011), leadership
(Meyer and Allen 1998).
Organizational commitment is important because low commitment has also been
associated with low levels of morale (DeCottis and Summers, 1987) and decreased measures
80
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
of altruism and compliance (Schappe, 1998). Non-committed employees may describe the
organization in negative terms to outsiders thereby inhibiting the organization’s ability to
recruit high-quality employees (Mowday et al. 1982b). On the other hand, high levels of
commitment lead to several favorable organizational outcomes. Researches indicate that
commitment is negatively related to turnover (Cooper-Hakim and Viswesvaran 2005),
absenteeism (Farrel and Stamm 1988), counterproductive behavior (Dalal 2005) and
positively related to job satisfaction (Cooper-Hakim and Viswesvaran 2005), motivation
(Mathieu and Zajac 1990), organizational citizenship behaviors (Riketta 2002) and job
performance (Meyer et al. 1989).
One of the negatively correlated outcomes of organizational commitment is
organizational cynicism It is thought that employees who held cynical attitudes were
less committed to the organization, engaged in fewer behaviors above and beyond their
job duties, and were more likely to leave the job, thus confirming predicted relationships
(Johnson et al. 2003; Wanous et al. 2000; Scott ve Zweig 2008: 97; Stanley and Meyer
1998; Vance et al. 1996; Treadway et al. 2004; James 2005; Abraham 2000; Barnes, http://
udini.proquest.com). However, the question is, does organizational cynicism simply
represent a lack of commitment?
Organizational Cynicism
Over 78 years ago, Betrand Russell (1930) wrote an article entitled, “On Youthful
Cynicism” In it, Russell states, “.. .the intelligent young of the present day are cynical
to a far greater extent than was the case formerly.” (Barnes, http://udini.proquest.com).
Dictionary meaning of the a cynic is “ one who believes that human conduct is motivated
wholly by self-interest” (Merriam-Webster, 1993: 323). In their study Mirvis and Kanter
(1992:61) describe cynical companies as those that “embody expedient, self-serving
values, that support managers who engage in deceptive and exploitative practices, and that
communicate in a one-sided, hyped-up, and disingenuous fashion to their employees.”
Research and theory regarding cynicism in organizations are still in their infancy.
Due to this novelty, there is no agreed upon definition of organizational cynicism. Dean et
al. (1998:345) have defined organizational cynicism in the modern way, as “… a negative
attitude toward one’s employing organization, comprising three dimensions: (1) a belief
that the organization lacks integrity; (2) a negative affect toward the organization; and
(3) tendencies to disparaging and critical behaviors toward the organization that are
consistent with these beliefs and affect.” Another definition focuses on cynicism regarding
organizational change. Here, cynicism is a potential barrier to change and can be defined
as pessimism and hopelessness regarding innovation efforts. On the other side Andersson
(1996: 1398) defined cynicism as ‘‘both a general and specific attitude, characterized by
frustration, hopelessness, and disillusionment, as well as contempt toward and distrust of a
person, group, ideology, social convention, or institution’’. In general, we can summarize
cynicism as “people are committed with unethical behavior and negative attitude towards
their job and organizations”.
We can see organizational cynicism as a multidimensional construct: people are
considered cynical about their organization to the extent that they hold certain beliefs
Sayı 40 /Bahar 2015
81
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
about the organization’s (lack of) integrity, experience certain types of affect toward the
organization, and display certain behavioral tendencies toward the organization. We can
conceptualize the strength of the attitude of cynicism as a function of the strength of each
of the individual dimensions. However, in the literature organizational cynicism has been
evaluated 3 basic components which to be highly intercorrelated: Cognitive, Affective,
and Behavioral dimension (Dean et al. 1998; Stanley et al., 2005):
The Cognitive Dimension of organizational cynicism is the belief in the
organization’s lack of honesty, justice and sincerity. Cynics believe that those principles
are mostly forfeited. They are replaced by unprincipled actions and immoral attitudes
as if they are norms. Besides, cynics may believe that human beings are untrustworthy
and incoherent in their behaviors. The cognitive dimension also expressed as denial of
the sincerity of the organization (Goldner et al. 1977; Urbany 2005), as the belief that
selfishness and fakery is at the core of human nature (Kanter and Mirvis 1989, 1992), or
that organizations are unscrupulous and self-serving (Valentine and Elias, 2005) and fall
short of integrity (Dean et al. 1998; Johnson and O’Leary-Kelly 2003).
The Affective Dimension of organizational cynicism refers to the emotional reactions
to the organization. Cynics may feel disrespect and anger towards their organizations;
or feel discomfort, hatred and even shame when they think about their organizations.
Thus, cynicism is related to various negative senses. The affective dimension of cynicism
also represented in emotionally flavored conceptualizations, such as frustration and
disillusionment (Andersson 1996; Andersson and Bateman 1997; Johnson and O’Leary,
2003), or pessimism (Reichers et al. 1997; Wanous et al. 1994).
The Behavioral Dimension of organizational cynicism refers to negative tendencies
and mainly humiliating attitudes. Strong critical expressions towards the organization are
the most prominent of behavioral tendencies. These may occur in various forms, mostly
expressions about the organization’s lack of honesty and sincerity (Nafei, 2013). It is also
key to conceptualizations such as hostile impugning and vilification of motives (Turner
and Valentine 2001), alienation and psychological exit and disengagement (O’Brien et al.
2004), a loss of faith in leaders of change (Reichers et al. 1997; Wanous et al. 2000), or as
distrust of a person, group, ideology, social convention or institution (Andersson, 1996;
Andersson and Bateman, 1997; Naus, http://arno.unimaas.nl).
In summary, the cognitive dimension refers to employees who ‘think and experience’
cynicism by gaining information about the organization through observation, perception,
or experience and by forming beliefs about it (Dean et al. 1998). The affective dimension
points at the emotional side of people ‘feeling cynicism’, who get angry, frustrated, and
disillusioned when they believe that deeply-rooted expectations about honesty, fairness,
justice, and the desire of being treated with respect and dignity are not met by the
organization. Finally, although it is recognized in psychology that people’s behavior may
not always be consistent with their attitudes (Ajzen and Fishbein, 1977), a number of
behavioral expressions and consequences of employees acting out their cynical beliefs
and affects about the organization were identified (Naus, http://arno.unimaas.nl).
It is important to understand how cynicism develops and is manifested in
82
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
organizations because it is suggested that many of the employees in the organizations are
cynical (Scott and Zweig, 2008: 95). Andersson’s (1996) model of cynicism includes a
number of workplace characteristics that may affect cynicism via the moderating effects
of fairness perceptions. These characteristics fall into three broad categories. The first is
business environment characteristics. Here, high levels of executive compensation, high
corporate profits, layoffs, and social irresponsibility are suggested to influence fairness
perceptions. The next category is what Andersson terms organizational characteristics.
These include poor communication, limited voice expression, discourteous treatment,
managerial incompetency, and techniques of management. The final category is called
job and role characteristics. Included here are role ambiguity, role conflict, and work
overload.
In addition to these factors there are many other factors that may cause the
organizational cynicism these can be an individual occupation, organizational change
and role of top management (Brown and Cregan, 2008). Beside them, identified lack
of respect, lack of opportunity, unawareness and rude temperaments, unfulfilled goals,
which inhibits the formation of healthy relationships, increased job requirements and
decreased resources are some of the sources of cynical attitudes. Dealing with stress,
disagreement with organizational expectations, lack of social support and recognition,
not having a voice in the decision-making process and unbalanced distribution of power
are other reasons of the organizational cynicism (Reichers et al. 1997; Berman 1997;
Richardsen et al. 2006).
However, not all employees are similarly affected by the same circumstances.
Situational characteristics of the organization interact with dispositional characteristics
of employees in the development of cynicism. People with significant work ethic or other
similar values tend to work harder and expect the employing organization to treat them
with respect and dignity, and to be honest with others too. The failure of the organization
to satisfying these expectations causes disappointment and disillusionment, making the
employees susceptible to a cynic attitude. On the other hand, people who care less, or
not at all, about the lack of honesty or sincerity, or have learned over time to deal with
them, most likely they will not become cynical, as a result of their experiences (Grama
2013:125).
It can be said under the light of this information that one of the dynamics of
organizational commitment is the dimension of cynic behaviors of workers towards their
organization. In other words; as the cynicism level of workers increase, commitment to
organization is affected negatively. So as to test this assumption, a survey was conducted
in hotels. Main reason to prefer hotels as a study field is to realize that cynicism is seen
densely in occupation groups which need face-to-face communication, which was
explained in literature. In the other side of the research, I will try to give place to the
research results taken from 309 workers from hotels, 6 of them are 3-stared and 4 of them
are 4-stared in Kayseri.
Sayı 40 /Bahar 2015
83
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
Methodology
Despite the increase of cynicism in business and industry, there is little research on
cynicism and commitment relationship, including what they are, what causes them, how
they effects organizations, and what can be done to effectively address them. This study
aims at firstly determining the degree of employees’ level of organizational cynicism and
organizational commitment and then identifiying the relationship between organizational
cynicism and commitment according to dimentions. In the light of this aim, we will
further elaborate the problem statement in several hypotheses and then, we will test them.
Finally, we will draw the conclusions of the study.
Research Questions and Hypotheses
To accomplish the objectives of the study the major research questions which this
study will attempt to answer are:
• Research Question 1: What is the organizational cynicism level of employees?
Research Question 2: What is the relationship between employees’ cynicism
level and kind of hotel they are working at?
• Research Question 3: What is the relationship between employees’ cynicism
level and department in the hotel they are working at?
• Research Question 4: What is the organizational commitment level of
employees?
• Research Question 5: What is the relationship between employees’ commitment
level and kind of hotel they are working at?
• Research Question 6: What is the relationship between employees’ commitment
level and department in the hotel they are working at?
• Research Question 7: What is the relationship between employees’ level of
cognitive cynicism and affective commitment?
• H1: There is a negative relationship between employee’s level of cognitive
cynicism and affective commitment.
• Research Question 8: What is the relationship between employees’ level of
behavioral cynicism and affective commitment?
• H2: There is a negative relationship between employee’s level of behavioral
cynicism and affective commitment.
• Research Question 9: What is the relationship between employees’ level of
affective cynicism and affective commitment?
• H3: There is a negative relationship between employee’s level of affective
cynicism and affective commitment.
84
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
Population and Sample
The fact that concept of organizational cynicism is densely experienced in
occupation groups which need face-to-face communication is mentioned in literature part
of the study. In the light of this information, a study is done with the workers of hotels
which are an important part of a service sector and it is wanted to help from Ministry
of Culture and Tourism in the step of gathering information about the population. 412
workers from hotels in Kayseri, 6 of them is 3-stared and 4 of them are 4-stared, constitute
the population of the study. Questionnaire texts were given to 350 hotel workers. 319 of
them replied but 309 of them were evaluated because of some problems such as wrong
coding, leaving blank the questionnaire. The random sampling was used for collecting
the primary data due to difficulty of having access to all of the items of the research
population, because of time limitations.
Measuring Instruments
For measuring organizational cynicism, scale of Dean et al. (1998) was used in
the study. Organizational Cynicism Scale (OCS) is comprised of the three dimensions
of affective, cognition, and behavioral. The affective items reflect negative emotions
such as distress-anguish, anger-rage, and disgust-revulsion. Belief items reflect cognitive
evaluations that employees have about the integrity and sincerity of their employing
organization. Behavioral items reflect critical and disparaging behaviors associated
with organizational cynicism. OCS consists of 13 statements. There are five statements
in cognitive dimension, four statements in emotional dimension and four statements in
behavioral dimension. The researcher has employed the measure developed by Allen
and Meyer (1990), which modified by Meyer, et al. (1993) to measure organizational
commitment. Aspects of organizational commitment include affective, continuance, and
normative commitment. It consists of 18 statements equally divided among secondary
measures. There are six statements in affective commitment, six statements in continuous
commitment and six statements in normative commitment. A Likert scale was used
for judging levels of agreement or disagreement, ranging from (5) which refers to full
agreement and (1) which refers to full disagreement.
Data Analysis and Testing Hypotheses
In research, frekans analysis was used for the demographic features of the
participants while descriptive statistic was used for the levels of cynicism and
organizational commitment. Two independent sample t test was used to survey the link
between the cynicism and organizational commitment subdimensions and gender, marital
status, variants of the worked hotel class. One way analysis of variance (ANOVA) was
used to survey the relation between age, education, income and the variants of the hotel
class department. Pearson correlation analysis was used to investigate the link between
cynicism and organizational commitment subdimension. Significance level was preferred
as 0,05 in tests.
It was calculated as 5-4=1 having been considered the given answers for the
questions in likert scale,which is maximum point 5 and minimum point 1,in the scales
Sayı 40 /Bahar 2015
85
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
of organizational commitment and organizational cynicism.Also , tab space was found
as 4/5=0,80 for the category levels. In this situation, the categories related to the average
point are determined as following:
1,00-1,80 = ‘’ I totally do not participate’’, 1,81-2,60 = ‘’ I do not participate ‘’,
2,61-3,40 = ‘’ Neither I do not participate nor I do ‘’, 3,41-4,20= ‘’ I participate ‘’, 4,215,00 = ‘’ I totally participate ‘’.
Table 1: Kind of hotel in which participants work and department information
Hotel and Department
Information
4 star
3 star
Reception
Food and Drink
Housekeeping
department
Kitcken
Accountancy
Purchasing
Sales&Marketing
Human Resources
Technical Service
Hotel Classification
Departmant
n
%
102
207
50
47
33,0
67,0
16,2
15,2
41
13,3
44
25
24
34
19
25
14,2
8,1
7,8
11,0
6,1
8,1
It is a 4-star hotel that 102 of participants (%33,0) work in while 207 of participants
(%67,0) work in 3-star hotel. 50 of participants (%16,2) work in Reception and 47 of
participants(%15,2) work in food-drink department and 41 of participants(%13,3) work
in housekeeping and 44 of participants(%14,2) work in kitchen and 25 of participants
(%8,1) work in accounting department and 24 of participants (%76,8) work in buying
department and 34 of participant(%11,0) work in marketing and sale department and
19 of participants(%6,1) work in human sources department and 25 of participants(%8)
work in technical service department.
Table 2: Descriptive Statistics for Cynicism Scale Subdimentions
Variable
X
SS
Min.
Max.
Cognitive Dimention
2,98
0,90
1,60
4,40
Emotional Dimention
2,60
0,97
1,00
4,25
Behavioral Dimention
3,30
0,75
1,67
4,50
In cynicism scale, Cognitive dimension average point is 2,98±0,90 and Affective
dimension average point is 2,60±0,97 in cynicism scale and Behavioral dimension average
point is 3,30±0,75 in cynicism scale. It is seen that all dimensions are in level of “Neither
I participate nor I do”
86
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
Table 3: T Test Results for the relationship between Cynicism Level and Hotel Classification
Cognitive
Dimention
Emotional
Dimention
Behavioral
Dimention
Hotel
Classification
4 star
3 star
4 star
3 star
4 star
3 star
n
X
SS
102
206
102
206
102
206
2,74
3,10
2,36
2,71
3,16
3,37
0,82
0,92
0,92
0,97
0,65
0,79
sd
t
p
306
-3,404
0,001
306
-3,072
0,002
306
-2,348
0,020
The difference between average points of 4-star and 3-star hotel participants
who get their points from cognitive dimension and affective dimension and behavioral
dimension in cynicism scale is statistically significant. The average points of 3-star hotel
participants, Cognitive dimension point (t=-3,404) andAffective dimension point (t=3,072) and Behavioral dimension point (t=-2,348), are higher in significant level than the
average point of 4-star hotel participants. There is relationship between cynicism level
and worked hotel class.
Table 4: ANOVA Test Result for the Relation between Cynicism Level and Variants in Hotel
Department
Hotel Department
Cognitive
Dimention
Emotional
Dimention
Behavioral
Dimention
A- Reception
B- Food and Drink
C- Housekeeping
D- Kitcken
E- Accountancy
F- Purchasing
G- Sales&Marketing
H- Human Resources
I- Technical Service
A- Reception
B- Food and Drink
C- Housekeeping
D- Kitcken
E- Accountancy
F- Purchasing
G- Sales&Marketing
H- Human Resources
I- Technical Service
A- Reception
B- Food and Drink
C- Housekeeping
D- Kitcken
E- Accountancy
F- Purchasing
G- Sales&Marketing
H- Human Resources
I- Technical Service
n
50
47
41
43
25
24
34
19
25
50
47
41
43
25
24
34
19
25
50
47
41
43
25
24
34
19
25
X
SS
2,98
3,10
3,29
3,16
2,94
2,63
2,75
2,65
2,88
2,59
2,70
2,90
2,76
2,60
2,17
2,41
2,28
2,53
3,31
3,38
3,47
3,43
3,20
3,24
3,13
3,04
3,21
0,90
0,91
0,94
0,96
0,87
0,85
0,77
0,77
0,91
0,97
0,93
0,99
1,02
0,98
0,84
0,91
0,91
1,03
0,76
0,78
0,86
0,81
0,71
0,62
0,64
0,65
0,70
F(8,299)
p
2,046
0,041
1,768
0,083
1,135
0,340
Source of
Difference
B>F,
C>F,
C>G,
C>H
D>F,
D>G,
D>H
The average points received from cynicism scale cognitive dimension show
significant differences according to the variants in hotel department (F(8, 299)=2,046,
p<0,05). According to the LSD POST HOC TEST done for the source of difference;;;
Sayı 40 /Bahar 2015
87
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
Participants’ who work in food-drink department get average point from cognitive
dimension and this average point are higher in significant level than the average points
of the participants’ in buying department. Participants who work in hotel housekeeping
and kitchen department get average points from cognitive dimension and this average
points are higher in significant level than the average points of the participants’ in buying
department and in marketing –sales&Marketing department and in human sources
department. (p<0,05). The average points received from cynicism scale cognitive
dimension and behavioral dimension do not Show statistically significant difference
according to their department group in hotel (p>0,05).
Table 5: Descriptive Statistics for Organizational Commitment Scale Subdimentions
Varible
Affective Commitment
Continous Commitment
Normative Commitment
X
3,19
3,21
2,97
SS
0,81
0,54
0,84
Min.
2,00
2,50
1,67
Max.
5,00
4,50
4,50
While Emotional Commitment subdimension average point in Organizational
commitment scale is 3,19±0,81, Continuation commitment subdimension subdimension
average point in organizational commitment scale is 3,21±0,54and Normative commitment
subdimension average point in organizational commitment scale is 2,97±0,84. It is
understood that all dimensions are in level of ‘’ Neither I participate nor I do not ‘’.
Table 6: T Test Results for the Relation between Organizational Commitmnt and Hotel
Classification
Affective
Commitment
Continous
Commitment
Normative
Commitment
Hotel Classification
Four star
Three star
Four star
Three star
Four star
Three star
n
102
207
102
206
102
206
X
3,41
3,09
3,28
3,18
3,18
2,86
SS
0,74
0,82
0,52
0,56
0,76
0,86
sd
t
p
307
3,273
0,001
306
1,573
0,117
306
3,195
0,002
Participants who work in 4-star hotel and 3-star hotel get average points from
Organizational commitment scale emotional and normative commitment subdimensions.
The difference between average points are statistically significant (p<0,05). Participants
from 4-star hotel receive the average points from Emotional commitment (t=-3,273) and
Normative Commitment (t=-2,348) subdimensions. These average points are higher in
significant level than the average points of 3-star hotel participants. Emotional commitment
and Normative commitment levels are related to the worked hotel class
Both 4-star and 3-star hotel participants get average points from Organizational
commitment scale continuation commitment subdimensions and the differences between
average points are not statistically significant. (p>0,05). There is not a link between
Continuation Commitment level and variants of the worked hotel class.
88
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
Table 7: ANOVA test Results for the Relationship between Organizational Commitment Level
and Variants of Departments in Hotel
Department
Affective
Commitment
Continous
Commitment
Normative
Commitment
A- Reception
B- Food and Drink
C- Housekeeping
D- Kitcken
E- Accountancy
F- Purchasing
G- Sales&Marketing
H- Human Resources
I- Technical Service
A- Reception
B- Food and Drink
C- Housekeeping
D- Kitcken
E- Accountancy
F- Purchasing
G- Sales&Marketing
H- Human Resources
I- Technical Service
A- Reception
B- Food and Drink
C- Housekeeping
D- Kitcken
E- Accountancy
F- Purchasing
G- Sales&Marketing
H- Human Resources
I- Technical Service
n
50
47
41
44
25
24
34
19
25
50
47
41
43
25
24
34
19
25
50
47
41
43
25
24
34
19
25
X
SS
3,19
3,13
2,90
3,08
3,15
3,51
3,42
3,39
3,29
3,21
3,15
3,13
3,21
3,20
3,35
3,26
3,30
3,24
2,98
2,88
2,68
2,83
2,97
3,33
3,17
3,26
3,00
0,83
0,80
0,83
0,85
0,77
0,74
0,75
0,66
0,79
0,55
0,52
0,59
0,59
0,54
0,51
0,51
0,54
0,55
0,84
0,86
0,87
0,90
0,82
0,76
0,74
0,73
0,82
F(8,299)
p
1,881
0,063
0,476
0,873
1,973
0,049
Source of
Difference
F>B,
F>C,
F>D,
G>C,
H>C
The average points received from organizational commitment scale emotional
commitment and continuation commitment subdimensions do not Show statistically
significant difference according to the variants of department in hotel. (p>0,05). There
is no link between Emotional Commitment - Continous Commitment and variants of
departments in hotel.
The average points received from Organizational Commitment scale Normative
Commitment subdimensions Show significant difference according to the variants
of department in hotel. (F(8, 299)=1,973, p<0,05). According to the LSD POST HOC
TESTdone for the source of difference, the normative commitment subdimension
average points of participants, from buying department,are higher in significant level
than the average points of participants from food-drink department,hotel housekeeping
department and kitchen department. (p<0,05). The normative commitment subdimension
average points of participants, from marketing-sale and human sources department, are
higher in significant level than the average points of participants from hotel housekeeping
department (p<0,05).
Sayı 40 /Bahar 2015
89
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
Table 8: Corelation between Cynicism-Cognitive Dimention and Organizational Commitment
Cognitive
Dimention
r
p
N
Affective
Commitment
-0,884
0,000
308
Continous
Commitment
-0,538
0,000
308
Normative
Commitment
-0,905
0,000
308
According to the Pearson Correlation Analysis results, there is a negative(r<0)
and significant(p<0,05) relation in high level (0,70<|r=0,884|<1,00) between cynicismCognitive Dimension and Organizational Commitment-Emotional Commitment. In other
words, there is a strong avoidant relation between cynicism-Cognitive Dimension and
Emotional Commitment. It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05)
link in medium level(0,30<|r=0,538|<0,70), between cynicism-Cognitive Dimension and
Organizational Commitment-Continuation Commitment Subdimension. In other words;
there is an avoidant link in medium level between cynicism-Cognitive Dimension and
Continuation Commitment. It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05)
link in high level (0,70<|r=0,905|<1,00) between cynicism-Cognitive Dimension
and Organizational Commitment-Normative Commitment Subdimension. In other
words, there is a strong avoidant relation between cynicism-Cognitive Dimension and
Organizational Commitment-Normative Commitment
Table 9: The Corelation between Cynicism-Affective Dimention and Organizational
Commitment
Emotional
Dimention
r
p
N
Affective
Commitment
-0,919
0,000
308
Continous
Commitment
-0,636
0,000
308
Normative
Commitment
-0,884
0,000
308
According to the results of Pearson Correlation Analysis, It is seen that there is a
negative(r<0) and significant (p<0,05) link in high level (0,70<|r=0,919|<1,00), between
Cynicism-Affective Dimension and Organizational Commitment-Emotional Commitment
subdimension. In other words, there is a strong avoidant link between Cynism-Affective
Dimension and Emotional Commitment.
It is understood that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) link in medium
level (0,30<|r=0,636|<0,70), between cynicism-Affective Dimension and Oraganizational
Commitment-Continuational Commitment Subdimensions. In other words, there is a
medium level avoidant link between Cynicism-Affective Dimension and Continuation
Commitment
It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) relation in high
level (0,70<|r=0,884|<1,00) between cynicism-Affective Dimension and Organizational
Commitment-Normative Commitment Subdimension. In other words, there is a strong
avoidant link between Cynicism-Affective Dimension and Normative Commitment.
Table 10: The Correlation between Cynicism-Behavioral Commitment and Organizational
Commitment
90
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
Behavioral
Dimention
r
p
N
Affective
Commitment
Continous
Commitment
Normative
Commitment
-0,714
0,000
308
-0,446
0,000
308
-0,691
0,000
308
According to the results of Pearson Correlation Analysis, There is a negative(r<0) and
significant (p<0,05) link in high level (0,70<|r=0,714|<1,00) between cynicism-Behavioral
Dimension and Organizational Commitment-Emotional Commitment Subdimension. In
other words, there is a strong avoidant relation between cynicism-Behavioral Dimension
and Emotional Commitment. It is observed that there is a negative(r<0) and significant
(p<0,05) link in medium level (0,30<|r=0,446|<0,70) between cynicism-Behavioral
Commitment and Organizational Commitment-Continuation Commitment Subdimension.
In other words, there is a medium level avoidant link between cynicism-Behavioral
Dimension and Continuation Commitment.
It is seen that there is a negative(r<0) and significant (p<0,05) relation in medium
level (0,70<|r=0,691|<1,00) between cynicism-Behavioral Dimension and Organizational
Commitment-Normative Commitment Subdimension. In other words, there is a medium
level avoidant link between cynicism-Behavioral Dimension and Normative Commitment.
Conclusion
Organizational Commitment concept was firstly discussed by Whyte in 1956. It has
become an important title in the field of communication with the researches of Mowday
and Allen&Meyer. Nowadays, many researches are written related with the subject both
in English and Turkish literature. The concept of organizational cynicism was firstly used
by Bertrand Russell in 1930 and it took its place in the organizational behavior field with
the researches of Mirvis and Kanter. Both organizational commitment and organizational
cynicism concepts have become subjects of many researches in terms of the relation
with other organizational outcomes. While there are samples in English literature, there
are dramatically limited samples of these two concepts’ relation between each other in
Turkish literature. Regarding the lacks of this research, our research aims to tie these two
concepts theoretically and investigate concepts’ possible relations as a field research.
Many managers of organizations have considered employee’s cynical attitude as a
real problem and attempts were made to reduce them. A general feature in this respect was
the fact that most of them are focused on the problem of basic cynicism. The proposed
solutions for reducing cynicism and increasing organizational commitment of employees
included some items such as:
• Encouraging employees to have a positive attitude.
Sayı 40 /Bahar 2015
91
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
• Seeing opportunities where others see threats.
• Managing more fairly, and operating in an open, honest, straightforward, and
particularly, realistic manner.
• Employees must be able to participate in governance.
• Providing regular reality checks to management.
• Having positive role models.
• Perceive an open and honest pay system.
At the same time, more competitive testing conceptualization and measurement of
cynicism and commitment degree of employee should be measured. Without doubt one
of the reasons why cynicism is difficult to control or commitment is decreasing may be
signal of the important problems in organizations. Therefore employee’s commitment
and cynicism degree should be under the control in order to prevent serious problem
before. Besides this, future researches are expected to determine how cynicism is related
with commitment and how these concept influence employee’s behavior in organizations.
These studies should be examined not only in private institutions but also in public
institutions comparably.
In conclusion, organizational cynicism and organizational commitment presents a
new and challenging research opportunity, which builds on but also go beyond existing
constructs and theoretical frameworks. Research on these concepts should help us to
better understand a phenomenon that is pervasive in modern organizations, and perhaps
to find better ways to manage or prevent it.
References
Ajzen, I. and Fishbein, M. (1977). “Attitude-Behavior Relations: A Theoretical
Analysis and Review of Empirical Research”, Psychological Bulletin, 84:888-918.
Allen, N.J. and Meyer, J.P (1990), “The Measurement and Antecedents of Affective,
Continuance and Normative Commitment to the Organization”, Journal of Occupational
Psychology, 63:1-18.
Allen, N.J. and Meyer, J.P. (1996). “Affective, Continuance, And Normative
Commitment: An Examination of Construct Validity”, Journal of Vocational Behavior,
49: 252-276.
Andersson, Lynee M. (1996). “Employee Cynicism: An Examination Using A
Contract Violation Framework”, Human Relations, 49(11).
Andersson, L.M., and Bateman, T.S. (1997). “Cynicism In The Workplace: Some
Causes And Effects” Journal of Organizational Behavior, 18: 449-469.
92
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
Angle, H. L., and Perry, J. L. (1981). “An Empirical Assessment of Organization
Commitment And Organizational Effectiveness”. Administrative Science Quarterly, 26,
1-13.
Balfour, D.L., and Wechsler, B. (1996). “Organizational commitment: Antecedents
and Outcomes in Public Organizations”, Public Productivity and Management Review,
29, 256–277.
Balmforth, K. and Gardner, D. (2006). “Conflict And Facilitation Between Work
And Family: Realizing The Outcomes For Organizations”, New Zealand Journal of
Psychology, 35: 69-76.
Barnes, Lenora Lacy, “The Effects of Organizational Cynicism on Community
Colleges: Exploring Concepts from Positive Psycholog”y, internet adresi:
http://udini.proquest.com/view/the-effects-of-organizational-goid:305190503/
erişim Tarihi: 12 şubat 2014
Bateman, Thomas S. et al., (1992). “Roger, Me, and my Attitude: Film Propaganda
and Cynicism toward Corporate Leadership”, Journal of Applied Psychology, 77:786771.
Bateman, T. and Strasser, S. (1984). “A Longitudinal Analysis of the Antecedents of
Organizational Commitment”. Academy of Management Journal, 21: 95-112.
Becker, Thomas et al., (1996). “Foci and Bases of Employee Commitment:
Implications for Job Performance”, Academy of Management Journal, 39: 464-82.
Brown, M. and Cregan, C. (2008). Organizational Change Cynicism: The Role of
Employee Involvement. Human Resource Management, 47(4): 667–686.
Cartwright, S. and Holmes, N. (2006). “The Meaning Of Work: The Challenge
Of Regaining Employee Engagement And Reducing Cynicism”, Human Resource
Management Review, 16: 199-208.
Chughtai, A.A and Zafar, S. (2006), “Antecedents and Consequences of
Organizational Commitment Among Pakistani University Teachers”, Applied H. R. M.
Researh, 11(1).
Cooper-Hakim, A. and Viswesvaran, C. (2005). The Construct of Work Commitment:
Testing an Integrative Framework. Psychological Bulletin, 131(2): 241-259.
Cutler, Ian (2000) ‘The Cynical Manager’, Management Learning, 31(3): 295-312.
Copleston, F. (1962) A History of Philosophy. Vol. I Greek and Rome, New York:
Doubleday.
Dalal, Reeshad. S. (2005). “A Meta-Analysis Of The Relationship Between
Organizational Citizenship Behavior and Counterproductive Work Behavior”, Journal of
Applied Psychology, 90(6):1241-1255.
Davis, W.D., and Gardner, W.L. (2004). “Perceptions of Politics And Organizational
Cynicism: An Attributional And Leader-Member Exchange Perspective” Leadership
Sayı 40 /Bahar 2015
93
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
Quarterly, 15(4): 439-465.
Dean, James W., et al., (1998). “Organizational Cynicism”, Academy of Management
Review, 23(2): 341-352.
DeCotiis, T.A. and Summers, T.P., (1987). “A Path Analysis Of A Model Of The
Antecedents And Consequences Of Organizational Commitment”, Human Relations,
40(7):445-470.
Dunham, R. B., Grube, J. A., and Castaneda, M. B. (1994). “Organizational
Commitment: The Utility of an Integrative Definition”, Journal of Applied Psychology,
79(3) 370-380.
Farrel, D. and Stamm, C.L. (1988). “Meta-Analysis of the Correlates Of Employee
Absence”. Human Relations, 41:211-227.
Gelade, G.A. and Young, S. (2005). “Test of a Service Profit Chain Model in the
Retail Banking Sector”. Journal of Occupational and Organizational Psychology, 78:122.
Gibson, J.L., and Klein, S.M. (1970). “Employee Attitudes As A Function of Age
and Length Of Service: A Reconceptualization”, Academy of Management Journal,
13:411-438.
Gilbert, Anna C. (1999), “The Impact of Organizational Commitment and Work
Hours on the Family”, Presented at an Association for Social Economics session at the
Allied Social Science Meetings, New York.
Gilbert, J.A. and John M.I. (1999), “Organizational Diplomacy: The Bridge for
Managing Diversity”, Human Resource Planning, 22(3):1-29.
Goldner, Fred H. et al., (1977). “The Production Of Cynical Knowledge In
Organizations”, American Sociological Review, 42(4): 539-551.
Gouldner, Alvin W. (1960). The Norm of Reciprocity. American Sociological
Review, 25, 165-167.
Grama, Blanca (2013). “Cynicism in Organizational Change”, Cross-Cultural
Management Journal, 3(29).
Greenberg, J. and Baron, R. (2003). Behaviour in Organizations: Understanding
and Managing the Human Side of Work.. Upper Saddle River: Pearson Education, Inc.
Güllüoğlu, Özlem, (2011), Örgütsel İletişim-İletişim Doyumu ve Kurumsal Bağlılık,
Konya: Eğitim Yayınevi.
Hall, Douglas. (1977) “Organizational Identification As A Function Of Career
Pattern And Organizational Type”. Administrative Science Quarterly, 17, 340-350.
İnce, M. and Turan, Ş. (2011). “Organizational Cynicism as A Factor that Affects the
Organizational Change in the Process of Globalization and an Application in Karaman’s
Public Institutions”, Journal of Economics, Finance and Administrative Sciences, 37:
94
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
104-121
Johnson, J.L., and O’Leary-Kelly, A.M. (2003). “The Effects Of Psychological
Contract Breach And Organizational Cynicism: Not All Social Exchange Violations Are
Created Equal”, Journal of Organizational Behavior, 24: 627.
James, Michael S.L., (2005), Antecedents And Consequences Of Cynicism In
Organızatıons: An Examınatıon Of The Potentıal Posıtıve And Negatıve Effects On School
Systems (Dissertation of Doctor of Philosophy), Florida: The Florida State University.
Kristyn A.S. and David, Z., “Dispositional Predictors of Organızatıonal Cynicism”,
internet adresi: http://ojs.acadiau.ca/index.php/ASAC/article/viewFile/785/682
Kanter, D.L., and Mirvis, P.H. (1989). The cynical Americans: living and working
in an age of discontent and disillusion, San Francisco: Jossey-Bass.
Kanter, D.L., and Mirvis, P.H. (1991). “Cynicism: The New American Malaise”,
Business & Society Review, Spring, 91(77):57-61.
Lydon J., et al., (1997). “Coping With Moral Commitment to Long-distance Dating
Relationship,”, Journal of Personality and Social Psychology, 73: 104-113.
Mathieu J.E. and Zajac, D.M., (1990), “A Review and Meta- Analysis Of
The Antecedents, Correlates, And Consequences Of Organizational Commitment”,
Psychological Bulletin, 108(2):171-194.
Meyer, John. P. et al., (2002). “Affective, Continuance, And Normative Commitment
To The Organization: A Meta-Analysis Of Antecedents, Correlates, And Consequences”,
Journal of Vocational Behavior, 61:20-52.
Meyer, John. P. et al., (1989). “Organizational Commitment And Job Performance:
It’s The Nature Of The Commitment That Counts”, Journal of Applied Psychology,
74(1):152-156.
Meyer, J. and Allen, N. (1988). “Links between Work Experience and Organizational
Commitment During the First Year of Employment: A Longitudinal Analysis”, Journal of
Occupational Psychology, 61:195-209.
Meyer John P. et al., (1993), “Commitment to Organizations and Occupations:
Extension And Test Of A Three-Component Conceptualization”, Journal of Applied
Psychology, 78: 538-551.
Meyer, J.P. and Allen, N.J. (1991). “A Three-Component Conceptualization Of
Organizational Commitment”, Human Resource Management Review, 1(1): 61-89.
Mirvis, P. and Kanter, D.L. (1992). “Beyond Demography: A Psychological Profile
Of Theworkforce”, Human Resource Management, 30: 45-68.
Merriam-Webster, Inc. (1993). Webster’s Tenth New Collegiate Dictionary.
Springield, MA: Author.
Mowday, R., Steers, R., and Porter, L. (1979). The Measurement Of Organizational
Sayı 40 /Bahar 2015
95
A Research on the Relationship Between Organizational
Commitment and Organizational Cynicism
Commitment. Journal of Vocational Behavior, 14, 224-247.
Mowday, Richard T. et al., (1982b). Organizational Linkages: The Psychology of
Commitment, Absenteesm, and Turnover. San Diego CA: Academic Press.
Mowday, Richard T. et al., (1982a). Employee-organization linkages: the psychology
of commitment, absenteeism and turnover. New York: Academic Press
McClough, Anita C. et al., (1998). “Cynicism and the Quality of an Individual’s
Contribution to an Organizational Diagnostic Survey”, Organization Development
Journal, 16(2):31–42.
Nafei, Wageeh A. (2013). “Examining the Relationship between Organizational
Cynicism and Organizational Change: A Study from Egyptian Context”, Journal of
Business Administration Research, 2(2).
Naus, A.J.A.Maria, “Organızatıonal Cynicism on the Nature, Antecedents, and And
Consequences of Employee Cynıcısm toward the Employıng Organızatıon”, http://arno.
unimaas.nl/show.cgi?fid=9199, Erişim Tarihi: 25 Şubat 2014.
Reichers, Arnon (1985). “A Review And Reconceptialitzion Of Organizational
Commitment”. The Academy of Management Review¸10, 3, 465-476.
Reichers, Arnon E., et al. (1997). “Understanding And Managing Cynicism About
Organizational Change”, Academy Of Management Executive, 11(1):48-59.
Riketta, Michael (2002). “Attitudinal organizational commitment and job
performance: A meta-analysis”, Journal of Organizational Behavior, 23:257-266.
Richardsen, Astrid M. et al., (2006). “Work And Health Outcomes Among Police
Officers: The Mediating Role Of Policee Cynicism And Engagement”, Int. J. Stress
Management, 13(4):555-574.
Schappe, Stephan P., (1998). The Influence of Job Satisfaction, Organizational
Commitment, and Fairness Perceptions on Organizational Citizenship Behavior”, The
Journal of Psychology, 132(3):277-290.
Stanley, David J. et al., (2005). “Employee Cynicism And Resistance To
Organizational Change”, Journal Of Business & Psychology, 19(4): 429-459.
Stanley, D.J. and Meyer, J.P. (1999). “Cynicism And Skepticism About Organizational
Change: Measure Development And Evaluation”. In D. Miller (Ed.), Proceedings of the
Administrative Sciences Association of Canada (Organizational Behavior), 20(5):1-10.
Treadway, Darren C. et al., (2004). “Leader Political Skill and Employee Reactions”,
The Leadership Quarterly, 15:493–513.
Turner, J.H. and Valentine, S.R. (2001). “Cynicism As A Fundamental Dimension Of
Moral Decision-Making: A Scale Development”, Journal of Business Ethics, 34(2):123136. Urbany, Joel E. (2005). Inspiration and Cynicism in Values Statements. Journal of
Business Ethics, 62:169-182.
96
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özlem Güllüoğlu Işık
Wanous, John P. et al., (2000). “Cynicism about Organizational Change.
Measurement, Antecedents, and Correlates”, Group and Organization Management
25(2): 132-153.
Wanous, John P. et al., (1994). “Organizational Cynicism: An Initial Study”,
Academy of anagement Best Papers Proceedings, 269 -273.
Wu, Shih-Ying (2006). “Corruption and Cross-Border Investment by Multinational
Firms”, Journal of Comparative Economics, 34:839–856.
Wiener, Yoash (1982). “Commitment in Organizations: A Normative View”,
Academy Of Management Review, 7:418-428.
Vance, Robert J. et al., (1996). Organizational Cynicism And Change. Working
paper, Pennsylvania State University, University Park.
Sayı 40 /Bahar 2015
97
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında
BBC’nin Var Olma Mücadelesi
UK Public Service Broadcasting in Today’s Neoliberal Communication Period
Özge YALÇIN, Dr., [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Kamu Hizmeti
Yayıncılığı, Yeni
Medya, BBC,
Dijitalleşme,
Enformasyon ve Bilgi
Toplumu, Avrupa
Birliği, Medya
Politikası.
Öz
BBC ve İngiltere’de BBC uygulamalarına yönelik geliştirilen politika ve stratejiler
özellikle neoliberal dönemde ayrı bir önem kazanmıştır. Dünyada ve Avrupa’da bir çok
ülkenin kamu hizmeti yayıncısı hızla tasfiye olma konumuna gelirken BBC’nin kendi yayın
ilkelerini büyük ölçüde koruyarak dünyada büyük medya devleriyle rekabet edecek düzeye
gelmiş olması, BBC’yi Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılığına ilişkin getirilen düzenleme
ve uygulamalarda önemli bir referans noktası haline getirmiştir. İngiltere, esas aldığı ikili
stratejiyle ya da baş vurduğu kamu değer testi gibi uygulamalarıyla Avrupa Birliği’nin
iletişim politikalarının şekillenmesinde belirleyici bir konumda yer almıştır.
Bu araştırma İngiltere’de neoliberal dönemde kamu hizmeti yayıncılığının
konumunu esas alınan politikalar getirilen düzenlemeler ve uygulamaları ele alarak
tartışmakta, Avrupa Birliği ve üye ülkelere etkisini analiz etmeye çalışmaktadır.
Keywords:
Public Service
Communication,
New Media, BBC,
Digitalization,
Information and
Communication
Technologies, European
Union, Media Policy.
Abstract
BBC and Public Service Media Policy in England is of a significant importance
in Neoliberal era. While public service and media companies of the world have become
under the risk of being abolished due to economic and political turmoils, BBC on the one
hand sustained its entity, relying upon its public principles on the other hand lead the field
by outpacing other organizations. Additionally England has played an important role in the
formation of communication policies of European Union by enforcing either public value
tests or by its mutual strategies.
This research scrutinizes the position of the BBC taking account its policies and
strategies in this realm and tries to evaluate the impact of its policies especially on the
European Union’s regulations and the practices in Europe.
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
Giriş
Merkantalist dönemden bu yana Avrupa pazarının şekillenmesinde ve kapitalizmin
kontrol krizlerinin aşılmasına ilişkin uygun politika ve pratiklerin ele alınmasında
belirleyici bir konuma sahip olan İngiltere, bu belirleyici rolünü Avrupa’da iletişim
politikasının ve kamu hizmeti yayıncılığı politika ve pratiklerinin şekillenme sürecinde
de devam ettirmiştir / ettirmektedir.
Tarihsel süreç göz önünde bulundurulduğunda İngiltere’nin, kendi ekonomik ve
politik yapılanışını şekillendirirken hemen her dönemde, dönemin egemen ekonomi
politikasının ürünü olarak ortaya çıkan sınıflar arası eşitsiz yapılanışta, hassas bir dengeyi
korumaya özen gösterdiği görülmektedir1. Bu genel tutum, İngiltere’de geleneksel form
ve düzenlemelerin, değişen yeni sistem ve düzenlemelere uyumlanarak günümüze kadar
devam edebilmesinin yapısal koşullarını oluşturmuştur2. Böylece İngiltere’de birçok
kurum, kanun ve düzenleme belirli geleneksel normlar etrafında örgütlenmiştir.
Benzer uygulama neoliberal dönemde iletişim politika ve uygulamalarında da
görülmektedir. Günümüz neoliberal döneminde de İngiliz hükümeti kapitalizmin egemen
paradigmasını uygulamaya koyarken, farklı çıkar grupları arasında denge kurması
ya da sermayenin ulusal ve uluslararası piyasadaki konumunu güçlendirmesine katkı
sağlaması gibi amaçlarla kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarını desteklemiştir3. Bu
doğrultuda hükümet, bir yandan ticari medyayı ve ticari medyanın uluslararası piyasadaki
girişimlerini desteklemek adına bir takım anlaşma, ortaklık ve düzenlemelere başvururken
diğer yandan da kamu hizmeti yayıncılığının yeni medya döneminde var olmalarını ve
yeni medya teknolojilerine uyumlanmalarını sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirmiştir.
BBC ise hükümetin iletişim politikasına benzer biçimde, yayın politikası olarak
ikili yayın stratejisini benimsemiştir. Bu stratejiye uygun olarak BBC yayınlarını ticari
ve kamu hizmeti olmak üzere iki ayrı kanal üzerinden gerçekleştirmektedir (Moe, 2008:
221). BBC’nin bu temel stratejisinin, Kraliyet Beratı ile desteklenmesi, BBC’nin bir
yandan ticari yatırımlarıyla diğer yandan da hükümet teşviki ve lisans ücreti gelirleri
aracılığıyla önemli miktarda finansal kaynak edinmesini sağlamıştır. Edindiği bu mali
kaynaklar ise BBC’nin yeni medya teknolojilerinin gerektirdiği yüklü mali yatırımları
gerçekleştirmesini ve böylece dünya piyasasında kamu hizmeti yayıncısı olarak lider bir
konum edinmesini kolaylaştırmaktadır4.
1 Örneğin İngiltere’nin, Fransa’nın aksine kapitalist sisteme geçiş sürecinde yoksulluk düzeyinin bir risk oluşturma
düzeyine gelmesini önleme stratejisinin benimsenmesi, ya da Taç’ın bu dönemde feodal beylikleri kendine bağlı
tutmaya devem edebilme adına, onlara çeşitli makamlar vererek kendine bağlamak gibi politikaları esas alması
(Tilly, 2000) gibi incelikli politikaların sonucunda İngiltere’de kapitalizmin oluşum ve gelişim aşamaları, Fransa
örneği ile kıyaslandığında daha kendiliğinden bir süreç takip etmiştir. Kamu politikalarının oldukça katı ve
sınırlayıcı bir tutum eşliğinde oluşturulduğu 1920’li yıllarda dahi diğer Avrupa ülkelerine kıyasla İngiltere’de daha
liberal bir tutumun esas alındığı görülmektedir (Humphreys, 2010: 12). Benzer biçimde, Tüm Avrupa ülkelerinde
iletişim sektörünün yoğun bir baskı altında işlevini yürüttüğü İkinci Dünya Savaşı yıllarında dahi İngiltere’de bu
baskı ve denetimin daha incelikli yollarla gerçekleştiği dikkati çekmektedir. Döneme ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz.
Chapman (2008); Curran ve Seaton (2003).
2 İngiltere, anayasa olarak geçen yazılı bir belgeye sahip değildir. Uygulamalardaki yasal gerekçeler ise, İngiliz
tarihinde kabul edilmiş bir takım yasalar (Acts), İçtihatlar (Case-law) ve Anayasal görenekler (Constitutional
Conventions) doğrultusunda şekillenmektedir (Eroğul, 2014).
3 Ayrıntılı bilgi için bkz. Curran ve Seaton (2003); Humphreys (2010: 22); Moe (2008: 215-221).
4 Ayrıntılı bilgi için bkz. Moe (2008: 220); Humphreys (2010); Michalis (2012: 944); Murdock (2004).
99
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
Neoliberal dönemde esas alınan bu ikili politika sonucunda İngiltere, sadece ticari
yayınlarıyla değil ama kamu yayın ve programlarının üretim ve dağıtımıyla da dünya
piyasasında önemli bir etkiye sahip olmuş, bu etkiden doğru da Avrupa’da iletişim
politikalarının şekillenmesi sürecinde belirleyici bir rol üstlenmiştir (Humphreys, 2008).
Örneğin, Avrupa’da bağımsız düzenleyici otoritelerin oluşturulması kararında veya
farklı bağımsız otoritelerin ortak bir kurum altında birleştirilmesi önerisinde (OFCOM
örneğindeki gibi) ve üye ülkelere kamu hizmeti yayıncısı kurumun görev ve yetkilerinin
belirlenmesi amacıyla kamu değer testinin uygulanması önerisinin gerçekleştirilmesinde
İngiltere örneği önemli bir etkiye sahip olmuştur (Moe, 2008).
Belli geleneksel yapı ve normlar etrafında şekillenen ve özellikle Avrupa’da kamu
hizmeti yayıncılığı uygulamalarında önemli bir etkiye sahip olan İngiltere’de kamu hizmeti
yayıncılığı anlayışı, bu anlayış doğrultusunda şekillenen yayın politikası ve bu politikanın
günümüz neoliberal dönemindeki dönüşümleri bu araştırmanın konusunu oluşturmaktadır.
Bu doğrultuda araştırmada İngiltere’de yeni medya uygulamalarının kamu hizmeti
yayıncılığı politikasında ne gibi dönüşümleri meydana getirdiği ve bu dönüşümlerin
kamu hizmeti yayıncılığının temel ilke ve yayın politikasında ne gibi bir dönüşümü
gerektirdiği sorusuna, Avrupa’daki diğer uygulamalar da göz önünde bulundurularak yanıt
aranmaktadır. Bu doğrultuda İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı anlayışı, geleneksel
yayın politika ve uygulaması, yeni medya piyasasına uyumlanma stratejileri, Avrupa
Birliği ve üye ülkeleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmektedir.
İngiltere’de günümüz neoliberal döneminde kamu hizmeti yayıncılığı politika ve
uygulamalarındaki dönüşümlerin saptanabilmesi, İngiltere kamu hizmeti yayıncılığı
politika ve uygulamalarının tarihsel süreç içindeki dönüşümlerini ele almayı
gerektirmektedir. Böylece günümüz neoliberal döneminde kamu hizmeti yayıncılığı
anlayışı ve bu anlayışın Avrupa uygulamalarına etkisinin ne olduğu sorusunu daha
kapsamlı ve derinlikli bir bakışla değerlendirmek mümkün olacaktır.
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı Anlayışının Temelleri
BBC’nin kurulduğu dönem batı Avrupa’nın oldukça çalkantılı bir dönemine
denk gelmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Sovyetler Birliğinin kurularak
sosyalizmin en çok da ileri kapitalist ülkeler açısından aşılması gereken bir tehlike halini
alması, sermaye birikim düzeninin 1929 yılında girdiği büyük yapısal kriz ve sonrasında
yaşanan İkinci Dünya Savaşı.
Böyle bir dönemde BBC 1922 yılında, radyo şirketlerinin işbirliğine girmesi
sonucunda ticari girişim olarak ilk radyo yayınına başlamış, özel şirketlerin girişimleriyle
kurulmuş olmasına karşın kuruluş, kamu yararı esasını gözeten bir yayın politikası ile
örgütlenmiştir. Kurulduğu tarihten itibaren dinleyicilerden belirli oranlarda yayın ruhsat
bedelinin alınması BBC’nin yayınlarında kamu yararını göz önünde bulundurmasında
etkili olmuştur5. BBC’nin ilk genel yayın yönetmeni John Reith, yayıncılıkta özgürlüğün
kaosla sonuçlanacağını belirterek, BBC yayın politikasının bu düşünce etrafında
örgütlenmesine öncülük etmiştir. Bu doğrultuda BBC, kamu yararını esas alan bir yayının
5 Kırık (2012: 62), BBC’nin bu yıllarda dinleyicilerden aldığı ruhsat bedelinin on şilin olduğunu belirtmektedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
100
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
her haneye erişiminin sağlanmasını hedeflerken ulusal çıkarları esas alan bir yayıncılık
anlayışını da dikkate alarak program türlerini ve içeriklerini şekillendirmiştir (Negrine,
1994: 74).
Kapitalizmin dönemsel krizinin tüm dünyada oldukça sancılı bir biçimde yaşandığı
ve sınıf mücadelelerinin hızla büyüdüğü Birinci Dünya Savaşı sonrasında, bu sınıfsal
uzlaşmazlıklar arasında denge sağlayabilecek, ulusal çıkarları esas alan, hükümet
kararlarına bağımlı bir yayın kuruluşuna duyulan gereksinimin artması, BBC’nin ticari
statüsünün sonlandırılarak 1927’de kamu kuruluşu statüsüyle yayına başlaması sonucunu
ortaya çıkarmıştır. Böylece hükümet bu dönemde -dönemin genel bir siyasal yönelimi
olarak- bir yandan ticari yayınları desteklerken diğer yandan da yayınlar üzerinden belli
bir denetim mekanizması oluşturma çabası içine girmiştir (Briggs ve Burks, 2006: 168).
1926 yılında hazırlanmış olan Crawford Raporu bu çabanın bir ürünü olarak karşımıza
çıkmaktadır. Crawford Raporu’nda BBC’nin bir kamu kuruluşu olması gerektiği
vurgulanarak, şirket statüsünün kaldırılması önerilmiş, lisans sözleşmelerinin ise PTT
Genel Müdürlüğüne verilmesi öngörülmüştür. Rapor sonrasında BBC tasfiye edilmiş ve
bir yıl sonra, 1927’de PTT’nin denetim ve kontrolünde bir kamu tekeli olarak yeniden
kurulmuştur (Kırık, 2012: 63).
Aynı dönemde Bağımsız Yayın Kurulu (Independent Broadcasting Authority
IBA) oluşturulmuş ve kurul üzerinden BBC politika ve uygulamalarına ilişkin belirli
bir denetimin gerçekleştirilmesi amacı kurumsallaştırılmıştır. Böylece BBC, bu yeni
yapısında da kamu çıkarları doğrultusunda yayınlar gerçekleştirmeyi esas alırken aynı
zamanda dolaylı bir biçimde de olsa hükümete hesap veren bir yayın kuruluşu halini
almıştır.
Crawford Raporunun ardından, Reith, basının herhangi bir müdahaleden bağımsız
işlev görmesinin gerekliliğine vurgu yapan bir konuşmayı BBC’de gerçekleştirmiştir. Bu
konuşma BBC’nin, 1924’te açıkladığı genel yayın ilkelerinin refah devleti döneminde de
korunması yönünde çaba sarf edeceğinin ifadesini oluşturmuştur. McDonnell (1991: 12),
BBC’nin bu dönemde esas aldığı ilkeleri dört başlık altında özetlemektedir. Bu ilkeler
şöyledir:
• Programların hazırlanmasında önceliği çoğunluğun hizmetine tanımak ve bunu
yaparken de azınlık çıkarlarını göz önünde bulundurmak.
• Program hazırlarken kamunun ilgi alanlarına öncelik vermek ve kamunun
genel çıkarlarını ihlal eden bir suç işlemekten sakınmak
• Kamusal tartışmalarda hükümet otoritesi de dahil olmak üzere her türlü
denetimden bağımsız hareket etmek
• Katı ve dogmatik tutumun uzağında kalarak her türlü inanca yönelik programlara
yer vermek.
BBC esas aldığı bu ilkelerle de özerk bir yayın anlayışını yayın politikası olarak esas
almış ve uygulamış olsa da, yasal düzenlemelerde siyasal erkin karar ve yaptırımlarına
101 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
bağlı bir yapılanışa sahip kalmıştır. Kuruluş bu dönemde, Başbakanın seçtiği ve kraliçenin
atadığı 12 kişiden oluşan Board of Governers olarak adlandırılan yönetim kurulunun
ve İçişleri Bakanlığının kararları doğrultusunda yayınlarını şekillendirmiş, alınan
kararlarda ise Kraliyet Beratı (Royal Charter) ve bu doğrultuda dönemin ilgili bakanlığı
tarafından hazırlanmış olan Görev Sözleşmesi belirleyici olmuştur (Canyurt, 2011: 81).
Kraliyet beratında ya da görev sözleşmesinde BBC’nin kamu hizmeti yayıncılığı ilkeleri
doğrultusunda yayınlarını gerçekleştirmesi güvence altına alınırken, ilgili hükümlerin
yerine getirilmemesi durumunda, BBC’yi kapatmaya kadar varan yaptırımlar getirilerek
kurumun siyasal erke hesap verebilir bir konumda yer alması sağlanmıştır (Kırık, 2012:
82).
Her ne kadar İngiltere’de ticari medya üzerinde ve kamu hizmeti yayıncısı olarak
BBC üzerinde belli bir denetim oluşturma çabasına gidilmiş olsa da bu dönemde BBC’nin
kendi özerk yapısını kurumsallaştırmayı büyük ölçüde başardığı, ticari medya sahiplerinin
ise piyasa koşullarına bağlı yayın gerçekleştirme olanaklarının büyük oranda sağlandığı
görülmektedir6. Avery (1993: 11), yayıncıların özerk ve görece bağımsız yapısının üç
temel yol üzerinden gerçekleştiğine işaret etmekte ve bu yolları şöyle özetlemektedir:
Ofis çalışma şartları hükümet tarafından belirlense de ne hükümet ne de IBA
üyeleri politik bir alanın temsilcileri olarak davranmışlardır. Getirilen düzenleme ve
denetlemelerde hükümet politikaları değil bu kişilerin kişisel uygulamalara ilişkin
profesyonel değerlendirmeleri doğrultusunda kararlar alınmıştır
Tüm program kararları yayınların kendi otoritelerince belirlenmiştir. Program
üretimini ya da ertelenme kararlarını alabilecek bir politik organ bulunmamaktadır.
Kimi zaman BBC yöneticileri ve IBA arasında politik savunular arasında ve program
üretim kararlarında ideolojik ayrımlar olmuşsa da bunların karar alma süreçlerindeki
etkisi ortadan kaldırılmıştır.
Hükümetin dolaylı denetimi altında özerk bir konum edinmiş olan BBC, ulusal
düzlemde farklı çıkar grupları arasında bir denge oluşturma görevini üstlenirken uluslararası
piyasada ise İngiltere’nin ulusal niteliklerinin bir görünümü işlevini üstlenmiştir7.
1929 yılı bunalımı ile birlikte hızla genişleyen sınıf mücadelelerinin ve sosyalizm
tehdidinin bir sonucu olarak, sosyalizme karşı anti propaganda çalışmalarını güçlendirme8
ve sistemin yaşanılan krizi kontrol altına alma çabası, iletişim teknolojilerine verilen
önemin artmasında da etkili olmuştur. 1930’larda radyoda uluslararası yayınlara geçiş
mümkün olmuş, televizyon yayınlarına başlanmıştır. Televizyon yayın denemesini 1932
yılında yapan BBC, ilk gerçek yayınını 1935 yılında gerçekleştirmiştir (Canyurt, 2011:
75). 1929 yılında dünya genelinde yaşanan ekonomik kriz ve dünya bunalımı ve bu kriz
6 Bu dönemde işitsel yayın sektöründe BBC tekel konumundadır ve ticari medya yazılı basın üzerinden yayınlarını
gerçekleştirmiştir (Chapman, 2008).
7 Bu görevin BBC’ye siyasal erk tarafından verildiğini belirtmek gerekmektedir. 1927 tarihli ilk Kraliyet
Beratından itibaren hazırlanan tüm imtiyaznamelerde BBC’ye uluslararası yayınlarda Birleşik Krallığın tanıtımının
gerçekleştirilmesi görevi verilmektedir. bkz. http://www.ab.gov.tr/index.php?p=109&l=1
8 Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında bu bakış açısı kendini çok daha açık bir biçimde göstermiş, Almanya
başta olmak üzere savaş yılları süresince radyo ve televizyon yayınları temel propaganda araçları haline gelmiştir
(Chapman, 2008: 194).
Sayı 40 /Bahar 2015
102
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
dönemi ile birlikte büyüyen sınıf mücadelelerinin yanı sıra hızla büyüyen faşizm ve dünya
savaşı tüm dünyada olduğu üzere İngiltere’de de kamu hizmeti yayıncılarının yayınlarını
belirli bir düzeyde de olsa hükümetin denetimi altında gerçekleştirilmesine neden olmuş,
radyo ve televizyon yayınları 1950’li yıllara kadar hükümetin dolaylı denetimi altında,
BBC tekelinde gerçekleştirilmiştir (Negrine, 1994). Yayınlara ilişkin reklam ve sponsorluk
gelirlerinin sınırlı bir düzeyde tutulmasına özen gösterilmiş, reyting ölçümlerine ise
1945 yılına kadar başvurulmamıştır (Chapman, 2008: 161). 1945 sonrası dönem ise tüm
dünyada olduğu gibi İngiltere’de de yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmaktadır.
Soğuk Savaş Döneminde İngiltere’de İkili Yayın Politikasına Geçiş ve BBC
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Sovyetler Birliği ile yaşanan Soğuk Savaşın
ve dünyada hızla büyüyen sınıf mücadelelerinin bir sonucu olarak, sosyalizm tehdidi
karşısında bir denge oluşturma çabası, ileri kapitalist ülkelerin çeşitli strateji ve politikalar
doğrultusunda uluslararası düzlemde örgütlenme sürecini hızlandırmış, İngiltere ise bu
örgütlenmelerde ABD ile işbirliğine giderek egemen bir rol üstlenmiştir (Geray, 2003).
Örneğin İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin dünyada hızla
yayılan sınıf mücadelelerinin güçlenmesinde etkin bir rol üstlenmesi ve sosyalizmin
dünyada hızla yayılmasının bir sonucu olarak İngiltere, 1949 yılında Kuzey Atlantik
Anlaşmasını imzalayarak NATO’nun kurulmasına öncülük etmiş bununla birlikte sonraki
yıllarda Avrupa Birliği’nin bu dönemdeki temellerini oluştururken Avrupa Kömür ve Çelik
Birliği9 ya da 1948’de Marshall Planı çerçevesinde ABD’nin desteği ile kurulan Avrupa
İktisadi İşbirliği Örgütü (OECC) içinde yer almamıştır. Bununla birlikte İngiltere 1961
yılında, yirmi kurucu üyeden biri olarak, Avrupa Birliği’nin bu dönemdeki görünümü
olan İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) kurulmasına öncülük etmiştir.
Dolayısıyla uluslararası örgütlenme çabalarında mesafeli bir duruş benimsemekle birlikte,
İngiltere, her dönemde Avrupa Birliği politika ve uygulamalarının şekillenmesinde etkin
bir rol üstlenmiştir (Özgöçer ve Caşın, 1997: 61). Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrasında
bir yandan uluslararası örgütlenmelerle neoliberal dönemin temelleri oluşturulurken,
bu sürece paralel olarak tekelleşmelerin ve uluslararası ticari ortaklıkların da giderek
güçlendiği görülmektedir.
Savaş sonrası dönemin üretim, tüketim ve dağıtım alanlarında yaşanan tıkanıklığın
giderilmesi ve sosyalizm tehdidine karşın bir denge oluşturulması amacıyla kamu
politikaları desteklenmeye devam edilmiş, benzer süreç iletişim sektöründe de açık
biçimde gözlenmiştir. İngiltere ise tüm bu ekonomik ve politik dönüşümlerin şekillenmesi
sürecinde gerek Avrupa gerekse dünyadaki belirleyici konumunu sürdürmeye devam
etmiştir10 (Humphreys, 2008).
9 ABD bu dönemde sosyalizm tehdidine karşı bir denge unsurunun oluşabilmesi amacıyla Avrupa Birliği’nin
kurulabilmesi adına 15 milyar dolar hibe etmiştir (Kabaalioğlu, 1997).
10 İngiltere Avrupa Birliği’ne üyelik için 1961 yılında başvurmuş ve üyeliği ancak 1973 yılında kabul
görmüştür. İngiltere, Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirirken piyasada egemen rol üstlenme amacını esas alarak
hareket etmiş ve politikalarını bu doğrultuda örgütlemişken, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler ise (Almanya, Fransa,
İtalya, Lüxemburg, Belçika ve Hollanda) İngiltere’nin ABD ile yakın ilişkilerinin Avrupa Birliği çıkarlarına zarar
verebileceği endişesi etkili olmuştur. Benzer bir çekince İngiltere için de söz konusudur. Kendi piyasa çıkarlarına
zarar gelebileceği endişesiyle İngiltere, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecine temkinli yaklaştığı ve bu temkinli tavrını
üyelik süresince de devam ettirdiği görülmektedir. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin oluşum sürecindeki rolü ve
katılım anlaşmalarına ilişkin ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Curran ve Seaton (2003); Kasım (2001) ve http://
www.ab.gov.tr/index.php?p=109&l=1
103 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
İngiltere’de bu yeniden yapılanma sürecinde 1950’li yıllar önemlidir. 1954 yılında
Bağımsız Televizyon Otoritesinin (Independant Television Authority-ITA) kurulmasının
ardından (Briggs ve Burke, 2006) aynı yıllarda ITV özel kanalının kurulmasıyla birlikte
de İngiltere’de kamu ve özel yayıncılık anlayışı yaşama geçmiş ve böylece radyo ve
televizyon yayıncılığında ikili yayın sistemi oluşturulmuştur. ITV her ne kadar ticari
yayın olarak kabul edilse de dönemin Avrupa’daki ilk özel yayını olan ITV’yi günümüzün
ticari yayınlarıyla karıştırmamak gerekir. 1954 yılında yani ITV kurulmadan bir yıl önce
özel girişimcilik için yasal düzenlemeyi öngören Televizyon Yasası ile özel girişimler,
kamu hizmeti ilkesiyle sınırlandırılmıştır. Bu nedenle Adaklı (2010: 71), İngiltere’de
yayıncılığın piyasalaşma sürecinin tam olarak 1980’li yıllardan itibaren gerçekleştiğine
vurgu yapmaktadır.
1957 yılında atılan ilk uydunun ardından ilk ticari haberleşme uydusu olan Early
Bird’ün 1965 yılında fırlatılması ise bu yeniden yapılanmadaki hazırlık sürecinin önemli
teknik adımını oluşturmuştur. Uydu yayıncılığı ile birlikte, kanal seçenekleri arttığı gibi,
üretimde bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanma biçim ve koşulları da çoğalmış, internet
teknolojisinin gelişimiyle birlikte telekomünikasyon ve medya sektörünün yöndeşmesi
ve üretimin diğer alanlarında kullanımının mümkün hale gelmesi ise sermayenin ulusal
ve uluslararası düzlemde yoğunlaşarak üretimin her alanında egemen bir konumda yer
alması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Böylece iletişim sektörü uluslararası her alanda
olduğu üzere İngiltere’de de üretimin temel, belirleyici bir aracı haline gelmiştir (Murdock
ve Golding, 2001).
İngiltere’de televizyonculuk sektörüne bakıldığında ise 1980’e kadar BBC’nin
egemen konumunu sürdürdüğü görülmektedir. Bu yıllarda İngiltere’de üç kanalın
varlığından söz edilebilmektedir: BBC1, BBC2 ve ITV. 1982’de Channel 4’ün yayına
başlamasıyla kanal sayısı dörde çıkmakla birlikte bu durum BBC’nin egemen konumunda
önemli bir değişim yaratmamıştır (Avery, 1993: 4).
Uydu 1950’lerin sonunda atılmış olmakla birlikte Avrupa’da ve İngiltere’de uydu
ve kablo TV ile analog yayın ancak 1980’lerden sonra mümkün olabilmiştir. Dijital
yayıncılığın etkin bir biçimde kullanımı da yine 1990’lardan itibaren mümkün olmuş,
dijitalizasyonun yaygın hale gelmesi ise beraberinde farklı araçlar üzerinden farklı
seçenekleri izleme olanaklarını artırmıştır11 (Murdock, 2004: 22). Böylece bir yandan
neoliberal ekonomi politikası ve teknik olanakların sonucu olarak yöndeşen ticari
medya sahipleri özellikle 1980’lerin sonundan itibaren uluslararası piyasadaki egemen
konumlarını hızla genişletirken, kamu hizmeti yayıncılığına duyulan gereksinim ve önem
de hızla gerilemeye başlamıştır. Bu durum kamu hizmeti yayıncılarını yeni var olma
stratejilerini geliştirmeye yöneltirken İngiltere özellikle bu dönemde geliştirdiği politika
ve pratiklerle diğer ülkelerin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve pratikleri üzerinde
belirleyici bir konum edinmiştir.
11
Ayrıca bkz. Michalis (2009); Donders ve Pauwels (2008), Taş (2006)
Sayı 40 /Bahar 2015
104
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
Neoliberal Dönemde İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Avrupa Kamu
Hizmeti Yayıncılığı Politika ve Pratiğine Etkisi
1970’li yıllardan itibaren teknolojide gözlenen ilerlemelerin sağladığı olanaklar
sonucunda bilgi iletişim teknolojileri ve iletişim sektörü, neoklasik iktisadın argümanları
ile örgütlenen üretim alanlarının merkezi haline dönüşmüştür12. Uluslararası piyasadaki
konumlarını güçlendirme ve sosyalizm tehdidini ortadan kaldırabilmek amacıyla
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hızla örgütlenme çabasına yönelen ileri kapitalist
ülkelerin, 1980’lerin sonundan itibaren egemen konumlarını güçlendirmeye başladıkları
görülmektedir. Bilgisayar teknolojisinin üretim alanlarında kullanımının mümkün hale
gelmesi ile birlikte talep edilen çeşitte ve talep edilen sayıda ürünün, talep edilen zamanda
ulaştırılması mümkün hale gelmiş, dahası bu ürünlerin, piyasaya sürülen ülkelerde taşeron
firmalar veya bayilikler aracılığıyla üretiminin gerçekleştirilmesi sağlanmıştır (Belek,
1999: 62). Böylece karşımıza esnek üretim ve esnek uzmanlaşmanın yanı sıra tam zamanlı
üretim anlayışı çıkmıştır. İnternetin kullanımıyla birlikte ise uluslararası sermaye, üretim,
dağıtım ve pazarlama alanlarında ortaya çıkan yeni pazarlarda uluslararası piyasadaki
egemenliğini genişletme fırsatını bulmuştur. İnternet teknolojisi beraberinde internet
üzerinden satışı da olanaklı kılmış ve talep üzerine bir malın istenildiği oranda satışı
mümkün hale gelmiştir. Dahası çeşitli reklam ve pazarlama stratejileriyle satış koşulları
çok daha güçlenmiş ve sermaye yüksek sabit maliyetle uluslararası düzlemde büyüme
fırsatını gerçekleştirebilmiş, böylece uzun vadede oldukça kȃr getiren bir alanda öncesi
görülmemiş oranda büyüme ve genişleme fırsatı bulabilmiştir. Özellikle bilgisayar ve
internet teknolojisinin sağladığı bir olanak olarak iletişim sektörü, tüm bu yöndeşen yeni
üretim biçiminin merkezi haline gelmiştir.
Fiber optik kablo teknolojisinin gelişmesi ile birlikte, ağların dijitalizasyonunun
mümkün hale gelmesi, iletişim sektöründe ses, veri ve görüntünün bir araya getirilmesini
olanaklı hale getirmiştir. Bu durum ise iletişim sektörünün medya ve telekomünikasyon
olarak ayrışan iki alt sektörünün yöndeşerek, bilgi ve iletişim teknolojileri olarak yeniden
yapılanması sürecini mümkün hale getirmiştir. Böyle bir yöndeşme ile bir yandan internet
üzerinden televizyon yayını, radyo dinleme, interaktif iletişim gibi iletişim sektörünün
birbirinden ayrı olan hizmetlerinin tek bir araç üzerinden gerçekleşmesi mümkün hale
gelirken diğer yandan da ürün satışlarının yine aynı kaynak üzerinden gerçekleşmesi
mümkün olmuştur.
Medyanın, uluslararası ölçekteki birleşimlerle kendini yeniden organize ederek
kendisini neredeyse bütünüyle ticari bir alan içinde tanımlamaya başlamasının alt yapısal
olanakları ise, yeni liberal düzenin özellikle 1980’li yıllardan itibaren açık bir biçimde
uygulamaya başladığı özelleştirme politikaları, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası
finans kurumlarının oluşumu ve bu kurumların küresel ölçekte serbest piyasa merkezli
politikaları ile sağlanmıştır. Bu örgütlenmeler aracılığıyla gerçekleştirilen NAFTA, GATTS
gibi özellikle gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerin pazarlarına ulaşımı kolaylaştıracak
bölgesel birlik antlaşmaları ve Avrupa Birliği politikaları hizmet sektörünün ticarileşmesi
12 Geray (2003), neoliberal dönemde Marshall Planı ve sonrasında gerçekleştirilen uluslararası örgütlenmelerin
gerek zora dayalı yöntemlerle gerekse siyasal manevralarla, kapitalizmin üretim, dağıtım ve pazarlama süreçlerinde
egemen olan sayılı şirket ve bu şirketlerin bağlı bulunduğu ülke çıkarları doğrultusunda hızla büyümesini ayrıntılı
olarak ele almaktadır.
105 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
sürecinin önemli adımını oluşturmuştur (Geray, 2003). Böylece uluslararası sermaye
üretimin her alanında benzeri görülmemiş ölçüde yoğunlaşma fırsatı bulabilmiştir
(Adaklı, 2006).
Serbest piyasa temelli ekonomi politikalar üzerinden, uluslararası birleşimlere
giderek sermayesini hızla büyüten büyük sermaye devlerinin yeni medya teknolojilerine
ve bu teknolojilerle hızla büyüyen yeni pazarlara yönelik gerçekleştirdikleri yatırımlar,
sert rekabet koşullarını zorunlu kılması nedeniyle kamu hizmeti yayıncıları üzerinde de
önemli bir baskı unsuru olmuştur. Kamu hizmeti yayıncıları bu dönemde yeni medya
teknolojilerinin gerektirdiği yatırımları gerçekleştirebilecek yeterli kaynağa sahip
olamadığı gibi, her girişimleri ticari medya sahiplerinin itirazları ve lobi faaliyetlerine
maruz kalmıştır.
Günümüzde özellikle Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılarına, güçlü ve tek bir Avrupa
pazarı yaratılma idealinin gerçekleştirilmesi sürecinde, tamamlayıcı bir rol verilmeye ve
desteklenmeye devam edilmekle birlikte sunulan bu destek giderek sorunlu bir hal almaya
başlamıştır. Kamu hizmeti yayıncılarının yeni medya dönemindeki tüm girişimleri, bu
girişimler ticari sermayenin uluslararası piyasadaki büyüme koşullarını ve hedeflerini
kolaylaştırıcı bir etkiye sahip olduğu sürece veya bu girişimlerin rekabet koşullarına bir
zararının olmadığı düşüncesi kabul gördüğü ölçüde desteklenmiştir13 (Moe, 2008). Bu
doğrultuda dünyada kamu hizmeti yayıncılığı politikalarının şekillenmesinde belirleyici
bir konumda olan Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılarına sağlanan mali desteğin miktarı
giderek azaltılmaya başlanmış ve bu yardımdan yararlanma koşulları çok aşamalı,
titiz ve derinlikli değerlendirmelere tabi kılınmıştır. Bu durum ise hızla çoğalan kanal
seçeneklerinin ve yeni medya teknolojileriyle gelen yeni hizmetlerin arasında var olmaya
çalışan kamu hizmeti yayıncılarının gerekli mali desteği bulamaması nedeniyle artan
oranlarda ticari çözümlere başvurması ve tasfiye olması sürecini gündeme getirmiştir
(Adaklı, 2010: 81). Avrupa başta olmak üzere dünya genelinde kamu hizmeti yayıncılığı
uygulamalarına destek sunulmasına ilişkin ya da bu yayın kuruluşlarının denetim ve
kontrol mekanizmalarının yeniden yapılanmasına yönelik düzenlemelerde İngiltere’de
esas alınan değişiklikler örnek alınmıştır (Moe, 2008)
Devlet desteğinin miktarlarının giderek azalması ve bu desteğin verilme koşullarının
İngiltere’deki uygulama örnek gösterilerek, bir çok testler ve kararlara bağlı kılınması,
kamu hizmeti yayıncılarını finansal açıdan karar mercilerine daha bağımlı hale getirmiş, bu
bağımlı yapı doğal olarak ilgili kuruluşların yayın politikalarını da doğrudan etkilemiştir.
Yeni medya araçlarının gelişmesi ve hızla artan izleme seçeneklerinin bir sonucu olarak
izler kitlede gözlenen parçalanma da abone sayılarının hızla azalması sonucunu ortaya
çıkarmıştır. Finansal kaynağı sağlayabilmek için ise kamu hizmeti yayıncılarının bir çoğu
hızla artan oranlarda ticari çözümlere başvurmak durumunda kalmıştır (Moe, 2008). Bu
13 Avrupa Birliği’nin kamu hizmeti yayıncılarına bu neoliberal düzende tanımış olduğu tamamlayıcı rol, birliğin
iletişim sektörüne ilişkin gerçekleştirdiği hemen her düzenlemesinde açıkça ifade edilmektedir. Bu doğrultuda
örneğin 2001 Yayıncılık Tebliği’nde ve ardından 2009 Yayıncılık Tebliğinde kamu hizmeti yayıncılarının
haksız rekabete neden olabilecek girişimlerinin önüne geçebilmek amacıyla, sunulacak mali desteğe ilişkin
kamu değerlendirme testlerinin (Public Value Test) uygulanması (2009 Tebliği Madde 40), danışma kurullarının
görüşlerinin alınması (Tebliğ, 2009), sunulacak desteğin sınıf ve okul sağlığına zarar vermemesi gibi kararlarda
açıkça görülmektedir. Ayrıca bkz. Geray (2005); Sümer (2014); Michalis (2009); Donders ve Pauwels (2008);
Humphreys (2008).
Sayı 40 /Bahar 2015
106
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
nedenle Avrupa’da ve hatta dünyada kamu hizmeti yayıncılarının bir çoğu devlet desteği
ve ticari girişimleri birlikte kullanarak karma gelir yapısı ile mali açıklarını kapatmaya
çalışmışlardır. Karma gelir modeli ise beraberinde, hem ticari kaynak hem de devlet
desteği alınarak yayının gerçekleştirilmesinin haksız rekabete neden olduğu gerekçesiyle
ticari medyanın itirazlarını yoğunlaştırmalarına neden olmuştur (Ward, 2003: 243).
İletişim politikaları ve özellikle de kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamaları
söz konusu olduğunda İngiltere’nin, tüm bu süreç içinde görece ayrıcalıklı bir konumda
yer aldığını belirtmek gerekmektedir. Bu ayrıcalıklı konumu İngiltere ortaya koyduğu
özgün iletişim politikalarıyla oluşturmuştur ki bu dönemde esas aldığı ikili yayın stratejisi
bu özgün modelin temelini oluşturmaktadır.
Elbette, 1980’lerden itibaren tüm dünyada açık bir biçimde görülmeye başlanan
neoliberal politika ve uygulamalar İngiltere’de de esas alınmıştır. Thatcher hükümetinin
1979-1997 yılları arasındaki yeni muhafazakar yaklaşımı eşliğinde gerçekleşen neoliberal
politikalar iletişim sektöründe de yansımasını bulmuştur. Curran ve Seaton (2003:359),
1980’lere kadar İngiliz iletişim politikasının, evrensel erişim, çok seslilik, çok kültürlülük,
şeffaflık, tarafsızlık gibi ilkeler etrafında örgütlenen kamu hizmeti yayın anlayışı esas
alınarak oluşturulduğuna dikkati çekerken bu tarihten itibaren bu politikanın özellikle
Annan Raporu ile birlikte değiştiğini ve yerini piyasa temelli politikalara bıraktığını
belirtmektedir14. Annan Raporu’nda yayıncılığın bir takım etik değerleri sergilemeyi
esas almak yerine toplumun farklı kesimlerinin beklentilerini ve toplumsal çıkarları göz
önünde bulundurması gerektiğine vurgu yapılmış (Curran ve Seaton, 2003: 360), böylece
kamu hizmeti yayıncılığı ilkelerinin neoliberal dönemde artık ikincil bir konumda yer
aldığı gerçeği açık bir biçimde ifade edilmiştir.
Bununla birlikte Curran ve Seaton (2003), piyasalaşma doğrultusunda alınan
kararlarda ulusal çıkarları ve kamu yararını gözeten bir takım karar ve uygulamalara
da gidildiğini vurgulamakta ve bu uygulamaya örnek olarak Hunt Raporunu, hükümet
bünyesinde hazırlanmış olan Beyaz Raporları’nın bazılarını ve 1980’lerde kabul edilmiş
olan Peacock Komite kararlarını örnek göstermektedir.
Hunt Raporu ile İngiliz hükümeti kablolu televizyonun dağıtım ve kurulumunda
denge ve kalite unsurlarının göz önünde bulundurulması kararına varırken, 1977’den
itibaren hazırlanan beyaz raporlarda, İngiliz yayın sisteminin, yabancı yayın şirketlerinin
uydu yayınlarının zararlı etkilerinden korunması ve kamu hizmeti yayıncılığının göz
ardı edilmiş olan ilkelerini dikkate alarak, ulusal çıkarlara hizmet eden yayınların
korunması gerektiği vurgulanmıştır. Yine 1990’da hazırlanmış olan Yayıncılık Yasası’nda
(Broadcasting Act), bayiliklerin “yeterli sayıda nitelikli programlara yer vermesi” kararına
varılmış ve bu nitelikli programların içerikleri ulusal çıkarlar ve kamu yararı doğrultusunda
hazırlanmıştır (Curran ve Seaton, 2003: 360). 1986 yılında BBC’nin gelecekteki finans
14 Curran ve Seaton (2003: 360), Annan Raporuna kadar İngiltere’de, iletişim politikasını şekillendiren tüm
raporları değerlendirmekte, 1923 yılında hazırlanmış olan Sykes Raporu’nda, 1926 Crawford Raporu, 1950
Beveredge Raporu ve 1962 Pilkington Raporu da dahil olmak üzere diğer tüm raporlarda, uygulamalarda ulusal
çıkarların ve kamu yararının gözetilmesinin esas alınması gerektiğine vurgu yapılırken, Annan Raporu ile bu
geleneksel yaklaşımda bir çok açıdan kırılma yaşandığında vurgu yapmaktadır. 1960 sonrası hazırlanmış olan
raporlarda tüketici eğilimi ve serbest piyasa ilkelerine yönelim esas alınmış olsa da, kamu hizmeti yayıncılığını
destekleyici düzenlemelerin gerekliliğine de vurgu yapılmıştır.
107 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
kaynaklarının sorgulanması amacıyla oluşturulan Peacock Komitesi, değişmekte
olan radyo ve televizyon yayıncılığı sektöründe tüketici egemenliğinin, yönlendirici
güç olarak kullanılmasının mükemmelliği üzerinde durmuş ve kamu yönetimlerinin,
müdahalesini, frekans spektrumun sınırlı bir kaynak olduğu yayın dünyasında “Piyasanın
Başarısızlığı”na geçici bir cevap olarak görmüş bu bağlamda kamu hizmeti yayıncılığı
hizmetlerinin devam etmesi gerektiği sonucuna varmıştır (RTÜK-Rapor, 2009:16).
Benzer biçimde 1996 yılı Kraliyet Beratı’nda BBC’nin dijital ve ticari hizmetleri,
onun temel hedefleri olarak belirlenmiş (Steamers, 1999: 49), 1997’de iktidara gelen
İşçi Partisi döneminde de BBC’nin çevrimiçi hizmetlerinin ve yeni medya hizmetlerinin
geliştirilmesine ilişkin oldukça cömert bir ödeme şekli geliştirilmiştir. Humphreys (2010:
12), 2002’de ITV Digital’in ciddi bir düşüş yaşamasıyla birlikte tüm finansal desteğin
BBC’ye yönlendirildiğine işaret etmektedir.
Yine Humphreys (2010: 13), 2003 yılı İletişim Yasası ile birlikte İngiltere’nin
iletişim piyasasında liberalleşme ve deregülasyon politikaları doğrultusunda yayıncılık
uygulamalarını gerçekleştirmeyi hedeflerken ve dünya pazarında İngiltere iletişim pazarının
en dinamik ve rekabetçi pazarı haline dönüştürülmesini amaçlarken, aynı zamanda kamu
hizmeti yayıncılığının bu yeni yöndeşen elektronik iletişim ortamında korunmasının
taahhüdünün de verildiğini belirtmektedir15. Her ne kadar İletişim Yasası’nda veya kamu
hizmeti yayıncılığına yönelik diğer yasal ve finansal düzenlemelerde eksiklikler olsa
da Humphreys (2010: 13), İngiltere’nin politika yapıcılarının, kamu hizmeti yayıncılığı
olgusuna diğer ülkelere kıyasla daha olumlu bir bakış açısıyla yaklaştıklarına dikkati
çekmektedir.
Hükümet kamu hizmeti yayıncılığını neoliberal dönemde desteklemeye devam
etmekle birlikte, neoliberal dönemde hükümetin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve
düzenlemelerinin, geleneksel dönemin kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamasının
uzağında yer aldığını da belirtmek gerekmektedir. Neoliberal dönemde hazırlanan karar ve
düzenlemelerde kamu hizmeti yayıncılığının devamlılığına yer verilmekle birlikte, bunlar
oldukça yüzeyseldir. Curran ve Seaton (2003: 360), gerek Hunt Raporu’nun gerekse 1990
Yayıncılık Yasası’nın uydu yayınının zararlı etkilerinden korunma amaçlı bir takım ulusal
çözümlere başvurmakla birlikte bu raporlarda kamu hizmeti yayıncılığının temelinin terk
edildiğine dikkati çekmektedir.
Genel olarak bakıldığında ise İngiltere iletişim politika ve uygulamalarının Avrupa
Birliği ve üye ülkeleri başta olmak üzere dünya iletişim piyasasına etkide bulunmasında
üç etmenin belirleyici olduğu görülmektedir. Öncelikle İngiltere, ileri bir kapitalist ülke
olarak Avrupa Birliği bünyesinde alınan kararlarda belirleyici bir role sahiptir (Humphreys,
2010). Gerek Sınırsız Televizyon Direktifi gerekse Avrupa Birliği’nin gerçekleştirdiği
diğer karar ve düzenlemeler, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın uzun soluklu lobi
15 Humphreys, 2003 İletişim Yasası ile kamu hizmeti yayıncılarına belli bir oyun alanı tanındığını belirtmekle
birlikte, gerek bu yasada gerekse diğer düzenlemelerde bu alanın İngiltere’de de giderek sınırlandığının ve
gelecekte kamu hizmeti yayıncılığının varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğinin ise belirsiz olduğuna dikkati
çekmektedir. 2003 İletişim Yasası’nın ise kamu hizmeti yayıncılığına tanıdığı bu oyun alanını bir çok sınırlama
ve yükümlülük eşliğinde gerçekleştirdiği görülmektedir. Bu doğrultuda yasada OFCOM’dan BBC programlarının
kamu hizmeti yayıncılığı yükümlülükleriyle uyumluluğu, başvuruda belirtilen editoryal yükümlülüğünün karşılanıp
karşılanmadığı, hizmet niteliğinin belirlenen ölçütlere uygunluğu gibi ölçütlerin değerlendirilmesi istenmektedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
108
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
faaliyetleri eşliğinde gerçekleştirilmiş, İngiltere ise karar alım süreçlerinde lider bir rol
üstlenmiştir (Humphreys, 2008). İkinci olarak İngiltere’de ticari medya girişimlerinin
ve kamu hizmeti yayıncısı olarak BBC’nin dünya piyasasında hızla büyüyen konumu,
İngiltere’nin iletişim politikalarının, özellikle iletişim sektörüne yönelik uygulamalarda
piyasa tökezlemelerine uğrayan ülkelerde referans alınmasına neden olmuştur16. Son
olarak, küçük Avrupa ülkelerinin yeni medya teknolojilerinin yüksek maliyetlerini
karşılayamaması nedeniyle program üretmek yerine BBC’nin program içeriklerine
giderek daha bağımlı hale gelmesi, bu ülkelerin BBC’nin iletişim politika ve yaklaşımına
da bağımlı hale gelmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır (Iosifidis, 2012).
İngiltere ise esas aldığı ikili yayın stratejisi ve esas aldığı yayın politika ve
uygulamalarına sağlanan siyasal desteğin bir sonucu olarak dünya piyasasında lider
konuma gelmeyi başarmıştır (Leckner, 2010). BBC, ikili stratejisini üç temel argümana
dayandırmaktadır. Moe (2008: 227), bu argümanları şöyle sıralamaktadır:
• Ticari aktivitelerden elde edilecek gelirler kamu hizmeti sunan radyo ve
televizyonlara bir geribildirim oluşturabilir. BBC, küresel çoklu-medya
girişimlerinde bulunmayı, bir kamu hizmeti yükümlülüğü olarak görmektedir.
• BBC, hızla bilgi toplumu olarak adlandırılan bir sürece gidildiği İngiltere’de,
lider rolünü korumanın yolunu tartışmaktadır.
• BBC, internet aktivitelerinde ilerlemenin, BBC’nin kamuya sunduğu hizmetin
niteliğini, oranını ve derinliğini artıracağı görüşündedir.
Özellikle bu son argüman, BBC’nin sonrasında bbc.co.uk olarak adlandırılacak
olan internet hizmetini sunmasında etkili olmuştur. Michalis ve Hills (2000:48), BBC’nin,
kamu hizmeti yayınlarında internet gibi yeni medya teknolojilerinden yararlanmasını
kamu hizmeti görevlerine katkı olarak tanımlasa da, İngiltere’de bu dönemdeki İnternet
kullanımının % 26’lık oranla oldukça sınırlı düzeyde kaldığını belirtmekte, BBC’nin bu
argümanının ise beraberinde pek çok itirazı getirdiğine dikkati çekmektedir. Örneğin,
İngiliz Yayıncıları Birliği, BBC’nin internetin kamu hizmeti yayıncılığının üçüncü kolu
olduğu açıklamasını sorgulamış ve bu yönde lobi faaliyetleri gerçekleştirmiştir (Michalis
ve Hills, 2000). Benzer şekilde BBC’nin, eğitim ihtiyacının çevrimiçi karşılanması
amacıyla okullara kadar ulaşmayı hedefleyen dijital müfredat programı yoğun lobi
faaliyetlerinin ardından kapanmıştır (Michalis, 2012: 36). Ticari medya itirazlarını,
BBC’nin yeni medya teknolojilerindeki aktivitelerine yeterli erişim olanaklarının
olmadığı, bu aktivitelere katılımın sınırlı sayıda olması ve böylece evrensel hizmetin
sunulamıyor olduğu, BBC’nin yeni medya teknolojilerindeki girişimlerinin piyasada yeni
girişimcilerin rekabet edebilme olanağını sınırlandırdığı, çok kanallı ve çok seçenekli
bir ortamda BBC’nin yeni medya hizmetlerine gereksinimin kalmadığı yönündeki
gerekçelerle temellendirmişlerdir17.
BBC’nin yeni medya teknolojileri ile gelişen pazarlardaki girişimleri ise ticari
16 Fransa buna örnektir. 2008 yılına kadar karma gelir modelini esas alan France 2 ve France 3, bu tarihten
ticarileşme eğilimlerini kabul ederek, İngiltere’nin ikili modelini esas almanın daha iyi olacağını açıklamışlardır
(Humphreys, 2010: 16).
17 Ayrıntılı bilgi için bkz. Moe (2007: 61), Michalis ve Hills (2000: 486-489), Michalis (2012), Humphreys
(2010).
109 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
medyanın itirazlarına karşın devam etmiştir. Kamu hizmeti yayıncılarına sınırlı olanak ve
alan tanınması politikasını aşmak adına BBC ilk ticari girişimini ICL-Fujitsu ile ortaklığa
giderek, BBC Worldwide’ın bağlı ortaklığı altında “beeb.com” adıyla ticari bir web sitesi
oluşturarak gerçekleştirmiştir. Ticari gelir ile finanse edilecek bir web sitesinin kurulması,
lisans ücretleriyle desteklenen kamu hizmeti yayınlarının aynı biçimde işlerliğini
sürdürmesine engel oluşturmaması açısından önemli bir örnek oluşturmuştur. “beeb.com”
internet sitesi, ticari medyanın itirazları sonucunda iki yıl sonra kapatılmış olsa da BBC,
BBC Worldwide, BBC Shop (kitap, cd gibi ürünlerin satımı için), Radio Times (çevrimiçi
televizyon rehberi olarak) ve beeb.net (internet erişimini sağlamaya yönelik) gibi birçok
ticari site kurmaya devam etmiştir (Moe, 2008: 226).
BBC’nin ikili stratejisinin diğer bir ayağını ise ticari gelirlerden bütünüyle bağımsız
ve lisans ücretleriyle finanse edilen yayın hizmetlerini sunması oluşturmaktadır. 1998’de
bu doğrultuda hizmete başlamış olan bbc.co.uk, BBC’nin önemli bir hizmetidir. Sadece
lisans ücretleriyle finanse edilen bbc.co.uk sitesi, 1998’den 2006 yılına kadar hızla gelişmiş,
toplumun her kesiminin video ve kamera çekimleriyle görüşlerini paylaşabildikleri
“Video Nation”, öğrencilerin bilgi toplumuna uyumlanmasını desteklemek amaçlı
“GCSE Bitesize”, altı yaşın altındaki çocuklar için öğrenme gereçleri ile oyunları, aileler
için de bir mesaj panosunu içeren “CBeebies” gibi yenilikçi program türleriyle ve geniş
ve yaygın bir televizyon ve radyo içeriği sunan yeni kanal seçenekleri sunarak kendini
geliştirmiştir (Moe, 2008: 227).
Dahası BBC dijital karasal yayına geçiş sürecinde de etkin bir rol üstlenmiştir.
Peacock komitesi sonrasında 2007 yılında, her on yılda bir tekrarlanan Kraliyet Beratı’nda
dijital karasala geçiş sürecinin İngiltere genelinde sağlanabilmesi amacıyla BBC’ye
önemli mali kaynak sağlanmış, bu mali desteğin ise BBC’nin bu alandaki görevinin açık
bir biçimde belirtilmesi koşuluyla sağlanması kararlaştırılmıştır18. Bu kararın sonucunda
İngiltere kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarında kamu değer testine başvurulması
süreci başlamıştır19.
1996’da başlayan dijital karasala geçiş süreci İngiltere’de 1998 yılı itibariyle
bütünüyle tamamlanmıştır (TRT- Rapor, 2006: 17). Böylece BBC, Galler ve İskoçya da
dahil olmak üzere geniş bir alanı kapsayan dijital karasal ortamda ulusal yayın hizmeti
sunmasının yanı sıra, BBC World20, BBC English, BBC Monitoring gibi hizmetleriyle,
dünya genelinde yayın ağını hızla genişletmektedir. Ayrıca BBC’nin çoğu programı
18 Bu kararın alınmasında kraliyet beratı öncesinde patlayan kriz belirleyici olmuştur. 2007 yılında, 2003
tarihinde Irak’ta kitle imha silahlarının var olup olmadığı ve dolayısıyla İngiltere’nin Irak’a müdahalesinin meşru
olup olmayacağı konusundaki tartışmada BBC’nin gündemin oluşmasına zarar veren tarzda bir haber yaptığı ilgili
mahkeme tarafından tespit edilince bir kriz patlak vermiştir. BBC yöneticilerinin istifasına neden olan bu kriz
BBC’de yeniden yapılanma sürecini başlatmış, BBC kendi yayınlarının meşruiyetini sağlayabilmenin bir yolu
olarak kamu değeri testine başvurma yolunu bu yapılanmanın bir parçası olarak yaşama geçirmiştir (Sümer, 2014:
31).
19 İngiltere’de kamu değer testi uygulamasına geçiş ve Avrupa politikasına etkisiyle ilgili ayrıntılı bilgi için
bkz. Moe (2008); ve Michalis (2009) , Donders ve Pauwels (2008).
20 BBC World, finansmanı Dışişleri Bakanlığı tarafından karşılanan, 32 dilde dünya genelinde yayın hizmeti
sunan, alt kanalları, internet siteleri bulunan ve yaklaşık 180 milyon dinleyicisi ve 250 kadar muhabiri bulunan
bir yayın ağıdır (Kırık, 2012: 68). BBC World için ayrılan bütçede son yıllarda kısıtlamalara gidilmekle birlikte,
sağlanan finansman BBC World’ün dünya genelinde çalışmalarını etkin biçimde yürütebilmesini sağlayacak
düzeydedir. Ayrıntılı bilgi BBC’nin yıllık raporundan araştırılabilir. Bkz. http://downloads.bbc.co.uk/
annualreport/pdf/2013-14/bbc_annualreport_201314_overview_bbcataglance.pdf
Sayı 40 /Bahar 2015
110
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
yurt dışındaki diğer ülkelere ihraç edilmekte ve buradan da gelir sağlanmaktadır ki bu
programlar arasında çeşitli eğitim amaçlı programlar da bulunmaktadır. Böylece BBC bir
yandan uygulanan kamu değer testi ya da denetleyici kurumların yöndeş yapısı ve yayın
politikasıyla diğer yandan da program satışları, kitap ve cd satışları ya da diğer e-satış
yöntemleriyle dünya piyasasında kendi iktidarını kanıtlamış bir yayın haline gelmiştir.
Özellikle az gelişmiş ülkelerin ve küçük Avrupa ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının
başta İngiltere olmak üzere ileri kapitalist ülkelerin iletişim politika ve uygulamalarından
oldukça etkilendikleri görülmektedir21. Yeni medya teknolojilerinin gerektirdiği yüklü
mali yatırımları kamu hizmeti yayıncılarının karşılaması olanaksız hale gelmiştir. Böylece
bu kurumlar gerekli mali desteği sağlayabilmek ya da uygun programları yayınlayabilmek
ve varlığını sürdürebilmek adına bir yandan ticari yayın ve ortaklıklara yönelirken diğer
yandan da karar ve uygulamada doğrudan hükümet kararlarına ve ileri kapitalist ülkelerin
kamu hizmeti yayıncılığı girişim ve uygulamalarına bağımlı hale gelmiştir.
İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarında denetleyici otoritelerin
niteliğine bakıldığında ise, kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarında
belirleyici olan iki birim karşımıza çıkmaktadır: BBC Trust ve OFCOM. Kamu değer
testi ise İngiltere’de, yeni hizmetlerin kamu hizmeti yayıncıları tarafından uygulanması
sürecinde belirleyici bir rol üstlenmektedir. Kamu değeri testine ilişkin ilk denemeler
2002 yılında başlamış olmakla birlikte, Avrupa neoliberal iletişim politikasına uygun
format ve içeriğiyle ilk kapsamlı örneğini 2006 yılında “Kamu Değer Testi (Public Value
Test)” adıyla gerçekleştirmiştir (Moe, 2010: 211).
Kamu değeri testi iki aşamada gerçekleştirilmektedir. Uygulanmak istenen hizmeti
öncelikle kamu hizmeti görevlerine uygun olup olmadığı ve kamu hizmeti yayıncılığının
görevleri bağlamında gelişen ihtiyacını karşılayıp karşılamadığını test etmektedir.
Moe (2010), kamu görevine uygunluğunun ve ihtiyaca yönelik olup olmadığının test
edilme sürecinin oldukça kapsamlı, maliyetli ve uzun bir süreçte gerçekleşen bir aşama
olduğuna işaret etmektedir. Eğer başvurulan hizmet gerekli kriterlere uygun bulunursa
ikinci aşamaya geçilmektedir ki testin bu aşamasına yönelik değerlendirme sürecinde
OFCOM yetkilidir. OFCOM, başvurulan hizmetin, rekabet koşullarına etkisini ve genel
ekonomik yarara katkısının olup olmadığını değerlendirmektedir. Bu iki birimden de
onay alındığında, başvuru hizmete sunulmaktadır (Moe, 2010: 213).
BBC, yeni medya piyasasına uyumlanma sürecinde ise kamu hizmeti yayıncılığı
ilkelerini esas almayı amaç edinmeye devam ettiği görülmektedir. Örneğin yayın
ilkeleri olarak tarafsız bir biçimde olayları bildirmeyi taahhüt etmekte, ulusal güvenliği
ilgilendirebilecek durumlarda hukuk büroları ve çeşitli uzmanların danışmanlığına
başvurmayı ve belli bir gelir karşılığında programlarda ürün yerleştirme gibi uygulamalara
21 Geray (2003), dünya genelinde özellikle az gelişmiş ülkelerin ileri kapitalist ülkelerin iletişim politikalarına
bağımlı olduklarına dikkati çekerek bu bağımlılığın kamu hizmeti yayıncılığı politikalarında da açık bir biçimde
görüldüğünü ortaya koymaktadır. Iosifidis (2007), gelişmiş kapitalist ülkelerin kamu hizmeti yayıncılarının
özellikle küçük Avrupa ülkelerinde ve dünya genelinde güçlü sermaye yapıları sayesinde gerçekleştirdikleri
kaliteli yayınlar ve program satışlarıyla egemen bir konum edindiklerine dikkati çekmekte, bu süreçte İngiltere’ye
lider bir konum vermektedir. Humphreys (2008), gerek Avrupa Birliği bünyesinde alınan kararlarda gerekse dünya
genelinde kamu hizmeti yayınlarında başta İngiltere olmak üzere büyük Avrupa ülkelerinin avantajlı bir konumda
olduklarını açıklamaktadır. Benzer yorumlar için ayrıca bkz. Jakubovicz (2004); Leurdijk (2006); Murdock (2004).
111 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
yönelmemeyi, ticari marka ve ürünlere haklı editoryal bir gerekçe olmadıkça herhangi
bir göndermede bulunmamayı taahhüt etmektedir. Elbette bu taahhütler BBC’nin kendi
yayınları için geçerlidir22. Ticari amaçla kurulmuş olan beeb.com gibi internet sitesi ve
yayınları için aynı durum söz konusu değildir. Dolayısıyla BBC iletişim piyasasında belli
bir güveni sağladığı logo ve markasını koruma adına bir yandan kamu hizmeti yayıncılığı
politikasını koruma adına belli bir düzeyde de olsa çaba sarf ederken diğer yandan
doğrudan ayrı bir kanaldan sağladığı ticari gelirlerle de bu amacı desteklemek gibi bir
politika ile yayınlarını devam ettirmekte, BBC’nin esas aldığı bu politikanın siyasal erk
tarafından desteklenmesi ise artan itirazların çoğunlukla sonuçsuz kalması durumunu
ortaya çıkarmaktadır. Dahası ele aldığı politikalarla Avrupa Birliği ve üye ülkelerin yayın
politikalarında öncü bir rol üstlenmeye devam etmektedir. Bununla birlikte 12 kişiden
oluşan BBC Yönetim kurulu üyeleri, hükümet tavsiyesi ile kraliyet onayı ile atanmaktadır.
Kurumun yayın politikası ise yönetim kurulu tarafından saptanmaktadır. Toplum içinde
farklı görüşlere neden olan dinsel, siyasal ve kültürel problemlerde son sözü söyleme
yetkisi yönetim kuruluna aittir (Kırık, 2012: 65). BBC genel müdürü İçişleri Bakanlığı
tarafından atanmakta ve yönetim kuruluyla birlikte BBC’nin genel yayın politikasını
saptamaktadır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde BBC her ne kadar geleneksel olarak
kamu hizmeti yayıncılığı politikalarını esas alarak yayınlarını gerçekleştiriyor olsa da
yasal düzlemde doğrudan siyasal erkin kararlarına bağlı bir konumda yer almaktadır.
Bu durum ise İngiltere’de kamu hizmeti yayıncılığı politika ve ilkelerinin varlığını
sürdürmesinin önünde bir risk oluşturmakta ama daha önemlisi, İngiltere kamu hizmeti
yayıncılığı modelini benimsemeye çalışan ülkelerin yayın politikasını doğrudan siyasal
erkin kararlarına bağımlı bir konuma getirebilmektedir ki Türkiye bu bağlamda önemli
bir örnektir23.
BBC Yeni Medya Politika ve Uygulamalarının Avrupa Birliği ve Üye Ülkelerine
Etkisi
Moe’nun da belirttiği gibi İngiltere’de uygulamaya konulan kamu değeri testi
Avrupa Birliği’nde ve üye ülkelerde kamu hizmeti yayıncılığı düzenlemelerinde
belirleyici bir referans noktasını oluşturmaktadır. Giderek artan itirazlara bir çözüm olarak
Avrupa Birliği, 2009 Yayıncılık Tebliği’nde başvurulan hizmetin değerlendirilmesi için
kamu değer testinin ve finans analizinin yapılmasını istemiş (madde 23 ve madde 40),
böylece kamu hizmeti yayıncıları yeni medya hizmetlerindeki aktivitelerine ilişkin daha
fazla sınırlamayla karşı karşıya bırakılmışlardır. Dahası, BBC kamu hizmeti yayıncılığı
politika ve uygulamalarında örnek gösterilmekle birlikte, ülkelere getirilen düzenleyici
ve denetleyici yükümlülükler her ülkenin özgül koşulları doğrultusunda uygulanmış, bu
durum ise her ülkede farklı kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarının, farklı
danışma ve değerlendirme biçim ve örneklerini karşımıza çıkarmıştır24.
22 BBC’nin son dönem yayın ilkeleri için bkz. http://www.bbc.com/turkce/kurumsal/2009/07/000000_
yayin_ilkeleri.shtml
23 BBC yayın model ve politikasının TRT yayın politika ve uygulamalarına etkisi ile ilgili ayrıntılı bilgi için
bkz. Tarakçıoğlu (2008); Canyurt (2011).
24 Meydana gelen farklı uygulamalara ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Geray (2003); Jakubowicz (2004);
Iosifidis (2012).
Sayı 40 /Bahar 2015
112
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
Moe (2010: 213), İngiltere, Almanya ve Fransa’da uygulanan kamu değeri testlerinin
üç ölçütü esas aldığına ve bunun her üç ülkede de ortak olduğuna işaret etmektedir. Bu
ölçütler şöyledir:
• Sunulacak hizmetin kamu hizmeti görevine uygunluğu
• Kamu rekabetine katkısı
• Maliyetiyle orantılı bir değer arz edip etmediği
Bu doğrultuda örneğin Almanya’da uygulanan kamu değeri testinde de İngiltere’de
olduğu gibi sunulacak hizmetin kamu hizmeti görevlerine uygunluğu, kamusal rekabete
katkısı ve sunulacak hizmetin gerekli tazminat miktarıyla uyumluluğu araştırılmaktadır.
Buna karşın bu değerlendirmeler Almanya’da kamu hizmeti yayıncılığına biçilen
tamamlayıcı rol ile birlikte düşünüldüğünde, karşımıza çok daha sınırlandırıcı bir
değerlendirme çıkmaktadır. Örneğin Eyaletler Arası (İç-Devletler arası) Yayın Anlaşması
gereğince ARD ve ZDF arasında 2006 yılında bir sözleşme imzalanmış ve sözleşme
gereğince her iki kanal da reklam ve sponsorluğa yer vermemeyi, yerel reklamlara sınırlı
bir düzeyde izin vermeyi taahhüt etmişlerdir. Yine sözleşme gereğince programlarını
ise seyahat planlamaları, sohbet odaları, arkadaşlık siteleri gibi site ve programlar da
dahil olmak üzere 17 kategoriden oluşan bir listenin dışındaki programlara yer verme
taahhüdünde bulunmuşlardır (Moe, 2010: 211).
Kamu değeri testinde Fransa da detaylı sorgulayıcı ve ayrıntılı bir değerlendirme
metni hazırlamış olmakla birlikte, Fransa’daki kamu hizmeti yayıncılığına yaklaşımdaki
ılımlı politika, bu kapsamlı değerlendirme metninin uygulanma aşamalarını etkilemektedir
(Humphreys, 2010: 17). Hükümet’in sunduğu ekonomik destekte sınırlamaya gitmesi
ve abonman ücretlerinin düşük bir düzeyde tutulması, diğer birçok Avrupa ülkelerinde
olduğu gibi, Fransız kamu hizmeti yayıcılarının (France 2 ve France 3) da karma gelir
politikasını esas alması ile sonuçlanmış, bu gelir yapısı ise ticarileşme eğiliminin artması
sonucunu ortaya çıkarmıştır (RTÜK, 2009: 62).
Hollanda’da ise kamu değeri testi Avrupa Birliği’nin 2009 Tebliği sonrasında üye
ülkeler üzerinde yaptığı baskı üzerine uygulamaya alınmış ve uygulama çok daha esnek
ve ticarileşme sürecine daha ılımlı bir yaklaşım ile gerçekleştirilmiştir (Donders ve Raats,
2012: 168).
Bu farklı uygulamalar diğer üye ülkelerde de gözlenmektedir. Böylece Avrupa
Birliği’nin ticari medyanın itirazlarına bir çözüm olarak oluşturmaya çalıştığı bu
düzenleme, ülkeler arasında kamu hizmeti yayıncılığı politika ve uygulamalarındaki
tutarsızlıkların kurumsallaşması ile sonuçlanmıştır.
Sonuç
Neoliberal dönemde İngiltere uluslararası piyasanın neoliberal politikalar etrafında,
ileri kapitalist ülke çıkarları doğrultusunda yeniden yapılanma sürecinde ABD ile sıkı
işbirliğine giderek aktif bir rol üstlenirken, Avrupa Birliği içinde bu politikaların
113 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
yapılanması sürecinde de belirleyici bir konumda yer almıştır. Neoliberal dönemin önemli
bir üretim alanı halini alan bilgi ve iletişim teknolojileri ve medya politikalarına yönelik
de İngiltere esas aldığı politika ve uygulamaların yanı sıra Avrupa Birliği içindeki lobi
faaliyetleriyle de Avrupa iletişim politikasının ve uygulamalarının şekillenmesinde temel
bir rol üstlenmiştir.
BBC, Avrupa kamu hizmeti yayıncıları başta olmak üzere genel olarak dünyada
kamu hizmeti yayıncılığı ve yayıncılık politikaları üzerinde temelde üç yoldan etkide
bulunmaktadır. İlk olarak BBC, yeni medya piyasasına uyumlanma sürecinde öncü bir
konumda yer almıştır ve ikili yayın stratejisi, kamu değer testi gibi uygulamaları ortaya
çıkararak, birlik içindeki egemen konumu ve BBC’nin dünya piyasasında sağladığı
konumun da etkisiyle, bu uygulamaların Avrupa Birliği bünyesinde kabul edilmesine
kaynaklık etmiştir. İkinci olarak BBC, diğer ülke uygulamalarına kıyasla kamu hizmeti
yayıncılığı anlayışıyla yayın gerçekleştirme politikasına daha fazla önem vererek
yayınlarını gerçekleştirmenin yeni medya dönemindeki özgün modelini sunmaktadır.
Bu modelde BBC, karma gelir modeline başvurarak yayınlarını gerçekleştiren kamu
hizmeti yayıncılığı uygulamalarına alternatif olarak, birbirinden bağımsız kanallar
üzerinden kamu ve ticari yayınlarını gerçekleştirme yoluna gitmektedir. Böylece BBC
bir yandan kamu hizmeti yayıncılığı ilkelerini esas alan bir yayıncılık anlayışını bir
kanal üzerinden gerçekleştirirken, başka bir kanal üzerinden ticari geliri esas alan ve
yayınlarını reklamlar, e-satış, kitap ve cd satışı, ticari ortaklıklar gibi uygulamalardan
edindiği gelirlerle finanse etmektedir. Son olarak BBC dünya genelinde gerçekleştirdiği
yayınlar ve program satışlarıyla, dünya piyasasında egemen bir rol üstlenmekte ve
gerçekleştirdiği yayınlarla yayının gerçekleştiği bölgenin piyasasında hakim bir konum
edinmektedir. BBC’nin bu ikili stratejisini ticari medyanın bir çok itirazına rağmen devam
ettirebilmesi ise hükümetin destekleyici tutumu aracılığıyla mümkün olmaktadır. BBC
yasal düzenlemelerde hükümet kararlarına bağlı bir konumda yer alırken, uygulamada
özerk bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. İngiltere’deki bu yasal düzenlemelerin ve
uygulamaların ise diğer Avrupa ülkelerinin ve dünyanın bir çok gelişmekte olan ülkesinin
kamu hizmeti yayıncılığı uygulamalarına örnek teşkil ettiği görülmektedir. Yine de diğer
Avrupa ülkelerinde esas alınan yayın politikasında belirleyici olan unsurun ülkelerin
kendi özgül koşulları olduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Küçük Avrupa ülkelerinin bir çoğu daha baskıcı bir hükümet politikası, küçük
ölçekli pazar payı, yetersiz mali kaynak gibi sorunlarla da baş etmek durumunda
kaldıklarından gerek ticari çözümlere gerekse büyük Avrupa ülkeleri yapımlarına daha
bağımlı hale gelmişlerdir (Iosifidis, 2007: 75-83). Örneğin Yunanistan ve Portekiz yeni
medya dönemine uyumlanma sürecinde izler kitlesini en fazla kaybeden ülkeler arasında
yer almıştır. Belli bir oranda izler kitleyi kendisine bağlı tutmayı başarabilmiş olan kamu
yayıncıları ise bunu sağlamanın yolunu yüksek mali yatırım isteyen popüler programlara
yönelmekte yani daha fazla ticari çözümler ya da büyük Avrupa ülkelerinin yayınlarını
yayınlama yoluna yönelmiştir. Bardoel ve d’Henens (2008: 345), küçük Avrupa ülkelerinde
gözlenen ticarileşme sürecine örnek olarak Yeni Zellanda’yı göstermekte ve başka hiçbir
ülkenin ticari çözümlere başvurma konusunda bu kadar rahat davranmadığına dikkati
çekmektedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
114
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
BBC örneğinden yola çıkılarak gerçekleştirilen uygulamaların ise İngiltere
örneğinden oldukça farklı bir biçimde gerçekleştiğini belirtmek gerekmektedir Kİ
İngiltere’nin kurumsal yapısının yasal düzlemde siyasal erke bağlı konumda olmasının,
İngiltere’deki düzenlemeyi örnek alan bir ülkenin yayın politikasının da siyasal erkin
kararlarına bağlı olmasına etki etmektedir.
Benzer bir durum kamu değer testi için de geçerlidir. Kamu hizmeti yayıncısı
kuruluşun uygulamalarının ve sunulacak finansal desteğin sağlanması sırasında
gerçekleştirilen değerlendirme testlerinin içeriği ya da danışma kurulunun niteliği ve hatta
bağımsız denetleyici otoritelerin üyeleri ve aldıkları kararlar ülkelerin özgül koşulları
içinde şekillenmektedir. Bu durum ise özellikle küçük Avrupa ülkeleri dikkate alındığında
çok daha sorunlu olabilmektedir. Bu ülkelerde ülkelerin sınırlı kaynaklarının sonucu
olarak hali hazırda ayrılan sınırlı kaynaklar, bağımsız otoritelerin ya da danışma kurulunun
belirli çıkar gruplarının tercihleri doğrultusunda alınan kararlara göre tahsis edilebilmesi
gibi durumları gündeme getirebilmektedir (Iosifidis, 2012). Böylece İngiltere’de kamu
hizmeti yayıncılığı kendi gelenekselliği içinde kamu hizmeti anlayışını büyük oranda
sürdürürken, esas aldığı politikalar Avrupa ve dünyada kamu hizmeti yayıncılığının
neoliberal uygulamalar içinde tasfiye edilme çabasına katkı sunabilmektedir.
Kaynaklar
Adaklı, G. (2006). Türkiye’de Medya Endüstrisinin Dönüşümü: Neoliberalizm
Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri, Ankara: Ütopya Yayınevi
Adaklı, G. (2010). “Neoliberalizm ve Medya: Dünyada ve Türkiye’de Medya
Endüstrisinin Dönüşümü”, Mülkiye Dergisi, c. 24, s. 269, ss. 67-85.
Avery, R. K. (1993). Public Service Broadcasting in a Multichannel Environment,
New York: Longman.
Belek, İ. (1999). Postkapitalist Paradigmalar, İstanbul: Sorun Yayınları.
Briggs, A. ve Burke, P. (2006). A Social History of the Media: From Gutenberg to
the Internet, Malden: Polity Press.
Canyurt, S. (2011). Kamu Medya Hizmeti: BBC&TRT Karşılaştırması, RTÜK
Chapman, J. (2008). Comparative Media History; An Introduction: 1789 to the
Present, Malden: Polity Press.
Curran, J. ve Seaton, J. (2003). Power Without Responsibility: The Press,
Broadcasting and New Media in Britain, New York, London: Routledge Press.
Donders, K. ve Pauwels, C. (2008). “Does EU Policy Challenge the Digital Future
of Public Service Broadcasting?”, Convergence, S. 14(3), ss. 295-311.
Eroğul, C. (2014). Çağdaş Devlet Düzenleri, Ankara: İmaj Yayıncılık.
Geray, H. (2003). İletişim ve Teknoloji; Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya
Politikaları, Ankara: Ütopya.
115 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
Geray, H. ve Başaran, F. (2005). İletişim Ağlarının Ekonomisi; Telekomünikasyon,
Kitle İletişimi, Yazılım ve İnternet, Ankara: Siyasal Yayınları.
Humphreys, P.J. (2008), “EU Audiovual Policy, Cultural Diversity and the Future
of Public Service Broadcasting”, Mediating Europe, Jackie Harrison ve Bridgette Wessels
ed. , London: Berghahn Books.
Humphreys, P. j. (2010). “Redifining Public Service Media: A Comparative Study
Of France, Germany And The UK”, UK Economic and Social Research Council, London,
http://ripeat.org/wp-content/uploads/2010/03/Humphreys_P.pdf , Erişim Tarihi:
07.06.2012.
Iosifidis, P. (2007). “Public Television in Small EU Member States: Challenges and
Strategies”, International Journal of Media and Cultural Politics, s. 3 (1), ss. 65-87.
Iosifidis, P. (2012). Mapping Digital Media: Digital Television, the Public Interest
and European Regulation, http://www.opensocietyfoundations.org, Erişim Tarihi:
27.02.2012.
Jakubowics, J.K. (2004). “Introduction of PSB as Part of Media System Change in
Central and Eastern Europe”, European Journal of Communication, s. 19 (1), ss. 53-74.
Kabaalioğlu, H., AB Kurumları ve Avrupa Hukukunun Uluslarüstü Özellikleri
Işığında Avrupa Birliği ve Kıbrıs, İstanbul, Yeditepe Üniversitesi Yayınları, 1997.
Kasım, K. (2001). “Soğuk Savaş Sonrası ABD-İngiltere İlişkiler”, Bir Başka Açıdan
İngiltere, Sedat Laçiner (der.), Ankara: ASAM.
Kırık, A. M. (2012). “İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı ve Toplumsal
Farkındalık Çerçevesinde BBC’nin Tarihsel Analizi”, International Congress on Culture
and Society, Special Issue, sayı 3(5), ss. 60-71.
Laçiner, S. (2000). “ABD-İngiltere: Özel Bir İlişki”, Avrasya Dosyası, s. 2(6), ss.
22-53.
Latzer, M. (2009). “Convergence Revisited: Toward a Modified Pattern of
Communications Governance”, Convergence, s.15(4), ss. 411-426.
Leckner, S. ve Facht, U. (2010). “A Sampler of International Media and
Communication Statistics”, NORDICOM. Gothenburg: Gothenburg University
Publication.
Leurdijk, A. (2006). “Public Service Broadcasting Dilemma’s and Regulation in a
Converging Media Landscape”, RIPE Konferans Bildirisi, November-2006.
McDonnell, J. (1991). Public Service Broadcasting, London: Routledge.
Michalis M. ve Hills J. (2000). “The Internet: A Challenge to Public Service
Broadcasting”, International Communication Gazette, s. 62(6), ss. 477-493.
Michalis, M. (2009). “Is The Public Interest Under Threat? Public Service
Broadcasting, Market Failure And New Technologies: The View From The European
Sayı 40 /Bahar 2015
116
İngiltere’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı: Dijital Medya Ortamında BBC’nin Var Olma Mücadelesi
Union”, Studies in Communication and Culture, s1(2), ss.185-201.
Michalis, M. (2012). “Balancing Public and Private Interests in Online Media:
The Case of BBC Digital Curriculum”, Media, Culture and Society, s. 34, ss. 944 – 960.
Moe, H.(2007). Commercial Services, Enclosure and Legitimacy: Comparing
Contexts and Strategies for PSM Funding and Developmet, Göteburg: Nordicom.
Moe, H. (2008). “Public Service Media Online? Regulating Public Broadcasters’
Internet Services – Comparative Analysis”, Television & New Media, s. 9(3), ss. 220-245.
Murdock, G. ve Golding P. (2001). “Ortak Pazarlar: Birleşik Krallık ve Avrupa’da
Şirket Hırsları ve İletişim Eğilimleri”, Praksis Dergisi, Sayı 4: 314-331.
Murdock, G. (2004). “Building the Digital Commons: Public Broadcasting in the
Age of the Internet”, The 2004 Spry Memorial Lecture, Montreal University.
Negrine, R. (1994). Politics and the Mass Media in Britain, London ve NewYork:
Routledge.
Özgöçer, U. ve Çaşın, H.M. (2008). Avrupa Birliği’nin Siyasal ve Ekonomik
Temelleri, İstanbul: Arion Yayınevi.
Sümer, B. (2010). The Impact of Europeanisation on Policy-Making in Turkey:
Controversies, Uncertaineries and Misfits in Broadcasting Policy (1999-2009), Ankara:
A.Ü. Yayınları.
Sümer, B. (2014). “Avrupa Birliği’nde Kamu Hizmeti Yayıncılığının Finansmanına
İlişkin Politika Gündemi: Amsterdam Protokolü ve Etkileri”, Kültür ve İletişim Derigisi,
s. 17 (1), ss. 9 – 39.
Taş, O. (2006). “İletişim Alanında Yöndeşme Eğilimleri: Teknoloji, Pazar ve
Düzenleme”, Kültür ve İletişim, s.9 (2), ss.33-63.
Tilly, C. (2000). Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, Çev. Kudret
Emiroğlu, Ankara: İmge Kitabevi.
Ward, D. (2003). “State Aid or Band Aid? An Evaluation of the European
Commission’s Aproach to Public Service Broadcasting”, Media Culture and Society, s.
25(2), 233-250.
Rapor, Kanun ve Düzenlemeler
Avrupa Komisyonu (1994). Bangemann Report,
https://docs,google,com/file/d/0B2vWhkwcw_
lMZDA4Y2U0NGYtM2I2Ny00NTczLTg4YTUtZDIyZDYxMGJjYmFm/edit?hl=en ,
Erişim Tarihi: 08.01.2012.
Avrupa Komisyonu (2001), 2001 Broadcasting Communication, http://ec,europa,eu/
competition/state_aid/legislation/broadcasting_communication_en,pdf , Erişim Tarihi:
06.01.2012.
117 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Özge Yalçın
Avrupa Komisyonu (2009). Türkiye 2009 Yılı İlerleme Raporu, http://www.ab.gov.
tr/files/ardb/evt/2_turkiye_ab_iliskileri/2_2_adaylik_sureci/2_2_1_duzenli_ilerleme_
raporlari/turkiye_ilerleme_rap_2009_eng.pdf , Erişim Tarihi: 21.03.2012.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Genel Müdürlüğü Medya Bölümü (2006). Public
Service Media in the Information Society, by Nissen, C.S., European Concil.
BBC Trust (2007). Public Value Test (PVT): Guidance on The Conduct of The PVT,
http://www.bbc.co.uk/bbctrust/assets/files/pdf/regulatory_framework/pvt/pvt_guidance.
pdf içinde Erişim Tarihi: 12.11.2011.
BBC (2014). Yıllık Faaliyet Raporu, http://downloads.bbc.co.uk/annualreport/
pdf/2013-14/bbc_annualreport_201314_overview_bbcataglance.pdf, Erişim Tarihi:
13.11.2014.
RTÜK (2009). Avrupa’da Kamu Hizmeti Yayıncılığı Raporu, Ankara.
TRT (2006). Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyon Raporu, Ankara.
Sayı 40 /Bahar 2015
118
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Discourse of Corporate Social Responsibility Reporting
Sibel HOŞTUT, Öğr. Gör. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Kurumsal Sosyal
Sorumluluk Raporları,
Sürdürülebilirlik
Raporları, Raporlama
Girişimleri, Paydaşlar,
İletişimsel Eylem
Kuramı, Söylem.
Keywords:
Corporate Social
Responsibility Reports,
Sustainability Reports,
Reporting Initiatives,
Stakeholder, Theory of
Communicative Action,
Discourse.
Öz
Bugün küresel düzeyde birçok şirket ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirliğe
veya kurumsal sosyal sorumluluğa ilişkin uygulamaları çeşitli girişimlerin geliştirdikleri
standartları kullanarak tek bir raporda sunmaktadır. Ancak bu girişimler raporlarda hangi
bilgilerin hangi detayda yer alması konusunda şirketlere önemli bir rehberlik hizmeti
sunarken, söylemin etik boyutuna açıklık getirmemektedir. Bu nedenle yapılan çalışmada
kurumsal sosyal sorumluluk raporlarının farklı paydaş grupları tarafından nasıl anlaşılır ve
güvenilir raporlar olarak kabul görmeleri konusuna açıklık getirilmeye çalışılmıştır. Bunun
için Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı için geliştirdiği anlaşılabilirlik, doğruluk,
gerçeklik ve samimiyet kavramlarından oluşan geçerlilik iddialarına başvurulmuştur.
Nitekim kurumsal sosyal sorumluluk raporları için uluslararası arenada kabul görmüş
standartların ve ilkelerin kullanılması ile Habermas’ın gerçeklik iddialarının karşılanması,
şirket ve paydaşlar arasındaki iletişim sürecinin çift yönlü ve amaçlı işlemesini sağlayacak
ve böylece raporlarda niteliğin ve güvenilirliğin artırılması kolaylaşacaktır.
Abstract
Today many companies at the global level use the standards developed by various
initiatives to present their economic, social and environmental sustainability or corporate
social responsibility practices in a single report. These initiatives provide significant
guidance to companies about which information should take place in which detail, but
discourse on the ethical dimension needs to be clarified. Therefore this study examines how
corporate social responsibility reports can be seen as understandable and reliable reports
by different stakeholder groups. For this, Habermas’s validity claims - understandability,
accuracy, truth and sincerity - developed for the theory of communicative action have
been applied. In fact, corporate social responsibility reports prepared in accordance to the
internationally accepted standards and principles with respect to Habermas validity claims
provide a two-way communication process with purpose between companies and their
stakeholder, which in turn improves the quality and reliability of the reports
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Giriş
Şirketlerde, kurumlarda ve akademide oldukça uzun süredir kurumsal sosyal
sorumluluktan (KSS) bahsedilmektedir. Lee’ye (2007: 53) göre geçen 20 yıl içerisinde
KSS kavramı önemsiz ve belirsiz bir durumdan yaygın olarak kabul edilebilir bir hale
gelmiştir. Kavram ile 1970’lerin sonuna kadar alay edilmiş, yatırım ve iş dünyası KSS’yi
bir tezat ve çelişki olarak değerlendirmiştir (Lydenberg, 2005: 1). 1990’ların sonundan
itibaren ise KSS evrensel arenada yaptırım gücü haline gelmiş ve toplumun tüm bileşenleri
(hükümetler, şirketler, sivil toplum örgütleri ve tüketiciler) tarafından destek gören bir
uygulamaya dönüşmüştür (Lee, 2007: 53).
Sosyal sorumluluk, toplumun değer yargılarıyla yakından ilgili olduğundan ve
değer yargıları da toplumdan topluma ve zaman içerisinde değişkenlik gösterdiğinden
sosyal sorumluluğun kesin ve belirleyici bir tarifini yapmak oldukça güçtür (Özüpek,
2013: 20). Dyllick ve Hockerts’a (2002: 131-132) göre kurumsal sürdürülebilirlik
“bir şirketin, gelecekteki paydaşların ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün
vermeden doğrudan ve dolaylı paydaşların ihtiyaçlarını karşılamasıdır…”. Avrupa
Komisyonu ise (2011: 6) “kurumsal sosyal sorumluluğu, şirketlerin toplum üzerindeki
etkileri için sorumluluk almaları” şeklinde tanımlamaktadır. Bunun için şirketler;
sahiplerin, hissedarların, yatırımcıların, çalışanların, müşterilerin ve toplumun sosyal
sorumluluklarını karşılayacak, paylaşılan değer yaratacak ve olası olumsuz etkilerin
belirlenmesi, önlemesi ve azaltılması için kendi iş operasyonlarına sosyal, çevresel,
etik, insan hakları ve tüketici kaygılarını entegre edecek bir yapıya sahip olmalıdırlar.
Yapılan tanımlamalarda kurumsal sürdürülebilirlik ve KSS kavramları benzer ve birbirini
tamamlayıcı şekilde kullanılmıştır. Bu nedenle yapılan çalışmada şirketlerin stratejik
kararlarında ve faaliyetlerinde ekonomik, sosyal ve çevresel boyutların bir arada dikkate
alınmasını ifade etmek için KSS ve kurumsal sürdürülebilirlik kavramları aynı anlamda
kullanılmıştır.
KSS felsefesi ve stratejisiyle yönetilen bir şirket, kâr ederken sürdürülebilir
kalkınmayı sağlamalı, insan haklarına ve tüm paydaşların haklarına saygı göstermeli,
ürün ve hizmetlerin çevresel etkilerini çevre dostu bir bilinçle yönetmeli, işletme
faaliyetlerinde yolsuzluğun her türüyle mücadele etmeli, sendikalaşma özgürlüğünü
desteklemeli, çocuk işçi çalıştırılmasının ve ayrımcılığın önüne geçmeli (UNGC, 2013)
ve ilgili paydaşların karar alma süreçlerine katılımlarını sağlamalıdır. Belirtilen konuların
tümü sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarında tanımlanan
konuların iyileştirilmesine ve geliştirilmesine yöneliktir. Şirketlerin; ekonomik, sosyal
ve çevresel sürdürülebilirlik (Elkington, 1997) kapsamındaki uygulamalarının kurumsal
değerlere ve iş stratejilerine entegre edildiğini paydaşlara iletilmesindeki en temel yol
sürdürülebilirlik ya da kurumsal sosyal sorumluk raporunun hazırlanıp yayınlanmasıdır.
Sürdürülebilirlik raporları; hissedarlar, pay sahipleri, potansiyel yatırımcılar,
çalışanlar, müşteriler, çevre grupları ve akademisyenler gibi çok sayıda paydaş grupları
tarafından okunmakta ve değerlendirilmektedir. Bu durumda farklı paydaşların farklı
beklentileri olabilmektedir (Menteş, 2009: 24). Şirketler; şeffaflık, risk yönetimi, paydaş
baskısı, rekabet avantajı ve itibar gibi (Center for Corporate Citizenship, 2013: 7)
nedenler doğrultusunda hazırladıkları raporlarda çeşitli girişimlerin (GRI, UNGC vb.)
geliştirdikleri ilkeleri ve standartları kullanmaktadırlar. Ancak kullanılan standartlar
120 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
raporun “Ne?” içermesine yönelik bir yol haritası çizerken, bu içerik “Nasıl sunulur?”,
“Hangi bilgiler hangi detayda verilmelidir?” ya da “Nasıl güvenilir kılınır?“ sorularına
yanıt vermez. Yapılan çalışmada bu soruların yanıtı için Habermas’ın iletişimsel eylem
kuramı için geliştirdiği anlaşılabilirlik, doğruluk, gerçeklik ve samimiyet kavramlarından
oluşan geçerlilik iddialarına başvurulmuştur. Sürdürülebilirlik raporlarında bahsedilen
geçerlilik iddialarının karşılanması, şirket ve paydaşlar arasındaki iletişim sürecinin
çift yönlü, amaçlı, etkili ve kesintisiz işlemesini sağlayacak ve raporların niteliğini ve
güvenilirliğini artıracaktır.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporları
Şirketlerin KSS veya sürdürülebilirlik raporlarına ilişkin ilgileri yeni değildir.
1970’lerden itibaren ulus ötesi şirketlerin, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çevresel
ve sosyal alanda yarattıkları etkilere ilişkin önemli toplumsal, siyasi ve akademik
kaygılar gündeme taşınmıştır. Bu yıllar aynı zamanda ABD ve Batı Avrupa’daki ulus
ötesi şirketlerin sosyal rapor olarak adlandırdıkları kurumsal hesap verebilirlikteki
ilk dalga raporlarına da tanıklık etmiştir. Gönüllülük esasına dayanarak yayınlanan
sürdürülebilirlik raporlarında şirketler açıklamak istedikleri bilgileri kendi istekleri ve
doğruları çerçevesinde biçimlendirme özgürlüğüne sahiptiler (Chen ve Bouvain, 2009).
Ancak 1980’lerde şirketler sosyal raporları kurumsallaştırmadıkları için rapora olan ilgi de
azalmıştır. 1980’lerin sonlarında ise finansal olmayan raporlama bu kez çevresel konular
gibi özel bir odaklanma ile yeniden gündeme gelmiş ve literatür bu tarihten itibaren ciddi
anlamda artış göstermiştir. Son 15 yılda çevresel konulara sosyal ve ekonomik boyutlar da
eklenerek raporların içeriği genişletilmiş (Kolk, 2010: 368) raporların adlandırılmasında
Kurumsal Vatandaşlık Raporu, Sürdürülebilir Değer Raporu, Sürdürülebilirlik Raporu,
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporu gibi çeşitli başlıklar kullanılmıştır (Hahn ve Kühnen,
2013: 7; Hoştut ve Deren, 2014). Kurumsal raporlama uygulamalarındaki bu serbestlik
çok sayıda raporlama ilke ve standartlarının gelişmesine neden olmuştur.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk İletişimi Araştırmaları
Bugüne kadar KSS ile ilgili çok sayıda araştırma yapılmış, kitap yayınlanmıştır.
Aguinis ve Glavas’ın (2012) yaptığı çalışmada 1970 – 2011 yılları arasında KSS ile ilgili
588 makale ve 102 kitap/kitapta bölümler bulgulanmıştır. Yayınlanan makalelerin büyük
çoğunluğu Journal of Business Ethics (342 yayın), Academy of Management Review (47
yayın), Academy of Management Journal (37 yayın) ve Business & Society (27 yayın)
dergilerinde yayınlanmıştır. Yapılan kuramsal ve ampirik çalışmalarda yazarlar spesifik
araştırma sorularını incelemiş ve KSS’yi pazarlama, örgütsel davranış, insan kaynakları
yönetimi, endüstriyel ve örgütsel psikoloji, işlemler, bilgi sistemleri gibi disiplinlerle
ilişkilendirmiştir. Yapılan çalışmalarla alana ilişkin literatür kurumsal, işletme ve bireysel
analiz seviyelerinde sentez ve entegre edilerek düzeyli ve disiplinli bir kuramsal çerçeve
sunulmuştur (Aguinis ve Glavas, 2012: 4).
Ancak her ne kadar Aguinis ve Glavas (2012) KSS’nin hem akademide hem de
uygulamada büyük ilgi gördüğünü açıklamış olsa da, Ihlen (2011: 150) özellikle KSS
iletişimine yönelik çalışmaların az olduğunu ifade etmektedir. Yazara göre Quarterly
Sayı 40 /Bahar 2015
121
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Journal of Speech, Rhetoric Society Quarterly, Rhetorica, Rhetoric Review ya da Rhetoric
and Public Affairs gibi söylem ile ilgili yayın organlarında yok denecek kadar az sayıda
yayın bulunmaktadır (Ihlen, 2011: 150). KSS iletişimiyle ilgili az sayıda yayınlanmış
çalışmalar ise Journal of Business Ethics, Corporate Communications: An International
Journal, Journal of Communication Management ve Management Communication
Quarterly gibi yayın organlarında bulunmaktadır (Golob vd., 2013: 185). KSS iletişimi;
şirketin ve paydaşların sosyal değerleri arasında uyumun sağlanması konusunda (Colleoni,
2013: 230) şirketin semboller ve dil aracılığıyla nasıl iletişim kurduğuyla ilgilidir (Ihlen,
2011: 151).
2011 yılında yayımlanan “The Handbook of Communication and Corporate Social
Responsibility” (Ihlen, Bartlett ve May, 2011) KSS iletişimi ile ilgili ilk kapsamlı kitaptır.
KSS iletişimi araştırmalarıyla ilgili yapılan çalışmalarda (Ihlen vd., 2011) KSS iletişimi
kavramının heterojen olduğu ve alanın halkla ilişkiler ve kurumsal iletişim, pazarlama
iletişimi, örgütsel iletişim ve örgütsel çalışmalar gibi farklı perspektiflerden ele alındığı
ifade edilmektedir (Golob vd., 2013: 178).
Örgütsel Girişimler ve Standartlar
KSS alanına düzenlemeler getiren uluslararası örgütler kurumsal sosyal
sorumluluğu sürdürülebilir kalkınma, sosyal politika ve çevre üzerinden tanımlamaktadır.
Kurumsal sürdürülebilirlik, Elkington (1997) tarafından üçlü sorumluluk veya üçlü
performans (Triple Bottom Line) olarak adlandırılan ve şirketlerin ekonomik, sosyal ve
çevresel sorumluluklarını bir bütünlük içerisinde gerçekleştirmelerini, bu sorumluluk
alanları arasında denge kurmalarını ve bu boyutlarda sürdürülebilir olmalarını ifade
etmektedir (Sarıkaya, Erdoğan ve Kara, 2010: 43). Özellikle ulus ötesi şirketlerin, daha
çok gelişmekte olan ülkelerdeki iş ortaklarında ortaya çıkan insan hakları ihlaller, kötü
çalışma koşulları, yolsuzluk ve rüşvet gibi olumsuz uygulamaları1 çeşitli girişimlerin
oluşmasına ve standartların geliştirilmesine neden olmuştur. Geliştirilen standartların
veya girişimlerin ortak amacı; etik davranışı artırmak, şirketlerin ekonomik, sosyal ve
çevresel faaliyetlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak, şeffaflığı ve hesap verebilirliğin
gelişmesine katkıda bulunmaktır.
KSS alanına getirilen düzenlemelerle şirketlere küresel bir yol haritası çizen örgütleri
yapısal olarak hükümetüstü örgütler ve uluslararası sivil toplum kuruluşları (STK) olarak
iki boyutta değerlendirmek mümkündür (Coşkun, 2010b: 57). Önde gelen çeşitli girişimler
ve bu girişimlerin faaliyet alanları tablo 1’de gösterilmektedir. Hükümetüstü örgütler
ve uluslararası sivil toplum kuruluşları/ekonomik aktörler arasındaki yapısal farklılık,
girişimlerin şirketlerin KSS çalışmalarına farklı boyutlarda yol göstermeleriyle ilişkilidir.
Hükümetüstü örgütlere üye bir ülkede faaliyet gösteren bir şirket için bu örgütler tarafından
hazırlanan ilke ve standartlara uygun davranmak yasal bir zorunluluk olarak görülürken
bu örgütlere üye olmayan bir ülkede faaliyet gösteren bir şirket için aynı düzenlemelere
uygun davranmak ihtiyari bir sorumluluk olarak belirmektedir (Yamak, 2007: 135-136).
1 Daha spesifik bilgi için Werner, K. ve Weiss, H., (2003), Markaların Kara Kitabı, Dilman Muratoğlu (çev.),
İstanbul: Mediacat Kitapları.
122 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
Tablo 1: Hükümetüstü Örgütsel Girişimler ve Uluslararası STK’lar Tarafından Geliştirilen
KSS Girişimleri
Girişimler
Faaliyet Alan
Misyon
Birleşmiş Milletler Çevre
Programı (UNEP), 1972
Çevre
Çevre konusunun küresel düzeyde sürekli gözden geçirilmesini, çevre
sorunları hakkında uluslararası toplumun dikkatinin çekilmesini ve
uluslararası ve ulusal çevre politikasının ve hukukunun gelişimini
sağlamak
Üçlü İlkeler Bildirgesi (ILO),
1977
Sosyal Politika
Ulus ötesi şirketlere, hükümetlere, işçi ve işveren kuruluşlarına; istihdam,
eğitim, çalışma ve yaşam koşulları ve işçi-işveren ilişkileri gibi alanlarda
yol gösterici tavsiyelerde bulunmak
International Standards of
Accounting and Reporting,
1982
Sürdürülebilir
Kalkınma
Finansal olan ve olmayan kurumsal raporlama, sürdürülebilir ekonomik
kalkınma ve finansal istikrarı desteklemek için kurumsal şeffaflık
konusundaki gelişmelere katkıda bulunmak
Caux İlkeleri, 1986
Sosyal Politika
Dünya barışı, sosyal istikrar, dayanışma, adalet gibi toplumsal amaçlar
konusunda uluslararası işbirliğini sağlamak
CERES İlkeleri, 1989
Çevre
Sürdürülebilir bir küresel ekonominin oluşması için yatırım ve iş liderliğini
harekete geçirmek
International Business Leaders
Forum, 1990
Sürdürülebilir
Kalkınma
Sürdürülebilir bir dünya için “büyüme”yi yeniden tanımlamak
Business for Social
Responsibility, 1992
Sürdürülebilir
Kalkınma
Adil ve sürdürülebilir bir dünyanın yaratılması için iş dünyası ile çalışmak
Dünya Sürdürülebilir Kalkınma
İş Konseyi (WBCSD), 1995
Sürdürülebilir
Kalkınma
Şirketlerin sürdürülebilir kalkınma konusuna destek vererek iş dünyasının
sürdürebilir lisanslarının koruması ve yeni yatırımlar ile gelişmesini
sağlamak
AA1000 AccountAbility, 1995
Sürdürülebilir
Kalkınma
Kurumların daha hesap verebilir, sorumlu ve sürdürülebilir hale
gelmelerine yardımcı olmak
ISO 14000 Çevre Yönetim
Standart Serisi, 1996
Çevre
Çevresel etkilerini belirlemeye ve denetlemeye çalışan ve çevre
performansını arttırmak isteyen şirketler ve kurumlar için uygulanabilir
araçları sağlamak
SA 8000 Standardı, 1997
Sosyal Politika
Tüm dünyada çalışanların insan haklarını geliştirmek
Fair Labor Association, 1999
Sosyal Politika
Uluslararası standartlara bağlı işçi haklarını korunmak ve geliştirmek,
çalışma koşullarını iyileştirmek
GoodCorporation's Standard,
2000
Sürdürülebilir
Kalkınma ve
Sosyal Politika
Tüm paydaşlara, faaliyet gösterilen topluma ve çevreye politika ve
prosedürler çerçevesinde açıklığı, adaleti ve etkinliği sağlamak ve
tanımlanan insan haklarına saygılı davranmak
Sosyal Politika
Uluslararası standartlara uyumlu yasalar ile sorumlu iş yürütülmesi için
bağlayıcı olmayan ilkeler ve standartlar sağlamak
UN Global Compact – 2000
Sosyal Politika
Şirketlerin; evrensel ilkeleri, sorumlu kurumsal vatandaşlık ve
sürdürülebilir kurumlar kavramını benimsemelerini ve Birleşmiş Milletler
ile işbirliği yapmalarını sağlamak
Green Paper - Avrupa Birliği
Yeşil Belge, 2001
Sürdürülebilir
Kalkınma
Şirketlerde gönüllü olarak sürdürülecek sosyal sorumluluk girişimlerini
desteklemek
United Nations Environmental
Programme (UNEP), 2002
Sürdürülebilir
Kalkınma
Gelecek nesilleri tehlikeye atmadan yaşam kalitesini artırmak için uluslara
ve insanlara ilham vererek, bilgilendirerek ve etkinleştirerek çevre bakımı
konusunda liderliği ve ortaklığı teşvik etmek
Küresel Raporlama Girişimi
(GRI), 2002
Sürdürülebilir
Kalkınma
Ekonomik, çevresel ve sosyal performans hakkında karşılaştırılabilir bilgi
sunmak
ISO 26000 Kurumsal Sosyal
Sorumluluk Standardı, 2010
Sürdürülebilir
Kalkınma
Şirketlerin ve kurumların toplumsal sağlığa ve refaha katkı sağlayacak etik
ve şeffaf faaliyetlerde bulunmasına katkı sağlamak
Çok Uluslu Şirketler için
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü Rehberi (OECD), 2000
Kaynak: Argüden, 2002; Aktan ve Vural, 2007 ve ilgili girişimlerin resmi web sitelerinden
geliştirilmiştir.
Sayı 40 /Bahar 2015
123
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Birleşmiş Milletler (UN), Dünya Bankası (WB), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü (OECD, 2011) Avrupa Konseyi (EC) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)
gibi uluslararası siyasal-ekonominin yönünü çizen hükümetüstü örgütler KSS’yi
desteklemekten öte kurumların davranışlarına rehber olabilecek ilkeler ve standartlar
belirlemişlerdir. 41 ülkede 4100 şirketle araştırma yapan KPMG International Cooperative
2013 raporuna göre, 2012 yılında Fortune Global 500 sıralamasında yer alan 250 şirketin
(“G250” olarak da adlandırılan) %93’ü kurumsal sorumluluk faaliyetleri hakkında rapor
yayımlamaktadır. 1999’da bu şirketlerin %35’i rapor yayınlamıştır (KPMG, 2013: 22).
Çeşitli girişimler tarafından geliştirilen kriterler ve standartlar doğrultusunda hazırlanan
KSS raporları şirketlerin sürdürülebilirlik faaliyetleri hakkında bilgi sunmanın ötesinde
paydaş beklentilerinin karşılanmasına yönelik sunulmaktadır.
Küresel Sosyal Sorumluluk Raporları ve Habermas’ın Geçerlilik İddiaları
Kant’ın aydınlanma ve demokrasi anlayışını ilerleten Habermas, modernliğin
ve aydınlanma düşüncesinin “tamamlanmamışlığı” iddiasının gereği olarak, dünyayı
dönüştürme ve daha insanca, demokratik bir yaşamın, söz konusu modernlik geleneğinin
restore edilmesi sayesinde mümkün olacağı inancını taşıyan az sayıdaki düşünürden
biridir. Habermas “konuşmak dünyayı değiştirmeye başlamaktır” diyerek bu idealist ve
onarıcı ereği, iletişimsel eylemle birleştirmektedir (Yıldırım, 2012: 203). “Onun ütopyası,
herkesin bilgilere eşit ölçüde sahip olabileceği ve kamusal tartışmalara katılabileceği
‘ideal bir söz durumu’ dur” (Marshall, 1999: 179).
Bireysel ve toplumsal yaşamın temel özelliği olarak görünen iletişimsel eylem
kuramı Habermas’a (1998: 561) göre, dil ve eylem yeteneğine sahip bireylerin
anlaşabilmelerinin ve etkinliklerini koordine edebilmelerinin olanağı olarak etkileşim
ilişkileri içerisinde ortaya çıkan dilsel ve dilsel olmayan bütün simgesel anlatımları ifade
etmektedir. Yazarın asıl düşüncesi, insanın, iletişim süreci içerisinde anlama yetisinin
evrensel koşullarının yeniden inşasında şekillenmektedir (Burkart, 2007: 249). Bu
bağlamda asıl konu göstergebilim (semiotics) ve onun iyi bilinen alanları olan sözdizimi
(syntactics), anlambilgisi (semantics) ve edimbilgisi (pragmatics) dir. Sözdizimi,
işaretlerin birleştirilmesinde gramer kuralları ile ilgilenir iken, anlambilgisi bir dilde ifade
edilen anlamların hallerine gönderme yapmaktadır. Edimbilgisi ise, işaretlerin kullanımı
ile işaretler ve yorumcular arasındaki ilişkiyi inceler. Austin (1962), “How to do Things
with Words” başlıklı eserinde dilimizi kullanarak ne yaptığımızı sorgular. Yazar, kişilerin
dilsel ifadelerle iddialarda bulunarak, emirler vererek, sorular sorarak ve sözler vererek
söz edimi (speech act) yaptıkları sonucuna varır. Burası, Habermas’ın iletişimsel eylem
kuramını kondurduğu noktadır. Habermas (2001), dili anlama yetisini insana özgü bir araç
olarak gördüğünden, insan iletişimi sürecinin koşullarını söz edimi incelemesiyle analiz
eder. Nitekim anlama yetisine ulaşmak, yazara göre “insani konuşmanın içkin ereğidir”.
Söylem, farklı yaklaşımlara dayanarak farklı açıklamalar getirilmesi mümkün
olan bir kavramdır. Bir grup araştırmacı söylemi sadece konuşma ağı türevlerinden
oluşan uygulamalar olarak değerlendirirken, diğer bir grup ise bütün konuşma ve yazma
eylemleri olarak değerlendirmektedir (Çelik ve Ekşi, 2008: 100). Söylem, bir iletinin tüm
124 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
boyutlarını, sadece iletinin içeriğini değil, onu dile getireni (kim söylüyor), otoritesini
(neye dayanarak), dinleyiciyi (kime söylüyor) ve amacını (söyleyenler söyledikleri ile
neyi başarmak istiyor) kapsar. Söylem belirli bir zaman dilimi içinde belli insan grupları
arasında olan ve diğer insan grupları ile ilişkili olarak geliştirilen fikirleri, ifadeleri ve
bilgileri içerir (Punch, 2005 aktaran Çelik ve Ekşi, 2008: 100).
İletişimsel eylem kuramına göre iletişim daima çok boyutlu bir süreç olarak
gerçekleşir ve bu süreçte her katılımcının anlayış göstermesi bazı yarı-evrensel taleplerin
veya iddiaların geçerliklerinin kabul edilmesini gerektirir (Meisenbach, 2006: 40).
Habermas (1991: 58) iletişimsel eylem kuramında stratejik eylem ve iletişimsel eylem
ayrımını yapmaktadır. Stratejik eylemde bir aktör kendi arzusu yönündeki etkileşimin
sürmesi için, yaptırımların tehdidine ya da doyumun vaadine dayanarak diğer aktörü
etkilemeyi amaçlarken, iletişimsel eylemde bir aktör, diğerini akılcılıkla, konuşma
eyleminin içerdiği bağlayıcı etkiye güvenerek etkilemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla
iletişimsel eylem, ikna etme yerine akılcı etkileşim süreçlerini ifade etmekte ve
öznelerarası etkileşimin ortak anlaşma hedefiyle sağlanmasını içermektedir. Kuramda
amaçlanan anlaşma, akılcı tartışma süreçleri sonucunda gerçekleşmektedir (Gençer
Kasap, 2014: 167).
Habermas’ın (1996) iletişimsel eylem kuramı ahlaki zemin sağlayan söylem etiğin
geliştirilmesine neden olmuştur. Bu etik kuram, gerekçeli kamu iletişim aracılığıyla
davranış normlarını geliştirecek intersübjektif bir prosedürü açıklamaktadır (Meisenbach,
2006: 40). Genel ahlaki ilkelerin ifade edildiği bu yaklaşımda Habermas tartışmacıları,
tartışmaların geçtiği ortamı ve tartışma sürecini etik yönünden güvenceleyen koşulları
tanımlamaktadır (Gençer Kasap, 2014: 168). Habermas’a (1996) göre tartışma, kişilerin
dürüst bir biçimde ileti alışverişinde bulundukları, birbirlerinin savlarını dinledikleri ve
anlamaya çalıştıkları bir süreçtir. Bu ortama dileyen herkes katılabilmeli (erişebilirlik
ilkesi), soru ve istekler (baskı uygulanmadan) eşit ve özgürce (söylemsel eşitlik ilkesi)
ifade edilebilmelidir. Evrensel ve farklı tartışma biçimlerine uygulanabilen bu koşullar,
dileyen herkesin eşit ve baskıdan arınmış bir biçimde tartışmalara katılma ve kamu
gündemini belirleme hakkının güvencesini sağlamaktadır (Gençer Kasap, 2014: 168169).
Kişilerarası anlaşma, insan davranışının ve toplumsal ilerlemenin önemli bir
parçasıdır. Habermas’ın iletişimsel eyleminde tüm paydaşların kamu tartışmalarına
erişebilir olması durumu, diyalojik kamu iletişim çağrılarında yankı bulmaktadır
(Meisenbach ve Feldner, 2009: 255). Habermas’a (2001) göre dile getirilmeyen ama
hem konuşmacı hem de dinleyici tarafından kabul edilen bir dizi geçerlilik iddiaları anlaşılabilirlik, gerçeklik, doğruluk ve samimiyet - tüm konuşmaların temelini oluşturur
ve rasyonel iletişimi mümkün kılar. İletişimsel eylemde kamuoyunun belirtilen iddialara
ilişkin bir evet ya da hayır duruşu alması ve konuşmacının ne ölçüde anlaşılır, gerçek,
doğru ve samimi olduğuna karar vermesi gerekmektedir. Başlangıçta söylem gerçekleri
içerip içermediği konusunda değerlendirilir yani, konuşmacı bir söylemde bulunur ve
dinleyici de yapılan söylemin gerçek olduğunu kabul eder ya da gerçek olmadığına dair
itiraz eder. Yapılan söylem gerçek ya da gerçek dışı olmasına ek olarak doğruluk ile
sınanır ve samimiyet konusunda değerlendirilir (Habermas, 1991).
Sayı 40 /Bahar 2015
125
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Tarafların, bu ölçütlerin karşılandığına ilişkin şüpheleri olmadığı sürece iletişim
süreci kesintisiz işler. Çünkü normal şartlarda dinleyici konuşmacının doğruyu
söylediğini, samimi olduğunu ve söylemin içeriğe uygun olduğunu varsayar (Reynolds
ve Yuthas, 2008: 54). Ancak Habermas tarafından kullanılan “söylem” teriminde kişiler
iddiaların doğrulundan, ifadelerin içtenliğinden ve çıkarların meşruiyetinden şüphe
duyabilmelidirler (Burkart, 2007: 250). Erdoğan ve Alemdar (2005: 337) günümüz
örgütlerinin bütüncül etkinliklerinin bu modele uymadığını, benzer şekilde Reynolds ve
Yuthas’da (2008: 54) kurumsal iletişimin üzerindeki çeşitli ekonomik ve politik güçlerden
dolayı bu öngörülerin kabul edilemez olduğunu ifade etmişlerdir. Yazarlara göre bu tür
baskılar ve piyasa kapitalizminin mevcut bağlamı altında iletişimsel eylem imkânsız hale
gelmektedir. Burada istenilen kurumsal amaca ulaşmak için kurumsal iletişimin ideolojik
eyleme yönelik olduğu kabul edilir.
Anlaşılabilirlik
Anlaşılabilirlik ile dinleyicinin söyleneni duyması ve anlaması gerektiği ifade
edilmektedir (Habermas, 2001). Kişilerarası iletişimde genellikle konuşmacının
söylediklerinin gerçek ve anlaşılır olduğu varsayılır. Oysa kurumsal iletişimde neyin
söyleneceği ve nasıl anlaşılır kılınacağı zorluk teşkil etmektedir. Kurumların faaliyet
raporları yazılı ve sayısal iletişimin formatı ve içeriğine yönelik belirli kurallara göre
hazırlanmaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 54). Sunulan raporlarda bir taraftan
şirkete genel bakış, şirketin yönetim kurulu başkanının mesajı, yönetim kurulu üyeleri,
yürütme komiteleri, şirketin vizyonu, misyonu, değerleri ve stratejileri, yönetim kadrosu,
paydaşları, risk yönetimi, şirket faaliyetlerinin değerlendirilmesi, insan kaynakları, sosyal
sorumluluk anlayışı ve uygulamaları, çevresel ve kültürel etkinlikleri sunulurken, diğer
taraftan finansal veri tabloları, denetçi görüşleri, istatistikî analizler, grafikler, hisse senedi
performans göstergeleri, yıllık performans değerlendirmesi gibi rakamlarla desteklenen
bilgilere yer verilmektedir (Yıldırım, 2009: 5). Ancak Türkiye’de KSS raporlamasının
ve güvence sistemlerinin halen tam ve işlevsel olmaktan çok uzak olması (Göcenoğlu
ve Onan, 2008: 3) KSS kavramının farklı kişilerce farklı anlaşılması ve algılanmasına
neden olmaktadır. Ayrıca kavramın çok geniş bir kapsam alanına sahip olması şirketlerin
kurumsal sosyal sorumluluğu iş faaliyetlerine entegre etmesini ve anlaşılır ve güvenilir
KSS faaliyet raporunu hazırlamasını zorlaştırmaktadır.
Potansiyel yatırımcılar, yatırımcılar, finansal analistler, müşteriler, tedarikçiler, kredi
sağlayıcılar veya çalışanlar gibi farklı paydaş grupları birbirinden farklı amaçlarla faaliyet
raporuna ihtiyaç duymaktadır (Yıldırım, 2009: 2). Freeman (1984: 49), şirketin paydaşlarını
“bir örgütün amaçlarına ulaşmasını etkileyebilen ya da amaçlarına ulaşmasından etkilenen
gruplar” olarak tanımlar. Şirket, tüm sosyal paydaşlarını yani şirket faaliyetlerinden
etkilenen ve bu faaliyetler üzerinde etki sahibi olan tüm grupları tanımlayabilmek için
paydaş haritası çıkartmalı ve paydaşlara karşı sorumluluk taşıdığını şirket stratejisine
dâhil ederek göstermelidir. Şirketin aynı anda tüm paydaşlarının talep ve beklentilerine
cevap vermesi mümkün değildir (Johnson vd., 2008: 103). Paydaş beklentilerinin
belirlenmesinde uygulanacak olan araştırma tekniği, paydaş grubunun doğasına göre
değişebilmektedir. Küçük gruplardan oluşan paydaş gruplarının beklentileri derinlemesine
mülakat ya da odak grup çalışmalarıyla belirlenebilirken, müşteriler gibi daha geniş
126 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
ölçekteki paydaş gruplarının beklentileri anket tekniğinden yararlanarak belirlenmesi
daha uygundur. Bu anket formlarında yer alacak sorular, paydaşların demografik ve
jeografik özelliklerine, şirketle aralarındaki bağa (yatırımcı, müşteri, tedarikçi, potansiyel
müşteri, vs.), şirketin faaliyet gösterdiği sektöre ve şirketten toplumsal beklentilerin neler
olduğuna dair verilerin elde edilmesine yönelik hazırlanmalıdır (Deren Van Het Hof ve
Hoştut, 2015: 92). Paydaşlarını tanımlamış ve onların beklenti ve ilgilerini araştırmış bir
şirket, hazırlayacağı KSS raporunda hangi paydaş grubuna hangi bilgiyi hangi detayda,
formatta veya bağlamda açıklık getirmesi gerektiğini bilir ve kullanacağı dilin seçimini
bu doğrultuda kararlaştırır. Burada, anlaşılırlılık her ne kadar geçerlilik iddiası olarak ileri
sürülse de, iletişimin kendinde bulunan önsel bir kavram ve iletişimden söz edebilmenin
bir ön koşulu olarak değerlendirilmelidir. Çünkü taraflarca ortaya konulan ifade anlaşılır
olduğu oranda, bir iletişimden söz edilebilir (Coşkun, 2010a: 36).
Sosyal paydaş teorisi ile gelen şirket yönetimi anlayışı, kurumsal sosyal sorumluluğun
sürdürülebilir kalkınma ile özdeşleştiği ve özel sektörün insan kaynaklarından çevreye
kadar ilgili tüm alanlarda yalnızca koruyucu önlemler almakla kalmayıp müdahale etmesine
dayalı bir sosyal politika aracı olarak gündeme taşınmasına neden olmuştur (Deren Van
Het Hof, 2015: 34). Freeman’ın (1984) sosyal paydaş teorisinde “temel düşünce, bir
örgütün başarısının müşterileri, çalışanları, tedarikçileri, finansörleri gibi anahtar gruplarla
olan ilişkilerini ne iyilikte yönettiğine bağlı” olduğudur (Freeman ve Philips, 2002: 333).
Çünkü paydaşlar, şirketin performansına olan güvenlerini kaybederlerse üstlerine düşeni
yapmayarak (müşteriler ürünleri boykot ederek, hissedarlar hisselerini satarak, işçiler işi
aksatarak, hükümetler tahsisatları keserek ve düzenlemeler uygulayarak, eylemci gruplar
baskı uygulayarak) şirketin altından meşruiyet zeminini çekip alırlar. Şirket, kaybolan
paydaş katkısını telafi edemezse gayrı-meşru duruma düşer ve yok olur (Deren Van Het
Hof, 2015: 34). Sosyal sorumluluk özelinde düşünüldüğünde grup şirketleri, çalışanlar,
hissedarlar, müşteriler, tedarikçiler, kamu kurumları, yatırımcılar, yerel topluluklar,
sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, hükümet organları, tüketici ve çevre
hakları savunucuları mutlaka göz önünde bulundurulması gereken paydaş gruplarıdır.
Nitekim şirketlerin sorumlulukları ancak paydaşları çerçevesinde belirlendiğinde bu
sorumluluklara ürün hizmet kalitesi, tüketici tercihleri, çalışan hakları ve sağlığı, müşteri
beklentileri ve inovasyon da dâhil olabilmektedir. Meisenbach ve Feldner’e (2009: 253)
göre tüm paydaşların maksimum sayıda katılım sağlaması fikri Habermas’ın iletişimsel
eylem teorisi ve ortaya çıkan söylem etiğiyle paralellik göstermektedir.
KSS raporu için metinlerin yazılması, grafik tasarımı, editörlük, redaktörlük ve
dağıtım gibi konularda şirket yapılanmasına ve raporun içeriğine bağlı olarak reklam,
halkla ilişkiler, kurumsal iletişim, hukuk ve mali işler departmanları ve varsa reklam
ve halkla ilişkiler ajanslarıyla birlikte koordineli çalışılmalı, raporu okuyacak birincil
paydaşların ilgi ve beklentilerinin karşılanması için ise iç ve dış paydaşların görüşleri
alınmalıdır. Bahsedilen departmanlar arasında doğabilecek bir koordinasyonsuzluğun
önceden önlenmesi için iş planları net olarak oluşturulmalı, işin belirli süreçlerine farklı
kontrol ve onay mekanizmaları konmalıdır (Yıldırım, 2009: 5). Tablo 2’de paydaşlardan
alınan yorumlar ve bu yorumlara ilişkin şirketin tepkisi gösterilmektedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
127
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Tablo 2: Paydaşların Beklentileri Doğrultusunda Yapılan Değişiklikler
Paydaş Yorumları
Şirketin Tepkisi
Konular için yapılan önemlilik analizi detaylandırılmalıdır.
Sürdürülebilirlik yönetim sürecine yönetişim
yapısı, kullanılan sistemler ve yönetilen konuları
içeren ayrıntılı bir bölüm eklenmiştir.
Cinsiyet dağılımı ile ilgili daha fazla veri dâhil edilmelidir.
Cinsiyet dağılımı ile ilgili detaylı verilerin rapor
edilmesi için GRI G3.1 standardı kullanılmıştır.
Rapor; iyi bir hikâye anlatımıyla tasarlanmalı ve kolay
anlaşılır ifadelerle iyileştirilmelidir.
Raporda mümkün oldukça açık bir dil, kolay
anlaşılır grafikler ve alternatif performans ölçütleri
kullanılmaya çalışılmıştır.
İklim riski; karbon azaltma ve enerji verimliliği ile sınırlı
değildir; aynı zamanda iklim değişikliğinin etkileri ile
ilgili kurumsal risk yönetimine yönelik uygulamaları da
kapsamaktadır (kuraklık, sel, içerik güvenliği).
Raporda; iklim koruması için stratejiler, riskler ve
fırsatlar özetlenmiştir.
Raporda, yaşam döngüsü değerlendirmesi ve su ayak izi
analizlerine yer verilmelidir.
Karbon ve su ayak izinin hesaplanması konusunda
tedarikçilerden veri ve bilgilerin toplanması için
yöntemler ve teknikler araştırılmaktadır.
Kaynak: Coca-Cola İçecek, 2013: 19.
Teorik tanımlamalar ve önerilen standartların uygulamaya aktarılması oldukça
zordur. Bugün raporlama yapan işletmelerin çoğunun hazırladıkları raporlar, standartların
oldukça altındadır. Zira daha çok gönüllü olarak hazırlanan raporlar içerik itibariyle
sadece iyi haberleri verme eğiliminde olup çıkar gruplarına rasyonel karar verme imkânı
sunamamaktadır. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerde daha da belirgindir (Kaya ve
Karakaya, 2008: 155). Sözkonusu ülkelerde rapor yayınlamama nedenleri olarak yasal
gerekliklerin ve paydaş taleplerinin bulunmaması, maliyetlerin sağlanacak faydadan
yüksek görülmesi, bazı bilgileri gizli tutma eğilimleri, rakiplerin zayıf performansı ve
olumsuz tanıtım korkusu gösterilmektedir (Haider, 2010: 4-5). Oysa küresel düzeyde
faaliyette bulunan şirketler risk ve fırsatların daha iyi anlaşılması, kurumsal itibarın ve
marka bağlılığının artırılması, KSS iletişiminin yapılması, çevresel ve sosyal konularda
daha fazla farkındalığın yaratılması, şeffaflığın ve güvenilirliğin artırılması, çabaların ve
standartların iletişiminin sağlanması ve çalışanlar arasında yüksek personel motivasyonu
gibi çeşitli nedenler doğrultusunda sürdürülebilirlik raporu yayınlama yoluna
gitmektedirler (Kolk, 2004: 54).
KSS faaliyet raporlarının geniş kapsam alanı ve raporların hazırlanmasında çok
sayıda birimin aktif katılımı yayımlanan raporlar arasında bir tutarlılığın oluşmasına engel
olmakta ve şirketlerarası nihai raporların karşılaştırma yapılmasını zorlaştırmaktadır.
Bu durumda raporların Global Reporting Initiative (GRI, 2013), UN Global Compact
(UNGC, 2013), ISO 26000 (ISO, 2013) gibi standartlar referans alınarak hazırlanması
şirketlere büyük kolaylık sağlamaktadır. Standartlar; raporlara hangi bilgilerin ve
konuların dâhil edilmesi, ölçülmesi ve sunulmasına yönelik yaklaşımlar sunarak ayrıntılı
ve özel rehberlik hizmeti sağlamaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 54).
Reynolds ve Yuthas’a (2008: 54-55) göre GRI (2013) kurumsal iletişimde
anlaşılabilirlik ve doğrulukla ilgili konuları doğrudan ele almaktadır. GRI girişiminin
128 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
gelişmesinde çeşitli paydaş gruplarının temel ihtiyaçları ile çıkarları tanımlanmış ve hangi
bilgilere hangi amaçla ihtiyaç duyulduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Rapor içinde hangi
bilgilerin paylaşılmasının uygun olduğu ve bu bilgilerin nasıl etkin bir şekilde paylaşılması
gerektiği sorusunun cevabı, elde edilen bilgilerle şekil almaktadır. Bu süreç aynı zamanda
alıcıya sunulan bilginin nasıl düzenlendiği, nelere başvurulduğu, nasıl sınıflandırıldığı,
ölçüldüğü ve raporlandığı konularda anlaşılabilirliğin sağlanması için de kullanılmaktadır.
KSS raporlarında “kaliteyi, titizliği ve amaca uygunluğu” geliştirmek için tasarlanan GRI
standardı, raporların içeriği ve derlemesine ilişkin önerilerle birlikte sürdürülebilirlik
raporlaması için bir ilkeler seti sunmaktadır. GRI; ekonomik, sosyal ve çevresel konularla
ilgili çok sayıda performans ölçümleri tanımlamakta ve paydaşlar tarafından belirlenen
ek bilgilerin de dâhil edilebileceğini vurgulamaktadır. GRI’nin sunduğu raporlama
çerçevesi paydaşları ilgilendiren bilgilerin raporlarda yer almasının yanı sıra raporlarda
standardizasyonun oluşturulmasına hizmet etmekte ve KSS iletişiminin anlaşılabilirliğini
ve uygunluğunu arttırmaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 54-55).
Gerçeklik ve Doğruluk
Şirket, kurumsal faaliyetlerindeki şeffaflığı paydaşlara yansıtabilmek için KSS
raporunda yer alan bilgilerin mutlak doğruluğunu sağlamalıdır. Raporlanan bilgiler,
paydaşların rapor hazırlayan kurumun performansını değerlendirmesi için yeterli
doğruluk ile detaya sahip olmalıdır (GRI, 2006: 15). Bugün sürdürülebilirlik raporlarında
yaşanan en büyük ikilem, şirketlerin gönüllü olarak yaptıkları açıklamaların ne kadar
güvenilir ve doğru olduğu ve olumlu/olumsuz tüm unsurları içerip içermediğidir. İyi bir
sürdürülebilirlik raporunda kazanılan ödüller, başarılar, ulaşılan hedefler gibi olumlu ve
güzel bilgilerin yanında ulaşılamayan hedefler, yaşanan kazalar ve sakatlıklar, alınan
cezalar, müşteri şikâyetleri gibi açıklanması istenmeyen olumsuz unsurlara de yer
verilmelidir. Sürdürülebilirliği iş stratejisiyle bütünleştirmemiş bir şirket olumsuz bilgi
içeren konulara ilişkin açıklama yapmamayı tercih edecektir. Ancak bu tür konuların
açıklanmasındaki amaç, yayınlanan raporların salt olumlu verilere indirgenmemiş
olduğunu göstererek okuyucuya daha objektif bir yaklaşım sunmaktır. Nitekim
sürdürülebilirliği iş stratejisine entegre etmiş sosyal sorumlu bir şirket olumsuz türden
bilgileri gelecek faaliyet yılı içinde nasıl olumlu verilere/uygulamalara dönüştürürüm
çabasına girmeli ve ilgili konuda inisiyatifler almalıdır (Hoştut, 2014).
Örneğin Coca-Cola İçecek 2013 yılında üretim tesislerinin dışında 241 iş kazasının
gerçekleştiğini sürdürülebilirlik raporunda belirtmiştir. Yaptığı analiz sonucunda yaşanan
trafik kazalarının büyük nedeninin güvenli olmayan davranışlar olduğu bulgulanmıştır.
Şirket, çalışanların sürüş becerilerinin iyileştirilmesi için satış ekiplerine defansif
ve güvenli sürüş eğitimleri organize etmiş ve 61 çalışan bu eğitimlere katılmıştır. Bu
önleme ek olarak, hız limiti ihlallerinin takibi için şirket araçlarına takip cihazlarının
yerleştirilmesi planlanmıştır (Coca-Cola İçeçek, 2014: 51).
Bir raporun hazırlanmasında kullanılan bilgi ve veriler, bir strateji izlenerek
toplanmalı, derlenmeli, analiz edilmeli ve açıklanmalıdır. Raporda yer alan unsurlar, iç
kontrol veya dokümantasyonla desteklenmelidir. Delillerle ispatlanmayan açıklamalar ile
belirsizlikler, sürdürülebilirlik raporunda yer almamalıdır. Bir raporun temelini oluşturan
Sayı 40 /Bahar 2015
129
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
karar alma süreçleri incelenmeye olanak verir biçimde belgelendirilmeli ve bağımsız
denetçiler tarafından denetlenmelidir (Argüden, 2002: 33-34; GRI, 2006: 13-17). Örneğin
şirketin uluslararası insan hakları normlarına ve ulusal çalışma yasalarına dayanan SA8000
Standardına uygun faaliyet gösterip göstermediğinin belgelenmesi için şirket bağımsız
ve SA8000 sertifikası vermeye yetkili kuruluşlar tarafından denetlenmelidir. Yetkili
sertifikasyon kuruluşlarının tam listesi girişimin resmi web sitesinde yayınlanmaktadır
(SAAS, 2012).
Raporlanan bilgiler tüm gerçeği içermiyorsa, paylaşılan bilgilerin doğruluğu
konusunda ne kadar emin olunabilinir? Raporlanan bilgilerde doğruluğun sağlanması için
birçok girişim tarafından geliştirilen çeşitli süreçlerin ve işlemlerin kullanılması ve daha
önce de belirtildiği gibi denetimlerle belgelenmesi önerilmektedir (Reynolds ve Yuthas,
2008: 55). Örneğin GRI raporlama uygulamasını kullanmak bir zorunluluk değildir.
Ancak GRI’nin tercih edilmesi, doğru bilgilerin aktarılması konusunda bir sorumluluk
getirir (Cohen, 2012).
KSS raporlarındaki bilgilerin doğrulanması konusunda AA1000 (2013) güvence
standardı yaygın olarak kullanılan bir standarttır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55).
Yazarlara göre AA1000 standardı (GRI’nin gibi) şirketlerin standartlara uymaları
konusunda onlara yardımcı olacak bir dizi denetim ve hesap verebilirlik prosedürleri
sunarak raporlanan bilgilerin güvenilirliğini sağlamaya çalışmaktadır. Standart, paydaş
kararlarını veya eylemlerini etkileyecek olan yanlış ya da eksik bilgilerin önlenmesine
yönelik mekanizmalar sunarak, paydaş çıkarlarını vurgulamaktadır. Nitekim AA1000 ve
benzeri güvence standartları paylaşılan bilgilerin güvenirliği için çalışmalarda titiz bir
planlamayı, araştırmayı ve raporlamayı gerekli kılmaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008:
55).
Samimiyet/İçtenlik
Reynolds ve Yuthas’a (2008: 55) göre gerçeklik kriteri bir ifadenin somut
gerçeğine odaklanırken, samimiyet ifadenin altında yatan öznel inançlara yöneliktir.
Bu nedenle Habermas’ın samimiyet kriteri belki de değerlendirilmesi en zor olanıdır
(Reynolds ve Yuthas, 2008: 55). KSS raporlarında resmi standartların eksikliği, hangi
bilgilerin dâhil edileceği ve hangilerinin paylaşılmayacağı şirketlerin tercihlerine
bırakılmaktadır. Böylece şirket açıklama yapmak istemediği konuları veya bilgileri
rapora dâhil etmeyebilir. Salt olumlu bilgilere dayalı bir rapor performans hakkında
yanlış bir algının oluşmasına (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55) ya da raporlanan bilgiler
hakkında şüphe duyulmasına neden olabilir. Ihlen’in (2011: 160) Fortune 500’de yer
alan ilk 30 şirketin KSS söylemlerinin incelendiği araştırmasına göre şirketler; raporlara
duyulan şüpheciliği ortadan kaldırmak ve inandırıcılığı artırmak için çeşitli raporlama
standartlarını kullanmakta (GRI, ILO, UN Global Compact), “Uluslararası Af Örgütü” ya
da “Uluslararası Şeffaflık” gibi kuruluşlara üye olmaktadır. Ayrıca “Doğal Hayatı Koruma
Vakfı” (World Wildlife Foundation – WWF) gibi organizasyonlarla işbirlikleri yapmakta,
ISO 14001 ya da ISA 3000 gibi sertifikalara sahip olmaktadır. Tüm bu stratejilere ilave
olarak şirket, KSS uygulamalarına ilişkin uzman ya da siyasetçi gibi üçüncü şahıslardan
onay alarak raporun güvenilir kılınmasını sağlamaktadır.
130 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
Reynolds ve Yuthas’a (2008: 56) göre KSS raporu; bir şirketin ekonomik, sosyal ve
çevresel performans bilgilerinin paylaşılmasına, şeffaflığın ve güvenilirliğin sağlanmasına
ve şirkete yapılan eleştirilerin çökertilmesine yönelik tasarlanmalıdır. Yazarlara göre
arzu edilen şeffaflığın sağlanması konusunda çevre yönetim sistemleri kullanılabilir. Üst
yönetimin denetimi altında olan bu sistemler genellikle çevresel strateji, hedefler, süreçler,
ölçme, ödül ve geribildirim bileşenlerinden oluşmaktadır. Şirketlerin gönüllü olarak
edinebilecekleri ISO 14000 standartlar serisi (ISO, 2009) gelişmiş çevresel performans
hedeflerinin strateji, yapı ve süreçlere dâhil edilmesini sağlamaktadır. Belirli çevresel
hedefler dışarıdan belirtilmesinden ziyade her şirkete özgüdür, bu nedenle bu standartları
kabul eden tüm şirketlerin hedeflerinde kendi çevre performanslarının geliştirilmesi yer
almalıdır. Çevre yönetim sistemleri bir şirketin iç faaliyetlerinin ötesinde tedarikçileri
de kapsamalıdır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 56). Çevre konusuna duyulan hassasiyetin
tedarikçiler tarafından da gösterilip gösterilmediğinin tespiti için tedarikçilerin
uyguladıkları çevre politikaları yakından izlenmeli ve tedarikçilerin şirketle özdeş çevre
yönetim anlayışını benimsemeleri için girişimlerde bulunulmalıdır. Böylece şirketin
başlıca tedarikçileri de belirli çevre yönetim sistemlerini faaliyete geçirme konusunda bir
zorunluluk taşımaktadır.
Örneğin Koç Topluluğu şirketlerinde yaygınlıkla ISO 14001 Çevre Yönetim
Sistem Standardı takip edilmekte, AB REACH Tüzüğü’ne uyumlu faaliyet gösterilmekte,
tedarikçilerinin de aynı uyumu göstermesi için çalışmalar yürütülmektedir. Raporlama
döneminde Topluluk şirketlerinin aktif tedarikçilerinin %13’ü çevre ölçütlerini de
kapsayan denetimden geçirilmiş, tedarikçi personeline 22.175 kişi x saat çevre eğitimi
verilmiştir (Koç Holding, 2014: 25-26).
Benzer bir durum SA8000 (2014) standardında tedarikçi çalışma standartları
için de geçerlidir. Bu gereksinimler şirketlerin ve tedarikçilerin var olan standartlarını
geliştirmeleri için teşvikler sağlamaktadır. Her ne kadar şirket yönetimi doğrudan
samimiyet konusuyla ilgilense de şirketlerin sosyal performanslarının iyileştirilmesi
konusunda şirketler tarafından kabul edilen standartlar da şirketlerin samimi olmalarını
belli bir dereceye kadar sağlamaktadır (Reynolds ve Yuthas, 2008: 56). Şirketler tarafından
uygulanan tüm bu stratejiler KSS ya da sürdürülebilirlik raporlarının inanılır kılınmasını
sağlamakta, çalışanların motivasyonunu artırmakta ve şirkete yönelik yapılan eleştirilerin
çökertilmesini kolaylaştırmaktadır (Ihlen, 2011).
Değerlendirme
Şirketlerin sürdürülebilir bir iş modelini benimsemelerine destek olmak ve
kurumsal sosyal sorumluluk performansının şeffaf ve hesapverebilir bir şekilde
paydaşlara aktarılmasını sağlamak amacıyla çeşitli girişimler oluşmuş, ilke ve standartlar
geliştirilmiştir. Bunlar arasında en önemlileri Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi
(UNGC), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Küresel Raporlama Girişimi (GRI),
Birleşmiş Milletler Sorumlu Yatırım İlkeleri (UNPRI), ISO 26000 Sosyal Sorumluluk
Kılavuzu, OECD Çok Uluslu Şirketler Kılavuzu, AA1000 Accountability ve SA8000
Standardı gösterilebilir. Bugün zorunlu olmayan KSS raporlama standartları şirketlere
Sayı 40 /Bahar 2015
131
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
sürdürülebilirlik, şeffaflık, hesap verebilirlik, sorumluluk, paydaş ihtiyaçlarının bilinmesi
ve karşılanması gibi konularda yardımcı olmaktadır. Bu doğrultuda standartların şirketler
tarafından gönüllü olarak benimsenmesi paydaşların şirketler için önemli olduğunu
göstermektedir (Reynolds ve Yuthas, 2008: 55-56). Bugün küresel düzeyde faaliyette
bulunan en büyük 250 şirketin büyük bir çoğunluğu KSS raporu yayımlamaktadır. Rapor
yayımlayan 10 şirketten 9’u hem şirket faaliyetlerini hem de paydaşları etkileyecek
çevresel ve sosyal değişikliklerin tespiti için raporları kullandıklarını ifade etmiştir
(KPMG, 2013: 10).
Bu çalışmada şirketler tarafından hazırlanan KSS raporlarının farklı paydaş grupları
tarafından nasıl anlaşılır ve güvenli rapor olarak değerlendirilir konularına açıklık
getirilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın kuramsal temelini Habermas’ın iletişimsel eylem
kuramı ile söylem etiği çalışmaları oluşturmuş, söylemin etik boyutuna açıklık getirebilmek
için Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı için geliştirdiği anlaşılabilirlik, doğruluk,
gerçeklik ve samimiyet kavramlarından oluşan geçerlilik iddialarına başvurulmuştur.
Habermas’a (2001) göre bu iddialar tüm söylemlerin temelini oluşturmakta ve rasyonel
iletişimi mümkün kılmaktadır. Şirket içinde çeşitli birimlerin katılımlarıyla ve şirket
dışından hizmet alımıyla hazırlanan KSS raporları farklı paydaş gruplarının farklı
beklentilerini karşılamalıdır. Bunun için raporun anlaşılır olması, sunulan bilgilerin
doğru, gerçek ve samimi değerlendirilebilmesinin ön koşulu olarak görülmektedir. Burada
uluslararası düzeyde geliştirilen standartlar şirketlere KSS’ye ilişkin tüm açıklamaların
kapsamlı, detaylı ve belirli bir çerçevede ve sıralamada sunulmasında rehberlik hizmeti
sunarak KSS iletişiminin anlaşırlığını kolaylaştırmaktadır. Okuyucu, KSS raporunun
doğruluğu, gerçekliği ve samimiyeti konusunda şüphe duymamalıdır. Bunun için raporda
sunulan olumlu ve olumsuz bütün unsurlara yer verilmeli, bilgi ve veriler belgelenmeli
ve bağımsız denetim kuruluşları tarafından denetiminin yapılması sağlanmalıdır. Böylece
standartlar ve geçerlilik iddiaları çerçevesinde sunulan rapor, paydaş beklentilerinin
karşılanmasının ve konuların kapsamlı sunumunun ötesinde etkili ve amaçlı bir söylemin
kurulmasının ön koşulu olarak görülmelidir.
Kaynaklar
AA1000, (2013). AA1000 Accountability Principles Standard 2008, http://www.
accountability.org/images/content/0/7/074/AA1000APS%202008.pdf. Erişim Tarihi:
23.05.2013
Aguinis, H. ve Glavas, A., (2012). What we Know and Don’t Know about Corporate
Social Responsibility: A Review and Research Agenda, Journal of Management, Vol. 38
No. 4, s. 932-68.
Aktan, C. C. ve Vural, İ. Y., (2007). Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Uluslararası
Kuruluşlar ve Hükümet-Dışı Organizasyonlar Tarafından Sürdürülen Başlıca Girişimler,
Çimento İşveren, Mayıs 2007, Sayı:3, Cilt: 21, s. 4-21.
Argüden, Yılmaz, (2002). Kurumsal Sosyal Sorumluluk, İstanbul: ARGE
Danışmanlık Yayınları, No:03.
132 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
Press.
Austin, John L., (1962). How to do things with words, Oxford, UK: Clarendon
Avrupa Komisyonu, (2011). Communication from the Commission to the European
Parliament, the Council, the European Economic and Social Commitee and the Committee
of the Regions, Brussels, 25.10.2011, COM (2011) 681 final.
Burkart, Roland, (2007). On Jürgen Habermas and Public Relations, Public
Relations Review, 33 (2007), s. 249–254.
Center for Corporate Citizenship, (2013). Value of Sustainability Reporting, UK:
Ernst & Young Global Limited.
Chen, S. ve Bouvain, P., (2009). Is Corporate Responsibility Converging? A
Comparison of Corporate Responsibility Reporting in the USA, UK, Australia, and
Germany, Journal of Business Ethics, April 2009, Volume 87, Issue 1 Supplement, s.
299-317.
Coca-Cola İçecek, (2014). 2013 Sustainability Report, http://www.cci.com.tr/
UserFiles/pdf/2013/2012_CCI_Surdurulebilirlik_Raporu_.pdf. Erişim Tarihi: 15.05.2015
Coca-Cola İçecek, (2013). 2012 Sustainability Report, http://static.globalreporting.
org/report-pdfs/2013/f0399ec1debd1a85854a286aeb3d12a6.pdf.
Erişim
Tarihi:
27.10.2014
Cohen, Elaine, (2012). False Claims in Sustainability Reports, http://csr-reporting.
blogspot.com.tr/2012/11/false-claims-in-sustainability-reports.html.
Erişim Tarihi:
07.04.2014
Colleoni, Elanor, (2013). CSR Communication Strategies for Organizational
Legitimacy in Social Media, Corporate Communications: An International Journal, Vol.
18 No. 2, s. 228-248.
Coşkun, Seyit, (2010a). Jürgen Habermas’ın Söylem Etiği Kuramında Ahlak
Yargılarının Oluşumu ve Temellendirilmesi Sorunu, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi.
Coşkun, Gül, (2010b). Kurumsal Pazarlama ve Sosyal Sorumluluk, Ankara: Nobel
Akademi Yayıncılık.
Çelik, H. ve Ekşi, H., (2008). Söylem Analizi, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim
Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı 27, s. 99-117.
Deren Van Het Hof, Seçil, (2015). “Şirketler ve Topluma Karşı Sorumlulukları”,
Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Kavramlar, Uygulama ve Örnekler, Ankara: Nobel
Akademi Yayıncılık, s. 19-80.
Deren Van Het Hof, S. ve Hoştut, S., (2015). “Sosyal Sorumluluk Kampanyası İçin
Stratejik Adımlar”, Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Kavramlar, Uygulama ve Örnekler,
Ankara: Nobel Akademi Yayıncılık, s. 81-128.
Sayı 40 /Bahar 2015
133
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Dyllick, T. ve Hockerts, K., (2002). Beyond the Business Case for Corporate
Sustainability, Business Strategy and the Environment, 11, s. 130-141.
Elkington, John B., (1997). Cannibals With Forks: The Triple Bottom Line of 21st
Century Business, Oxford: Capstone Publishing.
Erdoğan, İ. ve Alemdar, K., (2005). Öteki Kuram, Ankara: Erk Yayınları.
Freeman, R. Edward, (1984). Strategic Management: A Stakeholder Approach,
Boston: Pitman.
Freeman, R. E. ve Phillips, R. A., (2002). Stakeholder Theory: A Libertarian
Defence, Business Ethics Quarterly, 12: 3, s. 331-349.
Gençer Kasap, Demet, (2014). Kamusal Tartışmaların Habermascı bir Yaklaşımla
Çözümlenmesi: Bir İçerik Çözümleme Yönergesi Geliştirme Çalışması, İletişim Kuram
ve Araştırma Dergisi, Sayı 38/Bahar 2014, s. 164-183.
Golob, U., Podnar, K., Elving W. J., Nielsen, A. E., Thomsen, C. ve Schultz, F.,
(2013). CSR Communication: Quo Vadis?, Corporate Communications: An International
Journal, Vol. 18 Iss 2, s. 176-192.
Göcenoğlu, C. ve Onan, I. (2008). Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk
Değerlendirme Raporu, http://kssd.org/wp-content/uploads/2013/03/CSR_Report_in_
Turkish.pdf. Erişim Tarihi: 25.03.2013
GRI - Global Reporting Initiative, (2013). About Sustainability Reporting, https://
www.globalreporting.org. Erişim Tarihi: 13.04.2013
GRI - Global Reporting Initiative, (2006). GRI uygulama seviyeleri, https://www.
globalreporting.org/Pages/resource- library.aspx?resSearchMode=resSearchModeText&
resLangText=Turkish; Erişim Tarihi: 03.04.2013
Habermas, Jürgen, (2001). İletişimsel Eylem Kuramı, Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul:
Kabalcı Yayınevi.
Habemas, Jürgen, (1998). Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, Mustafa Tüzel (çev.),
İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Habermas, Jürgen, (1996). Between Facts and Norms, Cambridge, MA: MIT Press.
Habermas, Jürgen, (1991). Moral Consciousness and Communicative Action, C.
Lenhardt ve S. W. Nicholsen (çev.), Cambridge: Polity.
Hahn, R. ve Kühnen, M., (2013). Determinants of Sustainability Reporting: A Review
of Results, Trends, Theory, and Opportunities in an Expanding Field of Research, Journal
of Cleaner Production, (59), s. 5-12. Http://Dx.Doi.Org/10.1016/J.Jclepro.2013.07.005.
Haider, Mohammad B., (2010). An Overview of Corporate Social and Environmental
Reporting (CSER) in Developing Countries, Issues in Social and Environmental
Accounting, Vol. 4, No. 1 June 2010, s. 3-17.
134 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sibel Hoştut
Hoştut, Sibel, (2014). İtibarlı Şirketlerin Sosyal Performans Uygulamaları, 3.
Uluslararası İtibar Yönetimi Konferansı. İstanbul, 13-14 Kasım 2014.
Hoştut, S. ve Deren Van Het Hof, S., (2014). A Decade into Sustainability Reporting
in Turkey, Eurprera: Communication Ethics in a Connected World, Brussels, 11-13
September 2014.
Ihlen, Øyvind, (2011). Corporate Social Responsibility und die Rhetorische
Situation, Juliana Raupp, Stefan Jarolimek, Friederike Schultz (edts.), Handbuch CSR:
Kommunikationswissenschaftliche Grundlagen, disziplinäre Zugänge und methodische
Herausforderungen, Wiesbaden: VS Verlag für Sozialwissenschaften, s. 150-172.
Ihlen, Ø., Bartlett, J.L. ve May, S., (edts), (2011). The Handbook of Communication
and Corporate Social Responsibility, Chichester: Wiley-Blackwell.
ISO, (2013). Discovering ISO 26000. URL, http://www.iso.org/iso/discovering_
iso_26000.pdf. Erişim Tarihi: 29.09.2013
ISO,
(2009).
Environmental
Management,
theiso14000family_2009.pdf. Erişim Tarihi: 07.04.2013
http://www.iso.org/iso/
Johnson, G.; Scholes, K. & Whittington, R., (2008). Exploring Corporate Strategy,
Harlow, England: PrenticeHall.
Kaya, U. ve Karakaya, A., (2008). Sosyal Raporlama Anlayışının Muhasebe Meslek
Mensupları Tarafından Algılanması Üzerine Ampirik bir Çalışma, Muhasebe ve Denetime
Bakış, Ocak/2008, s. 153-170.
Koç Holding, (2014). Corporate Social Responsibility Report 2013, http://static.
globalreporting.org/report-pdfs/2014/3d0fd0d160b4bf3d14340e3a0dab6f8d.pdf. Erişim
Tarihi: 25.10.2014
Kolk, Ans, (2010). Trajectories of Sustainability Reporting by MNCs, Journal of
World. Business, 45, s. 367-374.
Kolk, Ans, (2004). A Decade of Sustainability Reporting: Developments and
Significance, v, Vol. 3, No. 1, 51-64.
KPMG, (2013). The KPMG Survey of Corporate Responsibility Reporting 2013,
http://www.kpmg.com/Sustainability. Erişim Tarihi: 18.02.2014
Lee, Min Dong P., (2007). A Review of the Theories of Corporate Social
Responsibility: Its Evolutionary Path and the Road Ahead, International Journal of
Management Reviews, Vol. 10 No. 1, s. 53-73.
Lydenberg, Steven D., (2005). Corporations and the Public Interest: Guiding the
Invisible Hand, San Francisco, CA: Berrett-Koehler.
Marshall, Gordon, (1999). Sosyoloji Sözlüğü, Osman Akınhay ve Derya Kömürcü
(çev.), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Meisenbach, R. J. ve Feldner, S. B., (2009). Dialogue, Discourse Ethics, and Disney,
Sayı 40 /Bahar 2015
135
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Raporlarında Söylem
Robert Heath; Elizabeth L.Toth and Damion Waymer (edts.), Rhetorical and Critical
Apporaches to Public Relations II, NY: Routledge, s. 253-271.
Meisenbach, Rebecca J., (2006). Habermas’s Discourse Ethics and Principle of
Universalization as a Moral Framework for Organizational Communication, Management
Communication Quarterly, 2006, 20: 39, s. 39-62.
Menteş, Ahmet, (2009). Kurumsal Yönetişim ve Türkiye Analizi, İstanbul: Derin
Yayınları.
Özüpek, Nejat, (2013). Kurum İmajı ve Sosyal Sorumluluk, İstanbul: Eğitim
Yayınevi.
OECD, (2011). Guidelines for Multinational Enterprises, http://www.oecd.org/
corporate/mne/48004323.pdf, Erişim Tarihi: 02.02.2013
Punch, Keith F., (2005). Sosyal Araştırmalara Giriş: Nicel ve Nitel Yaklaşımlar,
D.Bayrak, H.B.Arslan, Z. Akyüz (çev), Ankara: Siyasal Kitabevi.
Reynolds, M. A. ve Yuthas, K., (2008). Moral Discourse and Corporate Social
Responsibility Reporting, Journal of Business Ethics, Vol. 78, No. 1/2, s. 47-64.
SA8000, (2014). SA8000 Standard: 2014, http://www.sa-intl.org/index.
cfm?fuseaction=Page.ViewPage&PageID=937. Erişim Tarihi: 22.02.2014
SAAS, (2012). Accredited Certification Bodies, http://www.saasaccreditation.
org/accredcertbodies.htm. Erişim Tarihi: 13.12.2012
Sarıkaya, M., Erdoğan, M. ve Kara, Z. F., (2010). İnternet Ekonomisi ve Kurumsal
Sürdürülebilirlik, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Ekim, 5(2), s. 31-50.
UNGC – United Nations Global Compact, (2013). What is the UN Global Compact?,
https://www.unglobalcompact.org/. Erişim Tarihi: 02.02.2013
Werner, K. ve Weiss, H., (2003). Markaların Kara Kitabı, Dilman Muratoğlu (çev.),
İstanbul: Mediacat Kitapları.
Yamak, Sibel, (2007). Kurumsal Sosyal Sorumluluk Kavramının Gelişimi, İstanbul:
Beta Yayınları.
Yıldırım, Özkan, (2009). Yıllık faaliyet raporu hazırlama rehberi, http://www.
denetimnet.net/UserFiles/Documents/DenetcininNotDefteri/Turkey-Tr_Audit_
Yillikfaaliyethazirlamarehberi_.pdf. Erişim Tarihi: 03.04.2014
Yıldırım, Yılmaz, (2012). İletişimsel Eylem Kuramı Işığında Siyasal İletişim ve
AK Parti Örneği, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries), Cilt:7,
Sayı:1, s. 195-226.
136 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Women as the Target Audience of Facebooks Ads
Yelda ÖZKOÇAK, Yrd. Doç. Dr., Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Facebook, İnternet
Reklamları, Hedef
Kitle, Kadın.
Öz
Sosyal ağlar bireylere, bilgi alışverişinde bulunmalarının yanı sıra, grupların
oluşturulabildiği, düşüncelerin ifade edilebildiği ve kişisel bilgilerin paylaşılabildiği bir
platform da sunmaktadır. Bireyler, bu verileri özel ayarlarla Facebook’un üçüncü kişilerle
ve firmalarla paylaşmasına da izin verebilmektedirler.
Eğer kullanıcı, reklam yayınlayan firmanın hedef kitle profiline uyuyor ise
Facebook, o reklamı kullanıcıyla paylaşmaktadır. Kullanıcılar ana sayfalarında Sponsorlu
başlığı altında bu reklamları görebilmektedirler. Sadece ABD’de yaşayanlar özel reklam
tercihlerini Facebook ile paylaşabilmektedir. Diğer ülkelerde, kullanıcıların ilgi alanları,
Facebook’ta yapılan faaliyetlere bağlı olarak öğrenilebilmektedir. Bu bağlamda çalışmanın
amacı henüz ilgi alanı tabanlı reklam iletilerini kullanmaya başlamayan Facebook’un, Türk
kadın kullanıcılara ne tür reklamları gösterdiğidir. Çalışma, destek talebinde bulunulan
ve katılmayı kabul eden kadın Facebook kullanıcılarının yardımıyla gerçekleştirilmiştir.
Kadına yönelik reklamların en çok paylaşıldığı düşünülen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde
yapılan çalışmada kadınlara yönlendirilen reklamlar irdelenmiştir.
Keywords:
Facebook, Internet
Ads, Target Audience,
Woman.
Abstract
Social networks can create groups, express their ideas and share personal
information. By creating profiles, individuals share their personal information on the
Facebook and with custom settings.
If the customer fits the target audience profile of the business organization,
Facebook shares the ad with the customer. Customers are able to see these ads under the
title of Sponsored. Only those who live in USA can share their personalized ad preferences
with Facebook. In other countries, fields of interests of the customers can be learned
through their activities on Facebook. In this regard, the aim of the study is to find out what
kind of ads Facebook, shows to Turkish women audience. This study was conducted with
the help of women Facebook users who volunteered to support and participate. The study
which took place on 8th March, which is celebrated as the International Women’s Day
and on which day it’s thought that ads intended for women audience are shared most, the
advertisements indented for women audience were examined.
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Giriş
Yaygın bir biçimde sanayi devriminden sonra üçüncü devrim olarak görülen yeni
iletişim teknolojilerindeki (Toffler, 1981) hızlı değişim ile toplumsal iletişim biçimlerinde
de önemli farklılıklar ortaya çıkmıştır. 1970’lerde başlayan internet kullanımı ile yeni
iletişim ortamlarının işlerlik kazanması her kesimden kişiyi ilgilendirecek noktalara
ulaşmıştır.
Yeni iletişim teknolojileri ile birlikte bilgi akışının gerçekleştirilebileceği yeni
ortamlar oluşmuştur. Geleneksel iletişim araçlarının geliştirilmiş ve dönüşüme uğramış
hali olan bu yeni iletişim ortamlarına bilindiği üzere genel olarak yeni medya denmektedir.
İnternet olarak da bilinen bu yeni medya Underwood’un da değindiği gibi özellikle
etkileşimli ve hiper-metinsellik özellikleriyle tercih edilmektedir (2002:130). İnternetin,
zamanla kullanıcı tabanlı olması, kitleleri bir araya getirmesi ve etkileşimi arttırması
toplumsal açıdan önem taşımaktadır. Pavlik (1998), kullanıcının daha fazla kontrol ve
seçim olanaklarına sahip olmasının, medya tüketicisi için yeni ve eski medya arasındaki
temel farklar olduğunu dile getirmektedir (aktaran Macmillan, 2006:208).
İnternet, sahip olduğu özellikler ile geleneksel/sıradan ilişki ve eylem biçimlerinin
temelini oluşturmaktadır. Ayrıca internet, yüz yüze iletişim biçimlerinin zamansal ve
mekânsal zorunluluğunu ortadan kaldırarak geleneksel iletişim sürecine etkileşim
olanaklarını da eklemiştir. Bu dönüşüm, sanal toplumsal eylemlere alternatif oluşturan
yeni bir iletişim biçimini de mümkün kılmıştır. Bu bağlamda sanal ortamda gerçekleşen
eylemler gündelik yaşamdaki diğer kitle iletişim araçlarının (radyo, televizyon, gazete v.b)
yerini almış, onları birleştirmiş ve böylelikle hayatın parçası haline gelmiştir (Binark vd.,
2007:5). Bu açıdan ele alındığında internet (ya da yeni medya), toplumun davranışlarını
etkilemesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır (Kirschenbaum, 2004:99).
Teknoloji ilerledikçe bu ortamlarla uyumlu çalışabilen çeşitli uygulamalar ile
çevrim içi yapılabilecek eylemler artmış ve tüm bu eylemler birbirlerine daha çok
bağlantılı hale gelmiştir. Bu durum bilgi/veri aktarımının yanı sıra internetle birlikte
kullanılan uygulamaların hem kişisel hem de ticari olarak çevrim içi etkileşimde önemli
bir rol oynadığını da göstermektedir (Mislove vd., 2007:31). Bu bağlamda internet, yeni
bir medya olmanın yanında, ticari alanda da yeniliğin temsilcisi olarak görülmekte ve
yeni bir pazarlama ortamı da sunmaktadır. İnternette pazarlama ise çevrim içi mağazalar
aracılığı ile gerçekleşmektedir. Bu mağazalar ile satış amacı taşıyan firmalar, tüketiciyi
çekebilmek için internet ortamında da çeşitli niteliklerde reklamlar yayınlamaktadır.
Diğer ortamlarda olduğu gibi internet reklamlarının da ana hedef kitlesinin kadın olduğu
düşünülen çalışmada bu sorun Facebook reklamları üzerinden araştırılmaya çalışılmıştır.
Bu bağlamda çalışma Facebook’un kadın kullanıcılara gösterdiği reklamları ortaya
koyma amacını taşımaktadır.
İnternet, Çevrim İçi Pazarlama ve Tüketici
İnternet teknolojilerinde yaşanan gelişmeler dijital pazarlamanın ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Bu pazarlama iletişiminde önemli olan farklı kanalların nasıl yönetileceği
ve firmaya/markaya nasıl değer ekleneceğidir (Chaffey, 2010:187).
138 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Yelda Özkoçak
Pazarlama iletişimi açısından internetin güçlü ve eşsiz nitelikte bir platform
oluşturduğu görülmektedir (Başfırıncı, 2008:55). Mal ve hizmetlerin pazarlama
işlemlerinin internet ortamında gerçekleştirilmesi, ses, görüntü ve yazılı metnin eş
zamanlı ve geleneksel araçlara göre daha hızlı, güvenli ve düşük maliyetle yapılabilmesi
firmalar için önem taşımaktadır. Bu nedenle sadece büyük firmalar için değil küçük ölçekli
firmalar ya da bireysel satıcılar için de internetten pazarlama ideal bir yöntemdir. Firmalar
hedef kitlelerine internetin her alanından ulaşırken, fiziksel mağazalarla yetinmeyen ya
da fiziksel mağazaların erişemediği tüketiciler, internet ortamında/çevrim içi alışverişi
tercih etmektedirler. Ayrıca tüketiciler bu sayede dünyanın herhangi bir bölgesinde pazara
giren ürün hakkında bilgi sahibi olabilmekte, rekabet ve ucuz maliyet sayesinde düşük
fiyatlı ve kaliteli ürünlere erişebilmektedirler.
Yapılan araştırmalarda, günümüzde 10 milyon olan internetten alışveriş yapan
kişi sayısının 2016 yılında 16 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Türkiye’de yıllık
kişi başına düşen çevrim içi harcamanın tutarı yaklaşık 182 Avro’dur. İnternet üzerinden
yapılan ticaretin Türkiye’de bu denli büyük olmasının sebebi ise sayısı 5000’i geçen
e-ticaret siteleridir (İHA, 2014). Bu büyük rakam sonucunda tüketicilerin çoğunluğunun
çevrim içi alışverişe yöneldiği açıktır.
Grafik 1: Türkiye’de çevrim içi alışveriş arama sıklığı
(Türkiye E-Ticaret Raporu 2013, www.teknolojidefteri.com, 24.05.2014).
Türkiye’de en çok çevrim içi alışveriş yapılan sektörler elektronik ve tekstildir.
Ayakkabı, aksesuar, bilet ve seyahat ürünleri de tercih edilen ürünler arasında yer
almaktadır. Çevrim içi alışverişi en çok tercih eden şehirler ise İstanbul, Ankara, İzmir,
Bursa, Antalya ve Adana’dır (www.bkm.com.tr/istatistik/, www.teknolojidefteri.com).
Sayı 40 /Bahar 2015
139
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Grafik 2: Türkiye’de çevrim içi alışveriş yapılan sektörler1
(Türkiye İnternet Ekosistem Raporu, www.webrazzi.com, 24.05.2014)
Yukarıda yer alan verilere göre Türkiye pazarındaki markaların %49’u, çevrim içi
alışveriş mağazası açmıştır. Çok sayıda markanın e-ticaret sitesinin olması, tüketicilerin
alışveriş seçeneğini artırdığından çevrim içi alışverişte kişi başına düşen toplam harcama
miktarı da artmıştır.
Bu nedenle firmaların internet üzerinden yayınlandıkları reklamların payı da
yükselmektedir. Dünyada 43 ülkede dijital pazarlama iletişimi endüstrisinin gelişmesi için
faaliyet gösteren IAB’nin (Interactive Advertising Bureau) Türkiye’de gerçekleştirdiği
çalışmaya göre -IAB Türkiye 2013 tahmini- dijital reklam yatırımları aşağıdaki gibidir:
Tablo 1: Türkiye İnternet Reklam Yatırımları Oranları
(www.eticaretmag.com, 24.05.2014).
Bu bağlamda internet, markaların da sınırsız bir şekilde var olabileceği bir platform
sunmaktadır. Bu ortamda markalar müşterilerine ve potansiyel müşterilerine yönelik
geniş pazarlama iletişimi faaliyetleri yürütebilmektedir. Bu durum tüketicilerin geleneksel
alışkanlıklarını da değiştirerek, yeni ortama uygun bir biçime dönüştürmüştür. Hizmet ya
1 Masterindex raporundaki araştırma Aralık 2012 yılında yapılmıştır.
140 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Yelda Özkoçak
da ürünü almadan önce, bilgi toplama ihtiyacında olan tüketici için internet, zaman ve
paradan tasarruf sağlayan bir bilgi kanalı olmuştur.
Tüketiciler için bilgi aramanın amacı ise karar vermeyi kolaylaştırmaktır ve çevrim
içi elde edilen bilgi (Bei vd., 2004:463-465), dolaylı da olsa internet üzerinden alışverişi
artırmıştır.
İnternet kullanıcılarının yani dolaylı olarak tüketicilerin oluşturduğu içerikler,
düşünceler, deneyimler ve geri bildirimler internet ortamında yayılmaktadır. Bu içerikler
müşteri desteği sağlamak amacı ile firmalar tarafından kullanılmakta, çevrim içi forumlar
ile tüketici desteği de sağlanmaktadır (Foux, 2006:38-39). İnternetin sağladığı en temel
avantaj ise kurumların hedef kitle hakkında bilgi sahibi olmalarıdır (Ülger, 2003:204206). Bu bağlamda internet aynı anda tüketicinin tüketici ile, tüketicinin firmalar ile,
firmaların tüketici ile iletişim kurmasına imkan vermektedir (Mangold & Faulds, 2009).
Bu sınırsızlık her ne kadar güven sorununa neden olsa da firmaların hedef kitleleriyle
ilişkilerinde önemli bir yer tutmaktadır (Peltekoğlu, 2001:276-278).
Yapılan araştırmalar internet kullanan her dört kişiden birinin çevrim içi alışveriş
yaptığını göstermektedir. Türkiye’de internetten alışveriş yapanların %61,5’i erkek,
%38,5’i kadındır. Bu farkın nedeni ise Türkiye’de bilgisayar ve internet kullanım
oranlarının 16-74 yaş grubundaki erkeklerde %60,2 kadınlarda ise %39,8 olmasıdır.
İnternet kullanımı tüm yaş gruplarında erkeklerde daha yüksektir. İnternet kullanan
bireylerin internet üzerinden kişisel kullanım amacıyla mal veya hizmet siparişi verme
ya da satın alma oranı ise %24,1’dir. 2012 yılı Nisan ile 2013 yılı Mart aylarını kapsayan
on iki aylık dönemde internet üzerinden alışveriş yapan bireylerin %48,6’sı giyim ve spor
malzemesi, %25,8’i elektronik araç, %25,6’sı ev eşyası, %20’si seyahat ile ilgili diğer
faaliyetler (konaklama hariç), %15,9’u kitap, dergi, gazete (e-kitap dahil), %15,7’si gıda
maddeleri ile günlük gereksinimler almıştır. Ürün tercihlerine bakıldığında erkeklerin
daha çok cep telefonu ve aksesuarlarını, kadınların ise giysi satın aldığını görülmektedir
(www.mediacatonline.com, www.die.gov.tr).
Grafik 3: Mikro Hedef Kitleler Araştırması
(Mediacat Mayıs 2014, www.mediacatonline.com, 20.04.2014)
Sayı 40 /Bahar 2015
141
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Bu veriler, yeni ilişkiler ağı ve değerler sistemi yaratması nedeni ile bireylerin
internete yönelmeleri ve sıklıkla internet kullanmalarının sonucu olarak toplumun sahip
olduğu alışkanlık ve değerler sisteminin de değiştiğini göstermektedir. Bu açıdan ele
alındığında yeni bir ortam sunan internet, özellikle bireylerin toplumsallaşma sürecinde
gün geçtikçe daha fazla ön plana çıkmakta ve bir ihtiyaçmış gibi yansıtılmaktadır.
İnternet ortamında yer alan sayfalar sayesinde, gündelik yaşamın rutinlerinin dışında,
özel faaliyetler de basit ve ucuz bir şekilde bu ortamlarda gerçekleştirilmektedir.
İnternetin en çok ilgi gören ortamı olan sosyal medya ise sürekli güncellenebilmesi,
çoklu kullanıma açık olması ve paylaşıma olanak tanıması açısından kullanıcılar için
ideal bir alan sunmaktadır. Sosyal medya tanımına uyan ortamlar da altı başlık altında
toplanabilmektedir. Bunlar, işbirliği projeleri (collaborative projects), bloglar (blogs),
içerik siteleri (content communities), sosyal paylaşım ağları (social networking sites),
sanal oyun dünyaları (virtual game worlds) ve sanal sosyal dünyalar (virtual social
worlds) olarak gruplandırılmıştır (Kaplan ve Haenlein, 2010:62-64).
Sosyal medyanın en çok tercih edileni olan Sosyal Paylaşım Ağları, üyelerin
oluşturdukları profillerle diğer üyelerle bağlantı kurmak için birbirlerini eklemesini ve
görmesini, iletişim kurmasını sağlayan, web tabanlı servisler olarak tanımlanmaktadır
(Vural ve Bat, 2010:3352). Sosyal paylaşım ağları, basit olarak dünya genelindeki
bilgisayar ağlarını ve kurumsal bilgisayar sistemlerini birbirine bağlayan internet
teknolojilerinin gelişmesiyle bireyleri buluşturan iletişim ağları olarak da bilinmektedir
(Toprak, 2009:28). Basit ve çok yönlü özellikleri nedeni ile bu paylaşım ağları standart
internet kullanıcılarının sıklıkla ziyaret ettikleri, kendileri paylaşımda bulunmasalar dahi
bağlantılı oldukları üyelerin paylaşımlarını takip ettikleri bir ortam durumuna gelmiştir.
Kullanıcıyı, dolayısıyla tüketiciyi aktif bir şekilde konumlandıran bu ağlarda, bilgiye
ulaşmadaki hız ve tüketicilerin birbirleri ile olan etkileşimi pazarlama iletişimi sürecinde
göz ardı edilemeyecek bir durum olarak markaların/firmaların karşısına çıkmıştır.
Kullanıcıların sosyal ağlardaki davranışlarının genellikle tüketime yönelik olduğunu
belirten Heinonen (2011)’e göre sosyal ağlar, zaman ve kişisel enerjiden tasarruf sağlayan
tamamlayıcı bir kanal oluşturmaktadır. Ayrıca Heinonen, sosyal medya aktivitelerinin
hizmet ya da ürünü satın almadan önce, bireylerin bilgi toplama ihtiyaçlarına cevap
bulmaya yönelik olduğu görüşündedir.
Başlarda daha çok tüketicilerin faaliyet gösterdiği sosyal ağlar, zamanla potansiyel
müşterilerine ulaşmak isteyen markaların da bulunması gerekli bir alan haline gelmiştir.
Çünkü sosyal ağlar tüketici ile markaların anlık etkileşim kurabilmelerine olanak
sağlamaktadır. Bu sebeple sosyal ağlarda yer almak artık her markanın yapması gereken
bir pazarlama iletişimi faaliyeti olarak görülmektedir. Çünkü bu ortamlar, çevrim içi
müşterileri yakalamakta kullanılması zorunlu görülen bir alan niteliğindedir. Bu ağların
başarılı yönetimi tüketicide markaya karşı olumlu düşünceler oluşturmaktadır. Bu
bağlamda artık sosyal ağlar, bütün markaların vazgeçemeyeceği bir alan olarak sanal
ortamda yer almaktadır.
Kullanıcıların, diğer kullanıcılarla iletişim kurmasını ve çeşitli paylaşımlarda
142 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Yelda Özkoçak
bulunabilmesini amaçlayan Facebook, en popüler sosyal paylaşım ağıdır. Bu bağlamda,
birçok araştırmaya konu olmakla birlikte, sahip olduğu kullanıcı sayısı ile hem küçük
girişimcilerin hem de mevcut firmaların ilgisini çekmektedir. Böylelikle Facebook,
küreselleşme ile birlikte yeni pazarlama yöntemlerinin de uygulanabileceği bir ortama
dönüşmüştür.
Reklam İletim Ortamı Olarak Facebook
Sosyal paylaşım ağlarının ilki olan “classmates.com” 1995 yılında eski sınıf
arkadaşlarının bulunması amacıyla ABD’de kurulmuş ve 10 yılda 40 milyon kullanıcıya
ulaşmıştır. IRC, ICQ, Sosyomat ve Yonja’nın yanı sıra Sixdegrees (1997), LiveJournal
(1998), FriendSter (2003), LinkedIn (2003), MySpace (2003), Xing (2003), Facebook
(2004), ve Twitter (2006) sanal ortamda sosyalleşmenin büyük hız kazanmasında etkili
olan sosyal ağlardandır.
Alexa istatistiklerine göre Facebook, dünyanın en fazla ziyaret edilen 2. sitesidir
(ilk sırada “google.com” bulunmaktadır). Bunun yanı sıra; Afganistan, Azerbaycan,
Bangladeş, Mısır, Sırbistan, Porto Riko, Tunus gibi ülkelerin birinci; ABD, Almanya,
Arjantin, Avustralya, Brezilya, Norveç, Panama, Polonya, Tayland, Türkiye’nin
ikinci; Danimarka, Fransa, Kanada, Güney Afrika, İngiltere, İsviçre ve İsveç’in ise
üçüncü en fazla ziyaret edilen sitesidir. Toplamda 1,19 milyar aktif kullanıcıya ulaşmış
olan Facebook’un -büyüme oranı çalışmalarına göre- 2015 yılına girildiğinde yaklaşık 1,4
milyar aktif kullanıcıya sahip olması beklenmektedir (www.sosyalmedya.co, www.alexa.
com).
Facebook sitesinin diğer sosyal paylaşım ağlarına oranla daha fazla tercih edilme
nedenlerinin başında siteye kullanıcılar tarafından veri girişi yapılabilmesi gelmektedir.
Kullanıcılar, sayfa üzerindeki akışları takip ederken aynı zamanda Facebook’un sunduğu
uygulamalardan faydalanabilmektedir. Kullanıcılar da oluşturdukları içeriklerle işlerine
yarayan uygulamaları kullanabilmektedir.
Kullanıcılar, hem sosyal yaşantılarına dair işleri buradan takip edebilmekte hem de
birçok sitede gezinmek yerine Facebook üzerinden yapılan paylaşımlar sayesinde güncel
bilgilere, videolara vs. ulaşabilmektedir. Bu nedenle kullanıcılar eş zamanlı olarak başka
bir işle meşgul olsalar dahi, Facebook sayfalarını takip etmeye devam edebilmektedir.
Araştırmacıların birçoğu Facebook kullanımını 21. yüzyılın bağımlılığı olarak
nitelendirmektedir (Parsons, 2010). Çünkü Facebook sanal ile gerçeği birleştirerek
gündelik yaşam pratiklerinin sanal uzama taşınmasını olanaklı hale getirmiştir (Binark
vd., 2009:158).
Teknik açıdan değerlendirildiğinde Facebook, başarılı bir Web 2.0 uygulamasıdır.
Site ilk olarak üyelerin birbiriyle iletişim kurması için tasarlamış olsa da son yıllarda bu
amacının çok üstüne çıkmıştır. Facebook posta gönderme, anında mesajlaşma, fotoğraf,
müzik ve video paylaşma hizmetlerinin yanı sıra, yaklaşık bir milyon farklı kişi tarafından
geliştirilen 300.000’den fazla uygulamaya erişim sağlamaktadır. Kullanıcılar sayfadan
Sayı 40 /Bahar 2015
143
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
ayrılmadan Amazon internet sitesinden alışveriş yapabilmekte, OCLC’nin WorldCat
kataloğunu tarayabilmekte, kullandıkları diğer sosyal ağlar (örneğin, Linkedin, Instagram)
ve paylaşım siteleriyle (Slideshare) bağlantı sağlayabilmekte ve gönderdikleri iletileri
aynı anda diğer sosyal ağlarda ve Twitter gibi mikro-günlük (microblogs) sitelerinde ya
da tam tersi biçimde yayımlayabilmektedirler (Tonta, 2009:745).
Facebook Applications (Facebook Uygulamaları) adı altında çeşitli hizmetler
sunan Facebook, 2007 yılında başlattığı Marketplace (Facebook Pazarı) uygulaması
ile kullanıcıların satmak istedikleri ürünlere yönelik ücretsiz reklamlar da yayınlamaya
başlamıştır. Bu uygulama ile satılık eşyalar, kiralık/satılık evler, iş ilanları ve diğerleri
olmak üzere bir market ortamı yaratılmış ve burada kullanıcıların birbirleriyle alışveriş
yapmasına olanak sağlanmıştır (www.tr.wikipedia.org/wiki).
Bu uygulamanın ardından çok sayıda üyenin ve üyelere dair kişisel bilgilerin de
kolayca erişilebilir olması ticari alanda Facebook’u ilgi çekici kılmıştır. Bu sanal ortamda
özellikle reklamlar aracılığıyla hesabı bulunan bireylerin profillerine yazdıkları bilgiler
ışığında hedef kitlenin belirlenmesi ile ticari amaçlı çalışmalar yapılabilmiştir. Bu
bağlamda Facebook, özellikle e-ticaret siteleri olan firmalar için yeni bir alan yaratmıştır.
Facebook kullanıcılarının yaş, coğrafi, bölge, meslek ve eğitim durumları,
beğendikleri ve üye oldukları sayfalar gibi üyelik bilgileri, firmalar tarafından hedef
kitlelerine ulaşabilmek için kullanılmaktadır. İsteyen herkesin bir profil oluşturarak üye
olabildiği Facebook sayesinde kişi ya da firmalar ürünlerini sergileyebilmektedir. Bu
bağlamda Facebook, sosyal medya pazarlamasıyla uğraşanların ilki haline gelmiştir.
Grafik 4: Sosyal ağlarda tercih edilen pazarlama ortamları
(www.sosyalmedya.co, 24.05.2014).
144 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Yelda Özkoçak
Ayrıca Facebook’un, ürünlerini site üzerinden pazarlamak isteyenlerden yasal izin
belgesi göstermesini istemesi ve bazı sayfaların 18 yaşından küçük kullanıcılar tarafından
da görüntülenemiyor olması en çok tercih edilme sebepleri arasında yer almaktadır.
Facebook’ta Reklamın Hedef Kitlesi Kadın
Toplumsal cinsiyet yaklaşımına göre reklam iletilerinde erkek daha özgür ve
baskın, kadın ise erkeğe bağlı, güzel/bakımlı olması gereken ve ev işi yapan bireyler
olarak tanıtılmaktadır. Bu yaklaşıma bağlı olarak da pazarlama stratejilerinde firmalar
ürünlerine göre -kadın ve erkeğin rolleri ve sorumluluklarına da dikkate alarak- hedef
kitlelerini belirlemektedir. Micheal Jaffe ise bu klasik anlayışların tersine internet
üzerinden gerçekleştirilen iletişim biçiminde kadına, engellerinden kurtulma ve dayatılan
kalıpların dışında kendini yeniden tanımlama imkânı verildiğini dile getirmektedir (akt.
Kaypakoğlu, 2004:87).
Ancak genel olarak değerlendirildiğinde özellikle Türkiye gibi ataerkil düzenin
devam ettiği toplumlarda, bireylerin içinde yaşadığı ortamın sosyalleşme biçimlerine
uygun roller üstlendikleri açıktır. Türkiye’de nesne konumuna getirilmiş olan kadın,
zamanının büyük bölümünü -çalışıyor olsa dahi- kadın işi olarak tanımlanan (ev işleri, çocuk
bakımı, alışveriş, aşırı bilgi ve güç gerektirmeyen iş kolları vb.) alanlarda harcamaktadır.
Bu işleri yaparken kadının belki de en çok keyif aldığı (!) iş ise alışveriştir. Evin / evde
yaşayanların ihtiyaçlarını almak, eksikleri gidermek, bunu yaparken ekonomik olmak,
pazar-market gezip en uygun fiyatı bulmak bu bağlamda kadının görevi olduğu kadar aynı
zamanda temel amaç ve kaygılarındadır. Ayrıca stresten uzaklaşmak ve psikolojik olarak
rahatlamak için de kadınların alışverişe yöneldikleri dile getirilmektedir. Bunlarla birlikte
tüketim, Değirmenci’nin de belirttiği gibi, bireylere zenginlik anlamında dayatıldığından
kadınlar her geçen gün, tüketimin hem öznesi hem de nesnesi durumuna getirilmektedir
(2003). Yaratılan bu tüketim isteği özellikle kitle iletişim araçlarında yayınlanan
reklamlar ile daha çok arttırılmakta ve bireyde “ihtiyaç var” hissine dönüştürülmektedir.
Böylelikle tüketim neredeyse bir yaşam felsefesi haline getirilmekte, firmalar pazarlama
stratejileriyle bireyleri tüketimi artırmaları yönünde etkilemektedir.
İnternet kullanıcı sayısı 37 milyon civarında olan Türkiye’de kullanıcılar
günde ortalama 2 saat 32 dakikasını sosyal medyada geçirmektedir. Toplam internet
kullanıcılarının %93-94′nün Facebook hesabı bulunduğu ve her gün 19 milyon kişinin
Facebook’a girdiği göz önüne alındığında internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunun
zamanını Facebook’ta harcadığı ortaya çıkmaktadır. Sahte hesaplar dahil 36 milyon
aktif hesap bulunan Facebook’ta aylık aktif kullanıcı sayısı da 33 milyondur (www.
etonpreneurs.com, www.dijitalajanslar.com). Bu kullanıcıların büyük çoğunluğunu ise
(internet kullanımı tüm yaş gruplarında erkeklerde daha yüksek olduğu verisiyle doğru
orantılı olarak) erkekler oluşturmaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
145
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Grafik 5: Türkiye’de bulunan Facebook kullanıcılarının cinsiyet dağılımı 2
(Türkiye İnternet Ekosistem Raporu, www.webrazzi.com, 24.05.2014).
Daha önce de değinildiği gibi erkek kullanıcılar internet üzerinden (daha çok
bilgisayar donanımı, cep telefonu ve aksesuarları gibi) detaylı ürün bilgisi ve fiyat
araştırması gerektiren ürünleri satın almaktadırlar. Bu nedenle de satın alma eylemlerini
uzun zamanda gerçekleştirmekte ve reklamlardan kolay etkilenmemektedirler. Kadınlar
ise “ideal kadın” niteliğine sahip olabilmek için giysi ve güzellik ürünü gibi daha
ucuz ve kolay satın alınabilen ürünlere yöneldiklerinden reklamlardan daha kolay
etkilenebilmektedirler. Bu nedenle kadın, her alanda olduğu gibi sosyal ağlarda da
reklamın hem öznesi hem de nesnesi olarak değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda erkek internet ve Facebook kullanıcılarının oranının fazla olmasına
karşın tüm ortamlarda olduğu gibi Facebook’ta da hedef tüketici kadındır. Daha önce de
belirtildiği gibi Facebook, ABD dışında kullanıcıların ilgi alanlarını, onların beğendiği
sayfalar ve paylaşımlar sayesinde öğrenebilmektedir.
Facebook Türkiye Pazarı Müdürü Fırat Dirik ise Türkiye’de kullandıkları hedef
belirleme yöntemlerine bazı örnekler vermiştir (www.campaigntr.com):
• İstanbul’da kadınlara yönelik bir fitness salonu: 18 yaşın üzerindeki, İstanbul’da
yaşayan ve fitness ve sağlık ile ilgilenen kadınlar
Potansiyel hedef kitlesi: 720.000
2 Veriler 2013 Kasım ayına aittir.
146 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Yelda Özkoçak
• Tokat’taki kozmetik perakendecisi: Tokat’ta yaşayan, 16-25 yaş aralığındaki ve
makyajla ilgilenen kadınlar
Potansiyel hedef kitlesi: 3.000
• Ulusal, moda perakendecisi (kadın kıyafetleri): “Moda” ve “alışveriş” ile
ilgilenen, Türkiye’nin dört bir yanındaki, her yaştan kadın
Potansiyel hedef kitlesi: 8.4 milyon
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, firmalar Facebook’ta yayınlanabilecek
özellikte bir reklam oluşturmakta ve ulaşmak istediği hedef kitle türünü seçmektedir.
Facebook ise belirtilen hedef kitlenin içinde olan kullanıcılara o reklamı göstermektedir.
Facebook, hangi reklamların gösterileceğine karar vermek için aşağıdaki verileri
kullanmaktadır (www.facebook.com):
• Kullanıcının, Facebook’ta paylaştığı bilgiler (örneğin; Beğendiğiniz Sayfalar),
• Facebook hesabında yer alan kullanıcı ilgili diğer bilgiler (örneğin; yaş, cinsiyet,
konum, Facebook’a erişirken kullanılan cihazlar),
• Reklam verenlerin ve pazarlama ortaklarının Facebook ile paylaştığı kullanıcı
ile ilgili zaten sahip oldukları (e-posta adresi gibi) bilgiler.
Bu bağlamda Facebook’a göre kullanıcıların reklam tercihleri, Facebook üzerinden
paylaşılan bilgilere, beğenilen ve/veya etkileşimde bulunulan sayfalara, tıklanan
reklamlara, kullanılan uygulamalara ve internet siteleri ile veri sağlayıcılarının ve reklam
verenlerin paylaştığı bilgilere dayanmaktadır. Facebook ve firmalar, kullanıcı için faydalı
olduğunu ileri sürdükleri reklamları göstermek için çerezler, piksel etiketleri ve yerel
bellek gibi teknolojileri de kullanmaktadır. Yani bir reklam veren, kullanıcının (çerezler
sayesinde ürününün internet sitesinden satın alınmadan önce) ürününün reklamını
Facebook’ta görüp görmediğini anlayabilmektedir (www.facebook.com).
Bu veriler doğrultusunda, Facebook Türkiye Pazarı’nda kullanılan hedef belirleme
yöntemleri bağlamında Facebook’un, Türk kadın kullanıcılara hangi sektörlerden ne
tür reklamların gösterildiğini ortaya koymayı hedefleyen çalışma için çeşitli Facebook
sayfalarından iletilen mesajla kadın kullanıcılardan bir hafta boyunca destek talebinde
bulunulmuştur.
Kadınlar Günü’nün Cumartesi’ye denk gelmesi ve Sponsorlu başlığının mobil
cihazlardan görünemiyor olması nedeni ile çalışmaya destek vermek isteyen kullanıcıların
bazıları ihtiyaç duyulan verileri elde edememiştir. Bu nedenle 8 Mart Dünya Kadınlar
Günü’nde gerçekleştirilen çalışmaya 20-35 yaş aralığında olan 13 kullanıcı destek
verebilmiştir. Katılımcılar, Facebook sayfalarında, Sponsorlu başlığı altında açılan
pencerenin ekran görüntülerini kaydetmişlerdir. Ancak bu Facebook hesaplarından 3
tanesinin sahte hesap olduğu anlaşıldığı için 10 katılımcının verileri değerlendirmeye
alınmıştır.
Sayı 40 /Bahar 2015
147
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Katılımcılar, 1 lise mezunu, 3 üniversite öğrencisi, 6 lisans ve lisans üstü eğitim
düzeyinde olan kadın Facebook kullanıcısından oluşmaktadır. Öğrencilerin dışında kalan
7 katılımcı özel sektörde meslek sahibidir.
Çalışma için Masterindex’in Türkiye’de Çevrimiçi Alışveriş Yapılan Sektörler
Raporu’nda yer alan başlıklara, ihtiyaç duyulan başlıklar (gıda - mekan - marka - ünlü
kişi-spor malzemeleri - temizlik ürünü - erkeklere yönelik ürün) eklenmiştir. Buna göre
paylaşılan toplam reklam ileti sayısı 101’dir.
Bu reklamlardan 2 tanesi sakalı çıkmayan erkekler içindir. Bu reklam bir erkek
görseli ile paylaşılmıştır. Takı/aksesuar reklam paylaşımlarında yüzük bulunurken
aynı markanın hediye başlığına konumlandırılan reklamı tespihtir. Elektronik başlığı
altında yer alan iki ürün ise navigasyon cihazıdır. Reklamın görselinde direksiyon tutan
erkek eli yer almaktadır. 3 reklam ise Kadınlar Günü’ne Özel iletisi ile verilmiştir. Bu
reklamlardan 2 tanesi kişisel bakım ürünü olmasına karşın 3. reklam bir kadın görseli
eşliğinde boya firması tarafından verilmiştir. Reklamların diğer dağılımları ise aşağıdaki
tabloda gösterilmiştir:
Tablo 2: Facebook’ta kadınlara yönelik reklamların sektörlere göre dağılımı
Tabloya bakıldığında, kadını hedef alan paylaşımların en çok marka, firma ya da
ünlü kişi tanıtımına yönelik olduğu dikkat çekmektedir. Firmalar bu reklamlar ile merak
uyandırarak kullanıcıları kendi sayfalarına çekmeyi amaçlamaktadır. İkinci sırada yer
148 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Yelda Özkoçak
alan sağlık/diyet reklamları ise kilo verme üzerinedir. Ünlü kullanımına da yer verilen
bu reklamlarda kısa sürede ideal görüntüye ulaşmanın formülünün verileceği iddiası
ile kullanıcılar yine reklam verenin sayfasına yönlendirmeye çalışılmaktadır. Üçüncü
sırada ise kozmetik / kişisel bakım / estetik ve giyim başlıkları yer almaktadır. Bu reklam
iletilerinde de kadınlar güzel ve zarif görünmeye davet edilmektedirler. Böylelikle ideal
kadın niteliğine sahip olmak amacını taşıyan kadınlar, bu sayfalara yönelmekte ve ürünleri
satın almaktadır.
Sonuç
Facebook üzerinden paylaşılan reklam iletilerinde amaç, kadın kullanıcıları reklam
verenin ana sayfasına çekmektir. Ayrıca bazı iletilerde ürünün fiyat bilgisi verilerek
kullanıcı hemen satın almaya davet edilmektedir. Bunun dışında iletilerin altında yer alan
beğen butonu ile firma takipçi sayısını artırarak daha çok kişiye ulaşmayı hedeflemektedir.
Yerel markalar (pastane, mobilya mağazası gibi) ve adı sık duyulmayan küçük firmalar da
burada reklam vererek bilinilirliklerini arttırmayı amaçlamaktadırlar.
Facebook özellikle küçük firmalar ve yerel markaların iletişim stratejileri için güçlü
bir platform niteliğindedir. Yaş, eğitim, meslek ve yaşanılan bölge bilgileri ile markaların
hedefledikleri kitlerle bağlantılarını sağlayan Facebook, geniş bir alanda hizmet
verebilmektedir. Ancak kullanıcı bilgilerinin tümünün paylaşılamıyor olması ve/veya
tüm bilgilere sahip olunamaması nedeni ile reklam iletilerinin genellikle aynı niteliklerde
olduğu yapılan çalışmada da dikkat çekmektedir.
İnternette ve dolayısı ile Facebook’ta erkek kullanıcıların kadınlardan daha fazla
olmasına karşın geleneksel pazarlama yaklaşımında kadının hedef olduğu ortadadır.
Çalışmada da görüldüğü gibi erkeklere özgü ürün satan firmalar kadını da hedef kitlelerine
almaktadırlar. Ayrıca, paylaşılan reklamlarda mesleğin ve eğitim düzeyinin dikkate
alınmadığı da önemli bir bulgudur. Bu bağlamda Facebook’un reklam paylaşımları ile
ilgili kullanıcıları bilgilendirdiği (!) sayfasında yer alan hedef kitle belirleme yöntemlerini
doğru bir biçimde kullanmadığı da ortaya konulmaktadır.
Çalışmadaki ilk dört başlığa bakıldığında ise geleneksel olarak kadın yine dış
görünüşe önem vermesi / güzel görünmesi gereken olarak konumlandırılmıştır. Bu
nedenle daha çok diyet ürünleri, kozmetik ve giyim sektörlerinden reklamların kadınları
hedef aldığı görülmektedir. “Facebook Reklamları, reklam verenlerin insanlara uygun
ve ilginç bulacakları reklamlar göstermelerine yardımcı olacak şekilde tasarlanmıştır.”
iletisi ile reklam sayfası hakkında açıklama yapan Facebook’un bu işlevini de yerine
getirmediği ortadadır. Paylaşılan reklamların çoğu basit hedef belirleme yöntemi (cinsiyetyaş) kullanılarak paylaşılmıştır.
Tüm kitle iletişim araçlarından aynı içerikteki reklam iletilerine hedef olan kadın
ne yazık ki kişisel nitelikleri göz ardı edilerek sadece toplumsal cinsiyet rollerine uygun
olduğu düşünülen iletilere maruz kalmaktadır. Ancak, çok geniş bir kitleye hitap eden
Facebook’un ilgi alanı tabanlı reklam iletilerini Türkiye’de de kullanmaya başladığında
bakımlı olmakla ve ev işleriyle sorumlu tutulan Türk kadınlarının da kişisel niteliklerine
uygun, gerçekten ilgi duydukları sektörden bilgi alabilmeleri mümkün olabilecektir.
Sayı 40 /Bahar 2015
149
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
Kaynakça
Başfırıncı, Çiğdem, (2008). Bir Pazarlama İletişim Medyası Olarak Web Ortamında
İçerik Analizi Yapmanın Güçlükleri Ve Olası Çözüm Önerileri. İstanbul Üniversitesi
İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü Dergisi,19 (61), s.52-71.
Bei, L., Chen, Y.I. E. ve Widdows, R., (2004). Consumers’ Online Information
Search Behavior and The Phenomenon of Search vs. Experience Products. Journal of
Family and Economic Issues, Vol.25, s.463- 465.
Binark, M., Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E. ve Börekçi, S., (2007). Yeni Medya
Çalışmaları, Yeni Medya Çalışmaları, Der. Mutlu Binark, Dipnot Yayınları, Ankara.
Binark, M., Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E. ve Börekçi, S., (2009). Toplumsal
Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum Öyleyse Varım, Kalkedon Yayıncılık, İstanbul.
Chaffey, Dave, (2010). Applying Organisational Capability Models To Assess The
Maturity Of Digitalmarketing Governance. Journal of Marketing Management, 26(3-4),
s.187-196.). www.tandfonline.com.
Değirmenci, Emet, (2003). Toplumsal Ekoloji, Küreselleşme Kadına Ne Getirdi?
Kasım-Sayı 32 www.ekoloji.org/dergi/sayi3/02kuresel_kadin.pdf‎.
Foux, Graeme, (2006). Consumer-Generated Media: Get Your Customers İnvolved.
Brand Strategy,May, Issue 202, s.38, Trade Publication, http://ebscohost.com.
Kaplan, A.M. ve Haenlein, M. (2010). Users Of The World, Unite! “The challenges
and opportunities of Social Media”, Business Horizons, Volume 53:1, 59-68 Paris.
Heinonen, Kristina, (2011). Consumer Activity in Social Media: Managerial
Approaches To Consumers Social Media Behavior, Journal of Consumer Behaviour, 10
(6), s.356-364. Published online in Wiley Online Library (wileyonlinelibrary.com).
Kaypakoğlu, Serdar, (2004). Medyada Cinsiyet Stereotipleri Toplumsal Cinsiyet ve
İletişim, Naos Yayıncılık, İstanbul.
Kırschenbaum, Alan, (2004). Generic Sources of Disaster Communities: ASocial
Network Approach, International Journal of Sociology and Social Policy, Vol. 24, No.
10/11. http://www.nifv.nl/upload/179138_668_1168608934140Kischenbaum_I
Macmillan, J.Smith, (2006). Eploring Models of Interactivity from Multiple Research
Traditions Users Documents and Systems, Handbook of New Media: Socail Shaping and
Social Consequences of ICT’s. Editor
Lievrouw, Leah A, Livingstone, Sonia, Sage
Publisher, Los Angeles,http://online.sfsu.edu/ottsca/beca300/secure/mcmillan.pdf.
Mangold, W. G. ve Faulds, J. D., (2009). Social Media: The New Hybrid Element
Of The Promotion Mix. Bussiness Horizons 52, s.357-365 http://www.sciencedirect.com/
science/article/pii/S0007681309000329/52/4.
Mıslove, A., Marcon, M., Gummadı, K. P., Druschel, P. ve Bhattacharjee, B., (2007).
Measurement and Analysis of Online Social Networks, IMC’07: Proceedings of the 7th
150 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Yelda Özkoçak
ACM SIGCOMM, Conference on Internet Measurement, San Diego, California, http://
conferences.sigcomm.org/imc/2007/papers/imc170.pdf.
Pelteoğlu, B. Filiz, (2001). Halkla İlişkiler Nedir?, Beta Yayınları, İstanbul.
Toffler, Alan, (1981). Üçüncü Dalga, Çev: Ali Seden, Altın Kitaplar, İstanbul.
Tonta, Yaşar, (2009). Dijital Yerliler, Sosyal Ağlar ve Kütüphanelerin Geleceği,
Türk Kütüphaneciliği 23, 4 (2009), s.742-768.
US Census Bureau, InternetWorldStats, Facebook, ITU Ocak 2014, http://
etonpreneurs.com/uploads/Global%20Social,%20Digital%20&%20Mobile%20
Statistics,%20Jan%202014.pdf (Erişim: 15.03.2014)
Underwood, Mick, (2002). Kamusal Alan Olarak İnternet, Cogito / Sayı 30 İnternet:
Üçüncü Devrim? s.120-142.
Ülger, Billur, (2003). İşletmelerde İletişim Ve Halkla İlişkiler The Big Business,
Der Yayınları, İstanbul.
Vural, Z. ve Bat, M. (2010). Yeni Bir İletişim Ortamı Olarak Sosyal Medya, Ege
Üniversitesi İletişim Fakültesine Cilt:5 Sayı:20, Yaşar Üniversitesi, İzmir.
İnternet Kaynakları
http://www.alexa.com/topsites/countries (Erişim: 10.04.2014)
http://www.bkm.com.tr/istatistik (Erişim: 24.05.2014)
http://blog.reklam.com.tr/internet-reklam/turkiyenin-online-ticaretistatistikleri/2692 (Erişim: 22.05.2014)
http://www.campaigntr.com/2014/02/20/68209/facebook-turkiye
06.04.2014)
(Erişim:
http://www.die.gov.tr (Erişim: 12.03.2014)
http://www.dijitalajanslar.com/internet-ve-sosyal-medya-kullaniciistatistikleri-2014 (Erişim: 19.02.2014)
http://www.eticaretmag.com/turkiye-dijital-reklam-yatirimlari-raporu
(Erişim: 24.05.2014)
https://www.facebook.com/about/ads/?campaign_id=366925476690229 (Erişim:
06.04.2014)
https://www.facebook.com/help (Erişim: 06.04.2014)
http://www.iha.com.tr/sosyal-aglar-ile-internetten-kazancli-alisverisekonomi-301291 (Erişim: 22.05.2014)
http://www.mediacatonline.com/makale/internetten-en-cok-erkekler-alisverisyapiyor, (Erişim: 15.04.2014)
Sayı 40 /Bahar 2015
151
Facebook’ta Reklamların Hedef Kitlesi Kadın
http://sosyalmedya.co (Erişim: 18.03.2014)
http://teknolojidefteri.com/turkiye-e-ticaret-raporu-2013.html (Erişim: 24.05.2014)
http://tr.wikipedia.org/wiki/Facebook (Erişim: 18.03.2014)
http://www.webrazzi.com (Erişim: 24.05.2014)
152 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Use of Cartoons in Advertising: The Case of Piyale
Ayşe BİNAY KURULTAY, Yrd. Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Burcu SABUNCUOĞLU PEKSEVGEN, Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Karikatür, Reklam,
Piyale.
Öz
Bir mizah sanatı olan karikatürün, eğlendirmenin yanı sıra düşündürmek, öğretmek
ve ikna etmek gibi özellikleri karikatürü reklamcılar için cazip hale getirmiştir. Anlatmak
istediğini sade bir dille çarpıcı bir biçimde anlatan karikatür, sıralanan tüm bu özellikleriyle
tüketicide davranış değiştirmekte önemli bir araç olabilmektedir. Karikatürlü reklamların
hedefleri arasında olan ürün satmanın dışında bilinirlik arttırmak da vardır. Karikatürlü
reklamlar da tüm reklamlar gibi bunu kimi zaman bir sloganla kimi zamanda zihinlerde
markaya özgü bir konum yaratıp, markaya bir karakter ve kimlik kazandırarak yapmaktadır.
Türkiye’de 1960’lı yıllarda karikatür, başta banka ve makarna reklamlarında olmak üzere
sektördeki birçok markanın reklamlarında etkin olarak kullanılmıştır.
Bu çalışmada örnek olarak karikatürün, bir pazarlama yöntemi olan reklamla
ilişkisi, “Türkiye’yi makarna ile tanıştıran marka” olarak bilinen Piyale Makarnaları’nın
1960’lı yıllardaki on karikatürlü reklamı esas alınarak incelenmiştir. Piyale markasının
1960’lı yıllarda karikatürlü reklam kullanan markaların başında gelmesi ve markanın
sadece karikatürlü reklamlardan oluşan kampanyalar düzenlemiş olması, bu markanın
örneklem olarak seçilmesinde etkili olmuştur.
Karikatürün resme dayalı mesajlarla örülü olması nedeniyle yöntem olarak postyapısalcı göstergebilimsel analiz kullanılmıştır. Dolayısıyla karikatürün metin evreni
olduğu kadar sembolik evreni de tarihsel dönem aralığının göstergeleri anlamlandırmadaki
önemi dikkate alınarak incelenmiştir. Bu doğrultuda karikatürlü reklamların yayınlandığı
yıllarda karikatürlere konu olması dolayısıyla Türkiye’de kadın, aile, sağlık, güven gibi
temalar dönemsellik gözetilerek gösterge bilimsel olarak değerlendirilmiştir.
Keywords:
Caricature, Cartoon,
Advertising, Piyale.
Abstract
As a satirical art form with a mission to make the audience think, to teach something
and to persuade, cartoons have become attractive visuals for advertisers. Cartoons express
an idea in a simple yet effective manner which is the reason for being the choice of brands
for their of advertisements that aim to create a behavioral change in the consumer and
sell their products as well as increasing brand awareness. Advertisements using cartoons
achieve this as all other advertisements do, sometimes through a slogan and other times
through creating a position, a character and an identity for the brand. Cartoons have been
used in advertisements for major brands in the 1960’s in Turkey, primarily for the banking
industry and spaghetti.
In this study the advertisements for Piyale Spaghetti, known as “the brand that
introduced spaghetti to Turkey” that use cartoons as visuals in the 1960’s were investigated.
The relationship of cartoons as a form of communication and advertisements as a form of
marketing was evaluated using semiotic analysis.
As cartoons are woven with messages based on drawings and visuals, poststructuralist semiotic analysis was chosen as the methodology. As it is necessary for this
methodology, cartoons’ symbolic universe as well as the textual universe was investigated
for the importance historical period has over meaning making of signs. In this direction, in
the years advertisements including cartoons, themes such as women, family, health, trust
have been semiotically evaluated with periodicity in mind.
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Giriş
Bir mizah sanatı olan karikatürün, eğlendirmenin yanı sıra düşündürmek ve ikna
etmek gibi özellikleri karikatürü reklamcılar için cazip hale getirmiştir. Türkiye’de
özellikle 1960’lı yıllarla birlikte başta banka ve makarna reklamlarında kullanılmaya
başlanmıştır. Bunun birincil nedeni karikatürün, daha çarpıcı ve etkin olarak izleyiciyi
düşündürmesi ve üç boyutlu dünyayı iki boyuta indirerek sade bir anlatımla akılda daha
kalıcı olabilmesidir. Davranış değişikliği yaratarak ürününü satabilmeyi hedefleyen
firmaların karikatürlü reklamlara yöneliminde bunun önemli bir payı vardır.
Bu çalışmada Piyale Makarnaları’nın 1960’lı yıllarda kullandığı karikatürlü
reklamları incelenmiş ve bir iletişim dili olan karikatürün, bir pazarlama yöntemi
olarak reklamla ilişkisi ortaya konularak, karikatürlü reklamlara olan yansıması
değerlendirilmiştir. Çalışma, Türk reklamcılığında karikatür kullanımı hakkında
literatürde yer alan boşluğun bir bölümünü tamamlamayı amaçlamaktadır.
Görsel Bir İletişim Kodu Olarak Karikatür
Bir mizah sanatı olan karikatür görsel iletişimin etkisi üzerine kuruludur. Karikatürün
geçmişini tarih öncesi dönemlere kadar uzatan yazarlar olduğu gibi (Harrison, 1981)
karikatürü aydınlanma sürecinin sanatı olarak gören yazarlar da vardır (Saydut, 2007).
Kitle iletişim araçlarından biri sayılan karikatürün (Harrison, 1981: 32) veya Turhan
Selçuk’un tanımıyla “grafik mizah”ın tarihi 17. yüzyılda “caricaro” denilen hayvan başlı
insan resimlerine dayanır (Fidan, 2007:39; Saydut, 2007). İtalya’da oluşan “caricare”
terimi başlangıçta sadece insanların görünüşünü konu alsa da sonraları bu dar çerçeveden
çıkarak çizerin yorumunun da yer aldığı çizgilere (Özer, 1988) ardından ise göstergeler
kullanarak “insanlık hali” hakkında mesaj veren bir iletişim aracına dönüşmüştür
(Harrison, 1981).
Hıfzı Topuz (1986) karikatürün tanımını iletişim açısından “resme dayalı,
hümoristik bir mesaj” olarak yapmaktadır. Karikatürün kaynağında bir takım olayların,
kişilerin verdiği görüntüler ve karikatürcünün gözüne ilişen yazılar, düşünceler ve
yorumlar yer almaktadır. Karikatürcü bu olayları, düşünceleri ve yorumları kendi
açısından algılamakta ve bunlardan birer simge yaratmaktadır. Bu simgeleri mizahi
çizgilere dönüştürmekte ve bazen bu çizgilere yazı eklemektedir. Karikatürcünün kendi
damgası ve güldürü yaklaşımından ortaya çıkan nükteli çizgilere karikatür denilmektedir.
Karikatürün amaçları arasında ikna etme, eğitme, öğretme, tutum değişikliği
yaratmanın (Özer, 1988) yanı sıra eğlendirme, eleştirme ve politikleştirme (Harrison, 1981:
12) vardır. Karikatür, okuyucuyla iletişimindeki hızın getirmiş olduğu bütün üstünlüklere
sahipken algılanmasındaki telaşın yarattığı bütün tehlikelerle de yüz yüzedir. Karikatür, üç
boyutlu dünyayı iki boyuta indirerek sadeleştirdiği için berraklığın avantajına, olayları ve
hareketleri abarttığı içinse çarpıtmanın zararlarına açıktır (Harrison, 1981). Karikatürist,
Şekil 2’de belirtilen klasik iletişim süreci içinde bilgi kaynağı görevini üstlenmiştir.
154 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
Şekil 1 (Alemdar ve Erdoğan 2005:62)
İletişim sürecinde yer alan mesaj karikatür ile verilirken, ileten araç medya kanalı
olarak yer almakta, alıcı ise karikatürün okuyucu kitlesi olarak şekillenmektedir (bkz.
Şekil 2 ve Şekil 3). Mesajın okuyucu kitlesine ulaşması etkilenme sürecini başlatır.
Mesajın kodlarının okuyucu tarafından çözümlenmesi karikatüristin iletişim işlevini
gerçekleştirebildiğini gösterir (Özer, 1988).
Şekil 2 (Harrison, 1981: 33)
Sayı 40 /Bahar 2015
155
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Şekil 3 (Özer, 1985: 25)
Kaynağında olgular, olaylar, kişiler ve düşünceler yer alan karikatür iletişimi,
okuyucu mesajı çözümlediği zaman tamamlanmaktadır (Özer, 1985). Hıfzı Topuz’a
(1986) göre karikatürcünün kodladığı ve yarattığı anlam, okuyucunun alıcı durumunda
bulunarak kodu açmasıyla yarattığı anlam, okuyucusunun alıcı durumunda bulunarak
kodu açmasıyla iletilmektedir. Karikatürist mesajı hazırlarken iç iletişimde bulunmaktadır,
yani kendisi ile iletişim halindedir (Özer, 1996). Kodlamanın karikatüristin düşünceleri,
hayalleri, üzüntüleri, zevklerini bir araya getirerek yaptığı soyutlamalar ile oluştuğu
önerilmektedir. Şekil 1’de belirtildiği gibi karikatür bir iletişim mecrası olarak karikatürist
dışında editör, sponsor ve yazarların etkisine açıktır.
Bülent Fidan Reklam ve Karikatür adlı kitabında içeriğine göre karikatürün kendi
içinde siyasal grafik portre, gülmeceli grafik portre, saçma grafik gülmece, grafik desen, ve
reklam gülmecesi olarak incelenebileceğini ifade eder (2007: 145-147). Fidan gülmeceli
grafik portre ve siyasal grafik portre ilgilisi azalan bir içerik şekli olarak karikatür
tarihimizde yer almakta olduğunu saçma grafik gülmece okuyucuda şok etkisi yaratmak
istediği için gerçeküstü mizahı içerdiğini ve günlük yaşamdan izler taşıması yanında
tuhaf ve garip olarak algılanabilmekte olduğunu belirtir. Fidan’a göre reklam gülmecesi
ise düzene veya otoriteye karşı çıkmamakta aksine iyimser ve sempatik bir tavırdadır.
Amaç tüketicinin üzerinde olumlu bir etki bırakmaktır. Olumlu etki bırakmak için
karikatür mizahı ve dolayısıyla eğlenceyi kullanır. Eğlence, içinde hoşgörüyü barındıran
mizaha “her konuyu, her sorunu çekinmeden ortaya koyma mirasını bağışlamış gibidir”
(Öngören, 1998: 15-16).
Reklamın Pazarlamadaki İşlevi, Rolü, Kullanımı
Reklam, bir mesajın tüketici kitlesine aktarılma şekli olduğundan bir iletişim süreci
olarak düşünülür. Reklam mesajları da karikatürlere benzer şekilde kodlama ve okuma
sürecinden geçerek iletişim işlevlerini yerine getirirler (Williamson, 2000). Tek yönlü
iletişim sürecine sahip olan reklamlar geri besleme mekanizmasına sahip olmadıkları için
156 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
hedef kitle derinlemesine anlaşılarak hazırlanmalıdır (Özer, 1988).
Yaratıcılığın odak noktası haline gelen reklamlarda görülen bu sanatsal ve yaratıcı
yoğunlaşmanın temel açıklayıcı özelliği reklamların fonksiyonunun izleyicinin ilgisini
çekmek yerine bir şey hakkında iletişim kurmak oluşudur. Reklamın başlıca amacı
izlenmesinin ardından izleyicide davranış değişikliği yaratmaktır. Reklamlar izleyiciye
dokunarak, onları duygulandırmak, istek ve hayallerine hitap etmek yoluyla düşündürmek
veya tepki vermesini sağlamak zorundadırlar. Ancak bu yolla izleyici, reklam yoluyla
pazarlanan ürünü satın almak için gerekli düşünce sürecine girebilecek ve aktif olarak
satın alma eylemine yönelebilecektir.
Reklamcılığın temel görevi iletmek istenileni iletmektir. İzleyicinin ilgisini
çekebilen bir reklam istenileni iletemeyebilir. Bu nedenle iletişim kurmak ilgiyi üzerinde
toplamaktan çok daha zordur. İzleyici ile iletişim kurabilmek için tüm kaynakların
yoğunlaştırılması gerekir (Jhally 1990: 106). Bu bağlamda Williamson (2000: 19)
reklamlardaki anlam yaratma sürecini şöyle açıklamaktadır:
Reklamcılığın kendine özgü bir yaşamı olduğu görülüyor; diğer iletişim
araçlarının kah içinde, kah dışında var olur ve tanıyabildiğimiz bir dille, fakat asla
tanımlayamayacağımız bir sesle bize hitap eder. Bunun nedeni, reklamcılığın hiçbir
özneye sahip olmamasıdır. Belli ki insanlar reklamlar icat eder ve üretirler; fakat onların
yüzsüz ve tanınmaz olmaları olgusundan ayrı olarak reklam her durumda bu insanları
konuşturma iddiasında değildir; reklam onların konuşması değildir. Bu nedenle,
konuşmacının bulunması gereken bir aralık, bir alan vardır ve reklamcılığın ayırt edici
özelliklerinden biri, bizi bu aralığı doldurmaya çekmesidir; öyle ki biz, hem konuşan hem
dinleyen, hem özne hem nesne oluruz.
Reklamların anlam kodlarıyla yüklenmesi ve bu kodları çözen hedef kitlenin
reklamdaki mesajı kendi zihninde oluşturması karikatürdeki süreçle benzeşmektedir.
Pazarlama açısından bakıldığında geleneksel olarak reklamın temel işlevi satıştır.
Reklamlar satış işlevini, farkındalık yaratmak, zihinlerde markaya özgün bir konum
yaratarak bir marka karakteri ve kimliği oluşturmak ve bu yolla reklamın hatırlatıcı bir
öğe rolünü üstlenmesini sağlamak suretiyle üç basamakta gerçekleştirmektedir (Aksoy
2007: 45). Satış işlevinin dışında reklamın amaçları, bir ürünün markasını belleklere
yerleştirmek ve yeni yaşam tarzları benimsetmek (Cereci, 2004) olarak ifade edilebilir.
Reklam ve Karikatür
Reklamların kodlanmasında kullanılan göstergelerden biri karikatürdür. Toplumda
daha çok güldürücü unsurlarıyla benimsenmiş olan karikatür görsellerindeki mizah öğesi,
karikatürün reklamlarda kullanımını çekici hale getirmiştir. Reklamlarda kullanılan
karikatür, mizah türü olarak diğerlerinden daha dikkat çekici ve düşündürücü olduğundan
görsel açıdan bir resimden daha çok etki bırakabilmektedir (Fidan, 2007).
Reklamların içinde yer alan karikatürler genellikle ya vinyet tarzında -reklam
metninin yanında sadece bir görsel malzeme-, ya da hem metin hem de çizginin
Sayı 40 /Bahar 2015
157
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
bir arada mizahi bir üslupta tam anlamıyla bir karikatür olarak yer aldığı strip (bant)
karikatür tarzındadır. Bant karikatürlerde reklam mesajı, genellikle simgesel bir reklam
karakterinin başından geçen olayların esprili bir dilde, birden fazla karede anlatılması
yoluyla verilmektedir. Bu kategorilerin dışında televizyon ve sinemada çizgi film olarak
yer alan çizgi karakterler vardır. Çizgi karakterlerin canlandırılması ile oluşturulan kısa
filmler ile reklam mesajları hedef kitleye iletilmektedir (Özer, 1988).
Türkiye’de Reklamlarda Karikatür Kullanımı
Türkiye’de reklam karikatüristliği olarak ayrı bir sektör henüz oluşmamıştır (Fidan,
2007: 143; Özer, 1985; Özer, 1988). Cumhuriyet Dönemi reklam tarihinin öncülerinden
İhap Hulusi Görey’in karikatürleri İş Bankası, Türk Hava Kurumu ve Milli Piyango gibi
şirketlerce reklamlarında kullanılmış; grafik anlamda 1970’lere kadar takip edilmiştir
(Fidan, 2007). Türkiye’de reklam için karikatür çizen karikatüristler arasında Ramiz,
Cemal Nadir, Turhan Selçuk, Orhan Ural, Togo, Nehar Tüblek, Semih Balcıoğlu,
Necmi Rıza Ayça, Ferruh Doğan, Güngör Kabalcıoğlu, Cafer Zorlu, Orhan Doğu, Cavid
Çevikus, Ali Özbek, İsmail Biret, Raşit Yakalı, Emre Senan, Mesut Ekener, Öktemer
Köksal, Altan Erbulak, Bülent Arabacıoğlu, Abidin Erdoğan, Mıstık, Taner Arda, Orhan
Yıldırım, Erdoğan Karayel, Yalçın Çetin, Tonguç Yaşar, Ali Ulvi ve Oğuz Aral sayılabilir
(Özer, 1985).
1960’lı yılların gazete reklamlarında illüstrasyon kullanma tekniğinin yaygın
olduğu görülmektedir (Yılmaz, 2007). 1960-1984 yılları arasındaki basılı reklamları
incelediği araştırmasında Özer (1988) karikatürün reklamlardaki kullanımının dört
şeklinden bahseder. Bunlar vinyet, tam karikatür, bant karikatür ve çizgi filmdir. Vinyet,
reklam metninin yanında görsel bir öğe bulunduğunda bu ismi alır. Reklamdaki görsel
yazısız veya yazılı tam bir karikatür olabilir. Reklam görselinin bir bant karikatür (strip)
ile oluştuğu durumlar bulunduğu gibi ve çizgi film karakterlerinin reklam görseli olarak
kullanılmasına rastlanmaktadır. Özer (1985: 79) bu dönemde yurtdışındaki örneklerde
olduğu gibi Türkiye’de de karikatüristlerin çizdikleri karikatürlerin altına imza attıklarını
vurgulamaktadır. Özellikle vinyet karikatür kullanılan reklamlarda karikatüristin
imzasının bulunmadığı görülmektedir.
1960’lı yıllar karikatürlü reklamın altın çağıdır; ki karikatürist Akdağ Saydut’un
(2007) karikatürist Orhan Doğu ile yaptığı söyleşisinde Doğu bunu kendi yaşamından bir
örnekle ifade etmektedir:
Askerlik bittikten sonra biraz daha çizdim. O sıralar bir reklam kampanyasına
katıldım. Piyale makarnasının reklam kampanyası. Bir gün gazetede bir ilan gördüm.
5 karikatür, 5 fotoğraf, 5 fıkra, 5 bilmem ne… Piyale Makarnası, eser başına 100 kağıt
verecek. Ben hemen oturdum 5 tane karikatür çiziverdim. Reklam karikatürü ama. Bir
tanesi basıldı; ve bana 100 kağıt para gönderdiler. Neyse bu kampanya bittikten sonra bir
gün bir mektup “Sayın Orhan Doğu, bir süre önce açtığımız reklam kampanyasına çok
güzel 5 karikatür göndermiştiniz, şimdi sizden karikatürlere devam etmenizi istiyoruz.
Tanesi 100 kağıttan ben her hafta karikatür gönderiyorum. İzmir’e gönderiyorum onlar
158 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
buradaki şubelerinde (Eminönü – Unkapanı arasında bir okul var ya orada bir yerde)
oradan arıyorlar: “Orhan bey İzmir’den sizin için 400 lira para geldi, uğrayın da ödeme
yapalım”. Ben hemen gidip alıyorum. Neyse oradan epey para aldım.
Bankaların karikatürlü reklam kullanan markaların başında geldikleri görülmektedir
(Özer 1985: 65). Özer (1988), karikatürün her türlü mal ve hizmet için kullanılabilecek
görsel bir araç olmasına rağmen kullanımının son yıllardaki azalışına vurgu yapmaktadır.
1960 ve 1980 yılları karşılaştırıldığında Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan karikatürlü
reklamların yarı yarıya azaldığı gözlemlenmektedir (Özer 1985: 65). Buna rağmen 1980
sonrasında özellikle basında yer alan banka reklamlarında karikatür kullanımının yaygın
olduğu gözlenmektedir. (Fidan, 2007). 2000’li yılların önemli reklamlarından olan
Sütaş’ın inekleri, Vestel’in Çizgi Adam’ı ve Cotton Bar reklam kampanyaları karikatürlü
reklamlara yakın tarihli örnek olarak gösterilebilir.
Yöntem
Araştırmada karikatürlerin incelenmesinde göstergebilimsel yöntem kullanılarak
her reklam örneği için göstergebilimsel analiz yapılmıştır. Post-yapısalcılık içinde
değerlendirilen ve metnin anlamlar evrenini metinler arası ilişkiler ile inceleyen bu yöntem
(Atabek, 2007) anlamların nasıl oluştuğu üzerine yoğunlaşmaktadır. Göstergebilimsel
analiz yapılırken Pierce’ın ifadesiyle gösterilenler içerisindeki ikonik, dizinsel ve sembolik
öğeler ayıklanarak Barthes’ın (1979) düz anlam ve yan anlam kavramlarının metinler
arası (Rıfat, 2009) ifadeleri incelenmektedir. Barthes’ın ikinci anlamlandırma düzeyinde
göstergelerin izlediği yolu tanımlamada kullandığı yan anlam, mit ve simge kavramları
da Türkiye tarihindeki önemli dönüm noktalarını ifade etmelerinden dolayı analiz
kapsamında temel başlıklarla ele alınmıştır. Yan anlam göstergenin kullanıcılar ve kültürel
değerleri arasındaki ilişkiyi belirtirken, mitler tarihin belli dönemlerinde egemen sınıfların
ürünü olan öyküler olarak nitelendirilirler. Simge ise uzlaşım ve kullanım aracılılığı ile
başka bir şeyi ifade eden gösterge olarak açıklanmaktadır (Atabek, 2007). Post yapısalcı
çözümlemede gösteren ve gösterilen yeni bir gösterene dönüşeceğinden (Dağtaş, 2003)
açık uçlu ve farklı okumalara fırsat veren bir tavırda yorumlanmaktadır. Bu göz önüne
alındığında, analiz yapılırken göstergebilimsel okumanın keyfiliğini azaltabilmek ve daha
net değerlendirilebilmesini sağlayabilmek adına tablolardan yararlanılmıştır.
Araştırmada kullanılan örneklemde Piyale Makarnaları reklamlarının seçilmesinin
ana nedeni Piyale markasının 1960 yılında karikatürlü reklam kullanan markaların başında
gelmesi ve markanın sadece karikatürlü reklamlardan oluşan kampanyalar düzenlemiş
olmasıdır.
Piyale Makarnaları’nın Tarihsel Önemi
Piyale şirketi, 1922 yılında İzmir’de Hasan Tahsin Piyale tarafından kurulmuş
ve böylece “Türk Makarna Fabrikası” 10 işçiyle günde 600 okka makarna üretmeye
başlamıştır (Piyale, 2012). İlk makarna kalıplarını İtalya’dan Türkiye’ye getiren Hasan
Sayı 40 /Bahar 2015
159
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Tahsin, Piyale fabrikalarında üretilen makarna çeşitlerini artırmıştır. Çeşit artışı Hasan
Tahsin’in 1923 İzmir İktisat Kongresi ve 9 Eylül İzmir Sergisi’nde Türk Makarna
Fabrikası’nın ürettiği ürünlerle altın madalya almasını sağlamıştır (AA, 2007). Piyale
markası kelime olarak Hasan Tahsin Piyale’nin büyükbabasının ilk adını kendisine
soyadı olarak seçmesiyle 1936’da ortaya çıkmıştır. Yeni fabrika, 1953 yılında Bayraklı’da
kurulmuş ve Maktaş Makarnacılık ve Ticaret Anonim Şirketi adı ile üretime geçmiştir.
1970’te ürün yelpazesini genişleterek, 1987’de Alman Oetker firmasıyla bazı ürünlerde
üretim ortaklığına gitmiştir. 2001’de yaşanan ekonomik krizi aşamayan Piyale Makarna,
2004 yılında Sabancı Holding’e bağlı GıdaSA Grubu tarafından satın alınmıştır.
Örnek Reklamların İncelenmesi
Bu bölümde 1960’lı yıllarda Piyale Makarnaları’nın örnek olarak seçilmiş on
reklamının incelenmesi yapılacaktır. İncelenen reklamların beş tanesi vinyet, bir tanesi
bant karikatür diğerleri ise tam karikatürdür.
Reklam 1 - Vinyet
Reklam 1 olarak belirtilmiş görselde demografik yaş bölümlemesinin kullanıldığı
görülmektedir. Reklamda “Benim yemeğim” sloganı ile yaratılan düz anlam görselde
yer alan kişinin çocukluktan yaşlılığına doğru gelişen yolculuğu sırasında özellikle
Piyale makarnasını tercih ettiği yönündedir. Reklam metninin yan anlamı, 40 yıllık bir
süreçte üç neslin de bu lezzeti benimsediğinin belirtilerek Piyale’nin bir gelenek haline
dönüşmesinin vurgulanmasıdır. Reklamın geleneklere vurgu yapmasının nedenlerinden
biri olarak geleneklere bağlı kalma miti ile değişim sürecinde bulunan Türkiye arasında
160 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
bir bağıntı kurulduğu düşünülebilir. Bu dönem aynı zamanda 1948 Marshall Planı’nın
kabulü ve ardından 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi dikkate alınarak tüketim
kültürüne dair değişimin başlangıcı olarak da ele alınabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin
Batılı yaşam biçimi için rol modeli artık Avrupa değil Amerika olmaya başlayacaktır. Bu
durum üst-kültür gruplarında tüketim kültürünün hızla Amerikanlaşması olarak kendini
gösterecektir (Sabuncuoğlu, 2010). Bu değişim sürecinde Piyale makarnasının gelenek
vurgusuyla markaya olan güvenilirliği ve aidiyet duygusunu da tüketiciye yansıttığı
düşünülebilir.
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Yaş sırasıyla dizilmiş
makarna yiyen üç nesil
erkek
Piyale’nin her
neslin makarnası
oluşu
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
“Her neslin makarnası” Piyale yiyen üç
nesil erkek
Piyale Makarnaları gelenektir
GÖSTERGE
Tablo 1 Reklam 1 Göstergebilimsel şema
Cumhuriyet Dönemi’nin ünlü reklam afişi sanatçısı İhap Hulusi imzalı Reklam
2’de bir önceki reklamda yer alan nesilden nesle aktarılma geleneğinin yan anlam olarak
yer aldığı söylenebilir.
Reklam 2 - Vinyet
Sayı 40 /Bahar 2015
161
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Daha detaylı olarak, reklam görselinde bulunan yaş sırasıyla üç farklı nesilden olan
ve 3 farklı kulağa “Piyale daha iyidir,” “Piyale üstündür” ve “Piyale nefistir” sözlerini
fısıldayan üç kadının birbirine Piyale markasının anlatması olarak nitelenebilir. Yan
anlam olarak incelendiğinde, Piyale’nin nesilden nesle aktarılan geleneksel öğüt olduğu
teması çıkarılabilir. Piyale, bir ev kadınının annesinden ve anneannesinden aldığı öğüttür.
Karikatürde kuşaklardan kuşaklara aktarılma teması, büyük birer kulağa fısıldayan üç
farklı nesilden kadın ile belli edilmiş ve en yaşlı neslin fısıldadığı kulak diğerlerine
nazaran daha silik çizilmiştir. Kulakların silikleşmesine karşın sloganlar net bir şekilde
yer almakta ve tüketici bu yolla Piyale makarnanın “daha iyi”, “üstün” ve “nefis” oluşunu
sabit etkide bir öğüt olarak algılayabilmektedir. Kültürel olarak kadınların birbirine
verdiği mutfak öğütleri bu dönemde kadının aile hayatında mutfak işlerini üstenen rolü
ile doğrudan ilişkilidir. Reklamın ikinci düzlem anlamlandırılmasında önem kazanan mit,
Türk kadının aile hayatındaki rolü olarak vurgulanabilir. Türkiye’de kadının yerinin ev ve
yaptığı işin ev işi olduğu görüşünün yaygınlığı (Akdoğan, 2004) ve reklamlar aracılığıyla
toplumda kadına ve erkeğe atfedilen rollerin pekiştirildiği belirtilmektedir (Yılmaz,
2007). Her ne kadar Kemalist reformlarla modern bir kadın imajı inşa edilmiş ve bu
imaj kanunlarla desteklenerek kadına siyasi ve sivil haklar verilmişse de Cumhuriyet’le
birlikte önerilen ve sonraki yıllarda sürekli desteklenen kadın imajı eğitimli, belki meslek
sahibi, topluma katılan ve katkıda bulunan bir kadındır. Acun’a (2007) göre bu yıllar
kadının anneliğinin ve eşliğinin onun vazifesi olarak algılandığı bir dönemdir. Kadın
için Avrupa modelinde bir değişim öngörülmekte ancak Avrupalı kadının geleneksel
bağlardan, aile görevlerinden ve akrabalık bağlarından belli ölçüde uzaklaşarak sosyal
yaşama katılabildiği ve özgürleşmesi son derece yanlış bulunmaktadır. Türk kadınının
özgürlüğünün sınırı geleneksel rollerin başladığı yere kadardır ve bu roller reklamlar ve
diğer görsel verilerle de sürekli pekiştirilmektedir (Acun, 2007).
Bir başka okuma ile değerlendirildiğinde reklam “kulakta kulağa” aktarılarak
sloganlarla lezzetine ve kalitesine dair kendi mitini yaratma çabasına girdiği söylenebilir.
GÖSTEREN
DÜZ ANLAM
Yaş sırasıyla dizilmiş
üç kadın
GÖSTEREN
YAN ANLAM
GÖSTERİLEN
Kuşaklardır
sürdürülen
geleneğin
aktarımı
Kulağa Piyale’yi fısıldayan üç kuşak kadın
GÖSTERİLEN
Piyale kadınlar arasında nesilden
nesile aktarılan geleneksel öğüttür.
GÖSTERGE
Tablo 2 Reklam 2 göstergebilimsel şema
Reklam 3’ün teması yeni nesil Türk ev kadınıdır. Karikatürde yer alan “tam 40 yıldır
anlaşan çift” sloganına göre Piyale, ev kadınlarının 40 yıldır yanındadır ve ona mutfakta
bir aşçı gibi yardımcı bir eş olmuştur. Reklamdaki düz anlam, lezzetli yemek yapmakta
162 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
aşçı ve kadının aynı fikirde oluşu iken, reklamda kullanılan gülümseyen ev kadını ve
gülümseyen aşçının kol kola yürümesi düz anlamı gösteren öğeleri oluşturmaktadır. Yan
anlam, Piyale makarnasının 40 yıl boyunca kadınlara profesyonel olarak mutfak yardımı
sunduğudur. Aşçının Piyale markası ile ilişkilendirilmesinde profesyonellik vurgusu
görülebilir. Reklamdaki kişilerin bir çift olarak nitelendirilmesi aralarında oluşan güvenin
ve inancın derecesini vurgulamak için kullanılmaktadır denebilir. Ev kadınları ve Piyale
arasındaki bağın 40 yıldır birlikte olan bir çiftin arasındaki uyum ve güven gibi sağlam
temellere oturmuş olduğu vurgulanmaktadır.
Reklam 3 – Vinyet
Reklam aynı zamanda markaya bu yolla bir marka kişiliği kazandırmakta ve
şayet Piyale Makarnası bir kişi olsa onun ev kadını ile çok iyi anlaşan bir aşçı olacağını
vurgulamaktadır. Kişilik özelliklerini marka ile bağlantılandırarak markanın sembolik
kullanım değerini daha özel ve etkin bir kategori çerçevesinde ortaya koymaya çalışan
marka kişiliği çalışmalarının Aaker (1997) tarafından şematize edilmiş büyük marka
kişiliği beşlisi çerçevesinde Piyale’nin ev kadınlarının samimi, içten bir yardımcısı
olduğu söylenebilir.
Sayı 40 /Bahar 2015
163
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Şekil 5 (Aaker, 1997: 352)
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Mutfak önlüklü bir
kadınla birlikte kol
kola gülümseyip
yürüyen aşçı
Lezzetli
yemek için
aşçı ve kadının
birlikteliği
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Kol kola makarna taşıyan Piyale Aşçısı ve
ev kadını
Piyale ev kadınlarının 40 yıldır
mutfaktaki profesyonel ve güvenilir
yardımcısıdır.
GÖSTERGE
Tablo 3 Reklam 3 göstergebilimsel şema
Reklam 4’te “evde mutluluk” temasına vurgu yapılmakta ve Piyale’nin tüm ev
halkını mutlu eden bir lezzet olduğu ifade edilmektedir. Bu durum çizgilerin diline
şöyle yansımaktadır: Ev bir insan yüzü ile çizilmiş ve evin gülümseyen ağzı ile çatı
üçgeni birbirine simetrik olacak biçimde konumlandırılmıştır. Bu konumu ile ev yukarı
bakarak gülümsemektedir. Çatının üzerine elinde makarna tabağı ile oturmuş kadın figürü
ise yaptığı yemekle ev halkını mutlu etmiş ve ev halkı tarafından baş tacı edilmiştir.
Reklamın ifade ettiği mit ise, evde baş tacı olmak isteyen kadının yapması gereken Piyale
makarnası pişirmek olduğudur.
164 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
Reklam 4 – Vinyet
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
Gülen ev, çatısında
elinde bir tabak
makarna ile oturan
kadın
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Evde mutluluk
Evin çatısında elinde tabak Piyale ile
oturan kadın
GÖSTERİLEN
Piyale makarnası pişiren kadın ev
halkı tarafından baş tacı edilir.
GÖSTERGE
Tablo 4 Reklam 4 göstergebilimsel şema
Piyale’nin düzenlediği reklam kampanyasına Orhan Doğu tarafından gönderilmiş
ve Piyale’nin kampanyasında yer almış olan karikatürün kullanıldığı Reklam 5’de ise
“aile” teması işlenmektedir. Karikatürde, Piyale makarna pişiren annenin ev halkını
mutlu ettiği gibi onlara sabırsızlıkla beklenilen bir yemek sunduğu da vurgulanmaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
165
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Reklam 5 – Vinyet
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Piyale makarna pişiren anneyi
ağızlarının suyu akarak bekleyen
evin kedisi dahil tüm ev halkı
Ev halkının açlığı
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Piyale makarnası yapan bir anne ve elinde tabakla bekleyen eş ve
çocuklar
Piyale lezzeti
aç ev halkını
sabırsızlandıracaktır.
GÖSTERGE
Tablo 5 Reklam 5 göstergebilimsel şema
Bant karikatür tarzındaki Reklam 6’da kedi-fare ikilisi ile yaratılan gülmeceden
yola çıkılmıştır. Çocuklara yönelik olarak nitelendirilebilecek bu karikatürlü reklamda
elinde Piyale makarnaları olan kedi, zeki fare tarafından tüfek ile tehdit edilmekte,
ellerini tutmakta olduğu Piyale makarnalarıyla kaldırarak teslim olmakta ve böylece
makarnalarını fareye kaptırmaktadır. Sonuçta makarnaları ele geçiren fare mutlu ve
gururludur; ki reklamın göstergebilimsel açıdan söylemek istediği de aynen budur. Piyale
Makarna ona sahip olanın gururlanacağı bir “arzu nesnesi”dir. Reklamın yarattığı arzu
nesnesi miti, Piyale makarnalarının arzulanan ve mücadele edilen bir lezzet oluşunu
vurgulamaktadır.
166 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
Reklam 6 – Bant karikatür
GÖSTEREN
DÜZ
ANLAM
YAN
ANLAM
Elinde kutularla yürüyen bir kedi,
“eller yukarı” diyerek kediyi
tehdit eden bir fare. Kedi ellerini
kaldırdığında fare kutuları ele
geçirir.
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Paylaşılamayan
yemeğin ele
geçirildiğinde yarattığı
mutluluk
Piyale’yi ele geçirmek için kediyi silah ile tehdit eden Jerry
benzeri zeki ve kurnaz bir fare.
GÖSTERGE
GÖSTERİLEN
Piyale, arzulanan ve
kendisi için mücadele
edilen bir lezzettir.
Tablo 6 Reklam 6 semiyotik şema
Ünlü reklam afişi sanatçısı İhap Hulusi imzalı ve tüm kaligrafik düzenlemeleri
kendisine ait olan (Serin, 2000) Reklam 7’de kısmet bekleyen genç kadın teması
kullanılmış ve Piyale makarna yemeğe davet edilmek, iyi bir evlilikle eş değer
tutulmuştur. Düz anlam olarak incelendiğinde geleceğini öğrenmek isteyen bir kadının
Piyale yemeğe davet edilmesi bir kısmet olarak vurgulanmaktadır denebilir. Yan anlam
Sayı 40 /Bahar 2015
167
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
olarak, fal bakılan kadının Piyale makarnasının üzerinde oturması fal jargonunda “büyük
bir kısmetin üzerinde oturmak” söylemine vurgu yapmaktadır. Piyale tüketmenin iyi
bir evlilik kadar değerli ve önemli olarak görüldüğü ve bu anlam Piyale’ye yüklenerek
tüketiciye sunulduğu gözlemlenebilir.
Reklam 7 - Vinyet
Reklamın bir diğer okumasına göre ise Piyale makarnanın, evlilik teklifi yapılması
muhtemel özel bir yemeğin mönüsünde yer alacak denli özenli ve arzulanan bir yemek
olduğu vurgulandığı düşünülebilir. Her ne kadar Türk toplumunda 1960’larda kadınların
toplumsal yaşamda özgürleşmeye başladığı, edebiyatta, sanatta isyankar atılımların olduğu
görülse de reklamlar gibi görsel malzemeler aslında isyanın ve özgürleşmenin toplumun
geleneksel algısına yansımadığını göstermektedir. Karikatürlü reklamın karelerinde
görünen yemek aslında izdivacın sembolik bir başlangıcıdır. Kadın bu sembolik yemekle
metaforik olarak kendisini kutsal ve ulaşılmaz statüsüne ulaştıracak annelik yolunda da ilk
adımı atacaktır çünkü Türk toplumun ideal kocadan beklediği Nagel’ın (2000) ifadesiyle
“kadını döllemesi, ailesini koruması ve evini geçindirmesidir” (s. 63).
168 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Fal baktıran
orta sınıf kadın
Gelecek merakı
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Falında Piyale daveti çıkan orta
sınıf kadın
Piyale tüketmek iyi bir evlilik kadar
değerli ve önemli bir kısmettir.
GÖSTERGE
Tablo 7 Reklam 7 göstergebilimsel şema
Reklam 8’de sevgiyi ifade etme teması işlenmekte ve Piyale makarna değerli bir
mücevher ile karşılaştırılmaktadır. Reklamdaki karikatürde bulunan genç kadın, kendine
mücevher hediye eden erkeğe doğru değil, ona Piyale makarna hediye eden erkeğe koşarak
yönelmektedir. Düz anlam olarak kadınların Piyale’ye duydukları arzunun gösterilmek
istendiği ifade edilebilir. Reklamın yan anlamında ise Piyale’nin sevgiyi göstermekte
mücevherden daha etkili olduğu fikrinin gösterildiği söylenebilir.
Reklam 8 - Vinyet
Bir başka açıdan “Kadınlar pırlanta sever” miti, Piyale üzerinden hareket edildiği
ve Piyale’nin kadınlar tarafından pırlanta kadar arzulanan ve sevilen bir ürün olarak
resmedildiği görülmektedir. Böylece hem mitin tekrar üretildiği hem de markanın
mücevher kadar değerli olduğu fikrinin pekiştirilmeye çalışıldığı düşünülebilir.
Sayı 40 /Bahar 2015
169
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Elinde mücevher tutan
erkek yerine Piyale tutan
erkeğe koşan kadın
Piyale’ye duyulan
arzu
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Evlilik teklifini makarna ile yaparak tercih
edilen erkek
Piyale sevgiyi değerli
mücevherden daha etkili gösterir
GÖSTERGE
Tablo 8 Reklam 8 göstergebilimsel şema
Reklam 9’da marka kişileştirilmesi yapılmış ve Piyale makarnalarını model olarak
kullanan ressamın tuvaline Piyale güçlü bir erkek olarak yansımıştır. Düz anlam olarak
Piyale’nin güçlü bir marka olarak yansıtıldığı söylenebilir. Daha önce incelenen Reklam
2’de yer alan “Piyale daha iyidir,” “Piyale üstündür” ve “Piyale nefistir” mesajları
düşünüldüğünde iki reklamın mesajlarının tamamlayıcılığı görülebilir. Yan anlam olarak
incelendiğinde Piyale yiyen kişinin güçlenerek sağlıklı bir görünüşe kavuşacağı mesajı
verilmek istendiği düşünülebilir.
Reklam 9 - Tam karikatür
170 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
Reklam aynı zamanda yaptığı kişileştirme ile tüketiciye, Piyale makarnaları
tüketildiğinde güçlenileceği mesajını da vermektedir
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
Piyale makarna paketi;
ressamın çizdiği kaslı
erkek resmi
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Piyale’nin gücü
Ressam tarafından kaslı bir erkek olarak
resmedilen Piyale makarna paketi
GÖSTERİLEN
Piyale tüketen kişi güçlü ve sağlıklı
olur.
GÖSTERGE
Tablo 9 Reklam 9 göstergebilimsel şema
Cafer Zorlu’nun çizdiği bir “tam karikatür” olan Reklam 10’da sağlık ve güvence
temaları işlenmiş ve Piyale Makarnası yiyen birinin sağlık sigortasına ihtiyacı olmayacağı
göstergesel ve sözel olarak vurgulanmıştır. Düz anlam olarak sigortacının hayat sigortası
yapmaya gerek görmediği kişinin Piyale makarnası tükettiğinden yola çıkarak Piyale
tüketen kişinin hayat sigortasına ihtiyacı olmadığı vurgulanmakta olduğu söylenebilir.
Yan anlam olarak incelendiğinde Piyale makarnanın sağlıklı bir yiyecek olduğu ve Piyale
ile sağlığın güvencede olduğu anlamı çıkarılabilir.
Reklam 9 - Tam karikatür
Sayı 40 /Bahar 2015
171
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Bu yan anlamın birlikte hareket ettiği mit hayat güvencesi ve sigortacılık
kavramlarıdır. Türkiye’de 1959 yılında yürürlüğe giren Sigorta Murakabe Kanunu ile
(Türkiye’de sigortacılık, ty) sigortacılık gelişmeye ve kültürel hayatta yer bulmaya
başlamıştır. Yerel sermaye ile kurulan sigorta şirketlerinin artması bu tarihlere denk
gelmektedir.
DÜZ ANLAM
YAN ANLAM
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Piyale makarna
tüketen kişi için hayat
sigortasına gerek
görmeyen sigortacı
Piyale tüketen kişinin
hayat sigortasına
ihtiyacı yoktur
GÖSTEREN
GÖSTERİLEN
Sigortaya ihtiyacı olmayan Piyale tüketicisi
Piyale sağlıklı bir yiyecektir.
Piyale ile sağlık güvencededir.
GÖSTERGE
Tablo 10 Reklam 10 göstergebilimsel şema
Bitirirken...
Karikatürlü Piyale reklamlarında incelenen dönemde kadın, aile ve sağlık temaları
öne çıkarken Piyale’nin nesilden nesle aktarılan bir lezzet olması, Piyale makarnanın
bir arzu nesnesi olduğu ve sağlıklı bir besin olması dolayısıyla yaşam güvencesi olduğu
gibi temalara da yer verilmiştir. Bunların yanında örneklemdeki karikatürlü reklamlarda
marka kişileştirilmesi yapılmış reklamların olduğu saptanmıştır. İncelenen reklamlarda
ürünün ve markanın karikatürün temel ögesi olarak konumlandırıldığı görülmektedir.
Marka reklam karikatüründe vazgeçilmez bir unsur olarak bulunmakta ve karikatürün
içeriğini yönlendirmektedir.
Piyale reklamlarında kullanılan bir tema olarak kadının ailedeki rolü, ailenin
beslenmesinden sorumlu kişinin kadın olduğu vurgusu yapılarak ifade edilmektedir.
Kadının ailedeki rolünün yemekle ilişkilendirilmesiyle birlikte, kültürel mitlerin
reklamlarda yeniden üretilerek pekiştirilmesi ve yaygınlaştırılması söz konusudur. Piyale
reklamları ailenin beslenmesinden kadının sorumlu olduğu mitini yeniden üretmektedir.
Sonuç olarak karikatürlerde yer alan gülmece öğesi ile birleşmiş sloganlar daha
öz ve çarpıcıdır; ki bu sloganların tüketicinin belleğinde yer edinebilme olasılığı
daha yüksektir. Yazılı metin içermeyen ya da çok az içeren reklamların tanınma ve
hatırlanma oranı %100’dür. (Du Plessis, 2006: 28) Tüketiciler sevdikleri reklamları
daha iyi hatırlamaktadırlar. Tüketici, eğlenceli ve gülmece öğesi barındıran reklama ve
ürüne yakınlık hissetmekte, bu da reklamın hatırlanma ve zihinde yer edinme oranını
artırmaktadır (Du Plessis, 2006: 149-151).
Karikatürlü reklamlarla kullanılan temalarla markaya ve ürüne ait değerler tüketici
ile net bir biçimde buluşturulabilmekte ve çizgiye içkin sadelik ve gülmece ile marka
172 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Ayşe Binay Kurultay, Burcu Sabuncuoğlu Peksevgen
kişileştirmesi daha etkin bir şekilde yapılabilmektedir. Marka kişileştirmesi yapabilmek
için markanın ismi, logosu, sembolü, fiyatı haricinde markanın reklam stili ile ortaya
konan fiziksel ve demografik özellikler, tavır ve davranışlardan hareketle yapılacak
olan çıkarsama markanın tipik kullanıcısının kişilik özelliklerini daha net karakterize
edilebilmektedir. (Aaker, 1997).
Kaynaklar
Aaker, J. L., (1997). Dimensions of brand personality. Journal of Marketing
Research 34 (3), 347-356.
Acun, F., (2007). Görsel verilerde kadın imajı (1923-1960). SDÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi (16), 91-112.
Aksoy, A., (2007). Yeni reklamcılık. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Alemdar, K., Erdoğan, İ., (2005). Öteki kuram: Kitle iletişim kuram ve
araştırmalarının tarihsel ve eleştirel bir değerlendirmesi. Ankara: Pozitif Matbaacılık.
Atabek, G. Ş., (2007). İletişim çalışmalarında göstergebilimsel yöntem. Atabek ve
Atabek (Der.), Medya metinlerini çözümlemek: İçerik, göstergebilim ve söylem çözümleme
yöntemleri (ss. 65-85). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Barthes, R., (1979). Göstergebilimin ilkeleri. (B. Vardar ve M. Rıfat, Çev.) Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları.
Cereci, S., (2004). Reklam sanatı. İstanbul: Metropol Yayınları.
Dağtaş, B., (2003). Reklamı okumak. Ankara: Ütopya Yayınları.
Du Plessis, E., (2005). The advertised mind. Philadelphia: Kogan.
Fidan, B., (2007). Reklam ve karikatür. İstanbul: Beslenme Saati.
Harrison, R., (1981). The cartoon: Communication to the quick. London: Sage
Publications.
Hulusi, İ., “Sanal Sergi” (24 Nisan 2010). http://www.ihaphulusi.gen.tr/sanalsergi.
html. Erişim Tarihi: 24 Nisan 2010.
İzmir’in piyale makarna fabrikası alışveriş merkezi oluyor, http://www.radikal.
com.tr/haber.php?haberno=212409. Erişim tarihi: 08 Şubat 2007.
Jhally, S., (1990). The codes of advertising: Fetishism and the political economy of
meaning in the consumer society. New York: Routledge.
Karikatür ve İletişim. Ankara: Karikatür Vakfı Yayınları, 1996.
Nagel, J., (2000). Erkeklik ve milliyetçilik: Ulusun inşasında toplumsal cinsiyet ve
cinsellik, vatan millet kadınlar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Sayı 40 /Bahar 2015
173
Reklamlarda Karikatür Kullanımı: Piyale Örneği
Öngören, F., (1998). Cumhuriyet’in 75. yılında Türk mizahı ve hicvi. İstanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Özer, A., (1985). Karikatürün reklamlarda kullanımı.(Yayımlanmamış yüksek
lisans tezi). Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Özer, A., (1988). Karikatür sanatı ve reklamcılık. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Eğitim Teknolojisi ve Yaygın Eğitim Vakfı Eğitim Araştırma ve Bilimsel Yayınlar Dizisi.
Özer, A., (1996). Karikatürle iletişim. Uluslararası Ankara Karikatür Festivali
Sempozyum Bildirisi 10-14 Mayıs 1996. Ankara.
2014.
Piyale, (2012). http://www.brandsofizmir.com/piyale. Erişim tarihi: 15 Ağustos
Rıfat, M., (2009). Göstergebilimin ABC’si. Ankara: Say Yayınları.
Serin, Y., (2000). Türk afiş sanatının abidesi: İhap Hulusi Görey (28 Kasım 189827 Mart 1986). Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi (6): 119-129.
Sabuncuoğlu, B., (2010). Popüler kültür ve hayat mecmuası. (Yayımlanmamış
doktora tezi). Marmara Üniversitesi, İstanbul.
Saydut, A., (Röportajı yapan) & Doğu, O., (2007). Orhan Doğu ile söyleşi [Röportaj
trankskripsiyonu].
http://karikaturculerdernegi.com/2011/01/orhan-dogu-ile-soylesi.
Erişim tarihi: 11 Haziran 2015.
Saydut, A., (ty). Karikatür ve karikatür sözcüğünün kökenleri üzerine..., http://
www.akdagsaydut.com.tr/muze_sol.php?subaction=showfull&id=1179913394&archive
=&start_from=&ucat=43&. Erişim tarihi: 11 Haziran 2015.
Topuz, H., (1986). İletişimde karikatür ve toplum. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
Türkiye’de
Sigortacılık,
(ty),
http://www.tsb.org.tr/turkiyede-sigortacilik.
aspx?pageID=439. Erişim Tarihi: 11 Haziran 2015.
Williamson, J. (2000). Reklamların dili: Reklamlarda anlam ve ideoloji. (A. Fethi,
Çev.) Ankara: Ütopya Yayınevi.
Yılmaz, A., (2007). Reklamlarda toplumsal cinsiyet kavramı: 1960-1990 yılları
arasında Milliyet Gazetesi reklamlarına yönelik bir içerik analizi. Selçuk İletişim (4),
143-155.
174 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında
Kültürel Anlamlar
Cultural Meanings in Dressing Styles of Female Characters in Turkish Cinema
Pınar GÖKLÜBERK ÖZLÜ, Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi, [email protected]
Arezoo NASIRIAGHDAM, Gazi üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
İletişim, Türk
Sineması,
Melodram, kültür,
Giysi, Kadın
Karakterleri.
Öz
Türk Sineması’nda 1960-1970 yıllar arasındaki yaygınlığı ile ön planda olan
melodram türü, bu dönemde yaşanan hızlı kentleşme ve modernleşme ile birlikte, yeni
dünyanın ahlaki ve toplumsal değerlerini yeniden tanımlayan, güçlü bir anlatı türü haline
gelmiştir. Geleneksel ile modern arasında sıkışıp kalan sıradan insanın yaşadığı çelişkileri
yansıtan melodram Sineması’nda dikkat çeken unsurlardan biri de film karakterleri ve
karakterlerin giysilerle sunumudur. Kültürün bir parçasını oluşturan giysi, çoğunlukla
toplumla birey arasındaki bir iletişim aracı olarak tanımlanmaktadır. Birey üzerinde
taşıdığı giysilerle çevresine sessiz, sözsüz bir dille, görsel sembollerin yardımıyla bir
mesaj iletir. Giysiler vücudu kaplayan ve bedenin simgesini oluşturan bir öge olarak
değerlendirildiğinde, yönetmenlerin istedikleri anlamları karaktere yüklemesinde de büyük
önem taşımaktadır.
Bu çalışmada, toplumsal kültürün bir yansıması olan melodram filmlerinde
rol alan kadın karakterlerin giysileriyle sunulan kültürel anlamlar incelenmiştir. Türk
sinemasında 1960-1970 yılları arasındaki en bilinen melodram filmlerinden Gurbet
kuşları(1964, Halit Refiğ) filmi araştırmanın örneklemi olarak seçilmiştir. Örneklem,
göstergebilimsel çözümleme yöntemi ile incelenmiştir. Çözümleme için film sahnelerinden
seçilen fotoğraflar, melodram özellikleri doğrultusunda kadın karakterlerin kültürlerine
ilişkin özelliklerin giysilere yansıma durumu değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda
Türk melodram sinemasında giysilerin kültürel yapıyı yansıtmada ve giysilerin sözsüz
iletişimdeki rolü vurgulanmıştır.
Keywords:
Communication,
Turkish Cinema,
Melodrama, culture,
Dress, Clothing,
Female Characters.
Abstract
Melodrama that was in the fore front with its prevalence in between 1960-1970
in Turkish Cinema turned into a powerful type of narration, redefining the moral and
societal values of the new world along with the rapid urbanization and modernization that
happened in that period. One of the conspicuous factors in melodrama Cinema that reflect
the contradictions of an ordinary person stuck in between traditional and modern is the film
characters and the presentation of the characters with the clothes. Clothing that is a part
of a culture is mostly defined as a communication mean between society and individual.
Individual transmits a message to his environment with his clothes quietly, nonverbally, and
with the help of visual symbols. When clothing is considered as a factor that cover the body
and form a symbol of body, they have an immense importance in loading characters with
the meanings in line with intentions of directors.
In this study cultural meanings presented by clothing of female characters in
melodrama films that are a reflection of a societal culture are analyzed. One of the most
infamous melodrama films Gurbet Kuşları (1964, Halit Refiğ) in between 1960-1970 in
Turkish cinema is selected as the sample of the research. The sample is analyzed with
scientific analysis method. Photographs chosen in film scenes for analysis, reflection state
of qualities about female characters’ cultures on clothing in line with melodrama features
are evaluated. As a result of the study the role of clothing in interpretation of cultural
structure and in nonverbal communication are emphasized.
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar
Giriş
Günümüzde sosyal bir olgu haline gelen giyim hem bireysel kimliğin ifadesi
olarak hem de toplumsal kültürün değerlerini ifade etmek açısından önemlidir (Barnard,
2007: 174). Giysiler vücudu kaplayan ve bedenin simgesini oluşturan bir öğe olarak
değerlendirildiğinde, birey üzerinde taşıdığı giysilerle, çevresine sessiz, sözsüz bir dille,
görsel ve hareketsiz sembollerin yardımıyla bir mesaj iletir. Bu mesaj kişinin, cinsel
kimliği, psikolojik durumu, yaşam biçimi, toplum içindeki sosyal çevresi ve statüsü, gelir
düzeyi, politik eğilimi, kökeni ve toplumsal değerlerine ilişkin bilgileri içerir (Tezcan,
1983: 256). Giysiler ile oluşturulan simgesel düzenlemelerde, toplumun tarihi geçmişi,
kültürel yapısı, istek ve arzularını göz önünde bulundurması nedeniyle, giysilerin taşıdığı
anlamlar aynı zamanda kültüreldir (Fidan, 2011: 97).
Bu çalışmada, kültürün bir parçası olarak tanımlanan ve çoğunlukla toplumla birey
arasında bir iletişim aracı olarak kullanılan giysilerin sözsüz mesaj iletmede etkisini ortaya
koymak amaçlanmıştır. Çalışmanın amacı doğrultusunda günümüzde bedenin simgesi
haline gelen kıyafetlerin ilettikleri mesajları değerlendirmek için, kültürel yaşamların
görünümleri yansıtan ve önemli bir iletişim aracı olan sinema filminden yararlanılmıştır.
Toplumsal hayatı yansıtmada çoğunlukla kültürlere ait simgesel unsurları kullanan
sinemanın, melodram film türü seçilerek film ile izleyici arasındaki iletişimde giysilerin
önemi değerlendirilmiştir. Bu sebeple çalışmada verilere temel teşkil eden Türk sineması
ve melodram türünün özellikleri ile seçilen döneme ait Türk toplumsal yapısına ilişkin
bilgilere de yer verilmiştir.
Sanatın bir dalı olarak 19. Yüzyılda ortaya çıktığında seyirciyi büyüleyen ve
popüler eğlence biçimi olan sinema; girişimcilerin, sanatçıların, bilim adamlarının
ve politikacıların dikkatini çeken önemli bir endüstri haline gelmiştir. Teknolojinin
gelişimi ve değişimi sayesinde görsel iletişim aracı olarak 20. Yüzyıla damgasını vuran
sinema, kendi özel dilini, kuramlarını ve anlatım biçimlerini kullanarak sadece eğlence
aracı olmaktan çıkıp, anlatım biçimi ile insanın duyularını çeşitli yönlerden uyararak
izleyiciyi etkileyen ve yöneten bir işleve sahip olmuştur. Küreselleşen dünyada imaj ve
kurgulanmış gerçekler sarmalında sosyokültürel yaşamın görünümlerini yansıtan farklı
sinema türleri ortaya çıkmıştır. Kültür ürünü haline gelen sinema ait olduğu toplumun
ekonomik, kültürel ve siyası yapısından etkilenerek toplumsal hayatı yansıtan bir duruma
kavuşmuştur (Özön, 1984a: 5-7). Filmi yaratan süreçler toplumsal yaşam alanlarından
beslendiğinden, filmler, kültürlerin ayırt edilmesinde ya da tarzların yansıtılmasında
önemli bir ifade aracı olmuştur. Bu ifadelendirmede önemli olan kelimeler, cümleler ve
metinler değil, gelenekler, danslar, işlemeler, giysiler, yemekler, resimler, coğrafyalar ile
oluşturulan ortak bir simgesel sistemin kullanımıdır (Diken ve Laustsen, 2011: 35).
Sinemada melodram, ilk örneklerinde insanları eğlendirmeyi ve duygularını harekete
geçirmeyi amaçlamasına rağmen günümüzde yoğun duygusallığı, ahlaki olarak kutuplaşarak
şematize edilmiş karakterleri ile aşırı ifade ve eylem biçimlerini kullanarak, kötünün iyiye karşı
mücadelesinde, iyinin kazandığı “dışavurumcu” bir tür haline gelmiştir (Agocuk, 2012: 8).
Melodram sinemasında her şey “gerçekte” olandan fazladır. Kahramanların hissettikleri güçlü
duygular, yaşadıkları acılar, yaptıkları fedakârlıklar, kaderin karşılarına çıkardığı tesadüfler
hep “gerçekte” olmayacak kadar aşırıdır. Öyküdeki “aşırılık”, görsel olarak genellikle abartılı
176 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam
oyunculuk, gösterişli dekor ve kostümler, yakın plan yüz çekimlerinin yoğun kullanımı gibi
teknikler aracılığıyla dışa vurulur (Suner, 2006: 185). Melodram türünde iyi-kötü ayrımının
karakterlerin dış görünümlerine yansıması; onların simgesi oldukları ahlaki değerlerin okunmasını
seyirci açısından daha da kolaylaştırmaktadır. Melodramlarda iyiler daha az ya da gerçekçi olarak,
kötüler ise dışavurumcu olarak sunulurlar (Akbulut, 2008: 67). Dolaysıyla melodram, izleyiciyi en
kolay yoldan etkilemek üzere kolay yollara başvuran; olağanüstü durumlar, olağanüstü rastlantılar,
çapraşık olaylar düzenleyen; basit, kaba çizgilerle karakter çizmeye kalkışan; ahlâk dersleri veren
yapıtlar haline gelmiştir (Özön,1995b: 142). Zaman içeresinde melodramatik etkiyi arttırabilmek
için kullanılan Dekor, kostüm ve oyunculuk gibi unsurların abartılı bir biçimde sunması,
melodramın aşırı bir tür olarak görülmesine neden olmuştur (Agocuk, 2012: 8). Melodram bir
yandan kaybolan kültürel ve geleneksel değerlerin yerine, yeni düzenin gerektirdiği evrensel bir
ahlak oluşturmaya çalışırken, diğer yandan da modern yaşamın gerektirdiği gerçekliğe bir tepki
olarak, eski düzene olan özlemi sürekli olarak canlı tutmuştur.
1922 yılında gerçek bir hikâyeden alınan ve Muhsin Ertuğrul’un çektiği “İstanbul’da Bir
Facia-i Aşk” filmi ile melodram türü Türk sinemasına giriş yapmıştır. “Tiyatrocular” döneminden
sinemacılar dönemine geçiş sürecini başlatan bu dönemde Türk sinemasının şekillenmeye
başlaması ile birlikte melodramatik öğelerin kullanıldığı filmler daha çok üretilmiştir (Onaran,
1994: 21-29). 1950’lı yıllarda toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel gelişmelere paralel
olarak yaygınlaşmaya başlayan melodram, 1960’lı yıllarda, tanımlayıcı bir tür olarak Türk
Sineması’nda hâkimiyetini kurmuş ve günümüze kadar da etkilerini ve kalıcılığını
korumuştur (Agocuk, 2012: 93).
1960’lı yıllardan itibaren İç ve dış göçün başlamasıyla ortaya çıkan hızlı kentleşme ve
modernleşme olgusu, melodram sinemasını etkilemiş ve filmlerin içeriğini de belirlemiştir. Bu
dönemdeki filmlerde, fakir / köylü ailelerin kasaba / köy gibi küçük yerleşim yerinden para
kazanmak amacıyla “taş toprağı altın” olarak düşünülen İstanbul’a göç hikâyeleri anlatılmıştır.
Halit Refiğ’in 1964’de çektiği Gurbet Kuşları, köyden kente göçü gerçekçi bir üslupla ilk
kez işlemesinin yanında, Türk sinemasının önemli başyapıtlarından oluşuyla da anılmaya
değerdir. Farklı kültürlerin ve yaşam biçimlerinin uyuşmazlığından ve özümsenmesinden
kaynaklanan çatışmanın sonucunda, düşlerle birlikte aile de yok olup gider (Evren, 2005:
198). Nevzat Pesen’in yönettiği İkimize Bir Dünya (1962) ve Duygu Sağıroğlu’nun
Bitmeyen Yol (1965) filmleri de 1960’lı yılların öne çıkan filmlerindendir (Ünlü ve
Serarsalan, 2012: 221) .
“Türk sinemasında kadın karakterlerin giyim tarzlarında kültürel anlamlar” başlıklı
bu çalışmada; Türk sinemasının melodram filmlerinde, film ile seyirci arasındaki iletişimin
kurulmasında, karakterleri tanımlamada ve kültürel anlamlandırmada, istenilen anlamı seyirciye
iletme durumu açısından giysilerin önemini ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu konuda yapılan
benzer çalışmalar araştırıldığında, Hale Künüçen ve Seçil Büker’e ait çalışmalara ulaşılmıştır.
Hale Künüçen’in “Sinema’ da Anlam Oluşturan Öğelerden Oyunculuk ve Türk Sineması
Örneği” adlı çalışmasında göstergebilimsel yöntemi kullanılarak filmler bir metin olarak
değerlendirilerek yorumlanmıştır. Çalışma sinemada aynı yıllarda yıldız adayı olan Türkan
Şoray’ın “sevda amacı”, Hülya Koçyiğit’in “hanım hanımcık muallime”, Fatma Girik’in “rahat
erkek tavırlı” ve Filiz Akın’ın “Avrupai kız” tiplerinin, fiziksel özellikler ve giyim tarzlarından
oluştuğunu vurgulamıştır (Künüçen, 2001: 248).
Seçil Büker “Kimlik Değiştirme Aracı Olarak Şal: Lekeli Kadın” adlı çalışmasında, moda
Sayı 40 /Bahar 2015
177
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar
kuramlarından “Değişen Erojen Bölge” kuramı üzerinden giysiler göstergebilimsel çözümleme
yöntemi ile çözümlenmiştir. Çalışmada giysilere anlam yüklendiği ve karakterin giysilerinin
konuşma tarzı ve jestlerine, karakterin yaptığı işe, toplumsal cinsel kimliğine doğrudan gönderme
yaptığı vurgulanarak giysilerin kimlik yansıtma özelliği tartışılmıştır (Büker, 2011: 215).
Künüçen ve Büker’e ait çalışmalardan farklı olarak bu çalışmada giyim tarzının kültürel
anlamlarını sembollerle sunumu değerlendirilmiştir. Değerlendirme, seçilen örnek filmdeki kadın
karakterlerin giyim tarzlarındaki görsel anlatı ögeleri incelenerek yapıldığından, elde edilen
araştırma sonuçlarının giyimin bir iletişim aracı olduğunu vurgulamak açısından faydalı olacağı
düşünülmüştür.
Yöntem
Başlangıçtaki işlevi vücudu dış unsurlardan korumak olan giysi, günümüzde bir
metin gibi kimlik ifade etme yöntemi olarak kullanılmaktadır (Chambers, 2005: 170).
Çalışmada toplumsal yapı ve kültür bağlamında kimlik tanımının giysi ile oluşturma sürecini
değerlendirmek amacıyla Türk sineması melodram türünde kadın karakterlerin giysileri üzerinden
gösterge bilimsel çözümleme yöntemi kullanılmıştır. Yaygın olarak, metinlerin çözümlemesinde
kullanılan bu yöntemin temel ilgi alanı düz anlam değil yan anlamdır (İrvan, 2000: 83). Gösterge
bilimsel çözümleme, geleneksel yöntemlere göre daha yorumsal ve öznel bir bakış açısına sahiptir
ve medya metinlerini yapılanmış bütünlükler olarak ele alarak gizli, yan anlamlarını çözmeye
çalışır (Punch,2005: 218). Bu doğrultuda Roland Barthes’in “göstergebilim ögelerin”den
yararlanılmıştır. Barthes’e göre göstergebilim öğeleri dört ana başlıkta toplamaktadır:
• Dil ve söz
• Gösteren ve gösterilen
• Dizim ve sistem
• Düzanlam ve yananlam
Göstegebilime düzanlam-yananlam ayrımını getiren Roland Barthes’e göre, düzanlam
( denotation) göstergenin işaret ettiği şey, yananlam (connotation) ise gösterge ile kültürel
çağrışımları arasındaki farklılıklar olarak çözümlenebilmektedir ( Aktaran: Parsa ve Parsa, 2004:
57).
Çalışmada giysiler ile ilgili göstergelerin yananlamları Türk kültürü ekseninde araştırılmıştır.
Çalışmanın amacına yönelik olarak seçilen örnek film üzerinden giysilerin sembolleştirilmesi
ile bireysel kimliğin nasıl oluşturulduğu ve belli bir döneme ait kültürün giysiler aracılığıyla
tanımlanabilme durumu, 1960-1970 yılları arası Türk sineması melodram filmleri aracılığıyla
irdelenmiştir.
Çalışmada, 1960’lı yılların Türkiye’de her alanda yaşanan değişim ve dönüşüm sürecinin
melodram filmlerinde konu edilmesi ve bir dönemin giysi kültürünü yansıtabileceği düşüncesinden
hareketle, çalışma alanı olarak Türk sineması melodram filmleri seçilmiştir. Çalışmanın amacı
doğrultusunda örneklem seçiminde, melodram özellikleri üzerinden “Göç” konusunda ki filmler
arasından; iç göçün gerçekçi bir üslupla işlenmesi,1960’lı yıllara ilişkin toplumsal yapının
ve sorunların göstergesi olma özelliği ile melodramatik özelliklerin çoğunun filmde bir arada
sunulmuş olması kriterleri dikkate alınmıştır. Dolayısıyla farklı kültürlerin ve yaşam biçimlerinin
uyuşmazlığını ve çözümlenmesinden kaynaklanan çatışmaların irdelenmesinde, özellikle giysilere
178 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam
yüklenen anlamdan dolayı klasikleşmiş ve günümüzde hemen herkes tarafından bilinen “Gurbet
Kuşları” filmi amaçlı örneklem kapsamında belirlenmiştir.
Seçilen filmin çözümlemesi;
• Filmin künyesi
• Filmin özeti
• Filmde rol alan kadın karakterlerin toplumdaki statü ve kimlikleri
• Kadın karakterlerin sunumunda sözsüz ileti aracı olarak kullanılan ve sembolleşen
giysilerin tanımlanması
aşamalarında gerçekleştirilmiştir. Film melodram filmlerinde çokça işlenen “köylü-kentli
çatışması” konusu bağlamında aile ve modernleşme- Batılaşma temasına ilişkin özellikler ile
yabancılık kavramı temel alınarak tekrar tekrar izlenmiş, filmin hem detayında hem genelinde
kadın karakterlerin nasıl sunulduğu, nasıl giydirildikleri ve giysilerinin kültürü yansıtmaları
irdelenmiştir.
Çözümlemenin değerlendirilmesinde kadın karakterlerin statü ve kimliklerinin giysi
sembolleriyle sunumunu tartışmak için film sahnelerinden, melodram özelliklerini yansıtan,
giysilerin model, biçim ve sunumu ön planda olan ve giysilere anlam yüklenen sahnelerden
alınan fotoğraflar kullanılmıştır. Elde edilen bulgular ışığında dönemin giysi sembolleri sonuç
bölümünde değerlendirilmiştir.
Bulgular
Gurbet Kuşları, senaryosunu Orhan Kemal ve Halit Refiğ’in yazdığı 1964 yapımı
filmdir. Orhan Kemal’in 1962 yılında yayımlanan Gurbet Kuşları adlı romanından
uyarlanmıştır. 1. Altın Portakal Film Şenliği’nde “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Film”
ödüllerine layık görülmüştür. Başrollerde ise Tanju Gürsu (Murat), Filiz Akın (Ayla),
Özden Çelik (Kemal), Pervin Par (Fatma), Cüneyt Arkın (Selim), Önder Somer (Orhan),
Sevda Ferdağ (Naciye) yer almışlardır.
Film Özeti
Film daha iyi bir yaşam sürebilmek için Kahramanmaraş’tan İstanbul’a göç eden,
taşı toprağı altın saydıkları şehrin nimetlerinden istifade etmeye çalışan anne, baba, üç
erkek ve bir kızdan oluşan 6 kişilik bir ailenin hikâyesidir. Daha önce İstanbul’a gelip bir
tamirhane için kaparo ödeyen baba, ailesini de alıp İstanbul’a geldiğinde dolandırıldığını
fark eder. Ancak buna rağmen aile hayallerinden vazgeçmez ve baba ile ikinci oğlu Murat
başka yerde yeni bir tamirhane açarlar. Büyük oğlan (Selim) taksiciliğe başlar, evin
diğer oğlu Kemal ise üniversiteye başlar, kız kardeş Fatma ev işlerinde annesine yardım
etmektedir.
İstanbul’un farklı yaşam kültürü aile bireylerini için tehlike oluşturmaktadır;
Tamirhanede çalışan Murat’ın karşı tamirhaneyi işleten adamın Rum karısı ile gönül
ilişkisi başlar. Rum kadın, eşinin işleri iyi olsun diye Murat’ı baştan çıkararak ailenin
işlettiği tamirhanenin kapanmasına sebep olur. Diğer taraftan taksicilik yapan Selim,
Sayı 40 /Bahar 2015
179
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar
Maraş’tan kaçıp İstanbul’da pavyonda çalışan Naciye’ye âşık olup aileden kopar. Ailenin
küçük oğlu Kemal üniversiteden Ayla isimli bir kızla tanışıp görüşmeye başlar. Fatma
ise İstanbul’un renkli hayatına katılmak ister, bu doğrultuda da karşı komşusu Mualla’nın
yardımı ile kendine yeni giysiler diker, makyaj yapar ve partilere gider. Gittiği bir partide
Orhan isimli bir erkeğe âşık olur. Orhan evlenme vaadi ile Fatma’yı kandırır. Namusuna
leke sürülen Fatma evden kaçarak kötü yola düşer. Fatma’nın ağabeyi Murat onu bir
erkek ile yakalar ve onu öldürmek ister, çok korkan Fatma kendisini çatıdan atar ve sonu
ölüm ile noktalanır. Kemal ise Ayla ile nişanlanır ve mutluluğa kavuşur. İstanbul’da
istediklerine kavuşamayan ve büyük kayıplar veren Maraşlı aile geri kalan bireyleri ile bir
araya gelip memleketleri Maraş’a geri dönerler. Kemal ve nişanlısı Ayla da üniversiteye
bitirdikten sonra onlara katılmayı planlar.
Filmde Rol Alan Kadın Karakterlerin Toplumdaki Statü ve Kimlikleri
Gurbet Kuşları’nda dört ayrı toplumsal kesime ait kadın tipi sunulmaktadır;
• Fatma (Pervin Par): Geleneksel bir ailenin kızı kimliğinde, bir göç kadını
statüsünü temsil etmektedir.
• Ayla ( Filiz Akın): Çağdaş ve zengin bir aile kızı kimliğinde ve üniversite
öğrecisidir.
• Naciye (Sevda Ferdağ): Erken yaşta zorla evlendirilmekten kurtulmak için
İstanbul’a kaçan bir göç kadını statüsündedir.
• Despina (Gülbin Eray): Kentli ve ev hanımı, gayri Müslim kadın statüsünü
temsil etmektedir.
Filmde bu dört kadının erkeklerle olan ilişkileri, toplumsal çelişkileri, konumları ve
yaşadıkları değişiklikler anlatılmaktadır.
Kadın Karakterlerin Sunumunda Sözsüz İleti Aracı Olarak Kullanılan ve
Sembolleşen Giysilerin Tanımlanması
Fatma: Maraşlı ailenin tek kızı Fatma (Pervin Par) taşradan İstanbul’a göç eden
kadının sorunlarını, zorluklarını ve yaşadığı kültür değişimini sembolize eden karakterdir.
Fatma karakterinin giysilerini çözümlemek için film sahnelerine ilişkin 1,2 ve 3. fotoğraflar
değerlendirilmiştir.
Fotoğraf 1: Fatma ve ailesi (sağdan üçüncü)
Fotoğraf 1’de, Fatma ailesi ile beraber İstanbul’a ilk geldiği günde görülmektedir.
180 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam
Aile teması Türk melodramlarında aile birliğinin çok önemli olması, ailenin evlilik
yoluyla kurulması, aile içerisinde baba otoritesinin olması, ailenin namusu ve şerefinin
çok önemli olması, geçim zorlukları, değişen çevre ve ilişkiler gibi özellikleri içermektedir
(Erdoğan,2009: 51). Filmde Maraşlı ailenin yapısı Türk sineması melodramlarında görülen
aile teması özelliklerine uygun olarak sunulmaktadır. Aile de söz hakkı erkeklere aittir ve
kadınlara böyle bir hak tanınmamaktadır. Fotoğrafta görülen sahnede Fatma’nın giysileri
onun toplumsal konumunu ve ailesinin durumunu seyirciye tanıtmaktadır. Bol ve vücut
hatlarını belli etmeyen elbiseleri, başındaki eşarp, düztabanlı ayakkabı ve kalın çoraplar,
dönemin moda olgusundan uzak, gösterişten yoksun ve hiçbir göz alıcı öğe taşımayan
giysileri ile yananlamsal olarak onun taşralı bir ailenin kızı olduğu mesajını seyirciye
iletmektedir. Fatma’nın taktığı başörtü ise giysinin en önemli unsuru olarak izleyiciye
sunulmaktadır. Çünkü 1960’lı yılların filmlerinde köy veya küçük kentlerde yaşayan
kadınlar dış ortamlarda hep küçük bir başörtüsü ile gösterilmektedir ve başörtünün görevi
saçı kapatmaktan ziyade kadının konumunu belli etmektir. Başörtülü kadın geleneksel
aile kadınıdır, evine bağlı ve erkek otoritesinin altındadır. Bu sahnede görülen bir başka
kadın karakteri Fatma’nın annesinin giysilerinde de aynı toplumsal ve kültürel değerler
görülmektedir.
Aile için göç beraberinde yabancılık sorununu getirmektedir. Dolayısıyla Gurbet
Kuşları filminde işlenen yabancılık motifi Scognamillo’ nun anlattığı yabancılık kavramı
ile örtüşmektedir. Scognamillo’ya göre “Yabancılık, bir çatışma gereğinin, bir çatışma
zorunluluğunun meydana gelmesine sebep olmaktadır. Kişinin karşılaştığı yeni çevreyle
çatışması, bu çevrenin bir parçası olmak, bu çevreyi anlamak ve özellikle bu çevre tarafından
kabul edilmek ihtiyacı kişinin kendi kültürü ve yeni kültürün arasındaki çatışmaya sebep
olmaktadır” (Scognamillo, 1973: 140-141). Halit Refiğ’in kahramanlarındaki yabancılık
duygusu, yeni toplumlarıyla bir olmak, kaynaşmak isteyen kişilerin bir dezavantajı gibi
görünmekle beraber, aslında bir eksikliği duyan, bu eksikliği gidermek için ortaya çıkan
çabalar olarak da yorumlanabilir
Taşradan gelen genç kız Fatma, İstanbul’un yabancısıdır ancak İstanbullu kadınlara
bakıp onlara özenir. Fatma’nın Maraş kültürü doğrultusunda evden çıkması bile ailesi
tarafından hoş karşılanmaz. Fatma ait olduğu kültürün aksine, evde kalmak istemez, o
da her genç kız gibi süslenip, giyinip, gezmek ister. Fatma karakteri kendi geleneksel
değerlerini bırakıp kentli kültürünü benimsemek istediğinden bu süreçte önemli kültürel
kırılmalar gerçekleşir. Film konusunun geçtiği dönem ve Melodram filmlerinde verilmek
istenen mesaj açısından kadının yeri evidir ve ev Melodramatik anlatının temel uzamını
oluşturmaktadır (Akbulut, 2008: 72-73). Bu doğrultuda film sahnelerine ilişkin seçilen 2.
fotoğraf, Fatma karakterinin evde annesiyle beraber görüntülendiği sahnedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
181
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar
Fotoğraf 2: Fatma karakteri (sağda)
Fotoğrafta görülen sahnede makyajsız, örgülü saçlar ve sade giyim tarzı ile sunulan
Fatma karakteri, eril kültürün onayladığı görünümdedir. Tüm göç hikâyelerinde olduğu
gibi kendi kıyafetleri ile yollara çıkan insanlar yeni toplum içinde tutunmaya çalışırken
önce görüntüleri ile kente ait olmayı tercih ederler. Fatma’nın giysi ve dış görünümüne
ilişkin istekleri doğrultusunda karşı komşusu Mualla (Mualla Sürer) ona İstanbul’a ayak
uydurması için yardım eder. Mualla’nın önerileri ve yardımıyla Fatma’ya yeni elbiseler
hazırlanır. Saç örgüleri açılıp daha kadınsı saç modelleri tercih edilerek başörtüsü çıkarılır
ve makyaj malzemesi kullanmayı öğrenir. Fatma aynaya baktığında yaptığı kılık kıyafet
değişimleri sayesinde kendisinin büyüdüğünü ve artık güzel bir genç kız olduğunun
farkına varır ve bundan hoşlanır. “Fatma” giysilerini değiştirip modaya uygun giyinerek
arzu ettiği “kentli kadın” sınıfına atılmak, taşra kültüründen arınmak ve modern olarak
görülen İstanbul kültürüne ait bir kadın olarak kendini tanıtmak ister.
Film sahnelerinden seçilen 3.fotğraf imajını değiştiren Fatma ve komşusu
Mualla’nın pastanede görüntülendiği sahnesidir.
Fotoğraf 3: Fatma (solda) ve Mualla (sağda)
182 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam
3. fotoğraftaki görülen sahnede Fatma karakteri hakkında bilgiler direkt olarak
göstergeler ile seyirciye iletilmektedir. Bu sahnede en güçlü gösterge giyimdir. Giyimin
sosyal bir olay olmasından dolayı insanlar hakkında ilk yargı, kişilerin giyimine ve dış
görünüşlerine bakarak verilmektedir. Fatma ile ilgili ön bilgisi olmayan bir izleyici,
sadece filmin bu sahnesinden alınan fotoğrafa baktığında göstergelerden alınan bilgiler
ile Fatma’yı kentli kadın olarak tanımlar. Çünkü Fatma’nın üzerindeki giysiler modern
bir imaj yaratarak onu bir kentli kadın olarak sunar. Bu sahnede Fatma truvakar kollu
şömizye yakalı mantosu ile dönemin modasına uygun bir kıyafet ile saçı örgülerinden
açılarak modern saç modeli ile görülmektedir. Bu görüntü ile Fatma karakteri, aslında
ait olmadığı şehirli insanın giyim kültürünü temsil etmeye ve görüntüsünü değiştirerek
yabancılığını gidermeye çalışmaktadır.
Ayla: Filmde yönetmenin işlediği kentli kadın Ayla (Filiz Akın) karakteridir. “Ayla”
Maraşlı ailenin küçük oğlu Kemal (Özden Çelik)’in sevgilisidir. Ayla’nın ailesi zengin
ve ağabeysi Amerika’da doktordur, “Ayla” da üniversiteye bitirdikten sonra ağabeysinin
yanına gitmeyi planlamaktadır. Ayla karakterinin giysilerini çözümlemek için Film
sahnelerine ilişkin seçilen 4 ve 5. Fotoğraflar değerlendirilmiştir.
Fotoğraf 4: Ayla ve Kemal karakterleri
4.fotoğrafta görülen sahnede Ayla giyim kuşamı modern, üniversiteye giden bir
genç kız olarak sunulmaktadır. Modernleşme ve Batılaşma teması melodramlarda
modern değerlere ikili yaklaşımı, modern değerlerin eleştirilmesi, aynı zamanda onlara
öykünülmesi ve batılı değerlerin ulusal kültür içinde dönüştürülmesi özelliklerini
içermektedir (Erdoğan, 2009: 57). Seçilen sahnede üzerinde bulunan koyu renkli
mantosu, sivri burunlu ayakkabısı, saç rengi ve modeli, kolunda taşıdığı çantası ve elinde
kitabı ile Ayla kültürel konumunu belli etmektedir. Ancak Ayla, ne kadar çağdaş bir
kadın tipini temsil ediyor olsa da geleneklere ve göreneklere bağlı olduğu giyimlerindeki
mazbut modeller ile anlaşılmaktadır. Filmin tamamında Ayla karakteri vücudunu ortaya
çıkaracak elbise modelleri ile sunulmamıştır. Böylece Ayla karakterinin giyim tarzı ile
Sayı 40 /Bahar 2015
183
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar
hem geleneksel değerlere bağlı bir aile kızı olduğu, hem de dönem modasına uygun
giyimiyle şehirli bir alenin kızı olduğu giysilerindeki mesajla seyirciye iletilmiştir.
Ayrıca, Kemal ile nişanlandıktan sonra onun ailesi ile tanışmaya gittiğinde seyircilere
geleneksel değerlere bağlı bir kadın görüntüsünü yansıtacak simgeler kullanılmıştır. Film
sahnelerinden seçilen 5. fotoğraf, Ayla nişanlısı Kemal’in ailesi ile tanışma sahnesidir.
Fotoğraf 5: Ayla nişanlısı Kemal’in ailesini ziyaret ederken (sağda)
Filmde hiç başörtüsü takmayan Ayla, film sahnelerinden alınan 5. Fotoğrafta
görüldüğü üzere ilk kez başörtüsü ile sunulmaktadır. Ayla’nın başörtüsü, ağırbaşlılığı
ve nişanlısının ailesine duyduğu saygının simgesi olarak kullanılmıştır. Ayrıca bu
durum melodramatik özelliklerden, modernleşme ve Batılaşma temasına ait özellikler
ile örtüşmektedir. Türk toplumunda Batılaşmanın getirdiği yeniliklere ayak uydurma
konusundaki değişimler daha çok sembolik olarak giyimlerin görünümüne yansıdığı
anlaşılmaktadır. Çünkü geleneksel aile kültüründe sadık, fedakar Türk kadını imajını
seyirciye iletmek üzere Ayla’nın giyim unsurlarında başörtüsü ile vurgulanmıştır.
Naciye: Filmde iç göç kapsamında işlenen bir başka kadın Naciye (Sevda Ferdağ)
karakteridir. Naciye ve Fatma’nın İstanbul’a göç etme nedenleri ve yaşamdan beklentileri
farklıdır. Naciye erken yaşta istemediği biriyle evlendirilmekten ve aile baskısından
kurtulmak için evinden kaçıp daha lüks ve rahat yaşamak için İstanbul’a gelir ve bir
pavyonda dansöz ve konsomatris olarak çalışmaya başlar. Naciye için namus kavramının
önemi yoktur. Maraşlı ailenin büyük oğlu Murat (Tanju Gürsu) ona evlenme teklif edip
başka yere gitmelerini önerince Naciye, İstanbul’a alıştığını, orayı bırakamayacağını,
az parayla geçinemeyeceğini söyler. Hayattan beklentisi iyi yaşayıp, iyi giyinmek olan
Naciye karakterinin giysilerini çözümlemek için Film sahnelerine ilişkin seçilen 6 ve 7.
fotoğraflar değerlendirilmiştir.
184 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam
Fotoğraf 6: Naciye karakteri
Fotoğraf 7: Naciye karakteri
6.Fotoğrafta görülen sahnede Naciye yunan stili tek omuzlu parlak saten kumaştan
yapılan gösterişli bir elbise ve 7. Fotoğrafta görülen sahnede ise sırt dekolteli, kolsuz
ve vücut hatlarını belli eden desenli parlak elbise ile pavyonda sunulmaktadır. Film
sahnelerinden de anlaşıldığı gibi namusu çok önemsemeyen, rahat kadını vurgulamak
için giyilen gösterişli ve dekolte elbiseler simge olarak kullanılmıştır. Giyim maddi,
manevi ve psikolojik bir doyum sağlamaktadır. Bu doğrultuda Naciye karakterinin
iyi giyinmeye duyduğu özentisi aslında ait olduğu sınıfın dışına çıkmak istemesinden
kaynaklanmaktadır. Naciye’nin geldiği kültürde para alın teri ile kazanılmalı ve
gelenek- göreneklere göre giyinilmelidir. Naciye ailesi ve sosyal sınıfının geleneksel
Sayı 40 /Bahar 2015
185
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar
kültür özelliklerini reddederek, daha rahat bir para kazanma ve yaşam kültürüne sahip
olmak istemektedir. Çok para kazanmakla elde edeceğini düşündüğü arzularını tatmin
etme ve psikolojik doyum sağlamada, Naciye karakterinin giysileri önemli unsur gibi
gösterilmektedir. Bu doğrultuda filmin diğer kadın karakterlerinden daha fazla giysi
çeşitliliği ile sunulmakta olan Naciye, giyim ile ulaşılacağı düşünülen psikolojik doyumu
simgelemektedir.
Despina: Filmde işlenen bir başka kadın evli, bir çocuk annesi Rum asıllı olan
Despina (Gülbin Eray) karakteridir. Despina evli olmasına rağmen, aile çıkarları için
Maraşlı ailenin oğlu Selim (Cüneyt Arkın)’le birlikte olur. Kocasının araba tamirhanesi,
Maraşlı ailenin tamirhanesinin tam karşısındadır. Selim’i baştan çıkararak, iş saatlerinde
Selim’in sıklıkla Despina ile birlikte olmak için evine gitmesi nedeni ile kocasının işlerinin
iyi gitmesini sağlar. Refiğ filmlerinin vazgeçilmez unsuru olan yabancı kadın, bu filmde
kendi ailesinin çıkarları için her şeyi göze alan bir kadın tipini canlandırmaktadır. Despina
Türk toplumunun ahlaki değerlerine uymayan bir davranış sergilemektedir. Kocasının
maddi durumunu kurtarmak için karşı komşuyla birlikte olması Türk toplumu için aykırı
bir olaydır. Despina karakterinin giysilerini çözümlemek için Film sahnelerine ilişkin
seçilen 8 ve 9. Fotoğraflar değerlendirilmiştir. Despina, Selim’le sokakta buluştukları
zaman sıradan, şehirli ve mazbut kadın imajı ile görülmektedir (Fotoğraf 8).
Fotoğraf 8: Despina (Rum kadın karakteri)
Giysiler, insanların geleneklerine ve kültürel değerlerine uygun seçildiğinde
etnik kökenlerini yansıtma özelliğine sahip olmasına rağmen, filmdeki Rum kadını
Despina, kentli kadını temsil ettiğinden giysilerinde de etnik kökenine ait bir mesaj
bulunmamaktadır. Ancak Despina’nın gerek davranışları gerekse özel yaşamını ifade
eden giysiler ile izleyici bilgilendirilmektedir.
186 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam
Fotoğraf 9: Despina
Despina fotoğraf 9’da görüldüğü gibi (Selim ile evde buluştukları zaman) açık yakalı
bluzlar ve baştan çıkarıcı kombinezonlar giymektedir. Fotoğrafta görülen bu sahnede
gayri Müslim bir kadını temsil eden Despina’ya Türk kültürünün Müslüman kadınlarda
onaylamadığı davranışlar dayatılmaktadır. Bu davranışın simgesi olarak da yine giysiler
kullanılmıştır Giyim konusunda 60’lı yılların Sinemasında Türk kadınların sunumunda
çok az rastlanan kombinezon kullanımı, gayri Müslim bir kadın rolünü oynayan Despina
tarafından kullanılmaktadır.
Sonuç ve Tartışma
Çalışmada kültürel değerlerin yansıtılmasında giysi türlerinin nasıl kullanıldığı
irdelenerek izleyiciye iletilmek istenilen anlamlar tartışılmıştır. Sonuç olarak çalışmada
yapılan değerlendirmeler doğrultusunda “kentli-köylü/taşralı çatışması” konusu, kadın
karakterlerinin giysilerine yansıyarak kentli ve taşralı toplumlarına ait kültürel özelliklerin
seyircilere giysiler vasıtasıyla aktarıldığı görülmüştür. Bu durum 1960’lı yıllardaki
toplumsal yapı paralelinde değerlendirildiğinde kapalı toplum görünümünde olan taşralı
ve modern görünümünde olan kentli toplumun giysilerinde kültürel özelliklerin var
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Melodram anlatım yapısındaki “aile” temasına ilişkin özellikler kadın karakterlerin
giysilerine yansıtılarak Türk sineması melodram filmlerinden seçilen örnek film
çözümlemesinde görüldüğü gibi ailenin toplumsal sınıfı, örf ve adetleri, gelenek ve
görenekleri seyircilere aktarılmıştır. Bu doğrultuda giysilerin, aile değerlerinin göstergesi
ve eril kültürün onayladığı davranış biçiminin simgesi olarak kullanıldığı anlaşılmıştır.
Melodram anlatı yapısında ki “modernleşme ve Batılaşma” temasına ilişkin
özellikler, 1960’lı yıllarda modernleşme sürecinde olan Türk toplumunun sahip olduğu
değerleri kaybetmeden değişimin yaşanabileceği giysiler ile simgeleştirilmiştir.
Sayı 40 /Bahar 2015
187
Türk Sinemasında Kadın Karakterlerin Giyim Tarzlarında Kültürel Anlamlar
Türk melodram sinemasından seçilen örnek film yabancılık kavramı ile
değerlendirildiğinde ise, kadın karakterlerinin göç nedeni ile girdikleri yeni toplumda
hissettikleri yabancılığı görünüşlerindeki değişikler ile gidermeye çalıştıkları yeni kültürün
özelliklerini benimseme isteklerini giysilerle karşıladıkları sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca
Filmde giyim masraflarına fazla para harcamak ve giysi kullanımında çeşitlilik, giyim ile
ulaşılabileceği düşünülen psikolojik doyum için bir simge haline gelmiştir.
Çalışmada incelenen filmde, Yönetmenin karakterlerin giysilerini bir görsel
sembol halinde kullanarak, istediği anlamları sessiz ve sözsüz bir dil ile seyirciye ilettiği
anlaşılmıştır. Bu doğrultuda karakterlerin giysileri, karakter ve seyirci arasında bir
iletişim aracı olarak değerlendirilmiştir. Giysilerin, karakterlerin sosyolojik eğilimleri,
toplum içindeki sosyal durumları, cinsel kimlik ve seçimleri hakkında bilgileri, seyirciye
ilettikleri sonucuna ulaşılmıştır.
Kaynaklar
Agocuk, Pelin, (2012). Türk Sineması’nda Melodram 1960-1975 Dönemi Üzerine Bir
İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, Kıbrıs: Yakın Doğu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Akbulut, Hasan, (2008). Kadına Melodram Yakışır, Ankara: Bağlam yayınları
Barnard, Malcolm, (2007). Fashion Theory, London: Routledge.
Büker, Seçil, (2001). “Kimlik Değiştirme Aracı Olarak Şal: Lekeli Kadın”, Uluslararası
İletişim Sempozyumu: Medyanın Manipülasyon Gücü Sempozyumu Bildiriler Kitabı,
Eskişehir, s. 215-224.
Chambers, Iain, (2005). Göç, Kültür, Kimlik. İsmail Türkmen, Mehmet Beşikçi
(Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Diken, B. ve Laustsen. C. B., (2011). Filmlerle Sosyoloji, Sona Ertekin (Çev.). İstanbul:
Metis Yayınları.
Erdoğan, Ijlal, (2009). Türk Sinemasında Melodram ve 1990 Sonrası Dönüşüm,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo
Televizyon Sinema Anabilim Dalı.
Evren, Burçak, (2005). Türk Sineması, Antalya: 42. Altın Portakal Film Festivali
Yayını.
Fidan, Süleyman, (2011). “Türk Kültüründe Askerî Giyim-Kuşam ve Asker Modası”,
Milli Folklor Dergisi, 23 (92), s. 295-105.
İrvan, Süleyman, (2000). “Metin Çözümlemesinde Yöntem Sorunu”, I. Ulusal İletişim
Sempozyumu, bildiri kitabı, Ankara, s. 73-85.
Künüçen, H. Hale, (2001). Göstergebilim Tartışmaları, İstanbul: Multılıngual Yayınları.
Onaran, Âlim. Ş, (1994). Türk Sineması, 1. Cilt, İstanbul: Kitle Yayınları.
Özön, Nejat, (1984a). 100 Soruda Sinema Sanatı, İstanbul: Gerçek Yayınevi.
188 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Pınar Göklüberk Özlü, Arezoo Nasiriaghdam
Özön, Nejat, (1995b). Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları, 1. Cilt,
Ankara: Kitle Yayınları.
Scognamillo, Giovanni, (1973). Türk Sinemasında 6 Yönetmen, İstanbul: Türk film
arşivi yayınları.
Suner, Asuman, (2006). Hayalet Ev: Yeni Türk Sineması’nda Aidiyet, Kimlik ve
Bellek, İstanbul: Metis Yayınları.
Punch, Keith.F, (2005). Sosyal Araştırmalara Giriş Nicel ve Nitel Yaklaşımlar. Bayrak, D.
ve Arslan, B. ve Akyüz, Z. (Çev.), Ankara: Siyasal Kitabevi.
Tezcan, Mahmut, (1983). “Giyim Olgusuna Sosyo-Kültürel Bakış ve Türklerde Giyim”,
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 16(1), s. 255-276.
Ünlü, Şirin ve Serarslan, Meral, (2012). “Türk Sinemasında Köylü Kentli Karşılaşması:
“Hakkâri’ de Bir Mevsim” ve “Uzak” Filmleri”, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 27, s.217-227.
Sayı 40 /Bahar 2015
189
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma1
Marketing and Personal Branding in Literature
Belma CANBAY, Marka Vekili, Çankaya Üniversitesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Kişisel Markalaşma,
Edebiyat, Pazarlama.
Öz
Edebiyat sanatının insanların iç dünyalarına seslenen, onlara duyusal ve duygusal
deneyimler yaşatabilen ciddi bir tüketim aracı oluşu, yazarlar ve eserleri için de kökleri
19.yy.’ın sonlarına uzanan marka ve pazarlama stratejilerinin uygulanmasını gerektirmiş
ve bugün eser sahiplerini pazarlamanın başlıca özneleri haline getirmiştir. Bu doğrultuda,
ürün ve hizmetler için uygulanan pazarlama ilke ve stratejilerinin roman yazarlarına da
uyarlanabileceği fikrinden yola çıkılarak kaleme alınan bu çalışmada, roman yazarlarının
kişisel markalaşma süreçlerinin edebiyat-marka ve pazarlama disiplinlerinin oluşturduğu
üçgende tartışılması amaçlanmıştır.
Edebiyat ile son yıllarda daha çok değer yaratma üzerine odaklanan pazarlama
arasındaki ilişkinin, pazarlama bileşenlerinin dikkate alınarak ortaya konduğu çalışmada,
roman yazarları için de kişisel markalaşma sürecinin söz konusu olabileceği ileri sürülmekte
ve bu süreçte rol oynayan araç ve aracılara yer verilmektedir. Nitekim yazarlar artık sadece
eserlerinin edebi değeri ile değil isimlerinin marka değeri ile de değerlendirilmektedirler. Bu
çerçevede edebiyatta pazarlama ve kişisel markalaşma süreci, eleştirel sosyal teorisyenlerin
bakış açısıyla, nitel araştırma yöntemi kullanılarak ve “belgesel gözlem”2 yaklaşımından
yararlanılarak incelenmiştir.
Keywords:
Personal Branding,
Literature, Marketing.
Abstract
The fact that the art of literature, which appeal to the inner world of people,
which introduces readers to a world of sensual and emotional experiences, has become
an important object of consumption, applying branding and marketing strategies rooting
back to the end of the 19th century have become necessary for the authors and their works
and has made the owners of such work main subject of marketing. In this context, this
study, which states that the marketing principles and strategies that are applied to products
and services, can also be applied to novel authors, aims to discuss the personal branding
processes in the light of the triangle formed by literature-brand and marketing disciplines
and subject matter literature.
This study argues that the relation between literature and marketing which in recent
years has been focusing on creating added value, taking the components of marketing into
consideration, the branding process can also be applied to novel writers and discusses the
tools and intermediaries that play a role in this process. As a matter of fact, writers are not
only evaluated by the literary value of their works, but also the brand value of their names.
In this framework, marketing and personal branding in literature has been examined, with
the point of view of critical social theoreticians, using qualitative research method and
utilizing “documentary observation” approach.
1. Bu makale “Türkiye’de Roman Yazarlarının Markalaşma Süreci: Elif Şafak Örneği” başlıklı yayınlanmamış yüksek
lisans tezinden yola çıkılarak kaleme alınmıştır. Canbay, Belma (2014), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı
2. Belgesel gözlem “Bir konuda araştırma yapmaya karar veren kişinin hipotezini formüle edebilmek için kendisine
gerekli olan bilgileri toplarken yaptığı gözlem” olarak tanımlanmaktadır. (Nilgün Çelebi, Sosyoloji ve Metodoloji
Yazıları, 2004, Anı Yayıncılık, Ankara)
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
Giriş
1990’lı yılların sonlarından itibaren, marka ve pazarlama literatüründen yararlanarak
kişisel markalaşma kavramını açıklayan ve bu konuda modeller geliştiren Peter Montoya,
Hubert K. Rampersad, Dan Schawbel gibi yazarlar kişilerin de marka olabileceklerini
öne sürmektedirler. Bu bağlamda bugün artık pazarlamacıların sadece ürünleri ya da
hizmetleri değil kişileri de başarıyla markalaştırabildiklerini söylemek mümkündür.
Kişisel markalaşma, bir kişinin niteliklerini, yeteneklerini ve performansını, çeşitli
pazarlama ve iletişim faaliyetlerinde bulunarak, simgesel (ün, itibar vb) ve ekonomik
(maaş/ücret, kâr) sermayeye dönüştürmesi ve bunun sonucunda herkese göre bir “fark”
ve “değer” yaratması olarak tanımlanabilir. 2000’li yıllardan itibaren yerli ve yabancı
pek çok marka ve pazarlama uzmanı (Tek, 2006; Kotler, 2006; Mucuk, 2007; Rempersad,
2009; Gall, 2010; Ak, 2011; Dereli ve Baykasoğlu, 2011; Close vd, 2011) çağdaş
pazarlamada ürün (product) kavramının kişileri de kapsayacak şekilde genişlediğini ve
kişilerin kendilerini pazarlayarak markalaşabileceklerini ileri sürmektedir. Shepherd
(2005: 592) ise, kendi kendini pazarlama konusunda, pazarlama disiplini içinde yerleşik
bir kapsayıcı kavramsal çerçevenin gelişimine ilişkin çok az kanıt ve temel pazarlama
ilkelerinden geliştirilmiş az sayıda örnek bulunduğunu, bu nedenle kişisel markalaşma
savunucularının yapmaya çalıştıkları şeyin daha çok markalaşma ilke ve uygulamalarını,
daha tutarlı olacak bir şekilde ürünlerden kişilere transfer etmeye çalışmak olduğunu
savunur. Bu çalışmada ise, pazarlama bileşenlerinin ve stratejilerinin edebi alandaki
izdüşümleri, eleştirel sosyal teorisyenlerin bakış açıları yansıtılarak ve roman yazarlarının
markalaşma süreçlerine katkı sağlayan araçlar ve aracılar dikkate alınarak tartışılmaktadır.
Daha çok ticaret alanında kullanılan pazarlama ve markalaşma kavramlarının
edebiyat sanatında tartışılması her ne kadar zor gibi görünse de bu alanda öne çıkan,
beğenilen, tanınan ve çok satan yazarların varlığı “edebiyat”, “marka” ve “pazarlama”
kavramlarının yan yana tartışılabileceğini düşündürtmektedir. Bu düşüncenin ardında
yatan temel nedenin ise, neoliberal politikalar ve tüketim kültürü pratiklerine bağlı olarak
edebiyat alanında yaşanan değişimler olduğu söylenebilir. Nitekim Türkiye’de 1980’lerden
sonra özel yaşamlar gibi edebiyat da piyasa basınçlarından etkilenen alanlara dahil olarak
özerkliğini yitirmiştir (Gürbilek,2011: 10). Bu gelişmelerin bir sonucu olarak pazarlama
dünyası, pazarlamanın başlıca öznesi haline gelen edebiyat yazarlarının isimlerinin kitap
satışlarına olan etkisini marka değerlerinin bir göstergesi olarak yorumlamaya başlamıştır
(Ercan, 2006: 54). Diğer bir deyişle yazarlar artık sadece eserlerinin edebi değeri ile
değil isimlerinin marka değeri ile de değerlendirilmektedirler. Bu noktada henüz edebî
değer ve haz kavramlarına ilişkin yeterli düzeyde çalışma yapılmamış olsa da (Eagleton,
1990: 213), giderek artan bir biçimde yazarların romanları aracılığıyla hedef kitlelerine
duyusal ve/veya duygusal deneyimler yaşatarak ve yayınevleri aracılığıyla pazarlama
faaliyetlerinden yararlanarak isimlerini markalaştırabildiklerini söylemek mümkündür.
Gazetelerin hafta sonu eklerinde yayımlanan reklamlar, yazarlarla yapılan röportajlar,
tv programları, kitap afişleri vs. bu durumun en dikkate değer göstergeleridir. Sözgelimi
Türk roman yazarlarından Orhan Pamuk, edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş’in de
belirttiği gibi “bu işin öncüsü” olsa da1, Elif Şafak, Ahmet Ümit, Ayşe Kulin gibi pekçok
1 “Türkiye’de Roman Yazarlarının Markalaşma Süreci: Elif Şafak Örneği” başlıklı yüksek lisans tezi için
edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş’le yapılan derinlemesine görüşmede Türkeş şunları söylemektedir: “Elif Şafak
patlamadan önce 2000’li yılları hatırlayın. Orhan Pamuk’un çıktığı ilk billboard reklamları. İşte ilk marka denen
şey, ilk billboarda çıkış. İlk orada başlamıştı. Billboardda bir yazar. Arkasından Murathan Mungan. Sonra bir
baktık ki yazarların hepsi yayınevlerinden billboard pazarlığına girmeye başladılar; ama Orhan Pamuk’tur bu işin
öncüsü”
191 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
roman yazarının, özellikle yeni yayımlanan romanlarının tanıtılması ve pazarlanması
için yayınevleri başta olmak üzere kültür aracılarından2, kitle iletişim araçlarından ve
fotoğraftan yararlandıkları ve pazarlama iletişim stratejilerinin edebi alanda da etkin bir
şekilde kullanıldığı gözlemlenmektedir.
Edebiyat Pazarlama İlişkisi
Değişime, diğer bir deyişle arz-talep ilişkisi içerisinde tüketime konu olan
edebiyat ürünlerinin giderek artması, çeşitlenmesi ve buna paralel olarak yazarların
da hem potansiyel okuyucuları hem de edebiyat çevreleri nezdinde itibar, saygınlık ve
beğeni kazanma ihtiyaçları, yaşamın birçok alanında olduğu gibi edebiyat sanatında da
pazarlama olgusunu gündeme getirmiştir. Bu nedenle edebiyat alanında da bir pazar
ortamı yani üretici-yazar, alıcı-okuyucu ve rakipler vardır. Bu ortamda farklılaşabilmek,
tanınabilmek ve maddi/manevi kazanç sağlayabilmek (ün, para, saygınlık...vb) için ise
ürün (kitap) temelli değer yaratmak ve bu değeri hedef kitlelere (okuyuculara) sunabilmek
gerekmektedir. Bu da ancak pazarlama yoluyla olabilir. Çünkü bugünkü “kitap piyasasını
kazanç güdüsü yönlendirir” (Gümüş, 2012: 49). Bu bağlamda mistik edebiyatı pazarlama
disiplini içinde inceleyen Demir Otay vd. Mistik Pazarlama isimli çalışmalarında
tüketiciyi etkileyen mistik konuların edebiyata, buradan da mistik pazarlamaya konu
olduğunu savunarak edebiyat sanatı ile pazarlama arasındaki ilişkiyi vurgulamakta ve Türk
edebiyatından Elif Şafak’ı örnek göstererek, eserlerindeki mistik öğelerin hakimiyetine
dikkat çekmektedirler (Demir Otay vd., 2011: 98-100). Dolayısıyla okuyucuların ilgi
alanları ya da merak ettikleri konular etrafında kurgulanan hikayelerden, karekterlerden
ve bunların pazarlanmasından söz edilebilir.
Pazarlamayı “başka birinde bu­lunan bir şey karşılığında değiş tokuş etmek için
değer ta­şıyan kendindeki bir şeyi teklif etme yolu” (Kotler, 2006: 20) olarak tanımlayan
Kotler’in bu görüşünü edebiyat alanında tarifleyen Sartre (2011: 30) ise, yazar olmayı
düşünen gençlere “söylenecek birşeyiniz var mı?” sorusunun yöneltildiğini ifade eder.
Ona göre bunun anlamı aslında “başkalarına aktarılacak değerli bir şeyiniz var mı?”dır.
Bu noktadan hareketle, edebiyat ile son yıllarda daha çok değer yaratma üzerine odaklanan
pazarlama arasındaki ilişkiyi pazarlama bileşenleri ve stratejilerini dikkate alarak
açıklamak mümkündür. Zira Marx ve Engels’in işaret ettikleri gibi “kapitalist üretimin
yönettiği bir toplumda, kapitalist olma­yan üretici bile kapitalist kavramların egemenliği
altındadır” (Marx ve Engels, 2001: 125).
Canbay, Belma, “Türkiye’de Roman Yazarlarının Markalaşma Süreci: Elif Şafak Örneği”, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2014
2 Fransız teorisyen Pierre Bourdieu’nun adlandırmasıyla kültür aracıları, bireysel başarıların kamusal belleklerde
yer edinebilmesi için “aracılık” yapan (Bauman, 2012:79) kişisel marka ve imaj danışmanlarından, halkla ilişkiler
uzmanlarından, reklamcılardan, fotoğrafçılardan, eleştirmenlerden, editörlerden, gazetecilerden vb. oluşmaktadır.
Bu aracıların ya da Bauman’ın deyimiyle “ölümsüzlük simsarları”nın müşterileri, politikacılar, iş adamları, pop
şarkıcılarının yanı sıra yazarlar da olabilmektedir (Bauman, 2012: 211; Featherstone, 2005: 72-106; Rojek, 2003:
13). Kişinin markalaşma sürecinde önemli rol üstlenen ve Rojek’in “iletişimin katalizörleri” olarak tanımladığı
bu kişiler, aynı zamanda bir yazarın “edebi şöhret” ya da “edebiyat yıldızı” olarak tanımlanmasında da etkili
olabilmekte, yazarları “izleyiciye”, yani okura bağlayabilmektedirler (Rojek, 2003: 36).
Sayı 40 /Bahar 2015
192
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
Pazarlama Bileşenlerinin Edebiyata Uyarlanması
Literatürde, Ürün (Product), Fiyat (Price), Tutundurma/Tanıtım (Promotion) ve Yer/
Dağıtım (Place) başlıkları altında, “4P” kısaltmasıyla ele alınan pazarlama bileşenleri, tüm
dünyada yaşanan gelişim ve değişimlerin pazarlamaya yansıması sonucu; Hedef Kitle
(People), Fiziksel Bilinirlik (Physicial Evidence), Yöntem (Process), Ambalaj, Paketleme
(Packaging) ve Halkla İlişkiler (Public Relations/ P-R) bileşenlerinin de eklenmesiyle
9P başlığı altında değerlendirilmektedir (Ak, 2011: 130). Marka – pazarlama ve satış
ilişkisi dikkate alındığında, pazarlamaya ilişkin verilmesi gereken kararları temsil eden
tüm bu bileşenler, aslında “bir markayı marka yapan” temel unsurlardır. Bu doğrultuda
altı pazarlama bileşeninin edebi alana uyarlanabildiği görülmektedir.
Ürün-Üretici (Yapıt-Yazar)
Tüketim toplumunda tüketilmek için hazırlanan, satılan ve ikame edilebilen sanatın,
yüksek kültürün sınırları içinde özel olarak korunan statüsünün zedelenmesi, diğer bir
ifadeyle kitle kültürünün egemenliği, sanatın “endüstri tasarımı”, “reklam”, “simgesel
üretim” ve “imaj üretimi” gibi sektörlere aktarılmasına, dolayısıyla “görülmek”,
“okunmak”, “işitilmek” için piyasa ilişkileri içine dahil olmasına neden olmuştur (Adorno
ve Horkheimer, 2010: 211; Faetherstone, 2005: 55; Arslanoğlu, 2007: 73). Bu durum hem
reklam panolarında görüntülenen roman yazarlarının hem de değişim değeri yüklenerek
metalaştırılan romanların bir “ürün/nesne” olarak pazarlamaya konu olabilmelerinin bir
göstergesi olarak yorumlanabilir.
Yazarın “üretici” olarak değerlendirilmesi ise edebiyat alanının sorunlu yanlarından
biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Bourdieu’ya göre “eğer ‘üretici’ derseniz
indirgeyici bir havaya bürünür ve gerçekten de diğerlerine benzemeyen bu üretim alanının
özgüllüğünü tamamen ortadan kaldırırsınız; ‘yaratıcı’ derseniz, ‘yaratım’ ideolojisinin,
tanımsal olarak bilimin elinden kaçan ‘tek’, ‘biricik’ sanatçı mistisizminin kuca­ğına
düşersiniz” (Bourdieu, 2006: 185). Sonuç olarak kendi içinde halen kavramsal çelişkiler
barındırıyor olsa da, okuyucu (tüketici) odaklı bir yaklaşımla bakıldığında, bugün hem
yazarın hem de eserinin pazarlamanın ana bileşenlerinden biri olarak, yani üretici ve ürün
olarak varlıklarını sürdürdükleri gözlemlenebilmektedir.
Dağıtım (Yayınevleri)
Edebi eserlerin hedef pazarlara akışına doğrudan yardımcı olan bağımsız işletmeler
olarak tanımlayabileceğimiz yayınevlerinin, pazarlama karmasının dağıtım, fiyat,
tutundurma gibi aşamalarında ve dolayısıyla bir pazarlama ortağı olarak yazarların
markalaşma sürecinde önemli rol üstlendiklerini söylemek mümkündür. Herşeyden önce
edebi alanda da yapıtın ve yazarın şöhretini artıran bir unsur olarak en önemli pazarlama
amaçlarından biri olan yüksek satış, dağıtım kanallarının, yapılan pazarlama iletişim
çalışmalarının ve uygulanan diğer pazarlama bileşenlerinin etkinliğine bağlı olmaktadır.
Örneğin, “Gelişim Yayınları çıkardığı ‘Beyaz Dizi’ ile ürün, pazar ve pazarlama karması
değişikliklerini başarıyla uygulamıştır” (Tek, 1990: 292).
Özetle, kitap satışlarının artık başlıbaşına bir pazarlama işi olduğu, pazarlama
disiplini altında edebiyat alanının “yıldız”larının (starlarının) yaratılabildiği ve bu süreçte
yayınevlerinin, aktör/ uygulayıcı olarak önemli bir rol üstlendikleri söylenebilir.
193 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
Fiyat
Bauman’a (2012: 98) göre “piyasanın ticari bir kazanca dönüştüremediği çok az şey
vardır.” Bunlar arasında sanat ve edebiyat ürünleri de sayılabilir. Çünkü yazınsal yapıtlar
Sartre’ın da (2011: 110) ifade ettiği gibi bedelsiz yaratımlar değil, bedeli ödenen işlerdir.
Marx ve Engels (2001: 69) her ne kadar yazarın geçimini sağlamak amacıyla yazmaması
gerektiğini savunsalar da, roman yazarı Balzac örneğinde ifade edildiği gibi yazarlar
masraflarındaki artışa paralel olarak roman yazma hızlarını arttırabilmekte (Ateş, 2007:
104) ya da Pierre Souvestre ve Marcel Allain gibi daha fazla kazanabilmek amacıyla
yapıtlarını uzatabilmektedirler (Eco, 2012b: 39).
Yazarın emeğinin, yaratıcılığının ve özverisinin3 parasal karşılığı olan fiyatın
edebiyatla olan ilişkisiyle ilgili olarak, Umberto Eco’nun (2012a: 213) yazınsal bir
metnin içsel ekonomisinden bahsettiği “Bir Başyapıt Kaça Mal Olur?” başlıklı yazısından
yararlanılabilir. Ona göre (2012a: 218-219), yazarın bedavadan kurduğu bir yaşantıdan
yararlanması roman türünü “ger­çekçi”, “burjuva kökenli”, “modern” ve “ucuz” kılmakta;
romansda ise her şeyin mizansen ve yeniden-kurma olması onun “fantastik”, “aristokrat”,
“aşırıgerçekçi” ve “çok pahalı” olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır. İyi bir izlenim
bırakmak isteyen yazarın ise harcamaları önemsememesi gerekmektedir.
Eco (2012a: 213-216), Roberto Leydi ve Giuseppe Trevisani tarafından 1963 yılında
gerçekleştirilen bir araştırmada bir yazarın, yazdığı her romanda kurguladığı yaşantıları
geliştirebilmek amacıyla yaptığı gerçek harcamaların nasıl hesaplabileceğinin ortaya
konulduğunu, hatta bu kişilerin konuyla ilgili üniversite bitirme tezlerinin yapılmasını
teşvik ettiklerini ileri sürer. Örneğin İspanya’da yük vagonlarında yapılan yolculuğun
kaçak olması, romanda geçen Cumhuriyetçilerin sağladığı yer-yiyecek olanağı gibi
nedenlerle, Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor isimli romanı, yazarın hiçbir otel
masrafı bile yapmadığı oldukça ucuza mal olmuş bir romandır. Vittorini’nin Fil adlı
romanının yazara maliyeti ise bir hamsi ve yarım kilo haşlanmış sebzedir. Buna karşılık
Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı romanı eserde geçen ve yüksek bir maliyet çıkaran
çiçekler, armağanlar, Balbec’teki asansörlü otel vb. unsurlardan dolayı pahalı bir yapıt
olarak nitelendirilmektedir.
Sonuç olarak, bir romanın içsel maliyetinin, görsel tasarım, kağıt, kapak, baskı
sayısı gibi diğer maliyetlerle birleşerek eserin fiyatını oluşturduğu; yazarın isminin taşıdığı
gücün ise fiyatı belirleyen bir başka unsur olarak değerlendirilebileceği söylenebilir.
Çünkü “yazarın ismiyle belli bir imaja kavuşan (bu) kitaplar, diğer kültü­rel metalarda
görüldüğü gibi, promosyonun katlamalı etkisi saye­sinde yayıncısına da, telif hakkı olan
yazarına da kazanç sağlamak­tadırlar” (Wernick, 1996: 266).
Ambalaj (Kitap Tasarımı)
Piyasa koşullarının hakimiyet kurduğu bugünün edebiyat alanında kitapların
biçimsel özellikleri de artık, tıpkı diğer mallar gibi tasarlanmakta ve kitap tasarımı
ayrı bir sektör haline gelmektedir. Nasıl bir malın tasarımı aynı zamanda bir iletişim
biçimi ise (Mucuk, 2007: 178) bir kitabın planı ve tasarımı da okuyucuyla iletişim
3 Örneğin Elif Şafak Aşk romanının çevirisi için çevirmen Yiğit Us’la çalışmasına rağmen, onun yaptığı çeviriyi
yeniden yazıp, “iki kat mesai” harcadığını belirtmektedir (elifsafak.com.tr, 09.04.2009).
Sayı 40 /Bahar 2015
194
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
kurmanın bir biçimi (Tek, 1990: 296) olarak değerlendirilebilir. Örneğin Elif Şafak’ın
Aşk romanının bölüm ayrımlarında dikkati çeken biçimsel farklılık her bölümün “B”
harfi ile başlamasıdır. Yazar bu farklılığı metne anlatımsal bir işlev yüklemek amacıyla
gerçekleştirdiğini “...B harfinin tasavvufta özel bir yeri var. Sırların toplandığı harf. Tek
bir harfte bütün bir kitap toplanıyor. Bundan ötesi okura kalmış” (Radikal Gazetesi,
06.03.2009) sözleriyle dile getirmektedir. Nitekim hem reklam hem de edebiyat, hitap
ettiği kültürün dilinden, imajlarından, değerlerinden ve mitlerinden yararlanmaktadır
(Dağtaş, 2009:50). Dolayısıyla kitapların aynı zamanda yazarı ve yayıncısı tarafından
tasarlanmış kültürel ürünler oldukları söylenebilir. Chartier’e (1998: 251) göre ise “basılı
metinler için, kitabın formatının, sayfa düzenini sağlayan tertibatların, metnin çeşitli
biçimlerde bölümlendirilmesinin, baskıyla ilgili kuralların ve ilkelerin “anlatımsal bir
işlevi” vardır ve metnin anlamının oluşumunu sağlarlar. Gerek yazar gerekse editör, belirli
bir kişinin niyetleriyle biçimlenen bu tertibatlar, kitabın alımlanışını belli bir denetim
altında tutmak, yorumunu denetlemek ve metnin niteliğini artırmak amacına yöneliktir.
Okuyucunun ya da dinleyicinin bilinçaltını bu biçimde yapılandırarak, yorumlama
işleminin temel dayanaklarını oluştururlar.”
Özetle tüm ürünlerde olduğu gibi kitaplarda da sunum/ambalaj, yani kitap
tasarımları giderek daha fazla önem kazanmaya başlamış ve “görselleştirilmiş kesme”,
“harfler”, “keli­meler” gibi iletişim düzenekleri ile kitaplar da “teknik model” biçimini
almıştır (McLuhan’dan akt.Baudrillard, 2008: 154). Bunun nedeni ise kültür endüstrisinin
içsel yapısında aranabilir. Çünkü bugün kitabın okuyucuya ulaşması, ne kadar çekici hale
getirildiği ile yakından ilişkili hâle gelmiştir (Özdem, 2012: 53) ve kültür endüstrisinde
“olay örgüleri ve ambalajlamayla verilen haz senedinin vadesi sürekli uzatılır” (Adorno
ve Horkheimer, 2010: 186). Ayrıca biçimsel özellikler okuyucuların da metinle ilgili
düşünceler ileri sürebilmelerini ve yeni kullanım biçimlerinin keşfedilmesini sağlamakta
(Chartier, 1998: 72), böylece metinlerin benimsenmesi süreci de metnin anlamını
doğrudan etkileyen bu somut biçimlere bağlı olmaktadır (Chartier, 1998: 251).
Hedef Kitle (Okuyucu)
Bugünün okuru, internetin ve yeni iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla
okuduklarını eleştirmekte, başkalarıyla paylaşmakta, onlara önermekte, okuma
tercihleriyle çok satanlar listesini belirlemekte kısacası gücünü giderek artırmaktadır.
Roman ya da öykü gibi türlerde ise tesadüfi olmayan “seçici” bir okur sözkonusudur (Akatlı,
2010: 264). Dolayısıyla edebi alanda artık tüketici konumundaki okurların isteklerini/
beklentilerini dikkate alan ve beğenilerini yönlendiren bir kitap pazarlamasından söz
etmek mümkündür.
Bununla birlikte tıpkı diğer ürünler gibi romanlar da okuyuculara (tüketicilere),
ihtiyaç duydukları duygu ve/veya deneyimleri yaşatarak yarar sağlayabilmekte ya da
haz verebilmektedir. Okuma pratiklerinde haz olgusunu Freud’un kuramıyla açıklayan
Eagleton (1990: 200-211), insanların şiir, roman ya da piyes okumalarını acıdan kaçma
ve zevk alma dürtüsüne bağlarken, hayal alemine sığınan sanatçının bu hayallerini
başkalarını ikna edecek biçimde (akt. Eagleton, 1990: 203) işleyip şekillendirebilme
gücüne sahip olduğunu, bu gücün ise okuyucuya “ön haz” ve “yasak bir zevk” verdiğini
195 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
ileri sürmektedir. Çünkü “markanın anlamı dışsal olarak kapitalist üretimin bir mitine
doğru genişletilebilirse, içsel olarak da tüketicinin ruhuna doğru genişletilebilir” (Wernick,
1996: 62) ve roman sanatında bireyin sadece sosyo-kültürel yanı değil, psikolojisi yani
iç dünyası da metinlere yansıtılmaktadır (Aydın, 2009:360). Bu bağlamda Demir Otay
vd.’nin (2011:114) okurların ruhsal ihtiyaçlarının, okudukları eserler ile giderildiğine,
kendi ilgi ve ihtiyaçlarının ön planda olduğuna, yazılan mistik edebiyat ürünlerinin
içerdiği mistik öğelerin ise pazarlama süreci ile bağdaştığına yönelik saptamaları, edebi
alanda ürün-üretici-pazar ilişkisini ortaya koyar niteliktedir. Dolayısıyla günümüz piyasa
koşullarında bir yazar romanını yazmaya başladığında, okuyucusunun tercihlerini ya da
beklentilerini de hesaba katabilmekte, diğer bir ifadeyle onun tüketilme olanaklarını da
gözönünde bulundurabilmektedir.
Yapılan başka araştırmalar da göstermektedir ki edebiyat duygusal ihtiyaçlara
cevap vermelidir (Ayyıldız vd.:12) ve “mutluluk”, “üzüntü”, “seçkinlik” gibi duygular
aracılığıyla yaratılan marka çağrışımlarının satışlar üzerindeki etkisi oldukça yüksektir
(Pelsmacker ve Quens’dan akt. Tosun, 2010: 91). Nitekim marka literatüründe marka
yaratmanın hedef kitle ile duygusal bağlar kurmakla yakından ilişkili olması (Dereli
ve Baykasoğlu, 2007: 200; Hearn, 2008: 497; Lindstrom, 2006: 116) ve bu bağların
bir markanın değerini belirlemesi (Ar’dan aktaran Şahin, 2007:46) vurgulanan temel
konular arasındadır. Bu noktada Orhan Pamuk Yeni Hayat adlı romanında “okurda duygu
üretmeyi amaçlayan ‘okurların teselli ihtiyacını karşılamayı bir kariyere dönüştüren
işbilir yazarlar’dan” (Pamuk’tan akt. Ecevit, 1996: 30) bahsetmektedir.
Diğer taraftan Bourdieu’nun tüketicilerin müzeye gitme, okuma gibi “yüksek
kültür pratikleri” ile tüketim tercihlerini ve beğenilerini sosyolojik bağlamda ele
aldığı Distinction adlı çalışmasında da belirttiği gibi kültürel mallara ilişkin beğeniler
“sınıfsal bir damga” niteliği taşımakta (akt.Featherstone, 2005: 148); romanların da dahil
olduğu yüksek kültür ürünleri ise giyim, yiyecek gibi diğer sıradan ürünlerin tüketim
biçimleriyle paralellik göstermektedir (Featherstone, 2005:44). Dolayısıyla okunan bir
romanın türünün, yazarının ya da konusunun tıpkı giyim tercihleri gibi okuyucunun
kişiliği ya da imajı hakkındaki algıları etkileyebileceği söylenebilir. Çünkü “bütün
zihinsel yapıtlar yöneldikleri okuyucunun imgesini kendilerinde taşırlar” (Sartre, 2011:
74) ve “okuyucuyu belirleyen şey, yazarın, dünyanın belli bir görünüşünü seçmesidir”
(Sartre, 2011: 145). Bu görüş doğrultusunda belirtilebilecek bir başka nokta ise, edebiyat
okuyucularının (tüketicilerinin) da kendi yazarlarını seçebilecekleri ve böylece okudukları
eserler/yazarlar aracılığıyla kendi kişisel marka bağlantılarını kurabilmeleridir.4 Çünkü
Baudrillard (2008: 133) da tüketim toplumunda kültürel içeriğin, tıpkı bir prestij öğesi
olarak tüketilen çamaşır makinesiyle aynı tarzda, yani “kodlanmış toplumsal statü öğesi
olarak” tüketildiğine dikkat çekmektedir. Bu saptama son yıllarda okuyucuların, tıpkı
marka ürünleri tercih etmeleri gibi, tanınmış yazarları okumaya yönelik tercihlerinde
de gözlemlenebilir. Dolayısıyla bugün bir tüketim nesnesine dönüşen ve satılabilirliği
4 Markalaşma sürecinde “kişisel marka bağlantısı”nı konu alan çalışmalarında Chaplin ve John , insanların
kendi benlik kavramlarını yaratmak ve böylece, “öz marka bağıntıları” olarak adlandırılan kişisel markalarının
bağlantılarını kurmak amacıyla, tüketici markalarını kullandıklarına dair yapılan bir araştırmadan söz etmekte
ve ayırt edici marka imajlarının çeşitliliğinin, yaygınlığının ve ulaşılabilirliğinin bu bağlantıyı kurmak için son
derece elverişli olduğunu savunmaktadırlar. Chaplin, Lan Nguyen and John, Deborah Roedder (June 2005), “The
Development of Self-Brand Connections in Children and Adolescents”, Journal of Consumer Research, Vol.32,
page 119-129
Sayı 40 /Bahar 2015
196
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
sadece edebi yaratım gücüne değil, tüketici (okuyucu) beklentilerine/ihtiyaçlarına,
dağıtım kanallarının yaygınlığına, tanıtım yazıları ve reklamlar ile tutundurulmasına
ve eserin kapağı başta olmak üzere görsel olarak tasarlanmasına bağlı olan romanlar,
hem şöhretli film yıldızları hem de popüler yazarların “yıldız gücüne” sahip oldukları
(Levin vd.,1997:180-181) varsayımı da göz önünde bulundurularak, yazarlarıyla birlikte
tanıtılmakta ve pazarlanmaktadır.
Tutundurma (Pazarlama İletişimi)
Tüketim toplumunda, tıpkı diğer mallarda olduğu gibi edebiyat tüketicisinin, diğer
bir deyişle okuyucunun beğenisini yönlendiren temel etmen pazarlama iletişim çalışmaları
olmakta, dolayısıyla okurun takip ettiği yazarlar ve bu yazarlara yönelik tutumu okuma
kültürünün bir parçası iken; kitap eklerinde, billboarlarda yer alan reklamlar, kitapçılar
ve kütüphaneler, kitabın baskı sayısı, kapağı (biçimsel özellikleri), başkası tarafından
tavsiye edilmesi vb. okuma sürecini belirleyen temel faktörler arasında yer almaktadır
(Ayyıldız vd.:1-2).
Yazarların yayınevleri tarafından tanıtılma ve pazarlanma çalışmalarının geçmişi
ise çok yeni değildir. Rojek (2003: 135), 1920’ler ve 30’larda yayınevlerinin F. Scott
Fitzgerald ve Hemingway gibi yazarları şöhretleştirmeye başladıklarını, “bunların
zamanın ruhunu [Zeitgeist] kişileştirirkenki görüntüleri(nin) ve tarzları(nın), kültürel
açıdan romanları kadar önemli” olduğunu ileri sürmektedir. Son on yılda yayınevleri
tarafından yürütülen pazarlama iletişim çalışmalarının, basılı ve görsel medya üzerinden
gerçekleştirilen söyleşilerin, haberlerin giderek artması bu durumun bugün de geçerliliğini
koruduğunun bir göstergesidir.
Adorno ve Horkheimer (2010: 215) tarafından “kültür endüstrisinin yaşam
iksiri” olarak nitelendirilen reklam, edebiyat gibi doğrudan ticari olmayan faaliyetler
için de uygulanabilmekte ve kültürel malların özü gereği “çifte promosyon” özelliği
taşımaları (Wernick, 1996: 274-275) romanların tanıtımını çok daha kolay ve etkin hale
getirebilmektedir. Çünkü Wernick’e göre,
Kültürel mallar, yalnızca kendi promosyonlarını yapma ihtiyacı ve kapasitesiyle
yüklenmiş olmak­la kalmazlar. Kârlılığı izleyici kitlelerini reklâmcılara satabilmeye bağlı
olan bir ticari araç tarafından dağıtıldıkları her yerde, izleyici kitlelerini program aralarına
soktukları reklâm materyallerine çekme fonksiyonu görme amacıyla da tasarlanmışlardır.
Basın ve yayın organlarında, enformasyon ile eğlence arıyı çeken çiçekler­dir. Bu anlamıyla
da basın ve yayın organlarının reklâm-dışı haber ve programların içeriği, semiyotik açıdan
bile, onlardaki reklâmların bir uzantısı sayılabilir (Wernick, 1996: 274-275).
Adorno ve Horkheimer’ın (2010: 217), kültür endüstrisini ele aldıkları yazılarında
belirttikleri gibi bugün nasıl hit bir şarkı aynı zamanda kendi melodisinin reklamı (radyotv) olabiliyorsa, gazete ve dergilerin “çok satanlar” sıralamasına giren romanları da
yazarlarının reklamı olarak yorumlanabilir. Gazetelerin hafta sonu ve kitap eklerinde
gözlemlenebileceği gibi yayımlanan kitap reklamları ile yazarları hakkında yapılan haber
ve söyleşilerin bileşiminin, Wernick’in (1996: 181) diğer kültürel mallar için sözünü
ettiği gibi, edebi ürünler için de kapsamlı bir promosyon niteliği taşıdığını söylemek
mümkündür. Bununla birlikte bir kitabın ya da yazarının tanıtılmasında sadece yapıtların
ya da yazarlarının içerdikleri haber değeri değil, yazar kimliği de bu değerin temel
197 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
kaynağı olabilmektedir. Nitekim Jessup (2010: 88-89), yazar statüsünün basının dikkatini
çektiğini, TV anlaşmalarının yolunu açtığını ve böylece şöhrete giden yolun anahtarı
olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Amerikan Başkanı John Kennedy’nin 1957’de
biyografi kategorisinde Pulitzer ödülünü aldığı Profiles in Courage onun seçimleri
kazanmasına yardımcı olmuştur. Yazarın/eserin tanıtımı sadece yüksek satış ve yüksek
kâr anlamında değil, tanınırlık ve saygınlık anlamında da önemlidir; çünkü Köprülü’nün
(2006: 84) ifade ettiği gibi bir eserin en az iki farklı tanıtım yazısında eleştirmenlerden
olumlu görüş almış olması, televizyonlardaki kitap tanıtım programlarında yer alması
kütüphanecilerin o eseri seçmeleri için belirleyici unsurlardır. Popüler romanlar ise zaten
belli bir okuyucu kitlesine ve reklam gücüne sahiptir (Sivas, 2005: 47).
Bununla birlikte edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş (2002:223), kitapların sunumu
ile tüketilmeleri için kullanılan reklam dilinde rastlantısal olmayan bir benzerliğe
dikkat çekmektedir. Ona göre yayınevlerince kaleme alınan kitap kapağı yazıları ya da
gazete ve dergi ilanlarında kullanılan ifadeler, görünüşte kullanım değerine işaret etse
de temelde değişim değerini hedeflemektedir. Zira “değişim değeri kullanım değerinin
paralı askeriyken sonunda savaşı kendi çıkarı için yürütür hale gelir” (Debord, 2012:
53). Bu noktada pazarlama faaliyeti olarak uygulanan stratejiler arasında yer alan “pazar
lideri olarak konumlandırma” stratejisinin, özellikle satış rakamlarına odaklanan edebiyat
piyasasında edebi ürünler için yaygın olarak kullanıldığını gözlemlemek mümkündür.
Türk edebiyat tarihinin en kısa sürede en çok satılan kitabı olarak bilinen Aşk romanının
“Edebiyatta Rekor Aşk 200 Bin Sattı” başlığıyla yayımlanan haberi (Hürriyet, 05.07.2009)
pazarda lider konumlandırmanın örneğini oluşturmaktadır. Habere göre Şafak Aşk romanı
ile Orhan Pamuk’un 120 bin satan Yeni Hayat romanını geride bırakmıştır. Yıldız’ın da
belirttiği gibi “daha çok görünür olan, kendisinden öncekileri devre dışı bırakmaktadır”
(Yıldız, 2013: 221).
Öte yandan kültür endüstrisinin üretim çarkı içinde sadece yayınevi değil artık
yazar da işin başında, yani yapıtın hikayesini oluşturma ve kurgulama aşamasında,
onun pazarlanma olanaklarını düşünebilmektedir. Çünkü “her yazı bir girişim” (Sartre,
2011: 42) ve her “kitap iletişim aracına bindirilmiş bir mesaj”dır (Pamuk’tan akt. Ecevit,
1996: 190). Bu bağlamda okuyucuyla yazar arasındaki, yapıt üzerinden gerçekleşen
bu iletişim sürecinde “gerçek ve kurmacanın iç içe geçirilmesi, günümüz edebiyat
anlayışının tipik bir örneğidir” (Dönmez, 2010 8 (1): 51). Bu durumun pazarlama
açısından bir fırsata dönüştürülmesini Dönmez, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi
adlı romanı ile örneklendirmekte ve gerçekle kurgunun paralelliğine dikkat çekmektedir.
Çünkü müze, tamamen romanda bahsi geçen kahramanlara ait olan ve onların etrafında
dönen olay örgülerini okuyucuya deneyimleten objeler, sesler ve görüntülü videolardan
oluşmaktadır. Ayrıca romanı satın alan okuyucular için kitabın son sayfasında yer alan
müze bileti, romanı okuyanları müzeye yönlendirirken müzeye gidenleri de kitabı satın
almaya teşvik etmekte; sonuç olarak romanın “kendi pazarlamasını yapan bir ürüne
dönüştüğü” bu uygulama, “gerçekle kurgunun, romanla reklamın iç içe geçtiği modern
edebi­yatın geniş sınırlarını alabildiğince sınayan bir yöntem” (Dönmez, 2010 8 (1): 55)
olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara ek olarak yazara ve yapıta dair kartpostal,
küpe (roman kahramanı Füsun’a ait), buzdolabı magneti gibi pek çok yan ürünün satışa
sunulduğu Müze Dükkanı’nın ve müze gelirlerinin tamamının yönlendirildiği yazar-
Sayı 40 /Bahar 2015
198
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
yayınevi ortaklığıyla kurulan Masumiyet Vakfı’nın yazarın “girişimci” yönünü yansıtttığı
söylenebilir. Yönetmen Demet Haselçin tarafından çekilen Masumiyet Müzesi belgeselinde
ise “dramatik kurguyu verebilmek için” roman kahramanı Kemal’in sesi kullanılmış
ve roman metni ışığında bazı efektlerden yararlanılmıştır (Hürriyet Pazar Keyif Eki,
06.05.2012). Görüldüğü gibi pazarlama iletişimine konu olan her ürün gibi romanlar
da kendi değerlerinden fazlasını ifade edebilmekte ve bir iletişim aracı olarak yazarın
okuyucusuyla önceden sadece metin üzerinden kurduğu ilişkinin sınırlarını aşmasını
sağlayabilmektedir. Üstelik bu sınır yazarın kitabı üzerinden elde edeceği gelirleri ya
da kazanacağı ünü artıracak biçimde hesaplanarak genişletilebilmektedir. Öyle ki “daha
Zanuck5 Azize Bernadette’in film haklarını satın almadan önce, yazar yapıtına, öyküye
ilgi gösterebilecek konsorsiyumlara yö­nelik bir reklam olarak bakmıştır” (Adorno ve
Horkheimer, 2010: 174). Dolayısıyla bir yapıtın yazılması ve okuyucuya sunulması
sürecinde gözlemlenebilen tüm bu içeriksel ve iletişimsel yenilikler, yazarın hem yapıtını
hem de kendisini, kişisel markalaşma ve pazarlama süreciyle son derece uyumlu bir
biçimde, diğerlerinden farklılaştırma çabasının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir.
Kitap fuarları, paneller, imza günleri ise yazar ve okuyucu arasındaki, kitap odaklı
iletişim ve etkileşimi artıran en etkili hakla ilişkiler faaliyetleridir. Böylece “yaratılan
etkinlik ile kişi marka kendini tanıtma, network oluşturma gibi amaçlarına ulaşabilir”
(Schawbel’den akt.Ergil, 2010: 87). Bunların dışında Mark Twain, Oscar Wilde gibi
yazarların geniş halk topluluklarına seslendikleri konuşmaları, yani “canlı temsiller”i de
çifte promosyon etkileri nedeniyle (Wernick, 1996: 177), yazarlar için yapıtını ve kendi
kendini pazarlamanın en etkin yollarındandır. Bu yolun açılması ise “bir yandan yazarların
star statüsünün mümkün olduğu kadar kendi yatırımını çıkaracak bir gösteri yaratmak üzere
paraya dönüştürülmesiyle; öbür yandan, aynı gösterinin, en son kitaplarının satışlarını
daha doğrudan tırmandıracak şekilde, kişiliklerinden bir kült oluşturma fırsatına sahip
edebiyat kahramanları yaratılmasıyla” (Wernick, 1996: 177) mümkündür.
Edebiyatta Güncel Pazarlama Stratejileri
Edebi alanda kişi markaların yaratılması ve yönetilmesi sürecinde öncelikli
olabilecek üç pazarlama stratejisinden bahsedilebilir: İlişki pazarlaması, ağızdan ağza
pazarlama ve internetten (online) pazarlama.
Kişisel bir ürün ve iletişim aracı olan edebiyat ürünleri, yazarın kendisini ifade
edebilmesine ve diğer insanlarla kelimeler aracılığıyla iletişim kurabilmesine olanak
tanıyan ortamlardan biridir (Önal, 2011: 18-180). Nitekim “Rus eleştirmen Mihail Bahtin
insanlar için deneyimi olanaklı kılan dilin esas itibariyle diyaloğa dayalı olduğunu
ileri sürmüştür” (Kern, 2005: 187). Bu noktada yazarların eleştirmenler, yayınevleri,
matbaacılar, medya ve diğer yazarlardan oluşan çevreleriyle, diğer bir ifadeyle dolaylı
ya da doğrudan pazarlama kanalına dahil olan paydaşlarla, hedef kitlelerine ulaşmak ve
bilinirlik sağlamak adına sürdürdükleri ya da sürdürmek zorunda oldukları diyaloğun
aynı zamanda ilişki pazarlamasının bir göstergesi olduğu ve Bourdieu’nun sözünü
5 Richard Darryl Zanuck Amerikalı bir film yapımcısıdır. http://tr.wikipedia.org/wiki/Richard_D._Zanuck , Erişim
Tarihi: 05.04.2012
199 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
ettiği “nesnel bağıntılar” alanındaki çıkar ilişkilerine dayandığı söylenebilir. Örneğin
Arslanoğlu (2007: 29-48), Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü kazanmadan önce
dünya çapında tanınmış bir yazar olmasını bu pazarlama yöntemine bağlamaktadır.
Ona göre, yazar Cevdet Bey ve Oğulları’ndan sonra, yapıtlarının daha fazla satması ve
tanınması için ilişkilerini önce edebiyat eleştirmenlerinden medyanın büyük yazarlarına,
genel yayın yönetmenlerine daha sonra da edebiyat sektörünün kalbi konumundaki
Amerika’ya ve oradaki ilişkilere kaydırmıştır.
Yazarların diğer yazarlarla ilişkisi ise eserlerinin ve kendilerinin pazarlanmasına
katkıda bulunabilmektedir. Bu ilişkinin önceleri dostluğa dayandığını belirten sanatçı
Zülfü Livaneli (Vatan Gazetesi, 02.09.2012) , hem ulusal hem de uluslararası alanda
beğendikleri bir yazarı tanıtmak için çaba harcayan bazı tanınmış yazarlara örnek
olarak şair Louis Aragon’u vermekte ve onun Cengiz Aytmatov’un Cemile ro­manı
için söylediği “Dünyanın en güzel aşk hikâye­si” cümlesinin, bu romanı bütün dünyada
üne kavuşturmaya yettiğini belirtmektedir. Ona göre Roger Callois, Yaşar Kemal ve
Borges’in de Fran­sa’da tanınmasına katkıda bulunmuş; Peyami Safa ise Fatih-Harbiye
(1931) romanını Nazım Hikmet’e ithaf etmiştir (Şafak, 2009: 75). Dolayısıyla, rekabete
karşı kişisel markalaşmanın henüz sözkonusu olmadığı yıllarda, bazı tanınmış yazarların
sevdikleri ve değer verdikleri diğer yazarların tanıtılması için bir nevi kültür aracısı işlevi
gördükleri ve özellikle yeni yazarların tanınmış yazarlarla kurdukları bu türden yakın
ilişkilerin tanınma ve tutunma sürecine katkıda bulunduğu söylenebilir.
Öte yandan kitaplar, yazarların okuyucularıyla, pazarlama diliyle ifade edecek
olursak, hedef kitleleriyle kurdukları ilişkinin ana metinleridir. Örneğin Orhan Pamuk
Beyaz Kale isimli romanını nasıl kaleme aldığını, bu süreçte karşılaştığı biçimsel ve
teknik sorunları nasıl çözdüğünü, hangi kitaplardan etkilendiğini, romanın 1986 yılındaki
baskısına eklediği “Beyaz Kale Üzerine” başlıklı metin aracılığıyla okuyucularıyla
paylaşmış ve onlarla sıradışı bir şekilde, roman sanatı ekseninde ilerleyen bir iletişim
gerçekleştirme çabasına girmiştir (Ecevit, 1996: 25). Benzer türde bir ilişkinin Elif Şafak’ın
ağzından Doğan Kitap tarafından yayımlanan gazete ilanında (Hürriyet, 28.12.2011:11)
yazarın okuyucularıyla kurmaya çalıştığı ilişkide gözlemleyebilmek mümkündür. İlan
metni şöyledir:
Sevgili Hikaye ve Hayal Dostu,
2012’nin eli kulağında. Yeni yılda hayatınıza ve kendinize dair “artık değiştirmem lazım”
dediğiniz şeyler var mı? Sizi, düşüncelerinizi Twitter’da “yeni yılda ben” etiketiyle benimle paylaşmaya
davet ediyorum. Böylece gelecek yılın ilk makalesini sizinle beraber kaleme alacağız. Köşemi sizden
gelen yorumlar eşliğinde yazacağım. Yeni yılda hayallere birlikte firar etmek dileğiyle... Elif Şafak
Yazarın bu ilişkiyi kurarken sosyal medya kanalı olan Twitter’ı araç olarak kullandığı
dikkate alındığında bu metin internetten pazarlama yöntemi olarak da değerlendirilebilir.
Çünkü “internetin interaktif (etkileşimli) olma özelliği mal ve hizmetlerin geliştirilmesi
sü­recinde tüketicinin daha etkili olmasına imkân vermektedir. Web üzerinden aktif ka­
tılım ve hızlı olarak gerçekleşen çift yönlü iletişim ile tüketici, daha mamulün dizay­
nından başlayarak geliştirme ve pazarlama sürecine katkıda bulunabilmektedir” (Mucuk,
2007: 253).
Sayı 40 /Bahar 2015
200
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
İnternetin zaman ve yer sınırlarını aşarak kullanıcılarına sunduğu olanaklar,
edebiyat alanında faaliyet gösteren yazarlar, editörler, yayıncılar ve diğer aktörler için
de bir fırsata ve iş alanına dönüşmüş durumdadır. Örneğin daha önce yayımlanan bir
kitaptan yapılan bir alıntı e-kitap olarak tekrar yayımlanabilmekte (Scott, 2011: 232), yeni
yazar adayları “Socialight” (egoistokur.com, 05.04.2012) uygulamasıyla sosyal medya
üzerinden (Facebook, MySpace vb.) romanlarında geçen konum ve mekânlarla ilgili yazı
ve fotoğrafları etiketleyerek takipçilerinin romanlarını görseller eşliğinde hayallerinde
canlandırabilmelerini sağlayabilmekte ya da giydikleri kıyafetten keyif aldıkları şeylere
kadar yarattıkları karekterlerle ilgili pek çok ayrıntıyı bu karekterler adına açtıkları
hesaplar aracılığıyla hedef kitleleriyle paylaşabilmektedirler. Ayrıca Orhan Veli Kanık,
Nazım Hikmet Ran, Özdemir Asaf gibi Türk şairlerinin yanı sıra, Canan Tan, İpek Ongun
gibi pek çok roman yazarının kendileri ya da hayranları tarafından açılmış Facebook ve/
veya Twitter hesapları bulunmakta, bu doğrultuda edebiyat -sosyal medya ilişkisi yazılı
basına da (Hürriyet Pazar Keyif, 26.05.2013) konu olabilmektedir.
Birkaç kişi tarafından yapılan bir işi çevrimiçi sosyal ağlar aracılığıyla bir grup insan
arasında paylaştırarak yaptırmak anlamına gelen “crowdsourcing” (crowd ve outsourcing
sözcüklerinin birleşimi) tekniği ise, Mark Levy’nin Accidental Genius: Using Writing to
Generate Your Best Ideas, Insight, and Content isimli son kitabında yararlandığı gibi, bir
ürünün, sözgelimi bir kitabın adını koymak için kullanılabilen bir tekniktir. Bu örnekte
Levy ve yayıncısı SurveyMonkey adında web tabanlı bir anket aracı kullanmışlar ve
kitabın ismini belirlemek için yazarın arkadaşlarının, hayranlarının ve meslektaşlarının
tercihlerini değerlendirmişlerdir (Scott, 2011: 156-157).
Diğer taraftan yayıncıların ve editörlerin, internet üzerinden pazarlamanın aktif
kullanıcıları olarak, yazarları da bu konuda eğittiklerini ve yapıtlarının tanıtımında
bizzat rol aldıklarını söylemek mümkündür. Çünkü artık dijital içerik ve sosyal medya
direktörleri yazarlara Facebook, Twitter, blog ve tanıtıcı video oluşturma gibi konularda
görsel eğitimler vermekte; editörler ise, www.avonromance.com gibi yayıncılar tarafından
oluşturulan siteler/bloglar üzerinden, yeni yayımlanan kitaplar hakkında sohbet ederek ve
hayranların oluşturduğu öykü serilerine katkıda bulunarak okuyucularla yakın iletişim
kurabilmektedirler (Publishers Weekly, 2010: 22). Twitter kullanan editörlerin ise
okuyucuların satınalma alışkanlıkları üzerinde olumlu etkileri bulunduğu vurgulanan
diğer konular arasındadır. Kentsel kurgudan askeri bilimkurguya kadar bir dizi gizemli
romanın düzenlemesini yaptığı belirtilen, ‘Artık Okuyabileceğiniz Kitaplarım’ adı altında
‘tweet’ler atan ve farklı türlerden pek çok takipçisi bulunan Anne Sowards (Berkley/
NAL Yayınevi) ile Elizabeth Hoyt hayranları için yazarın yeni çıkacak romanından
bazı bölümler ‘tweet’leyerek içerden biri olarak görüşlerini paylaşan Amy Pierpoint
(Grand Central Yayınevi) bu konuda örnek gösterilen genel yayın yönetmeni ve editörler
arasındadır. Aşk hikayesi yazarları ve yayıncılarının ise, okuyucularıyla hızlı, güçlü bir
bağ ve uzun süreli bir ilişki kurabilmek için sosyal medyanın gücünden yararlanan ilk
kişiler oldukları belirtilmektedir (Publishers Weekly, 2010: 22).
Ağızdan ağıza pazarlama ise kitap, müzik, film gibi ürünlerde, özellikle edebiyat
eserlerinde sıklıkla gözlemlenen bir pazarlama stratejisidir. Silverman’a göre (2007: 4549) bu yöntem bir deneyim iletim mekanizması olması ve güvenilirliği nedeniyle güçlü
201 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
ve olumlu bir silah niteliği taşımakta; ancak insanların olumsuz yaşadıkları deneyimleri
aktarmaya daha çok meyilli olmalarından dolayı yıkıcı da olabilmektedir. Kathryn
Stockett’ın Duyguların Rengi romanının gazete reklam metninde yer alan “Bir fısıltıyla
başlayıp bütün dünyada kulaktan kulağa, elden ele, yürekten yüreğe yayılan bu muhteşem
romanı herkese anlatmak isteyeceksiniz”6 ifadesi ağızdan ağıza pazarlamanın gücünün
edebiyat alanındaki kullanımına örnek olarak gösterilebilir.
Yazarın Markalaşma Sürecindeki Araçlar ve Aracılar
Kişisel markalaşma sürecinde, özellikle görünür olmak ve şöhret kazanmak için
kaçınılmaz olan kültür aracıları, kitle iletişim araçları ve fotoğraf, bir yazarın markalaşması
sürecinde ve Wernick’in (1996: 170) belirttiği gibi kültür sanayiinin kendi promosyonuna
ilişkin faaliyetlerinde önemli bir işleve sahiptir. Örneğin Cumhuriyet tarihinin en önemli
yayınları arasında sayılan Resimli Ay dergisinin Nazım Hikmet’i meşhur eden ve asıl
çıkışını Hamdullah Suphi, Yakup Kadri gibi tanınmış yazarların yazı dizileriyle yapan bir
dergi (Milliyet Cadde, 15.04.2013) olduğu ileri sürülmektedir.
Kültür aracılarını “ölümsüzlük arayıcılarının” (örneğin yazarların) “kiralanmış
alkışçıları” olarak nitelendiren Bauman’ın (2012: 108-109) bu olumsuz yaklaşımına
karşın, edebiyat ve gösteri dünyasındaki yayınevi, editör, reklamcı, fotoğrafçı, çizer gibi
kültür aracılarının sayılarının ve etkinliklerinin giderek arttığını ve tüm bunların yanısıra
edebiyat etkinlikleri organize eden, yazarların telif haklarını koruyan ve tanıtımlarını
üstlenen ajansların ve edebiyat ajanlarının da giderek yaygınlaştığını gözlemlenmek
mümkündür. Ancak kişisel markalaşma bağlamında daha da dikkat çekici olan gelişme
Türk yazarların da bu kişi ve kurumlarla çalışmaya gönüllü olmalarıdır. Örneğin Ayşe
Kulin, Ahmet Ümit, Buket Uzuner, İnci Aral, Perihan Mağden, Tuna Kiremitçi gibi
şöhretli roman yazarlarının edebiyat ajanları ya da ajanslarla çalıştığı, telif haklarını ve
diğer kurumlarla ilişkilerini bu kişi ya da ajanslar aracılığıyla yürüttükleri görülmektedir.7
Nitekim Ömer Türkeş’in Türk edebiyatındaki değişimlerin yaşandığını vurguladığı
2000’li yıllar, telif hakkı ajansları, edebiyat ajanları, reklam ajansları vb. kültür
aracılarının, yazarların markalaşma sürecine katkıda bulunmaya başladıkları, diğer bir
ifadeyle profesyonel destek sağlayarak farklılaşmalarını sağladıkları yıllardır.
Aydınlanma’nın ilk aşamalarından romantik döneme geçildiğinde, sahip oldukları
ayrıcalıklı bilgilerle edebi alanda ayrı bir yere sahip olan ve uzman sıfatı kazanan
eleştirmenler (Jusdanis, 1998: 151) arasında kimilerinin ise bugün edebiyat sahnesine
çıkarılan şöhretli yazarların ve yapıtlarının promosyonunu yapan birer kültür aracısı
6 Kitap ilanı, 21.01.2012 tarihli HaberTürk Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
7 Gazeteci Ayşe Arman kendisini edebiyat ajanı olarak tanıtan Barbaros Altuğ ile, “Yaşasın Kötülük” başlığıyla
02.02.2013 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan bir röportaj yapmıştır. Altuğ, röportajda Ayşe Kulin,
Ahmet Altan, Buket Uzuner, Canan Tan gibi yazarlarla çalıştığını belirtirmektedir. Telif hakkı ajansı olarak hizmet
veren Kalem Ajans’ın internet sitesinde de “Yazarlarımız” başlığı altında Ahmet Ümit, İnci Aral, Tuna Kiremitçi
gibi pek çok tanınmış roman yazarına rastlanmaktadır.
http://www.kalemagency.com/KLM02_yazarlarimiz.htm Erişim: 10.02.2013.
Hande Altaylı ise, Kahperengi isimli romanı için yapılan söyleşide, kitabının başarısının, yaptığı tanıtım çalışmaları
sebebiyle, kendisinden çok Kalem Ajans sahibi Nermin Mollaoğlu’na ait olduğunu söylemektedir (HaberTürk,
“Plajda, tuvalette, hatta sinemada bile okuyabilirler”, Elif Key, 29.04.2012, S.8-9).
Sayı 40 /Bahar 2015
202
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
oldukları söylenebilir. Wernick (1997: 172) bu durumu, “en önyargılı eleştirmen­ler
bile tüketici uzmanı rolünü oynarlar; bir aktörü, romancıyı ya da idol olması muhtemel
bir şarkıcıyı eleştirmek, daha değerli sayı­lan şeylerin promosyonunu yapmanın öteki
yüzünden başka bir şey değildir” sözleriyle özetlemektedir. Sonuç olarak “daha önce
sanatçı ve yazarların koruyuculuğunu yapan aristokrasinin incelikli egemenliğinden
yayıncının ve pazarın katı kurallarına geçiş, o ana dek süren edebi ilişkilerin değişiminde
‘devrimci’ bir rol oynar” (Türkeş, 1999: 43).
Kitle iletişim araçları ve medyanın8 edebiyatı keşfetmesinin tarihi ise oldukça
eskilere dayanmaktadır. Örneğin Yunanistan’da roman ya da şiir derlemelerinin
gazetelerdeki tanıtımlarının 1820’lerden sonra yapıldığını belirten Jusdanis (1998:
189-190), bu duyurularda yazar hakkında yazılan sansasyonel sözlere dikkat çekmekte
ve edebiyatın oluşumunda dergilerin üstlendikleri başat role değinmektedir. Kuşkusuz
kültür endüstrisinin geldiği bugünkü noktada yazarların ve eserlerinin pazarlanması ve
tanıtılması televizyon, radyo, internet ve sosyal medyayı da kapsayan çok daha geniş
bir mecrada gerçekleşmektedir. Eliade (1993: 170) önemli kişilerin kitle iletişim araçları
aracılığıyla yaratılan imajlarının, modern toplumların başarı saplantısının bir sonucu
olarak mitleştirilmelerinin ya da kahramanlaştırılmalarının, Lloyd Warner’ın, The Living
and the Dead romanındaki Yankee City’li siyaset­çi Biggy Muldoon9 örneğinde olduğu
gibi romanlara da konu olabildiğini belirtmektedir. Son yıllarda ise romanların yaratıcıları,
medya tarafından her geçen gün daha fazla “vitrine” çıkarılmakta ve özellikle “popüler
edebiyat” medya tarafından desteklenmektedir (Gümüş, 2012: 50).
Son olarak fotoğraf, bir yazarın markalaşma sürecindeki en etkili araçlar arasında yer
alır. Chartier en önemli imaj yaratma araçlarından olan fotoğrafın yayıncılıkta kullanımının
16 yy.’da yaygınlaştığını (Mortimer’den akt. Chartier, 1998: 243); ancak yazarların
elyazması eserlerde yazarlarken resmedilmelerinin 14. ve 15. yy. minyatürlerinde
görüldüğünü ileri sürmektedir. Ona göre “resim, ister yazara (ya da çevirmene) sanatıyla
ilgili gerçek ya da simgesel özellikler yüklesin, ister onu bir Antikçağ kahramanı gibi
kahramanlaştırsın ya da ‘yaşarken’ doğal haliyle görüntülesin, işlevi aynıydı: Yazıyı,
eserin hakiki olmasını sağlayan bireyin bir ifadesi olarak kabul etmek”(Chartier, 1998:
243).
Baudelaire, George Sand, Dickens, Walt Whitman Tennyson, Oscar Wilde, Ernest
Hemingway, Truman Capote gibi yazarlar ise edebiyatta fotoğrafın gücünü kullanan
19.ve 20.yy yazarları arasında gösterilmektedirler (Rojek, 2003: 135-136). Örneğin Oscar
Wilde’ın 1882 yılında Amerika’da “Estetik Hareket” konusunda yaptığı konuşmanın
popülerliğinin esas nedeni, Napoléon Sarony tarafından çekilen sahne fotoğrafları
iken; Ernest Hemingway’in 1920’lerin sonu ile 1930’lu yıllarda elde ettiği başarısının
8 Gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon vb. gün geçtikçe çeşitlenen iletişim araçları kastedilmektedir. Bu araçlar
yazarlara ve yapıtlarına ilişkin yayınladıkları haber ve/veya yazılarla, yazarların markalaşma sürecine katkıda
bulunmaktadırlar.
9 Romanın baş karekteri Biggy Muldoon ilk önce basın ve radyo tarafından Hill Street aristokrasisine çarpıcı
bir biçimde karşı çıkması nedeniyle “yarı tanrı” görünümü verilerek “ulusal kahraman” ilan edilmiş; daha sonra
halkın onun bu görüntülerinden bıkması ile birlikte bu kez “kokuşmuş bir siyasetçi”olarak lanse edilmiştir. Yazar
(L.Warner) ise gerçek Biggy’nin yaratılan her iki görünümden de farklı olduğunu ve asıl meselenin “kendini bir
görünüme uydu­rup öbür görünümü yok etmek amacıyla davranışını değiştirmek zorunda kalmış olması” olarak
ifade etmektedir (Greeley’den akt. Eliade, 1993: 170).
203 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
ve romanlarının çekiciliğinin kaynağı, Helen Breaker tarafından çekilen ve onu “bir
film yıldızı gibi” gösteren “gözalıcı” fotoğraflarıdır. Truman Capote’nin 1948 yılında
yayımlanan ilk romanı Other Voices, Other Rooms’un cildi üzerindeki kitap kabında
yer alan ve Ha­rold Harma tarafından çekilen fotoğrafı10 ise hem kitapla ilgili gazete ve
dergi eleştiriyle birlikte yayımlanmış hem de yayınevi olan Random House’un kitapevi
vitrinleri için hazırlattığı “İşte Truman Capote” başlıklı reklamlarında kullanılmıştır
(Rojek, 2003: 136).
Bununla birlikte Bayraktaroğlu (2009: 167) edebiyat sektöründe giderek yaygınlaştığı
gözlemlenebilen reklam fotoğrafçılığının bir amacının da, çekim açısı, ışık gibi unsurlarla
oynanarak, imaj yaratmak ve fotoğrafı çekilen ürün ya da kişiyi daha “cazip” ya da “çekici”
hale getirmek olduğunu söylemektedir. Örneğin Türk roman yazarlarından Elif Şafak’ın
bazı romanlarının iç kapaklarında yazarın portre ağırlıklı fotoğrafları yayımlanmakta,
yazarın erkek kılığındaki fotoğrafının yer aldığı İskender romanının kapağına ilişkin
çekim ayrıntılarının ise yazılı basına yansıdığı gözlemlenmektedir (Habertürk.com,
08.08.2011). Nitekim Daumier, Monet, Millet, Corot, Doré, Guys ve Baudelaire gibi
isimlerin portrelerini çeken 19.yy fotoğrafçılarından Gaspard- Félix Tournachon’ın
(1849’dan sonra Nadar ismiyle tanınmıştır), “şöhretlerin kamuya gösteriliş biçiminde bir
şablon” oluşturduğuna değinen Rojek’e göre “portre fotoğrafçılı­ğı, şöhreti sahnelemek
için yepyeni olanaklar sunuyordu” (2003: 132).
Sonuç
Bu çalışmada ürün ve hizmetler için uygulanan pazarlama ilke ve stratejilerinin
kişi markalara ve dolayısıyla edebiyat–pazarlama ilişkisi bağlamında tanınmış yazarlara
da uyarlanabileceği fikri tartışılmıştır. Çünkü pazarlanabilen herşey aynı zamanda
markalaşabilme potansiyeline de sahiptir. Nitekim kültür endüstrisinde sadece kitapların
değil yazarların da, film yıldızları ya da pop şarkıcıları gibi pazarlamaya elverişli cazibe
kaynakları haline getirildiği görülmektedir.
Edebiyat ürünlerinin artık sadece edebi değer değil aynı zamanda ekonomik bir
değer taşıması ise, edebiyatı ister istemez pazarlama disiplininin içine kaydırmış ve
pazarlama iletişim çalışmalarını gerekli kılmıştır. Bu doğrultuda yayıncılığın, özellikle
roman türünde, seri üretim ve seri pazarlamayı gerektiren bir iş kolu haline geldiği
söylenebilir. Dolayısıyla farklılaşmanın ve rekabette üstünlüğün kutsandığı ekonomik ve
toplumsal yapı içinde bir yazarın kitabının (ürününün) pazarlama iletişim faaliyetleriyle
aynı türdeki diğer kitaplardan farklılaşması ve okuyucu nezdinde farkındalık yaratılarak
geniş bir okur kitlesine “çok satan roman yazarı” (best selling fiction author) sıfatıyla
ulaşması “marka” olarak tanımlanmasının işaretleri olarak yorumlanabilir. Zira kültür
endüstrisinin içsel yapısı içinde artık bir yazardan sadece edebi değer üretmesi değil
isminin marka değeri taşıması da beklenmektedir.
Diğer taraftan “imajlar alıp imajlar sattığımız” gösteri toplumunda11, bir romancının
10 http://www.aaabooks.com/detail.php?item_number=8866 Authors And Artists Books, Erişim: 31.07.2013
11 Yazar “gösteri toplumu” ifadesiyle Guy Debord’a, “imajlar alıp imajlar satıyoruz” ifadesiyle ise Jean
Baudrillard’a gönderme yapmaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
204
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
ya da bir ressamın “hangi imajları ürettiği/yeniden ürettiği” son derece önemlidir ve içinde
yaşadığımız “bu dünya, kapitalizmin (‘egemen sermayenin’), dünya­nın geri kalanını
kendi birikim gereksinimlerine göre siyasi, ekonomik ve en az bunlar kadar önemli olan
kültürel düzey­de yeniden şekillendirmekte (küreselleştirmekte) olduğu bir dünyadır”
(Yıldızoğlu, 2007: 21). Bu noktada Bourdieu, “edebi ya da sanatsal alanın içinde
yürütülen mücadele­lerde önemli konulardan biri(nin), alanın sınırlarının, yani ‘müca­
deleye katılma konusunda meşru hak sahibi olan insan topluluğu­nun tanımı’ olduğuna”
(aktaran Bauman, 2011: 254) dikkat çekmektedir.
Edebiyat-pazarlama ilişkisi çerçevesinden bakıldığında ise, bir eserin üretilmesinden,
yayımlanmasına, dağıtımından, tutundurulmasına kadar geçen süreçte yazarla birlikte,
yayıncıların, matbaacıların, editörlerin, eleştirmenlerin ve medyanın Bourdieu’nun işaret
ettiği bu mücadele alanı içerisinde yer aldıkları rahatlıkla gözlemlenebilir. Nitekim
Jusdanis (1998: 183), edebi üretimin fiili çalışma alanında yer alan ve eserlerini bir dizi
uzlaşıma göre oluşturan yazarların, farklı roller üstlenen bu meşru aktörlerle giriştikleri
işbirliği neticesinde, dağıtım kanalı yoluyla ekonomiye dahil olduklarını ve diğer
bireylerin de bu sisteme dahil olmak için birbirleriyle yarıştıklarını savunmaktadır.
Yazarların hangi siyasal görüşe sahip olurlarsa olsunlar hem Türkiye’de hem de
uluslararası alanda “başarılı” olabilmeleri için serbest piyasa koşullarını dikkate almaları
(Bali’den akt. Ateş, 2007: 95) vurgulanan bir diğer noktadır. Bu bağlamda Gündoğdu
(Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, 2012:13), Türkiye’de de edebiyat pazarını harekete geçiren
kâr odaklı kapitalist düzende pek çok yazarın star sistemine dahil olduğunu ileri sürer.
Ona göre Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Orhan Pamuk, Latife Tekin, 1970’lerin
ve 80’lerin Türkiye’sinin star yazarları olarak yayın pazarında rekabeti yaşayan edebi
şöhretlerin ilk temsilcileridirler. Son yıllarda ise çok satabilmek edebiyat piyasasında
ayakta kalabilmenin ve yükselebilmenin tek koşulu haline gelmiştir.
Sonuç olarak toplumcu paradigmanın tersine bireyselliğin yükselişine, farklılaşma
temelinde yükselen ekonomik, sosyolojik, psikolojik gereksinimlere ve piyasa koşullarına
bağlı olarak, hemen her mesleki alanda yapılabilecek pazarlamaya ve kişisel markalaşmaya
ilişkin tartışmalar edebi alana da konu olmuştur. Rekabetin, ürün ve hizmetlerin ötesinde
kişiler düzeyinde de giderek artması ve şöhretin toplumsal düzeyde çok daha arzulanan
bir olgu haline gelmesiyle birlikte, pazarlama ve kişisel markalaşmaya ilişkin yakın tarihli
benzer bilimsel araştırmaların (Ergil, 2010; Yaman, 2012) farklı alanlarda çeşitlenerek
artacağını söylemek mümkündür.
Kaynaklar
Adorno, W. Thedor ve Horkheimer, Max (2010), Aydınlanmanın Diyalektiği,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul.
Ak, Mehmet (2011), Marka Yönetimi ve İmaj, Hayykitap, İstanbul
Akatlı, Füsun (2010), Kırmızı Gagalı Pelikan, Kırmızı Yayınları, istanbul
Akkoyunlu, Erdinç (2012), “Popüler Edebiyatı Tartışmak”, Notos Edebiyat Dergisi,
Sayı: 34, S.46-47, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul
205 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
Arslanoğlu, Kaan ve ark.(2007), 5.Sanattan 5. Kola: Orhan Pamuk, İthaki Yayınları,
İstanbul
Ateş, Nihat (2007), 5. Sanattan 5.Kola: Orhan Pamuk, İthaki, İstanbul.
Aydın, Ertuğrul, “Edebiyat-Sosyoloji İlişkisinde Sosyolojik Kaynak ve Ölçütler”,
Tukish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of
Turkish or Turkic, Vol.4/1-I Winter 2009
Baudrillard, Jean (2008), Tüketim Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Bauman, Zygmunt (2011), Bireyselleşmiş Toplum, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Bauman, Zygmunt (2012), Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri,
Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Bayraktaroğlu, M.Ali (2009), Reklamcılık Bakmak ve Görmek, Derleyen:Derya
Tellan, ÜtopyaYayınevi, Ankara
Bourdieu, Pierre (2006), Pratik Nedenler, Hil Yayın, İstanbul
Chartier, Roger (1998), Yeniden Geçmiş/Tarih Yazılı Kültür, Toplum, Dost Kitabevi,
Ankara
Close G. Angeline, Moulard Guidry Lulie, Monroe B.Kent (2011), “Establishing
Human Brands: Determinants of Placement Success for First Faculty Positions in
Marketing”, J. of the Acad. Marketing Science, 39:922-941
Dağtaş, Banu (2009), Reklamcılık Bakmak ve Görmek, Derleyen: Derya Tellan,
ÜtopyaYayınevi, Ankara
Debord, Guy (2012), Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Demir Otay, Filiz (2011), Mistik Pazarlama-Efsaneler, Batıl İnançlar ve Spiritüelliğin
Pazarlama İletişimindeki Rolü (Derleme), Mediacat, İstanbul
Dereli, Türkay ve Baykasoğlu, Adil (2007), Toplam Marka Yönetimi, Hayat
Yayıncılık, İstanbul
Dönmez, İbrahim Hakan 2010.8(1), “Orhan Pamuk Romanlarında Hedef Kitle
Kaygısı”, Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi, Halkla İlişkiler Özel Sayısı,
Ankara
Eagleton, Terry (1990), Edebiyat Kuramı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Eco, Umberto (2012a), Günlük Yaşamdan Sanata, Can Yayınları, İstanbul
Eco, Umberto (2012b), “Efsane Yaratma Sanatı”, Notos Edebiyat Dergisi, Sayı: 34,
S.38-39, İngilizce’den çeviren Z.Heyzen Ateş, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul
Ecevit, Yıldız (1996), Orhan Pamuk’u Okumak, Gerçek yayınevi, İstanbul
Eliade, Mircea (1993), Mitlerin Özellikleri, Simavi Yayınları, İstanbul
Sayı 40 /Bahar 2015
206
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
Ergil, Nedim (2010), “Kişi Marka Yaratma Süreci ve Türkiye’deki Tiyatro
Sanatçılarına Yönelik Bir Pilot Çalışma”, Marmara Üniveristesi Sosoyal Bil. Ens.İşletme
Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Featherstone, Mike (2005), Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul
Gall, Dan (2010), “Librarian Like a Rock Star: Using Your Personal Brand to
Promote your Services and Reach Distant Users”, University of Iowa. USA, Journal of
Library Administration, 50:628-637
Gündoğdu, Cengiz, Aydınlık Gazetesi Kitap Eki, “’Estetik Kalkışma’, Çöküşe
Karşı Bir Kalkışmadır”, 2.11.2012, S.12-13
Gümüş, Semih, (2012), “Edebiyatın Derinliği ve Yüzeyselliği”, Notos Edebiyat
Dergisi, Sayı: 34, S.48-50 Notos Kitap Yayınevi, İstanbul
Gürbilek, Nurdan (2011), Vitrinde Yaşamak, Metis, İstanbul
Hearn, Alison (2008), “Insecure:Narratives and Economies of the Branded Self in
Transformation Television”, Journal of Media & Culturel Studies, Vol.22, No.4, 495-504
Jessup, Jay and Maggie (2010), Fame 101 Powerful Personal Branding & Publicity
for Amazing Success, Sutton Hart Press, Washington, USA
Jusdanis, Gregory (1998), Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür, Metis Yayınları,
İstanbul
Kern, Stephen (2005), Nedenselliğin Kültürel Tarihi, Metis Yayınları, İstanbul
Kotler, Philip (2006), Soru ve Cevaplarla Günümüzde Pazarlamanın Temelleri,
Optimist Yayınları, İstanbul
Köprülü, Dilek, “Halk Kütüphanelerinde Koleksiyon Seçimi”, Bilgi Dünyası 2006,
7(1):77- 88
Levin M. Aron, Levin P.Irwin, Heath Edward C. , “Movie Stars and Authors As
Brand Names: Measuring Brand Equity In Experiential Products”, Advances in Consumer
Research Volume 24, 1997 Pages 175-181
Lindstrom, Martin (2006), Duyular ve Marka, Optimist Yayınları, İstanbul
Marx, Karl ve Engels Friedrich (2001), Sanat ve Edebiyat Üzerine, Birikim
Yayınları, İstanbul
Mucuk, İsmet, Pazarlama İlkeleri, Türkmen Kitabevi, 2007, İstanbul
Önal, Mehmet (2011), Edebiyat ve İletişim, Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara
207 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Belma Canbay
Özdem, Özkan (2012), Pegasus Yayınları Editörü, “Yayıncılar Ne Diyor?”, Notos
Edebiyat Dergisi, Sayı: 34, S.53, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul
Publishers Weekly, “Paranormal Romance, Branding and Promotion” 2010-Style,
24 May 2010, page: 22
Rampersad, K. Hubert (2009), Authentic Personal Branding, Information Age
Publishing, INC., USA
Rojek, Chris (2003), Şöhret, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Sartre, Jean Paul (2011), Edebiyat Nedir?, Can Sanat Yayınları, İstanbul
Scott, David Meerman (2011), Gerçek-Zamanlı Pazarlama ve Halkla İlişkiler,
Mediacat, İstanbul
Shepherd, D. Ifan (2005), “From Cattle and Coke to Charlie: Meeting the Challenge
of Self Marketing and Personal Branding”, Journal of Marketing, 21, 589-606
Silverman, George (2007), Ağızdan Ağıza Pazarlama WOMM’un 28 Sırrı,
Mediacat, İstanbul
Sivas Âlâ, “Popüler Roman Popüler Sinema İlişkisi Çerçevesinde Bir Uyarlama
Örneği: Bridget Jones’un Günlüğü”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Yıl:4 Sayı:7 Bahar 2005/1 s.41-58
Şafak, Ahmet (2009), Şöhret Sanatı Öldürdü Cinayeti Ben Gördüm, Avrupa Yakası
Yayınları, İstanbul
Şahin, Özgegül (2007) “Marka Sadakatini Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi Ve
Tüketiciler Üzerinde Bir Uygulama”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İşletme Anabilim Dalı Y.Lisans Tezi, Adana
Tek, Ömer Baybars (1990), Pazarlama ilkeler ve Uygulamalar, Enkare Bilgisayar
Sistem Grafik, İzmir
Tek, Ömer Baybars (2006), Pazarlamada Değer Yaratmak/Pazarlamada Değer Çağı
Türkiye’de Değer Pazarlaması, Hayat Yayıncılık, İstanbul
Tosun, Nurhan Babür (2010), İletişim Temelli Marka Yönetimi, Beta Basım A.Ş,
İstanbul
Türkeş, Ömer, “Edebiyat Alanında Otoritenin Yükselişi”, Birikim Aylık Sosyalist
Kültür Dergisi, Kasım 1999, Sayı: 127, S.39-45, Birikim Yayıncılık, İstanbul
(Derginin baskısının tükenmesi nedeniyle yazı yazardan temin edilmiştir.)
Türkeş, Ömer, “Şık Vitrinler, Renkli Kapaklar, Yeni İçerikler”, Birikim Aylık
Sosyalist Kültür Dergisi, Aralık 2001-Ocak 2002, Sayı: 152/153, Birikim Yayıncılık,
İstanbul
Yaman, Fikret (2012), “Toplumda Kişisel Marka Olmak: Türkiye’nin Kişisel
Markaları”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, S. 182- 197.
Sayı 40 /Bahar 2015
208
Edebiyatta Pazarlama ve Kişisel Markalaşma
Yıldız, Nuran (2013), Aşk Yüzyılı Bitti, Doğan Kitap, İstanbul
Yıldızoğlu, Ergin (2007), 5. Sanattan 5.Kola: Orhan Pamuk, İthaki, İstanbul.
Wernick, Andrew (1994), Promosyon Kültürü, Bilim ve Sanat Yayınları, İstanbul
İnternet kaynakları:
Egoistokur.com, http://egoistokur.com/gelecegin-paul-austeri-twitterdan-cikacak/
Erişim Tarihi: 05.04.2012
Habertürk.com, “İşte Elif Şafak’ın ‘erkek’ halleri”, 08.08.2011 http://www.
haberturk.com/kultur-sanat/haber/656415-iste-elif-safakin-erkek-halleri-galeri , Erişim
tarihi: 11.04.2012
Hürriyet, “Edebiyatta rekor Aşk 200 bin sattı”, 05.07.2009, http://www.hurriyet.
com.tr/gundem/12006481.asp, Erişim tarihi: 11.04.2012
Hürriyet Pazar Keyif Eki, “Herkes Bilsin Çok Mutlu Çalıştım”, Çağlayan Çevik,
06.05.2012, S.10-11
Hürriyet Pazar Keyif Eki, “Twitter’da Edebiyat Böyle Oluyor”, 26.05.2013, S. 16
Hürriyet Kelebek gazete ilanı “Sevgili Hikaye ve Hayal Dostu”, 28.12.2011, S.11
Milliyet Cadde, 15.04.2013 , “Nazım Hikmet’i Meşhur Eden Dergi”, http://cadde.
milliyet.com.tr/2013/04/15/HaberDetay/1693551/N%C3%A2zim_Hikmet_i_meshur_
eden_dergi , Erişim Tarihi: 31.07.2013
Radikal Gazetesi, http://www.radikal.com.tr/kitap/turkiyede_inanci_konusmak_
cok_zor_-924722, 06.03.2009, Efnan Atmaca, Radikal Gazetesi, Erişim Tarihi: 02.03.2012
http://www.elifsafak.com.tr/images/yazilanlar/2009/nisan09/radikal_nisan_09/
index.html , Radikal Gazetesi, 09.04.2009, Çiğdem Öztürk
Vatan Gazetesi, Zülfü Livaneli “Kitap Sevmeyen Yayıncı”, 02.09.2012, S.5
209 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri:
Eskişehirspor Örneği
The Change in the News Practices with the Industrial Football: Eskişehirspor Case
Banu DAĞTAŞ, Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, [email protected]
Mehmet Emir YILDIZ, Yüksek Lisans Öğrencisi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Endüstriyel Futbol,
Spor Muhabirliği,
Eskişehirspor,
Türkiye Süper Ligi,
Yerel Basın.
Bu çalışmada, 2008 yılında Türkiye Süper Ligi’ne çıkan Eskişehirspor’la ilgili
haber yapan spor muhabirlerinin, değişen haber pratikleri araştırılmıştır. Eskişehirspor’un
Süper Lig’e çıkışı, endüstriyel futbolun dinamikleriyle birlikte kavramsallaştırılmış ve bu
nedenle, endüstriyel futbolla ilgili literatür incelenmiştir. Çalışmanın amacı doğrultusunda;
hem Eskişehirspor’un Süper Lig öncesi dönemindede, hem de Süper Lig sonrası döneminde
muhabirlik yapan, altı gazeteciyle, yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşme yapılmıştır.
Yapılan görüşmelerin doğrultusunda elde edilen veriler şu temalar altında toplanmıştır:
Kulüple ilişkiler; mesleki koşullar (maddi-manevi koşullar, maç takibi koşulları, meslekiçi ilişkiler); haber içerikleri; haber kaynakları ve kulüp taraftarlığı. Kulüp taraftarlığı
dışındaki tüm temalarla ilgili haber üretme pratiklerinin, Süper Lig öncesi ve Süper Lig
sonrası dönemde önemli değişiklikler geçirdiği saptanmıştır.
Keywords:
Industrial Football,
Sport Journalism,
Eskişehirspor, Turkish
Super League, Local
Press.
Öz
Abstract
In this study, the changing news practices of the sport journalists were anayzed
together with the rise of Eskişehirspor to the Turkish Super League in 2008. Eskişehirspor’s
playing at the Turkish Super League was accepted as the passing towards the industrial
football and so the related literature was reviwed. Within the scope of the current study,
the semi-structured depth-interview was made with the six sport journalists who had
worked both before and after the rise of Eskişehirspor to the Turkish Super League. The
data collected with the depth interviews were thematized like that: the relationships of
journalists with club; the work conditions (the material and non-material conditions, the
conditions of te matches, professional relations); the content of the news; the sources of the
news and adherence of the journalists to te club. Except the the theme of the adherence of the
journalists to the club; it is seen that there has been a drastic changes in the news practices
of the journalists who have been worked both before and after the rise of Eskişehirspor to
the Turkish Super League.
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
Giriş
Günümüz futbol dünyasında, futbol kulüplerinin gelir kaynakları; bilet satışlarının
yanı sıra sponsorlar, reklam gelirleri ve logolu kulüp ürünlerinin satışından elde edilen
gelirlerdir. Futbol kulüplerinin gelirlerinin en önemli kaleminin televizyon yayın
haklarından elde edilmesi, “futbolun ticarileşmesi” olarak tanımlanan sürecin sonucu
gerçekleşmiştir. Akşar (2014b) artık, futbol kulüplerinin daha fazla kazanmak için,
borçlanma dahil her türlü risk alan ekonomik işletmeler (eko-sport örgütler) halini
aldıklarını öne sürmektedir. Akşar’a (2014b) göre aşırı parasallaşma, UEFA’nın da
organizasyonel yapısını ticari ve endüstriyel bir karaktere büründürmüş ve UEFA’nın
Avrupa ve dünya futbolu üzerinde bir hegemonya kurmasına olanak sağlamıştır. UEFA
Avrupa’nın beş büyük ligi olan “İngiliz Premier Lig, Alman Bundesliga, İspanyol La Liga,
İtalyan Serie-A, Fransız Lig 1’i merkeze alan sportif, iktisadi ve mali rekabet koşularını
yeniden belirleyerek, Avrupa ve Dünya futbolunu sportif, iktisadi ve mali olarak domine
etmeye başladı.”
Türkiye’de de özel televizyon kanallarının kurulması ile başlayan bu süreç,
Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüplerinin ticarileşmesi ile sonuçlanmıştır. Büyük
Anadolu kulüpleri olan Trabzonspor, Eskişehirspor ve Bursaspor gibi kulüpler de, üç
büyük kulübün ardından ticarileşme sürecine girmişlerdir. Bu takımların da sponsorları,
televizyon yayın hakları ve logolu ürün satışları mevcuttur. Ancak ticarileşme sürecinde
“aslan payı” üç büyüklere aittir. Futbolun ticarileşmesi ve elde edilen kârlarlarla ilgili
olarak, “Futbol A.Ş.” kitabının yazarı Authier (2002: 89) şöyle söylemektedir: “… Bu
endüstrinin tek amacı azami verimliliktir. Bugün yeşil sahaların çimleri kaldırılsa, altından
yeşil banknotlar çıkar, başka bir şey değil”.
Futbolun ticarileşmesiyle birlikte, futbolun “taraftarı” da değişim geçirmiştir.
Taraftarlar artık potansiyel “tüketiciler”dir. Futbolun ticarileşme süreciyle taraftara
pazarlanan ve kulübün gelir kalemlerinden biri olan, kulüp logolu ve bazen markalı ürünler
(formalar, atkılar, montlar, şapkalar vb.), “futbolda tüketim” olgusunu da beraberinde
getirmektedir. Talimciler (2006), ticarileşen futbolda taraftarın tüketime özendirilmesinin,
yıldız futbolcuların formalarının pazarlanması ile başladığını ve yeni bir eğilim olarak
maçlara bu formalarla gidildiğini belirtir. Talimciler’e göre (2006: 187), artık “muteber
olan taraftar tipi, kulübün markalı ürünlerini satın alıp, hayatının her alanında kullanabilen,
takımın devamlı müşterisi konumunda olan bireylerden oluşmaktadır”.
Futbolun ticarileşmesi ya da endüstriyel futbola geçiş, Türkiye’de futbolun ezici
ağırlığı altındaki spor basınını da dönüştürmüştür. Spor basınında eski profesyonel
futbolcuların hakimiyet kazanması; taraftar gazetecilik ve televizyonlarda artan futbol
yorumculuğu bu değişimin görünen yüzüdür. Ancak, esas değişim, etik ilkelerde olmuş;
haberin kaynağı olan kulüp yöneticisi, teknik personel ve futbolcular ile spor gazetecileri
iç içe geçmişlerdir. Bunun yanı sıra haber üretim sürecinde asparagas haber yapma,
haber konularının yönlendirilmesi, kulüp yazarlığı ve eksik enformasyon verme gibi
eylemlerle, gazetecilik etik değerleri ihlal edilmiştir (Uzun, 2004: 4-14).
Bu çalışmada da bu bağlamda, Türkiye Süper Lig’de oynayan Anadolu takımı
Eskişehirspor’la ilgili haber yapan muhabirlerin haber üretim pratikleri araştırılmıştır.
211 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
Çalışmanın problemi, haber üretim pratiklerinin, Eskişehirspor’un ‘endüstriyelleşmesiyle’
birlikte nasıl etkilendiği, değiştiğidir. Bunu, analiz etmek için nitel çözümleme yöntemi
benimsenmiştir ve yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşme tekniği kullanılmıştır.
Eskişehir basınında çalışan altı spor muhabiri ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır.
Seçilen muhabirler, Eskişehirspor Türkiye Süper Ligi’ne çıkmadan önce de spor
muhabirliği yapan gazetecilerdir. Diğer bir deyişle görüşme yapılan muhabirle ilgili
kriter, Eskişehirspor kulübünün endüstriyelleşme öncesi ve sonrası spor muhabirliği
yapıyor olmalarıdır.
Endüstriyel Futbol Olgusu
Futbolda ticarileşme süreci, 1980’li yıllarda neo-liberal politikaların hayata
geçirilmesine paralel olarak başlamıştır. Neo-liberal politikalarla birlikte önce medyanın
ticarileşmesi hayata geçmiş, ardındn televizyon futbolu olgusu ortaya çıkmıştır. Neoliberal politikalar çerçevesinde, medya alanında uygulanan deregülasyon politikaları ile,
televizyon futbolu çok kârlı hale gelmiştir. Bugün artık futbol kulüplerinin en önemli
geliri, televizyon yayın haklarıdır. Günümüz futbolunda, bilet gelirlerinin toplam gelirler
içindeki payı, Avrupa’da ve Türkiye’de yüzde 90’lardan, ortalama yüzde 25 seviyelerine
inmiştir. Bugün artık ticarileşen futbolu anlatan “endüstriyel futbol” kavramı dört kesimle
beraber düşünülmektedir: Kulüpler, federasyon, digital yayıncılar ve tüketici/taraftarlar
(Authier, 2002: 88-89).
1980’lerde futbolun ticarileşmesini Talimciler (2006: 176) şöyle ifade etmektedir:
“… 1980’ler futbolun/sporun oyunsal halinin ortadan kalkmaya başladığı dönem olacaktır.
Futbolun metalaşma sürecinin hızlanması tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendini
hissettirecek ve futbola yüklenen anlam ve değerler de değişime uğrayacaktır”. Sönmez
(2010: 142) bu değişimi ve futbolda metalaşmayı şöyle tanımlar: “Stadyumlardan evlerin
odalarına, öde ve izle sistemi ile TV’lere meta olan futbol, krizlerle bunalan kitlelerin
deşarj kuyusu olamaya, ama bunu yaparken o kitlelerin daralmış bütçelerinden yine de
paralar sızdırmayı başaracak bir endüstri” .
Türkiye’de de 1980’li yıllarda pazar güçlerinin etkisi sonucu futbolda bir dönüşüm
başlamış ve kulüp-oyuncu-taraftar ilişkileri artık daha fazla ekonomik olarak tanımlanmaya
başlamıştır (Yarar, 2005: 211). Yarar’a (2005: 203) göre, devlet aslında tüm kültürel
alanda pazar güçlerinin verimli bir şekilde çalışabilmesi için gerekli toplumsal ortamı
yaratmıştır: “Bugün futbol sektörü insanları eğlendirmek yerine, bir kültür endüstrisi, bir
eğlence işi olarak görülmektedir. Ve para futbol rekabetinin tam orta yerinde durmaktadır.
Hükümet de, kurumsal ve yönetsel değişikliklerin hızlandırılması olarak işlev görür. Bu
konudaki hayli liberal söylem de şöyledir: ‘devlet futbolu düzenlememeli, özel şahıslara
bırakmalıdır’” (Yarar, 2005: 206).
Futbolun Türkiye’de de ticarileşmesiyle birlikte kulüpler arasında iyi oyuncular
için büyük bir rekabet başlamış ve transfer ücretleri çok fazla yükselmiştir. Futbolda
ticarileşme, Türkiye’de de “televizyon futboluyla”
birlikte gelişmiştir. Futbolun
televizyondan izlenen bir kitle eğlencesi olmasıyla birlikte, yayın gelirleri ve futbolcu
Sayı 40 /Bahar 2015
212
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
transferleri için ödenen yüksek ücretler ve kulüp logolu ürünlerin satışı başlamıştır.
Arık (2010: 118) günümüz futbolunun, “televizyon şirketleri için seyirci toplamaları
ve bu seyirciyi de reklam endüstrisine ‘pazarlayarak’ ‘paraya tahvil etmelerini’ sağlayan
‘eşsiz’ bir ‘araç’ görünümünde olduğunun” altını eleştirel bir bakış açısıyla çizer. Bu
konuda Sönmez (2010: 71), “Türkiye’de futbol pazarının medyaya etkisini anlamak
için Türkiye Süper Ligi’nin 18 takımının piyasa değerinin 630 milyon avro olduğunu
anımsatmak yeterlidir” demektedir. Bu değeriyle, Türkiye Süper Ligi Avrupa’nın 7.
büyük ligi sıralamasındadır.
Televizyonun endüstriyel futbolun gelişmesindeki rolünü Akşar (2010a: 108-109)
şöyle ifade etmektedir:
Günümüzde futbolu milyonların sevgilisi haline getiren ve onu endüstriyel gelişim
aşamasına taşıyarak daha da küreselleştiren iki önemli araç bulunuyor. Bunlardan ilki
televizyonlar, ikincisi ise uydu üzerinden yayın yapan platformlardır. Televizyonun endüstriyel
futbolun emrine verdiği naklen yayınlar ve dijital olanaklar, aynı zamanda futbol endüstrisinin
en üst noktada kendisini üretmesine olanak sağlayarak yeni futbol ekonomisinin de doğumuna
neden oldu… Naklen yayınlar ve dijital platformlar, bir yerden futbol ekonomisinde, sermaye
birikiminin en temel dinamiklerinden biri haline gelirken, diğere yandan da futbol kulüplerinin
en önemli gelir kaynaklarından biri olmayı sürdürüyor.
Talimciler’ e (2006: 176) göre, futbolun metalaşması beraberinde futbol seyircisinin
de bir “müşteri” gibi algılanmasını getirmiş ve müşteriye yönelik birtakım tüketim
konseptlerinin oluşturulmasına neden olmuştur. Taraftarlara yönelik markalı ürünlerin
pazarlanma süreci hızlanmış, markalı ürünlerin satışından kulüpler önemli gelirler elde
etmişlerdir.
“Futbol A.Ş.” kitabının yazarı Authier (2002: 88-89), futbolda ticarileşme ve
profesyonelleşmeyle birlikte artık taraftarın, “kulübüne ait markalı ürünleri satın alan,
maçları seyretmek için yüksek bilet maliyetlerini karşılayan ve takımının renklerini taşıyan
resmi ürünleri hayatının her alanında kullanmaya başlayan müşteriler” haline geldiğini
söylemektedir. Authier’e (2002: 88-89) göre profesyonelleşme, küreselleşmeyle birlikte
ortaya çıkmış ve profesyonelleşmeyle birlikte, “taraftarlar oyunun özünden kopartılarak
tüketim boyutuna indirgenmişler ve birer müşteriye dönüşmeye başlamışlardır”.
Authier’e (2002: 88-89) göre, yine profesyonelleşmenin etkisiyle, oyuncular
alınıp-satılan bir meta haline gelmişlerdir. Bilindiği gibi futbolda ticarileşme ve
profesyonelleşmenin dünyadaki en başarılı örneği İngiltere’nin Manchester United takımı
ve en çok para kazanan metalaşmış futbolcu da David Beckham’dır.
Endüstriyel Futbol Düzenlemeleri
Endüstriyel futbol tanımını yapan araştırmacıların önemli bir kısmı (Akşar,
2005; 2010a; Arık, 2010; Authier, 2002; Gökalp, 2005; Kozanoğlu, 2008; Poli, 2010;
Sönmez, 2010; Talimciler, 2001; 2006), futbolun ticarileşmesini 1980’lerle başlatmakla
birlikte; futbolun endüstrileşmesini 1995’te Avrupa Adalet Divanı’nda alınan “Bosman
Kararları”na bağlarlar. Çünkü, Bosman Kararları’yla birlikte Avrupa’da futbolcuların
213 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
serbest dolaşım hakkı doğmuştur. Bu tarihten sonra, bir takımda yer alacak olan Avrupa
Birliği (AB) vatandaşı oyuncu sayısında kısıtlama kalkmıştır. Bu karar, bütün kulüplerde
Avrupalı oyuncu transferini hızlandırmıştır (Boniface, 2007: 39). Bu bağlamda, 2000
yılında 6.6 milyar euro olan Avrupa futbolunun değeri, yüzde 171’lik artışla, 2012 yılında
17.9 milyar euro olmuştur (Akşar, 2014b).
Futbolda ticarileşme sürecini hızlandıran Bosman Kararları özetle şunlardır:
• AB vatandaşı futbolcuların, kontratlarının bitiminin ardından bonservis gibi
kısıtlamalarla transferlerinin engellenmesinin hiçbir hukuki dayanağı olmadığı.
• AB vatandaşı futbolcuların milliyetlerine dayalı herhangi bir kısıtlamanın (en
fazla 5 oyuncu oynatma kuralı) milli takımlar dışında yapılmasının yasadışı
olduğu.
Akşar (2005: 15), Bosman Kararları’nın aslında, Avrupa futbolunda “hareketli
ve takas edilebilir oyuncu aristokrasisinin” oluşumuna neden olduğunu düşünmektedir.
Akşar, bu kararla hareketli ve milyon dolarlara sahip, tam da yeni futbol ekonomisinin
çehresine uygun, seyyar ve dolar bazında çok zenginleşmiş futbolcuların yaratıldığını
söylemektedir. Sonuç olarak, Bosman Kararları’yla birlikte çok sayıda futbolcunun serbest
dolaşımı gerçekleşmiş ve bu dolaşım da futbolda ticarileşme olgusunu hızlandırmıştır.
2014 yılı itibarıyla bonservis değerleri üstünden Avrupa liglerinin değerleri şöyledir:
Premier Lig İngiltere- 3760 milyar euro; La Liga İspanya- 2820 milyar euro; Serie A
İtalya- 2421 milyar euro; 1. Bundesliga Almanya-2420 milyar euro; Ligue 1 Fransa 1440
milyar euro. Avrupa ligleri sıralamasında 7. sırada olan Türkiye Süper Ligi’nin değeri
952 milyon euro ve 13. sırada olan Romanya Lig 1’in değeri ise 251 milyon euro’dur
(Akşar, 2014e). (Bkz Ek-1, Tablo 5). Rakamlardan da anlaşılacağı gibi, Avrupa’da futbol
liglerinin bonservisler üstünden hem değerleri çok yüksektir, hem de birinci sıradaki ligle,
son sıradaki lig arasındaki makas çok açıktır. Zaten finansal açıdan dünyanın en değerli
futbol kulüpleri, bu beş büyük Avrupa ligindendir. “Forbes tarafından kulüplerin finansal
rasyoları, gelirleri, taraftar tabanları gibi değerler baz alınarak yapılan araştırmaya göre,
dünyanın en değerli kulübü olarak 3.5 milyar dolarlık piyasa değeriyle Real Madrid’i
görüyoruz” (Akşar 2014f). 2014 itibarıyla, dünyadaki en değerli futbol kulüpleri ve
piyasa değerleri için bkz. Ek-1, Tablo 6.
Poli (2010: 497), Bosman Kararları’nın ardından Avrupa liglerinde, Latin Amerika
ve Afrika kökenli futbolcu sayısının oranının yıllar içinde arttığına da işaret etmektedir.
Aşağıdaki tabloda 1990’lı yıllarla 2000’li yıllarda, Avrupa liglerinde oynayan futbolcuların
kökenlerine göre dağılımına yer verilmiştir.
Yıllar
Batı Avrupa
Doğu Avrupa
Latin Amerika Afrika
Diğer
1995-1996
39,1
29,4
16,6
10,6
4,3
2005-2006
35,4
14,8
28,6
16,2
5,0
Tablo 1: Avrupa liglerine dışarıdan gelen futbolcuların 1995-1996 ve 20005-2006 sezonundaki
oranları (Kaynak: Poli, 2010: 497).
Tablo 1’de görüldüğü gibi, Avrupa liglerinde oynayan futbolculardan, Latin
Amerika ve Afrika kökenli futbolcuların oranında artış olduğu ve Doğu Avrupa kökenli
Sayı 40 /Bahar 2015
214
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
futbolcuların oranında ise düşüş olduğu gözlenmektedir. Latin Amerika kökenli
futbolcular en çok İspanya, ardından İtalya ve Fransa’da; Afrika kökenli futbolcular da
en çok Fransa’da oynamaktadır.
Endüstriyel Futbol ve Televizyon Yayınları
Futbolun geniş kitlelere ulaşması, futbol karşılaşmalarının özel televizyon
kanallarından yayınlanması ile gerçekleşmiştir. Futbol eğlence sanayinin bir dalı haline
gelmiştir ve bunun için de iyi gösteriler sunmak durumundadır (Talimciler, 2001: 273).
Futbol karşılaşmalarının özel televizyon kanallarından yayınlanması ise, bu televizyon
kanallarına büyük reklam gelirleri sağlamıştır.
Televizyonda yayınlanan karşılaşmaların büyük reklam geliri getirmesi, doğal olarak
kulüpler için de büyük gelir oluşturmaya başladı. Bugün artık büyük futbol kulüplerinin
esas gelirini televizyon yayınlarından elde edilen gelirler oluşturmaktadır. Avrupa’da
büyük kulüplerin ortalama televizyon yayın gelirleri yüzde 46, sponsor gelirleri yüzde
20, maç gelirleri yüzde 21, logolu ürün satış gelirleri ise yüzde 14’dür. 2010-11 sezonu
itibariyle Akşar’ın (2010: 54) Türkiye’de futbol gelirleriyle ilgili verdiği rakamlar ise
aşağıda Tablo 2’deki gibidir:
Tutar (Milyon Euro)
Toplam Gelir İçindeki
Pay (%)
44,35
TV. Yayın Hakları
360
Süper Lig İsim Hakkı Satışı
14
1,79
Tribün Gelirleri
85
10,47
Sponsor Gelirleri
75
9,24
Saha İçi Reklam Pastası
60
7,39
Ziraat Türkiye Kupası İsim Hakkı Satışı
34
4,21
Milli Maç Yayın Hakları Satışı
28
3,00
İddia Gelirleri
95
11,70
Diğer gelirler
60
7,39
TOPLAM (Milyon Euro)
812
100,00
Tablo 2: 2010-11 Sezonu Türkiye’de Futbol Gelirleri (Kaynak: Akşar, 2010a: 54).
Sönmez’e göre (2010: 142), futbol karşılaşmalarının yayın gelirlerinin lig takımları
için bir havuzda toplanıp, her kulübün büyüklüğüne göre dağıtılmasıyla birlikte, kulüpler
arası eşitsizlik ve kutuplaşma görece frenlenmiş ve böylece, İstanbul dışında da futbol
pazarının yaşamasının ve bu endüstrinin yatay- dikey gelişmesinin önü açılmıştır. Ancak,
Akşar (2010b), büyük kulüplerin uzun vadeli sponsorluk anlaşmaları, logolu ürün satışının
artışı, statların yenilenmesinin getirdiği maç geliri artışı nedenleriyle aradaki farkın yine
215 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
açıldığını belirtmektedir.
Akşar (2014d), televizyonun futbol üstündeki etkisinin artmasıyla sağlanan
parasal artışın, futbolda bazı şeylerin tersine gitmesine neden olduğunun altını çizer.
Bunlar bilet fiyatlarının artması, transfer fiyatlarının yükselmesi ve yayın platformlarının
stratejik önceliklerinin futbola yön vermesidir. Yine televizyon futboluyla birlikte, Türk
futbolunun toplam geliri 2000-2013 yılları arasında 3.5 kat artmış, ancak aynı başarı
sportif performans olarak yakalanamamıştır (Akşar, 2014a).
2008 yılında Türkiye Süper Ligi’ne yükselen Eskişehirspor da, hızla endüstriyel
futbolun özelliklerini göstermeye başlamıştır. Endüstriyel futbolun ruhuna uygun olarak,
Eskişehirspor’un TV. yayın gelirlerinin, yüzde 50 oranı ile en büyük gelir kaynağı olduğu
görülmektedir. Ardından eşit oranlarda, yüzde 10 ile 15 civarı maç gelirlerini ve yönetim
kurulu üyelerinin vecibeleri gelmektedir. Eskişehirspor’un reklam ve sponsor gelirleri
yine eşit oranlarda yüzde 10 düzeyindedir. Yüzde 1 ile en düşük gelir kalemi ise, kulüp
logolu ticari ürünlerin satışından elde edilen gelirlerdir.
Gelir Kaynağı
Medya
Maç Hasılatı
Oranı %
50
10-14
Sponsor
10
Kulüp Logolu Ticari Ürün Satışı
1
Reklam
10
Yönetim Kurulu Üyelerinin
Vecibeleri
10-15
Tablo 3: Eskişehirspor Kulübü’nün 2010-11 Sezonu Gelir Yüzdeleri (Kaynak: Eskişehirspor
İktisadi İşletmeler Sorumlusu Mustafa Akgören’le Yapılan Görüşme).
Çalışmanın bundan sonraki kısmında, Eskişehirspor’un endüstriyelleşmesiyle
birlikte, spor muhabirlerinin haber üretme pratiklerinin nasıl bir değişim gösterdiği
araştırılmıştır. Bunun için altı spor muhabiriyle yarı-yapılandırılmış, derinlemesine
görüşmeler yapılmıştır.
Süper Lig’le Birlikte Eskişehir’de Spor Muhabirlerinin Değişen Haber Üretim
Pratikleri
Eskişehirspor kurulduğu yıl olan 1965 yılında bir üst lige, ve ertesi yıl ise dönemin
birinci ligi olan Türkiye Milli Ligi’ne yükselmiş ve 1980’lerin başına kadar büyük
Sayı 40 /Bahar 2015
216
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
başarılar elde etmiştir. 1980’lerle birlikte uzun süren bir başarısızlık döneminin ardından
1995-96 sezonunda tekrar birinci lige yükselmiş, ancak aynı yılın sonunda tekrar ikinci
lige geri dönmüştür. 2008 yılında çıktığı Türkiye Süper Ligi’nde de kısa sürede başarılı
bir grafik izlemiştir. Mustafa Sönmez’in (2010: 145) hesapladığı ve Eskişehirspor İktisadi
İşletmeler Sorumlusu Mustafa Akgören’in de (2011), ( + / - 10) ile katıldığı Süper Toto 1.
Lig takım endeksi değerlerine göre, 18 takım içerisinde 8. sırada yerini almıştır.
Eskişehirspor’un, endüstriyel futbola geçişin en önemli göstergesi olan Türkiye
Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte, Eskişehir’de çalışan ve Eskişehirspor’u takip eden spor
muhabirlerinin haber üretim pratiklerinde ne gibi değişimlerin olduğunun sorgulanması
bu çalışmanın sorunsalını oluşturmaktadır. Bu amaçla, hem Eskişehirspor Süper Lig’e
çıkmadan önce, hem de çıktıktan sonra aktif olarak spor muhabirliği yapan gazetecilerle,
yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Aktif olarak muhabirlik
yapan altı gazeteci ile görüşülmüş ve deşifre edilen görüşme içeriği temalara ayrılmıştır.
Oluşturulan tema başlıkları şu şekildedir: Kulüple İlişkiler; Mesleki Koşullar a. Maddi ve
Manevi Tatmin, b. Maç Takibi Koşulları, c. Meslekiçi İlişkiler; Haber İçerikleri; Haber
Kaynakları; Kulüp taraftarlığı.
Kulüple İlişkiler
Eskişehirspor’u haberleştiren spor muhabirleri, kulüple olan ilişkilerini Süper Lig
öncesi “informel”; Süper Lig sonrası ise “formel” olarak tanımlamaktadır. Bu duruma
yol açan en önemli sebep olarak da, kulübün Süper Lig öncesi maddi olarak güçsüz
olması ve kulübe yönetici bulmakta zorlanılmasını göstermişlerdir. Görüşme yapılan
muhabirlere göre Süper Lig sonrası kulübün maddi olanakları çok artmıştır ve bundan
dolayı yönetici bulmakta zorlanılmamaktadır. Spor muhabirleri böylelikle kendilerinde
kulübü eleştirebilme ve mesafeli olabilme gücünü bulabildiklerini ifade etmişlerdir:
Kulüp yoklukla mücadele ettiği dönemde bıçak sırtında görev yapıyorduk. Serbest yazı
yazamıyorsun, eleştirilerine dikkat etmek zorundasın çünkü o insanları küstürdüğün zaman bu
kulübün anahtarı mutlaka belediyeye gidecek… 6 yıldır Süper Lig’deyiz. İstediğimiz gibi yazı
yazabiliyoruz. Tarafsız yazı yazabiliyoruz. Yöneticinin yanlışını, doğrusunu yazabiliyoruz…
Yeri geldi mi “Yönetim istifa” diyecek gücün var artık. Çünkü alternatif var. Daha iyi
yönetebilecek alternatif insanlar var. Bu sefer medya özgür. Medya rahat rahat eleştirebiliyor.
Süper Ligin özelliği bu… Geçtiğimiz yıl desteklediğimiz yönetimi bu yıl eleştirebiliyoruz.
Önemli olan nokta bu (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 6 Kasım 2014).
ES TV. Genel Yayın Yönetmeni Soner Yüksel, Süper Lig öncesi ve sonrası spor
muhabirlerinin Eskişehir Kulübü ile olan ilişkilerini “profesyonelleşme-markalaşma”
olgusu ile açıklamaktadır:
Bank Asya ve 2. Lig dönemlerinde yönetim ve yöneticiler de profesyonel değildi.
Açıkçası futbol da profesyonel değildi. Giyim kuşamından tut da, spor malzemesine, sağlık
birimine kadar herşeyin profesyonel olması gerekiyor. Kullanılan otobüslere kadar herşey
çok amatördü. Yöneticiler de amatördü… Şimdi herşey çok daha Eskişehirspor’un marka
değerine yakışır bir halde ilerliyor. Kulüp giderek daha kurumsal bir yapıya kavuşuyor.
Bizim yöneticilerle mesafemiz netleşti, diyaloglarımız daha resmi bir kimlik kazandı. Bir
standart tutturuldu. Bütün meslektaşlarımız standart bilgileri alabiliyor. Standartın dışında
yakın ilişkileri kullanarak bunun çok daha fazlasını elde edebilen kişi sayısı azaldı. Eskiden
217 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
bu durum neredeyse haber almanın tek yoluydu. Hangi yöneticiyle aranız iyiyse onun
söyledikleriyle bir şeyler yazıp çizebiliyorduk. Her yöneticinin kendince hedefleri olduğunu,
içerideki olup biteni kendince yorumladığını kavrayamıyorduk. Bu durum aynı anda üç dört
farklı Eskişehirspor’un ortaya çıkmasına neden oluyordu (S. Yüksel ile kişisel iletişim, 21
Kasım 2014).
DHA spor muhabiri Soner Uçak da, muhabirlerin kulüple olan formel-informel
ilişkilerini şöyle tanımlamaktadır:
Bank Asya liginde mücadele ederken yönetimle daha içli dışlı olabiliyorsun çünkü
daha basit, daha kültürel bir ilişki oluyor. Sistematik değil de daha ikili ilişkilerin olduğu
bir yerdir Bank Asya. Sen basın olarak yönetimin moral ve motivasyon kaynağısın. Çünkü,
zor bir iş yapılıyor… Süper Lig’de hem yönetimle hem de futbolcularla mesafeyi korumak
daha önemlidir çünkü burada tiplerde önemli değişikler vardır artık. Süper Lig’de futbolcu
İstanbul odaklı düşünür. Sezon sonunda bütün futbolcular İstanbul takımlarına gidiyormuş
izlenimi yaratmak isterler. Bu anlamda, bizi de kullanmak isteyebilirler (S. Uçak ile kişisel
iletişim, 20 Kasım 2014).
Porsuk Express Spor Müdürü Sinan Turhan da, spor muhabirlerinin kulüple olan
ilişkilerini hem kulüp yöneticileri, hem de futbolcular açısından şöyle değerlendirmektedir:
Dolayısıyla o dönemde (Süper Lig öncesi) ilişkilerimiz hem daha yakın hem daha
birlik beraberlik içindeydi. Yöneticilerin zorlukları aşması için motive etmemiz gerekiyordu.
Bu zorluğun içinde eleştirmemiz zaten zor olan koşulları daha da zorlaştırırdı… İkinci Lig
ve Bank Asya’da futbolcular basına daha sıcak bakıyorlardı. İlişkileri daha iyiydi. Çünkü
hiçbiri tanınmıyor, meşhur değil. Böyle olunca gazetede yer almak onlar için güzel bir durum
oluyor. Ama Süper Lig’te yıldız isimler var. Onlar yerel basını umursamıyorlar. İhtiyaçları
yok bunların. Onların derdi yaygın basında yer almak (S. Turhan ile kişisel iletişim, 21 Kasım
2014).
Mesleki Koşullar
Maddi ve Manevi Tatmin
Görüşme yapılan spor muhabirlerinin ortak görüşü; Eskişehirspor’un Süper Lig’e
çıkmasıyla birlikte manevi tatminlerinin arttığı, ancak maddi açıdan, kadro artırımı dışında
bir maaş iyileştirmesinin olmadığı yönünde. Görüşme yapılan spor muhabirlerinin büyük
çoğunluğu, Süper Lig’le birlikte “yaptığımız iş önemli hale geldi” diyebilmektedir:
Süper Lig’in basına yansıyan şöyle bir yönü olmadı: Daha çok imkan daha çok
maddi kaynaklar vs... Böyle bir şey olmadı. Bu anlamda pek bir şey değişmedi. Tabi ki
Bank Asya’daki koşullarla Süper Lig’de iş yapamazsın ama en asgari artış yapıldı. Bize
yansıyan kısmı yazdığımız şeyin yaptığımız işin daha önemli hale gelmesi oldu. Bunun
dışında ekonomik anlamda olumlu bir yansıması olduğu söylenemez (S.Uçak ile kişisel
iletişim, 20 Kasım 2014).
Süper Lig’e çıktığımız gün spor muhabiri arkadaşlarımızın gözlerinden yaş geldi.
Futbolcularla sarmaş dolaş kutladık şampiyonluğumuzu. Çünkü biz de terfi ediyoruz. O
zaman diyordum ki ben artık 2. Lig muhabiri değilim (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 15
Kasım 2014 ).
Sayı 40 /Bahar 2015
218
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
ES TV Genel Yayın Yönetmeni Soner Yüksel (S. Yüksel ile kişisel iletişim, 21 Kasım
2014) de, yaptıkları işin kalitesinin Süper Lig’le birlikte arttığını şöyle ifade etmektedir:
“Takım üçüncü ligteyse, çıkarttığımız iş üçüncü sınıf bir iş oluyor. Takım Süper Lig’teyse
çıkartılan iş de süper olması gerekiyor. Koşullar, rekabet, ilgi, marka değeri, endüstriyel tarafı
hepsi takımın o bulunduğu noktayla ilgili. Medya da bundan direkt olarak etkileniyor”.
Anadolu Gazetesi spor muhabiri Ahmet Deniz Canoruç (A. D. Canoruç ile kişisel
iletişim, 6 Kasım 2014) ise, Süper Lig’le birlikte spor servislerindeki kadro artışını
şu cümlelerle ifade etmektedir: “Süper Lig’te olmamız sayesinde gazetelerin spor
servislerinde kadrolar artırıldı. Alt liglerde bir kişiyle idare ediliyordu ancak, spor servisleri
şimdi en az iki kişiden oluşuyor. Bu bile yeterli bir dönüşüm bence”. Porsuk Express Spor
Müdürü Sinan Turhan (S. Turhan ile kişisel görüşme, 18 Kasım 2014) da, Süper Lig’in
manevi tatminin yanısıra, maddi tatmin getirmediğini şöyle ifade eder: “Süper Lig’te
olmanın böyle manevi bir tatmini var ancak maddi anlamda pek bir yansıması olmadı.
Maaşlar iyileşmedi, kadrolarda çok küçük değişiklikler oldu”.
Maç Takibi
Görüşme yapılan spor muhabirleri, Süper Lig öncesi maç takibi koşullarının çok
kötü olduğunu ve çok kısıtlı koşullarda çalıştıklarını ve Süper Lig’le birlikte bu koşulların
olumlu anlamda değiştiğini vurgulamaktadır. Spor muhabirleri Süper Lig öncesi maç
takibiyle ilgili olumsuz koşulları şu başlıklarla ifade etmişlerdir: Kötü stadyumlar, ulaşım
zorluğu, konaklama yapmadan maç takibi, güvenlik sorunu ve haber geçerken sahip
oldukları maddi imkansızlıklar. Spor muhabirlerinin Süper Lig öncesi maç takibiyle ilgili
yaşadıkları zorlukları, Murat Dağtekin ve Ali İhsan Sarıçoban şöyle ifade etmektedir:
Gittiğimiz kasabalarda sahaları bulamazdık. Hadi bulduk, fotoğraf çekersin
fotoğrafı göndermek problem. O dönemler gerçekten zor dönemler. Takım alt liglerde
mücadele ederken bir gece önceden yola çıkıyorduk, maçı çekip gece yine Eskişehir’e
dönerdik. Konaklama imkanı olmuyordu. Yerel gazetenin gücü ortada. Otobüslerle
giderdik. İki gece yolculuk yapardık tekrar sabah ben daha evime gitmeden gazeteye
gelirdim, haberlerimi yapardım evime öyle giderdim (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 15
Kasım 2014).
…Stadyum arıyoruz. Dediler ki, ‘Ne stadyumu burda top sahası var. O da Hasan
Ağa’nın üzüm bahçesinin yanında’. Gittik bulduk. Toprak saha, portatif bir tribün. Sobalı bir
odayı soyunma odası haline getirmişler. Bu şartlar altında gazetecilik yapmaya çalışıyorduk.
Gece binmişim otobüse Malatya’ya gitmişim maçı çekip konaklamadan Eskişehir’e
dönmüşüm. Döner dönmez gazeteye gidip sayfalarca haber yazmışım. Çok zor şartlarda görev
yapıyorduk, yeri geliyordu can güvenliğimiz dahi sağlanamıyordu (A. İ. Sarıçoban ile kişisel
iletişim, 12 Kasım 2014).
Spor muhabirlerinin büyük çoğunluğu Süper Lig’le birlikte maç takibi koşullarının
düzeldiğini belirtmekle birlikte; artık akreditasyon sorunuyla karşılaştıklarını ve yurtdışı
maçları yerinde takip edemediklerini ifade etmektedir. DHA Eskişehir Bürosu Spor
Muhabiri Soner Uçak, Eskişehirspor’un Süper Lig’e çıkmasına rağmen, yerel spor
muhabirlerinin maç takibi konusunda yaşadıkları bazı sıkıntıları şöyle aktamıştır:
… Ancak biz bazı koşullarımız açısından hala Bank Asya’dayız. Hangi yerel gazetecinin
Avusturya kampına katılma imkanı var, hangi yerel gazete bunu sağlayabilir. Orada bir sorun
219 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
yaşandığında kulüp onu sitesine koymaz. Bizim de, haberimizin olması çok zor… Yerel
gazetelerin hemen hiçbirinde gece maçını kurtaracak bir objektif yok. Süper Ligde önemli
maçlar çoğunlukla gece oynanır. Kaç tane gazete muhabirine laptop verip internet verir de
haberini oradan geç der (S. Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014).
Meslekiçi İlişkiler
Görüşme yapılan spor muhabirleri, Süper Lig öncesi meslekiçi ilişkilerinin
“dayanışmaya” dayalı; Süper Lig sonrası ise, “rekabete” dayalı olduğunun altını
çizmektedirler: “Şimdi medya arasında da rekabet var. O zamanlar bir dayanışma vardı.
Çünkü niye? Takımın ikinci ligde. Hep böyle olumlu, destek... Ama şimdi rekabet var.
Haber atlatma savaşı var, süper ligdesin artık okuyucuya daha iyi haber vermen gerekiyor.
Farkını göstermek zorundasın” (M. Dağtekin, ile kişisel iletişim, 15 Kasım 2014).
Murat Dağtekin’in de belirttiği gibi, spor muhabirlerinin arasındaki rekabetin temel
nedeni, “haber atlatma” olarak gösterilmektedir. ES TV Genel Yayın Yönetmeni Soner
Yüksel, bu durumu, muhabirlerin İstanbul basınına geçme isteği ile ilişkilendirmektedir:
10 sene önce Eskişehirspor’u takip eden gazeteciler birbirleriyle çok daha yakın ve
samimi ilişkiler içindeydi. Şimdi aynı birlik ve beraberlik duygusu yok. Aksine birbirine
üstünlük kurma, ezme ruhu çok daha ön plana çıkmış. Çünkü, ortada bir pasta var. O zaman
yoktu. Şimdi yerel gazetecilerin büyük bir kısmı gözünü İstanbul basınına dikmiş durumda.
İstanbul basınına sıçrayabilmek adına ön plana çıkmaya gayret ediyor. Bu da, rekabeti
kızıştıran etkenlerden biri (S. Yüksel ile kişisel iletişim, 21 Kasım 2014).
Sakarya Gazetesi Spor Muhabiri Ali İhsan Sarıçoban da, bu rekabetin nedenini,
maaşların düşük olması nedeniyle, “prestij kazanmak” olduğunu düşünmektedir:
Mesleki erozyon büyüdü. Süper Lig atmosferinin bunda payı büyük. Pasta büyük.
Maaşlar düşük. Böyle olunca tatmin için prestij arzusu arttı. Yıldız futbolculara yakın durma
isteği, teknik direktörle fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaşmak ve oradan prim yapmak
gibi dertler var. Meslekte büyük bir yozlaşma var. Had safhada bir kıskançlık var (A. İ.
Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014).
Haber İçerikleri
Görüşme yapılan muhabirler Süper Lig öncesi Eskişehirspor’la ilgili olarak,
takım için negatiflik oluşturabilecek bazı haberleri yapmadıklarını, tolere ettiklerini;
ancak Süper Lig’le birlikte, futbolcuların özel yaşamları da dahil olmak üzere herşeyi
haberleştirebildiklerini ifade etmişlerdir:
Artık Süper Ligde takımla ilgili her şey haber olabiliyor. Futbolcunun attığı adımların
bile haber değeri taşıdığı durumlar olabilir. Eskiden biz futbolcuyu gece kulübünde görürdük,
‘Aman, biz görmedik. Haber yapmayalım da taraftar kızmasın. Futbolcu bize lazım’ derdik.
Ama şimdi yok. Belli bir saatten sonra kampın varsa kampta olacaksın, yaşantına dikkat
edeceksin (M. Dağtekin ile kişisel iletişim, 15 Kasım 2014).
Görüşme yapılan muhabirler, Süper Lig’le birlikte bir numaralı haber içeriklerinin
“transfer haberleri” olduğunu belirtmişlerdir:
Sayı 40 /Bahar 2015
220
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
Süper Lig döneminde bir numaralı haber türümüz transfler haberleri oluyor.
Transfer sezonu kapanınca da maçlara odaklanıyoruz. Maçtan önce ve sonraki günlerde
öncelik tamamen karşılaşma içine dair haberlerde oluyor. Diğer günlerde ise, antremanlar
ve sakatlıklar gibi takımın durumu hakkında bilgi veren haber türleri ağırlık kazanıyor.
Bazen futbolcuların özel yaşamlarını da mercek altına alabiliyoruz (A. D. Canoruç ile
kişisel iletişim, 6 Kasım2014).
Transfer haberleri alt liglerde pek fazla önemli değildi. Çünkü, gelebilecek oyuncu
kalitesi belli. Yıldız isimlerin gelme şansı yok. Bu yüzden ilgi çekmesi de mümkün değildi.
Bugün, Eskişehirspor’da oynayabilecek futbolcular dediğinizde Ronaldinho da gelebilir.
Bu uzak bi ihtimal değil. Böylesi bir durumda, tabi ki transfer haberleri ilgiyle takip
ediliyor ve önem kazanıyor. Şimdi Süper Lig’deyiz. Borussia Dortmund, Manchester
United gibi takımlardan oyuncu transfer edebiliyoruz. Böyle isimler gündeme geliyor
ve yadırganmıyor da. Çünkü takımın böyle bir ekonomik gücü var artık (S. Yüksel, ile
kişisel iletişim, 21 Kasım 2014).
Görüşme yapılan muhabirler, birinci sırada yer alan transfer haberlerinden sonra,
ikinci sırada maç haberlerinin yoğunlukta olduğunu ve ardından da sırasıyla antremansakatlık haberlerinin ve futbolcuların özel yaşamlarının haber konusu olduğu ifade
etmektedirler. Porsuk Expres Spor Müdürü Sinan Turhan, futbolcuların özel yaşamlarına
ilişkin “magazin haberlerinin”, Süper Lig’le birklikte nasıl arttığını ise şu şekilde ifade
etmektedir:
Taraftarlar, magazinsel haberlere de ilgi gösterir. Süper Lig’e çıkmamızla birlikte
magazinsel haberleri yapmak çok daha kolaylaştı ve daha ilgi çekici hale geldi. Alt
liglerde bu tip haberler ilgi çekmiyordu. Çünkü, yıldız isimler yoktu takımda. Yıldız
isimler, pahalı transferler magazinsel haberlerin ilgi görmesini sağlıyordu. Örneğin,
takımda yıldız bir isim varsa, O’nun özel hayatında ne yaptığı, kişiliği de artık merak
konusu olmaya başlıyor (S. Turhan ile kişisel iletişim, 18 Kasım 2014).
Sinan Turhan, Süper Lig’le birlikte “kongre haberlerinin” de de önemli bir haber
içeriği haline geldiğini belirtmektedir:
Kongre haberleri de Süper Lig’le birlikte önemli hale gelen haber türlerinden. Alt
liglerde yönetim için bir rekabet ve çekişme yaşanmadığı için daha doğrusu kimse yönetime
talip olmadığı için kongre hakkında haberlerin önemi azalıyor. Tek aday olduğunda tartışması
da olmuyor. Ancak, geçtiğimiz kongrede iki aday yarıştı ve ikisinin arasındaki rekabet
haberlere olan ilgiyi patlattı (S. Turhan ile kişisel iletişim, 18 Kasım 2014).
Haber Kaynakları
Görüşme yapılan spor muhabirleri, Süper Lig öncesi haber kaynaklarının daha
çeşitli olduğunu; ancak, Süper Lig döneminde Eskişehirspor’un kurumsallaşmasıyla
birlikte, haber kaynağının tek yönlü basın açıklamaları ve kulübün kendi internet sitesi
olduğunu vurgulamışlardır:
Şimdi takım kampta Avusturya’da bütün spor muhabirleri ise Eskişehir’de. Kampla
ilgili fotoğraf ve haberleri, kulübün resmi internet sayfasından alıyoruz. O site de Süper Lige
221 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
çıkışla birlikte kuruldu. Bilgi akışı daha tek kanallı ve kurumsal hale geldi denilebilir. Artık
direkt kulübün yaz dediğini yazıyorsun bir yerde (S. Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014).
Eskişehirspor’un Süper Lig’e çıkmasıyla birlikte, haber kaynaklarındaki bir diğer
önemli değişim ise, “ajans haberlerinin” artması olarak gösterilmektedir:
Süper Lig muhabirliği daha kolay. Herşey emrinizde. Ayrıca ajanslar Süper Lig
takımları için bolca haber geçiyor. Bu, spor muhabirlerini tembelleştirdi. “Nasıl olsa ajans
atar” düşüncesi yerleşti. Renklilik ve çeşitlilik kayboldu. Önceden herkes kendince farklı bir
bakış açısıyla konuya eğilir, içerik anlamında farklı birşeyler koymaya çalışırdı. Şimdi nasıl
olsa İHA atar, DHA atar diye düşünüyoruz. Hatta bırakın onu artık, direk kulübün internet
sitesinden haber alıyoruz. Kaynak çeşitliliğimiz daraldı, resmileşti ve renklilik kayboldu (A.
İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014).
Ali İhsan Sarıçoban ve Soner Uçak, meslekten olmayan ve sayıları birden Süper
Lig’le artan ‘futbol yazarlarının’, temel haber kaynağı olan kulüple ilişkilerinin sorunlu
olduğunu ve “menfaat ilişkileri” çerçevesinde yazı yazdıklarını ifade etmektedirler:
Eskişehirspor süper lige çıktıktan sonra spor muhabirliği alanı dışından bir çok yeni
köşe yazarı türedi. Bu insanlar, Eskişehirspor’u tanımaz ama onunla ilgili köşe yazarlar.
Takımdan 4 kişinin adını sayamazlar ama yorum yaparlar. Çünkü prestiji artır. Yöneticilere
yakın durmak onlarla ilişki kurmak isteyen bunu bir menfaat olarak gören bir kesim de ortaya
çıktı. Bank Asya’da böyle bir durum yoktu (S. Uçak ile kişisel iletişim, 20 Kasım 2014).
Spor muhabirliğine hevesi olmayan insanlar oturuyor çok kolay yazı yazıyor. Ben,
şimdi ekonomi yazabilir miyim? Adam köşesinde yazacak konu bulamayınca oturuyor
Eskişehirspor’u yazıyor. O zaman da kimi yazıyor? Yöneticilerden birileriyle yakınlık kurup
köşesinde onu poh pohluyor, O’nun istediğini yazıyor. Direkt sahibinin sesi oluyor. Alt
liglerde böyle bir durum yoktu. Şimdi pasta büyüdü (A.İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12
Kasım 2014).
Anadolu Gazetesi Spor Muhabiri Ahmet Deniz Canoruç ise, “taraftarların” da
kendileri için haber kaynağı olduklarını şöyle tanımlamaktadır:
Taraftarın bazı kritik konularda ne düşündüğünü öğrenmeye ve yer vermeye çalışıyoruz.
Eskişehir küçük bir yer, spor basını da az sayıda gazeteciden oluşuyor. Bu yüzden taraftarlar
bizi tanıyor ve düşüncelerini direkt olarak aktarabiliyor. Sadece stadyumdaki sloganlarla ve
tezahüratlarla değil, ikili ilişkiler de taraftarın düşüncesini anlamada etkili oluyor. Özellikle
sezon başında taraftarların görüşleri önem kazanıyor. Çünkü, kombine fiyatları hakkında
ne düşündüklerini mutlaka haberleştirmek gerekiyor. Taraftarın fiyatı nasıl bulduğunun
soruşturmasını yaparız. Bu sayede, yönetimle taraftarlar arasında da bir köprü kurulmuş
oluyor (A. D. Canoruç ile kişisel iletişim, 6 Kasım 2014).
Kulüp Taraftarlığı
Görüşme yapılan spor muhabirleri, “Eskişehirspor’un taraftarı” olduklarını açık bir
dille ifade etmişlerdir. Takımı savunmak ve taraf olmak zorunda olduklarını; çünkü böyle
davranmanın, kendi mesleki varoluşları için gerekli olduğunu düşünmektedirler. Görüşme
yapılan spor muhabirleri; taraf olmanın, haberini yaptıkları takınmı tutmanın, Süper Lig
öncesi ve Süper Lig sonrası dönemleri açısından çok fazla değişmediğini belirten ifadeler
kullanmışlardır:
Sayı 40 /Bahar 2015
222
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
Ben şu an Süper Lig muhabiriyim. Eskişehirspor daha iyi yerlerde olursa, ben de daha
iyi yerlerde olurum. Eskişehirspor, daha alt liglere düşerse ben de düşmüş olurum. Allah
korusun Eskişehirspor Bank Asya Ligine düşerse, gazetenin kadrosunda belki bir kişi işten
çıkarılır, belki o kişi ben olurum. Eskişehir basınında bütün arkadaşlarımız böyle düşünür
ve takımı sahiplenir. Bazen eleştiriyoruz. Ama bu eleştirileri bir sevgiliye sitem edersiniz ya
onun gibi düşünmek lazım. Sevgilinin iyiliği için, kötü olmasını istemezsiniz hiç bir zaman
(A. D. Canoruç ile kişisel iletişim, 6 Kasım 2014).
Biz tarafız. Tarafsız değiliz. Eskişehirspor’un tarafındayız. Derdimiz de kulübün daha
iyi noktalara gelmesi. Dolayısıyla, Eskişehirspor’un iyiliği için eleştiride de bulunacağız.
Doğru tespitler, analizler de yapılacak. İstanbul medyasında, hep İstanbul takımlarına aşırı bir
ilgi ve yoğunluk var. Her takımın kendine ait muhabiri var. Anadolu takımları ciddi anlamda
dezavantajlı konumda. Biz de, Eskişehirspor’u yerden yere vurursak, biz de takımın yanında
yer almazsak Eskişehirspor’u kim savunacak. Eskişehir medyasıysak, taraf olmak zorundayız.
Eleştirilerimizi yaparız. Bu ayrı. Ama öne çıkmasını istediğimiz şey Eskişehir’in menfaatiyse;
bazen, Eskişehir’i zarara uğratacak görmezden gelebilmemiz gerekiyor. Eskişehirspor kötü
olursa sadece ben kaybetmeyeceğim, bütün bir kent kaybedecek (S. Yüksel ile kişisel iletişim,
21 Kasım 2014).
Spor muhabirliğinde çok ince bir ayrıntı var. Bu ayrıntı, takımı düşünmek zorunda
olmanız. Takım ikinci ligteyken kampta önümde iki futbolcu kavga etti. Kavgayı yalnızca ben
çektim. Sonra üzerinde düşündüm. Ben bu fotoğrafları basarsam bu iki futbolcu kovulur, o
kalitede başka adamımız yok. Eskişehirspor sıkıntı yaşar dedim. Biz önce, Eskişehirsporluyuz.
Haberi vermediğim gibi, sorun çıkmaması için dönemin teknik direktörüyle bile konuştum.
Takımını korumak zorundasın. Kimse sana baskı yapmaz ama bunu kendin düşünmen
gerekiyor (A. İ. Sarıçoban ile kişisel iletişim, 12 Kasım 2014).
Yerel gazetelerde çalışan bir gazeteci ekmeğini kentinden ve takımından kazanır.
Kentini savunması, ekmeğini savunması ya da takımı savunması aynı şeydir. Hem futbolcular
kendi arasında hem de teknik direktör ve futbolcu kavga edebiliyordu. Her iki duruma da
şahit oldum. Bu gibi durumlarda, haber yapmadık hatta aralarını düzeltmeye çalıştık, takım
zarar görmesin diye. Alt liglerde seçeneğimiz az; o seçenekleri de heba etmek istemiyoruz.
Alt liglerde futbolcu bize lazım alternatifi yok. O yüzden O’nu kaybetmek yerine kazanmaya
çalışıyorduk. Bütün spor muhabirleri aynı şekilde düşünüyordu. Takımın onlara ihtiyacı
vardı. Bu düşünce alt ligte de olsak, üst ligte de olsak değişmedi. Önce Eskişehirspor’un
menfaatlerini düşündük (S. Turhan ile kişisel iletişim, 18 Kasım 2014).
Sonuç
Bu çalışmada Eskişehirspor’un, Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte
endüstriyel futbolun özelliklerini taşımaya başlaması ve bu sürecin Eskişehir’de çalışan
spor muhabirlerinin haber üretim pratiklerini nasıl etkilediği araştırılmıştır. Literatürde
“televizyon futbolu” olarak da sözü edilen endüstriyel futbolun en önemli özelliği; futbol
kulüplerinin ve futbolcuların yüksek gelirler elde etmeleri ve futbolun parasallaşmasıdır.
Endüstriyel futbolda en yüksek gelir kalemi yaklaşık yüzde 50 gibi bir oranla, futbol
maçlarını yayınlayan yayıncı kuruluştan elde edilmektedir. Bunun dışında sponsorluk ve
reklam gelirleri, kulüp logolu ürünlerin satış gelirleri, endüstri haline gelen sektörün
diğerönemli gelir kaynaklarıdır.
Futbolun endüstri haline gelmesi, futbolcuların hareketliliğine yol açan Avrupa
Adalet Divanı’nın 1995 yılında aldığı, Bosman Kararları ile birlikte hızlanmıştır. Bosman
223 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
Kararları ile birlikte futbolcu transferleri yüksek paralarla gerçekleşir olmuştur. Yine aynı
dinamiklerle beraber, David Beckham’la birlikte, çok büyük paralar kazanabilen “yıldız
futbolcu” olgusu da doğmuştur. Türkiye’de de Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş
spor kulüpleriyle başlayan futbolda ticarileşme süreci; Trabzonspor, Eskişehirspor
ve Bursaspor gibi spor kulüpleriyle devam etmiştir. Bu çalışmanın konusu olan
Eskişehirspor’un 2008 yılında, Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasıyla birlikte, Eskişehirspor
için de “endüstriyelleşme”- ticarileşme süreci başlamıştır. Finansal büyüklük açısından,
hızla Türkiye Süper Ligi’nde 8. Sıraya yükselen Eskişehirspor; endüstriyel futbolun
özüne uygun olarak, sık sık futbolcu transferleriyle haberleştirilmeye başlanmıştır.
Türkiye’de futbolun ticarileşmesi, spor basınını da etkilemiştir. En önemli
değişiklikler şöyle özetlenebilir: Gazetelerin spor sayfalarının artması, bağımsız futbol
gazetelerinin ortaya çıkması, televizyonlarda futbol-yorum programlarının artması, eski
futbolcuların gazetelerde köşe yazarlığı ve televizyonlarda futbol yorumculuğu yapmaları
ve en önemli değişiklik olarak haber konusu olan futbol kulüpleriyle aralarında mesafe
olması gereken spor gazetecilerinin, adeta “taraftar gazeteci” haline gelmiş olmaları.
Bu çalışmada da, Eskişehirspor haberleri yapan yerel spor muhabirlerinin
haber üretim pratiklerinin, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne çıkması ve
endüstriyelleşmesiyle birlikte nasıl değiştiği araştırılmıştır. Araştırmanın bulgularına göre
Eskişehir’de haber yapan spor muhabirlerinin, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne
çıkmasıyla birlikte değişen haber üretim pratikleri şu şekilde özetlenebilir:
Muhabirler Süper Lig’le birlikte, kulüple (yönetim-teknik kadro-futbolcular)
ilişkilerinin daha resmi ve mesafeli hale geldiğini vurgulamışlardır. Bu değişime sebep
olarak, ticarileşmenin kulübe kurumsallaşma ve parasal bir güç katması ve bu gücün
kendilerine, yeri geldiğinde kulübü eleştirebilme potansiyeli verdiğini ifade etmişlerdir.
Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne çıkmasının kendi meslekleri açısından, kadro
artırımı dışında fazla bir maddi kazanım getirmediğini; ancak manevi tatminlerinin çok
fazla arttığını ifade edebilmektedirler.
Görüşme yapılan spor muhabirleri, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne
çıkmasıyla birlikte, maç takibi koşullarının, çok radikal bir şekilde iyileştiğini; ancak
yurtdışı maçlarını takip etme olanaklarının henüz olmadığını belirtmişlerdir.
Yine çok önemli bir değişim, spor muhabirlerinin kendi aralarındaki ilişkinin
niteliğinin değişmesidir. Süper Lig öncesi “dayanışmaya” dayalı olan ilişkilerinin, Süper
Lig sonrası “rekabete” dayalı olmaya başladığını ifade etmişlerdir.
Süper Lig sonrası haber içeriklerindeki çok önemli bir değişiklik, spor muhabirlerinin
Eskişehirspor’la ilgili “eleştirel” haber yapabilmeleridir. Süper Lig sonrası, haber
içeriklerindeki diğer önemli bir değişiklik, “transfer haberleri”dir. Çalışmanın literatür
kısmında da belirtildiği gibi, endüstriyel futbol demek, para demek. Çok yüksek
ücretlerle, iyi futbolcuları transfer edebilmek demek. Yine değişen bir diğer haber içeriği,
spor muhabirlerinin, futbolcuların özel yaşamlarına dair haber yapabiliyor olmalarıdır.
Görüşme yapılan spor muhabirleri, haber içerikleriyle ilgili bu değişimi de, Süper Lig’le
birlikte, Eskişehirspor’un maddi olarak güçlenmesiyle açıklamışlardır. Spor muhabirleri
Sayı 40 /Bahar 2015
224
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
maç takibi, antreman takibi ve futbolcu sakatlığı gibi, spor muhabirliğinin rutin haber
içeriklerinin de, Süper Lig’le birlikte oldukça arttığını belirtmişlerdir. Kongre haberleri
de, yine Eskişehirspor’un Süper Lig’e yükselmesiyle birlikte gündeme gelen haber
içerikleridir.
Eskişehirspor’un Süper Lig’e yükselmesiyle birlikte, haber kaynakları açısından
nelerin değiştiği sorgulandığında; Eskişehirspor kulübünün resmi açıklamalarının ve
resmi web sitesinin haber kaynağı olarak öne çıktığı görülmektedir. Görüşme yapılan spor
muhabirleri, Eskişehirspor kurumsallaştıkça, haber kaynaklarının çeşitliliğinin azaldığını
belirtmişlerdir. Görüşme yapılan altı muhabirden, bir tanesi DHA Eskişehir Bürosu spor
muhabiridir. Görüşme yapılan ve yerel basında çalışan diğer mhabirler, Süper Lig’le
birlikte ulusal ajanslardan haber almanın öne çıktığını söylemektedir. Görüşme yapıan
muhabirler, Eskişehirspor’un SüperLig’e çıkmasıyla birlikte, meslek dışı yorumculuk ve
köşe yazarlığının arttığını ve bu durumun da mesleklerine zarar verdiğini ifade etmişlerdir.
Türkiye’de spor gazeteciliği açısından, endüstriyel futbolla birlikte gelen önemli
bir değişim; üç büyük kulübe-Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş- bağlılıklarını sergileyen
“taraftar gazeteci”lerin sayısının artmasıdır. Bu çalışmada da görüşme yapılan spor
muhabirlerinin tümü, Eskişehirspor’a “taraf” olduklarını; ancak bu durumun Süper
Lig öncesi için de geçerli olduğunu belirtmişlerdir. Görüşme yapılan muhabirler, kulüp
taraftarlıklarının kendi mesleki varoluş koşulları ile açıklamaktadırlar: “kulüp başarılıysa
onlar da başarılı, kulüp başarısız ise onlar da başarısız olacaklardır”.
Sonuç olarak, kendileriyle görüşme yapılan Eskişehir’li spor muhabirleri,
endüstriyel futbola geçiş anlamına gelen, Eskişehirspor’un Türkiye Süper Ligi’ne
çıkmasıyla birlikte; kulüple olan ilişkilerinin formel-mesafeli hale gelmesi, meslekten
alınan manevi tatminin artması, maç takibi koşullarının iyileşmesi, mesleki dayanışmanın
rekabete dönüşmesi, haber içeriklerinin dönüşmesi (kulübü eleştirebilme, transfer
haberlerinin yoğunlaşması, futbolcu özel yaşamı ve kongre haberlerinin yapılabilmesi), ve
haber kaynağı olarak Eskişehirspor kulübünün resmi açıklamalarının, resmi websitesinin
ve ulusal ajans haberlerinin kullanımının artmasını, haber üretim pratiklerindeki önemli
değişiklikler olarak ifade etmiş; ancak kulüp taraftarlığının, kendileri için değişmeyen
bir bağlılık olduğunu vurgulamışlardır. Bu anlamda, birçok konuda eleştirel bakabilen
spor muhabirlerinin, kulüp taraftarlığı konusunda eleştirel olarak bakamadıkları ve bunu
etik bir sorun olarak görmedikleri ve kendi mesleki varoluşlarının bir parçası olarak
gördükleri saptanmıştır.
225 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
EK 1
Yıllar
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Türkiye FIFA
sıralaması
Türkiye UEFA
sıralaması
Süper Lig parasal g.
(milyon Euro)
30
7
23
8
9
10
8
11
14
10
11
14
26
15
16
14
10
11
41
11
31
11
28
10
40
12
43
11
Tablo 4: Türk Futbolunun Parasal ve Sportif Gelişimi (2000-2013)
(Kaynak: Akşar, Tuğrul, 2014a)
Lig/Ülke
150
130
185
235
285
335
363
425
485
525
585
600
655
685
Toplam Bonservis Bedelleri Üzerinden Liglerin
Değeri (milyar Euro)
Premier Lig/İngiltere
3.760
La Liga/İspanya
2.820
Serie A/İtalya
2.421
1. Bundesliga/Almanya
2.420
Ligue 1/Fransa
1.440
Premier Lig/Rusya
1.110
Süper Lig/Türkiye
952
Premier Lig/Portekiz
850
Premier Lig/Ukrayna
559
Eredivisie/Hollanda
497
Jupiter Pro Lig/Japonya
433
Süper Lig/Yunanistan
280
Lig 1 / Romanya
251
Tablo 5: Toplam Bonservis Bedelleri Üzerinden Liglerin Değeri (2014)
(Kaynak: Akşar, Tuğrul, 2014e)
Sayı 40 /Bahar 2015
226
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
Sıra
Piyasa Değeri (Milyon
$)
Kulüp
Gelirleri
(Milyon $)
1
Real Madrid
3,44
675
2
Barcelona
3,2
627
3
Manchester United
2,81
551
4
Bayern Munich
1,85
561
5
Arsenal
1,331
370
6
Chelsea
868
394
7
Manchester City
863
411
8
AC Milan
856
343
9
Juventus
850
354
10
Liverpool
691
Tablo 6: 2014 İtibariyle Dünyanın En Değerli Futbol Kulüpleri
(Kaynak: Akşar, Tuğrul, 2014f)
313
Türkiye Süper Lig Takımları 2010-2011 (9 Ağustos 2010 İtibariyle
Kadro
Yaş. Ort.
Takım Değeri
(Bin $)
Ortalama
Futbolcu Değeri
(Bin $)
Takım
Değeri
Endeksi
Fenerbahçe
31
25,3
173,420
5,594
100
Galatasaray
28
25,2
138,320
4,594
88,3
Beşiktaş
26
27,9
121,095
4,658
83,3
Trabzonspor
31
24,9
86,840
2,801
50,1
Bursaspor
32
25,5
66,105
2,066
36,9
MKE Ankaragücü
32
25,2
43,810
1,369
24,5
Gençlerbirliği
29
24,1
36,740
1,336
23,9
Eskişehirspor
30
25,7
37,440
1,248
22,3
Gaziantepspor
28
24,9
36,790
1,314
23,5
Sivasspor
29
26,5
34,255
1,181
21,1
İst.Belediyespor
31
26,5
33,670
1,086
19,4
Kayserispor
26
23,8
31,330
1,205
21,1
227 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
Antalyaspor
26
27,3
25,025
963
17,2
Manisaspor
28
25,9
23,595
843
15,1
Bucaspor
32
25,3
21,873
684
12,2
Kasımpaşa
25
25,3
21,840
874
15,8
Karabükspor
27
27,9
18,925
701
12,5
Konyaspor
35
25,4
17,680
505
9
Toplam-Ort.
526
25,7
970,743
1,846
33
Tablo 7: Türkiye Süper Ligi 2010-11 Sezonu Takım Değeri Endeksi Tablosu
(Kaynak: Sönmez, 2010: 145)
Kaynaklar
Akşar, Tuğrul, (2005). Endüstriyel Futbol, İstanbul: Literatür.
Akşar, Tuğrul, (2010a). Futbolun Ekonomi Politiği, İstanbul: Literatür.
Akşar, Tuğrul, (2010b). “Anadolu’dan Şampiyon Çıkabilir mi? Ya da
Rekabetin Ekonomi Politiği”,http://www.futbolekonomi.com/index.php?option=com.
content&view =article&id=1496:futbol-ve-rekabet-&catid=117.tugrul-aksar&İteed=61.
Erişim Tarihi: 05. 04 2010.
Akşar, Tuğrul, (2011). “Şike Skandalı Türk futbolunu Nasıl etkileyecek? Soru
ve Yanıtlar II”, http://www.futbolekonomi.com/index.php?option=com.content&view=
article&id=1703.ike-skandal-tuerk-futbolunu-nasıl-etkileyecek-soru-ve-yantlarii&catid
= 122:tugrul-aksar&İtemid=58. Erişim Tarihi: 01. 08. 2011.
Akşar, Tuğrul, (2014a). “Parasal Gelirimiz Artıyor, Sportif Performansımız
Düşüyor”,
http://www.dunya.com/parasal-gelirimiz-artiyor-sportif-performansimizdusuyor-154728yy.htm. Erişim Tarihi: 04. 02. 2014.
Akşar, Tuğrul, (2014b). “Gelir Artışı, Kulüpler arasında Finansal Polarizasyon
Nedeni”,
http://www.dunya.com/gelir-artisi-kulupler-arasinda-finansal-polarizasyonnedeni-157598yy.htm. Erişim Tarihi 28.10. 2014.
Akşar, Tuğrul, (2014c). “Türk Futbolunda Parasal Büyüme, Klüpleri Felakete
Sürükledi!”, http://www.dunya.com/turk-futbolunda-parasal-buyume-kulupleri-felaketesurukledi-156948yy.htm. Erişim Tarihi: 26. 08. 2014.
Akşar, Tuğrul, (2014d). “Futbolun Ekonomi-Politik Sorunları-I”, http://www.
dunya.com/futbolun-ekonomi-politik-sorunlari-1-157753yy.htm. Erişim Tarihi: 11. 11.
2014.
Akşar, Tuğrul, (2014e). “Futbolun Ekonomi-Politik Sorunları-II”, http://www.
Sayı 40 /Bahar 2015
228
Endüstriyel Futbolla Birlikte Değişen Haber Pratikleri: Eskişehirspor Örneği
dunya.com/futbolun-ekonomi-politik-sorunlari-ii-157834yy.htm. Erişim Tarihi: 18. 11.
2014.
Akşar, Tuğrul, (2014f). “Futbolda Paradigma Değişimi krizi Tetikliyor”, http://
www.futbolekonomi.com/index.php/haberler-makaleler/genel/122-tugrul-aksar/3406futbol-ekonomisi-futbol-ve-kriz-turul-akar-rekabetci-denge-ve-futbol.html.
Erişim
Tarihi: 16. 12. 2014.
Arık, Bilal, (2004). Top Ekranda, Medya Çağındaki Futbol ve Televizyon Arasındaki
Kaçınılmaz İlişki, İstanbul: Salyangoz.
Arık, Bilal, (2008). “Futbol ve Televizyon Bağı: Simbiyoz Beslenme”, İletişim, 26:
s. 197-222.
Arık, Bilal, (2010). “Dijital Platformlar ve Futbol İlişkisi: Tehlikeli ve Verimli Bir
Ortaklık”, Tuğrul Akşar (der.), Futbolun Ekonomi Politiği, İstanbul: Literatür, s.111-130.
Authier, Christian, (2002). Futbol A.Ş., İstanbul: Kitap.
Boniface, Pascal, (2007). Futbol ve Küreselleşme, İstanbul: NT.
Ermence, Cem, (2007). “Playing with Global City: The Rise and Fall of a Turkish
Soccer Team”, The Journal of Popular Culture. 40 (4), s. 630-642.
Gökalp, Emre, (2005). “Medya ve Spor Ya da Spor/Futbol Medyası”, Toplum ve
Bilim, 103, s. 121-137.
Kozanoğlu, Hayri vd., (2008). Neoliberalizmin Gerçek 100’ü, İstanbul: İletişim.
Poli, Rafaella, (2010). “Understanding Globalization Through Football: The
New International Division Of Labour, Migratory Channels and Transnational Trade
Circuits”, International Review for the Sociology of Sport, 45 (4), s. 491-506.
Sönmez, Mustafa, (2010). Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı, İstanbul:
Yordam.
Talimciler, Ahmet (2001). “Futbol Maçlarının Yayını ve Kulüpler-FederasyonMedya İlişkileri: Futbol-Televizyon Evliliğinde Yeni Dönem”, D. Beybin Kejanlıoğlu,
Sevilay Çelenk ve Gülseren Adaklı (der.), Medya Politikaları, Ankara: İmge, s. 269- 317.
Talimciler, Ahmet (2006). “Yeni Futbol: Medyanın Yarattığı Yeni Olanaklarla
Küreselleşen; Müşteri/Taraftar Kitlesine Dayanan ve Tüketim Odaklı Bir Oyun/İş”.
Selda İçin Akçalı (der.), Gündelik Hayat ve Medya-Tüketim Perspektifinden Okumalar,
Ankara: Babil, s. 173-212.
Talimciler, Ahmet (2008). “Futbol Değil İş: Endüstriyel Futbol”, İletişim, 26, s.
89-114.
Görüşmeler:
Ahmet Deniz Canoruç, Anadolu Gazetesi Spor Muhabiri ile 6 Kasım 2014 tarihinde
gerçekleştirilen kişisel iletişim.
229 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Banu Dağtaş, Mehmet Emir Yıldız
Ali İhsan Sarıçoban, Sakarya Gazetesi Spor Muhabiri ile 12 Kasım 2014 tarihinde
gerçekleştirilen kişisel iletişim.
Murat Dağtekin, Yenigün Gazetesi Spor Müdürü ile 15 Kasım 2014 tarihinde
gerçekleştirilen kişisel iletişim.
Muzaffer Akgören ile 14 Ağustos 2011 tarihinde gerçekleştirilen kişisel iletişim.
Sinan Turhan, Porsuk Expres Gazetesi Spor Müdürü ile 18 Kasım 2014 tarihinde
gerçekleştirilen kişisel iletişim.
Soner Uçak, DHA Eskişehir Bürosu Spor Muhabiri ile 20 Kasım 2014 tarihinde
gerçekleştirilen kişisel iletişim.
Soner Yüksel, ES TV Genel Yayın Yönetmeni ile 21 Kasım 2014 tarihinde
gerçekleştirilen kişisel iletişim.
Sayı 40 /Bahar 2015
230
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir
Değerlendirme
Contemporary Myth Production in Mass Media: A Theoretical Evaluation
Birol DEMİRCAN, Uzm., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Söylen, Mitoloji,
Kahramanlık,
İdeoloji, Medya.
Keywords:
Myth, Mythology,
Heroism, Ideology,
Media.
Öz
Söylenler, iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve meşrulaştırılması ile
toplumsal bir iletişim gerçekleşmesine hala kaynaklık etmektedir. Bu amaçla çalışmada,
kitle iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoriter
öznelerin oluşturulma süreci üzerinde durulmuştur. Kitle iletişimin sahte doğallığı ile
toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu çalışmanın incelemek istediği temel sorundur.
Bu doğrultuda, kitle iletişim ve mitoloji arasında kavramsal ilişki kurarak mitolojinin
meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerinde aranmıştır. Kitle iletişim araçları
ile dolayımlanan iletişim biçimleri ile söylenlerin oluşturulduğunu ve bu söylenlerin
iktidar ilişkileri içerisinde bir meşrulaştırma işlevini yerine getirdiği savunulmuştur. Bu
savunu doğrultusunda, kullanılan propaganda teknikleri ile özellikle politik liderlerin
kahramanlaştırılmasında etkin bir söylen kullanımının varlığı amaçlı örneklem yöntemi ile
seçilen örnekler üzerinden tartışılmıştır. Böylelikle, medya ve söylen üretimi arasındaki bağ
kurulmak istenmiştir. Özellikle, kahramanlık mitinin haber dilinde ideolojik belirlenimle
üretilmesi sürecinde örtük bir çabanın varlığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak, kitle
iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoritenin dönemsel
iktidar ilişkileri içersinde en çok rıza gösterilen sistemik bir efsane insan haline geldiği
açıklanmıştır.
Abstract
Myths are still sources for realization of a social communication with the
rationalization and legitimization of the political power practices. With this design, building
process of charismatic authority subjects created over myths which are mediated with the
mass media is emphasized in this study. The claim of fake naturalness of mass media’s
falsifying the reality of a society is the main problem which this study aims to investigate.
In this direction, traces of the legitimization function of the mythology are studied within
the mass media processes by establishing a theoretical relation between mass media and
mythology. It is justified that the myths are created with the communication types which are
mediated with the mass media and these myths carry out a legitimization function within
the relations of political power. In the direction of this argument, presence of an effective
myth use especially on heroizing of the political leaders with the help of several propagate
techniques is discussed thorough selected samples with the purposeful sampling method.
Thus, it is desired that media and myth production are correlated. Especially, presence
of an implicit attempt of heroic myth is detected in production process of news speech
with ideological determination. As a result, it is explained that the charismatic authority
created with the myths which are mediated with the mass media becomes a most consented
systemic hero man within the periodical relations of political power.
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
Giriş
Mitolojinin günümüz toplumlarında meşrulaştırma ve rasyonelleştirme işleviyle
yeniden bir toplumsal pratik haline gelmesi, Eleştirel Kuram’ın önce özgün bir gerçekliğe
sahip olan, sonra da bu gerçekliğin bir tür komik taklidi haline gelen olgular için belirttiği
o ünlü tarih formülüne uygun bir örnek niteliğindedir. Mitolojinin iktidar ilişkilerini
düzenleyen ve meşrulaştıran yönü göz önüne alındığında, Antik Yunan Mitolojisi’ndeki
insan görünümlü tanrıların aksine günümüz toplumlarında, kitle iletişimi ile dolayımlanan,
biçimlenen ve böylelikle efsaneleştirmek istenen insanların iktidar ilişkileri içerisinde
toplumsal bir işlevi olduğu görülmektedir. İnsanların efsaneleştirilmelerindeki amaç
ise karizmatik bir otorite ile iktidarın meşruiyetini sağlamaktır. Benzer bir anlatıyı
benimseyen Levi-Strauss, söylenlerin (myth) işlevini, özgül bir topumda benimsenen tüm
olası ikil karşıtlıkların özgül birleşimi için haklılaşma sağlamak olarak tanımlamaktadır
(Vernant, 1996: 235-242). Yanlış bilincin oluşmasında önemli işlevleri olan söylenlerin
birey-toplum çelişkisinde bir yanılsama olarak yeniden etkin şekilde toplumsal işlev
gördüğü açık bir gerçektir. Kitle iletişim araçlarında üretilen söylenin de çelişkilerin
üstesinden gelinmek için kullanılan bir güç olduğu belirtilmelidir. O halde, mitolojinin
meşrulaştırma işlevinin izlerini kitle iletişim süreçlerinde aramak mümkündür.
Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu
çalışmanın incelemek istediği temel sorundur. Kitle iletişim araçları kullanılarak
üretilen ve haklılaştırma rolünü oynayan söylenlerin oluşumunda kullanılan dil ve
anlatı motifleri bu sorunun incelenmesi bakımından önemlidir. Eleştirel Kuram’ın
yanlış bilinç diye ifade ettiği ideolojinin etkin işlerliği için kullanılan söylenlerin
sorgulanmasında sorulan “İnsanlar daha fazlasını hak ettiklerini bildikleri halde nasıl
olurda hak ettiklerinden fazlasını almak için eylemde bulunmazlar?” şeklindeki rıza
üretim süreçlerini sorgulayan temel soru ideoloji, söylen ve kitle iletişimi bağlamında ele
alındığında; haberlerde kullanılan dilin simgesel olduğu, simgesel dilin ise efsane insan
yaratmak amacıyla oluşturulduğu, böylelikle toplumsal, ekonomik ve kültürel çelişkilerin
haklılaştırıldığı yönünde bir yaklaşım bulunmaktadır (Habermas, 1997: 309-329; Hall,
1994: 79-94). Kültürel incelemeler bağlamında yapılan tartışmalar ile bu çalışmanın
ortaya koyduğu görüş bakımından söylenlerin medya ile ilgili yönü tarihsel kimlikler
üzerinden değerlendirilebilir. Söylenler günümüzde güncel politik konulardaki eleştirileri
değersizleştirmek ve politik sorunların tartışılmadan iktidarın istediği gibi çözülmesini
sağlamak için kullanılmaktadır. Kitle iletişim araçları (KİA) ve söylen kavramları
arasındaki epistemolojik bağ bu bakımdan değerlendirildiğinde; KİA ve söylenlerin
tarihten günümüze toplumsal işlev bakımından özünü koruduğu ve kitle iletişimin
teknolojik gelişmelerle biçimsel değişimine bağlı olarak dönüştüğü görülmektedir. Artık
söylenler, KİA’da propaganda teknikleriyle üretilen birer gerçeklik haline dönüşmüştür.
Tüm bu tespitlerden hareketle; dikkatleri KİA’nın söylen üretimindeki rolüne çekmek
amacıyla hazırlanan bu çalışmada, kahramanlık söyleninin propaganda teknikleriyle
medyada nasıl oluştuğu, çizilen teorik çerçeveyle incelenecektir. Yapılacak incelemede,
Antik Yunan söylenleri ile haberlerde yer alan öykülemeler arasında benzer motiflerin
olup olmadığı amaçlı örneklem ile seçilen politik olaylar üzerinden tartışılacaktır.
232 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
“Söylen”, “Mit” ya da “Mythos” Kavramlarında Anlam Bulanıklığı
Türkçede “mit” ya da “mitos” sözcükleri ile de karşılanan söylen teriminin,
karmakarışık bir anlam tarihi bulunmaktadır. Terim tarihte ilk kez, Homeros tarafından
Yunanca mythos sözcüğünü karşılayan “anlatı” sözcüğüne eş değer bir anlamda
kullanılmıştır (Necatigil, 2002: 13). Daha sonraki zamanlarda mitos sözcüğü anlam
genişlemesine uğramış “kurmaca” anlamında da kullanılmıştır. Platon, mitosu bütünüyle
doğruluktan yoksun olmayan ama önemli oranda kurgulanmış öykü olarak tanımlamıştır
(Armstrong, 2006: 125). “Mitoloji” kelimesi Yunanca masal ve hikaye demek olan
“Mythos” ile söz anlamına gelen “Logos” kelimelerinden üretilmiştir. Söylen (mit,
myth)1 içeriği doğal, doğa üstü ya da kültürel fenomenlerin kökenleri veya yaratılışları
ile ilgili olan kutsal ya da dinsel hikayeler için kullanılan bir terimdir (Can, 1997: 1;
Marshall, 2003: 506). Mitoslar, ilkel insan topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa
olaylarını kişiselleştirerek yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri yaşamın ve
evrenin çeşitli görüntülerini bir anlam kolaylığına bağlamak gereksiniminden doğmuş
öykülerdir. Doğaüstü ve fizikötesi güçler yanı sıra, doğa güçleri ile savaşa girmiş kişilerin
betimlenmesi ile mitoslar, eposlara yani destanlara konulur ve onları oluştururlar. İlk
çağların insanlarında doğa güçlerinin fizik ve etik etkilerini yansıtan mitoslar, batıl
dinlerin de başlangıcıdır. İlkel insanların fizik davranışlarının yanı sıra metafizik ve ruhsal
davranışlarını da kültürel belleğe kaydederler (Necatigil, 13-14).
Kavram için kapsayıcı bir tanıma ihtiyaç vardır. Söylen, eskiçağ toplumlarında
insanların belli dersler çıkarmaları, yaşamlarına belli bir yön çizmeleri amacıyla
yaratılmış, yüzyıllar boyunca dilden dile aktarılarak taşınan, ait olduğu toplumun ortak
kültürel kalıtı olarak varlığını sürdüren öykü sözdür (Cevizci, 2004: 1340). Söylenlerin
bu tanımı, toplumsal hayatı biçimlendiren ve insanların nasıl bir toplumsal düzen
sürdürmeleri gerektiği konusunu temel sorun olarak belirleyen, günümüz anayasal
metinlerine benzer bir nitelik taşımaktadır. Daha açık bir ifade ile iktidarın insanlardan
uymasını beklediği sözlü kurallardır. İnsanlar doğa ve içinde yaşadığı topluluklar ile nasıl
iletişim kuracaklarını öyküleştirilmiş bu kurallara göre belirlemektedirler. Kavram bu
anlamı ile iktidar ilişkilerine ve kitle iletişimine göndermede bulunmaktadır.
Toplumda yer alan anlatıların bir söylen biçiminde toplumsal işlevi yerine
getirmesi için kendine özgü niteliklerinin olması gerekmektedir. Söylenlerin hemen
hemen hepsinde, belli bir insanlık durumunun, evrenle ilgili bir konunun, insanın
evrendeki yeri ile ilintili bir sorunun, eğreltinmiş bir dille ve simgeler ile öykülenerek
anlatıldığı görülmektedir (Can, 1997: 138-145). Bu bakımdan söylenleri, duyguların
yoğun bir şekilde ifade edildiği, aklın temsile dayalı anlatım gücüne karşı imgelemin
ağırlıklı olarak kullanıldığı deyişler olarak değerlendirmek mümkündür (155). Söylenler,
uslamlamalara ya da ussal nedenler göstererek temellendirmelere dayalı olmaktan çok,
doğrudan inanca ve duygulara seslenen bir yapı sergilemektedirler. Söz gelimi dünyanın
Tanrı’nın gözyaşlarından oluştuğu düşüncesi ya da gök gürültüsü gibi bir doğa olayının
Zeus’un kızgınlığı olarak sunulması açıkça usdışı açıklamalar olmalarına karşın, insanda
uyandırdıkları ve sezdirdikleriyle çok büyük bir ikna gücü taşıdıkları kuşku götürmez bir
1 “Mit”, “Myhtos” ve “Söylen” kelimeleri etimolojik olarak birbirleri yerine kullanılmaktadır. Anlam itibariyle
aynı gerçekliği imlemekle birlikte, “söylen” kavramı literatürde sıkça kullanılmaktadır. Bu nedenle çalışmada
“söylen” kavramı tercih edilmiştir.
Sayı 40 /Bahar 2015
233
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
gerçektir (Grimal, 2005: 129-139).
Bu bakımdan “olağanüstülük” ile “çarpıcılık” söylenlerin en belirgin özellikleri
arasında yer almaktadır (Uzun ve Uzun, 2002: 1342). Olağanüstü bir öyküdeki çarpıcı bir
dil ile insanların inanmasını bekleyerek etkin bir toplumsal iletişimi sağlayan söylenlerin
günümüz toplumlarında da daha önceden olduğu gibi iktidar tarafından gerçeği
çarpıtarak, insanı ve toplumu yönlendirme aracı olarak kullanıldığı konusunda genel bir
oydaşma bulunmaktadır. Söylenler, iktidarın uygulamalarının rasyonelleştirilmesi ve
meşrulaştırılması ile toplumsal bir iletişim gerçekleşmesine hala kaynaklık etmektedir.
Söylenin ne olduğu günümüzdeki anlamının ve yansımalarının neler olduğu konusunda
farklı yaklaşımlar söz konusu olsa da burada söylenlerin yeniden toplum yaşamında
etkin bir şekilde yer bulduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu kabul ile yola çıkıldığında,
söylenlerin nasıl doğduğu, günümüz toplumlarının birey-toplum iletişimin gerçekleştiği
alanlarda ne gibi işlevleri yerine getirdiği konusunu ele alan görüşler üzerinde durulması
gerekmektedir.
Söylen Kavramının Doğuşu
Söylenler, sözlü tarihin kaynakları olması, toplumun egemen değerlerinin ipuçlarını
taşıması ve toplumsal yönetmelik olması nedeniyle birçok araştırmacı tarafından
incelenmiştir (Marshall, 2003: 506). İncelemelerde söylenlerin nasıl doğdukları
konusunda farklı fikirler ortaya konulmuş olsa da söylenlerin birer toplumsal yasa olarak
toplumu iyiye yöneltmek amacıyla çeşitli yaptırımlar için üretildiği yönünde genel bir
kabulün varlığı konunun ilgilileri tarafından belirtilmektedir (Can, 1997: 3-4). Toplumsal
bakımdan söylenleri, üretilen hikayelerin toplumsal yaşamda gerçeklik haline gelmiş
biçimleri olarak değerlendirmek gerekir. Artık, bu hikayeler toplumsal yaşamı ve bireyin
davranışlarını belirleyen gerçekten bile daha gerçektirler. İktidar ve toplum bağlamında
söylenler ele alındığında söylenlerin toplumu yönetmek için üretilen birer toplumsal
norm metinleri olduğu açık bir gerçektir. Güç istenci ile topluma hakim olma ve yönetme
isteğinin sonucunda ortaya çıkan söylenler, ilk dönemlerdeki insanın bilgisizliği nedeniyle
görülen doğa olaylarından korkması ve bu korkuları ile başa çıkabilmek için hayaller
kurması nedeniyle ortaya çıkmıştır (Can, 1997: 2-3; Vernant, 1996: 224-235). Rüzgarın
nasıl estiği, gök yüzünün neden gürlediği, yağmurun neden yağdığı ilkel insan için birer
bilmecedir. Bu bilmecenin cevabını ise hayal gücü ile yarattığı insana benzeyen ama
insandan üstün olan ölümsüz tanrılar ile verilmektedir. Bu bakımdan Tanrılar dünyası adı
verilen, gözle görünmeyen ama daha güçlü bu gerçekliğe inanış, mitolojinin temelidir.
Modernizm öncesinde bütün toplumlardaki mitoloji, töre ve toplumsal düzenlemeler
hakkında bilgi vermesi ve günümüzde daha geleneksel toplumları etkilemeyi sürdürmesi
nedeniyle “kalıcı felsefe” adını da alır. Kalıcı felsefeye göre, bu dünyada yaşanan her
şeyin, işittiğimiz ve gördüğümüz ne varsa hepsinin, bizimkinden çok daha zengin, güçlü
ve daha dayanaklı olan tanrılar dünyasında mutlaka bir sureti vardır (Armstrong, 2006:
9). Söylenler, insanların sezgileriyle algıladıkları bir gerçeğe belirgin bir biçim ve kalıp
verirler. Mitoloji günümüzdeki anlamıyla teolojiyle değil insan yaşamıyla ilgilidir. İnsan
yaşamındaki sorunlu durumla baş edebilmesine yardım etmek üzere kurgulanmıştır.
234 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
Üretilen öyküler ile iktidarın uygulamalarına rıza kazanmak amacıyla söylenlerin
kullanılması aynı zamanda bilgiden yoksun insanların bilinmezliği anlamlandırma
çabasının bir ürünü olduğunu belirtmek gerekir. İktidar ve toplum bağlamında yöneten
ve yönetilenler bakımından ortak bir ihtiyaca cevap verdiği açıktır. Efendi-köle
diyalektiğinin başka bir görünümü olarak yöneten ve yönetilen karşıtlığını mitoloji ve
iktidar bağlamında değerlendirmek mümkündür. Günümüz söylenlerinin de yönetilmekyönetmek ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığını ele almak için ilk toplulukların söylen
biçimleri ve özelliklerini aktarmak gerekmektedir.2
İlk toplulukların yaşadığı bu çağın ismi Paleolitik çağdır. Bu dönemde tarım henüz
yapılmamakta, insanoğlu avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdürebilmektedir. Simgesel
ve söylensel düşünmenin etkin şekilde yaşandığı bu dönemde “düşler alemi”nin bu
dünyadan daha gerçek olduğuna inanılmaktadır. Sıradan yaşamdan daha üstün olan “düşler
alemi”nde ölüm-yaşam çelişkisi ile biçimlenen yaşamda sonu gelmez bir mücadele vardır
ve sonu olmayan bir döngü söz konusudur. Bu dünyada güçlü, arketipal (ilk-örneksel)
varlıklar olan atalar yaşamaktadır. Avcılık, savaş, seks, dokumacılık ve sepetçilik gibi
beceriler söz konudur. Etkinlikler kutsal oldukları için yapılmaktadır. Bir iş olarak
görülmemektedir. İlk olan atalarla davranışlar benzetilmeye çalışılır. Böylelikle yaşam
düşler alemi ile kurulan gizemli birliğe bağlı olarak anlam kazanır. Ruhlar dünyası, doğal
ortamda yaşayan insanların gözünde bir zamanlar insanoğlunun daha kolay erişebildiği
yakın ve zorlayıcı bir gerçekliktir (Armstrong, 2006: 15-31).
Günümüzdeki din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması konusu, ilk çağın
simgesel ve söylensem düşünce yapısını taşıyan paleolitik insanlar için anlaşılmaz bir
konudur. Bu dönemde görülen ve anlaşılan her şey tanrılar dünyasının bir parçası olarak
algılanmaktadır. Dünyadaki her şey içinde kutsallığı barındırmaktadır. Yapılan her iş
tanrılarla iletişime geçildiğinin göstergesidir. Günümüzde de benzer bir anlayış devam
etmektedir. Bu anlayışa göre dünya tanrının tamamen bir yansımasıdır. Ancak geçmişten
günümüze gelindiğinde önemli bir fark ortaya çıkmaktadır. Modern insanın yaşamında,
dinin ait olduğu özel alan ile toplumsal yaşamı sürdürdüğü kamusal alan arasında bir sınır
çizilmiş, toplumsal yaşam bu ayrım ile devam etmiştir.
Ancak dikkat edilecek olunursa en erken söylenler, insanlara elle tutulur dünyaya
bakarak başka bir şey temsil eder gibi görünen gerçekliği öğretmişlerdir. “Başka bir şey
temsil eder gibi görünen gerçeklik” aslında bizim şu anda yaşadığımız sanal gerçeklik
(virtual reality) ya da kitle iletişimi ile dolayımlanan gerçekliğe daha çok benzemektedir.
Sanal gerçeklik, “insansal varlığın yapay bir dünyaya girmiş olduğu ya da bu varlığın
fiziksel dünyada uzak bir mekanda hazır bulunduğu yanılsamasını yaratan yeni bir
teknoloji” olarak tanımlanmaktadır (Mutlu, 1994: 189). İlk söylenler ile günümüzdeki
iletişim biçimleri bir arada düşünüldüğünde, zaman içerisinde değişerek dönüşen iletişim
2 Söylenlerin ortaya çıkışı ile ilgili olarak tarihsel gelişimi şu şekilde bir ayrım ile ortaya konulmaktadır: Paleolitik
Çağ: Avcı Toplumların Söylenleri (MÖ yaklaşık 20.000-8.000), Neolitik Çağ: Tarım Toplumlarının Söylenleri,
(MÖ yaklaşık 8.000-4.000), İlk Uygarlıklar (MÖ yaklaşık 4.000-800), Eksenel Çağ (MÖ yaklaşık 800-200),
Eksenel Çağ Sonrası (MÖ yaklaşık 200-MS yaklaşık 1500), Büyük Batı Dönüşümü (MS yaklaşık 1500-2000)
(Armstrong, 2006). Armstrong, yaptığı bu ayrım ile mitolojiler ve toplumsal gelişim arasında bir bağ kurmaktadır.
Mitolojinin tarihsel gelişimi konusunda yapılan bu ayrım aynı zamanda logos ve mitosun bir karşıtlık ilişkisi
içerisinde gelişiminin kısa bir tarihi niteliğindedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
235
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
biçimlerinin ilk insanların bilme ihtiyaçlarına benzer bir şekilde yine hayal dünyasını
kullanarak yeni bir mecrada hayat bulduğu görülür. Yeni iletişim biçimindeki değişimin ve
dönüşümün logos ve mythos ayrımından yola çıkılarak bir kitle iletişim değerlendirilmesi
ile daha anlaşılır olacaktır.
Logos ve Mitos Karşıtlığında Kitle İletişimini Yeniden Düşünmek
Mitoloji kavramı, eski Yunanca’da “söylen” anlamına gelen mythos sözcüğü ile
“us”, “söz”, “konuşma”, “bilgi” gibi anlamlar taşıyan logos sözcüğünün birleştirilmesiyle
oluşturulan kavramdır (Necatigil, 2002: 13). Logos, mythos’un tersine nesnel gerçekliğe
karşılık gelmektedir. Söylenlere dayalı düşünceden çok farklı olan logos, dış dünya ile
ilgili akıl yoluyla ulaşılan bilgileri konu edinir. Logos, sürekli yeni bilgiler edinmek,
buluşlar yapmak ve doğayı kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Myhtos ise insanlara
tam bir insan olmak isteniyor ise ne yapılması gerektiğini anlatır. Yaşamın bir döneminde
kahraman olmanın yollarını gösterilir. Her şeyden vazgeçilerek kahraman olmanın
erdemi anlatılır. Karşılaşılan bilinmezliklerin üstesinden gelinmesi için kahramanlık
söyleni yol göstericidir. Bu anlamda, mythos bilinmeyeni anlamlandırma çabası olarak
ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir anlam çıkarmak için duygusal taklide gereksinim
duyan mythos, gerçekliği hayal gücünün oluşturduğu öykülere dayalı olarak kurmaktadır
(Gezgin vd., 2004: 9-26; Vernant, 1996: 193-212).
Söylenbilgisi (mitoloji), belli bir toplumun söylenlerini derli toplu bir biçimde bir
araya getirmeye çalışan ya da derlenmiş söylenler üstüne araştırmalar yapan kişilerin
çalışma alanı olarak tanımlanmaktadır (Vernant, 1996: 193). Söylenbilgisi, günümüze
kadar üç farklı açıdan çalışılmıştır. İlk olarak söylenbilgisinin tümüyle ortadan kaldırılmak
istendiği ve aklın önplana geçirilmek istendiği “Eski Yunan Felsefesi Dönemi”. İkinci
olarak, söylenbilgisinin yabanıl düşüncenin anlaşılmasında tarihi bir öneme dikkat çekilen
ve bir bilim olarak ele alınan “Modern Düşünce Dönemi”. Üçüncü olarak aydınlanmanın
usçuluğuna tepki olarak doğan “Modern Usdışıcılık Dönemi” söz konusudur (Necatigil,
2002: 3). Ayrımda dikkat çeken yön, bilimin tarihsel gelişiminin logos ve mythos karşıtlığı
ile ortaya konulmak istenmesidir. Aydınlanma ile birlikte bilim ile dinsel bilginin yolları
birbirinden ayrılmıştır.
Francis Bacon bilimi mitoloji zincirinden kurtarmak adına bağımsızlığını ilan
etmiştir. Ona göre, gerçekler kanıtlanmalıydı ve bilim deneye dayalı bir yöntem ile
yapılmalıydı. Bunun dışındaki gerçeklik ancak söylen olarak tanımlanırdı. Modernleşme
ile birlikte söylen ve logos birbirinden koptu. Artık bilimsel logos ile söylen birbirleriyle
bağdaşmamaktadır. Gerçek, gözle görülebilir ve gösterilebilir olmalıdır. 1882’de
Nietzsche, tanrının öldüğünü duyururken söylen, kült, kuttörensel ve ahlaki yaşayış
olmaksızın kutsal kavramının ölmesi tartışılıyordu. Söylenbilgisel düşünce ve uygulama
insanların tükenme ve hiçlik olgusuyla yüzleşmelerine, bir ölçüye kadar bu gerçeği
kabullenmelerine yardımcı olmuştur (Armstrong, 2006: 83-101).
Günümüzde söylen sözcüğü genellikle gerçek olmayan bir şeyi tanımlamak üzere
kullanılmaktadır. Yeryüzüne inen tanrılardan ve mezar taşlarının üzerinde yürüyen
236 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
ölülerden söz edildiğinde, bu öykülere inanılmamakta, uydurma diye kulak arkası
edilmektedir. Oysa günümüzde de söylenler farklı biçimlerde de olsa toplumsal bir işlev
görmektedir. Önceden olduğu gibi neler olup bittiğini anlamadığımızda yine söylenler
üreterek belirsizliğin üstesinden gelinmek istenmektedir. Evrende dünyadan başka insan
benzeri gelişmiş canlıların olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi olmadığı halde
UFO’ların varlığı ile ilgili tartışmalar yapılabilmektedir. Söylen bu anlamda eskiden
yaşanmış ve hala yaşanan bir olay olarak değerlendirilmelidir.
Söylenbilgisi tarihin ötesinde insanın varoluşundaki zamansızlığa işaret eden,
gelişigüzel olayların çapraşık akışından çıkıp gerçeğin özüne göz atmamızı sağlayan
bir sanat biçimidir (Armstrong, 2006; Grimal, 2005: 129-139). Roman, opera ya da
tiyatro gibi ya da kitle iletişiminde kullanılan reklam, sinema ve diğer medya içeriklerine
yalandan inanılır; parçalanmış, trajik dünyamızı yücelten, haklılaştıran anlam bu medya
içerikleri ile daha yaşanılır kılınmaktadır. Öyleyse söylen, gerçeklere dayalı bilgi verdiği
için değil, etkili olduğu için gerçektir. Ancak, eğer hayatın derin anlamına yepyeni bir ışık
tutmuyorsa, başarısız olmuş demektir. Yok, eğer işe yararsa, zihnimizden ve gönlümüzden
geçenleri değiştirmemize zorlar, yeni bir umut verir ve bizi daha dolu yaşamaya iteklerse,
demek ki, geçerli bir söylendir. Bir söylenin kalıplaşmış tek bir uyarlaması bulunmaz.
Koşullar değiştikçe sonsuz gerçeği ortaya çıkarmak adına öykülerimizi başka türlü dile
getirmemiz gerekir.
Söylenin yukarıdaki değerlendirilmesi ile kitle iletişim süreçleri bir arada
düşünüldüğünde iletişim sürecinde hegemonik söylenlerin kullanıldığı açık bir gerçektir.
Kitle iletişimin toplumsal fonksiyonlarını haber verme, eğitme, eğlendirme, dış dünyayı
görmemizi sağlama, kültürün nesilden nesile geçişini sağlama, eşya ve hizmetlerin
tanıtılmasına, satılmasına yardım etme ve sosyal hareketlerde genel rızaya ulaşma arasında
bağ kurulmasına yardım etme şeklinde sıralanmaktadır (Mcquail, 2010: 79-80). Bu
fonksiyonları ile medya, toplumun bilinmezlikler karşısında aklından çok hayal gücünü
kullanan yönüne hitap eden egemen öyküler sunmaktadır. Medya içerikleri birer kültür
ürünü olarak ele alındığında, ağırlıklı olarak bilinmeyeni anlamlandıran, gerçekliği hayal
gücünün oluşturduğu öykülere dayalı olarak kuran bir mythos ajanı gibi görev yapmaktadır.
Kitle iletişim araçları, mitlerin üretiminde ve taşınmasında ve yaşamasında etkin bir role
bürünmektedir. Gelişmiş kapitalist toplumlarda, iletişim araçlarının genellikle, egemen
yapıyı yeniden üreten ve yaygınlaştıran etkili araçlar olarak görülmektedir (Eagleton,
1996: 61). Kitle iletişimi ve mitoloji kavramsal olarak bir arada ele alırken Antik Yunan
Tanrısı ve Zeus’un habercisi Hermes’i anmak gerekmektedir.
Hermes’in Gölgesinde KİA’nın Toplumsal Rolüne Bir Yaklaşım Denemesi
Mitolojilere iletişim cephesinden bakıldığında Zeus’un habercisi olan oğlu
Hermes, karşımıza çıkmaktadır. Yetenekli ve başarılı bir çocuk olan Hermes’in Antik
Yunan Tanrısı olan Zeus ile Yağmur Tanrısı Maia’nın oğlu olarak bir mağarada dünyaya
geldiğine inanılır. Hermes’in teyzeleri tarafından sıkıca kundaklandığı, kundağından
sıyrılarak abisi Apollon’un ineklerini çaldığı ve yolda giderken bir kaplumbağayı
yakalayıp öldürdüğü, kaplumbağanın içini boşaldıktan sonra kabuğundan ve ineklerin
Sayı 40 /Bahar 2015
237
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
bağırsaklarından bir müzik aleti olan liri yaptığı bu öykünün olağanüstü anlatısının ilk
parçasıdır. Anlatının devamı şöyledir: İnekleri çaldığı anlaşılınca Hermes, abisine, bu liri
hediye ederek Zeus’un beğenisini kazanır ve abisinden de af diler. Daha sonra bir pan-flüt
yapar ve abisi Apollon’u ikna ederek onun geleceği bilme (kehanet) becerisini öğretmesi
karşılığında flütü ona hediye eder. Apollon’un altın asasını alan Hermes, Zeus tarafından
takdir edilir ve Zeus, Hepaise bir çift altın sandalet ve bir şapka yapmasını söyler. Zeus
yetenekli oğlunu takdir etmek için yaptırdığı şapkayı ve sandaletleri Hermes’e hediye
eder. Hediyeyi ona verirken oğluna onu, kendisinin habercisi yaptığını söyler. Zeus
oğluna bu sandaleti verirken “Bu sandaletler seni denizin ve sonsuz toprağın üzerinde
yel kadar hızlı taşıyacak” der. Ayrıca Zeus, “Şapka seni güneşin sıcağından koruyacak
hem de diğer insanların düşüncelerini okuyabileceksin. Apollon’dan aldığın altın asa ile
insanların gözlerini büyüleyecek, onları derin bir uykuya daldırabilecek ya da yeniden
uyandırabileceksin. Görevin ise benim özel habercim olmaktır. Emirlerimi diğer tanrılara
ve insanlara ileteceksin. Başkalarının haberlerini iletmek yok. Benim dışımda sadece
ölüler dünyasının Hedes ve eşi Persephone’ye hizmet edeceksin” der. Sandaletlerin
kenarlarında küçük kanatlar vardır (Atan, 2007; Özbudun, 2004).
Son dönemde medya ve toplum bağlamında yapılan tartışmalar düşünüldüğünde
Hermes, elinde asası, sandaleti ve şapkasıyla bir medya binasında hala yayın kararlarını
alan bir kişi olarak düşünülebilir. Tanrıların habercisi olarak daha nice işler yapan Hermes
günümüzde ne yapmaktadır sorusu sorulduğunda şu sorular da arkasından sorulabilir.
Hala hırsızlara geceleri yol gösteriyor mu? Tacirlere bol kazançlı işlerinde yardım ediyor
mu? Tam da bu soruların işaret ettiği alanlar kitle iletişim sahipliği bakımından tartışılan
konular arasında yer almaktadır. O halde, Hermes’e ait sandalet, asa ve şapkadan oluşan
üç sembolü kitle iletişimi üzerine yapılan tartışmalar bağlamında değerlendirilmek
anlamlı olacaktır.
Sandaletin kanatçıkları sembolik anlam taşımakla birlikte haber ve hız konusuna
bir gönderme olarak izah edilebilir. KİA’nın içeriklerinin hızla alıcıya iletilmesi
günümüzde de benzer bir anlam taşımaktadır. Haberin her dönemde zaman ile yarışan
bir yönü olmuştur. Hız ise teknolojik gelişmelere bağlıdır. Hermes’in bir diğer sembolü
olan asa ise günümüzde kitle iletişimini yürütenlerin öngörü yetisini simgelemektedir.
Günümüz medya çalışanlarının öngörülü olmak zorunda olduğu ve kitlenin bu öngörüler
ile yönlendirdiği konusunda medya eleştirilmektedir. Özellikle seçim dönemlerinde
kamuoyu araştırmalarının sonuçlarının çarpıtılarak kamuoyuna sunulması öngörünün
çıkar amaçlı kullanılmasına açık bir örnektir. Ayrıca, asanın diğer insanları gözlerini
büyülemek, onları derin bir uykuya daldırmak ya da uyandırmak gibi özellikleri de
bulunmaktadır. Günümüz medyası açısından bu sihirli asanın hala işlevsel olduğu açık
bir gerçektir. Tekelleşme, tecimselleşme ve yabancılaşma insanların tüketim süreçlerinde
edilgenleşmesi gibi tartışma konuları düşünüldüğünde dahi medyanın toplumsal rolünün
tartışmalı alanlar arasında yer aldığını belirtmek gerekir.
Postman’ın televizyonun toplumsal işlevlerine eleştirel yaklaştığı eserinde benzer bir
eleştiri getirilmektedir. Postman’a göre, artık bireyler pasif birer tüketici haline dönüşmüştür
(2012). Medyanın söylen üretme kapasitesi de izlerkitlenin medya bağımlılığıyla doğru
orantılıdır. Medyanın tecimselleşmesini eleştirel rasyonel müzakerenin önünde bir engel
238 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
olarak gören Habermas da bu bakımdan önemli bir noktayı ele almaktadır. Günümüzde
gerçeklik, tecimselleşme uğrunda harcanan değersiz bir mala dönüşmüştür (Habermas,
1997: 309-329). Kitle iletişim araçları ile yapılan iletişim insanların yönlendirilmesi için
ve hatta yanlış bilincin üretimi için devletin ideolojik bir aygıtı olarak işlev görmektedir.
Medyanın ideolojik bir aygıt olduğunu Louis Althusser ortaya koymuştur (Althusser,
2003). Althusser’in ideolojik aygıt kavramı, biçimsel olarak devletin dışında duran, ama
bir toplumda kurumlardan etkilenen bireyleri çağırmak ve düzeni muhafaza etmek, her
şeyden önce kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üretmek üzere, fiilen devletin değerlerini
taşımaya hizmet eden eğitim, kilise, aile, medya, sendikalar ve hukuk gibi kurumları
anlatmak için geliştirdiği bir kavramdır. Medyanın mevcut hegemonik ideolojiyi yeniden
ürettiği ve hakim kılmak için toplumsal, kültürel ve ekonomik çelişkileri gizlediği görüşü
eleştirel okulun benimsediği bir görüştür.3
Günümüzde söylenler de nerdeyse ideoloji ile eş değer bir kavram olarak
değerlendirilmektedir. Kitle iletişim teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak toplumsal
iletişim biçimleri de dönüşmektedir. Gerçeklik yukarıda ele alınan logos ve mitos
kavramlarının karşıtlığı ve ideoloji kavramının toplumsal iletişimde gördüğü işlev
düşünüldüğünde, kitle iletişiminin mitos üretiminde önemli bir araç olarak kullanıldığını
belirtmek gerekir. Başka bir anlatımla, medya logos ile yani usun eleştirel yönü ile elde
edilen bilgilerden çok toplumsal yaşamda söylenlerin üretilmesine aracılık etmektedir.
Kitle iletişim süreçlerinin bu önemli özelliği “dolayımlama” kavramı ile ortaya konulabilir.
Kavram, bir olay ile bu olayın bir izler-kitleye iletişim aracıyla iletilmesi arasındaki
yorumlama-biçimleme, seçme, düzenleme, bazı yönlerini vurgulama, öne çıkarma; bazı
yönlerini ise geçiştirme, atlama veya savsaklama- süreci olarak tanımlanmaktadır (Mutlu,
1994: 47-48). Bir kaynak iletisini kitle eletişim araçları ilettiğinde aracın niteliğine bağlı
olarak iletinin anlamı değişmektedir. Kitle iletişimin eşik bekçileri olarak tanımlanan bu
kişiler iletişimin aracılaşmasında kendi bakış açılarına göre biçimlendirmeleri nedeniyle
etki etmektedirler. Bu kişiler muhabir, editör, genel yayın yönetmeni ya da bir programdaki
analist veya bir gazetede yazan köşe yazarıdır. Söylen üretiminin adeta birer ajanı olarak
görev yapan bu kişiler, ister bilinçli olarak ister farkında olmadan hakim düşüncenin
hegemonyasının oluşması için görev yapmaktadırlar. Özellikle gazete yazarları ve
programlardaki analistler çeşitli propaganda tekniklerini kullanarak söylen üretiminde
etkin rol almaktadırlar. Bu durum söylenlerin üretilmesinde derin bir anlamın varlığının
ve açıklanmasının ihtiyacını gerektirmektedir. Eğer kitle iletişim araçları, egemen
düşüncenin gizlenmiş ideolojilerini söylem ile yeniden üreterek kitlelerin rızalarını
kazanmaya aracılık ediyorsa bu durum nasıl analiz edilebilir? Bu sorunun cevabını söylen
üretiminin analizini yapan ve göstergebilimi üzerinde duran yapısalcı ve post yapısalcı
düşünürler tarafından verilmeye çalışılmaktadır.
3 Giz kelimesi aynı zamanda mythos kelimesinin anlamlarından birisi olması medyanın ideolojik yönünün
ele alınması bakımından önemlidir. İdeoloji teriminin uzun, karmaşık ve olağanüstü derecede zengin bir tarihi
olsa da burada ideoloji, eleştirel kuramın kullandığı anlamıyla egemen sınıfın gizlenmiş görüşleri olarak
değerlendirilmektedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
239
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
Söylenden Arındırma Yöntemi ile Sanal Gerçekliği Açıklamak
Kendi içinde bir takım amaçları ve duyarlılıkları bulunan post-yapısalcı düşüncenin
benimsediği yöntem ile üstü örtülen bir takım gerçekleri ortaya çıkarmak istenmektedir.
Özellikle, iktidar tarafından doğruluk, hakikat, iyi, nesnellik ve us gibi göklere çıkartılarak
söylensel bir hava kazandırılan değerlerin maskeleri, bu yöntem ile düşürüleceği iddia
edilmektedir. Nietzsche, bütün değer söykütüklerinde, iyi ile kötü ayrımı temelinde göklere
çıkartılan oldum olası baş tacı edilen en yüce değerlerin dahi gerçekte erk istencinin birer
dışavurumu olduklarını göstermeye çalışmıştır. Nietzsche’nin yolundan giden ve farklı
uygulamalarla bu düşünceyi geliştiren Foucault ise, özellikle bilgi iktidar ilişkisinin altında
gizlenenleri tek tek ortaya dökerek, değişik epistemelerde geçerli olan söylen bilgilerini
deşifre etmek amacıyla farklı kazı bilim tekniklerini kullanmıştır. Wittgenstein ise dilde
kullanılan birçok sözcüğe olmadık yerde söylensel değerler yüklendiğini bu değerlerle
kafa karışıklığı yaratıldığını savunmuştur. Özel dil uslamlanması olarak tanımladığı bu
durumu Derida ise benimsediği yapı-sökümcü yöntemle ölümcül karşıtlıkları kullanarak
varsayımları çökertmeyi amaçlamaktadır (Uzun ve Uzun, 2002: 1346).
Bu bağlamda bir diğer düşünür Cloude Levi-Strauss’tur. Levi-Strauss’un XX.
yüzyılda insanbilim alanında yaptığı çalışmalar ise söylenlere yalnızca onları anlatanlar ile
dinleyenlerin bağlı olduğu toplumsal ve ekonomik ilişkileri soyutlamaksızın eğildiği için
değil, söylen bilgilerinin kendisine gelinene dek fark edilmeyen önemli özelliklerini geniş
bir bağlama yerleştirerek tek tek ortaya serdiği için de büyük bir değer taşımaktadır. LeviStrauss, hemen bütün söylenlerin bütünlüklü bir yapıda olduğu ve doğdukları toplumun
yapısında bulunan ikili karşıtlıklar üzerine yapılandıkları sonucuna varmıştır. Söylenlerde
bu karşıtlıklar, ya uzlaştırılmakta ya da çökertilmektedir. Bu bağlamda söylenin başlıca
işlevi, yerleşik toplumsal normların gözünde kesinlikle uygunsuzluk olarak görülen, hoş
görülmesi kesinlikle olanaklı olmayan kimi davranışlara, hem düşünsel hem de toplumsal
bakımdan daha bir hoşgörüyle bakılmasını sağlamak olmuştur (Uzun ve Uzun: 2002:
889).
Roland Barthes, dile yakın bir takım ideolojileri analiz etmiştir. Çağdaş Söylenler
kitabında ele aldığı söylenler Marx’taki ideoloji kavramına yakındır. Barthes’a göre
ideoloji gerçekten bir cemaatin kendini aldatmak için başvurduğu görünüşte tutarlı,
çözümlemelere uğratılınca uyduruk özellikleri ortaya çıkan isteklerden oluşmaktadır.
Barthes’a göre, küçük burjuva sınıfı, tarihi bilmezlikten gelmekte, kendi özelliklerini
ve değerlerini “her zaman aynı kalacak özler” olarak görmektedir. Bu tamamen kendi
sınıf çıkarlarını korumak için yapılan ve kendisini edebiyen var olacağını var sayan bir
düşüncedir. “Efsane, söz konusu ettiği nesneyi tarihten yoksun kılar” cümlesi bu tutumu
açıklamaktadır. Barthes, toplumdaki yanılsamaların çözümlemesini göstergebilim ile
yapmaktadır. Ona göre, dilbilim yapıyı incelemeli ve bütün bilimlere örnek olmadır.
Barthes, Saussure’un habercisi olduğu göstergebilimin bir uygulayıcısıdır. İdeoloji
sorunu, Barthes için hep dilbilime ilişkin tartışmalarla birlikte görünür olmuştur. Bu
nedenle, gösterge kavramına ilişkin tartışmalara verdiği önem, bir yandan da onun,
ideoloji konusundaki düşüncelerinin ayrılmaz bir parçası olarak görülebilir. Barthes
Çağdaş Söylenler’de söyleni özel bir dizge olarak tanımlar: “bu da kendisinden önce var
240 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
olan bir göstergesel zincirden yola çıkılarak kurulmasından ileri gelir”; söylenler “ikincil
bir göstergesel dizgedir” (1990: 159). Söylenlerde iki gösterge dizgesi vardır: biri nesnedil diğeri ise üst dildir. Nesne dil doğallaşmış, uzlaşımsal anlamların düzlemidir, üst dil ise
ideolojinin kurulduğu ve işlediği düzlemdir. İlk dizge düzanlama, ikincisi ise yananlama
ilişkindir. Bu yapılaşmayı örneklerken Barthes Paris-Match dergisinin kapağında gördüğü
Fransız üniforması giymiş bir “zenci” askerin fotoğrafını çözümler. Çağdaş söylenlerde
yananlam ve düzanlam iki ayrı düzeydir. Yananlamı mümkün kılan aslında düzanlamdır.
Yukarıda söylenden arındırma yöntemini kullanan ve bu yöntemin gelişmesine
katkıda bulunan düşünürlerin görüşlerine yer verilirken günümüzde söylen üretiminin
biçimsel farklara rağmen devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla özellikle ideolojik bir
aygıt olan medya aracılığıyla üretildiğini belirtilmiş olmaktadır.4 Barthes’in gösteren,
gösterilen ve gösterge dizgesi ile medya içeriklerini ele alması ve derin anlamı ortaya
koyarak iktidarın o giz halindeki söylenini açık etmesi bu çalışma bakımından da kabul
edilen geçerli bir görüştür. Bu görüş doğrultusunda aşağıda yer alan analiz yapılacaktır.
Kahramanlık Mitinin Propaganda Teknikleriyle Politik Tarihte İnşası
Kitle iletişimin sahte doğallığı ile toplumun gerçekliğini çarpıttığı iddiası bu
çalışmanın incelemek istediği temel sorun olduğu daha önce belirtilmişti. Bu amaçla kitle
iletişimi ile dolayımlanan söylenler aracılığıyla yaratılan karizmatik otoriter öznelerin
yaratılma süreci üzerine KİA içeriklerinde yer alan birçok örnek bulunmaktadır. Günümüz
toplumlarında bahse konu kullanılan teknikler totaliter rejimlerin aksine gizli anlatılar
olarak KİA içeriklerinde yer almaktadır. Kitle iletişim araçları kullanılarak üretilen ve
haklılaştırma rolünü oynayan söylenler ele alınırken kullanılan dil ve anlatı motifleri ve
özellikle derin anlamlar üzerinde durulmalıdır. Çalışmada amaca yönelik seçilen örnek
olaylar üzerinden kahramanlık mitlerinin KİA’da yer alış biçimleri ve derin anlamları
incelenecektir. İncelemede, kahramanlık söyleni ve propaganda teknikleri arasında örtük
bir bağın varlığı önkabul olarak tartışılmamıştır.5
4 İdeoloji kavramı, Marksist yaklaşımın yanlış bilinç kavramlaştırması ile başlayan ve birçok tartışmanın bu
temelde şekillendiği geniş bir alana ve köklü bir geçmişe sahiptir. Ekonomik belirlenime eleştirel yaklaşan ve
ideolojinin kültürel düzeyde yeniden ele alan Gramsci ve Althusser, medya dolayımı ile üretilen iletişimdeki
ideolojik boyutunun ortaya konmasına yardımcı olan kuramsal açıklamalar getirmişlerdir. Özellikle, İngiliz
Kültürel Çalışmaları ile medya dolayımıyla gerçekleşen iletişimde hakim ideolojinin yeniden üretildiği üzerine
çalışmalar yapılmıştır. Barthes’ın ‘paylaşılan bir ideoloji’nin toplumsal yaşamın olası her alanına işlediği tezi,
tarzlar ve yaşam biçimlerini halkla ilişkiler, sinema filmleri ve reklamlar gibi iletişim biçimleri ile çağdaş kültürün
yüzeysel görüntüsünü gözler önüne serme konusunda önemli olmuştur (Batı, 2005: 180). Bu anlamda medyada
egemen ideoloji yeniden üretilmektedir.
5 Propaganda, totaliter rejimlere özgü tek yönlü olarak işleyen bir süreç olmasının yanı sıra özellikle soğuk savaş
yıllarında uygulanan bir iletişim yöntemidir. Günümüz demokratik toplumlarına biçimsel olarak dönüşerek uyum
gösteren propaganda, artık egemen yöneticilerin ve egemen üreticilerin kamuyu mistifike etmek ya da maniple
etmek için kullanılmaktadır. Açıktan uygulanmasının toplumda tepkilerle karşılanması ve yasal yaptırımların olması
bile uygulanan bu iletişim tekniğinin varlığını hala etkin bir şekilde korumasını engelleyememiştir. Propaganda
teknikleri olarak yukarıda bahsi geçen ve adlandırılan teknikler, sıkça kullanılması bakımından herkesçe bilinen
tekniklerdir. Bu bakımdan kullanılan tekniklerin kavramsal tartışmasına çalışma kapsamında yer verilmemiştir.
Propaganda kavramı ile ilgili daha fazla bilgi için bakınız (Özsoy, 2008; Devran, 2003). Yararlanılan propaganda
tekniklerinden birisi “ad takma” tekniğidir. Bir düşünce ya da gruba kötü nitelendirici bir isim takma olarak da
bilinen teknik ile söz konusu düşünce ya da grup hiç dinlenmeksizin reddedilmektedir. Ad takma daha çok siyasal
kampanyalarda görülür. Söz gelimi bir taraf için “özgürlük savaşçısı” olan bir grup, bir başka taraf için “asiler” ya
da “direnişçiler” şeklinde nitelenebilir. Kullanılan bir başka propaganda tekniği “gösterişli genelleme” tekniğidir.
“Gösterişli geneleme” tekniği, bir şeyi etkin bir sözcükle “iyi” kabul edilen bir deyimle ilişkilendirmek demektir.
Sayı 40 /Bahar 2015
241
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
Bu bağlamda yapılan incelemeye, kahramanlık söyleninin ne olduğuyla başlanacak,
ardından politik tarihte yer alan örnekler ile kahraman söyleninin oluşumundaki etkenler
ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Kahramanlık anlatılarında ortak temalar söz konudur. İnsanüstü bir görevi yerine
getirmek için yola çıkan bireyin, bu süreçte karşılaştığı zorlukların ve sınavların üstesinden
gelerek insanüstü bir gerçeklik ile tekrar toplumun içine dönmesi ve böylelikle toplum
önünde elde ettiği ayrıcalıklı konum bu öykünün en temel ortak temasını oluşturur
(Campbell, 2000). Öykülerde kahramanın kahramanlaşma süreci aşamalara bölünebilir.
Doğaüstü güçlerin yardımıyla da olsa eylemlerinin sorumluluğunu ve sonuçlarının
yükünü kendi üzerine almaya başlayan insan, var oluşunu çevreleyen öğeleri tanımaya,
tanımlamaya, denetim altında tutmaya yeltenmektedir (Toktay, 2000). Bu çalışma
açısından da incelenmeye değer görülen aşama da bu aşamadır. Kahraman insanın artık
toplumu yönettiği ve diğer insanların da kahramanın üstün yönlerine itiraz etmediği ve
yapıp-etmelerine rıza gösterdiği bir dönem söz konusudur. Bu dönemde kahraman kendi
doğrularını topluma öğretmeye çalışır.
Yukarıda yer alan genel tema ile oluşturulan kahramanlık söyleni modernizmle
birlikte sorgulanmaya başlanmıştır. Aydınlanmayla birlikte bilimin sınanabilir ve
gözlenebilir önermeler şeklinde sınırlandırılması sonucunda söylenlerin bilgisi
ötelenmiştir. Oysa, toplumsal hayatın bir gerçekliği olarak kahramanlık söyleni toplumsal
işlevini yerine getirmeye kitlelerin yönetiminde etkin bir şekilde kullanılmaya devam
etmiştir. Özellikle politik liderlerin siyasi biyografilerinde kahramanlık öykülerinin
bulunması bir rastlantı değildir. Yanlış anlaşılmaların önünü almak için belirtilmelidir
ki bazı eylemler hayal gücünü zorlayacak nitelikte sonuçlara neden olmuştur. Bu
anlamıyla kahramanlık söylenlerinin tamamen reddi mümkün değildir ve bir gerçekliğe
denk düşmediği söylenemez. Ancak, bu tartışmada kahramanlık söyleninin uygulanan
propaganda teknikleri ile yaratılması ve üretilmesi durumu için geçerli bir tartışmadır.
Kişilerin eylemlerinin sonuçlarının insanüstü bir nitelikte olması bu kişilerinde insanüstü
olduğu anlamını taşımaz. Yanılgı buradan kaynaklanmaktadır.
KİA’larda sıkça rastlanan kahraman insanların toplumsal lider olmasında tarihsel
olaylar ne kadar önemli olursa olsun mitsel modele yakın değilse popüler bellekte kalıcı
olmamaktadırlar. Tarihi şahsiyeti olan ve milyonlarca insanı yönlendiren bu efsanevi
insanların politik yaşamlarında ölümle yüz yüze gelerek nerdeyse “ölümsüzleşme”
yönünde bir deneyim yaşadıkları topluma sıkça anlatılır. Hitlerin, bir suikast sonucu
Böylelikle söz konusu şeyi kanıtları gözden geçirmeksizin kabullendirme amacı taşır. Reklamcılık alanında yoğun
olarak kullanılır. “Transfer” tekniği ise bir şeyi saygı duyulan ya da olumlu kabul edilen sembol, simge ya da sözcük
gibi bir başka şeye transfer ederek anlatma anlamına gelir. Transfer tekniği çağrışım yoluyla işler. Transfer bazen iki
insanın birlikte fotoğraf çektirmesi yoluyla da işler; ünlü bir kişiyle bir resim, film, beste aracılığıyla geniş kitlelere
ulaşılabilir ve olumlu çağrışımlar yoluyla propaganda başarıya ulaşabilir. Bir diğer teknik “tanıklık”tır. Toplumda
itibarlı kişilerin desteğini kullanmak anlamına gelen teknik, hem reklamcılık hem de siyasi kampanyalarda sıklıkla
kullanılan bir tekniktir. “Halktan biri” tekniği siyasi lider için kullanılan bir tekniktir ve izleyicilerle aynı gruptan
olan bir bireyin ortalama insanlara yakınlığını ve benzer özelliklerini vurgulamak şeklinde tanımlanır. Özellikle
siyasi kampanyalarda parti liderinin toplumu yeterince tanıdığını anlatmak için yararlanılır. “Destek için gerçeklik
oluşturma” şeklinde adlandırılan propaganda tekniği ikna etmede en önemli tekniklerden bir tanesidir. Modernizm
ile birlikte bilimsel verileri belli amaçlar doğrultusunda kullanmak insanları ikna etmenin en önemli yolu olmuştur.
Teknik, bir düşünce ya da tezin doğruluğunu anlatmak için onu destekleyen görüş ve uygulamalara yer verme
şeklinde açıklanabilir.
242 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
ölümden kurtulması ve o anda patlayan bombanın diğerlerini öldürdüğü halde Hitlerin bu
suikasttan sağ olarak kurtulması bu anlamda bir liderin ölümsüzleşmesine etki eden bir
olaydır. Valkyrie operasyonu olarak bilinen suikast, 20 Temmuz 1944’te gerçekleşmiştir.
Yine, Lenin’in Ekim devrimini gerçekleştirirken yolunu kaybederek buz kaplı bir gölü
geçerek ölümle yüzleşmesi gibi söylenler bir kahramanlık söyleninin oluşmasında
kullanılan öykü temalar arasında yer almaktadır. Adnan Menderes’in uçak kazasından
kurtulması yine benzer bir olayın yaşanmasına hatta Menderes’in kendisine olan güveninin
üst seviyelere çıkmasına neden olduğu tarihçiler tarafından belirtilmektedir (Cumhuriyet,
18 Şubat 1959). Yakın tarihimiz düşünüldüğünde Turgut Özal, suikasta uğramasının
ardından yaptığı konuşmada “Allah’ın verdiği ömrü, O’nun isteğinden başka alacak
yoktur, biz de O’na teslim olmuşuzdur” derken totaliter rejimlerde olduğu gibi liderlere
özgü insanüstülüğünü vurgulamak yerine bir lider olarak insanın ölümlü olmasına dikkat
çekmiştir (Cumhuriyet, 19 Haziran 1988). Her ne kadar Özal, kahramanlık yönünde
kendisini üstünlükten soyutlamış ise de düşmanlar üzerinden bir karşıtlık doğal olarak
kurulmuş ve Özal’ın taraftarları bu kez de bu konuşmayı efsaneleştirmişlerdir.6
Ölümsüzlük ve insanüstülük yönünde yaşanan gelişmelere farklı örnekler verilebilir
ancak, yaşanan bu olaylar ardından yapılan haberler tam da yukarıda bahsedildiği “ad
takma” şeklindeki propaganda tekniğine uygun bir süreç ile desteklenmiştir. Milliyet
Gazetesi, Menderes’in uçak kazasını “Feci Bir uçak kazasından, İngiliz Başvekili
McMillan’ın tabiriyle ‘Mucize Kabilinden’ kurtulan Başvekil Adnan Menderes…”
şeklinde duyurmuştur (19 Şubat 1959). Menderes’in kurtuluşunun mucize olarak
sunulması ile özellikle tanık olarak gösterilen başka bir ülkenin başbakanının sözlerine
yapılan vurgu kullanılan propaganda tekniklerinden ad takma ve tanıklık stratejilerini
örneklemektedir. Peyami Sefa ise Milliyet Gazetesi’nde yer alan 19 Şubat 1959 tarihli
köşe yazısında şunları belirtmektedir:
… Hürriyet ve cüzi irade ile mücehhez ve mübesşer bir yaratık olmanın yüksek
mertebesine ulaşacağız. Bu günkü felaketimizi yarınki saadetlerimiz haline getirmenin yolunu
arayacağız. Allah Menderes’i korudu. Allah bizi kordu. Böyle bir tarih anında Menderes’siz
Türkiye, uskuru kopmuş bir uçak gibi parçalayıcı mecburi iniş yapmaya mahkum olabilirdi.
Peyami Sefa, bu sözleri ile Menderes’in kaderi ile Türkiye’nin kaderini eşdeğer
görmekte, Menderes’in olmaması halinde Türkiye’nin de düşen uçak gibi, metaforik
bir anlatımla, parçalanacağını belirtmektedir. Metne “gösterişli genelleme” anlayışının
kendiliğinden yansıması söz konusudur.
Kazanın, Kıbrıs görüşmelerine denk
gelmesi, Kıbrıs’ta bir devlet kurulmasının arifesinde yaşanması kazaya farklı anlamlar
yüklenmesine neden olmuştur. Tarihsel kişilik, söylensel modeldeki kahramanla savaş
gibi mitsel eylemler kategorisiyle özdeşleştirilmektedir (Eliade, 1994). Dış etkenler ya
da düşmanlar tarafından tehditlerin üstesinden gelinmesinde kahramanın vazgeçilmez
özelliği ile sorunları çözmesi gerekir. İnsanın toplumsal yaşamında yararlandığı yardımcı
6 Totaliter yönetimlerin liderleri ile Turgut Özal’ın aynı metin içerisinde bulunmasının nedeni, kahramanlık mitinin
yaratılmasında demokratik bir ülkedeki liderin, üstelik olayla ilgili kendisini kahraman olarak yorumlamayan bir
lider, konumu ile otoriter karakterdeki liderlerin konumu arasındaki farkı belirtmektir. Kahramanlık söyleninin
yaratılmasındaki fark ise otoriter liderler kendi kahramanlıklarını yaratmak için sistemli bir süreç yürütürken,
demokratik toplumlarda ise kahramanlık söyleni genellikle halk tarafından kendiliğinden oluşan bir süreçtir. Daha
açık bir ifade ile belirtmek gerekirse Turgut Özal’ı totaliter bir rejimin otoriter bir lideri olarak değerlendirmek
mümkün değildir.
Sayı 40 /Bahar 2015
243
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
öğeler ve insanların izole edilmiş olması dikkat çeken bir başka durumdur. Menderes’in
uçağının düşmesi ve dış düşmanlar Kıbrıs sorunu arasında yer alan ilgi imalı bir şekilde
aktarılmaktadır. Dolaylı yoldan dahi olsa dış düşman vurgusu ve kahramanın zorluğu
aşarak çözüm için çaba sarf etmesi motifi öykülemeye paralel bir anlatı niteliğindedir.
Kahraman söyleninde insanüstülüğün vurgulanmasında iki yön söz konusudur; biri
insansı değerlerin ve özelliklerin birer zaaf olarak temsili, ikincisi ise insanüstü eylemlerin
varlığıdır. İnsanüstü değerler ve özellikler, propaganda teknikleri yoluyla oluşturulmuştur.
Kahraman insan figürünü evrensel anlatılar üzerinden incelemek modernizmin getirdiği
bütün değerleri elden geçirerek mitsel olanı bilimsel olan ile açıklama gayretine bir
örnektir. Özellikle politik liderleri niteleyen kitle iletişiminde etkin olarak kullanılan
siyasal parti kampanyalarında “halktan biri” nitelemesi sıkça kullanılan nitelemelerden
bir tanesidir. Sol ideolojilerin sıkça kullandığı “halktan biri” nitelemesi kahramanlık
söyleninin üretiminde önemli bir öğe olarak sunulmaktadır. Ancak günümüzde halktan
biri nitelemesini sağ-muhafazakar görüş tarafından da kullanılmaktadır. 1974 Kıbrıs
Harekatı’nın karar vericisi olan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit de kendisine yönelik
kahraman söyleninin oluşturulması sürecinde bu türden sıfatlar ile nitelendirilmiştir.
Özellikle “Kara oğlan” ve “Halkçı Ecevit” gibi sloganlar ile bir kahramanlık söyleninin
oluşturulmak istendiği açıktır. Dönemin Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan’ın
da “Mücahit” olarak nitelenmesi yine bu dönemin kahramanlık söylenleri arasında yer
almaktadır (Kahraman, 2014).
Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ilk olarak Kocaeli’ne giden Bülent Ecevit’in gezisi
medyada geniş yer bulmuştur. Haberde Ecevit’in binlerce kişi tarafından karşılandığı,
halkın ilgisinin çok büyük olduğu belirtilmiştir (Milliyet, 29 Ağustos 1974). Haberin
devamında Ecevit’i dinleyenlerin dövizlerindeki yazılar aktarılmıştır: “Barışın güvercini,
savaşın kartalı Başbakan Ecevit”, “Onurlu ulusun onurlu Başbakanı”, “Üçüncü adam hoş
geldin”, “Kıbrıs’ta insanca hakça bir düzen”. Haberin devamında bir vatandaşın “Sen
ikinci Atatürk’sün” şeklindeki sözlerine yer verilmiştir. Bu sözü herkesin alkışladığını,
bunun üzerine Ecevit’in “Bu benim için çok değerli bir sözdür. Ancak ben ikinci Atatürk
değilim. Atatürk tektir. Bu benim hakkım değildir. Atatürk kurduğu devlette ve açtığı
yolda yürümekle çok Mustafa Kemaller yetiştiğini söylemişti” şeklinde konuşmuştur.
Bunun üzerine haberde, bir grup dinleyici Ecevit’in sözünü kestiği “halkçı Ecevit”
sloganını attığı belirtilmiştir (Milliyet, 29 Ağustos 1974).
Haberin kurgusu bile kahraman mitinin inşası için araçsallaşan bir dil biçimini
almaktadır. Dövizlerdeki “kartal” sözcüğü Ecevit’in bir kahraman olarak savaşçı
özelliğine göndermede bulunan bir eğretileme olarak değerlendirilebilir. Kahramanlık
destanlarında yer alan kahramanın sınav başarısı ve olağanüstülük özelliği, sloganlarda yer
alan kartal kelimesi ile simgelenmiştir. Ecevit’in ikinci Atatürk olarak değerlendirilmesi
ise tarihi kimliği daha güçlü olan Kahraman Lider’e benzetilmesine bir örnektir. Ancak,
Ecevit’in bu benzetmeyi kabul etmemesi üzerine “Halkçı Ecevit” sloganları bu kez de
farklı yönden yeniden bir kahramanlık mitini ürettikleri anlamına gelmektedir. Kahraman
liderin halk arasında olduğunun vurgulaması yine üstün insanın halk arasında olmasının
erdemine yapılan bir vurgu olarak değerlendirmek gerekir. Atatürk benzetmesi ise liderin
kahramanlaştırılmasında yine tarih içerisinde başka bir kahraman liderin deneyimleri
244 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
ile karşılaştırılması sonucu destek için gerçeklik oluşturma denilecek bir durumu ifade
etmektedir.
Ayrıca, yapılan haberde Ecevit’in konuşmasına yer verilmiştir. Bülent Ecevit’in
konuşmasında kahramanlığın paydaşlarına değindiği görülmektedir.
…Kıbrıs harekatı bir fetih değildi, bir milli ödevdi. Onunda ötesinde bir insanlık
ödevi idi. Bir tarihsel görevdi. Kahraman ve mert ordumuz, kahramanlığı insanlıkla bir
tutan ordumuz, Kıbrıs’ta kazanmak için savaşmadı, kurtarmak için savaştı. Türk ordusunu,
onu vücut veren yüce ulusumuzun huzurunda bir kez daha kutlarım. Yüce Türk ulusunu
kutlarım. Kıbrıslı Türkleri, aziz soydaşlarımızı kutlarım. Dış politikadaki başarısı için, değerli
hemşehrimiz Sayın Turan Güneş’i ve çalışma arkadaşlarını kutlarım (Milliyet, 29 Ağustos
1974).
Önemli bir zaferin ardından yapılan bu konuşma ile kolektif bir başarının altını
çizen Ecevit, Türk ordusunun kahramanlığını vurgulamıştır. Konuşmada başarının
öykülendiğini ve aktörlerinin kimler olduğu Ecevit tarafından sıralanmakla birlikte
haber metninin bütünü düşünüldüğünde kahraman söyleninin üretiminde sembolik dilin
kullanıldığı ve propaganda amaçlı bir haber inşasının olduğunu belirtmek gerekir.
Kahraman mitinin oluşmasında kullanılan “destek için bir gerçeklik oluşturma” diye
tanımlanan bir yöntem söz konusudur. Yöntem ile bilgi kutsanarak bilgi ile lider kişilikleri
güçlendirilmek istenmektedir. Kişilikler tarihsel süreç içerisinde farklı dönemlerde farklı
amaçlar uğruna farklı yorumlanmışlardır. Kahramanlık mitinin politik güç dengelerine
bağlı olarak dönemsel olduğunu belirtmek gerekir. Belli dönemin kahraman liderleri
tarih içinde güç dengelerinin değişmesiyle birlikte, birer diktatöre veya vatan hainine
dönüştürülebilmektedir. Tarihte olumsuz bir kişilik olarak anılan kimselerin tam tersi
bir yorumlama ile kahramanlaştırılmaları da mümkündür. Tarihi kişilikler üzerinden
yapılan tartışmalar dönemsel olmakla birlikte tarihin ve gerçekliğin iktidar ilişkileri ile
yeniden inşa edilebileceğinin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. II. Abdülhamit
üzerine yapılan tartışmalar hatırlanacak olunur ise Abdülhamit’i otoriter bir lider olarak
tanımlayanlar kadar Osmanlı topraklarını üstün bir politika ile uzunca süre bir arada
tutan siyasi bir deha olarak kabul edenler bulunmaktadır (Deringil, 2002). Nail Güreli,
Milliyetteki köşesinde dönemin hükümetini eleştirirken, şunları söylüyor:
Abdülhamit’in sansürünü, Menderes’in baskı yasalarını anımsatıp ‘öcü göstermece’
yapıyorlar. Aslında Abdülhamit ve Menderes’i bu işin içine katmakla onlara haksızlık
ediyorlar. Bugünün rezaletleri, onların dönemlerinde olup bitenlerle kıyaslanamayacak
kadar ağır, onların yanlışları, bugünkülerin yanında kıyaslanmayacak kadar ağır. Onların
yanlışları, bugünkülerin yanında ‘masum’ kalıyor. Abdülhamit’in sansürünü 24 Temmuz
1908’de gazeteciler kendi elleriyle kaldırmışlardı. Menderes’in baskı yasalarına tepki ve
direniş beyaz çıkan gazete sütunlarıyla filizlenmişti. (Milliyet, 22 Aralık 1996).
Yazılan metnin içeriğinden de anlaşılacağı üzerine tersten bir anti kahraman
yaratma çabası söz konusu. Dönemin dinamikleri düşünüldüğünde hükümeti tarihi
kişilikler üzerinden eleştirilmek istendiği gözlenmektedir. II. Abdülhamit’in 95.
ölüm yıldönümünde mezarı başında anma törenini konu edinen başka bir haberde, bir
konuşmacının sözleri aynen şu şekilde aktarılıyor:
Sayı 40 /Bahar 2015
245
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
Hayatını inancı uğruna adamış bir insan, şefkatli bir baba, halkını din, dil, ırk farkı
gözetmeden huzurunun temini için mücadele eden, dış siyasette ise devletlerarası dengeyi
ülkenin menfaatleri doğrultusunda en iyi şekilde devlet adamlığı dehasıyla Osmanlı
Devleti’nin son dönemine damgasını vuran yüce bir şahsiyettir (Zaman, 11 Şubat 2013).
II. Abdülhamit’in tarihi bir kahraman olarak betimlenmesini konuşma içerisinde
görmek mümkün. Ancak, haber içerikleri kadar haberlere yer verilip verilmemesi de
kahraman söyleni oluşturmada medyanın tercihlerinin önemli olduğunun açık bir ifadesidir.
Bu bakımdan düşünüldüğünde iki örnekte de kullanılan dil propaganda tekniklerinde
kullanılan taktiklere ve dile benzer bir niteliktedir. Liderlik karizması yaratılmıştır.
Çevrelerinde olumlu bir efsane oluşturulmuştur. Propaganda da kullanılacak simgeler,
sloganlar, kalıplaşmış tutumlar saptanmıştır. Karşı propaganda kaynakları hakkında
güvensizlik yaygınlaştırılmıştır. İki örnek olayda da kahraman yaratma söylenlerinin
sıkça kullanıldığı açıktır. Bu bakımdan, haber dilinin söylen üretiminde propaganda
tekniklerini ve genel söylen motiflerini kullandığını açıklamak aynı zamanda medyanın
ideolojisini de anlamak ve açıklamak bakımından önemlidir.
Sonuç
Medya aracılığıyla yaratılan anlamlar insanların anlam dünyalarını etkiler.
Medyanın egemen söylenleri yeniden aktaran işlevi düşünüldüğünde kahraman söyleninin
yaratılmasında önemli bir etkide bulunduğu görülür. İnsanoğlu tarihin başlangıcından
beri sorduğu soruları cevaplarken söylenleri oluşturmuş ve ürettiği söylene yine kendisi
inanmıştır. Ancak, günümüzde söylenler medya aracılığıyla üretilmektedir. Kahramanlık
mitinin oluşmasında haberlerde kullanılan dile yukarıda örnekler verilmiştir. Örneklerden
de anlaşılacağı üzere efsaneleşen liderler dokunulabilecek kadar gerçek ama erişilmez
kadar da uzaktırlar. Tarihi kişilikler, iktidar ilişkilerindeki dönemselliğe bağlı olarak
yeniden yorumlanmaktadır. Güç dengelerine bağlı olarak kimi zaman göklere çıkarılan
kimi zaman eleştirilen liderlerin efsanelik sihrini sağlayan kuşkusuz kitle iletişim
araçlarıdır. Tarihte bu sihri sağlayan farklı mecralar hep olmuştur. Örneğin, Antik
Yunan’da yeni yıl şölenleri simgesel ayinler bir piyesti, her iyi tiyatro etkinliği gibi
zaman ve mekan engellerini kaldırır, izleyenlerde katılanların etkisine alarak dünyadaki
uğraşlarından uzaklaştırırdı. Kutsal bir kandırmaca oyunuydu bu. Yakaranlar günlük
yaşantılarına temel olan sonsuz tanrılar dünyasına girdiklerini hissederlerdi. Elden ayaktan
düşmüş can çekişen yılı geçersiz kılmak için günah keçisi öldürülür, böylece hükümdarın
aşağılandığı ve yerine karnaval kralının tahta geçirildiği temsil olarak sahnelenirdi.
Benzer bir törensel havada günümüz kitle iletişim araçları ile gerçekleşmektedir. Kitle
iletişim araçları kendi kahramanlarını, canavarlarını ve efsane insanlarını yaratmaktadır.
Yaratılan gerçeklik ise bütün toplumsal ve dış dünyanın olumsuzluklardan izole edilen
gerçekliktir. Yukarıda verilen örnek haberlerde ya da anlatılarda benzer bir durum söz
konusudur. II. Abdülhamit örneği bunun açık bir kanıtıdır. II. Abdülhamit tarihi misyonunu
tamamlamış ve yapıp ettikleri ile tarihe mal olmuştur. Ancak, günümüz iktidar ilişkileri
içerisinde tarihsel bir gerçeklik yeniden yorumlanmıştır. Böylelikle ya kahramanlaştırma
ya da anti-kahramanlaştırma söz konusudur. Yine aynı şekilde örnek haberlerde,
246 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Birol Demircan
liderlerin karşıtlıkları ile var olduğu görülmektedir. Karşıtlıklar oluşturulurken var olan
gerçekliğin olumsuzluklarının tamamen öteki olan düşman, doğa ya da soyut bir varlıktan
kaynaklandığı belirtilmektedir. Dünya görüşünüz ne olursa olsun iktidarda iseniz, tarihsel
bir gerçekliği değiştirmeniz mümkündür. Gerçeği değiştirmek ve inandırmak insanın hayal
gücüyle ilgili bir durumdur. İşte bu nedenle sıradan bir insanın nasıl siyasi lider olarak
bir söylen kahramanına dönüştüğünü yine hayal dünyamızın sınırları içinde açıklamak
zorundayız. Gerçekliğin sürekli değiştiği bir dünyada hayal gücümüz bilinmezlikleri
sürekli yorumlamaktadır. KİA’lar da bu bilinmezlikleri bize hayal gücümüzün yansıttığı
gerçeklikler olarak sundu ve sunmaya devam etmektedir. Böylelikle açıklayamadığımız
her yeni ya da tarihi olayı, olguyu ya da kişiyi efsaneleştirmekteyiz ve efsaneleştirmeye
de devam edeceğiz.
Kaynaklar
Althusser, Louis, (2003). Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul: İthaki Yayınları.
Armstrong, Karen, (2006). Mitlerin Kısa Tarihi, İstanbul: Merkez Kitap Yayınları.
Atan, Yaşar, (2007). Akdenizli Tanrılar, İstanbul: Evrensel Yayıncılık.
Barthes, Rolland, (1990). Çağdaş Söylenler, İstanbul: Metis Yayıncılık.
Batı, Uğur, (2005). “Bir Anlam Yaratma Süreci ve İdeolojik Yapı Olarak Reklamların
Göstergebilim Bir Bakış Açısıyla Çözümlenmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Aralık 2005, Cilt: 29, No: 2, s. 175-190.
Campbell, James, (2000). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, İstanbul: Kabalcı
Yayınları.
Can, Şefik, (1997). Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul: İnkılap Kitapevi.
Cevizci, Ahmet, (2004). Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul: Etik Yayınları.
Cumhuriyet, 18 Şubat 1959.
Cumhuriyet, 19 Haziran 1988.
Deringil, Selim, (2002). İktidarın Sembolleri ve İdeoloji: II. Abdülhamit Dönemi
(1876-1909), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Devran, Yusuf, (2003). Siyasal Kampanya Yöntemi: Mesaj, Strateji ve Taktikler,
İstanbul: And Yayıncılık.
Eagleton, Terry, (2011). İdeoloji, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Fiske, John, (2006). Mitler ve Mitleri Yapanlar, İzmir: İlya Yayınevi.
Gezgin, İsmail, Gezgin, İlkay ve Çokişler, Nazım, (2004). Mitoloji (Mythos ve
Logos): Hayatımıza Yön Veren Söylenceler, İstanbul: Güncel Yayıncılık.
Grimal, Pierre, (2005). Yunan Mitolojisi, Ankara: Dost Kitapevi.
Sayı 40 /Bahar 2015
247
Kitle İletişiminde Çağdaş Söylen Üretimi: Kuramsal Bir Değerlendirme
Güreli, Nail, (1996). “Abdülhamit, Menderes ve Bizimkiler”, Milliyet, 22 Aralık.
Habermas, Jürgen, (1997). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Hall, Stuart, (1980). “Encoding and Decoding in the Television Discourse”. (In)
Culture, Media, Language. (eds.):Sutuart Hall, et al. London: Hutchinson. Pp. 197-208).
Hall, Stuart, (1994). “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, s. 169-209, Medya İktidar
İdeoloji, (çev. ve derl.) Mehmet Küçük, Ankara: Ark Yayınları.
Kahraman, Hasan Bülent, (2014). “Savaş için değil, barış için yapıldı”, Sabah, 20
Temmuz.
Marshall, Gordon, (2003). Sosyoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Mcquail, Denis, (2010). Kitle İletişim Çalışmalarında İletişim Modelleri, Ankara:
İmge Kitapevi.
Milliyet, 19 Şubat 1959.
Milliyet, 29 Ağustos 1974.
Mutlu, Erol, (1994). İletişim Sözlüğü, Ankara: Ark Yıyınevi.
Necatigil, Behçet, (2002). 100 Soruda Mitologya, İstanbul: Koç Kültür Sanat ve
Tanıtım Yayınları.
Özbudun, Sibel, (2004). Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm
Dinamikleri, Ankara: Ütopya Yayınevi.
Özsoy, Osman, (2008). Politik Propaganda Teknikleri, İstanbul: Alfa Yayıncılık.
Postman, Neil, (2012). Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sefa, Peyami, (1959). “Faciaların Faciası”, Milliyet, 19 Şubat.
Toktay, M. Nefrin, (2014). “Perseus Kahramanlık Mitinin Arketipsel Sembollerle
İncelenmesi”, http://www.iticu.edu.tr/, Erişim Tarihi: 22.10.2014
Uzun, Erkan ve Uzun Serkan, (2002). Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Vernant, Jean-Pierre, (1996). Eski Yunan’da Söylen ve Toplum, Ankara: İmge
Kitapevi.
Zaman, 11 Şubat 2013.
248 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
The Problem of Professionalization in Public Relations
Burcu ÖKSÜZ, Yrd. Doç. Dr., İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Halkla İlişkiler,
Meslek,
Meslekleşme.
Keywords:
Public Relations,
Profession,
Professionalization.
Öz
Ülkemizde uzun yıllardır halkla ilişkiler eğitimi verilmesine ve halkla ilişkiler
faaliyetleri sürdürülmesine rağmen, halkla ilişkiler mesleği hak ettiği konumu elde
edememiştir. Halkla ilişkiler, belirli bir eğitim ve yeterliliğe sahip olmaksızın herkesin
yapabildiği bir iş olarak görülmektedir. Halkla ilişkilerin bir meslek olmadığı düşüncesi,
halkla ilişkiler eğitimi alan kişilerin işsiz kalması, halkla ilişkiler uygulamacılarının alt
konumlarda istihdam edilmesi ve düşük ücretle çalıştırılması, üniversitelerde halkla
ilişkiler bölümlerinin tercih edilmemesi gibi pek çok sorunun kaynağını oluşturmaktadır.
Bu çalışmanın amacı, halkla ilişkilerin meslekleşme sorununu nedenleri ile irdelemektir.
Bu doğrultuda, halkla ilişkilerin meslek konumunu elde edememesine neden olan faktörler
tartışılmıştır. Halkla ilişkiler mesleğinin hak ettiği değere sahip olamamasının altında,
toplum tarafından tanınmama, imaj sorunu, profesyonel standartların ve yetkinliklerin
belirsizliği, kamu yararı sağlamadığı görüşü, meslek örgütlerine katılımın fazla olmaması
ile akreditasyon ve lisanslamanın olmaması gibi pek çok faktör yatmaktadır.
Abstract
Although there has been the education of public relations for a long time in our
country and maintanence of public relations practices, public relations profession could
not obtained the deserved position. Public relations is seen as a job that does not require
a specific training and qualification and a job that everybody can do. The idea that public
relations is not a profession constitutes many problems sources such as people with public
relations training being unemployed, public relations practitioners being employed in the
lower positions, and being run on low wages, and public relations departments not being
preferred by students. The aim of this study is to examine the causes of the problem of
professionalization of public relations. In this respect, factors that cause public relations not
to obtain professional position are discussed. Many factors such as not to be recognized by
society, the image problem, the uncertainty of the professional standards and competence,
the view of not providing public interest, not participating to professional associations and
lack of accreditation and licensing lie behind the inability of public relations profession to
have the value it deserves.
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
Giriş
Meslekleşme üzerine tartışmalar, 1970’li yıllarda bürokratik yönetimin gelişmesi,
süreç odaklı çalışma yöntemleri ve orta sınıf işgücünün vasıfsızlaştırılmasına ilişkin
gözlemlerin bir sonucu olarak başlamıştır. Meslekleşme 20. yüzyıldan itibaren halkla
ilişkiler alanın da bir amacı haline gelmiştir (Meintjes ve Niemann-Struweg, 2009).
Halkla ilişkilerin önemi gün geçtikçe daha fazla anlaşılsa da meslek olarak görülmemesi,
gerek mesleğin kendisinin gerekse uygulamacılarının saygınlığı açısından problemler
yaratmaktadır. Toplumun halkla ilişkileri bir meslek olarak değerlendirmemesi, hem
bu alanda eğitim almak ve uzmanlaşmak isteyen kişileri uzaklaştırmakta, hem de hali
hazırda bu mesleği icra edenlerin yaptıkları işten memnuniyetsizlik duymalarına neden
olmaktadır.
Günümüzde kurumların farklı iç ve dış paydaşlarıyla etkileşimde olması
gerektiğinden, halkla ilişkilerin kurumsal düzeyde tanınması ve değer görmesi şaşırtıcı
olmamaktadır. Ancak halkla ilişkiler hızlı büyüse de henüz tıp, avukatlık ve muhasebe gibi
gerçek bir meslek haline gelememiştir (Abdullah ve Threadgold, 2008: 286). Küreselleşme
halkla ilişkiler uygulamacıları için hem fırsatlar hem de meydan okumalar yaratmıştır.
Halkla ilişkiler uygulamacıları değişim dönemlerinde örgütlere liderlik etme potansiyeline
sahip olmakta, hedef kitlelerle ilişkileri oluşturmakta, değiştirmekte ve sürdürmektedir.
Bunun yanında örgütlerin hedef kitleleri ile etkili iletişim kurması, çeşitli kültürel ve
sosyal güçlere dayanmaktadır (Taylor, 2000: 278). Halkla ilişkiler, bir meslek konumuna
sahip olmadığında, örgüt içindeki ve dışındaki çalışmaların kendi kuralları, değerleri ve
ilkeleri doğrultusunda yürütülmesi oldukça zordur. Mesleğin rehberliği doğrultusunda
hareket edemeyen halkla ilişkiler uygulamacıları, çalıştıkları örgütlerin kendilerine
sunduğu sınırlar içinde hareket etmekte ve mesleklerinin doğrularını çalışmalarına
aktarmakta problem yaşamaktadır. O halde halkla ilişkiler uygulamacılarının meslekleri
tarafından yönlendirilmeye bir anlamda ihtiyaçları bulunmaktadır. Nasıl ki bir hekime
sağlık hizmeti sunarken Hipokrat yemini rehberlik ediyorsa, halkla ilişkiler mesleğini
icra edenlerin de güçlü bir meslek yönlendiriciliğine ihtiyaçları vardır.
Halkla ilişkilerin meslek konumunu elde etmesi ise alandaki akademisyenlerin,
uygulamacıların ve meslek örgütlerinin işbirliği halinde yürütecekleri çalışmalar ile
mümkün olabilecektir. Diğer bir deyişle, halkla ilişkilerin meslekleşme sorununu
çözebilecek olan kişilerde mesleğin içindekilerdir. L’Etang (2002) “meslek standartlarının
oluşturulmasında münhasır yetkinin öneminden” söz eder. Mesleğin yürütücüleri, birlikte
hareket ederek halkla ilişkilerin kurallarını oluşturduğunda ve bunu yerine getirmeyenlere
bir takım yaptırımlar uygulanabildiğinde, halkla ilişkiler isteyen herkesin icra edebildiği
basit bir iş olarak görülmekten uzaklaşabilecek ve hak ettiği konumu elde edebilecektir.
Bu çalışmanın amacı, meslek konumunu elde etmekte gerekli olan kriterleri irdelemek ve
halkla ilişkilerin meslekleşme sorununun altında yatan faktörleri tartışmaktır.
Meslek ve Meslekleşme
Meslek kavramı, ‘Bir zanaatkârın nerede bulunduğunu açık bir şekilde beyan etmek’
250 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
anlamına gelen Latince ‘profiteor’dan gelmektedir (Van Ruler, 2005: 160). Grunig (2000:
25) meslekleşme fikrinin Milattan Önce 5. yüzyılda tıp etiğinde Hipokrat Yemininin
geliştirilmesi ile başladığını ifade eder. Meslek, bir uzmanlık alanını tanımlayan uğraşla
ilgili bir kavram olarak görülmektedir (Abdullah ve Threadgold, 2008: 285). Bir meslek,
kendi çıkarlarının ötesinde hizmet ettiği kamunun ihtiyaçlarına ve çıkarlarına öncelik
vermeye müşterek olarak ve açık şekilde adanmış uzman hizmet sunanların birliğidir ve
kamu tarafından da bu birliğe güven duyulmaktadır. Meslek açısından hizmet sunanlarla
kamu arasındaki söz konusu anlaşma, bir sosyal sözleşme olarak açıklanabilir (Welie,
2004: 531-532).
“Meslek, bir kişinin hayatını kazanmak ve geçimini sağlamak için sürekli olarak
üzerinde çalıştığı iş veya fikir alanı” olarak anlaşılabilir (Ertekin, 1987: 35). Profesyoneller,
mesleklerine ilişkin standartlara ve bilgiye dayalı olarak işlerini gerçekleştirme gücüne
sahiptir. Profesyonel olmayanlar ise bu güce sahip değildir, müşterileri veya yöneticileri
onlara yapacaklarını söylemekte ve genellikle bu emirler mesleki standartları ihlal
etmektedir (Grunig, 2000: 26).
Bir uğraşın meslek olup olmadığını değerlendirebilmek, mesleğin niteliklerinin
bilinmesini gerekli kılar. Ertekin (1987: 36) mesleğin karşılığı olarak “uğraş” sözcüğü
kullanılsa da, bu sözcüğün daha dar kapsamlı olduğunu söyler ve kavramın tam bir
mesleki faaliyeti anlatmadığını vurgulayarak mesleği, “belirli bir öğrenim ve tecrübe
sonunda kazanılan bilgi ve beceriler yoluyla, belirli kurallara uyularak yapılan
çalışmalar” olarak tanımlar. Bunun yanında, bir uğraşın meslek olarak tanınmasının
belirli düzeyde uzmanlığı ve ahlaki durumu gerektirdiği; meslek kavramının birkaç yıllık
eğitim aracılığıyla edinilen teorik ve pratik bilginin yanında kamu yararını desteklemeye
olan adanmışlığa sahip olduğu ifade edilmektedir (Lim ve Hussein, 2006: 55). “Kişinin
başkalarıyla ilişki kurmadan ve kendi başına yaptığı, sosyal kabullenme görmemiş ve
piyasa değeri de bulunmayan iş ve faaliyetler mesleki sayılmazlar.” (Ertekin, 1987: 36).
Bir mesleğin gelişimi, yerel ve küresel değişimlerden etkilenmektedir ve aynı
zamanda uygulamacıların faaliyetlerini ve çalışma koşullarını etkilemektedir (Meintjes ve
Niemann-Struweg 2009). Meslekler, o mesleği icra edenlere yüksek bir konum sunarlar
(Morris ve Goldsworthy 2008: 113). Bir uğraşın meslekleşmesi, hem uygulamacıları olan
hem de olmayanların gözünde o uğraşın öneminin artmasının bir yoludur (Sha 2011a:
188). Meslekler, sosyal zihin haritalarında yüceltildiği için insanların çoğunlukla itibarlı
gördükleri sektörlerde çalışması şaşırtıcı olmamaktadır (Morris ve Goldsworthy, 2008:
114). Nitekim “Meslek, kişinin bedeni özellikleri, davranışları, tutumları, duyguları ve
düşünceleri üzerinde olduğu gibi, eğilimleri ve kişilik özellikleri üzerinde de belirleyici
etkiler yapar.” (Ertekin 1987: 35).
Halkla İlişkilerde Meslekleşme
Halkla ilişkilerin bir meslek olup olmadığına ilişkin tartışmalar uzun zamandır
devam etmektedir. Halkla ilişkilerin henüz bir meslek olmadığı kanısının yaygın
olarak kabul gördüğünü ileri sürenlerin yanında (Hainsworth, 1993), halkla ilişkilerin
Sayı 40 /Bahar 2015
251
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
meslekleşme sürecinde olduğunu belirtenler de bulunmaktadır (Morris ve Goldsworthy,
2008). Bunun yanı sıra halkla ilişkilerin mesleki konumu hakkında akademisyenlerin ve
uygulamacıların bakış açılarının benzerliği konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır.
Van Ruler (2005) akademisyenlerin ve uygulamacıların farklı dünyalarda yaşadığını
belirtmekle birlikte, uygulamanın gelişimi açısından meslekleşmenin ön şart olduğu
konusunda her iki grubun da hemfikir olduğunu belirtirken, Palea (2012) halkla ilişkilerle
ilgili tartışmalı konuların varlığını sürdürdüğünü, bu konulardan birinin de halkla ilişkiler
mesleğinin konumu hakkında araştırmacılar ve uygulamacılar arasında bir fikir birliğinin
yokluğu olduğunu ileri sürer.
Halkla ilişkiler akademisyenleri, halkla ilişkilerde meslekleşmenin önemini kabul
etse de, halkla ilişkiler pek çok nedenden ötürü ‘yaygın bir uğraş’ olarak görülmektedir
(Abdullah ve Threadgold, 2008: 285). Uygulamacılar, halkla ilişkileri kolayca meslek
olarak tanımlayamamaktadır (Parkinson ve Parkinson, 2003: 136). Bunun yanında
uygulamacılarının sürekli eğitim sorumluluğu olmaması nedeniyle halkla ilişkilerin
meslek olarak görülemeyebileceğini iddia edenler bulunmaktadır (Newsom vd., 2013:
3). Buna karşılık meslek örgütleri, halkla ilişkilerin bir meslek olduğu konusunda
ısrarcı olmaktadır. Ancak eleştirel bakanlar, halkla ilişkilerin henüz bir meslek statüsüne
ulaşmadığı, yalnızca bir iş veya kalifiye teknik iletişim aktivitesi olduğu konusunda görüş
bildirmektedir (Bowen, 2009: 403).
Halkla ilişkilerin meslek olarak değerlendirilmesi, iyi bir konuma sahip olması
ve uygulamacılarının fayda sağlaması açısından son derece önemlidir. Halkla ilişkilerin
henüz meslek haline gelip gelmediği konusuna yönelik tartışmalar devam etse de, halkla
ilişkilerin meslek statüsü kazanmasının önemli olduğu, nitekim bunun sektöre güven ve
itibar vereceğini, uygulamacıların hesap verebilirliklerini ve güvenirliğini arttıracağını,
uygulamacılar tarafından üretilen işlerin kalitesini yükselteceğini ve örgütsel karar
almaya katkı sağlamada uygulamacılara önemli fırsatlar sunacağı vurgulanmaktadır
(Sriramesh ve Hornaman, 2006: 156). Benzer şekilde, profesyonel statünün halkla
ilişkiler için önemli olduğu, nitekim böyle tanınmanın toplumsal saygınlığı arttırdığı
ve halkla ilişkileri propagandadan net bir biçimde ayırmayı kolaylaştırarak toplumsal
arzuları karşıladığı belirtilmektedir (L’Etang ve Pieczka, 2002: 25-26). Halkla ilişkiler
uygulamacıları meslek statüsünü kazanmadığı sürece, ne toplum ne de müşterileri onlara
saygı ve güven duymayacaktır (Meintjes ve Niemann-Struweg, 2009).
Halkla ilişkilerin meslekleşmesi açısından temel problemler şöyle açıklanabilmektedir
(Kruckeberg, 1998):
Mesleğin temel amaçları, esas fonksiyonları ve sorumlulukları konusunda genel bir
anlaşmanın olmaması.
Mesleğin saygın bir bilimsel çalışma alanı olarak görülmemesi ve bazı uygulamacıların
halkla ilişkiler mesleğini icra eden birçok kişinin meslekten ayrılma isteğine sahip olduğunu
düşünmesi.
Halkla ilişkiler alanı ve uygulamalarının endüstride ve işletmelerde düşük
farkındalığının olması.
Abdullah ve Threadgold (2008: 286) pek çok işletme liderinin halkla ilişkiler
252 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
uygulamacılarının yeteneklerinin ve yetkinliklerinin düşük düzeyde olduğunu ve
halkla ilişkilerin (performans ve kullanılan araçlar ile ilgili) karmaşık ya da sofistike
olmadığını düşündüğünü vurgular. Bu anlayış, halkla ilişkiler uygulamacılarının daha
düşük konumlarda istihdam edilmesi ve daha düşük ücretlerle çalışması sonucuna neden
olmaktadır. İşletmelerde liderlerin halkla ilişkileri önemli bir görev olarak görmemesi,
gerek mesleğin kendisi gerekse uygulamacılar açısından dezavantajlar oluşturmaktadır.
Halkla ilişkiler diğer birimlere göre daha düşük bir konumda değerlendirilmekte ve
uygulamacılarda benzer pozisyonlarda çalışan kişilere nazaran daha güçsüz olabilmektedir.
Halkla ilişkilerin mesleki konumuna ilişkin çeşitli araştırmalar yürütülmüştür.
İtalya’da yapılan bir araştırmada, halkla ilişkiler mesleğinin belirsizliğinin yaygın olduğu,
birçok insanın halkla ilişkilerin ne olduğunu tam olarak bilmediği, fonksiyonları ve rolleri
hakkında yanıltıcı yorumlara sahip olduğu, bunun kısmen bu mesleğin sınırları hakkında
tutarlı bir önerinin yokluğunun bir sonucu olduğu saptanmıştır (Valentini, 2011). Başka
bir çalışmada, Yeni Zelanda ve Avustralya’da halkla ilişkiler mesleğinin çoğunlukla
erkek gazetecilerin örgütler ve müşteriler adına medya ilişkilerini yürütmesi ile başladığı,
mesleğin ilk yıllarında halkla ilişkiler uygulamacılarının neredeyse tamamının halkla
ilişkiler alanına girmeden önce mesleki hayatlarına gazeteci olarak devam ettiği bulgusuna
ulaşılmıştır (Motion vd., 2009: 109).
Halkla ilişkiler alanında çalışan akademisyenlerin ve uygulamacıların halkla
ilişkilerin meslek olarak görülmesi gerektiğine ilişkin bir kanısı bulunmasına rağmen,
halkla ilişkilerin toplum tarafından bir meslek olarak değerlendirildiğini söylemek henüz
mümkün değildir. Halkla ilişkilerin meslek konumuna sahip olamamasının altında, meslek
olarak görülmenin bazı gerekliliklerini karşılamaması ve toplumun bazı kesimlerindeki
olumsuz imajı yatmaktadır.
İlgili yazında halkla ilişkilerin “yalan söyleme sanatı, bilimi, yeteneği, hilesi (Dodge)
veya ticareti” (Harrington, 1959: 209), basın ajansı ya da tanıtımın bir eşanlamlısı (Brody,
1992) olarak görülebildiği ifade edilmektedir. Oysaki kamunun pek çok kesiminde ve
birçok uygulamacıda var olan popüler yanılgının aksine, halkla ilişkilerin kapsamı
olumlu tanıtım veya imaj oluşturma değildir ve olmamalıdır (Sriramesh ve Hornaman,
2006: 155).
Özsoy (2006) tarafından televizyon metinlerinde halkla ilişkiler mesleğinin temsiline
yönelik yapılan araştırmanın sonuçlarına göre; “Halkla ilişkiler mesleği özelinde temsil
edilen kadınların konumları ve temsillerinde de kalıp yargılar görülmektedir. Halkla
ilişkiler alanının kendisine de gönderme taşıyan bu temsillerde kadın, güzel, bakımlı,
gösterişli ve çalışkandır. Halkla ilişkiler alanı egemen olarak kadınsı/kadınca bir dünya
olarak vurgulanır ve ona ait özellikler üzerinden kodlanır. Profesyonel meslek yaşamına
yönelik vurgular sınırlı ve zayıftır” (2006: 22).
Halkla ilişkiler uygulamacılarının çoğu, müşterilerinin olumlu imajını sürdürmeye
çalışırken, kendi mesleklerinin imajı için nadiren çalışmaktadır (Callison, 2001: 219).
Grunig (2000: 24) halkla ilişkilerle yaygın olarak ilişkilendirilen damgaların üstesinden
gelmek için akademi ve uygulama dünyasının mesleki değerlerinin geliştirilmesi
gerektiğini vurgular. Aynı zamanda toplum bu değerlerin önemli olduğunu düşünmeli;
Sayı 40 /Bahar 2015
253
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
bu değerlerin uygulanması için gerekli olan bilgi ve beceriler tanımlanmalıdır. Temel
değerlerin rastgele seçilmemesi ya da birilerinin kişisel değerlerini diğerlerine empoze
etmemesi gereklidir. Bundan ziyade değerler entelektüel geleneklerden ve araştırmadan
tanımlanmalıdır.
Meslek olmanın gereklilikleri diğer disiplinlerin yanı sıra halkla ilişkiler
akademisyenleri tarafından da uzun zamandır tartışılmaktadır. Bir uğraşın meslek
haline gelmesinde, o uğraşın üyelerinin belirli özellikleri ve davranış normlarını (etik
kodlara uymak, belirli bir bilgi bütününü öğrenmek, meslektaşlarına bağlılık göstermek,
kendi zanaatlerinin icra edilmesinde kalite standartlarının elde edilmesi gibi) gerektirir
(Picciotto, 2011: 167). Grunig ve Hunt (1984) bir mesleğin beş özelliğini profesyonel
değerler bütünü, meslek örgütlerine üyelik, profesyonel normlara bağlılık, bilgi yapısıyla
ilgili entelektüel bir gelenek, uzun bir süre belirlenmiş mesleki eğitimle edinilen teknik
beceriler olarak açıklar. Broom (2009: 120) profesyonel statünün göstergelerini, alana giriş
için uzmanlaşmış eğitimsel hazırlık, teori temelli bilgi yapısı, etik kodlar ve performans
standartları, uygulama özerkliği ve uygulamacıların kişisel sorumluluğu kabulü ve alanın
kendine özgü ve asli hizmet sunduğuna ilişkin toplumun farkındalığı olarak sıralamaktadır.
Wright (1981) halkla ilişkilerde meslekleşme kriterlerini entelektüellik, etik kodlar,
kapsamlı özerklik, kamu hizmetine kişisel çıkarlardan daha fazla odaklanmak, temel bilgi
yapısına dayalı olarak kendine özgü ve asli hizmetleri yerine getirmek, uygulamacıların
diğerkâmlıkla yönlendirilmesi olarak açıklar. Abdullah ve Threadgold (2008: 286) ise
halkla ilişkilerin meslekleşmesinin dört boyutunu bilgi ve kişisel yetkinlikler; araştırma
ve eğitim; etik kodlar; akreditasyon ve lisans olarak sıralamaktadır.
Görpe (2013) ise halkla ilişkilerin meslekleşmesi için gerekli olanları şöyle
sıralamaktadır:
Ne olduğunun açıklanması
Diğer iletişim disiplinlerine katkısının ve onları nasıl tamamladığının gösterilmesi
Yönetsel düzeyde çalışması gerektiğinin ispatlanması
Yalnızca medya ilişkileri ve etkinlik yönetimine eşit olmadığının ispatlanması
Araştırma ile başlanmanın gerekliliğinin gösterilmesi
Araştırmanın neden gerekli olduğunun gösterilmesi
Kamu çıkarının son derece önemli olduğunun vurgulanması
Alandaki ve ilgili alandaki bilgiden yararlanılması
Profesyonel standartların düşünülmesi
Halkla İlişkiler, Kamu Yararı ve Etik
Kamu yararı, bir uğraşın meslek olarak görülmesindeki en önemli gerekliliklerden
biridir. Meslek gelişirken aynı zamanda faaliyet gösterdiği toplumun özelliklerini ve
halkla ilişkilerin yapısını belirleyen kültürü, dili, coğrafyayı, ekonomiyi, politikayı
ve işletmelerdeki farklılıkları yansıtmaktadır (Singh ve Smyth, 2000: 388). İçinde
254 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
bulunduğu toplumun etkisi ile şekillenen mesleksel faaliyetler, aynı zamanda toplumu
etkilemekte ve çıkarlarına hizmet edebilmektedir. Sharpe (1986) halkla ilişkilerin meslek
olarak tanınmasının temelinin, sosyal ve çevresel durumlara ve mesleğin bu durumlara
verdiği tepkiye dayandığını belirtir. O halde halkla ilişkilerin meslekleşmesinin önemli
bir boyutunu, kamu yararına olan adanmışlık oluşturmaktadır.
Kamu yararına hizmet etme yalnızca bir mesleğin tanımlanmasında kullanılan bir
kriter değildir, mesleğin değerinin belirlenmesinde de kamu yararına sıklıkla gönderme
yapılmaktadır (Bivins, 1993). Meslekleşme, uygulamacıların topluma azami katkı
sağlamasının ölçümüne dayanır (Wilensky, 1964). Diğer bir deyişle, topluma yapılan
katkı, bir uğraşın meslek olmasında ve değerinin saptanmasında belirleyici bir faktördür.
Meslek kavramı kelimenin tam anlamıyla ‘kamu onayı’ anlamına gelmekte, bir uğraş
kolay bir şekilde profesyonel konum talep edememekte, bu konumun kamu tarafından
kabul edilmesi gerekmektedir. Profesyonellerin ‘kamu faydasını’ koruduğu ve arttırdığı
genel olarak kabul görür (Welie, 2004: 530).
Amerika Halkla İlişkiler Derneği’ne göre “Halkla ilişkiler, gruplar ve kurumlar
arasında karşılıklı anlayış oluşmasına katkı sağlayarak kompleks ve çoğulcu toplumun
kararlarını ve fonksiyonlarını yerine getirmesine destek olmaktadır. Halkla ilişkiler, özel
ve kamu politikalarının uyum sağlamasına hizmet etmektedir.” (Fitzpatrick ve Gauthier,
2001: 193). Dolayısıyla halkla ilişkiler, yalnızca müşterileri olan kişilerin ve örgütlerin
çıkarlarına hizmet etmeye adanmış bir meslek değildir. Toplum ve çıkarları da halkla
ilişkilerin temel bir önceliğidir.
Halkla ilişkiler performansının standartları, kamu çıkarı ve refahının yanında
örgütün, kişilerin veya ilgi gruplarının haklarının korunması açısından belirlenmelidir
(Sharpe, 1987). Halkla ilişkilerin yalnızca adına çalıştığı kurumların ve kişilerin çıkarları
doğrultusunda hareket etmesi, meslekleşme sürecinin başarısını sekteye uğratacaktır.
Şöyle ki halkla ilişkiler, kamunun çıkarlarına gözlerini kapatarak, yalnızca faaliyetlerini
yürüttüğü kişi veya kuruma saygınlık kazandırma, hedef kitleleri ikna etme, çalışan
ve müşteri sadakatini arttırma, satışları destekleme gibi amaçlarını yerine getirmeye
çalışırsa kamu onayını alması mümkün olamayacaktır. “Halkla ilişkiler uzlaştırıcı
ve savunucu rolleri ile hem kamu tartışmaları ile ilgilenme hem de onları destekleme
fırsatına sahip olmaktadır” (Bivins, 1993: 126). Halkla ilişkiler uygulamacıları bu rolleri
yerine getirirken kamunun çıkarlarını gözetmelidir. Etkili halkla ilişkiler yalnızca örgütün
çıkarları ile değil aynı zamanda örgütsel paydaşların çıkarları, değerleri ve ihtiyaçları
tarafından yürütülmelidir (Sriramesh ve Hornaman, 2006: 155). Grunig’e göre (2000: 25)
halkla ilişkilerin, bir mesleğin temel özellikleri olan kamu çıkarını ve görece otonomiyi
geliştirmesi gerekmektedir. Bunun yanında er ya da geç halkla ilişkiler uygulamacıları
yalnızca müşterilerinin kişisel çıkarlarına hizmet etmenin ötesine geçmelidir. “Halkla
ilişkilerin bir meslek haline gelmesi, kamu yararına hizmet etme yönünde etik
yükümlülüklerin açıklığa kavuşturulması, amacına ulaşması ve toplum tarafından meşru
bir meslek olarak görülmesi açısından önem taşımaktadır” (Bivins, 1993: 117).
Bazı halkla ilişkiler akademisyenleri ve uygulamacıları, günümüzde halkla ilişkilerin
iknanın ve retoriğin ötesine geçtiğini, profesyonel halkla ilişkiler çalışmaları müzakere
Sayı 40 /Bahar 2015
255
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
ve arabuluculuk ilkeleri ile yürütülmektedir. Halkla ilişkilerin amacı, basit bir şekilde
kurumun çıkarını için hedef kitleleri etkilemek değildir. Bunun yerine (en azından olması
önerilen) örgütlerin ve hedef kitlelerin karşılıklı faydası için çıkarlarını bağdaştırmaktır
(Fitzpatrick ve Gauthier, 2001: 194). Halkla ilişkiler, bir kere toplum tarafından meslek
olarak tanındığında sorumluluktan kaçamayacaktır. Bu kabul, kısmen beklenen sonuçlara
dayanır. Halkla ilişkilerin toplumun kabul edeceği şekilde kamu yararını tanımlamak
dışında seçeneği yoktur (Bivins, 1993: 127).
Halkla ilişkilerin meslek olarak değerlendirilmesinde kamu yararının yanında
etik de büyük önem taşır. Aydede’ye göre (2001: 177) halkla ilişkiler alanında makine,
fabrika, üretim, tüketim gibi kavramlar yerlerini davranışlara ve değerlere bırakmıştır.
Uygulamacılar her gün aldıkları kararların haklılığını değerlendirmek için bazı
temellere ihtiyaç duyarlar. Halkla ilişkiler profesyoneli olarak işlerini tanımlarken temel
değerlerden türetilen etik ilkelere ihtiyaç duyarlar. Mesleklerinin savunuculuğu ve sosyal
vicdan arasında olası çatışmaların uzlaştırılmasında bir rehbere ihtiyaç duyarlar. Bu
tür standartların geliştirilmesi halkla ilişkiler uygulamacılarının bir profesyonel olarak
konumlarına ilişkin farkındalıklarının en önemli basamaklarındadır (Fitzpatrick ve
Gauthier, 2001: 201).
Halkla ilişkilerde evrensel kodların geliştirilmesi gerekir (Kruckeberg, 1993). Tüm
dünyada halkla ilişkiler meslek örgütleri, etik kodlar ile uygulamacıların etik davranışlarına
seslenir (Lim ve Hussein, 2006: 57). Halkla ilişkiler uygulamacılarının etiği, hem kamu
hem de uygulamacıların kendileri tarafından düşük görülmektedir. Dolayısıyla halkla
ilişkiler uygulamalarında algılanan meslek ahlakının arttırılması gerekir (Pratt, 1991:
234). Ancak halkla ilişkiler alanında etiğin önemine rağmen, bu alandaki birçok kişi etik
konusunda oldukça az bilgiye sahiptir (Wright, 1989).
Halkla ilişkiler uygulamacılarının müşteri ve işverenlere karşı sorumluluk,
medyaya karşı sorumluluk, topluma karşı sorumluluk ve meslektaşlarına karşı sorumluluk
olmak üzere dört alanda sorumluluğu bulunmaktadır (Aydede, 2001). Halkla ilişkiler
uygulamalarında etik davranışın öneminden ötürü mesleki standartları bozan, ihlal eden
kimselere karşı müeyyideler uygulamak için çalışmalar yapılmıştır (Okay ve Okay
2001:654).
2012 yılında Melbourne’de gerçekleşen Dünya Halkla İlişkiler Forumu’nda
‘Melbourne Direktifi’ belirlenmiştir. Halkla ilişkiler ve iletişim profesyonellerine, örgütün
karakterini-değerlerini tanımlama ve sürdürme, dinleme ve bağlantı kurma, kişilere ve
örgütlere sorumluluk aşılama talimatları verilmiştir. Bu direktife göre halkla ilişkiler
uygulamacılarının profesyonel sorumlulukları şöyledir:
Profesyonel etik kodları anlamak, onlara uymak ve faaliyetleri onlara uygun şekilde
sürdürmek.
İç ve dış paydaşlara yönelik halkla ilişkiler ve iletişim çalışmalarına rehberlik eden
profesyonel standartları iletmek.
Sürekli eğitim ve öğrenme ile etkili ve sorumlu şekilde yetkinliklerini korumak ve
sürdürmek.
256 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
Halkla ilişkilerin meslekleşmesi açısından etik kodlar zaruridir ve kodların gerekliliği
iki yönden açıklanabilir. Birincisi, etik kodlar uğraşın mesleğe dönüşümünde, özellikle halkla
ilişkiler açısından, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir parçadır. İkincisi, halkla ilişkiler uzun
yıllar sahip olduğu olumsuz imajına bağlı olarak güvenilir bir meslek kabul edilmemesinden
dolayı sıkıntı çekmiştir. Bu sorunun çözümünde etik kodlar önemlidir (Huang, 2001).
Bilgi, Eğitim ve Profesyonel Yetkinlikler
Meslekler, temel değerlere ve bu değerlerin yerine getirilmesine yönelik uzmanlığı
sağlayan bilgi yoğunluğuna dayanır (Grunig, 2000: 23). Bir meslek, üyelerinin yürüttükleri
işlerin esaslarını, performansını ve amaçlarını kontrol eder (Beam, 1990). Bir mesleğin
sahip olması gereken kriterler iyi tanımlanmış bilgi yapısı, eğitimde verilen derslerin
standartlaşmış olması, sınav-belgelendirme ve uygulamacıların üzerinde disiplinsel bir
gücü kullanacak uygun bir otorite tarafından denetimin olması şeklinde açıklanabilir.
Ancak halkla ilişkiler, yalnızca birincisini yerine getirmektedir (Wylie, 1994).
L’Etang ve Pieczka (2002: 25) halkla ilişkiler uygulamasının kendini
profesyonelleştirmek arzusunda olduğunu ve halkla ilişkiler eğitiminin bunu başarıya
ulaştırmanın yardımcı bir aracı olduğunu vurgular. Akademisyenler, eğitimciler ve
uygulamacılar arasında iyi eğitimin, halkla ilişkiler mesleğinin güçlendirilmesine büyük
katkı yapma potansiyeline sahip olduğu konusunda fikir birliği bulunmaktadır. Eğitim
ve bilgi, halkla ilişkiler mesleğini icra edenlerin kendilerini yetkin görmesinin temelini
oluşturur. Nitekim bir uğraşın meslek olması, kendine özgü bilgi yapısını gerekli kılar
(Sriramesh ve Hornaman, 2006: 156). Halkla ilişkiler mesleğinin uygulayıcıları da
mesleğin gerektirdiği bilgiye sahip olmalı ve bu alanda çalışmak isteyen kişilerin belirli
bir eğitimden geçmesi zorunlu kılınmalıdır. Aksi halde halkla ilişkiler, belirli bir bilgi ve
eğitim olmaksızın herkesin yapabildiği bir iş olmaya devam edecektir.
Halkla ilişkiler eğitiminde bir standardın olması, farklı yazarlarca vurgulanmaktadır.
Örneğin Coombs ve Holladay (2007: 5), halkla ilişkileri oluşturan kavramların geniş biri
ağa dağıldığını ve tutarsızlık gösterdiğini belirtir. Oysaki meslek kriterlerinden biri de
standart bir müfredatın kabulüdür (Newsom vd. 2013: 3). Halkla ilişkiler eğitiminin diğer
bir boyutu, teori yanında uygulamanın gerekliliğidir. Yengin (2004: 190) tarafından ifade
edildiği şekilde “İletişim alanında teorik ve pratik iç içe geçmiş ayrılmaz bir bütündür.
L’Etang ve Pieczka (2002: 27) halkla ilişkilerin eğitimsel gelişmeleri hakkında
yayınlanan kayıtların Amerikan deneyiminin kontrolü altında olduğunu belirtir. Yazarlara
göre bu durum kısmen, günümüze kadar gelen iki akademik halkla ilişkiler dergisinin
Public Relations Review ve Journal of PR Research’ün, Amerika temelli olmasından ve
büyük oranda Amerikan araştırma ve akademik yönelimlere dayanmasından kaynaklanır.
Halkla ilişkiler eğitimi ile ilgili bilgilerin çoğunlukla ABD temelli olması, mesleğin
diğer ülkelerdeki eğitimi ve uygulaması hakkında yeterli bilgiye ulaşılamamasına neden
olmaktadır. Bu durum mesleğin gelişiminin ve geldiği konumun öğrenilmesi konusunda
eksikler oluşturmaktadır.
Halkla ilişkiler uygulamacılarının birtakım yetkinliklere sahip olması
beklenmektedir. Bu yetkinliklerin gerek eğitim gerekse iş dünyasına girdikten sonra
Sayı 40 /Bahar 2015
257
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
edinilmesi, halkla ilişkiler uygulamacılarının başarısı ve halkla ilişkilerin meslekleşmesi
açısından büyük önem taşır.
Halkla ilişkiler uygulamacılarının iletişim becerileri, medya ve yönetim bilgisi,
problem çözme kabiliyeti, motivasyon ve entelektüel meraka sahip olması gerekmektedir
(Broom 2009). Öğrencinin bir iletişim, halkla ilişkiler profesyoneli olabilmesi için sahip
olması gereken nitelikler şöyle sıralanabilmektedir (Yengin, 2004: 190):
Teknolojik gelişmelere ve bunların yol açtığı değişime adapte olabilme ve sürekli
olarak kendini yenileyebilme yeteneği,
İleri teknolojilere aşinalık, özellikle okuryazarlığı,
Kendi mesleki alanlarındaki derinleme bilginin yanında, fen ve mühendislik
alanlarındakiler için asgari düzeyde bir sosyal bilimler bilgisi, sosyal bilim alanındakiler için
de asgari bir fen ve teknoloji bilgisi, özellikle teknolojinin toplumsal etkilerini kavrayabilme
yeteneği,
Anadili ile birlikte en az bir yabancı dilde yazılı ve sözlü iletişim yeteneği,
Grup halinde çalışabilme, özellikle disiplinlerarası çalışma yapabilme beceri ve
yeteneği.
Halkla İlişkiler Eğitimi Komisyonu’nun 1987 yılındaki raporunda belirtilen halkla
ilişkilerin beş yetkinliğini sağlamaya yönelik müfredata dört yetkinlik daha eklenmiştir
(Leuven, 1999):
İlkeler, uygulamalar, teori, etik odaklılık
Teknikler, yazma, mesaj yayılımı, medya ağları
Planlama ve değerlendirme için araştırma
Örnek vakaları içeren halkla ilişkiler stratejisi ve uygulama
Staj, uygulama
Eklenen dört yetkinlik ise şöyledir:
Halkla ilişkiler etiği
Görsel ve interaktif iletişim
Halkla ilişkiler yönetimi
Halkla ilişkiler kampanyaları
Türkiye’de halkla ilişkiler eğitiminin başlangıcı, 1960’lı yılların ortalarına
rastlamaktadır (Yıldırım Becerikli, 2004: 202). Günümüzde birçok devlet ve vakıf
üniversitesinde halkla ilişkiler alanında ön lisans, lisans ve lisansüstü eğitim verilmektedir.
Ancak halkla ilişkiler alanında çalışmak için halkla ilişkiler veya iletişim eğitimi almanın
zorunlu olmaması, başka alanlarda eğitim alan veya üniversite eğitimi almayan kişilerin
halkla ilişkiler alanında çalışmasına imkan sağlamaktadır. Böylece belirli bir eğitime
veya yetkinliklere sahip olma koşulu aranmaksızın isteyen herkes halkla ilişkiler alanında
çalışabilmektedir.
258 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
Lisanslama ve Akreditasyon
Meslek kriterlerinden biri de alana girişlerin ve çıkışların kontrol altında olmasıdır
(Newsom vd., 2013: 3). Gerçek bir mesleğe girişler ve uygulama kodlarına uyulması sıkı
şekilde düzenlenmiştir ve bu durum üyelerine birçok fayda sağlamaktadır. Bu faydaların
muhtemelen en önemlisi belirli kişilerin istihdam edilmesidir (Morris ve Goldsworthy,
2008: 113). Bu anlamda bir uğraşı icra etmek için girişlerin denetime tabi olmaması, o
uğraşın meslekleşmesinde önemli bir eksiklik oluşturur. Mesleğe girişlerin kontrolü için
akreditasyon ve lisanslama olmak üzere iki uygulamadan söz etmek mümkündür.
Devlet tarafından yönetilen zorunlu bir süreç olan lisanslama (Broom, 2009), bilgi
sahibi olmayan kişileri işinde yetkin olmayandan korumaktadır ve lisans sahibinin belirli
hizmetleri memnuniyet yaratacak şekilde icra ettiğinin ve lisansı olmayan kişilerin bu
hizmetleri yerine getiremeyeceğinin teminatını vermektedir (Nolte, 1980: 14). Bernays
(1983: 32) halkla ilişkilerin lisansının ve halkla ilişkiler uygulamacılarının sicili olmasının
hukuk tarafından (avukatlar, hekimler ve diğer profesyoneller gibi) belirlenmesi gerektiğini,
halkla ilişkilerin ‘bir kamu malı olarak’ herhangi bir eğitim veya etik davranış olmaksızın
herkesin yaptığı işi tanımlamakta kullanılan bir kavram olduğunu vurgular. Dolayısıyla
lisanslama, halkla ilişkilerin meslek olarak tanınmasında temel bir zorunluluktur ve aynı
zamanda kamu algılarında önemli bir öğedir (Parkinson ve Parkinson, 2003: 136). Meslek
konumu elde etmek için alanın, uygulama öncesinde avukatlık sınavı veya tıbbi komite
gibi bir çeşit lisansı benimsemesi gereklidir. Bunun yanında halkla ilişkiler, tutarlı etik
standartlara sahip olmalı ve ihlalleri izlemelidir (Bowen, 2009: 403).
Halkla ilişkilerde lisanslama düzenlemesi yapan ülke sayısı son derece az olsa da
bu uygulamalar, gelecekteki düzenlemelere örnek teşkil edebilmesi açısından önemlidir.
Brezilya, Nijerya, Panama ve Peru’da halkla ilişkilerde lisanslama devlet tarafından
düzenlenmektedir (Molleda ve Alhassan, 2006). 1967 yılında halkla ilişkileri bir meslek
olarak kanunlaştıran Brezilya, dünyada bu tür bir yasayı halkla ilişkilere adapte eden ilk
ülkedir. Brezilya’da yasayı uygulamak için federal ve bölgesel konseyler oluşturulmuştur. Bu
konseyler, yasaya uymayanlara cezai yaptırım uygulamaktadır. Brezilya’da profesyoneller
halkla ilişkiler lisansına sahip olmalı ve konseyler tarafından ruhsatlandırılmalıdır (Molleda
ve Athaydes, 2003: 271). Halkla ilişkilerin lisanslandırılmasına karşı olan görüşler de
bulunmaktadır. Örneğin, Kruckeberg (1993) halkla ilişkilerin yasal olarak korunan bir
meslek olmasının veya devlet tarafından ruhsatlandırılmasının gerekli olmadığını ifade
eder. Yazara göre, Yeminli Mali Müşavirlerin mesleki modeline benzer bir uygulama
halkla ilişkiler mesleği için daha uygun olacaktır. Böyle bir model, uygulamacıların
tüm faaliyetlerinin kendilerine münhasır olmasını ve bunların profesyonel uygulamayla
sınırlandırılmasını kabul eder.
Halkla ilişkilerin meslekleşmesinde önemli görülen bir diğer uygulama
akreditasyondur. Akreditasyon, meslek örgütleri tarafından yürütülen gönüllü bir süreçtir
(Broom, 2009). Akreditasyon, halkla ilişkiler ve uygulamacıları hakkında kamunun
Sayı 40 /Bahar 2015
259
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
algılarını değiştirebilir (Bailey, 1984). Amerika Halkla İlişkiler Derneği (PRSA)
akreditasyon programına 1964 yılında başlamıştır. Günümüzde İş İletişimcileri Derneği
ve İngiltere Halkla İlişkiler Derneği akreditasyon süreci hizmeti vermektedir (Sha, 2011c).
Ancak tüm dünyada meslek örgütleri tarafından uygulanan evrensel bir akreditasyon ve
lisanslama standardı bulunmamaktadır (Abdullah ve Threadgold, 2008: 285).
Türkiye’de, Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) henüz bir akreditasyon
programı hizmeti vermemektedir. Ancak eski TÜHİD başkanı Fügen Toksü, derneğin
en önemli hedeflerinden birinin mesleki yeterlilik bilgisi ve akreditasyon olduğunu
belirtmiştir (http://fugentoksu.blogspot.com.tr, 2010).
Lisanslama ve akreditasyon, meslekleşme sürecinde kilit bir rol üstlenir. Nitekim
mesleğin isteyen herkesin rahatça faaliyet gösterebildiği bir alan olmasını engeller. Aynı
zamanda mesleği icra edenlerin belirli bilgi ve yeteneklere sahip olmasını zorunlu kılar.
Böylece mesleğini iyi bir şekilde yerine getirenleri ödüllendirmiş, mesleki gerekliliklere
sahip olmayanları da diğerlerinden ayırmış olur. Türkiye’de halkla ilişkilerin lisanslanması
kısa vadede çok mümkün görünmese de, akreditasyon halkla ilişkiler uygulamacılarının
taşıması gereken niteliklere sahip olup olmadığının belirlenmesi açısından önemlidir.
Nitekim akredite olmak demek, halkla ilişkiler uygulamacının belirli sınavlardan geçtiği
ve mesleği yerine getirebilecek donanıma sahip olduğunun onaylanması anlamına gelir.
Böylece işini ehli ile yapan uygulamacılar, halkla ilişkilerin ne olduğunu bilmeden ‘halkla
ilişkilerciyim’ diyenlerden kendilerini ayırmış olurlar.
Halkla İlişkiler ve Meslek Örgütleri
Bir mesleğin varlığı, meslek örgütlerinin varlığını gerektirir (Wilson vd., 2013: 1223).
Uğraşların mesleğe yükselmesinde önemli bir rol oynayan meslek örgütleri (Sha, 2011b:
122), bir mesleğin geliştirilmesinde, desteklenmesinde ve güçlendirilmesinde kilit bir rol
üstlenmektedir. Halkla ilişkiler açısından bakıldığında meslek örgütleri, etik kodların ve
profesyonel standartların geliştirilmesinde ve uygulanmasında, profesyonel gelişim için
koşulların yaratılmasında, mesleğin konumunun düzenlenmesinde ve güçlendirilmesinde
etkin bir rol oynar (Palea, 2012: 18). Bir mesleğin gücü, meslek örgütünün ne kadar güçlü
olduğuyla yakından ilişkilidir. Meslek örgütünün güçlenmesi ise, o mesleği icra edenlerin
katılım ve işbirliği ile gerçekleşebilecektir. Böylece eğitim ve uygulama arasında sürekli
bilgi paylaşımı yapılabilecek ve aradaki boşluklar azaltılabilecektir. Nitekim mesleğin
gelişimi ve toplum nezdinde iyi bir konum elde etmesi, işbirliği halinde yapılacak
çalışmalar ile mümkündür.
Halkla ilişkiler uygulamacılarının meslek örgütlerine üye olma zorunluluğu
bulunmamaktadır. Bir kimse eğitimi, deneyimi ve etik anlayışı ne olursa olsun ‘halkla
ilişkiler danışmanı’ unvanını kullanabilmektedir (Motion vd., 2009: 109). Bu durum,
halkla ilişkiler uygulamacılarının kendi meslektaşları tarafından değerlendirilmesi
uygulamalarını azaltmaktadır. Halkla ilişkiler uygulamacılarının kendi aralarındaki
‘özdenetim’ mekanizmasının ülkemizde etkili bir şekilde işlediğini söylemek mümkün
değildir. Meslek örgütlerinin güçlenmesi ve üye sayılarının artması, halkla ilişkiler
260 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
uygulamalarının standartlara uygunluğunun sağlanması açısından önemli bir rolü yerine
getirir. Bunun yanında mesleki yeterliliklere sahip ve meslek değerlerine özen gösteren
halkla ilişkiler uygulamacılarının da meslek örgütleri tarafından korunması sağlanmış
olur. Böylece, uygulamacılar, meslek standartlarına uygun olmayan davranışlara karşı
kendisini ve mesleğini savunabilir.
Türkiye’nin ilk halkla ilişkiler derneği (şu anki adı Türkiye Halkla İlişkiler
Derneği) 1972 yılında kurulmuştur. TÜHİD’in web sitesinde yer alan bilgilere göre 2015
yılı itibariyle üye sayısı, 197 olmaktadır. Halkla ilişkiler mesleğini icra etmek için bir
derneğe üye olma zorunluluğu bulunmuyor olsa da, üye sayısının oldukça az olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’de meslek örgütlerine üye sayısının
artması, mesleğin daha iyi bir konuma yükselmesinin en önemli basamaklarından birini
oluşturmaktadır.
Sonuç
Günümüzde halkla ilişkilerin artan önemine rağmen henüz meslek konumuna
ulaştığını söylemek mümkün görünmemektedir. İlgili alandaki akademisyenlerin
ve uygulamacıların halkla ilişkilerin bir meslek olarak görülmesi gerektiğine ilişkin
görüşlerine rağmen gerek dünyada, gerekse Türkiye’de toplum halkla ilişkileri tam
olarak bir meslek olarak değerlendirmemektedir. Halkla ilişkilerin olumsuz bir imaja
sahip olması, kamu yararını hedeflemediği görüşü, belirli bir eğitime ve yetkinliğe sahip
olmayan kişilerin mesleği icra etmesinde herhangi bir engelle karşılaşmaması, lisanslama
ve akreditasyon çalışmalarının yetersizliği, etik kodlara uyumun kontrol edilmemesi ve
meslek örgütlerine üyeliğin azlığı halkla ilişkilerin meslekleşme sürecini sekteye uğratan
başlıca faktörlerdir.
Tuncer (2011) tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, “Türkiye’de halkla
ilişkiler mesleğinin standartları özellikle meslek eğitimi ve dernekleşme boyutlarında
eksik, uzmanlık ve meslek etiği boyutlarında ise yetersizdir.” Dolayısıyla Türkiye’de
halkla ilişkiler meslekleşme kriterlerini yerine getirmekten uzak görünmektedir. Uzun
yıllardır halkla ilişkiler eğitimi verilmesine, halkla ilişkiler uygulamaları yürütülmesine
ve halkla ilişkiler derneğinin kuruluşunun geçmişe uzanmasına rağmen, günümüzde
halkla ilişkiler ‘herkesin yapabildiği bir iş’ etiketinden kurtulamamıştır.
Halkla ilişkilerin meslek olabilmesi ve toplumdaki algıların değişmesi ise bu
mesleği icra edenlerin işbirliği içinde yürütecekleri çalışmalara bağlıdır. Halkla ilişkilerin
yalnızca müşterilerinin çıkarlarını düşünen bir meslek olmadığı, kamunun çıkarının da
halkla ilişkilerin temel hedeflerinden olduğu anlatılmalıdır. Halkla ilişkilere getirilen
temel eleştirilerden birinin toplumun çıkarlarını gözetmemesi olduğu göz önünde
bulundurulduğunda, kamu yararının meslekleşme açısından önemi açığa çıkmaktadır.
Etik yükümlülüklerini anlatmak, halkla ilişkilerin meslekleşme sürecinin en önemli
boyutlarından bir diğeridir. Halkla ilişkiler uygulamacılarını yönlendiren etik kodlar
bulunsa da, uygulamacıların bunlara uyup uymadığı konusunda güçlü yaptırımlar
bulunmamaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
261
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
Lisanslama ve akreditasyon, halkla ilişkiler mesleğine girişlerde sınırlamalar
getirilmesini sağlamaktadır. Böylece her isteyenin, istediği zaman halkla ilişkiler uzmanı/
danışmanı gibi unvanları kullanmasının önüne geçilmiş olacaktır. Bu uygulamalar,
mesleğinin gerektirdiği donanıma sahip insanların diğerlerinden ayrılmasını ve mesleki
ilkelere uymayan kişilerin mesleğin tümüne yönelik olumsuz algılar oluşturmasının
önlenmesini sağlayacaktır. Meslek örgütleri, halkla ilişkilerin meslek konumunu elde
etmesinin önemli bir parçasıdır. Türkiye’de halkla ilişkiler meslek örgütlerine üyelikler
oldukça azdır. Bu sayının artması, meslekleşme sürecinin başarıya ulaşmasının temel
önceliklerinden biridir.
Halkla ilişkiler, Türkiye’de henüz meslek konumunu elde edememiştir. Kamu
çıkarlarının önemsendiğinin ve etik ilkelerin gözetildiğinin anlatılması, mesleğe girişlerde
belirli bilgi ve yetkinliklerin zorunlu kılınması ve meslek örgütlerinin ve özdenetimin
daha güçlü hale gelmesi ile halkla ilişkilerin meslekleşmesi mümkün olabilecektir.
Kaynaklar
Abdullah, Z. ve Threadgold, T., (2008). “Towards The Professionalisation Of
Public Relations in Malaysia: Perception Management and Strategy Development”,
Public Relations Review, 34 (3), s. 285–287.
Aydede, Ceyda, (2001). Teorik
Kampanyaları, Ankara: Mediacat Yayınları.
ve
Uygulamalı
Halkla
İlişkiler
Bailey John N., (1984). “The Credentials Of Public Relations: Licensing?
Certification? Accreditation?”, Public Relations Quarterly, 29 (2), s. 9.
Beam, Randal A., (1990). “Journalism Professionalism As An Organizational–
Level Concept”, Journalism Monographs, 121, s. 1–43.
Bernays, Edward L., (1983). “Viewpoint: The Case For Licensing Pr Practitioners”.
Public Relations Quarterly, 28 (1), s. 32.
Bivins, Thomas H., (1993). “Public Relations, Professionalism, and the Public
Interest.” Journal of Business Ethics, 12(2), s. 117–126.
Bowen, Shannon A., (2009). “All Glamour, No Substance? How Public Relations
Majors and Potential Majors in an Exemplar Program View The Industry and Function”,
Public Relations Review, 35(4), 402–410.
Brody E. W., (1992). “We Must Act Now To Redeem PR’s Reputation”, Public
Relations Quarterly, 37(3), s. 44.
Broom, Glen M., (2009). Cutlip and Center’s Effective Public Relations, Englewood
Cliffs, NJ: Prentice Hall.
Callison, Coy, (2001). “Do Pr Practitioners Have A Pr Problem?:
The Effect of Associating A Source With Public Relations And Client–Negative News on
Audience Perception of Credibility”, Journal of Public Relations Research, 13(3), s. 219–
234.
Coombs W. T. ve Holladay S. J. (2007). It’s Not Just PR: Public Relations in
Society, Malden, MA: Blackwell Publishing.
262 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
Ertekin, Yücel, (1987). Halkla İlişkiler ve Meslekleşme Olgusu, Ankara: Ankara
Üniversitesi Basın – Yayın Yüksekokulu Yayınları: 10, Türkiye Ve Orta Doğu Amme
İdaresi Enstitüsü Yayınları: 221, Halkla İlişkiler Sempozyumu, A.Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi Ve Basın – Yayın Yüksekokulu Basımevi, , 20–21 Nisan 1987, s. 35–46.
Fitzpatrick K. ve Gauthier, C. (2001). “Toward A Professional Responsibility
Theory of Public Relations Ethics”, Journal of Mass Media Ethics: Exploring Questions
of Media Morality, 16(2–3), s. 193–212.
Görpe, Serra, (2013). “PR As A Profession: How Much Does it Matter?”, http://
www.ipra.org/itl/02/2013/pr–as–a–profession–how–much–does–it–matter, Erişim
Tarihi: 10.01.2014.
Grunig, James E., (2000). “Collectivism, Collaboration, And Societal Corporatism
As Core Professional Values in Public Relations”, Journal of Public Relations Research,
12(1), s. 23–48.
Grunig, J. E. ve Hunt, T., (1984). Managing Public Relations, New York: Holt,
Rinehart & Winston.
Haınsworth, Brad E., (1993). “Commentary: Professionalism in Public Relations”,
Public Relations Review, 19(4), s. 311–313.
Huang, Yi–Hui. (2001). “Should A Public Relations Code of Ethics Be Enforced?”,
Journal of Business Ethics, 31(3), s. 259–270.
Harrington, A. (1959). Life in the Crystal Palace, New York: Alfred A. Knopf, Inc.
Kruckeberg, Dean, (1993). “Universal Ethics Code: Both Possible and Feasible”,
Public Relations Review, 19 (1), s. 21–31.
Kruckeberg, Dean, (1998). “The Future of PR Education: Some Recommendations”,
Public Relations Review, 24 (2), s. 235–248.
L’Etang, Jacquie, (2002). “Public Relations Education in Britain: A Review At The
Outset of The Millennium and Thoughts For A Different Research Agenda”, Journal of
Communication Management, 7 (1), s.43–53.
L’Etang, J. ve Pieczka, M., (2002). “Halkla İlişkiler Eğitimi”, J. L’etang, M.
Pieczka, Halkla İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar, Çev. Gülcan Işık, Der. Sema Yıldırım
Becerikli, İstanbul, Vadi Yayınları, s. 153–187.
Leuven, Jim Van, (1999). “Four New Course Competencies for Majors”. Public
Relations Review, 25(1), s. 77–85.
Lim, K. Y. ve Hussein, A., (2006). “Professionalism and Ethics: Is The Tobacco
Industry Damaging the Health of the Public Relations Profession?”, Kajian Malaysia,
XXIV (1 & 2), s. 55–71.
Meintjes, C. ve Niemann–Struweg, I. (2009). “The Role of A Professional Body in
Professionalisation: The South African Public Relations Case”, Prism 6(2), http://praxis.
massey.ac.nz/prism_on–line_journ.html, Erişim Tarihi: 10.01.2014.
Molleda, J. C. ve Athaydes, A. (2003). “Public Relations Licensing in Brazil:
Evolution and The Views of Professionals”, Public Relations Review, 29 (3), s. 271–279.
Sayı 40 /Bahar 2015
263
Halkla İlişkilerde Meslekleşme Sorunu
Molleda, J. C. ve Alhassan, A. D., (2006). “Professional Views on the Nigeria
Institute of Public Relations Law and Enforcement”, Public Relations Review, 32(1), s.
66–68.
Morris, T. ve Goldsworthy, S. (2008). PR–A Persuasive Industry? Spin, Public
Relations and The Shaping of the Modern Media, New York: Palgrave Macmillan.
Motion, J., Leitch, S. R. ve Cliffe, S., (2009), “Public Relations in Australasia:
Friendly Rivalry, Cultural Diversity, and Global Focus”, Krishnamurthy Sriramesh
ve Dejan Verčič (der.), The Global Public Relations Handbook Theory, Research, and
Practice, New York: Routledge, s. 107–129.
Newsom, D., Turk, J. V. ve Kruckeberg, D., (2013). This is PR: The Realities of
Public Relations, Boston: Wadsworth, Cengage Learning.
Nolte, Lawrence W., (1980). “Let’s Forget Licensing”, Public Relations Quarterly,
25(2), s.14.
Okay, Ayla ve Okay, Aydemir (2001). Halkla İlişkiler Kavram, Strateji ve
Uygulamaları, Der Yayınları, İstanbul.
Özsoy, Aydan, (2006). “Televizyon Metinlerinde Halkla İlişkiler Mesleğinin Temsili
Üzerine Eleştirel Bir Bakış: Yağmur Zamanı Ve Ihlamurlar Altında Dizi–Metinlerinde
Halkla İlişkilerin Nesnesi Olarak Kadın”, 2. Ulusal Halkla İlişkiler Sempozyumu, 27–28
Nisan 2006, Kocaeli, s. 14–24.
Palea, Adina, (2012). “The Role of Professional Associations in Defining the Public
Relations Profession The Romanian Case”, Professional Communication and Translation
Studies, 5(1–2), s. 17–24.
Parkınson, M. G. ve Parkinson, L. M. (2003). “Constitutional Mythology in the
United States: The Arguments Against Public Relations Licensing Refuted”, Intercultural
Communication Studies, XII (2), s. 135–149.
Picciotto, Robert, (2011). “The Logic of Evaluation Professionalism”, Evaluation,
17(2), s. 165–180.
Pratt, Cornelius B., (1991). “Public Relations: The Empirical Research on
Practitioner Ethics”, Journal of Business Ethics,10 (3), s. 229–236.
Sha, Bey–Ling, (2011a). “2010 Practice Analysis: Professional Competencies And
Work Categories in Public Relations Today”, Public Relations Review, 37(3), s. 187–196.
Sha Bey–Ling, (2011b). “Accredited vs. Non–Accredited: The Polarization of
Practitioners in the Public Relations Profession”, Public Relations Review, 37 (2), s. 121–128.
Sha, Bey–Ling, (2011c). “Does Accreditation Really Matter in Public Relations
Practice? How Age and Experience Compare to Accreditation”, Public Relations Review,
37 (1), s. 1–11.
Sharpe, Melvin L., (1986). “Recognition Comes from Consistently High
Standards”. Public Relations Review, 12(4), 17-25.
264 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Burcu Öksüz
Singh, R. ve Smyth, R. (2000). “Australian Public Relations: Status at the Turn of
the 21st Century”. Public Relations Review, 26(4), s. 387–401.
Sriramesh, K. ve Hornaman, Lisa B., (2006). “Public Relations As A Profession An
Analysis of Curricular Content in the United States”, Journal of Creative Communications,
1(2), s. 155–172.
Taylor, Maureen, (2000). “Cultural Variance As A Challenge to Global Public
Relations: A Case Study of the Coca–Cola Scare in Europe”, Public Relations Review,
26(3), s. 277–293.
The Melbourne Mandate, (2012). http://melbournemandate.globalalliancepr.org/,
Erişim Tarihi: 10.01.2014.
Toksü, Fügen, (2010). http://fugentoksu.blogspot.com.tr/2010/02/sektorun–
penceresinden–halkla–iliskiler.html, Erişim Tarihi: 10.01.2014.
Tuncer, M. Umut, (2011). “Halkla İlişkilerde Meslek Standartları: Uygulayıcılara
Yönelik Bir Araştırma”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 32, s. 63–85.
Valentini, Chiara, (2011). “Looking for Institutionalization Italian Public Relations
and the Role of Credibility and Professionalism”, http://www.instituteforpr.org/wp–
content/uploads/lookingforınstitutionalization.pdf, Erişim Tarihi: 21.02.2014.
Van Ruler, Betteke, (2005). “Commentary: Professionals Are From Venus, Scholars
Are From Mars”, Public Relations Review, 31(2), s. 159–173.
Welie, Jos V. M., (2004). “Is Dentistry A Profession? Part 1. Professionalism
Defined”, Journal of the Canadian Dental Association,70(8), s. 529–532.
Wilensky, Harold L., (1964). “The Professionalization of Everyone?”, American
Journal of Sociology, 70(2), s. 137–158.
Wilson, A., Åkerlind, G., Walsh, B., Stevens, B., Turner, B. ve Shield, A., (2013).
“Making Professionalism Meaningful to Students in Higher Education”, Studies in
Higher Education, 38(8), s. 1222–1238.
Wright, Donald K., (1981). “Accreditation’s Effects on Professionalism”, Public
Relations Review, 7(1), s. 48–61.
Wright, Donald K., (1989). “Ethics Research in Public Relations: An Overview”,
Public Relations Review, 15(2), s. 3–5.
Wylie, Frank W., (1994). “Commentary: Public Relations İs Not Yet A Profession”,
Public Relations Review, 20(1), s. 1–3.
Yengin, Hülya, (2004). “Türkiye’de Halkla İlişkiler Öğrenimi ve Sorunları”, 2.
Uluslararası Milenyumda İletişim Sempozyumu, 17–19 Mart 2004, İstanbul, s. 173–191.
Yıldırım Becerikli, Sema, (2004). “Türkiye’deki Lisans Düzeyindeki Halkla İlişkiler
Eğitimine İlişkin Bir Değerlendirme”, 2. Uluslararası Milenyumda İletişim Sempozyumu,
17–19 Mart 2004, İstanbul, s. 193–219.
Sayı 40 /Bahar 2015
265
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine
Nicel Bir Çalışma*
Social Media Usage of Gifted Digital Natives: A Quantitative Study
İbrahim Şamil KÖROĞLU, Doktora Öğrencisi, Marmara Üniversitesi SBE, İletişim Bilimleri A.D., [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Sosyal Medya, Dijital
Yerliler, Kullanımlar
ve Doyumlar
Yaklaşımı, Üstün
Yetenekli Çocuklar.
Keywords:
Social Media, Digital
Natives, Uses and
Gratification Approach,
Gifted Children.
Öz
Ağ neslinin özellikli bir grubunu teşkil eden üstün yetenekli dijital yerliler, interneti
ve mobil iletişim teknolojilerini bir dil gibi kullanabilen, içerik üretimi ve paylaşımı
konusunda katılımcı; bilgi edinme, eğlenme ve sosyalleşme amacıyla birincil kaynak olarak
sanal ortamı gören kullanıcılardır. Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım
motivasyonlarını Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında inceleyen bu çalışma,
betimsel nitelikli tarama modelinde bir araştırmadır. Araştırma grubu, 2012-2013 eğitim
yılında İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi, Beşiktaş Bilim ve Sanat Merkezi ve Beyazıt Ford
Otosan İlköğretim Okulu’nda öğrenim gören 401 üstün yetenekli öğrencidir. Grupta yer
alan üstün yeteneklilerin 231’i (%57,6) 9–11; 148’i (%36,9) 12–14; 22’si (%5,5) ise 15–17
yaş grubundadır. Araştırmaya katılan üstün yeteneklilerin 247’si erkek (%61,6); 154’ü
(%38,4) kız öğrencilerden oluşmaktadır. Çalışmada üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal
medya kullanım sıklıkları; internet kullanım amaçları ile sosyal medya kullanım amaçları
ve sık kullandıkları sosyal medya sitelerinin hangileri olduğu incelenmiştir. Çalışmada
elde edilen bulgular üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklığının
akranlarına oranla Türkiye ortalamasının altında kaldığını; internet kullanım amaçlarıyla
sosyal medya kullanım amaçlarının örtüştüğünü, ayrıca YouTube, Facebook ve Twitter’ın
üstün yetenekli dijital yerlilerin en sık kullandıkları sosyal medya siteleri olduğunu ortaya
koymaktadır.
Abstract
Gifted digital natives, who compose a significant portion of the network generation,
are users who are capable of using the internet and mobile communication technologies
like a language, participate in content production and sharing, and consider the virtual
environments as the primary source of information, entertainment and socializing. This
is a study in descriptive scanning model and its purpose is to establish the motivations
of gifted digital natives’ use of social media in the perspective of Uses and Gratifications
Approach. The research group is composed of 401 gifted students of İstanbul Science and
Art Centre, Beşiktaş Science and Art Centre and Beyazıt Ford Otosan Elementary School
in 2012-2013 school year. The age distribution of the gifted children in the group is as such:
231 students (57.6%) between the ages of 9 and 11 years; 148 students (36.9%) between
the ages of 12 and 14 years, and 22 students (5.5%) between the ages of 15 and 17 years. Of
the gifted children participating in this study, 247 (61.6%) are males and 154 (38.4%) are
females. In this study; the frequency of usage of social media by gifted digital natives, the
purpose of use of the internet and social media, and their favorite social media sites were
examined. According to the results; the gifted digital natives’ social media usage frequency
is below the frequency of Turkey in comparison to other children in the same age group,
their purposes for internet usage and social media usage correspond to each other, besides
the most frequently used social networking sites by gifted digital natives are YouTube,
Facebook and Twitter.
*: Bu makale, 2014 yılında İstanbul Ticaret Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Medya ve İletişim Sistemleri
Anabilim Dalı’nda Doç. Dr. Celalettin AKTAŞ’ın danışmanlığında hazırlanan “Üstün Yetenekli Çocukların Sosyal
Medya Kullanım Motivasyonları” başlıklı yüksek lisans tezinden üretilmiştir.
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Giriş
Yeni medya teknolojilerini kullanan bireylerin bu teknolojileri ve bu teknolojilerin
uzantısı olan iletişim mecralarını kullanım etkinliklerinin ve motivasyonlarının
irdelenmesi, medya çalışmaları kapsamında değerlendirilmektedir. Öte yandan, sıklıkla
heterojen nitelikte kitleler üzerinden yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlar, bu
çalışmalardan beklenen spesifik yararı azaltmaktadır.
Günümüzde yaşamlarımızın giderek daha büyük kısmına hükmeden medya
teknolojilerinin aldıkları son şeklin içerik sağlayıcıların, medya çalışanlarının ve basın
yayın şirketlerinin kararlarına bırakılamayacak kadar önemli olduğunu artık biliyoruz.
Bu açıdan belirgin vasıflarıyla genel kitleden ayrılan daha dar kullanıcı gruplarına dönük
medya çalışmalarından elde edilecek verilerin, ihtiyaç analizi açısından daha zengin bir
bakış açısı kazandıracağı söylenebilir.
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı bağlamında yapılan bu çalışmada,
üstün yetenekli çocukların yeni medya kullanım eğilimleri, sosyal medya kullanım
motivasyonları üzerinden incelenmektedir.
Üstün yetenekli çocuklar, istisnaî zekâ ve beceri kapasiteleri dolayısıyla
desteklenmesi gereken özel eğilimleri olan bir çocuk grubudur. Üstün yetenekli
çocukların bilişsel ve gelişimsel potansiyelleri sayesinde yaşamları boyunca insanlık
için sergileyeceği muhtemel rol, onların günümüzün en popüler iletişim alanı olan sosyal
medya kullanım motivasyonlarını incelemeyi önemli kılmaktadır.
Araştırma konusunun seçiminde, bu özel çocukların ayrıcalıklı ilgileri ve beklentileri
olan bir kullanıcı grubu olması ve literatürde bu özel grubun sosyal medya dolayımında
eğilimlerine ilişkin bir çalışmaya rastlanmaması belirleyici olmuştur.
Üstün Yetenekli Kimdir?
Toplumu oluşturan kimi bireylerin sahip oldukları zekâ düzeyi kapasitesinin ve onları
çoğunluktan ayıran üstün yeteneklerin değerlendirilmesi, ağırlıklı olarak kamu otoritesi
ve eğitim çevreleri tarafından tarih boyunca üzerinde durulan bir konu olagelmiştir.1
Zekâ düzeyi kavramı Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğünde, “gelişim düzeyine
göre zekâyı ölçen soruları başarı ile yanıtlayabilen bir kimsenin, başkalarına göre
zihinsel yeteneğinin düzeyi ve başarı derecesi” olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde
popülerliğini koruyan IQ (intelligence quotient: zekâ bölümü/katsayısı) kavramı ise zekâ
üzerine yapılan çalışmalara 1912 yılından itibaren dâhil olmuştur. IQ kavramı, William
Stern (1871-1938) tarafından ortaya atılmıştır. Stern, kişinin, bir zekâ testinde aldığı
puanın, kendi yaş kümesinin ortalamasından sapma derecesini yansıtan katsayının, bir
başka deyişle kişinin aldığı zekâ yaşı puanının normal yaşına oranını ifade eden IQ’nun
zamanla değişmeyeceğini ileri sürmektedir (Human Intelligence, 2013).
1 Konuya ilişkin tarihî perspektifi özetleyen ve Osmanlı’da Hristiyan tebaadan seçilen üstün zekâya
ve niteliklere sahip çocukları yetiştiren eğitim kurumları olarak faaliyet gösteren Enderun Mekteplerini
ele alan bir çalışma için bkz.: Cihan Kılıç. Enderun mektebi örnekleminde günümüz üstün yetenekli
çocukların eğitiminin değerlendirilmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Gazi Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Enstitüsü. 2010.
267 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Zekâ katsayısı (IQ) çeşitli ölçeklerde sürekli olarak 130 ve daha yukarı çıkanlara
ve kendi yaşıtlarından rastgele seçilmiş bir kümenin %98’inden üstün olanlara, üstün
zekâlı denir. Üstün yetenekli ise zekâ bölümü sürekli olarak 120 ve daha yukarı olup
güzel sanatlar, matematik ve teknik gibi alanlarda yaşıtlarından belirgin ölçüde üstün
olanlara verilen addır. Sonuç olarak “Üstün yetenekli kimdir?” sorusuna verilen cevapta,
ortalamanın üzerinde bir kabiliyet (diğer bir ifadeyle genel ya da özel bir alanda yetenek),
yaratıcılık ve görev sorumluluğu olmak üzere üç bileşenin öne çıktığı söylenebilir
(Renzulli, 1998).
Literatüre bakıldığında üstün yeteneklilerle ilgili tanımlamalar konusunda farklı
yaklaşımlar olduğu görülmektedir (Enç, Çağlar ve Özsoy, 1981; Ersoy ve Avcı, 2001;
Akarsu, 2001; Budak, 2008). Konunun karmaşık ve çok yönlü yapısı nedeniyle, son şeklini
almış kesin bir “üstün” tanımına ulaşmak güçtür. Diğer yandan günümüzde üstün zekâlı,
üstün yetenekli ya da özel yetenekli tanımlamalarının birbirlerinin yerine kullanıldığı da
bilinmektedir. Bu kullanımlar bütünüyle yanlış olmamakla birlikte eksiklik taşımaktadır.
Üstün ya da özel yeteneklilik, üstün zekâyı içinde barındırırken; üstün zekâlılık, sadece
zekâ testlerinden 130 ve üzeri puan alanları kapsamaktadır (Özkan, 2013).
Ayrımsal Üstün Zekâ ve Yetenek Modeli’ne (The Differentiated Model of Giftedness
and Talent) göre üstün zekâ, en az bir yetenek alanında akranlarının arasında en az üst
%10’luk kısımda bulunan, eğitilmemiş ve kendiliğinden açığa çıkan doğal potansiyellere
sahip olmak ve bunları kullanmaktır. Üstün yetenek ise sistematik olarak geliştirilen
yeteneklerde süper üstünlük ve insan etkinliğinin en az bir alanında akranlarının arasında
en az üst %10’luk kısımda bilgi sahibi olma ve bu alanda aktif olmadır (Gagne, 2013). Söz
konusu %10’luk dilim içerisine giren özel yetenekli bireyler de bazı sınıflara ayrılmıştır.
Buna göre; %1’e girenler orta düzeyde, %01’e girenler yüksek düzeyde, %001’e girenler
olağanüstü yüksek düzeyde, %0001’e girenler ise en yüksek düzeyde üstün yetenekli
kabul edilmiştir (Millî Eğitim Bakanlığı [MEB], 2013a).
Türkiye’de üstün yeteneklilerin eğitimi konusunda özgün bir kamusal eğitim
modeli olan Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM) faaliyet göstermektedir. BİLSEM’ler
ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarına devam eden üstün veya özel yetenekli öğrencilerin
örgün eğitim kurumlarındaki eğitimlerini aksatmayacak şekilde bireysel yeteneklerinin
bilincinde olmalarını ve kapasitelerini geliştirerek en üst düzeyde kullanmalarını
sağlamak amacıyla açılmış bağımsız özel eğitim kurumlarıdır (MEB, 2007). Türkiye
genelinde 12.106 öğrencinin2 öğrenim gördüğü BİLSEM’lerin sayısı 2013–2014 eğitim
yılı verilerine göre 70’tir (MEB, 2014).
Türkiye’de üstün yeteneklileri resmî tanılama işlemleri, illerde bulunan Rehberlik
ve Araştırma Merkezlerinde yapılmaktadır. Üstün yeteneklilerin BİLSEM’lere kayıt
olmaları ile ilgili süreç ise bir dizi aşamayı kapsamaktadır. Birinci aşamada BİLSEM,
il bünyesinde yer alan bütün resmî ve özel okullara il ve ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri
2 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre Türkiye nüfusu 31 Aralık 2013 itibarıyla 76.667.864 kişidir (Türkiye
İstatistik Kurumu [TÜİK], 2014). Yaş grubuna göre nüfus dağılımına bakıldığında 5–19 yaş arasında 19.121.121
kişinin olduğu görülmektedir. Üstün yeteneklilik konusunda kabul edilen yüzdelik dilim (%2–3) dikkate alındığında
Türkiye’de 382.000 ila 573.000 arasında çocuğun üstün yetenekli olma potansiyeli taşıdığı varsayılabilir. Bu veri,
hâlihazırda BİLSEM’lerden yararlanan öğrenci sayısı ile karşılaştırıldığında aradaki uçurumun kaygı verici olduğu
görülmektedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
268
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
aracılığıyla, tanılama yapılacak sınıf seviyesini ve ilgili işlemleri duyurur. İkinci
aşamada, sınıf öğretmenleri sınıflarında akranlarına göre farklı özellikler gösterdiğini
gözlemlediği öğrencileri, MEB tarafından hazırlanan gözlem formlarını doldurarak aday
gösterir. Üçüncü aşamada ön değerlendirme için, aday gösterilen öğrencilerin gözlem
formları BİLSEM tanılama komisyonu tarafından değerlendirilir. Dördüncü aşamadaki
grup taramada, ön değerlendirme sonucunda grup taramasına girmesi uygun görülen
öğrenciler, BİLSEM Yürütme Kurulunun belirlediği tarihlerde, belirlenen ölçme araçları
ile grup taramasına alınır. Beşinci aşamada ise öğrenci standart ölçme araçları ile bireysel
incelemeye alınır. Bireysel inceleme sonucuna göre özel yetenekli olduğu belirlenen
öğrenciler, örgün eğitimlerine paralel olarak BİLSEM’de destek eğitim faaliyetlerine
devam eder (MEB, 2013b).
Yeni Çağın Sakinleri: Dijital Yerliler
Bilginin çoğalması ve bireylerin yaşamındaki öneminin artmasıyla ortaya çıkan
bilgi toplumu kavramı, bireylerin bilgiyi kullandığı bir yaşam biçimi olarak tanımlanabilir
(Çubukçu, 2011). Bilgi toplumu; bilgiyi üreten, kullanan, yayan, geliştiren ve yaşamın
temeline koyan bir toplumdur (Aytaç 2006). Bilgi iletişim teknolojileri (BİT), bilginin
elde edilmesini sağlayan ve insanlar arasında, insanlarla elektronik sistemler arasında
ve elektronik sistemlerin kendi aralarında farklı iletişim tarzlarını kolaylaştıran tüm
teknolojileri kapsamaktadır (Vural, 2006). Bu anlamda BİT, bilginin, elektronik ortamda
üretilmesi, dağıtılması ve gösterilmesi işlemlerinin bir bütünü olarak düşünülebilir.
Marc Prensky’nin 2001 yılında yayımlanan makalesiyle literatüre giren dijital
yerliler (digital natives) kavramı, daha ziyade 80’li yılların başında doğan nesli işaret
etmektedir. Prensky’nin aynı makalesinde kavramsallaştırdığı dijital göçmenler (digital
imigrants) ise dijital teknolojinin yaygın kullanımı öncesinde doğan ya da yetişen kişileri
ifade etmektedir. Bu tanım, kaba bir tarifle 1980 öncesinde doğmuş insanları işaret
etmektedir ki onlar, sayısal dünyanın içine doğmuş dijital yerliler gibi sanal gerçekliğe
aşina değil, sonradan uyum sağlamaya çalışan bir nesildir (Prensky, 2001a).
Prensky, gelecek nesillerin, günümüz teknolojisinin var olduğu ortamda doğmuş
ve bilgisayar, video oyunları, dijital müzik çalarlar, video kameralar, cep telefonları ve
internet gibi teknolojiler ile büyümüş yani ana dilini öğrenir gibi teknoloji öğrenmiş
kişilerden oluşan “dijital yerlilerden” oluşacağını belirtmektedir. Zihinlerini teknoloji
diliyle işleten bu neslin eğitimini, teknoloji dilini tam olarak kullanamasa bile teknolojiye
yeterince hâkim öğretmenlerden ve eğitim yöneticilerinden oluşan bir kadro verebilecektir
(Prensky, 2001b).
Dijital yerlileri vurgulayan ya da onları dijital göçmenlerden ayıran ve bu iki grup
arasındaki mesafeyi doğuran en önemli etken, teknolojileri deneyimleme biçimidir.
Teknoloji kullanımının kişilere kolay ya da zor gelmesi; bir başka deyişle kişilerin
teknolojiye adapte olma süreleri onların yerli ya da göçmen olarak nitelendirilmesine
sebep olmaktadır (VanSlyke, 2003).
269 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Dijital göçmenler önce basılı kaynaklara ardından internete bakarken dijital
yerlilerde bilgi edinme yaklaşımı tam tersidir. Çoğu dijital yerli ağ üzerinde olmayan
kütüphaneleri kullanmaktan çoktan vazgeçmiştir. Kütüphane web siteleri yerine sosyal
ağ sitelerini kullanmaktadırlar. Bunun temel sebebi bu tür sosyal ağların hızla web içinde
webler hâline gelmeleri, çeşitli hizmetler için tek bir dükkân olmalarıdır. Sosyal ağ
sistemleri, kullanıcılara sosyalleşmenin yanı sıra bilgi paylaşmak, binlerce uygulamayı
çalıştırmak veya kendi içerik ve uygulamalarını yaratmak için sanal bir ortam sunmaktadır
(Rayport, 2009).
Öte yandan BİT’e erişimde ve kullanımında farklı boyutlarda eşitsizlikler
yaşanmaktadır. Bir tarafta yüksek hız ve düşük maliyetler ile yeni bilgilere ulaşanların
eğitim, gelir ve iş bağlantıları, diğer yanda düşük hız ve yüksek maliyetle belirsizlik
içinde, eskimiş bilgilere bağımlı, zaman sınırı içinde bloke edilmiş kitlelerin iletişimsizliği
durmaktadır (Öztürk, 2002).
Gelişmiş ülkelerin sahip oldukları teknoloji kapasitesi, gelişmekte olan ya da
azgelişmiş ülkelerde yeterli düzeyde bulunmamaktadır. Gelişmiş ya da değil aynı
coğrafyada yaşayan bireyler arasında da teknolojiye erişim noktasında belirgin eşitsizlikler
görülebilmektedir. Eğitim düzeyi, kentleşme ve gelir düzeyi gibi farklı faktörlerin etkisiyle
oluşan bu eşitsizlik, “dijital uçurum” (digital divide) ya da “sayısal uçurum”, “sayısal
bölünme”, “sayısal ayrım” ve “sayısal kopma” şeklinde ifade edilmektedir (Özcivelek
vd., 2000).
Dijital uçurum, farklı sosyoekonomik düzeydeki bireylerin, firmaların veya
ülkelerin BİT’e erişiminde ve kullanımında yaşadığı eşitsizlik olarak tanımlanmaktadır
(OECD, 2001: 5). Teknoloji sahipliğinin tarihsel süreçte giderek ucuzlamasına ve teknoloji
kullanımına dönük eğitim olanaklarının çeşitlenerek yaygınlaşmasına karşın yetkin
dijital becerilere sahiplik konusunda bireyler arasında son derece belirgin eşitsizlikler söz
konusudur (Hargittai, 2010).
Dijital yerli olarak tanımlanan kuşağın en genç üyelerinin yaşama ve gelişme
hakları bakımından eşitsizlikler sürmektedir (UNICEF, 2014). İnternet, dijital
eşitsizlikleri ve beceri açıklarını aşma çabasında olsa da Dünya nüfusunun büyük bir
kesimi henüz bağlantı dışıdır (ITU, 2013). Hargittai (2010) genç bireyler arasındaki
dijital eşitsizliklerin görülmesini bir şekilde maskeleyen “dijital yerli” tanımlamasından
bu nedenle vazgeçilmesini önermektedir. Yeni medya teknolojileri ve uygulamaları,
bireylerin birbirlerine ve ağa bağlanıp işbirliği yapabileceği daha verimli ve üretken
yollar sunsa da sayısal bölünme tartışmalarının da ortaya koyduğu gibi herkes için eşit
erişim söz konusu değildir (DiMaggio ve diğ., 2001). Bu bakımdan, dijital yerli tanımının
küresel anlamda 1980 sonrasında doğan her bireyi kuşatmadığı söylenebilir.
Bir Olguyu Kavramlaştırmak: Üstün Yetenekli Dijital Yerli
RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) tarafından yapılan Türkiye’de Çocukların
Medya Kullanma Alışkanlıkları Araştırması’ndan elde edilen bulgular3 göstermektedir
3 RTÜK’ün araştırmasına göre Türkiye’de öğrencilerin %97,9’unun evinde televizyon, %73,7’sinde
bilgisayar/tablet, %63’ünde internet erişimi, %44,6’sında sabit telefon, %38,3’ünde radyo bulunduğu
Sayı 40 /Bahar 2015
270
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
ki Türkiye’deki dijital yerlilerin okul dışındaki zamanlarda internette vakit geçirme
eğilimi, popüler bir nitelik kazanmıştır. Söz konusu eğilimin çocuklar arasındaki sıklığı
incelendiğinde, %33,9 oranında “ara sıra” seçeneğinin öne çıktığı tespit edilmiştir (RTÜK,
2013). Peki çocukların medya tüketimi içinde sosyal medyanın payı nedir? Bu sorunun
yanıtını irdelemeden önce “üstün yetenekli dijital yerli” kavramını ele almak gerekiyor.
Günümüzde yeni medyanın aktif kullanıcısı konumundaki genç nesli ifade ederken
çeşitli ifadeler kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları, milenyum nesli (millennials), ağ nesli
(net generation), yeni nesil (next generation, n-generation) oyun nesli (gamer generation),
siber çocuklar (cyber kids) ve çekirge zihin (grasshopper mind) gibi ifadelerdir (Pedró,
2006). Bu ifadeler, özellikle 90’lı yıllarda doğan bireylerin yeni medya teknolojileri
kullanımı anlamında önceki kuşaklarla kıyaslandığında olağanüstü derecede dinamik bir
aşamayı deneyimlediklerine işaret etmektedir.
Güvenilir kurumlarda uygulanan zekâ4 ve yetenek testlerinde üstün yetenekli olduğu
tanılanmış ve yetenekleri doğrultusunda özel ya da kamusal eğitim alan bireyler üstün
yeteneklidir. Yaş grubu ağırlıklı olarak 9-17 arasında değişen üstün yetenekli çocukların
içinde internet ve mobil iletişim teknolojilerini bir dil gibi kullanabilen, içerik üretimi ve
paylaşımı konusunda katılımcı, bilgi edinme, eğlenme ve sosyalleşme amacıyla öncelikli
kaynak olarak sanal ortamı gören bir çocuk ise üstün yetenekli dijital yerlidir.
Üstün yetenekli dijital yerliler, özel zekâ ve yetenek potansiyelleri dolayısıyla aktif
medya kullanıcısı genç nesil içinde medya teknolojilerine ilişkin algıları, tercihleri ve
motivasyonları bakımından özellikli ilgiyi hak eden bir kitledir.
Dijital Çağın Güncel Pratiği: Sosyal Medya
Yeni medyanın önemli bir işlevi de sosyalleşmeye sağladığı katkıdır. Kullanıcıların
çevrimiçi dünyada sosyal ilişkiler kurmasına ve geliştirmesine katkıda bulunan medya
teknolojilerinin tamamı sosyal medya kapsamına girmektedir. İçerik, isleyiş ve biçim
bakımından çeşitlilik gösteren sosyal medya ortamlarının ortak karakteristik özellikleri
ise katılım, açıklık, sohbet, topluluk anlayışı ve bağlantılılık (connectedness) olarak
gösterilebilir (Mayfield, 2008).
Kullanıcıların içerik üretmesine ve paylaşmasına ya da sosyal ilişkiler kurmasına
imkân sağlayan web siteleri ve uygulamalarla şekillenen sosyal medya, kayıtlı
kullanıcıların bilgi, görüş ve ilgi alanları doğrultusunda paylaşımda bulunarak etkileşim
kurdukları çevrimiçi araçların tamamını ve ağları içermektedir. Bloglar, sosyal ağ siteleri,
sosyal imleme, forum, podcast, çevrimiçi sohbet ortamları, e-posta zincirleri, sanal
dünyalar, wikiler gibi etkileşimsel, kullanımı kolay, katılıma açık olan internet üzerindeki
iletişim ortamları, sosyal medya kapsamına girer (Onat, 2010).
saptanmıştır. Öte yandan internet %60,8, bilgisayar/tablet %48,6, cep telefonu %45, televizyon ise
%40,5 oranında öğrencilerin en fazla önem verdiği iletişim aracıdır. Öğrencilerin %75,5’inin cep
telefonunda internet bağlantısı bulunmaktadır ve öğrenciler cep telefonlarını, birinci öncelikli olarak
konuşma, ikinci öncelikli olarak mesajlaşma, üçüncü öncelikli olarak internete bağlanma, dördüncü
öncelikli olarak da sosyal ağlara bağlanma amacıyla kullanmaktadır (RTÜK, 2013).
4 Türkiye’de uygulanan başlıca zekâ testleri şunlardır: Wechsler Çocuklar İçin Zekâ Ölçeği-Gözden Geçirilmiş
Formu (WISC-R), Stanford Binet Zekâ Testi, Goodenough-Harris Adam Çizme Testi, Porteus Labirentleri Testi,
Leiter Uluslararası Performans Testi, Cattel Zekâ Testi ve Kohs Küpleri Zekâ Testi (MEB, 2013a).
271 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Farklı işlevleri bulunan ve mobil iletişimin yaygınlaşmasıyla kullanım biçimleri
de zenginleşen belli başlı sosyal medya siteleri5 ve uygulamaları şu kategoriler altında
sıralanabilir: Sosyal platform (Facebook, Twitter, FriendFeed vb.); içerik paylaşımı
(YouTube, Flickr, Vimeo, Pinterest vb.); kişisel yayıncılık (Bloglar, Wikipedia, Tumblr
vb.); tartışma-yorum (Forumlar, Ekşi Sözlük, İnci Sözlük vb.); anlık mesajlaşma
(WhatsApp, Skype vb.), Sosyal oyunlar (Farmville, FrontierVille, Gardens of Time,
Kantai Collection, The Sims Social vb.)
Sosyal medyayı oluşturan ağlar, kullanıcıların, mesaj, fotoğraf, müzik ve video gibi
içerikleri anlık mesajlaşma, e-posta, duyuru gibi enstrümanlar vasıtasıyla birbirleriyle
paylaştıkları platformlardır. Dolayısıyla sosyal medyayı, kullanıcıların eğilim duydukları
konulara ilişkin eşzamanlı etkileşimde bulundukları, bildirişim sağladıkları, vakit ve
mekân kısıtlaması olmadan metin, görsel, ses ve video gibi kendi oluşturdukları ya da
yine aynı ortamdan edindikleri içeriklerle paylaşımlarda bulundukları internet tabanlı bir
ortam olarak tanımlamak mümkündür.
Sosyal medyanın bilgi edinme konusunda sahip olduğu hız, yararlılık ve
bağımsızlık gibi nitelikler bu mecrayı kullanıcılar nezdinde çekici kılmaktadır. Türkiye
genelinde çocukların %61,7’sinin internetin bilgi edinme üzerindeki etkisini “olumlu”
değerlendirdiğinin bulgulanması bu yargıyı desteklemektedir (RTÜK, 2013).
Türkiye’de en fazla kullanıcıya sahip sosyal medya sitelerine ilişkin rakamlar bir
başka araştırmada (TÜİK, 2013a) elde edilen Türkiye’deki internet kullanıcılarının,
%73,2 oranında, interneti “sosyal gruplara katılma” amaçlı kullanma eğilimi ile
karşılaştırıldığında, karşımıza “internet eşittir sosyal medya” şeklinde formüle edilebilecek
genel bir kabulün çıktığı söylenebilir.
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı
Elihu Katz tarafından yazılan bir makale ile ilk olarak 1959’da literatüre giren
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı, temel varsayım olarak, kitle iletişim araçlarını
belli bir gereksinimi karşılamak için amaçlı olarak kullanma ve bu kullanımdan doyum
sağlamaya dayanır. Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı, geleneksel “etki” teorilerinin
“medyanın bireylere yaptıkları” şeklinde formüle edilebilecek sorusu yerine, “bireylerin
iletişim araçlarıyla yaptıkları” sorusunu ortaya koymuştur. Bu açıdan söz konusu yaklaşım,
araştırma sorunsalını araç ya da mesajdan izlerkitleye (audience) kaydıran işlevselci bir
iletişim araçları yaklaşımıdır (Katz ve Earl, 2010).
5 Küresel ölçekte sosyal medya siteleri arasında facebook.com 818 milyon 200 bin kullanıcı sayısıyla
ilk sırada yer alırken, blogger.com 400 milyon 247 bin kullanıcıyla ikinci; twitter.com ise 189 milyon
819 bin kullanıcı ile üçüncü sıradadır. Dördüncü ve beşinci sıralarda sırasıyla wordpress.com (169
milyon 436 bin kullanıcı) ve linkedin.com (164 milyon 177 bin kullanıcı) bulunmaktadır. Türkiye’de
en fazla kullanıcıya sahip ilk beş sosyal medya sitesi ise sırasıyla şunlardır: facebook.com (21 milyon
888 bin kullanıcı), blogger.com (13 milyon 659 bin kullanıcı), twitter.com (8 milyon 853 bin kullanıcı),
eksisozluk.com (5 milyon 232 bin kullanıcı) (Digitalage, 2013).
Sayı 40 /Bahar 2015
272
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’nın üzerinde yoğunlaştığı üç sorun alanı
şunlardır:
• İnsanların, ihtiyaçlarını karşılamak için medyayı ne şekilde kullandıkları
sorusuna cevap bulmak.
• İnsanların medya kullanımlarının altında yatan güdüleri keşfetmek.
• Bireysel medya kullanımının olumlu ve olumsuz sonuçlarını saptamak
(University of Twente, 2013).
Açıktır ki izlerkitlenin kültürel tüketim faaliyeti belirli bir toplumsallık, kültürel
ortam, iktidar ve tahakküm ağları içinde gerçekleşir ve bu yapıların üretiminde ve
yeniden üretiminde rol oynar. Dolayısıyla izleyicinin, medya mesajının pasif alımlayıcısı
olarak görüldüğü önceki yaklaşımlara bir tepki olarak yükselen Kullanımlar ve Doyumlar
Yaklaşımı, herhangi bir yapısal sınırlamadan muaf, kadir-i mutlak bir izleyici kavramına
sarıldığı için eleştirilmiştir (Özçetin, 2010).
Öte yandan internetin ve özellikle sosyal medyanın kullanıcı sayısındaki geometrik
artış ile televizyon ve gazete gibi geleneksel mecraları dönüştürecek ya da saf dışı bırakacak
biçimde gündelik kullanım alanı kazandığı görülmektedir. Bu bakımdan yeni medyanın
etkileşimlilik, kullanıcı elemesi ve eş zamanlı olmama6 gibi özellikleri, Kullanımlar ve
Doyumlar Yaklaşımı’nın sosyal medyaya dönük araştırmalar için uygun olduğu fikrini
desteklemektedir (Ruggiero 2000).
Literatürde sosyal medya kullanım motivasyonlarını Kullanımlar ve Doyumlar
Yaklaşımı bağlamında ele alan çalışmalara baktığımızda, odağına üniversite öğrencilerini
ve akademisyenleri (Sheldon, 2008; Akçay, 2011; Biçer, 2014); gençleri (Armağan, 2013);
Twitter ve Facebook özelinde sosyal ağ sitesi üyeliğini ve kullanıcılarını (Bumbarger,
2007; Johnson & Yang, 2009; Schrock 2009; Cha 2010; Chen, 2011; Köseoğlu, 2012)
ya da kentsel bazda sosyal medya kullanıcılarını alan (Koçak ve Oyman, 2012; Karakoç,
Enderhan & Gülsünler, M. Evrim 2012) çok sayıda çalışmanın bulunduğu görülmektedir.
Sonuç itibariyle medya endüstrisi insanlara çok geniş bir yelpazede medya
platformları ve içerikleri sunmaya devam ettikçe insanların neden farklı medya kanallarını
seçtiklerini araştırmak için Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’nın en uygun bakış
açılarından biri olarak düşünülebileceği ve bir fenomen hâline gelen sosyal medyanın bu
yaklaşım çerçevesinde incelenebileceği söylenebilir (Shao, 2009).
Çalışmanın Yöntemi ve Verilerin Güvenirlik Analizi
Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’ndan hareketle üstün yetenekli dijital yerlilerin
sosyal medya kullanım motivasyonlarını ele alan bu çalışmanın yöntemi betimsel nitelikli
tarama modelidir. Araştırma grubu, 2012–2013 eğitim-öğretim yılında İstanbul BİLSEM,
Beşiktaş BİLSEM ve Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu’nda7 öğrenim gören üstün
6 Eş zamanlı olmama (asynchroneity), elektronik mesajların göndericilerinin ve alıcılarının söz konusu
mesajı kendilerince uygun farklı zamanlarda okusalar da etkileşimlerinin sürdüğü anlamına gelir.
(Williams vd, 1988)
7 MEB ile İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi arasında imzalanan protokol ile
2002-2003 eğitim-öğretim yılından itibaren üstün yetenekli çocuklara eğitim vermeye başlayan
İstanbul’un Fatih ilçesindeki Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu, üstün yetenekli öğrencileri
273 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
yetenekli öğrencilerdir. Araştırmanın ana kütlesinde toplam 1185 öğrenci8 bulunmaktadır.
Örneklemin güvenirlik düzeyi %95 ve hata payı da ±%4 olarak dikkate alınarak gerekli
istatistiksel hesaplamalar yapılmış ve gereken örneklem büyüklüğü 401 (N=401) olarak
saptanmıştır. 10 Mart – 25 Mayıs 2013 tarihleri arasında yürütülen çalışmanın veri
toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilen bir anket formu ve Sosyal Medya
Kullanım Motivasyonu Ölçeği9 (SMKMÖ) kullanılmıştır.
Faktör analizi, ölçülmek istenilen özelliğe ait yapının belirli bir ölçek ile
ölçüldüğünde nasıl gerçekleştiğini belirlemek amacıyla kullanılır. Bu yönüyle faktör
analizi, ölçeğin yapısını belirlemeye dönük bir yapı geçerliliği çalışmasıdır (Tavşancıl,
2010). Birbirleriyle orta düzeyde ya da oldukça ilişkili değişkenleri birleştirerek az
sayıda ancak bağımsız değişken kümeleri elde etmede ampirik temel sağlayan faktör
analizi sayesinde, pek çok değişkenin birkaç küme ya da boyuta indirgenmesi mümkün
olmaktadır. Bu boyut ya da kümelerden her birine faktör adı verilir (Balcı, 2013).
Sosyal medya ya da spesifik olarak sosyal ağ sitelerinin kullanımı ile ilgili literatürde
yer alan pek çok çalışmada, faktörlerin genellikle örtüşen boyutlar üzerinden saptandığı
görülmektedir. Örneğin Armstrong, M.H. (1999) çalışmasında eğlence, tüketici bilgi
işlemi, sosyal etkileşim, bilgilenme, toplumsal gözetim/araştırma faktörlerini tespit
etmiştir. Parker, B.J. ve Plank, R.E (2000) arkadaşlık/sosyal ilişkiler, gözetim, rahatlama/
sosyal kaçış olarak üç faktör belirlemiştir. Şeker, T.B. (2005) bilgilenme, chat/eğlence,
alışveriş/seyahat-internet faktörleri üzerinde durmuştur. Ellison vd. (2006) eğlence/
serbest zaman, bilgi edinme, iletişim kurma faktörlerini belirlemiştir. Balcı ve Tarhan
(2007) bilgilenme/rehberlik, sosyal kaçış, boş zamanları değerlendirme/eğlence, sosyal
fayda/teknoloji kullanımı faktörlerini saptamıştır. Joinson (2008) sosyal bağlantı/irtibat,
paylaşılan kimlikler, içerik, sosyal araştırma/soruşturma, sosyal ağ sörfü ve durum
güncelleme şeklinde boyutlara ulaşmıştır. Quan-Haase ve Young’ın (2010) çalışmasında
zaman geçirme, sevgi/düşkünlük, moda, sorunları paylaşma, sosyallik, sosyal enformasyon
faktörleri belirlenmiştir. Gülnar, Balcı ve Çakır’ın çalışmalarında (2010) üzerinde durulan
boyutlar narsisizm ve kişisel sunum, medya alışkanlığı ve performans, boş zamanları
değerlendirme, bilgi arama, kişisel statü, ilişkiyi sürdürme ve eğlence faktörleri olmuştur.
gözeten farklılaştırılmış bir eğitim programı uygulayan, alandaki tek devlet okuludur.
8 2012-2013 eğitim yılı itibariyle Beyazıt Ford Otosan İlköğretim Okulu’nun kayıtlı öğrenci sayısı 340 olup diğer
iki eğitim kurumunun aktif öğrenci sayısı okul yöneticileri tarafından 520 (İstanbul BİLSEM) ve 325 (Beşiktaş
BİLSEM) olarak bildirilmiştir.
9 Çalışmada kullanılan SMKMÖ, 3’lü likert tipinde toplam 18 maddeden oluşmaktadır. Ölçekte
“Hiçbir Zaman”, “Bazen” ve “Her Zaman” ifadeleriyle derecelendirilen olumlu ve olumsuz ifadeler
bulunmaktadır. SMKMÖ geliştirilirken ölçeğin kullanılacağı hedef kitle olan üstün yetenekli
öğrencilerle görüşmeler yapılmış, üstün yeteneklilerin davranışları gözlenmiş, hem üstün yetenekliler
hem de sosyal medya ile ilgili literatür taraması yapılarak, alanda kullanılan anketler ve yapılmış
diğer çalışmalar yardımıyla bir madde havuzu oluşturulmuştur. Ölçek maddeleri hazırlanırken istenen
durumlar için olumlu, istenmeyen durumlar için olumsuz ifadeler kullanılmış, böylece olumlu ve
olumsuz durumların dengeli puan alması sağlanmıştır. SMKMÖ’nün faktör yapısı Açıklayıcı Faktör
Analizi (AFA) ve Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) kullanılarak incelenmiştir. DFA yapılmadan önce
çoklu doğrusallık ve normallik varsayımları SPSS ile değerlendirilmiştir. Ölçeğin kapsam geçerliliği
için İletişim Bilimleri, Eğitim Bilimleri, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri, Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık, Ölçme ve Değerlendirme alanlarından uzmanların görüşüne başvurularak maddelerin
geçerlik düzeyleri tespit edilmiştir. Uzman görüşleri doğrultusunda; anlam hataları giderilmiş, geçerliği
olmayan maddeler elenmiştir. Bunun sonucunda 3 madde ölçekten ayıklanarak, 15 maddelik ölçeğe
uygulama öncesi son hâli verilmiştir. AFA’ya ait faktör yükleri Tablo 1’de verilmiştir.
Sayı 40 /Bahar 2015
274
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Akçay’ın çalışmasında (2011) ise sosyal medya kullanım motivasyonları olarak sosyal
çevre edinme/sosyalleşme, eğlence/boş vakit geçirme faktörleri öne çıkmıştır.
Çalışmanın anket formundaki önermeler yukarıda belirtilen literatürden yola çıkarak
gruplandırılmış ve üç temel sosyal medya kullanım motivasyonu faktörü belirlenmiştir.
Bu faktörler, eğlenme, sosyalleşme ve bilgilenme faktörleridir.10
Tablo 1. Sosyal Medya Kullanım Motivasyonlarına Yönelik Faktör Analizi
Sosyal Medya Kullanım Motivasyonlarına
Yönelik Önermeler
1. Sosyal Medyayı video paylaşmak amacıyla
kullanırım.
2. Sosyal Medyayı fotoğraf paylaşmak amacıyla
kullanırım.
3. Sosyal Medyayı müzik paylaşmak amacıyla
kullanırım.
4. Sosyal Medyayı anlık durum paylaşımı
amacıyla kullanırım.
5. Sosyal Medyayı hayranı olduğum kişileri
takip etmek amacıyla kullanırım.
6. Sosyal Medyada kişisel bilgilerimi (yaşım,
cinsiyetim, ikamet adresim vs.) paylaşırım.
7. Sosyal Medyada özel bilgilerimin başkaları
tarafından görülmesi beni rahatsız etmez.
8. Sosyal Medyayı kullanmamın yasaklanması
benim için ciddi bir ceza olur.
9. İnternete bağlanmamım en önemli sebebi
sosyal medyaya girmektir.
10. Sosyal Medyayı yeni arkadaş edinmek
amacıyla kullanırım.
M
SD
0,864
0,822
0,866
0,850
0,966
0,852
0,838
0,875
0,877
0,595
0,773
0,846
0,527
0,711
0,867
0,659
0,586
0,738
0,658
0,428
0,716
0,657
0,737
0,857
0,609
0,720
0,817
0,490
0,618
0,768
0,487
0,898
0,823
0,656
0,802
0,822
0,655
0,802
0,822
14. Sosyal Medyayı ilgi duyduğum konularda
fikir alışverişi amacıyla kullanırım.
0,650
1,128
0,831
15. Sosyal Medyayı akademik amaçla (ödevlerim,
araştırmalarım, projelerim vs.) kullanırım.
0,554
1,385
0,757
11. Sosyal Medya söz konusu olduğunda kendimi
aktif/katılımcı bir kullanıcı olarak tanımlarım.
12. Sosyal Medyayı üstün yetenekli arkadaşlarımla
iletişim kurmak amacıyla kullanırım.
13. Sosyal Medyayı gündelik problemlerime
çözüm bulmak amacıyla kullanırım.
Eğlenme
Sosyalleşme
Bilgilenme
Tablo 1’de görüldüğü gibi maddelere ilişkin yük değerleri 0,554 ile 0,864 arasında
değişmektedir. Verilerin güvenilirlik analizi amacıyla elde edilen tüm değerler11 bu
10 Eğlenme: Eğlendirici unsurlar yeni medyanın doğasında geleneksel medyaya oranla daha içkindir. Özellikle
dijital yerliler açısından oyun temelli aktiviteler ilgi ve farkındalık yaratmaktadır. Bu anlamda eğlence unsuru içeren
her tür çevrimiçi içerik yüksek katılımı garanti etmektedir. Sosyalleşme: Sosyal ağlar aracılığıyla kullanıcıların
diğer kullanıcılarla etkileşimi sonucu elde edilen doyumlar, sosyalleşme faktörü başlığı altında değerlendirilmiştir.
Bilgilenme: İnternet altyapısının en yoğun kullanıldığı mecralar olarak sosyal medyada sunulan bilginin işlevselliği,
kullanıcıların o mecra ile ilgili algısı üzerinde dolaysız bir etkiye sahiptir.
11 SMKMÖ’nün güvenirliğini incelemek için ölçeğin tamamı için iç tutarlılık katsayısı hesaplanmıştır. Araştırma
verilerini elde etmek üzere geliştirilen ve faktör analizi yapılarak son hâlini alan SMKMÖ’nün Cronbach Alpha iç
tutarlılık katsayısı Cronbach’s α=0,836 olarak hesaplanmıştır. Bu değer, istatistiksel açıdan güvenilir olarak kabul
275 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
ölçeğin sosyal medya kullanım motivasyonlarını ölçmek için güvenilir bir ölçme aracı
olduğunu göstermektedir.
Çalışmanın Bulguları
Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin yaş gruplarına ilişkin dağılım
Tablo 2’de verilmiştir. Katılımcıların 231’i, 9–11 yaş aralığında olup %57,6 oranıyla
araştırmaya en yüksek katılımı bu yaş grubu oluşturmaktadır. Katılımcıların %36,9’unu
temsil eden 148’i 12–14 yaş grubunda; %5,5’unu temsil eden 22’si ise 15–17 yaş
grubundadır.
Tablo 2. Yaş Grubu
Yaş
9–11
12–14
15–17
Toplam
Frekans
231
148
22
401
Yüzde
57,6
36,9
5,5
100,0
Geçerli Yüzde
57,6
36,9
5,5
100,0
Kümülatif Yüzde
57,6
94,5
100,0
Araştırmaya katılanların SMKM puan ortalamalarının yaş grubu değişkenine göre
anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü varyans
analizi (Anova) Tablo 3’te verilmiştir. Bu analiz sonucunda eğlenme (FEğlenme=4,621)
ve sosyalleşme (FSosyalleşme=5,053) grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmuştur (p<0,05).
Farklılıkların kaynaklarını belirlemek amacıyla yapılan tamamlayıcı posthoc analizi sonucunda; 9-11 yaş grubundaki üstün yeteneklilerin eğlenme puanları
(XEğlenme=4,56) ve sosyalleşme puanları (FSosyalleşme=4,41), 12-14 ve 15-17 yaş grubundaki
üstün yeteneklilerin eğlenme ve sosyalleşme puanlarından yüksek bulunmuştur. Diğer
taraftan araştırmaya katılan üstün yeteneklilerin bilgilenme puanları ortalamalarının yaş
grubu değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla
yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark
istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (FBilgilenme=0,416; p>0,05).
edilebilecek bir değerdir (Nakip, 2006). SMKMÖ’nün faktör yapısını belirlemek için Açıklayıcı Faktör Analizi
yapılmıştır. Faktör analizi yapılmadan önce verilerin uygunluğu Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) katsayısı ve Bartlett
Küresellik Testi ile incelenebilir. Bu araştırmada da KMO ve Bartlett Küresellik Testi, ölçeklerin faktör analizine
uygunluğu, örneklem büyüklüğünün yeterliliği ve verilerin normal dağılımda olup olmadığını saptamak amacıyla
yapılmıştır. Veri matrisinin faktör analizi için uygun olup olmadığı hakkında bilgi veren KMO katsayısının
0,60’tan yüksek çıkması beklenir (Büyüköztürk, 2013). SMKMÖ’nün KMO katsayısı 0,845 olduğundan sonuç
iyidir. Bu sebeple araştırmada örnek büyüklüğü yeterlidir. Bartlett Küresellik Testi değişkenler arasında ilişki olup
olmadığını kısmi korelasyonlar temelinde inceler (Büyüköztürk, 2013). Ölçeğin, Bartlett testi 1735,0 ve anlamlılık
düzeyi (0,000) değişkenlerin oluşturduğu matrisin faktör analizi için uygun olduğuna işaret etmektedir.
Sayı 40 /Bahar 2015
276
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Tablo 3. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin SMKM Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek Yönlü
ANOVA Sonuçları
SOSYAL MEDYA
KULLANIM
MOTİVASYONU
EĞLENME
SOSYALLEŞME
BİLGİLENME
TOPLAM
YAŞ GRUBU
N
X
SS
9-11
12-14
15-17
Toplam
9-11
12-14
15-17
Toplam
9-11
12-14
15-17
Toplam
9-11
12-14
15-17
Toplam
209
129
18
356
207
129
18
354
209
128
18
355
207
128
18
353
4,56
3,41
4,22
4,12
4,41
3,38
3,22
3,97
4,08
4,13
4,56
4,12
13,06
10,97
12,00
12,25
3,48
3,11
3,78
3,40
3,15
2,91
3,23
3,10
2,14
2,18
1,72
2,14
7,11
6,06
6,23
6,76
Sd
F
p
2
4,621
0,01
5,053
0,007
0,416
0,66
3,867
0,022
2
2
2
Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin cinsiyetlerine ilişkin dağılım
Tablo 4’te verilmiştir. Araştırmaya katılanların 247’si erkek, 154’ü kız öğrencilerden
oluşmaktadır. Erkek öğrenciler örneklemin %61,6’sını, kız öğrenciler ise %38,4’ünü
oluşturmaktadır.
Tablo 4. Cinsiyet
Cinsiyet
Frekans
Yüzde
Geçerli Yüzde
Kümülatif Yüzde
Erkek
247
61,6
61,6
61,6
Kız
154
38,4
38,4
100,0
Toplam
401
100,0
100,0
Araştırmaya katılan üstün yetenekli çocukların SMKM puan ortalamalarının cinsiyet
değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan
t-testi sonucu Tablo 5’te verilmiştir. Bu testin sonucunda faktör ortalamaları arasındaki
fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
277 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Tablo 5. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin SMKM Puanlarının Cinsiyete Göre t-Testi Sonuçları
SOSYAL MEDYA
KULLANIM
MOTİVASYONU
EĞLENME
SOSYALLEŞME
BİLGİLENME
TOPLAM
CİNSİYET
N
X
SS
ERKEK
KIZ
ERKEK
KIZ
ERKEK
KIZ
ERKEK
KIZ
219
137
217
137
218
137
216
137
4,17
4,05
4,04
3,87
4,13
4,10
12,39
12,02
3,44
3,34
3,22
2,92
2,12
2,18
7,07
6,27
Sd
t
p
354
0,32
0,751
352
0,51
0,61
353
0,11
0,91
351
0,50
0,616
Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya ile gereksinimlerini karşılama
sebeplerine ilişkin dağılım Grafik 1’de verilmiştir. Buna göre sosyal medyanın yüz
yüze görüşülemeyen arkadaşlara ulaşmayı sağlaması (%25) ve hızlı olması (%25),
üstün yeteneklilerin sosyal medya ile gereksinimlerini karşılama sebebi olarak eşit
düzeyde gösterdiği iki özelliktir. Sosyal medyanın yaygın kullanımının gereksinimlerini
karşıladığını düşünen üstün yetenekliler (%19) için sosyal medya, paylaşıma imkân
sağlaması (%17) ve interaktif olması (%14) yönüyle de ihtiyaç karşılamaktadır.
Grafik 1. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya ile Gereksinimleri Karşılama
Sebepleri
Üstün yetenekli dijital yerlilerin en sık kullandıkları sosyal ağ sitelerine ilişkin
dağılım Grafik 2’de verilmiştir. Buna göre sırasıyla YouTube, Facebook ve Twitter üstün
yetenekli dijital yerlilerin en sık kullandıkları sosyal medya siteleridir. En sık kullandığı
site olarak YouTube’u gösteren 327 üstün yetenekli örneklemin %33’ünü oluştururken, 300
üstün yeteneklinin işaretlediği Facebook, örneklemin %31’ini ve 107 üstün yeteneklinin
işaretlediği Twitter ise %11’ini oluşturmaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
278
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Grafik 2. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin En Sık Kullandığı Sosyal Ağ Siteleri
Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklığına ilişkin dağılım
Tablo 6’da verilmiştir. “Sosyal ağları hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?” sorusuna yanıt
veren 352 üstün yetenekliden 106’sı sosyal medyayı her gün kullandığını belirtirken, 104’ü
hafta sonları sosyal medya kullanmaktadır. Sosyal medyayı haftada 3-4 gün kullanan
üstün yetenekli dijital yerlilerin sayısı 95’tir. 47 üstün yetenekli ise sosyal medyayı ayda
1-2 gün kullandıklarını belirtmiştir.
Tablo 6. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanım Sıklığı
Sosyal Medya
Kullanım Sıklığı
Her Gün
Hafta Sonları
Haftada 3–4 gün
Ayda 1–2 gün
Toplam
Yanıtsız
Toplam
Frekans
Yüzde
106
104
95
47
352
49
401
26,4
25,9
23,7
11,7
87,8
12,2
100,0
Geçerli
Yüzde
30,1
29,5
27,0
13,4
100,0
Kümülatif
Yüzde
30,1
59,6
86,6
100,0
Buna göre sosyal medyayı her gün kullanan üstün yetenekliler örneklemin %26,4’ünü
oluşturmaktadır. Sosyal medyayı hafta sonları kullanan üstün yeteneklilerin oranı %25,9
iken sosyal medyaya haftada 3-4 gün giren üstün yeteneklilerin oranı %23,7’dir. Sosyal
medyayı ayda 1-2 gün kullanan üstün yeteneklilerin oranı %11,7 olarak saptanırken
örneklemin %12,2’sini oluşturan 49 üstün yetenekli ise bu soruya yanıt vermemiştir.
Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti kullanma amaçlarına
ilişkin dağılım Grafik 3’te verilmiştir. Buna göre eğlenmek, üstün yeteneklilerin internet
kullanım amacı olarak %25 oranıyla en fazla gösterdiği özelliktir. Araştırma yapmayı
279 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
%22 oranında internet kullanım amacı olarak gören üstün yetenekliler için internet %16
oranında haberleşme ve %13 oranında gündemi takip etme anlamına gelmektedir. Diğer
internet kullanım amaçları ise yorum paylaşmak (%8), içerik paylaşmak (%6), arkadaş
edinmek (%6), blog yazmak (%3) ve diğer amaçlar (%1) şeklinde sıralanmaktadır.
Grafik 3. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin İnterneti Kullanma Amaçları
Üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medyayı kullanma amaçlarına ilişkin
dağılım Grafik 4’te verilmiştir. Buna göre üstün yeteneklilerin sosyal medya kullanım
amacı olarak en fazla gösterdiği özellik %23 oranıyla eğlencedir. Haberleşmeyi, %16
oranında sosyal medya kullanım amacı olarak gören üstün yetenekliler için sosyal medya
%15 oranında araştırma ve %11 oranında gündemi takip etme anlamına gelmektedir.
Diğer sosyal medya kullanım amaçları ise arkadaşlık (%11), yorum paylaşmak (%10),
içerik paylaşmak (%7) ve ünlü kişilerin etkinliklerini yakından takip etmek (%7) şeklinde
sıralanmaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
280
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Grafik 4. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medyayı Kullanma Amaçları
Tablo 7’de verilen üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti eğlenme amaçlı
kullanmaya göre sosyal medyayı eğlenme amaçlı kullanmalarına ilişkin kay-kare testi
sonuçlarına göre, üstün yetenekli çocukların interneti eğlenme amaçlı kullanmaları
ile sosyal medyayı eğlenme amaçlı kullanmaları arasında anlamlı bir ilişki vardır (X2
=61,496 sd=1, p<0,05).
Tablo 7. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin İnterneti Eğlenme Amaçlı Kullanmaya Göre Sosyal
Medyayı Eğlenme Amaçlı Kullanmalarına İlişkin Kay-Kare Testi Sonuçları
Sosyal Medyayı Eğlenme Amaçlı
Kullanma
İnterneti Eğlenme Amaçlı
Kullanma
Toplam
X2 =61,496
N
Hayır
%
N
Evet
%
N
%
Hayır
17
65,4
310
9,8
480
14
Evet
9
34,6
285
90,2
294
86
Toplam
26
100
316
100
342
100
sd=1 P=0,000
Üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti eğlenme amaçlı kullanmaları, sosyal
medyayı eğlenme amaçlı kullanmaları üzerinde etkilidir. İnterneti eğlenme amaçlı kullanan
üstün yetenekli çocukların %90,2’si sosyal medyayı da eğlenme amaçlı kullanmaktadır.
281 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Üstün yetenekli dijital yerlilerin devam ettikleri okul türüne ilişkin dağılım
Tablo 8’de verilmiştir. Üstün yeteneklilerin 304’ü devlet, 97’si özel okullarda eğitim
görmektedir. Devlet okullarına kayıtlı öğrenciler örneklemin %75,8’ini, özel okullara
kayıtlı öğrenciler ise %24,2’sini oluşturmaktadır.
Tablo 8. Okul Türü
Okul Türü
Frekans
Yüzde
Geçerli Yüzde
Kümülatif
Yüzde
Devlet
304
75,8
75,8
75,8
Özel
97
24,2
24,2
100,0
Toplam
401
100,0
100,0
Araştırmaya katılan üstün yetenekli dijital yerlilerin SMKM puan ortalamalarının
okul türü değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek
amacıyla t-testi yapılmış ve sonucu Tablo 9’da verilmiştir.
Tablo 9. Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin SMKM Puanlarının Kayıtlı Oldukları Okul Türüne
Göre t-Testi Sonuçları
SOSYAL MEDYA
KULLANIM
MOTİVASYONU
EĞLENME
SOSYALLEŞME
BİLGİLENME
TOPLAM
OKUL
TÜRÜ
N
X
SS
DEVLET
ÖZEL
DEVLET
ÖZEL
DEVLET
ÖZEL
DEVLET
ÖZEL
271
85
270
84
270
85
269
84
4,10
4,19
3,98
3,95
3,98
4,55
12,10
12,74
3,42
3,34
3,08
3,19
2,04
2,37
6,68
7,03
Sd
t
p
354
0,20
0,841
352
0,08
0,94
353
2,16
0,031
351
0,76
0,449
Test sonucunda yalnız bilgilenme faktörü ile okul türü değişkeni arasındaki fark
istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (t=2,16; p<0,05). Özel okula giden üstün
yetenekli dijital yerlilerin bilgilenme puanları(XÖzel=4,55), devlet okuluna giden üstün
yeteneklilerin bilgilenme puanlarından(XDevlet=3,98) yüksektir. Diğer bir ifadeyle üstün
yetenekli dijital yerlilerin kayıtlı oldukları okul türü, SMKM bilgilenme faktörü üzerinde
etkilidir.
Sayı 40 /Bahar 2015
282
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Tartışma ve Öneriler
Üstün yetenekli dijital yerliler ve sosyal medya ilişkisi, çok boyutlu irdelenmesi
gereken dinamik bir problemdir. Bu problemin Türkiye’nin 2000’li yıllarda yöneldiği
toplumsal ve ekonomik dönüşüm çerçevesinde önümüzdeki yıllarda ilgili tüm tarafların
çok daha fazla üzerinde durması gereken konulardan biri olacağı söylenebilir.
Günümüzde, çoğu ülkede sayısal uçurumun giderilmesine dönük çalışmalar
yapılmaktadır. Bu çalışmalarda sayısal uçurumun neden ortaya çıktığı, ne gibi sorunlara
yol açabileceği, nasıl ölçülebileceği, çözümü için kısa ve uzun vadede neler yapılabileceği
gibi sorular sorulmaktadır (Öztürk, 2002). Gelir dağılımının dengeli olmadığı ve eğitimde
fırsat eşitliğinin yakalanamadığı Türkiye’de, bilgi iletişim teknolojilerinde oluşan sayısal
uçurumun mevcut sosyal eşitsizlikleri daha da derinleştirebileceği söylenebilir. Bu, genel
anlamda bütün bireyleri ilgilendiren bir sorun olmakla birlikte özellikle gerekli maddi
imkânlardan yoksun ya da medya okuryazarlığı becerisi edinmemiş üstün yetenekli
dijital yerlilerin bilgi iletişim teknolojilerini yeterince kullanamamaları -bu özel grubun
bilişsel gereksinimleri ve potansiyelleri göz önünde bulundurulduğunda- ayrıca üzerinde
durulması gereken ciddi bir sorundur.
Toplumdaki sayısal uçurum, sadece BİT’e erişim imkânını herkese sağlamak adına
ücretsiz cihaz dağıtarak ya da bant genişliğini artırarak giderilebilecek bir sorun değildir.
Teknik araç ve imkânların yanı sıra uçurumu yaratan asıl unsurların ortadan kaldırılması,
yani becerilerin, kullanım bağımsızlığının, pedagojik ve sosyal desteğin de sağlanması
gerekir. Bilgi toplumu ancak “bilgi okuryazarlığı” ve “bilgi kültürü”yle var olabilir. Bu
da ancak “teknolojinin sosyal olarak gömülü hâle gelmesi”yle mümkündür (Warschauer,
2003: 202-205).
Çocuklarda Bilişim Teknolojileri Kullanımı ve Medya (TÜİK, 2013b) araştırmasına
göre Türkiye genelinde %45,6 oranında “hemen her gün” internet kullanan 06-15 yaş
grubu çocuklar, interneti %53,5 oranında “sosyal medya ağlarına katılma” amacıyla
kullanmaktadır. Bu çalışmada elde ettiğimiz sonuç ile söz konusu bulgu karşılaştırıldığında,
üstün yetenekli dijital yerlilerin sosyal medya kullanım sıklığının Türkiye ortalamasının
altında kaldığı görülmektedir.
Üstün yetenekli dijital yerlilerin interneti ve sosyal medyayı kullanma amaçları
arasındaki koşutluklar, sanal ortamı sosyal medya dışında düşünmeme eğiliminin bir
yansıması olarak yorumlanabilir. Üstün yeteneklilerin bu eğiliminin arka planında, bu
kullanıcı grubunun, sosyal medyanın haberleşme, araştırma, yorum yazma, eğlenme,
içerik paylaşma, gündemi takip etme ve arkadaşlık amaçlarına ilişkin beklentilerinin
tümünü karşıladığını düşünmesinin yattığı söylenebilir.
Üstün yetenekli dijital yerliler arasında yaş grubu yükseldikçe sosyal medyayı
eğlenme ve sosyalleşme motivasyonlu kullanım azalmaktadır. Öte yandan cinsiyet
değişkeninin, üstün yeteneklilerin sosyal medya kullanım motivasyonları üzerinde
anlamlı bir değişime neden olmadığı saptanmıştır.
Bu makalede ele alınan nicel çalışmada kullanılan veri toplama aracında sosyal
medya mecraları için herhangi bir sınırlandırma yapılmamıştır. Öte yandan, üstün yetenekli
283 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
dijital yerlilerin en sık kullandığı sosyal ağ siteleri arasında öne çıkan sosyal medya
konseptlerinin sosyal platformlar (Facebook, Twitter), içerik paylaşım siteleri (YouTube,
Daily Motion) ve tartışma-yorum siteleri (Ekşi Sözlük, İnci Sözlük) olduğu görülmektedir.
Avrupa Çevrimiçi Çocuklar Projesi kapsamında yayımlanan rapora göre (EU Kids Online
III, 2012) sosyal ağ üyeliği 13 yaş sınırı gerektirdiği hâlde Türkiye genelinde çocukların
%85’inin Facebook kullanıcısı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, üstün yetenekli
dijital yerliler arasında Facebook kullanımının oransal düşüklüğü dikkat çekicidir. Bu
konuda görüşüne başvurulan üstün yetenekliler, yakın çevrelerindeki yetişkinlerin
yoğun biçimde kullandığı Facebook’ta yeterince özgür hareket edemedikleri yorumunu
yapmışlardır. Bu durum, sosyal medyaya ilişkin yürütülen uluslararası bir çalışmanın
(Miller, 2013) bulgularıyla da örtüşmektedir. Daha sofistike ve anlık bir kullanım
mantalitesi olan Twitter’ın üstün yeteneklilerin en sık kullandığı sosyal ağ siteleri arasında
yer alması da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Çalışmada, homojen başarı düzeyindeki öğrencilerin yerleştirildiği sınıflarda
öğrenim gören, ilgi ve yeteneklerine göre düzenlenmiş farklı ders dışı etkinlik seçenekleri
sunulan ve görece esnek bir öğretim metodu uygulanan özel okullara devam eden
üstün yeteneklilerin, sosyal medyayı bilgilenme motivasyonlu kullanımlarında devlet
okullarında okuyan üstün yeteneklilerle aralarında anlamlı bir fark olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Bu sonuç, Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama Planı (2013 – 2017)
SWOT/GZFT analizinde “Üstün yetenekli bireylerin eğitiminin maddi kazanç temelli
gelişim göstermesi tehlikesi” olarak dikkat çekilen (TÜBİTAK, 2013) risk bağlamında
değerlendirildiğinde, üstün yeteneklilere yönelik akademik nitelikte, özerk ve ücretsiz
kamusal eğitimlere verilmesi gereken önem açığa çıkmaktadır. Söz konusu problematiği
somut kanıtlarla destekleyerek literatüre katkı sağlayacak farklı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Bu makalede, araştırmacı tarafından geliştirilen SMKMÖ’nün geçerlik ve
güvenirlik çalışmaları ile SMKMÖ ile elde edilen bulgulara da yer verilmiştir. Hesaplanan
iç tutarlılık katsayıları, SMKMÖ’nün üstün yetenekli çocukların sosyal medya kullanım
motivasyonlarını ölçebilecek düzeyde geçerli ve güvenilir bir yapıya sahip olduğunu
göstermektedir. Öte yandan SMKMÖ’nün üstün yetenekli çocukların sanal dünyadaki
etkinliklerini yaşam doyumu, akranların ve aile fertlerinin aynı dünyadaki etkinlikleri,
siber zorbalık gibi farklı değişkenlerle birlikte inceleyecek şekilde kullanılması
önerilebilir. Ölçeğin üstün yetenekli çocuklarla yürütülecek araştırmalarda olduğu kadar
üstün yetenekli olmayan çocuklarla yapılacak araştırmalarda da ilgili örnekleme uygun
geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapıldıktan sonra kullanılabileceği düşünülmektedir.
Üstün yetenekli dijital yerlilerin potansiyelleri ve gelecekte üstlenecekleri roller
dikkate alındığında Türkiye’ye özgü bir model olan Bilim ve Sanat Merkezlerinin önemi
göz ardı edilemez. BİLSEM’lerde karşılaşılan sorunların çözülmesi, bu merkezlerin
amacına uygun olarak yeterli fiziksel altyapıya sahip olması ve en önemlisi üstün
yetenekli dijital yerlilerin olağanüstü gelişmiş eğitsel beklentilerini karşılayabilecek
donanımı haiz eğitimci kadrolarının istihdam edilmesi çok önemlidir (Keskin, Ö. ve diğ.,
2013). Özellikle Türkiye’nin dezavantajlı bölgelerindeki üstün yeteneklilere ulaşılması
açısından, bu bölgelerdeki eğitimcilerin ve okul çağında çocuğu olan ailelerin BİLSEM
modeli konusunda bilgilendirilmesi eğitimde fırsat eşitliği söyleminin hayata geçirilmesi
bakımından kayda değer bir girişim olacaktır.
Sayı 40 /Bahar 2015
284
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Üstün yetenekli dijital yerliler ile ilgili bu çalışma sayesinde elde edilen veriler,
söz konusu kitlenin yeni medya teknolojilerinin uzantısı olan sosyal medyaya ilişkin
yaklaşımının akran grubundan kimi yönlerden farklılaştığını ama büyük ölçüde
örtüştüğünü ortaya koymaktadır. Söz konusu kullanıcı grubunun sahip olduğu bilişsel
potansiyel dolayısıyla yeni medya okuryazarlığı konusunda formasyon edinmesinin, bu
kullanıcı grubunun hem bireysel gelişimi bakımından hem de dijital dünyaya yapacakları
katkı dolayısıyla önemli olduğu söylenebilir.
Araştırmacı tarafından, üstün yetenekli dijital yerlileri akranlarından ve aynı yaş
grubundaki önceki kuşaklardan ayıran en belirgin vasfın, söz konusu kitlenin sosyal
medyayı pragmatik şekilde kullanma eğilimi olduğu gözlemlenmiştir. Yeni medya
teknolojilerini aktif biçimde kullanan üstün yetenekli dijital yerliler, geniş bir yelpazedeki
ilgi alanlarını tatmin için teknolojiyi, basılı ve analog medya ortamında yetişen önceki
nesillere oranla çok daha girişken biçimde kullanma eğilimindedirler. Öte yandan üstün
yetenekli dijital yerlilerin medya kullanımlarında akranlarıyla karşılaştırıldığında öne
çıkan farklılıklara ilişkin daha fazla araştırma yapılmasına ihtiyaç vardır.
Geleceğin kanaat önderleri olarak, üstün yetenekli dijital yerlilerin yaşadıkları dünya
hakkında özgün fikirler geliştirmelerine ve bunları ifade etmelerine katkı sağlayacak
“üstün yeteneklilere özgü sosyal medya mecralarının” organize edilmesinin, gelecekte
hem üstün yetenekli dijital yerlilerin yaşadıkları dünyanın sorunlarına daha hakim
bireyler ve inisiyatif sahibi yurttaşlar olarak yetişmesinde hem de yeni medya ortamının
daha demokratik bir işleyişe kavuşmasında önemli rol oynayacağı varsayılabilir.
Kaynaklar
Akarsu, F., (2001). Yetişemediğimiz Çocuklar: Üstün Yetenekli Çocuklar ve
Sorunları, Ankara: Eduser Yayınlan.
Akçay, H., (2011). “Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal
Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi Üzerine Bir Araştırma”. İletişim Kuram ve
Araştırma Dergisi, Güz (33), s. 137-161.
Armağan, A., (2013). “Gençlerin Sanal Alanı Kullanım Tercihleri ve Kendilerini
Sunum Taktikleri: Bir Araştırma”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(27), s.
78-92.
Armstrong, M. H., (1999). The Gratification Dimensions of The Internet’s World
Wide Web: An Exploratory Study. Yayınlanmamış doktora tezi. The Florida State
University, UMI Dissertation Information Service.
Aytaç, T., (2006). Eğitimde Bilişim Teknolojileri, Ankara: Asil Yayın Dağıtım.
Balcı, A. (2013). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntem, Teknik ve İlkeler, Ankara:
Pegem Akademi Yayıncılık.
Balcı, Ş. ve Tarhan A., (2007). “Siyasal Bilgilenme ve İnternet: 22 Temmuz 2007
Genel Seçimlerinde Bir Kullanımlar ve Doyumlar Araştırması”, Medya ve Siyaset
285 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Uluslararası Sempozyumu. (C1. 324­338). İzmir: Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi.
Biçer, S., (2014). “Akademisyenlerin Sosyal Ağlarda Bulunma Motivasyonları:
Facebook Örneği”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 40, s. 59-80.
Budak, İ., (2008). “Üstün Yeteneklilik Kavramı ve Tarihsel Gelişim Süreci”, Journal
of Qafqaz University, 22 (1), s. 164-173.
Bumbarger, B.A., (2007). “You Have Been Poked: Exploring The Uses and
Gratifications of Facebook Among Emerging Adults”, First Monday, 12, http://
firstmonday.org/htbin/cgiwrap/bin/ojs/index.php/fm/article/view/2026/1897.
(Erişim
Tar: 04.11.2014).
Büyüköztürk, Ş., (2013). Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı İstatistik,
Araştırma Deseni Spss Uygulamaları ve Yorum, Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık.
Cha, J., (2010). “Factors Affecting The Frequency And Amount Of Social Networking
Site Use: Motivations, Perceptions, And Privacy Concerns”, First Monday, 15, http://
firstmonday.org/ojs/index.php/fm/article/view/2889/2685 (Erişim Tar: 04.11.2014).
Chen, G.M., (2011). “Tweet This: A Uses and Gratifications Perspective On How
Active Twitter Use Gratifies A Need To Connect With Others”, Computers in Human
Behavior, 27, s. 755-762.
Çubukçu, Z., (2011). “Yaşam Boyu Öğrenmenin Gereği Olarak Bilgi ve İletişim
Teknolojileri”, e-Journal of New World Sciences Academy, 6(1), s. 1023-1038. http://
www.newwsa.com/download/gecici_makale_dosyalari/NWSA-4232-1-4.pdf. (Erişim
Tar:04.5.2013).
Digitalage, (2013). “Comscore Ocak 2013 Verileri”, Digitalage, 5(59), s. 38-39.
DiMaggio, P., Hargittai, E., Neuman, W.R. ve Robinson, J.P., (2001). “Social
Implications of the Internet” , Annual Review of Sociology, Vol. 27, s. 307-336. http://
www.wrneuman.com/works/2001_socialimplication.pdf. (Erişim Tar: 04.12.2014).
Ellison N., Steinfield, C. & Cliff, L., (2006). “Spatially Bounded Online Social
Networks and Social Capital: The Role of Facebook”, ANNUAL Conference of The
International Communication Association, http://www.ucalgary.ca/files/stas341/
Facebook_ICA_2006.pdf. (Erişim Tar: 04.10.2014).
Enç, M., Çağlar, D. ve Özsoy, Y., (1981). Özel Eğitime Giriş, Ankara: Ankara
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları.
Ersoy, Ö. ve Avcı, N., (2001). Özel Gereksinimi Olan Çocuklar ve Eğitimleri,
İstanbul: YA-PA Yayınları.
EU Kids Online III, (2012). “EU Kids Online: National Perspectives”, http://
eukidsonline.metu.edu.tr/file/PerspectivesReport.pdf. (Erişim Tar: 04.5.2014).
Gagne, F., (2013). “Üstün Zekâyı Yeteneğe Dönüştürmek: Gelişimsel Bir Teori
Olarak Ayrımsal Üstün Zekâ ve Yetenek Modeli”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Özel Eğitim Dergisi, 14(1), s. 1-20.
Sayı 40 /Bahar 2015
286
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Gülnar, B., Balcı, Ş. ve Çakır, V., (2010). “Motivations of Facebook, YouTube
And Similar Web Services Users”, bilig Journal of Social Sciences of the Turkish World,
Summer, 54, s. 161-184.
Hargittai, E., (2010). “Digital Na(t)ives? Variation in İnternet Skills and Uses
Among Members of The ‘Net Generation”, Sociological Inquiry, 80(1), 92-113, http://
www.webuse.org/pdf/Hargittai-DigitalNativesSI2010.pdf. (Erişim Tar: 04.5.2014).
Human Intelligence, (2013): William Stern. 9 Eylül 2013, http://www.intelltheory.
com/stern.shtml. (Erişim Tar: 13.5.2014).
ITU, (2013). “Measuring the Information Society”, International Telecommunication
Union, Geneva,2013, http://www.itu.int/en/ITU-D/Statistics/Documents/publications/
mis2013/MIS2013_without_Annex_4.pdf. (Erişim Tar:13.6.2014).
Johnson, P. and Yang, S. , (2009) “Uses and Gratifications of Twitter: An Examination
of User Motives and Satisfaction of Twitter Use” Paper presented at the annual meeting
of the Association for Education in Journalism and Mass Communication, Sheraton
Boston, Boston. http://citation.allacademic.com/meta/p376367_index.html (Erişim Tar:
04.9.2014).
Joinson, A. N., (2008). “’Looking At’, ‘Looking Up’ Or ‘Keeping Up With’ People?
Motives and Uses of Facebook”, http://onemvweb.com/sources/sources/looking_at_
motives_facebook.pdf. (Erişim Tar: 04.3.2014).
Karakoç, Enderhan & Gülsünler, M. Evrim, (2012). “Kullanımlar ve Doyumlar
Yaklaşımı Bağlamında Facebook: Konya Üzerine Bir Araştırma” , Akdeniz İletişim, 18,
s. 47-57.
Katz, S., ve Earl, L., (2010). “LearningAboutNetworkedLearning Communities”,
School Effectiveness and School Improvement, 21(1), s. 27-51.
Keskin, Ö., Samancı, N., Aydın, S., (2013). “Bilim ve Sanat Merkezleri: Mevcut
Durumları, Sorunları ve Çözüm Önerileri”, Üstün Yetenekliler Eğitimi Araştırmaları
Dergisi, 1(2), Özel Sayı, s. 78-96.
Kılıç, C., (2010). “Enderun Mektebi Örnekleminde Günümüz Üstün Yetenekli
Çocukların Eğitiminin Değerlendirilmesi”. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Gazi
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. http://acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_
ID=5422. (Erişim Tar: 07.12.2013).
Koçak, N.G.ve Oyman, M., (2012). “SocialMedia Usage Behaviors of Individuals:
An Application in Eskişehir”, International Journal of Business and Social Science,
3(22). s. 177-188.
Köseoğlu, Ö., (2012). “Sosyal Ağ Sitesi Kullanıcılarının Motivasyonları: Facebook
Üzerine Bir Araştırma”, Selçuk İletişim, 7(2), s. 58-81.
Mayfield, A., (2008). “What is Social Media?”, V1.4 updated 01.08.08. İCrossing.
http://www.icrossing.com/sites/default/files/what-is-social-media-uk.pdf. (Erişim Tar: 07.3.2014).
287 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Miller, D., (2013). “Ucl Social Networking Sites & Social Science Research
Project: What Will We Learn From The Fall of Facebook?”, http://blogs.ucl.ac.uk/
socialnetworking/2013/11/24/what-will-we-learn-from-the-fall-of-facebook.
(Erişim
Tar: 20.02.2014).
Millî Eğitim Bakanlığı, (2007). “Bilim ve Sanat Merkezleri Yönergesi”, Tebliğler
Dergisi: Şubat 2007 / 2593. http://mevzuat.meb.gov.tr/html/2593_0.html. (Erişim Tar:
11.2.2014).
Millî Eğitim Bakanlığı, (2013a). Özel Yetenekli Bireylerin Eğitimi Strateji
Ve Uygulama Kılavuzu, Ankara: MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel
Müdürlüğü.
Millî Eğitim Bakanlığı, (2013b). Üstün Yetenekli Bireyler Strateji ve Uygulama
Planı Taslağı 2013­2017, Ankara: MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı.
Millî Eğitim Bakanlığı, (2014). Özel Eğitim Kurumlarında Okul, Öğrenci,
Öğretmen ve Derslik Sayısı, Millî Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2013-2014, Ankara:
MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı.
Nakip, M., (2006). Pazarlama Araştırmaları Teknikler ve (Spss Destekli)
Uygulamalar, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
OECD, (2001). “Understanding Digital Divide”, OECD, http://www.oecd.org/
sti/1888451.pdf. (Erişim Tar: 20.9.2013).
Onat, F., (2010). “Bir Halkla İlişkiler Uygulama Alanı Olarak Sosyal Medya
Kullanımı: Sivil Toplum Örgütleri Üzerine Bir İnceleme”, Gazi Üniversitesi İletişim
Fakültesi Kavram ve Araştırma Dergisi, (31), s. 113-121.
Özcivelek, R., Aşkar, M., Geray, H., Tüfekçi, T., Zontul, H. ve Küçükçınar, A.,
(2000). “Sayısal Uçurum: Dünya ve Türkiye ‘de Durum “, VI. Türkiye’de İnternet
Konferansı, 9-11 Kasım 2000, İstanbul.
Özçetin, B., (2010). “ “Kullanımlar ve Doyumlar”dan İzlerkitle Sosyolojisine:
Türkiye ‘de İzlerkitle Çalışmaları”, İletişim Araştırmaları, 8(2), s. 9-37.
Özkan, M. U., (2013). “Üstün Yetenekli Çocukların Özellikleri”, http://mebk12.
meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/42/26/175064/dosyalar/2013_04/05083410_ustun_yetene
kliler_ozellikleri.pdf. (Erişim Tar: 20.10.2014).
Öztürk, L., (2002). “Dijital Uçurumun Küresel Boyutları”, Ege Üniversitesi
Akademik Bakış Dergisi, 2(1), s. 127-136.
Parker, Betty J. and Richard E. Plank, (2000). “A Uses and Gratifications Perspective
on The Internet as A New Information Source” , American Business Review, 18(2), s. 4349.
Pedrö, F., (2006). “The New Millennium Learners: Challenging Our Views On Ict
And Learning”, OECD-CERI. http://www.oecd.org/dataoecd/1/1/38358359.pdf. (Erişim
Tar: 15.10.2014)
Sayı 40 /Bahar 2015
288
Üstün Yetenekli Dijital Yerlilerin Sosyal Medya Kullanımları Üzerine Nicel Bir Çalışma
Prensky, M., (2001a). “Dijital Yerliler, Dijital Göçmenler I.”. http://www.ilipg.org/
sites/ilipg.org/files/documents/2013/08/dijital-yerliler-dijital-göçmenler-i.pdf. (Erişim
Tar: 15.12.2013).
Prensky, M., (2001b). “Dijital Yerliler, Dijital göçmenler II. Gerçekten Farklı
mı
Düşünüyorlar?”,
http://www.ilipg.org/sites/ilipg.org/files/documents/2013/08/
dijitalyerliler-dijital-göçmenler-ii.pdf. (Erişim Tar: 15.12.2013).
Quan-Haase, A. & Young, A., (2010). “Uses and Gratifications of Social Media: A
Comparison of Facebook AND Instant Messaging”, Bulletin of Science Technology and
Society. 30(5), s. 350-361.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, (2013). Türkiye’de Çocukların Medya Kullanma
Alışkanlıkları Araştırması, İstanbul: RTÜK.
Rayport, J. F. (2009). “Social Networks are The New Web Portals”, http://www.
businessweek.com/technology/content/jan2009/tc20090121_557202.htm. (Erişim Tar:
11.6.2013).
Renzulli, J., (1998). “Three-Ring Conception Of Giftedness”, http://www.gifted.
uconn.edu/sem/semart13.html. (Erişim Tar: 11.6.2013).
Ruggiero, T. E., (2000). “Uses and Gratifications Theory in The 21st Century”,
https://umdrive.memphis.edu/cbrown14/public/Mass%20Comm%20Theory/Week%20
7%20Uses%20 and%20Gratifications/Ruggiero.pdf. (Erişim Tar: 6.5.2014).
Schrock, A., (2009). “Examining Social Media Usage: Technology Clusters and
Social Network Site Membership”, First Monday, 14, http://journals.uic.edu/ojs/index.
php/fm/article/view/2242/2066. (Erişim Tar: 6.11.2014).
Shao, G., (2009). “Understanding The Appeal Of User-GeneratedMedia: A Uses
and Gratification Perspective”, Internet Research. 19(1), s. 7-25.
Sheldon, P., (2008). “Student Favorite: Facebook and Motives For its Use”,
Southwestern Mass Communication Journal, Spring, s. 39-53.
Şeker, T. B., (2005). İnternet ve Bilgi Açığı, Konya: Çizgi Kitabevi.
Tavşancıl, E., (2010). Tutumların Ölçülmesi ve Spss ile Veri Analizi, Ankara: Nobel.
TÜBİTAK, (2013). “Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu 25. Toplantısı”, http ://www
.tubitak.gov.tr/site s/default/file s/meb_ustunyeteneklibireyler_sunum_15012013.pdf.
(Erişim Tar: 27.12.2013).
Türkiye İstatistik Kurumu (2013b). 06-15 Yaş grubu çocuklarda bilişim teknolojileri
kullanımı ve medya. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15866. (Erişim
Tar: 9.9.2013).
Türkiye İstatistik Kurumu (2014). Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçları,
2013. http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=15974. (Erişim Tar: 3.10.2013).
Türkiye İstatistik Kurumu, (2013a). “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım
289 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İbrahim Şamil Köroğlu
Araştırması”, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13569. (Erişim Tarihi:
20.9.2013).
Türkiye İstatistik Kurumu, (2013b). “06-15 Yaş Grubu Çocuklarda Bilişim
Teknolojileri Kullanımı ve Medya”, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.
do?id=15866. (Erişim Tar: 9.9.2013).
Türkiye İstatistik Kurumu, (2014). “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları,
2013”, http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=15974. (Erişim Tar: 3.10.2013).
UNICEF (2014). “CRC@25 report”, http://uni.cf/1x324qj. (Erişim Tar: 9.10.2014)
University of Twente, (2013). “Uses and Gratifications Approach”, http://www.
utwente.nl/cw/theorieenoverzicht/Theory%20clusters/Communication%20and%20
Inform ation%20Technology/Uses_and_Gratifications_Approach-1. (Erişim Tar:
11.5.2013).
VanSlyke, T., (2003). “Digital Natives, Digital Immigrants: Some Thoughts From
The Generation Gap”, http://depd.wisc.edu/html/TSarticles/Digital%20Natives.htm.
(Erişim Tar: 11.6.2013).
Vural, B.A., (2006). Bilgi İletişim Teknolojileri ve Yansımaları, İstanbul: Nobel
Yayın Dağıtım.
Warschauer, M., (2003). Technology and Social Inclusion: Rethinking The Digital
Divide, Massachusetts: The MIT Press.
Williams, F., Rice, R. E., & Rogers, E. M., (1988). Research Methods and The New
Media. New York: Free Press.
Sayı 40 /Bahar 2015
290
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
Turkish-American Relations as Reflected in Political Cartoons in the Aftermath of September 11
Murat ERDEM, Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Siyasi Karikatür,
Türk-Amerikan
İlişkileri, 11
Eylül Saldırıları,
Göstergebilim.
Keywords:
Political Cartoons,
Turkish-American
Relations, September
11 Attacks, Semiotics.
Öz
Bu çalışmanın amacı hem Türk-Amerikan ilişkileri hem de Amerika ile Batı
açısından tarihsel ve siyasal bağlamda bir milat olarak kabul edilen 11 Eylül ardından
ortaya çıkan süreçte yaşanan olayları karikatürlere yansıyan boyutuyla ortaya koymak
ve incelemektir. Böylece, yakın dönemde yaşanan daha çok siyasi tanımlama içinde ele
alınan gelişmeleri farklı bir pencereden özellikle Türk kamuoyuna sunulan Amerikan
imgesi açısından değerlendirmek olanağı elde edilecektir. Çalışmanın özgün ve temel
malzemesi olan karikatürler, Türk kamuoyunun gündeminde yer almış ve hem toplumun
düşünce ve eğilimleriyle ilgili ipuçları vermiş, hem de bir ileti olarak kamuya belli bir
görüş ve düşünceyi sunmaktadır. Ele alacağımız konular tarihsel izlence takip ederek,
11 Eylül saldırıları, 2. Körfez Savaşı, 1 Mart Tezkeresi ve Çuval Hadisesi ve Büyük
Ortadoğu Projesi gibi ulusal ve uluslararası olayları içermektedir. Bu olayların gerçekleştiği
tarihlerde yayınlanmış olan karikatürler toplanarak tematik olarak sınıflandırılmış ve
göstergebilimsel açıdan çözümlenerek yaşanan sürece farklı bir perspektiften bakış açısı
yansıtılmıştır. Çalışmamızda örneklenen karikatürler üzerinden oluşturulan temsillerde
ABD’nin hegemonik bir güç olarak hem dünya siyasetine yön veren, hem de ikili ilişkilerde
belirleyici bir konumda olduğu görüşü ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, genel olarak
her türlü otoriteye muhalif duran ve direniş gösteren bu görsel malzemeler tutum olarak
eleştirel bir tutum içinde olduğu gözlemlenmiştir.
Abstract
This study aims at analyzing the agenda and the issues of Turkish-American
relations as reflected in political cartoons in the aftermath of September 11attacks. It is
argued that through using and analyzing the political cartoons as the sources reflecting
the issues in bilateral relations will create a new perspective which may facilitate a better
evaluation of the public agenda of Turkish society. The political cartoons are also considered
as cultural texts that may disclose the public thoughts and tendencies relating to the political
developments of a given era. In this study, such bilateral issues as September 11 Attacks and
War on Global Terror, The Second Gulf War, March 1 Crisis, the event whereby Turkish
soldiers were forced to wear hoods over their heads by US soldiers in Sulaimaniya (2003)
and Broader Middle Eastern Projects will be discussed along with semiotic analysis of
related political cartoons published in newspapers and humor magazines during these
events. The relevant political cartoons that were used in our study presented America as an
hegemonic power both in designing the world politics and initiator in bilateral relations It
is also seen that cartoons are critical of any power or authority and create a site of resistance
for the sake of public opinion.
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
Giriş
Karikatür sözcüğü Türkçe’ye Fransızcadan geçmiş ve en basit tanımı Türk Dil
Kurumu’nda yazıldığı gibi “İnsan ve toplumla ilgili her tür olayı konu alarak abartılı
bir biçimde veren, düşündürücü ve güldürücü resim”dir (TDK, 2014). Bununla birlikte
karikatür modern dönemde sanat olarak çoktan kabul görmüş ve sosyal, siyasal ve tarihsel
boyutlarının yanı sıra iletişim alanının önemli bir parametresi olarak görsel iletişim içinde
yer almaktadır. Günümüzde karikatürler sadece gazete ve mizah dergilerinde değil,
internet ve sosyal medya aracılığıyla çok geniş bir mecrada hızlı bir dolaşıma girebilen ve
bu mecranın doğası gereği zamandan bağımsız olarak tekrar tekrar paylaşımda olabilen
aynı zamanda mesaj taşıyan birer ileti olarak tanımlanabilir. Buna bağlı olarak karikatür
toplumun gündeminde kolaylıkla yer alabilmekte hatta yaşadığımız kitle iletişim çağı
içinde küresel boyutta sınırları aşarak dünya gündeminin konusu haline gelebilmektedir.
Bunun en tipik örneği ise, 2005 ve 2006 yıllarında Danimarka ve Norveç’te yayınlanan
ve İslam dünyasının ciddi tepkisini çekerek toplumsal olaylara dönüşen Hz.Muhammed
karikatürleri konusudur (Hürriyet, 30.01.2006)1. Bu noktada karikatürler ile ilgili
olarak ifade özgürlüğü, dini değerlere saygı gösterilmesi, mizah ve toleransı sınırları
gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Bu tartışmalar çalışmamızın esas konusun dışında
olmakla birlikte karikatürün küresel ölçekte etkili ve daima gündemde olduğunu açık
bir biçimde görmekteyiz. Yakın dönemde Hz.Muhammed ile ilgili karikatür konusunda
Fransa’da yaşanan terör olayı bu konuyu tekrar dünya kamuoyu gündemine getirmiştir.
Paris’te yayınlanan Charlie Hebdo adlı mizah dergisine, yayınladıkları karikatürlerden
dolayı baskın düzenleyen iki kardeş içinde 4 karikatüristin de bulunduğu 12 kişiyi
öldürmüştür (Sabah, 07.01.2015). Çalışmamız içinde karikatüre olan yaklaşımımız, bu
malzemeleri daha çok kültürel bir metin olarak çözümleyerek, yakın dönemde yaşanmış
tarihsel ve siyasal olaylara bir pencere açmak ve karikatürler aracılığıyla Türkiye’deki
Amerikan imgesini ve temsilini sunmayı amaçlamaktadır.
Karikatürü kültürel bir metin olarak görmeyi biraz açacak olursak, öncelikli olarak
bu görsel ürünlerin gazetelerde, mizah dergilerinde, internet sitelerinde, sosyal medyada
sürekli bir dönüşüm içinde yayınlanarak geniş bir kesime ulaşması ve bir ürün olarak
alınıp tüketilmesi karikatürleri birer popüler kültür ürünü olarak değerlendirebileceğimizi
göstermektedir. Popüler kültür bağlamında karikatür ve kamuoyu arasındaki ilişkiyi
iki temel konuda tartışabiliriz. Bilindiği gibi popüler kültür ürünleri ile ilgili yapılan
tanımlamaların başında, bu ürünlerin bir taraftan toplumun eğilimlerini ve düşüncelerini
yansıtan ve dönemin ruhunu taşıyan (zeitgeist) üretimler olduğunu, diğer taraftan ise
kamuoyunu belli bir düşünce ya da görüş çerçevesinde şekillendirdiğini (ya da bu amacı
taşıdığını) söylemek mümkündür.
Karikatürlerin işlevleri üzerinde kısaca duracak olursak, ilk olarak temel yapısının
insanları güldürmek ve eğlendirmek olduğunu belirtmiştik, bununla birlikte ikincil olarak
haber vermek, eğitmek, tabuları ve mitosları yıkmak ve otoriteye (güce) karşı çıkmak
1 Her iki ülkede bu konuda geri adım atmayarak her hangi bir kısıtlama ya da sansüre gitmemiş ve bizzat Danimarka
Başbakanı Rasmussen bu süreci ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirerek konuyu kendi bakış açısından
değerlendirmiştir. Bu konuyla ve karikatürlerle ilgili olarak Jytte Klausen tarafından yazılmış olan The Cartoons
That Shook the World (Yale University, 2009) adlı kitap içinde, ifade özgürlüğü ve dünya siyaseti bağlamında geniş
olarak incelenmiştir.
292 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
ve direnmek gibi özellikler de eklemek mümkündür. Karikatürleri, özelliklerine bağlı
olarak farklı kategoriler içinde tanımlamak mümkündür. Her ne kadar tüm karikatürler
çizgilerden ve mizahi unsurlardan oluşsa da, üretim amaçları, içerikleri ve yayınlandıkları
mecralara göre sınıflandırılabilir. Siyasi karikatürler, portre karikatürleri, absürd (saçma)
karikatürler, reklam karikatürleri ve bu kategorilere girmeyen diğer karikatürler örnek
verebilir (Topuz, 1986:39-40).
Çalışmamızda ele alacağımız karikatürler, ağırlıklı olarak siyasi karikatürler olarak
nitelendirebileceğimiz, siyasetin ve toplumun gündeminde yer alan gerek iç gerekse
dış politikaları konu edinen örnekler içinden seçilmiştir. Bu karikatürler, kuşkusuz ele
aldıkları konuları yayınlandığı gazetenin, derginin ya da çizerinin dünya görüşünü içinde
barındırmaktadır. Aynı zamanda popüler kültürün parçası olan bu karikatürler “mesajı
okuyucunun gerçeğine aktarabilmekte ve okuyucuyla aynı seviyede iletişim kurmaya
çalışmaktadır” (Conners, 2007:264). Bununla birlikte siyasetin doğası ve tanımı içinde yer
alan güç, güç ilişkileri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan direniş mizah ile birleşerek bu tür
karikatürlerin özünü oluşturmuş ve siyasi gündeme ayna tutma işlevini gerçekleştirmiştir.
Bu karikatürler, diğer birçok karikatürde olduğu gibi genel olarak bir eleştiridir ve çarpık
gördüğü bir yapıyı ya da üzeri örtülmüş bir olguyu ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Buna
paralel olarak karikatürün hiciv ile örülmüş doğasının en büyük hedefi, güç ve güce sahip
olan kesimlerin/kurumların/ülkelerin diğerleri üzerine uyguladığı baskıdır. Çalışmamız
içinde yer alan çoğu karikatürde bu duruma benzer yapıların varlığını kolaylıkla görmek
mümkündür. Zira Türk-Amerikan ilişkileri ve Amerika’nın imge ve temsilleri bu iki
ülkenin dünya siyasetinde ve uluslararası ilişkilerdeki gücü ve rolleri birbirinden farklı
olmasına paralel olarak çoğu noktada bir süper güç olan Amerika’nın inisiyatif kullanan
taraf şeklinde görüldüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Amerika’ya göre daha güçsüz ama
kendi bölgesi içinde eksen bir ülke olarak Türkiye ise 1 Mart tezkeresi sürecinde olduğu
gibi zaman zaman direniş gösteren bir konumda da olabilmektedir.
Çalışmamızın bu bölümünde yukarıda değindiğimiz yaklaşım içinde yaşanan
olayları karikatürlerin çözümlemelerini tarihsel süreçlerle harmanlayarak inceleyeceğiz.
Kullandığımız karikatürler araştırmamız içinde yer alan siyasi ve sosyal olayların
yaşandığı tarihlerde yayınlanmış olan gazete ve dergilerin taranmasıyla elde edilmiştir.
Mizah dergilerinde tiraj ve popülerlik açısından ön plana çıkan Leman ve Penguen
seçilmiştir. Bu dergilerin bir diğer özelliği ise internet ortamında da yayın yapıyor
olmaları ve buna bağlı olarak karikatürlerin sadece dergilerde değil, aynı zamanda sosyal
medya ve benzeri internet mecralarında dolaşımda/paylaşımda olmasıdır. Benzer biçimde
internet üzerinde yayın yapan ve ana akım medya içinde yer alıp tiraj olarak geniş
kesimlere ulaşan üç ana gazete Milliyet, Hürriyet, Sabah ile sol görüşe yakın Radikal ve
muhafazakar olarak tanımlayabileceğimiz Zaman gazetesi çalışmamız içinde taranmıştır.
Ancak çalışmamızda karikatürlerin seçimi esas olarak ele aldığımız konuyu zengin olarak
içermesi ve yansıtması olmuştur. Örneğin Zaman gazetesinde bu olaylara yönelik olarak
fazla malzeme çıkmamıştır. Keza Sabah gazetesinde yer alan karikatürler daha yerel
kalmıştır. Çalışmamızda iki tane Amerikan karikatürü kullanılmıştır. Bunun nedeni bu
karikatürlerin Türkiye’de de yayınlanmış olmaları ve kullandığımız Türk karikatürlerinin
referans noktası olmasıdır. Kuşkusuz yüzlerce karikatür içinden yapılan seçki ile oluşan
Sayı 40 /Bahar 2015
293
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
bu çalışmanın kamuoyunun genel ya da bütününe yönelik geniş bir pozitif veriye ulaşmak
söz konusu değildir. Bununla birlikte, incelenen konuların dönemin ruhu içinde ortaya
çıkan temsillerine yönelik ipuçları verdiği düşünülmektedir.
Karikatürlerin çözümlemelerine yönelik olarak göstergebilime dayalı bir yöntem
kullanılmıştır. Çalışma kuramsal bir incelemeyi ve tartışmayı amaçlamaması nedeniyle
ayrıca bu yöntem ile ilgili bir bölüm yazılmamasının doğru olacağı düşünülmüştür.
Bununla birlikte, görsellerin birer kültürel ve medya metni olması, gösteren ve gösterilen
arasındaki ilişkiler, yaratılan ve sunulan temsiller, yansıtılan açık/saklı ideolojiler ve edebi
bir metin şeklinde kullanılan ironi, metafor ve çağrışımlar çözümlemelerimizi yaparken
dikkate aldığımız parametreleri oluşturmuştur.
11 Eylül ve ABD’nin Küresel Terör Savaşı ve Türkiye
11 Eylül 2001 tarihinde New York kentinde bulunan Dünya Ticaret merkezine
ve ABD Savunma Bakanlığının bulunduğu Pentagon’a yapılan saldırılar ABD’nin
Pearl Harbor’ın dışında kendi topraklarında gerçekleşmiş ilk devasa yıkımdır. Daha
başkanlığının ilk yılında böyle bir durum ile karşılaşan George W. Bush temsil ettiği
yönetimin ideolojisine paralel olarak bu saldırılara tepki gösterdiği konuşmasında “kutsal
savaş” şeklinde bir söylem kullanmıştır (Thompson, 2009). Soğuk Savaş sonrasında
filizlenen yeni muhafazakar görüşleri ön plana çıkaran Richard Perle, Paul Wolfowitz
ve Donald Rumsfeld gibi isimler Amerika’nın girilecek yeni yüzyılın, bir öncekinin
devamı şeklinde yine “Amerikan Yüzyılı” olması gerektiği ve Soğuk Savaş sonrası tek
kutuplu dünyanın Amerika merkezli olarak şekillenmesi düşüncesindeydiler. Bir önceki
ABD Başkanı Bill Clinton döneminde yönetimde fazla destekçi bulamayan bu ekol, Bush
döneminde tamamen ülke idaresine geçti ve Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması”
makalesinde, tıpkı George F Kennan’ın Soğuk Savaş için Rusya ve komünizmi, Batı
ve kapitalizm için hayati tehlike olarak tanımladığı manifestoya benzer bir yapıda bu
kez doğu/batı ya da Hıristiyan/Müslüman çatışmasının kaçınılmaz olacağı ve kaçınılmaz
olarak ABD’nin bu çatışmada liderlik yapması gerektiğini desteklediler. 11 Eylül
saldırıları bu ideoloji ve politikaları gerçekleştirme fırsatını da beraberinde getirmiştir.
Bush ve yönetimindekiler ilk olarak İslami terör ardından radikal ya da kökten dinci terör
ve sonrasında ılımlı İslam şeklinde terminolojiler üreterek siyaset yapmaya ve askeri gücü
son seçenek yapmak yerine en başa getirerek siyasi literatüre Bush Doktrini olarak geçen
“önleyici saldırı” (pre-emptive strike) adını verdikleri yeni bir dış siyaseti uygulamaya
soktular (Snauwaert, 2004:121).
Yeni oluşmaya başlayan bu sürecin temelini oluşturan 11 Eylül saldırılarına verilen
terör karşıtı tepkilerin yanı sıra diğer bir çok ülkede olduğu gibi Türk kamuoyunda da
yaşananlara şüpheyle de yaklaşıldığını söylemek mümkündür. Şöyle ki, dünyanın en
büyük istihbarat ağına sahip olan Amerika’nın uzun süre önceden planlandığı belli olan
bu büyüklükteki saldırılar konusunda hiçbir istihbaratının olmaması, keza saldırıyı yapan
uçakların İkiz Kuleleri tam hedef ile vurarak, bu gökdelenlerin son derece düzgün bir şekilde
yıkılmasına neden olması adeta büyük prodüksiyonlu bir Hollywood filmini çağrıştırdığı
düşüncesi o dönem içinde kamuoyunda yer almıştır. Aşağıda görülen karikatür böyle bir
294 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
düşüncenin varlığını yansıtmakta ve aynı zamanda kamuoyuna bu görüşü ya da şüpheyi
aktarmaktadır. 4 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzalı karikatürde,
yıkılan Dünya Ticaret merkezinin enkazını araştıran uzmanların buradaki izlerin içinde
ABD bayrağına rastladığı görülmektedir. Araştırma yapan uzmanlardan soldaki, elindeki
büyüteç ile enkazın dışarıdan görülemeyen ya da anlaşılamayan gerçeğini ortaya
koymaktadır. Diğer bir ifadeyle bu saldırıların veya binaların yıkılmasının içinde bizzat
Amerika’nın “parmak izlerinin” olduğunu ya da gerçekleşmesine ABD tarafından göz
yumulduğu düşüncesini kamuoyuna aktarmaktadır.
Başkan Bush’un adeta kutsal savaş çağrısı ve
yaşanan şokun etkisini azaltmak adına Afganistan’a
başlattığı askeri saldırı, 11 Eylül’ün mağduru olarak
gerek NATO gerekse diğer batılı ülkeler tarafından
açık bir biçimde desteklenmiştir (Hartman,
2002:480).2 Daha önce de vurguladığımız gibi
ABD askeri seçeneği derhal kullanarak aslında tam
göremediği, konvansiyonel olmayan bir düşmana
karşı adını küresel terörizm olarak tanımladığı geniş
çaplı bir mücadele başlatmıştır. Bu mücadele için ilk
olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden
ABD’nin “meşru müdafaa” kapsamında terörizme
karşı her türlü yöntemi kullanılabileceği yönünde
bir karar çıkarılmasını sağlamıştır.3 Bununla
birlikte Avrupa Birliği de yaptığı açıklamalarda ABD’nin misilleme hakkı konusunda
politikalarını desteklediği yönünde karar almıştır.
“DEVLETLER HUKUKU” adlı 12 Ekim 2001 tarihli
Milliyet gazetesinde yayınlanmış olan Ercan Akyol
karikatüründe, devletlerin büyüklüğü sahip oldukları
silahlar ve aslında açık bir şekilde görülen “sözde
mahkeme” çerçevesinde şekillenmiş bir karar süreci
resmedilmektedir. Bu mahkemenin yargıcı olarak,
mağdur ama en güçlü olan ABD gözükmekle birlikte,
içinde Rusya’nın da olduğu diğer güçlü Batı devletleri,
bu mahkemenin diğer unsurları olarak yer almaktadır.
Sanık olarak, şaşırmış ve korkmuş bir ifadeye sahip,
aynı zamanda çıplak ayaklarıyla hem fakir hem de
güçsüz konumda bulunan Afganistan’ı temsil eden
yerel kıyafetli bir kimse bulunmaktadır. ABD’nin
2 NATO, tarihinde ilk kez ortak savunma prensibinin temeli olan ve bir üye ülkeye dışarıdan yapılacak saldırının
tüm üyelere yapılmış olarak kabul edilmesini içeren 5.maddesini, 11 Eylül’den 3 hafta sonra 2 Ekim 2001 tarihinde
işleme koymuştur (Gorka, 2006).
3 Bu konuda alınan karar uluslararası hukuk bağlamında tartışma konusu olmuştur. Zira 11 Eylül saldırıları “silahlı
bir güç tarafından” yapılmadığı için, buna karşı verilecek misilleme hakkının nasıl olması gerektiği muallak
kalmıştır. Bununla birlikte Güvenlik Konseyi “meşru müdafaa” hakkı bağlamında kalarak ABD’ye “uluslararası
barış ve güvenliğe tehdit oluşturan terör” karşısında geniş misilleme hakkı tanımıştır (Williamson, 2009:192).
Sayı 40 /Bahar 2015
295
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
Afganistan’a askeri müdahalesinden çok kısa bir süre önce yayınlanmış olan bu karikatür,
ironik bir dil kullanarak “Devletler Hukuku” başlığıyla, varolan uluslararası sistemde
“devlet” olarak tanımlanmanın sahip olduğun askeri ve ekonomik güç ile ilişkili olduğu
düşüncesini ortaya koymaktadır. Daha zayıf ya da fakir olan Afganistan’ın bu sürecin
“suçlusu” ilan edilmesi ise kaçınılmazdır, zira bu uluslararası sistemde oluşacak olan
hukukun yine bu sitemi kuran ve yöneten devletler tarafından yapılacağı gerçeği açık
bir şekilde vurgulanmaktadır. Aslında 11 Eylül’ün oluşması ya da ortaya çıkardığı temel
noktalardan bir tanesi, gelişmiş ve zengin ülkeler ile geri kalmış fakir ülkelerin adeta
karşı karşıya gelmiş olmasıdır. Diğer bir nokta ise, gelişmiş ülkelerin savunmalarına
ve ordularına ayırdığı devasa bütçelere ve uyguladıkları “orman kanunlarına” rağmen
hala vurulabilmekte olmaları ya da günümüzde dahi bu tehdidi bir türlü ortadan
kaldıramamalarıdır.
11 Eylül’ün Türk-Amerikan ilişkileri boyutuna değinecek olursak, Türkiye’nin
aynı yıl içinde yaşadığı ekonomik kriz ve buna paralel olarak ülke yönetiminde bulunan
DSP, MHP ve ANAP tarafından kurulmuş olan koalisyon hükümetinde yaşanan siyasi
krizler ülkeyi çalkantılı bir dönem içine sürüklemiştir. Bu süreç içinde gerçekleşen
11 Eylül saldırılarına karşı koalisyon hükümeti
Başbakanı Ecevit “Dostumuz ve müttefikimiz
ABD’nin yönetiminin, halkının acısını yürekten
paylaşıyoruz. Bu mücadelesinde her konuda ABD’nin
yanında olacağız” açıklamasıyla ABD’nin yanında
durarak teröre karşı savaşta yer alacağını söylemiştir
(Hürriyet, 12.09.2001). ABD’nin Afganistan’a
yapacağı müdahale için Türkiye’den asker
göndermesi talebi Türk-Amerikan ilişkilerinin belki
de en temel paradigması olan yardım ve karşılığında
destek ilişkisini karşımıza çıkarmaktadır. Afganistan
ile Türkiye’nin tarihsel dostluğuna rağmen böyle bir
karar alınması önemlidir.4
16 Ekim 2001 tarihli Milliyet gazetesindeki
Ercan Akyol imzalı karikatürde Türkiye’yi temsilen
Başbakan Bülent Ecevit Türk bayrağını taşıyan
bir tank içinde Amerika’nın savaşına katılacağımızı ancak içinde bulunduğu durum
itibariyle bunun finanssal desteğinin ABD tarafından sağlanması koşulunu getirmektedir.
Karikatürde ABD’yi temsil eden “Sam Amca” figürü, ellerini arkasına bağlamış, haklı ve
güçlü bir konumda sunulurken, tankın içinde olan Başbakan Ecevit, ABD’ye avuç açmış
ve çekingen bir duruş içinde yansıtılmıştır. Ecevit’in bu duruşunun nedeni kuşkusuz
Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ile ilişkilidir. ABD’nin asker talebine
karşılık ekonomik desteği sağlamasının ardından Türkiye muharip unsurlar olmamak
koşuluyla Afganistan’a asker göndermiş ve ABD’nin stratejik ortağı olarak bölge
siyasetini desteklemiştir. Aynı yıl içinde, Şubat 2001’deki krizde ABD’den ekonomik
4 Afganistan gerek kuruluş aşamasında gerekse sonrasında Türkiye Cumhuriyeti ile dost ilişkileri içinde olup hem
destek olmuş hem de Atatürk’ten etkilenmiştir. Bu dostane ilişkilerin en önemli özelliği ise Afgan Kralı Emanullah
Han’ın Türkiye Cumhuriyetine resmi olarak ziyaret eden ilk yabancı devlet adamı olmasıdır (Akbaş, 2008:311).
296 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
destek bulamayan Türkiye 11 Eylül sürecinin getirdiği konjonktür içinde, askeri ve siyasi
desteğine bağlı olarak bu ekonomik desteği geri çekmiştir (Hürriyet, 17.10.2001).
Büyük Ortadoğu Projesi ve İkili İlişkilere Yansıması
Esas olarak Büyük Ortadoğu İnisiyatifi (Greater Middle East Initiative) ABD
Başkanı George W. Bush yönetimi tarafından 11 Eylül süreci ardından uygulamaya
konulan yeni dünya siyasetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır (Ottaway ve Carothers,
2004). Başkan Bush’un 9 Mayıs 2002 tarihinde North Carolina Üniversitesinde yapmış
olduğu konuşmada Amerika açısından bir önceliğin Ortadoğu’daki ülkelerle daha sıkı
işbirliği içinde ortaklıklar kurarak serbest piyasa ekonomisi, adli reformlar, halkların
ve etnik grupların daha fazla hak ve yönetimde temsile sahip olması gibi amaçları
dillendirmiştir. Bu proje, en basit haliyle Atlantik okyanusunun Kuzey Afrika bölgesinde
bulunan Fas’tan başlayarak Pakistan’a kadar devam eden coğrafya ekseninde bulunan
ülkelerde gerçekleşecek reformlara bağlı olarak siyasi ve ekonomik sistemleri daha şeffaf
ve batıya benzer modellere dönüştürülerek yeni bir bölge yapılanmasını içermekteydi. 11
Eylül saldırılarını radikal/marjinal İslam terörü olarak algılayan ABD, Müslüman nüfusun
yoğun olduğu bu bölgede sağlayacağı değişim ve dönüşümün ilgili ülkeleri daha ılımlı
ve demokratik olmasını sağlayacağı ve buna paralel olarak radikal/marjinal/köktendinci
İslami grupların sisteme entegre edilebileceğini planlamaktaydı (Dalacoura, 2005:96365). G-8 olarak tanımlanan ve dünyanın en zengin sekiz ülkesinden oluşan grup 2004
yılında ABD’nin Georgia eyaletinde bir araya geldi. Başkan G.W.Bush Türkiye’nin dahil
olduğu bir grup ülkeyi de katılımcı olarak davet ederek Büyük Ortadoğu Projesi olarak
tanımlanan inisiyatifi genişleterek Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile
Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık (Partnership for Progress and a Common
Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa) projesini sunarak
bir anlamda Batı’nın ve gelişmiş ülkelerin bu bölgeye yaklaşımlarının nasıl olması
gerektiğini ortaya koymuştur. Kuşkusuz proje ya da inisiyatifin işlerlik kazanabilmesi
için bu politikanın saç ayaklarını oluşturan siyasi, mali ve askeri işbirliğinin yapılması
ve oluşacak yükün paylaştırılması söz konusudur. Elbette bir çok uluslararası iş birlik
ve kurumların gerçeği olan yükü en fazla taşıyan ülkenin etken ve belirleyen olduğu
göz önünde tutulursa ABD’nin yükün paylaşımında en önde yer aldığını söylemek
mümkündür.
Bununla birlikte projenin kapsamı içinde göze çarpan en önemli ülkenin Türkiye
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira anılan coğrafya içinde yer alan devletlerin
içinde laik sistemi ile batı tarzı parlamenter demokratik yapıya sahip olan Türkiye ABD
açısından Soğuk Savaş sonrası dönem içinde, stratejik coğrafi konumunun ötesinde
nüfusunun büyük bir kısmı Müslüman bir ülke olarak potansiyel bir rol model olması söz
konusuydu. Türkiye’de büyükelçi olarak görev yapmış olan Marc Grossman Türkiye’nin
bölge için bir model olması gerektiğini 11 Eylül olaylarından önce söylemişti (Grossman,
2000) .
Bu bağlamda 2004 yılındaki G-8 toplantısına çağırılan Türkiye ABD’nin başını
çektiği bu proje içinde etkin bir yer almasının planlandığını söyleyebiliriz. Bununla
Sayı 40 /Bahar 2015
297
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
birlikte G-8 toplantısı ve Türkiye’nin davet edilmesi özellikle bu tarihlerde yayınlanan
karikatürlerde eleştiri konusu olmuştur. 28 Mayıs 2004 tarihli Radikal gazetesinde
yayınlanan Emre Ulaş imzalı karikatürde G-8 olarak tanımlanan ülkelerin (ABD, Japonya,
Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada, Rusya) liderleri bir masa etrafında otururken,
Türkiye Başbakanı Erdoğan bir garson temsili ile elinde BOP yazılı içeceği servis etmeye
hazır konumda görülmektedir. Erdoğan’ın bir eli arkasında, diğer eliyle “BOP” yazan
şişeyi bir tepside tutuşu göreve hazır bir duruş sergilerken, gözlerinin yukarı doğru bakışı
ile olan bitenden habersiz bir ifadeye sahiptir. Masanın lideri konumunda bulunan ABD
Başkanı Bush’un keyifli ve kendinden emin bir tutum içinde projenin gerçekleşmesinde
büyük ama pasif rollerden birinin Türkiye olacağı ya da projenin hayata geçirilişinde
“servisi” Türkiye’nin yapacağı düşüncesi, Erdoğan’ı işaret ederek “Hah.. Servis yapacak
arkadaş da geldi işte!” sözleriyle sunulmaktadır.
Buna göre asıl olarak G-8 üyesi olmayan Türkiye’nin davet edilmesinin masada
eşitler arasında yer almak değil, alınan kararların uygulayıcısı olmak gibi inisiyatif
dışında kalınması söz konusudur. Toplantıda Türkiye adına konuşma yapan başbakan
diğer liderlerden övgüler almış ve toplantıya katılma amacının kendi sözleriyle “Biz,
Demokratik Ortak olarak davet edildik. Özellikle de adalet, kalkınma, insan hakları,
hukukun üstünlüğü gibi konuların bu noktada çok önemi var”’ şeklinde konuşmuştur
(Avrupa Birliği Bakanlığı, 2004).
Başbakanın bu açıklamalarına şahsına münhasır bir lider olarak Amerikan tarihinde
yer alan George W. Bush’un toplantıya katılan liderlerin fotoğraf çekimine giderken
Erdoğan’a “You are a great man” (sen büyük adamsın) demesi kamuoyunun gündeminde
yer almıştır (Radikal 11.06.2004). Elbette bu duruma ya da Amerika ile olan işbirliklerine
karşı olumsuz bakış açısı yansıtan mizah dergileri eleştirel karikatürler yayınlamıştır.
Örneğin Penguen dergisi 17 Haziran 2004 tarihindeki sayısında Doğan Güneş imzalı “Bush
Gazı veriyor” başlıklı karikatürde Amerika’yı temsilen Başkan Bush’un oldukça büyük
ve iri kulaklarının yanı sıra sivri dişleriyle “canavar” bir görüntüyle yansıtılmaktadır.
Buna karşın Başbakan Erdoğan’ın küçük, edilgen ve kendisine “Büyüksün lan Tayyip…”
şeklinde yapılan övgüden memnun bir biçimde resmedildiği karikatürde Amerika’nın
aslında samimi olmadığı ve amacının başlatılan projede Türkiye’yi överek bir anlamda
yönlendirdiğini eleştirmektedir. Bununla birlikte, Başkan Bush’un belki de tüm Amerikan
298 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
başkanları içinde en çok olumsuz imgeye sahip olduğunu hatta bunun sadece Türkiye’de
değil diğer bir çok ülkede bu biçimde temsillere sahip olduğunu söylemek mümkündür.
Bunun temel nedeni sadece döneminde yaşanan siyasi ve askeri olaylar değil, aynı
zamanda Teksaslı olması nedeniyle ona yapılan kovboy yakıştırması, konuşurken
gramer ve fonetik açıdan hatalı
cümleler kurması, olaylara verdiği
farklı yüz ifadeleri özellikle mizah
dergilerinde, televizyon program
ve dizilerinde mizahçıların çok
kullandığı malzemelerden olmuştur.
G-8 ülkelerinin bir araya
gelmesinin
hemen
ardından
Haziran
2004’ün
sonunda
NATO toplantısının İstanbul’da
gerçekleştirilmesi BOP ile başlayan
süreç ve Türkiye’nin bu süreçteki konumu bağlamında önemlidir. Bu NATO toplantısının
ana konusunu Büyük Ortadoğu Projesinin oluşturmuştur. G-8’de şekillenen siyasi ve
ekonomik parametrelerin ardından inisiyatifin gerçekleştirilmesi için gerekli olabilecek
askeri desteğin NATO tarafından sağlanarak üçlü saç ayağının (siyasi-ekonomi-askeri)
tamamlanması söz konusu olmuştur.5 Diğer bir ifade ile Soğuk Savaş sonrası resmi bir
misyonu ve hedefi konusunda tartışmalı bir kurum haline dönüşen NATO için yeni bir
açılım gerçekleştirilmiş ve bir anlamda toplantı kararları ile bu yaklaşım meşrulaştırılmıştır.
Yan taraftaki karikatürde de görüleceği üzere NATO toplantısı bir anlamda ağırlıklı
olarak BOP’un amaçları ile NATO’nun hedefleri olabildiğince bir araya getirilmiştir. 2
Temmuz 2004 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanmış olan Bülent Düzgit imzalı bu
karikatürde BOP bir uçak olarak tasvir edilirken, uçağın pilotunun ABD Başkanı Bush
ve de pervanesinin NATO’nun ambleminden yapılmış olması bir anlamda motorunun
NATO olacağı ve BOP’un gerçekleştirilmesinde NATO’nun son derece işlevsel olacağı
düşüncesi kamuoyuna açık bir biçimde yansıtılmıştır.
18 Haziran 2004 tarihli Leman
dergisinde Derya Sayın imzasıyla
yayınlanan karikatürde ise, bu kez
ABD Başkanı George Bush’un
uçağında sadece NATO yazısı
ve amblemi değil aynı zamanda
kullanılacak olan askeri güç için
Türkiye’nin de ABD planları içinde
yer aldığı ortaya konmakta ve
eleştirilmektedir. Karikatürde, Başkan
Bush’un gelişi için hazırlanmış olan
5 NATO toplantısında, Akdeniz Diyaloğu girişimi ile tüm Akdeniz ülkelerini içeren işbirliğinin arttırılması, ayrış
İstanbul İşbirliği İnisiyatifi ile Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeleri içine alan, aslında
Büyük Ortadoğu Projesinin parçalarını oluşturan, yeni ortak güvenlik ve işbirliği parametreleri oluşturulmuştur
(NATO, 2004).
Sayı 40 /Bahar 2015
299
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
askeri tören kıtasında bulunan iki Türk askeri dönemin Başbakanı Erdoğan ve Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül olarak çizilmiştir. Kuşkusuz Başkan Bush’un “Merhaba Asker”
yerine “Selamın Aleyküm Asker” demesinin nedeni sadece İslam referanslı bir yönetimin
ülkede iktidar olması değil, aynı zamanda Türkiye’nin BOP içinde yer alan Müslüman bir
ülke olarak ABD açısından düşünülen bir rol modeli temsil etmesiyle de açıklayabiliriz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye’nin gerek içinde bulunduğu bölgede, gerekse
dünyada nüfusunun çok büyük bir kısmı Müslüman olup aynı zamanda laik ve batı
tipinde parlamenter bir demokrasiyle yönetilen ülkelerin başında gelmesidir. Karikatür
temel eleştirisi kuşkusuz en üstte yazılı olan “Büyük Ortadoğu Projesi’nin jandarması
belli oldu..” şeklindeki ifadedir. İlerleyen yıllarda Afganistan’ın yanı sıra Lübnan’da da
Türk askerinin görev alması, Irak’ta NATO çerçevesinde eğitim vererek yerel orduyu
güçlendirmesi, Türkiye’nin Amerika ile olan işbirliklerinde siyasi veya ekonomik olarak
değil, daha çok askeri olarak ön saflarda yer alması söz konusu olmuştur. Elbette bu
noktada Türkiye’ye askeri görevlerin verilmesi, BOP dahilindeki ülkelerin Müslüman
olması ve Türkiye’nin Müslüman askerlerinin bu ülkelerde görev yapmasının yerel
halk tarafından batı güçlerine nazaran daha
ılımlı yaklaşacağı görüşünün var olduğunu
söylemek mümkündür.
İstanbul’da gerçekleştirilen toplantı
Türk kamuoyunun gündeminde oldukça
geniş yer tutmuştur. Özellikle Avrupa’nın
en büyük kentlerinden biri olan İstanbul’da
alınan geniş güvenlik önlemleri ve kapatılan
yollar şehri yaşanmaz hale getirmiştir.
Kuşkusuz bu atmosfer içinde ABD’nin Irak’a
gerçekleştirdiği işgali protesto eden gruplar
ve geleneksel anlamda NATO karşıtları
bu toplantıyı protesto etmek için günler
öncesinden hazırlıklara başlamışlardır.
Yapılan gösteri ve protestolar genel anlamda
emperyalizm ve NATO ile ilgili olsa da asıl hedef olarak ABD Başkanı George Bush
üzerine yoğunlaşmış ve simgeleşmiştir. “Bush Gelme” yazılı pankartlar bu dönemde
yükselen Amerikan karşıtlığımın da simgesi haline dönüşmüştür. 29 Haziran 2004
tarihinde Radikal gazetesinde Emre Ulaş imzasıyla yayınlanmış olan aşağıdaki karikatür,
bir taraftan protestoculara yapılan müdahalenin şiddetini yansıtmak ve eleştirmekte, diğer
taraftan ise Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında NATO aracılığıyla Türkiye’ye verilen rol
ya da görevlerden bir tanesinin Irak’ın güvenliği ve yerel ordusunun Türkiye tarafından
eğitilmesi olduğunu yansıtmaktadır. Göstericilere karşı polisin sert müdahalesini Hilton
otelinden izleyen Bush ve alt katta bulunan İngiltere Başbakanı Blair oldukça memnun bir
ifadeyle izlerken, Başbakan Erdoğan muğlak bir ifadeyle Bush’un kendisine söylediklerini
dinlemektedir. Karikatür, Bush’un Türk polisinin protestoculara karşı ortamın güvenliği
sağlamak amacıyla yaptığı sert müdahaleyi överek, Türkiye’nin Irak’ta da benzer bir
görevi yerine başarıyla getirebileceği tespitini ironik bir biçimde sunmaktadır.
NATO toplantısı aynı zamanda Türkiye’den beklenilen ve BOP dahilinde
300 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
somutlaşacak olan bir takım siyasi ve askeri kararların alınmasını sağlamıştır. Öncelikli
olarak Afganistan’da görev yapan ISAF gücünün büyütülerek tüm ülkeyi kapsar şekilde
bir yapıya dönüşmesi, küresel terör ile sonuna kadar savaşılması ve Irak askerinin
eğitilmesi gibi Ortadoğu’nun güvenliğine yönelik politikaların güçlendirilmesi ön plana
çıkmıştır (Hürriyet, 28 Haziran 2004). Başkan Bush daha sonra Ankara’yı da ziyaret
ederek Türkiye’ye verilen önemi yaptığı konuşmalar ile desteklemiştir. Türkiye’nin önemi
sadece Müslüman ve laik bir ülke olarak model ülke olmasının ötesinde, geçen yüzyıllar
içinde sömürgeci bir geçmişi taşıyan batılı güçlerin ya da ABD gibi son Irak işgali ile
bölgedeki prestijini yitiren bir gücün stratejik müttefiki olarak bu bölgeyle ilişkilerde
daha etkili olabilme ihtimalidir. Zira Türkiye’de dini açıdan muhafazakar bir partinin
tek başına iktidarda olması ve beraberinde eylem ve söylemlerin Ortadoğu ülkelerine
yakın ama aynı zamanda son derece İsrail karşıtı bir tutum içinde olması, Türkiye’nin
sözü dinlenen ya da en azından bölge ülkeleri halkaları arasında prestijli ve popüler hale
geldiğini söylemek mümkündür.
İkinci Körfez Savaşı ve Türkiye-ABD İlişkileri
11 Eylül 2001 sonrası yaşadığı panik ve dünya tarafından paralize olmuş bir görüntüye
sahip olan Amerika kısa süre içinde NATO ülkelerini harekete geçirerek Afganistan’a
askeri harekat düzenlemiş ve 2002 yılından itibaren 11 Eylül olaylarını dolaylı olarak Irak
ve Saddam Hüseyin’e ilişkilendirme yoluna giderek bu ülkeye karşı askeri bir müdahalede
bulunacağının sinyallerini açık olarak vermiştir. 1962 yılındaki Küba Füze Krizi’ne
benzer şekilde sözde Amerikan uçakları tarafından ve uydudan çekilmiş görüntüler
aracılığıyla Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahları ürettiği ve küresel terörizme
destek verdiği gerekçesi ile 2003 yılının bahar aylarında kapsamlı bir askeri operasyona
girişmiştir. Ancak bu süreçte, gerek Birleşmiş Milletler gerekse dünyanın önde gelen
ülkelerinin desteğini ve onayını 1.Körfez Savaşı’ndan farklı olarak alamamıştır. Bununla
birlikte İngiltere’yi yanına alarak küçük birliklere sahip bazı ülkelerin de desteği ile sözde
Koalisyon Gücü adı altında bu müdahaleyi gerçekleştirmiştir (Yoo, 2003:563). Ancak
daha önce 1.Körfez Savaşı bölümünde de değindiğimiz gibi ABD’nin asıl hedefi dünya
petrol rezervlerinin önemli bir bölümünü elinde tutan Irak’ı kontrol edebilmek ve 1.Körfez
Savaşı’nda yarım bırakılan askeri operasyonu tamamlayarak Saddam Hüseyin yönetimini
Sayı 40 /Bahar 2015
301
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
ortadan kaldırmaktır. Bu süreçte ABD yönetimlerinin kullandığı en etkili enstrümanların
başında yazılı ve görsel medya araçları olmuştur. Buna paralel olarak, Saddam Hüseyin
ve yönetimine yönelik olumsuz temsiller, uzun diktatörlüğünün getirdiği işkence, baskı
ve toplu katliamlar gibi konular sürekli gündemde tutularak kamuoyu oluşturulmuştur
(Steuter ve Wills 2008:110-111). Sonuç olarak hem terörizme destek veren, hem kitle
imha silahları üreten hem de kendi halkına karşı insanlık suçu işleyen bir yönetim profili
oluşturularak Soğuk Savaş sonrası dönemde adeta kendini tek süper güç olarak ilan eden
ABD için sorumluluk almanın kaçınılmaz olduğu görüşü Amerikan ve Batı kamuoyuna
sunulmuştur.
Aşağıda görülen 19 Ocak 2003 tarihinde Milliyet gazetesinde Ercan Akyol imzasıyla
yayınlanmış olan karikatür, uzun süredir Irak’ta kitle imha silahları kontrolü yapan BM
uzmanlarının bazı eski ve kullanılmış başlıklar bulmasını resmetmektedir. Buna göre sözde
tarafsız BM uzmanları adeta Başkan Bush’un isteklerini yerine getiren ve savaşa teknik
olarak meşruluk kazandırabilecek
açıklamalar
yaparak
aslında
gerçekte olmayan bir gerekçeyi
gündeme taşımaktadır. Karikatür,
bu sözde kanıtların geçersizliğinin
yanı sıra BM’nin adeta ABD’ye
ait bir arka bahçe olduğu görüşünü
ortaya koymaktadır. Daha önce
değindiğimiz Bush Doktrini olarak
tanımlanan Amerikan politikasına
göre, Amerika’ya saldırı olmasa
bile her hangi bir ülkede/bölgede
Amerika’ya karşı bir tehdidin varlığı
ABD için müdahalede bulunmak,
yani “önleyici saldırı” yapmak meşru
olarak tanımlanmaktaydı. Karikatürü
bu
bağlamda
değerlendirecek
olursak, BM uzmanlarının kitle
imha silahları bulması, hem Amerika
için hem de dünya için Saddam
yönetimindeki Irak’ın açık bir tehdit
olduğu görüşünü ispat edilmesi son
derece önemli hale gelmektedir.
Irak’a yapılacak olan ABD müdahalesinin artık kesinleştiği 2003 yılının başlarından
itibaren Türkiye’deki mizah çevreleri de hareketlenmeye başlamıştır. Aşağıda görülen
Mehmet Çağçağ tarafından çizilmiş olan karikatür, 30 Ocak 2003 tarihli Leman dergisi
tarafından, dergiye ilave olarak poster formatında dağıtmıştır. Özellikle gençler ve
üniversite çevresinde okunan bu derginin karikatür yayınlamanın yanında, ABD’nin “kan
emen bir sivrisinek” olarak tasvir edildiği bir görseli posterleştirerek dağıtması ve “Savaşa
Hayır” sloganı ile Amerikan işgaline karşı bir duruş sergilemesi önemlidir. Amerika
defol “Go Home Yankee!” başlığını taşıyan karikatürde kural tanımayan ve kanunsuz
302 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
olarak stereotipileştirilen kovboy imgesi içinde sivrisinek olarak betimlenmiş olan figür
Amerika’yı temsil etmektedir. Bu sivrisineğin iğnesi ya da ağzı petrol istasyonlarında yer
alan pompa olarak yansıtılarak Kuzey
Irak’ta sömürücü ve bölgenin petrolünü
emen bir yaratık figürü son derece
olumsuz ve Amerikan karşıtı bir temsili
ortaya koymaktadır.
2. Körfez Savaşı sırasında
gündeme gelen önemli bir konu ise
Amerikan askerleri ile birlikte savaş
alanında görev yapan “iliştirilmiş
(embedded)” gazeteci olarak tanımlanan
savaş muhabirleri konusuydu. Savaş
öncesi Irak’a yönelik yapılan kitle imha silahları ve benzeri suçlamaları içeren propaganda
niteliğindeki yayınlar gerçekleştiren Batılı medya kuruluşları, benzer bir çizgiyi savaş
sırasında da işgal güçleri konumunda olan ordularını destekleyen yayınlar yapmışlardır.
Elbette savaşı yansıtan başka ülke gazeteci ve habercileri de olmuştur, ancak Batının
ana akım konumunda olan medya kuruluşları batı yönetimlerinin politikalarına paralel
bir çizgi izlediğini söylemek mümkündür. 2 Nisan 2003 tarihinde Penguen dergisinde
yayınlanmış olan yukarıdaki karikatür bu durumu ironik bir biçimde betimlemektedir.
Önde savaşan Batılı askerlerin arkada bıraktığı ölümler ve savaşın asıl kayıpları olan sivil
insanlar ve onlara ait kemik parçaları ve kafatasları, arka planda CNN, NBC ve BBC
gibi dev Amerikan ve İngiliz medya kuruluşları tarafından temizlenmektedir. Televizyon
kanallarının metaforik olarak “süpürge makinesi” olarak resmedildiği karikatürde,
Batı’nın yaptığı bu savaşın kanlı ve gerçek yüzünün medya tarafından saklandığı ya da
farklı yansıtıldığı, bununla birlikte medyanın adeta orduların geri hizmetlerini sağlayan
unsurlara dönüştüğü mesajı verilmekte ve eleştirisi yapılmaktadır. Gerçekten de 2003
yılındaki Irak savaşı medyanın o güne kadar hiç olmadığı bir şekilde içinde yer aldığı bir
savaş olmuştur. Hatta bu savaşın gerçek bir savaşın ötesinde “medyanın savaşı” olduğu
şeklinde görüşler dillendirilmiştir (Lewis, 2006:181).
Sayı 40 /Bahar 2015
303
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
ABD’nin fiili Irak savaşı 2 aydan kısa sürmüş ve sonrasında ülkenin işgaline paralel
olarak Amerikan askerlerine karşı Irak’ta direniş gösteren grupların pusu ve intihar
saldırıları devam etmiştir. 2. Körfez savaşının en önemli sonucu, kuşkusuz ABD’nin
işgalci güç olarak ülke yönetimine el
koymuş olması ve özellikle Kuzey
bölgesindeki yerel Kürt liderleriyle sıkı
bir işbirliği içinde ülkeyi daha sonra
devredilecek bir yönetim oluşturuluncaya
kadar varlığını sürdürmesidir. Türkiye
bağlamında en önemli konu artık ABD’nin
bir anlamda Türkiye’nin fiili komşusu
haline gelmiş olmasıdır. Türkiye’nin bu
süreçte en önemli kaygısı ve hedefi Kuzey
Irak’ta kampları bulunan ve Türkiye’ye
terör saldırılarında bulunan PKK’nın
etkisizleştirilmesi ve Irak’ın bölünmesinin
engellenmesi olmuştur. Bu görüş aynı
zamanda ülkenin kırmızı çizgileri olarak
dillendirilmiştir. Diğer bir ifade ile kırmızı
çizgilerden kasıt, ülke adına değiştirilemez
ve ödün verilemez olan kararlar ve
uygulamalardır. 23 Haziran 2004 tarihinde
Milliyet gazetesinde yayınlanan Ercan
Akyol imzalı bu karikatürde, Türkiye’nin
kırmızı çizgileri olarak nitelediği ve
Kuzey Irak üzerindeki etkinliğini simgeleyen, hayati olarak tanımlanan politikalar ABD
ve bölgedeki yerel Kürtlerin işbirliği ile adeta Amerika’nın oyun alanı haline dönüştüğü
düşüncesi yansıtılmaktadır. Karikatürün arka planında Başbakan Erdoğan ağlar bir şekilde
“Lütfen oynamayın yaa!” derken, Türkiye’nin kırmızı çizgileri Sam Amca ile Kürtleri
temsilen bir peşmergenin elinde bir ipe dönüşerek ortada Amerikan askerinin bu iple ip
atlamaca oynadığı görülmektedir. Gelinen süreçte, özellikle bir sonraki konumuz olan 1
Mart sürecine bağlı olarak savaşta arka plana düşen Türkiye’nin kırmızı çizgileri, ki bu
çizgileri ülkenin sınırı olarak da değerlendirebiliriz, ABD ve Kürt güçlerinin oyuncağı
haline dönüştüğü eleştirisi yapılmakta ve kamuoyuna sunulmaktadır.
1 Mart Tezkere Süreci
Türk-Amerikan ilişkilerinde Johnson Mektubu sonrasında yaşanan belki en
önemli krizlerden bir tanesini 1 Mart Tezkeresi olarak anılan ve TBMM tarafından
1 Mart 2003 tarihinde kapalı oturum ile gerçekleştirilen oturum sonucunda ortaya
çıkan karar ve beraberinde gelişen süreç oluşturmaktadır. Basit bir ifadeyle, ABD’nin
Irak’ın kuzeyinden cephe açmak amacıyla Türk topraklarından askerlerinin geçişi
Türkiye tarafından reddedilmiştir. 2002 yılının yaz ayları itibariyle gelmeye başlayan
ABD talepleri, Türkiye’nin seçim dönemi olması nedeniyle ABD’ye kesin bir cevap
304 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
verilememiştir. Aynı yılın Kasım ayında yapılan genel seçimler ardından Türkiye’de
oluşan yeni siyasi atmosferde AKP tek başına iktidar olarak daha hükümeti kuramadan
ABD’nin talepleri ile karşı karşıya kalmıştır. Abdullah Gül’ün başbakanlığında kurulan
hükümet ABD temsilcisi Marc Grossman’a şu mesajı iletmiştir: “Sizi savaşınızda yalnız
bırakmayız… ancak…biliyorsunuz, hükümetimiz henüz kuruldu. Daha çalışmalarına
başlamış bile değil. Ayrıca sizin istekleriniz takdir ederseniz ki, Türk kamuoyunun çok
hassas olduğu konular. Üstelik son kararı TBMM verecek. O açıdan çok iyi hazırlık
döneminden geçmemiz gerektiğine inanıyorum” (Erimhan, 2004:36).
Bu dönemde AKP’nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasaklı olması
ve Meclis’e girememesi iktidarı da bir noktada iki başlı konumda bırakmıştır. Bununla
birlikte iyi bir geleneğe sahip olduğu söylenebilecek olan Türk Dışişleri, Genelkurmay
ve yeni hükümet ile sıkı bir çalışma içine girerek ABD’nin talepleri karşısında kaygı
ve güvenceleri gösteren yeni bir duruşu belirleme yoluna gitmiştir. Zira ABD’nin açık
ve Türkiye açısından nasıl bir siyasi gelecek oluşturabileceği belirsiz talepler uzun bir
müzakere sürecini de beraberinde getirmiştir.
Türkiye, bu müzakere sürecinde ekonomik bazı yardımları gündeme getirirken aynı
zamanda Kuzey Irak üzerinde etkili olarak PKK terörizmini bitirmek, Kerkük ve Musul
gibi bölgelerde yaşayan Türkmenlerin korunması gibi konular üzerinde duruyordu. Bu
kadar çok sayıda yabancı askerin Kurtuluş Savaşı döneminden beri Türk topraklarında
konuşlanmış olmaması, ABD’nin asker bulundurma talebini başka bir boyuta getiriyordu.
Bununla birlikte Türkiye Müslüman komşu ülkeye müdahalede bulunacak olan stratejik
ve NATO müttefiki olan bir süper gücü de geri çevirmek istemiyordu. Türkiye, Amerikan
asker sayısının indirilmesi, belli bir oranda Türk askerinin bulundurulması, komuta
bağlamında inisiyatifin Türkiye’de olması, Kürt gruplara verilecek silahların Türk Ordusu
kontrolünde gerçekleştirilmesinden, Irak’taki siyasi yapının ve ülke bütünlüğünün
korunması, doğal zenginliklerin Irak halkına bırakılmasına kadar geniş bir karşı talep
ya da koşul öne sürdüğünü söyleyebiliriz. Ayrıca Kuzey Irak sınırında belli noktalarda
Türk askerinin konuşlanması ve sınırın güvenliği için kırmızı çizgilerin oluşturulması
da bu bağlamda değerlendirilebilir (Bölükbaşı,
2008:41-42). 1 Mart tezkeresinin TBMM’de
görüşülmesine kadar olan süreç oldukça yoğun ve
müzakere edilen bir çok konuda taraflar uzlaşmıştır.
Bununla birlikte muhalefetteki partiler ABD’nin
taleplerine şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak iktidarda
AKP iktidarı Amerika ile yapılan tüm müzakere
ve pazarlıkları gerçekleştirerek tezkerenin kabulü
yönünde bir tutum göstermiştir. 3 Aralık 2002
tarihinde, AKP Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan
ile ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson
akşam yemeğinde buluşmuşlar ve bu yemekte
askeri harekat öncesi yapılacak olan hazırlıklar ve
planlar tartışılmıştır. Amerikan The Weekly Standard
dergisi muhabiri Stephan Hayes tarafından elde
edilen plan tarihleri daha sonra Türk medyasının da
Sayı 40 /Bahar 2015
305
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
gündemine gelmiş ve Erdoğan liderliğinde olan AKP’nin Amerika’ya yeşil ışık yaktığı
yorumlarını ortaya koymuştur (Ergin, 2003). Buna göre 15 Ocakta Türkiye’de Amerikan
askerleri ve teçhizatına yönelik bazı inşaat çalışmaları yapılacak ve muhtemelen 1-2 ay
ardından müdahale gerçekleşecekti. 15 Ocak 2003 tarihinde Milliyet gazetesinde Ercan
Akyol imzası ile yayınlanan yukarıdaki karikatür daha henüz Başbakan olmamış, hatta
milletvekili bile olmayan AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Amerikan askerlerinin geçişine
izin verdiği görüşünü yansıtmaktadır. Buna göre AKP yönetimi ABD ile ortak hareket
ettiği ya da planlarını daha TBMM’ye gelmeden önce izin verdiği ya da sıcak baktığı
düşüncesi sunulmaktadır. Milliyet gazetesine göre sürecin devam ettiği Erdoğan’ın
yapılan bu görüşme ile ilgili “ABD ile Irak konusunda henüz
nihai anlaşmaya varmış değiliz. Bush da bizim gibi sorunu
barışla çözmek istiyor. Ama bu arada iki taraf müttefik olarak
tüm ihtimallere karşı hazırlık yapıyor” demiştir (Yetkin, 2002).
Bu açıklama ABD tarafından memnuniyetle karşılanmıştı
çünkü sorunun barışçıl yollarla çözülmemesi durumunda başka
yöntemlerin de kullanılabileceği düşüncesini ortaya çıkarmıştı.
Bir başka ifadeyle, tezkere TBMM’de görüşülmeden önce
Türkiye’deki yönetimin bunu destekleyebileceği görüşü
kamuoyuna yansımıştır.
Sağ tarafta görülen 28 Şubat 2003 tarihli Sabah
gazetesinde Salih Memecan imzası ile yayınlanan karikatürde
ise Erdoğan’ın ABD ile olan işbirliğine “Barış ve Ekonomik
gerçekler” ikilemini konu ederek “yukarı tükürse bıyık…”
açıklaması yaparak Türkiye’nin ikilemini ortaya koymaktadır.
Karikatür gelinen noktada Türkiye’nin savaşa katılmamasını
“barış”, katılmayıp denklem dışında kalmasının ise ekonomik
açıdan ülkeyi kötüye götürebileceği düşüncesini yansıtmaktadır.
1 Mart tezkeresi öncesi sadece Türk kamuoyunun değil
Amerika’nın da gündeminde yer tutan bir başka olay ise
pazarlıklar esnasında müzakere edilen hibe ve yardım konusu
olmuştur. Dışişleri yetkilisi Deniz Bölükbaşı siyasi konuları müzakere ederken, müsteşar
Uğur Ziyal özellikle yardım paketi ve çerçevesi konusunda Amerikalı yetkililer ile
görüşmekteydi. Uzun vadeli kredi, kısa vadeli yardım gibi bir çok farklı parametre içinde
görüşülen hibe konusu kamuoyunun en çok ilgi gösterdiği ve Türkiye’nin ciddi prestij
kaybettiği bir süreci beraberinde getirmiştir. Aşağıda örnekleyeceğimiz karikatür, özellikle
Amerika’da internet üzerinden yayın yapan ve geniş kitlelere ulaşmış olan bir dizi benzer
tema ve imgelere sahip olan karikatür dizisi içinden seçilmiştir. Gelişen teknoloji çağında
sadece yazılı basında değil internet aracılığıyla çok farklı kesimlere bu karikatürlerin
ulaşabildiğini, dolayısıyla oldukça etkin olabildiklerini daha önce belirtmiştik. 21 Şubat
2003 tarihinde Signe Wilkinson tarafından çizilmiş olan karikatür, gerek sosyal medya
gerekse e-posta yoluyla internet mecrasında dolaşımda olmuştur. Bu karikatürde batı
tarafından genellikle sık kullanılan bir imge olan kel ve bıyıklı bir Türk bürokrat, dansöz
kıyafeti içinde göbek atar şekilde yansıtılmıştır.6 Sağ tarafta görülen ABD Başkanı Bush
6 http://www.cartoonistgroup.com/store/add.php?iid=2994
306 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
kırgın ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld sinirli bir ifade içinde, elinde tezkereyi
temsilen “Asker Konuşlandırma izni” yazılı belgeyi tutan dansözü izlemektedir. Başkan
Bush, “Beni ben olduğum için seviyordun sanıyordum” şeklinde serzenişte bulunurken,
elindeki dolarları dansözün kıyafetinin aralarına doldurarak bu izni alacağı dolayısıyla
iki ülke arasındaki dostluğu temel noktası olan yardım ya da finanssal desteğin olmazsa
olmaz bir koşulu temsil ettiği yansıtılmaktadır.
Tezkere ile ilgili yapılan pazarlık süreci içinde özellikle Amerika’da yayınlanan buna
benzer karikatürler medya ve internet aracılığıyla Türk halkının ve siyasetinin gündemine
gelmiş olması, özellikle siyasi kesim üzerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Örneğin yukarıdaki karikatür gibi dansöz, fahişe, içi doldurulan hindi gibi simgeler ile
yansıtılmış olan Türkiye, 1 Mart tezkeresi öncesinde arsız, paragöz ve çıkarcı ifadeler
ile dünya kamuoyuna yansıtılmıştır. Bununla birlikte 1 Mart tezkeresi görüşmelerinde
T.B.M.M’de bu karikatürler milletvekillerinin ellerinde dolaşmıştır. CHP Milletvekili Ali
Rıza Bodur 19.12.2003 tarihli Meclis oturumunda dansözlü karikatürlere referans yaparak
tezkerenin reddinin Meclisin onurunu kurtardığını şu sözlerle ifade etmiştir: “1 Mart 2003
tezkeresinin reddedilmesi kararında olduğu gibi. Yabancı basında, dolar takılan dansöz
karikatürleri onurumuzu yaralarken, böylesine bir kararla, Türkiye, dünyada, kişilikli
bir ülke olduğunu ve Meclisi tarafından onurunun korunduğunu gösteriyor” (TBMM,
2003). Benzer şekilde, AKP milletvekili ve aynı zamanda dönemin Başbakan Yardımcısı
olan Ertuğrul Yalçınbayır’ın şu sözleri karikatürlerin ileti ve mesaj taşımalarının yanı sıra
özellikle bu süreçte alınan siyasal karara etki ettiğini de söylemek mümkündür:
Uluslararası basında ve ABD basınında 1 Mart tezkeresi karşısında Türkiye’nin durumunu
karikatürize eden insanı da tahrik eden eleştiri hudutlarını aşan karikatürler vardı. Türkiye’yi, Türk
liderlerini kötü durumda gösteren karikatürler vardı. Bu karikatürler kapalı oturumda tarafımızdan
Genel Kurul’a gösterildi. Birkaçı dağıtıldı. AKP milletvekillerinin bunu görünce tahrik olmaması
mümkün değildi (Yeniçağ 06.03.2013).
1 Mart tezkeresinin TBMM’de görüşülmesi için gizli bir oturum ile Genel Kurul
toplanmış ve 533 milletvekili altı saate yakın konuyu tartışmıştır. Mecliste yapılan oturuma
Sayı 40 /Bahar 2015
307
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
ait tutanak bir zarfa konularak mühürlenmiş
ve anayasanın 71. Maddesi gereğince 10 yıl
boyunca saklanmak üzere arşive kaldırılmıştır.
Oturumun son bölümünde yapılan oylamaya
533 milletvekili katılmış, 264 kabul oyuna
karşılık 250 ret ve 19 çekimser oyu çıkmıştır
(Bölükbaşı, 2008:92). Teknik olarak Mecliste
kabul oyu çoğunluğu sağlamakla birlikte bu
tür kararlarda nitelikli bir çoğunluk gerektiği
için en az 267 kabul oyunun sağlanması söz
konusuydu. Oylamanın hemen ardından resmi
sonuçlar açıklanmadığı için ortaya çıkan
kabul oyunun fazla olması basın ve özellikle
Amerikan medyasında tezkerenin onaylandığı
şeklinde haberler yapılmıştır. Ancak TBMM
Başkanı Bülent Arınç Meclis’in tezkereyi kabul
etmediğini açıklamasıyla ikili ilişkilerde yeni
bir dönem başlamıştır. Hükümeti oluşturan ve
Mecliste yeterli çoğunluğu olan AKP’nin bu kadar fire vermesi şaşırtıcı bulunurken,
muhalefet partileri baştan beri bu tezkereye karşı politika izlemişlerdi. Bu sonuca AKP’den
çok belki de ABD’de şaşkınlığa yol açmıştır. Zira daha önce Türkiye’deki üsler ve özellikle
sivil limanlarda bir anlamda savaşa hazırlanması için gerekli modernizasyonun yapılması
için izin verilen Amerika’ya şimdi asker geçişine izin verilmemiştir. Günlerdir İskenderun
açıklarında bekleyen ABD donanması ve askerler hızla Basra Körfezine doğru yol alırken
ortaya çıkan bu sonucun ABD için ciddi bir maliyet oluşturduğu hatta savaşı geciktirdiği
tartışmaları uzun süre Amerikalı yetkililer
tarafından dile getirilmiştir Milliyet gazetesinin
5 Mart 2003 tarihinde Ercan Akyol imzasıyla
yayınladığı bu karikatür, bir önceki yabancı
karikatürlerde sık işlenen ve Türkiye’yi para için
kıvıran dansöz betimlemesine yine aynı dilden
bir cevap olarak ortaya çıkmaktadır. Karikatürde
Amerikalı karikatüristlere benzer şekilde
Türkiye’yi dansöz olarak görmekle birlikte,
ABD’yi temsil eden Sam Amca dansözün bir
yumruğuyla savrulmuş durumdadır. Aslında
Türk karikatürlerinde ülkeyi temsilen dansözün
kullanılması sık rastlanan bir durum değildir.
Zaten karikatürist bu karikatürün “Amerikan
karikatürüne gönderme” olduğunu açıkça
yazmıştır.
Amerikalı karikatürist Daryl Cagle tarafından çizilmiş olan bu karikatür7, 1 Mart
tezkeresinin reddedilmesinin hemen ardından 3 Mart 2003’de yayınlanmıştır. Tezkerenin
7 http://www.politicalcartoons.com/cartoon/a15b40d2-6af7-45d1-a398-9eb390603fe7.html
308 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
reddi ve dolayısıyla Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçememesi, Türkiye’nin afiyetle
yenebilecek bir yemek olmadığı ya da Başkan Bush tarafından iyi pişirilemediği için
yanmış olarak askerlerin önüne sunulması yansıtılmaktadır. Şüphesiz yanık bir hindinin
yarattığı hayal kırıklığı ve kızgınlık karikatürdeki Amerikalı askerlerin yüzüne açık
bir biçimde yansımaktadır. Bununla birlikte Türkiye’ye kısa süre içinde yoğun baskı
yapılması, bir anlamda tezkere sürecinin ABD tarafından iyi yönetilemediği şeklinde
bir eleştirinin özellikle Amerikan Başkanı Bush’a odaklanarak yansıtıldığını söylemek
mümkündür.
Çuval Hadisesi
4 Temmuz 2003 yılında Irak’ın kuzeyinde yer alan Süleymaniye kentinde Irak ile
olan ikili anlaşmalar çerçevesinde istihbarat görevi yapan Türk askerlerine ABD ve Kürt
peşmergeleri tarafından düzenlenen bir operasyon gerçekleştirilmiştir. 1 Mart tezkeresinin
karşılığı ya da rövanşı şeklinde değerlendirilen bu olay sırasında Türk askerlerinin başına
çuval geçirilmiş ve 3 güne yakın bir süre gözaltında sorgulanmışlardır. ABD’nin Kurtuluş
Günü olması nedeniyle resmi temasların karşılık bulmadığı bu süreçte kamuoyunda ve
medyada Amerikan karşıtı tutum ve protestolar
yükselmiştir. ABD’nin hem NATO müttefiki hem
de ikili ilişkiler bakımından dost ve stratejik ortak
olarak tanımlandığı bir dönemde Türk askerine
bu şekilde bir müdahalede bulunması kimsenin
beklemediği bir olaydı. ABD kendisini 1 Mart
tezkeresi ile yarı yolda bırakan Türkiye’ye artık
bölgede etkin olamayacağı mesajını verdiğini
söyleyebiliriz. Bununla birlikte olay ikili
ilişkilerde önemli bir kilometre taşı olarak bir
referans noktası oluşturmuştur. Çuval Hadisesi
olayının göze çarpan unsurlarından bir tanesi ise
Türkiye’nin açık ve resmi olarak Amerika’dan
özür dilemesini beklemesi olmuştur. Bunun
siyasi anlamdaki açıklaması Amerika’nın yapmış
olduğu bu baskın ve sonrasındaki gelişmelerin
sorumluluğunu taşıması ve hatasını kabul etmesidir. Ancak ABD’li yetkililer hiç bir
ortamda açık bir biçimde özür dilememiş sadece üzgün olduklarını ifade etmişlerdir.
Diğer bir ifadeyle yapılan eylemin bilinçli olduğu ve sadece sonuçları itibariyle üzüntü
duymaları söz konusudur. Milliyet gazetesinde olaydan iki hafta sonra 17 Temmuz 2003
tarihinde yayınlanan Ercan Akyol imzalı karikatürde özür konusu ironik bir biçimde
yansıtılmaktadır. Kovboy imgesi ile temsil edilen ABD iri cüssesiyle güçlü ve karikatürün
büyük bir bölümünü kaplarken, sağ tarafta yüzünden kanlar akan ve gözü morarmış
olan Türkiye’yi temsil eden kimse mağdur bir biçimde kendisine yumruk atmış olan
kovboya bakmaktadır. ABD’ye yapılan özür baskılarının sonuç vermemesini yansıtan
karikatürdeki “Özür dileyemediğim için üzgünüm” açıklaması durumun açık bir ifadesi
olarak kamuoyuna yansımaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
309
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
Çuval hadisesine referans yapan
yandaki karikatür 23 Temmuz 2003 tarihinde
Ercan Akyol imzasıyla Milliyet gazetesinde
yayınlanmıştır. O tarihlerde ABD ziyaretinde
bulunacak olan dışişleri bakanı Abdullah Gül
bir Osmanlı askeri motifi içinde çizilmiş ve
ABD Başkanı Bush’un önünde eğilmektedir.
Diğer tarafta büyük bir Amerikan bayrağı
önünde ve Kral tacını taşıyan bir temsil ile
alaysı bir gülümsemeye sahip olan Başkan
Bush ironik bir biçimde stratejik ortak olarak
tanımlanan Türkiye’yi başına bir çuval
geçirerek yüceltmeye ya da ödüllendirmeye
hazırlanmaktadır.
Çuval
hadisesini
Türkiye’nin karşı koyamadığı, yeterli tepki
veremediği ve gururunun kırıldığı bir olay
olarak değerlendirirsek bunun stratejik
müttefik olmak ile ters düştüğünü yansıtırken
asıl olarak olaya yeterince tepki veremeyen
AKP hükümeti ve onun dışişleri bakanı açık
bir biçimde eleştirilmektedir.
Leman mizah dergisinin 9 Şubat
2006 tarihli sayısında yayınlanan bir
sonraki karikatürün Kurtlar Vadisi
Irak filmine farklı hatta eleştirel bir
çerçeveden yaklaştığı görülmektedir.
Buna göre “post-Malkoçoğlu” tanımı
yaparak Osmanlı döneminin bir
kahramanı olan ve Türk filmlerinde
sık işlenen Bizanslılara karşı
Osmanlı’yı koruyan kahramanın
modern versiyonu şeklinde ironik
bir benzetme yapmıştır. Karikatürde
kapalı
gişe
bilgisiyle
Çuval
Hadisesinin intikamını alan filmin
oynadığı sinemaya ve bir anlamda
filmi izlemeye gelenlerin başına bir çuval geçirerek, kitleler halinde filmi izlemeye giden
insanların aslında aldatıldığı ya da gerçekte karşılığı verilememiş, ülkenin onurunun
incindiği bir olay karşısında toplumu sakinleştirerek adeta “uyutulduğu” düşüncesi
sunulmuş ve eleştirilmiştir.
Sonuç
Karikatürler çerçevesinde incelediğimiz 11 Eylül ve sonrası dönemi ekonomik
açıdan siyasi istikrara bağlı bir düzelme ile birlikte ABD’nin NATO’ya küresel teröre
karşı mücadele misyonunu yüklemesi ve hemen ardından Afganistan ve Irak’a yaptığı
310 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
işgaller Türk-Amerikan ilişkilerini de kaçınılmaz olarak dengesi bozuk bir terazi haline
getirmiştir. 11 Eylül’de yapılan saldırılar karşısında Türkiye ABD politikalarına ve
mücadelesine tam destek vereceğini açıklamış, Afganistan’da fiili çatışmaya katılmamış
olsa da güvenlik ve eğitim amacıyla bu ülkeye asker göndermiştir. Ancak Irak konusuna
gelince komşumuz ve Müslüman bir devlet olması nedeniyle aynı desteği sunamamış
ve 1 Mart tezkeresi olarak siyasi literatüre giren TBMM oylaması yaşanmıştır. Irak’a
işgale giden Amerikan askerlerinin Türk topraklarından geçişine izin vermeyen Türkiye,
ABD yönetiminin tepkisini çekmiş ve 4 Temmuz tarihinde yaşanan Çuval Hadisesi
ile Amerika Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesinde eskisi gibi hareket edemeyeceğini
söylemiştir. ABD’nin ikinci Irak işgali Türk toplumunda ciddi bir tepkiye yol açmıştır.
Bu dönemde yayınlanan karikatürlerde genelde ABD, özelde de Başkan Bush son derece
olumsuz, bazen vampir bazense sivrisinek şeklinde bölgeyi sömüren ve sürekli kanlı
politikalar izleyen canavar betimlemeleri ile yansıtılmıştır. 11 Eylül saldırılarıyla ilgili
olan karikatürlerdeki mesajlar, olayın bütününe şüpheyle yaklaşmış ve bu olayların
içinde Amerika’nın bizzat kendisi olabileceği, diğer bir ifade ile göz yumduğu şeklindeki
düşünceleri ortaya koymuştur. ABD’nin gerek Afganistan’a müdahalesi, gerekse
Irak’a açtığı savaşın haksız olduğu, buradaki amacın bölgenin kontrolünü ve petrol
kaynaklarının ele geçirilmesinin amaçlandığı düşüncesi ön plana çıkarken, Amerikan
ve İngiliz medya kuruluşlarının adeta yapılan savaşların bir parçası oldukları ve arkada
bırakılan ölüm ve yıkımları yansıtmayan ya da “temizleyen” bir işleve sahip olarak
gösterilmişlerdir. 1 Mart tezkeresi ile ilgili kullandığımız yerli ve yabancı karikatürlerde
Türkiye’nin pazarlık sürecinde açgözlü, para peşinde koşan ve adeta dansöz gibi oynayan
betimlemeler, tezkerenin çıkmamasına paralel olarak değişmiş ve Amerika’nın süreci iyi
yönetemediği ve bunun sonucunda zarar gördüğü görüşü ön plana çıkmıştır. Bununla
birlikte, tezkerenin rövanşı olarak değerlendirebileceğimiz Çuval Hadisesi Türk halkında
büyük kızgınlık ve kırgınlık yarattığı, ancak bunun sorumlusu olarak ABD’ye karşılık
verememiş olan iktidara karşı eleştirel bir tutumun ortaya çıktığını söylemek mümkündür.
Çuval hadisesiyle ilgili yapılan filmle ilgili karikatürde ise, halkın tepkisini sakinleştiren
ya da bir anlamda gerçek hayatta yapılamayanın film ile yapılarak halkın da başına çuval
geçirildiği eleştirisi kamuoyuna sunulmuştur.
Karikatürlerin ikili ilişkileri ya da ABD’yle ilgili temsillerde bu güç dengesinin ya
da dengesizliğinin yaşanan siyasi ve uluslararası ilişkilerdeki süreçleri okuyucusuna ya da
diğer bir ifadeyle kamuoyuna yansıttığını görmekteyiz. Bu çalışma aynı zamanda, bazen
günlerce süren, aylarca tartışılan bir konuyu tek bir karede sunabilen karikatürler, gerek
bir ileti olarak mesaj taşıyan, gerekse kültürel bir ürün olarak, aynı zamanda tarihsel işlev
göstererek toplumun belli bir dönemindeki görüş, düşünce ve eğilimlerini göstererek
zamanın ruhunu (zeitgeist) yansıtabilen özelliklere sahip görsel metinler olabileceğini
göstermektedir8. Bununla birlikte araştırma sürecinde toplanan çok sayıda karikatürün
8 Mizah ve karikatür geçmişi oldukça zengin olan ülkemizde, karikatürlerle ilgili olan çalışmaların yakın
zamanda arttığını görmekteyiz. Derleyici olarak Turgut Çeviker'in Karikatürkiye serisi Cumhuriyet döneminin
farklı konular altında bir seçkisini sunmaktadır. Keza Tan Oral'ın Fantazya Çok Para Yok: Karikatürlerle Bir
Borç Ekonomisinin Tarihi (1874-1954) adlı eseri bir ekonomi tarihi izlencesini karikatürler ile sunmaktadır. Ancak
bu çalışmalar birer seçki şeklinde sadece karikatürleri görsel olarak sunan çalışmalardır. Bununla birlikte, iki
yabancı akademisyenin yapmış olduğu araştırmalar bu makalede yansıtılmaya çalışılan bakış açısını daha belirgin
kılmaktadır. Bunlardan ilki, Alman Tobias Heinzelmann’ın Osmanlı Karikatüründe Balkan Sorunu 1908-1914
başlıklı çalışmasıdır. Heinzelmann, anılan tarihlerdeki karikatürler üzerinden çözümlemeler yaparak bu döneme
farklı pencere açmaktadır. Keza Osmanlı tarihçi Palmira Brummet’in İkinci Mesrutiyet Basınında İmge ve
Emperyalizm 1908-1911 adlı çalışması ilgili dönemin mizah ve karikatürleri üzerinden ciddi bir kültürel/tarihsel
çalışma ortaya koymaktadır.
Sayı 40 /Bahar 2015
311
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
oluşturduğu evren içinden, konularına göre kategorize edilerek çalışma içinde kullanılacak
olanların seçilmesi oldukça zor olmuştur. Bunun nedeni, karikatürün, bir haber ya da köşe
yazısına göre gösteren ve gösterilenleri farklı ve çok katmanlı anlamları içerebilen bir
malzeme oluşudur. Buna bağlı olarak karikatürler içinden bütünü ya da geneli temsil
edebilecek olan örneği belirlemek araştırmacının ve araştırmanın zorluklarının başında
gelmiştir. Bu noktada, nicelden çok nitele yakın bir yaklaşımla, 11 Eylül sonrası süreçte
Türk-Amerikan ilişkilerini konu edinen karikatürler araştırmacı tarafından taranmış,
ilgili olaya/gelişmeye betimsel ve içerik olarak en zengin örnekler seçilmiş ve tarihsel/
tematik bir izlence de dikkate alınarak çalışma içinde değerlendirilmiştir. Bu bağlamda
kullanılan örnekler üzerinden büyük bir genelleme yapabilmek mümkün olmamakla
birlikte, kullanılan örneklerin tam tersi görüş içeren karikatürlere de rastlanmamıştır.
Örneğin Amerika’nın Afganistan’a ya da Irak’a müdahalesi, Türkiye’nin BOP içinde yer
almasını destekleyen karikatürler bulunmamaktadır. Keza her yayın grubunun çizeri ya
da karikatürleri dış politika, uluslararası ilişkileri ya da dünya siyasetini ele almamaktadır.
Buna bağlı olarak çalışmada örneklenen malzemeler belli bir yayın grubuna göre değil,
daha çok karikatürün içeriği ve ele aldığı konuyu kapsayan ilişkisi belirleyici olmuştur.
Kuşkusuz bu tür çalışmaların kamuoyunun tamamını ya da genelinin algılarını, görüşlerini
ve düşüncelerini bütün olarak yansıtabilmesi neredeyse imkansızdır. Sonuç olarak
çalışma yakın dönemimizi kapsayan ve Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanmış siyasi ve
sosyal bazı olayları karikatür çözümlemeleri aracılığıyla değerlendirerek, eleştirel, güç
ilişkilerini ortaya çıkaran ve otoriteye karşı (ABD ya da hükümet) direniş gösteren ve
aynı zamanda dönemin ruhunu içinde barındıran bir kültürel okuma sunmaktadır.
Kaynaklar
Akbaş, İsmail, (2008). “Afgan Kralı Emanullah Han’ın Türkiye Gezisi” Çağdaş
Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,VII/16-17, İzmir:DEÜ, s.311-334.
Avrupa Birliği Bakanlığı. “2004-06-10 Başbakan Erdoğan ABD’de – Derleme”
http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1&p=33014. Erişim Tarihi: 28.11.2014.
Bölükbaşı, Deniz, (2008). 1 Mart Vakası: Irak Tezkeresi ve Sonrası. İstanbul: Doğan
Egmont Yayıncılık.
Conners, Joan L.,(2007). “Popular Culture in Political Cartoons: Analyzing
Cartoonist Approaches” Political Science & Politics. Cambridge: The American Political
Science Association, Sayı 2, s.261-265.
Dalacoura, Katerina, (2005). “US Democracy Promotion in the Arab Middle East
since 11 September 2001: a critique” International Affairs Vol:8, Sayı:5, New Jersey:
Blackwell Publishing. s.963-979 http://www.jstor.org/stable/3569070. Erişim Tarihi:
24.11.2014.
Ergin, Sedat, (2003). “Pazarlık Başlıyor” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster /
ShowNew.aspx?id=172080. Erişim Tarihi: 21.12.2014.
312 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Murat Erdem
Erimhan, Ahmet, (2004). Çuvaldaki Müttefik. İstanbul: Bir Harf Yayıncılık.
Gordon, Philip ve Ömer Taşpınar, (2009). Türkiye’yi Kazanmak, İstanbul: Timaş.
Gorka, Sebestyen L.v., “Beşinci Maddenin İşletilmesi: Beş Yıl Sonra” NATO
Dergisi http://www.nato.int/docu/review/2006/issue2/turkish/art1.html. Erişim Tarihi:
26.12.2014
Grossman, Marc, (2000). “U.S. Interests and Turkey” http://www.meforum.org/184/
us-interests-and-turkey. Erişim Tarihi: 24.11.2014
Hartman, Andrew, (2002). “The Red Template: US Policy in Soviet-occupied
Afghanistan”, Third World Quarterly, 23:3, Londra:Routledge, s.467-489.
Huntington, Samuel P., (1993). “The Clash of Civilizations?” http://www.polsci.wvu.
edu/faculty/hauser/PS103/Readings/HuntingtonClashOfCivilizationsForAffSummer93.
pdf. Erişim Tarihi: 10.11.2014.
Hürriyet, 30.01.2006 “Danimarka: Muhammed karikatürleri için özür
dilemeyeceğiz” http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3863449&tar
ih=2006-01-30 Erişim Tarihi:15.10.2014.
Hürriyet, 12.09.2001 “Ecevit’ten Teröre Karşı Dayanışma Çağrısı”
Tarihi:26.10.2014.
Erişim
Hürriyet, 17.10.2001 “ABD’den Türkiye’ye destek”. http://webarsiv.hurriyet.com.
tr/2001/10/17/42167.asp Erişim Tarihi:27.10.2014.
Hürriyet, 28 Haziran 2004 “Zirve sonuç bildirisinde Ortadoğu’ya işbirliği önerisi”
http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2004/06/28/481631.asp. Erişim Tarihi:30.10.2014.
Kemmitz, Thomas M., (1973). “The Cartoon as a Historical Source”. Journal
of Interdisciplinary History. Vol.4, No:1, MIT Press s.81-93. http://www.jstor.org/
stable/202359 Erişim Tarihi:18.09.2014.
Lewis, Justin (ed), (2006). Shoot First and Ask Questions Later: Media Coverage
of the 2003 Iraq War. New York:Peter Lang , s.171.
NATO, (2004). “News” http://www.nato.int/docu/comm/2004/06-istanbul/home.
htm. Erişim Tarihi: 25.11.2014.
Ottaway, Marina and Thomas Carothers, (2004). “The Greater Middle East
Initiative: Off to a False Start” http://www.carnegieendowment.org/files/ Policybrief29.
pdf. Erişim Tarihi: 18.11.2014.
Oral, Tan, (1998). Yaza Çize. İstanbul: İris.
Radikal, 11.06.2004. “Bush Usulü Övgü: ‘You are a great man’” http://www.radikal.
com.tr/haber.php?haberno=119047. Erişim Tarihi: 02.12.2014.
Rifat, Mehmet, (1998). XX.Yüzyılda Dibilim ve Göstergebilim Kuramları (1.
Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Sayı 40 /Bahar 2015
313
11 Eylül Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri ve Karikatüre Yansıması
Sabah, 07.01.2015, “Charlie Hebdo dergisine saldırı: En az 12 ölü” http://www.
sabah.com.tr/dunya/2015/01/07/fransada-o-dergiye-saldiri-10-olu.
Erişim
Tarihi:
12.01.2015.
Snauwaert, Dale T., (2004). “The Bush Doctrine and Just War Theory.” The
Online Journal of Peace and Conflict Resolution 6.1 Fall: 121-135 www.trinstitute.org/
ojpcr/6_1snau.pdf. Erişim Tarihi: 11.10.2014.
Steuter, Erin ve Wills, Deborah, (2008). At War with Metaphor: Media, Propaganda,
and Racism in the War on Terror. Plymouth: Lexington Books.
TBMM, (2003). http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c035/
tbmm22035031.pdf. Erişim Tarihi: 27.12.2014.
TDK, Büyük Türkçe Sözlüğü karikatür maddesi http://www.tdk.gov.tr/. Erişim
Tarihi: 08.09.2014.
Thompson, Paul, (2009). “Donald Rumsfeld’s Holy War: How President Bush’s
Iraq Briefings Came With Quotes from the Bible.” http://www.dailymail.co.uk/news/
article-1184546/Donald-Rumsfelds-holy-war-How-President-Bushs-Iraq-briefingscame-quotes-Bible.html. Erişim Tarihi: 20.11 2014.
Topuz, Hıfzı, (1986). İletişimde Karikatür ve Toplum Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi.
Williamson, Mary, (2009). Terrorism, War and International Law: The Legality of
the Use of Force against Afghanistan in 2001. Surrey:Ashgate Publishing.
Yeniçağ, 6 Mart 2013, http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yalcinbayir-o-donemiaydinlatiyor-81716h.htm. Erişim Tarihi: 03.01.2015.
Yetkin, Murat, (2002). “İki Hedef Peşindeyiz” http://www.radikal.com.tr/ haber.
php?haberno=58749. Erişim Tarihi: 22.12.2014.
Yoo, John, (2003). “International Law and the War in Iraq” The American Journal
of International Law, Vol. 97, No. 3 (Jul., 2003), Washington:ASIL, 563-576.
314 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
The Effect of Corporate Social Responsibility Projects on Brand Awareness
Sevda DENEÇLİ, Yrd. Doç. Dr., Nişantaşı Üniversitesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Sosyal Sorumluluk,
Kurumsal Sosyal
Sorumluluk, Marka
Farkındalığı
Keywords:
Social Responsibility,
Corporate Social
Responsibility, Brand
Awareness
Öz
Yaşadığımız toplumda bireylerin birbirlerine ve topluma karşı sorumlulukları
bulunduğu gibi kurumların da çalışanlarına, çevreye, topluma ve tüketicilerine karşı
sorumlulukları bulunmaktadır. Kurumsal alanda ele alındığında kurumsal sosyal
sorumluluk olarak adlandırılan sosyal sorumluluk kavramı, 21. yüzyılda gerek hedef
kitleleri ile ilişkilerini güçlendirmek adına gerekse farkındalık yaratmak adına çoğu
kurum tarafından önem görmektedir. Kurumlar, çevre, eğitim, sağlık vb. birçok alanda
projeler gerçekleştirmektedirler ve bu projeler ile topluma karşı sorumluluklarını yerine
getirmektedirler. Bu kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin marka farkındalığına nasıl
bir etkisi olduğunu ölçümlemeyi amaçlayan bu çalışma kolayda örnekleme yöntemiyle
ulaşılmış 141 kişi üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın sonucunda sosyal sorumluluk
projesi gerçekleştiren markayla ilgili marka farkındalığının projeden haberdar olan
tüketicilerde anlamlı düzeyde (p<0,05) daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır.
Abstract
In our society, while individuals have responsibilities to each other and to our
society, corporations also have responsibilities to their employees, to the environment
and to the consumers. In corporate life, social responsibility is defined as corporate social
responsibility in order to strengthen the relations with the target market in 21st century
and to create brand awareness in corporations. Corporations conduct projects regarding to
health, education, environment etc. where they are fulfilling their responsibilities through
society. This study that aims to measure to impact of these corporate social responsibility
project on brand awareness, implemented to 141 people with the convenience sampling
method. The result of the study found out that the brand awareness of the brand which
organized social responsibility project is significantly higher (p<0,05) on consumers who
are aware of the project.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
Giriş
Günümüzde sosyal sorumluluk olarak nitelendirdiğimiz, Fransızcada eski bir
aristokrasi kavramı olan asaletin yükümlülüğü karşılığında kullanılan ‘‘noblesse oblige’’
soyluların toplumda imtiyazlı konumlarının tanınması için bazı sosyal yükümlülükler
almaları gerektiği anlamına gelmektedir (Crouch, 2010: 39; Mintzberg, 1983: 3). Bu
kavram, tarihte ilk olarak kamu yararı (common good) ismi ile ortaya çıkmıştır. Antik
Yunan’da Platon ile hayat bulan kamu yararı kavramı, Platon’dan sonra zaman içerisinde
Yunan düşünür Aristoteles ve Romalı felsefeci Cicero tarafından geliştirilmiş ve daha
sonra Amerikalı felsefeci John Rawls tarafından da ‘‘herkesin lehine olan belirli genel
şartlar’’ olarak tanımlanmıştır. (Andre ve Velasquez: 1992)
Medyanın kurumsal sosyal sorumluluk kavramına ilgisinin artması ile birlikte
kurumlar, tüketicilerinin de dâhil olduğu çeşitli paydaşları ile iletişimlerinde doğrudan
ve görünür adımlar atılan kurumsal sosyal sorumluluk girişimlerini tercih etmektedirler
(Luo, Bhattacharya, 2006: 1).
Akademisyenlerin ve sektörde uygulama yapanların sıkça üzerinde durdukları
bir kavram hâline gelen sosyal sorumluluk, günümüzde kurumların adeta vazgeçilmezi
hâline gelmiş, çok farklı şekillerde tanımlanmış ve kavramsallaştırılmıştır. Farklı yazarlar
tarafından kurumsal sosyal sorumluluk; sadece kâr amacı elde etmek; kâr elde etmenin
ötesinde; ekonomik ve hukuki gereksinimlerin ötesinde bir konu; gönüllü faaliyetler;
ekonomik, hukuki ve gönüllü faaliyetler; farklı problem alanlarındaki sorumluluklar gibi
farklı bakış açıları ile ele alınmış (Carroll, 1979: 498-499) olan sosyal sorumluluk
kavramı bir yurttaşlık ya da etik açıdan yurttaş işlevini görmenin yararlarından faydalanan
kurumların topluma katkıda bulunmak amaçlı yerine getirmek zorunda olduğu diğer
bir deyişle ‘‘yapılması gereken doğru şey’’ olarak da ifade edilen yükümlülükleri ifade
etmektedir (Hartman vd., 2007:374).
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Kavramı
Bireylerin içinde yaşadıkları topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmelerine
ve toplumsal yaşamı iyileştirmeye yönelik gönüllülük esasına dayalı olarak işleyen
(Ilıcak Aydınalp, 2013: 5) sosyal sorumluluk kavramı Howard R. Bowen tarafından 1953
senesinde yazılmış olan ‘‘Social Responsibilities of the Businessman’’ isimli çalışmasında
başka bir bakış açısı ile ele alınmıştır. Bowen’a göre sosyal sorumluluk ‘‘işadamları için
sosyal sorumluluk politikalarını takip etmek, karar almak ya da toplumumuzun amaç ve
değerleri açısından arzulanan icraatları sürdürmek için bir zorunluluktur’’ (Bowen, 2013:
6). Bowen’nın sosyal sorumluluk kavramını iş adamlarına vurgu yaparak ele alan ilk
kişi olmasından dolayı literatürde kurumsal bağlamda sosyal sorumluluktan bahseden ilk
akademisyenin de Howard R. Bowen olduğu söylenebilir.
Kurumsal sosyal sorumluluk kavramı ile ilgili yapılan literatür incelendiğinde
kurumsal sosyal sorumluluğu ilk defa tanımlayanların Archie B. Carroll ve Keith
Davis olduğu görülmektedir. Kurumsal sosyal sorumluluk hakkında birçok çalışması
bulunan Carroll’a göre ‘‘kurumların sosyal sorumluluğu ekonomik, yasal, etik ve
316 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sevda Deneçli
toplumun zaman içinde belirli bir noktaya gelen kurumlardan ihtiyari beklentilerini
kapsamaktadır’’(Carroll, 1979: 500). Davis (1960) ise makalesinde sosyal sorumluluğu
‘‘iş adamlarının kararları ve eylemlerini kurumun kısmi olarak doğrudan ekonomik ya
da teknik konular dışındaki nedenlerden dolayı alması’’ olarak tanımlamaktadır (Davis,
1960: 70). McGuire ise, çalışmasında ‘‘sosyal sorumluluğun kurumun sadece ekonomik
ve yasal yükümlülüklerden değil, aynı zamanda bu yükümlülüklerin ötesinde topluma
karşı sorumluluklarından da oluştuğunu ifade etmektedir’’(Aktaran: Ganescu, Gangone,
2013: 122).
Kurumsal sosyal sorumluluk kurumun imajına ve itibarına olumlu yönde etki
etmektedir. Bundan dolayı kurumlar sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmeye
yönelmektedirler (Balta Peltekoğlu, 2007: 193). Davis’e (1960) göre sosyal sorumluluğun
farklı iki yüzü bulunmaktadır. Bir tarafta iş adamları, toplumda ekonomiye yön
vermelerinden itibaren kamu refahını etkileyen ekonomik gelişmeler ile ilgili topluma
karşı yükümlülüklerinin olduğunun farkına varmaktadırlar. Diğer yandan ise, oldukça
farklı bir sosyal sorumluluk çeşidi bulunmaktadır. Bu boyutta bir iş adamından beklenen
eğitim vb. insani değerlere dayalı yükümlülükler bulunmaktadır. Bu insani değerler
ekonomik değer tablosunda ölçümlenemeyecek değerlerdir. Buna göre sosyal sorumluluk
kavramı başkalarına yönelik gerçekleştirilmesi beklenen hem ekonomik hem de insani
yükümlülükleri ifade etmektedir. Sosyal sorumluluk denildiğinde her ne kadar popüler
kullanımı insani yükümlülükler boyutunda ele alınsa da sosyal sorumluluğun ekonomik
yükümlülükleri de yadsınamaz bir boyutunu oluşturmaktadır (Davis, 1960: 70-71).
Kurumsal sosyal sorumluluk tartışmasının özünde kurumların temel
yükümlülüklere uyma, kuruma zarar verebilecek durumları azaltma haricinde kuruma
değer yaratma konusuna önem vermeleri gerekliliği yatmaktadır. Bu bakış açısı kurumsal
sosyal sorumluluk söyleminin merkezi hâline gelmiştir. Kurumsal sosyal sorumluluk
faaliyetlerine ilişkin sürdürülen bu tartışmada özel sektörün; büyümenin başat aracı
konumunda olduğu; değer ve yönetimsel kaynakların temel değeri olduğu; ekonomik
gelişmeye ve fırsat yaratmaya katkıda bulunma zorunluluğuna sahip olduğu gibi konular
üzerinde durulmuştur. Bundan dolayı kıtlık ve gittikçe azalan kaynakların olduğu dünyada kurumsal sosyal sorumluluk aktif bir role sahip olmaktadır (Jamali ve Mirshak, 2007:
244).
Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Boyutları
Kurumsal sosyal sorumluluk kavramı iki değişmez temele; toplumun hedef ve
değerlerine dayanmaktadır. Bu temellerden ilki kurumun toplumun memnuniyeti için var
olmasıdır; kurumun davranışları ve işleyiş yöntemi toplum tarafından belirlenen kurallar
çerçevesinde yer almalıdır. Hükümetler gibi kurumlar da hak ve yükümlülükler dizisinden
oluşan sosyal sözleşmeye sahiplerdir. Sözleşme özellikleri toplumsal koşullar değiştikçe
farklılaşabilmektedir. Ancak genel olarak sözleşme, her zaman iş yasasının kaynağı
olarak kalmaktadır. Bu sosyal sözleşme toplumun hedefleri ile uyum sağlayacak bir iş
davranışına dayanan araçtır. Sosyal sorumluluk kavramında vurgulanan ikinci temel ise
kurumun toplum içinde toplumun manevi açıdan vekili olarak davranmasıdır. Devletler
Sayı 40 /Bahar 2015
317
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
gibi kurumlar da toplumsal değerleri güçlendirip ve yansıtmaktadırlar (Wartick, Cochran,
1985: 759).
Carroll (1991) çalışmasında kurumsal sosyal sorumluluk piramidi isminde bir
model geliştirmiştir. Bu modele göre kurumsal sosyal sorumluluğun ekonomik, yasal,
etik ve hayırseverlik olmak üzere dört boyutu bulunmaktadır.
Şekil1: Carroll’un Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi (1991)
Kaynak: A.B. Carroll, ‘‘The Pyramid of Corporate Social Responsibility: Toward the Moral
Management of Organizational Stakeholders’’, Business Horizons (July-August 1991) s.39-48, s.42
Carroll’un Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin bir boyutunu ekonomik
sorumluluklar oluşturmaktadır. Toplumsal yaklaşımının aksine, ekonomistler kurumların
ana görevlerinin kurum sahipleri ve paydaşları için kârı maksimize etmeleri gerektiğini
ileri sürerek sosyal fonksiyonları ekonomik fonksiyonlardan ayırmaktadırlar (Okpara,
Kabongo, 2013: 129). Kurumlar topluma mal ve hizmet sağlamak için kurulan
kuruluşlardır ve kâr amacı kurumların girişimciliği için birincil teşviktir. Yöneticiler de
hissedarların varlıklarını maksimum seviyeye çıkarmakla yükümlüdürler (Fadun, 2014:
18). Kurumsal sosyal sorumluluk piramidinin ekonomi boyutu kurumların temelinde kâr
amacı güttüklerini belirtmektedir. Kâr amacı gütmek her ne kadar sosyal açıdan kurumun
amacı olmasa da kurumu motive eden en önemli etkendir ve ticari risk alan bireyler
için bir ödül niteliğindedir. Bunu ‘sosyal’ sorumluluk olarak düşünmek her ne kadar
garip görünse de ekonomik sorumluluklar kurumsal sosyal sorumluluğun bir boyutunu
oluşturmaktadır. Çünkü sosyo-kapitalist sistem kurumların ekonomik kuruluşlar olmasını
gerektirir ve serbest girişim ekonomisinde (free enterprise economy) kâr getirmek en
önemli unsurdur (Carroll, 2000: 35). Kurumsal sosyal sorumluluk piramidinin ekonomik
sorumluluklar boyutuna bu bağlamda bakıldığında, kurumların kâr getirmek için sosyal
318 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sevda Deneçli
sorumluluk projeleri gerçekleştirmekte olduğu ve gerçekleştirmiş oldukları projelerin de
daha sonra kuruma kâr olarak geri dönüşüm sağladığını ileri sürülebilmektedir.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin bir diğer boyutu ise, yasal
sorumluluklardır. Bir ticari kuruluşun kâr amacı ile işletilmesi kabul görmüş iken;
kurumların mevzuat ve kurallara uyması da beklenmektedir (Fadun, 2014: 18). Kurumun
yasal sorumluluğu mevzuat ve faaliyet gösterdiği toplumun kuralları tarafından meydana
gelen yükümlülükleri üstlenmesini ifade eder. Yasal sorumluluk kapsamına göre, kimileri
daha fazla yasayı kapsayan bir genişlemeye gidilmesini savunmaktadır. Yasaların
genişletilmesini savunanlar kurumsal sosyal sorumluluğun yerine getirilmesi için bunun
bir gereklilik olduğunu ifade etmektedirler. (Okpara, Kabongo, 2013: 130). Kanun, adalet
ya da iş ahlakı kavramlarını ifade ederek toplumda ‘kodlanmış etik’i yansıtır ve yasa
koyucular tarafından onaylanır (Carroll, 2000: 35) . Örneğin bir kurumun, çalışanlarının
güvenliklerini sağlamak adına iş güvenliği gerekliliklerini yerine getirmesi kurum için
yasal bir yükümlülüktür. Yasal açıdan mecburi olan bu yükümlülük kurumun işçisine
değer vermesi bakış açısı ile ele alındığında ise sosyal sorumluluğun bir boyutunu
oluşturmaktadır.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin üçüncü boyutunu ise etik sorumluluklar
oluşturmaktadır. Ekonomik ve yasal sorumluluklar kâr, adalet ve doğruluk gibi konuları
içerirken; etik sorumluluklar toplum tarafından kabul edilen ya da kabul edilmeyen
uygulamaları ve faaliyetleri kapsamaktadır. Etik sorumluluklar denildiğinde yöneticilerin
doğru ve yanlış iş davranışları ve yönetim değerleri gibi konular anlaşılmaktadır. Özünde
etik, hukuk ya da düzenlemelerin oluşumunun arkasındaki temel itici güç konumundadır.
Ayrıca etik sorumluluklar, işletmeler tarafından karşılanması beklenen toplumda ortaya
çıkan değerler ve normları içine almaktadır. Kimi zaman bu değerler ve normlar yasa
gereği beklenenden daha yüksek standartlara gerek duymaktadır (Fadun, 2014: 18-19).
Etik sorumluluklar; tüketicilerin, çalışanların, paydaşların ve toplumun neyi adil, dürüst
olarak kabul ettiği hakkındaki endişeleri yansıtan standartlar, normlar ya da beklentileri
içermektedir. (Okpara, Kabongo, 2013: 129; Carroll, 2000: 36). Örneğin bir kurumun
çalışanlarına ödediği ücret ya da onlara sağladığı imkanlar yasal zorunluklar içine girmez,
ancak çalışanlarına hak ettikleri ücreti ödemesi ya da onları manevi açıdan tatmin etmesi
kurumun etik sorumlulukları boyutunu oluşturmaktadır. Kurumun etik davranarak iç
hedef kitlesini memnun etmesi, etiğin kurumsal sosyal sorumluluğun bir boyutunu nasıl
oluşturduğunu gözler önüne sermektedir.
Carroll’un Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi’nin dördüncü ve en son boyutu
ise, hayırseverlik (philanthropic) boyutudur. Hayırseverlik, kurumun iyi bir tüzel kişi
olması adına kurumun yaptıklarının insanların refahı ya da yararı doğrultusunda olması
için kurumu zorunlu kılar. Hayırseverlik halkla ilişkiler çalışmaları gerçekleştirmek, iyi
vatandaş olmak, eğitime ya da topluma katkıda bulunmak vb. amaçların kurumlar tarafından
gönüllü olarak gerçekleştirilmesi olarak tanımlanabilmektedir. Etik sorumluluklar ile
hayırseverlik arasındaki ana fark, etik unsurların etik ve ahlaki hislerin sonucu oluşması,
hayırseverliğin ise gönüllü ya da kurumun isteğine bağlı olarak oluşmasıdır. Yani
hayırseverlik etik ile aynı ahlaki zorunluluk derecesine sahip değildir. Ekonomik ve yasal
sorumluluklar kurumların zorunlulukları, etik davranışlar, politikalar ve uygulamalar
Sayı 40 /Bahar 2015
319
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
kurumdan beklentiler iken hayırseverlik hem beklenti hem arzudur. (Carrolls, 2000:
37; Fadun, 2014: 19). Örneğin insanlar kurumların bağışta bulunmalarını, kolaylıklar
sağlamalarını vb. yardımlarda bulunmalarını beklerler ama kurumun bu beklentileri
gerçekleştirmemesi durumunda kurumu etik olmayan bir kurum olarak görmezler.
Çünkü bu beklentiler etiğe dayalı değildir. Kurumun bu beklentileri gerçekleştirmesi
kurumun hayırseverliği ile doğru orantıdadır. Dolayısıyla hayırseverlik kurumun cömert
olarak algılanması bağlamında daha etkilidir çünkü daima kurum tarafından sağlanması
beklenen sosyal beklentiler vardır. (Okpara, Kabongo, 2013: 129).
Kurumsal sosyal sorumluluk uygulamaları, özellikle işletmenin ana faaliyet
alanlarını destekleyerek ve kurumun misyonuna ulaşmasını gerçekleştirmesinde kurum
etkinliğine katkıda bulunarak bir getiri sağlaması durumunda stratejik olmaktadır (Burke
ve Logsdon, 1996: 496). Du ve diğerleri (2010) kurumsal sosyal sorumluluk iletişiminin
işletme getirisi üzerindeki rolüne ilişkin çalışmalarında kurumsal sosyal sorumluluğun
uzun vadede kurum ve marka imajı oluşuna etki ettiğini ortaya koymuşlardır. Lai ve
diğerleri (2010) ise çalışmalarında kurumsal sosyal sorumluluğun ve kurum itibarının
endüstriyel marka değeri üzerinde olumlu etkisi olduğunu saptamışlardır. Bu ve benzeri
çalışmalar göz önünde bulundurulduğunda kurumsal sosyal sorumluluğun kurumun
toplumda belli bir yer edinmesi, güçlü bir imaja sahip olması, itibarının güçlenmesine
yardımcı olduğundan söz edilebilir. Bu olumlu etkinin kurumun sahip olduğu markanın
tanınması ve hatırlanmasına etki ettiği görülmektedir. Bu doğrultuda marka farkındalığının
oluşmasına katkıda bulunup bulunmadığı konusunu da akla getirmektedir.
Marka farkındalığı, satın alma faaliyetini gerçekleştiren bireyin belirli bir ürün
kategorisine ait markayı tanıması ya da hatırlaması anlamına gelmektedir (Aaker,
1991: 61). Markayı tanıma markanın görsel özelliklerinin gösterilmesi durumunda ya
da bu özellikler ile ilişkili ipuçları verilmesi durumunda markanın isminin bilinmesini
ifade etmektedir. Markayı hatırlama ise tüketicinin ürününe işlevine ihtiyaç duyması
durumunda aklına bir markanın gelmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Keller, 2008: 54;
Babür Tosun, 2014: 131).
Marka farkındalığı markanın tüketicilerin zihninde ne şekilde yerleşmiş olduğunu
ifade etmektedir. Aaker marka farkındalığını; markayı bireyin daha önce duyup
duymadığına ilişkin “markayı tanıma”; bir ürün grubuna ilişkin markalar sorulduğunda
hangi markanın hatırlandığına ilişkin “markayı hatırlama”; markayı hatırlama esnasında
ilk akla gelen marka ismi anlamına gelen “akılda kalan ilk marka”; hatırlanan tek marka
anlamına gelen “zihinde markanın hâkimiyeti”; markanın neyi temsil ettiğini bilme
anlamına gelen “marka bilgisi”; bireyin marka hakkında bilgisinin olması anlamına gelen
“marka fikri” olmak üzere farklı seviyelerde ele almıştır (Aaker, 1996: 114-115).
Bu araştırmada, kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin marka farkındalığı
üzerindeki etkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırma kapsamında Türkiye pazarında
en popüler iki cep telefonu markası ele alınmıştır. Söz konusu markaların araştırma
kapsamında tercih edilmesinin nedeni, markalardan birisinin sosyal sorumluluk projeleri
gerçekleştiriyor, diğerinin ise gerçekleştirmiyor olmasıdır. Sosyal sorumluluk projeleri
gerçekleştiren marka Türkiye’de pazar lideri, diğer marka ise pazar payı itibariyle onu takip
320 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sevda Deneçli
eden konumdadır. Bununla birlikte Türkiye pazarına girdiği günden bugüne hiçbir sosyal
sorumluluk projesi gerçekleştirmemiş olan marka, cep telefonu markaları içerisinde en
sevilen marka olarak anılmaktadır. Pazarın lideri konumunda olan söz konusu markalardan
birinin sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirip diğerinin gerçekleştirmiyor olmasının
araştırmanın kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin marka farkındalığı üzerindeki
etkisini ortaya çıkarmasına yardımcı olacağı düşünülmüştür. Sosyal sorumluluk projesi
gerçekleştiren marka, son dönemde işitme engellilere yönelik görüntülü çağrı merkezi
projesi gerçekleştirmiş ve bu projeyle ilgili bilgiler özellikle sosyal medyada yaygın bir
biçimde yer almıştır.
Araştırmada test edilmek üzere aşağıdaki hipotezler geliştirilmiştir:
• H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın farkındalık düzeyi,
sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markanın farkındalık düzeyinden
daha yüksektir.
• H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemde
gerçekleştirdiği projeden haberdar olanların markaya ilişkin farkındalık düzeyi
projeden haberdar olmayanlarınkinden daha yüksektir.
• H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayı kullanan tüketiciler
içerisinde markanın son dönemde gerçekleştirdiği projeden haberdar olanların
markaya ilişkin farkındalık düzeyi projeden haberdar olmayanlarınkinden daha
yüksektir.
• H1: Sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markayı kullanan tüketiciler
içerisinde sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemde
gerçekleştirdiği projeden haberdar olanların markaya ilişkin farkındalık düzeyi
projeden haberdar olmayanlarınkinden daha yüksektir.
Yöntem
Katılımcılar
Araştırma kolayda örnekleme yöntemiyle ulaşılmış 141 kişi üzerinde
gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların % 54’ü erkeklerden, % 74’ü ise 18-29 yaş aralığındaki
kişilerden oluşmaktadır. Katılımcıların % 69’u üniversite mezunu olup % 64’ünün
gelir düzeyi 1.000 TL ile 5.000 TL arasındadır. Demografik veriler aşağıdaki tabloda
gösterilmiştir:
Sayı 40 /Bahar 2015
321
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
Tablo 1: Demografik Veriler
Demografik Veriler
Frekans
Yüzde
Cinsiyet
76
65
37
68
22
14
44
90
7
28
45
45
23
54
46
26
48
16
10
31
64
5
20
32
32
16
Yaş
Eğitim
Gelir
Erkek
Kadın
18–24
25– 29
30–39
40 ve üzeri
Lise
Lisans
Lisans üstü
1.000 TL’den az
1.000 TL–2.999TL
3.000 TL–4.999 TL
5.000 TL ve üzeri
Katılımcıların % 50’si (n=70) sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın
ürününü en az son bir yıldır kullandığını; katılımcıların % 46’sı (n=65) ise diğer markanın
ürününü en az son bir yıldır kullandığını belirtmiştir. Katılımcılar içerisinden sadece 7
kişi her iki markanın ürününü de son 1 yıldır kullandığını ifade etmiştir.
Katılımcıların % 40’ı (n=57) sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son
dönemde gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projesinden haberdar olduğunu belirtmiştir.
Veri Toplama Aracı
Araştırmada katılımcıların marka farkındalığını değerlendirmek amacıyla Oh
(2000) tarafından geliştirilmiş ölçek kullanılmıştır. Ölçek, 5’li Likert ölçeğinde (5:
kesinlikle katılıyorum, 1: kesinlikle katılmıyorum) düzenlenmiş toplam 5 ifade (“Bu
markaya son derece aşinayım”, “Bu marka çok iyi bilinen bir markadır”, “Bu marka çok
görünür bir markadır”, “Bu marka çok duyulan bir markadır”, “Bu marka çok meşhur bir
markadır”) içermektedir. Buna göre ölçekten elde edilen puanın yüksekliği kişinin marka
farkındalığının yüksek olduğunu, düşük puan ise tam tersi bir durumu göstermektedir.
Ölçek için hesaplanan Cronbach’s Alpha değeri 0,89’dur.
Araştırmada katılımcılara söz konusu markaların cep telefonlarını en az son
bir yıldır kullanıp kullanmadıkları sorulmuştur. (“En az son bir yıldır ... marka cep
telefonunu kullanıyorum”) Katılımcılara ayrıca sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren
markanın son dönemde gerçekleştirdiği projeden haberdar olup olmadıkları sorulmuştur
(... markasının son dönemde gerçekleştirmiş olduğu projesini duydunuz mu?).
İstatistik Analizler
Araştırmada tüketicilerin araştırma kapsamında ele alınan her iki markaya yönelik
marka farkındalıkları arasında anlamlı farklılık olup olmadığının incelenmesi amacıyla
eşleştirilmiş t testi kullanılmıştır. Sosyal sorumluluk projesinden haberdar olan ve olmayan
322 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sevda Deneçli
katılımcıların sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın farkındalığına ilişkin
değerlendirmelerinin farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla bağımsız
t testi gerçekleştirilmiştir. Söz konusu analiz sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren
markanın ürününü kullanan ve diğer markanın ürününü kullanan tüketiciler dikkate
alınarak tekrar edilmiştir.
Bulgular
Araştırmada tüketicilerin araştırma konusu cep telefonu markalarına yönelik
farkındalık düzeyleri incelendiğinde (Tablo 2) tüketicilerin her iki markaya ilişkin
farkındalığa sahip olduğu görülmektedir (sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren
marka=4,15; sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen marka=4,39). Buna göre
tüketiciler her iki marka için de bu markalar hakkında çok şey duyduklarını ve markalara
aşina olduklarını ifade etmektedir. Her iki marka için elde edilen marka farkındalığı
değerlerinin anlamlı farklılık gösterip göstermediği eşleştirilmiş t testi ile analiz edilmiştir.
Elde edilen sonuçlara göre tüketicilerin marka farkındalığının sosyal sorumluluk projesi
gerçekleştiren markada gerçekleştirmeyen markaya kıyasla daha düşük olduğu (p<0,05)
ortaya çıkmıştır (Hipotez 1 Ret). Pazar lideri olmasına karşın sosyal sorumluluk projesi
gerçekleştiren markanın farkındalık düzeyinin diğer markaya kıyasla görece daha düşük
olduğu görülmektedir.
Tablo 2: Marka Farkındalık Düzeyleri ve Eşleştirilmiş t Testi Sonuçları
n=141
O
Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren
Markayla İlgili Farkındalık
4,15
Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştirmeyen
Markayla İlgili Farkındalık
4,39
SS
Eşleştirilmiş t Testi
Sonuçları
t
p
-2,78
0,01*
0,73
0,78
* p<0,05
Tüketicilerin (n=141) sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markaya yönelik
farkındalık düzeyinin markanın son dönemde gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk
projesinden haberdar olma durumlarına göre farklılık gösterip göstermediği t testi ile
incelenmiştir (Tablo 3). Elde edilen sonuçlara göre markanın gerçekleştirdiği sosyal
sorumluluk projesinden haberdar olan tüketicilerin (n=57), haberdar olmayanlara (n=80, 4
katılımcı ilgili soruyu yanıtsız bırakmıştır) kıyasla markayla ilgili farkındalığının anlamlı
düzeyde daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır (projeden haberdar olanların marka
farkındalığı =4,34; projeden haberdar olmayanların marka farkındalığı =4,00; t=2,76,
p<0,05; Hipotez 2 Kabul). Buradan hareketle sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren
markanın son dönemde gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projesinin tüketiciler
tarafından biliniyor olmasının markayla ilgili farkındalık düzeyini artırdığı söylenebilir.
Projeden haberdar olanların marka farkındalık düzeyinin, sosyal sorumluluk projesi
gerçekleştirmeyen diğer markanın farkındalık düzeyine yakın olması dikkat çekicidir.
Tablo 3: Tüketicilerin Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren Markaya Yönelik Farkındalık
Sayı 40 /Bahar 2015
323
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
Düzeyinin Markanın Son Dönemde Gerçekleştirdiği Projeden Haberdar Olma Durumlarına Göre
Farklılığına İlişkin t Testi Sonuçları
N
O
SS
Sosyal Sorumluluk Projesinden
Haberdar Olanlar
57
4,34
0,67
Sosyal Sorumluluk Projesinden
Haberdar Olmayanlar
80
t Testi Sonuçları
t
p
2,76
4,00
0,01*
0,76
* p<0,05
Yukarıda gerçekleştirilen analiz sadece sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren
markayı kullananlar (n=70) dikkate alınarak tekrar edilmiştir. Analiz sonuçlarına
göre (Tablo 4); sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayı kullanan tüketiciler
içerisinde markanın son dönemdeki sosyal sorumluluk projesinden haberdar olanların
(n=33) marka farkındalığının, projeden haberdar olmayanlarınkine (n=34, 3 katılımcı
ilgili soruyu yanıtsız bırakmıştır) kıyasla anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu ortaya
çıkmaktadır (projeden haberdar olanların marka farkındalığı =4,55; projeden haberdar
olmayanların marka farkındalığı =4,12; t=2,52, p<0,05; Hipotez 3 Kabul). Buna göre
sadece markayı fiilen kullananlar dikkate alındığında, markanın gerçekleştirdiği sosyal
sorumluluk projesi hakkında bilgi sahibi olunmasının marka farkındalığını artırdığı
görülmektedir. Öte yandan projeden haberdar olan marka kullanıcılarının markayla
ilgili farkındalığının, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen markanın farkındalık
düzeyinden daha yüksek bir değer olduğu dikkat çekicidir. Buna göre sosyal sorumluluk
projesi gerçekleştiren markanın, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirerek marka
farkındalığını kendisinden daha yüksek farkındalık düzeyine sahip rakip markanınkinden
yukarı taşıdığı ileri sürülebilir.
Tablo 4: Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren Markayı Kullananların Farkındalık
Düzeyinin Markanın Son Dönemde Gerçekleştirdiği Projeden Haberdar Olma Durumlarına Göre
Farklılığına İlişkin t Testi Sonuçları
n
O
SS
Sosyal Sorumluluk Projesinden
Haberdar Olanlar
33
4,55
0,55
Sosyal Sorumluluk Projesinden
Haberdar Olmayanlar
34
4,12
0,53
t Testi Sonuçları
t
p
2,52
0,01*
* p<0,05
Marka farkındalığına ilişkin farklılık analizi diğer markayı kullananlar (n=65) dikkate
alınarak tekrar edildiğinde (Tablo 5); söz konusu markayı kullanan tüketiciler içerisinde
sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markanın son dönemdeki projesinden haberdar
olanlar (n=26) ile haberdar olmayanların (n=38, 1 kişi ilgili soruyu yanıtsız bırakmıştır)
324 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sevda Deneçli
sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayla ilgili farkındalık düzeylerinin anlamlı
düzeyde farklılık göstermediği ortaya çıkmaktadır (projeden haberdar olanların marka
farkındalığı=4,08; projeden haberdar olmayanların marka farkındalığı =3,74; t=1,56,
p>0,05; Hipotez 4 Ret). Buna göre sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyen
markayı fiilen kullananlar dikkate alındığında, sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren
markanın projesi hakkında bilgi sahibi olan ve olmayanlar arasında söz konusu markanın
farkındalık düzeyinin farklılık göstermediği görülmektedir. Bununla birlikte, her ne kadar
istatistik olarak anlamlı bir sonuç elde edilmemiş olsa da projeden haberdar olan diğer
marka tüketicilerinin sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markayla ilgili farkındalık
düzeyinin projeden haberdar olmayanlara kıyasla daha yüksek olduğu, başka deyişle
rakip ürünü kullanan tüketicilerde marka farkındalığı yarattığı söylenebilir.
Tablo 5: Diğer Markayı Kullananların Sosyal Sorumluluk Projesi Gerçekleştiren Markayla
İlgili Farkındalık Düzeyinin Markanın Son Dönemde Gerçekleştirdiği Projeden Haberdar Olma
Durumlarına Göre Farklılığına İlişkin t Testi Sonuçları
n
O
SS
Sosyal Sorumluluk Projesinden
Haberdar Olanlar
26
4,08
0,81
Sosyal Sorumluluk Projesinden
Haberdar Olmayanlar
38
3,74
t Testi Sonuçları
t
p
1,56
0,12
0,87
Sonuç
Geçmişten günümüze her geçen gün kurumlar açısından daha da çok önem
kazanan kurumsal sosyal sorumluluk gerek ekonomik, gerek yasal, gerek etik gerekse
hayırseverlik boyutunda çoğu kurum tarafından gerçekleştirilmektedir. Carroll’un
(1991) Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidi isimli çalışmasında ortaya konulan ve
kurumsal sosyal sorumluluğun iki boyutunu oluşturan ekonomik ve yasal sorumluluklar,
kurumların kurumsal sosyal sorumluluk projelerini ekonomik ve yasal açıdan mecburen
gerçekleştirmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Piramidin üçüncü boyutunu
oluşturan etik ise kurumlar tarafından beklenen, tüketicilere yönelik değil, çalışanları,
tedarikçileri vb. iç hedef kitlesine yönelik gerçekleştirdiği kurumsal sosyal sorumluluk
projeleri olmasından ötürü bu boyutun da kurum ile tüketici arasındaki ilişkiye bir
etkisi olmadığı söylenebilir. Kurumsal sosyal sorumluluk piramidinin son basamağını
oluşturan hayırseverlik boyutunun tüketiciler tarafından arzu edilen bir durum olması
gerçekleştirilen kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin kurum ile tüketicisi arasındaki
bağa etki edebileceği düşüncesini doğurmaktadır.
Tarihte soyluların, sosyal yükümlülükler üstlenerek toplumda imtiyazlı
konumlarının tanınmalarını sağlamaları, kurumsal bağlamda ele alındığında, kurumların
yaptıkları kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ile hedef kitlede marka farkındalığı
yaratabilme çabaları olarak ifade edilebilir. Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin
Sayı 40 /Bahar 2015
325
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
marka farkındalığına etkisini ölçümlemek adına gerçekleştirilen bu araştırma sonuçları,
kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin tüketicinin marka farkındalığı üzerinde etkili
olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte elde edilen sonuçlar kurumsal sosyal
sorumluluk projelerinin özellikle markayı kullanan tüketicilerin marka farkındalığını
artırdığını göstermektedir.
Araştırma kapsamında ele alınan iki markadan sosyal sorumluluk projesi
gerçekleştirmeyen markanın marka farkındalığı diğer markadan daha yüksek çıkmıştır.
Bunun temelinde söz konusu markanın tüketici nezdinde diğer markaya kıyasla daha
popüler bir marka olarak görülmesinin bulunduğu ileri sürülebilir. Sosyal sorumluluk
projesi gerçekleştiren marka her ne kadar marka farkındalığı itibariyle diğer markanın
gerisinde kalmış olsa da sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiriyor olması, özellikle
kendi ürünlerini kullanan tüketiciler üzerinde etkili olmakta ve kendi ürününü kullanan
tüketicilerin marka farkındalığının diğer markanın farkındalık düzeyine yakın seviyeye
gelmesine yardımcı olmaktadır. Analizlerde istatistik olarak anlamlı çıkmamış olmasına
rağmen diğer markanın kullanıcılarının sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiren markaya
yönelik farkındalıklarının da projeden haberdar olmaları durumunda artış gösterdiği
görülmektedir. Bu nedenlerden ötürü markaların marka farkındalığını artırmak için
kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden yararlanmalarının önemli olduğunu söylemek
mümkündür. Markaların özellikle bu tür projelerin iletişimini tüketicilerin projelerden
haberdar olacak şekilde gerçekleştirmesi, marka farkındalığı oluşturma ya da farkındalığı
artırma konusunda etkin sonuçlar elde etmelerine yardımcı olacaktır.
Kaynaklar
Aaker, David A., (1991). Managing Brand Equity, New York: The Free Press.
Aaker, David A., (1996). ‘‘Measuring Brand Equity Across Products and Markets’’,
California Management Review, Vol.38 No.3. s.103-120.
Andre, C. ve Velasquez, M. (1992). ‘‘The Common Good’’, Issues in Ethics, Vol.5
No.1, Santa Clara University, http://www.scu.edu/ethics/publications/iie/v5n1/common.
html erişim 10.03.2015 ; 14:08)
Babür Tosun, Nurhan, (2014). Marka Yönetimi, İstanbul: Beta Yayınevi
Balta Peltekoğlu, Filiz, (2007). Halkla İlişkiler Nedir?, 5. Baskı, İstanbul: Beta
Yayınları
Bowen, Howard R. (2013). Social Responsibilities of the Businesman, USA:
University of Iowa Press
Burke, L. & Logsdon, J.M. (1996). ‘‘How Corporate Social Responsibility Pays
Off’’, Long Range Planning, Vol.29 No.4, s.495-502.
Carroll, Archie. B., (1979). ‘‘A Three-Dimensional Conceptual Model of Corporate
Performance’’, Academy of Management Review. Vol.4 No.4, s.497-505.
326 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Sevda Deneçli
Carroll, Archie. B., (1991).‘‘The Pyramid of Corporate Social Responsibility:
Toward the Moral Management of Organizational Stakeholders’’, Business Horizons
(July-August 1991), s.39-48
Carroll, Archie., B. (2000). ‘‘Ethical Challenges for Business in the New Millenium:
Corporate Social Responsibility and Models of Management Morality’’, Business Ethics
Quarterly, Vol.10 Issue.1, s.33-42
Crouch, C. (2010). ‘‘CSR and Changing Modes of Governance: Towards Corporate
Noblesse Oblige?’’ Peter Utting ve Jose Carlos Marques (der.) Corporate Social
Responsibility and Regulatory Governance: Towards Inclusive Development?, London:
PalGrave
Çolakoğlu, Bengü Emine, (2008). Reklam: Araştırma, İnceleme, Gözlem, İstanbul:
Yalın Yayıncılık
Davis, Keith, (1960). ‘‘Can Business Afford to Ignore Social Responsibilities?’’,
California Management Review, Vol.2, s.70-76
Du, S., Bhattacharya, C.B., ve Sen, S. (2010). ‘‘Maximizing Business Returns to
Corporate Social Responsibility (CSR): The Role of CSR Communication’’, International
Journal of Management Reviews, s.8-19
Fadun, Solomon Olajide, (2014). ‘‘Corporate Social Responsibility (CSR) Practices
and Stakeholders Expectations: The Nigerian Perspectives’’, Vol.1 No.2, s.13-31
Ganescu, C. ve Gangone, A. (2013). ‘‘A Perspective on the Applicability of the
Quadripartite Model of Corporate Social Responsibility in the Organizations of the
Western Development Region, Romania’’, Economia Seria Management, Vol.16 Issue.1,
s.121-134
Hartman, L.P., Rubin, R.S. ve Dhanda, K.K. (2007). ‘’The Communication of
Corporate Social Responsibility: United States and European Union Multinational
Corporations’’, Journal of Business Ethics, Vol.74, s.373-389
Ilıcak Aydınalp, Güzin, (2013). Halkla İlişkiler Ekseninde Kurumsal Sosyal
Sorumluluk, Ankara: Nobel
Jamali, D. ve Mirshak, R., (2007). ‘‘Corporate Social Responsibility (CSR): Theory
and Practice in a Developing Country Context’’, Journal of Business Ethics, Vol.72,
s.243-262
Keller, Kevin Lane, (2008). Strategic Brand Management- Building, Measuring
and Managing Brand Equity. New Jersey: Prentice Hall.
Lai, C. S., Chiu, C. J., Yang, C. F. & Pai, D. C. (2010). ‘‘The Effects of Corporate
Social Responsibility on Brand Performance: The Mediating Effect of Industrial Brand
Equity and Corporate Reputation’’. Journal of Business Ethics, Vol.95, s.457-469
Luo, X. ve Bhattacharya, C.B. (2006). ‘’Corporate Social Responsibility, Customer
Satisfaction, and Market Value’’, Journal of Marketing, Vol.70. s.1-18
Sayı 40 /Bahar 2015
327
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerinin Marka Farkındalığına Etkisi
Mintzberg, Henry, (1983). ‘‘The Case for Corporate Social Responsibility’’ Journal
of Business Strategy, Vol.4 No.2, s.3-15
Oh, Haemoon, (2000). ‘‘The Effect of Brand Class, Brand Awareness, and Price
on Customer Value and Behavioral Intentions’’, Journal of Hospitality and Tourism
Research, Vol.24 No.2, s.136-162
Okpara, J. O. ve Kabongo, J. D. (2013). ‘‘Corporate Leaders’ Perceptions About
Corporate Social Responsibility: An Exploratory Analysis’’ Samuel O. Idowu, Rene
Schmidpeter (der.) Corporate Social Responsibility: Challanges, Opportunities and
Strategies for 21st Century Leaders, Springer
Wartick, S.T. ve Cochran, P.L. (1985). ‘‘Evolution of the Corporate Social
Performance Model’’, Academy of Management Review, Vol.10 No.4, s.758-769
328 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle
Gazi̇ Haber Si̇stemi*
Gazi News System (GNS) with Reporting, News, Editor, Archive and Search Features
Muzaffer ŞAHİN, Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Medya, Gazetecilik,
Muhabir, Haber,
Editör, Haber Arşivi,
Haber Arama, Haber
Yazılımı.
Öz
Haber, fotoğraf ve görüntü okuyucunun-izleyicinin önüne gelene kadar belirli
aşamalardan geçer. Muhabir haberini yazar, editör yazılan haber metnini inceler, yayınlar
veya yayınlamaz. Haberin oluşturulma ve yayın sürecinde haber yazılım sistemlerine
ihtiyaç bulunmaktadır. 1980’lerden itibaren Türkiye’de geliştirilmeye başlanan haber
yazılım sistemleri sayesinde, haberin oluşturulmasından yayınlanmasına kadar olan süreçler
yenilenmiş ve hızlandırılmıştır. Medyanın talepleri dikkate alınarak uygun yazılımlar
üretilmektedir. İnternet gazeteciliğindeki sayfa düzenlemeye ilişkin editör yazılımları
oldukça basitleştirilmiştir
Gazetecilik eğitiminde haber yazma, edit etme, arşivleme ve arama amaçlı haber
yazılım sisteminin oluşturulması da bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmıştır. Bu çerçevede
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü bünyesinde başlatılan ve yine
Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Proje Birimince desteklenen (BAP) Gazi Haber
Sistemi (GHS) yazılımı 1,5 yılda tamamlanmıştır. Yazılım, halen “Gazete Gazi” muhabir
ve editörleri tarafından etkin bir şekilde kullanılmaktadır, ayrıca uygulamaya yönelik
gazetecilik derslerinde de eğitim öğretim hizmetine açıktır. Bunun yanı sıra uzaktan
eğitime destek olma kabiliyeti de bulunmaktadır. Bu makalede GHS hakkında detaylı bilgi
verilmektedir.
Keywords:
Media, Journalism,
Correspondent, News,
Editor, News Arcive,
News Search, News
Software.
Abstract
There are series of processes that news; photographs and images have to go through
before they are presented to the viewer. After the correspondent writes the news article, the
editor reviews the piece and decides on whether to publish it or not. Since the 1980s, with
the help of the news writing systems that were developed in Turkey, the process of news
writing and publishing have been expedited and improved considerably.
In the field of educational Journalism, there has been a need for a software system
tool that can help and direct students for the purposes of writing, editing, archiving, news
searching and managing in an effective and efficient manner.
For that matter, Gazi University Faculty of Communication and Journalism has
established the ‘Gazi News System’ (GNS) with the support of the university’s Faculty of
Scientific Research and Projects that helped develop the software, which has taken around
1,5 years to complete. At present, the editors and writers of ‘Gazi News’ are using the GNS
Software for their news management capabilities. The software is also eligible to be used
during the journalism application courses offered at Gazi University. Furthermore, GNS
is practical and proficient for distance-learning education programs. This article presents
detailed information about the GNS software and its utilities.
*: Gazi Haber Sistemi (GHS), Gazi Üniversitesi BAP birimince desteklenen, 16.03.2015 tarih ve 2015/03 nolu toplantıda Kesin Rapor’u kabul edilen 23/2013-01 kodlu projedir.
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi
Giriş
“Muhabir-Haber-Editör” yazılımı olarak adlandırılan haber yazılım sistemleri
günümüz profesyonel medya kuruluşlarında haber yazma, redaksiyon ve yayın sürecinde
kullanılmaktadır. Birçok habercilik tekniğinin ilk başlatıldığı kurumlar olma vasfı
nedeniyle bu tür yazılımlar öncelikle haber ajanslarında denenmiştir. Ajansların haber
yazılım sistemlerine entegre olmaya çalışan gazete, dergi, radyo ve televizyonlar da kendi
teknik altyapılarına uyumlu yazılımları geliştirerek kullanmaya başlamışlardır. Haber
ajansları; haber toplama, işleme ve dağıtma işlevini (Girgin, 2002: 96) yerine getirirken
haber yazılımlarına duydukları ihtiyacı her geçen yıl geliştirmektedirler. Haber yazılım
sistemleri oluşturulurken gazetecilikteki haber üretim ve yayınlama süreçleri fonksiyonel
özellikleri ile dikkate alınmıştır. Haberin üretim, denetim ve yayını ile birlikte onu
tamamlayan fotoğraf, grafik ve video gibi unsurlar da sisteme dahil edilmiştir.
Gazetecilikte ana yapının işlevi; haberin yazılması, düzeltilmesi-düzenlenmesi
ve yayınlanmasıdır. Yazılımlar da buna göre şekillenmektedir. Muhabir haberi ile ilgili
malzemeleri toplar ve yazılı hale getirir. Muhabirin haber yazma anında haber yazılım
sistemlerinin ona getirdiği birçok kolaylık vardır. Yazı büyüklüğü ve karakterinin
seçilmesi, kopyala yapıştır, kes yapıştır işlemleri, kelime yazım denetimi ile yanlış
yazımın denetlenip anında düzeltilmesi, arşivden yararlanma; isim, unvan yazılırken
bunların anında görülüp seçilmesi ve benzeri uygulamalar muhabirin kolayca hızlı
metinler yazmasını sağlamaktadır. Yazılan her haber redaksiyona tabi tutulur. Redaktör
ve editörün haberdeki hataları düzeltme ve düzenleme yetkisi vardır. Muhabirin yazdığı
haber, okunma-redaksiyon sürecinde gözden geçirilip denetlenir. Bu esnada haber metni
üzerinde editörlük yetkileri kullanılır, destek unsurları gözden geçirilir. Editör, biçim ve
özde haber yazım kurallarına uygun hale geldiğine inandığı metni yayınlar. Yayınlanması
mümkün olmayan haberler editör tarafından muhabire iade edilir ve ret gerekçeleri izah
edilir. Haberin görsel destek unsurları olan fotoğraf, video ve grafik için de iletim, işleme
ve yayınlama süreçleri bulunmaktadır. Haberde olduğu gibi ilgili editörler görsel unsurlar
üzerinde denetleme ve düzenleme yetkisini kullanıp yayınlar veya yayınlamaz. Bütün bu
süreçlerde kullanılan temel araç “haber yazılım” sistemleridir.
Makaleye konu olan Gazi Haber Sistemi (GHS), haber oluşturma sürecinde
eğitim amaçlı bir araç olarak tasarlanmıştır. Öğrenci muhabirlerin bir yandan eğitimleri
gerçekleştirilirken bir yandan da kolay bir teknikle hızlı haber yazmalarının sağlanması
hedeflenmiştir. Editörlük işleminde eğitici fonksiyon dikkate alınmıştır. Gazi Üniversitesi
Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi (BAP) tarafından desteklenen (Proje Kodu: 23/20131) bu yazılım İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencilerinin uygulama birimi
“Ajans Gazi İletişim” ve “Gazete Gazi” tarafından 3 ay süre ile test edilmiş ve sürecin
tamamlanması ardından tam zamanlı ve anlık (online) kullanıma geçilmiştir. GHS, halen
etkin ve verimli bir haber yazılım aracı olarak kullanılmaktadır. Haber yazımı, editöryal
işlemler, haber yayını, haber arşivleme ve haber aramanın yanı sıra fotoğraf ve video
ekleme imkanı, sistemin haber destek unsurlarını güçlendirmiş ve kolaylaştırmıştır. Bu
makalede GHS girdi ve çıktılarıyla, kullanım yetkileriyle, arşiv ve arama kapasitesiyle
anlatılmakta ve diğer iletişim fakültelerinin de eğitim-uygulama aşamalarında
yararlanabilecekleri paylaşılmaktadır. Ayrıca habercilik hizmetlerine yönelik oluşturulan
330 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Muzaffer Şahin
muhabir-haber-editör yazılım sistemleri hakkında genel bilgi aktarılmakta ve eğitim
amaçlı olarak hazırlanan GHS tanıtılıp kullanımına ilişkin detaylı bilgi verilmektedir.
Gazetecilikte Yeni Teknolojiler
Son yıllarda gazetecilikte bilgisayar ve yazılım sistemlerinin gelişmesine daha
çok tanık oluyoruz. İnternet haberciliğinde bu gelişimi yakından gözlemek mümkün.
Profesyonel gazetecilik hizmetinin verildiği haber üretim süreçlerindeki teknik
gelişmeleri okuyucu-izleyici kolayca takip edemeyebilir. Hedef kitle eline aldığı gazetede
veya izlediği televizyon haberinde, hangi üretim süreçlerinin, hangi haber yazılımlarının
kullanıldığını görme, tanıma ve anlama fırsatı bulamaz.
Yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesi haber dağıtımı konusunu yeni bir boyuta
taşımıştır. Günümüzde, gazeteciler elektronik nüshalarıyla okuyucuya ulaşmaya başlamış,
bu durum gazete dağıtım maliyetlerini sıfıra indirirken, gelecekte kağıda basılı gazetelerin
yok olacağı yönünde öngörüleri gündeme getirmiştir. New York Times gibi gazetelerin
internet abonelerinin sayısı, basılı gazete abone sayısını geçmiştir. Ticaretin internete
kaydığı, medya gruplarının online reklam ticaretlerini giderek geliştirdikleri düşünülürse
dijital haber dağıtımın giderek artacağı açıktır. (Alemdar, Uzun, 2013:118-119)
PC bilgisayar ile tablet ve cep telefonu gibi mobil ortamlar üzerinde yürütülen
gazetecilik hizmetlerinde seçenekler o denli artmıştır ki bunların kullanımı ve yenilenmiş
tekniklerine yetişmek bazen zorlaşmaktadır. Bilgisayarın yoğun olarak kullanıldığı
gazetecilik sektöründe, hedef kitleye ulaştırılacak haberlerin yazılması, edit edilmesi
ve iletilmesi haber yazılım sistemleri ile gerçekleştirilmektedir. Günümüz internet
gazetelerinde bu tür yazılım hizmetini sağlayan çok sayıda kuruluş bulunmakta ve düşük
maliyetlerle internet web gazete tasarımları kolaylıkla yapılmaktadır. (Bknz. Tasarım web
sayfaları) 1
Haber Yazılımları ve Gazetecilik
Gazetecilikte gelişen teknik altyapı ve onun sağladığı kolaylıklar, bilgisayarın
yaygınlaşmasıyla ön almış, etkin, çok çeşitli içeriklerle hedef kitleye ulaşma imkanı
doğmuştur. Dijital ortamlar metin yazmayı ve metinlere ulaşımı kolaylaştırmıştır. Bu
noktada habercilerin dışındaki yapılanmaların etkinliği belirginleşmeye başlamıştır. Bilgi
ve haber metinlerinin arama motorlarında yer almaları ve arama kriterlerine dahil edilmeleri
başlı başına farklı sektörlerin gelişimini sağlamış, gazetecilerin haber-muhabir-editör
yazılımlara yönelik özgün kod yazmaları tavsiye edilir olmuştur. Columbia Gazetecilik
Okulu TOW Merkezi Direktörü Emily Bell, Reuters Enstitüsü’ndeki konuşmasında önemli
bir çelişkiye işaret etmiş ve gazetecilerin özgün yazılımlar geliştirmelerini önermiştir:2
“Gazetecilik, silikon vadisine karşı inisiyatifi ele almalı: Artık okuyucuya hangi haberin
ulaşacağı konusundaki karar, yayın organlarının verdiği bir karar olmaktan çıktı. Bu konuda belirleyici
olan Silikon Vadisi’ndeki bir grup şirket…Genel olarak, para ve güçten bağımsızdır diye düşünmeyi
sevdiğimiz dördüncü kuvvet şimdilerde, kendi üretimine sahip çıkamayan ya da nasıl dağıtılacağını
1 http://haberyazilimi.com/urunler/genel-ozellikler.html
https://www.cmbilisim.com/haber-portali-20s.htm
2 http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/gazetecilik-silikon-vadisine-karsi-inisiyatifi-eline-almali,10830
Sayı 40 /Bahar 2015
331
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi
kontrol edemediği bir dünyaya aniden kayıverdi. Bunun gelişimi hepimizin önünde oldu ve gayet güzel
kayda alındı. Ama bizler basit teknolojik gelişmelerden uzağız. Bu nedenle oluşan yeni dağıtım ve
habercilik sistemlerini anlayamadık. Bunları doğru şekilde yönlendiremedik. Onun yerine bunlardan
gelen gelirlere odaklandık ve organizasyonlarımızı bunlara göre değiştirdik. Böylece zaten zor bir iş olan
gazetecilik, şimdilerde kaynak bulamayan fakir bir işe dönüştü. Şimdilerde neredeyse tüm içerik, sosyal
platformlar üzerinden yayınlanıyor. Bunlar da genellikle Silikon Vadisi merkezli şirketler. Gazetecilik
yeteneği olmayan, içeriği üretmeyen ve içerik üretme isteği de duymayan mühendislerin yarattığı
sistemler bunlar. Geleneksel medya bu yeteneklere, isteğe ve üretime sahip ama içerik üzerinde kontrolü
kaybetti. Eğer medya özgürse, özgür olan gazeteciler değil. Bizlerin, her gün haberleri yaratırken ya
da şekillendirirken düşündüğümüz, “gazetecilik”, “gazeteciliğin kültürel etkileri” ya da “demokratik
sorumluluk” gibi konularda mühendisler nadiren düşünüyor. Onlar bu inanılmaz kolay araçları
yaratırlarken ve dünyayı bu platformlar üzerinden yayın yapmaya cesaretlendirirlerken, bizim bu orijinal
amacın dışındaki konuları farkına varmamız ve sorumluluklarımızı takınmamız lazım… Silikon Vadisi
firmalarından binlerce defa ‘biz editöryal değerlendirme yapmak istemiyoruz. Biz sadece platformuz.
Teknoloji bağımsızdır, biz editöryal kararlar vermek istemiyoruz’ sözlerini duyduk. Mühendislerin buna
samimi bir şekilde inandıklarını da düşünüyorum ama bu ifade doğru değil. Algoritma ne zaman çalışsa,
editöryal bir karar vermiş oluyor. Bu gerçi “amaçlı olmayan bir düzenleme” oluyor ama sonuçları
öngörülemez durumda. Bazen önemli haberlerin filtrelenmesine, kaldırılmasına ya da sansürlenmesine
yol açıyor. Halk ise, haberlerin sosyal platformlar üzerinden kendisine nasıl ulaştığının farkında değil.
Oysa bu algoritmalar ticarete odaklanmış durumda. Bu nedenle de şeffaf değiller… Gazetecilik servisi
için kendi araçlarını ve hizmetlerini oluşturacak yazılımlar geliştirilmeli. Gazetecilik okulları bir araya
gelerek, veri ve bilgisayar eğitimleri içeren programlar oluşturmalı. Gazeteciler yazılım yapmayı ve
programlamacı düşünmeyi, bu dünyanın nasıl çalıştığını öğrenmeliler.”
Burada sıralanan nedenler ve kaygılar, medyada habercilik faaliyeti yürüten bütün
ana ve alt sektörler için geçerlidir. Kısa sürebilecek gelir avantajları ile gazeteciliğin tüm
haber hizmeti belirli bir teknoloji altyapısını elinde bulunduranlara bırakılmamalıdır.
Bu nedenle muhabir-haber-editör ve haber arama yazılımları gazetecilik sektörünce
geliştirilip yenilenmelidir.
Türkiye’de haber yazılımı
Dünyada haber yazılımına yönelik uygulamalar, telefoto, haber iletimi gibi bir çok
yeni tekniğin geliştirilmesine zemin oluşturan Associated Press’in (AP) yanı sıra Reuters
haber ajansı tarafından 1970’li yılardan itibaren kademeli olarak hayata geçirilmiştir.
Haber yazılım sistemlerinin Türkiye’de kullanımı 1980’li yıllara dayanmaktadır. Bu
alandaki ilk uygulayıcı kuruluşların başında Anadolu Ajansı (A.A) ve Hürriyet Gazetesi
gelmektedir. A.A 1985 yılında haberde bilgisayar ve yazılım kullanılması çalışmalarını
başlatılmış, 07.10.1986 tarihinde haber yazma, işleme ve iletme işlevini bilgisayar
sistemini devreye almıştır. (Doğan, 2010: 121)
1984-1989 yılları arasında A.A Genel Müdürlüğü görevini yürüten Hüsamettin
Çelebi, bilgisayarla haber yazma ve işleme ve iletme sisteminin kullanılması süreci
hakkında şu bilgileri vermektedir: (Doğan, 2010: 32)
“Önce binada tadilat yaptık, ondan sonra bilgisayarı getirdik. Kurmak, çalışmaya başlamak,
hizmeti başlatmak epey zamanımızı aldı. Bu sistemi getiren İngiliz şirketinin 75-80 yaşındaki temsilcisi
şöyle bir beyanda bulundu: (Hangi memlekette bu işi yaptıysam mevcut personelin yüzde 25-30’u
sisteme intibak edememekten dolayı istifa etmek veya tasfiye edilmek zorunda kaldı. AA’da kimse
tasfiye edilmedi…) Haber sisteminin eğitimini de kendisi verdi. Bu sistemi geliştirmek, İstanbul’a
yaymak, peşinden İzmir’e yaymak herhalde bizim dönemimizde yapılan işlerin çok önemli sayılması
gerekenlerdendir.”
332 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Muzaffer Şahin
A.A’da haberler, 1985 yılına kadar daktilo ile yazılıp, kağıt üzerinde kalemle
düzeltilir, son halini almış haber metinleri teleks aracılığıyla aboneye ulaştırılırdı. Kurum
içinde haber işleme sürecine hız kazandırmak için, işlemi tamamlanan haber metinleri
tahta silindir biçimindeki kutuların içine konur, üst kattan alt kata bir boru içinden atılırdı.
Haberler teleks servisinde on parmak daktilocular tarafından yazılıp aboneye ulaştırılırdı.
A.A’da 1985 yılından itibaren bilgisayarla haber yazma işleme ve iletme sistemlerine
geçiş süreci başlatılmıştır. Önceleri yurt dışından yazılım firmalarına siparişi verilen
sistemler daha sonra yerli yazılımlarla devam ettirilmiştir. A.A Teknik Daire Başkanı
İsmail Yılmaz (Emekli), A.A’nın haber yazılım sistemlerinin kurulum süreçleri hakkında
şu bilgileri vermiştir:
“AA’da ilk kurulan haber sistemi PC özelliğinde olmayan ve sadece klavye ve monitör
bağlantılı, merkezi bellekli ve merkezi işlemci özelliği olan basit yapılardı. Haber yazılımında
ortaya çıkan sorunlar İngiltere’deki firma ile bağlantı kurularak, uzaktan müdahale ile gideriliyordu.
Telekslerden sonra kurulan ilk sistem Imos idi (Thomson). Bunu İngilizler kurdu. Bu sistemi aynı
zamanda AP ve Reuters de kullanıyordu, A.A, 1986’dabu Dos sistemine geçti. 1 milyon dolar civarında
bir maliyeti oldu. Bunlara aptal bilgisayarlar diyorduk. Her bilgisayarın maliyeti 5800 dolar gibi yüksek
bir rakamdı, bu nedenle tüm yurtta fazla bilgisayarımız olmadı, 40-50 civarındaydı. Muhabir haberi
yazıyor, redaktöre gönderiyor, redaktör de okuyup yayına veriyordu. Yayınlanan haberler abonede
kurulu benzer bilgisayara ulaştırılıyordu. Daha sonra sistem widows’a dönüştürüldü. Böylece Merlin
adı verilen ve yine İngilizlerin hazırladığı bir haber yazılım sistemine geçtik, işler biraz daha kolaylaştı.
Bu yazılımın maliyeti ise 500 bin dolar civarında gerçekleşti. 1995’e kadar İngilizlerin yazılımını
kullandık daha sonra yerli yazılıma geçtik. Tabi bu arada PC’ler yaygınlaştı, toplama tabir edilen
bilgisayarları kendimiz yaptık ve bir kullanıcının hizmetine verilen PC’nin maliyeti 1000 dolar civarına
geriledi. Ayrıca ilk kurulan haber sistemlerine ait donanımlar koca bir salonu işgal ederken, sonraları
bir PC boyutuna indi. Eski haber sisteminde arşiv özelliği yoktu o nedenle her haberden çıktı alınarak
(print edilerek) saklanıyordu. Ayrıca fotoğraf editörlüğü ve iletimi başlarda AP’den alınan telefoto
sistemi ile yapılırken (bu sistem 1996’ya kadar sürdü) 1996’da yine AP’den alınan fotoğraf yazılımı
ile haberden ayrı olarak fotoğraf işleme yayın sistemi oluşturuldu. 1986’da bilgisayar sistemine geçildi
ama fotoğraf haberden ayrı işlenip iletiliyordu. Şimdi gelinen noktada entegrasyon tam sağlanmış,
haber yazılımlarında, haber editörlük işlemlerinde haber, fotoğraf, görüntü hepsi aynı çıktıda bir araya
getirilebilmiştir.”
1990’lı yıllardan itibaren A.A’da kademeli olarak PC bilgisayarlara geçildi ve
2000’li yıllardan sonra bir yandan yerli yazılımcılarla çalışıldı bir yandan ar-ge birimi
oluşturuldu. 2013 yılında A.A Haber Akış Sistemi (HAS) ile haber yazımı, editörlük
ve yayına yönelik haber hizmetleri yenilendi3 ve A.A HAS’ın açılışı gerçekleştirildi.4
Bugün medya sektöründe muhabir, haber, editör yazılım sistemleri oldukça
yaygınlaşmıştır. Gazi Haber Sistemi (GHS)
Amaç
Gazi Haber Sistemi (GHS) Projesi ile gazetecilikte eğitim amaçlı haber yazılım
sisteminin oluşturulması ve geliştirilmesi hedeflenmiştir. Yazılımdan, iletişim fakülteleri
ile medya organlarının eğitim süreçlerinde istifade etmesi amaçlanmıştır. Sistem,
gazeteciliğe yeni başlayanlar ve gazetecilik eğitimi alan öğrenciler tarafından kolayca
kullanılabilir özelliktedir. Gazetecilikte haber yazımına ilişkin farklı kurallar olmakla
3 http://www.aa.com.tr/tr/kurumsal-haberler/178594--anadolu-ajansi-quot-has-quot-ile-dunya-capinda-yayinyapacak
4 http://www.aa.com.tr/tr/tag/135759--ilk-haberi-arinc-yayina-verdi
Sayı 40 /Bahar 2015
333
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi
birlikte haber yazımındaki ana unsurlar değişmemektedir. Haberde değişmeyen ana
faktörler; başlık/başlıklar, spot, giriş, haber metni, mahreç, tarih, muhabir adı, fotoğrafı
ve haberi destekleyen fotoğraf, video, ses, grafik ve benzerleri unsurlardır. (Şahin:2102:
50-70) Gerçekleştirilen bu proje ile gazeteci adaylarının standart formatlar üzerinden bir
yandan haber yazmayı öğrenirken diğer yandan seri haber yazımını kolayca kavramaları
hedeflenmiştir.
Önem ve Kapsam
GHS ile gazeteci adayının basit, anlaşılır standart bir format üzerine kolayca
haber yazması ve haberin çoklu kullanıcılar tarafından, istenen formatta, pratik olarak
kullanımının sağlanması hedeflenmiştir. Projenin haber yazılımına (software) ve
haber yazmaya katkı sağlayacağı öngörülmüştür. Yeni yazılım yapmayı gerektiren
nedenler ve özellikleri şöyle sıralanabilir: Yeni yazılımla; eğitim sürecindeki gazeteci
adaylarına ve mesleğe yeni başlayanlara yol gösterici, hızlı, standart haber yazma
becerisinin geliştirilmesi sağlanacaktır. Eğitim amaçlı olarak düşünülen bu projede
öğrencinin ve mesleğe yeni başlayan gazeteci adayının haber yazmayı kolayca algılayıp
uygulamasına fırsat verilecektir. Proje sonucunda ortaya çıkan haber yazılım sistemi
ile Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin haber yazım, haber editörlük ve
haber arşivi altyapısı oluşturulmuştur. Proje, öğrenci muhabirlerin haber yazma pratiğini
geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle iletişim fakülteleri öğrencilerini hedef kitle
olarak belirlemiştir. Bu yazılım ile iletişim fakültesi öğrencileri, gazeteci adayları kolay,
hızlı ve eğitici yöntemlerle haber yazma becerisini sınayıp geliştirebileceklerdir.
GHS İçin Yapılan Çalışmalar ve Süreç
• Web ve e-posta adresleri alınmıştır. (gazihabersistemi.gazi.edu.tr veya ghs.gazi.
edu.tr)
• Logo çizimi ve tercihi yapılmıştır.
• Kod yazımı (yazılım) tamamlanmıştır.
• Yazılım teste tabi tutulmuştur: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü öğrencileri, bu altyapı üzerinden test amaçlı haber yazma ve yayınlama
hizmetlerini yerine getirmişlerdir. Test sürecinde ortaya çıkan sorunlar, yazılımda
tekrar ele alınıp çözülmüştür. Bu süreçte 32 kullanıcılı bir ağ oluşturulmuş, 173
adet haber işlemi yapılmış ve 126 haber yayını gerçekleştirilmiştir.
• İki ara rapor ve bir kesin rapor önceden belirlenen tarihlerde sunulmuş
ve onaylanmıştır: Projenin 1. Ara Raporu, Bilimsel Araştırma Projeleri
Komisyonu’nun 09.07.2014 tarih, 2014/06 Nolu toplantısında, 19 sıra numaralı
kararla uygun bulunmuştur. Projenin 2. Ara Raporu, Bilimsel Araştırma
Projeleri Komisyonu’nun 18.12.2014 tarih, 2014/09 Nolu toplantısında, 22. sıra
numaralı kararla uygun bulunmuştur. Projenin kesin raporu, 16.03.2015 tarihli
Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu toplantısında (2015/3) 10 sıra no ile
kabul edilmiştir.
334 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Muzaffer Şahin
• Haber yazılım programının girdileri gazetecilik temel unsurlarına göre
kurgulanmış, çıktıları ise yayımcılık standartlarına göre düzenlenmiş ve her iki
yönden uyumlu, senkron bir altyapı oluşturulmuştur.
Ara Yüzler
1.GHS Giriş Sayfası.
1a-Bilgi sayfaları.
2.Öğrenci-Muhabir girişi.
2a-Öğrenci-Muhabir haber yazımı için standart form.
2b-Yazılan haberin ön izlemesi.
2c-Fotoğraf ve video ekleme.
3.Editör-Redaktör girişi.
3a-Yayın işlemi sayfası.
3b-Red işlemi sayfası.
4.Haber Havuzu girişi.
5.Haber arama sayfası ve arama seçenekleri.
6.Sistem yönetimi.
GHS Yayıncılık İlkesi
GHS, Basın Meslek İlkeleri ve Gazi Üniversitesi Rektörlüğü kurumsal değerlerine
uymayı taahhüt eder.
GHS Künyesi
Sahibi: Gazi Üniversitesi Adına Rektör Prof. Dr. Süleyman BÜYÜKBERBER
Genel Yayın Yönetmeni: İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zakir AVŞAR
Proje ve Tasarım Koordinatörü: Yrd. Doç. Dr. Muzaffer ŞAHİN
Yayın Koordinatörü: Hülya AYDOĞAN
Yazılım ve Sistem Yönetimi: İbrahim AKŞİT
Copyright: Gazi Üniversitesi Rektörlüğü
İletişim: [email protected]
Sayı 40 /Bahar 2015
335
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi
Tanım ve Yetkiler
GHS Giriş
Gazi Haber Sistemi’ne (GHS) www.ghs.gazi.edu.tr adresinden ulaşılmaktadır. Ana
sayfada her kullanıcının erişebileceği bilgi ve tanımlara yer verilmiştir.
“GHS Nedir?” Başlığı altında sistem tanıtılmaktadır: (www.ghs.gazi.edu.tr)
“Gazi Haber Sistemi (GHS), Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrenci-muhabirlerinin
haber yazımı için geliştirilmiş bir sistemdir. Öğrenci-Muhabir, Editör ve Haber Havuzu olmak üzere
üç ayrı yetki girişi bulunan GHS’ye internet altyapısının bulunduğu her ortam ve her zaman dilimi
içinde erişilebilir. GHS’de haber yazımı için hazır bir format öğrenci-muhabirlere yol göstermekte ve
Özet Haber Yazım kılavuzu ile habercilik bilgileri kısaca hatırlatılmaktadır. Gazi Üniversitesi İletişim
Fakültesi gazetecilik ders programlarında öğrenciler için detaylı eğitim içerikleri mevcuttur.”
Yine her kullanıcının ilk sayfada şifresiz olarak erişebileceği “Haber Yazım
Kılavuzu” ile temel haber yazım kuralı özet olarak hatırlatılmaktadır: (www.ghs.gazi.
edu.tr)
“Öğrenci Muhabir İçin Özet Haber Yazım Kılavuzu:
Haber Yazım Kılavuzu, Gazi Haber Sistemi’ni (GHS) kullanarak haber yazacak öğrencimuhabirler için özetlenmiş bilgileri içerir. Bu kılavuzun amacı, haber yazımındaki bazı temel unsurları
hatırlatmak ve pratikteki haber yazma hızına erişmektir. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi gazetecilik
ders programlarında detaylı eğitim içerikleri mevcuttur.
336 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Muzaffer Şahin
Haber: Haber yeni, taze ve sıcak gelişmeleri içerir. Haber yazımında çoğunlukla, önemli
bilgiden önemsize doğru sıralamanın yapıldığı ters piramit kuralı uygulanır. Normal piramit, dörtgen,
konuşan haber kuralları da habercilikte kullanılmaktadır. Bu kılavuzda, yaygın kullanımından dolayı
ters piramit kuralı esas alınmıştır.
Haber için ilk hazırlıklar: Haber veya röportaj için gerekli bilgi ve malzemeleri toplayınız,
not tutunuz, ses kaydı yapınız, fotoğraf veya video çekiniz. Ses kayıt cihazındaki sesleri deşifre edip
ham metinleri bilgisayara kaydediniz, notlarınızı hazır bulundurunuz. Fotoğraf ve videoları bilgisayara
aktarınız, haberde kullanacağınız fotoğraf ve videoları seçip uygun formatlara getiriniz. Artık haber
yazmaya başlayabilirsiniz,
Öğrenci Muhabir bilgileri: Muhabir bilgilerini giriniz; muhabirin vesikalık pul fotoğrafını
ekleyip, adı ve soyadı ve e-posta adresini yazınız. Bu işlemi “kişiselleştirerek” sabitleyiniz.
Haber kategorisi: Haberin kategorisini seçiniz; yazacağınız haberin ana konusu hangi
kategori başlığını içeriyorsa onu tercih ediniz. Örneğin eğitim konulu bir haber yazıyorsanız “Eğitim”
kategorisini işaretleyiniz.
Haber Kategorileri: Eğitim, Bilim, Sağlık, Kültür-Sanat, Çevre, Spor, Ekonomi, GüvenlikYargı, Siyaset-Politika, Dış, Röportaj, Diğer (Boşluğa kategori yaz)
Haber dilinde zamana dikkat ediniz: Haber yazılırken çoğunlukla di’li geçmiş zaman
kullanılır. Programı, konusu önceden bilinen konular için gelecek zaman, devam eden konular için geniş
zaman kulanınız.
Başlık: Başlık, ilgi ve dikkat çekici bir üslupla yazılır, çok kısadır, haberin özü hakkında bilgi
verir, ana unsuru ortaya koyar, haber içeriğinden kopuk olmaz. Başlık, haberin ne hakkında yazıldığını
en uygun kelimelerle anlatır. Başlıklar, üst başlık ve alt başlık olarak da şekillendirilebilir; üst başlık
başlığı tamamlar, alt başlık detaylandırır. GHS’de başlık için en çok 50 karakter önerilmektedir. Zorunlu
bir nedeniniz yoksa bu sınırı aşmayınız.
Spot: Spot, başlıktan sonra haberin ana unsurunun özetlendiği yerdir. GHS’de en çok 100
karakter önerilir. Kısa haberlerde spot önerilmez.
Mahreç: Mahreç, haberin yazıldığı yerin adıdır. Haber hangi yerleşim yerinden yazılıyorsa
buranın adı belirtilir.
Kurum adı, kısaltılmış rumuzu: Muhabirin hizmet verdiği kurumun açık adı, kısaltılmış adı,
rumuzu veya inisiyalidir. Mahreçten hemen sonra kurum adı belirtilmelidir. Gazi Haber Sistemi’nde
GHS kullanılmaktadır.
Tarih: Haberin yazıldığı tarih sistem tarafından otomatik olarak atılmaktadır.
Haberin girişi: Haberin en kısa özetinin derli toplu verildiği ilk paragraftır. 5N (Ne, nerede,
ne zaman, neden, nasıl) +1K (Kim) sorularına verilen cevaplarda en çarpıcı unsurlar giriş paragrafında
özetlenir. Çeşitli giriş türleri vardır. GHS’de 250 karakterli giriş önerilir.
İkinci paragrafa başlarken özel bir neden yoksa haber kaynağını belirtiniz. Burada haberin
girişinden sonra biraz daha ayrıntılı özet yapınız.
Haberin gövdesi: Haberin gövde metni başlık, spot ve girişteki bilgilerin genişletilmesi ile
yazılır. Gövdede, 5N+1K sorularına verilen cevapları kullanarak önemli bilgiden önemsize doğru
sıralama yapınız. Cümle ve paragrafları mümkün olduğunca kısa tutunuz. Haberin gövde metni uzunsa
birkaç sözcükle ara başlık yazınız.
Haberin arka planı ve geçmişle bağlantılı bir süreci varsa, gövde metnini sonuna ekleyebilirsiniz.
Habere fotoğraf ekleyiniz: Haberi destekleyen fotoğraf çektiyseniz çok kısa fotoğraf altı metni
ile birlikte habere ekleyiniz.
Habere video ekleyiniz: Haberi destekleyen video çektiyseniz çok kısa video metni ile birlikte
habere ekleyiniz. GHS’de video MP4 formatında yüklenebilir ve ortalama 15-20 saniye süreli olması
önerilir.
Sayı 40 /Bahar 2015
337
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi
Haberiniz bitti kontrol ediniz:
Haberinizi okuyunuz, yanlışları düzeltiniz.
Haberinizin anlaşılırlığını kontrol ediniz.
Haber metninde gereksiz ifadeler varsa çıkarınız.
Cümleler arasında uyumsuzluk varsa gideriniz.
Cümlelerinizi sadeleştiriniz.
İmla kurallarını, noktalama işaretlerini kontrol ediniz.
Haberinizi gönderebilirsiniz: Haberinizi, okunmak üzere editöre gönderebilirsiniz. Editör,
haberinizde eksik bulur veya düzeltme isterse iade eder, onaylarsa haber havuzuna gönderir. Sistem
sonuçtan sizi haberdar edecektir.”
Öğrenci Muhabir Girişi ve Yetki
Öğrenci Muhabir Giriş Ekranı’na kullanıcı adı ve şifresi ile geçilebilmektedir.
Öğrenci ekranına dahil olmak isteyen kullanıcılar editörler tarafından sisteme eklenmekte
ve böylece kullanım yetkisini alabilmektedirler. Her kullanıcı sisteme dahil olduktan
sonra profilini oluşturmaktadır. Böylece haber yazan kişinin kimliği ve iletişim bilgileri
editörler ve diğer kullanıcılar tarafından görülmektedir. Öğrenci Muhabirler; haber
yazma, ön izleme ve düzeltme yapma, fotoğraf ve video ekleme, editörünü seçip haberini
iletme yetkileri ile donatılmıştır.
338 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Muzaffer Şahin
Haber Yazma
Haber, hazır format üzerine, yönlendirici bilgiler ışığında, açılır kapanır soru
kutucukları pop-up’lar eşliğinde daha seri olarak yazılabilmektedir.
Haber Önizleme
Sayı 40 /Bahar 2015
339
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi
Muhabir form üzerine yazdığı haberi kaydettikten sonra “Haber Önizleme”
seçeneğine yöneldiğinde yazdığı haberi bütün olarak görüp, eklediği fotoğraf ve videoyu
son haliyle izleyebilmektedir. Bu inceleme sonucunda düzeltme yapmak istediği noktaları
düzeltme sayfası ile yeniden işleyip kaydedebilmektedir. Kullanıcı, “Haber Listesi”
kutucuğuna girdiğinde ise daha önce editörüne ilettiği haberlerin hangi aşamada olduğunu;
yayında mı, red mi yoksa beklemede mi olduğunu takip edebilmektedir. Öğrenci Muhabir
ayrıca yayınlanan haberlerin yer aldığı “Haber Havuzu” listesine giriş yapıp, buradaki
haberleri okuyup indirebilmekte, ancak üzerinde herhangi bir işlem yapamamaktadır.
Kullanıcının yarım saat boyunca işlem yapmamamsı halinde sistem otomatik olarak
kapanmaktadır.
Editör Girişi ve Yetki
Editör, kullanıcı adı ve şifresi ile sisteme giriş yapabilmektedir. Editör, Öğrenci
Muhabir yetkilerin tamamına sahip olduğu gibi ek yetkilerle de donatılmıştır. Editör,
kendi sayfasında Gelen Haber, Reddedilen Haber ve Yayınlanan Haber olmak üzere üç
ilave işlem yetkisi ile donatılmıştır.
340 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Muzaffer Şahin
Editör İşlemleri
Editör işlem sayfasında kendi editöryasına bağlı olarak çalışan, kendisinin sisteme
dahil ettiği Öğrenci Muhabir listesi üzerinde ekleme, çıkarma, aktif-pasif pozisyona
çevirme yetkilerine sahiptir. Editörün ayrıca “Haber Havuzu”ndaki haberleri izleme ve
kendisinin bu sayfada yayınladığı haberleri geri çekme, düzeltme işlemi yapma yetkisi de
vardır. Editör, Örenci Muhabirden gelen haberi inceleyip gerekli gördüğü düzeltmelerin
ardından yayınlayabilir. Editör, eksik veya yanlış bir haber okuduğunda gerekçelerini
belirterek iade edebilir. Editör, red işlemi yaparken ekranda oluşan red formunu doldurup
gördüğü eksikleri veya hataları Öğrenci Muhabire iletmektedir. Bu noktada Öğrenci
Muhabir için yeniden bir eğitim süreci devreye girmektedir.
Haber Havuzu Girişi ve Yetki
Sayı 40 /Bahar 2015
341
Muhabir, Haber, Editör, Arşiv ve Arama Özelliğiyle Gazi̇ Haber Si̇ stemi
“Haber Havuzu”na kullanıcı adı ve şifre ile girilmektedir. Haber Havuzu GHS’de
yayınlanan tüm haberlerin toplandığı bir sayfadır.
Havuzda Haber Listesi
Editörler tarafından okunan ve yayınlanan haberler bu sayfaya otomatik tarih ve sıra
numarası ile dahil olmaktadır. Haber Havuzu’nda haberlerin görsel unsuru olup olmadığı
bilgisi endekste görülmektedir. Haber Havuzu’nu kullananlar listeden diledikleri haberin
metnini, fotoğrafını veya görüntüsünü indirebilirler. Bu sayfanın kullanıcıları indirme
yetkileri dışında sayfa içinde herhangi bir işlem yapma yetkisi yoktur. Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde Öğrenci Muhabirlerin ürettiği özgün haberlerin her profesyonel
mecrada kullanımına fırsat verilmesi arzu edilmiş ve tasarım buna göre oluşturulmuştur.
Bu nedenle Haber Havuzu tasarlanırken sistemin kullanıcısı olarak gazete, dergi, radyo
televizyon, dijital medya, haber ajansları ile kurum ve kuruluşlar öngörülmüştür. Okul
bünyesinde faaliyet gösteren gazete, dergi, radyo, televizyon, internet birimleri ise zaten
asli kullanıcılardır. Haber Havuzu aynı zamanda haberlerin arşivlendiği bir sayfadır.
Arama Sayfası
342 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Muzaffer Şahin
“Haber Arama” sayfasında; kategoriye, başlığa, muhabir adına, editör adına, haber
tarihine göre aramanın yanı sıra kriter dışı arama imkanı sunulmuştur.
Sonuç
Gazi Haber Sistemi (GHS) Haber yazma, redaksiyona tabi tutma ve editörlük
işlemleri yapma; haber yayınlama, haber reddetme, arama yapma ve benzeri vasıflarıyla
öğrenci muhabir ve mesleğe yeni başlayan gazeteci adayı için tasarlanmış olup, geri
besleme süreci ile eğitimde devamlılığa fırsat tanımıştır. GHS, Gazi Üniversitesi İletişim
Fakültesi bünyesinde tasarlanmış ve BAP desteği ile hazırlanmış bir projedir. Halen
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Ajans Gazi İletişim ve Gazete Gazi muhabir ve
editörleri tarafından kullanılmaktadır. Test ve test sonrası kabul aşamasından itibaren 3,5
aylık süreç içinde GHS üzerinden işlem yapılan haber sayısı 219, yayınlanan haber sayısı
181 olarak gerçekleşmiştir. Nisan 2015 aktif kullanıcı sayısı 43’tür. Etkin ve verimli
bir kullanım gözlenmektedir. Bu ve benzeri yazılımların diğer iletişim fakültelerinde
kullanılması olumlu sonuçlar alınmasına fırsat verecektir.
Kaynaklar
Alemdar, Korkmaz ve Uzun, Ruhdan, (2013). Herkes İçin Gazetecilik, Ankara:
Tanyeri Kitap
Doğan, Serdar, (2010). 90. Yılında Anadolu Ajansı, Ankara: AA Yayınları No:11
Girgin, Atilla, (2002). Uluslararası İletişim-Haber Ajansları, İstanbul: Der Yayınları
Şahin, Muzaffer, (2012). Ajans Gazeteciliği ve Haber Ajansları, Ankara, Pelikan
Yayınları
Yılmaz, İsmail, A.A Teknik Daire Başkanı (Emekli) 02 Nisan 2015 tarihinde
gerçekleştirilen görüşme
İnternet Kaynakları:
A.A-HAS,(2013),
donem-basliyor]
[http://www.aa.com.tr/tr/tag/184942--haber-yayininda-yeni-
http://haberyazilimi.com/urunler/genel-ozellikler.html, Erişim tarihi: 02.04.2015
https://www.cmbilisim.com/haber-portali-20s.htm, Erişim tarihi: 30.03.2015
http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/gazetecilik-silikon-vadisine-karsiinisiyatifi-eline-almali,10830, Erişim traihi: 31.03.2015
http://www.aa.com.tr/tr/kurumsal-haberler/178594--anadolu-ajansi-quot-has-quotile-dunya-capinda-yayin-yapacak, Erişim tarihi: 14.05.2013
http://www.aa.com.tr/tr/tag/135759--ilk-haberi-arinc-yayina-verdi, Erişim tarihi
21.02.2013.
Sayı 40 /Bahar 2015
343
İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 40 / Bahar 2015
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Süreli Elektronik Dergi
Copyright - 2015 Bütün Hakları Saklıdır
E-ISSN: 2147-4524
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci
Görüşleri*
Opınıons of Instructors and Students on Graphical Design Educational Programs
Osman ÇAYDERE, Öğr. Gör. Dr., Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, [email protected]
Anahtar Kelimeler:
Öz
Bu araştırmada, grafik tasarım alanında eğitim gören öğrencilerin ve eğitim veren
Grafik Tasarım,
Disiplinlerarası Tasarım, öğretim elemanlarının, “grafik tasarım” ve “grafik tasarım programlarına ilişkin öğretim
elemanları ve öğrenci görüşleri”, grafik tasarımın boyutları hakkındaki düşünceleri ile
Tasarım.
ilgili durumu ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu çalışmanın, grafik tasarımın uygulama
alanları hakkındaki farkındalığın artırılması yoluyla Türkiye’de alanda eğitim veren
öğretim elemanlarına program ve ders içeriği açısından katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Araştırmada hem nicel hem de nitel araştırma türünde, betimsel araştırma yöntemi ve
tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmada grafik tasarım eğitiminde iki boyutlu ve üç
boyutlu tasarımın birbirinden ayrılmaz iki unsur olduğu ve eğitimcilerin mutlaka üç boyutlu
tasarım uygulamaları yapması konusunun önem teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca
grafik tasarım eğitimi alan öğrencilerin; ulusal kültür, evrensel kültür, sanat tarihi, mitoloji,
felsefe, psikoloji alanlarında bilgi sahibi olması sağlanmalıdır.
Keywords:
Graphic Design,
İnterdisciplinary Design,
Design.
Abstract
This study aims to present the opinions of the students, who are under graphical
design educational programs, and of the instructors, who teach of such programs, on the
aspects of “graphical design” and “opinions of such instructors and students on graphical
design educational programs”. By means of increasing the awareness on implementation
fields of graphical design, it is considered that this study will contribute to those instructors
teaching on the field in Turkey in terms of curriculum and course contents. In this study, a
descriptive research method and survey model is used as both quantitative and qualitative
research types. In this study, it has concluded that two- and three-dimensional designs are
two indissociable elements in graphical design education and that instructors are important
to certainly conduct three dimensional design implementations. Furthermore, the students
receiving education on graphical design should be provided with knowledge on the fields
of national culture, universal culture, art history, mythology, philosophy, and psychology.
*: Makale Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsünde yapılan, aynı isimli doktora tezinden üretilmiştir.
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri
Giriş
Bütün canlılar gibi insanın da hayatta kalabilmek için çeşitli ihtiyaçları vardır. İnsan;
varoluşundan beri bu ihtiyaçlarını karşılayabilmek için aklı ile çeşitli yöntemler geliştirerek
fiziksel eksikliğini de kapatarak, canlıların en güçlüsü haline gelmiştir. Yaşayabilmek için
en temelde yemek, barınma, korunma, giyinme gibi ihtiyaçlarını karşılamış ve üretim
faaliyetlerinde bulunarak diğer canlılardan ayrılmıştır. Bu süreçte, hem güçlü canlıları
alt edebilecek aletler, hem üretimi arttıracak araç gereçler tasarlamış ve bu birikimlerini
de diğer nesillere aktarmak için iletişim çabalarına girişmiştir. Bu bağlamda tasarım için
ihtiyaçtan üretime bir süreçtir denilebilir. İhtiyaç; hayatı kolaylaştırma, iş görebilme
sebepli olabileceği gibi duygusal bir dışavurum sebebine de dayanabilir.
Tasarım, dünyaya bakışımızı yöneten değişen temalara cevap verir ve buda,
Modernizm, Post-modernizm ve Dekonstrüktivizm gibi akımlarda ortaya çıkar. Bu akımlar
grafik tasarımın, yeni yaratıcı olasılık kapılarını açan ve tasarım zorluklarını karşılayan
yeni araçlar sunan, yaratıcı bir disiplin olarak gelişmesi ve evrimini şekillendirmeye
yardımcı olur (Ambrose ve Harris, 2009, s.24).
Tasarımın; bir model, kalıp ya da süsleme yapmaktan öte, kendi içinde bir yapıya
ve bu yapı arkasında bir planlamaya sahip olan bütün sanatların temelinde yeralan bir
olgu olduğu söylenebilir. Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili
her türlü faaliyeti içine alır. Başka bir deyimle; tasarım belirli bir amaç gözeten yaratıcı
bir eylemdir (Becer, 2008, s.32).
Tasarımın ne halde olacağı, hangi ihtiyaca cevap vereceği, hangi probleme çözüm
üreteceği, uygulama öncesi zihinde yaşadığı süreçte kurgulanabileceği söylenebilir.
“Zihinde tasarlanmış ve tam kesinliği olmamış bir durumda bulunan tasarım, kağıt
üzerinde ifade edilirken ilk anda kesin ve mükemmel şeklini alması beklenemez. Tüm
tasarım çözümlemeleri, problem çözme yöntemine dayanır. Yöntemin aslı, sorun ve
gerekliliğin ne olduğunu belirleyip çözüm önermektir” (Gence ve Orhon, 2006, s.14).
Tasarım anlam olarak çok geniş bir alanı kapsadığı söylenebilir. İletişimde,
felsefede, edebiyatta, sanatın bütün dallarında, mühendislikte, kısacası insanın soyut ve
somut bütün ihtiyaçlarına çözüm üreten alanlarda tasarım vardır. Bu denli geniş bir alanı
kapsayan tasarım kavramını temel olarak iki başlık altında, 2 boyutlu tasarımlar ve 3
boyutlu tasarımlar olarak toplayabiliriz.
Grafik tasarım, birçok sahayı içine alan yaratıcı bir görsel sanat disiplinidir. Sanat
yönetimi, tipografi, sayfa düzeni, bilgi teknolojisi ve diğer yaratıcı yönleri içerebilir. Bu
çeşitlilik, tasarımcıların içinde uzmanlaştıkları ve odaklanabildikleri tasarım uygulaması
için parçalı bir manzara olduğu anlamına gelir (Ambrose ve Harris, 2009, s.12).
Bir mesajı en yalın haliyle verme arayışından iki boyutlu tasarımların doğduğu
söylenebilir. Ayrıca mesajın güçlü bir iletişim aracı haline getirilme çabası sonucunda
görsel ögelerin de kullanılması ile grafik tasarımının meydana geldiği söylenebilir.
Becer’e (2008, s.33) göre ; “Grafik tasarım, görsel bir iletişim sanatıdır. Birinci
işlevi de, bir mesaj iletmek ya da bir ürün ya da hizmeti tanıtmaktır. Grafik tasarım terimi
345 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Osman ÇAYDERE
ilk kez 20. yüzyılın ilk yarısında metal kalıplara yazılan ve çizilen ve daha sonra da
çoğaltılmak üzere basılan görsel malzemeler için kullanılmıştır.
Maden (2009, s.19) grafik tasarımı; “Batı ülkelerinde, yeni üretim biçimlerinin
doğması ve birey-toplum ilişkilerinin git gide karmaşıklaşması sonucu ortaya çıkmış
bir anlatım yolu. Etkileyici bir dil. Yapımcısından, çağdaş yaşamın gerilimine, çok
renkliliğine uygun bir duyarlılık, bir yaratma gücü bekliyor. Her türlü tüketim ürününün,
her türlü toplumsal olayların geniş yığınlara tanıtılması, duyurulması amacına yönelik.
Bu işlemi gerçekleştirirken plastik sanatların ortak amaç ve ilkelerinden yararlanıyor.
Bir üstyapı ürünü; ama toplumun bütün katlarında plastik sanatlardan daha dolaysız bir
yayılma, etkileme gücünde” olarak tanımlamıştır.
Tasarımda kullanılan elemanların seçimi, tasarım dilinin güçlenmesinde etkili
bir unsur olabilir. Görsellerin yaratıcı bir tarzda seçilmesi ve tasarlanması, izleyicinin
ilgisinin tasarıma çekilmesini sağlayabilir. Özellikle çocuklara yönelik çalışmalarda
yaratıcı elemanların kullanılması çocukların yaratıcı düşünme yetisini kazanmalarına
sağlayacağı katkı açısından önemli olduğu düşünülebilir.
Bir grafik tasarım ürünü, izleyicisine mesajını iletebildiği ölçüde başarılıdır. İnsan
gözü etrafında gördüğü şeyleri bir bütün olarak algılamaktadır. Grafik tasarımcısının
izleyici ile sağlıklı bir iletişim kurması ve mesajını başarı ile iletilebilmesi için tasarımında
görsel bütünlük oluşturması gerekmektedir. İzleyicinin tasarım ürünü üzerinde uzun
süreli kalması tasarımın etkisi açısından önemlidir. İzleyici bir mesajda daima bütünlük
aramakta; aksi halde tasarıma olan ilgisini kaybetmektedir. Gestalt Psikologlarının
yaptığı görme ve görsel algılama ile ilgili çalışmaların sonucunda oluşturulan Gestalt
teorisine göre bütün, sadece o nesneyi oluşturan parçaların toplamı olarak tanımlanamaz.
Bu durumda parçaların tek başlarına sahip oldukları özelliklerin bütüne olan katkıları
önem kazanmaktadır (Yücebaş, 2006, s.186).
Üç boyutlu tasarımlar ise, estetik kaygılarla oluşturulmuş sanat eserleri olabileceği
gibi, günlük hayattaki bir takım ihtiyaçları karşılamak amacıyla ortaya konulan ürünler
olabilmektedir. Hayatı kolaylaştıracak, yaşam kalitesini arttıracak ürünlerin ve mekanların
tasarlanması, üretim sürecindeki niteliği ve niceliği arttırmaya yönelik tasarımlar bu
grupta ele alınabilir. Bu çerçeveden bakıldığında ilk insanların mağara duvarlarına yaptığı
resimleri iki boyutlu tasarımların temeli olarak değerlendirilebilir. Yine icadı ile insanlığa
yön veren tekerlek de üç boyutlu bir tasarım ürünü olarak değerlendirilebilir.
Tasarım sürecinin önemli bölümü yaratıcı, pratik veya ekonomik engelleri aşmayla
ilgilenir. Sorun çözme, çeşitli tasarım unsurlarıyla çalışmayı gerektirir ve sadece, sorunun
ne olduğu konusunda varsayımlarda bulunmak yeterli değildir (Ambrose ve Harris, 2009,
s.79).
Tasarım kavramı tarihsel süreçte ele alındığında; Sanayi Devrimi’nden sonra sanatta,
mimaride, edebiyatta arayışlar, yenilikçi yaklaşımlar büyük bir hız kazandığı görülebilir.
Özellikle tasarımda yenilikçi yaklaşımlar farklı eserler ortaya çıkartması açısından önemli
bir hal aldığı söylenebilir. Temel ihtiyaçları karşılanan insanlık yaşam alanlarında daha
estetik objeler arar olduğu bilinmektedir. Bu gelişmeler sonucunda endüstriyel tasarımın
doğduğu söylenebilir..
Sayı 40 /Bahar 2015
346
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri
Sanayi Devrimi’ne kadar icat edilen bütün araç gereçler, bir ihtiyacı karşılıyordu.
İlk “teknolojik” aletler, örneğin mikroskop, teleskop, termometre için özel bir estetik
gerekmiyordu. Bunlar tamamen fonksiyonel amaçlıydılar. 1698’de ilk kez buhar makinesi
(Newcomen) yapıldığında da durum aynıydı. Amaç, buhar gücüyle enerji elde etmekten
ibaretti. Önce Nicolas Cugnot ve sonra Richard Trevithick, buhar gücüyle yürüyen
aracı icat ettiklerinde de yine ortada her hangi bir estetik kaygı yoktu. Estetik kaygılar
ve “tasarım,” sanayinin değil, güzel sanatların sorunuydu. Ta ki, İngiliz Christopher
Dresser (1834-1904) ilk kez bir çaydanlığı “tasarlayarak” seri üretime geçene kadar. O
güne kadar kimse, çaydanlığı daha “güzel” ve estetik yapmayı düşünmemişti. Dresser
bu nedenle, çağdaş anlamda ilk endüstriyel tasarımcı olarak kabul edilir. Yine Sanayi
Devrimi isimlerinden Fransız Michael Thonet (1796-1871) de bugün hala kullanılan ünlü
iskemlesini estetik kaygılarla tasarlamış ve “alelade” bir iskemleyi bir sanat eseri gibi
yeniden tanımlamıştı. Yaptığı işi o güne kadar kimse düşünmemişti: İskemlenin ayağı
ve sırtındaki çubukları buharda yumuşatmayı akıl etti. Kalıba koyarak yuvarlak şekiller
verdi (Hobsbawm, 1998, s.38).
Avrupa sanayileşme sürecini yaşarken bu sürece bağlı olarak tasarım konusunda da
önemli gelişmeler yaşıyordu. Aynı dönemde Anadolu’da daha kapalı bir yapı hakimdi.
Loncaların da büyük etkisiyle sanayileşmenin Anadolu topraklarına girmesi bir hayli
geciktirildi. Bu sebeplerden; Avrupa ile Anadolu arasındaki fark oldukça açıldı. Ancak
Anadolu’da özellikle tekstil ve dokumacılık alanlarında söz sahibi önemli merkezler
vardı. Tekstil ve dokumacılık alanında tasarımlar yapılıyordu (Sezgin, 2011, s.46).
Üç boyutlu tasarım anlamında Anadolu’da yenilikçi sayılabilecek önemli örneklerin
özellikle silah ve savaş mühimmatı konusunda olduğu, bu alanda başarılı tasarımların
yapıldığı ve üretime konulduğu görülebilir.
Matbaanın Anadolu’ya çok geç gelmesini, Anadolu’da grafik tasarımın
gelişimindeki gecikmenin sebebi olarak söyleyebiliriz. Ancak geleneksel el sanatlarından
hat, tezhip, minyatür alanlarında grafik tasarıma temel oluşturacak nitelikte çalışmaların
varlığından sözedelebilir.
Osmanlı Devleti’nde, özellikle azınlıkları oluşturan Musevi, Ermeni ve Rumların
kendi dini eserlerini matbaa tekniği kullanarak bastıkları bilinmektedir. Kanuni Sultan
Süleyman döneminde sarayda kurulan Enderun Mektebinde sanat konularına da özel
ağırlık verilmiş, İran, Özbekistan ve batıdan getirilen sanatçılar burada öğretmenlik
yapmışlardır. Kitap resimleme, sayfa tasarımı konularıdaki çalışmalara bu okulda önem
verilmiştir. Kanuni döneminde ünlü minyatür sanatçısı Matrakçı Nasuh, Anadolu’nun bir
çok şehrinin kuşbakışı resimlerini yapmıştır (Tepecik, 2002, s.21).
Sanat eserlerinin ortaya konulmasında duyguların, coşkuların, mutlulukların rolü
elbette çok büyüktür. Tasarım ve tasarım uygulamalarında ise ihtiyaçlar ön plandadır.
İhtiyaçtan kaynaklanan ürün, malzeme tasarımlarının, duyguların bezemesiyle sanatsal
bir form aldığı söylenebilir.
Çoğu tasarım, öğrenilmiş sembolik anlamların karışımı, deneyimlerimizden
anladığımız imgeler ve tasarım unsurlarını birbirine bağlayan, bileşenler arasındaki
347 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Osman ÇAYDERE
ilişkileri görsel olarak kuran tasarımlar olarak düşünülebilir. Kolaylıkla kavranılan ögeler
yoluyla ilişkileri ifade ederek bir tasarım görsel olarak etkin hale getirilebilir (Ware, 2008,
s.58).
Günümüzde iki boyutlu tasarımlarla üç boyutlu tasarımların bir çok alanda iç
içe kullanılıyor olması grafik tasarım eğitimi alan öğrencilerin üç boyutlu tasarımlar
konusunda bilgi ve beceri sahibi olmasını gerektirdiği sonucunu ortaya koyabilir.
Bu bağlamda; güzel sanatların grafik tasarım alanında eğitim alan öğrencilerin
tasarıma bakış açılarının sadece kağıt üzerinde olduğu ve yaratıcı bakışı başka boyutlarda
göremedikleri düşüncesi ile böyle bir çalışmanın yapılmasına gerek duyulmuştur.
Araştırmada “Grafik tasarım konusunda eğitim alan öğrenciler ve eğitim veren öğretim
elemanlarının tasarıma dair görüşleri nelerdir?” problemine cevap aranmıştır.
Araştırmanın Amacı
Bu araştırmada, grafik tasarım dersine yönelik öğretim elemanı ve öğrenci görüşlerini
ortaya koymak amaçlanmıştır. Yine araştırmada, öğrenciler için mevcut grafik derslerinde
yaptırılan uygulamaların yanısıra ders programında yer almayan uygulamalar hakkındaki
durumun tespiti amaçlanmıştır. Bu araştırma ile Türkiye’de, alanda eğitim veren öğretim
elemanlarına program ve ders içeriği açısından katkı sağlanacağı düşünülmektedir.
Araştırmanın Önemi
Günümüzde her alanda olduğu gibi, grafik tasarım alanında da sürekli bir değişim
ve gelişim yaşanmaktadır. Teknolojinin hızla geliştiği günümüzde, içinde bulunduğumuz
şartlara uyum sağlayabilmemiz eğitim ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle araştırmada
grafik tasarım eğitimi alan öğrencilerin eğitimlerine yönelik görüş ve beklentileri
belirlenmeye çalışılmış, bu dersleri veren öğretim elemanlarından grafik tasarımdaki
gelişmelere yönelik görüşleri alınmış, öğrencilerin çağdaş tasarım alanları hakkındaki
farkındalıklarına katkıda bulunmak hedeflenmiştir.
Sınırlılık
Bu araştırma, Ankara ilindeki Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar
Eğitimi Bölümü Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Başkent Üniversitesi Güzel
Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel
Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi ve Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım
ve Mimarlık Fakültesi’nde grafik tasarım alanında görev yapan öğretim elemanları ile
yapılan görüşmeler ve Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi
Bölümü Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı’nda grafik öğrenimi gören öğrencilerle yapılan
anketlerle sınırlıdır.
İlgili Araştırmalar
Öktem (2012) tarafından yapılan “Grafik tasarım dersi alan öğrencilerin, grafik
tasarım ve bilgilendirme tasarımı hakkındaki görüşlerinin incelenmesi” konulu yüksek
Sayı 40 /Bahar 2015
348
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri
lisans tezinde grafik tasarım hakkında geniş kapsamlı bir bilgi verilmiş, ardından
bilgilendirme tasarımı hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. İki alan hakkında da ayrıntılı
örnekler verilerek anlaşılırlığı sağlanmıştır. Araştırmada söz konusu bu iki alanın birbiriyle
olan ilişkisi, öğrencilerin bilgi düzeyleri üzerinden yorumlama yoluna gidilmiş, bu amaçla
üniversitelerin ilgili bölümlerinde grafik tasarım dersi alan öğrencilere anket uygulanmış,
verilen cevaplar değerlendirilerek iki alan ilişkisi ortaya konmaya çalışılmıştır.
Çetinkaya (2011) tarafında yapılan “Tasarım ve kavram ilişkisinin iç mimarlık
temel tasarım eğitimi kapsamındaki yeri: Farklı iki üniversite örneği üzerinden temel
tasarım eğitimi üzerine bir araştırma” konulu yüksek lisans tezinde, tasarım disiplinlerinden
özellikle iç mimarlık disiplini temel tasarım eğitimi üzerinde durulmuştur ve Temel tasarım
kavramı, bu disiplinle ilişkilendirilmiştir. Bu çalışma kapsamında; iç mimarlık temel
tasarım eğitimi üzerinde temel tasarım kavramının etkisi sorgulanmıştır. Temel tasarım
kavramının analizi yapılmış, temel tasarımın tanımı, kavram ile olan ilişkisi, kavramsal
tasarımın anlamı araştırılmıştır. Bu bağlamda iç mimarlık temel tasarım eğitiminin ortamı
ve temel tasarım kavramının bu eğitimdeki yeri değerlendirilmiştir. Bu çalışmada amaç,
temel tasarım kavramının tanımının doğru yapılabilmesi bu kavramın kendi elemanları ve
prensipleri ile birlikte ilişkilendirilerek doğru değerlendirilebilmesi, tasarım aşamalarının
bir kavram ışığında kurgulandığı takdirde niteliğindeki farklılıklarının izlenebilmesi ve
iç mimarlık temel tasarım eğitiminde doğru düşünme, fikir üretme, kavram oluşturmanın
tasarımın gücünü belirlemedeki etkisi sorgulanmıştır. Ayrıca araştırmada iç mimarlık
disiplini temel tasarım eğitiminde, tanımı kapsamlı bir şekilde yapılmış olan temel tasarım
kavramı ve kavramsal tasarımın yerinin net bir şekilde görülebilmesi amaçlanmıştır.
Tepecik ‘in (1994) “Grafik tasarlama ilkelerine dayalı tasarım yöntem ve teknikleri”
başlıklı doktora tezinde, kaynak araç gereçler kullanım amaç ve esaslarına göre sıralanmış
ve tasarım tekniklerindeki özelliklerinden söz edilmiştir. Elde edilen bilgiler ve gözlemler
ışığında tasarlama fonksiyonları, sanat ve tasarım felsefesi ilkelerine dayandırılarak
ortaya konulmaya çalışılmıştır. Araştırmada, grafik tasarım tekniklerinin çokluğu göz
önüne alınarak bir sınırlamaya gidilmesi söz konusu olduğundan, sadece “amblem”,
“piktogram”, “afiş”, “tabela” yöntem ve tekniklerin tarihsel önemi, gerekliliği, tasarımda
aranılan özellikleri dikkat çekicilik, sadelik endüstriyel ve ekonomik estetik açıdan ele
alınmıştır. Ayrıca tasarımın yöntemler açısından ele alınışında ise, yapılacak çalışmanın
hangi kimlikte ortaya çıkarıldığı ve üç temel öğe üzerinde durularak, kimliğin isim
açısından tasarımı, iş alanı açısından tasarımı, yer tarih yada şahıs açısından tasarımı
olarak belirlenerek detaylı biçimde yorumlanmıştır. Araştırmanın sonucu doğrultusunda
önerilere yer verilmiştir.
Karakuş (2011) tarafından “Başlangıç seviyesindeki öğretim tasarımcılarının öğretim
tasarımı süreci ve deneyimlerinin etkinlik kuramı çerçevesinde incelenmesi: bir öğretim
tasarımı dersinin durum çalışması” Doktora Tezinde, başlangıç düzeyindeki öğretim
tasarımcılarının bir öğretim tasarımı uygulamasındaki süreçleri ve deneyimlerini etkileyen
bağlamsal unsurları ortaya koymak amacıyla bir öğretimsel çoklu-ortam tasarım geliştirme
dersi incelenmiştir. Çalışmanın katılımcılarını Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri
Eğitimi bölümünde derse kayıtlı olan 47 üçüncü sınıf öğrencisi oluşturmaktadır. Ayrıca,
dersi önceki yıllarda almış 26 öğrenci, elde edilen sonuçların desteklenmesi amacıyla
349 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Osman ÇAYDERE
çalışmaya veri sağlamıştır. Derste, öğretimsel çoklu-ortam ürünleri geliştirilirken analiz,
tasarım, geliştirme, uygulama ve değerlendirmeyi (ADDIE yapısı) kapsayan bir öğretim
tasarımı çerçevesi izlenmiştir. Dersin proje danışmanlarından biri olan araştırmacının
rolü hedef kitle öğrenci ve öğretmenleri, takım arkadaşları, mezun öğrenciler ve konu
uzmanları ile etkili bir işbirliği içinde olmalarını sağlamak amacıyla düzenli bir şekilde
proje ekiplerini yönlendirmek olmuştur. Araştırmacı ve diğer proje danışmanları ek
olarak proje gruplarına projeleri için gereken yöntemsel ve teknik araçları sağlamışlardır.
Araştırmacı bu şekilde ortamın doğal bir parçası olmuştur. Veri toplamada nitel bir
yaklaşım kullanılmış ve bağlamsal unsurları ortaya koymada, bu unsurlar arasındaki
karşılıklı bağları bulmada ve sonuçların sunumunda Etkinlik Kuramı’ndan (Engeström,
1999) yararlanılmıştır. Sonuçlar başlangıç düzeyindeki öğretim tasarımcılarının beklenti
ve motivasyonlarının, takım çalışması becerilerinin, proje danışmanının ve hedef kitlenin
rolünün öğretim tasarım sürecini anlamada ve öğretim tasarımında yürütülen süreçlerin
kalitesi üzerinde etkileri olduğunu göstermektedir. Sonuçların başlangıç düzeyindeki
öğretim tasarımcılarının uygulama becerilerini güçlendirmek için öğretim tasarımı
derslerinin iyileştirilmesinde yararlı olacağı düşünülmektedir.
Tuna (2003)’nın “Sanat eğitimi bölümlerinde tasarım ilke ve elemanlarının
bilgisayar teknolojisi yardımı ile uygulanması” konulu Sanatta Yeterlilik tezinde,
üniversitelerin güzel sanatlar eğitimi bölümü resim-iş anabilim dallarında temel tasarım
dersi, tasarım ilke ve elemanları konularının bilgisayarla uygulanmasından ortaya
çıkacak ürünler üzerindeki etkisini belirlemek konu ile ile ilgilenenlere tasarım örnekleri
sunabilmek amaçlanmıştır. Araştırmada deneysel desnlerden son test kontrol grup deseni
kullanılmıştır. Araştırmanın sonucunda resim-iş eğitimi bölümlerinde özellikle birinci
sınıflarda uygun ortam ve yeterli ön eğitim verildiği taktirde temel tasarım dersi, tasarım
ilke elamanları konularında bilgisayar kullanımının öğrencinin başarı düzeyini artırdığı
görülmüştür ayrıca konu ile ilgili önerilerde bulunulmuştur.
Taneri (2013) tarafından hazırlanan “Mimarlık öğrencilerinin tasarıma dair algıları
ve bu algıların eğitim süresince dönüşümü” konulu yüksek lisans tezinde, mimarlık
öğrencilerinin tasarımı nasıl tarifledikleri araştırılmıştır. Araştırmada, lisans eğitimleri
boyunca birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar tasarıma dair algılarının nasıl değiştiği
konusuna odaklanılmıştır. Çalışma kapsamında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE)
ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nde bulunan mimarlık öğrencileri ile anket çalışması ve
takiben öğrencilerden oluşan odak gruplarıyla görüşmeler yapılmıştır. Çalışma sonucunda
problem çözümü olarak tasarım tarifi en çok tercih edilen tasarım tarifi olmuştur. Buna
sebep olarak ise tasarım stüdyosu pedagojisi öğrencilere lineer bir tasarım süreci sunması
öne sürülmektedir. Görüşmeler sonucunda öğrencilerin, tasarım sürecinin lineer bir süreç
olmadığının farkında oldukları halde uygulanan pedagoji yüzünden böyle bir tarifleme
yaptıkları sonucuna varılmış olup öğrencilerin tasarım eğitimi sürecinde başarılı olabilmek
için geliştirdikleri stratejik yaklaşımların, tasarım sürecinin doğası ile uygulanmakta olan
tasarım stüdyosu pedagojisi arasında var olan çelişkiden kaynaklandığı öne sürülmektedir.
Tavakkoli’nin (2014) “İç mimaride grafik tasarım” başlıklı yüksek lisans tezinde
iç mimaride nelerin önemli olduğu anlatılarak, iç mimaride grafik tasarımın önemini
vurgulamak amaçlanmıştır. İyi bir iç mekân grafik tasarımcının hem çok bilgili olması
Sayı 40 /Bahar 2015
350
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri
gerektiğinden hem de bilgisini kullanabilme adına çok yaratıcı bir kişilik olması
gerektiğinden, iki boyutlu veya üç boyutlu ögeleri ve diğer unsurları çok dengeli bir şekilde
görselleştirmesinden bahsedilmiştir. Ayrıca tasarım, temel tasarım, grafik tasarım, iç
mekan- grafik tasarımı aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Tasarım: Düşünmek ya da zihinde
biçimlemek, bir amaç için formüle etmek, yöntem bulmak, sistematik olarak planlamak,
amacı, hedefi, niyeti olmak, yüksek beceri gerektiren veya sanatsal bir konuda yaratmak,
bulmak, icat etmek. Temel Tasarım: Bir görsel çalışma oluşturulurken farkında olarak veya
olmayarak kompozisyon ve biçimlendirme araçlarından ve ilkelerinden yararlanılarak
yapılan tasarım çalışmalarıdır. Grafik Tasarım: Bir mesajı iletmek, bir görseli geliştirmek
veya bir düşünceyi görselleştirmek için metnin ve görsellerin algılanabilir ve görülebilir
bir düzlemde, iki boyutlu veya üç boyutlu olarak organize edilmesidir. İç Mekân-Grafik
Tasarım: İç mekân grafikleri kullanıldıkları mekânlara göre farklı özellikler kazandıran
ve bu tasarımları tasarlarken mekânın erişebilirliği, yüzeylerin odaklayıcılık duygusunu
artıran, seçme konusunda iletilmek istenilen mesajı veren, görselliği sağlayan öğelerdir
Yücel’in (2014) “Disiplinlerarası ilişkilerin grafik tasarımı eğitimi sürecine etkisi”
başlıklı doktora tezinde, grafik tasarım eğitimi veren fakültelere yönelik, reklam grafiği
tasarımı eğitimi sürecinde disiplinlerarası ilişkilerin öğrenci kazanımlarına katkısını
ortaya koymak amaçlanmıştır. Araştırma nitel araştırmada eylem araştırması yöntemiyle
düzenlenmiştir. Araştırmada, “reklam grafiği tasarımı eğitiminde” disiplinlerarası ilişkiler
üzerine, proje tabanlı bir uygulama ile tasarım süreçlerinin öğrenci kazanımlarına etkisi”
üzerinde durulmuştur. Araştırmanın uygulanması, T.C. Maltepe Üniversitesi İletişim
Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 3. Sınıf 15 odak öğrencisiyle, 2012-2013
öğretim yılı bahar dönenimde, Reklam Grafiği – Etkileşimli Çoklu Ortam Uygulamaları
– Reklam Fotoğrafçılığı dersleriyle eş zamanlı olarak 14 haftada gerçekleştirilmiştir.
Gerçekleştirilen eylem araştırmasında, öğrencilerin tasarımsal becerilerinin gelişimini
gösteren gözlemci raporları, döküman inceleme (uygulamada yapılacak olan grafik
tasarım ürünleri), video kayıtları, yarı-yapılandırılmış görüşme, öğretim elemanı görüşleri,
araştırmacı günlüğü ve öğrenci günlüklerinden yararlanılmıştır. Eylem araştırması olarak
desenlenen bu nitel çalışmada içerik analizinden yararlanılmıştır. Araştırma grubunda,
reklam grafiği tasarım süreçlerinde disiplinlerarası ilişkilerin öğrenci kazanımlarına
katkıda bulunduğu, daha donanımlı -çok disiplinli yetişen bireylerin piyasa koşullarında
arz-talep dengesinin sağlanmasında avantajlı olduğu, çok disiplinli ve donanımlı olarak
kendini yetiştiren tasarımcıların teknoloji ve modern çağın gereklerine uygun olarak bilgi
alternatiflerini zenginleştirmesi açısından verimli olacağı sonuçlarına ulaşılmıştır.
Andarood’un (2014) “İç mimarlık alanında görsel iletişim temelli grafik tasarım
çözümlemeleri” başlıklı yüksek lisans tezinin, birinci bölümünde iletişimin anlamı
ve kavramı incelenmiş, görsel iletişimin algısı irdelenip, görsel düşünce kavramı
tanımlanmıştır. ikinci bölümünde tasarım ve tasarım alanında yeni açılımlara yer verilmiş
ve tasarlamanın temelleri tartışılmıştır. Üçüncü bölümde grafik tasarımın mimarlık ve
çevre tasarımın etkisi ve yeni yaklaşımlar incelenmiştir, bu anlamda iç mekan tasarımında
grafik tasarımın örnekleri analiz edilmiştir. Dördüncü bölümde ise, tez çerçevesinde
seçilmiş olan restoran ve konut, iç mekan tasarımı ve grafik tasarım açısından analizler
gerçekleştirilmiştir. Bu tezin önceki bölümlerinde söz konusu edilen verilerin ışığında,
mekan ve grafik tasarımın yorumu daha netleştirilmiş ve konu bu veriler ile irdelenmiştir.
351 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Osman ÇAYDERE
Danışan’ın (2013). “Tasarım sürecinde, öğrencilerin yaratıcılığını etkileyen faktörler”
başlıklı yüksek lisans tezinde, Türkiye’deki Tasarım ve Güzel Sanatlar Fakültelerindeki
öğrencilerin yaratma sürecinde yaşadıkları sorunlar, öğretim görevlilerinin yöntemleri,
yaratıcılığın gelişim sürecine nasıl müdahale ettikleri ve öğrencilerin yaşadığı problemlere
yönelik çözüm önerilerinin ne olabileceği incelenmiştir. Araştırmada, kaynak tarama
yöntemi ile nitel yöntemlerden yararlanılmıştır. Bu kapsamda ilgili literatür taranmış ve
bu alanda eğitim alan öğrenciler ve eğitim veren öğretim görevlileriyle görüşme yapılmış
ve yorumlanmıştır. Araştırma iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; yaratıcılığın
tanımı ve yaratıcılığın evreleri, yaratıcılığın boyutları, yaratıcı ürün, yaratıcı çevre,
yaratıcı süreç, yaratıcı kişi alt başlıklarıyla, yaratıcılık ile zeka, cinsiyet, yaş, eğitim ve
teknoloji kavramlarının ilişkisi, yaratıcılığı etkileyen faktörler literatür bilgisi ışığında
bireysel, algısal, duygusal, örgütsel, toplumsal ve eğitsel engeller olarak sınıflandırılmıştır.
Sonrasında yaratıcı düşünme teknikleri ortaya konmuş ve beyin fırtınası, yaratıcı problem
çözme, örnek olay inceleme, görüş geliştirme ve kavram haritaları alt başlıklarında
incelenmiştir. İkinci bölümde araştırma sonunda elde edilen bulgular, nitel veri analizi
kapsamında görüş ve verilerin içerik analizi ile analiz edilerek tablolar halinde sunulup
açıklanmış ve bulgular genel olarak yorumlanıp, teori ve uygulamadaki önemi ile doğruluk
değeri tartışılmış, elde edilen sonuçlara göre öneriler sunulmuştur. Kaya (2000) ’nın “Matbaa teknolojisinde dizgi sistemleri kronolojisinin teknik
olarak incelenmesi” konulu yüksek lisans tezinde günümüze kadar uygulanmış olan
dizgi sistemleri kronolojik olarak incelenmiştir. Araştırmada öncelikle Orta Asya’da
yaşayan Uygur Türkleri ele alınmış ve Uygur Türklerinin klişe baskıyı geliştirdiğinden
bahsedilmiştir, ancak Klişe baskının keşfine rağmen bazı toplumların (Çin) yazı
sistemlerinin kendilerine has olması sebebi ile ayrı ayrı harf döküm sistemine geçilemediği
ve bu durumun da matbaanın Orta Asya’daki keşfini geciktirdiği anlatılmıştır. Kaya’nın
araştırmasında kağıt üretim teknolojisinin Asya’dan Avrupa’ya geçmesinden sonra
Gutenberg’in geliştirdiği hareketli harfler ve Latin harflerinin dizilmesindeki kolaylık
yoluyla basımcılığın Batıda hızla geliştiği, gelişen teknoloji ile dizgi sistemlerinin
değişimi, sıcak dizgi sistemi ve foto dizgi sistemlerinin kullanılması, günümüzde
bilgisayarın kullanımı ile masaüstü yayımcılık sisteminin geliştiği anlatılmıştır.
Çitci’nin (2009) “Görsel Kültür Elemanı Olarak 20. Yy’da Afişin Toplumsal
Süreçlere Etkisi” konulu yüksek lisans tezinde belli başlı tarihsel olaylar, ekonomik,
sosyolojik ve politik düşünce biçimlenmelerinin afişe yansımaları ve bu etkiler
bağlamında şekillenen afiş tasarımlarının topluma nasıl bir geri dönüt oluşturduğuna
ilişkin bir anlama hedeflenmiştir. Araştırmada görsel kültürü besleyen bir alan olarak
afiş tasarımları incelenerek yaşanan sosyal dönüşümlerin izlerinin takip edilebileceği
görülmüştür. Toplumsal süreçlerdeki değişimler afişlerde konu, dil, üslup ve üretim
teknikleri bakımından yansıdığı ortaya konmuştur. Afiş tasarım ilke ve elemanları, yazı
karakterleri, figürler ve hatta basım biçimi ve teknolojisi tarihsel süreçlerden etkilenerek
çağının özelliklerini taşıyarak, toplumların düşünsel, ekonomik, sosyolojik ve teknolojik
yapısına ışık tuttuğu açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca araştırmada afişin sadece bir mesaj
ya da kültür taşıyıcısı olmadığı, görsel kültür elemanı olarak afiş toplumsal süreçlere,
var olan toplumsal yapıları yeniden üreterek onların devamını sağlamasına yardımcı
olduğu gibi toplumsal düzeni eleştirerek onu değiştirmeye de çalıştığı ve böylece afişler
Sayı 40 /Bahar 2015
352
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri
toplumsal süreçlerin dönüşümüne etki ederek insanlık tarihinin felsefi, politik, sosyolojik
ve ekonomik evrimine katkı sağladığı sonucuna ulaşılmıştır.
Özmutlu (2009) tarafından hazırlanan “Grafik tasarım atölye derslerinde afiş
konusunun uygulama ve çözümleme süreçlerinde göstergebilimsel çözümleme
yönteminin kullanımı” başlıklı yüksek lisans tezinde, Grafik Tasarım Atölye Derslerinde
afiş konusunun uygulama ve çözümleme süreçlerinde göstergebilimsel çözümleme
yönteminin kullanımının gerekliliğini ve nasıl uygulanabileceğini ortaya koymak
amaçlanmıştır. Bu araştırmada; eğitim fakültelerinin resim-iş eğitimi bölümlerindeki grafik
anasanat derslerinde afiş konusunun işlenişi ele alınmış, bu derslerde yapılan afişlerin
taşıdığı kavramsal değerlerin en az estetik değerler kadar önemli olduğu, bu nedenle
afiş konusunun uygulama ve değerlendirme süreçlerinde göstergebilimsel çözümleme
yönteminin kullanılmasının gerekli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca mevcut bir
göstergebilimsel çözümleme modeli örneklere de yer verilerek önerilmiştir. Öncelikle söz
konusu çözümleme modeli aşamalarıyla anlatılarak bir afişin bu yöntem doğrultusunda
nasıl çözümlenebileceği belirtilmiştir. Konunun daha iyi bir şekilde anlaşılabilmesi için
bu yöntemle hazırlanmış detaylı çözümleme örneklerine yer verilmiştir. Araştırmanın
sonuçlarına göre; dersi yürüten uzmanların görüşleri doğrultusunda “bir grafik tasarım
ürününün estetik değerleri karşılayabilen, görsel yönü kuvvetli bir tasarım olması ne kadar
önemliyse, bir kavramı etkili bir şekilde ifade edebilmesi de en az onun kadar önemli
olduğu” açıkça ifade edilmiştir. Bu duruma göre öğrencilerin kendilerini kavramsal
yönden de geliştirebileceği uygulamalara yer verilmesi önerilmiştir.
Arıkan’ın (2008). “Grafik tasarımda yapısal öğelerin algısı ile sosyo demografik
değişkenler arasındaki ilişki Selçuk Üniversitesi Örneği” konulu doktora tezinde, görsel
algı ile tasarım ilke ve elemanları arasında var olması muhtemel ilişkiyi incelenerek;
tasarım ilke ve elemanlarının algılanışında hangi sosyo demografik değişkenlerin nasıl
etki ettiğinin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Bu araştırma grafik tasarım alanı içerik
sahasında, tasarımcılara, grafik eğitimcilerine, araştırmacılara ve öğrencilere yardımcı
olması bakımından önemlidir. Araştırmada genel olarak kaynaklar incelendiğinde, geçmiş
kaynaklardaki metinlere, gözlemlere ve mesleki tecrübelere dayalı bilgilere yer verildiği
anlaşılmaktadır. Bu açıdan nitel ve nicel metotların kullanılması ve sonuçların nicel
değerlendirme ile elde edilmesinin çalışmayı önemli kılacağı düşünülmüştür. Araştırmada
elde edilen sonuçlara göre; insanın görsel algılama bağlamında grafik algısı, tasarımı
meydana getiren ilke ve elemanlar tarafından etkilenmektedir. Bir başka ifade ile; elde
edilen bulgular, bütünü meydana getiren parçaların ortak algılayış şekillerinin olduğunu
kanıtlanmıştır.. Hedef kitle, grafik tasarım ürününü (görseller - afiş, amblem, resimleme,
fotoğraf vs.) bütün olarak algılarken, aynı zamanda da bütünü meydana getiren parçaları
da istemli veya istem dışı olarak algılayabilmektedir. “Ortak anlam” bu parçalar yada
bütün tarafından (tasarım ürünü veya sanat eseri) yaratılmaktadır ve insanların ne türden
şeyleri algılarken benzer tepkiler verdiği, hedeflenen “ortak anlam” yaratma çabası için
önemli ip uçları verebilmektedir.
Baktır’ın (2006) “Bauhaus felsefesi ve endüstriyel tasarımdaki işlevsellik boyutu”
başlıklı yüksek lisan tezi dört bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde Bauhaus’un tarihsel
gelişimi incelenirken, Bauhaus’un oluştuğu ortam ve bu fikrin ortaya çıkmasında etkili
353 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Osman ÇAYDERE
olan kişiler ve kurumlar araştırmaya dahil edilmiştir. Aynı zamanda okulun gelişim süreci
ve bu süre içinde yayınladığı manifestolar konu edilmiştir. İkinci bölümde Bauhaus’un
farklı eğitim sistemi, temel ilkeler ve öğretimin kapsamı başlıkları altında incelenmiştir.
Okula öğretici olarak bağlanan sanatçıların, sanat ve zanaatın birliği için yaptıkları
çalışma yöntemlerine yer verilmiştir. Üçüncü bölümde Bauhaus’un endüstriyel tasarıma
olan katkıları incelenirken, endüstri ürünü, işlevsellik ve formun standartlaştırılması
kavramları açıklanmaya çalışılmıştır. Dördüncü bölümde ‘Bauhaus Stili’ diyebileceğimiz
yalın, hafif, işlevsel ve estetik esaslara dayanan yaklaşımın oluşturduğu karakteristikler
renk, malzeme ve form başlıkları altında irdelenmiştir. Beşinci bölümde ise, Bauhaus’un
gelişim süreci ve ortaya koyduğu ürünlerin yakaladığı evrensellik incelenirken, miras
bıraktığı düşünce sisteminin 21. yüzyılda aydınlatma elemanları, ev aksesuarları,
mutfak gereçleri ve mobilya tasarımında ulaştığı nokta günümüzden bazı örneklerle
değerlendirilmeye çalışılmıştır. Araştırmada tüm bu başlıklar altında elde edilen
bulgulara göre varılan nokta endüstriyel tasarımın kurucusu olan Bauhaus’un, bu alanda
bir başlangıç noktası olduğu ve kendinden sonra gelenlere örnek teşkil ettiği olmuştur.
Tepecik (2002) tarafından hazırlanan “Grafik Sanatlar Tarih –Tasarım- Teknoloji”
başlıklı kitap sanat, grafik sanatlar, grafik sanatlarda tasarım ilkeleri, grafik tasarım
ürünleri, teknoloji, başlıklarını ele alan beş bölümden oluşmaktadır ve grafik tasarım
alanında çalışanlar için kaynak oluşturmaktadır.
Tepecik ve Tuna (2001) ‘nın “Plastik sanatlar eğitiminde bir araç olarak bilgisayar
kullanımı” konulu makalesinde ilköğretim okullarının ikinci kademe ve üstü öğrenciler
olarak belirlenen hedef kitle ile bilgisayarın plastik sanatlardaki yeri incelenmeye
çalışılmıştır. Bilgisayarın sanat eğitimi içerisinde neler yapabileceği, öğrencilerin
sanatsal yaratma ve sanatsal yaratma için gerekli olan cesareti sağlamada nasıl yardımcı
olabileceğine değinilmiştir.
Sarıkavak’ın (2012) “Grafik tasarım eğitiminin geleceğine bir bakış konulu”
makalesinde, günden güne gelişen ve değişen teknolojiler yoluyla görsel iletişimin
günümüzde farklı bir aşamaya gelmesinden bahsedilmiştir. Ülkemiz üniversitelerinde ise
grafik tasarım eğitiminin yerinde saydığı ancak bazı akademisyenlerce kavranarak lisan
ve lisans üstü düzeyde yeni açılımların mevcut olduğu anlatılmıştır. Makalede mevcut
durum tespitinin ardından görsel iletişim ya da grafik tasarım adları altında yürütülen
lisans ve lisans üstü eğitime ilişkin teknolojideki gelişmeler ve gündelik yaşama ilişkin
yeterlilikler ortaya konularak, alana ilişkin geleceğe dair önlem almak amacı ile önerilerde
bulunulmuştur.
Düzenli ve Kavuran (2004) tarafından hazırlanan “Görsel iletişim aracı olan pul’un
tarihi gelişimi ve grafik ürün olarak önemi” konulu makalede pul üzerinde taşıdığı
görsel imgelerle (kültür-tarih vs.) bir ülkenin tanıtım aracı olup aynı zamanda evrensel
bir boyut da kazanan aynı zamanda iletişim aracı olan pulun tarihi gelişimi ve grafik
tasarım ürünü olarak öneminin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu araştırmada, ilgili bilimsel
yayınların listesini içeren indeksler, özler ve dolayısıyla kütüphane koleksiyonları
taranmıştır. Bilimsel verilerden elde edilen bulgular doğrultusunda pulun grafik ürün
olarak tasarımında görsel estetik ve teknik kaygıların gerekliliği sonuçlarına varılarak bu
Sayı 40 /Bahar 2015
354
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri
sonuçlar doğrultusunda öneriler sunulmuştur.
Güvendi Kaptan ve Kaptan’ın (2004) “Ders kitaplarındaki tasarım sorunları
ve öğrencilerin öğrenme düzeyine etkisi” konulu bildiride estetikten ve tasarımdan
yoksun bir anlayışın, “eğitim açısından” düşünce karmaşasına yol açacağı, kitabı gerçek
amacından uzaklaştıracağı savunulmuştur. Ders kitaplarının ise, görsel olarak estetik haz
uyandırarak, ‘bilginin’ sanatsal değerlerle dışavurumunu yansıttığı anlatılmıştır. Ayrıca
çalışmada ders kitapları tasarımlarının, belirli tasarım ilkelerini uygulamayı zorunlu
kıldığı vurgulanmıştır. Eğitim bilimciler çocukların öğrenmelerinde görsel yolun etkin
öğrenme yolu olduğunu belirtmeleri sebebi ile, kitaplarda yer alan görsel elemanların,
metnin kavranmasını kolaylaştırdığı, geleceğimiz olan çocuklara bilgiyi estetik bir biçim
de sunacak eğitimci ve grafik tasarımcılara her zamankinden daha çok ihtiyaç olduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
Alpaslan’ın (2011) “Türk grafik sanatı tarihinden, samsun sigarası ambalaj ve
pavyon tasarımları ile Atıf Tuna” başlıklı bildirisinde Türk Grafik Sanatının daha söz
sahibi, saygın, özgün ve hak ettiği noktaya yükselebilmesinin toplumun yaşam ve kültür
düzeyinin yükseltilmesiyle mümkün olacağı anlatılmıştır. Çağdaş Türk Grafik Sanatının
ilk kuşağı diye nitelendirilen kuşakta yer alan İhap Hulusi ve Münif Fehim’le aynı
dönemde yer alan Atıf Tuna’nın zamanının diğer sanatçıları gibi güçlüklere göğüs gererek
ve gönül verdiği sanatıyla tüm olanaksızlıkların üstesinden geldiği, herhangi bir sanat ya
da tasarım eğitimi almamış olmasına rağmen grafik tasarım alanına gönül verdiği ve bu
alanda çok başarılı çalışmalara imza attığı, sanatçı kimliğin bugün bile çok önemsenilen
çok yönlülüğüne sahip tasarımın dışında tasarım disiplinlerinin neredeyse her alanında da
ürünler vermiş olduğu ortaya konmuştur. Ayrıca halen kullanılmakta olan pek çok tasarım
ürününün görselinde imzası olan Atıf Tuna’nın; afiş, posta pulu ve amblem dallarında
birincilik ödülleri ve mansiyonlar almış, yurtiçi ve yurtdışı fuarlarda pavyonlar hazırlamış,
kendi evinin projesi dahil pek çok mimari proje gerçekleştirmiş, muhteşem iskemleleri
başta olmak üzere mobilya tasarımları yapmış, ev ve işyerleri dekore gibi faaliyetlerinin
olduğu anlatılmıştır. Bu bağlamda kendi yaşam temellerini yine kendi düşünce, yaratma
gücüyle, kendi değer yargılarıyla çözümleyip kuramayan toplumun her sanat dalı gibi
grafiği de köksüz olacağı anlatılmıştır.
Yöntem
Araştırmanın bu bölümünde araştırmanın yönteminden, modelinden, evren ve
örnekleminden, verilerin toplanmasından, verilerin çözümlenmesi ve yorumlanmasından
bahsedilmiştir. Araştırmada hem nicel hem de nitel araştırma türü kullanılmıştır. ‘’Nitel
araştırmalar, belli bir konu ile ilgili araştırma yaparken o konunun ‘ne kadar’ ya da ‘ne
kadar iyi’ olduğunu öğretmekten çok daha geniş bir bakış açısı elde etmek isterler. Örneğin
bir dersin nasıl öğretildiği, bu ders için nasıl hazırlanıldığı, öğrencilerin neler yaptıkları,
ne tür etkinliklerin işe konulduğu, öğrenme sürecini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen
faktörlerin neler olduğu araştırılır’’ (Büyüköztürk, Çakmak, Akgün, Karadeniz, Demirel,
2013, s.234). Nicel araştırma ise; “Olgu ve olayları nesnelleştirerek gözlemlenebilir,
ölçülebilir ve sayısal olarak ifade edilebilir bir şekilde ortaya koyan araştırma türüdür”
(Arslan, 2012, s.36).
355 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Osman ÇAYDERE
Araştırmanın Modeli
Bu araştırma grafik tasarım dersine yönelik öğretim elemanı ve öğrenci görüşlerini
belirlemeye yönelik olması nedeniyle betimsel bir araştırmadır. “Betimleme araştırmaları
mevcut olayların daha önceki olay ve koşullarla ilişkilerini de dikkate alarak, durumlar
arasındaki etkileşimi açıklamayı hedef alır” (Kaptan, 1995, s.59). Ayrıca araştırmada
model olarak tarama modeli kullanılmıştır. “Tarama modelleri geçmişte ya da halen var
olan bir durumu olduğu biçimiyle betimleyen araştırma modelleridir” (Karasar, 1998,
s.77). Tarama modelinde verilere görüşme anket yoluyla ulaşılabilir.
Evren ve Örneklem
Araştırmanın evrenini Ankara’daki güzel sanatlar eğitimi veren kurumlarda eğitim
veren öğretim elemanları ve Ankara’da eğitim fakültesi güzel sanatlar eğitimi bölümü
resim-iş eğitimi anabilim dalında grafik tasarım eğitimi alan öğrenciler oluşturmaktadır.
Araştırmanın yapıldığı tarih itibari ile; Ankara’da güzel sanatlar alanında grafik eğitimi
veren 5 üniversite bulunmakta, bu üniversitelerde 45 öğretim elemanı grafik derslerini
yürütmektedir. Ayrıca güzel sanatlar eğitimi veren 1 eğitim fakültesi bulunmakta, bu
fakültede ise toplam 106 öğrenci grafik eğitimi almaktadır.
Örneklemini ise, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi’de görev yapan bir
öğretim elemanı, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim
elemanı, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim
elemanı, Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde görev
yapan bir öğretim elemanı, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel Sanatlar
Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim elemanı, Başkent Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapan bir öğretim elemanı olmak üzere toplam altı
öğretim elemanı ve Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi
Bölümü Resim-iş Eğitimi Anabilim Dalı’nda grafik tasarım eğitimi gören 53 öğrenci
oluşturmaktadır.
Anketin Uygulandığı Örneklem Grubunun Özelliklerine Göre Dağılımları
Grafik 1. Ankete katılan öğrencilerin sınıflarına göre dağılımı
Grafik 2. Ankete katılan öğrencilerin cinsiyete göre dağılımı
Sayı 40 /Bahar 2015
356
Grafik Tasarım Programlarına İlişkin Öğretim Elemanları ve Öğrenci Görüşleri
Verilerin Toplanması Araştırmada, verilerin toplanmasında görüşme ve anket tekniği kullanılmıştır.
Literatür tarandıktan sonra öğretim elemanları için görüşme, öğrencilere uygulanmak
üzere “Tasarım Algısı” anketi hazırlanmış ve uygulanmıştır. Ölçüm aracı olarak, konu
kapsamında geliştirilen öğrencilere uygulanan “Tasarım Algısı” anketi ve öğretim
elemanlarına uygulanan görüşme formları kullanılmıştır. Öncelikle öğretim elemanı
görüşme formları hazırlanmış ve geçerlilik çalışmasının ardından örneklem grubuna
uygulanmıştır. Öğretim elemanlarıyla yapılan görüşmelerden yararlanılarak öğrencilere
uygulanan anket oluşturulmuştur. Görüşme için yarı yapılandırılmamış görüşme tekniği
seçilmiştir. “Yapılandırılmamış görüşmeler; araştırmacıya konu ile ilgili olabilecek
maddelerin sorulmasında büyük serbestlik sağlar. Sorular ve sıralamaları sabit değildir.
Görüşme sırasında gelişebilir. Bu yöntemde karşılaştırma ve analiz kolaylığı amacı ile
seçmeye zorlamak yerine, açık uçlu sorular aracılığıyla zengin ve yeterli bilgi toplanması
hedeflenmektedir” (Büyüköztürk ve diğerleri, 2013, s.163).
Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması
Araştırmada uygulanan görüşmenin çözümlenmesinde içerik analizi kullanılmıştır.
İçerik analizinde, dokümanlardan elde edilen nitel araştırma verilerinin işlenmesi, verilerin
kodlanması, temaların bulunması, kodların ve temaların düzenlenmesi, bulguların
tanımlanması ve yorumlanması şeklinde dört aşama bulunmaktadır (Yıldırım ve Şimşek,
2006). Araştırmada öğretim elemanlarıyla yapılan görüşmenin çözümlenmesinde
öncelikle öğretim elemanlarıyla yapılan görüşmenin ses kayıtları deşifre edilmiştir.
Ardından araştırma amacı doğrultusunda yazılı metin haline gelen görüşmeler her öğretim
elemanı için ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Veriler kodlanarak öğretim elemanlarından
alınan görüşler için temalar oluşturulmuş, bu temalar tablolaştırılmış ve düzenlenmiştir.
Böylece bulguların tanımlanması sağlanarak yorumlanmaya çalışılmıştır. Öğrencilere
uygulanan “Tasarım Algısı” anketi verileri % (yüzde) ve f (frekans) yoluyla çözümlenerek
yorumlanmaya çalışılmıştır. Yapılan bu aratırmanın güven aralığı % 95, standart sapması
+/- % 2’dir. Anket verileri SPSS istatistik programında değerlendirilmiştir.
Bulgular Ve Yorumu
Araştırmanın bu bölümünde, grafik tasarım dersine yönelik öğretim elemanı ve
öğrenci görüşlerini ortaya koymak amacı ile; dört başlık altında toplanan öğretim elemanı
görüşleriyle elde edilen bulgulara, dört ana başlık altında toplam yirmi sorunun yeraldığı
grafik dersi alan öğrencilerle yapılan ankete ait bulgulara ve yorumlarına yer verilmiştir.
Öğretim Elemanlarının “Tasarım”ın Tanımı Hakkındaki Görüşleri
Altı öğretim elemanına ait tasarım tanımı ile ilgili görüşler analiz edilerek tema
oluşturulmuştur.
Tasarımın; “İnsanın ihtiyaçları çerçevesinde, insan-araç bağlamındaki fonksiyonlar
düşünülerek, beş duyu organının kullanıldığı ve psikolojik olarak hissedilebildiği,
çevredekilere görsel olarak farklı anlamları yükleyerek ve ergonomiyi bilerek yapılan,
357 İletişim K

Benzer belgeler