Fotoğraf Ajansları

Transkript

Fotoğraf Ajansları
42
Kontrast
Te m m u z - A~
gustos 2014
Fotog raf Dergisi
Fotoğraf Ajansları
Doç. Dr. Zuhal Özel . Abdurrahman Antakyalı
. Mehmet Kaçmaz . Coşkun Aral
. Ar. Gör. Aslı Erciyeş Tosun . Emin Özmen
. Tolga Bozoğlu . Tuncay Dersinlioğlu . GBM Akash
. Ami VITALE
Özcan Yurdalan . Orhan Alptürk . Eda Çalışkan
. Yard. Doç. Dr. Gülbin Özdamar Akarçay
ana sponsorluğunda
yayımlanmaktadır.
Dosya
Kontrast
Konusu
Editör
Temmuz - Ağustos
Merhaba,
Fotoğraf, evrenle paralel salınan,
iç içe geçmiş plastik bir yeniden
gerçeklik hali. Evrenin alışılagelmiş bedensel gerçekliklerinin bir
kopyası, izdüşümü de denebilir.
Şöyle bir baktığımızda fotoğraf
kendimizden, yaşamdan parçalar barındırır içinde. Kendi anlarımızın haricindeki anların tanıklığına yeniden bir tanıklıktır
aslında bu bakış eylemi.
Temellerini
foto-röportajdan
alan ajans fotoğrafçılığı da başkalarının tanıklıklarına, fotoğrafik izlemlerine yeniden bir
bakış açısıyla tanık olmaktır bir
bakıma. Çekilen fotoğraf tek bir
bağlamda olmalı ve o bağlamda
kalmalıyken, o fotoğrafa bakan
her bir izleyiciyle yeniden evrilen, haber-bilgi-tanıklık taşıyan
fotoğrafların ajanslar açısından
üretimlerine yönlendirdik bu sayıda dikkatlerimizi.
Özellikle macera ve fotoğrafı
birleştiren
özellerimize
seslenmekti
bir
yerde
de
amacımız. Doğada tek başımıza
hayatta kalma mücadelesi bir
macera olabilir başlı başına.
Ancak tanıklık etmek, içinde
cesareti
barındırdığı
kadar
maceraseverliği de barındırır mı,
bu konu tartışılır.
İnsanın
doğasındaki
sosyal
yapı içinde, savaşta, barışta,
kargaşada tek başına hayatta
kalma mücadelesi ve buna
koyulan tanıklık izleği olan
fotoğraf, salt bir maceradan
çıkacaktır elbette.
Bu sayıda Orhan Alptürk yeni
bir köşe, Karşı-lıklı Düşünceler
2
3
AFSAD
ile okuyucularımızla buluşuyor.
Sanatçı ve akademisyen kimliği
ile ağırlayacağımız yazarımız fotoğrafa bakışını anlatacak bizlere
her sayıda.
Diğer köşemiz f/64’de Özcan
Yurdalan’ın söylemlerine kulak
vermeye devam ediyoruz. Türkiye’de fotoğrafı, derneklerin,
eğitim ve akademilerin etkilerini
tartışıyor köşesinde.
Sinema üzerine yazılarıyla Eda
Çalışkan bu sayıda Sinema Estetiği’ne dikkatlerimizi çekiyor.
Doğaçlama köşemizde Görüntü
Edim Kuramı’nın devam yazısı
ile buluşuyoruz. Fotoğraf ve etiği, manipülasyonun dijital ayağını farklı bir bakışla incelemeye
devam ediyoruz.
Portfolyolar köşemizde üç fotoğrafçıyı ağırlıyoruz. Murathan
Özbek “An” çalışmasıyla, Onur
Korkmaz “Rüyalarda Sürmenaj”
ve Paola Galletta “Ferantari” çalışmasıyla hayata ve duygulara
dair incelemelerini fotoğraflarıyla sunuyorlar bizlere.
Usta İşi bölümünde gerçek bir
usta Joel Peter Witkin’i inceliyoruz. Halen hayatta olan sanatçıyla yapılan özel yazışmalar
sonucunda, kendi katkılarıyla da
ortaya çıkan bu yazı okuyucularımız için de iyi bir arşiv niteliğinde olacaktır.
Fotoğraf Okuma köşesinde bu
sayıda Gülbin Özdamar Akarçay
konuğumuz. Sebastio Salgado fotoğrafları üzerinden ve geçmişte
AFSAD yayınlarından biri olan
Fotoğraf dergisine atıflarıyla,
fotoğraf okumaya farklı bir perspektif çiziyor.
Okuyoruz köşesinde efsanevi
Magnum Ajansı’nı anlatan kitabı
dosya konumuza da destek vereceği anlayışıyla seçtik.
Yaz aylarının bu sıcak günlerinde, tatillerinde bile takip ettikleri
konuları hiç bırakmadan destekleyen yayın kurulundaki gönüllü
arkadaşlarımızın çabalarıyla ortaya çıkan bu sayıyı merakla ve
öğrenerek okuyacağınızı umut
ederek, bir sonraki sayıda görüşmek üzere diyoruz…
Kontrast Yayın Ekibi Adına
Genel Yayın Yönetmeni
Kamuran FEYZİOĞLU
Kontrast
AFSAD
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği
Adına Sahibi
Mustafa ERTEKİN
Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür)
Kamuran FEYZİOĞLU
Yayın Kurulu
Burcu VARDAR
Cem DEMİR
Cemile ERDOĞAN AKBAY
Ceren ÖZCAN
Deniz KORAŞLI
Esin YÖNDEM ÖZÇELİK
Gökhan ÜNLÜ
Hakan TEMİZSOY
Mehmet VİDİNLİ
Mine HOŞGÜN SOYLU
Nilgün BEŞİRLİ
Özlem DAĞ
Yiğit KOÇBAY
Zeynep HAMURDAN
Redaksiyon
Mine HOŞGÜN SOYLU
Grafik Tasarım
Nur CEMELELİOĞLU ALTIN
Cem DEMİR
Reklam
Cem DEMİR
Kapak Fotoğrafı: Ami VITALE
Hindistan Güvenlik Güçleri Askerleri, Kaşmir’in başkenti
Srinagar’daki Dal Lake pitoreskinde devriye gezmektedir.
Kaşmirli bir kadın, çitlerin dışından ünlü Aziz Sufi’yi izlemektedir.
İnanışa göre aziz, duaları ve dilekleri gerçekleştirmekte ve Sopore
köyündekilere ruhani rehberlik yapmaktadır.
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı, makale,
fotoğraf, karikatür, illüstrasyon, vb.’nin, elektronik
ortamlar da dahil olmak üzere, kullanım hakları AFSAD
(Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/veya eser
sahiplerine aittir. İzin almaksızın, hangi dilde ve hangi
ortamda olursa olsun, materyalin tamamının ya da bir
bölümünün kullanılması yasaktır.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Yönetim Yeri (Dergi İletişim)
AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21
Kavaklıdere – Ankara
Tel: 0312 4172115
Faks: 0312 4172116
GSM: 0533 7388208
www.kontrastdergi.com
www.afsad.org.tr
[email protected]
İki ayda bir yayımlanır.
Baskı Mattek Matbaa
Ağaç İşleri Sanayi Sitesi 1354 Caddesi 1362
Sokak No: 35 İvedik ANKARA/TÜRKİYE
Tel:0.312.433 23 10 Pbx
Faks:0.312.434 03 56
Yayın Türü: Bölgesel Süreli
ISSN: 1304-1134
İçindekiler
6
FOTOĞRAF AJANSLARI
6
7
Fotoğraf Ajansları
32 F/64
Bir Yakın Tarih Denemesi
Özcan YURDALAN
Fotoğraf Ajanslarının Doğuşu ve
Gelişimi
Doç. Dr. Zuhal ÖZEL
11
Depo Photos
18
Nar Photos
21
Sipa Ajans
24
Magnum’a Dair...
26
Agence Le Journal
Sanatla Gazeteciliğin Buluştuğu
Nokta; Fotojurnalizm
Abdurrahman ANTAKYALI
Mehmet KAÇMAZ
Coşkun ARAL
Aslı Erciyeş TOSUN
Emin ÖZMEN
29
Fotoğrafta Ajans Farkı Epa
Ajans
Tolga BOZOĞLU
33
KODA Fotoğraf Kolektifi
36
Panos Pictures
38
İçeriye Dışarıdan Bir Bakış...
Tuncay DERSİNLİOĞLU
GBM AKASH
42 Portfolyo
Ceren ÖZCAN
42
An
48
Rüyalarla Sürmenaj
54
FERENTARI
Ami VITALE
Murathan ÖZBEK
Onur KORKMAZ
Paolo GALLETTA
58
Doğaçlama
61
Karşı-laşan Düşünceler
63
Görüntü Edimi Kuramı
C.J. REYNOLDS
Orhan ALPTÜRK
Usta İşi
Joel Peter WITKIN
Deniz KORAŞLI
Sinema...
69 Ve
Sinemanın Esteti(k)i... Bir Yanılsama
Mı Mesela ?
Eda ÇALIŞKAN
71
Fotoğraf Okuma /
Okuyamama
Yard. Doç. Dr. Gülbin ÖZDAMAR
AKARÇAY
74
Okuyoruz
Magnum, Efsanevi Fotoğraf
Ajansının Hikâyesi
Russell MILLER
Burcu VARDAR
Dosya
Konusu
Fotoğraf Ajansları
Temmuz - Ağustos
Hazırlayanlar:
Burcu VARDAR
Gökhan ÜNLÜ
Zeynep HAMURDAN
Konuyu araştırma kararı verirken, kendimizi koca bir okyanusun
içinde bulacağımızın farkında değildik. Alanında değerli birçok
isme ulaştıkça konunun kapsamı da büyüdü.
Kontrast dergisinin 42. Sayısında dosya konumuzu ‘Fotoğraf
Ajansları’ olarak belirledik. Genel Yayın Yönetmenimiz Kamuran Feyzioğlu ve köşelerimizden
birinin yazarı olan Özcan Yurdalan’ın, “Bir İsyanı Fotoğraflamak” isimli yeni kitabının imza
günündeki sohbetleri, bu süreçteki yol haritamız oldu. Yurdalan’ın yol boyunca bize destek
vermesi, bizi doğru isimlerle buluşturması, dosya konumuzun
bütün bağlamlarda işlenmesini
sağladı, kendisine teşekkür ederiz.
Pictures’dan G.M.B. Akash bize
gayet sıcak bir üslupla dönüş
yaptı. Magnum efsanevi fotoğraf ajansına ulaşmak için zamanımız kısıtlıydı. Ve bu kısıtlı
sürede bize ses verebilen Stuart
Franklin kısa röportajıyla sayımızda yerini aldı. Araştırmalarımız doğrultusunda akademik
anlamda Magnum’u tez konusu
olarak işlemiş, Ege Üniversitesi
Araştırma Görevlisi Aslı Erciyeş Tosun’a ulaştık. Kendisi bize
tadı damağınızda kalacak bir yazısıyla efsanevi fotoğraf ajansı
Magnum’u anlattı.
Türkiye’deki ajansları araştırmaya başladığımızda, ilk başvurduğumuz isimlerden biri de
Abdurrahman Antakyalı idi. Eylül ayında detaylı bilgilerine ulaşacağımız Depo Ajansın Başkanı
Abdurrahman Antakyalı, bizimle engin bilgilerini paylaştığı keyifli sohbetimizde, desteğini de
hiç esirgemedi. Nar Photos’tan
Mehmet Kaçmaz, Le Journal’dan
Emin Özmen, Koda’dan Tuncay
Dersinlioğlu yoğun dönemlerinde bizi kırmayarak yazılarıyla
eşlik ettiler.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Fotoğrafçılık ve Grafik
Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr.
Zuhal Özel’den konuyla ilgili bir
yazı istedik. Özel, bu sayımız
için, fotoğraf ajanslarının doğuşu ve gelişiminden bahsettiği,
Uluslararası ajanslardan Sipa ve
Epa dosya konumuzun olmazsa
olmazlarındandı. Ve Sipa adına
Coşkun Aral, Epa adına Tolga
Bozoğlu yazılarıyla bize destek
oldular.
Yurt dışında bu işler nasıl yürüyor diye baktığımızda, Panos
6
7
AFSAD
kişisel arşivlerimizde bulundurmak isteyeceğimiz türden bir
makale kaleme aldı.
Dosya konumuz fotoğraf ajansları olunca, ajans çatısı altında
olmayan bir bakış açısını da,
freelance bir fotoğrafçıdan duymamız gerekir diye düşündük.
Ve Ami Vitale görüşleriyle dosya
konumuza bu anlamda katkıda
bulundu.
Konuyu araştırma kararı verirken, kendimizi koca bir okyanusun içinde bulacağımızın farkında değildik. Alanında değerli
birçok isme ulaştıkça konunun
kapsamı da büyüdü. Bu dergiye
sığmayan, değinemediğimiz konular, ulaşamadığımız insanlar
mutlaka vardır. Affınızı diliyor,
sözü erbaplarına bırakıyoruz.
Fotoğraf Ajanslarının Doğuşu ve
Gelişimi
Dosya
Konusu
Temmuz - Ağustos
Doç. Dr. Zuhal ÖZEL
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
Fotoğrafçılık ve Grafik Anabilim Dalı Başkanı
e-posta: [email protected]
Yazılı basın tarihinde olayların
görsel olarak anlatımına yönelik
ilk örnekler, çizilen desenler ve
resimlerdir, bu resimler genellikle olayların yeniden yorumlandığı ya da yeniden yaratıldığı, yenilgiler yerine zaferlerin
süslenerek anlatıldığı görüntülerdir. Fotoğrafın basın dünyasına girişi 1850’li yıllara rastlar,
Avrupa ve Amerika’da kazalar,
çatışmalar görüntülenir. Ancak,
gerçek anlamda basın fotoğrafçılığı, 1855 - 1856 yıllarında İngiliz fotoğrafçı Roger Fenton (1819
- 1869) ile başlamıştır. Fenton’un Kırım Savaşı fotoğrafları
Illustrated London News’de tahta oymalardan yapılan gravürler
biçiminde basılmıştır.
Toplumsal anlamda önemi olan
bir olayı fotoğraflamak ve bunu
geniş kitlelere duyurmak fotoğrafçıların ilgilendikleri konulardan biridir. Basın fotoğrafçılığı
adı altında gelişen bu alan içerisinde savaş fotoğrafçılığı önemli bir yer teşkil eder. 1861-1865
yılları arasında Mathew Brady
ve arkadaşları Amerikan İç Savaşı’nın fotoğraflarını çeker.
Brady’nin çalışma sistemi tam
olarak günümüzdeki gibi olmasa
da fotoğraf ajanslarına benzer.
Timothy H.O’Sullivan ve Alexander Gardner gibi yaklaşık yirmi
fotoğrafçıyla birlikte çektikleri
fotoğraflar arasında savaş alanları, cepheler, askerler, esirler,
yaralılar, hastaneler, harabeler,
limanlar, gemiler, demiryolları
ve askeri malzemeler görülür.
Amerika’da fotoğraf ajansı deneyimi 19. yüzyılın sonlarına
dayanır. En önemlilerinden biri,
Amerikan haber fotoğrafçılığının babası olarak nitelendirilen
George Grantham Bain tarafından 1898 yılında New York’ta
kurulmuştur. Ajans kendi fotoğraflarının yanı sıra diğer ajanslardan edindiği fotoğrafları yüz
civarında gazeteye dağıtmıştır.
En eski ajanslardan biri olarak
bilinen Bulla, St Petersburg’da
Rus haber fotoğrafçılığının babası olarak tanınan Karl Bulla
İki dünya savaşı
arasında önemli
çalışmalara imza
atan Berlin merkezli
Dephot ilk Alman
fotoğraf ve haber
ajanslarından
biridir.
tarafından kurulmuştur. RusJapon Savaşı (1904-1905) ve
1905 Devrim’ini fotoğraflayan
Bulla, hem Rusya’da hem de Batı
Avrupa’da gazetelere fotoğraf ve
haber göndermiştir. Uzun bir
kariyere sahip olan Bulla, St Petersburg’un önemli bir sanayi ve
ticaret merkezi olarak gelişimini, askeri ve deniz aktivitelerini,
gemi yapımı, tiyatro yaşamı ve
kişiliklerini, sel ve yangınlarını,
1905 Devrimi ve devrimcilerini fotoğraflamıştır. Alman-Rus
fotoğrafçı hakkında çok fazla
bilgiye sahip olmasak da, Bulla’nın 1875’de St Petersburg’da
bir portre stüdyosu açtığı ve 10
yıl sonra haber fotoğrafçılığına
geçiş yaptığı bilinmektedir. Die
Woche, Berliner Illustrirte Zeitung ve L’Illustration gibi yerli
ve yabancı gazeteler için çalışmış ve Foto Bulla imzasıyla bir
ajans kurmuştur. Chronicle of St
Petersburg Life adında düzenli
yayınlanan bir dergi çıkarmıştır.
Oğulları Alexander ve Victor da
haber fotoğrafçılığı yapmalarına
ve babalarının ajansında çalışmalarına rağmen, Foto Bulla bir
çok fotoğrafçıyı ajansları kapsamına dahil etmiştir. Bulla fotoğraf ajansı uzun süre standart
olarak kalacak bir yapılanma olmuştur.
1920’lerin sonunda Almanya’da
fotoğraf ajanslarının sayısı, az
sayıda kadrolu fotoğrafçı çalıştırabilen dergilerden gelen taleplerle artmıştır. Bu dönemde
Dephot, Mauritius, Wide World
gibi ajanslar dergilere ve gazetelere fotoğraf servisi yapıyordu.
Çoğu politik olarak tarafsız veya
genel olarak burjuva karakterine sahip olmalarına rağmen,
işçi görüntülerini dağıtan Alman
Kominist Partisi’nin Berlin Unionbild (Union Photo Agency)
gibi bazı sol organizasyonları da
vardı.
Fotoğraf ajanslarının basın fotoğrafçılığının gelişiminde çok
büyük etkileri vardır. İki dünya
savaşı arasında önemli çalışmalara imza atan Berlin merkezli Dephot (Deutscher Photodienst) ilk Alman fotoğraf ve
haber ajanslarından biridir ve
1928 yılında Simon Guttmann
ve Alfred Marx tarafından kurulur. Ünlü fotoğrafçıların hemen
hemen hepsi burada çalışacaktır. Ajansa, Umbo ve Felix H.
Man 1929 yılında, Kurt Hübschmann (Hutton) 1930 yılında
katılır, ayrıca kadroda Walter
Bosshard, Harald Lechenperg,
Andrè Kertèsz, Alfred Eisenstaedt, Germaine Krull ve kısa
bir süreliğine Robert Capa gibi
isimler vardır. Üyelerinin çalışmaları Berliner Zeitung Illustrirte ve Münchener Illustrierte
Presse gibi önemli resimli gazetelerde yayınlanır. Dephot 1932
yılında iflas eder, ancak kısa bir
süre sonra Degephot (Deutsche
Photogemeinschaft) ismiyle çalışmaya tekrar başlar.
Baskı ve fotoğrafçılık teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte haberler fotoğraflarla birlikte daha
sık verilmeye başlar. Özellikle
fotoğraf makinelerinin küçülmesi, filmin ışığa duyarlılığının
artması ve hareketi yakalayabilmesi basın fotoğrafçılığının patlamasına neden olur. 1930’larda
35mm fotoğraf makinelerinin
gelişmesi ve haber fotoğraflarının bir kıtadan diğerine telefon
hatları üzerinden birkaç dakikada iletilebilmesiyle birlikte basın
fotoğrafçılığı altın çağına girer.
Bu dönemde Life, Paris Match,
Sports Illustrated, The Daily
Mirror, New York Daily News
gibi fotoğrafa önemli oranda yer
veren gazete ve dergiler yayınlanmaktadır.
Fotoğraflı gazete ve dergiler, yetenekli foto muhabirlerinin ve
fotoğraf ajanslarının ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur.
Fotoğraf ajansları, kendi bünyesinde bulunan fotoğrafçıların
çalışmalarını periyodik olarak
yayınlanan gazete ve dergilere
ve diğer müşterilere belli bir komisyon karşılığında pazarlamak
üzere organize edilmiş kuruluşlardır. 1930’lu yıllarda maaşlı ama aynı zamanda freelance
çalışan fotoğrafçılar sıcak haber
peşindedirler. Fransa’da 1934
yılında kurulan Alliance Photo,
daha sonra Magnum’un yöneticisi olacak Maria Eisner adındaki Alman bir sürgün tarafından
kurulur. Uluslararası bir dağıtım ağı geliştiren ajansta Capa,
Chim, Denise Bellon, Pierre
Boucher, Henri Cartier Bresson
da bir süre çalışır.
8
9
AFSAD
Alliance’ın Amerikan bağlantılarından birisi, New York’ta
1935 yılında kurulan Black Star
ajansıdır. Kurucuları, üç Berlin
Yahudi göçmeni olan Berliner
lllustrierte Zeitung’un editörü
Kurt S. Safranski, yayıncı Kurt
Kornfeld ve Almanya’da Mauritius adlı fotoğraf ajansının eski
sahibi Ernest Mayer’dır. Fritz
Goro, Philippe Halsman, Andreas Feininger, Wolfgang Weber, Woltar Bosshard, Herbert
Gehr, Roman Vishniac, David
Seymour, Robert Capa, Ralph
Crane, Victor de Palma, Kurt
Severin ve geçtiğimiz yüzyılın
en iyi foto röportajcılarından
biri olarak nitelenen W.Eugene
Smith gibi dünya çapında 350
fotoğrafçı ile çalışan Black Star,
haber fotoğrafçılığı, kurumsal
fotoğrafçılık ve stok fotoğrafçılığı alanlarında çalışır. Black
Star, bir fotoğraf ajansı olarak
aralarında New York Times’ın
da bulunduğu gazetelere, kitap
yayımcılarına, sanayi ve reklam
sektörüne fotoğraf servisi yapar. Bütün fotoğrafçılarına büyük kolaylıklar sağlayan, onların
tüm haklarına saygılı olan Black
Star, basın fotoğrafçılığında
önemli bir kilometre taşıdır.
Günümüzde halen işlevini sürdüren ve dünyanın sayılı ajansları arasında yer alan Black Star,
özellikle ilk yıllarında Life dergisi ile kurduğu yakın ilişki ve
kurucularının Avrupalı ​​fotoğrafçılar ve yayıncılarıyla bağlantıları sayesinde başarıyı hızlı bir
şekilde yakalamıştır. Black Star,
göçmen Avrupalı fotoğrafçıların
Amerikan toplumuna uyumunu
kolaylaştırırken, Alman resimli
dergilerinde kullanılan foto-röportaj tekniğini Amerikan basın
fotoğrafçılığına taşımıştı.
1930′ların sonu ile 1940′lı yılların başında Amerikan gazete ve
dergilerinin sayısı arttıkça, fotoğraf ajansları da çoğalmaya başlamıştı. Underwood&Underwood,
Acme, Keystone ve International
gibi ajansların yanısıra, yine bir
Alman göçmeni olan Leon Daniel tarafından 1936 yılında New
York’ta kurulan Pix ajansı dikkat
çekiyordu.
Basın
fotoğrafçılığı,
1930
ve
1960 yılları arasında altın çağını yaşamış, fotoğraf ajanslarının
mesleğin gelişimine önemli katkıları olmuştur. Foto muhabirlerin çalışmaları yerel müşterilerin dışında, uluslararası bir ağa
sahip olan ajanslar vasıtayla çok
daha geniş bir kitleye ulaşabiliyordu. Ajanslar dünyanın çeşitli
bölgelerindeki herhangi bir olayı
anında haber alarak, o bölgede
ya da oraya en yakın bölgede bulunan anlaşmalı fotoğrafçılarını
harekete geçirerek kısa zamanda
tüm haber merkezlerine fotoğraf
geçmeyi başarabiliyorlardı.
Bir başka önemli gelişim, büyük haber ajanslarının aynı zamanda fotoğraf dağıtmaya başlamasıydı. İlk kez 1927 yılında
Associated Press (AP), News
Photo Service’in açılışını gerçekleştirir, ekipmanlar karmaşık ve hantaldır. Haberin önce
bir özetini sonra da detaylarını
verme prensibini geliştirirler.
Haber ve fotoğraf dağıtımını
birlikte yürüten AP’yi 1958’de
kurulan United Press International (UPI), İngiltere’de 1985’te
fotoğraf servisine başlayan Reuters, Havas’ın mirasçısı Agence
France-Presse (AFP), Rusya’da
1958’de TASS gibi çok büyük haber ajansları takip ederler.
1940’lı yıllarda birçok fotoğrafçı isimsiz çalışmak zorundadır,
çektikleri fotoğrafların sahipleri
ajanslardır, ayrıca ücret ve iş güvenliği, telif hakkı gibi sorunları
vardı. Fotoğrafçıların geleneksel
fotoğraf ajansları ile yaşadıkları bu gibi sorunlar nedeniyle,
1947 yılında Magnum fotoğraf
ajansı, Robert Capa, Henri Cartier-Bresson, George Rodger,
David Seymour ile bir Life fotoğrafçısı olan William Vandivert,
Rita Vandivert ile Maria Eisner
tarafından kuruldu. Magnum
Photos’un kuruluş amaçları arasında, yapılacak foto-röportajların tercihi, süresi, fotoğrafların
seçimi ve dağıtımının kontrolü
gibi fotoğrafçının üzerinde baskı oluşturduğunu düşündükleri
birtakım kurallar, yaptırımlar,
zorunluluklarla başa çıkabilmek
geliyordu. Magnum, fotoğrafların telif hakları konusunda azami titizlik gösterdi, üyelerinin
çektiği fotoğrafların sonraki ya-
yın haklarının fotoğrafçı lehine korunmasını sağladı. Diğer
fotoğraf ajanslarından önemli
farklılığı, ticari bir yapı olmakla
birlikte bir kooperatifti ve ortaklarının ajansın işleyişinde eşit
haklara sahip olmalarıydı.
Kuruluşundan bu yana 60 yılı
aşkın bir süre geçmiş olmasına
karşın, hala dünyanın en saygın
ajanslarından biri olarak değerlendirilen Magnum, tarihi boyunca efsanevi fotoğrafçıları bir
araya getirdi. Elliot Erwitt, Abbas, Susan Meiselas, Ian Berry,
Bruno Barbey, Steve McCurry,
Joseph Koudelka, Martin Parr
gibi yaklaşık 80 fotoğrafçısı olan
Magnum’un Paris, Londra, New
York ve Tokyo’da ofisi vardır.
1970’lerin başında birinci nesil
ajanslar krizdedir, birçok fotoğrafçı işten atılmış ve ajanslar
birer birer yok olmaya başlamıştır. Fotoğrafçılar maddi olarak zor şartlarda çalışmaktadır.
1967’de Hugues Vassal, Hubert
Henrotte, Raymond Depardon
gibi isimlerin girişimiyle kurulan Gamma ajansı fotoğrafçılar
için yeni bir soluk olur. Magnum
benzeri çalışır ve fotoğrafçıların
imzalarını atar, satışlar ve giderler üzerinden eşit paylaşım
sistemi kurarlar. Kısa sürede
dünyada lider fotoğraf ajansı haline gelen Gamma, Ortadoğu’da,
Afrika’da, İrlanda’daki savaşlarda, Prag baharı ve Mayıs 1968
gibi konularda çok başarılı işlere
imza atarlar.
1974’te Gamma, içindeki iktidar
sorunları nedeniyle parçalanır,
Hubert Henrotte Sygma’yı kurar, beraberinde çok sayıda fotoğrafçıyı ve arşivini de getirmiştir. Apis’i satın alır, kısa sürede
dünyanın en iyi ajanslarından
biri olur ve Gamma ile rekabet
eder. Bu iki devin arasında 1966
yılında Paris’e yerleşen Gökşin
Sipahioğlu, Sipa’yı kurar, Dalmas’ın arşivini satın alır ve genç
fotoğrafçılarla çalışmaya başlar,
Abbas, Reza, Arnaud de Wildenberg sayılabilir. Çok kısa bir
sürede Fransa magazin ve gazete pazarında, Gamma ve Sygma
ajansları ile yarışabilecek kadar
güçlü bir ajans haline gelmiştir.
Bu
üç
ajansın
hegemonyası,
Paris’in basın fotoğrafçılığının
merkezi haline gelmesine katkıda bulunur. Amerikan dergi ve
gazeteleri bile fotoğraflarının
önemli bir kısmını bu ajanslardan temin ederler. Gamma’nın
eski çalışanlarından Robert Pledge 1976’da New York’da Contact Press Images’ı kurar. Büyük
ajansların yanısıra çok sayıda
küçük fotoğraf ajansı da açılır
fakat çoğu uzun süreli olamaz.
1972’de kurulan Viva, toplumun
sorunlarına, düşünce biçimlerinin gelişimine duyarlı ve içeriğin
uzun sürelerde ele alınmasına
inanan idealist genç Fransız fotoğrafçılardan oluşan bir ajanstır. Ancak bu yaklaşım o yıllar
için oldukça ütopisttir ve başarılı olamaz.
Ajanslar sınırları oldukça bulanık olsa da kendi aralarında
farklı türlere bölünebilmektedir.
En son ve en iyi haber fotoğraflarını iletmeye çalışan ajansların
yanısıra periyodikler gibi kitap
yayıncılarının ilgisini çeken ve
daha uzun dönemli çalışmalar
için fotoğraf üreten ajanslar da
sayılabilir. Aktüalite ile çok az
ilgisi olan, bakanlıklara, yerel
topluluklara, müzelere veya seyahat ajanslarına, hobi ve dekorasyonda uzmanlaşmış dergiler
için fotoğraf üretebilirler. İlk örneklerinden biri Paris’te 1933’te
Charles Rado tarafından kurulan
ve daha sonra Raymond Grosset
tarafından 1946’da alınan Rapho ajansı, çok yetenekli fotoğrafçılarla çalışır. Robert Doisneau,
Willy Ronis ve Suzanne Fournier
gibi fotoğrafçılar önemli bir fotoğraf arşivi oluştururlar. Başlangıçta hümanist tarzda, siyah
beyaz, çok belirgin bir bakış açısıyla Paris’in günlük yaşamıyla
ilgilenirken, 1950’lerde Black
Star Ajansı’nın temsilcisi haline
gelir. Daha sonra kitap yayımcılığına yönelik çalışmalar içine
girer. Bu dönem Gamma, Sygma
ve Sipa gibi haber ajanslarının
yükselişine denk gelir.
Rapho, basın ajansı olarak tanınmasına rağmen zorlukların üstesinden gelebilmek için
1980’lerden itibaren faaliyetlerini çeşitlendirir. 1970 sonunda
TOP Ajansı satın alır, 1992’de
gastronomi
fotoğrafçılığı,
1993’te tıbbi fotoğrafçılık bölümünü kurar. Bu türün modern
örnekleri arasında 1967 yılında
kurulan Gamma ajansı vardır.
20. yüzyılın ortalarından itibaren, Denizcilik Fotoğraf Ajansı
ya da Gérard Vandystadt Spor
Ajansı gibi belirli bir alanda
uzmanlaşan fotoğraf ajansları
yaygınlaşmıştır. Uzmanlaşmış
ajanslar arasında sanat alanında Giraudon, günlük yaşam veya
paparazzi alanında Angeli, mimari de Diaf veya Archipress ve
spor alanında Dèrard Vandystadt’ın kendi adıyla kurduğu ajansı dikkat çekmektedir.
1970’li yıllarda televizyon yayınları basın fotoğrafçılığının
gücünü azaltır. Dergiler ayakta
kalabilmek için sayfa sayılarını azaltırken, aktüalite ve sıcak
haberler yerine şok görüntüler
ve daha yapay fotoğrafları tercih etmeye başlarlar. 1985 yılında Vu Ajansı Christian Caujolle
tarafından kurulur, Caujolle fotoğrafın gücüne inanmaktadır.
Fotoğraf ağırlıklı Libèration gibi
dergileri fotoğraflarıyla besler.
Bu ajansların dışında küçük yapılanmalar da oluşturulur. Paris’te Mètis, Lyon’da Editing,
İtalya’da Contrasto, Almanya’da
Visum, ABD’de Saba telif kavramını koruyarak ayakta kalmaya
çalışırlar. Yüzyılın dönüşümü,
büyük ajansların hantallığı ve
zor piyasa koşullarına karşı bir
tepki olarak doğan VII Fotoğraf
Ajansı ise, Gary Knight (London), Alexandra Boulat (Paris),
Ron Haviv (Moscow), John Stanmeyer (Hong Kong), Antonin
Kratochvil, Christopher Morris
ve James Nachtwey (New York)
gibi uluslararası yedi fotoğrafçı
tarafından 2001 yılında kurulmuştur. Kendi telif haklarını ve
öncelikli müşterileriyle ilişkilerini yönetmek için serbest üyelik
sistemine sahiptir.
21. yüzyılın başında küresel
medya pazarında VII gibi yeni
küçük kurumların ortaya çıkmasına rağmen, bir diğer önemli eğilim de birleşme ve çapraz-medya devleşmesidir. 1976
yılında Contact Press Images
gibi Amerikan ajansları kendi
konumlarını pekiştirir ve yeni
büyük örgütler arenaya girer.
Başlangıçta resim arşivi olan,
ancak kısa zaman içinde kendi
sözleşmeli fotoğrafçıları aracılığıyla görüntü toplayan bu ajanslar arasında en önemlileri Getty
Images ve Corbis’dir. Bazı orta
ölçekli kuruluşlar daha büyük
birleşimlere de katılır: Rapho,
örneğin, 2000 yılında dergi-yayın grubu Hachette Filipacchi
(Elle, Paris Match) ile birleşir.
Basın fotoğrafçıları için oldukça
prestijli olan fotoğraf ajansları, günümüzde pek çok zorlukla karşı karşıyadır. Fotoğraflar,
video ve grafik görüntülerin dijitalleşmesi, medya holdingleri için ürün yelpazesi üzerinde
daha fazla kontrol sağlarken,
görüntünün daha çok yaygınlaşmasını ve ulaşılabilirliğini arttırır. Bu durum 2009 yılından
itibaren Gamma, Sipa ve Sygma gibi büyük ajansların tasfiye
edilmelerine ya da maddi zorluklar nedeniyle satılmalarına
neden olur. Elbette bu sorunlar
basının içinde bulunduğu krizin
belirtisidir, gazete ve dergi satışları düşer, dolayısıyla fotoğraf
hakları için ücretlerde de düşüş
yaşanır. Çağımızda önemli bir
konu olan kooperatif ve profesyonel kuruluşlarının çoğalması
yaklaşımı yerini, pazarlık gücü
ve fotoğrafçıların operasyonel
özgürlüğüne bırakır.
Günümüzde fotoğraf satın alan
kuruluşların fotoğraf bütçelerinde düşme vardır, artık uluslararası haberle de eskisi kadar çok
ilgilenmiyorlar. Yeni organizasyonlar, haberden daha ucuz olan
Reuters gibi genel basın ajansları tarafından üretilen çizimleri
ya da kendi arşiv görüntülerini
kullanmayı tercih ediyor. Bunun yanısıra internet de fotoğraf
ajanslarının düşüşe geçmesine
neden oluyor. Profesyonellik ve
fotoğrafların değeri artmasına
rağmen, yeni bir model ortaya
koyan vatandaş foto-muhabirliği, ajansların sıkıntı çekme
nedenlerinden bir diğeri olarak
görülebilir.
Basın fotoğrafçılığının bu yeni
formu “vatandaş gazeteciliği” ya
da “işbirlikçi gazetecilik” olarak
isimlendiriliyor. Tüm dünyada
10 11
AFSAD
ivme kazanan bu yeni gazetecilik türü, profesyonel bilgiye
sahip olmasa bile dijital teknolojileri kullanarak üretimde bulunabiliyor. Özellikle amatörler
tarafından çekilen fotoğraflar
Avrupa, ABD ya da Kuzey Afrika’da önemli olayları aktarmada
oldukça çok kullanılmaktadır.
Arap baharı, Güney Doğu Asya
Basın
fotoğrafçılığının
bu yeni formu
“vatandaş
gazeteciliği” ya
da “işbirlikçi
gazetecilik” olarak
isimlendiriliyor.
Tüm dünyada ivme
kazanan bu yeni
gazetecilik türü,
profesyonel bilgiye
sahip olmasa bile
dijital teknolojileri
kullanarak üretimde
bulunabiliyor.
tsunamisi, terörist saldırılar ile
ilgili fotoğrafları profesyonel haber ajanslarına verdikleri gibi,
Twitter, Facebook gibi sosyal
medya ağlarında ya da kişisel
bloglarında
paylaşabiliyorlar.
Bu yeni paylaşım biçimleri, günümüzde amatör fotoğrafçılarının gücünün arttığını göstermektedir.
21. yüzyıla gelindiğinde habercilik ve basın fotoğrafçılığında
ekonomik, sosyal ve teknolojik
bağlamda yaşanan bu değişimler, bir çok fotoğraf ajansının
konularını çeşitlendirmesini zorunlu kılmıştır. Sıcak ve aktüel
haberin yanısıra, kişisel hikayeler, seyahat, turizm, yemek,
hobiler gibi konularda ya da ünlülerin yaşam hikayeleri üzerine
çalışabilecekleri yeni alanlar açmaya başlarlar. Günümüz fotoğraf ajanslarının bir kısmı daha
çok belgeselciliğe, uzun soluklu
ve hemen bayatlamayacak konular üzerine yoğunlaşmayı tercih
ederler. Guy Le Querrec’in caz
dünyası, Martine Frank’ın Tibetli rahipleri, Jane Evelyn Atwood’un Avrupa ve Amerika’da
cezaevindeki kadınları örnekler
arasındadır. Ayrıca Salgado gibi
bağımsız çalışan basın fotoğrafçıları da vardır.
Sebastiao Salgoda, ajansların
dışında kendine ait bir dağıtım
ağı kurarak farklı bir sistem
geliştirmiştir. Aslen Brezilyalı
ekonomist olan Salgado, 1970’li
yıllarda fotoğraf çekmeye başladıktan sonra çok başarılı işler
üretmiştir. Önce Sygma Ajansı’na sonra aktüalite fotoğraflarıyla Gamma’ya, 1979 yılında da
Magnum’a girmiştir. Sahel’deki
kuraklık, Latin Amerika köylüleri, göçmenler, işçiler gibi çok
sayıda fotoğraf hikayesi üreten
Salgado, ödüller almış, fotoğraflarından oluşan kitaplar basmıştır. Hümanist gelenekten gelen
Salgado 1994’te Magnum’dan
ayrılarak kendi dağıtım ağını
kurmuştur. Kişisel dağıtım ağı
kurma, ajanslara alternatif olarak geliştirilen bir yöntem olarak değerlendirilmektedir.
Günümüzde basın fotoğrafçıları,
ilk haber fotoğraflarının gazetelerde basılamadığı dönemlerde
olduğu gibi, kitap olarak yayınlamak üzere yola çıkmaktadır,
tarih tekerrür etmektedir. Magnum Ajans’ından Gilles Press,
Ruanda üzerine çalışmalarını
1995’te New York Modern Sanatlar Müzesi’nde sergilemiş, bu
konuda Le Silence adını taşıyan
kitabını yayınlamıştır.
Kaynakça
Amar, Pierre-Jean (2008) Basın Fotoğrafçılığı, Çev: İnci Çınarlı, İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Florine, Morestin (2014) Photojournalism: From the Agency Model to
the Era of Citizen Journalism,
Kitaev, Alexei (2014) Karl Bulla,
http://www.peoples.ru
Matthews, David-Lenman, Robin
(2014) Photographic Agencies,
http://www.answers.com
Oral, Merter (2011) Weimer Cumhuriyetinden Günümüze Fotoğraf Ajanslarının Fotojurnalizme Katkıları,
İstanbul: Espas Yayınları.
Depo Photos
Dosya
Konusu
Temmuz - Ağustos
Abdurrahman ANTAKYALI
Depo Photos Başkanı
Abdurrahman Antakyalı ile fotoğraf ajansı nedir, dünyada tanınmış
ajanslar, üretim ve sunum yapıları hakkında konuştuk. Son derece
kapsamlı ve ajanslar konusunun her yönüne değinen söyleşimizi
aşağıda bulabilirsiniz.
A.Antakyalı - Söze uzun yıllarımızı verdiğimiz, hakkında
diğer ajanslara göre daha fazla
bilgimizin olduğu editoryal fotoğraf ajanslarından başlamakta
fayda olduğunu düşünüyorum.
Bunlar haber içerikli fotoğrafların daha ağırlıklı olduğu ajanslardır. Dünyada önde gelen haber fotoğrafı ajansları arasında
Associated Press, Reuters, Agence France Press, Corbis ve Getty
Images başı çekiyor diyebiliriz.
Bunların bir kısmı ulusal ajans
olarak doğup, dünya çapında
bürolar açarak global ajanslar
olmuştur. Örneğin; Associated
Press, Amerika’daki gazetelerin
fotoğraf ihtiyaçlarını bir havuzdan karşılamak maksadıyla ortaklaşa kurdukları bir ajanstır.
Sistemlerinin işleyişi şöyledir;
gazeteler havuzdan yararlanabilmek için belli bir kotada fotoğraf
vermek zorundadır. AP’nin Amerika yayınları olduğu gibi uluslararası yayınları da var. Farklı ülkelerden editörleri yıl içerisinde
bir araya gelip toplantılar yaparlar. Toplantılarda içerik, etik,
yeni kullanacakları teknolojiler
gibi konular üzerinde tartışırlar.
Sadece AP değil diğer ajanslarda
da bu tarz toplantılar yapılıyor.
Bu bahsettiğimiz ajanslar, hızlı
bir şekilde ürettiklerini karşıya
veren, büyük ağırlıkla abonelik
usulü çalışan fotoğraf ajanslarıdır. Uluslararası çok geniş bir
abone ağları vardır. Periyodik
basılı yayınlar ile internet yayın
piyasası bunların en önemli aboneleri içinde yer alır. Bu ajanslar
sıcak haber takip ederler, olay
yerinden anında fotoğraf geçirmeye çalışırlar ve bütün teknolojileri buna yöneliktir. Binlerce, on binlerce kare fotoğrafı bu
teknolojileri sayesinde bir günde
geçebiliyorlar. Hatta kimi önemli olaylarda, bu ajanslara bağlı
bir fotoğrafçı fotoğrafı çekerken wi-fi ile görüntü doğrudan
editörün bilgisayarına düşüyor,
o da hızlıca fotoğrafı yayına hazırlıyor ve sunuyor. Bu şekilde
çok hızlı bir iletişim ağına sahipler. Günümüzde hız çok önemli.
Çünkü gazetelerin bir yayın saati vardır veya internet medyası, “şu an ne oluyor?” sorusunu
yanıtlamak zorundadır. Türkiye’de fotoğraf yayını işini 1968
yılından beri Anadolu Ajansı yapıyor. Bunun dışında Doğan Haber Ajansı, İhlas Haber Ajansı ve
Cihan Haber Ajansı gibi medya
gruplarının ajansları da fotoğraf
yayını yapıyor. Fakat bu ajanslar
daha çok video ağırlıklı görsel
yayın yapıyorlar.
Sıcak haber fotoğraflarını anında servis eden ajansların yanı
sıra, zaman konusunda daha esnek olan ve daha butik işler üretip bunları satan fotoğraf ajans-
ları da var. Bunlar arasında ilk
akla gelen Magnum Photos’tur
herhalde. Magnum v.s. gibi
ajanslar ağırlıklı yönüyle dergiler ve kitaplar için çalışırlar veya
gazetelere haber verecek olsalar
da daha çok hafta sonu eklerinde
görürüz fotoğraflarını. Mesela
Newyork Times, Guardian gibi
gazetelerin hafta sonu ekleri bu
ajanslar için belirli bir bütçe ayırarak fotoğraflarını yayınlarlar.
Ama bunlar da satışların düşmesinden dolayı şimdi ciddi bir kriz
içerisindeler.
Foto muhabiri, eskiden bir göreve gitmeden projesini gazeteye
sunar, onaylandıktan sonra çekip işini getirirdi. Şimdi ki koşullar öyle değil. Eskiden fotoğraf çeken kişi sayısı çok çok azdı.
Şimdi çok sayıda fotoğraf üreten
var ve küçük lokal ajanslar aracılığıyla bile bu görseller pazarlanmaya çalışılıyor. Böylece eskiden
pazar payı bulamayan nitelikli
ürünlere de ulaşılabiliyor. Bence
fotoğraftaki tekel kırıldı. Bunu
Ortaçağ’da reform hareketinin
doğmasına benzetiyorum. Papazların kontrolü altındaydı
bilgi, tek söz sahibi onlardı, elit
bir kitle oluşturmuşlardı. Fotoğraf dünyası da pek farklı değildi
dijital teknoloji öncesi. Fotoğraf
çeken kişi sayısının artması ile
sosyal medyanın etkinliğiyle bu
F: Hikmet Tanılkan / Depo Photos - Galatasaraylı Metin Oktay,
Türkiye Ligi 1968 - 1969 sezonu gol kralı oldu.
yapı kırıldı. Fotoğrafa demokrasi geldi. Bu nasıl oldu? Dijital fotoğraf teknolojisiyle oldu,
masraflar düştü, fotoğrafları
bir yere ulaştırmak sorundu, bu
sorun ortadan kalktı. Eskiden
fotoğrafı bir noktadan diğerine iletmek için “Telefoto” adında özel bir alet vardı, bu aletle
çektiğiniz fotoğrafları parazitsiz
bir telefon hattı bularak 30 dakikada gönderebiliyordunuz. O
aletlerin tanesi 20 bin dolardan
başlıyordu, 50 bin dolara kadar
çıkıyordu. Kimsede yoktu, bu
yüzden de burada çektiğiniz fotoğrafı örneğin Paris’e gönderme şansınız olmuyordu. Şimdi
e-postayla bile ulaştırabiliyorsunuz dilediğiniz medya kuruluşuna. Şimdi herkes birer medya
patronu oldu, Facebook sayfası,
Twitter sayfası da birer medya
organıdır çünkü. Yazı, fotoğraf
paylaşabiliyorsunuz yönettiğiniz
12 13
AFSAD
bu sayfalarda. Ben kendi payıma
elimden gelen zamanı ayırmaya
çabalıyorum sosyal medyaya.
Oradaki fotoğrafları inceleyip,
fotoğrafların sahipleriyle doğrudan iletişime geçiyorum; “Kendi
ajansımızda fotoğrafınızı kullanabilir miyiz?” diyorum. Portfolyolarını göstermek isteyenler,
Facebook sayfasından “benim
fotoğraflarım bunlar” diye link
atıyorlar, onlara geri dönüş yapıyorum. Artık fotoğrafçı ile
medya kuruluşu anında iletişime geçebiliyor. Fotoğrafçı işlerini gösteriyor, medya kuruluşu
satın alıyor, ya da almıyor.
Bunların dışında geçmişten günümüze Magnum Photos, Black
Star, VII, Panos, Noor vb. gibi
ajans türleri de var. Bunları
daha ziyade butik ajanslar olarak tanımlayabiliriz. Butik ajans
olarak tanımlamaktan kastım,
sınırlı sayıda fotoğrafçıyı kadrolarında barındırmaları. Aynı dili
konuştuklarına inandıkları ‘elit’
fotoğrafçıların bir araya gelerek
kurdukları ajanslar bunlar. Üretimleri daha uzun soluklu işlere,
foto röportajlara dayalı. Belirledikleri öyküler üzerine çalışıp,
hikâyeleri dergilere satmaya çalışıyorlar.
Günümüzde gelir bazında olsun, içerisindeki fotoğraf sayısı
bazında olsun en büyük fotoğraf ajansı olan Getty Images’in
cirosu milyar dolarlarla ifade
ediliyor. Çok büyük bir fotoğraf fabrikası. Online veri tabanı
üzerinden satışlarını gerçekleştiriyor ve görselleri kullanacağınız mecraya göre fiyatlandırıyor. Kadrolu foto muhabirlerine
maaş verdikleri gibi, freelance
fotoğrafçılarla da çalışıyorlar ve
belirli bir yüzde veriyorlar fotoğ-
raflarının satışından. Sektörün
kurallarını belirleyen şu an Getty
Images. Onlar yapıyor diğerleri
de arkasından geliyor. Bill Gates bile fotoğraf ajansı işinde.
Neden dünyanın en güçlü insanları hep görsellere hükmetmeye
çalışır? Yanıtını Bill Gates defalarca verdi aslında, “Bundan
sonra insanlar olayları yazıyla
değil görüntülerle anlamlandıracak” diyor Gates. Bu sosyolojik bir öngörü değil tek başına. O
sosyolojik öngürüyü gerçeğe dönüştürmek için, var gücüyle teknolojik olanakları kullanıyorlar
yıllardır. Bu ajanslar sadece kendileriyle iletişime geçip fotoğraf
satın alan müşterilerinden gelir
elde etmiyorlar. Bahsettiğimiz
ajansların çok ciddi hukuk orduları var. Bu ajanslar izinsiz
fotoğraf kullanımlarına karşı açtıkları telif davalarından önemli
gelir elde ediyor. Bir ajansa bağlı çalışmasalar bile, fotoğrafçılar
bu konuda cesur olmalı, haklarını aramalılar. Sayısız davada
dudak uçuklatan rakamlar elde
ediliyor telif ihlallerinden.
Teknolojinin gelişimi fotoğrafçılar için harika sonuçlar getirmedi sadece, olumsuz sonuçları
da oldu bu dönüşümün. Birçok
fotoğraf ajansı kadrolu çalışanlarını işten çıkardı. Amerika’da
son birkaç yılda üç binin üzerinde foto muhabirinin işine son
verildi. Çünkü insanlar fotoğraflarını Getty Images, AP, Reuters
vs. gibi ajanslardan alabiliyorlar. Haliyle de fotoğrafçılar para
kazanmak için kendilerine çıkış
yolu arıyorlar. Çoğu fotoğrafçı
artık freelance çalışıyor. Demotix diye bir site var mesela, orada 20 tane işiniz yayınlanırsa
size basın kartı bile veriyor. Ama
yine de bu durum dünyadaki çok
sesliliği öldürüyor. AP, Retuers
gibi ajanslar olay yerine adam
gönderiyorlardı, artık göndermiyorlar. Savaş çok maliyetli iş,
olimpiyatlar maliyetli iş, böyle
dönemlerde fiyatlar yükselir,
böyle yüksek maliyetlerin altına
girmektense haberleri lokal muhabirlerden alıyorlar. Onlar da
taraflı oluyor, istediklerini yolluyorlar istemediklerini yollamıyorlar. Suriye’de mesela yerel
kaynakları çalıştırıyorlar. Özgür
Suriye ordusunun çarpışan adamını foto muhabiri yaparsan,
gelen haber ne derece sağlıklıdır? Tutupta kendi tarafını kötü
göstermez. Reuters ajansına
çalışan, Molhem Barakat adında bir freelance foto muhabiri
öldürüldü geçenlerde. Bu çocuk
18 yaşından küçük, eğitimi yok,
sahada hayatını kaybetti. Barakat’ın Facebook sayfasından da
anlaşıldı ki Özgür Suriye Ordusu saflarındaydı. Bu olayın ardından Reuters’in istihdam politikası ciddi ciddi sorgulandı.
Sadece 18 yaşından küçük bir
çocuğu çalıştırdığı için değil, bir
ideolojinin tarafında olan birinin penceresinden olayı abonelerine aktardığı için yoğun eleştiri aldı.
F: Sökmen Baykara / Depo Photos - 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Sonrası
Mamak Cezaevi
Kontrast - Sözlerimiz arasında Depo Photos zaman zaman
yer aldı. Şimdi bu yeni oluşum
konusunda daha fazla bilgi
alalım. Depo Photos hangi ihtiyaçtan kuruldu? Bu oluşumun
gerekli olduğuna inandığınız
temel noktaları nelerdi?
A.Antakyalı - Türkiye’nin ciddi bir editoryal fotoğraf arşivine
gereksinim duyduğu bir gerçek.
Bunu oluşturmanın en akılcı
yolu da; geçmişten günümüze
bu ülkenin tarihini belgeleyen
foto muhabirlerinin, belgesel
fotoğrafçıların, koleksiyonerlerin ellerinde bulunan dağınık
arşivi bir çatı altında toplamaktı, sanırım hayli mesafe aldık.
Elimizde şu an Osmanlı’nın son
dönemlerinden günümüze kadar
ülke tarihinin her alanından yüz
binlerce görsel var.
Tarihe doğru bilgiyi bırakmak
için alternatif gözlere ihtiyaç
var. Bizim Depo’da bu ihtiyaçtan
doğdu. Herkes kendi bakış açısından veriyor haberi, bizde öyle
bir şey yok. Her taraftan dengeli
bir şekilde geliyor, “gördüğünüzü verin, doğru bir şekilde verin,
biz bunları paylaşırız” diyoruz.
Türkiye’nin gerçek görsel tarihini oluşturmaya çalışıyoruz. Bir
gazete günde 100 civarında fotoğrafla çıkıyor, bu da yaklaşık
olarak 300 habere eşlik eden fotoğraf demektir. Kimi haberden
bir fotoğraf kullanılıyor. Ama
muhabir bir haberden onlarca
fotoğraf çekiyor. Gazetede yer
bulamıyor, yer bulamayınca da
arşive girmiyor o fotoğraf, öyle
olunca da herkesin kendi arşivinde bir hard diskte duruyor
fotoğraflar. Hard disk kırıldı mı
hepsi gitti. Biz dedik ki; “bütün
o fotoğraflar bir yerde toplansın
ve satılsın”. Değişik mecralara satılacak; internet var, bilgi
ekranları, dergiler var. Burada
amaç fotoğrafçı kazansın ki kazandığını fotoğrafa yatırsın.
Bir fotoğrafçıdan fotoğraf isteniyor ama bir ressamdan resim is14 15
AFSAD
tenemiyor. Neden? Fotoğrafçılık
çok ucuz görünüyor. Bunun en
büyük nedeni fotoğrafçının kendisi. Yeter ki görünsün, kullanılsın istiyor çektikleri. Emeğini bu
kadar değersiz gören başka bir
grup var mıdır dünyada… Biz de
diyoruz ki; “Bu emeğin bir karşılığı var!” Geçen gün bir liste
vardı, dünyanın en iyi ve en kötü
meslekleri diye, fotoğrafçılık
188. sırada ve liste toplam 200
meslekten oluşuyor. Bu yapılan
işin kötülüğünden değil, yapılan
işteki stres ve geçirilen zaman
karşılığındaki parayı ölçü alıyorlar. Yurt dışında freelance bir
fotoğrafçı başka bir iş yapmadan
geçimini sağlayabiliyor. Türkiye’de bu maalesef böyle değil.
Bugün bir haber okudum; haber
göre, amaçlı çekilen fotoğrafların hepsinin izinsiz yayınlanmasından ceza gelecekmiş. Bizim
yasalarımız çok iyi bu konuda,
yurt dışında birçok ülkeyle aynı
durumdayız.
Dünyada ajanslar konusunda bir
dönüşüm yaşandı. Eskiden Sigma, Gamma gibi ajanslar vardı,
bu ajanslar filmleri gazetelere
satıyorlardı. Sigma dâhil günümüzdeki gelişmelere ayak uyduramadılar. Kendi kadrolu fotoğrafçıları da dâhil bir sürü insan
çalıştırıyorlardı. Şimdi nerdeyse
hiç bir ajansın kadrolu fotoğrafçısı yok. Freelance fotoğrafçılardan alıyorlar fotoğrafları, bedellerini ödüyorlar. Böylelikle ajans
çalıştırmak zorlaştı. Magnum,
burnundan kıl aldırmayan bir
ajanstı şimdi en son yıllık toplantılarında 100 dolara fotoğrafçılarının imzalı fotoğraflarını
satma kararı aldılar. Magnum
için bu müthiş bir olay. Magnum
çağa ayak uyduruyor. Marka
olan kişiler artık, Magnum onların yanında alt marka konumunda oldu. Magnum ajansındakiler
dışarıdan iş alabiliyorlar. Bir
projeye tek başına çağrılıyorlar.
Ajansa para veriyorlar mı, emin
değilim ama kendi adlarına iş
alabiliyorlar. Dünyadaki bir çok
fotoğrafçı artık çektiği fotoğraf-
tan çok workshoplardan (atölye çalışmalarından) para kazanıyor. Türkiye’de Coşkun Aral
gelirini, dışarıdaki meslektaşları gibi bu şekilde elde ediyor.
Magnum’da üyeler maaşlı değil,
fotoğraf satışından para kazanıyorlar ama AP’de fotoğrafçı
böyle bir şey yapamaz. Ayrı ticari faaliyette bulunamaz. Depo
bu konuda çok esnek, içinde yer
alan fotoğrafçılar kendi projelerini kendileri yapabilir, kendi
fotoğrafını kendi satabilir. Sadece bize haber vermek koşuluyla, bunu da neden istiyoruz bir
yerde görürsek ‘izinsiz kullanım’
diye dava açmayalım. Dünyadaki fotoğraf ajansları artık ne
yapıyor, sivil toplum kuruluşlarıyla çalışıyor. Sınır tanımayan
doktorlar projesi mesela, gidiyor
oraya, masrafları karşılanıyor,
hem fotoğrafını çekiyor, hem
kendi projesini gerçekleştiriyor.
Bir internet ortamında projesini
koyuyor ortaya şu kadar paraya ihtiyacım var deyip, eş dostla başlayıp internet ortamında
projesine destek arıyor. 20 dolar
verirseniz üç baskılı fotoğrafımı
gönderirim size, 200 dolar verirseniz adınız geçecek projede
şeklinde kaynak oluşturuyor.
Ajanslarla çalışmak her zaman
avantajdır. İş alma konusunda
ajansın menajerliğinde çalışmak
daha iyi oluyor. Tek başına bakkal dükkânı gibisin, çok sayıda
insan olunca dev bir AVM’ye dönüşüyor bu olay. Siz alacağınız
ürünün tek çeşit olduğu yere mi
bakarsınız, yoksa aynı ürünün
yirmi çeşit olduğu yere mi?
Ajanslar farklı dili olan bir çok
fotoğrafçıyı bir çatı altında topluyor. Depo Photos’ta da bu böyle, herkes kendi dilini içeriğini
özgürce kullanabiliyor. Ama görsel ve içerik kalitesi son derece
önemli bizler için. Kalite derken,
net olsun vb gibi teknik ayrıntılar değil. Fotoğrafçının fotoğraf
diliyle,
zenginleştirdikleriyle
bize ne anlattığı önemli. Depo
Photos için çok çalıştık, 1989
dan beri bu işin içindeyim. 25
yıllık birikime sahibim. Bu işin
çift tarafında da yani hem foto
muhabiri hem de editoryasında
çalışan donanımlı bir ekibimiz
var. Bir editörün beklentisinin
ne olduğunu çok çok iyi biliyoruz. İkisini harmanladığınızda
daha tatmin edici bir yapı çıkıyor.
Böyle bir yapının yokluğu Türkiye için büyük bir boşluktu. “Fotoğrafları almak istiyoruz ama
yüksek çözünürlükte nerede bulacağımızı bilmiyoruz. Bulamayınca da Google’dan çalıyoruz.
Çalınca da sahibi çıkıyor telif
hakkı davası açıyor” diye çok
sayıda yakınma dinledik. Depo
büyük bir telifli fotoğraf bankası. Görsel arayanlar, yüz binlerce fotoğrafa küçük bir aramayla
ulaşabilecekler. Ulaşamazlarsa
bizimle iletişime geçip yardımımızı alabiliyorlar. Şu an, 350 bin
fotoğrafın biraz üzerinde görsel, web sayfamızda yer alıyor.
Sisteme henüz aktarmadığımız
ancak milyonlarca kare içinden
seçimini yaptığımız, filmlerden
taradığımız beş yüz bin civarında daha seçilmiş fotoğraf var.
Toplumların beklentileri değişti
beklentilere uygun yeni yapılar
oluşturmak gerekli. Bire bir, yüz
yüze görüşmeler yaptık, onların
beklentilerinden mantıklı gördüklerimizi ekledik hizmet yelpazemize. Herkesten çok olumlu
tepkiler aldık. Son 6 ayda toplumun kanaat önderi diyebileceğimiz kurum ve kişilerle bunları paylaştık. Nasıl bulduklarını
sorduk. Şaşkınlıklarını memnuniyet ve cesaret verici cümlelerle ifade ettiler, şüphesiz bu geri
bildirimler bizler için gurur verici oldu. Sistemi görüp önerilerde bulunan fotoğrafçı, arşivci ve
görsel alıcısı kesimlerin önerilerinden makul gördüklerimizi
yazılımımıza eklettik. Yani imece usulüyle üretilmiş bir sistem
oldu. Ne kadar çok kişinin eli
değerse iyi olacağını düşündük.
İş bulamayan bir çok yetenekli
gence Depo Photos çatısı altında
yer verdik. Onlara yol açtık, açmaya da devam edeceğiz çünkü
bu bizim en önemsediğimiz misyonlarımızdan biri.
Kontrast- Depo Ajans hakkında henüz detaylı bilgilere
ulaşılamıyor, organizasyon yapınızdan bahsedebilir misiniz?
Ekibinizde kimler var?
A.Antakyalı - Detaylı bilgiler
Eylül ayında paylaşılacak, o zamana kadar sürprizi pek bozmak
niyetinde değiliz. Ama yine de
bir şeyler paylaşacak olursak;
üzerinde iki yıldır çalıştığımız
bir projeydi Depo Photos ve nihayet hazır hale geldi. Yapısı
çağımıza ve geleceğe uygun tasarlandı. Kendine özgü, esnekliği olan bir yazılımdı ve bu tamamlandı. Şu an web sitemizde
yüz binlerce kare yüksek çözü-
F: Güngör Özsoy / Depo Photos - Ertem Eğilmezin 1972 yapımı Tatlı Dillim filmi.
nürlüklü fotoğraf yer alıyor. Bu
fotoğrafların tamamı, fotoğrafı
çeken fotoğrafçılar, telif sahipleri ve koleksiyonerlerle bire
bir yaptığımız görüşmeler sonrası sağlandı. Milyonlarca film
ve sayısal görsel tek tek gözden
geçirildi, yüz binlerce kare film
taranarak sayısallaştırıldı. Depo
Photos’un kadrosu şu an için
200 kişi civarında ve yıllarca basın fotoğrafçılığında yöneticilik,
arşiv, editörlük ve foto muhabirliği yapan isimlerden oluşuyor. Bu arada sürekli başvuru
alıyoruz. Yaş grubumuz 18 ila 90
arasında değişiyor dersem Depo
Photos’un heyecan verici yapısı
hakkında bir fikir edinebilirsiniz
sanırım.
Kontrast- Sizin bir basın fotoğrafçısı olduğunuzu biliyoruz,
habercilik ve gazetecilik açısından ajans ilkeleriniz nelerdir?
A.Antakyalı - Peşinde koştuğumuz ana ideal ‘gerçek’. O nedenle, farklı görüş ve disiplinlerden
sayısız fotoğrafçının fotoğraflarıyla bu gerçeği hep beraber inşa
etmeye çalışıyoruz.
Depo Photos fotoğrafçılarının;
farklı ideolojileri, siyasi kimlikleri, yaşam tarzları var ama
Depo Photos’ta hepsi bir arada
sunuluyor ve ülkenin ‘gerçek
görsel tarihi’ oluşturulmaya çalışılıyor. Bu gerçekliği zedeleyecek, evrensel gazetecilik ilkelerine aykırı düşecek fotoğraflara
yer vermemeye çalıştık. Bunun
için, gözümüzden kaçabilecek
eksiklik ve hatalarımıza karşı
her fotoğrafa, bize uyarı gönderilmesi için hata/eksik bildirim
formu ekledik.
Kontrast - Fotoğrafçılarınız
kadrolu mu, freelance mi çalışıyor?
A.Antakyalı - Depo Photos bir
freelance fotoğraf ajansı. Ülkemizde son yıllarda çok sayıda
freelance fotoğraf kolektifi ku16 17
AFSAD
ruldu ama sanırım bizimki şimdiden en geniş katılıma ulaştı.
Kontrast - Dışarıdan gelecek
katılımlara bakışınız nasıldır?
Fotoğrafçı seçerken kriterleriniz nelerdir?
A.Antakyalı - “Ben bu ülkenin
görsel tarihine fotoğraflarımla
katkı sağlayacağıma inanıyorum” diyen, nitelikli fotoğraflarıyla bize başvuran herkese kapımız açık.
Kontrast - Bir ajans çatısı altında çalışmak fotoğrafçılara
neler katıyor?
A.Antakyalı - “Birlikten güç
doğar” diye haklılığı sayısız kez
kanıtlanmış çok güzel bir cümle
var. Bizim oluşturduğumuz çok
büyük bir fotoğrafçı kolektifi
ve siyasetinden ekonomisine,
toplumsal olaylarından spora,
kültür sanat faaliyetlerinden
magazinine, bilimine, eğitimine
vs. yüz binlerce nitelikli görsel
var. Herhangi bir konuda arama
yapan kişiye kendi fotoğraflarınızı da kolaylıkla gösterebiliyorsunuz böyle bir yapıda. Fotoğraflarınızı pazarlayıp bundan
bir gelir elde etmek için bu tarz
güçlü yapıların içinde olmanın
önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Depo Photos’un henüz resmi açılışını yapmadan dünyanın
önde gelen medya kuruluşları
tarafından bilinmesi, fotoğraflarının sipariş edilmesi, hep bu
birlikteliğin verdiği büyük güç
sayesinde oluyor. Depo Photos
bu anlamda bir tür fotoğrafçı
menajerliği görevini üstleniyor.
Kontrast - Proje seçerken nasıl karar veriyorsunuz? Herkes
kendi öyküsünün peşine mi düşüyor?
A.Antakyalı - Kaliteli bir ekibimiz var ve konularını kendileri belirliyorlar. Bizden konu
talebinde bulunanlara da önerilerde bulunuyoruz. Görsel yanı
kuvvetli, özgün, yaşadığımız döneme ilişkin gelecekte de dönüp
bakılacak konulara öncelik veriyoruz.
Kontrast - Fotoğraflarınız nasıl dağıtıma sokuluyor? Ücretlendirilme nasıldır?
A.Antakyalı - Daha önce de
belirttiğim gibi fotoğraflarımız
ajansımızın web sitesi olan www.
depophotos.com adresi aracılığı ile kamuoyuna sunuluyor.
Görsellerimize ihtiyaç duyanlar
dilerlerse tek tek, dilerlerse de
abonelik usulüyle bu taleplerini
karşılayabiliyor. Fotoğrafların
ücretleri, kullanıldığı mecraya
göre farklılık gösteriyor. Şöyle
açıklayayım; aynı fotoğrafın kullanılacağı alana göre 100’e yakın
farklı fiyatı var. Dünya ajanslarının uygulaması neyse, aynı yapı
Depo Photos’ta da var.
Kontrast - Peki ajans nasıl gelir elde ediyor?
A.Antakyalı - Ajans, gelirlerini fotoğraf satışlarından alacağı komisyonlarla elde ediyor.
Bu komisyonu alabilmek için
de fotoğrafçıların fotoğraflarını
doğru alıcıyla buluşturmak için
çaba göstermeli. Her iki taraf da
yaşamak ve sektörde daha fazla
büyümek için yoğun çaba sarf
etmeli.
Kontrast - Son olarak gündeme dair bir soru; Gezi süreci sizi
nasıl etkiledi?
A.Antakyalı - Gezi olaylarının diğer haberlerden farkı yok
bizler için. Ülke tarihinin her
önemli olayını aynı ciddiyet ve
titizlikle izledik, bunu da sonsuza kadar sürdüreceğiz foto muhabirleri ve belgesel fotoğrafçılar olarak.
F: Bülent Hiçyılmaz / Depo Photos - Süleyman Demirel Atatürk Barajı’nda.
Dosya
Konusu
Nar Photos
Temmuz - Ağustos
Mehmet KAÇMAZ
Nar Photos’u ortaya çıkaran dinamiklerden ilki Fotoğraf Vakfı oluşumu ve daha öncesinde
Nar’ı oluşturan isimlerin bir
bölümünün içinde yer aldığı,
Dayanışma Gönüllüleri Derneği
ve Fransız Sivil Toplum Örgütü
L’Enfants Du Monde’un; 1999
depremi sonrası İzmit Bekir
Paşa Çadır Kenti’nde çocuklarla
yürüttüğü atölye çalışmaları idi.
Bu atölyede yer alan bir grup fotoğrafçı, ileriye dönük kolektif
işler yapmak niyeti taşıyordu.
İkincisi ise Fotoğraf Vakfı ve
World Press Photo’nun 20012003 arasında yürüttüğü ‘Basın
Fotoğrafçılığı’ atölyesi idi. Ajansı oluşturan ilk kadro bu iki çalışmada birlikte çalışmış fotoğrafçıların bir araya gelmesi ile
oluştu.
Bu yapılanmayı ortaya çıkaran
temel neden, Türkiye’de birçok
alanda olduğu gibi dayanışma,
kolektivizm ve örgütlenme eksikliği idi. Kollektifi oluşturan
fotoğrafçıların tümü, birlikte
yol almanın ve kolektif ruhun
önemine inanan insanlar. Ticari
bir birliktelikten çok gönüllü ortaklık temelinde bir yapımız var.
Diğer taraftan dünyada 1900’lü
yılların başına dek giden fotoğraf ajansları/kolektifleri geleneği Türkiye’de yeterince anlaşılamamış ve yaşanmamış bir
örgütlenme biçimiydi. Bizler de
bu eksikliğin hayli farkındaydık.
Nar Photos; belgesel fotoğraf,
haber fotoğrafı ve foto-röportajlar üreterek yaşadığı zamana
tanık olmak, bunun ötesinde ele
aldığı konuları sorgulayarak değişime mütevazı de olsa katkıda
bulunmak isteyen bir yapılan18 19
AFSAD
ma. Bizi bir araya getiren temel
dinamik, fotoğrafın toplumsal
işlevine ve hayata benzer bir
pencereden bakıyor olmamız ve
ortak hedefler taşıyor olmamızdı.
Dünyada uzun bir maziye sahip olsa da fotoğraf ajanslarının
Türkiye macerası oldukça yeni
diyebiliriz. Nar Photos 2000’li
yılların başında kurulduğunda
kendi alanındaki tek yapılanmaydı. Fakat son 5 yıla baktığımızda serbest çalışan bizim
alanımızdaki fotoğrafçıların bir
bölümünün yeni yapılar oluşturduğunu görüyoruz. AP, Reuters, AFP, EPA gibi sıcak haber
fotoğrafına odaklanmış büyük
dağıtım ağlarını ve bu ajanslarda kadrolu olarak çalışan yerli
fotoğrafçıları bir kenara koyarsak son yıllarda yeni yeni lokal
kolektifler ve ajanslar doğmaya
başladılar. Bizce bu hayli olumlu bir gelişme.
Muhtemelen
temel kırılma noktalarından
biri memleket fotoğrafçılarının
dünya ile bağının giderek artıyor olması. Özellikle internetin
yaygınlaşması ile birlikte birçok
şey daha ulaşılabilir hale geldi.
Deneyim aktarımı, fotoğrafçıların bilgi ve görgülerini geliştirebilmeleri, işlerini uluslararası
dolaşıma sokabilmeleri bugün
geçmişe nazaran çok daha kolay.
Bir kaç cümle ile nerede durduğumuzu ve ne yapmaya çalıştığımızı özetlemek mümkün.
Kuşkusuz dünyada gazetecilik /
habercilik açısından evrensel ilkeler var. Bizim gibi sorulardan
çok cevaplar ve reçetelerin peşinden koşan toplumlar açısından ise ilkelerden çok, söylene
söylene anlamsızlaşan, biraz düşünüldüğünde özü itibarı ile zaten anlamsız olan büyük sözler
var. “Tarafsızlık” gibi örneğin...
Aksine Nar Photos olarak içinde
yer aldığımız, sürdürdüğümüz
her bir etkinlikte bir taraf olduğumuzu düşünüyoruz. Fakat iki
noktanın altını çizmekte fayda
var. Eğer yaptığınız işi gerçekliğin doğasını bozmadan, onu
tahrif etmeden sürdürüyorsanız,
hem “taraf” olmak, hem de “dürüst” olmak mümkündür. Bizim
açımızdan doğrusu da budur.
Cinsiyetçi, ayrımcı, aşağılayıcı,
yargılayıcı olmadan toplumsal
hayatın yüzeydeki görünümünden çok arka planındaki neden
sonuç ilişkilerini, olayların altında yatan olguları görünür
kılmaya çalışırken hem “taraf”
olmaya hem de dürüst bir şekilde etkinliğimizi sürdürmeye çalışıyoruz.
Organizasyon yapımız bir şirketten, ticari bir yapıdan çok
gönüllü ortaklığa yani kolektif
birlikteliğe dayanıyor. Her tür
karar süreci, yapıyı oluşturan
tüm bileşenlerin ortaklaşa fikri
ile alınıyor. Hiyerarşik bir yapılanma değiliz. Fotoğrafçılar hem
bireysel projelerini yürütüyorlar
hem de kolektifin, Merhabarev,
Milyonluk Manzara gibi fotoğrafik çalışmalarında olduğu gibi,
ortak üretim sürecinin içinde
yer alıyorlar. Yürüttüğümüz tüm
çalışmalar fikir alışverişine ve
tartışmaya açık tutuluyor. Bu da
aslında editoryal anlamda her
bir üye için son derece geliştirici
bir rol oynuyor. İş bölümü üyelerin ilgi ve deneyimlerine göre
gerçekleşiyor. Fakat temelde
yapıya dair her bir faaliyet tüm
üyelerin sorumluluk hissederek
bir tarafından tuttuğu ortaklaşa
bir sürece dönüşüyor.
Bir ajans ya da kolektif bünyesinde çalışmak kuşkusuz tek başına
fotoğrafçılık faaliyeti sürdürmekten daha geliştirici taraflara
sahip. Bir yapının parçası olmanın, özellikle bilgi ve deneyim
paylaşımını sistematik ve sürekli hale getirmesi bakımından fotoğrafçıların ufkunu genişleten
bir yanı var. Ayrıca ürettiğiniz
işlerin kurumsal anlamda temsil
edilmesi, haklarınızın korunması açısından da pratik anlamda
avantajlı bir durum. Bizim gibi
yapılardaki ortak çalışmalar fotoğrafçılar arasında bir rekabetten çok pozitif etkileşimin önünü fazlasıyla açıyor. Eğer değişmeye ve eleştiriye açıksanız yapıyı oluşturan her bir fotoğrafçı
sizin aynanız haline geliyor. Bu
da tüm etkinliğinize ve ürettiklerinize başka pencerelerden
bakma şansı veriyor size. Kötü
tarafı şu; kendinizi ve fotoğraflarınızı çok seviyorsanız, egonuz
kolektif tartışmaları, eleştiriyi
kaldıramayacak kadar önünüze
set çekmişse saydığım tüm bu
olumlu durumlar sizin için bir
kâbus haline gelebilir. Bu nedenle kolektif bir yapı içerisinde
yer alacak fotoğrafçıların kendilerini de bir eleştiri nesnesi haline getirmeleri önemli.
Nar Photos’un çeşitli ülkelerde
(ABD, Almanya, Fransa, İsviçre,
Hollanda, İtalya, Yunanistan,
Polonya) fotoğraf dağıtımını
gerçekleştiren partner ajansları var. Bu ülkelerdeki herhangi
bir medya organı öncelikle ilgili
partnerlerle iletişim kuruyor ve
fotoğraf satışları ile bu dağıtımcılar ilgileniyorlar. Herhangi bir
ülkeden bir sipariş iş alacaksanız yine bu ajanslar kanalı ile
size ulaşıyorlar. Ajansta arşiv
satışlarındaki ücretlendirmeler
birçok koşula bağlı; bir derginin
büyüklüğü, kaç ülkede edisyonu (baskısı) olduğu, fotoğrafın
sayfadaki büyüklüğü vb. çoğu
değişken fiyatı belirliyor. Size
çekmeniz için sipariş edilen iş-
lerde de batıda üç aşağı beş yukarı birbirine yakın bir ‘day rate’
var. Yani siz yapacağınız çekim
için günlük bir ücret alıyorsunuz. Bu da yine özellikle derginin büyüklüğüne ve bütçesine
bağlı olarak değişiyor.
Büyük dağıtım ağları (AP, Reuters, EPA, AFP...) Türkiye’deki
fotoğrafçıları kanalı ile uluslararası toplumu ilgilendirecek
genişlikteki haberleri dünya
medyasına dağıtıyor. Özellikle
Gezi Parkı Protestoları sırasında
Türk fotoğrafçıların oldukça faz-
Bir ajans ya da
kolektif bünyesinde
çalışmak kuşkusuz
tek başına
fotoğrafçılık
faaliyeti
sürdürmekten daha
geliştirici taraflara
sahip.
la sayıda fotoğrafı batı medyasında yer aldı. Fakat bu ajanslar
zaten batı merkezliler ve büyük
bir medya ağının parçaları. Lokal fotoğraf ajanslarının dağıtım
anlamında bu yapılarla rekabet
etme şansları yok. Lokal ajanslardan dağıtıma giren fotoğraflar bu ajansların görüntülerine
oranla, kendine daha az yer bulabiliyor. Türkiye’deki fotoğraf
kaynaklarının dünya medyasındaki yerini belirleyen tek şey aslında dünya medyasını ilgilendirecek bir olay ya da gelişme
olup olmadığı ile bağlantılı. Gezi
Protestoları, Soma’da hayatını
kaybeden madenciler batı basınında da çokça yer aldı. Bu tür
büyük haberler bu ilgiyi zaman
zaman yükseltiyor. “Normal” zamanlarda Türkiye’ye dönük özel
bir ilgi olduğunu sanmıyorum.
Belki Orta Doğu’daki gelişmeler
ve Türkiye’nin olan biten karşısındaki konumu, önümüzdeki
yakın gelecekte bu ilginin çıtasını tekrar yükseltecektir.
Gezi Protestoları, aslında kendisini sıcak haber fotoğrafçıları olarak tanımlamamış bizim
gibi çoğu fotoğrafçıyı daha sıcak
olayların içine çekti. Nar Photos fotoğrafçılarının çoğu sıcak
gelişmelerden ve tekil haber fotoğraflarından daha çok, uzun
zamana yayılmış arka plan hikâyeleri ile etkinliklerini tanımlıyorlar. Fakat son bir yılda olup
bitenler herkesi sokağa daha da
yaklaştırdı. Bu da bizler için, bu
yoğunluktaki olaylar zincirine
yakından tanık olmak ve kaydetmek açısından yeni bir deneyimdi. Biz olaylardan hemen önce
“Milyonluk Manzara” adındaki
kentsel dönüşüm hikâyemizi henüz tamamlamış ve sergi tasarımı ile uğraşırken olaylar patlak
verdi. Çok daha uzun bir zamana
yayılmış, sakince yürüyen kolektif bir foto-röportaj çalışmasının
ardından son derece hararetli
bir politik hareketliliğin içine
girmiş olduk. Fakat Milyonluk
Manzara ile bizim de kaydettiğimiz Gezi Protestoları bizim için,
ortak yanları olan meselelerin
farklı yansımalarıydı. Sokaktaki çalışma pratiği farklı da olsa
her iki çalışmanın da bir tarafı; kent hayatının değişimi, söz
hakkı, zor yolu ile yaşadığımız
çevrenin belirlenmesine ve buna
itiraza dönük işlerdi. Gezi Protestoları sırasında birçok gazeteci ve fotoğrafçı şirazesinden
çıkmış polis şiddetinin hedefi
haline geldi. Bu protestolar ve
devamındaki eylemler sırasında şiddete maruz kalan gazeteci
ve fotoğrafçıların sayısı oldukça
fazla. Devlet aygıtı; eylemciler
kadar sokakta olan biteni kaydeden, olaylara tanıklık edenleri
de artık sokakta görmek istemiyor. Bunun nedeni herkesin
malumu... Gezi’nin birinci yıldönümünde, gazetecilerin artık
teker teker hedef seçilerek değil, gruplar halinde çalışmalarına engel olunduğunu, şiddete
maruz kaldıklarını gördük. Bu
aslında gazetecilerin engellenmesinden çok halkın haber alma
hakkının hukuksuzca ihlal edilmesi anlamını taşıyordu.
F: Mehmet Kaçmaz / Nar Photos - Krediler
F: Mehmet Kaçmaz / Nar Photos - Krediler
F: Mehmet Kaçmaz / Nar Photos - Krediler
20 21
AFSAD
Sipa Ajans
Dosya
Konusu
Temmuz - Ağustos
Coşkun ARAL
Fotoğrafçı
İz Tv Genel Yayın Yönetmeni,
[email protected]
Mesleği foto muhabirliği olan
her meslektaşım, tanık olduğu
olayların, deklanşörü ile ölümsüzleştirdiği anların en geniş
kitlelere ulaşmasını arzular. Bu
arzu hiç bitmez. Görgü tanığı
olmaktan öte tarihe kalıcı belgeler bırakmak hepimizin arzusu. Hele o müthiş fotoğrafların
yerel, yaygın basın organlarının
yanı sıra dünya kamuoyunu etkileyecek kadar güçlü yayınlarda yayınlanması inanılmaz bir
duygu... Bu duyguyu defalarca
yaşamış bir foto muhabiri olarak, bunun ancak doğru yerde,
doğru zamanda olmanın yanı
sıra doğru kurumlarla da çalışarak mümkün olabileceğini
söyleyebilirim. Bu kurumlar da
fotoğraf ajansları...
Tarihleri haber ajansları kadar
eski olmasa da işlevleri onlar
kadar güçlü olan fotoğraf ajansı kavramıyla tanışmam 1970’li
yıllarda ulusal bir gazeteden
kovulmamla başlamıştı. Foto
muhabirliğinin meslekten sayılmadığı Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerde, gazetelerde
sayfa sekreterinin komutasında
görev yapardı meslektaşlarım.
Zor koşullarda çekilen bir olay
görüntüsüne ait filmi terli parmaklarıyla tutup, kesip, kırmızı
bantla saman kâğıdına yapıştıran dolayısıyla katleden bu arkadaşların işini günümüz medyasında bilgisayarlar yapıyor
artık.
Dünyada uluslararası haber
ajanslarının fotoğraf servisi dışında ilk kurulan Kyston, Dalmas, Magnum ve Gamma ajansları dışında 1970’li yıllarda
ustam Gökşin Sipahioğlu’nun
kurucusu olduğu Sipa-Press ve
Sygma ile foto muhabirliği altın
çağını yaşamıştı. Özellikle 80’li
yıllarda haftalık dergi sayısındaki artışın oluşturduğu piyasa,
klasik foto muhabirinin gazetelerin sütunlar arasına hapsolmuş alanını geniş sayfalara, kapaklara aktarmış ve mesleğimiz
en popüler meslekler arasında
yer almaya başlamıştı.
Fotoğraf
ajanslarının
geleceği ne olacak
diye sorarsanız,
bence pazarlar
değişecek. Haftalık,
aylık aktüalite
dergiler, gazeteler
yerine kurumsal
ürün tanıtım
yayınları, sanal
dünyanın içerik
pazarlayıcıları,
reklamcılar
ve internet
medyası fotoğraf
gereksinimini
ajanslardan
istemeye devam
edecektir.
Bir fotoğraf ajansında nasıl çalışılır sorusu meslektaşlarım arasında en çok sorulan sorudur.
Bu soruya verdiğim yanıtlar da
ne yazık ki her dönem farklı olmuştur. Mesleğe başladığım yıl-
larda bütün fotoğraf ajanslarına
başvuran bir yeni yetme olarak
aldığım yanıt; “Filmlerini gönder bakalım, satalım sonra ararız” şeklindeydi.
Sipa Press’e kadar bütün girişimlerim kötü sonuçlandı. Bırakın para kazanmayı filmlerimi bile geri alamadım. 1977 ‘de
34 insanımızın hayatını kaybettiği “Kanlı 1 Mayıs”ta Sipa
ile yaptığım ilk çalışma, bana
maddi bir getiri sağlamadı fakat Time, Newsweek gibi dergilerde ismimin yayınlanması
kariyerim açısından önemli bir
dönüm noktası oldu. Bu olayın
ardından ustam Gökşin Sipahioğlu’nun talebi üzerine oluşturmaya başladığım, önemsiz gibi
görülen fotoğraf arşivi, Türkiye’nin 12 Eylül 1980 darbesiyle
dünya basınında bir anda gündeme oturmasıyla önem kazandı ve bu olay fotoğraflarımın
sayısız yayında yer almasına yol
açtı. Sadece darbe lideri Kenan
Evren’in tatbikatlarda çektiğim
fotoğrafları Newsweek, Express
başta olmak üzere onlarca dergiye kapak olmuştu.
Bunu izleyen yıllarda gerek kaçırılan bir uçağın içinde yaptığım, dünyada bir ilk olan, hava
korsanlarıyla röportajım, gerek
Polonya Gdańsk görevi, bir tek
kurum yerine bir ajansla çalışmanın faydalarını göstermişti.
Peki, ajansla çalışmanın dezavantajları yok mu? Tabii ki var.
Örneğin, ajansın kadrolu elemanı olsanız bile masrafa yarı
yarıya katılmanız, ajansın satış
sonrası gelirinden de yarı yarı-
ya pay almanız pek de cazip gelmez bazı insanlara. Aslında foto
muhabirini daha dikkatli, daha
hesaplı olmaya yönlendiren bu
uygulama ‘her şey şirketten’ anlayışının hâkim olduğu kurumlarda çalışan meslektaşlar için
çok zordur. Fotoğraf ajanslarında yaygın bu uygulamanın en
önemli gerekçesi; Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde fotoğrafın
telif hakkının sadece fotoğrafçıya ait olmasıdır.
2000’li yıllarda basın fotoğrafının gerek fazla arzı, gerek televizyonun iletişimdeki gücüne
karşı koyamayışı sebebiyle Sipa
Press, Sygma ve Gamma ajanslarının el değiştirmesi söz konusu olmuştu. El değişimi sırasında fotoğrafın kime ait olduğu
tartışması uluslararası hukuk
sistemlerini altüst etmiş, foto
muhabirleri bu savaşı kazanmıştı.
Ancak bu galibiyet sevinci ilerleyen yıllarda yerini bir mesleki
hezimete bırakacaktı. Televizyonların habercilikteki hızları,
görüntünün artık canlı yayınlarla anında hedef kitlelere ulaştırılması, basılı medyayı, özellikle gazete ve dergileri maddi
dar boğaza sokmuş artık haber
fotoğrafına büyük bütçeler ayrılan devir bitmişti. Hele savaş
ve felaket bölgelerinden yüksek
çözünürlüklü telefonlarla çekip,
Aral’ın Express Dergisine Kapak Olan Afgan Kumandan Şah Mesut’un Fotoğrafı
anında ulaştırılan fotoğraflar,
dergilere gazetelere bedava servis edilince, bir zamanlar yere
göğe sığdırılamayan meslektaşlarımız başka alanlarda iş aramaya yöneldi.
Peki, haber dışında belgesel fotoğrafçılık için bu sorunlar geçerli mi? Belgesel fotoğrafçılığı
bu gelişmelerden biraz etkilendi diyebiliriz ama özgün konuları özgünce işleyen ve bunları
neredeyse bir kitap içeriğine
dönüştüren meslektaşlar ve
bunları servis eden ajanslar eski
tatlı kazançları olmasa da halen
söz konusu eserleri yayınlayacak mecralar bulabiliyorlar.
Express’e 27 Eylül 1980’de Kapak Olan
Aral’ın Çektiği Kenan Evren Fotoğrafı
22 23
AFSAD
Fotoğraf ajanslarının geleceği
ne olacak diye sorarsanız, ben-
ce pazarlar değişecek. Haftalık,
aylık aktüalite dergiler, gazeteler yerine kurumsal ürün tanıtım yayınları, sanal dünyanın
içerik pazarlayıcıları, reklamcılar ve internet medyası fotoğraf gereksinimini ajanslardan
istemeye devam edecektir. Eski
bir ajans foto muhabiri olarak
gerek yerelde, gerek evrensel
medyada doğru yerde, doğru
zamanda gündem belirleyecek
kaliteli iş yapan bütün arkadaşlarıma tavsiyem; durmadan
üretelim, hatta kendi ajansımızı
kendimiz kuralım olacaktır.
Aral’ın Uçak Korsanı İle Görüşmesi
MURAT AZAKLI
fotoğraf malzemeleri
A. Konur Sokak 27/3 Çankaya / ANKARA T. 0 312 417 52 12 C. 0 532 252 60 50 C. 0 538 777 70 70
W. www.muratazaklifoto.com.tr M. [email protected]
Dosya
Konusu
Magnum’a Dair...
Temmuz - Ağustos
Aslı Erciyeş TOSUN
Ege Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü
Araştırma Görevlisi
Gerek fotoğrafın, gerekse basın
fotoğrafçılığının tarihine baktığımızda karşılaştığımız gerçek, insanlığın günümüze dek yaşadığı
deneyim, bilgi ve düşüncelerini
başkaları ve evren ile paylaşmak
için görüntülerden faydalandığıdır. Göz ardı edilemeyecek olan
bir diğer gerçek ise fotoğrafın basında ve fotoğraf ajanslarında yer
almasının teknik gelişmeler ve
ilerlemeler doğrultusunda paralellik göstermesidir. Fotoğraf, basım teknikleri ve iletişim alanında
yaşanan ilerleme ve gelişmeler sayesinde birçok yönden etkilenmiş,
stüdyolarda ve karanlık odalardan
yaşanan bu teknik ilerlemeler sayesinde yaşamın içine taşınmıştır.
Tüm bu ilerleme ve değişim sürecinin içerisinde değişmeyen tek
şey ise fotoğrafın “Gerçeğin Tanığı” olması olmuştur. Fotoğraf
ajanslarının da gelişimi ile serbest
çalışan fotoğrafçıların ürünlerini pazarlamaları ve yayıncıların
daha çok sayıda ve kaliteli ürünlere kavuşmaları mümkün hale
gelmiştir. Tüm bu gelişmelerin
ardından 1947 yılında Henry Cartier– Bresson, Robert Capa, David
Seymour ve George Rodger Magnum Fotoğraf Ajansı’nı bu amaçla kurmuşlardır. Diğer fotoğraf
ajansları arasında Magnum bir ilk
olmasının yanı sıra diğer ajanslar
için model ve örnek teşkil eder.
Üyelerine öznel fotoğraflar üretme
olanağı yaratmış, fotoğrafçılarına
da fotoğraflarının yayın haklarını
ellerinde bulundurma imkânı vermiştir. Magnum üyeleri çok çeşitli konulara el atarak kendi kişisel
bakış açıları içerisinde fotografik
tavırlarını geliştirme imkânı bulmuşlardır. Magnum Ajansı aynı
zamanda bir yayımcı kimliğine
de sahiptir. Değişik konularda ya24 25
AFSAD
yımlanmış birçok Magnum Photos
eseri bulunmaktadır. Bugün iletişim araçları ile dünya üzerine yayılan bilgi ve görüntü yoğunluğu
düşünülecek olursa Magnum’ un
önemi burada açıkça ortaya çıkmaktadır.
Magnum Fotoğraf Ajansı ve
Yapılanması
20.yy’ın ilk yarısında özellikle
1918 ile 1945 yılları arasındaki
dönem Avrupa kıtası çok önemli
olaylara sahne olmuştur. Her iki
dünya savaşında ölen toplam 50
milyon insan, sınırların değişikliklere uğraması, halkların yaşadığı kültürel erozyon ve Avrupa’daki
göç hareketleri, insanların tüm bu
yaşananları görsel olarak izleme
isteği, Amerika’da ekonomik kriz
ile gelen sıkıntılı dönem ve tüm
bu yaşananlar içerisinde fotoğrafçıların üstlendiği misyonla, beraberinde gelen farklı bakış açıları,
fotoğraf ajanslarının kurulmasına
zemin hazırlamıştır.
II. Dünya Savaşı ve sonrasını izleyen kaotik dönemde savaştan yeni
kurtulmuş olan Avrupa ve Amerika Dünyada yaşanan olaylarla ilgili her türlü bilgi, belge ve görsel
habere amade bir şekilde açıkça
beklerken, özellikle görsel kanıt
ve iletişim aracı olan fotoğraflara
karşı talebi arttırmış ve böylelikle
birbiri ardına fotoğraf ajanslarının kurulmasına sebep olmuştur.
Dünyada yaşanan sosyal gerçekliklere kameraları aracılığıyla tanıklık etmek ve bunu tüm evrenle
paylaşmak isteyen dört fotoğrafçı
tarafından (Henry Cartier Bresson, Robert Capa, David Seymour,
George Rodger) 22 Mayıs 1947
yılında New York’ta kurulan Magnum Fotoğraf Ajansı ilerleyen süreçte çeşitli bölgelerden gelen fo-
toğraf taleplerini karşılayabilmek
için Londra, Paris ve Tokyo’da
ofisler açmak zorunda kalmıştır.
Robert Capa tarafından konulan
ajansın adı, Latince ‘büyük’ anlamına geldiği ve aynı zamanda
Magnum adını taşıyan bir şampanya ile eşdeğer görüldüğü için
seçilmişti. Magnum fotoğrafçıları
şampanya pırıltısı gibi fotoğraflar çekecekler ve çekilen fotoğraflar şampanya patlaması gibi tüm
dünyada ses getiren fotoğraflar
olacaktı. Hakikaten de bu dört
önemli fotoğraf adamı kameraları
ile 1934 Meksika Volkan Felaketi,
İspanya İç Savaşı, Dünya Savaşı
sonrası çocukların ve evsiz insanların durumu gibi pek çok önemli
tarihsel olaya tanıklık etmişlerdir.
Magnum ajansı fotoğrafçılarını
kooperatif bir yapılanma içerisinde üye olarak kabul ederken, aynı
zamanda; fotoğrafçıların her birine öncelikle birer insan, fotoğrafçı, sanatçı ve muhabir olarak yaklaşmış, bütün bu özelliklerin bir
potada erimesi sonucunda Magnum fotoğrafçılarının temel karakteristiği ortaya çıkmış ve bu bileşenler fotoğrafçıların işlerine de
yansımıştır.Aynı çatı altında hem
profesyonel bir fotoğraf ajansını
hem de bir üyelik kulübünü barındırmayı hedefleyen Magnum,
bünyesindeki fotoğrafçıların birer insan, fotoğrafçı, sanatçı ve de
muhabir olarak bağımsız kişiliklerini ve gördüklerinden çok görüş
açılarını aktardıkları bir fotoğraf
ajansı olarak, belgesel fotoğrafçılığın kalıplaşmış yöntemleri dışında çalışabilecek fotoğrafçılar için
oluşturulmuştu.
Başlangıçta küçük bir dayanışma
kooperatif yapılanması olarak kurulan, kurucularının görmek ve
göstermek misyonunu üstlendiği
ajans, bir çağın tanığı ve sözcüsü
olmuş, çektikleri belgesel değeri
yüksek fotoğraflar hep bu kaygı ve
ilkeyle güdülenmiştir. Kurulduğu
ilk günden beri yeniçağı yansıtmak ve Dünya’nın her tarafında
olan olayları incelemek amacıyla
kurulan ajans fotoğrafçılarının
kişisel görüntüleri ve foto makaleleri görsel tarih mozaiğini doldurmuş ve gelecek kuşaklara miras
olarak kalmıştır.
Magnum fotoğrafçıları evrene ait
gerçeklikleri kameraları ile yeniden yorumlarken; fotoğrafları
hem sanatsal, hem de birer dokümanter olarak, yaşanan sosyal
gerçekliklere ayna tutma vazifesini üstlenmiş ve ajans içerisinde
sosyal belgecilik, savaş, landscape, sinema ve futbol gibi türlerin
ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Fotoğrafçıların kendi işleri üzerinde kontrol yetkisine sahip olmalarını sağlayan ajansların ilki
olan Magnum dönemi gereği
eleştirel ve politik bir gereksinim
olarak ortaya çıkmış ve fotoğrafçılığın ciddiye alınması konusunda
herhangi bir kurumun yapamayacağı kadar çok şey yapmıştır.
Magnum fotoğrafları sayesinde
dünyanın her yeri aynı mesafeden
görülebilir hale gelmiştir. Ajansın
ilk kurucularının çalışmaları sayesinde savaşların insanlar üzerinde
yarattığı etkileri, cesetlerin nasıl
Kısa Kısa: MAGNUM Stuart FRANKLIN
[email protected]
Söyleşi: Gökhan Ünlü
Ne zamandan beri Magnum ile
çalışıyorsunuz? Magnum’a başvurmam için fotoğrafçı Sebastião Salgado beni yönlendirdi. 1985 yılında aday fotoğrafçı
olarak seçildim. 1987 yılında üye,
1989 yılında da ortak oldum.
1950’lerde savaş sonrası bilgi açlığı fotoğraf ajanslarının
önemini ortaya koydu. Günümüzdeki bilgi kirliliği ortamında fotoğraf yayıncılığının
pozisyonu nedir? Yayın ilkeleriniz nelerdir?
göründüğünü, mermilerin vücutlara neler yaptığını, sahipsiz ve
yalnız ölmenin nasıl bir şey olduğunu tüm dünya eş zamanlı olarak
izleyebilir hale gelmiştir.
1960’lı yıllara gelindiğinde savaş,
felaket ve farklı kültürleri belgeleme işi artmış Associated Press,
Reuters ve Agence France Presse
gibi haber ajanslarının eline geçmişti. Bu ajansların fotoğrafçıları
da son derece cesur ve yetenekliydiler fakat çektikleri fotoğraflar
asla Magnum fotoğrafçılarının düzeyinde olamadı çünkü Magnum
fotoğrafçılarının ideali çok daha
yukarılardaydı; “belgelemeyi sanat düzeyine çıkarmak”.
Bugün fotoğraf tarihçilerinin
tümü 1925-1935 yılları arasındaki
10 yıllık dönemin basın fotoğrafçılığının gelişimi için çok önemli
olduğu konusunda birleşmektedirler. Dünyanın toplumsal patlamalarla çalkalandığı bu dönemde
dünyanın çeşitli yerlerinde bireysel çıkışlar yapan fotoğrafçıların
bu girişimleri dünyayı görüntüleri
ile saptama istekleri ve bu saptadıkları görüntüleri dünyaya yayma çabaları bugün olağan karşılanabilmektedir. Ancak o dönem ve
dönemin koşulları içinde bu olağanüstü bir uğraş ve çaba olmuş,
fotoğraf ajanslarının gelişmesi ile
ve özellikle Magnum’un kurulması ile de serbest çalışan fotoğrafGünümüzde de aynı yoğun bilgi-görüntü açlığı devam ediyor ancak tek
fark görüntünün çok daha fazla üretiliyor olması. Bu kalabalığın içinde
yalnızca iyi fotoğraf ve iyi hikâyelerin öne çıkmasını sağlayan seçici bir
bakış açısının toplumda var olduğunu düşünüyorum.
Fotoğrafların insanlar üzerinde yaratacağı etkiyi tam olarak bilmek
imkânsız. Ancak tabii ki kimseyi incitmemek ve zarar vermemek adına
elimizden geldiğince hassas olmalıyız.
Gerekli izin ve/veya seyahat
vizelerini alırken Magnum
Ajans’ta çalışıyor olmanın faydalarını görüyor musunuz? Çalıştığım konuları genellikle ken-
çıların daha çok sayıda ve kaliteli
ürüne kavuşmalarına imkân doğmuştur.
Televizyonun gelişine ve haftalık
fotoğraf baskılarının yok olmasına
rağmen fotoğrafçılık tarihin kilit
noktalarındaki
yaşanmışlıkları
resimleyen temel ikonografiyi tanımlamadaki yetisini asla yitirmemiştir.
Fotoğrafçılığın bitmez tükenmez
garipliği dünyayı belgeleyip orada bulunan her şeyi pekiştirmesi
ve aynı zamanda da kendi gözlerimizle göremeyeceğimiz şeyleri
göstermesidir. Eğer fotoğrafçılığın
görüşümüz üzerinde onarma ve
netleştirme gücü varsa bu dünyanın gerçeğini ve onun esas anlaşılmazlığını restore edişindendir. Bu
nedenle Magnum fotoğrafçıları,
fotoğraflarına zorunlu olarak donup kalmamızı durup bir kez daha
düşünmemizi, kendimizi, kültürümüzü, geçmişimizi, geleceğimizi
sorgulamamıza neden olan fotoğrafları yaratan kişiler olmuşlardır.
Magnum ajansı ve estetiği bitip
tükenmeyen bir enerjiye sahiptir.
Çünkü dünya problemleri de bir
şekilde dünyanın değişik kültür ve
coğrafyalarında devam etmektedir. Görüntü organizasyonlarında
çeşitli farklılıklar olsa da ajansın
temel esprisi aynıdır; insanlar,
kültürler ve insana ait problemler…
dim belirlerim. Buna rağmen Magnum veya başka dergilerden de talepler gelebiliyor.
Gerekli izinlerin tümünü kendim
alıyorum. Magnum bilinen bir ajans
evet ancak oldukça küçük bir yapılanma. Dolayısı ile bu tarz işler ile
fotoğrafçının kendisi ilgileniyor. Ajansın kolektif bir yapıda olması sizce şart mı? Dezavantajları nelerdir?
Kolektif yapının amacı ajansın tüm
kararlarının ve prensiplerinin fotoğrafçılar tarafından belirlenmesini
sağlamaktır. Tabii ki birçok dezavantajı var. Zira fotoğrafçılar iyi birer yönetici veya muhasebeci değiller!
Dosya
Konusu
Temmuz - Ağustos
Agence Le Journal
Sanatla Gazeteciliğin Buluştuğu Nokta;
Fotojurnalizm
Emin ÖZMEN
[email protected]
1900’lü yılların başlarında Avrupa’da doğan ve 1930’larda Amerika’da kabul görerek yaygınlaşan
fotojurnalizm; dürüst ve tarafsız
habercilik anlayışı ile fotoğrafları bir seri halinde öyküleyerek
kitlelere ulaştırma şekliydi. Daha
açık bir ifadeyle fotoğraf-öykücülüğü idi.
Henry R. Luce’nin 1936 yılında
Life dergisini kurarak, ilk kez bir
hikâyeyi fotoğraf serisi ile aktarmaya çalışması, kısa süre içerisinde halk tarafından ilgi görmüş
ve Life’ın tirajını milyonlarla ifade edilen düzeye getirmişti. Böylece Henry R. LUCE fotoğrafın
gazetecilikte yeni bir çığır açacağına inanarak fotojurnalizmin
yaratıcısı olmuştu.
Aradan geçen yaklaşık bir asırlık
döneme baktığımızda Türkiye’de
fotojurnalizmin gerek fotoğraf
üreten insanlar, gerekse yayıncı
kuruluşlar tarafından yeterli düzeyde iyi algılanamadığını söylemek maalesef yanlış olmayacak.
Fotoğrafın anlam ve içeriğinin
tamamen yok sayılıp görsel bir
enstrüman olarak gazete ve dergi sayfalarında arka plan dolgusu
yerine kullanıldığı yaklaşık yüz
yıllık bir süreci geride bırakıyoruz.
Yeni İhtiyaçlar ve
Yeni Medya
Mevcut ana akım medya düzeninin işlevini uzun yıllar önce yitirdiğini gözlemlemek çok şaşırtıcı
değildi bizim için. Yaşananları
bazı iktidar sahibi kişi ve grupların çıkarlarına göre düzenleyerek insanlara ulaştıran, ikiyüz26 27
AFSAD
lü, aldatan ve yalan söyleyen bir
medya, işlevini sosyal medya ve
bilhassa ‘vatandaş gazeteciliğinin’ gelişimiyle birlikte çoktan
yitirmişti. Agence Le Journal fikir olarak daha öncelerinde geliştirilmiş olsa da, özellikle Gezi
Parkı sürecinde sus-pus olan,
İstanbul gibi dünya için son derece önemli bir metropolün tam
ortasında cereyan edenleri görmeyerek, penguen belgeseli yayınlayacak kadar kişiliksiz hale
geldiği bir noktada hayat bulan
bir medya oldu. Hikâye Anlatımcılığı
Agence Le Journal, Avrupa, Balkanlar ve Orta Doğu kavşağında
yaşananları fotoğraf aracılığıyla
dürüst bir şekilde anlamaya ve
aktarmaya çalışan foto muhabirlerinin bir araya gelmesiyle
2012 yılında İstanbul’da kuruldu. Le Journal, bir fotoğraf ajansının ortaya koyacağı ürünlerin
dışında daha çok çağın iletişim
diline ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte tasarlanan
bir yapı. Fotoğraf, icadından bu
yana popülerliğini her devirde
korumuştu. Hal böyle olunca hitap ettiği kitle ve bununla orantılı
olarak fotoğrafa yapılan teknoloji
yatırımları günden güne tahmin
edemeyeceğimiz boyutlara ulaşmış oldu. Ve artık birkaç yıl öncesinde video kaydeden aparatlar
fotoğraf makinemize kadar girmiş oldu. Hareketli görüntüler,
saniyenin yüzde birini sabitlemeye odaklanmış olan zihnimizin bir kenarında yerini almaya
başladı zamanla. Fotojurnalizm
de bundan nasibini aldı elbette,
artık dünyanın birçok yerinde
birçok röportaj fotoğrafçısı hikâyelerinin anlatımında videodan
da faydalanır hale geldi. Mevzu
eğer bir hikâyeyi daha iyi anlatmaksa bundan kaçınmamak ta
gerekir elbette ancak yüz yıllık
bir geleneğin nasıl ve neden form
değiştirdiğini algılamak için teknolojinin fotoğrafçılara sunduğu
olanakları görmemiz gerekiyor.
Bu anlamda kendimizi bir fotoğraf ajansından daha çok bir multimedya ajans olarak tanımlıyoruz ve hikâyeyi daha anlatıcı hale
getirmek için gerektiğinde video
ve ses kayıtları da kullanarak aktarmaya çalışıyoruz.
Yayıncı Mecralar ve
İletişim Ağı
Otuz yıl boyunca Türkiye’ye gelmeyen World Press Photo ödülünü 2012 yılında Suriye’de kaydedilen bir işkence anı ile kazandığı
ikincilik, 2013 yılında ise “Gezi
Tanıklığı” belgeseli ile aynı yarışmada birincilik kazanarak
ikinci kez Orta Doğu ve Avrupa
kavşağında, fotojurnalizm bakışı ile insan hakları çerçevesinde
yoğunlaşan ve hikâyeler anlatan,
İstanbul merkezli ajansın varlığını uluslararası platformlarda duyurmayı başarmış bulunuyor. Bir
Le Journal fotoğrafçısının çektiği
2013’te Suriye’de Işid tarafından
gerçekleştirilen infaz anını anlatan fotoğraf, Time dergisi tarafından yılın en iyi 10 fotoğrafı
arasında gösteriliyor. Le Journal
fotoğrafçıları, Londra merkezli
Frontline Club tarafından düzenlenen yarışmada finalist olarak kalmış; New York Press Club
tarafından Spot News dalında
birincilik, National Geographic
yarışmasında üçüncülük almış ve
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) tarafından birçok kez
farklı derecelerle ödüle layık görülmüş bulunuyor.
Ana akım medyanın taraflı bakışını reddeden ve evrensel anlamda fotojurnalizm değerlerini
savunan ajans fotoğrafçıları, iki
yıldır sürdürmekte olduğu yayın
hayatında, Suriye’de devam eden
savaşı ve etkilerini, Ukrayna Bağımsızlık meydanında yaşanan
protestoları, Kırım’daki gerginliği, Irak’ta Işid’in katliamlarının
etkilerini ve Gezi olayları sonrasında Türkiye’nin sokaklardaki direnişini, Time Dergisi, The
New York Times, Paris Match,
BBC World, CNN Int., Le Monde, Le Figaro, El Pais, Guardian
gibi dünyanın önde gelen medya
kuruluşları vasıtasıyla sunmayı
başarmış bulunuyor. Le Journal
dünyanın önde gelen yayın kuruluşları ile kuruduğu direkt ilişki-
lerin yanı sıra, uluslararası partner ağı ile hikâyelerini insanlara
ulaştırıyor. Ajans Yapısı
Le Journal kurulum sürecinde
foto muhabirlerinin bir araya
gelmiş olmasına rağmen ajansa
fotojurnalizmin evrensel değerlerine bağlı, bu bakış açısıyla insan
hakları odaklı bir algıya sahip
fotoğrafçıların, videografların ve
ses uzmanlarının ve yazarların
katılımı gerçekleşiyor. Le Journal’de yer almak isteyen adaylar
portfolyolarını ulaştırarak kendileriyle yapılacak görüşme için
davet beklemek durumunda.
Fotoğrafçıların dışından farklı disiplinlerle beslenen yaratıcı
profesyonellerin yer aldığı kadrosunda 2014 yılı için 14 kişi yer
alıyor. Uzun zamandan beri katılım için yoğun bir talep olsa da
Le Journal, tüm başvuruları 2014
yılı sonuna kadar bekleterek gelişimini tamamlamayı önemsiyor.
Le Journal Akademi
Temelinde insani hak ve özgürlükleri savunmayı kendisine
amaç edinmiş, fotojurnalizm sorumluluğunu üzerinde taşıyan
sosyo-belgeselciler ağını oluşturmak üzere 2012 yılında İstanbul’da kurulan Le Journal,
‘AKADEMİ’ ile tecrübelerini paylaşarak ağını genişletmeyi amaçlıyor. Ajansın alanında deneyimli
üyeleri ile Fotojurnalizm&Foto
röportaj, Sokak Fotoğrafçılığı,
Belgesel Fotoğraf, Multimedya
Hikâye Anlatımcılığı, Dijital Fotoğraf Düzenleme, Haber Fotoğrafı, Karanlık Oda, Temel Fotoğraf atölyelerini organize ederek
savunduğu görsel anlatımı paylaşıyor. Ajans, ‘AKADEMİ’ kapsamında katılımcıların anlatımcı
gelişimlerini sağlamayı hedeflemenin yanı sıra Le Journal ekibine katılarak hikâyelerini paylaşabilme olanağı sağlıyor. F: Emin Özmen / Soma - Türkiye 2014
Soma’da Mayıs 2014’te gerçekleşen maden kazasında 301 işçi hayatını
kaybetti. Geride bıraktıkları acılı aileler gözyaşları içinde feryat ediyor.
F: Emin Özmen / Halep / Suriye 2012
ÖSO askerleri, Esad rejimine muhbirlik etmek suçuyla tutukladıkları bir kişiyi sorgusu esnasında işkence uyguluyarak
konuşturmaya çalışıyor.
F: Emin Özmen / Keferghan / Suriye 2013
El-Kaide bağlantılı IŞİD ( Irak Şam İslam Devleti) terör örgütü militanları; gasp, adam öldürme ve tecavüz ile suçladıkları rejim
askerini Keferghan kasabasında halka açık bir alanda infaz ediyor.
F: Emin Özmen / İstanbul / Türkiye 2013
İstanbul Gezi Parkında birkaç ağacın kesilmemesi için çevreci bir tavırla başlatılan ve günlerce devam eden eylemler,
güvenlik güçlerinin Taksim meydanında ki kalabalık kitleye sert bir şekilde müdahale etmesiyle 17. gününde sona eriyor.
28 29
AFSAD
Fotoğrafta Ajans Farkı Epa Ajans
Dosya
Konusu
Temmuz - Ağustos
Tolga BOZOĞLU
Türkiye Sef Fotoğrafçısı ve Temsilcisi
[email protected]
Yaklaşık 20 yıllık bir fotoğrafçılık serüveni. Bu kariyerin ilk 11
yılı, Yeni Yüzyıl başta olmak üzere, Radikal, Milliyet ve Sabah
gazetesinde, son 9 yılı ise uluslararası haber fotoğrafı ajansı EPA
European Pressphoto Agency’de geçmiş. Haberin en sıcak olduğu
merkezlerden, en önemli uluslararası spor organizasyonlarına kadar
bir çok alanda görev yapan EPA ajansın Türkiye şef fotoğrafçısı Tolga
Bozoğlu ile uluslararası bir haber ajansı için çalışmanın farkını
konuştuk. Onu, Dünya Kupası’nı izlediği Brezilya’nın Sao Paulo
şehrinde yakaladık. İlk soru “Uluslararası bir ajansta çalışmanın en
olumlu yanı nedir?” oldu.
EPA gibi uluslararası bir ajansta çalışmanın en olumlu yönü,
benim açımdan, bütün dünyaya ulaşma imkanınızın olması.
Mesela şu anda herkesin gözü
dünya kupasında ve çektiğiniz
her fotoğraf milyonlarca insana
ulaşıyor. Bu oldukça güçlü bir
iletişim fırsatı. Eğer kendinizi ispat etmek için bir yer arıyorsanız
tam olarak yer burası. İşte uluslararası ajansın en büyük özelliği; son derece büyük bir kitleye
ulaşma imkanı. Aynı zamanda,
bugün çektiğiniz bir fotoğrafın
ertesi gün birçok yabancı yayın
organında yayınlanması sizin
için oldukça iyi bir vitrin. Bu vitrin fırsatını en iyi şekilde değerlendirmek yine size bağlıdır. En
önemli konu ajansın genel kalite anlayışını güncel haber veya
spor haberlerinde uygulamaya
çalışmak. Bu basit bir protestoyu
bile estetik bakış açısıyla çekmeye çalışmak demek ki bu oldukça zorlayıcı bir olay. Bunu her
alanda yapmaya çalışmak bazen
olağanüstü bir baskı yaratabiliyor. Çünkü tam olarak yapmaya
çalıştığınız şey, büyük bir pro-
testoyu dört fotoğrafçı ile izleyen
bir gazeteye, diğer rakip ajansları da bertaraf edip kendi fotoğrafınızı pazarlamaya çalışmak.
EPA fotoğrafçıları ilkesel olarak,
izlediği her türlü olayı uluslararası gazetecilik değerleri çerçevesinde değerlendirerek çalışır.
Kamuyu ilgilendiren her türlü
gelişme, şartların gerektirdiği ölçülerde takip edilir. Hiçbir
EPA çalışanı herhangi bir konuda kurgulama yapamaz. Bütün
olaylar objektif bir pencereden
verilir. Hiçbir fotoğrafın içeriğine karışılmadığı gibi teknik olarak da kesinlikle müdahale edilmez. Her türlü gelişme soğukkanlı bir şekilde ve etik kurallar
çerçevesinde takip edilir.
EPA, Avrupa’daki haber ajanslarının
ortaklaşa
kurdukları kendine ait özerk bir yapısı
olan uluslararası haber fotoğrafı
ajansı. Almanya’da DPA, İspanya ve Güney Amerika’da EFE,
İtalya’da ANSA gibi ajansların
kurduğu bu ortak yapı sayesinde
dünya çapında örgütlenmiş bir
yapı. EPA’nın kendi örgütlediği
ve direk olarak kendisine bağlı
olarak değişik ülkelerde çalışan
fotoğrafçıları mevcut. Buna ek
olarak, her ortak ajansın kendi
bölgelerindeki lokal fotoğrafçılar
sayesinde dünya çapında üretim
yapılabilmekte. Genel haberler
ve politika, spor, ekonomi, kültür sanat ve eğlence ekseninde
fotoğraf üreten EPA, abonelerine gerçek zamanlı olarak dünyanın her bölgesinden, hızlı bir şekilde, yüksek kalitede fotoğrafa
ulaşma imkanı sağlamakta.
Ortak ajansların kendi bölgelerine ek olarak EPA’nın Kuzey
Amerika, Tayland, Çin, Japonya, Ortadoğu’da Mısır ve Türkiye gibi pek çok önemli ülkelerde
kendi irtibat büroları bulunmakta. Bu bürolar kendi bölgelerindeki güncel gelişmeleri ve spor
olaylarını izlemekle yükümlüler.
Her büro, şirketin merkezi olan
Frankfurt ile her gün temas halinde olup günlük ve haftalık olarak gündem alışveriş yapılmakta.
Her EPA fotoğrafçısı kendi bölgesi ile ilgili üretimlerini direkt
olarak merkezlere gönderir. Saat
farklarından dolayı bu merkezler
Amerika, Almanya ve Tayland
olarak değişiklik gösterir. Bu ülkelerdeki editörler dünyanın her
bölgesinden gelen fotoğrafları
kendi vardiyaları içerisinde ana
sunucuya taşırlar.
Anlık gelişen büyük olaylarda
ilk etapta o ülkenin sorumlusu
ilk reaksiyonu gösterip, o günkü fotoğraf temini için gerekli
çalışmaları yapar. Ardından olayın büyüklüğüne göre merkezle
yapılan istişareler neticesinde
olay bölgesine (eğer merkezden
uzaksa) yine o ülkenin kadrolu
fotoğrafçısı gönderilir. Büyük
kapsamlı ve uzun süreli işlerde ise yine bölge sorumlusunun
talebi ile ek fotoğrafçılar uygun
bölgelerden aktarılır ve vardiya
sistemi ile çalışılır. Tüm diğer
ajanslar gibi EPA ajansının da
ülkenin
durumuna göre belli sayıda kadrolu fotoğrafçısı vardır. Bunun
yanında ihtiyaç olduğu taktirde
serbest çalışan fotoğrafçılarla da
çalışılabiliyor.
EPA bu fotoğrafçılar tarafından
çekilen fotoğrafları, EPA’nın
kendine ait web sitesi olan epa.
eu aracılığı ile, uluslararası profesyonel ve amatör her türlü kullanıcının hizmetine sunmakta.
Her gün ortalama 1300 yeni fotoğraf servis eden EPA’nın asıl
müşteriye ulaşma yöntemi abonelik sistemi sayesinde oluyor.
Dünyanın tanınmış bütün büyük medya grupları başta olmak
üzere binlerce gazete, dergi ve
internet sitesi bu abonelik sistemi sayesinde ofislerindeki bilgisayarlarından eş zamanlı olarak
EPA’yı takip edip istedikleri fotoğrafa çok hızlı bir şekilde ulaşıyorlar.
EPA bütün bu abonelikler ve
günlük olarak internetten kullanılan fotoğraflar sayesinde
ekonomik olarak ayakta kalıyor.
Kaliteli ve hızlı üretim aynı seviyede devam ettikçe, buna ek
olarak müşteriye dünyanın her
bölgesinden fotoğraf paketleri
sundukça, abone sayısı belli bir
oranda yükselmeye devam ediyor.
Bütün dünyada basılı olan gazetelere olan talep düşüş gösterse
de dijital devrim sayesinde fotoğrafçılık başka bir kulvardan
kendisine yer bulmaya devam
edecek gibi görünüyor. Internet haberciliği yeni dönemin en
önemli olgularından birisi. Bu
bağlamda bu mecralarda kullanılan fotoğrafın kalitesi yanında,
okuyucuya ulaşma hızı da yeni
dönem gazeteciliğinin en önemli
temel taşını oluşturuyor. Uluslararası haber ajansları dijital devrimin yarattığı bu hızın oldukça
farkında ve bu yeni dünyada hayatta kalabilmek için yatırımlarını bu anlamda çeşitlendirmeye
devam ediyorlar. Mesleğe yeni
başlayan fotoğrafçı arkadaşlara
önerim, kendilerini bu tarz bir
çalışma şekline göre donanımlı
hale getirmeleri.
F: Tolga Bozoğlu
Bir Türk Köçek ve arkadaşı İstiklal Caddesi, İstanbul’da dans ederek dileniyor.
30 31
AFSAD
F: Tolga Bozoğlu
Gezi Parkı etrafinda nöbet bekleyen göstericiler. 06 Haziran 2013
F: Tolga Bozoğlu
Gezi Parkı’na girmeye çalışan göstericilere polis gazla müdahale ediyor. 31 Mayıs 2013
F: Tolga Bozoğlu
Kilis Öncüpınar sınır kapısında kendi kurdukları derme çatma çadırlardaki Suriyeli mülteci çocuklar.12 Eylül 2013
F: Tolga Bozoğlu / İstanbul
Schalke 04’ün oyuncusu Jermain Jones İstanbul’da Galatasaray ile oynanan UEFA Şampiyonlar Ligi son 16 turunun ilk maçında attığı
golü kutluyor.
32 33
AFSAD
Koda Fotoğraf Kolektifi
Dosya
Konusu
Temmuz - Ağustos
Tuncay DERSİNLİOĞLU
[email protected]
KODA bizim 2011 yılında kurduğumuz bir fotoğraf ajansı.
KODA Collective’in tüm hakları kurucu iki üyenin sahibi
olduğu bir şirkete ait. Ancak
buradaki amaç bir ekonomik
değer sahipliği değil. Kabul
etsek de, etmesek de kapitalist
bir devlet düzeni içinde yaşıyoruz. Bu nedenle KODA’nın
bir tüzel varlığı olmalı. Yayınevleriyle, STK’larla, dergi,
gazete ve diğer ajanslarla iletişim kurarken, ya da bir takım
işbirliklerini gerçekleştirirken
bu kimliği kullanıyoruz. Öte
taraftan kolektifin organizasyon yapısı tamamen yatay.
Herhangi bir yönetim söz konusu değil. Alınan kararlar
tüm üye fotoğrafçıların ortak
görüşünü yansıtıyor. Tabii ki
her zaman aynı fikirde olmuyoruz ancak birbirimizi ikna
ederek herkesin uzlaşabileceği
noktaya ulaşmaya çalışıyoruz.
Fotoğrafçılarımızın
tamamı
sürekli iletişim halinde olduğumuz kadrolu fotoğrafçılar.
Tabii zaman zaman sözleşmeli
olarak çalıştıklarımız da oluyor. Ben, Erdem Donuktan,
Volkan Doğar, Mert Çakır ve
İsmail Gökçe kadrolu fotoğrafçılarız. Can Mehmethanoğlu
ve Görkem Keser ise şu an için
dışarıdan katkı sağlıyorlar.
Ajansın operasyonel altyapısını (arşiv, iletişim, satış, yayın
vb.) ise yukarıda sözünü ettiğim şirkette çalışan profesyonel bir ekip yürütüyor. Merkez
ofis olarak şirketin İzmir’de
bulunan yeri Karanlık Oda Fotoğraf Merkezi’ni, İstanbul’da
ise Volkan Doğar’ın mekânı
Atölye Pera’yı kullanıyoruz.
Beraber çalışmak istediğimiz
fotoğrafçıları seçerken bizim
için kişilerin üretkenliği kritik
bir nokta. Ama daha da önemlisi dünya görüşü. Ayrımcı bir
bakış açısının hiç bir zaman
bu yapıda yeri olmayacağına
inanıyorum. Bu yalnızca belli görüşteki fotoğrafçılardan
oluştuğumuz anlamına asla
gelmemeli. Atlanmaması gereken nokta şu; başkalarının
düşüncelerine saygı duymalı,
aynı fikirde olmayan insanları ikna etmeye çalışmalı ancak
dayatmacı ya da ötekileştirici
bir söylemden uzak durmalı.
Bir diğer önemli konu ise bir-
KODA kendi seçtiği
konular üzerinde
uzun soluklu
dökümanter
çalışmaların
yanı sıra, yaygın
medyanın yer
vermediği güncel
toplumsal haber
fotoğraflarını
da üretme
sorumluluğunu
üzerinde taşıyor.
likte çalışma kültürünün benimsenmiş olması. Zira, biz
bu organizasyonda yalnızca
fotoğrafçı olarak değil aynı zamanda bu organizasyonu geliştirmesi beklenen kişiler olarak yer alıyoruz. Seçim süreci
şu an için en az bir kadrolu
fotoğrafçının önerisi ile başlıyor. Diğer fotoğrafçılardan
itiraz gelmezse katkı koyan fotoğrafçılar arasında yer alıyor.
Devam eden süreçte ajansa
koyduğu katkı da göz önünde
bulundurularak kadrolu fotoğrafçı oluyor. KODA bu öneriler
dışında bireysel başvuruları
da her zaman dikkate alacaktır.
Biz KODA Kolektif fotoğrafçıları olarak belgesel fotoğraf
dilini kullanarak anlatmak istediğimiz hikâyeleri, ya da durumları izleyiciyle paylaşmak
için yola çıktık. Bunu yaparken herhangi bir dergiye, gazeteye angaje olursanız konu
seçiminden, yaratacağınız atmosfere kadar başka insanların (patronların, yayın yönetmenlerinin, editörlerin) isteklerini yerine getirmek zorunda
kalırsınız. Biz üreteceğimiz
işleri tamamen kendi seçimlerimiz üzerinden kurgulamak
istediğimiz için serbest çalışıyoruz. Ancak bu özgürlük size
beraberinde ekonomik anlamda, mecra bulmak konusunda
bir takım ek zorluklar getiriyor. Kolektifi bu zorlukları
tek başımıza değil de birlikte
aşmaya çalışmak için kurduk.
Ürettiğimiz işlerin insanlara
ulaşması çok önemli olduğundan bizim gibi yapıların belli
bir plan içinde ciddi bir pazarlama stratejisi olması gerektiğini düşünüyorum. Şu an
yapılan ikili anlaşmalar sonrası fotoğraf başına ya da görevlendirme usulü bütçe belirleniyor. Tabii fotoğrafın nerede
kullanılacağı da telif ücretini
belirleyen önemli bir faktör.
Ancak kimi zaman fotoğraflarımızın ücretsiz kullanılmasına da müsaade ediyoruz.
Bugün bilgi açlığı yerini ‘manipüle edilmemiş bilgi açlığına’ bırakmış durumda. Bu bilgi kirliliği içinde kaynağı belli
fotoğraflar üretmek, ürettiğimiz işleri dolaşıma sokmak
için gerekli mekanizmaları
kurmak ve geliştirmek, fotoğraflardan ulaşılabilir bir arşiv
oluşturarak, toplumcu görsel
belleğe katkı koymayı hedefliyoruz. KODA kendi seçtiği
konular üzerinde uzun soluklu
dökümanter çalışmaların yanı
sıra, yaygın medyanın yer vermediği güncel toplumsal haber fotoğraflarını da üretme
sorumluluğunu üzerinde taşıyor.
Şubat ayında kitapçılardaki
yerini aldı. Kitap, aslında kolektif öncesi dönemin bir özeti niteliğini taşıyor. Bir kısmı
bireysel olarak ürettiğimiz,
dergi ve gazetelerde yayınlanmış işlerden oluşuyor. Kitabı
insanlarla paylaşmak, yorumlarını dinlemek, anlatmaya çalıştığınız şeylerin anlaşıldığını
hissetmek müthiş bir tatmin.
Fotoğrafçı olarak işlevinizi yerine getirdiğiniz hissediyorsunuz. Fotoğrafçıların özgürce
hazırladığı bireysel ve grup
yayınlarının öneminin çok bü-
yük olduğunu düşünüyorum.
Ürettiğimiz birçok iş çeşitli
süreli yayınlarda yer buluyor.
Ama bana sorarsanız bir kitap
geleceğe yazılmış bir mektup
niteliği taşır. Ajansların ve
tabii ki KODA’nın mümkün
olduğunca kitap yayınlaması gerektiğini düşünüyorum.
Devam eden bireysel ve grup
işleri de bu konuda bizi heyecanlandırıyor. Gün geçtikçe
daha nitelikli işler üretmek istiyoruz. Moment bu anlamda
önemli bir deneyim oldu.
Bu bağlamda Gezi süreci bizim açımızdan çok temel bir
refleks değişikliğine yol açtı
diyebiliriz. Gezi’den önce güncel sıcak haber nitelikli işler
üretmiyorduk. Ancak yaşanan
süreçte yaygın medyanın gösterdiği taraflı, basiretsiz ve
hatta yalan haberleri izledikçe
belge fotoğrafçıları olarak bir
sorumluluk hissettik. Son bir
yılda 40’a yakın sıcak haber
dosyasını servis ettik. Bunları
yaparken en temel ve değişmez
yayın ilkemiz fotoğrafa konu
insanların onurunu zedeleyecek durumların fotoğraflanmaması. Bir diğer önemli nokta aslında fotoğrafçı seçiminde
de belirttiğimiz gibi ayırımcı,
ötekileştirici, dayatmacı söylemleri üretmemek. Bunun dışında her türlü otosansürden
yoksunuz. Fotoğrafçı çektiği
fotoğrafın sonuçlarının sorumluluğunu bilerek yayına
verir ya da vermez. Kolektifin
diğer fotoğrafçıları ya da ajans
bu konunun dışında kalır. Tabii üye fotoğrafçıların taşıdığı
kaygılar mutlaka dikkate alınır. Örneğin, bir fotoğrafçının
ürettiği ve dolaşıma sokmak
istediği bir fotoğrafı diğer bir
üye fotoğrafçı rahatsız edici
buluyorsa, itirazını dile getirebilir.
Biz ajans olarak aynı zamanda
kitap yayıncılığı da yapıyoruz.
İlk kitabımız olan Moment
34 35
AFSAD
F: Tuncay Dersinlioğlu
Erivan - İki Yakın Ülke, İki Uzak Ülke, Eylül 2010
F: Tuncay Dersinlioğlu
İstanbul - Büyük Ada Rum Yetimhanesi, Ekim 2010
F: Tuncay Dersinlioğlu
İzmir - Dana Bayramı, Mayıs 2012
Dosya
Konusu
Panos Pictures
Temmuz - Ağustos
GBM AKASH
www.gmb-akash.com
blog: www.gmbakash.wordpress.com
Kontrast-Panos Pictures’in Yapısı ve Fotoğrafçıları İstihdam Biçimi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Akash- Panos Pictures kolektif bir
yapıya sahip ajans. Kolektif bir yapı
olması kesinlikle bütün fotoğrafçıları çok destekleyecek bir şey. Bu durum müşterilerin, bazen aynı konu/
olayla ilgili farklı perspektiflerden
çekilmiş fotoğraflar bulabilmesini
sağlıyor. Müşterilerin memnuniyeti
ajanslara olan bağlılıklarını arttırıyor. Bir ajansta farklı alanlardan
fotoğrafçıların olması fotoğrafçıların birbirlerinden ilham almalarını
da sağlıyor. Ben çoğu zaman başka
fotoğrafçıların işlerine bakıp kendi
işimle karşılaştırıyorum. Bu bizim
için eğitici bir deneyim oluyor. Ne
kadar çok fotoğrafçı varsa kaçınılmaz olarak o kadar çok çekişme
oluyor, bu da işlerin daha iyi çıkmasına sebep oluyor. Bu durumun
olumsuz yanı ise çok fazla fotoğrafçı olduğunda orada tutunmak zor
oluyor. Müşteriler genellikle bütün
fotoğrafçıların çalışmalarını inceleyemiyor bu da fotoğrafçıların gelir
seviyesini etkileyebiliyor. Çok fazla
fotoğrafçı barındıran ajansların, bireyleri birbirlerinden bağımsız olarak destekleyebilecekleri stratejiler
geliştirmeleri lazım.
Panos Pictures, bünyesindeki fotoğrafçıları serbest çalıştırır. Panos
bizim tüm fotoğraflarımızı arşivler,
ardından haber ajansları, sivil toplum örgütleri, kurumlar ve yayın
yapan diğer organlar için satışa koyar. Biz her zaman serbest olarak
çalışırız. Bazen direk müşterilerden
iş gelir bunun yanında da Panos Pictures aracılığı ile de iş alırız.
Kontrast- Çalışma konunuzu nasıl belirliyorsunuz ve uyduğunuz
haber ilkeleri var mı? Panos Pic36 37
AFSAD
tures bünyesinde çalışmak farklı
yaptırımlar getiriyor mu?
Akash- Belgesel fotoğrafçısı olarak kendi uzun dönemli projelerimi kendim seçerim. Güney Asya’da
çalışıyorum, ilgi alanım sosyal belgesel projeleri. Sokak ve seyahat
fotoğrafçılığı da yapıyorum. Kendi
arşivimi tüm bu farklı türlerden
oluşturuyorum. Çoğu zaman Panos Pictures’in bana yönlendirdiği
işlere göre konu belirlenir ve bazen
çekeceğim konu hakkında tartışır,
ortak bir karar alırız. Ayrıca müşterilerin istedikleri konular hakkında çektiğim fotoğraflar da arşivimi
güncellememe yardımcı oluyor.
Bunun dışında, Panos’un editörleri
seçilen konuda, çekimi yapılan toplum veya kişilerin başına gelebilecek
olumsuzluklar olduğunu düşünüyorsa çalışanlarına belli kısıtlamalar
getirebiliyor. Ana habercilik ilkesi
haberlerin doğruluğudur. Biz bir
haber girişi yaparken, sadece bir
fotoğraf bile girerken, farklı kaynaklardan bilgileri doğrulayıp girişlerini
yapıyoruz.
Fotoğrafçılık benim için ben ve insanlar arasında bir köprü görevi
görüyor. Ben fotoğrafladığım kişiyi
önemsiyorum. Fotoğrafla uğraşmak
benim dünyadaki adaletsizlikle ilgili
bir şeyler yapmamı sağlıyor. Fotoğrafçılık sayesinde ben kalbimden geçenleri kayda geçebiliyorum. Herkes
için özgünlüğün ve doğruluğun yaptıkları işin temeli olması gerektiğini
düşünüyorum. Fotoğraf Ajanslarının görevi çok hayati. Çünkü ajans
bir fotoğrafçı seçtiği zaman o kişinin profilini ve basındaki itibarını
arttırıyor. Ancak ne yazıktır ki bilgi
kirliliği yaşıyoruz ama eğer ajanslar
prensiplerine bağlı kalırlarsa ve çalışanlarının performansını ölçerlerse
bunun üstesinden gelebiliriz.
Kontrast- Dünyanın pek çok ülkesinde çekim yapmak nasıl bir duygu? İzinler sorun oluyor mu?
Akash- Belki yüzden fazla kez
25’ten fazla ülkeyi gezdim. Yani bugüne kadar çalıştığım ülkelerde iyi
bağlantılarım var. Bir ülkeden izin
almak gerektiğinde önce ben kendi
bağlantılarımı kullanarak izin almaya çalışıyorum. Eğer beceremezsem
ajansım bana destek oluyor. Ayrıca
biz aynı ajansta çalışan bir grup fotoğrafçıyız birbirimizle bağlantıya
geçiyoruz ve ajansımız bizi tanıştırıyor. Bilinen bir ajans üyesi olmak
güvenilir olmak konusunda tabii ki
bir artı puan getiriyor.
Kontrast- Türkiye konusunda izlenimleriniz neler?
Akash- Benim unutulmaz bir Türkiye ziyaretim oldu. Halen Türk arkadaşlarımla iletişim halindeyim.
Türkiye, sınırları Orta Asya, Orta
Doğu ve Avrupa’ya kadar uzanan çok
büyük ve çabuk büyüyen bir ülke.
Önemli bölgelerin kesişim noktasında olan önemli bir güç. Uluslararası haberleri önemsiyorum çünkü
biz demokrasinin vatandaşlarıyız.
Gezi olaylarında şunun gibi pek
çok fotoğraf beni çok etkiledi: Taksim Meydanı’nı yayalaştırma projesi sebebiyle ağaçların kesilmesini
protesto eden bir kadına bir Türk
polisi biber gazı sıkıyor. Evet, gelecekten umutluyum. Her şey daha
iyi olacak. Bütünün iyiliği için Gezi,
farklı toplum kesimlerini bir araya getirdi. İnsanların farkındalığını
arttırdı. Çevre ile ilgili ufak bir protesto, ifade özgürlüğüyle ilgili, din ve
devlet işlerinin birbirine karıştırılmasına karşı, devlet baskısına karşı
bir harekete dönüştü. Umutluyum.
Çeviri: Zeynep HAMURDAN
F: GBM Akash / Bangladeş - 2010
F: GBM Akash / Endonezya - 2012
F: GBM Akash / Filipinler - 2012
Dosya
Konusu
İçeriye Dışarıdan Bir Bakış...
Temmuz - Ağustos
Ami VITALE
Fotoğrafçılık dünyada farkındalık ve değişim yaratabilmek için
güçlü bir araç olmasına rağmen
bu alanda kariyer yapmak o kadar da kolay değil. Profesyonel
fotoğrafçı olabilmek için bir çok
yol vardır; fotoğraf ajanslarında
işe başlamak bu yolların en iyilerinden birisidir denebilir. Bir fotoğraf ajansı sizin işlerinizi satarak adınızın ve çalışmalarınızın
duyulmasını sağlayabilir. Bunun
da bir garantisi yoktur. Bazen
kendi işinizi en iyi pazarlayacak
ve savunacak kişi yine kendinizsinizdir.
Bir fotoğraf ajansında çalışmanın avantaj ve dezavantajlarından bahsederek başlayabiliriz.
Farklı çeşitlerde ajanslar var;
AP, Reuters, AFP ve EPA gibi
haber ajansları sizinle günlük
bazda çalışır veya buralarda maaşlı eleman olarak çalışılabilir.
Çalışmalarınızın telifleri onlarda
olur ve günlük bazda yaptığınız
iş için fotoğrafçıya ödeme yapılır. Ben kendi kariyerime Associated Press’te çalışarak başladım.
Bu çok iyi bir deneyimdi ancak
gelecekte çalışmalarımın üzerinde hiçbir kontrole sahip olamayacağımı öğrendikten kısa bir
süre sonra oradan ayrıldım. Benim için görüntülerin entelektüel bir değeri vardır ve ileride nerelerde kullanılacaklarını bilmek
isterim. Mesela, bir sergi açmak
veya kitap basmak isterseniz fotoğrafların telif haklarına ajanslar sahip olduğundan bunu izin
almadan yapamazsınız. Ajanslar
için çalışmak deneyim kazanmak için çok iyi bir yoldur, bü38 39
AFSAD
yük işler alırsınız ve bunun için
size ödeme de yaparlar ancak
fotoğraflarınızın mülkiyetini onlara vermek gibi bir fedakârlıkta
bulunursunuz. Bunların yanında Getty Images,
National Geographic, Shutterstock, Alamy, Jupiter, Aurora
and Corbis gibi stok ajansları
vardır. Çalışmalarınızı çok fazla müşteriye ulaştırıp, satışını
sağlarlar ancak bundan büyük
bir pay alırlar ve bazen çalışmalarınız çok ucuza satılabilir. Bu
tür ajanslarla çalışıp hayatınızı
idame ettirmeniz oldukça güç
olabilir. Hayatınızı bu şekilde
kazanabilmek için çok fazla sayıda çalışmanızı onlara vermiş
olmanız gerekir. Bunlara ek olarak Magnum, VII, Noor, Aperture, Panos ve Redux gibi daha
küçük butik ajanslar vardır. Bu
ajanslar küçüktür ve bir aile gibidir. Bu ajanslarda çalışmanın
-aynı idealleri paylaşan pek çok
yetenekli fotoğrafçı ile beraber
çalışmak gibi- çok güzel avantajları vardır. Bazılarında aylık bir
aidat ödemeniz gerekir ve onlara
katılmak zordur fakat bunu yapmaya değer. Ben hiçbir ajans için çalışmamayı tercih ettim, çünkü kendi
işimin arkasında en iyi duracak
kişinin yine kendim olduğumu
biliyordum. Projelerimi hiç kimse benden daha iyi anlatamaz ve
onların neden önemli olduğunu
açıklayamaz. Kendi çalışmalarım hakkında bilgili ve tutkulu
şekilde konuşabiliyorum. Ve işlerinizin basılarak yayılması-
nı sağlamanın en iyi yolu; işin
ayrıntıları ve önemi hakkında
konuşabilmekten geçer. Ajanslar yüzlerce, hatta binlerce kere
çok iyi işler çıkartmış fotoğrafçıyı temsil eder. Çoğu zaman
editörlere işinizi tanıtmak için
zamanları veya sizin kadar azimleri veya tutkuları yoktur. Diğer
taraftan ajanslar tek bir kişinin
ulaşabileceğinden daha fazla
müşteriye ulaşabilirler ve bu
anlamda onlarla çalışmak kârlı
olabilir. Bir başka artı yön ise,
ajanslar bazen çalışmak istedikleri proje için fotoğrafçıya mali
kaynak bulmakta da yardım
ederler.
Bir ajansa bağlı çalışmadığım
için, ajansların yardımı olmadan kendi projelerim için kaynak yaratmak durumundayım.
Bu bireysel bir seçim ve çalışmalarımı kendim dağıtıma sokmayı
seçtim. Böylesi daha fazla zaman
ve çaba gerektiriyor elbette, ancak işlerimin yayımlanmasını
sağlamakta bir ajansla bağlantılı
olmamdan daha fazla başarılı oldum. Bu aynı zamanda daha iyi
bir konuşmacı olmam ve sürekli
değişen medya yapısında sürekli yeni şeyler öğrenmem için de
beni zorluyor. Başka bir iyi yanı
ise hikâyelerim kendi kontrolüm
altında oluyor ve amacı dışında
kullanılamıyor.
Fotoğrafların
nerelerde kullanıldığını saptamak için çok çaba sarf etmek
zorunda kalıyorum ve bir yanlış
kullanım tespit ettiğimde hemen
müdahale ediyorum. Artık tüm
eserlerimin yayınlanmadan önce
teliflerini alıyorum, bu sayede
işlerimin benden habersiz kullanımının veya kötüye kullanmanın yasal cezası olacak.
Karşımdakilere kendime davranılmasını istediğim gibi davranırım. Fotoğrafçılık gibi bir işi
yapmak büyük bir sorumluluk ve
ayrıcalıktır. Bunun değerini hep
bilerek hareket ediyorum. Eğer
insanlar fotoğraflarının çekilmesini istemiyorlarsa buna her
zaman saygı duyarım. İnsanlara
fotoğraflarının kullanılabileceği bilgisini verir ve mutlaka onların iznini alırım. Dürüst olup
fotoğrafları niye çektiğimizin ve
ilerde nasıl kullanılabileceğinin
bilgisini vermek bizim sorumluluğumuz. Eğer bir görüntünün
bir kişi veya toplumu negatif
etkileyeceğini
düşünüyorsam
onu kullanmam. Bir fotoğrafçının en önemli görevi farkındalık
ve anlayış yaratmaktır. Eğer bir
kişinin hayatına olumsuz etkisi
olacağını düşünüyorsam etik değerleri ön planda tutarım. Özet olarak ajanslar işlerimizin
yayınlanmasını sağlayan harika mecralar olabilir. Ancak ben
farklı bir yol seçtim. Çünkü çok
çalışmam gerekse de kendi en-
telektüel özgürlüğüme sahip olmak benim için önemli. Kendi
çalışmalarımın nasıl kullanıldığına dair kontrolümün olması
da ayrıca önemli. Fotoğrafladığım kişilere karşı dürüst ve
doğru olmak benim için çok
önemli. Sadece para için fotoğraflarımın hiç kimseye satılmasını istemiyorum. Biz gazeteciler
fotoğrafladığımız kişilere karşı
adil olmak zorundayız ve onları onurlandırma sorumluluğuna
sahibiz. Çeviri:Zeynep Hamurdan
Politikacı Sakina Yatoo’ya yapılan bir
suikast sırasında
öldürülen Naz Banu’nun akrabasıdır.
Kuzey Kaşmir’deki Mirhama
şehrindeki cenaze töreninde yas tutmak
için kendini yerlere atmıştır.
J Bar L çiftliğinde, bir Ağustos
gününde kovboylar, günbatımında sığır
sürüsünü idare etmektedir. Bu çiftlik,
güney Montana’daki Centennial
Vadisi’ndeki büyük açık arazideki tek
doğal hayatla dost çiftliktir.
f/64
Doğaçlama
Bir Yakın Tarih Denemesi
Temmuz - Ağustos
Özcan YURDALAN
Fotoğrafçı, Yazar
[email protected]
Zaman ne kadar hızlı ilerlese de
toplumsal oluşumlar bir şekilde
yolunu bulup geride kalmaktan
kurtulabiliyorlar.
Türkiye’nin fotoğrafçılık tarihi,
bu işi icra eden haberciler, stüdyocular ve tanıtım fotoğrafçıları gibi meslek erbabının kayda
değer bir örgütlenmesine tanık
olamazken, boş vakitlerini bu sanatla uğraşarak değerlendiren
geniş kesimlerin güçlü ve yaygın
bir örgütlenmesine sahne oldu.
Fotoğraf teorisi ve fotoğrafçılık
pratiği oluşturmaktan başlayarak
yaygın eğitim örgütlenmesine,
yayıncılıktan
sosyal
alanı
fotoğrafla
buluşturmaya,
fotoğraflar aracılığıyla toplumsal
etki yaratma denemelerine kadar
birçok uygulama bu örgütler
tarafından
gerçekleştirildi.
Memleketin fotoğrafçı profillerine
baktığımız
zaman
sanat
fotoğrafçıları gibi derneklerde ilk
derslerini almış ya da derneklerle
organik ilişkiler kurmuş çok
sayıda haberciye ve akademisyene
de rastlarız.
Türkiye fotoğrafçılık tarihi ayrılmaz biçimde fotoğraf derneklerinin tarihiyle iç içe geçmiş durumda. Fotoğraf sanatı kadar fotoğraf
sosyolojisi ve fotografik algı eğitimi de derneklerin eğilimleriyle
belirlendi bugüne kadar. Bu eğilimler siyasi ve toplumsal süreçler
içinde biçim değiştirerek yeni yapılar yarattı.
Yatay örgütlenmesi ülke düzeyinde onlarca şehre dağılmış ve bir
federasyonla dikey yapılanmanın
kubbesini kondurmuş fotoğraf
40 41 AFSAD
dernekleri konusunda çok şey söylenebilir; iç işleyişleri ile fotoğraf
yaklaşımları uzun uzadıya tartışılabilir; yaygın fotoğrafçılık alanının gidişatı konusunda derinlikli
bir stratejiye sahip olup olmadıkları konuşulabilir, ticari hacmi giderek büyüyen ve fakat hiçbir alt
yapısı olmadığı için ithal eksenli
esnaf irisi şeklinde genişleyen pazar içindeki payları değerlendirilebilir. Bu türden bir dizi analiz
geliştirmek bir boş vakit uğraşısından daha öte ihtiyaçlara cevap verebilecek sorumluluk,devamlılık
ve donanım gerektirir diyenler de
çıkabilir aramızdan, mümkündür
kuşkusuz, ama eldeki malzeme bu.
İkinci kuşağın ağırlık kazanmaya
başladığı fotoğraf akademiyası geniş katılımlı bilimsel çalışmalara
zemin yaratmak yerine derneklerin düzenlediği sempozyum ve
platformlarda sözünü söylerken;
derneklerin düzenlediği festival
türü etkinlikler, profesyoneller de
dahil olmak üzere camianın cümlesine ortam yaratırken; sergi, söyleşi, gösteri, dergi, kitap gibi (bu
son ikisini kafiye uysun diye ekledim yoksa dergi ve kitaplar cümlenin devamındaki vurguya dahil
değildir, belirtmeliyim) ürünlerin
muhatabı olan fotoğraf tüketicisinin aynı zamanda derneklerin
tezgahından geçmiş fotoğraf meraklıları olduğunu dikkate alırsak,
bu yapıların fotoğraf dünyasındaki önemleri iyice belirginleşir. Ancak “bu önemli konum, önemine
uygun biçimde bir vizyona sahip
politikalarla ilerlemekte midir,
değilse mesele nedir?”. Bu tartışma kuşkusuz derneklerin iç mese-
lesi olmakla birlikte zaman zaman
alevlenen ortamlar nedeniyle harı
bize kadar erişmekte. Mesele o ki,
her toplumsallık gibi, bir yanı hep
ergenlikle cebelleşen yapılarda
gelişimin önünü açacak dürtüler
kimi zaman “dışarıdan” geliyor.
Gelebiliyor.
1950’lere uzanan dernek oluşumları 90’larla birlikte yeni bir yapılanmayla karşılaştı. Derneklerin
işlevini daha esnek biçimde yerine
getiren, seyahat fotoğrafçılığına
yoğunlaşarak doğa aktiviteleri ve
macera turizmiyle birlikte temel
fotoğraf eğitimini de üstlenen şahıs şirketleri doğdu. İstanbul merkezli olmak üzere sayıları hızla artan bu yapılar fotoğrafçılığımızda
önemli bir dönemecin kurumları
haline geldi. O günlerde ortaya
çıkan ilk kuruluş Göçerler, daha
sonra birbiri içinden Fotoğrafevi
ve Fototrek kurumlarını çıkararak başlangıçtaki tarzı sürdürdü.
Günümüzde Fototrek tarafından
devam ettirilen bu misyon giderek
daha esnekleşen yapılarda izlerini
koruyor.
Bundan tam on yıl önce kurulan ve
kuruluş sürecinde Fotoğraf Vakfının etkisine doğrudan işaret ederek World Press Photography’nin
iki yıl süren Türkiye seminerlerine
önem atfeden Nar Photos yeni bir
fotoğraf örgütlenmesinin öncülü
oldu. Aradan geçen on yıl içinde
fotoğrafta “birlikte eyleme” modeli olarak varlığını sürdüren kolektif, benzer oluşumları cesaretlendirdi.
Türkiye’de fotoğrafın örgütlenme
tarihi üstüne konuşurken fotoğ-
rafçılığı icat eden kültürel coğrafyadaki benzer sürece küçük bir
gönderme yapılabilir:
İkinci Dünya Savaşının arifesinde
fotoğraflı
dergiler
giderek
yayılmaktaydı.“Belgesel Fotoğraf”
kavramı çeşitli pratiklerle zenginleşiyordu. Bir süre sonra Avrupa’da Magnum’un başı çektiği
fotoğraf ajansları öncelikle fotoğrafçıların özlük haklarını korumak
için bir araya gelmiş ve o güne
kadar hakim olan fotoğraf anlayışıyla birlikte, hak hukuk meselelerinde de radikal değişiklikler
yaratan bir dönemi başlatmıştı.
İlerleyen matbaa teknolojisine koşut biçimde kameralar gelişiyor,
fotografik altyapı o dönemde uyanan bir talebi cevaplayacak koşulları sağlıyordu. Bu talep dünyada
olup bitenleri merak eden, savaşın
gidişatını öğrenmek isteyen orta
sınıf gazete ve dergi okurlarından
geliyordu. Haber alma hakkı konusunda uyanan bilinç, sıradan
hayatları görünür kılma eğilimiyle
bir araya gelince, fotoğraflı hikayeler yepyeni bir habercilik dili
olarak ortaya çıktı. Çeşitli ajans-
larda ve fotoğraf kolektiflerinde
bir araya gelen fotoğrafçılar bu
talebi karşılayabilmek için dünyanın bir ucundan diğerine nefes
almadan koşturmaya, görsel hikayeler toplamaya başladılar. Foto
röportajın bu altın döneminin
televizyonla birlikte kapandığını
biliyoruz. Mecra ortadan kalkınca
olay bitti.
Gün oldu devran döndü, geldik
zamanımıza. Yeni liberalizmin
yaldızları dökülünce, dünyanın
hiç de tarihin sonundaki, ideolojilerin bittiği cennet olmadığı
idrak edilmeye başladı. İşte tam
bu aşamada bir kez daha dünyanın orasında burasında neler olup
bitiyor, insanlar nasıl yaşıyor, nelerle karşılaşıyor, sıradan hayatlar
neye benziyor, yeniden bir merak
uyandı.
Bu uyanış aynı zamanda dijital çağın yepyeni iletişim mecralarına,
sanal âlemin fotoğrafla buluştuğu
zamana denk geliyordu. Toplumsal duyarlılığa sahip, sorumluluk
hissedebilen, gidişattan hoşnut
olmayan, hayatın hallerinden en-
dişeli ve itiraz sahibi fotoğrafçılar,
küçük gruplar halinde bir araya
gelişlerle yeni yapılar oluşturmaya başladı.
Dünyadaki bu gelişim Gezi İsyanının hemen öncesinde memleket
semalarında da belirdi. Gezi’ye
yaklaştığımız günlerde ve hemen
sonrasında ciddiyetle oluşturulmuş fotoğraf kolektifleri, bağımsız
ajanslar kurulmaya başladı. Aynı
sıralarda tartışmalı olduğu kadar
prestijli sanat kurumlarından İstanbul Modern, bir retrospektif
sergi açmaları için Nar Photos’a
teklifte bulundu. Bu teklif Nar’ın
baştan beri savunduğu editoryal
ilkelere ve bağımsız tutuma uygun
hale getirilinceye kadar yapılan
görüşmelerden sonra, Nar’ın on
yılından seçilmiş Türkiye fotoğraflarıyla “Yolda” sergisi açıldı.
Kendisini görsel hikâyeler üstünden haberci kimliğiyle tanımlayan
Nar Photos’un bu sergisi aynı zamanda fotoğraf tarihimizin ilginç
dönemeçlerinden birine denk gelmişti. Hikâyenin devamı önümüzdeki dönemde...
An
Portfolyo
Doğaçlama
Temmuz - Ağustos
Murathan ÖZBEK
An: Zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir parçası, lahza.
Ama gittikçe çoğalabilecek kadar uzun.
Baktım ki anların birçoğu fotoğraflanmamış.
Ben, hepsine gitmeye başladım.
O anlarda kimse kalmamış; zaman işte. Anılarda herkes duruyor oysa.
Anlar, bu defa kahramanları başka anlara gittikleri için oynayamadılar; bu
yüzden fotoğraf oldular.
Anlar değişir ya...
Zihnim, bazılarını her şeyiyle üstlenecek kadar cesur, bazılarını silmeye
çalışacak kadar zayıf bazen, bazılarına hiç dokunmayacak kadar memnun. Ben
ise hepsini tutmak isterim; hayatımı eksiltmeye niyetim yok. O yüzden anların
peşindeyim.
Bunlar şimdiki ‘’geçmiş’’ anlar. Bilmem ileride neye dönüşürler…
Kim bilir, benim anlarım belki seninkilere değer; ne güzel olur!
Hadi an!
Hazırlayan: Ceren ÖZCAN
[email protected]
Otoportre
42 43
AFSAD
Sevgili Oğlum
Büyüyebilsem
Gurbet
Korkma Baba
44 45
AFSAD
Dur, Aileme Dokunma
Güneşli Pazartesiler
Geldim, Dünya Gebe
Hadi
46 47
AFSAD
Ayıp
Köküm; Erzurum
Portfolyo
Doğaçlama
Rüyalarla Sürmenaj
Temmuz - Ağustos
Onur KORKMAZ
20 Eylül 1988’de İstanbul’da doğan Onur Korkmaz, 2005 - 2010
yılları arasında gazetecilik eğitimi
aldı. 2006 yılında amatör ruh ile
başladığı fotoğraf serüveninde çeşitli karma ve kişisel fotoğraf sergilerinde yer alma fırsatı buldu. 2013
yılında, belgesel fotoğraf alanında
üretimlerini ortaklaştırma, birlikte üretme ve dayanışma fikriyle bir
araya gelen arkadaşlarıyla beraber
Mahzen Photos kolektifini kurdu.
Devam ettirdiği fotoğraf dilinden
çok farklı bir yapıda seyreden Rüyalarla Sürmenaj isimli çalışmasını, öğrencilik yıllarında üzerinde
büyük etki bırakan ve sonraki yıllarda da projeye isim babalığı yapacak olan Précis de Décomposition’dan esinlenerek hayata geçirdi.
Bugünlerde ise zamana tanıklık
etme ve toplumsal bilincin oluşması açısından, fotoğrafın önemli
bir güce sahip olduğu düşüncesiyle, belgesel alanında üretim yapan
Mahzen Photos kolektifi çatısı altında fotoğraf çalışmalarına devam etmektedir.
Hazırlayan: Ceren Özcan
48 49
AFSAD
50 51
AFSAD
52 53
AFSAD
Portfolyo
Doğaçlama
Ferentari
Paolo GALLETTA
Temmuz - Ağustos
Nikolay Çavuşesku (Rumence Nicolae Ceauşescu) diktatörlüğü döneminde, işçi yatakhaneleri olarak
kullanılan Ferentari, günümüzde
Romanların ve çingenelerin zor koşullarda yaşadığı bir azınlık mahallesi haline gelmiştir. Normalde orada büyümeyen kişilerin giremediği
bölgede, yaptığım iş için bir istisna
gösterildi ve aileler beni suyun ve
bazen elektriğin olmadığı tek odalı
evlerine kabul ettiler.
Onlarla yapılan söyleşiler, çoğu
zaman iki bina arasında bulunan
kabinler içinde, her şeyin ve hatta
çocukların bile yandığı ateşlerin
hikayesini anlatmakta(*). Bu fotoğraflar kişilerin günlük hayatlarından çalınan karelerden çok, onlarla
sadelik ve karşılıklı güvene dayalı
54 55
AFSAD
kurulan ve çoğu zaman ihlal edilen yakınlık sonucunda elde edilen
spontan hikayelere odaklanmıştır.
Sokaklarda hemen yanlarında bulunan çöp yığınları ve zehirli atıklar, cam gözlerle bakan kararlı çocukların yenilgiyi kabullenmeden,
mütevazı bir şekilde bir çıkış yolu
aramalarına engel olamıyor. Bir
çokları eğitim, spor, din işleri ve
çoğu zaman da çalıştıkları işler sayesinde bu ortamdan kurtulmayı
başarmakta. İşte bu yüzden bölgenin bugün bile belgelenmesi hepimizin yükümlülüğü.
Paolo Galletta Hakkında
Sicilyalı fotoğrafçı Paolo Galletta,
kamerası aracılığıyla dünyayla de-
rin bir ilişki kurmaya çalışır. İnsanlarla çalışmayı seven ve insanların
göstermek istemedikleri ve içlerinde saklı tuttuklarına hayran olan
bir röportaj fotoğrafçısıdır.
Fotoğrafları Musica Jazz, La Repubblica, La Lettura/Corriere della
Sera, Alias/Il Manifesto gibi bir çok
dergi ve haftalık gazetede yayınlanmıştır. 2013 yılında Leica Fotoğraf
Yarışması finalisti olmuştur.
* Çevirenin Notu: Fotoğrafçı burada Romanya’nın Avrupa Birliği’ne kabulünün
ardından yaşanan Çingene göçleri sonucu
İtalya ve İspanya’da meydana gelen olaylara atıfta bulunuyor. Orijinal metin için https://www.lensculture.com
Hazırlayan: Ceren Özcan
Çeviri: Hakan Temizsoy
56 57
AFSAD
Doğaçlama
Temmuz - Ağustos
Görüntü Edimi Kuramı
(Bir önceki sayıdan devamla)
C. J. REYNOLDS
[email protected]
Çeviri: Özlem Dağ
[email protected]
Çağdaş Örnekler
Görüntü Edimi kuramı, bilgisayar
etiği ile yakından ilgilidir çünkü
modern bilgisayar sistemleri, çok
fazla sayıda bireyin çok çabuk bir
şekilde görüntü manipülasyonu
yapmasına olanak tanımaktadır.
Bunun yanı sıra modern sistemler,
hem görüntüleri hem de hareketli
görüntüleri, yapılan manipülasyonun belirlenmesi çok zor şekilde,
değiştirebilmektedir.
Tutuklanmasından sonra görüntü
5’te görüldüğü gibi O.J. Simpson,
iki önemli U.S. haber dergisine kapak olmuştur. Fotoğraf başlıklarla
desteklenmiştir ama Time örneğinde, fotoğraf daha koyu ve bulanık hale getirilmiştir. Etik ve görüntü manipülasyonu üzerinde yapılan bir panel sırasında (Carlson
et al., 2006) Aude Oliva, fotoğrafta
yapılan bu manipülasyonun psiko-
lojik etkileri üzerinde
durmuş ve bu değişikliklerin kişiyi daha
kötü gösterdiğini vurgulamıştır. Buradaki
sosyal hareket, daha
sonra beraat ettiği
bir davada SimpGörüntü 6: Condoleezza Rice’ın orjinal (sol) ve ışık
son’u suçlu gösterverilerek ve kontrastı artırılarak yapay bir hale getirilip
mektir.
değiştirilmiş (sağ) fotoğrafları
Görüntü 6, 2005
yılında USA Today gazetesinde
yayınlandı ve Condoleezza Rice’ın
görüntüsü manipüle edilmişti.
Bu manipülasyon fark edildikten
sonra editör, bir köşe yazısında şu
açıklamayı yaptı:
“Condoleezza Rice’ın haberinin yanında yayınlanması için çekilen
fotoğraf, USA Today gazetesinin
yayın standartlarını karşılamamaktaydı. Fotoğraf, kısmen değişiklikler yapılmış başka bir fotoğraf
ile değiştirildi. Çevrimiçi olarak yayınlanan fotoğraflar, rutin olarak
büyüklükleri, parlaklıkları ve keskinlikleri ayarlanarak yayınlanır.
Bu olayda da fotoğrafın berraklığı
keskinleştirildikten sonra fotoğraf
editörü, Rice’ın yüzünün bir kısmını
parlatmıştır ancak bu işlem Rice’ın
gözlerine yapay bir görünüm kazandırmıştır. Bu da orijinal fotoğrafın bizim yayın standartlarımızın
dışında bir şekilde bozulmasıyla
sonuçlanmıştır. Görüntüyü, alışıldık olmayan ve rahatsız edici biçimde kontrast vererek aydınlatma
sonrasında fotoğraf dikkat çekici
olmuş ve kötü bir etki yaratmıştır.
Politik figürlerin karikatürize edilmesi yaygın bir davranıştır ancak
politik figürlerin fotogerçekçi sunumlarının dijital manipülasyonu,
onları yapay bir şekilde kötü bir tutumda göstermektedir.”
Görüntü 7, Los Angeles Times’ın
(2006) ilk sayfasında yayınlandı.
Irak’taki bir İngiliz askerine ait bir
görüntü. Fotoğrafın manipülasyon
olduğu keşfedildikten sonra gazetede editörün bir özür notu yayınlandı:
Görüntü 5: O.J. Simpson’un orijinal (sol) ve manipüle edilmiş (sağ) fotoğrafları.
Time’ın kapak fotoğrafı daha karanlık ve bulanık yapılarak değiştirilmiştir.
58 59
AFSAD
“Bu yazının temel konusu, bir İngiliz askerinin, Basra eteklerinde
Irak’lı sivillere silahını doğrulttuğu bu fotoğraftır. Gazete ya-
lanılan özel efektlerden farklıdır
ama bu bağlamda, bu değişikler
de kabullenilmektedir ve gerçek
dünyayı sunduğu düşünülmez. Örneğin, görüntü 8’de bir grafiti sanatçısının Air Force One uçağına
yazdığı aşağıdaki mesajın sahte olduğu resmi olarak da açıklanmıştır
(Kurtzman, 2006).
Görüntü 7: Bir İngiliz askerinin Basra, Irak’taki bir çift fotoğrafı (sol) tek bir karede
(sağ) birleştirilmiştir.
yınlandıktan sonra arka plandaki birçok sivilin fotoğrafta iki
kere yer aldığını farkettik. Kuzey
Irak’ta bulunan fotoğrafçı Brian
Walski’ye telefonla ulaşarak bu
durumu sorduğumuzda fotoğrafın etkisini artırmak için birkaç
dakika içinde iki farklı fotoğraftaki elementleri bilgisayar kullanarak birleştirdiğini söyledi.
Ancak gazete politikası gereği,
haber fotoğraflarının içeriklerinde değişiklik yapılması kesinlikle yasaktır. Yaptığı bu değişiklik
yüzünden 1998’den bugüne kadar
Times’ın fotoğrafçısı olan Walski
görevinden uzaklaştırılmıştır...”
Sosyal eylem açısından “fotoğrafın
gücünü artırmak” dışında fotoğrafçı aynı zamanda bir insandan
diğerine yayılan davranış algılarını
Görüntü 8: Bir grafiti sanatçısının Air
Force One uçağını boyadığı sahte bir
videodan alınmış bir görüntü.
da değiştirmiştir. Değiştirilmiş fotoğrafın ortasında yer alan mavili
adam, askerin talimatlarına itiraz
ediyor gibi görünüyor, oysa orijinal fotoğraflarda asker ve adam
arasındaki ilişki tam olarak açık
değil.
Buraya kadar fotoğrafta manipülasyon konusunu tartıştık. Bunun
yanı sıra hareketli görüntülerin
manipülasyonu da Görüntü Edimi
Kuramı ile açıklanabilir. Günümüzde sahte görüntüler ve videolar da yaratılabilmektedir (Belki
kötü şöhret kazanmak, belki de
eğlendirmek için). Bu değişikler,
film dünyasındaki kurgularda kul-
Burada gerçekleşen sosyal eylem
gerçekten ilginçtir. Gerçek hayatta
bir Air Force uçağını bu şekilde boyamak bir kesim tarafından vandalizm olarak adlandırılırken bir kesim tarafından da politik bir tutum
ya da ifade olarak düşünülebilir.
Ancak daha karmaşık durumlar da
ortaya çıkabilir çünkü söz konusu
video ve bu videonun yayınlandığı
web sitesi, izleyicilerine gerçekte
olmayan bir olayı sunmaktadır.
Bu yüzden gerçekleştirilen hareket
(uçağı boyama) aldatıcıdır ve politik bir mesaj taşımaktadır.
Video manipülasyonları daha
inandırıcıdır. Yeni yapılan bir
araştırma projesinde (görüntü 9),
Mary 101, video gerçekçi yüz animasyonu kullanılmıştır. Sistem
keyfi durumlar için görsel söz animasyonları yaratmıştır yani sistem
bir şeyler söyleyebilmektedir. Sistemin yaratıcıları, deneklerin gerçek ve sentetik görüntüleri ayırt
edip edemeyeceğini test etmişlerdir. Deneyin sonucunda denekler
“gerçek ve sentetik cümleleri birbirinden ayırt edememişlerdir.”
(Geiger et al.,2003).
Görüntü 9: Mary 101 tarafından yaratılan gerçek (en üstte), değiştirilen (ortada) ve
sentetik (en altta) görüntüler.
Görüntü 10: Profesör Hiroshi Ishiguro (sağ tarafta duran) Repliee Q1 Expo (her iki
fotoğrafta da oturmakta olan) ile birlikte.
Hareketli görüntülerdeki bu değişiklikler de bir takım sosyal eylemler gerçekleştirmektedir. Görüntüyü izleyen birisi, görüntüyü yaratan kişinin amaçladığı herhangi
bir şeyi söyleme konusunda ikna
edilebilir. Bir sistem, bir insanı,
inandığı ya da düşündüğü şeyin
tam tersini söylüyor gibi sunabilir. Bu sunum, Baudrillard’ın da
(1995) dediği gibi gerçek bireyin
ikna edici bir simülasyonu haline
gelir.
Şüphesiz, gelecekte görüntü manipülasyonu fotoğraf ve video ile
sınırlı kalmayacaktır. Robotik
alanda yapılan son çalışmalar görsel olarak neredeyse mükemmel
robotlar yaratılabildiğini göstermektedir (Chamberlain, 2005).
Yukarıdaki fotoğraf, doğal yaşam
formuna çok yakın robotik sistemler yaratılabildiğinin bir örneğidir
(görüntü 10). Yaratıcısı, Osaka
Üniversitesinden Profesör Hiroshi
Ishiguro kendini klonlayarak bir
android yaratmıştır. Bunun gibi
belki gelecekte algıları manipüle
edebilecek robotlar da yaratılabilir.
Bir Fotoğraf Binlerce Yarı
Gerçek Gösterir
Bu makalede kullanılan Austin ve
Reinach’ın fikirleri Görüntü Edimi
Kuramı’nı açıklamak ve belirtmek
için kullanılmıştır. Çevremizdeki
durumların sunumlarını değiştirme becerisi gittikçe çevremizdeki
eylemlerin etik sunumlarını anlamamızı da etkilemektedir. Bu
60 61
AFSAD
makale, görsel manipülasyonun
sadece basit bir görsel değişim olmadığını ama sosyal değişiklikleri
de birleştirdiğini göstermektedir.
Bu tür sosyal eylemler fotoğraf ya
da video gibi bir dizi görsel kanal
yoluyla ortaya konabilir. Farklı
bakış açılarından bakarak ve bu
manipülasyonları bir eylem gerçekleştirmesi için bir araya getirirken ne kadar gerçek olduklarını
düşünmeden hareket etmemeliyiz.
KAYNAKÇA
Austin, J.L. (1975) How to do things with
words. Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, USA.
Baudrillard, J. (1995) Simulacra and Simulation. University of Michigan Press.
Carlson, K., DeLevie, B., and Oliva, A.
(2006) Ethics in image manipulation
In ACM SIGGRAPH 2006 Panels (Boston, Massachusetts, July 30 - August 03,
2006). SIGGRAPH ‘06. ACM Press, New
York, NY.
http://doi.acm.org
Chamberlain, T. (2005) Ultra-Lifelike Robot Debuts in Japan
http://news.nationalgeographic.com
Dillon, B. (2006) The revelation of erasure.
In: Tate, etc. Issue 8, Autumn 2006
http://www.tate.org.uk/
Farid, H. (2006) Digital tampering in the
Media, Politics and Law.
http://www.cs.dartmouth.edu
Geiger, G., Ezzat, T., and Poggio, T. (2003)
Perceptual Evaluation of Video-realistic Speech. CBCL Paper #224/ AI Memo
#2003-003, Massachusetts Institute of Technology, Cambridge, MA. http://cerboli.
mit.edu:8000/publications/AIM-2003003.pdf
Los Angeles Times (2006) Editor’s note,
March 31, 2006.
http://www.sree.net
Lundsten, L. (1998) Towards a Reinachian Ontology of Television. Conference on
Applied Ontology, April 24 - 25, 1998, Buffalo, New York, USA.
Jakobson, R. (1960) Closing Statement:
Linguistics and Poetics. In Sebeok, A. (ed.)
Style in Language. Cambridge, Mass.: The
MIT Press.
Johnson, C. (2006) Reuters Doctoring
Photos from Beirut?
http://littlegreenfootballs.com
Kurtzman, D. (2006) Air Force One Graffiti Hoax Video.
http://politicalhumor.about.com
Mitchell, W. J. (1992) The Reconfigured
Eye: Visual Truth in the Post-Photographic Era. The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, USA.
Reinach, Adolf. (1989) Sämtliche Werke: Kritische Ausgabe mit Kommentar. B.
Smith & K.
Schuhmann (eds.). Munich: Philosophia
Verlag.
Searle, J.R. (1970) Speech Acts. Cambridge
University Press, Cambridge, UK.
Searle, J.R. & Vanderveken, D. (1985)
Foundations of Illocutionary Logic. Cambridge University Press, Cambridge, UK.
Tukh, O. (2002) Falsification of History.
http://www.tc.umn.edu
USA Today (2005) Rice won’t rule out
U.S. troops in Iraq in 10 years, October 26,
2005.
http://www.usatoday.com
Wilson, G. (2003) Notes: How to Do
Things with Words.
http://www.garretwilson.com
Karşı-laşan
Düşünceler
Doğaçlama
Temmuz - Ağustos
Orhan ALPTÜRK
Akademisyen
Fotoğraf Sanatçısı
[email protected]
Gerek ‘Kayıt’ gerekse bir ‘Görsel Dil’ olanağı olarak ele alınan fotoğraf
üretim anlayışlarında nesnel gerçekliğin Fotoğraf’ın nesnesi olarak
seçilmesi bir ortak sorunu da gündeme getirmektedir; ortaya konmak
istenen ‘anlam’ nesnenin kendisinde mi, fotoğrafçı öznede mi, yoksa
bu ikisinin karşılıklı olan ilişkisinde midir?
Bir köşenin adını neden böyle bir başlıkta seçtiğimi açıklayarak başlamak istiyorum.
Öncelikle, bu bana ayrılmış
çok değerli alanı, doğrudan
doğruya kendime ait düşüncelerimin, görüşlerimin dillendirilmesi olarak görmediğimin çok açıkça bilinmesini
istiyorum.
Bilindiği üzere fotoğrafik söylem biçimi en yeni ama bir o
kadar da en yaygın kullanılan,
günümüzün son gözde söylemsel aracı.
Sadece
yüzyetmişbeş
yıllık bir geçmişe sahip. Hele
1990’lardan itibaren gelişen
sayısal teknoloji sayesinde,
bugün fotoğraf üretmeyen
insan varlığından söz etmek
pek olası değil gibi. Buna
karşın, ülkemizde fotoğrafik
söylem, üretim-tüketim aracı
olarak, düşünsel ve kuramsal
bağlamda, en az özgün düşünce üretilen bir alan olarak
varlığını sürdürmeye devam
ediyor. Söylenenler daha çok
seçilen içerikler üzerine veya
salt biçimsel kaygıların kendi başına bir estetik değermiş
gibi empoze edilmesi yönünde tıkanıp kalıyor.
Ontolojik ve tarihsel kültü-
rel yanına yönelik kuramlar
da baştan itibaren birbirine
karşıt, bir diğerini yok sayan, adeta bir ‘öteki’lik anlayışında ele alınıyor…Benim
açımdan da ileride paylaştıklarımda görüleceği gibi; ülkemizde fotoğrafın, bir üretimtüketim mecrasında bilinçli
bir şekilde, bilimsel bilgiye
dayalı bir farkındalıktan ve
sorgulamadan uzak kalmasının temel nedenlerinden biri
de, bu anlayışın eğitimden tutun profesyonelliğe, sanatsal
üretime, hatta hobi anlayışına
kadar çok yaygın bir şekilde
yer bulmuş olmasıdır.
Bir diğer düşünce modeli sadece reddedilesi bir konumda tutularak, hatta adeta yok
sayılarak, tutunulan düşünce
modeli ile daha sağlıklı, daha
anlamlı ve yoğun bir ilişki kurulacağı zannedilmektedir.
Büyük bir üretim-tüketim kesiminin, birbirinden çok farklı fotoğraf kuramsal geri planı
ile ilgili en küçük bir haberi
olmadığı gibi, en küçük bir
endişesi bile yoktur anlayışı
yerine bu tür bir yaklaşımın
hiçbir işe yaramadığını, aksine bu tür suçlamaların her tür
fotoğraf severi düşünsel art
plandan uzak tuttuğunu göreceğiz.
Fotoğraf’ın ilk üretim koşullarından bugünkü üretim koşullarına kadar tarihsel, toplumsal ve ideolojik bir şemsiye
altında geçirdiği değişimleri,
dönüşümleri, oluşan farklı
kuramsal yaklaşımların birbirini reddetmek üzerinden değil, aksine birbirinin içinden
doğup yaşama geçirilmesini
örnekler ile gözlemleyeceğiz.
Descartes vari ‘Düşünüyorum öyle ise varım’ anlayışı
yerine; insan denen varlığın
her zaman için kendini canlı
ve cansız bir öteki üzerinden
oluşturduğu
anlayışından
yola çıkacağız.
Fotoğrafik söylemin diğer
tüm görsel söylemlerden ayrılan en temel farkının ‘Nesnel
Gerçeklik’ ile kurduğu doğrudan nedensellik ilişkisinin bir
‘Temsil’ (Representation) sistemi olarak kabul görmesini
veya reddedilmesini ve bunun
sonuçları olarak; toplumsal
işlevleri anlamında ortaya çıkan ‘Bellek’, ‘Tanık’, ‘Kanıt’ ve
‘Belge’ olarak ele alınışındaki
farklı yorumların nedenlerini ortaya koymanın, fotoğrafik üretim-tüketim ilişkisinin
daha sağlıklı anlaşılmasını,
aynı zamanda Türkçemiz’deki kavram kargaşasını biraz
olsun giderebilmesini umut
ediyorum.
Fotoğrafik ‘Gerçeklik Yanılsaması’nın ‘Yüz Yüze’(Face
to Face) algı ile eşdeğer mi,
yoksa ondan çok daha farklı
olduğunun ve sonuçlarının ne
olup olmadığının sorgulanarak, bugünkü modern sonrası
oluşan üretim modellerinin
ortaya çıkışının nedenlerini
yargılamadan ya da yüceltmeden ele alabileceğiz diye düşünüyorum.
19. yy’ın ilk çeyreğinde karşılaştığımız fotoğraf aracı; o
günün gelişen tarihsel, sosyal, ekonomik (üretimin hızla mekanikleşmesi yani makineleşmesi, seri üretimin
ortaya çıkışı, sosyal yaşamın
kentlere kayması, ulaşımın ve
hız, zaman kavramının değişimi, devlet yönetiminin feodaliteden hızla kapitalizme
evrilmesi, vb.) koşullarının
sonucunda ortaya çıkışı bize
çoğunlukla
kendiliğinden
gelişen bir keşif olanağı
olarak tanıtılmıştır.
Fotoğraf, bugün bile büyük
bir çoğunluk tarafından nesnel gerçekliğin doğrudan insanın görme edimine eşdeğer
bir KAYDI olarak ele alınmaktadır. (Fakat görme edimi
referans olarak kullanıldığı
halde bu referans ilişkisinin
sorgulanmasına
ülkemizde
ancak son yıllarda başlanmıştır). Bu anlayış her tür fotoğraf üretiminde neredeyse
20.yy’ın ikinci yarısına kadar
varlığını
sürdüregelmiştir.
Fakat 1920’lerden itibaren
gelişen ‘Göstergebilim’, ‘Anlambilim’, ‘Yorumbilim’ gibi
yeni disiplinler her tür söylem üzerinde etkisini giderek
göstermiş ve 1960’lı yıllarda
da Fotoğraf’ın bir kod sistemi
ve görsel dil olanağı olduğu
tartışılmaya ve kabul görme62 63
AFSAD
ye başlamıştır. Bu iki farklı
fotoğraf anlayışını tüm detayları ile dile getirmenin, bugün
geçmişi ile geleceği arasında
kıvranan fotoğraf anlayışını değerlendirmemizde çok
faydası olacağını sanıyorum.
Çünkü bu anlayışta fotoğraf
artık bir ‘Anlam Yüzeyi’ olarak
ele alınmakta ve ‘Tasarım Alanı’ olarak değerlendirilmektedir. Tüm üretim-tüketim değişkenleri buna göre organize
edilmektedir. Yani fotoğraf
bir kayıt olanağı olarak değil
‘anlam yaratım’ olanağı olarak ele alınmaktadır.
gündeme getirmektedir; ortaya konmak istenen ‘anlam’
nesnenin kendisinde mi, fotoğrafçı öznede mi, yoksa bu
ikisinin karşılıklı olan ilişkisinde midir? Bu farklı anlayışlar hem üretimde hem de izleyicinin (bu öznenin de anlamı
nasıl ele aldığı çok önemlidir)
tüketiminde ne gibi farklılıklara neden olmaktadır? Bunu
açımlayabildiğimiz oranda fotoğrafların anlamlandırılmasında, yorumlanmasında ve
eleştirilmesinde çok daha net
değerlendirmeler yapabileceğimizi düşünüyorum.
Fotoğraf’ın ilk ortaya çıktığı yıllardan başlayarak uzun
bir süre resmin biçimsel estetik kurallarından ve değerlerinden yararlanması kadar
doğal bir şey olamazdı. Çünkü bir söylem olanağı olarak
insanın üretiminde yepyeni
bir olanaktı ve bu nedenle de
ilk fotoğrafçıların hep ressam
kökenli olduğunu hepimiz biliyoruz sanıyorum. Bu ressam
kökenli fotoğrafçılar da resmin biçimsel kaygılarını fotoğraflara taşıdılar.
Fotoğrafın diğer disiplinler
(felsefeden psikolojiye, vb.)
ile ilişkisinin ne kadar önemli
olduğunu veya onlardan bağımsız ele alınıp alınamayacağını birlikte değerlendireceğiz.
Resimden devşirme diyebileceğimiz bu yapı sonsuza dek
süremedi. Mademki fotoğraf
görme edimini referans olarak kullanıyordu, hatta ondan daha farklı olanakları da
vardı, o halde kendi biçimsel
dilini yaratabilirdi. Süreç içerisinde bu da gerçekleşmeye
başladı ve bugün birçok fotoğrafçı artık sadece fotoğrafın
kendi biçimsel dilinden yola
çıkarak işler üretmektedir.
Biz de burada bu birbirinden
farklı olanakları karşı-laştırıp
ne gibi anlamlandırma farklılıklarına neden olduğunu göreceğiz.
Gerek ‘Kayıt’ gerekse bir
‘Görsel Dil’ olanağı olarak ele
alınan fotoğraf üretim anlayışlarında nesnel gerçekliğin
Fotoğraf’ın nesnesi olarak
seçilmesi bir ortak sorunu da
Tabii ki hiç unutmamız gereken bir sorunumuz da fotoğrafik üretim-tüketim ilişkisinin ne olduğu. Birbirine hangi
bağlamlarda bağımlı olduğu
ve yönlendirip etkilediği olacak. Bunun gerek ticari, gerek
sanatsal, gerekse hobi tarzında farklılıklarına bakmak çok
yararlı olacaktır.
En sorunlu alan olarak gördüğüm ‘sanat’ ile olan ilişkisi üç
yüzyılda nasıl ele alınmıştır
ve ne gibi değişikliklere uğramıştır bizim başat söyleşme
alanlarımızdan biri olacaktır
sanıyorum.
Bir dahaki sayıda görüşmek
üzere…
Temmuz 2014, İzmir
Yaşayan Maestro
Joel Peter WITKIN
1939, Brooklyn, New York
doğumlu
Witkin,
fotoğraf
çekmeye 16 yaşında başlamıştır.
Aynı yıl Edward Steichen, New
York’taki
Modern
Sanatlar
Müzesi’nde sergilenmesi için
ondan bir fotoğrafını istemiş
olması, kendi deyimiyle onun
da hayatını fotoğrafa adamasına
sebep olacaktır. Babası cam
işiyle uğraşan koyu bir Yahudi,
annesi ise kimya dalında çalışan
Katolik bir İtalyan’dır. Anne ve
babası, o daha küçük bir çocukken
ayrılmış, Witkin ise annesiyle
birlikte
kalmıştır.
Fotoğraf
bilgisini geliştirmek amacıyla
lise yıllarından 1961’de orduya
girinceye kadar, bir laboratuarda
renkli fotoğraf baskı elemanı
olmaya kadar çeşitli işlerde çalışır.
Askeriyede olduğu dönemde de
fotoğraf teknisyeni olarak görev
alır, askeri kazaları belgeleyen
ve arşivleyen bir grubu yönetir.
Askerlik görevinden sonra New
York’a geri döner ve böylece
profesyonel fotoğraf yaşantısına
da başlamış olur. İlk eğitimini
Union School of Art’ta (New
York) Heykel üzerine alır. 1976’da
New Mexico Üniversitesi’nde
(Albuquerque),
Fotoğraf
ve
Sanat Tarihi alanında öğrenim
görür. Columbia Üniversitesi’nde
burslu
olarak
şiir
üzerine
araştırmalar
yapar.
1978’de
Witkin, tüm
eserlerinde bir
organı kopmuş
ya da garip olan
kişileri seçmesinin
nedenini;
“Toplumdan atılmışı
sevmek, bedeni
hasar görmüşü
sevmek, nefretle
bakılanı sevmek”
diye adlandırır.
dövme sanatçısı Cynthia Bency
ile evlenir. Şu an Albuquerque’de
geniş bir çiftlik evinde, şehir
gürültüsünden uzakta sakin bir
hayat sürdürmektedir. Bu süre
Usta
İşi
Doğaçlama
Temmuz - Ağustos
zarfında çok sayıda ödül almıştır
ve birçok ünlü koleksiyoncuda ve
müzede eserleri yer almaktadır.
Joel-Peter Witkin, insanların
durumlarını inkar edilemeyecek
kadar güçlü bir biçimde yansıtan
bir fotoğrafçıdır. 40 yılı aşkın
bir süredir ruhaniliğe ve bunun
yaşadığımız fiziksel dünyayı nasıl
etkilediğine olan ilgisinin peşinde
koşmaktadır. Groteskin içinde
güzelliği bulmak gibi kompleks
bir konuyu; toplum tarafından
dışlanmış
hermafraoditler,
cüceler, uzuvlarını kaybetmiş
kişiler, androjenler, cesetler,
fetişistler,
garip
fiziksel
özelliklere sahip insanlar ve
İsa’nın yaralarına sahip kişiler
gibi yaşayan efsaneler vasıtasıyla
incelemektedir. Witkin’in diğer
insanların fiziksel durumlarına
olan ilgisi, bizim normallik ve
uygunluk anlayışımıza meydan
okuyan modelleri, Hristiyanlığın
öğretilerini devamlı irdeleyen
çalışmalarına ilham verir.
Picasso, Balthus, Goya, Velásquez
ve Miro gibi sanat tarihinin
Olympia (1974)
Elizabeth D. (1975)
“1970 yılında New York’ ta olgun stilimle fotoğraflar yapmaya başladım. Olympia (1974) ve Elizabeth
D. (1975) bunlara iki örnek. Başka bir zamana atıfta bulunduğum (Olympia) ve günümüz dünyasını
yansıttığım (Elizabeth D.) gibi görseller yapıyordum.”
büyük ustalarının tablolarına
düzenli olarak atıfta bulunması,
kendisi için yeni bir tarih yaratma
isteğinin göstergesidir. Witkin,
geçmişten gelen sembol ve
görüntüleri kullanarak bir yandan
tarihimizi kutlamakta, bir yandan
da günümüzdeki anlamlarını
yeniden
tanımlamaktadır.
Tıp okulları, morglar ve akıl
hastanelerini ziyaret eder, bu
daha sonra sanatçının sayısız
Leo (Indulgences), NM, 1976
“1975 yılının sonlarında, New Mexico’da yaşarken (uzun bir Hindistan gezisinden sonra) lisans ve lisansüstü çalışmalarımı yaptım. New
Mexico’daki ilk çalışmam 1976 yılında bacakları olmayan sekiz çocuk
babası olan Leo’ydu. Leo’nun fotoğrafını çektim çünkü özünde güzellik ve kuvvet vardı.”
64 65
AFSAD
karakterini yansıtacak işbirlikçiler
aramak içindir.
Witkin, tüm eserlerinde bir organı
kopmuş ya da garip olan kişileri
seçmesinin nedenini; “Toplumdan
atılmışı sevmek, bedeni hasar
görmüşü sevmek, nefretle bakılanı
sevmek” diye adlandırır. Ortaya
çıkan fotoğraflar rahatsız edici ama
güzel, grotesk ama isyan edercesine
cesur ve tabu olduğu için insanı
cezbeden iğrenç bir güzelliğe
sahiptir.
Witkin
görsellerini
yaratırken, ilk olarak fikirlerini
kağıda dökmekte ve tablolarını
stüdyoda özenle sahnelemeye
başlamadan önce bütün ayrıntıları
mükemmelleştirmektedir.
Sanatçı, fotoğrafı çekmesinin
ardından karanlık odaya girmekte
ve negatifleri üzerinde “kazıma ve
delme” gibi teknikler kullanarak,
çekilmişten ziyade yaratılmış
fotoğraflar ortaya çıkarmaktadır.
Baskı almak Witkin’e orijinal
fikrini tekrar yorumlamaya ve
son kez hayran kalmasına imkân
sağlamaktadır.
Joel-Peter Witkin kendi yarattığı
korkunç ve etkileyici dünyaya
bakmamıza izin vererek, seksüel
ve fiziksel güzellik hakkında sahip
olduğumuz kavramları yok etmeyi
amaçlamaktadır.
Görselleri
vasıtasıyla insanların farklılıkları
ve
toleranslarımız
hakkında
daha iyi anlayışa sahip olmamızı
sağlamaktadır.
Eserlerindeki
kurgulama,
kendine özgülük, şaşırtıcılık ve
karabasanlarla dolu bir düşsellik,
Witkin’in yaratıcılık dünyasının
ne
kadar
geniş
olduğunu
göstermektedir. Kontrast için
bizimle paylaştığı ve eserlerine
yüklediği
anlamlar
fotoğraf
altlarında görülmektedir.
“1982 yılında ölümlülüğün
derinliklerini, yani ölümü
fotoğraflamaya başladım. ‘The
Kiss (Öpücük)’ buna bir örnekti.
Çünkü o zamandan bugüne
hayattaki görevim, karanlığı
aydınlatmak ve unutulmaz,
güzel ve şimdiye kadar hiç
bir fotoğrafçının çekmediği
fotoğraflar yaratmaktı.”
The Kiss, NM, 1982
Androgyny Breastfeeding a Fetus, 1981
“1980’li yılların ortalarında çalışmalarım sosyal
ve ruhani kimlikler üzerine yoğunlaştı. 1984
yılında çektiğim ‘Androgyny Breastfeeding a Fetus
(Cenin Emziren Hermafrodit)’ ve onu takip eden
çalışmalar, vicdana ve ruha hitap ediyordu.”
Woman Once A Bird, 1990
“1990 yılında, kadının tarihte kaybettiği değeri
anlatan ‘Woman Once a Bird (Kadın Bir Zaman
Kuştu)’ adlı görseli yarattım.”
Poussin in Hell, 1999
“1999 yılında Paris’te ‘Poussin in Hell (Poussin Cehennemde*)’ portresini oluşturdum.”
“Dehasının, cehennemde bile
‘Soyut Dışavurumculuğu’ bulacak
kadar büyük olduğunu göstermek
için zamanda geriye gittim. 2007
yılında, mistik bir ilham perisinin
piyanistin bestesini eleştirdiği
ve yaratım mücadelesini anlatan
‘Night in a Small Town (Küçük
Kasabada Gece)’ çalışmasını
yarattım.”
Night in a Small Town, NM, 2007
66 67
AFSAD
Performers, 2014
“2014 yılında ‘Performers (Oyuncular)’ adlı çalışmada nadir fiziksel özelliklere sahip evli bir çiftin, toplumun onlara normal bireyler olarak davranmak yerine onlarla dalga geçebilmek için kendilerini ucube
olarak sergilemeye zorlamasını anlattım.”
Witkin’in
fotoğraflarında,
yaşadığımız
dünyanın
tuhaf, tekinsiz ve karanlık
taraflarına yönelik bir ayna,
oldukça kendine özgü bir
formda tutulmaktadır. Mevcut
gerçekliğin
ötesinde
kurgularıyla eserlerini inşa
eden Witkin’i; iç dünyası,
dünyayı farklı yorumlaması,
şiirle
ilgileniyor
olması,
askerlik
sürecinde
askeri
kazaları belgesel olarak çekmesi ve arşivlemesi, geçmişte
yaşadıkları, dini öğretileri, mitoloji, belki de en temel olarak
bu; absürd’den dehşet’li olana
doğru dönüşen sosyo kültürel
atmosfer besler.
Günümüzde sıradan bir hale
gelmiş olan, resimlerin sadece
‘bakmak’ için yapılmadığı, aynı
zamanda ‘okunması’ gerektiği
düşüncesi, eleştirmen Roland
Barthes tarafından şu sözlerle
ifade edilmiştir; “Metinleri,
resimleri, kentleri, yüzleri,
hareketleri, manzaraları vs.
okuyorum” Bu gerçek dışı
kurguları yaratmak için ne
kadar birikim gerekiyorsa, bu
eserleri anlayabilmek ve yorumlayabilmek için izleyicinin
de bir birikimi olması gerekir.
Witkin’in eserlerinin anlamına
ulaşılabilmesi ve okunması
dileğiyle…
*Nicholas Poussin, (1594-1665) Fransız
ressam. Fotoğrafın fonunu sanatçının
“Assumption of the Virgin” adlı çalışması oluşturuyor.
Kaynakça
1- Göktay, Ç. Fotoğraf Sanatı İle Mitoloji
Arasındaki Etkileşim
“Joel-Peter
Witkin.” www.arsivfotoritim.com
2- www.edelmangallery.com
3-Akman, K. İlahi Sunaktaki Ölümcül
Fotoğraflar http://www.izinsizgosteri.
net/asalsayi43/kubilay.akman._43.
html
4- www.gnoxis.com/joel-peter-witkin
5- Burke, S. The Death and Return of
the Author: Criticism and Subjectivity
in Barthes, Foucault, and Derrida.
Edinburgh: Edinburgh University
Press, 1998.
Deniz KORAŞLI
68 69
AFSAD
Sinemanın Esteti(k)i...
Bir Yanılsama Mı Mesela ?
Ve
Sinema...
Temmuz - Ağustos
Eda ÇALIŞKAN
[email protected]
Filmin estetiği kanımca ‘Hareketin
Büyüsü’nde gizlidir. Gizemli dünyasında gerçekleşen gerçeküstücülük
halleri ve dahası yanılsama benzeri
hallerinde belki...
Filmin estetiği, duygularında saklıdır. Aşkın tutkulu direnişinde, korkunun amansızca haykırma isteğinde, ölümün ılık ılık solumalarında
belki...
Film, güzel olanı güzel göstermeye,
çirkin olanı da güzel göstermeye çalışırken belki...
Filmi film yapanın, içindeki estetik
algılama tohumcukları olduğundandır belki...
Sinemanın Başrol Oyuncusu;
Hareket!
Hareketin varoluş hikâyesini incelersek, sinemanın diğer bilinen
sanat dalları içerisinde gerçekliği
en belirgin yansıtabilen dal olduğu sonucuna kolayca ulaşabiliyoruz aslında. Buradan yola çıkarak,
‘bizdenmiş’ gibi hissetmemizi açıklamak da kolaylaşıyor elbet. Salt
gerçek görüntülerin değil aynı zamanda simulakr uygulamalarında
da sinemanın büyülü, anlatımsal
bütünlük arayışı çözümlerine rastlıyoruz.
Film gerçeğinin esas silahı; gerçeğe yöneltebilen her öğe, her anlatı
unsuru ve her araç olabilir. Mario
Pezzela, sinemanın estetik bağlamda kuvvetini, “Sinema, yaratmaya
katkıda bulunduğu görüntülerin
muğlak doğası üzerine hep daha
fazla düşünen bir sanat ve meditasyon haline gelir” şeklinde tanımlar.
Gerçek hayat, insanoğlu için yeterince sürprizlerle dolu bir tiyatro
sahnesidir. Bu gerçekliği karşıya
geçip izliyor olmak, kimi zaman anlaşılmaz da olsa, oldukça keyif verici olabilmektedir. Anlaşılmaz olan
kısmı, insanın yaşamaya korktuğu,
incinmekten çekindiği ya da acıtılışını hatırladığı kareler bütününün
aslında film olarak bir tepside sunuluşunun verdiği hazdır. Budur
aslında korku filmlerinin dayanılmaz takipçiliği, aşk filmlerinde, hep
aranan aşkın başkaları tarafından
bulunabiliyor olmasının hüzünlü
ve hayal kırıklığı ile birleşen karşı
konulmazlığı ya da başımıza gelse
ne yapar, nasıl yaşarız dramlarının
beyaz perdedeki çekiciliği... Hepsi
insanın gerçekliğinin tam ortası değil midir?
Fotoğraf ve diğer ifade seçeneklerinden farklı olarak, sinemanın
karelerinin perdede ardı arkasına
dansı çok anlam barındırır. En güzeli hızıdır… Kolay kavranır ve hemencecik bizim oluverir. İzleyenin
yüreğine yerleşebilen bir kurtçuk
gibidir...
Andre Bazin de gerçeklik olgusunu
benzer şekilde yorumlamış, sanatta gerçeklik üzerine yapılan tartışmaların, estetik ve psikolojik kavramların (duygular içeren bütünsel
yaklaşımlar) birbirleri ile karıştırılmasından ortaya çıktığını, doğru
gerçekliğin dünyanın somut anlatılması, sahte gerçekliğin ise göz
yanılsaması olduğuna değinmiştir¹. Sinemasal anlatımda her ikisi
de gerçekliği desteklemeye hizmet
ederken, estetik algının özümsenmesi de bu iki bileşenin oluşturduğu
dünyada mümkün hale gelmektedir. Fotoğraf ve sinema şüphesiz bu
özümsemeye araç olarak baş sırada
yerini alır.
Tüm bunların yanında sinemanın
kendi gerçekliğinde öznel bir ruhu
vardır. Kendini ifade edebilen, kendi dili olan başlı başına bir mittir.
Filmlerin ruhu olması onları mimetik anlatımlardan uzaklaştırırken,
zaman içinde teknolojinin de yardımı ile farklı anlatım yöntemlerini de beraberinde getirmiş, bugün
sinemanın gerçek olmadığı üzerine
şüphelerimiz yok edilmiştir… Hatta
perdedeki görüntünün iki boyutlu
olduğu gerçeği bile hiçbir şeye engel
değildir.
Gerçekliğin böylesi bir izlenimi,
salt belgesel ve benzeri türler için
söz konusu edilmemelidir; kurmaca filmlerde de görüntünün temsil
ettiği nesnenin, var olan bedenselliğini ve fizikselliğini bütünleştirmek
adına önem taşır. İzleyici üretim
aşamasını pas geçerek, perdede kurulan dünyanın içinde bulur kendini, temsil eden değil, temsil edilen
üzerine odaklanarak, tüm sinemasal dünyayı gerçeklik olgusu içinde
bütünsel çerçevede algılar.²
Pasolini, sinemanın gerçeklik estetiğini “o halde, sinema, gerçekliğin
yazılı dilinden başka bir şey değildir.
Bu sinemanın ne öznel, ne de sembolik olduğunu gösterir, dolayısıyla
o, gerçekliği, gerçeklik üzerinden
temsil eder”³ şeklinde açıklamıştır.
İşte hareketin gerçek büyüsüdür,
esTETİ(Ğ)i, sinemadaki hedefe
doğrultan…
Sinema dolu günler olsun…
Kaynakça
¹ Bazin, A., 2007, Sinema Nedir?
² Adanır, O., 2003, Sinemada Anlam ve
Anlatım, Alfa Yayınları
³ Pezzela. M., 2001, Sinemada Estetik,
Dost Yayınları
FOTOĞRAF / PRODÜKSİYON / DİJİTAL BASKI
Fotoğraf, Canvas, Fotoblok, Laminasyon, Poster
Slayt - Negatif banyo
sergi fotoğraf
baskıları
Selanik Caddesi, 27/B Kızılay/ANKARA
Tel: 0 312 4180558 pbx Fax: 0.312.4181756
70 71
AFSAD
www..ratcolor.com
Fotoğraf Okuma / Okuyamama
Fotoğraf
Okuma
Doğaçlama
Temmuz - Ağustos
Yard. Doç. Dr. Gülbin ÖZDAMAR AKARÇAY
[email protected]
EFSAD
Fotoğraf günümüzde çok katmanlı
bir hale geldi. Farklı bilim ve sanat dallarına eklemlendi. Geçmişte
fotoğraf deyince akla “güzel an”,
“estetize edilmiş yaşam” gelirdi. Bu
değişim sadece iki boyutlu bir kayıt
aracı olan fotoğrafın kendi üretim
şeklinin değişimi ile ilgili değildi.
Toplumsal, sanatsal ve kültürel olarak fotoğrafa olan bakışın değişmesinin bir sonucuydu. Yani sanatın
kendi kavramlarını sorgulaması,
diğer kavramları ödünç alması,
kavramsallık, bilimin nesnelliği
sorgulaması, modernizm ütopyasının çökmesi, savaşlar, postmodern
düşüncenin
yerleşmesi,
küreselleşme, globalleşme, ekonomik değişimler, teknolojinin inanılmaz gelişimi de fotoğrafa olan
bakışı artık değiştirdi. Sontag, Benjamin, Barthes, Berger, Bourdieu,
Batchen, Godoeu ve adını sayamadığım kuramcıların fotoğrafa ilgi
duymalarıyla birlikte fotoğraf okuma denen eylem metinlerarası bir
hal aldı.
Metinlerarasılık, metinler arasında
bir alışveriş, bir tür konuşma ya da
söyleşim biçimi olarak anlaşılmalı.
Bu anlayışa göre (fotoğraf da dahil
olmak üzere) her şey bir metin. Her
metin bir alıntılar mozaiği ve her
metin kendi içinde başka bir metnin özümsenmesi ve dönüşümü.
Metinlerarasılık bir metnin önceki
bir metni yinelemesi değil, sonsuz
bir süreç, metinsel bir devinim. Bu
kavram var olan biçimciler ve içerikçiler tartışmasının anlamsızlaştığının bir kanıtıdır aslında. Artık
bir fotoğraf ile ilgili konuşulacak
ya da yazılacaksa, biçim ve içerik
konusunun dışında farklı ideolojik, sosyolojik, edebi, antropolojik,
tarihsel arka planlara ihtiyaç var.
İşin içine sadece fotoğrafın kendisi
değil aynı zamanda fotoğrafı üreten
ve fotoğrafı izleyenler de dahil edilir
duruma geldi. İletişim alanındaki
izleyici çalışmaları, feminist çalışmalar, görsel okuma yöntemlerinin
sosyal bilimlerin farklı alanlarında
kullanılıyor oluşu, sanat kuramcılarının sanat kuramları çerçevesinde
okuma yöntemleri geliştirmeleri
fotoğraf okuma biçimlerini çeşitlendirdi. Bu haliyle fotoğraf, tek başına dünyada asılı halde duran, iki
boyutlu bir yüzey olmaktan ziyade
disiplinler arası bir metne dönüştü.
Tarihe mal olmuş fotoğraflardan
başlayarak aile albümlerine kadar
genişletilebilecek bütün görüntü
rezervleri aslında bu dünyadaki bütün ideolojilerin, toplumsal değişmelerin, ekonomik eşitsizliklerin,
düşüncelerin, gündelik yaşamın
birer göstergesine dönüştüler. Hal
böyleyken fotoğrafı biçim ve içerik
sarmalına hapsetmek hem fotoğrafa, hem de fotoğrafı anlamlandırmaya çalışan izleyici kitleye haksızlık diye düşünüyorum.
Fotoğraf okuma meseleleri ile ilk
kez yüksek lisans tezimi yazarken
karşılaşmış olmam beni bir yöntem arayışına itti. Bu yöntem arayışı o günkü bilincim ve kültürel
sermayem ile doğrudan ilişkiliydi.
Kendime göre bir karma yöntem
geliştirerek AFSAD fotoğraf dergisi Fotoğraf’taki (1978-1993) fotoğrafları okumayı denedim. 19781993 yılları arasında çıkan dergide
yer alan fotoğraflar 70’li yılların ideolojik ve toplumsal olaylarının birer
kanıtıydılar. Sol görüşün ağırlıklı
olduğu bir dergide yer alan fotoğraflar, eylemleri, toplumsal eşitsizliği ve çukurdakileri belgeliyordu.
Hepsi bir metinle daha da anlam
kazanıyordu. Metin fotoğrafın anlamını zaman zaman güçlendiriyor,
zaman zaman manipüle ediyordu.
Bu bağlamda fotoğrafı çekenler
ile görüşmek farz olmuştu. Onlarla görüşmelerim boyunca varolan
fotoğraflar benim okuyabildiğim
kodların, biçim ve içerik ikilisinin
dışında yeni anlamları uyandırıyor,
anlam birden bire farklı katmanlara eklemleniyordu. Bu örnek bana
özellikle dergilerde ya da gazetelerde yayınlanan fotoğrafların, fotoğraf altları ve yanlarındaki metinle
okunmaları gerektiğini, bu şekliyle
kitlelerle buluşup göstergelerini
kodladıklarını öğretti. Bu nedenle
bu fotoğrafların o dergiden ya da
gazeteden çıkarıldıklarında boşluğa düştükleri, ancak ideolojik bir
örgüyle süslendiklerinde yan anlamlar kazandığı fikrini doğurdu.
Bu yeni bir keşif değildi. Ancak bu
durumu sistemli bir yönteme dönüştürmek gerekiyordu.
Doktora tezimde ise fotoğraf okuma meselesi ikinci planda kalsa
da, yurtdışında bulunduğum zamanlarda (2006-2007), Prag kütüphanelerinden keşfettiğim Gillian Rose’un ‘Visual Methodologies’
çalışması bana yol gösterdi. Rose,
bahsettiğim bütün bu meseleleri
özünde toplayan bir karma yöntem
öneriyordu. Bu karma yöntem ile
fotoğraf, fotoğrafçı ve izleyicinin
bakış açısıyla üçlü bir yapıda okunmalıydı. Her üç kesime de bazen
benzer, bazen de farklılaşan sorular
soruyor, özellikle kimlik meselesine
öncelik veriyordu. Fotoğrafı çeken
kim/kimliği ne? Fotoğraf neyi anlatıyor? Ve izleyicinin kimliği ne?
Gerçekleştirdiğim makaleler ve tezlerde aslında temel sorun kimlik
meselesi idi. Fotoğrafı çeken de,
fotoğrafı okuyan da, fotoğraf da
özdüşünümselliğin sarmalındaydı
ve ancak kendi kimliği ve kültürel
sermayesi ile bir fotoğrafı çekebilir ve okuyabilirdi. Anlamlandırma
da bu noktada özdüşünümseldi.
Fotoğraf, özdüşünümsel bir günlüktü. Özdüşünümsellik meseleleri
sosyal bilimlerde yeni yeni tartışılmaya başladı. Fotoğraf literatürüne de ısrarla sokmaya çalışmamın
sebebi bir nesnellik ve öznellik tartışmasından ziyade bu meselenin
özdüşünümsellik boyutuyla incelenmesi ve fotoğrafın bir metin olarak okunmasıyla anlam kazanacağına duyduğum inançtır.
Size bir örnek daha vereyim. Son
zamanlarda üzerinde düşündüğüm,
üzerinde yazmaya bir türlü fırsat
bulamadığım bir fotoğraf serisi var.
Sebastiao Salgado’nun Genesis
serisi. Fotoğraf çekiyorum diyen
herkes Salgado’yu tanır. Hele bir de
belgesel fotoğrafa gönül vermişse
tanımaması neredeyse olanaksız.
Salgado fotoğrafta perfeksiyonist
(mükemmelliyetçi) tarzın ikon
isimlerinden biridir. Fotoğrafları
bir tablo gibi kusursuzdur. Hatta
Sontag’ın tanımlamasıyla, çukurdakileri estetize ettiği ve yoksulluğu,
zor durumdaki insanları mükemmeliyetçi bir tavırla fotoğrafladığı
için, bir tablodaki figürlere dönüştürdüğü ve izleyiciyi bu tür sorunlara karşı duyarsızlaştırdığı için
eleştirilir. Benim sorunum burada başlamıyor Salgado ile onunla
sorunum Genesis’i gördüğümde
başladı. Şimdi ben Salgado’nun bu
serisini okumaya, zaten bir eleştiri
güdüsüyle başlayacağım. Bu güdü
bana güzelin ve hatta eşsiz güzelin
bana sunduğu hazzı yazdırmayacak, bu güdü bana Genesis serisinde Salgado’nun mükemmeliyetçi
vizyonunun onu esir almasıyla, fotoğraflarında bir zorlama güzellik
aurası yarattığını yazdıracak. Bu
güdü bana, 21. Yüzyıl dünyasında
Salgado’nun, aynı 19. Yüzyıl Batılı
sömürgeci fotoğrafçı ve antropologlarında olduğu gibi, yerlilere sahte
bir keşif duygusuyla yaklaştığını
yazdıracak. Hele bir de Salgado’nun
yerlilerle ilk tanışmasının videosunu izlediğimde hissettiğim ve kendime sorduğum “bu neyin, kimin
keşfi?”, “yerlileri rahat bırak”, “o
kocaman helikopter ve kocaman
fotoğraf makinesi ile tanıştıklarında hayatları bir daha asla eskisi gibi
olamayacak” soruları bu seriyi okumada bana engel olacak. Yerlilerin
yanına bir prodüksiyon ordusu ile
72 73
AFSAD
giden, yerliler ile aylarca yaşadığını
belgeleten Salgado’nun, etrafındaki
meraklı gözlere aldırmayıp, yere bir
mat sermesi ve onun üzerinde spor
yapmasıyla son bulan videosunu
daha fazla izleyemedim. Şimdi sorumu soruyorum; Bütün bu hikâyeyi,
Salgado’nun fotografik vizyonunu
ve kimliğini bilmeden, bu serideki
fotoğraflara tek tek nasıl bakabilirim? Baktığımda yine onu övmüş,
yüceltmiş ve ikonlaştırmış olmayacak mıyım? Fotoğraf okuma denen
şeyin bağlamsal, özdüşünümsel ve
metinlerarası olduğunu savunan,
inanan ve anlatmaya çalışan ben,
bunu nasıl yaparım?
Okurlara Not: Bu yazının sonunda belki benden bir yöntem önermemi, bu yöntemle bir fotoğrafı
okuyup örneklememi istemiş olabilirsiniz. Ben ise size, bir yöntemi
yazmak yerine bir pencere açmayı
ve sınırlarınızı kırmanızı öneriyorum.
Hazırlayan: Deniz Koraşlı
Genesis 1
Genesis 2
Genesis 3
Genesis 4
Genesis 5
Okuyoruz
Temmuz - Ağustos
Magnum, Efsanevi Fotoğraf Ajansının
Hikâyesi Russell MILLER
Çeviri: Tamer Tosun
Agora Kitaplığı/1997/379 Sayfa
Russel Miller’ın 1997’de Agora
Kitaplığı Yayınevi tarafından
basılmış olan kitabına şöyle bir
giriş cümlesiyle başlıyoruz “Bu
kitap, mucize eseri elli yıl boyunca bir arada kalan geniş, ele
avuca sığmaz ve son derece yetenekli bir ailenin resmi olmayan biyografisidir”.
Akıcı diliyle bir solukta okuyacağınız kitapta; bütün üyelerin hikâyelerini bulamasak bile
pek çok tanınmış fotoğrafçının
ajansa katılış hikâyesiyle birlik-
te, nerelerde ve hangi şartlarda
çalıştığı anlatılıyor. Zaten Magnum’un hikayesi de, dünyaya
dair bir şeyler anlatma derdiyle 1947 yılında bir restoranda
kuruluşunu tamamlamış olmasıyla hayli ilginçtir. Yazarımız
kurucularını birer cümleyle;
Macar maceracı Capa, Fransız
entelektüel
Cartier-Bresson,
Polonyalı Yahudi sefa düşkünü Seymour ve sonuncu olarak
da sessiz sedasız İngiliz Rodger
diye tanıtmış.
İlk bölümde kendimizi efsaneleşen
ajansın ego çarpışmalarının, iki
ofis arasındaki çatışmaların, sanat
fotoğrafı ve savaş
fotoğrafı
kavgalarının yaşandığı
hararetli toplantılarda buluyoruz.
Elliot
Erwitt’in
“Kesinlikle bir aile
gibiyiz, bu yüzden
birbirimizin boğazına yapışıyoruz”
sözü de yaşananları özetler niteliktedir.
Capa’nın 1945’te
Amerikan
Dergi
Fotoğrafçıları derneğine
katıldığı
dönemde aktif bir
şekilde fotoğrafçı
haklarını savundu-
74 75
AFSAD
ğu anlatılıyor. Daha o dönemde
Magnum’un konseptini kafasında oluşturmuş, fotoğraflarının
telif hakkını elinde tutmak istediğine karar vermiştir. Kuruluş
bölümünde bir editörün “Capa
ve arkadaşları fotoğrafta telif
hakkını icat etmişlerdir” cümlesi bunu desteklemektedir.
Capa’nın, Bresson’u Magnum’a
katılmaya ikna etmesinin kolay
olmadığının anlatıldığı, kurucular bölümünde en çok dikkati
çeken; “Bresson görsel uyumu
ararken, Capa, -hakikat en iyi
resim en iyi propagandadır- öğretisinin arkasında durmuştur”
cümlesidir. Belki de iki fotoğrafçının bakış açıları bize, bir
anlamda Magnum’un kendi
içindeki çeşitliliği özetlemektedir.
Ernest Haas’ın, Life dergisinin
çalışma davetini kibarca reddettiği mektubunun, Magnum
fotoğrafçıları için bir manifesto niteliğinde olduğu söylenir.
Mektupta en ilgi çeken cümlesinde “İki tür fotoğrafçı vardır;
fotoğraflarını bir dergi için çeken fotoğrafçılar ve ilgilendikleri fotoğrafları çekerek bir şeyler
kazanan fotoğrafçılar. Ben ikinci türdenim. Mümkün olduğunca çabuk ünlü olmanın başarı
anlamına geldiğine inanmıyorum” der.
Cartier-Bresson’un, ‘Karar Anı’
kitabının anlatıldığı bölümde;
bu kitabın fotoğraf hakkında yazılmış en etkili ve önemli kitap
olduğu söyleniyor. Bresson’ın
şu cümlesi de “...hareketin içinde, hareket halindeki unsurların
dengede olduğu bir an vardır.
Fotoğraf işte bu anı yakalamalıdır ve onun hareketsiz denge
durumuna sahip olmalıdır” kitabın fotoğrafa dair söylenmiş
güçlü cümlelerle bezenmiş olduğunun kanıtıdır.
John Steinbeck’in, Capa’nın
ölümü üzerine yazdığı mektupta söylediği şu cümle gerçekten
bir aile ferdinden duyacağınız
türden “Gençleri etrafında topluyor, onları cesaretlendiriyor,
eğitiyor hatta yediriyor ve giydiriyordu onları, fakat daha iyisi
onlara sanatlarına saygı duymayı ve fotoğrafçılığın icrasındaki
bütünlüğü öğretiyordu. Onlara
bir adamın bu araçla geçinebi-
leceğini ve yine de kendisine sadık kalabileceğini kanıtlıyordu.
Ve asla onlara kendisininkiler
türünden resimler çektirmeye
çalışmıyordu”.
raflarını çekip sessizce oradan
uzaklaşmıştır. “Ayrılma zamanını çok iyi bilmek gerekir” sözü
fotoğrafçıların unutmaması gereken bir bilgidir.
Kitap, bir ajansın varlığını devam ettirme serüvenini anlatsa
da tırnak içinde; her fotoğrafçının aklının bir köşesinde bulunması gereken bilgileri dünyanın
en iyi belgesel fotoğrafçılarının
yaşanmış hikâyeleri ile anlatıyor. Elliot Erwitt, Gaulle’ün
Rusya ziyaretini fotoğraflayan
tek ABD’li fotoğrafçıydı. Bütün
fotoğrafçılarla birlikte el sıkışma fotoğraflarını çektikten sonra, odasına gitmiş fakat tekrar
“orada olmalıyım!” diyerek geri
dönmüştür. Gaulle ve bütün
Sovyet ordu yönetiminin bulunduğu odaya girmiş, kimse ona
dönüp bakmamış ve kimse bir
şey dememiş, kısa sürede fotoğ-
Yazımızı
Cornell
Capa’nın
“Magnum’un geleceği hakkında düşündüklerimi söyleyecek
kadar deli olduğumu mu sanıyorsunuz? Magnum üyeleri
geleceklerini elli yıl boyunca el
yordamıyla aradılar, muhtemelen bir elli yıl daha yine el yordamıyla aramaya devam edecekler” sözüyle bitirmek isteriz.
İyi okumalar...
Hazırlayan: Burcu VARDAR

Benzer belgeler