Çatışma ve Stres Yönetimi I E-kitap okumak için
Transkript
Çatışma ve Stres Yönetimi I E-kitap okumak için
T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2547 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1517 ÇATIŞMA VE STRES YÖNETİMİ-I Yazarlar Yrd.Doç.Dr. Aytül Ayşe ÖZDEMİR (Ünite 1,2,3,4) Yrd.Doç.Dr. Çetin TERZİ (Ünite 5) Prof.Dr. Coşkun BAYRAK (Ünite 6) Prof.Dr. Esmahan AĞAOĞLU (Ünite 7) Yrd.Doç.Dr. Müyesser CEYLAN (Ünite 8) Editör Prof.Dr. Esra CEYHAN ANADOLU ÜNİVERSİTESİ i Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir. “Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Copyright © 2012 by Anadolu University All rights reserved No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without permission in writing from the University. UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ Genel Koordinatör Doç.Dr. Müjgan Bozkaya Genel Koordinatör Yardımcısı Doç.Dr. Hasan Çalışkan Öğretim Tasarımcıları Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan Grafik Tasarım Yönetmenleri Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Öğr.Gör. Nilgün Salur Kitap Koordinasyon Birimi Uzm. Nermin Özgür Kapak Düzeni Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Grafiker Gülşah Yılmaz Dizgi Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi Çatışma ve Stres Yönetimi-I ISBN 978-975-06-1220-6 3. Baskı Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 5.000 adet basılmıştır. ESKİŞEHİR, Haziran 2014 ii İçindekiler Önsöz .... 1. Çatışmanın Doğası: Tanımı, Türleri ve Süreci 2. Çatışmanın Nedenleri ve Sonuçları 2 ... 22 3. Çatışma Yönetimi 46 4. Çatışma Yönetiminde Müzakere Süreci ... 5. Çatışma Yönetiminde Arabuluculuk......... 68 90 6. Çatışma Yönetiminde Öfke Kontrolü 7. Çatışma Yönetiminde İletişim iv 120 . 142 8. Çatışma Yönetiminde Liderlik Stilleri 162 Sözlük 185 iii Önsöz Günümüzde her alanda hızlı bir değişim gerçekleşmektedir. Bu değişimler beraberinde insan yaşamını da tüm boyutları ile etkilemekte olup, bireylerin bu değişime etkin bir biçimde uyum sağlamaları büyük önem kazanmaktadır. Bireylerin değişim karşısında uyumlarında ise bireylerin sahip olduğu pek çok nitelik belirleyici olabilmektedir. Bu çerçevede, gelişimsel süreç içerisinde bireylerin çevreleri ile dengeli ve sağlıklı ilişkiler geliştirebilmelerine yönelik yaşam becerilerinin artırılmasına ihtiyaç vardır. Bunun içinde, bireylerin özelliklerinin farkında olmaları, niteliklerini geliştirme yönünde çaba sergilemeleri, problemlerine çözüm bulma yönünde hareket edebilmeleri ve etkin problem çözme becerilerine sahip olmaları, bilinçli ve sağlıklı en uygun kararları verebilmeleri, etkili iletişim becerilerine sahip olabilmeleri, yaşam içerisinde karşılaşabilecekleri güçlükler karşısında mücadele edebilmeleri ve etkili başa çıkma tepkileri gösterebilmeleri gerekmektedir. Ayrıca, bireylerin toplumsal yaşamdaki değişimin beraberinde getirdiği olumsuzluklar ile başa çıkabilmeleri için onların çok yönlü yetişmeleri de gerekmektedir. Günümüzde bireylerin sadece belli bir alanda eğitim almaları yeterli görülmemekte, onların çok yönlü olmaları ve kendilerini pek çok yönden geliştirmiş olmaları beklenmektedir. Özellikle, çalışma yaşamı açısından bireylerin çok yönlü kendilerini geliştirmeleri son yıllarda önem kazanmıştır. Bu çerçevede de, çalışma yaşamında bireylerin sahip olduğu mesleki yeterliliklerin yanı sıra değişime hızlı ve etkin uyum sağlamaları ve etkin yaşam becerilerine sahip olmaları istenmektedir. Bireylerin çalışma yaşamında mesleklerine ilişkin bilgi ve becerilerini kullanırken; etkili iletişim becerileri sergilemeleri, yakın ilişkiler kurabilmeleri ve bu ilişkileri sürdürebilmeleri, birlikte iş görme isteği ve örgütsel bağlılık göstermeleri, hızlı ve sağlıklı kararlar oluşturabilmeleri, sorumluluk alabilmeleri, problemlere etkili çözümler bulabilmeleri, çatışmalı durumları etkin bir biçimde yöneterek çözebilmeleri ve stresli durumlar karşısında etkin başa çıkma tepkileri sergilemeleri gibi pek çok yönden de nitelikli olmaları onların verimliliğini artıracaktır. Bu kitabın amacı da, çalışma yaşamında bireylerin zaman zaman karşılaşılabildiği çatışmalı ve stresli durumları etkili bir şekilde yönetebilmelerine yönelik çatışma ve stres yönetimi konusunda gerekli bilgiler ve açıklamaları kapsamlı bir biçimde sunmaktır. Bu çerçevede, çatışma ve stres yönetimi konusu birbirini izleyen Çatışma ve Stres Yönetimi I ve Çatışma ve Stres Yönetimi II isimli iki kitap halinde hazırlanmıştır. Çatışma ve Stres Yönetimi I adlı bu ilk kitap, sekiz üniteden oluşmaktadır. Kitabın ilk iki ünitesinde çatışmanın doğasına yönelik çatışmanın tanımı, türleri ve süreci ile çatışmanın nedenleri ve sonuçlarına ilişkin bilgiler ve açıklamalar bulunmaktadır. Kitabın üçüncü ünitesinde ise çatışmanın yönetimine ilişkin açıklamalar yer almaktadır. Bu çerçevede çatışmada kullanılabilecek örgütsel yöntemler ile çatışma yönetim stilleri üzerinde durulmaktadır. Kitabın dördüncü ünitesi çatışma yönetiminde müzakere sürecini ele almakta olup; müzakere kavramını, sürecini, yaklaşımlarını ve etiğini açıklamaktadır. Kitabın beşinci ünitesi ise arabuluculuk kavramı, süreci ve stratejilerine yönelik açıklamalar içermektedir. Kitabın çatışma yönetiminde öfke kontrolünü oluşturan altıncı ünitesinde, çatışma yönetimi kapsamında öfke kavramı ve boyutları ile öfke kontrol yaklaşımlarına ilişkin açıklamalar yer almaktadır. Kitabın yedinci ünitesinde iletişim kavramına, sürecine ve çatışma yönetiminde iletişimin rolüne ilişkin açıklamalar bulunmaktadır. Kitabın son ünitesini oluşturan çatışma yönetiminde liderlik ünitesi ise insan doğası ve çatışma yönetimi ile liderlik stilleri ve çatışma yönetimi arasındaki ilişkileri ortaya koymaktadır. Kitapta yer alan her bir üniteye ilişkin açıklamaların okuyucu tarafından kavranması ve gerekli durumlarda ve ortamlarda bu bilgilerin işe koşulabilmesi için; her ünitenin başında yer alan amaçlar doğrultusunda metindeki bilgilerin anlaşılması, kavranması ve metin içindeki sıra sizde, internet, kitap, dikkat gibi açıklamaların dikkate alınması gerekmektedir. Bunların yanısıra, her ünite sonunda amaçlar çerçevesinde hazırlanmış olan özetin gözden geçirilmesi, değerlendirme sorularının cevaplandırılması da oldukça önemlidir. Çatışma ve Stres Yönetimi I Kitabı’nın, yaşam içerisinde çatışma durumlarını anlayabilmek ve bu çatışma durumlarını etkin bir biçimde çözümler geliştirerek yönetebilme konusunda bilgilenme ihtiyacı olan herkese yararlı olması ve katkıda bulunması dileklerimle. Editör Prof.Dr. Esra CEYHAN iv v 1 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Çatışma kavramını açıklayabilecek, Çatışmaya yönelik yaklaşımları karşılaştırabilecek, Çatışma türlerini değerlendirebilecek, Çatışma sürecini tanımlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Çatışma Rol Çatışması Örgütlerde Çatışma Engellenme Duygusal Çatışma Yatay Çatışma Bilişsel Çatışma Dikey Çatışma Rol Belirsizliği Açık Çatışma İçindekiler Giriş Çatışma Kavramının Tanımı Çatışmaya İlişkin Yaklaşımlar Çatışma Türleri Çatışma Süreci 2 Çatışmanın Doğası: Tanımı, Türleri ve Süreci GİRİŞ Çatışma ve insan, günlük yaşamda birbirinden ayrılamayan iki kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Çatışma olgusunu ele alan uzmanlar, insanın olduğu her yerde çatışmanın kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedirler. Çatışma ve insan kavramlarının bu kadar sık bir arada kullanılmasının en önemli nedeni insanın sosyal bir varlık olmasıdır. Bir başka ifadeyle insan, bir başka birey olmadan hayatını devam ettirememekte olup, başka bireylerle etkileşimi en önemli can damarlarından birini oluşturmaktadır. Bu etkileşim içerisinde ise yoğunluğu ve türleri değişse de, çatışmadan uzak durmak mümkün değildir. Çünkü her bireyin konulara ilişkin bakış açıları, düşünceleri, olaylara ilişkin değer yargıları, kişisel istek ve ihtiyaçları değişmektedir. Belki de hepsinden önemlisi ve belirleyici olanı, her bireyin kişilik özelliklerinin birbirinden farklı olmasıdır. Bireyin kişilik özellikleri, onların tutumlarını, değerlerini, davranışlarını en yakından etkileyen faktördür. Bu çerçevede sosyal etkileşim içinde olan ve birbirinden çok çeşitli açılardan farklılıklar taşıyan bireylerin çatışma içeren durumlar yaşamaları ise kaçınılmazdır. Ayrıca, çatışma, nasıl günlük yaşantımızın bir parçası ise, aynı şekilde örgütsel yaşantının da ayrılmaz bir parçasıdır. Örgütler, belli bir amaç doğrultusundan bir araya gelmiş insan topluluklarıdır. Kaynakların kısıtlı olması, bireylerin istek ve ihtiyaçlarının farklılaşması, ast-üst ilişkileri gibi unsurlar sosyal birimler olarak örgütleri, en sık çatışma yaşanan yerlerden biri haline getirmektedir. İnsanların kişilikleri, amaçları, değer yargıları diğer bireylerden farklı olduğundan, aynı sosyal ortamı paylaşan ve etkileşim içerisinde olan kişiler arasında çatışma yaşanma olasılığı çok yüksektir. Bu nedenle, çatışmaya ilişkin en doğru yaklaşım çatışmanın varlığını kabul etmek olacaktır. Aynı zamanda, “Her çatışma, bireye ve örgüte zarar verir” yaklaşımı yerine “konusuna ve şiddetine göre çatışma faydalı olabilir” yaklaşımının benimsenmesi gerekmektedir. İnsanların birbirleriyle kişisel ya da duygusal nedenlerle çatışması, stres ve tatminsizlik duygularının yükselmesine ve performanslarının düşmesine neden olacaktır. Bu yönde bir çatışma, şiddeti ne olursa olsun yöneticilerin kaçınması gereken bir çatışma türüdür. Çatışma, insanların işleriyle ilgiliyse ve mevcut sorunların tespit ve çözümü ile ilgili olarak yaşanıyorsa çatışmanın şiddeti çok artmadan bu çatışmaların birey ve örgüt performansını yükselteceği söylenebilir. Bu ayrımın yapılması, çatışma yönetimi açısından oldukça önemlidir. Bu ünitede, genellikle olumsuz yönüyle ifade edilen çatışma kavramının içeriği üzerinde durulmaktadır. Çatışmayı analiz etmeden olumsuz terimlerle ifadelendirmek, belki de yöneticilerin yaptığı en büyük hatalardan biridir. Yöneticilerin etkin bir şekilde çatışmayı yönetmesi için öncelikle çatışmanın konusunu ve yoğunluğunu tespit etmeleri gerekmektedir. Bu nedenle, bu ünitede çatışma kavramına ilişkin yaklaşımlar üzerinde durularak, bir çatışmanın örgüte zararlı mı yararlı mı olduğuna karar vermek için hangi soruların sorulması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Çatışmayı yönetmek için çatışmanın doğasını bilmek gerekir. Kimler, neden, nerede anlaşmazlık yaşamaktadırlar? Bu soruların cevabı için bu ünitede taraflarına göre çatışma türleri ayrıntılı olarak incelenmektedir. Bu çerçevede, birey, grup ve örgüt olmak üzere üç düzey karşımıza çıkmaktadır. Çatışmanın kimler arasında yaşandığını tespit etmek için bu üç düzeydeki çatışma türlerinin bilinmesi gerekmektedir. 3 ÇATIŞMA KAVRAMININ TANIMI Çatışma, uzun yıllardan beri çok farklı alanlarda incelense de, üzerinde uzlaşılan bir tanımının olmadığı görülmektedir. Bu tanımlardan birinde çatışma, uygun olmayan ve/veya istenmeyen olarak algılanan uyarıcı bir eylemi içermektedir (Roloff ve Ifert, 1999, s.153). Yine, iki veya daha fazla tarafın arasında herhangi bir zıtlık veya direniş içeren etkileşim de çatışma olarak tanımlanmaktadır (Robbins, 1978, s.67). Benzer şekilde çatışma, birey, grup veya örgüt gibi sosyal varlıklar içinde veya bu varlıklar arasında anlaşmazlık, uyuşmazlık veya uyumsuzluk içeren etkileşimsel (interaktif) bir süreç olarak da tanımlanmaktadır (Rahim, 2002, s.207). Bazıları ise çatışmayı, bir tarafın diğer tarafın kendisini engellemesini veya engellemeye çalışmasını algılamasıyla başlayan bir süreç olarak tanımlamaktadır (Thomas, 1992, s.265). Çatışmaya ilişkin bu tanımlardaki ortak unsurlar dikkate alındığında çatışma için genellikle olumsuz kavramların kullanıldığı görülmektedir. Bu tanımlarda sıklıkla kullanılan kavramlar şu şekilde belirtilebilir: • Engellenme • Uyumsuzluk • Uyuşmazlık • Anlaşmazlık • Zıtlaşma • Direnme Örgüt düzeyindeki çatışma kavramına ilişkin de çok farklı tanımların yapıldığı görülmektedir. Bu kapsamda, örgütsel çatışma, standart karar alma mekanizmalarında yaşanan bir aksama nedeniyle birey veya grupların, alternatif seçmede zorluk yaşamaları (March ve Simon, 1985, s.112); bireyler ve grupların birlikte çalışma sorunlarından kaynaklanan ve normal faaliyetlerin durmasına veya karışmasına neden olan olaylar (Eren, 2008, s.553); iki veya daha fazla kişi veya grup arasındaki çeşitli kaynaklardan doğan anlaşmazlık (Koçel, 2005, s.664) olarak tanımlanabilmektedir. Çatışma, ister günlük yaşamda isterse de örgüt yaşamında ortaya çıksın, önemli olan nokta, çatışmanın varlığından bahsedebilmek için çatışmanın taraflar arasında algılanıyor olması gerekir. Taraflardan biri, çatışma yaşandığını algılamıyorsa, bu durumda bir çatışma olduğundan bahsedilemez (Robbins, 1978, s.68). Çatışmanın algılanması ise çatışmanın yoğunluğu ile ilgili bir durum olup, çatışma durumunda anlaşmazlıkların, farklılıkların veya uyuşmazlıkların yeterince ciddi ve belli bir yoğunluk düzeyinin üzerinde olması gerekmektedir (Rahim, 2002, s.207). Bazı durumlarda karşı tarafın farkında olmadığı, küçük nedenlerle ortaya çıkan ve çok kısa bir süre sonra varlığı bile unutulan sorunlar söz konusu olabilir; bu küçük sorunlar, karşı tarafça algılanmadığı sürece çatışma olarak adlandırılmaz. Önemli olan küçük gibi görünen bu sorunların kartopu misali büyümesini engellemek ve çatışmaya dönüşmeden çözümünü sağlamaktır. Örgüt düzeyinde yaşanan çatışmalarda ise yöneticilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumluluğun gereği olarak çatışmaya ilişkin etkili bir yönetim tarzı oluşturulduğunda, çatışma örgüt için bir virüs değil, örgüt verimliliği için bir ilaç olacaktır. Bunun için de yöneticinin ilk üzerinde durması gereken nokta örgütünde çatışmaya ne derece izin vereceği ya da çatışmaya ilişkin nasıl bir bakış açısı taşıyacağıdır. “Çatışma bireylerin farklılıklarından dolayı yaşanıyorsa, birbiriyle benzer özellikler taşıyan kişiler arasında çatışma yaşanmayacaktır.” ifadesine katılır mısınız? 4 ÇATIŞMAYA İLİŞKİN YAKLAŞIMLAR Çatışmanın yönetim alanında eski bir konu olması, çatışmaya ilişkin yaklaşımların zaman içerisinde değişmesine neden olmuştur. Bir dönem çatışma kaçınılması gereken, örgüte zarar veren bir konu olarak ele alınırken, bir süre sonra örgütte var olması gereken, örgüte fayda getiren bir konu olarak ele alınmıştır. Çatışmaya ilişkin genel yaklaşımlar ve bu yaklaşımların temel özellikleri Tablo 1.1’de gösterilmiştir. Tablo 1.1: Çatışmaya İlişkin Genel Yaklaşımlar Geleneksel Yaklaşım • • • • • Modern Yaklaşım Çatışma, birey ve grupların yeteneklerinin, enerjilerinin azalmasına neden olur. Çatışma, yanlış politikaların, kuralların, geçersiz hedef ve hayallerin bir sonucudur. Çatışma, insan psikolojisini etkiler ve insanların duygularını incitir. Bu nedenle de insanlar, sahip oldukları potansiyelleri kullanamazlar. Çatışma, kaynakların israf edilmesine, varlıkların zarar görmesine neden olur. Bu nedenle de örgüt ve ülkelerin etkinliğini azaltır. Çatışma, istenmez ve bu nedenle de çatışmadan kaçınılması gerekir. • • • • • Çatışma, rekabeti arttırır. Birey, grup ve örgütlerin yeteneklerinin artmasına neden olur. Çatışma, insan varlığının doğal bir sonucudur. Çatışma, rekabet yaratarak, kullanılmayan kaynakların, yeteneklerin kullanılmasını sağlar. Çatışma, değer yaratır, kaynak yaratır ve bu nedenle de örgüt ve ülkelerin etkinliğinin artmasına neden olur. Bir dereceye kadar olan çatışma istenir. Bu nedenle de belli bir derecedeki çatışma desteklenmelidir. Kaynak: Rao, S. (2004). Management and Organizational Behavior’den aktaran Ahmad, F., Gilkar, N.A. & Darzi, J.A. (2008). Organizational Behavior. USA: Atlantic Publishers, s.197. Tablo 1.1’den de görüleceği üzere, çatışmaya ilişkin geleneksel yaklaşım ve modern yaklaşım olmak üzere iki genel yaklaşım bulunmaktadır. İki yaklaşım arasında oldukça büyük farklar vardır. Bu iki yaklaşım birbirinden tamamen farklı olup, çatışma ve çatışmanın sonuçları arasındaki ilişkiyi çok farklı şekilde değerlendirmektedirler. Geleneksel yaklaşım, çatışmayı istenmeyen, kaçınılması gereken bir durum olarak ele alır. Çünkü bu yaklaşıma göre çatışmanın varlığı doğal bir sonuç değildir. Yanlış, yetersiz kural ve politikalar, geçerliliğini yitirmiş, etkinliğini kaybetmiş hedefler çatışmanın yaşanmasına neden olur. Çatışmanın varlığı, bireyleri psikolojik yönden olumsuz etkiler ve onların yeteneklerini, enerjilerini istenen yönde harcamalarını engeller. Bu durum ise örgüt ve ülkelerde kaynakların etkin kullanılmamasına neden olur. Geleneksel yaklaşımdan farklı olarak modern yaklaşım, çatışmanın doğal bir sonuç olduğunu savunur. Bu yaklaşıma göre bir dereceye kadar olan çatışma desteklenmelidir. Çünkü rekabet yaratır, kaynakların ve yeteneklerin etkin kullanılmasını sağlar. Örgüt ve ülkelerin sahip olduğu potansiyelleri ortaya çıkarır ve değer yaratır. Çatışmaya ilişkin yaklaşımlardaki değişim süreci Geleneksel, İnsan İlişkileri ve Etkileşimci yaklaşımlar çerçevesinde de incelenebilmektedir (Robbins, 1978, s.68-70): Geleneksel yaklaşıma göre çatışma, kaçınılması gereken ve örgütlere zarar veren bir olgudur. Her çatışma, konusu ve sebebi ne olursa olsun örgüte zarar verir ve çatışmayı çözmek yönetimin sorumluluğundadır. Çatışmanın doğmasına zayıf iletişim, bireyler arasında açık olmayan ve güven içermeyen ilişkiler, çalışanların beklentilerine ve ihtiyaçlarına zamanında cevap veremeyen yöneticiler neden olmaktadır. Bu düşünce 19.yy’ın ortalarında başlamış ve 1940’ların ortalarına kadar etkisini sürdürmüştür. Çatışmaya yönelik bir diğer yaklaşım olarak 1940’ların sonları veya 1950’lerin başından itibaren insan ilişkileri yaklaşımı hâkim olmuştur. Bu yaklaşıma göre örgütler, doğaları gereği çatışma yaşamaktadırlar ve onlar için bu çatışma kaçınılmazdır. Bu nedenle de çatışmanın varlığı kabul edilmelidir. 5 Etkileşimci yaklaşım ise her çatışmayı örgüt için faydalı kabul etmemektedir. Belli bir yoğunluğun üstünde olan çatışmalar örgütün etkinliğine zarar verebilir. Yoğun ve şiddetli yaşanan bir çatışma ise çalışanların iş tatminlerinin düşmesine, işe devamsızlık ve işe gelmeme oranlarının artmasına ve dolayısıyla örgütün verimliliğinin azalmasına neden olmaktadır. Yöneticiler, bu tür olumsuz sonuçlar doğuracak çatışmaları çözmelidirler. Ayrıca belli bir yoğunluğun altında olan ve örgüte yenilik getirecek olan çatışmalara da açık olmalıdırlar. Çatışma olmaksızın örgütlerin değişmesi söz konusu değildir. Ayrıca, teknolojik değişimleri takip etmek, ürün geliştirmek, yenilik yapmak, değişimin örgütlere getirdiği ve örgütlerin yaşam sürelerini uzatan olgulardır. Değişim ve çatışma arasındaki ilişkiyi nasıl açıklarsınız? Çatışmaya ilişkin benimsenen yaklaşım ile yaratılmak istenen değişim arasında bir ilişki var mıdır? Etkileşimci yaklaşıma göre çatışmanın faydalı mı zararlı mı olduğunu belirleyen faktör, çatışmanın yaratacağı sonuçlardır. Bu sonuçları tahmin etmek ve çatışmayı yönetmek konusunda yöneticilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Gerçekten çatışmanın iyi mi kötü mü olduğunu tespit etmek çok kolay değildir. Bunun için de yönetici, karşılaştığı çatışmaları tanımlamak için aşağıdaki soruları sorabilir (Nelson ve Quick, 2007, s.303-304): • Taraflar çatışmaya düşmanca mı yaklaşmaktadırlar? • Çatışmanın sonucunun örgüt için zararlı olma ihtimali var mıdır? • Tarafların çatışmadan olası kayıpları, olası kazançlarından fazla mıdır? • Tarafların enerjisi, çatışma nedeniyle hedefleri başarmadan uzaklaşmakta mıdır? Tüm bu sorular cevaplandıktan sonra yapılması gereken en önemli unsurlardan bir tanesi çatışmanın yoğunluğunu tespit etmektir. Bu sorulara verilen cevapların çoğunluğu “evet” ise, o zaman çatışma, bireylere ve örgüte zarar verir. Bu nedenle de çatışmayla mücadele etmek ve çatışmayı engellemek veya en aza indirmek gerekir. Yukarıdaki sorulara verilen cevapların çoğunluğu “hayır” ise belli bir düzeye kadar çatışmanın teşvik edilmesi söz konusu olabilir. Bunun için de çatışmadan etkin bir şekilde faydalanmak ve istenen hedeflere ulaşmak için çatışmanın yoğunluğunun en uygun düzeyde olmasına çalışmak gerekir. Çünkü çatışmanın çok şiddetli olması kadar şiddetinin çok az olması da arzulanan olumlu sonuçlara ulaşmayı sağlamayacaktır. Bu durum aşağıdaki Şekil 1.1’de gösterildiği gibi betimlenebilir: 6 Örgütün Performans Düzeyi Yüksek Düşük ---------------------------- --Düşük Yüksek Çatışma Düzeyi Şekil 1.1: Çatışma-Örgütsel Performans İlişkisi Kaynak: Gibson, J., Ivancevich, J. & Donnley, J. (1979). Organizations: Behavior, Structure and Processes, Business Publications, s.164. Şekil 1.1’den de görüleceği üzere, belli bir düzeye kadar olan çatışma, örgüt için yararlıdır ve örgütün performansını arttırır. Öte yandan, çatışmanın düzeyi yükseldikçe örgüte zarar veren bir çatışma süreciyle karşı karşıya kalınmaktadır. Çatışma, günlük yaşantımızın ve örgüt yaşantımızın kaçınılmaz bir unsurudur. Bu nedenle çatışmanın varlığını kabul etmek ya da inkâr etmek yerine çatışmayı nasıl yönetmek gerektiği üzerinde durmak gerekir. Bunun için de öncelikle çatışmanın nerede, kimler arasında olduğunu bulmak ve daha sonra çatışmanın yoğunluğunu tespit etmek gerekir. Çatışmayı ve taraflarını tespit edebilmek için de öncelikle çatışmanın türlerini bilmek ve ona göre çatışmayı yönetmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. ÇATIŞMA TÜRLERİ Çatışma kavramını tanımlarken de belirtildiği gibi, örgütlerde farklı düzeylerde çatışma yaşanabilmektedir. Yöneticilerin etkin bir çatışma yönetimi yapabilmesinin ilk şartlarından birisi, çatışmanın türlerini ve taraflarını tespit etmektir. Bunun için de çatışmanın türlerinde ilk olarak fonksiyonel ve fonksiyonel olmayan çatışma tanımlanmaktadır. Ardından ise taraflarına göre çatışmanın sınıflandırılması üzerinde durulmaktadır. Fonksiyonel ve Fonksiyonel Olmayan Çatışma Çatışmayı etkin şekilde yönetebilmek için öncelikle çatışmaya ilişkin nasıl bir yaklaşım benimseneceğine karar vermek gerekir. Bunun için de etkileşimci yaklaşımın da savunduğu gibi, çatışmanın örgüt için faydalı olup olmadığına karar vermek gerekmektedir. Bir başka deyişle, fonksiyonel ve fonksiyonel olmayan çatışmayı ayırt etmek gerekir. Fonksiyonel çatışma, örgüt için sağlıklı ve yapıcı bir çatışmayı ifade ederken; fonksiyonel olmayan çatışma, sağlıklı olmayan ve yıkıcı çatışmaları ifade etmektedir. Fonksiyonel çatışma, örgütte ilişkilerin iyileşmesini, iş süreçlerinin etkinleşmesini, yenilikçi fikirlerin artmasını sağlamaktadır. Oysa, fonksiyonel olmayan çatışma ilişkilerin bozulmasına, grup birliğinin azalmasına, kaynakların israf edilmesine neden olmaktadır. 7 Çatışma, çok boyutludur. Örneğin çatışmanın bir boyutu, kararların kalitesini arttırırken, bir diğer boyutu işbirliğini azaltabilir. Bu nedenle çatışmanın yararlı mı yoksa zararlı mı olduğuna karar verirken, genel bir değerlendirme yapmamak gerekir. Fonksiyonel bir çatışma, görevlere odaklanır. Mevcut görevin daha iyi yapılması, hedeflere daha etkin ulaşılması konusunda farklı fikirler söz konusu ise bu tür çatışmaya bilişsel çatışma (cognitive conflict) denir. Bu tür çatışma, yaratıcılığı arttırdığından ve zor görevlerin tamamlanmasını sağladığından örgüt için yararlı olduğu düşünülür. Hatta bu tür bir çatışmanın örgütlerde işbirliği için gerekli olduğu savunulmaktadır. Yapıcı tartışmalar ve sorgulamalar yapmak, ilişkilerin güçlenmesini ve farklı çözüm yollarını birleştirerek daha etkin bir şekilde sorunların çözüldüğünü göstermektedir. Bilişsel çatışmanın örgüte yararlı olabilmesi için bilişsel çatışma yaşayan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinin bozulmaması ve daha da önemlisi çatışmanın belli bir yoğunluğun üzerinde olmaması gerekir (Amason, 1996, s.128; Jehn ve Mannix, 2001, s.239). Ancak bu koşulları sağlayan bilişsel çatışma, örgüt için fonksiyonel bir çatışmayı ifade eder. Çok uzun süre devam eden ve şiddeti giderek artan bir bilişsel çatışma ise örgüt için fonksiyonel olmaktan çıkacaktır. Aynı şekilde şiddeti ya da yoğunluğu çok az olan bir bilişsel çatışma da örgütte istenen hedeflere ulaşılmasını sağlamayacaktır. Bu nedenle de burada üzerinde düşünülmesi gereken unsur, “çatışmayı yönetmek” kavramından ne anlaşılması gerektiğidir. Çatışmayı yönetmek, sadece çatışmayı engellemek veya düzeyini azaltmak demek değildir. Aynı zamanda çatışmayı yönetmek, şiddeti düşük fakat örgüt için çok faydalı olabilecek bir bilişsel çatışmanın zamanında bir müdahale ile yoğunluğunun uygun düzeye çıkarılmasını ifade etmektedir. Fonksiyonel olmayan bir çatışma ise, ilişkilere odaklanır. Kişisel anlaşmazlıklar ve tartışmalar söz konusu ise bu tür çatışmaya duygusal çatışma (affective conflict) denir ve bu tür çatışmanın da örgüt için zararlı olduğu kabul edilir (Amason, 1996, s.127-128). Çünkü bu tür çatışma birey ve grubun performansını düşürmesinin yanı sıra grubun gelecekteki çalışma olasılığını azaltır (Jehn ve Mannix, 2001, s.239). İlişkilerde yaşanan sorunlar, endişe, korku, güvensizlik veya düşmanca hisler ortaya çıkartır (Jehn, 1995); bireylerin iş tatmini ve örgüte duydukları bağlılığını azalır ve tüm bunlara bağlı olarak da iş performanslarında azalmalar görülür (Thomas vd., 2005). Bu tür çatışmaların nedeni ise bilişsel çatışmada olduğu gibi işin nasıl yapılacağına dair bir görüş ayrılığı değildir. Çünkü duygusal çatışmalar, iki kişinin kişiliklerinin birbirlerine ters olması, birbirlerinden hoşlanmamaları, kişisel olarak anlaşamamaları üzerine kuruludur. Bu nedenle ortaya çıkan çatışmanın yapılan iş veya görevle herhangi bir ilgisi yoktur. Örgütlerde yaşanan çatışmaları bilişsel ve duygusal olarak ayırt etmek bazen zorlaşabilir. Genellikle kişiler arası yaşanan bilişsel çatışmalar, bir süre sonra kişiselleştirilir, yapılan eleştiriler yanlış yorumlara neden olur ve duygusal çatışmalara dönüşebilirler. Bu nedenle de yöneticilerin zamanında müdahale etmesi ve çatışmaları sona erdirmesi faydalı olur. Bir spor takımında oyuncuların sayısının artması, duygusal çatışma yaşanma olasılığını artıran mı yoksa azaltan bir faktör müdür? Çatışmanın Düzeylerine Göre Sınıflandırılması Çatışma, birey, grup ve örgüt olmak üzere üç düzeyde kendini göstermektedir. Bu çerçevede çatışma, birey düzeyinde bireysel çatışma ve bireyler arası çatışma; grup düzeyinde grup içi çatışma ve gruplar arası çatışma ve örgüt düzeyinde ise örgüt içi çatışma ve örgütler arası çatışma olmak üzere sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırma biçimi Tablo 1.2’deki gibi betimlenebilir. 8 Tablo 1.2: Çatışmanın Düzeylerine Göre Sınıflandırılması Çatışmanın Düzeyi Çatışmanın Türü BİREY Bireysel Çatışma ve Bireyler arası Çatışma GRUP Grup içi Çatışma ve Gruplar arası Çatışma ÖRGÜT Örgüt içi Çatışma ve Örgütler arası Çatışma Kaynak: Champoux, J. (2010). Organizational Behavior: Integrating Individuals, Groups and Organizations, USA: Routledge Publication, s.267. Çatışma düzeylerine göre sınıflandırılması yapılan çatışma türlerinin her birine ilişkin açıklamalar aşağıda yer almaktadır. Birey Düzeyinde Çatışma Birey düzeyindeki çatışmayı, bireyin kendi içinde yaşadığı bireysel çatışma ve diğer bireylerle yaşadığı bireyler arası çatışma olarak iki ayrı başlık altında incelemek mümkündür. Bireysel Çatışma Bireyin kendi içindeki çatışması daha çok psikologlar tarafından incelenmiştir. Bireysel çatışma ya da bireyin kendi içinde yaşadığı çatışma, en genel anlamda bireyin kendi kararını vermede, eylem tarzını seçmede ya da eylemi yerine getirmede güçlükle karşılaşması sonucu ortaya çıkan durumları ifade eder (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.243). Diğer bir ifade ile bireysel çatışma, bireyin kendisinden ne beklendiğinden emin olamadığı veya kendisinden farklı veya çelişkili davranışlar, kararlar beklendiği veya kendisinden yapabileceğinden fazlasının beklendiği durumlarda ortaya çıkan ve bireyi rahatsızlığa, kızgınlığa ve strese sevk eden çatışmadır (Koçel, 2005, s.667). Bireysel çatışmayı, Amaç Çatışması ve Rol Çatışması şeklinde iki kısımda incelemek mümkündür: Amaç çatışması, bir amaca ulaşmanın diğerini elde etme olasılığını dışarıda bırakmasını ifade eder (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.246). Bu çerçevede, bireyin kendi içinde yaşadığı dört çeşit amaç çatışması söz konusudur. Bunlar şu şekilde açıklanabilir: Yaklaşma-Yaklaşma Çatışması: Birey, çekici bulduğu iki alternatif arasından birini seçmek durumunda olduğunda, içinde bulunduğu çatışma türü yaklaşma-yaklaşma çatışmasıdır (Rahim, 2000). Örneğin, iki olumlu iş teklifi alan bireyin bir işi seçmek durumunda olması veya yöneticinin proje sorumlusunu belirlemek için eşit düzeyde yetenekli olan iki tane çalışanının olması yaklaşma-yaklaşma çatışması içerisinde düşünülebilir. Yaklaşma-yaklaşma çatışmasında dikkat edilecek nokta, karar verilecek konunun birey için çok önemli sonuçlar doğuracağıdır. Gündelik hayatımızda karşılaştığımız kararsızlıklar ise bu çatışma türü altında değerlendirilmelidir. Eş seçimi, iş seçimi, yatırım kararı, ev alma, araba alma kararı gibi büyük önem arz eden durumlarda bu tür çatışmanın yaşanması söz konusudur (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.248). Diğer amaç çatışmalarına kıyasla birey üzerindeki olumsuz etkileri en az olan çatışma biçimi yaklaşma-yaklaşma çatışmasıdır. Bu çatışma biçimi sadece karar verme süresi uzadığında ya da karar ertelendiğinde birey üzerinde gerginlik yaratır. Fakat, karar verme aşamasında bireyin “ben ne istiyorum?, “beni ne mutlu eder?”, “benim önceliklerim neler?” gibi sorular sorarak veya karar vereceği konuya odaklanması ve üzerinde detaylı araştırmalar yapması, bireyin hem kendisini tanımasına, hem de bilgisini arttırmasına yol açar (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.248-249). Kaçınma-Kaçınma Çatışması: Bireyin seçmek durumunda olduğu iki alternatifi de çekici bulmaması, kaçınma-kaçınma çatışmasını ifade eder. Örneğin, uzun süreden beri işsiz olan bireyin bulduğu iki işten birinin ücretinin çok düşük olması, bir diğerinin de başka bir şehirde olması, kaçınma-kaçınma çatışma türüne örnek gösterilebilir (Rahim, 2000, s.99). Yaklaşma-Kaçınma Çatışması: Birey, hem olumlu hem de olumsuz yönü olan bir durumla karşılaştığında yaklaşma-kaçınma çatışması yaşar. Örneğin bireyin hayalini kurduğu mesleğe ilişkin eğitim programını üniversite giriş sınavında kazanması, fakat okuyacağı programın yüksek ücretli bir program olması gibi. 9 Çoklu Yaklaşma-Kaçınma Çatışması: Amaç çatışmaları arasında en stres yaratıcı çatışma türüdür. İki veya daha fazla amacın her birinin olumlu ve olumsuz özellikler taşımasıdır (Nevid, 2009, s.449). Örneğin birey, mezun olduktan sonra yüksek lisans yaparak kariyer imkânlarını artırmak istiyordur. Fakat hem okul ücretleri çok pahalıdır hem de yüksek lisansa ayırması gereken süre çok uzundur. Yüksek lisans yapacağı sürede askerliğini yaparak zaman kazanmış olur ve de daha kolay iş bulabilir. Fakat askerlik yaptıktan sonra yüksek lisans için yaşı ilerlemiş olacaktır ve bir daha bu şansı elde etmesi zor olabilir. Bu tip çatışmaların birey üzerinde olumlu etkileri olabilir. Böylece birey, kendisi için doğru olana yönelebilir. Ayrıca bu tip çatışmalar, bireysel gelişimi sağlar ve neyin doğru neyin yanlış olduğuna ilişkin karar verme fırsatları yaratır (Singh, 2010, s.304). Her bireyin karşı karşıya kaldığı amaç çatışmalarını benzer şekilde yönetmesi mümkün müdür? Rol çatışması, rol alıcısının birbiriyle çelişen, uyumsuz veya birbirini dışlayan iki veya daha fazla eylemi gerçekleştirmek zorunda olduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır (Rahim, 2000, s.99). Rol, bireyin yerine getirmek zorunda olduğu işlevdir (Tekarslan, 2000, s.251). Sahip olunan her role ilişkin beklentiler oluşmuştur. Rol beklentileri, bireyin rolüne ilişkin yapması ve yapmaması gerekenleri gösteren, bireyin rolüne ilişkin sergilediği performansa dair başkalarının zihninde oluşan değerlendirme standartlarıdır. Bu beklentiler, iletişim yoluyla bireye aktarılır. Role ilişkin beklentileri gönderen kişiye rol göndericisi, mesajı alan kişiye ise rol alıcısı denir (Fischer, 2010, s.82). Bireyler, özellikle toplumda sahip oldukları roller nedeniyle kendi içlerinde çatışmalar yaşamaktadırlar. Bireyler, diğer bireylerin onlardan nasıl davranmaları gerektiği konusundaki beklentilerine göre birtakım davranışlar sergilemektedirler. Bu nedenle de bireylerin rollerine ilişkin bu beklentiler bazen çakışabilmektedir. Rol çatışması olarak da ifade edilen bu durum, bireyin kendi içinde yaşadığı çatışmalar içerisinde ele alınması gereken bir çatışma türüdür. Bu çatışma türü dört farklı şekilde ortaya çıkmaktadır: • Rol Göndericinin Kendi İçindeki Çatışması: Rol göndericisinin rol alıcısına birbiriyle çelişen, birbiriyle uyuşmayan mesajlar göndermesi bu başlık altında düşünülebilir. Örneğin bir yöneticinin, çalışana daima dürüst davranması gerektiğini söylerken, diğer taraftan çalışana ihaleyi kazanmak için rüşvet vermesi gerektiğini söylemesi gibi. Yine, bir basketbol takımının koçunun başarılı olmak için takımda işbirliği ve güvenin çok önemli olduğunu söylerken, diğer taraftan takım oyuncularına birbirini çekiştirmesi gibi. Bu örnekler rol göndericinin kendi içinde yaşadığı çatışmayı ifade etmektedir. • Göndericiler Arası Rol Çatışması: Rol alıcısının, rol göndericilerden rol davranışına ilişkin birbiriyle çelişen mesajlar alması göndericiler arası rol çatışmasını tanımlamaktadır. Örneğin bir baba çocuğuna “senin futbolcu olmanı istiyorum” derken; annenin çocuğuna “senin futbolcu olmanı istemiyorum” demesi gibi. • Roller Arası Çatışma: Bu tür bir çatışma, bireyin beklentileri birbirine uymayan birden fazla role sahip olması durumunda ortaya çıkmaktadır. Örneğin işi için sürekli seyahat etmesi gereken bir kişinin, aynı zamanda ailesiyle daha fazla vakit geçirmek istemesi roller arası çatışmaya bir örnektir. İş ve aile çatışması günümüzde en çok yaşanan çatışma türleri arasında yer almaktadır. İşle ilgili sorumluluklar ve faaliyetler, aile ile ilgili sorumluluklarla çatışabilmektedir. Bu çatışma türü, bireyin işinden aldığı doyumu azalttığı gibi, bireyin psikolojik dünyasında da olumsuz etkiler yaratabilmektedir. • Kişi-Rol Çatışması: Kişi-rol çatışması, rolün gerekliliklerinin bireyin değerleri, inançları, tutumları veya mesleki davranışlarıyla uyuşmamasıdır (Rahim, 2000, s.99-100). Örneğin çocukları sevmeyen birisinin öğretmen olması gibi. Rolün inanç ve değerlerle uyumsuzluğuna en tipik örnek ise Vietnam Sendromu olarak bilinen askerlerin dramıdır. Gerçekte hümanist ve anti militarist olan, ancak savaşa katılan pek çok asker savaş esnasında düşmanla karşılaştıklarında tetiği çekme ile çekmeme arasında bu çatışmayı yaşamıştır (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.254). Kişi-rol çatışması, bireyin rolün gerektirdiği yeteneklere sahip olmaması durumunda da yaşanabilmektedir. Örneğin, futbol yeteneği olmayan futbolcular, yükseklik korkusu olan pilotlar, utangaç tiyatrocular, kan görmeye dayanamayan hemşireler rolün yetenekle uyumsuz olması konusunda ilk akla gelenler arasındadır. 10 Yukarıda belirtilen dört tip rol çatışmasının ortak noktası, rolü yerine getirecek olan birey üzerinde bir rol baskısı oluşturması ve davranış değişikliğine yol açmasıdır. Bireyin mevcut düzende zaten yerine getirdiği birtakım rolleri vardır ve belli bir denge içerisinde bu rollerinin gerekliliklerini yerine getirmektedir. Rol göndericisinden yeni bir davranışı sergilemesi için rol baskısının gelmesi, mevcut dengeyi bozmakta ve rol çatışması oluşturmaktadır. Rol göndericisinden veya göndericilerinden gelen davranış değişikliklerine ilişkin baskılar arttıkça, bireyin hissettiği rol çatışması düzeyi de artmaktadır (Fischer, 2010, s.84). Rol çatışması, rol göndericisi veya göndericileriyle yakın temas içinde olan ve onların mesajlarını yerine getirmeye oldukça güdülenmiş olan bireylerin daha fazla karşılaşacakları bir çatışma türüdür. Bu tür bir çatışma, bireyin örgütüne, iş arkadaşlarına, işine karşı olumsuz duygular beslemesine, kendi güç ve performansları konusunda karamsarlığa düşmelerine neden olmaktadır. Bu dört rol çatışması türü, bir diğer çatışma türü olan aşırı iş yüküne neden olabilmektedir. Bu çatışma türünde ise rol alıcısı, kendisine yönelik beklenti ve talepleri verilen zaman ve nitelik açısından başaramayacağını hisseder. Bu durumda birey, aşırı rol yükünü bir öncelikler çatışması olarak yaşayıp, hangi baskılara uyup, hangilerine uymama konusunda bir karar vermek durumunda kalır. Şayet baskıların her ikisine de uymaktan kaçınmak söz konusu olamıyorsa birey, yetenek ve kapasite sınırlarını zorlamaya çalışır ve muhtemelen de başarısız olur (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.255). Rol çatışmasıyla yakın ilişkili bir diğer kavram ise rol belirsizliğidir. Verilen bir göreve ilişkin açık ve net bir tanımın olmaması, bireyin ne gibi sorumlulukları olduğunu bilmemesi ve bu konuda yeterli bilgi verilmemesi rol belirsizliğini ifade eder. Rol belirsizliği yaratan diğer bir durum ise role ilişkin sergilenen davranışların başkalarının gözünde nasıl değerlendirildiğinin bilinmemesidir (Rahim, 2000, s.100). Örneğin öğrencinin tamamladığı proje hakkında öğretmeninin nasıl bir değerlendirme yapacağını bilmemesi veya hangi kriterlere göre notlandıracağı hakkında açık bir bilgisinin olmaması rol belirsizliğinin bir diğer durumunu oluşturmaktadır. Bireylerin belirsizliğe karşı tolerans derecesi, rol belirsizliği ve bunun bireyler üzerinde yarattığı olumsuz etkileri arasındaki ilişkiyi etkilemektedir. Belirsizliğe karşı toleransın düşük olması, bireyin rol belirsizliğinin olumsuz sonuçlarını daha yoğun olarak yaşamasına neden olmaktadır. Örgütlerde iş tatminsizliği, işe devamsızlık, işi bırakma gibi olumsuz sonuçların yaşanmasında rol belirsizliği önemli bir faktör olmaktadır. Rol çatışması ve rol belirsizliği, bireylerin yaşadıkları stresin en önemli kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Modern yaşamın yarattığı hızlı tempo ve katı koşullar, teknoloji çağının sunduğu imkân ve çeşitlilikler, özellikle rol çatışmasının ve rol belirsizliğinin daha fazla yaşanmasına neden olmaktadır. İletişim teknolojisinin yaygınlaşmasının bireylerin çatışma türleri ve düzeyleri üzerindeki etkisi konusunda “Küreselleşmenin Psikososyal Boyutu Üzerine Prof.Dr.Orhan DOĞAN ile Bir Söyleşi (Mart 2006, Sivas)” http://www.sosyalhizmetuzmani.org/kurasellesmepsksosyalboyut.htm adresinden okunabilir. Teknoloji ve internetin hızla yaygınlaşmasının rol çatışması ve rol belirsizliği üzerinde yarattığı etkileri tartışınız. Bireyler Arası Çatışma Bireyler arası çatışma, etkileşim içinde bulunan iki veya daha fazla kişinin arasındaki uyuşmazlık, anlaşmazlık ve farklılığı ifade eder (Nelson ve Quick, 2007, s.312). Bireyler arası çatışma, genellikle engellenme ile sonuçlanır. Engellenme, bireyin arzuladığı bir hedefe ulaşma güdüsünün (ya da yeteneğinin), herhangi bir engel tarafından durdurulması durumunda ortaya çıkar (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.243). Ulaşılması zora sokulan ihtiyaç veya amacın aciliyeti ya da önemi arttıkça, hissedilen engellenme de artar. Özellikle amaca tam ulaşmak üzereyken bireyin bir 11 engelle karşılaşması olayın şiddetini daha da artırmaktadır (Shergil, 2010, s.292). Bu engel, bir başka insan olmak zorunda olmayıp; deprem, sel ve bunun gibi doğal afetlere yol açan fiziksel çevre veya kurallarıyla, normlarıyla, kanunlarıyla sosyal çevre de engelleme yaratabilir ve bireysel ya da bireyler arası düzeyde bir çatışmaya neden olabilir. Fakat kabul edilmesi gerekli olan bir tespit ise, modern yaşamda bireylerin karşılaştığı engellenmelerin en temel nedeninin uyuşmayan, zıtlaşan ihtiyaçlar olmasıdır (Sinha, 2003, s.347). Bu nedenle bu ünitede engellenme, bireyler arası çatışma başlığı altında incelenmektedir. Bireyler arası çatışma yaşayan kişiler, engellenme ile karşılaşırlar ve bu duruma yönelik birtakım savunma mekanizmaları geliştirirler. Her ne kadar engellenme karşısında gösterilen tepkiler, içinde bulunulan durumun koşullarına ve bireyin bunları algılayış tarzlarına göre değişse de (Şerif ve Şerif, 1996, s.382), temelde ortak üç çeşit savunma mekanizması vardır. Bu mekanizmalar Saldırganlık, Uzlaşma ve Çekilme’dir. Saldırganlık (Aggresive), saplanma, yer değiştirme ve olumsuz tutum takınma olmak üzere üç çeşit mekanizmadan oluşmaktadır. Saplanmada (Fixation) birey, çatışmaya saplanır kalır veya çatışmayı çözmeyeceği gayet belirgin olan bir davranışı sergilemeye devem eder. Örneğin ekonomik kriz nedeniyle maaşlarında belli bir düşüş yaşayan çalışanın, yöneticisine kızdığı için sürekli olarak işyerindeki makinelere zarar vermesi gibi. Yer değiştirmede (Displacement) birey, çatışmanın nedeni olmayan başka bir kişiye sinirini veya saldırganlığını yansıtmaktadır. Önceki örnekten devam edersek, maaşı düşen bireyin sinirini çalışma arkadaşından çıkarması gibi. Son olarak, olumsuz tutum takınmada (Negativism), birey, sorunu çözmeye yönelik her girişime karamsar yaklaşmakta; pasif veya aktif bir direnme sergilemektedir. Örneğin yönetici, maaşların düşmesi nedeniyle ücretsiz servis veya yemek teklifi sunmakta, fakat çalışan bu girişimlerin hiç birini kabul etmemektedir. Uzlaşma (Compromise), çatışma yaratan durumda çatışma için en iyisini yapmayı amaçlar. Bu mekanizma, dengeleme, mantığa büründürme ve özdeşim mekanizmalarından oluşmaktadır. Dengelemede (Compensation), birey olumsuz bir durumu telafi etmek için enerjisini başka bir eylemde kullanmaya çabalamaktadır. Örneğin, ailesiyle iyi ilişkileri olmayan bir kişinin, zamanının birçoğunu sokak çetesinde geçirmesi gibi. Mantığa büründürme (Rationalization) ise, bireyin tutarsız veya istenmeyen davranışlara, inançlara, kendince kabul edilebilir açıklamalar getirmesidir. Örneğin, babasının rüşvet aldığını öğrenen çocuğun “maddi durumumuz çok kötü, hem de bu işi herkes yapıyor” diyerek durumu kendince kabul edilebilir göstermesidir. Özdeşimde (Identification) ise birey, bir diğer kimsenin davranışını gözlemleyerek, kendi davranışını ona göre oluşturur. O kişinin değer ve inançlarını benimser. Çekilme (Withdrawal), bireyin fiziksel ve psikolojik araçları kullanarak, çatışma yaratan durumdan uzaklaşmaya çalışmasını ifade etmektedir. Kaçma/Çekilme, dönüşme ve hayal kurma, çekilme mekanizması içerisinde yer almaktadır. Kaçma (Flight)/Çekilme (Withdrawal), bireyin fiziksel veya ruhsal olarak çatışma yaratan durumdan kaçmasını veya çekilmesini ifade etmektedir. Fiziksel olması, kaçma; ruhsal olması ise çekilme kavramıyla ifade edilmektedir. Bireyin çatışma yaşadığı arkadaşıyla odasını değiştirmesi kaçmaya örnek oluşturmaktadır. “Artık umurumda değil, önemsemiyorum” gibi duygusal bir tepki ise çekilmeyi ifade etmektedir. Dönüşmede (Conversion) duygusal çatışmalar, fiziksel belirtilere dönüşür. Son olarak, hayal kurmada (Fantasy), günlük hayaller kurularak, mevcut çatışmalı durumdan kurtulmaya çalışılır (Nelson ve Quick, 2007, s.312-314). Bireylerin çatışma durumlarında kullanmayı tercih ettikleri savunma mekanizmalarını bilmek, yöneticilerin çatışmayı etkin bir şekilde yönetmeleri açısından oldukça önemlidir. Serdar Kaypakoğlu’nun 2008 yılında Derin Yayınları’ndan çıkan Kişilerarası İletişim, Cinsiyet Farklılıkları, Güç ve Çatışma isimli kitabı okunabilir. Grup Düzeyinde Çatışma Grup düzeyindeki çatışmalar, grubun kendi içinde yaşadığı ve gruplar arasında yaşanan çatışma olarak ikiye ayrılmaktadır. 12 Grup İçi Çatışma Bu çatışma türü, grup üyeleri arasındaki sosyal etkileşimi biçimlendiren hedef ve ilgilerin farklılığına ve üyelerin ortak bir hedefe varmak için birbirlerine bağımlı olma derecesine göre şekillenen bir süreçtir (Korsgaard ve diğerleri, 2008, s.1227). Grup içindeki birey veya bireylerin değerleri, statüleri, rolleri grup içindeki diğer bireylerden farklı olduğunda grup içi çatışmaların yaşanma sıklığı artmaktadır. Bu çatışmada grup normları da önemli bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla, birey sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için grubun içerisinde kalmak istiyordur, fakat grup normlarıyla da ters düşmektedir. Grup içi çatışmanın ortaya çıkma olasılığını arttıran çeşitli durumlar bulunmaktadır. Bu durumlar şu şekilde belirtilebilir: • Grubu ilgilendiren bir sorunun ortaya çıkması, • Grup liderinin davranışları ile grup üyelerinin beklentilerinin birbirine uymaması, • Çevrenin, gruba yeni değerler benimsemesi konusunda baskı yapması, • Bireyin grup içindeki rolü ve grup dışındaki rolü arasında uyumsuzluk olması, • Grup üyelerinin toplumun faklı kesimlerinden gelmesi (Ranganayakulu, 2005, s.20). Gruplar Arası Çatışma İki veya daha fazla grup arasında uyuşmazlık nedeniyle ortaya çıkan çatışmalar, gruplar arası çatışmayı ifade etmektedir. Özellikle iki takım arasında yaşanan çatışma, departmanlar arası çatışma, gruplar arası çatışmaya örnek verilebilir. Gruplar arası çatışma, iç grup ve dış grup ayrımının katı bir şekilde yapılmasına neden olur. Üyelerin sevdikleri bir grup, iç grup olarak tanımlanırken; başka gruplar, dış grup olarak tanımlanmaktadır (Şerif ve Şerif, 1996, s.751). Bireyler bir araya geldiklerinde ve ortak amaçlara ulaşmak için uyum içinde çalıştıklarında, iç grup oluşmaktadır. Bu grup bağı, grup üyelerinin arkadaşlık tercihlerinin diğer gruba tayin edilen kişilere karşı azalmasına, kendi grubundaki kişilere karşı artmasına neden olmaktadır (Şerif ve Şerif, 1996, s.294, 751). Bireyler arası ve gruplar arası çatışma bazen birbirine karıştırılmakta ve birbirinin yerine kullanılmaktadır. Burada üzerinde durulması gereken nokta, bireyler arasında yaşanan çatışmanın tamamen bireysel ilişkilerden ve kişilik özelliklerinden kaynaklandığıdır. Bireyler arası çatışmada, belli bir sosyal gruba üye olmanın getirdiği bir etken veya sebep söz konusu değildir. Oysa gruplar arası çatışmada, kişisel özellikler veya kişisel ilişkilerin yerine belli bir sosyal gruba üye olmaktan kaynaklanan sebepler söz konusu olmaktadır (Tajfel ve Turner, 2004, s.34). Örgüt Düzeyinde Çatışma Birey ve grup dışında çatışmaların sıklıkla görüldüğü bir diğer yer örgütlerdir. Örgüt düzeyindeki çatışmalar, örgüt içi ve örgütler arası olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Örgüt İçi Çatışma Örgüt içerisinde potansiyel çatışma yaratacak koşulların sayısı oldukça fazladır. Özellikle, örgütte kaynakların kıtlığı göz önüne alındığında, birey, grup ya da departmanların amaçlarına ulaşmak için kaynak dağılımında çatışma yaşanması yüksek bir olasılıktır. Örgüt yapısı, örgüt kültürü, yönetici-çalışan ilişkisi gibi birçok faktör, örgüt içindeki ilişkileri ve çatışma düzeyini yakından etkilemektedir. Örgüt içindeki çatışmaları dikey çatışma ve yatay çatışma adı altında incelemek mümkündür: • Dikey Çatışma: Örgütte farklı kademeler ve statüler arasında meydana gelen çatışmadır. Bu tür çatışmalara genelde üstlerin astları fazla baskı altına almaları, zorlamaları sonucunda rastlanır. • Yatay Çatışma: Bir örgütte aynı kademe veya statüde olan bireyler arasında yaşanan çatışma yatay çatışmadır. Çıkar çatışmaları, amaç farklılıkları, kaynak kıtlığı bu tür çatışmanın sebepleri arasındadır (Özkalp ve Kırel, 2001, s.400). 13 Örgütler Arası Çatışma Örgütler arası çatışma, iki veya daha fazla örgüt arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Bir örgüt, üretim yapabilmesi için kendisine mal tedarik eden diğer bir örgütle zamanında gelmeyen mallar için çatışma yaşayabilir. Örneğin yiyecek sektöründe faaliyet gösteren bir şirkete mal tedarik eden diğer bir şirketin ürettiği mallara ilişkin olumsuz görüntülerinin internet ortamında yer alması ve bunun üzerine oluşan tepkiler üzerine alım yapan şirket ve tedarikçi şirket çatışma yaşayarak yollarını ayırabilirler. Ya da rakip takım, diğer takımın oyuncuları hakkında asılsız haberleri medyaya sızdırdığında çatışma olgusu ile karşı karşıya kalınır. Buraya kadar sözü edilen çatışma türleri, ortaya çıkmış ve açıkça dışarıdan varlığı fark edilen çatışmalardır. Fakat, yaşanan her çatışmanın su üstüne çıkması veya dışarıdan fark edilmesi gibi bir şart yoktur. Bazen çatışmalar gizlenmeye çalışılır. Bu çatışmalar, resmi olmayan tartışmalar şeklinde ortaya çıkar ve anlaşmazlığın sebebi açıkça konuşulmaz, bu nedenle de çözümü için herhangi bir adım atmak zorlaşır. Yöneticiler, gizli çatışmaları gözlemlemeli ve zamanında müdahale etmelidirler. Aksi takdirde, pasif direnişten aktif, örgüte ve bireylere zarar verici aktivitelere kadar geniş bir yelpazede bu çatışmaların sonuçları kendini gösterebilir (Singh, 2010, s.306). ÇATIŞMA SÜRECİ Pondy (1967), çatışmayı bir süreç olarak modelleştirmiştir. Bir başka ifadeyle, çatışmanın aşamaları vardır. Bu aşamaları başlatan sebepler ve aşamaların özellikleri birbirinden farklıdır. Şekil 1.2’den de görüleceğe üzere, bu modele göre çatışma, dört aşamada ele alınmıştır. Bunlar, Potansiyel (Gizli) Çatışma, Algılanan Çatışma, Hissedilen Çatışma ve Açık Çatışmadır. Potansiyel çatışmada, çatışmaya neden olan koşulların mevcudiyeti söz konusudur. Kıt kaynaklar, amaç farklılıkları, kontrol baskısı, rol çatışması gibi koşulların mevcudiyeti potansiyel olarak çatışma yaratabilirler. Bu potansiyel koşullar pusuda gizlenmiş askerler olarak düşünülebilir ve uygun koşullar oluştuğunda ise çatışma başlar. Bu kapsamda, aynı anda iki veya daha fazla potansiyel çatışma yaşanması söz konusu olabilir. Algılanan çatışma, potansiyel çatışma koşulları var olmadan ortaya çıkabilir. Bu durum, çatışma yaşayan tarafların birbirlerini yanlış anlamalarından kaynaklanabilir. Bu yönde bir çatışmanın taraflar arasında iletişimi sağlayarak veya güçlendirerek giderileceği savunulmaktadır. Bazen de potansiyel çatışma koşulları var olsa da, çatışma algılanmaz. Çatışma koşulları var olsa da, çatışmanın algılanmasını engelleyen iki mekanizma vardır: Bastırma ve dikkat yoğunlaştırma. Bireysel değerlerle ilgili bir çatışma yaşandığında genellikle bastırma mekanizması kullanılır ve bu nedenle çatışma algılanmayabilir. Örgütsel değerlerle ilgili bir çatışmada ise, örgütlerin sınırlı zaman ve kapasitesi göz önüne alındığında, çok sayıda karşılaşılan çatışmalardan sadece alışılagelmiş (rutin), çözümü kolay ve kısa süren sorunlara dikkat yoğunlaştırılır. Hissedilen çatışma, çatışma sürecinin duygularla ilgili kısmıdır. Algılanan çatışmadan farklı olarak, çatışma nedeniyle taraflardan biri veya hepsi gerilim, endişe, engellenme duyguları hissetmeye başlarlar (Pondy, 1967, s.352). Her çatışma, bu süreci yaşayacaktır diye bir koşul yoktur. İki kişi aralarında anlaşmazlık yaşar, fakat birbirlerine karşı olumsuz duygular beslemeyebilir. Örneğin yaşanan çatışmayı çözülmesi gereken ve kişisel olmayan bir anlaşmazlık olarak algılayabilirler. Aksi durumlarda ise sözlü veya uç durumlarda fiziksel olarak düşmanca duygular yaşanabilir. Şekil 1.2’de algılanan ve hissedilen çatışmada iki yönlü ok akışının olmasının sebebi, bazı durumlarda hissedilen duygular o kadar şiddetlidir ve çatışma o kadar kişiselleştirilmiştir ki, kişinin bu olumsuz duyguları, ortada bir sebep yokken başka bir zaman da çatışma yaratabilir. Olumsuz duygular içeren çatışma süreçleri ise çözülmesi en zor çatışma örneklerini oluşturur (Champoux, 2010, s.269). Açık çatışmada, artık çatışma tarafların davranışlarına yansımaktadır. Bilinçli bir şekilde bir taraf, diğer tarafın amacına ulaşmasını engelleyecek davranışlar sergiler (Pondy, 1967, s.352). Bu davranışlar, sözlü, yazılı ve fiziksel saldırıları içerebilir. Bu saldırılar arasında fiziksel olanları, karşı tarafı yaralamayı içeren en olumsuz çatışma sürecini ifade eder. 14 Çatışmanın bitişi, başka bir ifadeyle çatışmanın nasıl bittiği önemlidir. Çatışma, tarafları memnun edecek şekilde bittiğinde, bir süre sonra potansiyel çatışmanın yaşanma olasılığı azalmış demektir. Fakat çatışma, taraflardan birini veya tümünü memnun edecek şekilde bitmediyse, bir süre sonra potansiyel bir çatışma için gerekli koşullar yeniden ortaya çıkacaktır (Champoux, 2010, s.270). Potansiyel (Gizli) Çatışma Hissedilen Çatışma Algılanan Çatışma Açık Çatışma Çatışmanın Bitişi Şekil 1.2: Çatışma Süreci Kaynak: Champoux, J. (2010). Organizational Behavior: Integrating Individuals, Groups and Organizations, USA: Routledge Publication, s.268. Pondy’nin çatışma sürecine ilişkin modelini bir örnek üzerinde açıklayacak olursak, bir basketbol final müsabakasını varsayarak başlayabiliriz. Tek tarafın kazanıp kupayı alacağı bir müsabaka, başlama düdüğü anı itibariyle potansiyel (gizli) bir çatışma niteliğindedir. Yani sadece çatışma koşulları mevcuttur ve açık çatışma doğmaması ihtimali yüksektir. Oyunun ilerleyen bölümlerinde 20 sayı geriye düşen A takımının oyuncularının “acaba bu maçı kaybeder miyiz?” diye düşünmeleri, ancak bu düşünceleri hemen “yok canım, gayet iyi oynuyoruz. Sadece biraz şansızdık. Ama böyle devam edersek aradaki farkı kapatıp maçı kazanırız” şeklinde bir mantık yürüterek bastırmaları algılanan çatışmanın tipik bir örneğidir. Oyunun sonlarına doğru farkı kapatamayan A takımı oyuncularının stres, gerginlik, endişe duyguları yaşamaları hissedilen çatışmaya gelindiğini gösterir. Nihayet hakemin çok kritik bir anda A takımının aleyhine yanlış bir karar vermesiyle, A takımının oyuncularının hakemin üzerine yürümesi ve sahanın bir anda karışarak maçın yarıda kalması açık çatışma davranışı olarak düşünülebilir (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.265). Çatışmanın her zaman bu dört aşamadan geçmesi gerekmez. Örneğin bazen algılanan düzeyde çatışma çözümlenebilir ve açık çatışmaya dönüşmesine gerek kalmaz (Pondy, 1967, s.350). Yöneticilerin çatışma yönetiminde ilk dikkat etmeleri gereken konu, öncelikle çatışmanın konusunu ve düzeyini belirlemektir. Çatışma, işe ilişkin ise ve belli bir yoğunluk düzeyinin altında ise çatışmanın azaltılmaya çalışmasına gerek yoktur. Fakat, çatışma belli bir düzeyin üzerine çıkmış ve işten ziyade kişisel çatışmalar oluşmaya başlamışsa, bu noktada çatışmanın azaltılması gerekir. Çatışmayı, açık 15 çatışmaya dönüşmeden çözmek daha kolay olacaktır. Süreç uzadıkça ve anlaşmazlıklar devam ettikçe, çatışmanın doğuracağı olumsuz sonuçlar daha da artacaktır. Amerikan Ulusal Basketbol Ligi'nde (NBA), takımların sahipleri ve takımların oyuncuları arasında oyuncu maaşları ve NBA gelirlerinin dağılımıyla ilgili çıkan anlaşmazlık nedeniyle lokavt kararı verilmiş ve maçlar iptal edilmiştir (Kasım 2011). NBA takımlarının sahipleri ve takımların oyuncuları arasında yaşanan bu anlaşmazlık, çatışmanın hangi süreçte olduğunu göstermektedir? 16 Özet Birey veya grubun ihtiyaçlarının, amaçlarının, değer yargılarının, bakış açılarının, diğer bireyin veya grubunkilerle uyuşmaması, zıtlaşması çatışma olarak tanımlanmaktadır. Engellenme, rekabet, gerilim, anlaşamama, direniş, karşıtlık gibi terimler, çatışma kavramını tanımlarken sık sık kullandığımız terimlerdir. Sadece bu terimler bile, çatışmanın olumsuz ve zararlı bir olgu olarak algılanmasına neden olmaktadır. Fakat, çatışmaya olumsuz anlamların yüklendiği dönemler, eski yönetim teorilerine dayanmaktadır. Yeni teorilerin gelişmesi, teknoloji ve rekabet koşullarının değişmesi, çatışmayı değerlendirirken çatışma konusunun ve çatışma düzeyinin önemli olduğuna işaret etmektedir. Göreve, işe ilişkin fikir düzeyindeki bilişsel çatışmalar, belli bir şiddetin altında olduğu sürece örgüte fayda getirirken; ilişkilere yönelik duygusal çatışmalar, örgüte zarar vermektedir. Çatışma olmadan, örgütlerde değişim olması, yeniliğin artması, hatalı süreçlerin iyileştirilmesi daha zor olacaktır. profesyonel iş yaşamında yeri olmayan anlaşmazlıklar söz konusudur ve yoğunluğu çok düşük olsa bile örgüt birliğine zarar verir. Bireyin kendi içinde yaşadığı çatışmalar ise amaç ve rol çatışması olarak ayrılır. Amaç çatışması bir amaca ulaşılması, diğer amaçtan uzaklaşılması anlamına gelir. Rol çatışmasında ise birey olarak sahip olduğumuz anne, abla, öğretmen gibi farklı rollerin bizden beklentilerinin birbiriyle çakışması, üst üste gelmesi söz konusudur. Bireyler arası çatışma iki veya daha fazla kişi arasında yaşanan çatışmayı ifade eder. Grup düzeyinde yaşanan çatışmalar ise grup içi ve gruplar arası çatışmalar olarak ikiye ayrılır. Örgüt düzeyinde yaşanan çatışmalar ise örgüt içi ve örgütler arası çatışma biçiminde gruplanır. Bireyler arası ve gruplar arası çatışmalar, birbirine en çok karıştırılan çatışma türleridir. Bireyler arası çatışmalar, bireysel konulardan, bireysel anlaşmazlıklardan doğarken; gruplar arası çatışmalar, grup kimliğinin ve iç grup-dış grup ayrımının ortaya çıkardığı çatışmalardır. Örgüt içi çatışmalar, aynı kademede, statüde bulunan kişiler arasında meydana gelirse yatay çatışma; farklı kademe ve statüde bulunan kişiler arasında meydana gelirse dikey çatışma olarak ifade edilmektedir. Çatışma, çok boyutlu bir olgudur; bir boyutu ile örgüte fayda getirirken, bir boyutuyla örgütte işbirliğini, uyumu bozabilir. Çatışmayı analiz ederken, çatışmanın taraflarını iyi saptamak gerekir. Bunun için de çatışma türlerini bilmek gerekir. Çatışmanın yönetiminde belki de en önemlisi çatışmanın fonksiyonel olup olmadığına; bir başka ifadeyle örgütte yarattığı sonuçlara odaklanmak gerektiğidir. Fonksiyonel çatışma, işin nasıl yapılacağına ilişkin ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır; bu tür çatışmalara bilişsel çatışma da denilebilir. Bu görüş ayrılıkları örgüt için faydalıdır, çünkü farklı düşüncelerin tartışılması, işe ilişkin en doğru kararın alınmasını beraberinde getirecektir. Ayrıca tartışılarak, herkesin fikrini söyleyerek alınan kararların benimsenmesi daha yüksek bir olasılıktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise bilişsel çatışmaların çok şiddetlenmemesi ve çok uzun sürmemesidir. Aksi takdirde, fonksiyonel çatışma olarak adlandırılmaları imkânsızdır. Potansiyel (Gizli) Çatışma, Algılanan Çatışma, Hissedilen Çatışma ve Açık Çatışma ise çatışmanın sürecini oluşturmaktadır. Potansiyel çatışmada, çatışma yaratacak koşullar veya nedenlerin varlığı söz konusudur. Fakat bu nedenlerin varlığı, çatışma çıkması için yeterli değildir. “İki kişi veya grup arasında çatışma vardır” diyebilmek için çatışmanın algılanması gerekir. Hissedilen çatışmada ise artık çatışmanın tarafları çatışmayla yakından ilgili endişe, gerilim, kaygı gibi hisler yaşamaya başlamaktadırlar. Çatışmanın son sürecinde ise karşı tarafı engellemeye, ona zarar vermeye yönelik birtakım davranışların sergilenmesi söz konusudur. Çatışmanın nasıl bittiği, çatışma süreci açısından önemlidir. Çatışma yaratan sorun ortadan kalkmadıysa, sadece bir süreliğine mevcut sorunun üstüne sünger çekildiyse, bu durumda çatışma süreci iyi yönetilmemiş demektir. Çok büyük bir olasılıkla çatışma yeniden başlayacaktır, çünkü potansiyel çatışma koşulları halen varlığını sürdürmektedir. Fonksiyonel olmayan çatışma ise örgüte zarar veren, ilişkilerin bozulmasına neden olan, işlerin yavaşlamasına ve hata oranının yükselmesine yol açan çatışmalardır. Bilişsel çatışmalardan farklı olarak duygusal çatışmalar, bu çatışma türünde değerlendirilebilir. Duygusal çatışmada bireysel çekememezlik, birbirinden hoşlanmama gibi 17 Kendimizi Sınayalım b. İşbirliği 5. Basketbol takımına yetiştirilmek üzere yetenekli çocukların seçileceği bir jüride görevli olan koçun oğlunun da bu seçmelere katılması, koçun yaşadığı rol çatışması türlerinden hangisine bir örnek oluşturmaktadır? c. Engellenme a. Göndericiler arası rol çatışması d. Koordinasyon b. Roller arası rol çatışması e. Uyum c. Rol göndericinin kendi içindeki çatışması 2. Çatışmanın, kaçınılması gereken bir olgu olduğunu, örgüte zarar verdiğini savunan yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir? d. Rol belirsizliği 1. Aşağidaki terimlerden hangisi çatışmayı tanımlamak için kullanılan bir terimdir? a. Uzlaşma e. Kişi-Rol çatışması c. Modern yaklaşım 6. Rekabet duygusunu sevmeyen, takım içinde olmaktan hoşlanmayan ve hız-koordinasyon becerileri olmayan bir kişinin voleybolcu olmak istemesi bireyin yaşadığı rol çatışmalarından hangisine örnektir? d. Etkileşimci yaklaşım a. Kişi-rol çatışması e. Sistem yaklaşımı b. Roller arası rol çatışması 3. Aşağıdakilerden hangisi fonksiyonel olmayan çatışmanın sonuçlarından biridir? c. Rol göndericinin kendi içindeki çatışması a. Geleneksel yaklaşım b. İnsan ilişkileri yaklaşımı d. Rol belirsizliği a. Etkin kararlar alınmasına neden olur. e. Engellenme b. Zaman yönetimi sağlar. 7. Takım koçunun oyunculara karşı aşırı saldırgan davranışlar sergilemesini, oyuncunun “bizim başarılı olmamızı çok istiyor, o yüzden bu kadar sinirli davranıyor” diyerek olumsuz davranışı açıklamaya çalışması aşağıdaki savunma mekanizmalarından hangisine örnek oluşturmaktadır? c. Hataların ortaya çıkmasını sağlar. d. Kaynakların dağılımında adalet sağlar. e. İşbirliğini azaltır. 4. Sakatlandığı için basketbolu bırakmak zorunda kalan bir sporcunun geçimini sağlamak için hiç istemediği halde restoran işine girmesi bu sporcunun kendi içinde yaşadığı amaç çatışmalarından hangisine örnek oluşturur? a. Hayal kurma b. Kaçma c. Mantığa büründürme a. Yaklaşma-Yaklaşma d. Dengeleme b. Yaklaşma-Kaçınma e. Çekilme c. Engellenme d. Kaçınma-Kaçınma e. Rol Çatışması 18 8. Futbol takımında oyuncular arasındaki çatışma aşağıdaki çatışma türlerinden hangisine örnek oluşturmaktadır? Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. Dikey çatışma 1. c Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Kavramının Tanımı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Birey düzeyli çatışma 2. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışmaya İlişkin Yaklaşımlar ” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Grup içi çatışma d. Gruplar arası çatışma e. Yatay çatışma 3. e Yanıtınız yanlış ise “Fonksiyonel ve Fonksiyonel Olmayan Çatışma ” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. İki futbol takımı arasında maç sırasında kavga çıkması aşağıdaki çatışma türlerinden hangisine örnek oluşturmaktadır? 4. d Yanıtınız yanlış ise “Birey Düzeyinde Çatışma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Bireyler arası çatışma b. Birey düzeyli çatışma 5. b Yanıtınız yanlış ise “Birey Düzeyinde Çatışma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Grup içi çatışma d. Gruplar arası çatışma 6. a Yanıtınız yanlış ise “Birey Düzeyinde Çatışma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. e. Dikey çatışma 10. İş arkadaşıyla uzun süreden beri devam eden anlaşmazlık nedeniyle bireyin iş arkadaşını yöneticisine şikayet etmesi aşağıdaki çatışma süreci aşamalarından hangisine örnek oluşturmaktadır? 7. c Yanıtınız yanlış ise “Birey Düzeyinde Çatışma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. c Yanıtınız yanlış ise “Grup Düzeyinde Çatışma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Potansiyel çatışma b. Hissedilen çatışma 9. d Yanıtınız yanlış ise “Grup Düzeyinde Çatışma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Algılanan çatışma d. Onaylanan çatışma e. Açık çatışma 10. e Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Süreci” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 19 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 gerekli olan süre, bireyin en başta tecrübesine, sonra da kişilik özelliklerine göre değişecektir. Daha önce de başına benzer bir olay gelmiş kişi ya da daha kolay risk alabilen bir kişi için bu tür bir amaç çatışmasını çözmek çok daha kolay olacaktır. Bireylerin yaş, cinsiyet, etnik köken gibi demografik özellikleri ile kişilik, değer yargısı, tutumlar gibi özellikler bakımından farklı olması çatışma potansiyelini artıran bir durumdur. Fakat, birbirine benzeyen bireyler arasında da oldukça sık olarak çatışma yaşanmaktadır. İkiz kardeşleri düşündüğünüzde, birbirlerine ne kadar çok benzeseler de, ne kadar sık tartıştıkları rahatlıkla gözlemlenebilir. Sıra Sizde 5 İletişim teknolojisinin yaygınlaşması ve günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi, bireylerin ruhsal dünyasında büyük değişimler yaratmaktadır. İlk başta sahip olduğumuz rollerin sayısını artırmakta ve bu rolleri sanal dünyada daha görünür kılmaktadır. Örneğin bir facebook kullanıcısı olmak, bu sosyal medyada daha önceden görüşmediğimiz eski okul arkadaşlarımızla, iş arkadaşlarımızla yeni ilişkiler, dolayısıyla da yeni rol yükümlülükleri başlatmaktadır. Özellikle, gelişim çağındaki çocukların bilgisayar başında geçirdiği saatlerin toplamı, arkadaşlarıyla ya da ailesiyle yüz yüze geçirdiği saatleri aştığında bu çocuklar, kimlik gelişimini başarıyla tamamlayamamakta, kimlik çatışmaları yaşamaktadırlar. Sıra Sizde 2 Değişim ve çatışma yakından ilişkili iki kavramdır. Bir yerde çatışma yaşanmıyorsa, o yerde hiçbir şeyin değişmediğini, aynı kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Birbirinden farklı, birbiriyle zıtlaşan fikirler, beraberinde değişimi de getirecektir. Çatışma yaklaşımlarından geleneksel yaklaşım, çatışmadan kaçınılması gerektiğini düşündüğünden, bu yaklaşımı benimseyen yöneticilerin başında oldukları takım veya örgütte olumlu anlamda bir değişim yaratmaları oldukça zordur, hatta imkânsızdır. Etkileşimci yaklaşımda ise çatışmanın türü ve yoğunluğunu analiz edilerek, çatışma hedeflenen değişimi yaratacak şekilde kullanılabilecektir. Sıra Sizde 6 Sıra Sizde 3 Belirtilen örnekte çatışma sürecinin son aşaması olan açık çatışma sürecine girilmiştir. Bunun nedeni ise çatışma tarafları dışındaki kimselerin de artık bu çatışmayı rahatlıkla gözlemleyebilmesidir. Ayrıca çatışma sonuçları bireylerin hareketlerine ve kararlarına açık ve net bir şekilde yansımıştır. Maçlar iptal edilmiş ve lokavt kararı alınmıştır. Duygusal çatışma, bilişsel çatışmadan farklı olarak kişisel bir çatışmadır; bireysel anlaşmazlıkları, çekişmeleri içerir. Bu çatışmanın içinde olumsuz hisler, tutumlar söz konusudur. Kişi sayısının artması her zaman için çatışma potansiyelini artıran bir durumdur. Kişi sayısı çoğaldıkça, farklı kişiliklerin, birbirine zıt değer yargılarının sayısı artacaktır. Ayrıca takımlar, gruplar ya da örgütler büyüdükçe koordinasyonu ve işbirliğini sağlayan iletişim kanallarında da bozulmalar yaşanacaktır. Küçük gruplardaki etkileşim kalitesi, büyük gruplardaki etkileşim kalitesinden daha fazladır. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde ise çatışma yaşanma olasılığı oldukça fazla olacaktır. Sıra Sizde 4 Her bireyin amaç çatışmalarını benzer şekilde yönetmesi mümkün değildir, çünkü en başta her bireyin karşı karşıya kaldığı olayları algılama ve olaylara verdikleri tepkilerin biçimi farklılaşmaktadır. Örneğin kaçınma-kaçınma çatışmasında bireyin bir karara varması için 20 Yararlanılan Kaynaklar International Journal of Management, 13 (3), 206−235. Ahmad, F., Gilkar, N.A. & Darzi, J.A. (2008). Organizational Behavior. USA: Atlantic Publishers. Rahim, M. A. (2000). Managing Conflict in Organizations. USA: Greenwood Publishing. Amason, A. C. (1996). Distinguishing the effects of functional and dysfunctional conflict on strategic decision making: Resolving a paradox for top management teams. The Academy of Management Journal, 39 (1), 123-148. Ranganayakulu, K. (2007). Organizational Behavior. New Delhi: Atlantic Publishing. Robbins, S. P. (1978). Conflict management and conflict resolution are not synonymous. California Management Review, 21 (2), 67-76. Champoux, J. (2010). Organizational Behavior: Integrating Individuals, Groups and Organizations. USA: Routledge Publication. Roloff, M. E. & Ifert, D. E. (1999). Conflict management through avoidance: Withholding, complaints, suppressing arguments and declaring topics taboo. Sandra Petronio (Ed.), Balancing The Secrets of Private Disclosures içinde. Lawrence Erlbaum Publishing. Eren, E. (2008). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi (11.Baskı). İstanbul: Beta Yayınları. Fischer, M. F. (2010). The Application of the Controllability Principle and Managers’ Responses: A Role Theory. Germany: Gabler Verlag. Shergil, K. H. (2010). Psychology. New Delhi: PHI Learning. Jehn, K.A. & Mannix, E. A. (2001). The dynamic nature of conflict: A longitudinal study of intragroup conflict and group performance. The Academy of Management Journal, 44 (2), 238251. Sinha, D. (2003). Frustrations in industrial work. Frank Baker (Ed.), Industrial Organizations and Health içinde. Cambridge: Tavistock Press. Singh, K. (2010). Organizational Behavior. USA: Pearson Education. Gibson, J., Ivancevich, J. & Donnley, J. (1979). Organizations: Behavior, Structure and Processes. USA: Business Publications. Şerif, M. ve Şerif, W. C. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş I-II. Mustafa Atakay ve Aysun Yavuz (Çev.). İstanbul: Sosyal Yayınlar. Koçel, T. (2005). İşletme Yöneticiliği (10.Baskı). İstanbul: Arıkan Yayıncılık. Tajfel, H. & Turner, J. (1979). An integrative theory of intergroup conflict. William G. Austin & StephenWorchel (Ed.). The Social Psychology of Intergroup Relations içinde. Monterey, CA: Wadsworth. Korsgaard, A.M., Jeong, S.S., Mahony D.M. & Pitariu, A.H. (2008). A multilevel view of intragroup conflict. Journal of Management, 34 (6), 1222-1252. Tekrarslan, E., Kılınç, T., Şencan H. ve Baysal, A.C. (2000). Davranışın Sosyal Psikolojisi. İstanbul: İ.U. İşletme Fakültesi Yayın No:278. March, J. & Simon, H. (1958). Organizations. New York: Wiley Publications. Nelson, L. D. & Quick, C. J. (2007). Understanding Organizational Behavior. USA: South-Western Publications. Thomas, K.W. (1992). Conflict and conflict management: Reflections and update. Journal of Organizational Behavior, 13 (3), 265-274. Nevid, J. (2009). Psychology: Concepts and Applications. USA: Houghton Mifflin Company. Thomas, J.L., Bliese, P.D., & Jex, S. M. (2005). Interpersonal conflict and organizational commitment: Examining two levels of supervisory support as multilevel moderators. Journal of Applied Social Psychology, 35 (11), 2375-2398. Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2001). Örgütsel Davranış. Eskişehir: ETAM Matbaa. Pondy, R. L. (1967). Organizational conflict: Concepts and models. Administrative Science Quarterly, 12 (2), 349-353. Rahim, M. A. (2002). Toward a theory of managing organizational conflict. The 21 Conflict 2 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Çatışmayı ortaya çıkaran nedenleri analiz edebilecek, Çatışmanın olumlu ve olumsuz sonuçlarını birey ve örgüt düzeyinde değerlendirebilecek, Çatışmanın türleri ve sonuçları arasındaki ilişkiyi açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Merkezileşme Kontrol Odağı Uzmanlaşma Tükenme Formelleşme Örgütsel Bağlılık İletişim Örgütsel Güven Kendini Yansıtma Takım Performansı İçindekiler Giriş Çatışmayı Ortaya Çıkaran Faktörler Çatışmanın Sonuçları 22 Çatışmanın Nedenleri ve Sonuçları GİRİŞ İnsanın doğası, diğer bireylerle etkileşimi, sosyal yapıyı düzenleyen kurallara göre rol ve sorumluluklar oluşturması, amaçlarının peşinden gitmesi gibi pek çok faktörü beraberinde getirmektedir. İnsanın zamanının çoğunluğu amaçlarının bir kısmını yerine getirmek için üyesi olduğu örgütlerde geçmektedir. Belli bir amaç için bir araya gelmiş insan toplulukları olan örgütlerde sınırlar, roller, iş yapma süreçleri belirlenmiştir. Her örgütün kendine özgü yapısı içerisinde bir araya gelen bireyler, bir yandan kendi bireysel amaçlarına ulaşmaya çalışırken, diğer yandan üyesi olduğu örgütün amaçlarına ulaşmasına yardım eder. Bu örgütler ister özel, ister kamusal bir örgüt olsun; ister kar amacı güden ya da gütmeyen bir örgüt olsun sonuçta bu tür örgütsel yapılar içerisinde kaynakların kıt olması, bireysel amaçların ve düşünce şekillerinin farklılaşması, farklı kişilik özelliklerinin mücadelesi gibi nedenlerle çatışma yaşanma olasılığı oldukça yüksektir. Genel olarak farklı ülkelerdeki araştırma sonuçları incelendiğinde, ülkemiz de dâhil olmak üzere, örgütlerde çalışanların büyük bir çoğunluğu yaşadıkları çatışmalardan duydukları rahatsızlıkları dile getirmektedirler. Etkin yönetilmeyen bir çatışma ise hangi düzeyde olursa olsun hem bireylere hem de örgütlere büyük zararlar vermektedir. Bireylerin stres düzeylerinin yükselmesiyle, çatışmanın sağlık sorunları başta olmak üzere yaşam kalitesini olumsuz etkilediği görülmektedir. Örgüt düzeyinde etkin yönetilmeyen çatışmalar ise örgüt performansını düşürmektedir. Örgüt performansının düşmesinin başlıca sebepleri sürekli hastalanan, işe devamsızlık yapan çalışanlar; iş ilişkilerinin bozulduğu, güvenin düştüğü, bu nedenle de takım çalışmalarının yavaşladığı ve hata oranlarının arttığı çalışma ortamları olarak özetlenebilir. Bu ünitede çatışmanın bireylerden ve örgütlerden kaynaklanan nedenleri ayrıntılı olarak açıklanacaktır. Bir önceki ünitede üzerinde durulan çatışma türlerini analiz eden bir yöneticinin ikinci olarak yapması gereken, bu çatışmaların bireylerden ve örgütten kaynaklanan nedenlerini saptamaktır. Aksi takdirde nedeni bilinmeyen bir anlaşmazlığın ya da zıtlaşmanın yaratacağı olumsuz sonuçlardan kaçınmak mümkün olamayacaktır. ÇATIŞMAYI ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER Çatışmanın etkin bir şekilde yönetilmesini zorlaştıran nedenlerin başında çatışmayı ortaya çıkaran faktörlerin çok çeşitli olması gelmektedir. Birey, grup ve örgüt düzeyinde yaşanan çatışmalar, her düzeye ilişkin farklı çatışma nedenlerinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Yöneticilerin çatışmayı ortaya çıkaran faktörleri analiz etme gerekliliği iki önemli ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. İlk olarak yöneticinin “çatışmayı destekleyecek miyim yoksa çatışmayı azaltacak mıyım?” sorusuna cevap vermek için bu faktörleri analiz etmesi gerekir. İkinci olarak da yöneticinin var olan çatışmaya ilişkin harekete geçmesi ve gerekli tedbirleri alabilmesi için çatışmanın nedenlerini bilmesi gerekmektedir. Nedenleri doğru ve objektif bir şekilde analiz edilmemiş bir çatışmanın etkin bir şekilde yönetilmesi mümkün değildir. Kaynağı yanlış yerlerde arandığında, gerçek sorunlar büyümeye ve verimlilik kaybı yaşanmaya devam edecektir. Çatışmanın nedenlerini bireysel, örgütsel ve iletişimden kaynaklanan nedenler olmak üzere üç başlık altında incelemek mümkündür. 23 Çatışmayı Ortaya Çıkaran Bireysel Faktörler Çatışmayı kaçınılmaz kılan gerçeklik, çatışmanın merkezinde insanın olmasıyla ilgilidir. İnsanın diğer bireylerle etkileşimi var olmaya devam ettiği sürece çatışma da hayatın merkezinde yer almaya devam edecektir. Bu nedenle de, bu başlık altında hangi kişilik ve grup özelliklerinin daha fazla çatışma yarattığı üzerinde durulacaktır. Kişilik Özellikleri Bireylerin kişiliği, çatışmanın doğasını ve çatışmayı ortaya çıkaran faktörleri değiştirmektedir. Hepsinden de önemlisi bireylerin tarafı olduğu çatışmaya verdikleri tepkileri ve çatışmayı nasıl yönettiklerini çok yakından etkilemektedir. Bazı bireyler, çatışmaya daha yatkındır; içinde bulundukları ortam, kişiler, kurallar değişse de, onların çatışmayla ilişkisinde değişen bir şey olmaz. Bu tür bireyler, bir şekilde çatışma içeren olayların içinde olmaktan kurtulamazlar. Bir süre sonra da üyesi oldukları sosyal gruplardan veya örgütlerden uzaklaştırılırlar. Bazı bireyler ise kişilikleri gereği daha az çatışma yaşarlar; yaşadıkları çatışmayı ise çok daha etkin bir şekilde yönetirler. Şimdi, kişilik özellikleri ve çatışma yaşanma sıklığı arasındaki ilişkiyi inceleyelim: Otoriter ve baskıcı kişilik çatışmayı arttırırken, yeniliğe, değişime karşı çıkan dogmatik kişilik yapısı çatışmalara neden olmaktadır (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.29). Örgütte çalışma arkadaşlarının fikirlerini dinlemeyen, alınan kararlarda onların fikirlerini sormayan, tek başına karar almayı tercih eden kişiler, örgüt içinde hem yatay hem de dikey çatışmalar yaşanmasına neden olurlar. Çünkü uzmanlaşmanın artması ile birlikte her bireyin yaptıkları işle ilgili olarak farklı fikir ve görüşlerinin olması çok doğal bir süreçtir. Özellikle kıdem ve statü arttıkça bireyler için fikirlerinin alınması ve kendilerine danışılması çok önemlidir; fakat bu kişilerin ortak karar alma süreçlerinde otoriter ve baskıcı kişilerle çalışmaları hem alınan kararların kalitesini azaltır hem de bireylerde iş tatminsizliği yaratır. Otoriter kişilerin astlarına emir vererek, tehdit ederek iş yaptırması, astlarıyla olan ilişkilerinde katı bir hiyerarşiyi tercih etmesi, ast ve üstler arasında yaşanan dikey çatışmaları da artıracaktır. Sinirli, sabırsız, bencil özellikleriyle ön plana çıkan A tipi kişilik yapısına sahip bireyler de diğerleriyle daha sık çatışma yaşamakta ve çatışmayı çözmek için işbirlikçi davranışları daha az sergilemektedirler (Baron, 1991). A tipi kişilik yapısına sahip bireyler, özellikle bireyler arası çatışma yaşamaya daha yatkındır. Bu kişilerin takım çalışması yapmayı gerektiren işlerden ziyade bireysel çalışmanın daha fazla olduğu işlerde çalıştırılmaları potansiyel çatışma riskini düşürecektir. Çok çabuk sinirlenmeleri, hatayı tolere edememeleri, rekabet duygularının çok yüksek olması, birlikte çalıştıkları kişilerle daha fazla sorun yaşamalarına neden olur. Bu kişilerin yönetici pozisyonunda olması ise örgüt içindeki dikey çatışmaların yoğunluğunu artırır. Kendini yansıtma özelliği yüksek olan kimseler ise içinde bulundukları durum neyi gerektiriyorsa o şekilde davranırlar; başarılı tiyatrocular veya politikacılar gibi karşı tarafın duymak istediklerini söylerler (Mehra ve diğerleri, 2001, s.124). Bu bireyler, karşı karşıya kaldıkları ortamda yer alan kişiler, onları insanlara yardım etmeyi seven, arkadaş canlısı, kolay ilişki kuran bir kişilik olarak görmek istiyorlarsa, bu özellikleri taşıyan bireylermiş gibi hareket ederler. Örneğin evlere makyaj malzemesi satmaya giden bir pazarlamacı, her gittiği evdeki kadınların tutum ve değerlerine uygun hareket etmeye çalışır. Bir evde modern, sosyal, çalışan, aktif bir kadın tipiyle karşılaştığında davranışlarını, sohbet konularını bu tipe uygun seçer. Bu pazarlamacı, başka bir evde geleneksel bir kadın tipiyle karşılaştığında ise tamamen farklı bir kişilik sergiler. Bu özellikleri taşıyan bireylere kendini yansıtma özelliği olan kişiler denir. Bu kişilerin ortama göre tutum ve davranışlarını değiştirmeleri ise onların daha az bireyler arası çatışma yaşamalarını sağlar. Kendini yansıtma özelliği yüksek olan bireyler, özellikle örgütlerde bu özelliği düşük olanlara göre daha hızlı terfi alan, daha başarılı sayılan kişilerdir. Bu kişiler örgütün kural ve süreçlerine daha kolay uyum sağlar, kendilerinden beklenenleri kolaylıkla algılar ve yerine getirirler. Fakat bu tür kişiler rol çatışması yaşamaya daha yatkındırlar (Nelson ve Quick, 2009, s.87). Birbirinden çok farklı rollere uyum sağlamaya ve zıtlaşan rol beklentilerini yerine getirmeye çalışırken daha fazla stres ve sağlık sorunlarına maruz kalırlar. Rol göndericiler, bu kişiliklere sahip bireylere rollerine ilişkin yeni mesajlar veya farklı 24 roller göndermeye devam ederler, çünkü karşılarındaki kişinin bunlara rahatlıkla uyum sağlayacağına ve bu işlerin de altından kalkacaklarını düşünürler. Bu yönde bir davranış ise bireylerin daha fazla iş yükü ile karşılaşmalarına neden olur. Negatif etkililiği olan, bir başka ifadeyle olaylara karamsar yaklaşan ve sürekli olumsuz düşünen bireyler ise en fazla çatışma yaşayan kişiler olarak nitelendirilir. İş-aile çatışması yaşayan bireylerin genellikle negatif etkililiği yüksek olan ve A tipi kişilik özellikleri taşıyan bireyler olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmaktadır (Carlson, 1999). Negatif etkililiğin tam tersi olan pozitif etkililik ise bireyin kendisi hakkında, diğerleri hakkında ve dünya hakkında olumlu görüş ve hislere sahip olmasıyla ilgilidir. Bu kişiler, kendileriyle daha barışıktırlar; diğerlerine yardım etmeyi severler ve gelecek hakkında umut taşıyan düşüncelere sahiptirler. Bu özellikleri ise onların iş ve yaşamdan duydukları tatminin yüksek olmasına neden olur. Özellikle bireysel düzeyde yaşanan kaçınma-kaçınma ya da yaklaşma-kaçınma gibi çatışmalarını çok daha sağlıklı bir şekilde çözebilirler. Gruplar, bu tür kişilik özelliklerine sahip üyelerden oluştuğunda grup içi çatışmalar daha az yaşanırken; hem pozitif hem de negatif etkililiği olan kişilerden oluşan gruplarda işbirliği yapma olasılığı çok düşüktür. Ortak bir karara varmak ve işleri zamanında kaliteli bir şekilde bitirmek zorlaşır. Çünkü negatif etkililik sonucunda başkalarına yardım etmeyi sevmeyen, işe devamsızlık yapan, verimlilik karşıtı davranışları sergileyen çalışanlar ve yöneticiler, birlikte çalıştıkları kişileri de oldukça olumsuz etkilerler. A tipi kişilik ve negatif etkililik arasında bir ilişki var mıdır? Kişilik özellikleri çatışmanın sıklığını, yoğunluğunu değiştirdiği gibi, çatışmaya verilen tepkileri veya çatışma yönetimi davranışlarını da etkilemektedir. Yüksek düzeyde dışa dönük ve aynı zamanda yüksek düzeyde uyumlu kişilik tipleri, çatışma sürecinde çatışmayı çözme yönünde davranışlar sergilemektedir. Uyumluluk, bireyleri olumlu sosyal ilişkiler geliştirme ve bu ilişkileri koruma konusunda motive etmektedir. Bağışlayıcı, yardımsever olmaları, bireylerin ilişki kalitesini yükseltmekte ve yapıcı, işbirlikçi bir şekilde çatışmayı çözmelerine; yıkıcı, olumsuz taktikleri daha az kullanmalarına neden olmaktadır (Jensen-Campbell ve Graziano, 2001; Erkuş ve Tabak, 2009). Dışa dönük kişiler, enerjik, sosyal, eğlenceli özellikleri ile çatışmaya daha yapıcı yaklaşabilirler; fakat bu kişilerin aynı zamanda zorlayıcı, iddiacı, baskıcı, sinirli olmaları, dışa dönük kişilik boyutu ile çatışma arasındaki olumlu ilişkiyi değiştirebilir (Bono ve diğerleri, 2002). Olumsuz duygulardan biri olan sinir veya kızgınlık, birlikte çalışmayı, doğru karar almayı engelleyen bir duygudur (Bodtker ve Jameson, 2001). Örneğin takım arkadaşlarına karşı olumsuz duygular besleyen bireyler, onlarla çatışma yaşadığında, çatışmayı ya görmezden gelmekte ya da rekabetçi bir tutum içerisine girmektedirler (Desivilya ve Yagil, 2005). Dışa dönük kişiliğin tersi olan içe dönük kişiler ise sosyal olmayı sevmeyen, arkadaş sayısı daha az olan, yalnız kalmayı tercih eden kişilerdir. Bu kişiler ise örneğin rol çatışması yaşadıklarında daha fazla kendi içlerine kapanmakta ve çekilme davranışı sergilemektedirler. Kendilik algısı, kişinin diğer kişilerden gelen geri bildirimler ve atıflarla birlikte tecrübeleri ve çevreyi yorumlamalarıyla biçimlenen, kendi hakkındaki bakış açısıdır (Shavelson ve diğerleri, 1976). Kişilerin kendilik algılamaları olumlu oldukça, ilişkilerini korumaya ve geliştirmeye yönelik olarak yapıcı bir şekilde çatışmayı çözdükleri görülmektedir. Daha işbirlikçi, konuşkan, popüler ve iddialı kişiler olmaları, kendilik algısı olumlu olan kişilerin hem çatışmayla yüzleşmelerini sağlamakta hem de sosyal ilişkilerini daha sağlıklı kılmaktadır. İlişkilerini uzun süre koruyabilmektedirler. Çatışmadan kaçmak yerine tutum, davranış ve bilgilerini diğerleriyle paylaşmakta ve açık iletişimi tercih etmektedirler. Kendilik algısının olumsuz olması ise bireyleri daha sessiz ve içine dönük yapmakta ve bu kişilerin depresyon yaşama risklerini artırmaktadır (Şahin ve diğerleri, 2009). Kontrol odağı ise içsel kontrol odağı ve dışsal kontrol odağı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İçsel kontrol odağına sahip olan kişiler, başlarına gelen olaylar üzerinde kontrolleri olduğunu düşünürler. Buna karşın dışsal kontrol odağına sahip olan kişiler, başlarına gelen olayları kader veya şans gibi faktörlere bağlayarak, kendilerinin bu olaylar üzerinde hiçbir kontrolleri olmadığını veya çok az kontrolleri 25 olduğunu düşünmektedirler. Dolayısıyla, içsel kontrol odağına sahip olan kişilerin sosyal ilişkileri daha güçlü, iletişim yetenekleri daha gelişmiştir (Daly, 2002, s.143). Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada, içsel kontrol odağına sahip olan kişilerin çatışmayı çözme sürecinde daha yapıcı ve olumlu olmalarını sağlayan yüzleşmeyi tercih ettikleri; buna karşın dışsal kontrol odağına sahip olan kişilerin ise çevre üzerinde kontrollerinin daha az olduğuna inanmaları, kendilerine ve diğerlerine güvenlerinin düşük olması nedeniyle yüzleşmeden kaçtıkları ortaya çıkmıştır. Çatışmayı olumlu ve yapıcı bir şekilde çözmeyi etkileyen kendi duygularını açma, bir başka ifadeyle, ihtiyaçlarını, beklentilerini, geçmişini diğerlerine aktarma, kendine güveni yüksek ve atılgan olan içsel kontrol odağına sahip kişilerde daha fazla görülmüştür. Dışsal kontrol odağına sahip kişilerin bireyler arası ilişkileri için fazla çaba göstermemeleri ve bu ilişkilerde daha pasif tutumlar sergilemeleri, bu kişilerin çatışma çözme süreçlerinde duygularını gizlemelerine neden olmaktadır. İçsel kontrol odağına sahip kişiler ise çatışmaya ilişkin üzüntü gibi samimi duygularını rahatlıkla ifade etmektedirler (Basım ve diğerleri, 2009). Bireylerin çatışma sürecinde duygularını ifade etmeleri, çatışmanın verimli bir şekilde çözülebilmesi için yeni fırsatlar yaratabilecektir. Duygular ve çatışma arasındaki kuvvetli ilişki, bizleri duygusal zekâ kavramına yönlendirmektedir. Duygusal zekâ, bireyin karşısındakinin düşüncelerini, hissettiklerini, istek ve ihtiyaçlarını anlayabilme yeteneğini, bir başka ifadeyle empati kavramını, bireyin kendisiyle ilgili zayıf ve üstün yönlerini tanımasını, duygularını kontrol edebilmesini içeren bir beceridir. Duygusal zekâsı yüksek olan bir kişi, duygusal zekâsı düşük bir kişiye kıyasla çatışma yaşadığı tarafın düşünce ve isteklerini anlayabilecek ve daha kaliteli bir iletişimin oluşmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca kendi duygularını kontrol edebilmesi nedeniyle çatışmanın seviyesini artırmayacak ve bu şekilde çatışma sürecini daha verimli bir şekilde kontrol edebilecektir. Örneğin duygusal zekâsı yüksek üyelerden oluşan takımların, üyelerinin duygusal zekâsı düşük olan takımlara kıyasla işteki performansları daha fazla olmaktadır. Bu takımların performansının yüksek çıkmasının nedeni takım içindeki çatışmaların daha etkin yönetilmesidir. Takım üyeleri, kendi duygularını kontrol etmekte, kendi fikirleriyle çelişen, farklı fikirlere daha olumlu bakabilmekte ve bu fikirleri dinleyebilmektedirler. Bu nedenle de işe ilişkin en doğru karar alınmakta, üyelerin alınan kararı benimseme düzeyi artmakta ve takımın performansı yükselmektedir (Jordan ve Troth, 2004). Yöneticilerin duygusal zekasının yüksek olmasının çatışmayı ortaya çıkaran faktörler üzerinde yaratacağı etkiyi tartışınız. Grubun Yapısı Bireylerin yaş, kıdem, mesleki tecrübe, kültür gibi özelliklerinin birbirinden farklı olması grubun heterojen bir yapıya sahip olduğunu belirtir. Özellikle yaratıcılık ve yenilik gerektiren işler için grubun yapısının heterojen olması oldukça önemlidir. Çünkü grup üyelerinin birbirinden farklı özellikler taşımaları, onların düşünme şekillerini, bilgi kaynaklarını ve düzeylerini değiştireceğinden, bu yapıdaki bir grupta yenilik kapasitesi daha yüksek olur. Fakat bu farklılık, aynı zamanda çatışmayı arttırıcı bir durumdur (Jehn ve Bendersky, 2003, s.216). Örneğin, deneyimleri, mesleki tecrübeleri farklı olan kişilerin işle ilgili değer ve bakış açıları da farklı olmaktadır. Değerlerin ve bakış açılarının farklı olması, algısal farklılıkları da beraberinde getirir. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna, işlerin nasıl yapılacağına karar verilirken, algılardan kaynaklanan farklı düşünceler doğmaktadır (Litterer, 1966, s.183). Bir yönetici, örgütü yönetirken dürüstlük, işbirliği gibi değerlerden faydalanılması gerektiğini düşünürken; diğer bir yönetici hız, rekabet, iddialı olmak gibi değerlerin örgüt başarısı için daha önemli olduğunu düşünebilir. Bu ise potansiyel çatışma yaratabilecek bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Grubu heterojen kılan bir diğer özellik ise üyelerin statülerinin birbirinden farklı olmasıdır. Grup üyelerinin statülerinin farklılaşması, işlerin yapılışı üzerinde katı bir ast-üst ilişkisinin oluşmasına neden olmaktadır. Yaşlı ve kıdemli birisinin, kendinden genç ama hiyerarşik olarak daha yüksek bir yöneticiden azar işitmesi duygusal çatışma yaşanmasına neden olabilir. Örgüt içindeki belli kişi veya gruplar kendilerinin veya başkalarının mesleki statülerini de farklı algılayabilirler. Örneğin bilgisayar uzmanları kendi statülerini en yüksek statü olarak kabul edebilir veya üretim bölümü çalışanları kendilerinin daha yüksek bir statüye sahip olduğunu düşünebilir (Koçel, 2005, s. 495). Ayrıca grupta bulunan genç ve yaşlı kuşağın 26 ortak bir dile sahip olmamaları da bir çatışma kaynağı olan iletişim sorununun yaşanmasına neden olmaktadır. Genç kuşağın kendi aralarında geliştirdikleri ve kullandıkları dil, yaşlı kuşağa yabancı gelmekte ve çatışmalara zemin hazırlamaktadır. Demografik özellikler yanında kültür de grup heterojenliğinin önemli bir unsurudur. Kültür, insanların nasıl davranması, nasıl düşünmesi, nasıl yaşaması konusunda ortak kabuller geliştirmiştir (Tutar, 2003, s.95-96). Bu nedenle aynı kültürün üyelerinin, o kültürün kabullerine uygun olarak aynı yönde hareket etme eğiliminde olacakları tezinden, benzer şekilde iletişimde bulunacakları çıkarımında bulunulabilir (Börü, 2007, s.430). Kültürler farklılaştıkça, üyelerin rol tanımları, normları, inanç sistemleri ve değer yargıları değişmektedir (Vodosek, 2007). Farklı kültürden gelen grup üyeleri iletişim halindeyken birbirlerine gönderdikleri mesajları yanlış veya eksik algılayabilirler (Tutar, 2003, s.95-96). İletişim biçimi de grup üyelerinin kültürel farklılıklardan etkilenir. Hiyerarşi ve otoritenin önemli olduğu Almanya’da üst ve ast arasında resmi bir iletişim biçimi varken; Amerika’da resmi olmayan, doğrudan bir iletişim biçimi söz konusudur (Nelson ve Quick, 2009, s.123). Marmaris bölgesindeki turizm işletmelerinde yapılan bir çalışmada, çalışanların farklı dili konuşmalarının, kendilerini ifade etmede güçlük çekmelerine yol açtığı ve bu durumun yanlış anlama ve anlaşmazlıklara neden olduğu ortaya çıkmıştır (Asunakutlu ve Safran, 2004, s.44). Örneğin, Afrika’lı bir futbol oyuncusunun olduğu bir futbol takımında hem diğer oyuncular hem de antrenörün farklı bir dil kullanmaları nedeniyle Afrikalı oyuncuyla anlaşmakta zorluk yaşayabilirler. Grubun yapısında dikkat edilmesi gereken bir diğer özellik ise grup bağlılığıdır. Kendi içlerinde birbirlerine çok bağlı olan grup üyeleri bir süre sonra kendi kültürlerini yaratırlar. Grup üyeleri, grubun değerleriyle, temsil ettikleri ile özdeşleşmiştir ve bu değerleri korumak için her şeyi yapmaya hazırdırlar (Champoux, 2010, s.273). Bu tür gruplar, zaman geçtikçe diğer gruplardan uzaklaşmaya başlarlar. Özellikle grupların ortak çalışması gerektiğinde çatışmaya ilişkin sorunların ortaya çıkması büyük bir olasılıktır. Çünkü grup bağlılığı yükseldikçe, alınacak kararlarda her grup kendi çıkarını ön plana koyacaktır. Ortak bir karara varmak ve her iki grubun da kazanacağı bir yaklaşımın benimsenmesi daha zor olacaktır. Bu tür grupların amaçları örgüt amaçları ile çatıştığında ise örgüt performansını düşürücü bir etki yaratmaları kaçınılmaz olacaktır. Grup bağlılığının çatışma üzerindeki bir diğer olumsuz etkisi ise gruptan ayrılmak istemeyen bir üyenin gruptan dışlanmamak için karşıt fikirlerini söylemekten çekinmesi ve alınan her karara kendi içine sinmese bile onay vermesidir. Bu durumda bilişsel çatışmanın olumlu sonuçlarından yararlanmak mümkün olmaz. Görevlere ilişkin yapılan yanlışlıklar devam eder; yenilik kapasitesi düşer ve hatalı süreçlerin ayıklanması zorlaşır. Birey düzeyinde konuyu ele aldığımızda ise grup baskısı nedeniyle kendi değerleri, düşünce sistemlerine tezat şekilde davranan bir kişinin bir süre sonra rol çatışması yaşaması büyük bir olasılık olarak karşımıza çıkacaktır. Çatışmayı Ortaya Çıkaran Örgütsel Faktörler Çatışmayı ortaya çıkaran örgütsel faktörler, bireysel faktörlere kıyasla daha çeşitlidir. Örgütlerin bireylerden meydana geldiği düşünüldüğünde, her bireyin farklı kişilik ve amaçları, örgüt içinde ortak bir amaç ve kurallar sistemi etrafında birleşilmesini zorlaştırmaktadır. Bu zorluğa bir de örgütün yapısından kaynaklanan yönetim şekli, kaynak paylaşımı, örgüt büyüklüğü, merkezileşme, ödül dağılımı gibi faktörler eklenince örgütlerde kaçınılmaz bir olgu olarak çatışma yerini almaktadır. Yönetim Şekli Örgütlerde çatışma yaratan potansiyel kaynaklardan bir tanesi örgütün yönetim şeklinin ailesel yönetime sahip olmasıdır. Aile şirketi, yönetim kademelerinin önemli bir bölümü aile üyelerinden oluşan, en az iki neslin temsil edildiği şirket türüdür. Yapılan araştırmalar, aile şirketlerinin diğer şirketlere göre daha çok çatışma yaşadıklarını göstermektedir (Sorenson, 1999). Aile şirketlerinde daha fazla çatışma yaşanmasının birçok nedeni olabilir. Bunlar şu şekilde açıklanabilir: Rol Çatışmaları: Aile üyeleri, hem akrabalık hem de profesyonel iş ilişkilerinden kaynaklanan birden fazla role sahiptir. Aile üyeleri aynı anda örgütün sahibi, yöneticisi, çalışanıdır. Bu durum ise rol 27 çatışmalarını beraberinde getirmektedir. Çoğu zaman aileyle ilgili konular, örgütle ilgili konulardan daha fazla zaman almakta ve önemsenmektedir (Sorenson, 1999, s.325-326). Aile ilişkilerindeki anlaşmazlıklar, kardeşler arasındaki rekabet örgütlerde en sık görülen çatışma nedenleri arasında yer almaktadır (Wakefield, 1995, s.5-8). Aile üyelerinin birbirleriyle hem iş yerinde hem de sosyal hayatta geçirdikleri süre arttıkça, daha çok çatışma yaşanmaktadır. Sık etkileşim, aralarındaki iletişimin kalitesini bozmaktadır. Çalışan aile üyelerinin örgütteki sayısı arttıkça, roller daha fazla birbirine karışmaktadır. Özellikle iş için gerekli yetenekleri taşımayan aile üyesini işe almak, bir önceki ünitede betimlenen roller arası çatışmayı gündeme getirmektedir. Kuşak Farkı: Yeni kuşakların şirkette çalışmaya başlaması şirkette yaşanan çatışmaları arttırmaktadır. Yeni kuşakların, eski kuşaklara göre şirket amaç ve stratejileri konusunda daha farklı düşünmeleri, ilk kuşağın daha otoriter olması ve vekâlet değişimi gibi konularda değişimi arzu etmemesi yeni kuşak ve eski kuşak arasında yaşanan çatışmaları tetiklemektedir (Sorenson, 1999; Wakefield, 1995). Otoriter Liderlik Tarzı: Aile şirketlerinde daha çok otoriter liderlik yapısının bulunması, bu liderlerin bilgi saklamalarını, yetkiyi paylaşmamalarını, merkezi bir kontrol sistemini tercih ettiklerini göstermektedir (Sorenson, 1999). Karar Verme Yetkisinin Karışması: Aile şirketlerinde iki tip aile üyesi bulunmaktadır: Birincisi doğrudan şirkette istihdam edilenler, ikincisi ise şirkette istihdam edilmeyen, fakat istihdam edilen üyeler ya da yönetim kurulu üyeleri aracılığıyla kararlar üzerinde doğrudan kontrole sahip olan üyeler. Bu durum ise karar alma süresini uzattığı gibi, bu süre içerisinde yetki karmaşası yaratarak bilişsel ve duygusal çatışma yaşanma olasılığını arttırmaktadır (Eddleston ve diğerleri, 2008). Kaynakların Kıtlığı: Özellikle finansal sermayenin kıtlığı, aile şirketlerinde politik davranış ve taktiklerin sergilenmesine neden olmaktadır. Aile Üyesi Olmayan Çalışanların Olumsuz Algısı: Aile üyesi olmayan çalışanlar, kendileri kadar yetenekli olmayan, kendileri kadar uzun süredir şirkette çalışmayan, fakat aile üyesi olduğu için terfi alan ya da daha yüksek maaş alan aile üyesi çalışanları gözlemledikçe bireyler arası çatışmanın ortaya çıkması söz konusu olmaktadır. Ülkemizde de şirketlerin yaklaşık olarak %95’nin aile şirketi olması, şirkete birtakım faydalar getirmektedir; fakat aile şirketi olmanın getirdiği sorunların iyi yönetilememesi, bu faydaları gölgede bırakmaktadır. Bu nedenle de ülkemizde ikinci nesle aktarılabilen aile şirketi oranı %10-15 arasında kalmaktadır. Bir başka ifadeyle bu şirketlerin yaşam süresi çok uzun olmamaktadır. Türkiye’deki aile şirketleri de ilk kuşağın aşırı denetimi, katılığı, şirketi aşırı sahiplenmesi, tek karar verici olması gibi nedenlerle ilişki düzeyli çatışmalar yaşamakta, kaynak paylaşımı ve aile-iş ilişkilerinin birbirine karışması gibi nedenlerle çatışmalara açık hale gelmektedir (Torun ve Ercan, 2004; Aykan, 2008). Türkiye’deki şirketlerin çoğunun aile şirketi olduğu düşünüldüğünde, çatışmanın en temel örgüt sorunlarından biri olduğu söylenebilir. http://www.isteinsan.com.tr/yonetim/aile_sirketlerine_ucuncu_kusak_ kiskaci.html adresinden “Aile Şirketlerine Üçüncü Kuşak Kıskacı” isimli yazı okunabilir. Örgüt Büyüklüğü Örgütler büyüdükçe örgütlerde yapılması gereken işlerin sayısı ve bu işleri yapacak olan insan sayısı artar. Sayıca fazla olan görevler ve çalışanlar arasında koordinasyonu sağlamak zorlaşır. Farklı işler ve görevlerin sayısının artması, birbirine benzer özellikler taşıyan işlerin aynı bölümlerde toplanmasına ve buna bağlı olarak da bölüm sayısının artmasına neden olur. Bu durumda örgüt yapısı karmaşıklaşır ve bu karmaşıklık, her şeyden önce iletişimden kaynaklanan çatışmaların yaşanma olasılığını artırır. Örgüt, bu sorunlarla mücadele etmek için daha fazla kural, standart oluşturarak formel ve merkezileşmiş bir örgüt yapısının oluşmasına neden olur. Aşırı kurallarla, denetimle yönetilen ve merkezi kontrolün olduğu bir örgütte ise her zaman için bireyler arası veya bölümler arası çatışma yaşanma olasılığı daha fazla olacaktır. Bu tür örgüt yapılanmalarında zamanla bireyler arasında güvene dayalı ilişkileri kurmak ve korumak zorlaşacaktır (Barclay, 1991, s.148). Nispeten küçük örgütlerde ilişkilerin daha samimi olması, 28 yüz yüze etkileşimin daha fazla olması, iletişim sorunlarının ve yanlış anlaşılmalarının önüne geçebilir. Ayrıca örgütlerin büyümesi, sınırlı kaynakların daha fazla kişi ve görev arasında paylaşılmasını da içerir. Sınırlı kaynaklara ulaşmak için rekabet eden bireyler arasında ise daha fazla çatışma yaşanacaktır. Merkezileşme ve Formelleşme Merkezileşme, karar verme yetkisinin örgütün üst yönetiminde olduğunu ifade eder. Üst yönetim, sürekli her kararı kendi verdiğinde, diğer bölümleri veya çalışanları karar verme sürecine dâhil etmediğinde, merkezileşme bir süre sonra bireyleri rahatsız edecek ve kendileriyle ilgili kararlarda söz haklarının olmasını isteyeceklerdir (Barclay, 1991, s.148). Merkezileşme ile çok yakından ilgili olan formelleşme de aynı şekilde çatışma olasılığını arttırır. Kuralların, süreçlerin aşırı ve yazılı olması, esnekliği ve özerkliği azaltan bir durumdur. Merkezileşme ve formelleşme, çalışanların hissettikleri kontrolü de arttıracağı için örgütlerde dikey çatışma yaşanmasına neden olur (Hatch ve Cunliffe, 2006, s.286). Örneğin, sporcuların yaşam tarzlarını, beslenme alışkanlıklarını, çalışma disiplinlerini düzenleyen çok katı kuralların olması, bir süre sonra sporcuların koçlarıyla veya kulüp yöneticileriyle aralarında çatışma yaşanmasına neden olabilecektir. Örneğin NBA oyuncularının takımla seyahat ederken veya bir televizyon programına katıldığında takım elbise giymelerine, ancak şort, tişört giymemelerine ve takı gibi aksesuarlar takmamalarına karar verilmiş ve birçok oyuncu da bu uygulamayı oldukça katı bulmuştur. Çalışanlar veya bölümler, görev ve yetkileriyle ilgili ne kadar özerk olurlarsa, kararlarda fikirleri alınırsa, o kadar iş tatminleri artar ve işe yönelik daha olumlu duygulara sahip olurlar (Akca ve Erigüç, 2006, s.135). Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, formelleşmenin bir başka deyişle kural ve düzenlemelerin eksikliği de, katı bir formelleşmede olduğu gibi çatışma yaşanmasına neden olacaktır. Rollerin açıklanması, işlerin nasıl yapılacağına dair standartların belirlenmesi etik dışı, politik davranışlara başvurulmasını engelleyecektir. Örneğin basket seçmelerinde hangi kriterlere göre seçim yapılacağının açıklanması adaylar arasında olası bir çatışmayı azaltacaktır. Uzmanlaşma Örgütlerde yapılan işler, amaçlarına ve içeriklerine göre bölümlere ayrılmakta, her bölüme de o işe en uygun bilgi ve yeteneğe sahip kişiler alınmaktadır. Bölümler ve de bireyler, yaptıkları işte uzmanlaştıkça, örgüt genelinde bir farklılaşma yaşanmaktadır. Her şeyden önce bu kişilerin eğitim geçmişlerinin, kullandıkları terminolojinin farklı oluşu, bölümlerin amaç ve önceliklerinin, çalışma metotlarının farklılığı, özellikle örgütte işbirliği gerektiren durumlarda, işbirliğini engelleyen bir rol oynamaktadır. Çünkü birey veya bölümler yaptıkları işte uzmanlaştıkça, birbirlerinin yaptıkları işlerin niteliği, türü hakkında daha az bilgiye sahip olurlar (Nelson ve Quick, 2009, s.203). Belirli meslek gruplarının (psikolog-psikiyatrist; cerrah-anestezist ve benzeri gibi) belirli fonksiyonel uzmanlık alanlarına mensup olanların (satış-üretim; mimar-mühendis; satın alma-muhasebe ve benzeri gibi) aşırı uzmanlaşmaları, işbirliğinin gerekli olduğu durumlarda konuya kendi dar bakış açılarıyla yaklaşmalarını sağlamakta ve böylece çatışmalara neden olabilmektedir (Tekarslan, 2000, s.287). Örgütler büyüdükçe merkezileşmenin tercih edilmesi örgütte çatışmayı azaltır mı? Görev ve Yetki Belirsizliği Birey veya bölümlerin sorumlulukları hakkında açık ve net bir bilginin olmaması hem işlerin yapılması hem de kaynakların paylaşılması konusunda bir çatışma yaratır; böylece görev ve yetkilerdeki belirsizlik arttıkça, çatışmanın miktarı ve yoğunluğu da artar (Robbins ve Judge, 2007, s.508). Avantaj sağlayan, olumlu görevlerde her bölüm görevi yapmak isterken, zor, karmaşık, zaman gerektiren görevleri hiçbir bölüm yapmak istemeyecektir. Bu belirsizlik, her bölüm veya takımın sorunları kendi tercihlerine göre çözmesine ve kendi çıkarlarını korumak için kendi aleyhlerine olan bilgileri saklamalarına neden olacaktır. Bu nedenle de iletişim aksayacak ve iletişim kanalları doğru çalışmayacaktır (Barclay, 1991, s.149). İş süreçlerinde yapılan bir hata olduğunda, bu hatadan kimin veya hangi bölümün sorumlu olduğu 29 bulunamayacak; aynı şekilde adil bir performans değerlendirme sistemi kurulamayacaktır (Walton ve Dutton, 1969, s.77). Tüm bu olgular ise örgütteki ilişkilere zarar veren koşullar yaratacaktır. Bu nedenle iş tanımlarının ve sorumluluk alanlarının yazılı olarak belirlenmesi ve tüm çalışanların bu konuda bilgilendirilmesinde büyük fayda vardır. Görev ve yetki belirsizliğinin rol çatışması, rol belirsizliği ve aşırı iş yükü üzerindeki etkisini tartışınız. Fonksiyonel Bağımlılık Örgüt içerisinde bazı görevlerin tamamlanabilmesi diğer görevlerin tamamlanmasına bağlıdır; bu bağımlılığa ise fonksiyonel bağımlılık denir (Jehn ve Bendersky, 2003). Bu bağımlılık, birey veya bölümler arasındaki etkileşimin artmasına, sorunların çoğalmasına, dolayısıyla da çatışma olasılığının yükselmesine neden olacaktır. Örneğin iki sekreterin birbirleriyle konuşmaması, ikisinin ancak bir araya gelerek tamamlayabilecekleri işlerin durmasına ya da yavaşlamasına neden olacaktır. Bu işlerde yaşanan hatalar veya aksaklıklardan ikisi de sorumlu olmak istemeyecek ve suçu birbirlerine atacaklardır. Bir birim veya bölüm görevi zamanında bitirmediğinde, bu durum birimin diğer birimlerle çatışma yaşamasına neden olacaktır (Tengilimoğlu, 1991, s.132). Örneğin gereken zamanda yeterli kalite ve miktarda hammadde ve malzeme alınmaması, üretim bölümünün işini aksatacaktır. Üretimde meydana gelen bu aksama ise, pazarlama bölümünün müşterilere verdiği sözü yerine getirememesine neden olacaktır (Eren, 2008, s.555). Bir başka örnek ise bir takımda antrenman için gerekli olan araç ve gereçlerin diğer sorumlu birim tarafından zamanında alınmaması takımda koç ve sorumlu birim arasında çatışma yaşanmasına neden olacaktır. Örgütlerde fonksiyonel bağımlılık üç şekildedir: Bütüne bağımlılık, sıralı bağımlılık ve karşılıklı bağımlılık. Bütüne Bağımlılık: Birimlerin ayrı çalıştığı, farklı işlevleri yerine getirdiği, fakat her birimin bütüne katkıda bulunduğu ve karşılığında da bütünden destek aldığı bir durumdur. Birimlerin her biri doğrudan birbirine bağımlı olmasa da veya doğrudan etkileşimleri olmasa da, her biri yapbozun parçalarını bir araya getirme amacındadır. Örneğin bir bankanın şubelerinin ortak çalışması beklenmez, fakat her birinin başarısı bankanın başarısını belirler ve bu şubelerden birinin kötü çalışması tümünü tehlikeye soktuğundan zayıf da olsa bir bağımlılık söz konusudur. Bu durumda çatışma potansiyeli oldukça düşüktür. Sıralı Bağımlılık: İşlerin sıralı yapıldığı, bir birimin işini yapmasının diğer birimin işini yapmasına bağlı olduğu bir durumdur. Bir grubun girdisi, diğer grubun çıktısı olduğu durumlarda çatışma potansiyeli de yüksektir. Örneğin otomotiv üretim hattında sıralı bağımlılık vardır. Karşılıklı Bağımlılık: Her birimin çıktısını karşılıklı olarak birbirinin girdisi olarak kullandığı, iki veya daha fazla grubun işlerini tamamlamak için birbirine bağlı olduğu durumlardır. A’nın çıktısı, B’nin operasyonu için gereklidir; B’nin operasyon çıktısı, A’nın girdisidir. Bu durum, bağımlılığın en yüksek olduğu durumları ifade eder. Hastaneler, karşılıklı bağımlılığa en çok uyan örneği oluştururlar. Hastalara en iyi hizmeti verebilmek için farklı servislerin eşgüdümlü çalışması gerekir (Daft, 2009, s.277-280). Fonksiyonel bağımlılığın hangi türünde daha çok iletişim ve etkileşim vardır? Bazı durumlarda çatışma, karşılıklı olmayan görev bağımlılıklarında ortaya çıkabilir. Bir birim, diğer birime bağımlıyken; diğer birim, o birime bağımlı değilse, talepleri ve görevleri yerine getirmede kendisini zorlamayacak, bu ise sürekli bir çatışma yaşanmasına neden olacaktır (Hatch ve Cunliffe, 2006, s.285). 30 Paylaşılan Kaynakların Kıt Olması Çeşitli görevleri yerine getirmek üzere bir araya gelmiş bulunan ve belli alanlarda uzmanlaşmış olan birimler, görevlerini etkin ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmek için birtakım kaynaklara ihtiyaç duyarlar (Eren, 2008, s.555). Birey veya bölümlerin paylaşmak zorunda oldukları bilgi, nakitler, fiziksel alan, bilgisayar gibi kaynakların kıt olması, her zaman için bir çatışma nedenidir (Litterer, 1966, s.182). Bu kaynaklara sahip olmak, aynı zamanda gücün de bir göstergesi olduğundan, kıt kaynaklara ulaşmak için daha fazla mücadele edilmesini ve daha fazla çatışma yaşanmasını ortaya çıkaracaktır (Hatch ve Cunliffe, 2006, s.284). Kaynakların kıt olması, bireylerin alternatiflerinin azalmasına ve hedeflerine ulaşmada sıkıntılar yaşamalarına neden olacaktır (White, 1974, s.369). Örneğin sektörde büyük perakende şirketlerden birinin gelecek yıl yarı zamanlı çalışanların sağlık ödemelerinde kısıntıya gideceğini duyurması, çalışanlar ve örgüt arasında çatışma yaşanma olasılığını yükseltebilecek bir risk yaratabilir. Birey düzeyli çatışmalar ve kaynakların kıtlığı arasında nasıl bir ilişki vardır? Performans ve Ödül Sistemi Çoğu çatışmaların kökeninde bireylerin gösterdikleri başarılar ölçüsünde değerlendirilmeleri yatmaktadır. Ödüllerin gösterilecek başarıya bağlanması, hatta eldeki örgütsel olanakların bu başarılar ölçüsünde dağıtılması, kişileri yarışma içine sokmaktadır. Bu yarışma havası duygusal açıdan bireyleri düşmanca bir tutum içine sokmakta, işin içine değerlendirme hataları, çeşitli hilelerin, kıskançlıkların girmesi ve örgüt içinde güç birliği yerine adeta birbirinin gücünü azaltan, kötüleyen kişi ve grupların ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Eren, 2008, s.556-557). Aynı olumsuz etki, birimler arasında da geçerlidir. Her bir birimi ya da bölümü teker teker, bağımsız kriterlere göre değerlendirmek yerine ortak performanslarını değerlendirmek, çatışmanın azalmasını sağlayabilecektir (Walton ve Dutton, 1969, s.75). Örneğin bir örgütün pazarlama bölümü, satış hacmine göre değerlendirilirken; üretim bölümü, en az maliyetle gerçekleştirdiği üretim düzeyine göre değerlendirilmekte; bu sistem ise bölümler arasındaki çatışma potansiyelini yükseltebilmektedir. Bu nedenle grup performansı bazında bireyleri ve grubu değerlendirmek ve ödüllendirmek, örgüt içerisinde işbirliğini ve koordinasyonu arttırmaktadır (Wageman ve Baker, 1997, s.142). Örneğin “ayın elemanı”, “en başarılı satış elemanı” gibi ödül sistemleri bireyler arası ilişkileri bozabilir ve çatışma yaratabilir. Bireyin kazanmasının, diğer bireyin kaybetmesine yol açtığı durumlar, bireyler arası çatışmayı doğuracak en güçlü nedenler arasındadır. Çalışma ortamını yarışma havasına sokarak, ilişkilerin bozulmasına neden olabilir. Performans ve ödül sisteminin çatışma üzerindeki etkisini değerlendirirken, her şeyden önce adil olunması gerektiği de unutulmamalıdır. Adil olmayan bir sistem, her zaman için örgütteki çatışma düzeyini arttıracaktır. Performansla ilgili bir diğer önemli nokta ise performansa ilişkin geri bildirimin niteliği ile ilgilidir. Yapılan eleştirilerin yapıcı ya da yıkıcı olması örgüt içinde hem birey hem de birey-yönetici arasındaki ilişkiyi yakından etkilemektedir. Yıkıcı eleştiriler, bireylerin gerginliklerinin ve stres düzeylerinin artmasına neden olmaktadır. Bu tür eleştiriler alan bireylerin anlaşmazlıklara verdikleri tepkiler uzlaşmacı değildir; bunun yerine çözümlere direnmeyi ya da çatışmaları görmezden gelmeyi tercih etmektedirler. Eleştirilerin biçiminin yıkıcı olması birçok çalışma ortamında, kaynakların kıt olmasından çok daha fazla çatışmaların yaşanmasına neden olmaktadır (Baron, 1988). Denetim Biçimi Bire-bir (yakın) denetim tarzı, bireyin yaratıcı yönünü sınırlandırmakta, özerkliğini azaltmaktadır (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.288). Esnek olmayan, bireylere söz hakkı tanımayan, kural ve prosedürlerin biçimlendirdiği bir denetim, özellikle dikey çatışmalar yaşanmasına neden olabilir. 31 Çıkarların ya da Amaçların Çelişmesi Çıkarların çelişmesi bireyler arasında olabileceği gibi örgüt ve birey arasında da söz konusu olabilir. Alınacak herhangi bir karar veya bir grubun aldığı karar, karşı tarafın çıkarlarını etkileyebilir (Koçel, 2005, s.670). Örneğin bir spor kulübünün maliyetleri düşürmesi ve tasarruf kararı alması, sporcuların para kazanma ve daha iyi çalışma koşulları değerleri ile çelişebilir. Örgüt bölümleri arasında uzmanlaşmanın varlığı, kaynakların kıtlığı, ödül sisteminin işbirliğinden çok rekabete dayandırılması birimlerin amaçlarının farklılaşmasına ve aralarında çıkar çatışmalarının yaşanmasına neden olacaktır. Değişim Değişim, çatışma yaratmaktadır. Örgütlerde organizasyon yapısının değişmesi, küçülmeye gidilmesi, işletme stratejilerinin değişmesi belirsizliği artırır ve kaynak çatışmalarına neden olur. Ayrıca yeni bir teknolojinin örgüte girmesi, çalışanların kişilik yapıları ve kaygıları gereği örgütle çatışmaya düşmelerine neden olabilir. İki örgütün birleşmesi ya da bir örgütün diğerini bünyesine katması şeklindeki örgütsel değişmeler de örgütler ve üyeleri arasında bir güç çatışmasını ortaya çıkarmaktadır (Silah, 2000, s.259). Örgüt dışında yaşanan değişimler de potansiyel çatışma kaynaklarıdır. Pazar yapısının değişimi, rakiplerin pazar konumundaki değişiklikleri örgütte özellikle bölümler arası çatışma yaratabilir. Örneğin pazara çok kuvvetli bir rakibin girmesi, daha önce araştırma-geliştirmeye ayrılan parasal kaynağın reklam ve pazarlama bölümüne gitmesine neden olabilir (Phillips ve Gully, 2011, s.357). Çatışmayı Ortaya Çıkaran İletişime İlişkin Faktörler Bireyler arası etkileşim tipik olarak iletişimi içerir. İlk çocukluk yıllarından sonra insanlar arasındaki genel etkileşim tarzı, dil ve simgesel ifadeler yoluyla olmaktadır (Şerif ve Şerif, 1996, s.225). İletişim, bilgi, fikir ve duyguların bir kimseden diğerine geçme sürecidir (Eroğlu, 1996, s.207). İletişim, kelime aktarımından daha fazlasıdır. Yüz ifadeleri, jestler, giyiniş tarzı, duruş, resimler, müzik, film, grafik ve çizimler, işaretler, davranış ve tutumlar, renkler, dokunma yoluyla da iletişimde bulunmak mümkündür (Şimşek, 1998, s.184). İletişimin amaçlarından bir tanesi bireyin kendini güçlü kılmak amacıyla çevreyi etkileme ve yönlendirme isteğidir. Bu etkileme ve yönlendirmenin, taraflar arasında bir şeyi ortak kılmayı, anlaşma ve uzlaşma sağlayacak şekilde gerçekleşmesi gerekmektedir. Fakat bu her zaman mümkün olmamaktadır (Gürgen, 1997, s.10). Her türlü iletişimde yorumlama vardır ve kişiler aldıkları mesajları bilgilerine, inançlarına ve tutumlarına göre yorumlarlar. Kişisel arzu ve isteklerin farklı olması, değer yargıları, kültürel farklılıklar, mesajı kodlarken ve mesajı alırken algı ve yorumlamanın farklılaşmasına neden olur. İletişim sürecinde gerekli dikkatin gösterilmemesi de birtakım kişisel engellerin yaşanmasına neden olur. Mesajı yanlış anlama, yanlış yorumlama, bilgi eksikliği ve karşı tarafa güvensizlik bu engellerin başında gelmektedir (Tutar, 2003, s.91-92). Şimdi bu engelleri daha detaylı inceleyelim: Dil ve Anlatım Güçlükleri Dil, iletişimin temel unsurudur. Dil, karmaşık bir biçimde kullanılırsa, iletişim engeline yol açar. Bu nedenle iletişimde basit, yalın, açıklayıcı bir dil kullanmak gerekir. Kelimelerin farklı algılanmaları, anlaşmanın temel unsuru olan dilin, çatışmanın temel kaynağına dönüşmesine neden olmaktadır (Tutar, 2003, s.92-93). Ortak bir dili kullanamama, uygun iletişim araçlarına sahip olmama veya kaynak ile alıcı arasındaki demografik ve kültürel farklılıklar, taraflar arası çatışmalara yol açan en önemli engelleri oluşturmaktadır (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.275). Dinleme ve Algılama Yetersizliği İletişimin dinleme ve algılamadan kaynaklanan engellerini atlama, çarpıtma ve aşırı anlam yükleme oluşturmaktadır. Atlamada, alıcı mesajı bir bütün olarak kavrayamaz, sadece kavrayabildiklerini alır ve diğerlerini geçer. Çarpıtmada ise alıcı, mesajın anlamını değiştirmeye çalışır. Çarpıtma, özelikle örgütlerin farklı bölümlerinin amaç ve değerlerinin aynı olmadığı durumlarda ortaya çıkar. Mesajı 32 aslından farklı bir hale getirir. Aşırı anlam yüklemede mesajı alıcının algılayabileceğinden daha fazla anlam yüklüdür ve alıcı bilgi yetersizliği nedeniyle mesajı kavrayamaz (Tutar, 2003, s.94). Algılamada seçicilik ise bireylerin mesajı olduğu gibi değil de, olmasını istedikleri biçimde anlamalarıdır (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.276). Özellikle duygusal ve bilişsel çatışmalarda algılamada seçicilik, bireylerin birbirlerine karşı kullandıkları ifadeleri yanlış anlamalarına yol açabilir. Bireylerin birbirlerine karşı önyargılı düşünceleri veya olumsuz duyguları, çatışmayı çözme yönündeki bir adımı bile geri tepmelerine ve çatışmanın uzun süre devam etmesine neden olabilir. Bilgi Eksikliği Yetersiz bilgi, iletişim sürecinde kaynak ile alıcı arasında engel oluşturur. Gönderilen mesajı anlamayan biri, duruma göre ya anlamadığı yerleri kendisi doldurur, ya da ilgisi dağılıp, başka şeyler düşünmeye başlar. Alıcının mesajı kavramak bakımından yeterli düzeyde bilgi sahibi olmaması durumunda, mesajın bazı bölümlerini ya atlar, ya yok sayar, ya da çarpıtır. Tüm bunlar iletişim sürecinin önemli engelleridir (Tutar, 2003, s.94). Yeterli bilgisi olmadığından işi nasıl yapması gerektiğini tam olarak anlamayan birey, kendince anlamlar ve yorumlarda bulunarak işi tamamlamaya çalışır. Özellikle iki bölüm arasında veya takım içerisinde fonksiyonel bağımlılığın yüksek olduğu durumlarda bu durum çok ciddi bilişsel çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. İşlerin zamanında bitmemesi, hatalı işlerin yapılması ve yarattığı maliyet kaybı herkeste gerilim ve huzursuzluk yaratacaktır. Hatalı Tamamlama İki kişinin sürekli ilişki içinde olması, iletişimi olumsuz yönde etkileyebilir. İnsanlar, ilişkilerinin sıklığına bağlı olarak, sürekli ilişki içinde bulundukları kişiler için kalıp davranışlar düşünürler ve belli tip mesajlar karşısında beklediği kalıp davranışların gerçekleşmesini beklerler. Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde, beklenen davranıştan sapma varsa ve bu sapma istenmeyen yönde ise, iletişimde gerekli etkinlik sağlanamaz (Tutar, 2003, s.96). Bu nedenle de mesaj alan ve gönderen bireylerin açık, net, doğrudan iletişimi tercih etmesi oldukça faydalı olacaktır. “O, benim ne demek istediğimi bilir”; “Ona fazla açıklama yapmama gerek yok, o işini ve beni iyi bilir” türündeki düşünceler, mesaj alıcısının kendisinden isteneni anlamamasına ve rol belirsizliği yaşamasına neden olacaktır. Üstün Dökmen’in “İletişim Çatışmaları ve Empati” isimli kitabı okunabilir. ÇATIŞMANIN SONUÇLARI Bu kısma kadar olan bilgiler birleştirildiğinde çatışmanın türlerine ve nedenlerine göre bireyler ve örgütler üzerinde yarattığı sonuçlar daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu başlık altında öncelikle çatışmanın bireyler ve örgütler üzerindeki olumlu sonuçları, ardında da olumsuz sonuçları üzerinde durulacaktır. Çatışmanın Bireyler Üzerindeki Olumlu Sonuçları Bireyler arası çatışma etkin bir şekilde yönetildiğinde, bireylerin empati yeteneklerinin gelişmesine, öz güvenlerinin artmasına, kendilerini ifade etmelerini sağlayacak ortamların oluşmasına yardımcı olur. Bu olumlu sonuçlara ulaşabilmek için çatışmanın şiddetlenmesini beklemeden, zamanında müdahale edilmesi oldukça önemlidir. Çatışmanın yöneticiler tarafından göz ardı edildiği, önemsenmediği veya gizlenmeye çalışıldığı durumlarda olumlu sonuçların doğması mümkün değildir. Çatışmanın bireyler üzerindeki olumlu sonuçlarını şu şekilde özetlemek mümkündür: 1. Orta düzeyde yaşanan duygusal veya bilişsel çatışmada bireyler fikirlerini, karşıt görüşlerini, ihtiyaç ve isteklerini, endişelerini ifade ettiklerinde ve birlikte çözümler geliştirdikçe, kendilerine olan güvenleri artacaktır. Kendilerini becerikli ve yetenekli hissedeceklerdir. 33 2. Bireysel düzeyde yaşanan içsel çatışmalar çözümsüz kaldığında bireylerin endişeleri artar ve verimsiz olurlar. Bireyler arası yaşanan çatışmalar, bireylerin kendi içlerindeki çatışmaların çözülmesine yardımcı olur. Ahlaki ikilemlerin, ihtiyaçların çözülmesine ve bireylerin kendi içlerinde mantıklı açıklamalar bulmalarına yol açar. Bireyler, tartıştıkları kişilerin fikir ve görüşlerini dinlemeye açık olduklarında, karşı karşıya kaldıkları çatışmaları çözecek şekilde bireysel gelişimlerini bir adım yukarıya çıkarabilmektedirler. Kendi düşüncelerini ifade etmek, bireylerin kendileri hakkındaki farkındalıklarını sağlayacaktır. Hoşlarına gitmeyen durumlarda yaşadıkları olumsuz duygularını kontrol edebilecekler; bu olumsuz duyguları öç almak gibi yıkıcı eylemlerde kullanmak yerine çözümün parçası olacak yapıcı eylemlerde kullanmayı tercih edeceklerdir. Zor, mücadele gerektiren konuları başarıyla çözüme kavuşturduklarında kendilerini güçlü ve yetenekli hissedeceklerdir. Mükemmel olmayan çözümleri kabul edeceklerdir, çünkü kaynakların sınırlı olduğunu ve diğerlerinin amaç ve taleplerinin uyum içinde olması gerektiğinin farkına varacaklardır. İyi yönetilmiş bir çatışma, bireylerin gerçeklerle yüz yüze gelmelerine ve sınırlılıkları daha kolay kabul etmelerine yardımcı olacaktır (Tjosvold, 1997, s.32-33). 3. Çatışma bir anlamda bireylerin içinde bulundukları ortamda kendi seslerini duyurabilmeleri için bir fırsat yaratır. Farklı seslerin dinlenmesi ise karşımızdaki kişiyi anlamaya çalışmamıza, böylelikle daha az ben merkezli olmamıza yol açar. Sorunların çözülmesi bireyleri birbirlerine bağlar, daha uyumlu olmalarını sağlar (Tjosvold, 1997, s.23). Bu durumda bireyler hem daha özgür hem de daha işbirlikçi ortamlarda kimliklerini geliştirme fırsatı yakalarlar. 4. Bireylerin bilgilerini paylaştıkları bilişsel çatışma sayesinde yeni bilgilerin öğrenilmesi, eksik bilgi-lerin tartışılması mümkün olacağından bireylerin bilgi ve beceri düzeylerini geliştirmeleri de mümkün olacaktır. Bu anlamda çatışma ve öğrenme arasında olumlu bir ilişki söz konusudur. Çatışmanın Örgütler Üzerindeki Olumlu Sonuçları Orta düzeyde yaşanan duygusal ve bilişsel çatışma sayesinde örgütte sorunların, hataların, eksik veya yanlış politikaların düzelebileceğini, yeni fikir ve çözüm yollarının bulunabileceğini, örgütte yaratıcılık ve yenilik kapasitesinin artabileceğini göstermektedir. Örgüt üzerindeki olumlu sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür: 1. Bilişsel çatışma, görevler üzerinde yapıcı tartışmaların yapılmasını sağlamaktadır. Görevler, rutin olmadığında, standart çözümleri olmadığında, bilişsel çatışma takım üyelerini yeni bilgilere, yeni fikirlere ve farklı bakış açılarına yönlendirmekte, bu da takımın yaratıcılığını ve yenilik kapasitesini arttırmaktadır (Jehn, 1995, 1997, 1999). 2. Bilişsel çatışma, bireylerin alınan kararları kabul etmesini ve onaylamasını da sağlayarak, takım üyelerinin iş tatminini arttırmakta, takımın gelecekte de başarılı bir şekilde çalışmasını sağlamaktadır (Amason, 1996). 3. Bilişsel çatışmanın örgüt üzerindeki bir diğer olumlu etkisi ise grup yanılgısını (groupthink) azaltması veya önlemesidir. Ortak karar veren grup üyeleri birbirlerine çok sıkı bir şekilde bağlı olduklarında grup yanılgısı yaşama olasılıkları artmaktadır. Özellikle çok az araştırma yapan, üyelerin öz güvenlerinin düşük, stres düzeylerinin yüksek olduğu, grup liderinin veya bazı üyelerin daha baskın olduğu gruplarda en iyi çözümü veya kararı bulmaktansa, baskın kişilerin savundukları çözüm yolları grupta kabul edilir (Turner ve Pratkanis, 1997, s.54). Örneğin bir işin yapılması sürecinde farklı düşünen bir üye, takımın sosyal baskısı nedeniyle fikrini söylemekten kaçınabilir ve bu da takım performansının düşmesine yol açabilir (Erdem ve Özen, 2003). Grup yanılgısı, alınan kararların kalitesinin düşük olmasıyla veya yanlış olmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu süreçte görevle ilgili farklı görüşlerin, fikirlerin tartışılması ise grup yanılgısı yaşanmasını kolaylıkla engelleyebilecektir. 4. Örgüt dışından bir tehditle karşılaşan ya da kaynak sıkıntısı çeken bir örgüt, kendini zorlayarak yenilik kapasitesini artırmaya çalışacaktır. Pazarlama ve ürün geliştirme konusundaki çalışmalarına yoğunlaşacaktır. Tehditler ya da kaynak sıkıntısı gibi çatışma kaynakları örgütleri değişime zorlayarak, örgüt performanslarının artmasına yardımcı olacaktır. 5. Müşteri hizmetinde müşteri tatmini yaratmak ve kaliteli hizmet sunmak, bir çalışanın tek başına yapabileceği bir beceri değildir. Örneğin ileri teknoloji içeren bir ürünün başarılı bir şekilde 34 pazarlanması için mühendis, teknik personel, hizmet personeli, satış personeli gibi farklı uzmanlık alanlarından kişilerin bir araya gelmesi ve koordineli bir şekilde etkileşim içinde olmaları gerekir. Farklı bölümlerde çalışan ve amaçları farklı olan bu uzman kişilerin müşteri şikâyetlerini çok daha yaratıcı çözümlerle çözmeleri mümkün olur. Böylelikle müşterilere daha etkin, kaliteli bir hizmet sunulur. Ayrıca bu durumda örgüt imajı artar, zaman ve örgüt kaynakları daha etkin kullanılır, çalışanların hem kendilerine olan güveni hem de örgütteki ilişkilere karşı güveni artar (Tjosvold, 1997, s.29). 6. Örgüt içinde yaşanan bir çatışma, sınırların yeniden çizilmesine, kimin nereye ait olduğunun yeniden gözden geçirilmesini sağlar. Örneğin gruplar arası ya da grup içi yaşanan çatışmalar, grup kimliklerinin ve statülerinin yeniden gözden geçirilmesini sağlar, sorun yaratan birey ve süreçlerle ilgili çözüm yolları bulunmasına neden olur (De Dreu ve Gelfand, 2008, s.27). Bu süreç, rol çatışması, rol belirsizliği, aşırı iş yükü gibi bireylerin görev ve sorumluluklarından kaynaklanan bireysel çatışmaların da çözülmesini sağlayacaktır. Kimin, hangi işten, hangi görevlerden ne derece bir yetki ile sorumlu olduğunun belirlenmesi, bireylerin işle ilgili kimliklerinin belirlenmesini ve böylece eşit, adil bir rol dağılımını da beraberinde getirecektir. Çatışma, doğru yönetilmediğinde ve eksik politikalar uygulandığında bireylere ve örgütlere çok ciddi zararlar verebilmektedir. Çatışmanın olumsuz sonuçlarını detaylı olarak incelemek, çatışma türünü, yoğunluğunu ve çatışmayla mücadele yöntemlerini saptamak açısından oldukça önemli olduğundan, bu kısımda çatışmanın bireyler ve örgütler üzerinde yaratacağı olumsuz sonuçlar üzerinde durulacaktır. Çatışmanın Bireyler Üzerindeki Olumsuz Sonuçları Çatışma, her ne türde yaşanırsa yaşansın, belli bir şiddet düzeyinden sonra bireyler üzerinde olumsuz sonuçlar oluşmasına neden olmaktadır. Bireylerde sağlık sorunlarının başlaması, hem fiziksel hem de ruhsal sıkıntıların oluşması bireyin hem sosyal hem de profesyonel hayatındaki ilişkilere zarar verecek ve bireyin iş ve yaşam tatmininin azalmasına neden olacaktır. Çatışmanın bireyler üzerindeki olumsuz sonuçlarını şu şekilde özetlemek mümkündür: 1. Sürekli çatışma yaşayan veya şiddetli çatışma yaşayan bireylerin stres düzeyleri artış göstermektedir (Friedman ve diğerleri, 2000). Bireylerin stres düzeyinin artması ve uzun süreden beri stresin devam etmesi, bireylerde tükenme ile sonuçlanabilir. Stresin bireylerin sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etki, bireylerin çatışma ile etkin mücadele edememelerine ve uzun dönemde bireylerde tükenme yaratmasına neden olmaktadır (De Dreu ve diğerleri, 2004). Çatışma nedeniyle stres yaşayan bireyler, daha sağlıksız yaşamaya ve kendilerini kötü hissetmeye başlarlar. Özellikle gün sonunda hissedilen endişe ve depresyon, çatışmanın doğrudan yarattığı olumsuz sonuçlar arasındadır. Çatışma, stres ve tükenme arasındaki bu kuvvetli ilişki, çatışmanın türü duygusal olduğunda, daha çok kendini göstermektedir (De Dreu ve diğerleri, 2004). Rol çatışması gibi bireyin sınırlarını zorlayan ve onlarda gerginlik yaratan çatışma türleri de psikolojik endişe, somatik şikâyetler veya psikolojik gerilim yaratarak bireyleri tükenme aşamasına getirebilmektedir (Perrewe, 2004). Rol çatışması ve rol belirsizliği nedeniyle duygusal yorgunluk ve duyarsızlaşma yaşayan bireylerin iş tatminleri de buna bağlı olarak azalmaktadır (Sabuncuoğlu, 2008). 2. Bireyler arası çatışma yaşayan bireyler, kısa bir süre sonra olumsuz etkililik eğilimi içerisine girmektedir. Üzgün olmak, karamsarlaşmak, korkmak, gergin olmak gibi olumsuz duygulara sahip olmaya başlamaktadır. Bu durum ise bazı bireylerde saldırgan davranışlara, bazı bireylerde tükenmeye yol açmaktadır (Ilies ve diğerleri, 2010). 3. Bireyler arasında farklı görüş, tercih ve isteklerin olması, çatışmanın yoğunluğuna ve süresine bağlı olarak bireylerin olumsuz duygular beslemelerine ve birbirlerine yıldırıcı davranışlar sergilemelerine neden olmaktadır. İçerleme, kızgınlık, hayal kırıklığı, hüsran, gücenme gibi duygular yanında atışmak, ağız dalaşına girmek, gözdağı vermek, yazılı/sözlü tehdit etmek, herkesin gözü önünde aşağılamak, küçük düşürmek, sürekli eleştirmek gibi davranışlar, işyeri gibi bireylerin karşılaştığı durumlar arasındadır (Ayoko ve diğerleri, 2003). Endişe, korku, güvensizlik, düşmanca hisler yaşayan bireylerin en büyük korkusu ise grubun diğer üyeleri tarafından dışlanmaktır. 35 Çatışmanın Örgütler Üzerindeki Olumsuz Sonuçları Örgütlerin rekabet edebilmelerinde ve uzun süre ayakta kalabilmelerinde sahip oldukları insan kaynağının rolü çok büyüktür. İnsan kaynağı ne kadar verimli çalışırsa, işinde ne kadar mutlu olursa hem örgüt içindeki takımlar hem de örgütler o kadar başarılı olur. Fakat iş yaşamında etkin yönetilemeyen bir çatışma, çalışanların işlerini sevme dereceleri başta olmak üzere güven ilişkilerini ve örgüte bağlılıklarını olumsuz etkilemektedir. Performansları düşen çalışanlar, örgütten ve yaptıkları işten uzaklaşmakta, bunun sonucunda da örgütün başarısında büyük düşüşler yaşanmaktadır. Çatışmanın örgütler üzerindeki olumsuz sonuçlarını şu şekilde özetlemek mümkündür: 1. Bireyler arası çatışma, bireylerin işlerini sevme derecelerini, bir başka ifadeyle iş tatmini düzeylerini etkilemektedir. Özellikle bireysel çekişmelerden, anlaşmazlıklardan kaynaklanan duygusal çatışma arttıkça, bireylerin iş tatmini azalmaktadır. Bu çatışma ister yatay isterse dikey çatışma olsun, her türde bireylerin işlerinden duydukları tatmini olumsuz etkilemektedir (Bayram ve diğerleri, 2007; Akar ve Yıldırım, 2008). Bilişsel çatışmanın da düzeyinin çok yükselmesi, bireyler arasında duygusal çatışmaya neden olacağı için bilişsel çatışma da iş tatminini dolaylı olarak etkilemektedir (Jehn, 1995). Sadece bireylerarası çatışma değil, rol çatışması ve rol belirsizliği de iş tatminini doğrudan ve dolaylı olarak olumsuz etkilemektedir. Bireyin daha gergin olmasına ve stres yaşamasına neden olduğundan, dolaylı olarak işini sevme derecesini olumsuz etkilemektedir (Ceylan ve Ulutürk, 2006). 2. Duygusal çatışma, iş tatminin azalmasına, huzurlu, barışçıl çalışma ortamının bozulmasına ve işbirliğinin azalmasına neden olur. Bu sonuçlar ise, bireylerin örgütlerine duydukları aidiyet duygusuna, bir başka ifadeyle örgütsel bağlılığa zarar verir. Olumsuz çalışma atmosferi ve bireyler arası olumsuz ilişkiler, bireylerin örgütlerine duydukları bağlılığın azalmasına neden olmaktadır (Thomas ve diğerleri, 2005). Duygusal çatışma düşük düzeyde ve bilişsel çatışma yüksek düzeyde olduğunda ise, bireylerin örgütü terk etme niyetleri azalmaktadır. Fakat her iki çatışma türü de yüksek olduğunda, bu niyet artış göstermektedir (Medina ve diğerleri, 2002). İşten ayrılmalar, örgütü terk etmeler ise örgütün kaliteli insan sermayesini kaybetmesine ve işgücü maliyetlerinin artmasına neden olan bir süreçtir. 3. Güven ilişkisi, bireylerin ve örgütlerin başarısında önemli bir rol oynar. Bireyler arasında güven yüksek olduğunda, bireyler, bilgilerini birbirleriyle paylaşır, işbirliği yapar ve koordinasyonları yüksek olur. Duygusal çatışmalar, bireyler arasında yüksek güven söz konusu olduğunda çok daha kısa sürede çözülür. Bilişsel çatışmalarda ise birey kendini güvenli bir ortam içerisinde hissettiğinde işe yönelik karşıt fikirlerini daha rahatlıkla paylaşır. Olumlu bir çalışma ortamı yaratan güven, örgütün yenilik kapasitesinin artmasına, daha hızlı hareket etmesine, koordinasyon ve işbirliği yaratılmasına neden olur. Fakat yüksek düzeyde yaşanan çatışmalar, özellikle gruplar arasında olduğunda, örgütün genel güven düzeyini düşürmektedir. Gruplar arasında rekabete dayalı, engelleyici ilişkiler olduğunda, diğer gruba karşı düşmanca veya olumsuz tutumlar oluşmaktadır (Şerif ve Şerif, 1996, s.299). Rol çatışması da, bireyin örgüte duyduğu güveni azaltmakta ve örgütten ayrılma eğiliminin oluşmasına neden olmaktadır. 4. Bilişsel çatışma, bireylerin yaratıcılığını, öğrenme isteğini arttırmaktadır. Fakat çatışmanın yoğunluğu arttıkça ve gerilim yükseldikçe, üyelerin performansı ve iş tatmini olumsuz etkilenmektedir (De Dreu ve Weingart, 2003). Özellikle işbirliği ve koordinasyonun gerekli olduğu takım çalışmalarında bireyler arasında yaşanan şiddetli çatışmalar, takım üyelerinin birbirlerinden bilgi saklamalarına, rekabet etmelerine ve iş performanslarının azalmasına neden olmaktadır (Khan ve diğerleri, 2009). Orta düzeyde olan bilişsel çatışmada bireyler daha esnek, daha rahat olmakta ve daha yaratıcı fikirler geliştirmekteyken; yüksek düzeyde olan çatışmada bilişsel sisteme çok yüklenilmekte ve bir süre sonra bireyler kendilerine gelen enformasyonu algılamamakta, sonuçta da yaratıcılıkları veya problem çözme yetenekleri azalmaktadır (Schultz-Hardt ve diğerleri, 2002). Bilişsel çatışma çok yüksek olduğunda, hem takımların hem de bireylerin yenilik kapasitesini olumsuz etkilemekte, kısa dönemli hedefler belirlenememektedir. Bireylerin üyesi oldukları gruptan duydukları tatmin azalmakta, bireyler grubu başarısız algılamakta (Vodosek, 2007) ve gelecekte aynı grupla çalışmak istememektedirler (Jehn, 1995). 36 5. Çatışmaların yoğun yaşanması, liderlerin otokratik bir tarzı benimsemesine ve örgüt yapısının katı, merkeziyetçi olmasına neden olmaktadır (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.300). Özellikle astlar ve üstler arasında duygusal çatışmaların yaşanması, astların liderlerine olumsuz duygular beslemelerine ve onların yaratıcılık, duygusal destek verme gibi temel liderlik becerilerine sahip olmadıklarını düşünmelerine neden olmaktadır (Xin ve Pelled, 2003). Oysaki çatışma durumlarında, karizmatik gücü taşıyan ve çalışanları esinlendirerek, onları yeni fikirler ve çözüm yolları düşünmeye ve bulmaya motive eden dönüşümcü liderler faydalı olmaktadır (Rahim, 2000, s.102). 37 Özet Çatışma yaratan kaynaklar çok fazladır; çok çeşitli olan bu kaynakları sınıflandırmakta bazen sıkıntılar yaşanabilmektedir. Fakat çatışmaya neden olan kaynakların bilinmesi, çatışmanın yönetilmesi açısından çok önemlidir. Çatışmayı ortaya çıkaran faktörleri bireysel, örgütsel ve iletişime ilişkin faktörler olmak üzere üç grupta incelemek mümkündür. Bireysel faktörler arasında ilk sırada yer alan kişilik özellikleri arasında otoriter, kendine güveni düşük, kendilik algısı olumsuz, negatif etkililiği yüksek kişiler daha sık çatışma yaşadıkları gibi bu kişilerin çatışmayı çözme yöntemleri de çok sağlıklı olmamaktadır. Bireylerin kendini yansıtma özelliğinin olması, kendine güvenin ve kendilik algısının olumlu olması, içsel kontrol odağına sahip olması ise hem daha az çatışma yaşamalarına neden olmakta hem de kendilerini, duygularını daha açık bir şekilde ifade ettikleri ve çatışmayla yüzleşmeyi tercih ettikleri için çatışma yönetimleri çok daha sağlıklı olmaktadır. gelmeleri, mesleki geçmişlerinin farklılığı ve örgütlerin resmi, hiyerarşik bir iletişim tarzını tercih etmeleri çatışma süreçlerini zora sokan, çözümü zorlaştıran bir faktör olarak karşımıza iletişim olgusunu çıkarmaktadır. Çatışmanın sonuçlarını önceden tahmin etmek çok zordur. Çatışmanın örgüte zarar mı yoksa yarar mı vereceğini tahmin etmek için çatışmanın türünü incelemek gerekir. Çünkü çatışmanın türüne göre çatışmanın sonuçları değişmektedir. Orta düzeyde yaşanan bir bilişsel çatışma, ilişkilerden değil de, örgütteki işlerin yapılması, kararlara ilişkin görüşler gibi farklı fikir ve bakış açılarından kaynaklandığı için örgütteki yenilik ve yaratıcılık kapasitesini arttıracak, hatalı süreçlerin düzeltilmesini sağlayacak, doğru kararlar alınmasına neden olacaktır. Bireylerin kendi düşünce ve fikirlerini rahatlıkla söylemelerine, paylaşmalarına, böylelikle de kendilerine olan güven duygularının güçlenmesine yol açacaktır. Örgütlerin yapısı da, bireylerin yaşayacağı çatışmanın türünü, sıklığını, yoğunluğunu etkilemektedir. Bireylerin karşı karşıya geldiği, ortak bir amaç etrafında, ortak kaynakları kullanarak görevlerini tamamlamaya ve amaçlarına ulaşmaya çalıştıkları birimlerin başında örgütler gelmektedir. Örgütlerin özellikleri, bir başka ifadeyle yönetim şekli, denetim biçimi, görevlerin yapısı gibi özellikleriyle örgütlerde yaşanan çatışmaları etkilemektedirler. Örgütler büyüdükçe, merkezi ve formel bir yapıyı tercih etmeye başlarlar. Aşırı kural ve denetim fazlalığı bireyleri daha hiyerarşik ilişkiler içerisine sokar. Bu ilişkilerde güvene dayalı samimi ilişkilerin kurulması, etkin bir iletişim yapısı oluşturulması daha zor olacağından bireyler arası çatışma yaşanma riski daha fazla olur. Örgüt içinde bölümler arasında bağımlılık arttıkça, uzmanlaşma arttıkça, kaynak paylaşımı için rekabet başladığı zaman hem amaç ve çıkarlar çelişecek, hem de bölümler arası koordinasyon sağlama zorunluluğu çatışmalar için elverişli bir ortam oluşturacaktır. Doğru yönetilmeyen bir çatışma bireylerin stres düzeylerini yükseltecek, ilerleyen aşamalarda tükenme yaşamalarına neden olacaktır. Depresyon, olumsuz duygulara sahip olmak gibi psikolojik rahatsızlıklarla sonuçlanan çatışma, fiziksel şiddeti de maalesef beraberinde getirebilmektedir. Öfke, üzüntü, umutsuzluk gibi duygular, bireylerin içinde bulundukları ortamda karşısındaki yıldırmaya yönelik davranışları sergilemelerine neden olmaktadır. Örgüt düzeyinde çatışmanın yarattığı olumsuz sonuçları tahmin etmek çok zor değildir. Bireyler üzerindeki olumsuz etkileri düşünüldüğünde, bu ruh hali içindeki bireylerin örgütte dikkatlerini işlerine vermeleri, isteyerek ve gönülden çalışmaları oldukça imkânsız bir hal alacaktır. Daha çok sağlık sorunları yaşamaları işe geç gelmelerine, devamsızlık yapmalarına ve bunun sonunda örgütün en önemli insan sermayesi olan işgücünde verimlilik kaybı yaşanmasına neden olacaktır. Örgüt içindeki çatışmalar, ilişkilerin bozulmasına, bireylerin yaptıkları işten duydukları memnuniyetin azalmasına, güvene dayalı ilişkilerin bozulmasına ve örgütten ayrılma isteğinin yükselmesine neden olacaktır. Çatışan bireylerin özellikle duygusal çatışma yaşamaları işlerin zamanında bitirilmemesine ve işin kalitesinin düşmesine neden olacaktır. Aslında çatışmanın kaynağı ister bireysel ister örgütsel olsun çatışmanın temelinde iletişim yetersizliği, bireylerin birbirlerini yanlış anlamaları, eksik bilgiye sahip olmaları gibi iletişimden kaynaklı faktörler çok önemli bir rol oynamaktadır. Fakat bireylerin demografik özelliklerinin farklı olması, farklı kültürlerden 38 Kendimizi Sınayalım b. A tipi kişilik 5. Bir örgüt geçen seneye göre satışlarını arttırdığında, bu başarı karşısında sadece bölüm yöneticilerine maaş zammı yapılması çatışmaya neden olan örgütsel faktörlerden hangisini belirtmektedir? c. Dışsal kontrol odağına sahip olmak a. Denetim biçimi d. Negatif etkililiği yüksek olmak b. Amaçların çelişmesi e. Kendine güveni düşük olmak c. Ödüllendirme biçimi 2. Aşağidakilerden hangisi çatışmaya neden olan örgütsel faktörlerden biridir? d. Uzmanlaşma a. Küçük bir örgüt c. Grup heterojenliği 6. Bir departmandaki çalışanların kültürlerinin farklı olması nedeniyle aralarında yaşadıkları çatışmanın bireysel nedeni aşağıdakilerden hangisidir? d. Merkezileşme a. Grup heterojenliği e. Ortak amaçlar b. Kişilik özellikleri 3. Yöneticinin yapılmasını beklediği zor bir görevin sorumluluğunu çalışanlardan hiç birinin üstüne almak istememesi çatışmaya neden olan örgütsel faktörlerden hangisini göstermektedir? c. Formalleşme a. Denetim biçimi b. Performans sistemi 7. Aşağıdakilerden hangisi çatışmanın bireyler üzerinde yarattığı olumlu sonuçlardan birisidir? c. Ödül sistemi a. Takım performansının artması d. Uzmanlaşma b. Örgütsel güvenin artması e. Görev ve yetki belirsizliği c. Tükenmeye neden olması 4. Üretim departmanında üç kişinin de bilgisayar eğitimi ihtiyacı olmasına rağmen, eğitim maliyeti nedeniyle sadece bir kişiye eğitim verilmesi çalışanlar arasında çatışmaya neden olan örgütsel faktörlerden hangisini işaret etmektedir? d. Kendine güvenin yükselmesi 1. Aşağidaki kişilik özelliklerinden hangisi çatışmayı daha etkin yönetir? a. Olumlu kendilik algısına sahip olmak e. Kaynakların kıt olması b. Açık, belirgin görev dağılımı d. Merkezileşme e. Uzmanlaşma e. Grup bağlılığı oluşturması 8. Bireyin bölümde birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla sürekli tartışması nedeniyle işini beğenmemesi ve yaşadığı çatışmalar nedeniyle iş aramaya başlamak istemesi, çatışmanın örgütler üzerindeki olumsuz sonuçlarından hangisine işaret etmektedir? a. Denetim biçimi b. Kaynakların kıt olması c. Ödül sistemi a. İş tatmini ve örgütsel bağlılığın düşmesi d. Uzmanlaşma b. Takım performansının azalması e. Çıkarların çelişmesi c. Liderlik davranışının otoriterleşmesi d. Grup bağlılığının azalması e. Şiddet duygularının artması 39 9. Aşağıdakilerden hangisi bilişsel çatışmanın örgütler üzerinde yarattığı olumlu sonuçlardan biri değildir? Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. Grup yanılgısını azaltması 1. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışmayı Ortaya Çıkaran Bireysel Faktörler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Grup heterojenliği sağlaması 2. d Yanıtınız yanlış ise “Çatışmayı Ortaya Çıkaran Örgütsel Faktörler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Yaratıcılığın artması d. Kaliteli kararlar alınması e. Hatalı süreçleri ayıklaması 3. e Yanıtınız yanlış ise “Çatışmayı Ortaya Çıkaran Örgütsel Faktörler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. Almanya ve Güney Afrika’dan iki örgütün birleşmesi ve çalışanlarının ortak dil kullanmadan birlikte çalışmaya başlaması aşağıdaki çatışma nedenlerinden hangisini ifade etmektedir? 4. b Yanıtınız yanlış ise “Çatışmayı Ortaya Çıkaran Örgütsel Faktörler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Uzmanlaşma 5. c Yanıtınız yanlış ise “Çatışmayı Ortaya Çıkaran Örgütsel Faktörler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Yönetim biçimi c. Yetersiz iletişim 6. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışmayı Ortaya Çıkaran Bireysel Faktörler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Merkezileşme e. Denetim biçimi 7. d Yanıtınız yanlış ise “Çatışmanın Bireyler Üzerindeki Olumlu Sonuçları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışmanın Örgütler Üzerindeki Olumsuz Sonuçları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. b Yanıtınız yanlış ise “Çatışmanın Örgütler Üzerindeki Olumlu Sonuçları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. c Yanıtınız yanlış ise “Çatışmaya Neden Olan İletişime İlişkin Faktörler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 40 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 kendilerini yakından ilgilendiren kararlarda fikir ve görüşlerinin alınmaması, alınan kararlarda uzlaşı yerine zıtlaşmayı beraberinde getirecektir. A tipi kişilik, sabırsız, rekabetçi, sinirli, dakik, çalışkan olmak gibi özellikleri ağır basan özelliklere sahip bir kişiliktir. Özellikleri arasında karamsar olmak, olayların olumsuz tarafını görmek, şüpheci olmak da vardır. Bu nedenle de A tipi kişilerin aynı zamanda negatif etkililiği yüksek kişiler olduğu söylenebilir. Tüm bu özellikler bir araya geldiğinde A tipinin diğer kişiliklere kıyasla stres ve endişe düzeyleri daha yüksek olmaktadır. Sıra Sizde 4 Görev ve yetkilerin belirsizliği örgütlerde büyük bir karmaşa yaşanmasına neden olur. Kimin, hangi işten, ne kadar sorumlu olduğunun bilinmemesi, örgütte etkin olmayan bir işgücü yaratırken, diğer taraftan çok fazla çalışıp, her işi yapmak zorunda olan bir işgücü yaratacaktır. Rol çatışması bu durumdan olumsuz etkilenir, çünkü birey sorumluluğunda olmayan, fakat yöneticisinin kendisinden beklediği rolleri yerine getirmek zorunda kalır. Özellikle birden fazla yöneticisi olan çalışanlar için bu durum daha karmaşık bir hal alır. Adil olmayan bir görev dağılımı, bazı çalışanlar için aşırı iş yükü yaratır. Diğer taraftan her işe koşuşturan kişi, örgütteki statüsünü ve pozisyonunu bilmediğinden; çok az veya hiçbir iş yapmayan kişi de kime karşı, hangi işi yapmakla sorumlu olduğunu bilmediğinden rol belirsizliği seviyesi oldukça yükselir. Sıra Sizde 2 Duygusal zekâ, başkalarının ihtiyaçlarını, duygu ve düşüncelerini sezinleyebilmek, sosyal olmak, kendini iyi tanımak ve kontrol edebilmekle ilgili bir yetenektir. Yöneticilerin duygusal zekâsının yüksek olması öncelikle yönetici ve astlar arasında yaşanan dikey çatışmaların azalmasını sağlayacaktır. Astları dinlemek, onlarla iyi geçinmek, ihtiyaçlarını önceden sezmek özellikle duygusal çatışmaları azaltmak yönünde olumlu bir etki yapacaktır. Sosyal ilişkileri güçlü olan bu kişiler, resmi iletişim kanalları yerine resmi olmayan, esnek iletişim kanallarını kullanarak iletişimden kaynaklanan çatışmaların da yoğunluğunu düşürebilir. Özellikle denetim biçimi olarak bu yöneticilerin baskıcı ve otoriter bir yönetim tarzını tercih etmemeleri, örgütün hem merkezileşme hem de formelleşme seviyesini azaltabilir. Sıra Sizde 5 Fonksiyonel bağımlılığın üç türü vardır: Bütüne bağımlılık, sıralı bağımlılık ve karşılıklı bağımlılık. Bu üç bağımlılık türü arasında etkileşimin ve iletişim yoğunluğunun en fazla olduğu karşılıklı bağımlılıktır. İşin tamamlanabilmesi için hem daha fazla sayıda birim vardır; hem de bu birimlerin birbirlerine bağımlılığı daha fazladır. Bu birimlerin hiç biri işi tek başlarına tamamlayamaz; her birinin karşılıklı olarak birbirine ihtiyacı vardır. Birinde yaşanan bir gecikme veya sorun, hem o birimin kendisini hem de diğer birimleri yakından etkileyeceği için üç bağımlılık türü arasında en fazla çatışma yaşanma riski, karşılıklı bağımlılıktadır. Sıra Sizde 3 Örgütlerin büyümesinin çatışma yaratmasının en büyük nedeni çalışan ve yapılan işlerin sayısının artmasıyla birlikte örgütün giderek hantallaşması, bürokratik bir yapıya bürünmesidir. Çalışanlar ve işler arasında koordinasyon ve organizasyonu sağlamak için aşırı kural ve prosedür içerisinde çalışan bireyler bir süre sonra iş tatminsizliği yaşamaya başlarlar. Örgütün ve yaptıkları işin tümüne dâhil olamamak, yakın, samimi, yüz yüze ilişkiler geliştirememek çalışanların örgüte ve işlerine yabancılaşmalarına neden olur. Tüm bu olumsuz çalışma koşulları içerisinde örgütün büyümesinin yarattığı sorunları azaltmak için merkezileşmeye gitmesi, bir başka ifadeyle kararların alınma yetkisini sadece üst yönetime vermesi dikey çatışmaların artmasına neden olacağı gibi, bölümler arasında da çatışmalar yaratacaktır. Çalışanların ve bölümlerin Sıra Sizde 6 Bireyler, işlerini istedikleri performansta gerçekleştirmek, amaç ve hedeflerine ulaşmak için gerekli kaynaklara zamanında sahip olmak isterler. Bir polisin gece nöbetini soğuk bir kulübede, eski araç ve gereçlerle yapmak zorunda olması işteki performansını düşüreceği gibi, “başarılı bir polis olmak” gibi amaçlarına da ulaşmasını engelleyecektir. Ayakları sakatlanan 41 organizational context. Journal of Marketing Research, 28 (2), 145-160. bir kişinin parası olmadığı için tekrar yürüyebilmesini sağlayacak ameliyatı olamaması bireyi yürüme hedef ve isteğine ulaştıramayacaktır. Bir başka deyişle yeterli kaynaklara sahip olmamak, bireylerin daha fazla sıklıkta engellenme yaşamalarına, istedikleri faaliyet ya da hedeflerden uzaklaşmalarına neden olacaktır. Bu durumda bireylerin kendi içlerinde yaşadıkları kaçınma-kaçınma, yaklaşma-kaçınma gibi amaç çatışmaları gözlenecektir. Örgüt yaşamında ise istediği performans kriterlerine ulaşmayan birey, bir süre sonra kendisinin bu işe uygun olmadığını düşünecek ve kişi-rol çatışması yaşayacaktır. Baron, R. A. (1991). Positive effects of conflict: A cognitive perspective. Employee Responsibilities and Rights Journal, 4 (I), 2538. Baron, R.A. (1988). Negative effects of destructive criticism: impact on conflict, selfefficacy, and task performance. Journal of Applied Psychology, 73(2), 199-207. Basım, N.H., Çetin, F. ve Meydan, C.H. (2009). Kişilerarası çatışma çözme yaklaşımlarında kontrol odağının rolü. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21, 57-69. Bayram, N., Aytaç, S. ve Gürsakal, S. (2007). Çalışanların iş tatmini üzerine bir araştırma. 8. Türkiye Ekonometri ve İstatistik Kongresi, Malatya: İnönü Üniversitesi. Yararlanılan Kaynaklar Akar, C. ve Yıldırım, T. (2008). Yöneticilerin örgütsel bağlılık, iş tatmini ve rol stres kaynakları arasındaki ilişkiler: yapısal denklem modeliyle beyaz et sektöründe bir alan uygulaması. Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 10 (2), 97-113. Bodtker, A.M. & Jameson, C.K. (2001). Emotion in conflict formation and its transformation: application to organizational conflict management. The International Journal of Conflict Management, 12 (3), 259-275. Akca, C. ve Erigüç, C. (2006). Hastane çalışanlarının yöneticileri ve çalışma arkadaşları ile yaşadıkları çatışma nedenlerine yönelik bir araştırma. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 9 (2), 126-148. Bono, J.E., Boles, T. L., Judge, T. & Lauver, K. (2002). The role of personality in task and relationship conflict. Journal of Personality, 70 (3), 311-344. Amason, A. C., Hochwarter, W.A., Thompson, K. & Harrison, A. (1995). Conflict: An important dimension in successful management teams. Organizational Dynamics, 24 (2), 20-37. Börü, D. (2007). İletişim ve kültür. Ramazan Erdem ve Cem Şafak Çukur (Ed.), Kültürel Bağlamda Yönetsel-Örgütsel Davranış içinde (s.387-426). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Amason, A. C. (1996). Distinguishing the effects of functional and dysfunctional conflict on strategic decision making. Academy of Management Journal, 39 (1), 123-148. Carlson, D. A. (1999). Personality and role variables as predictors of three forms of work– family conflict. Journal of Vocational Behavior, 55 (2), 236-253. Asunakutlu, T. ve Safran, B. (2004). Kültürel farklılıklardan kaynaklanan çatışmalara yönelik bir araştırma. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6 (1), 26-49. Ceylan, A. ve Ulutürk, H.Y. (2006). Rol belirsizliği, rol çatışması, iş tatmini ve performans arasındaki ilişkiler. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 7 (1), 48-58. Aykan, E. (2008). Aile işletmelerinin çatışma nedenleri ve çatışma yönetimi stratejileri:Kayseri ilinde bir uygulama. 2. Aile İşletmeleri Kongre Kitabı içinde (s. 137-150). İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, Yayın No:40. Champoux, J. (2010). Organizational Behavior: Integrating Individuals, Groups and Organizations. USA: Routledge Publications. Daft, R. (2009). Organizational Theory & Design (Tenth Ed.). USA: South Western Publication. Ayoko, B.O., Callan, V.J. & Hartel, E.J.C. (2003). Workplace conflict, bullying and counterproductive behaviors. The International Journal of Organizational Analysis, 11 (4), 2003. Daly, J.A. (2002). Personality and interpersonal communication. Mark L. Knapp & John A. Daly (Ed.), Handbook of Interpersonal Communication içinde (s.133-168). UK: Sage Publications. Barclay, D. W. (1991). Interdepartmental conflict in organizational buying: the impact of the 42 De Dreu, C.K.W., Dierendonck, D., & Dijkstra, M. (2004). Conflict at work and individual wellbeing. International Journal of Conflict Management, 15 (1), 6-26. Performance Improvement Quarterly, 12, 6– 19. Jehn, A. & Bendersky, C. (2003). Intragroup conflict in organizations: a contingency perspective on the conflict outcome relationship. Research in Organizational Behavior, 25, 187242. De Dreu, C. K. W. & Weingart, L. R. (2003). Task versus relationship conflict, team performance, and team member satisfaction: A meta-analysis. Journal of Applied Psychology, 88 (4), 741-749. Jensen-Campbell, L.A. & Graziano, W.G. (2001). Agreeableness as a moderator of interpersonal conflict. Journal of Personality, 69 (2), 323363. Desivilya, H. & Yagil, D. (2005). The role of emotions in conflict management: the case of work teams. The International Journal of Conflict Management, 16 (1), 55-69. Jordan, P.J. & Troth C.A. (2004). Managing emotions during team problem solving: emotional intelligence and conflict resolution. Human Performance, 17 (2), 195-218. Eddleston, K. A., Otondo, R. F., & Kellermanns, F. W. (2008). Conflict, participative decisionmaking, and generational ownership dispersion: a multilevel analysis. Journal of Small Business Management, 46, 456-484. Khan, M.A., Afzal, H. & Rehman, K. (2009). Impact of task conflict on employee’s performance of financial institutions. European Journal of Scientific Research, 27 (4), 479-487. Erdem, F. & Özen, J. (2003). Cognitive and affective dimensions of trust in developing team performance. Team Performance Management: An International Journal, 9 (3), 131-135. Koçel, T. (2005). İşletme Yöneticiliği (10.Baskı). İstanbul: Arıkan Yayıncılık. Litterer, J. (1966). Conflict in organizations: a reexamination. The Academy of Management Journal, 9 (3), 178-186. Eren, E. (2008). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi (11.Baskı). İstanbul: Beta Yayınları. Erkuş, A. ve Tabak, A. (2009). Beş faktör kişilik özelliklerinin çalışanların çatışma yönetim tarzlarına etkisi: savunma sanayisinde bir araştırma. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 23 (2), 213-243. Medina, F.J., Dorado, M., Munduate, L., Martinez, I. & Cisneros, I. (2002). Types of conflict and personal and organizational consequences. 15th Annual Conference of the International Association for Conflict Management, Utah (IACM-2002). Friedman, A., Tidd, S., Currall, S. & Tsai, J.C. (2000). What goes around comes around: the impact of personal conflict style on work conflict and stress. The International Journal of Conflict Management, 11 (1), 32-55. Mehra, A., Kilduff, M. & Brass, Daniel J. (2001). The social networks of high and low selfmonitors: implications for workplace performance. Administrative Science Quarterly, 46 (1), 121-146. Gürgen, H. (1997). Örgütlerde İletişim Kalitesi. İstanbul: Der Yayınları. Nelson, L. D. & Quick, C. J. (2009). Understanding Organizational Behavior. South-Western Publications. Hatch, M.J. & Cunliffe, A.L. (2006). Organization Theory: Modern, Symbolic, and Postmoder Perspectives. Oxford, NY: Oxford University Press. Perrewe, P.L. ve diğerleri (2004). Neutralizing job stressors: Political skill as an antidote to the dysfunctional consequences of role conflict. Academy of Management Journal, 47 (1), 141152. Jehn, A. (1995). Multimethod examination of the benefits and detriments of intragroup conflict. Administrative Science Quarterly, 40, 256– 282. Phillips, J. & Stanley, M.G. (2011). Organizational Behavior: Tools for Success. USA: South Western Publication. Jehn, A. (1999). A qualitative analysis of conflict types and dimensions in organizational groups. Administrative Science Quarterly, 42 (3), 530557. Rahim, M. A. (2000). Managing Conflict in Organizations. Greenwood Publishing. Jehn, A. (1999). Diversity, conflict, and team performance: summary of a program of research. Robbins, S. & Judge, T. (2007). Organizational Behavior. New Jersey: Prentice Hall. 43 Sabuncuoğlu, T. E. (2008). Rol çatışmasının ve rol belirsizliğinin tükenmişlik ve iş doyumu üzerine etkilerinin incelenmesi. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 23 (1), 35-49. Torun, A. ve Ercan, S.N. (2004). Aile işletmelerinde çatışmalar, olumsuz duygular ve başa çıkma yolları. 2. Aile İşletmeleri Kongre Kitabı (s.32-41). İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, Yayın No:40. Şahin, N.H., Basım, N. H. ve Çetin, F. (2009). “Kişilerarası çatışma çözme yaklaşımlarında kendilik algısı ve kontrol odağı. Türk Psikiyatri Dergisi, 20 (2), 153-163. Turner, M.E. & Pratkanis, A.R. (1994). Social identity maintenance prescriptions for preventing groupthink. International Journal of Conflict Management, 5 (3), 254-270. Schulz-Hardt, S., Jochims, M. & Frey, D. (2002). Productive conflict in group decision making: genuine and contrived dissent as strategies to counteract biased information seeking. Organizational Behavior and Human Decision Processes, 28 (2), 563-586. Turner, M.E. & Pratkanis, A. R. (1994). Mitigating groupthink by stimulating constructive conflict. C. de Dreu & E. Van de Vliert (Ed.), Using Conflict in Organizations içinde (s.5371). USA: Sage Publications. Tutar, H. (2003). Örgütsel İletişim. Ankara: Seçkin Yayınları. Şerif, M. ve Şerif, W. C. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş I-II., Mustafa Atakay & Aysun Yavuz (Çev.). İstanbul: Sosyal Yayınlar. Vodosek, M. (2007). Intragroup conflict as a mediator between cultural diversity and work group outcomes. International Journal of Conflict Management, 18 (4), 345-375. Shavelson R.J, Hubner J.J & Stanton G.C. (1976). Self-concept: Validation of construct interpretations. Review of Educational Research, 46 (3), 407-441. Wageman, R. & Baker, G. (1997). Incentives and cooperation: The joint effects of task and reward interdependence on group performance. Journal of Organizational Behavior, 18, 139-158. Silah, M. (2000). Çalışma Psikolojisi. Ankara: Selim Kitapevi. Sorenson, R. L. (1999). Conflict management strategies used by successful family businesses. Family Business Review, 12, 325-339. Wakefield, W. M. (1995). Antecedents of conflict in family firms: An empirical study (A Dissertation, University of Nebraska). UMI Number: 9604443. Şimşek, Ş. (1998). Yönetim ve Organizasyon, Konya: Damla Matbaası. Walton, R.E. & Dutton, J.M. (1969). The management of interdepartmental conflict: a model and a review. Administrative Science Quarterly, 14 (1), 73-84. Tekarslan, E., Kılınç, T., Şencan H. ve Baysal, A.C. (2000). Davranışın Sosyal Psikolojisi. İstanbul: İ.U. İşletme Fakültesi Yayın No:278. White, P.E. (1974). Resources as determinants of organizational behavior. Administrative Science Quarterly, 19 (3), 366-379. Tengilimoğlu, D. (1991). Kişilerarası çatışma ve çatışmayı teşhis modelleri. Amme İdaresi Dergisi, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi, 24, 123-144. Xin, R.K. & Pelled, L.H. (2003). Supervisor– subordinate conflict and perceptions of leadership behavior: A field study. The Leadership Quarterly, 14 (1), 25-40. Thomas, J.L., Bliese, P.D. & Jex, S. M. (2005). Interpersonal conflict and organizational commitment: examining two levels of supervisory support as multilevel moderators. Journal of Applied Social Psychology, 35 (11), 2375-2398. Tjosvold, D. (1997). Conflict with interdependence: its value for productivity and individuality. C. de Dreu & E. Van de Vliert (Ed.), Using Conflict in Organizations içinde (s.23-37). USA: Sage Publications, 44 3 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Çatışma yönetimi kavramını açıklayabilecek, Çatışmanın teşvik edilmesinde ve çözümünde kullanılan yöntemleri analiz edebilecek, Bireyler arası çatışma yönetim stillerini değerlendirebilecek, Güç temelleri ile bireyler arası çatışma yönetim stillerinin tercihi arasındaki ilişkiyi açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Çatışma Yönetimi Rekabet Liderlik Biçimi Uyum Uzlaşma Çatışma Yönetimi Eğitimi İşbirlikçi Davranışlar Yasal Güç Kaçınma Uzmanlık Gücü İçindekiler Giriş Çatışma Yönetimi Bireyler Arası Çatışma Yönetim Stilleri Güç Temelleri ve Çatışma Yönetim Stilleri 46 Çatışma Yönetimi GİRİŞ Çatışma, birey, grup ve örgüt düzeyinde karşımıza çıkabilen, günlük etkileşimler içerisinde sık sık karşılaşabileceğimiz doğal bir olgudur. Bu nedenle iş yaşamında çatışmadan kaçınmak ya da çatışmayı bastırmak yerine konusuna ve yoğunluğuna bakarak çatışmayı yönetmek gerekir. Duygusal çatışmalar, ilişkilerdeki bireysel anlaşmazlık, küskünlük ve çekişmelerdir ve örgütte azaltılmaları gerekir. Bilişsel çatışmalar ise işin yapılış şekli ile ilgili, anlaşmazlığın nedeni amaç ve görevlerle ilgili farklı görüşlerin varlığı olduğundan örgütün değişim ve rekabet için ihtiyaç duyduğu çatışmalardır. İş yaşamında yöneticilerin bilişsel çatışmaya ihtiyacı vardır. Çünkü karşıt fikirlerin söylenmesi, alınacak kararların tartışılması hem en doğru kararın alınmasını sağlar hem de alınan karar üzerinde uzlaşma sağlandığından her üyenin kararı benimsemesini beraberinde getirir. Burada üzerinde durulması gereken unsur, bilişsel çatışmanın yoğunluğudur. Şiddet seviyesi yükselen bir bilişsel çatışmanın duygusal çatışmaya dönüşme riski oldukça fazladır. Zamanında müdahale edilmezse bu yönde bir çatışma hem örgütteki ilişkilere zarar verir, hem de birey ve takım performansını düşürür. Çatışmanın yönetiminde dikkat edilmesi gereken bir unsur ise bilişsel çatışmanın hiç yaşanmadığı durumlarda ne yapılması gerektiği ile ilgilidir. Profesyonel yöneticiler, grup içinde bir karar çok kısa bir süre içerisinde alınıyorsa, karşıt fikirler ortaya çıkmıyorsa, değişim veya yenilik önerileri gelmiyorsa, bu durumdan rahatsız olurlar. Çünkü buz dağının görünen kısmında huzurlu, olumlu ilişkilerin olduğu, işlerin belli bir düzende yapılmaya devam edildiği bir örgüt ortamı varmış gibi bir algılama oluşsa da, buz dağının görünmeyen kısmında aynı hataların yapılmaya devam edildiği, grup baskısı ya da grup yanılgısının oluştuğu, yenilik ve yaratıcılık kapasitesi anlamında örgütün yerinde saydığı bir örgüt performansı var demektir. Bu durumda ise yöneticilerin belli bir düzeyde çatışmayı teşvik etmesi gerekir. Tüm bu faaliyetler ise çatışma yönetimi kavramıyla ifade edilir. Çatışmanın azaltılması da, teşvik edilmesi de çatışma yönetimi kavramı içerisinde yer almaktadır. Yöneticilerin çatışmanın konusu ve türüne göre, hangi teknikleri kullanarak çatışmayı yönetmeleri gerektiği konusunda uzman olmaları gerekmektedir. Çatışma yönetimi tekniklerini kullanırken dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur ise hangi tekniklerin seçileceği ve kullanılacağı ile ilgilidir. Bunun için de ortamın özelliklerini, çatışma yaşanan tarafın üstün ve zayıf yanlarını, çatışmanın konusunu objektif bir şekilde analiz etmek gerekmektedir. Bu kapsamda, bu ünitede çatışma yönetimi kavramının içeriği üzerinde durularak, çatışmayı teşvik etmek ve çözmek için kullanılan örgütsel yöntemler ile bireyler arası çatışma yönetim stilleri açıklanacaktır. ÇATIŞMA YÖNETİMİ Çatışmanın varlığının yanında, çatışmanın nasıl yönetileceği de oldukça önemlidir. Çatışma yönetimi, yöneticilerin bazı durumlarda çatışmayı artırması, bazı durumlarda çatışmayı çözmesi amacıyla sergiledikleri strateji ve tekniklerdir. Çatışma süreci, zihinsel ve psikolojik enerji kullanımını içerir. Eğer bu enerji, ortak çözüm yolları bulmak, verimli süreçler yaratmak için kullanılırsa etkin bir çatışma yönetimi gerçekleştirilmiş demektir. 47 Etkin bir çatı!ma yönetiminin ta!ıması gereken kriterler !unlardır: 1. Duygusal çatı!mayı azaltmalıdır. 2. Stratejik konularda orta derecede bir bili!sel çatı!maya ula!ılmalı ve bu çatı!ma düzeyi korunmalıdır. 3. Bireyler, ortamın özelliklerine göre hangi çatı!ma yönetim stilini seçmeleri ve kullanmaları gerekti"ini bilmelidir (Rahim, 2002, s.222). Çatı!ma yönetiminde kullanılan tekniklerin do"ru bir !ekilde seçilmesi çok önemlidir; çünkü çatı!manın olumlu mu yoksa olumsuz mu sonuçlar do"uraca"ını belirleyen bu yöntemlerdir. Do"ru yöntemlerin belirlenmesi için de öncelikle “çatı!ma analizi” yapılması gerekir. Çatı!ma analizinin yapılması, çatı!manın çözülmesi mi yoksa çatı!manın te!vik edilmesi mi gerekti"ine karar verilmesini sa"layacaktır. Burada en önemli nokta, çatı!manın te!vik edilmesi ve çözülmesi arasındaki farkın tam anlamıyla anla!ılması gerekti"idir. Yöneticilerin, ne zaman çatı!mayı te!vik edeceklerini, ne zaman çatı!mayı çözeceklerini bilmeleri gerekir. Çatı!manın te!vik edilmesi, yapıcı ve olumlu sonuçlar do"uracak türdeki çatı!manın örgüt veya birimlerde yaratılmasıdır. Çatı!manın çözülmesi ise yıkıcı ve olumsuz sonuçlar do"uracak çatı!manın azaltılması veya yok edilmesidir (Griffin ve Moorhead, 2009, s.391-392). Ba!ka bir ifadeyle fonksiyonel çatı!ma, birey ve takımların performanslarını arttırdı"ı için te!vik edilmeli; buna kar!ın fonksiyonel olmayan çatı!ma, birey ve takımların performanslarına zarar verdi"i ve ili!kileri bozdu"u için çözülmelidir. ÇATI!MA YÖNET"M" ! Çatı#manın Çözümünü Gerektiren Ko#ullar: Çatı#manın Te#vik Edilmesini Gerektiren Ko#ullar: Çatı#ma, zarar vermeye ba#lamı#tır; çok fazla zaman ve enerji kaybına neden olmaktadır; örgüt amaçlarından uzakla#ılmaya ba#lanmı#tır. "# grupları, dura$anlıktan memnundurlar; gruplar arasında uzla#maya çok çabuk ula#ılmaktadır; gruplar, geleneksel fikirlere çok ba$lıdır, bunları de$i#tirmeye çok istekli de$ildirler; rekabet edebilmek için örgütün de$i#mesi gereklidir. ! "ekil 3.1: Çatı!ma Yönetimi Kavramı Kaynak: Griffin, R. & Moorhead, G. (2009). Organizational Behavior: Managing People and Organizations (9th edition). USA: South Western, s.390. $ekil 3.1’den de görülece"i üzere örgütte veya birimde çalı!anlar birbirlerine güvenmiyorsa, çalı!anlar birbirlerinden bilgi saklıyor, bilinçli olarak bilgiyi çarpıtıyorsa, birimler arasında dü!manlık varsa, bu noktada çatı!manın seviyesi yükselmi! ve örgüte zarar vermeye ba!lamı! demektir. Fonksiyonel olmayan bu çatı!manın çözülmesi için gerekli adımların atılması gerekmektedir. Aksi takdirde fonksiyonel 48 ! ! olmayan çatışma, örgüt araç gereçlerine, ürünlerine zarar vermeye, çalışanların birbirlerine şiddet uygulamaya varacak davranışlar sergilenmesine neden olur. Çatışmadan çekilme veya çatışmayı bastırma ise bir örgütte düşük çatışma olduğunun göstergesidir. Sorunları görmezlikten gelme, her ne pahasına olursa olsun ortama uyum göstermek, ortak noktalar olmasa da varmış gibi davranmak, tartışma yaratacak durumlardan kaçınmak örgüte zarar getirecektir. Bu durumda belli bir düzeye kadar çatışmanın teşvik edilmesi gerekir. Yöneticilerin çatışma yönetiminde düşük ve yüksek çatışmalı durumları analiz etmesi, konusunu, taraflarını, türünü belirlemesi ve çatışmayı teşvik mi yoksa azaltacağına mı karar vermesi gerekir. Bu kararı verdikten sonra da gerekli örgütsel yöntemleri kullanarak kararını uygulamaya başlaması çatışmanın zararlı sonuçlarını en aza indirmesi, faydalı sonuçlarını en yükseğe çıkarması açısından oldukça önemlidir. Fonksiyonel çatışmayı fonksiyonel olmayan çatışmadan ayıran özellikler nelerdir? Hangisi örgütlerde teşvik edilmesi gereken çatışma türüdür? Çatışmanın Teşvik Edilmesinde Kullanılabilecek Örgütsel Yöntemler Örgütte hiçbir düzeyde ve türde çatışma yaşanmıyorsa, çalışanlar durağanlıktan memnunlarsa, yöneticilerin çatışmayı teşvik etmesi doğru bir yöntem olabilir. Herkesin aynı şekilde düşündüğü, farklı olan fikir ve görüşlerin söylenmediği ortamlarda çatışmanın olumlu sonuçlar yaratmasını beklemek çok zordur. Örneğin alınan kararlara herkes onay veriyorsa, yeni fikirler oluşmuyorsa, bireyler değişime direniyorlarsa, bu noktada birimlerde çatışmayı teşvik etmek gerekir. Örgütte bireyler arasında çatışmanın teşvik edilmesi için çatışmanın konusunun örgütteki amaçlar, süreçler ve görevlerle ilgili olması gerekir. Bu yönde bir çatışma, örgüte yenilik, dinamizm ve farklılık getirecektir. Yöneticiler tarafından çatışmayı teşvik etmek için kullanılabilecek yöntemler şu şekilde özetlenebilir: 1. İletişimi Kontrol Etmek: Çatışmayı teşvik etmek için kullanılabilecek yöntemlerden bir tanesi iletişim kanallarını kontrol etmektir. Gerekli verileri saklayarak ciddi bir çatışma yaratılabilir. Verileri veya bilgileri saklamak yanında belirsiz, net olmayan bilgiler yaymak da taraflar arasında hızlı bir şekilde çatışma doğmasına neden olabilir (Robbins, 1978). Örneğin örgütün mali sıkıntıları ile ilgili olarak gerçek olmayan bir bilgiyi resmi iletişim kanallarında yaymak birimler arasında yeni çatışmaların başlamasını sağlayabilir. Taraflar arasında iletişim kanalları kullanılarak bizler-onlar ayrımı yaratıldığında gruplar arası rekabet ve çatışma teşvik edilmiş olur. 2. Örgüt Yapısını Değiştirmek: Örgüt büyüklüğü, performans ve ödül dağılımı, örgüt yapısına ilişkin özellikler potansiyel çatışma kaynaklarıdır. Çatışmayı teşvik etmek için birimlerin sayısı arttırılabilir; birim sayısı arttıkça bürokratik süreçler artar ve uzmanlaşmayla birlikte çatışma potansiyeli yükselir. Özellikle çalışanlar arasında rekabeti artırarak da çatışma yaratılabilir. Bunun için örgüt yapısında birtakım değişiklikler yapılabilir. Bu değişiklikler arasında rekabet yaratacak güçlü yöntemlerden biri performans ve ödüllendirme sisteminde değişikliğe gitmektir. Bireylerin öne çıkan performanslarını ödüllendirmek, takımlardan ziyade bireylerin başarılarını ölçmek bireylerin kendi aralarında rekabet yaşamalarına neden olabilir. Burada dikkat edilecek unsur, bu yöntemler oldukça maliyetlidir. Bu nedenle de çatışmanın sonuçları ve maliyeti arasındaki farkın doğru analiz edilmesi gerekir. 3. Liderlik Biçimini Değiştirmek: Çatışmayı teşvik etmek için kullanılabilecek bir diğer yöntem ise liderlik pozisyonuna fazla otoriter, kendine güveni düşük kimseleri getirmek olabilir (Robbins, 1978). Bu tür bir değişim bireyler arasında gerginlik yaratacaktır. 4. İşlerin Yapılış Biçimini Değiştirmek: İşlerin uzun zamandır aynı şekilde yapıldığı örgütlerde değişime gitmek ve işin yapılış şeklini veya prosedürünü değiştirmek de çatışmayı teşvik edebilir. Örneğin müdürün örgütte çekilen her faksın kim tarafından, nereye, saat kaçta gönderildiğinin yazılmasını istemesi bireylerin eskiden bu işi nasıl yaptıkları üzerinde 49 düşünmelerini sağlayacaktır. Yeni düzenleme, çalışanlara ek iş getirdiği için bu süreci her iki taraf için nasıl verimli hale getirebilecekleri konusunda çalışanların birbirleriyle fikirlerini paylaşmalarını sağlayacaktır. 5. Farklı Bireyleri İşe Almak ya da Görev Yerlerini Değiştirmek: Grup veya birim içinde bilişsel çatışmaları harekete geçirmek için mevcut çalışanlardan daha farklı düşünen, inançları, eğitimi, değerleri, deneyimleri ile onlardan farklılaşan yeni üyeleri grup veya birim içerisine dâhil etmek de faydalı bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Grubu büyütmek de çatışma yaratmak açısından kullanılabilecek yöntemler arasındadır (Rahim, 2010, s.136). 6. Programlı Bir Şekilde Çatışma Yaratmak: Bilinçli ve sistematik bir şekilde çatışma yaratılır. Yönetici, gerçek fikir ve duygularını içermeyen ama sırf karşıt, zıt olan görüşleri sanki kendi fikirleriymiş gibi dile getirir. Mevcut güç dağılımını değiştirmek, etkileşim kalıplarını yenilemek, motivasyon ve dikkati artırmak amacıyla ortada gerçek bir çatışma konusu yokken, yapay bir çatışma yaratılmasını sağlar. Programlı bir şekilde çatışma yaratmanın iki yolu vardır: Şeytanın Avukatlığını Yapmak ve Diyalektik Tartışma. Şeytanın avukatlığını yapacak bir kişi seçilir; bu kişinin diğerlerinden farklı değerleri, normları, geçmişi, tutumları olmalıdır. Grup içinde fikir çatışmalarının artmasını sağlar, yenilik kapasitesini yükseltir. Çünkü şeytanın avukatlığı rolünü üstlenen kişi, bilinçli ve sistemli bir şekilde öne çıkan bir planı veya alınacak kararların varsayımlarını eleştirir, grup içindeki bireylerin görüşlerini tartışmaya açar ve bu şekilde plan veya kararın üzerinde her üyenin yeniden düşünmesini sağlar. Bu tekniğin olumlu yanı grup yanılgısını azaltmasıdır. Diyalektik tartışmada ise bir soruna ilişkin birbirinden zıt olan çözüm yollarının tartışması yapılır. İki kişi veya grup, en son kararı verecek kişinin önünde tartışmalarını hazırlar ve sunarlar. Her iki tarafın da farklı görüşlerini ve varsayımlarını dinleyen kişi buna bağlı olarak en son kararı verir (Champoux, 2010, s.277). Bilişsel çatışmaların teşvik edilmesi yenilik ve yaratıcılık için oldukça önemlidir. Hatalı, yanlış süreçlerin düzeltilmesi farklı fikir ve görüşlerin ifade edilmesine bağlıdır. Karşıt fikirlerin ifade edilmediği veya ifade edilmekten korkulduğu yerler hantal, değişime kapalı yapılarıyla başarısız olmaya mahkûmdur. Çatışmanın Çözümünde Kullanılabilecek Örgütsel Yöntemler Çatışmanın konusu veya nedenine göre, mevcut olanaklar düşünülerek, çatışmanın çözümü için en doğru yöntemin seçilmesi gerekir. Çatışma, bir süre sonra biter düşüncesiyle hiçbir eylemde bulunmamak etkin olmayan, yanlış bir yöntemdir. Çünkü çatışma sona ermez ve ne kadar uzun sürerse yaratacağı olumsuz etkiler de o ölçüde artar. Çatışmayı çözmek için hiçbir eylemde bulunmamak gibi, çatışmayı gizlemek de yine yapılacak en büyük hatalardan biridir. Çatışmayı saklamak, şüphe ve güvensizlik yaratır. Bu nedenlerden dolayı çatışma ortaya çıktıktan sonra, çatışmayı çözecek etkin yöntemlerin kullanılması gerekir (Nelson ve Quick, 2009, s.211). Şimdi bu yöntemlerden bazılarını inceleyelim: 1. Üst Hedefler Oluşturmak: Bireysel çıkarların çakışması nedeniyle yaşanan çatışmalarda, ortak hedefler belirlemek işbirliği yaratır. Birbirleriyle çatışma yaşayan tarafların, sadece kendi kaynak ve enerjilerini kullanarak gerçekleştirmeleri mümkün olmayan, zorlayıcı problemlere dayanan üst hedefler belirlemek, taraflar arasındaki sosyal etkileşimi arttıracaktır (Şerif, 1958, s.350). Bu hedeflere ulaşmak için tarafların kaynaklarını birleştirmeleri ve ortak bir çaba sarf etmeleri gerekmektedir. Artan işbirliği ve etkileşim sayesinde bireyler birbirlerinin farklılıkları yerine benzer yönlerine odaklanarak (Nelson ve Quick, 2009), aralarında daha kolay güven ilişkisi geliştirebileceklerdir. Burada önemli olan belirlenen hedeflerin bireyler arasında rekabet yerine işbirliğini gerektirmesidir. Birinin başarısı, diğerinin başarısızlığına neden olmamalıdır; işbirliği ve yardımlaşma sonucu biri kazanırken, diğeri de kazanmalıdır (Chen ve diğerleri, 2005, s.280). Örneğin ikinci ligde mücadele eden bir futbol takımında oyuncular arasında kıskançlıktan kaynaklanan bir çatışma olduğunu düşünelim. Antrenörün “Bu seneki hedefimiz birinci lige çıkmaktır; sizden takım olarak bunu başarmanızı bekliyorum” demesi, oyuncular arasında bireysel 50 çeki!meler yaratmak yerine ortak bir amaca ula!mak için bir arada çaba sarf etmelerini sa"layacaktır. #!birli"i gerektiren hedefler belirlemenin bir di"er faydası da, çatı!ma ya!ayan tarafların kar!ıt fikirlerini yapıcı bir !ekilde tartı!malarını sa"lamasıdır. Birbirlerinden olumlu olarak etkilenirler; bir di"erinin faaliyetlerinin onun faaliyetlerini ikame edici rol oynamasına izin verirler ve birbirlerine kar!ı olumlu tutumlar geli!tirirler. Bunların sonucunda ise i!birli"ine dayalı davranı! ortaya çıkar. Para, statü, güç, bilgi gibi kaynakların kıt olması nedeniyle ortaya çıkan rekabetçi hedefler, birinin kazanmasının ancak di"erinin kaybetmesine ba"lı oldu"u durumlardır. $ekil 3.2’den de görülece"i üzere ortamın yapısında rekabete dayalı hedeflerin olması, olumsuz tutumların do"masına, birbirinden etkilenmemeye ve bir tarafın faaliyetlerinin di"er tarafın faaliyetlerini ikame etmesine izin verilmemesine neden olur (Van de Vliert ve Janssen, 2001, s.278). Bunların sonucunda ise rekabetçi davranı! kendisini gösterir. Rekabet etmeleri, tarafların çatı!mayı görmezlikten gelmelerine veya çatı!mayı tırmandırmalarına neden olmaktadır; böylece bu tür hedefler, tarafların verimlili"ini ve moralini dü!ürmektedir (Tjosvold ve di"erleri, 1992). -Olumlu tutumlar "#birlikçi hedeflerin algılanması Yapı ! -"kame edilebilirlik "#birlikçi davranı#lar - "kna edilebilirlik ! Rekabetçi hedeflerin algılanması -Olumsuz tutumlar -"kame edilemezlik Rekabetçi davranı#lar - "kna edilemezlik ! "ekil 3.2: Üst Hedefler ile Sergilenen Davranı!lar Arasındaki "li!ki Kaynak: Van de Vliert, E. & Janssen, O. (2001). Description, Explanation and Prescription of Intragroup Conflict Behaviors. Marlene E. Turner (Ed.), Groups at Work: Theory and Research içinde. New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates, s.279. Ma$aza yöneticisinin en fazla satı# yapan bir elemana zam yapaca$ını söylemesi, ma$azada rekabetçi mi yoksa i#birlikçi davranı#ların mı ortaya çıkmasına neden olur? 2. "leti!imi Arttırmak: #leti!im eksikli"i çatı!manın en temel kaynaklarından birini olu!turmaktadır. #leti!im tam ve do"ru gerçekle!medi"inde, bireyler veya gruplar arasında yanlı! anlamalar, olumsuz tutum ve duygular olu!abilmektedir. #leti!imi arttırmanın yollarından birisi rotasyondur. Farklı birimlerde veya gruplarda bireylerin görev almaları, onların birbirlerini daha yakından tanımasını sa"layacaktır. Takım olu!turmak da, aynı !ekilde bireylerin birbirlerini daha yakından tanımasına yardımcı olmaktadır. Örgütlerde özellikle farklı bölümlerde görevli ki!ilerden olu!an çapraz fonksiyonlu takımlar olu!turmak, koordinasyonu arttıraca"ı gibi görevlerin tamamlanmasında ortaya çıkan gecikmeleri azaltacaktır (Nelson ve Quick, 2009, s.212). Takım olu!turmak, aynı zamanda her üyenin takım içerisindeki rolünün tanımlanmasını sa"lar. Rol ile ilgili belirsizlikler ortadan kalkar, sorumluluklar ve yetkiler yeniden tanımlanır. Takım olu!tururken yöneticilerin dikkat etmeleri gereken birtakım unsurlar söz konusudur. Çatı!mayı yönetmek için olu!turulan bir takımda grup ba"lılı"ının çok yüksek olması ve grup yanılgısının önlenmesi gerekir. Takım liderleri her bir üyeyi 51 ! ! kendi fikirlerini söyleme, alınan her kararı eleştirme konusunda cesaretlendirmelidir. Yetersiz bilgi alış verişi ve algılama hatalarından kaynaklanan çatışmaların önlenmesi için de tarafların daha sık bir araya getirilerek birbirlerini tanımaları, koşul ve önceliklerini anlamaları, beklentilerinin nedenlerini kavramaları sağlanabilir (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.322). Yöneticilerin aldıkları kararları, kararların nedenlerini ve sonuçlarını ilgili birim veya bireylere açıklamaları da, çatışmayla yakından ilgisi olan adalet algılarının olumlu bir şekilde oluşmasına katkı sağlamaktadır (Bobocel, 1998). Üst ve astlar arasında düzenli bir etkileşimin ve adalet algısının oluşumu için iletişimin etkin bir şekilde çalışması önemlidir. Takım oluşturmak konusunda http://home.anadolu.edu.tr/~naksu/takim.pdf adresinden “Takım Yönetimi” başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz. Takım oluşturmak ve üst hedefler oluşturmak arasındaki ilişkiyi açıklayınız. 3. Kaynakları Arttırmak: Örgütlerde özellikle gruplar arası çatışmanın kaynağı paylaşılan kaynakların kıt olmasıdır. Birimlerin ya da takımların hedeflerine ulaşmaları için ihtiyaç duydukları sermaye, makine, araç-gereç, fiziksel ve teknolojik donanım gibi kaynaklara gerektiği kadar ve zamanında sahip olması önemlidir. İşlerin yapılması için bu kaynaklara ulaşmak adına rekabet eden gruplar arasında çatışma çıkma olasılığı oldukça fazladır. Her ne kadar mevcut bütçe veya finansal kaynaklar, ihtiyaç duyulan kaynakları arttırmayı engellese de, bu yöntem üzerinde durulması gereken bir yöntemdir (Nelson ve Quick, 2009, s.212). Ayrıca çatışmanın olumsuz sonuçlarının yaratacağı maliyet düşünüldüğünde, bazı durumlarda kaynak artırımına gitmek daha rasyonel bir yol olabilir (McShane ve Von Glinow, 2003, s.401). 4. Kural ve Rol Tanımlarını Açıklamak: Çatışmanın nedeni görev, yetki ve sorumlulukların belirsizliğinden kaynaklanıyorsa, bu çatışmaları en aza indirebilmek için çalışma prosedürlerinin ve görev tanımlarının yeniden gözden geçirilmesi, yazılı hale getirilmesi ve ilgili herkese duyurulması faydalı olacaktır (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.326). Çatışmanın nedeni, görevlerin bireylerin kişilik özellikleri veya yetenekleri ile uyuşmamasıysa ya da bireylerin iş yükünün çok fazla olmasıysa, bu tür rol çatışmalarını çözmek için rol analizlerinden faydalanılabilir. Rol analizini beş adımda gerçekleştirmek mümkündür: • Rolün Amacını Ortaya Koymak: Rol sahibi ve rolle ilişkili diğer üyeler, rolün örgütün amaç ve hedefleriyle ne derece örtüştüğünü tartışırlar. • Rol Algısı: Rol sahibi, rolüyle ilgili yapması gerektiği faaliyetleri açıklar ve grup üyeleri bu faaliyetleri teker teker tartışarak ne kadar gerekli veya gereksiz olduğu üzerinde dururlar. Bazı faaliyetlerin çıkarılıp, bazı faaliyetlerin eklenmesi söz konusu olabilir. • Rol Sahibinin Beklentileri: Rol sahibi, grup üyelerinden beklentilerini açıklar ve grup üyeleri bu beklentilerin ne kadarını gerçekleştirebilecekleri yönünde karşılıklı bir anlaşmaya varmaya çalışırlar. • Rol Sahibinden Beklentiler: Her grup üyesi, rolün sahibinden neler beklediklerini, role ilişkin yükümlülüklerini açıklarlar. • Rol Profili: Rol profili ile ifade edilen, rol sahibinin tartışmaların ana noktalarını yazmasıdır. Bu rolün gerektirdikleri ve role ilişkin beklentiler ayrıntılı bir biçimde yazılır (Rahim, 2000, 81-82). Rol analizi tekniğini örgütün her düzeyinde kullanmak mümkündür. Birey, grup ve gruplar arası karşılıklı bağımlılığın olduğu durumlarda rol analizi tekniği belirsizlikleri ve aşırı iş yükünden kaynaklanan çatışmaları çözmeye yardımcı olur. 52 5. Çatışma Yönetimi Eğitimi Düzenlemek: Bireylere anlaşmazlıkların nasıl çözülebileceği yönünde eğitimler vermek, hem onların algısını olumlu yönde değiştirecek, hem de çatışmayı yönetme becerileri kazanmalarını sağlayacaktır (Jones, 2004). Özellikle uzmanlaşmanın neden olduğu çatışma ortamlarında, farklı birim veya bölümlerden kişilerin bir arada olduğu eğitimlerin verilmesi, hem birimlerin farklı amaç, öncelik ve yaklaşımlarının, hem de kullandıkları farklı terim ve kavramların öğrenilmesini sağlayacaktır (Bennett ve Savani, 2003, s.187). Bu nedenle bu tür eğitimler organize edilirken, farklı görev ve birimlerdeki kişilerin aynı anda, aynı yerde aynı eğitime tabi tutulmaları önemlidir. Peki ne tür eğitimler verilmelidir? Bu eğitimleri örgüt geliştirme teknikleri arasında yer alan birey veya grup amaçlı teknikler arasından seçmek mümkündür. Bu tekniklerden bazıları şu şekildedir: • Duyarlılık Eğitimi: Duyarlılık eğitimi, insanların duygu ve davranışlarını analiz ederek, bireyler arası ilişkileri geliştirmeye çalışan bir eğitim tekniğidir. Örgüt üyeleri, hür ve açık bir ortamda bir araya gelerek, profesyonel bir davranış bilimcisinin yönetiminde birbirleriyle etkileşim süreçlerini tartışırlar. Birey, kendi davranışlarının farkına varıp, başkalarının kendini nasıl görüp değerlendirdiğini öğrenmekte, kendisi de başkalarının davranışlarını anlamaya çalışmaktadır. Bu eğitim sonucunda bireylerin diğerleriyle birlikte yaşama ve onları anlama, başkalarını dinleme, açık davranma, bireysel ayrılıklara tolerans gösterme ve çatışmaları çözme becerileri gelişme göstermektedir (Özkalp ve Kırel, 2001, s.555). • Stres Yönetimi Eğitimi: Çatışmanın olumsuz sonuçları arasında stres en üst sıralarda yer almaktadır. Özellikle rol çatışması ve rol belirsizliği gibi birey düzeyli çatışmalar yanında, kişisel çekişmelere dayanan duygusal çatışmalar da bireyler üzerinde gerilime ve stres artışına neden olmaktadır. Bu bağlamda bireylere stresle mücadele etme yollarını öğreten stres yönetimi eğitimi, bireylere stresin nedenleri ve sonuçları hakkında bilgi verdikten sonra stresin sonuçlarını azaltacakları meditasyon, rahatlama egzersizleri gibi birtakım teknikler öğretir (Özkalp ve Kırel, 2001, s.450). • Etkileşim Analizi: Bireylerin birbirleriyle ve çevreleriyle olan etkileşimlerini inceler. Konuşma, sözsüz iletişim, teknolojinin kullanımı, rutin işlem ve sorunların tanımlanması, çözüm kaynaklarının incelenmesi gibi insan faaliyetlerini araştırır (Jordan ve Henderson, 1995, s.39). Çatışma yönetimi eğitimlerinde örgüt geliştirme tekniklerinden faydalanılabileceği gibi empatik becerilerin kazandırılması, öfke kontrolü, iletişim becerisi gibi eğitimlerden de faydalanmak mümkündür. Empati, başkalarının iç dünyasını anlama, duygu ve düşüncelerini sezinleme becerisidir. Empatik becerileri yüksek olan bireyler, sosyal ilişkilerini başarılı bir şekilde yürütmekte, olumlu sosyal davranışlar sergilemekteyken, empatik becerileri düşük olan bireyler, saldırgan ve anti-sosyal davranışlar sergilemektedir (Akgün ve Araz, 2010, s.5). Bu nedenle de çatışma yönetimi eğitimi içerisinde empatik becerileri artırmaya dönük olarak bireyin hem kendisini tanıması, kontrol etmesi, hem de karşısındakini anlama, dinleme eğitimleri verilmesi çatışmanın çözülmesinde bireylere önemli bir fayda sağlayacaktır. Öfke, saldırgan davranışlara neden olabilecek oldukça olumsuz bir duygudur; bu olumsuz duygunun kontrol edilememesi çatışmanın yoğunluğunu artıracağı gibi çatışmanın sağlıklı bir şekilde çözümünü engelleyecektir. Özellikle ülkemizdeki şiddet oranları düşünüldüğünde öfke kontrolü eğitiminin ne kadar gerekli olduğu doğrulanmaktadır. İletişim süreci, beden dilinin önemi ve iletişim tarzları hakkındaki bir eğitim bireylerin çatışma yaşama sıklığını azaltacağı gibi, çatışmayla yüzleşme ve işbirliği içerisinde çatışmayı çözme becerilerini artıracaktır. Beden dili hakkında, 2005 yılında Hayat Yayınları’ndan çıkan Ersin Altıntaş ve Devrim Çamur’un Beden Dili: Sözsüz İletişim kitabı okunabilir. Yöneticiler, bu eğitimleri maliyetli olması nedeniyle çok fazla tercih etmemektedirler; oysaki çözülmeyen bir çatışmanın örgüte verdiği zarar ve yarattığı maliyet karşısında bu tür eğitimlerin maliyeti çok düşük kalmaktadır. Yapılan bir araştırma çalışanların her hafta ortalama 2.1 saatlerini işyerinde çatışmayla geçirdiğini göstermektedir. Aylık çalışma sürelerinin bir gününü çatışmayla ilgilenerek geçirmenin yaratacağı maddi ve manevi kayıpların miktarı oldukça fazladır. Bunun karşısında çatışma 53 yönetimi eğitimi alan çalışanlar, eğitim sonunda kendilerine çatışmayı çözme konusunda daha çok güvenmekte, bu konudaki becerilerinin arttığını, çatışmayı kendileri için olumlu olan sonuçlarla çözdüklerini düşünmektedirler (CBP, Global Human Capital Report, 2009, s.5,15). 6. Ortak Düşman Bulmak: Bir aile, grup ya da örgütün dışarıda bir düşmanının olması, bu birimlerin kendi içlerinde birbirlerine bağlanmasına ve uyumu artırmasına neden olmaktadır. Özellikle bölümler veya birimler arası çatışma söz konusu olduğunda, dışarıdan gelen bir tehdit veya düşmanın algılanması, çatışma yaşayan tarafların çabalarını birleştirmelerine ve işbirliği yapmalarına neden olmaktadır. Her ne kadar çatışmayı çözmek için geçici bir yolsa da, bu yaklaşım örgütlerden spor ekiplerine kadar pek çok yerde kullanılmaktadır. Üst hedefler oluşturma tekniğine çok benzeyen bu teknik, işbirliği yaratırken temelinde baskı veya korku dürtüsünü kullanır; üst hedefler oluşturmak tekniği ise temelinde başarma arzusu ve gurur dürtüsünü barındırmaktadır. Bu nedenle de baskının veya korku yaratan koşulların ortadan kalkması, taraflar arasında çatışmanın yeniden başlamasına neden olabilir (Tekarslan ve diğerleri, 2000, s.320). 7. Otoriter Yönetim Biçimi Kullanmak: Bireyler, kendilerinden daha üst pozisyonda yer alan kişilerden gelen çözüm yollarını kabul ederler. Örgütlerde etkin olarak kullanılan bir yöntemdir, çünkü örgüt üyeleri üst pozisyonun otoritesini tanır ve kabul ederler. Bunun yanında tam anlamıyla çatışma yaratan konu ortadan kalkmadığı için, bir süre sonra tekrar aynı nedenlerden dolayı çatışma ortaya çıkabilir (Robbins, 1978, s.73). Yöneticinin çatışmanın gerçek nedenini doğru bir şekilde analiz etmesi çok önemlidir. Çatışmanın konusuyla ilgisi olmayan bir kararı alması ve uygulatması, hem çatışmanın süresini hem de yoğunluğunu artıracaktır. 8. Kişileri Değiştirmek: Tüm yöntem ve tedbirlere rağmen çatışma tüm olumsuz etkileriyle devam ediyorsa ve çatışma yaratan kişi veya kişiler biliniyorsa, bu kişilerin işten çıkartılması (Nelson ve Quick, 2009, s.212) veya başka insanlarla etkileşimlerinin en az düzeyde olduğu başka yerlere transfer edilmeleri doğru bir yöntem olabilir. 9. Anket Uygulamak ve Sonuçları Paylaşmak: Çalışanların algı ve tutumlarını ölçen anketler yapmak, çatışmanın kaynaklarını ortaya çıkarmak açısından faydalı olabilir. Burada en önemlisi anket sonuçlarını tüm yönetici ve çalışanlarla paylaşmaktır (Griffin ve Moorhead, 2009, s.417). Hatta çatışma yönetimi eğitiminin bu anket sonuçlarına göre düzenlenmesinde büyük fayda vardır. 10. Destekleyici İlişkiler Oluşturmak: Çalışanlar arasında ve yöneticiler-çalışanlar arasında işbirliğinin olması, karşılıklı yardımlaşma ve güven ilişkisinin yerleşmesi çatışmanın yaratacağı olumsuz sonuçları ortadan kaldırmaktadır. Bu yönde gelişen ilişkiler, iletişim kanallarının daha etkin çalışmasını sağlamaktadır; ayrıca bilişsel çatışmaya ilişkin yaratıcı çözüm yollarının bulunmasını hızlandırmaktadır. Örgüt içerisinde çalışanlar arasında destekleyici ilişkilerin olması, çatışmanın en büyük riski olan bilişsel çatışmanın duygusal çatışmaya dönüşme riskini ortadan kaldırmaktadır. Çatışmaları çözmek için kullanılabilecek çok sayıda yöntem vardır; bu yöntemlerden hangilerinin kullanılacağına karar verilirken öncelikle çatışmanın konusunu, taraflarını, çatışmanın miktarını çok doğru analiz etmek gerekir. Yanlış bir yöntemin seçilmesi hem maliyet yaratacak hem de çatışma süresinin uzamasına neden olacaktır. Bir diğer önemli nokta ise doğru zamanda doğru müdahaleyi yapmaktır. Bir araştırmada çalışanların yöneticilerinden çatışmayı çözmek için ne gibi müdahalelerde bulunmalarının beklendiği sorulmuştur. Yöneticilerin çatışma yaratan nedenleri keşfetmeleri, çatışma taraflarıyla resmi olmayan yüz yüze konuşmalar yapması, uzlaştırıcı rolü oynaması ve son olarak da beklenen davranışlar hakkında açıklık sağlaması yönünde cevaplar gelmiştir (CBP, Global Human Capital Report, 2009, s.13). Çatışmayı çözmek yönünde oldukça faydalı olan bu yöntemler, zaten bir yöneticinin insan ilişkileri becerileri arasında olması gereken ve örgüte maliyet getirmeyecek, basit yöntemlerdir. Çatışma ne kadar uzun sürerse, o kadar çok verdiği zarar artar ve uygulanan yöntemler etkinliğini kaybeder. Bu nedenlerden dolayı çatışmayı göz ardı etmek, yokmuş gibi davranmak, gizlemek, hiçbir önlem almadan çatışmanın geçmesini beklemek, sadece çatışmanın maliyetlerini artıracak, örgütü hantal ve verimsiz bir yapıya sokacaktır. Bastırılan bir çatışma, kısa bir süre sonra çok daha yoğun bir şekilde tekrar ortaya çıkacaktır. 54 B!REYLER ARASI ÇATI"MA YÖNET!M ST!LLER! Bireyler arası çatı!ma yönetim stilleri, bireylerin çatı!mayı yönetmek için verdikleri tepkileri veya davranı!ları ifade etmektedir. Çatı!ma yönetiminde kullanılan bireysel stiller temelde üç yakla!ım üzerine kuruludur. Bu yakla!ımlar, kazan-kazan yakla!ımı, kaybet-kazan yakla!ımı ve kaybet-kaybet yakla!ımıdır. Kazan-kazan yakla!ımı, çatı!mada yer alan her iki tarafın da amaç ve isteklerine ula!tı"ı durumları ifade eder; kaybet-kazan yakla!ımı ise çatı!mada bir tarafın amaç ve isteklerine ula!ırken, di"er tarafın amaç ve isteklerine ula!amadı"ı durumları ifade eder. Son olarak kaybet-kaybet yakla!ımında ise amaç ve isteklerine ula!mayı ba!aran hiçbir çatı!ma tarafı söz konusu de"ildir. Bu yakla!ımlar çerçevesinde bireysel çatı!ma yönetim stillerini rekabet, uyum, i!birli#i, kaçınma ve uzla!ma olmak üzere be! çe!ide ayırmak mümkündür (Bkz. $ekil.3.3). Bu stiller, ba!kalarına dönük ilgi ve bireyin kendisine dönük ilgi olmak üzere iki eksende bulunmaktadır. Bireyler, i!birlikçi ve rekabet edici davranı!lar temelinde !ekillenen farklı çatı!ma yönetim stillerini kullanırlar. Bu çerçevede dikey eksende bulunan ba!kalarına dönük ilgi, çatı!ma ya!anan tarafla ne derece i!birli"ine gidilece"ini, onların fikirleriyle ne derece uyum sa"lanaca"ını gösterir. Yatay eksende bulunan kendine dönük ilgi ise çatı!manın çözülme sürecinde bireyin kendi amaçları ve çıkarlarından ne kadar taviz verece"ini gösterir. KEND!NE DÖNÜK !LG! Dü#ük "#birli$i Yüksek Uyum Uzla#ma Dü#ük BA"KALARINA DÖNÜK !LG! Yüksek Kaçınma Rekabet "ekil 3.3: Bireysel Çatı!ma Yönetim Stilleri Kaynak: Rahim M.A. (2002). Toward a theory of managing organizational conflict. The International Journal of Conflict Management, 13 (3), s.217. Bireysel çatı!ma yönetim stilleri: 1) Rekabet: Çatı!ma içinde olan taraf, di"er tarafın üzerindeki etkisini hiç dü!ünmeden, sadece kendi çıkar ve isteklerine ula!mak için çabalar. Di"er tarafın kaybetmesi pahasına, kazanmak için mücadele eder (Robbins ve Judge, 2007, s.510). Kazanmak için verdi"i mücadelede her türlü güç kaynaklarını hiç dü!ünmeden kullanır (Thomas ve Kilmann, 2008, s.3). Bu stili ba!arıyla kullanacak ki!inin yeterli güce ve otoriteye sahip olması gerekir. Örgütlerde genellikle üst pozisyonda yer alan bireyler, statülerinin verdi"i güç ve otoriteyi kar!ı taraf üzerinde kullanarak çatı!mayı çözmeye yönelirler. Yöneticiler, astlarına kar!ı rekabet stilinin kullandıkları durumlarda tehdit, zorlama, olumsuz performans geri bildirimleri, cezalar gibi araçlar kullanırlar. Rekabet stilinde bilgi saklamak veya birtakım taktikler kullanarak, gerçeklerin manipüle edilmesi söz konusudur. Acil karar verilmesi gereken durumlarda veya haklı oldu"unun dü!ünüldü"ü zamanlarda rekabet stilini kullanmak do"ru olabilir. Ancak, sadece rekabet stilini kullanmak, bir süre sonra bireylerin haksız olduklarını kabul etmelerini zorla!tırır ve etraflarındaki insanlar, onlarla anla!mazlık ya!amaktan korkarlar ve bu 55 ! ! nedenle, karşıt fikirlerini söylemekten çekinirler (Nelson ve Quick, 2009, s.214). Direnme, gerilim, kızgınlık, gücenme gibi olumsuz duyguların yaşanmasına neden olur (Sorenson, 1999, s.327). Örgüt içerisindeki ilişkilerin bozulmasına, her şeyden de önemlisi bireyler arasındaki güven duygusunun yıpranmasına neden olur. 2) Uzlaşma: Orta derecede hem iddiacı hem de işbirlikçi olan bu stilde, her iki taraf da çatışma yaratan durumu çözmek için birtakım fedakârlıklarda bulunurlar (Thomas ve Kilmann, 2008, s.3). Bir anlamda al-ver ilişkisidir; orta noktada buluşulur. Her iki tarafın da eşit güce sahip olduğu durumlarda, bu stili kullanmak daha uygun olabilir (Rahim ve diğerleri, 1992, s.425). Özellikle sendika ve işyeri arasındaki görüşmelerin sonlarına doğru uzlaşma stili kullanılır. Bu stili çatışmayı çözme sürecinin başında kullanmak oldukça yanlış olacaktır. İşbirliği stilinin başarılı sonuçlar doğurmadığı durumlarda, uzlaşma stilini kullanmak daha doğru olabilir. Uzlaşma stilinin her iki tarafı da oldukça fazla memnun eden çözümler ürettiğini söylemek çok zordur. Çözümlere geçici çözümler bulduğu gibi, çatışma yaşayan taraflar arasındaki ilişkileri düzeltmez (Nelson ve Quick, 2009, s.214). 3) İşbirliği: Yüksek derecede iddiacı ve işbirlikçi olan bu stil, kazan-kazan yaklaşımını benimser. Her iki taraf da çatışma yaratan sorunu açık ve detaylı bir şekilde tartıştıktan sonra, her ikisinin de memnun olacağı bir çözümde anlaşırlar (Thomas ve Kilmann, 2008, s.3). Çatışmaya temel oluşturan konuların uzun dönem gerektiren, stratejik veya karmaşık konular olması durumunda, bu stili kullanmak daha doğru olacaktır. Çünkü bu stil sayesinde taraflar bilgi ve becerilerini birleştirerek, sorunu çözmeye çalışmaktadırlar (Rahim ve diğerleri, 1992, s.424). İşbirliği stilinin etkin bir şekilde kullanılması için taraflar arasında güvene dayalı ilişkilerin olması, birbirleri için önemli bilgileri paylaşmaları ve birbirlerine karşı açık olmaları gerekir. Bu stil uzun dönemde ilişkilerin iyileşmesine ve performansın artmasına neden olur (Nelson ve Quick, 2009, s.215). İşbirliği stilinin olumsuz bir yanı çok fazla zaman ve enerji tüketmesidir; fakat çatışma konusunu kökten çözdüğü düşünüldüğünde zaman ve enerji maliyetini karşılamak daha mantıklı olabilir. İşbirliği ve uzlaşma birbirinden farklı çatışma yönetim stilleridir. Uzlaşma, işbirliğinin başarılı olmadığı durumlarda kullanılan ve çatışmaya geçici çözümler bulan bir yönetim stilidir. İşbirliği stili kullanılmadan doğrudan uzlaşmanın kullanılmaması gerekir. 4) Uyum: İşbirlikçi, fakat iddiacı olmayan bu stil, kendi çıkar ve isteklerinden vazgeçerek, diğer tarafın amaçlarına ulaşmasını sağlamaktadır. Kaybet-kazan yaklaşımını benimseyen uyum stili, taraflar arasında birlik duygusunun oluşumunu sağlamaktadır (Sorenson, 1999, s.328); böylece çatışma yaratan farklılıklar yerine benzerlikler üzerine odaklanılır. Karşı tarafın haklı olduğuna inanıldığı durumlarda veya konu karşı taraf için çok daha önemli olduğunda, uyum stilini kullanmak gerekebilir (Rahim ve diğerleri, 1992, s.424). Fakat sürekli olarak bu stilin kullanılması, diğer kimselerin bireye duyduğu saygıyı azalttığı gibi, bir süre sonra da çıkar ve isteklerinden fedakârlık yapan kimsenin özgüvenini kaybetmesine neden olacaktır (Nelson ve Quick, 2009, s.213-214). Uyum stilinin kullanılması, bir süre sonra daha yoğun bir şekilde çatışmanın tekrar ortaya çıkmasına neden olur. Yöneticilerin bu stili sık sık kullanması çalışanlarda iddialı olmayan, rekabeti sevmeyen bir yönetici algısı yaratır. Çalışanlar, bir süre sonra yöneticinin otoritesini sorgulamaya başlarlar. 5) Kaçınma: Düşük derecede iddiacı ve işbirlikçi olan bu stilde, çatışma yaratan durum karşısında birey tarafsız kalmayı, çatışma yokmuş gibi davranmayı, çatışmayı göz ardı etmeyi tercih eder. Pasif bir stildir; bireyin çatışma yaratan duruma karşı gösterdiği aktif bir eylem ya da tepki söz konusu değildir. Tarafların sinirli oldukları ve sakinleşmek için zamana ihtiyaçları olduğu durumlarda, kaçınma stilini kullanmak yarar sağlayacaktır (Nelson ve Quick, 2009, s.213). Çatışma konusu çok önemli olmadığında da kaçınma stili kullanılabilir. Fakat kaçınma stilini kullanmak, bir başka ifadeyle çatışmanın varlığını göz ardı etmek, ilgisiz konularda, ilgisiz kişilerle gerginlik yaşanmasına neden olabilir. Bu stilin sıklıkla kullanılması, taraflar arasında çözülmemiş birçok konunun kalmasına ve bu nedenle de gerginliğin olmasına, performansın düşmesine neden olacaktır (Sorenson, 1999, s.329). Sorunları görmezden gelmeyi içeren kaçınma stili bir süre sonra rekabetçi stilin kullanılmasına neden olmaktadır (Tjosvold ve diğerleri, 2001, s.297). 56 Dışsal kontrol odaklılık, kaçınma stilinin kullanılma olasılığını artırır mı? Tartışınız. Kaçınma veya uyum stillerini kullanan birey, gerçek arzusuna ulaşamaz ve çatışma yaratan konu veya nedenler çözümsüz kalır. Bir süreliğine çatışma çözülmüş gibi gözükse de, bir süre sonra aynı ya da farklı nedenlerle taraflar arasında çatışmanın ortaya çıkma olasılığı oldukça yüksektir. Uzlaşma stilinde de her iki tarafın ortak karara varabilmek için kendi isteklerinden feragat etmesi, ileride bu istekler için tekrar mücadele etmesine ve çatışma yaşanmasına neden olabilir. Rekabet ise karşı tarafın kaybetmesi üzerine kurulu olan, baskı veya otoriter tarzın kazanmak için güçlü olan tarafın kullandığı bir stil olarak çatışmayı geçici olarak ortadan kaldırır. İşbirliği ise kazan-kazan yaklaşımının temelini oluşturur; en faydalı stildir çünkü her iki tarafın da isteklerinin gerçekleştiği bir stildir. Her iki tarafın da gerçek çatışma konularıyla yüzleşmesi, birbirlerinin ihtiyaçlarını dinlemeleri çatışmanın en etkin şekilde çözülmesini sağlamaktadır. İşbirliği stilinin kullanılabilmesi için yöneticilerin dikkat etmesi gereken bir nokta vardır. Örgüt içerisinde rekabete çok fazla önem veriliyorsa, bireysel rekabete dayalı hedefler veya ödüllendirme sistemi varsa, böyle bir ortamda çalışanlar istese bile işbirliği stilini kullanmayı tercih etmeyeceklerdir. Bu nedenle de gerek üst hedefler gerekse de performans ve ödüllendirme kriterleri oluşturulurken işbirliğine dayalı, takım çalışması odaklı, karşılıklı yardımlaşmaya vurgu yapılan bir çalışma ortamının oluşturulması önemlidir. Etkin bir çatışma yönetimi için tarafların doğru çatışma yönetme stilini seçmesi gerekir. Doğru stil ise çatışmanın konusuna, dinamiğine ve her şeyden önemlisi ortamdaki koşulların özelliklerine göre değişmektedir. Bazı durumlarda kaçınma bazı durumlarda ise rekabet stilini kullanmak daha doğru olacaktır. Örneğin rol belirsizliğinin yaşandığı bir ortamda kaçınma veya uyum, sorunun çözümünden ziyade daha da büyümesine neden olacakken, takım içindeki duygusal bir çatışmada uyum stilini kullanmak takım için daha olumlu olabilecektir. Aşağıda yer alan Tablo 3. 1’de hangi koşullarda hangi stillerin kullanılması gerektiği yer almaktadır. 57 Tablo 3.1: Ortamdaki Koşullara Göre Uygun Olan veya Olmayan Çatışma Yönetim Stilleri Çatışma Yönetim Stili Uygun Koşullar Uygun Olmayan Koşullar 1.Sorun veya görev basitse 2.Acil karar almak gerekiyorsa 3.Diğer taraflar sonuçla ilgilenmiyorsa 4.Diğer tarafların sorun çözme becerileri yoksa İşbirliği 1.Karmaşık konular varsa 2.Doğru çözümler için farklı fikirlerin sentezine ihtiyaç duyuluyorsa 3.Kararları başarıyla uygulamak için farklı tarafların bağlılığına ihtiyaç duyuluyorsa 4.Sorun çözmek için zaman varsa 5. Tek bir taraf sorunu çözemiyorsa 6. Ortak sorunları çözmek için farklı tarafların kaynaklarına ihtiyaç varsa 1. Konu senin için önemliyse 2.Haklı oluğunu düşünüyorsan 3.Diğer taraf haksızsa veya etik dışı davranıyorsa Uyum 1.Senin yanlış olabileceğini düşünüyorsan 2.Konu diğer taraf için daha önemliyse 3.Gelecekte diğer taraftan yardım almak için şimdi bir şeylerden vazgeçmek istiyorsan 4.Çok güçlü değilsen 5.Karşı tarafla ilişkileri korumak senin için daha önemliyse 1.Konu senin için önemliyse 2.Acil karar almak gerekliyse 3.Karşı tarafın alacağı karar senin aleyhineyse 1.Konu karmaşıksa 2.Konu senin için önemli değilse 3.Taraflar eşit güce sahiplerse 4.Kararların acilen alınması gerekmiyorsa 1.Konu önemsizse 2.Karşı tarafla çatışmanın maliyeti fazlaysa 3. Bir süre ortamı yumuşatmak gerekiyorsa 1.Konu önemliyse 2. Karar verme sorumluluğu sana aitse 3.Acilen konuyla ilgilenmek gerekiyorsa 4. Taraflar sorunu ertelemek istemiyorlarsa 1.Taraflar eşit güce sahipse 2.İşbirliği veya rekabet stili başarılı olmayacaksa 3.Karmaşık bir soruna geçici bir çözüm bulunması gerekiyorsa 4.Fikir birliğine ulaşılamıyorsa 1.Bir tarafa daha güçlü ise 2.Sorun, sorun çözme yaklaşımını gerektirecek kadar karmaşıksa Rekabet Kaçınma Uzlaşma Kaynak: Rahim, M.A. (2002). Toward a theory of managing organizational conflict. The International Journal of Conflict Management, 13 (3), s.219. Samsung ve Apple elektronik şirketlerinin birbirlerine sürekli patentle ilgili suçlamalar nedeniyle mahkemeye vermeleri çatışma yönetim stillerinden hangisine örnektir? 58 Çatışmaya ilişkin kesin sonuçlar doğuran ve birbirinin tam zıttı olan işbirlikçi ve rekabetçi stiller, çatışmaya geçici çözümler bulmamaları ve temel stiller olmaları açısından diğer stillerden ayrışmaktadırlar. Çatışmanın işbirlikçi mi yoksa rekabetçi stillerle mi yönetildiği, çatışmanın sonuçlarını doğrudan etkilemektedir. İşbirliği, çatışma yaşanan tarafla bir araya gelerek, sorunları birlikte çözmeye çalışırken; rekabetçi stiller, çatışma yaşanan tarafa karşı durarak ve onların istek ve çıkarlarını dikkate almadan sadece kendi istek ve çıkarlarına ulaşmak için çözüm arar (De Dreu ve Van Vianen, 2001, s.311312). Sorunları çözmek gibi işbirliğine dayanan çatışma yönetim stilleri, hem bireyler hem de örgütler için daha olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Kazan-kazan yaklaşımını benimseyen işbirlikçi stiller ve buna karşın işbirliğinden uzak, sadece bireylerin kendi çıkarlarına odaklanıldığı kazan-kaybet türü stiller, birimlerde birbirinden farklı sonuçlar doğurur. Tarafların yer aldığı birim, topluluk veya örgüt içerisinde adalete dayalı uygulamalar olması, bir başka ifadeyle adil ödüllendirmelerin yapılması, hakkaniyetin korunması gibi uygulamaların varlığı, tarafların daha fazla işbirlikçi stillerini kullanmasını sağlarken, adaletsiz uygulamaların algılanması, tarafların daha az işbirlikçi olan rekabet veya kaçınma gibi stilleri kullanmalarına neden olmaktadır (Rahim ve diğerleri, 2000, s.12). Adaletin algılanması yanında çatışmanın konusu da hangi stilin tercih edileceğini etkilemektedir. Duygusal çatışmalar, bilişsel çatışmalara kıyasla bireyleri daha fazla tehdit eder ve daha fazla olumsuz duygu yaşanmasına neden olur. Olumsuz duygular ise yıkıcı, saldırgan, daha az işbirlikçi olan stillerin tercih edilmesine yol açabilmektedir (De Dreu, 2006, s.17). Bu stillerin hangisinin kullanılacağı çatışma yönetimi açısından önemlidir, çünkü bu stillerin seçimi ve kullanımının yaratacağı sonuçlar birbirinden tamamen farklıdır. İşbirlikçi Çatışma Yönetim Stillerinin Sonuçları İşbirlikçi çatışma yönetim stillerinin özellikle örgüt içindeki ilişkilerde kullanılması, örgüt ve çalışanlar açısından birçok olumlu sonucu doğurmaktadır. Bu sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: 1. Etkin İletişim: İşbirliğine dayalı ilişkiler geliştirmek ve mevcut çatışmaları işbirlikçi stillerle yönetmek, birimler içerisinde etkin bir iletişimin oluşmasını sağlar. Çatışan taraflar, fikirlerini açıkça birbirlerine söylediklerinde, konuyla ilgili bilgilerini paylaştıklarında aralarında iletişim sorunları azalacak ve sorunları daha objektif analiz edebileceklerdir. 2. Artan İş Tatmini: Tarafların birbirleriyle sorunları yapıcı bir şekilde çözmeye çalışmaları, birbirlerine yardımcı olmaları aralarında güven ve işbirliğini geliştirerek, bireylerin yaptıkları işi daha çok sevmelerini sağlayacaktır. Örneğin liderlerinin işbirliği, uzlaşma veya uyum stili sergilemeleri, çalışanların iş tatminini arttırmaktadır. Rekabet veya kaçınma stilleri ise çalışanların, liderlerini beceriksiz olarak algılamalarına ve iş tatminlerinin düşmesine neden olmaktadır (Lian ve Tui, 2008). 3. Artan İş Performansı: Yapılması gereken işin, görevin veya alınması gereken kararın başarısı için tarafların bilgilerini, kaynaklarını, becerilerini paylaşması gerekiyorsa, çatışma yönetiminde işbirlikçi stillerin benimsenmesi, verimliliğin, performansın ve kalitenin artmasını beraberinde getirecektir (Deutsch, 2003, s.6). Örneğin, takım içerisinde yaşanan bir çatışma durumunda işbirliği stilinin kullanılması takım etkinliğini arttırırken, rekabetçi stilin kullanılması takım etkinliğini azaltmaktadır (Tjosvold, 1998). İşbirliği stili, takım üyelerinin birbirlerine güvenmelerine, tatmin duygularının artmasına, ortak çözümlerin bulunmasına neden olmaktadır. Rekabetçi Çatışma Yönetim Stillerinin Sonuçları Kazan-kaybet yaklaşımını temel alan rekabetçi çatışma yönetim stilleri örgüt içerisindeki ilişkilere ciddi zararlar verebilir. Empati düzeyini azaltması ve düşmanlık gibi olumsuz duyguları beslemesi bu stillerin bazı olumsuz sonuçlar yaratmasına neden olur. Bu sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: 1. Bozulan İletişim: Çatışmayı yönetmek için rekabet stili kullanıldığında, taraflar birbirlerinden bilgi saklayacak ve birbirlerine yanlış bilgi verecektir. Dürüst ve adil olmayan bir iletişim sürecinin olması, tarafların birbirlerine olan güven duygularının zarar görmesine yol açacaktır. 2. Olumsuz Çalışma Ortamı: Rekabet içinde olan taraflar, birbirlerine yardım etmeyecek ve birbirlerinin amaçlarına ulaşmalarını engellemeye çalışacaklardır. Birbirlerine karşı olumsuz tutumlar ve duygular besleyen tarafların çalışma ilişkileri de zamanla kötüleşecektir. 3. Etik Dışı Davranışlar: Zorlayıcı taktikler kullanmak, rekabet stilinin en yaygın özelliklerinden biridir. Bencilce davranan ve sadece kendi çıkarlarını düşünen taraf, diğer taraf üzerinde psikolojik yıldırma veya fiziksel tehdit ya da şiddet uygulayarak, çatışmayı kazanmak isteyecektir (Deutsch, 59 2003, s.7-8). Tüm bu süreç içerisinde, etik dışı güç kullanma ve etik dışı politik davranışlar sergilenme olasılığı yüksektir. GÜÇ TEMELLERİ VE ÇATIŞMA YÖNETİM STİLLERİ Sosyal güç ve sosyal çatışma arasındaki ilişki önemli bir konudur. Bazı durumlarda çatışmanın nedeni daha fazla güç elde etmek ya da sahip olunan gücü kaybetme korkusudur. Bireylerin sahip oldukları güç ile çatışmaya nasıl tepki verdikleri arasındaki ilişki üzerinde durulması gereken bir konudur. Gücün analizi, bireyler arasında meydan gelen çatışmanın anlaşılmasında büyük fayda sağlamaktadır. Sahip olunan güç temellerine göre bireyler, çatışma yönetim stillerini seçmekte ve kullanmaktadırlar. Çatışma gibi sosyal bir olgu olan güç kavramı, bir başkasının davranış, tutum, değer, istek ve düşüncelerini istenilen biçimde kontrol etmek veya değiştirmektir. Çatışmada olduğu gibi güç de diğer bireylerle ilişkilendirilen, sosyal etkileşim içerisinde karşımıza çıkan bir kavramdır. Güç temelleri başkalarının davranış ve tutumlarını kontrol ederken hangi güç kaynaklarından faydalanıldığını göstermektedir. Beş çeşit güç temeli vardır. Bunlar: 1. Ödüllendirici Güç: Bu güç, değerli ödül veya kaynakları kontrol etme yeteneği üzerine kuruludur. Bireylerin değerli gördükleri ödülleri dağıtan kimse, bu bireyler üzerinde güç kullanabilir. 2. Zorlayıcı Güç: Tehdit ve korku ile bireylerin istenilen davranışları sergilememesi sonucunda cezalandırılması anlamına gelen zorlayıcı güç, kaynakları elinde bulundurmaya bağlıdır ve çok katı ve tutarsız kullanıldığında etkisini kaybedebilir. 3. Yasal Güç: Yasal güç, bireyin formel pozisyonundan, statüsünden veya derecesinden kaynaklanır. Bireyler, kendilerinden daha yüksek bir statüye sahip kişilerin istediklerini yapma eğilimi içerisindedirler. 4. Uzmanlık Gücü: Bilgi ve beceriye dayalı olan uzmanlık gücü, özellikle kimsenin sahip olmadığı veya çok az kimsenin sahip olduğu bir bilgi olduğunda çok daha etkilidir. Bu güce sahip olan kimsenin istediklerini yapma ve tavsiyelerini dinleme eğilimi oldukça yüksektir. 5. Özdeşlik Gücü: Bu gücün kaynağı kişilik özellikleridir. Bir bireyde, diğer kişinin beğendiği, çekici bulduğu özellikler varsa ve onun gibi olmaya çalışıyor, ona saygı duyuyorsa, söz konusu bireyin taşıdığı güç özdeşlik gücüdür (Özkalp ve Kırel, 2001, s.628). Zorlayıcı, ödüllendirici ve yasal güç, pozisyondan kaynaklanırken, uzmanlık ve özdeşlik gücü bireysel güçlerdir. Örgüt içinde belli bir pozisyona sahip olmak, yüksek bir statüye sahip olmak, o mevkiyi işgal eden kişinin özel bir eylemde bulunmasına gerek kalmadan zorlayıcı, ödüllendirici ve yasal güce sahip olmasını sağlar. Uzmanlık ve özdeşlik gücü ise pozisyonel güçlerden farklı olarak, bireyin sahip olduğu kişisel özellikler nedeniyle var olan, örgütte işgal edilen mevkiden bağımsız güç temelleridir. Pozisyonel güçlerin örgütlerde çok sık kullanılması çalışanların iş performanslarını, örgüte bağlılıklarını düşürürken, bireysel güçlerin kullanımı iş tatminini, iş performansını ve örgütsel bağlılığı yükseltmektedir (Sungurlu, 1994). Burada üzerinde durulması gereken konu, hangi güç temelinin hangi çatışma yönetim stillerinin kullanılmasına yol açtığıdır. Özdeşlik gücü, daha çok işbirliği stilinin sergilenmesine yol açmaktadır. Diğer tarafı kişilik özellikleriyle etkilemiş olmak, sorun çözme yaklaşımının benimsenmesine neden olmaktadır (Rahim ve Buntzman, 1989). Diğer güç temellerinden farklı olarak özdeşlik gücünde, birey, diğer bireyleri bir hedefe yönlendirmekte, yaptıkları işe bir anlam katmalarını sağlamaktadır. Açıklık, güven ve saygı, bireyler arasında çatışma yönetim stillerinden rekabetçi stiller yerine işbirlikçi stillerin kullanılmasını beraberinde getirmektedir (Rahim ve diğerleri, 2001). Zorlayıcı ve yasal güce sahip bireyler ise karşı tarafın onlardan daha düşük bir statüde olduğu durumlarda rekabet stilini kullanmayı tercih etmektedirler. Daha üst bir statüde olmaları, ast-üst ilişkisinin getirdiği zorunluluklar, onları kazan-kaybet yaklaşımına götürmektedir. Çatışma tarafının hiyerarşik konumunun daha düşük olması durumunda ise çatışma yönetim stillerinden uyum ya da kaçınma daha çok kullanılmaktadır. 60 Pozisyonel güçler arasında yasal güç kullanacak bireyin dikkat etmesi gereken bazı unsurlar vardır. Çatışmayı önlemek için karşı tarafla arasındaki statü farkını kaba bir şekilde ortaya koymamalıdır; karşı taraftan beklentisinin ne olduğunu ve bu kararın arkasında yatan mantığı açık bir şekilde dile getirmelidir. Ödüllendirici güç kullanırken çatışmaya sebep olmamak için adil bir performans değerlendirme sisteminin olması çok önemlidir. Verilen taahhütlerinin yerine getirilmemesi bir süre sonra bu gücün etkisini yitirmesine sebep olacaktır. Ayrıca ödül olarak sunulan öğenin bireyler tarafından çekici bulunması da önemlidir. Zorlayıcı güç kullanan bireyin karşı tarafı kurallar ve normlar hakkında önceden bilgilendirmesi oldukça önemlidir. Bireylerin hangi hareketin yanlış, hangi hareketin doğru kabul edildiğine dair zihinlerinde bir kurallar sisteminin oluşması potansiyel çatışma nedenlerini azaltacağı açıktır. Bu gücün de ödüllendirici güç de olduğu gibi her bireye karşı adil bir şekilde kullanılması oldukça önemlidir. Benzer hataları yapan iki kişiden birinin ceza alıp, diğerinin almaması örgütteki en büyük çatışmayı yaratabilecektir. Örgütte işbirlikçi stillerin kullanılması ve zorlayıcı gücün kullanımı arasında nasıl bir ilişki vardır? 61 Özet Yöneticilerin çatışmayı yönetme eylemleri ile çatışma olgusuna nasıl yaklaştıkları arasında ciddi bir ilişki vardır. Klasik yönetim anlayışı, çatışmanın ortadan kaldırılması veya en az düzeye indirilmesi gerektiğini savunurken, modern yaklaşım, çatışmanın konusuna ve yoğunluğuna göre çatışmanın teşvik edilmesi veya çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Duygusal çatışmalar, bireyler arası çekişmelere, kıskançlıklara dayandığı için en aza indirilmesi gerekir. Bilişsel çatışmalar ise işe, alınan kararlara, sürece ilişkin farklı fikir ve görüşlerden kaynaklandığı için örgüt için faydalıdır ve teşvik edilmesi gerekir. Çatışma yönetimi, çatışmanın konusunun ve miktarının analiz edilerek örgütte ya çözülmesi ya da teşvik edilmesi gerektiğini ifade eder. Etkin bir çatışma yönetimi, içinde bulunulan ortamın koşullarına, çatışmanın konusu ve yoğunluğuna göre doğru strateji ve tekniği seçmek demektir. yöntemler iletişim kanallarını ve bu kanallardaki bilgileri kontrol etmek, liderlik ve örgüt yapısını değiştirmek, işlerin yapılış biçimine müdahale etmek ve grup ya da bölümlere diğer üyelerden farklı özelliklere sahip bireyleri getirmektir. Çatışmayı çözmek ya da teşvik etmek yollarından hangisinin seçileceği karmaşık bir durum olabilir. Burada ilk yapılacak unsur çatışmanın konusuna bakmak; ikinci olarak da bilişsel bir çatışma söz konusu olduğunda çatışmanın yoğunluğunu ölçmektir. Çatışma, birey ve örgüte zarar verici sonuçlar doğurmaya başladıysa hemen müdahale edilmeli ve çatışmanın çözümü yoluna gidilmelidir. Çatışmayı çözmek için çok sayıda yöntem bulunmaktadır. Burada önemli olan çatışmanın neden kaynaklandığını doğru analiz etmektir. Çatışmanın kaynağı doğru olarak tespit edildiğinde, etkin yöntem uygulamaya konulabilir. Üst hedefler oluşturmak, kaynakları arttırmak, iletişimi arttırmak, ortak düşman bulmak, kural ve rol tanımları yapmak, kişileri değiştirmek, çatışma yönetimi eğitimi kullanılabilecek örgütsel yöntemler arasındadır. Örgüt veya günlük yaşamda karşı karşıya kaldığımız çatışmaları nasıl çözdüğümüze yönelik birtakım çatışma yönetim stilleri mevcuttur. Beş çeşit çatışma yönetim stili vardır; bu stiller, özellikleri, içerikleri, kullanıldıkları koşullar gereği birbirinden farklıdır ve her birinin kullanılacağı ortam değişmektedir. Örneğin sorunlar karmaşık ve önemliyse rekabet stilini kullanmak daha doğruyken; sorunların önemsiz olduğu ve ilişkileri korumanın önemli olduğu yerlerde uyum stilinin kullanılması daha doğrudur. Tek başına sorunların çözülemediği, farklı tarafların kaynak ve görüşlerine ihtiyaç duyulduğu zamanlarda işbirliği stili tercih edilebilir; işbirliği stili yetersiz kaldığında ortak bir takım fedakârlıklar yaparak uzlaşma stili tercih edilebilir. Bir süreliğine ortamı yumuşatmak gerekiyorsa, konu çok önemli değilse veya çatışmanın maliyeti fazla ise, bu noktada kaçınma stilini kullanmak daha olumlu sonuçlar yaratabilir. Burada önemli olan doğru yerde, doğru koşulda doğru stili seçmektir. Çatışmayı kazanmak için bireyin gerekli gücü yokken rekabet stilini kullanması başarısızlık getirecektir. Tam tersi yeterli güce sahip olduğu halde, kendine güvenemediği ya da üstüyle sorun yaşamamak adına uyum ya da kaçınma stilini kullanması, bireye rekabet de olduğu gibi başarısızlık getirecektir. Örgütlerde ya da günlük yaşamda karşılaştığımız çatışmalarda rekabetçi stillerden ziyada işbirlikçi stiller huzur, güven, barışçıl ilişkiler anlamında daha fazla olumlu sonuç doğurmaktadır. Örgütte hiçbir çatışma, zıtlık, direnme olmaması ise süreçlerin mükemmel işlediği, çalışanların çok mutlu olduğu, örgütün amaç ve hedeflerine ulaştığı anlamına gelmemelidir. Kararlar hiç tartışılmıyorsa, kimse kararlara itiraz etmiyorsa, hızlı bir şekilde uzlaşma sağlanıyorsa, işlerin yapılmasına ilişkin farklı bir ses çıkmıyorsa; bir başka deyişle bilişsel çatışma yaşanmıyorsa, bu durum da örgüt için oldukça tehlikelidir. Bu durum, örgütün yerinde saydığının, hatta rakipleri karşısında güç ve zaman kaybettiğinin en büyük göstergesidir. Yöneticilerin çatışmayı teşvik etmesi gerek bu durumlarda kullanabilecekleri Bireyler arası çatışma yönetim stillerinin hangisinin kullanılacağını etkileyen birçok faktör vardır. Bu ünitede bu faktörler arasında güç temelleri üzerinde durulmuştur. Bireylerin güç kaynakları ile kullanmayı tercih ettikleri çatışma yönetim stilleri arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Özellikle bizim ülkemizdeki gibi bürokratik, hiyerarşik örgütlerin varlığı durumunda yasal ve zorlayıcı gücün örgütte üst pozisyondaki bireyler tarafından kullanımı artmaktadır. Bunun karşılığında ise haklı olduğunu bilen, yanlışı gören astlar çatışmaya karşı kaçınma ya da uyum stilini kullanmayı tercih etmektedirler. 62 Kendimizi Sınayalım 6. Bireyin yöneticisiyle yaşadığı çatışmayı yok sayması aşağıdaki bireysel çatışma yönetim stillerinden hangisine işaret etmektedir? 1. Aşağıdakilerden hangisi çatışmanın çözümünde kullanılan örgütsel yöntemlerden biridir? a. Farklı kültürden bireyleri aynı takıma koymak a. İşbirliği b. İletişim kanallarındaki bilgileri kontrol etmek b. Uyum c. Kural ve roller tanımlamak c. Uzlaşma d. İşlerin yapılış şeklini değiştirmek d. Kaçınma e. Şeytanın avukatlığını yapmak e. Rekabet 2. Aşağıdaki yöntemlerden hangisi çatışmanın hem teşvik hem de çözümünde kullanılabilecek bir yöntemdir? a. Otoriter liderlik tarzı benimsemek 7. Birey için çatışma konusunun çok önemli olmadığı, çatışmayı kazanacak gücü olmadığı durumlarda kullanması yerinde olan çatışma yönetim stili aşağıdakilerden hangisidir? b. Rol analizi yapmak a. Uyum c. Kaynakları arttırmak b. İşbirliği d. Ortak düşman bulmak c. Uzlaşma d. Kaçınma e. Kişiyi işten çıkarmak e. Rekabet 3. Aşağıdaki yöntemlerden hangisi aşırı uzmanlaşma nedeniyle gruplar arası yaşanan çatışmayı çözmek için kullanılabilecek bir yöntemdir? a. Otoriter liderlik tarzı belirlemek 8. Orta derecede işbirlikçi ve iddiacı olan, orta noktada buluşmayı gerektiren ve sorunlara geçici çözümler bulan bireysel çatışma yönetimi stili hangisidir? b. Rotasyon uygulamak a. Rekabet c. Kaynakları arttırmak b. Uzlaşma d. Ortak düşman bulmak c. İşbirliği e. Kişiyi işten çıkarmak d. Uyum 4. Aşağıdakilerden hangisi örgütte çatışmayı teşvik etmek için kullanılabilecek bir yöntemdir? e. Kaçınma a. Rotasyon uygulamak 9. Aşağıdakilerden hangisi işbirlikçi çatışma yönetim stillerinin sonuçlarından biri değildir? b. Anket çalışması yapmak a. İş tatmininin artması c. Kaynakları arttırmak b. İş performansının artması d. Ortak düşman bulmak c. Bireysel ödüllendirmenin artması e. Örgütte formalleşmeyi arttırmak d. İletişim kanallarının çalışması 5. Bireysel çatışma yönetim stillerinden hangisi kaybet-kazan yaklaşımını benimsemiştir? e. Motivasyonun artması a. Rekabet 10. Bireyin örgütte işgal ettiği pozisyon nedeniyle sahip olduğu güç temeli hangisidir? b. İşbirliği a. Zorlayıcı güç c. Uzmanlaşma b. Yasal güç d. Uyum c. Özdeşlik gücü e. Kaçınma d. Uzmanlık gücü e. Ödüllendirici güç 63 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 1. c Yanıtınız yanlış ise “Çatışmanın Çözümünde Kullanılabilecek Örgütsel Yöntemler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Örgütte performansın düşmesine neden olan, verimliliği azaltan çatışma fonksiyonel olmayan çatışmadır. Örgüte yenilik getiren, çalışanların yaptıkları işe bağlanmasını sağlayan, bilgi ve beceri düzeyini artıran, ilişkilerin kalitesini yükselten çatışma ise fonksiyonel çatışmadır. Örgütte teşvik edilmesi gereken fonksiyonel çatışma iken, çözülmesi gereken fonksiyonel olmayan çatışmadır. Sıra Sizde 1 2. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışmanın Çözümünde Kullanılabilecek Örgütsel Yöntemler” ve “Çatışmanın Teşvik Edilmesinde Kullanılabilecek Örgütsel Yöntemler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. b Yanıtınız yanlış ise “Çatışmanın Çözümünde Kullanılabilecek Örgütsel Yöntemler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 2 Mağazada sadece en çok satışı gerçekleştiren bir elemanın ödüllendirileceğinin duyurulması rekabetçi davranışların doğmasına neden olan bir yöntemdir. Bu ödüle ulaşmak için çalışanların bir arada olması, çaba ve bilgilerini birleştirmeleri ve aralarında işbirliği kurmalarını gerektiren bir durum söz konusu değildir. Tam aksine bu ödüle sadece bir kişinin ulaşacak olması, çalışanların birbirleriyle rekabet etmelerine ve daha çok çatışma yaşamalarına neden olacaktır. Özellikle duygusal çatışmalar, bu tür yıkıcı bir rekabet yaratan örgüt politikalarında daha çok yaşanmaktadır. Bu ödüllendirme türü yerine yöneticinin satışların artması durumunda tüm elemanları ödüllendireceği bir yöntem uygulaması çalışanlar arasında rekabet yerine işbirlikçi stillerin doğmasına yardımcı olacaktır. 4. e Yanıtınız yanlış ise “Çatışmanın Teşvik Edilmesinde Kullanılabilecek Örgütsel Yöntemler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. d Yanıtınız yanlış ise “Bireyler Arası Çatışma Yönetim Stilleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. d Yanıtınız yanlış ise “Bireyler Arası Çatışma Yönetim Stilleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Bireyler Arası Çatışma Yönetim Stilleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. b Yanıtınız yanlış ise “Bireyler Arası Çatışma Yönetim Stilleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 9. c Yanıtınız yanlış ise “Bireyler Arası Çatışma Yönetim Stilleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Çatışmayı çözmek için takım oluşturmak ve üst hedefler oluşturmak arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Takım olmak demek, belirlenen amaca ulaşmak için birbirlerinin yeteneklerini tamamlayan bireylerin takım üyesi olarak belli bir süre bir arada çalışmaları demektir. Takımın oluşturulma amacına üyelerin tek başlarına ulaşma imkânları yoktur; aksi takdirde zaten takım oluşturmaya gerek yoktur. Farklı uzmanlık alanlarına sahip bireyler bir araya gelerek, zor ve karmaşık bir sorunu çözmek veya yaratıcılık gerektiren bir amaca ulaşmak için bir araya gelirler. Takım oluşturulmasının temelinde zaten üst bir hedefe ulaşmak vardır. Bu üst hedef ise işbirlikçi davranışların oluşmasını gerektiren bir üst hedeftir. Takım üyeleri uzmanlık bilgilerini, çabalarını birleştirmedikleri, birbirleriyle bilgi paylaşımında bulunmadıkça, aralarında kaliteli bir etkileşime sahip olmadıkça üst hedefe ulaşma imkânları söz konusu değildir. 10. a Yanıtınız yanlış ise “Güç Temelleri ve Bireysel Çatışma Yönetim Stilleri”başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 64 Sıra Sizde 4 Yararlanılan Kaynaklar Dışsal kontrol odaklılık, bireyin başına gelen olaylar üzerinde kontrol insiyatifinin olduğuna inanmadığı, olayları şans ve kaderle açıklayan, bu nedenle de içinde bulunduğu sorunları görmezden gelen, bu sorunları çözebilecek güce sahip olmadığını düşünen bir kişilik özelliğidir. Çatışma yönetim stillerinden biri olan kaçınma, çatışma içeren ortamlardan, çatışma yaşanan konulardan uzak durmayı içeren, bir sorun yokmuş gibi davranmayı içeren bir stildir. Dışsal kontrol odaklılık, bireyin çatışmayla yüzleşmesini engellediği için, bu kişilik özelliğine sahip bireylerin kaçınma stilini kullanmaya daha çok eğilimli olduğu yorumu yapılabilir. Akgün, S. ve Araz, A. (2010). Anlaşmazlıklarımızı çözebiliriz: bir çatışma çözümü eğitim programı tanıtımı. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 11 (1), 1-17. Bennet, R. & Savani, S. (2003). Managing conflict between marketing and other functions within charitable organizations. The Leadership Organization Development Journal, 25 (2), 180-200. Bobocel, R.D. ve diğerleri (1998). Managerial accounts and fairness perceptions in conflict resolution: differentiating the effects of minimizing responsibility and providing justification. Basic and Applied Social Psychology, 20 (2),133-143. Sıra Sizde 5 Champoux, J. (2010). Organizational Behavior: Integrating Individuals, Groups and Organizations. USA: Routledge Publications. Samsung ve Apple arasındaki çatışmanın nedeni patent savaşlarıdır. Her iki şirket de birbirlerini kopyacılıkla suçlamakta ve ürünlerin satışlarının yasaklanması isteğiyle birbirlerine dava açmaktadırlar. İki şirketin çatışmayı çözmek için kullandığı yönetim stili rekabettir. Rekabet, kazan-kaybet yaklaşımıdır; bir şirketin davayı kazanması diğerinin kaybetmesi anlamına gelecektir. Chen ve diğerleri (2005). Conflict management for effective top management teams and innovation in China. Journal of Management Studies, 42 (2), 277-300. De Dreu, C. K. W. (2006). When too little or too much hurts: evidence for a curvilinear relationship between task conflict and innovation in teams. Journal of Management, 32 (1), 83107. Sıra Sizde 6 İşbirlikçi stiller, çatışma taraflarının birlikte kazandığı, her iki tarafın da amaç ve isteklerine ulaştığı çatışma yönetim stillerini içermektedir. Bu stillerin kullanılması için bazı önkoşullar mevcuttur. Örneğin her iki tarafın da arasında güven olması, aralarında açık iletişimin olması ve belki de hepsinden önemlisi eşit güce sahip olmaları gerekir. Zorlayıcı güç, doğası gereği işbirlikçi stillerin kullanımına uygun değildir. Zorlayıcı güç, karşı tarafa baskı yapmayı, zorla isteklerini kabul ettirmeyi içeren bir güç temelidir. Bir tarafın, diğer tarafın baskısını kabul etmesi için ondan daha güçsüz bir konumda olması ve onun gücüne boyun eğmesi gerekir. Bu nedenle de işbirlikçi stillerini kullanmak isteyen bir kişinin kullanmaması gereken bir güç temeli varsa o da zorlayıcı güçtür. De Dreu, C.K.W. & Van Vianen, A. M. (2001). Managing relationship conflict and the effectiveness of organizational teams. Journal of Organizational Behavior, 22 (3), 309-328. Deutsch, M. (2003). Cooperation and conflict: A personal perspective on the history of the social psychological study of conflict resolution. M.A. West, D. Tjosvold, & K.G. Smith (Ed.), The Essentials of Teamworking: International Perspectives içinde. John Wiley & Sons. Global Human Capital Report (2009). Workplace Conflict and How Businesses Can Harness It To Thrive It? USA: CBP. Griffin, R.W. & Moorhead, G. (2009). Organizational Behavior: Managing People and Organizations. USA: South Western. Jordan, B. & Henderson, A. (1995). Interaction analysis: Foundations and practice. The Journal of The Learning Sciences, 4 (1), 39-103. 65 Sungurlu, M. (1994). Güç Tarzları ve Organizasyona Bağlılık, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Lian, L.K. & Tui, G. L. (2008). Effects of individual characteristics and organizational context on superiors’ use of conflict styles and subordinates’ satisfaction with supervisison. Asian Academy of Management Journal, 13 (1), 37-62. Tekrarslan, E., Kılınç, T., Şencan H. ve Baysal, A.C. (2000). Davranışın Sosyal Psikolojisi. İstanbul: İ.U. İşletme Fakültesi Yayın No:278. McShane, S L. & Von Glinow, M.A. (2003). Organizational Behavior: Emerging Realities for the Workplace Revolution. NY: McGrawHill. Thomas, K.W. & Kilmann, R.H. (2008). Thomans-Kilmann conflict mode instrument. Report Prepared for Jane Sample, http://careervalues.com/docs/tki_pir.pdf, (Erişim Tarihi: 01.03.2010). Nelson, L.D. & Quick, C. J. (2009). Understanding Organizational Behavior. South-Western Publications. Tjosvold, D. (1998). The cooperative and competitive goal approach to conflict: accomplishments and challenges. Applied Psychology: An International Review, 47, 285–313. Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2001). Örgütsel Davranış. Eskişehir: ETAM Matbaa. Rahim, M. A. ve diğerleri (2001). “Structural equations model of leader power, subordinates’ styles of handling conflict and job performance. The International Journal of Conflict Management, 12 (3), 191-211. Tjosvold, D. ve diğerleri (2001). Interdependence and managing conflict with sub-contractors in the construction industry in East Asia. Asia Pacific Journal of Management, 18, 295–313. Tjosvold, D. ve diğerleri (1992). Managing conflict between departments to serve customers. Human Relations, 15 (10), 1035-1044. Rahim, M. A. (2000). Managing Conflict in Organizations. Greenwood Publishing. Rahim, M. A. (2002). Toward a theory of managing organizational conflict. The International Journal of Conflict Management, 13 (3), 206−235. Van de Vliert, E. & Janssen, O. (2001). Description, explanation and prescription of intragroup conflict behaviors. Marlene E. Turner (Ed.), Groups at Work: Theory and Research içinde. New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates. Rahim, M.A. & Buntzman, G. F. (1989). Supervisory power bases, styles of handling conflict with subordinates, and subordinate performance and satisfaction. Journal of Psychology, 123, 195–210. Rahim, M.A. ve diğerleri (1992). Ethics of managing interpersonal conflict in organizations. Journal of Business Ethics, 11 (5-6), 423-433. Robbins, S. & Judge, T. (2007). Organizational Behavior. New Jersey: Prentice Hall. Robbins, S.P. (1978). “Conflict management" and "conflict resolution" are not synonymous. California Management Review, 21 (2), 67-76. Şerif, M. ve Şerif, W. C. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş I-II. (Mustafa Atakay & Aysun Yavuz, Çev.). İstanbul: Sosyal Yayınlar. Sherif, M. (1958). Superordinate goals in the reduction of intergroup conflict. The American Journal of Sociology, 63 (4), 349-356. Sorenson, Ritch L. (1999). Conflict management strategies used by successful family businesses. Family Business Review, 12, 325-339. 66 4 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Müzakere ve çatışma arasındaki ilişkiyi analiz edebilecek, Müzakere sürecini tanımlayabilecek, Müzakerede kullanılan farklı yaklaşımları karşılaştırabilecek, Müzakere yaklaşımlarının etikle ilişkisini daha detaylı değerlendirebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Müzakere Kazan-Kazan Yaklaşımı Bütünleştirici Müzakere Kazan-Kaybet Yaklaşımı Paylaştırıcı Müzakere Sert Politik Taktikler Karşılıklı Bağımlılık Arabulucu İletişim Etik İçindekiler Giriş Müzakere Kavramı ve Özellikleri Müzakere Süreci Müzakere Sürecini Etkileyen Birey ve Ortama İlişkin Faktörler Müzakere Yaklaşımları Müzakere Etiği 68 Çatışma Yönetiminde Müzakere Süreci GİRİŞ Çatışmanın çözümsüz kaldığı durumlarda müzakereyi kullanmak oldukça faydalı bir yöntemdir. Müzakere sayesinde çatışmayı olası en iyi yolla çözmek mümkün olmaktadır. Bunun için de müzakere süreci hakkında bilgili olmak, müzakerede kullanılan strateji ve taktikler konusunda deneyim sahibi olmak önemlidir. Müzakerenin amacı anlaşmaya varmaktır. Bununla birlikte anlaşmaya giden yolda müzakere taraflarının farklı tercihleri olabilir. Nasıl çatışmanın varlığına ilişkin benimsenen farklı yaklaşımlar varsa, aynı şekilde müzakere araçlarına ilişkin de farklı yaklaşımlar mevcuttur. Bu yaklaşımlardan biri olan bütünleştirici müzakere yaklaşımının temelinde, kazan-kazan yaklaşımı bulunmaktadır. Kazan-kazan yaklaşımı, tarafların birlikte ortak kazançlar elde etmek amacıyla uyguladıkları strateji ve taktiklerden oluşmaktadır. Diğer yaklaşım olan paylaştırıcı yaklaşım ise sert politik taktiklerin kullanıldığı, karşı tarafı yenmek ve tek başına olası en yüksek kazançlara ulaşmayı amaçlayan bir yaklaşımdır. Tarafların hangi yaklaşımı benimseyeceğini etkileyen birçok faktör vardır. Kişilik, cinsiyet gibi bireysel faktörlerin yanında müzakerenin nerede gerçekleştiği, süresi, dinleyici özellikleri gibi ortama ilişkin özellikler de müzakere sürecini ve benimsenen yaklaşımları etkilemektedir. Müzakerede başarılı olmak ve doğru taktikleri seçmek arasında güçlü bir ilişki vardır. Müzakerede taktiklerin hangisinin, ne zaman, hangi derecelerde kullanılacağına karar verilmesi için müzakere sürecinin ilk aşaması olan planlama ve hazırlık aşamasında çok dikkatli olmak gerekmektedir. Bu aşamada karşı taraf hakkında bilgi toplamanın çok büyük faydası bulunmaktadır. Çünkü karşı taraf hakkında ne kadar bilgili olunursa, müzakere sürecini yönetmek o kadar kolay olur. Bunun dışında “Ben ne istiyorum?”; “Benim amacım nedir?” gibi soruların açık bir şekilde cevaplanması gerekmektedir. Aksi takdirde karşı taraftan gelen önerileri, teklifleri sağlıklı şekilde değerlendirmek ve kendi taviz aralıklarına göre karşı tarafa önerilerde bulunmak mümkün olmayacaktır. Bu süreçte ne kadar yaratıcı olunursa, o kadar olası çözüm yollarını bulmak kolaylaşır. Müzakere sürecinin tıkandığı durumlarda arabuluculuk yolunu kullanmak da mümkündür. Müzakere tarafları dışında üçüncü bir tarafın sürece dâhil edilmesi, tarafların çatışmayı çözmelerine yardımcı olur. Arabuluculuk yapacak kişinin, tarafların güvendiği ve onay verdiği bir kişi olması gerekmektedir. Bu kapsamda bu ünitede müzakere kavramı, müzakere süreci, müzakere yaklaşımları ve müzakere-etik ilişkisi üzerinde durulmaktadır. MÜZAKERE KAVRAMI VE ÖZELLİKLERİ Müzakere için öncelikle çatışmanın varlığı ve taraflarca çatışmanın algılanması gereklidir. Çatışma meydana geldiğinde müzakere, çatışmanın çözümünde kullanılan oldukça etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Müzakere sürecinde çıkarları veya amaçları birbirinden farklı olan taraflar, etkileşim süreci içerisinde olasılıklar üzerinde anlaşmaya çalışırlar. Taraflar, birbirlerinin fikirlerini, algılarını, bilgilerini, taleplerini belirlemek için çaba sarf ederler. Aslında müzakere özel bir iletişim aracı olarak hareket eder. Taraflar, sebebi belli bir tartışma ve çözüm sürecine girerler; anlaşmayı sağlayacak ortak algılar geliştirirler. Diğer bir ifadeyle müzakere, diyalog ve uzlaşma esasına dayalı ilişkilerin gelişmesine yardımcı olur. Müzakerede dinamik bir etkileşim süreci söz konusudur. Müzakere, tarafların bilgilerini, ürün veya hizmetleri değiş tokuş ettikleri ve değiş tokuş oranı üzerinde uzlaşmaya çalıştıkları iletişim sürecidir 69 (Wall, 1985). Bu etkileşim süreci, açık bir çatışma yaşayan iki veya daha fazla tarafın tek başlarına ulaşamayacakları hedeflere, ortak karar aldıkları eylemlerle ulaşmaya çalıştıkları potansiyel fırsatçı bir etkileşim sürecidir (Lax ve Sebenius, 1986, s.11). Burada amaç, kişilerin pazarlık ederek farklılıkları çözümlemesi ve çatışmayı önlemesidir (Varoğlu, 1998’den aktaran Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.8). Tek başına ulaşılamayan hedeflere ulaşmak için kişiler arası karar alma süreci olan müzakere (Thompson, 2009, s.2), çok basit bir boşanmada veya milyon dolarlık iş anlaşmasında da karşımıza çıkabilecek bir kavramdır. Müzakereyle ilgili tanımlardan da görüldüğü gibi müzakere sürecinde taraflar, birbirleriyle etkileşime geçerek, amaçlarına ulaşmaya çalışırlar; birbirlerini etkileyerek, ortak bir noktada buluşmak için çaba gösterirler. Anlaşmaya varma amacı taşımayan görüşmelerin müzakere olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu süreçte anlaşmanın içeriği geçmiş veya şimdiki zaman değildir; geleceğe ilişkin kazançlar için müzakere edilir. Geleceğe ilişkin anlaşmaya varmak için tarafların kesin, katı sınırları olması yerine esnek olmaları, alternatifler üzerinde durmaları ve hepsinden önemlisi farklılıklar yerine birbirlerinin benzer ve ortak özelliklerine odaklanmaları müzakere tanımının vazgeçilmez unsurlarıdır. Müzakerenin tanımında dikkat edilmesi gereken bir diğer durum ise pazarlık kavramıyla müzakere kavramının birbiriyle karıştırılmaması ve birbirinin yerine kullanılmamasıdır. Pazarlık, müzakere sürecinin bir parçasıdır; bir çeşididir. Pazarlık, müzakereye göre daha rekabetçi ve kısa dönemlidir. Pazarlıkta, örneğin bir araba satışında, iki tarafın da amacı bellidir. Satıcı, arabasını olası en yüksek fiyattan satmaya çalışırken, alıcı da olası en düşük fiyattan arabayı satın almaya çalışır. Satıcı ve alıcı zihinlerindeki fiyat doğrultusunda birbirleriyle pazarlık ederler. Müzakerede ise durum biraz daha farklıdır. Taraflar, uzlaşma amacıyla daha esnek davranırlar (Spoelstra ve Pienaar, 2008, s.3-5). Zihinlerindeki fiyatı aşağı ya da yukarı çekmeye daha hazırdırlar; pazarlıktaki kadar katı değildirler, olasılıkları daha fazladır. Bu özellikleriyle müzakereyi çatışan çıkarları diyalog yoluyla çözmeyi amaçladığı, tarafların iletişim yoluyla birbirlerine mesajlar alıp gönderdikleri, farklılıklar yerine benzerliklere odaklanmaya çalıştıkları bir süreç olarak ele almak mümkündür. Bu öyle bir süreçtir ki, iki arkadaşın ilişkisinde, apartman yöneticisi ve ev sahibi arasında, müdür ve sekreteri arasındaki anlaşmazlıklarda ilişkileri daha etkin yönetmeyi sağlar. Gerginlikleri azaltmak, uzlaşmaya varmak için bir seçenek sunar. Bu sayede ilişkilerde tehdit, zorlama, baskı gibi araçları kullanmaya gerek kalmaz. Aynı zamanda birey ve örgütler arasındaki ilişkilerin korunması ve daha sağlıklı bir şekilde geleceğe taşınması mümkün olur. Müzakere Kavramının Temel Özellikleri Müzakere sürecini başarıyla tamamlayabilmek için bu kavramın içeriği ve özellikleri hakkında daha derin bir bilgiye sahip olmak önemlidir. Bu sürecin içeriğinde karşılıklı bağımlılık, etkileşim, ikna gücü gibi unsurların varlığını bilmek müzakereyi arzu edilen amaçlara ulaşmış bir şekilde yönetmeyi sağlar. Aşağıda müzakere sürecinin bu temel unsurlarına ilişkin açıklamalar yer almaktadır. • Karşılıklı Bağımlılık: Karşılıklı bağımlılık, derecesi değişse de sosyal etkileşimlerin önemli bir parçasıdır. Yönetici, sekreterinin randevuları doğru ayarlamasına ve randevular hakkında doğru bilgilendirme yapmasına ihtiyaç duyduğu gibi, sekreter de yöneticisinin maaşını zamanında ödemesine, sigortasını tam yatırmasına ihtiyaç duyar. Karşılıklı bağımlı olmak, tek başına yapılmak zorunda kalınan işler için başkalarına ihtiyaç duyulması anlamına gelmektedir ya da işleri tek başına yapmak, birlikte yapmaktan daha maliyetli olduğu için karşı tarafa ihtiyaç duyulmasıdır. Bu olasılık, karşılıklı bağımlılığı müzakere ortamlarının temel özelliklerinden biri yapmaktadır. Bireylerin çatışmayı çözememeleri ve ortaklaşa davranarak çatışmayı çözebileceklerine inanmaları karşılıklı bağımlılığın taraflarca kabul edilmiş olduğunu gösterir. • Algılanan Çatışma: Farklı çıkar ve algılamalar, çatışma potansiyelini artırır. Kaynakların sınırlı olması, otorite boşluğu veya otoritenin kabul edilmemesi gibi durumlar, potansiyel çatışma nedenlerinden en göze çarpanlarıdır. Çatışmanın taraflarca algılanması, müzakerenin potansiyel varlığını ortaya çıkaran bir durumdur. • Fırsatçı Etkileşim: İki veya daha fazla birey, müzakere yoluyla birbirlerinin kararlarını etkilemeye çalıştıklarında, bazı bilgileri saklarlar, daha güçlü olacakları bir konuma geçmeye 70 çalışırlar, karşı tarafın algılama ve tercihlerine yön vermek için çabalarlar. Müzakere sürecindeki bu etkileşimin amacı, karşı tarafın eylem ve planlarını dikkate alarak taktik geliştirmek ve bu taktiklere karşı tarafın vereceği tepkiyi tahmin etmektir. • Anlaşmaya Varma Olasılığı: Karşılıklı bağımlılık, çatışma ve fırsatçılık potansiyeli olduğunda, bireyler ortak bir karara varmak için müzakere ederler. Böylece bireyler daha iyi sonuçlara ulaşabilirler. Müzakerede varılacak bir anlaşmanın onlar için avantajlı olup olmadığını anlamaya çalışırlar (Lax ve Sebenius, 1986, s.8-11). Müzakerenin sosyo-psikolojik ve ekonomik olmak üzere iki boyutu vardır. Ekonomik boyut, somut sonuçlardır; bir örgütün elde ettiği kar gibi. Sosyo-psikolojik boyut ise ilişki kalitesi, iletişimden duyulan tatmin, sürecin adilliğine ilişkin algı, karşı tarafın izlenimi gibi ilişki odaklı unsurları içinde barındırır. Bazı bireyler için sadece ekonomik çıkarlara ulaşmak önemliyken, bazı bireyleri sadece ekonomik çıkarlara ulaşmak asla tatmin etmez. Örneğin aile içerisindeki anlaşmazlıklarda sosyo-psikolojik sonuçlara ulaşmak daha önemliyken, iş hayatında ekonomik sonuçlara ulaşmak daha önemlidir. Önem dereceleri değişse de, her müzakerede iki boyutun da anlaşmaya varma olasılığını etkilediğini unutmamak gerekir (Spangle ve Isenhart, 2003, s.7). Her müzakerede anlaşmaya varılacak diye bir şart yoktur; her müzakerenin anlaşmayla sonuçlanması mümkün değildir. Önemli olan bu olasılığa müzakere yoluyla ulaşmaya çabalamaktır. • Süreklilik: Müzakere, tarafların tek bir sefer için bir araya geldikleri ve birbirlerini bir daha görmedikleri bir süreç değildir. Müzakerede süreklilik unsuru önemlidir. Sendika-işveren, işveren-tedarikçi, ev sahibi-kiracı, anlaşma olana kadar düzenli olarak görüşmeye devam ederler. • İkna Gücünü Kullanmak: Müzakerenin önemli unsurlarından biri ikna yolunu kullanmaktır. Bu, karşı tarafın fikir, tutum ve davranışlarını değiştirmek için müzakere başlamadan önce de kullanılabilecek bir iletişim aracıdır. • Karar Verme Süreci: Müzakere kavramı aynı zamanda karar verme sürecini de içinde barındırmaktadır. Taraflar, amaçları doğrultusunda karşı tarafa ne kadar tavizde bulunacaklarına, karşı taraftan gelen hangi önerileri kabul edeceklerine, hangi müzakere taktiklerini kullanacaklarına, ne zaman müzakereyi başlatacaklarına ve sonlandıracaklarına karar verirler. Karşılıklı bağımlılık, müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanmasını sağlar mı? Yoksa tam tersi sürecin başarısız olma riskini mi artırır? Müzakere Ortamının Özellikleri Günlük hayatta çok sık müzakere ortamı içinde kendimizi bulabileceğimiz gibi, yemek saatinden, para paylaşımına kadar hemen hemen her konuda bir müzakere durumu söz konusudur. Birçok nedenle müzakereler ortaya çıkabilir. Örneğin; • zaman, mülk veya para gibi sınırlı kaynakların nasıl paylaştırılacağı konusunda, • her iki tarafın da tek başına başaramayacağı yeni bir şey yaratmak konusunda, • taraflar arasında bir sorunun veya tartışmanın çözümü konusunda müzakereler yaşanabilir. İnsanlar, bazen anlaşamazlar. Bunun bir nedeni, insanların müzakere süreci içerisinde olduklarını anlamamalarından kaynaklanır. Bir diğer nedeni de insanların müzakere teknik ve becerileri hakkında bilgi sahibi olmamalarıdır (Lewicki ve diğerleri, 2007, s.2-3). Peki, müzakere ortamı içinde olduğumuzu nasıl algılayacağız? İster savaşan iki ülke arasındaki müzakere olsun, ister işveren-sendika, isterse iş müzakeresi olsun, bu ortamlar hemen hemen birbirine benzeyen özellikler taşımaktadırlar. Müzakere ortamına ilişkin özellikler şu şekilde özetlenebilir: 1. Müzakere sürecinde iki veya daha fazla sayıda birey, grup veya örgütten oluşan taraf vardır. Gruplar arasında, grup içinde veya bireyler arasında meydana gelen müzakere bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. 2. Taraflardan birinin istek ve ihtiyaçları, tam olarak diğer tarafın istek ve ihtiyaçları ile uyuşmamaktadır. Taraflar bu çatışmayı çözmek için yollar aramak zorundadırlar. 71 3. Taraflar müzakere etmeyi tercih ederler. Çünkü karşı tarafın vermeye gönüllü olduğu kadarını hemen kabul etmektense, müzakere ederek daha çok kazanacaklarını düşünürler. Müzakere, bir gönüllük sürecidir. Daha iyi bir sonuç elde edeceğini düşünen taraflar müzakere eder (McShane ve Von Glinow, 2002, s.418). 4. İletişim, müzakerenin en temel aracıdır. Çünkü taraflar, karşılıklı iletişim kanallarını kullanarak ortak bir karara varmaya çalışırlar. İletişim sayesinde taraflar güven ilişkisi kurar, tercihlerini, fikirlerini açıklar ve karşı tarafın gerçek niyeti, amacı hakkında bilgi sahibi olurlar (Carvalho ve Sabrol, 2003, s.4). 5. Müzakere, “ver-al” sürecidir; kavramın temelinde bu varsayım mevcuttur. 6. Başarılı bir müzakerede somut kaynaklar yönetilirken; soyut kaynaklar çözülür. Para gibi somut kaynaklar yanında “kazanma ihtiyacı”, “başarılı gözükme”, “adil bulunma ihtiyacı” gibi psikolojik güdülerden oluşan soyut kaynaklar da müzakere sürecini doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir (Lewicki ve diğerleri, 2007, s.8). MÜZAKERE SÜRECİ Profesyonel hayatın ayrılmaz bir parçası olan müzakere, rekabetçi, belirsiz, dinamik iş ilişkilerindeki başarı için oldukça önemli bir kavramdır. İş ilişkilerinin temelinde değiş-tokuş olması yöneticilerin amaçlarına ulaşmak için müzakere sürecine sık sık başvurmalarını gerektirmektedir. Yöneticilerin zamanlarının yaklaşık %20’sini müzakere sürecinde geçirdikleri bilinmektedir (Carvalho ve Sabrol, 2003, s.4). Bu nedenle de müzakere süreci konusunda bilgili olmak ve yöneticilik başarısı arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Müzakere süreci bazı aşamalardan oluşmaktadır. Bu aşamalara ilişkin açıklamalar aşağıda yer almaktadır. 1. Planlama ve Hazırlık Çatışmanın varlığı, potansiyel bir müzakerenin başlamasının en büyük uyarıcısıdır. Planlama ve hazırlık aşaması, müzakere sürecinin en önemli aşamasıdır. “Müzakere, hem bilim hem de bir sanattır” ifadesinin en fazla hissedildiği aşama, bu aşamadır denilebilir. Bir bilimdir, çünkü tarafların hangi stratejilerle, hangi taktiklerle, ne zaman, ne kadar yoğunlukta mücadele edeceğini belirlemesi gerekir. Müzakere bir sanattır, çünkü tarafların kendilerini çok iyi tanımaları, çatışma bağlamında kendilerini ve karşı tarafı çok iyi değerlendirmeleri ve yaratıcı yeteneklerini geliştirmeleri gerekmektedir. Bununla birlikte birçok müzakereci, planlama aşamasına gereken önemi vermediği için başarısız olmaktadır. Planlama kapsamlı, yeterli bilginin toplandığı, hedeflerin ve alternatiflerin belirlendiği bir aşama olmalıdır. Bu aşamada yapılacak faaliyetler şu şekilde özetlenebilir: • Konuları Belirlemek: Planlama aşamasının ilk adımı müzakere konularının tam olarak neler olduğunu belirlemektir. Tarafların müzakerede gündeme gelecek konuları ve olayları önceden tahmin edip, müzakere başlamadan bunlara hazırlanmaları gerekir. Deneyimli kişilere başvurarak, onların fikir ve görüşlerine başvurmak faydalı olacaktır. • Araştırma Yapmak: Tam ve tutarlı bilgi toplamak, müzakere sürecinde bir avantaj kazandırır. Araştırma sayesinde müzakere sürecine iyi hazırlanmak, pazarlık gücünü arttırır. • Hedefleri Belirlemek: Müzakere sürecinde bir tarafın pozisyonunu belirleyen en önemli etmen, onun müzakere sonunda ulaşmayı düşündüğü çıkar veya hedefleridir. Müzakereci neyi istediğini, ne elde etmek istediğini çok iyi belirlemelidir. Bir tarafın kendi hedeflerini belirlemesi ve diğer tarafın hedeflerini tahmin etmeye çalışması, onun müzakere sürecini daha başarılı bir şekilde yönetmesini sağlayacaktır. • Alternatiflerin Farkında Olmak: Müzakere başlamadan hedef ve sınırları belirlemenin en iyi yolu, müzakere başarısızlıkla veya tarafın aleyhine sonuçlandığında, olası alternatiflerin belirlenmesidir. Müzakereye başlamadan bu alternatiflerin bilinmesi, müzakerede daha rasyonel kararların verilmesini sağlayacaktır. Örneğin araba satıcısıyla pazarlık yaparken, almak istediğiniz başka marka arabalar da olduğunu bilmek veya aynı fiyat aralıklarında benzer arabaların da olduğunu bilmek, müzakere sürecinin daha başarılı geçmesini sağlayacaktır. 72 Hazırlık aşamasında ise öncelikle “niçin buradayız?” sorusunun cevaplanması gereklidir. Müzakere sürecinin etkin olarak yürütülmesi amaçların açık ve net olarak belirlenmesine bağlıdır (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.79). Müzakere süreci başlamadan önce yapılan hazırlık aşamasında amaçların çekirdek ve ikincil amaçlar olarak belirlenmesi söz konusudur. Çekirdek amaçlar, müzakerecinin yapacağı anlaşmanın ruhunda olan planlı amaçlardır. Bu amaçlara ulaşılmazsa anlaşma gerçekleşmez. İkincil (Çerçeve) amaçlar ise, gerekli olmasa da elde edilmeye çalışılan ve varılan anlaşmanın ne kadar iyi olduğunu belirleyen amaçlar demetidir (Economy, 1999’den aktaran Uçan, 2008, s.56). Hazırlık safhasında bilgi ihtiyacının ortaya konması ve karşılanması da önemli bir konudur. Karşı tarafın konumunu zayıflatacak, kendi konumunu güçlendirecek gerekli bilgilerin elde edilmesi önemlidir. Bilgi, müzakere ortamında güç demektir. Çünkü karşı tarafa göre daha fazla bilgi sahibi olmak, daha az fedakârlık yapmak, daha az boyun eğmek demektir. Hazırlık aşamasında yapılması gereken bir diğer önemli konu ise müzakerede alt sınırın belirlenmesidir. Müzakerede uygulanacak strateji ne olursa olsun, taraflar kendileri için mümkün olan en düşük beklenti konusunda müzakere öncesinde hazırlık yapmalı ve bu konuda kararlı olmalıdırlar (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.80). 2. Temel Kuralların Belirlenmesi Hazırlık aşaması tarafların tek başlarına ilgilendikleri bir süreçken, temel kuralların belirlenmesi diğer tarafla birlikte yapılması gereken bir aşamadır. Müzakerenin temel aktörleri kimlerdir? Müzakere nerede gerçekleşecek? Konular neyle sınırlı olacak? Zaman sınırlaması olacak mı? Müzakere tıkandığında takip edilecek bir işlem olacak mı? gibi sorulara karşılıklı olarak cevap verilir. Bu aşamada ilk öneriler ve talepler de taraflarca birbirlerine bildirilir. 3. Açıklama ve Gerekçelendirme Öneriler ve talepler paylaşıldıktan sonra her bir taraf, diğer tarafa taleplerini açıklar, anlatır, gerekçelerini bildirir ve taleplerine ilişkin destek noktalarını ifade eder. Tarafların açık, anlaşılır bir şekilde kendilerini ifade etmeleri önemlidir. Bu aşamanın yüz yüze olması gerekmemektedir. Amaç, karşı tarafı bilgilendirmektir. 4. Pazarlık ve Problem Çözme Müzakerenin amacı anlaşmaya varmaktır. Bunun için tarafların tüm güçleriyle çabaladıkları aşama, pazarlık ve problem çözme aşamasıdır. Gerçek anlamıyla bir ver-al durumu yaşanır; her iki taraf da amaçlarına ulaşmak için çalışır; amaçlarının bazılarına ulaşabilmek için diğer amaçlarından ödün verir. Bu aşamada doğru soruları sormak, karşı taraftan gelen sorulara tam, anlaşılır cevaplar vermek, iyi bir dinleyici olmak ve karşı tarafı ikna etmeye çalışmak için çaba harcamak gerekir. 5. Kapanış ve Uygulama Konuşulan ve üzerinde anlaşmaya varılan noktalara son şekli verilir; genellikle yazılı anlaşmalarla uzlaşmaya varılan noktalar garanti altına alınır. Anlaşmalar, kararların hayata geçirilmesi ve sürdürülmesi açısından önemlidir. Bununla birlikte çoğu zaman sadece bir el sıkışmak da yazılı anlaşmaların yerine geçebilmektedir (Robbins vd., 2009, s.385). Müzakere Sürecinde Yapılan Hatalar Her müzakerenin temel amacı anlaşmaya varmaktır. Bununla birlikte her müzakerenin anlaşmayla sonuçlanması mümkün değildir. Müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanma olasılığını azaltan bazı hatalar bulunmaktadır. Bu hatalar aşağıdaki gibi sıralanabilir: 1. Müzakerelere belli bir katı zihinsel model veya bakış açısıyla (koşullanmışlıkla) girme, 2. Muhataplardan kimin son sözü söyleyebilecek kişi olduğunu tahmin edememe, 3. Kendi gücünü ve bunu nasıl etkili kullanacağını tam olarak bilememe, 4. Müzakereye tek bir genel amaç/çıktı için girme, 73 5. Konumunu ve somut tezleri geliştirememe, 6. Zamanlama ve görüşülecek meseleleri sıralama gibi önemsiz görülen birtakım işlerde denetimi kaybetme, 7. Karşı tarafın ilk teklifi yapmasına izin vermeme, 8. Zaman ve yer seçimini kendine avantaj getirebilecek bir şekilde düzenlemeyi önemsememe, 9. Bir “çıkmaz sokak”a girildiği düşünüldüğünde, hemen pes etme, 10. Kapanış için doğru zamanı bilmeme (Varoğlu, 2012). Müzakerede başarılı olmak büyük ölçüde bireyin güçlü olmasına bağlıdır. Müzakerede güçlü olmak ise karşı tarafı etkileme potansiyelini artırmaktadır. Peki, birey müzakerede gücünü nereden elde edecektir? Öncelikle iyi ilişkilere sahip olmak, gerekli beceri ve bilgi düzeyine sahip olmak, en iyi çözüm yollarını keşfetmek, müzakere sürecinde yasal ve etik davranmak ve sürece bağlı kalmak müzakere sürecinde bireyin en temel güç kaynakları arasındadır. Ancak, “ben çok güçlüyüm ve kendime aşırı güveniyorum” şeklindeki bir yaklaşım, müzakere sürecindeki başarıyı riske sokacaktır. Aşırı güven, karşı tarafın tekliflerini gerçekçi bir şekilde değerlendirmeyi ve esnek davranmayı engellemekte ve bireyin avantajlı olan önerileri geri çevirmesine neden olmaktadır. Bireylerin müzakere konuları söz konusu olduğunda olabildiğince esnek davranmaları ve çözüm alternatiflerini çoğaltmaları gerekmektedir. Karşı tarafı tanımak, konuşulacak konuların sırasını belirlemek, müzakerenin yapılacağı mekân ve süresi konusunda hassas olmak, müzakerede kendi kaynaklarının ve potansiyelinin farkında olmak müzakere başarısı açısından önemlidir. MÜZAKERE SÜRECİNİ ETKİLEYEN BİREY VE ORTAMA İLİŞKİN FAKTÖRLER Her müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanması mümkün değildir. Bunun yanında her müzakerede kullanılan strateji ve taktikler benzer değildir. Bir konuda faydalı olan bir taktik, diğer bir konuda zararlı olabilir. Hem müzakerecilerden hem de müzakere ortamından kaynaklanan faktörler nedeniyle farklı müzakere süreçleri yaşanmaktadır. Müzakere Sürecini Etkileyen Bireye İlişkin Faktörler Bazı bireyler, müzakerede diğerlerinden daha mı başarılıdır? Bu sorunun cevabını kişilik özellikleri, duygu durumu, cinsiyet farklılıkları ve iletişim tarzı başlıkları altında incelemek mümkündür: • Kişilik Özellikleri: Bazı kişilik özellikleri, müzakere sürecini etkileyebilmektedir. Örneğin uyumlu ve dışa dönük kişiler, paylaştırıcı müzakere stratejilerini ve taktiklerini kullanmakta başarısız olabilmektedirler. Bunun nedeni dışa dönük kişilerin, daha çok sosyal ortamlarda bulunmaları, daha konuşkan olmaları, daha çok arkadaş çevresine sahip olmaları ve bu özellikler, onların rekabetçi bir müzakerede gerekli bilgileri diğerlerine aktarmalarına neden olabilir. Uyumlu kişiler ise bütünleştirici yaklaşımı tercih etmeye daha yatkındırlar; işbirliğinden yana olmaları, rekabeti sevmemeleri paylaştırıcı müzakere stratejilerini kullanmalarını zorlaştırabilir. Bu nedenle de paylaştırıcı müzakerede uyumsuz, içe dönük kişilerin daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz (Robbins vd., 2009, s.386). Yaratıcı kişiler de bütünleştirici müzakerede daha başarılı olmakta, her iki tarafın birlikte kazanacağı çözüm yollarını keşfetmede yaratıcılık becerilerinden faydalanmaktadırlar. Özgüvenleri yüksek olan kişiler, müzakereleri başlatmak ve kendileri için müzakerede elde edilecek yüksek hedefler belirleme konusunda özgüvenleri düşük olan kişilere göre daha başarılıdır (Hames, 2012, s.328). • Duygu Durumu: Müzakere yaklaşımına göre bireyin duygu durumu ile müzakere başarısı arasında bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür. Paylaştırıcı müzakerede bireyin sinirli davranması, karşı tarafı olumsuz etkilemektedir. Öfke, kızgınlık gibi olumsuz duygular, karşı tarafta korku ve suçluluk duygusu yaratmaktadır. Karşı taraf, isteklerinden daha fazla ödün verebilmekte veya diğer tarafın isteklerine daha kolay boyun eğebilmektedir. Bireyin bu nedenle gerçekte sinirli olmasa bile, sinirliymiş gibi davranması faydalı olabilmektedir. Olumlu 74 olmak, olumlu duygulara sahip olmak ise bütünleştirici müzakere yaklaşımında her iki taraf için daha olumlu sonuçların elde edilmesine neden olmaktadır (Robbins vd., 2009, s.386). Bununla birlikte bireyin kendi amaçlarına ulaşması konusunda olumlu duygulara sahip olması bazen başarısızlıkla sonuçlanabilmektedir. • Cinsiyet Farklılıkları: Erkekler, müzakerede kadınlardan daha başarılı olmaktadır. Bu fark çok küçük olsa da, müzakere sonuçlarında büyük farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Erkeklerin rekabetçi, iddiacı yapıları müzakerede elde edilen sonuçlar bakımından erkekleri kadınlardan daha avantajlı duruma getirmektedir. Çünkü erkeklerin ve kadınların müzakere sonuçlarına atfettikleri değer ve önem farklıdır. Kadınlar için ilişkileri korumak, elde edilecek %2’lik bir ücret artışından daha önemli olabilir. Aynı zamanda erkeklerin kadınlara kıyasla profesyonel yaşamda daha üst pozisyonlarda olmaları, müzakerede kadınların daha güçsüz ve daha düşük statü sahibi olarak algılanmalarına neden olabilmektedir. Kadınlar, erkeklerle müzakere içerisindeyken, kadınlarla müzakere içerisinde olduklarına kıyasla daha uysal bir biçimde davranabilmektedirler. Ayrıca erkeklerin kadınlara kıyasla daha çok müzakere süreci içerisinde yer almaları, onları bu konuda daha deneyimli kılmaktadır. Diğer yandan müzakere ortamına rehberlik eden normlar mevcutsa ve taraflar kabul edilemez davranışlara başvurmuyorsa, kadın ve erkek müzakerecilerin başarıları arasındaki fark çok azalmaktadır (Hames, 2012, s.324, 327). • İletişim Tarzı: Müzakerenin can alıcı noktası iletişimdir. Taraflar tekliflerini, bakış açılarını, düşüncelerini, duygularını birbirlerine iletişim yoluyla aktarırlar. Birbirlerini ikna etmek için iletişim aracını kullanırlar. Bu nedenle müzakerecilerin başarılı olabilmesi, iyi bir dinleyici olmalarına, kendilerini etkili şekilde ifade etmelerine ve karşı tarafa etkili sorular sormalarına bağlıdır. Sözlü iletişim yanında sözlü olmayan iletişim de müzakere sürecini etkilemektedir. Bireylerin beden dilini etkili kullanmadaki becerileri, bir başka ifadeyle ses tonu ve aralıkları, yüz ifadeleri, göz kontakları, vücut hareketleri ve mimikleri sözlü olmayan iletişimin unsurları olarak karşı tarafa gerçek niyetler ve duygular hakkında birçok ipucu vermektedir. Aşırı gülme, göz kontağı kurmama, aşırı sessiz kalma, aşırı yüksek bir ses tonu karşı tarafın diğer tarafa güvenmemesine neden olabilmektedir (Carvalho ve Sabrol, 2003, s.5-7). Müzakere Sürecini Etkileyen Ortama İlişkin Faktörler Müzakere sonuçlarını etkileyen ortama ilişkin faktörler nelerdir? Bu faktörleri mekân, fiziksel düzen, zaman ve izleyiciler olarak sıralamak mümkündür. • Mekân: Bireylerin kendi mekânlarında müzakere etmeleri her zaman daha kolaydır. Yolculuk stresi çekmeye veya başkalarına ihtiyaç duyulan kaynaklar için bağımlı olmaya gerek kalmaz. Bu nedenle müzakere tarafları ortak bir mekân belirlemeye çalışır. Çoğu zaman bilgisayar teknolojisi sayesinde bir mekân belirlemeye gerek kalmaz. Ancak elektronik mesajlar yanlış anlamalara ve çatışmanın yaşanmasına neden olabilir. Müzakere konuları karmaşık ve belirsiz olduğunda, taraflar genellikle yüz yüze görüşmeyi tercih ederler. • Fiziksel Düzen: Müzakerede fiziksel düzen çok önemli olabilir. Taraflar arasındaki fiziksel mesafe ve ortamın biçimsel düzeni tarafların birbirlerine ve konulara olan yaklaşımlarını etkileyebilir. Karşı karşıya oturan taraflar genellikle kazan-kaybet yaklaşımını benimserler. Bir masa etrafında toplanan taraflar ise kazan-kazan yaklaşımını benimsemeye daha çok yatkındırlar. • Zaman Aralığı ve Süre Bitimi: Zaman aralığı ve müzakerenin bitiş süresi önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyler, müzakereye ne kadar çok zaman ayırırlarsa, uzlaşmaya varmak için gösterdikleri bağlılık o kadar artmaktadır. Fakat zaman geçtikçe müzakerenin başarısızlıkla sonuçlanmaması için istenmeyen tavizlerin verilmesi yönünde bir eğilim de oluşmaktadır. Müzakereye ayrılan zamanın sınırlandırılması ve bir süre belirlenmesi tarafları müzakereyi tamamlamak için motive etmektedir. Diğer yandan tarafları işbirlikçi çatışma yönetim stillerinin kullanılması yönünde engelleyebilmektedir. Çünkü tarafların bilgilerini paylaşmak veya esnek tekliflerde bulunmak için sınırlı bir zamanı vardır. • İzleyici Özellikleri: Çoğu müzakerecinin müzakere sonuçlarından etkilenen ve bu sonuçları bekleyen kamuoyu, yöneticisi veya takım arkadaşı gibi izleyicileri vardır. Müzakereciler, müzakereyi izleyen ve süreç hakkında bilgisi olan izleyicileri olduğunda, sadece müzakerenin sonuçlarını bekleyen izleyicileri olan müzakerecilere göre daha farklı davranmaktadırlar. 75 Müzakere sürecini gözetleyen izleyiciler, müzakerecinin daha rekabetçi, daha politik taktikler kullanmasına, işbirliği için çok fazla çabalamamasına neden olmaktadır (McShane ve Von Glinow, 2000, s.419-420). Sanal ortamda müzakereyi başlatmak ve sürdürmenin avantaj ve dezavantajları neler olabilir? Tartışınız. MÜZAKERE YAKLAŞIMLARI Müzakere ortamının temel bir özelliklerinden biri karşılıklı bağımlılıktır. Taraflar, amaçlarına veya arzu ettikleri sonuçlara ulaşmak için diğer tarafa ihtiyaç duymaktadırlar. Amaçlarına veya arzu ettikleri sonuca ulaşmak için birbirlerine ihtiyaç duyan taraflar karşılıklı bağımlıdırlar. Örneğin bir futbol takımını düşündüğünüzde, kalecisinden hücum oyuncusuna kadar tüm oyuncuların maçı kazanmak için birbirlerine ihtiyacı vardır. Oysaki bir öğretmeni düşündüğünüzde başarılı bir öğretmen olması için bağımlı olduğu başka bir taraf veya kimse söz konusu değildir. Karşılıklı bağımlılık, daha önce üzerinde durulduğu gibi çatışmanın bir kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda karşılıklı bağımlılık müzakere ile de ilişkilidir. Çünkü karşılıklı bağımlılığın türü, müzakere sürecinin sonuçlarını etkilemektedir. Bireylerin amaçlarının karşılıklı bağımlı olması ve müzakere ortamının yapısı hem müzakere sürecini hem de sonuçlarını etkilemektedir. Bazı amaçlarda sadece kazanan bir tarafın olması söz konusudur. Örneğin koşu yarışında kazanacak sadece bir kişinin olması, müzakere ortamını rekabetçi yapmaktadır. Paylaştırıcı olarak da bilinen bu ortamda bireylerden birinin hedeflerine ulaşması, diğerlerinin hedeflerine ulaşamaması anlamına gelmektedir (Barry ve Friedman, 1998, s.346). Kıt olan veya sınırlı sayıdaki para, zaman gibi kaynakların değiş tokuşu da paylaştırıcı ortamların doğmasına neden olur. Bu ortamın tam tersi bütünleştirici ortamlarda ise bir tarafın hedefine ulaşması, diğer tarafın da hedefine ulaşması anlamına gelmektedir. Örneğin bir müzik grubunda bir kişinin çok başarılı bir besteci olması, diğerinin de çok başarılı bir söz yazarı olması, bu müzik grubunun çok beğenilmesine ve her iki müzisyenin de hedeflerine ulaşması anlamına gelmektedir (Lewicki ve diğerleri, 2007,s.8). Paylaştırıcı müzakere ortamında temel amaç bireyin kendi çıkarlarına ulaşmasıdır; karşı tarafın çıkarlarına ulaşılıp ulaşılmadığıyla ilgilenilmez. Bu nedenle de taraflar arasındaki ortak çıkarlar göz ardı edilir. Bütünleştirici müzakere ortamında ise her iki tarafın da çıkarlarına ulaşmasına çalışılır. Amaçlar ve ortamın yapısı, müzakere sürecinde kullanılacak strateji ve taktikleri etkilemekte, dolayısıyla da müzakere sürecinin olası sonuçlarını değiştirmektedir. Strateji, belirlenen amaçlara varmak için izlenmesi gereken yol şeklinde tanımlanıp, yapılacak işin yani müzakerenin “nasıl” kısmını ortaya koymaktadır. Taktik, stratejilerin izlenmesi esnasında neyin, ne zaman, kim tarafından yapılacağını ortaya koyan ve stratejileri ayrıntılandıran hususlardır (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.25). Müzakerecilerin nasıl bir ortam içerisinde olduklarını iyi bilmeleri ve doğru stratejiyi seçmeleri çok önemlidir. Paylaştırıcı ve bütünleştirici müzakere yaklaşımlarının özelliklerine ilişkin bilgiler Tablo 4.1.’de verilmektedir. 76 Tablo 4.1: Paylaştırıcı ve Bütünleştirici Müzakere Yaklaşımları Paylaştırıcı Müzakere Bütünleştirici Müzakere Bilgi saklanır. Bilgi açık bir şekilde paylaşılır. Çıkarlar çatışır. Değerli çıkarlara birlikte ulaşılır. Bireysel amaçlar vardır. Karşılıklı amaçlar vardır. Zorlama içerir. Problem çözme odaklıdır. Tartışma odaklıdır. Açıklama odaklıdır. İlişkiler feda edilir. İlişkiler korunur. İnsanları zorlar. Problemi zorlar. Kaynak: Spangle, M. & Isenhart, W.M. (2003). Negotiation: Communication for Diverse Settings, USA: Sage Publications, s.15. Karşılıklı bağımlılığın biçimlendirdiği müzakere ortamı yanında, bireylerin güdülenme eğilimleri de paylaştırıcı mı yoksa bütünleştirici mi müzakere strateji ve taktiklerini kullanacaklarını belirlemektedir. Bireyci bir müzakereci sadece kendi çıkarlarına odaklanır, kendi kazançlarını en üst düzeye getirmeye çalışır. Rekabetçi bir müzakereci zafer kazanmak ister, kendi kazandıkları ile karşı tarafın kazandıkları arasındaki farkı en üst düzeye getirmeye çalışır. İşbirlikçi müzakereci ise kendi kazandıkları ile karşı tarafın kazandıkları arasında eşitliği sağlamaya ve farklılığı en aza indirmeye çalışır (Thompson, 2009, s.98-99). Paylaştırıcı Müzakere Yaklaşımında Strateji ve Taktikler Rekabetçi veya kazan-kaybet olarak da ifade edilen paylaştırıcı müzakere yaklaşımında, kaynakların dağılımında bir taraf kazanırken, diğer taraf kaybetmektedir. Paylaştırıcı müzakere yaklaşımının, bir diğer ifadeyle kazan-kaybet yaklaşımının temel felsefesi, ortada duran pastanın sınırlı olduğunun düşünülmesi ve bu sınırlı kaynaktan her bir tarafın karşı tarafı düşünmeden ve savaşarak en fazla sonucu alması gerektiği düşüncesi üzerine kuruludur (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.25, 26). Tarafların çıkarları arasında doğrudan bir çatışma vardır ve kaynaklar sınırlıdır (Lewicki ve diğerleri, 2007). Böyle bir ortamda ise tarafların tek amacı, kendi kazanacaklarını en üst düzeye getirmektir (Pruitt, 1981). Bu ortamlarda kullanılacak strateji ve taktiklerin bilinmesi önemli ve faydalı olmakla birlikte müzakerecilerin bu strateji ve taktiklerin olumsuz sonuçlar ve maliyetler doğurabileceğini de bilmesi gereklidir. Özellikle zaman alıcı ve engelleyici olmasının yanı sıra taraflar arasında iyi olan ilişkileri de zedeleyebilir (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.27). Sahip olunan ortak özellikler ve ortak kaynaklar yerine farklılıklar üzerine odaklanmaya dayalı olan paylaştırıcı strateji ve taktikler, ilişkileri korumanın önemli olmadığı durumlarda nispeten faydalı olmaktadır. Müzakereye başlamadan önce taraflar hakkında bilgi sahibi olmak çok önemlidir. Tarafların hedefleri, direnç noktaları, motivasyonları, özgüvenleri gibi konularda bilgi sahibi olmak, paylaştırıcı müzakerelerde kullanılabilecek stratejiler arasındadır. Yapılan bir araştırmada tarafların özgüvenleri ile kullanacakları taktikler arasında yakın bir ilişki olduğu ortaya çıkmıştır. İddiacı, rekabetçi yaklaşımla çıkarlarına tek başına ulaşabileceğini düşünen ve bu konuda kendisine güvenen birey paylaştırıcı stratejileri seçerken, uzlaşmacı ve ortak kararlarla ortak hedeflere ulaşacağını düşünen ve bu konuda kendisine güvenen birey ise bütünleştirici taktikleri seçmektedir (Sullivan ve diğerleri, 2006). Müzakereye girmeden önce tarafların kişilik özellikleri ve özgüvenleri hakkında bilgi almak, müzakere öncesinde hangi stratejilerin kullanılacağı konusunda seçimleri kolaylaştıracaktır. Bu yaklaşımı 77 benimsemenin olumsuz yanlarından biri ise her iki tarafın da bu yaklaşımı müzakerede kullanması sürecin tıkanmasına, zaman ve maliyet kaybı yaratmasına neden olmasıdır. Paylaştırıcı Müzakerede Sert Politik Taktikler Paylaştırıcı müzakerede kullanılan sert politik taktikler, müzakerecilere, müzakere sürecinde normal şartlar altında yapmayacakları şeyleri yapmaları için baskı uygulayan taktiklerdir. Bu taktiklerin ne derece faydalı olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte müzakereye iyi hazırlanmamış bir müzakereci için faydalı olabileceği söylenebilir. Birçok kişi, sert politik taktikleri saldırgan bulmakta ve bu taktiklerle karşılaşan kişiler intikamlarını almak istedikleri için taktikleri kullanan bireylerin olumsuz sonuçlarla karşılaşma riskleri fazladır. Bununla birlikte sert politik taktiklerin bilinmesinde fayda vardır. Çünkü bu taktikler kullanıldığında bunları tanımak ve ona göre önlem almak önemlidir (Lewicki ve diğerleri, 2007, s.48). Sert politik taktikler arasında en çok kullanılanları şu şekilde özetlenebilir: • İyi Polis / Kötü Polis Taktiği: Kötü polis rolündeki görüşmeci, müzakere başladığında ikide bir araya girer, tehditlerde bulunur, olumsuz davranışlar sergiler ve bir mazeretle tekrar gelmek üzere müzakere yerinden ayrılır. O sırada iyi polis rolündeki müzakereci, kötü polis dönmeden önce, hızlı bir şekilde anlaşmaya varmaya çalışır. Her ne kadar iyi polis/kötü polis taktiği bazen dışarıdan kolaylıkla anlaşılsa da, çoğu zaman müzakere sürecinde taviz verilmesini ve anlaşmaya varılmasını sağlar. Bu taktiğin birçok zayıf yönü vardır. Yukarıda da ifade edildiği gibi özellikle tekrar tekrar kullanıldığında dışarıdan bu taktiğin kullanıldığı kolaylıkla anlaşılabilir. Uygulanması zor olan ve rolleri doğru oynamak için çok fazla enerji harcanan bir taktiktir. Bu taktiği kullanan müzakereciler, çoğu zaman müzakerede asıl ulaşmak istedikleri hedeflere yoğunlaşamazlar. • Bogey Taktiği: Müzakerecilerin bogey taktiği kullanmaları demek, kendileri için çok az önemi olan veya hiç önemi olmayan bir konu hakkında sanki onlar için çok önemliymiş gibi davranmalarıdır. Böylelikle asıl kazanmak istedikleri noktaya geldiklerinde bu önemsiz konuyu bir koz olarak kullanmaktadırlar. Uzun süreli ilişkilerde güveni sarsan bir taktiktir. • Büyük Kap/ Düşük Kap Taktiği: Müzakerede düşük kap/büyük kap taktiği kullanmak demek, gerçekleşmesi imkânsız olduğu bilinen en uç teklifi önermekle başlar. Bu uç teklifi duyan diğer taraf, kendi başlangıç teklifini gözden geçirmeye ve orta noktaya gelmeye çalışır. Bu taktiğin olumsuz yanı diğer taraf, müzakere etmeyi boşa geçen bir zaman kaybı olarak düşünebilir ve müzakereyi sonlandırabilir (Lewicki ve diğerleri, 2007, s.49). • Sessiz Kalma Taktiği: Bu taktik, müzakere başladığında ilk konuşanın kaybedeceği varsayımından hareket eder. İlk konuşan olmamak başarıldığında, karşı tarafı ikna etmek için onun hakkında daha çok bilgi toplanabilir. Sessiz kalmak, uygulanması zor bir taktiktir, fakat yapılabildiğinde müzakere sonunda başarılı olmayı sağlamaktadır. Başarıyı getirmesinin en önemli nedenlerinden biri, ilk teklif veren olduğunuzda müzakere sürecinde esnek davranma şansınızın azalmasıdır. • Dişleme Taktiği (Nibbling): Bu taktik, son anda müzakere kapanmak üzereyken kullanılır. Temel konularda anlaşmaya varılmıştır ve son anda daha önce konuşulmamış bir konu hakkında karşı tarafın küçük tavizlerde bulunması istenilir (Adoranti, 2006, s.137). Örneğin basketbol antrenörü yıllık ücreti konusunda kulüp ile anlaşmaya varmıştır ve son dakikada tam imzalar atılacağı zaman anlaşmaya bir de tatil masraflarının karşılanmasını ekleyebilir. Son anda istenilen madde o kadar küçüktür ki, karşı taraf, temel konularda uzlaşıya varılmış bir müzakere sürecinin bu küçük madde yüzünden bozulmasını istemez. • Tavuk Taktiği: Müzakere eden kişi veya taraf, çok mantıksız, uç bir teklif yaparken, bir de tehdit de bulunarak, teklifinin kabul edilmesini sağlamaya çalışır. Örneğin sendika ve işveren müzakerelerinde, işveren sendikaya önerdikleri ücret artışını kabul etmezlerse, fabrikayı kapatacakları veya başka bir ülkeye taşıyacakları konusunda tehditlerde bulunur. Bu taktiği kullanmak oldukça risklidir. Sendika, tehdide rağmen anlaşmaya varmazsa, işveren zor durumda kalabilir ve doğru söylemediği için ileride inandırıcılığını kaybedebilir. • Kar Yağdırma Taktiği (Snow Job): Kar yağdırma taktiği, karşı tarafı bir sürü bilgiyle bunaltmaktır. Yoğun bir bilgi bombardımanıyla karşılaşan taraf, neyin gerçek neyin önemli 78 olduğu konusunda kafa karışıklığı yaşar. Karşı tarafın sorduğu soruya açık ve net bir cevap vermek yerine, laf kalabalığı yapmak olarak bu taktik karşımıza çıkar. Bir diğer kullanım şekli ise çok fazla teknik kavram kullanarak, karşı tarafın gerçek cevabı almasını önlemektir. Bu taktiğin kullanılmasında bazı sakıncalar vardır. Örneğin karşı taraf gerçekten cevabını öğrenmek istediği konu hakkında soru sormaktan hiç vazgeçmeyebilir. Teknik bilgisi çok iyi olabilir veya kendisine yağdırılan bilgiyi çok iyi dinleyip, tutarlı ve tutarsız, ilgili ya da ilgisiz bilgileri birbirinden doğru bir şekilde ayırabilir (Lewicki ve diğerleri, 2007, s.52). • Zaman Sıçraması: Kazan-kaybet yaklaşımında zaman güçlü bir araç olarak kullanılır. Taraflardan biri sundukları tekliflerin sadece belli bir süre için geçerli olduğunu, karşı tarafın bu süre içinde karar vermesi gerektiği yönünde zaman baskısı yaparak karşı tarafı aceleye getirmeye çalışır. • Ültimatom Vermek: Bir tarafın, kendi isteğini kabul ettirmesi için karşı tarafı sürekli zorlaması demektir. “Ya kabul et ya da görüşmeyi terk et” tarzındaki yaklaşımıyla anlaşma tekliflerini müzakere etme şansı bırakmaz. Karşı tarafın tüm ödünleri vermesi beklenirken, diğer taraf hiçbir ödünde bulunmaz (Singh, 2009, s.317). Örneğin iş görüşmelerinde yöneticinin adaya “çalışma şartlarımız bunlar, kabul ederseniz çalışmaya başlayın” gibi ifadelerle yaklaşması. Sert politik taktikler ile bireyler arası çatışma yönetim stillerinden biri olan rekabet arasında bir ilişki var mıdır? Tartışınız. Bütünleştirici Müzakere Yaklaşımında Strateji Ve Taktikler Paylaştırıcı müzakereden farklı olarak bütünleştirici müzakere, kazan-kaybet yaklaşımı yerine kazankazan yaklaşımını benimsemektedir. Bu yaklaşımın altında yatan temel felsefe müzakerecilerin birbirlerinin hedeflerine ortak çaba göstererek ulaşmaya çalıştıkça, her iki tarafın da daha çok kazanacağı yönündedir. Birçok müzakereci, müzakerelerinin kazan-kazan yaklaşımını benimsediğini ifade etmesine rağmen, müzakereleri yakından gözlemlendiğinde paranın boşa harcandığı, kaynakların israf olduğu ve ortak kazancın olmadığı görülür. Kazan-kazan yaklaşımını ne kadar çok gerçekleştirmek isteseler de, müzakereciler başarılı olamamaktadırlar. Her müzakerede kesinlikle tüm tarafların kazanabileceği, bütünleştirici bir yaklaşım benimsenebilir. Müzakerecilerin çoğu bu olasılığı görememekte veya bu olasılığın olabileceğine inanmamaktadırlar. Aşağıdaki sorular, müzakere ortamında kazan-kazan yaklaşımı olup olmayacağını değerlendirirken cevaplanması gereken sorulardır: • Müzakere Birden Fazla Konuyu İçermekte Midir? Tek bir konunun olduğu müzakerelerde kazan-kazan yaklaşımı benimsenemez; bir taraf kazanırken, diğeri kaybeder. Fakat çoğu zaman birden fazla konu belirlemek olasıdır. Tüm müzakerecilerin tüm konularda benzer tercihlerinin olması küçük bir ihtimaldir. Tercihlerdeki, inançlardaki, yeterliliklerdeki farklılıklar, ortak kazanç yaratmada farklı konuların ortaya çıkmasını sağlayarak değiş tokuşu yapılacak unsurların çoğalmasını sağlar. • Farklı Konular Müzakereye Dâhil Edilebilir mi? Farklı konuların müzakereye dâhil edilmesi bir diğer stratejidir. Örneğin sendika ve çalışanlar tek bir konu olan ücret artışı üzerinde anlaşamazlar, fakat ücret konusunun yanında sağlık sigortası konusunun müzakereye dâhil edilmesi her iki tarafın da kazanabileceği bir müzakere sürecinin yaşanmasını sağlayabilir. • Müzakere Konusunda Tarafların Farklı Tercihleri Var Mı? Tarafların müzakere konusunda farklı tercihleri varsa, kazan-kazan türü bir müzakere olasılığı çok yüksektir. Örneğin her iki kişinin de takım kaptanı olmayı istemesi durumunda anlaşmaya varmak imkânsızdır; fakat birisinin kaptan, bir diğerinin yardımcı kaptan olmayı istemesi durumunda anlaşma olma olasılığı daha fazladır (Thompson, 2009, s.75-76). 79 Bütünleştirici müzakere türünde, aynı paylaştırıcı müzakere türünde olduğu gibi, tarafların hedefleri hakkında detaylı bilgi sahibi olmaları ve karşı tarafın hedeflerini doğru tahmin etmeleri çok önemlidir. İki müzakere türü arasındaki en büyük fark müzakere sürecinde bilgilerin paylaşılmasıyla ilgilidir. Bütünleştirici müzakere türü kazan-kazan yaklaşımını benimsediğinden, bu müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanabilmesi için tarafların birbirlerinin pozisyonlarını ve ilgi alanlarını anlamaları çok önemlidir. Pozisyonlar, tarafların ulaşmak istediği hedefleri göstermektedir. İlgi alanları ise tarafların pozisyonlarını belirleyen ihtiyaç ve ilgilerdir. Tarafların birbirlerinin ilgi alanlarını anlamaları, kazan-kazan sonuçlarını ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar. İletişim kalitesi, güven düzeyi ve bütünleştirici müzakere ortamı arasında nasıl bir ilişki vardır? Bütünleştirici Müzakerede Kullanılan Stratejiler Bütünleştirici müzakere yaklaşımında aslında tüm stratejilerin dayandığı temel nokta, taraflar arasında açık ve tam bir bilgi paylaşımının olmasıdır. Taraflar birbirleriyle bilgilerini paylaşmadığı sürece tarafların kazan-kazan yaklaşımı benimsemesi oldukça zordur. Bütünleştirici müzakerede kullanılabilecek stratejiler şu biçimde açıklanabilir: • Perspektif Kazanmak: Karşı tarafın gözünden olayları değerlendirmek, bir başka ifadeyle karşı tarafın perspektifinden bakabilmek, karşı tarafla işbirliğine gidebilmek için çok önemlidir. Pazarlık masasında problem çözme yeteneklerinin artmasına ve ortak çözüm bulunmasına yardımcı olur. Perspektif kazanmak, empati kurmaktan farklı bir şeydir. Perspektif kazanmak, başkasının bakış açısıyla dünyayı değerlendirmektir. Bu nedenle bilişsel bir yetenek söz konusudur. Empati ise duygusal olarak bir diğer kimseyle kurduğumuz etkileşimdir. Barışın korunmasında, yüksek kazançların elde edilmesinde, gizli anlaşmaların ortaya çıkarılmasında perspektif kazanma yeteneği, empati yeteneğinden çok daha faydalı olmaktadır. • Öncelikler ve İlgi Alanları Hakkında Bilgi Toplamak: Müzakere sürecinde karşı tarafın önceliklerini ve ilgilendikleri alanları sormak, anlaşmaya varmayı kolaylaştırmaktadır. Bu sorular sorulduğunda, karşı tarafın doğruyu söyleme olasılığı veya kendini doğru ifade etme olasılığı çok yüksektir. • Sizin Öncelik ve İlgi Alanlarınız Hakkında Bilgi Vermek: Pazarlık masasında iletişim kurmak çok önemlidir. Bu nedenle iletişim kurulmadığı takdirde müzakere sürecinin arzu edildiği gibi sonuçlanması çok zordur. Burada önemli olan bilgi paylaşmanın veya bilgi aktarmanın karşılıklı olmasıdır. Bir tarafın kendisi hakkında bilgi verirken, diğer tarafında kendisi hakkında bilgi vermesi gerekir. • Eşit Değere Sahip Birden Fazla Teklifi Aynı Anda Önermek: Bazı müzakerelerde, bilgi almak ve bilgi vermek için çabalayan müzakereciler etkili olamadıklarından dolayı hayal kırıklığı yaşarlar. Bu durumu değiştirmek için yapılabilecek alternatiflerden bir tanesi eşit değere sahip birden fazla teklifte bulunmaktır. Bu yolla en az işbirliği yapmak isteyen müzakereciye bile ulaşmak mümkündür. En az iki eşit değere sahip teklif hazırlamak gerekir. Bu sayede daha karlı müzakere sonuçlarına ulaşılabilir. Bu stratejiyi uygulayan taraf olumlu bir imaj yaratmış olur ve müzakere sonucundan daha memnun olurlar (Thompson, 2009, s.85-86). Bütünleştirici yaklaşımında kullanılan bu stratejilerin başarıyla sonuçlanabilmesi için çatışma yaratan sorunların kişiselleştirilmemesi gerekmektedir. Yanlış anlamalar, kızgınlıklar, üzülmeler ve sorunların kişiselleştirilmesi gibi hususlar müzakerelerin önünü tıkayan nedenlerdir (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.29). Bütünleştirici taktiklerin kullanılması, tarafların ortak sonuçlara ulaşmasını kolaylaştırdığından dolayı (Weingart ve diğerleri, 1996), bu süreçte güven ve işbirliğine dayalı ilişkiler geliştirmek çok önemlidir. Bu yaklaşımın başarıyla sonuçlanabilmesi için tarafların dürüst, iletişime açık, verdikleri sözleri yerine getiren, karşı tarafın haklarına saygılı, adil ve etik bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir. Müzakere Teknikleri konusunda Canan Çetin’in 2009 yılında Beta Yayınları’ndan çıkan Müzakere Teknikleri isimli kitabı okunabilir. 80 Müzakerecilerin İkilemi Müzakereciler, bütünleştirici yaklaşımla müzakereleri çözmenin ve bu sayede karşılıklı kazançların artmasının önemine her geçen gün daha fazla inanmaktadırlar. Bununla birlikte her iki tarafın da kendi kazançlarını maksimum noktaya çıkarma isteği de göz ardı edilmemelidir. Müzakerecinin ikilemi, karşılıklı kazanmaya dayalı teklifleri, kendi çıkarlarını artırma tepkisiyle geri çevirme eğilimidir. Bu noktada tarafların birbirlerine açık olmaları, dürüst davranmaları, karşılıklı kazançlar için yaratıcı çözümler bulmaları önemlidir. Kazan-kazan yaklaşımını benimseyip, bütünleştirici taktikleri kullanan müzakereciler, kazan-kaybet yaklaşımını benimsemiş ve paylaştırıcı taktikleri kullanan müzakerecilere karşı savunmasız durumda kalabilirler. Bu nedenle de müzakere sürecinde endişeli davranabilirler ve bütünleştirici taktikleri kullanma konusunda çekingen olabilirler. Her iki tarafın da aynı çekingenliği yaşaması, olası en yüksek karşılıklı kazançların masa üstünde kalmasına neden olabilir. Şekil 4.1’de müzakerecilerin bütünleştirici ve paylaştırıcı taktiklerin yer aldığı matristen elde edecekleri olası sonuçlar incelendiğinde müzakerecilerin ikilemleri daha açık ortaya çıkmaktadır. Paylaştırıcı Bütünleştirici A KİŞİSİNİN STRATEJİSİ Sonuç: Sonuç: A kişisi için mükemmel A kişisi için ne iyi ne kötü B kişisi için çok kötü B kişisi için ne iyi ne kötü Sonuç: Sonuç: A kişisi için iyi A kişisi için çok kötü B kişisi için iyi B kişisi için mükemmel Bütünleştirici Paylaştırıcı B KİŞİSİNİN STRATEJİSİ Şekil 4.1: Müzakere Edilmiş Sonuçların Matrisi Kaynak: Hellriegel, D. & Slocum, J.W. (2007). Organizational Behavior, USA: South-Western, s.311. Müzakerede Arabuluculuk Bazı durumlarda taraflar, müzakerede saplanıp kalırlar ve sorunlara çözüm yolu bulamazlar. Böyle zamanlarda taraflar, arabulucu kullanmak isteyebilirler. Arabuluculuk, çatışma konularını çözmek için iki (veya daha fazla) tarafa üçüncü tarafın yardım etmesidir. Arabulucu, çatışmaya tarafsız yaklaşan kişidir. Arabuluculuk yapacak kişilerin sahip olması gereken bazı beceriler söz konusudur. Öncelikle çatışmayı teşhis etmeleri gerekir. Çatışma konularındaki açmazları, çözümsüz noktaları uygun zamanda tartışmaya açabilmeli, karşılıklı onay vermeli, duygusal destek ve güvence göstermelidir. Tarafların arabulucuya güvenmesi ve onay vermesi bu süreçte gereklidir (Hellriegel ve Slocum, 2007, s.312). Genellikle ikna gücünü kullanır, mantıksal çözümlemelerle çatışmaya yaklaşırlar. Müzakere yeteneklerini kullanarak, tıkalı iletişim kanallarını açmaya ve tarafların tekrar bir araya gelmelerine yardımcı olurlar. Tarafların arabulucunun önerdiği çözüm yolunu kabul etme zorunlulukları yoktur. 81 Arabuluculuk yapacak kişilerde bulunması gereken özellikler nelerdir? Tartışınız. MÜZAKERE ETİĞİ Dinamik, karmaşık ve farklı çıkar ve değerlerin çatıştığı bir süreç olan müzakerede bireylere veya taraflara rehberlik eden kural veya normlar oldukça azdır (Kronzon ve diğerleri, 1999). Bir süreç olarak müzakere, sürekli olarak tarafların etikle ilgili kararlar almasını gerektirir; yalan mı yoksa doğruyu mu söyleyeyim, bilgiyi gizleyim mi yoksa açığa mı çıkarıyım gibi. Aldatmak veya sahtekârlık, müzakerede kullanılabilmekte ve bir tarafın çıkarlarına ulaşması için etkili bir strateji olabilmektedir. Müzakere sürecinde tarafların çıkarlarına ulaşması için sahtekârlık yapmasını bazı kişiler ahlaki açıdan kabul edilebilir bulurken, bazı kişiler için kabul edilemez bir davranıştır. Çıkarlar, amaçlar, değerler ve güdüler, müzakere sürecinde bireyin etik dışı davranışlarda bulunmasını etkileyen kavramlardır. İşbirliğine yönelik güdülerden ziyade bireyci eğilimler sahtekârlık yapma olasılığını arttırır (Bazerman ve diğerleri, 2000, s.292). Etik dışı davranışlar, her birey tarafından farklı değerlendirilir. Bununla birlikte iş dünyasında dört kriter müzakere sürecindeki taktiklerin etik dışı olup olmadığını değerlendirmek için kullanılmaktadır. Bunlar Altın Kural, Evrensellik, Faydacılık, Dağıtım Adaleti olarak sıralanabilir. Tablo 4.2: Müzakere Taktiklerinin Etik Olup Olmadığının Değerlendirilmesinde Kullanılan Temel Kriterler Kriter Açıklama Altın Kural Başkalarının sana nasıl davranmasını istiyorsan sen de onlara öyle davran. Evrensellik Diğer insanlar, sonuca ulaşmak için bir araç olarak kullanılamaz. Faydacılık Olabildiğince çok insan için olabildiğince en iyisini yap. Dağıtım Adaleti Herkes, senin davranışından sonra daha iyi durumda olmalı. Kaynak: Reitz, H. J. Wall, J. A. ve Love, M. S. (1998). “Ethics in Negotiation: Oil And Water or Good Lubrication?”, Business Horizons, (May–June, s.5–14. • Altın Kural: Etik davranışlar, bireylerin değerlerinin bir sonucudur. Bu bağlamda bireyler, başkalarına davranırken, kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa, o şekilde davranmalıdırlar. Kendilerine adil ve eşit davranılmasını istiyorlarsa, başkalarına da adil ve eşit olmalıdırlar (Reitz ve diğerleri, 1998, s.7). Fakat bireyler çoğu zaman kendilerini normalde davrandıklarından çok daha fazla adil veya etik algılamaktadırlar (Bazerman ve diğerleri, 2000, s.292). • Evrensellik: Bu kritere göre bir davranışın veya kararın doğru olup olmadığı, o davranışın veya kararın sonuçları ortaya çıkmadan önce tespit edilmelidir. İnsanlar, her zaman kararlarının sonuçlarını önceden doğru bir şekilde tahmin edemeyebilirler; bu noktada davranış biçimlerinin ahlaki olması önemlidir. Bir başka ifadeyle davranış biçimleri, diğer ahlaki evrensel kriterlerle uyumlu olmalı, bu kriterler herkese eşit biçimde uygulanmalı ve asla insanlar amaçlara ulaşmak için bir araç olarak kullanılmamalıdır. • Faydacılık: Evrenselliğin tam tersi faydacılık, bir davranışın veya kararın doğruluğunu veya yanlışlığını sonuçlarına göre değerlendirir. İnsanlar davranışlarının veya kararlarının sonuçlarını değerlendirmeli ve herkes için en yüksek faydayı getirecek kararları vermelidirler. 82 • Dağıtım Adaleti: Adalet, herkes istediği ve hak ettiği sonuçlara ulaştığında olur; aksi takdirde adalet olmaz. Sonuçların nasıl dağıtıldığı ve dağıtımdaki süreç adil olmalıdır (Reitz ve diğerleri, 1998, s.7). Müzakerelerde Etik Dışı Davranışlar ve Taktikler Müzakerelerde çok çeşitli taktikler kullanılır. Bu taktiklerin bazıları etik kriterlere uygun değildir. Müzakeredeki etik dışı davranışlar şu şekilde özetlenebilir: • Geleneksel Rekabetçi Pazarlık: Çok yüksek veya çok düşük teklifte bulunmak, anlaşmaya varmak için acelesi yokmuş gibi davranarak, karşı tarafı telaşa düşürmek gibi taktikleri içerir. Müzakerede saldırgan yaklaşımları belirleyen müzakereciler, işbirlikçi yaklaşımları belirleyenlere kıyasla bu davranışları daha az etik dışı bulurlar. • Karşı Tarafın Sosyal İlişkilerine Saldırmak: Karşı tarafın ilişkide olduğu kişileri etkileyerek, bireyin pozisyonunu zayıflatmak biçiminde kullanılır. Patronunun veya sorumlu olduğu kişilerin yanında onu küçük düşüreceğine dair tehdit etmek, bu kişilere kötülemek, onu mevcut pozisyonundan kovulmasını sağlamak gibi taktikler, sosyal ilişkileri kullanarak müzakerede kazanmayı amaçlar. • Uzlaşmaya Varılan Noktalarda Sözünü Tutmamak: Birçok önemli müzakerede, müzakere bittiğinde yazılı bir anlaşma yapılmaz. Örneğin bir ev veya araba satın alınırken, resmi evraklar imzalanmadan anlaşmaya varılır. Anlaşma maddeleri sonradan yazıya döküldüğünde ise taraflardan biri bazı maddelere itiraz edebilir. Hâlbuki yazılı olmayan bir kural olarak pazarlıkta masaya sunulmuş bir teklif, sonradan geri alınmaz. Zira karşı taraf için bu çok olumsuz bir davranıştır (Thompson, 2009, s.177-178; Robinson ve diğerleri, 2000, s.655). • Gerçeğe Aykırı Bilgi Vermek: Müzakeredeki pozisyonunu güçlendirmek için karşı tarafa kasıtlı olarak yanlış bilgi vermek, karşı tarafın pozisyonunu zayıflatacak doğru bir bilgi sunduğunda, bu bilginin doğru olmadığını söylemek, müzakerenin süreci ve içeriği hakkında müzakereyle ilgili olanlara yanlış bilgi vermek gibi taktikler söz konusudur. Uygun Olmayan Yollardan Bilgi Toplamak: Karşı taraf hakkında bilgi toplamak için bireyin çevresindeki kişilere para teklif etmesi, onlara hediyeler vermesi, bilgi sızdırması için birisini tutması uygun olmayan yollardan bilgi toplamak için kullanılan taktikler arasındadır (Robinson ve diğerleri, 2000, s.655; Erkuş, 2009, s.4). Yukarıda bahsedilen bu taktiklerin bazıları etik açıdan kabul edilebilirken, bazıları tamamen etik dışı bulunmaktadır. Bütçenin yeterli olmadığını söylemek veya başka alternatifleri varmış gibi davranmak, çok ciddi ve tehlikeli yalanlar söylemeye kıyasla etik açısından daha uygun taktiklerdir. Erkuş’un (2009) araştırmasında ise yanlış bilgilendirmeye yönelik davranışların en aldatıcı davranışlar olarak algılandığı, karşı tarafı zayıflatma davranışlarının ise nispeten daha kabul edilebilir olduğu görülmüştür. Yapılan diğer araştırmalarda kadınların erkeklere kıyasla bu taktikleri kullanmaya daha az istekli oldukları, sert taktikleri kullanmak yerine işbirliğini tercih ettikleri ve daha adil oldukları görülmektedir. Aynı zamanda yaş ve çalışma süresi artıkça bireylerin bu taktikleri kullanmaya karar verirken daha tedbirli davrandıkları ortaya çıkmıştır (Robinson ve diğerleri, 2000, s.659; Lewicki ve Robinson, 1998, s.674). • Tarafların benimsedikleri müzakere yaklaşımları ile etik algıları arasında da bir ilişki söz konusu olabilmektedir. Rekabetçi, kazan-kaybet yaklaşımına dayalı paylaştırıcı müzakere taktiklerini kullanmayı tercih eden taraflar ile işbirliğine ve kazan-kazan yaklaşımına dayalı bütünleştirici müzakere taktiklerini kullanmayı tercih eden tarafların etik algıları birbirinden farklı olabilir. Bütünleştirici müzakere yaklaşımını benimseyen taraflar, taktiklerini kullanırken etik normlara ve standartlara karşı daha hassas davranabilirlerken; paylaştırıcı müzakere yaklaşımını benimseyen taraflar kazanmak ve hedeflerine ulaşmak için etik konularda daha özensiz davranabilirler. 83 Özet Müzakere, karmaşık ve dinamik bir süreçtir. Anlaşmaya varmak için bir araya gelen taraflar, etkileşim kurarak çatışma yaratan sorunu çözmeye çalışırlar. Kısaca bir “ver-al” süreci olan müzakere, gönüllülük esasına dayanır. Taraflar, gönüllü olarak bir araya gelir ve belli strateji ve taktikleri kullanarak, bilgi toplayarak, müzakere sürecini yönetmeye çalışırlar. Bu süreçte tarafların bilgili, deneyim sahibi olması müzakere başarısı açısından önemlidir; özellikle müzakere ortamlarını tanımaları gerekmektedir. Her müzakere başarıyla sonuçlanacak diye bir şart yoktur. Müzakerede çok uzun zaman geçmiş ve halen bir sonuç alınamamışsa üçüncü tarafların arabuluculuk yapması istenebilir. Tarafsız, deneyimli, çatışma konusunda bilgi sahibi ve tarafların güven duyacağı bu kişilerin seçiminde çok titiz davranmak gerekmektedir. Arabulucu sadece önerilerde bulunur; tarafların arabulucunun önerilerini kabul etme zorunluluğu yoktur. Arabulucunun en önemli işlevi tıkanan iletişim sürecini ve diyalog yolunu tekrar açmaktır. Müzakerede karşılıklı bağımlılığın türüne göre farklı müzakere ortamları ortaya çıkar. Tarafların ulaşmak istedikleri amaç ve çıkarlar için başka insanlarla işbirliği içinde çalışmaları gereken durumlarda bütünleştirici müzakere ortamı doğar. Bunun tam tersi tarafların ulaşmak istedikleri amaç ve çıkarların miktarı, başka insanların kaybetmesine bağlıysa, bu durumda paylaştırıcı müzakere ortamı doğar. Bütünleştirici müzakere ortamı kazan-kazan yaklaşımının benimsenmesini gerektirirken, paylaştırıcı müzakere ortamı kazan-kaybet yaklaşımının benimsenmesini gerektirir. Bütünleştirici müzakerede her iki tarafın da eşit şekilde kazanması önemlidir ve bu süreçte kullanılan stratejiler işbirliğini oluşturmayı amaçlar. Paylaştırıcı müzakerede sadece bir tarafın olası en iyi şekilde kazanması amaçlandığından, sert politik taktikler kullanılmaktadır. Bu taktikleri kullanmak her zaman başarıyı getirecektir diye bir şart yoktur. Rekabetçi, politik taktikler, zaman ve enerji kaybı yaratır; profesyonel yaşamda bireye duyulan güvenin ve imajın zedelenmesine neden olabilir. Müzakere, bir nevi karar alma sürecidir; bu karar alma sürecinde etik davranmak çok önemlidir. Müzakere masasında verilen sözü yerine getirmemek, karşı tarafı zayıf düşürmek için bilerek ona zarar vermeye çalışmak, müzakere sürecine rüşvet karıştırmak gibi strateji ve taktikler etik bulunmamaktadır. 84 Kendimizi Sınayalım b. İletişim temel aracıdır. 5. Kaza yapan mühendisin suçunu ört bas etmek ve trafik polisinin kafasını karıştırmak için kazayla ilgili çok fazla mühendislik bilgisi gerektiren kavram kullanması aşağıdaki sert politik taktiklerden hangisine örnektir? c. Diyalog esastır. a. Kar Yağdırma taktiği d. Müzakereye başlamak için çatışma olmasına gerek yoktur. b. Dişleme taktiği e. İkna gücü esastır. d. İyi polis/Kötü polis 1. Aşağıdakilerden hangisi müzakere ile ilgili doğru bir ifade değildir? a. Amacı karşılıklı anlaşmaya varmaktır. c. Bogey taktiği e. Büyük Kap/Düşük Kap taktiği 2. Aşağıdaki kavramlardan hangisi müzakerenin temel özelliklerinden biri değildir? 6. Çatışma konusunun işçi ücretleri olduğu sendika ve işveren arasındaki müzakerede yapılacak zam konusunda anlaşmaya varılmışken, işverenin son anda yemek fiyatlarına zam yapacağını söylemesi aşağıdaki sert politik taktiklerden hangisine örnektir? a. Müzakere, bir karar alma sürecidir. b. Müzakere, süreklilik ister. c. Müzakerede ikna gücü kullanılır. a. Dişleme taktiği d. Taraflar, amaçlarına ulaşmaya çalışır. b. Kar Yağdırma tektiği e. Müzakerede karşılıklı bağımlılık yoktur. c. Bogey taktiği 3. Aşağıdakilerden hangisi paylaştırıcı müzakere yaklaşımının özelliklerinden biri değildir? d. İyi polis/Kötü polis a. Kazan-kaybet sürecidir. e. Büyük Kap/Düşük Kap taktiği b. Sert politik taktikler kullanılır. 7. Aşağıdakilerden hangisi bütünleştirici müzakere ortamlarında kullanılan stratejilerden biri değildir? c. İşbirliği esastır. d. Baskıcıdır. a. Karşı tarafın ğerlendirmek. e. İlişkileri feda eder. perspektifiyle olayları de- b. Karşı tarafın öncelikleri hakkında bilgi toplamak. 4. Aşağıdakilerden hangisi müzakerenin en başında en uç teklifle başlayarak, karşı tarafın tekliflerini değiştirmesini amaçlayan sert politik taktiklerden biridir? c. Sizin önceliklerinizi karşı taraftan saklamak. a. İyi polis/Kötü polis d. Eşit değere sahip birden fazla teklifte bulunmak. b. Büyük Kap/Düşük Kap taktiği e. Öncelikleriniz hakkında bilgi vermek. c. Dişleme taktiği d. Kar Yağdırma taktiği e. Bogey taktiği 85 8. Aşağıdakilerden hangisi müzakere sürecini etkileyen bireye ilişkin özelliklerle ilgili doğru bir ifade değildir? Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. Rekabetçi kişiliktekiler, paylaştırıcı taktikleri kullanmaya daha yatkındır. 1. d Yanıtınız yanlış ise “Müzakere Kavramı ve Özellikleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Yaratacılık, daha bulunmasını sağlar. fazla çözüm yolu daha fazla c. Erkekler, kadınlara kıyasla müzakere içine girerler. 2. e Yanıtınız yanlış ise “Müzakere Kavramı ve Özellikleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. c Yanıtınız yanlış ise “Paylaştırıcı Müzakere Yaklaşımında Strateji ve Taktikler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Özgüven, müzakerede başarı getirir. e. Beden dili, müzakere sonucunu etkilemez. 4. b Yanıtınız yanlış ise “Paylaştırıcı Müzakerede Sert Politik Taktikler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. Aşağıdakilerden hangisi müzakere taktiklerinin etik olup olmadığını değerlendirirken kullanılan kriterlerden biri değildir? 5. a Yanıtınız yanlış ise “Paylaştırıcı Müzakerede Sert Politik Taktikler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Altın kural b. Faydacılık 6. a Yanıtınız yanlış ise “Paylaştırıcı Müzakerede Sert Politik Taktikler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Evrensellik d. Fırsatçı etkileşim 7. c Yanıtınız yanlış ise “Bütünleştirici Müzakerede Kullanılan Stratejiler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. e. Dağıtım Adaleti 10. “Başkalarının sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de onlara öyle davran” aşağıdaki müzakere etik ilkelerinden hangisine örnektir? 8. e Yanıtınız yanlış ise “Müzakere Sürecinde Planlama ve Hazırlık” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Altın kural b. Faydacılık 9. d Yanıtınız yanlış ise “Müzakere Etiği” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Evrensellik 10. a Yanıtınız yanlış ise “Müzakere Etiği” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Objektiflik e. Dağıtım Adaleti 86 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 5 Karşılıklı bağımlılık, müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanmasından ziyade müzakere ortamını şekillendirir. Karşılıklı bağımlılığın yüksek olduğu durumlarda, işbirliğine ve birlikte kazanmaya dayanan bütünleştirici müzakere strateji ve taktikleri kullanılırken; karşılıklı bağımlılığın olmadığı durumlarda, rekabetçi, tek başına kazanmayı gerektiren paylaştırıcı müzakere strateji ve taktikleri kullanılır. Arabulucu, öncelikle tarafsız olmalıdır; konulara objektif bir şekilde yaklaşması çok önemlidir. İkinci olarak, her iki tarafın arabuluculuk yapacak kişiye onay vermesi, güven duyması gerekir. Bu kişiler iletişim yeteneği gelişmiş, yaratıcı, deneyim sahibi, çatışma konusunda bilgi sahibi olmalıdır. Yararlanılan Kaynaklar Sıra Sizde 2 Adoranti, F. (2006). The Managers Guide to Understanding Commercial Contract Negotiation. Great Britain: Lessons Professional Publishing. Müzakerede başarıyı etkileyen en önemli faktörlerin başında müzakerenin yapıldığı mekân gelmektedir. Taraflar, kendilerini yabancı hissetmedikleri yerlerde müzakere etmeyi tercih ederler. Çok uzun saatler yolculuklar yapmayı tercih etmezler. Sanal ortamda teknolojik araçlarla görüşme yapmak, yukarıdaki bu koşulların gerçekleşmesini sağlar; taraflar, istedikleri, kendilerini rahat hissettikleri yerlerde, yolculuk yapmadan, zaman sınırlaması yaşamadan müzakereyi başlatabilirler. Fakat, yüz yüze yapılmayan, karşı tarafın beden dili hakkında çok az ipucu veren, konsantre olmayı zorlaştıran sanal görüşmeler özellikle zor, karmaşık konuların olduğu müzakerelerde tercih edilmemelidir. Belki müzakerenin ilk aşamalarında sanal görüşmelerden faydalanılabilir. Barry, B. ve Friedman, R. A. (1998). Bargainer characteristics in distributive and integrative negotiation. Journal of Personality and Social Psychology, 74, 345-359. Bazerman, M.H. ve diğerleri (2000). Negotiation. Annual Review of Psychology, 51, 279–314. Carvalho, F.O. & Sobral, F. (2003). The importance of communication skills in negotiation: an empirical study. 16th Annual IACM Conference Melbourne, Australia. SSRN, http://ssrn.com/abstract=399824. (Erişim Tarihi: 03.01.2012). Erkuş, A. (2009). Çalışanların müzakere etiği algılamaları ve müzakere sürecindeki davranışlarına etkileri. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 16(1), 1-19. Sıra Sizde 3 Sert politik taktikler ve çatışma yönetim stillerinden rekabet arasında büyük benzerlikler vardır. İkisi de kazan-kaybet yaklaşımına dayanmakta; ikisinin de amacı bireyin kendi amaçlarına ulaşması ve diğer tarafın kaybetmesi üzerine kuruludur. Bunun için de oldukça yoğun, sert taktikler kullanmayı tercih ederler. İşbirliği yapmak, fedakârlıkta bulunmak gibi düşünceleri söz konusu değildir. Hames, D. (2012). Negotiations: Closing Deals, Settling Disputes, and Making Team Discussions. USA: Sage Publications. Hellriegel, D. & Slocum, J.W. (2007). Organizational Behavior. USA: South-Western. Lax, D.A. & Sebenius, J.K. (1986). The Manager As Negotiator. London: The Free Press. Sıra Sizde 4 Lewicki, R.J. & Robinson, R.J. (1998). Ethical and unethical bargaining tactics: an empirical study. Journal of Business Ethics, 17, 665-682. Bütünleştirici müzakere ortamının olabilmesi için güven de iletişim de olmazsa olmaz koşullardır. Tarafların birbirlerine güvenmedikleri, bilgi paylaşmadıkları, kendilerini, isteklerini, düşüncelerini açıkça ifade etmedikleri ortamlarda işbirliğine gitmek mümkün değildir. Lewicki, R.J., Barry, B. & Saunders, D.M. (2007). Essentials of Negotiation. USA: McGraw Hill. McShane, S. & Von Glinow, M. (2000). Organizational Behavior. USA: McGraw Hill. 87 Pruitt, D. G. (1981). Negotiation Behavior. New York: Academic Press. Sullivan, B.A., O’Connor, M.B. & Burris, E.R. (2006). Negotiator confidence: The Impact of self-efficacy on tactics and outcomes. Journal of Experimental Social Psycology, 42 (5), 567581. Robbins, S.P. ve diğerleri (2009). Organizational Behavior: Global and Southern African Perspectives. South Africa: Pearson Education. Thompson, L.L. (2009). The Mind and Heart of The Negotiator. USA: Pearson Prentice Hall. Reitz, H. ve diğerleri (1998). Ethics in negotiation: Oil and water or good lubrication?. Business Horizons, May–June, 5–14. Uçan, Murat Yusuf (2008). Müzakere Yönetimi ve Bir Model Denemesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi. Robinson, R. J. ve diğerleri (2000). Extending and testing a five factor model of ethical and unethical bargaining tactics: Introducing the SINS Scale. Journal of Organizational Behavior, 21, 649-664. Varoğlu, A.K. ve Sığrı, Ü. (2008). İş, Yönetim ve Diplomasi Dünyasında Müzakere. Ankara: Siyasal Kitabevi. Varoğlu, A.K. (2012). Müzakere: Davranış ve Süreç Boyutları. www.baskent.edu.tr/~kvaroglu/ ISLE471muzakere.ppt (Erişim Tarihi: 04.1.2012) Singh, K. (2009). Organizational Behavior. India: Nath Printers. Spangle, M. & Isenhart, W.M. (2003). Negotiation: Communication for Diverse Settings. USA: Sage Publications. Wall, J.A. (1985). Negotiation, Theory and Practice. Glenview: Scott Foresman Company. Spoelstra, M. & Pienaar, W. (2008). Negotiation: Theories, Strategies and Skills. Cape Town: Creda Communications. Weingart, L.R. ve diğerleri (1996). Knowledge matters: The Effect of tactical descriptions on negotiation behavior and outcome. Journal of Personality and Social Psychology, 70 (6), 1205-1217. 88 5 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Arabuluculuk ve çatışma arasındaki ilişkiyi analiz edebilecek, Arabuluculuğun diğer alternatif çatışma çözme yöntemleri arasındaki yerini açıklayabilecek, Arabuluculuk stratejilerini değerlendirebilecek, Arabuluculuk sürecini analiz edebilecek, Arabulucunun sahip olması gereken özellikleri ve sergilemesi gereken rolleri tanımlayabilecek, Arabuluculuğu yararlarını ve sınırlılıklarına bağlı olarak uygun koşullarda kullanabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Arabuluculuk Arabuluculuk Oturumu Arabulucu Özel Oturum (Caucus) Alternatif Çatışma Çözme Yöntemleri Arabuluculuk Tarzları Arabuluculuk Süreci Arabuluculuk Rolü İçindekiler Giriş Arabuluculuk ve Alternatif Çatışma Çözme Yöntemleri Arasındaki İlişki Arabuluculuk Kavramı ve Özellikleri Arabuluculuk Stratejileri ve Tarzları Arabuluculuğun Tercih Edilme ve Edilmeme Nedenleri Arabuluculuk Süreci Arabulucunun Rolleri ve Nitelikleri Arabuluculuğun Yararları ve Sınırlılıkları 90 Çatışma Yönetiminde Arabuluculuk GİRİŞ Çatışma yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdır. Bir yol gezisinde arabadakiler farklı yönlere gitmek için anlaşmazlığa düşebilirler. Bir kişi başkalarının rahatsız olacağı düzeyde yüksek sesle müzik dinleyebilir. Arkadaşlar bir eşyanın kırılmasından kimin sorumlu olduğunu bulmak için tartışabilirler. Bütün bunlar insanların günlük yaşamlarında sürekli karşılaşabilecekleri çatışma türleridir. Buna karşın, yaşanabilecek tüm çatışmalar her zaman bu düzeyde küçük ve zararsız değildir. Bazı çatışmalarda karşılaşılan tehdit edici ve zarar verici saldırılar, bireyler arasında ciddi sorunları ortaya çıkarabilmektedir. Arabuluculuk ise bireylere birbirlerine şiddet uygulamadan bir çözüm bulma seçeneği sunar. Ayrıca, arabuluculuk taraflara istemedikleri bir çözüme razı olmanın dışında bir anlaşma zemini sunar. Böylece, sürecin sonunda her iki taraf da kazanmış olmanın huzurunu yaşar. Bir sorun ya da çatışmanın çözümünde yardım almak için üçüncü bir kişinin ya da arabulucunun yardımına gereksinim duyma ve arama herkesin yaşamında başvurduğu bir yöntem olarak ortak bir deneyim alanıdır. İnsanlar her gün kendilerine yardım edecek arkadaşlar, aile üyeleri, toplum liderleri, kişisel mentorlar gibi birilerini ararlar. Bu insanlar karmaşık ve duygusal konulara daha nesnel ve açık bir şekilde bakılmasına yardım ederler. Benzer şekilde, insanların farklı bir bakış açısı kazanmasına ve sorunlarını farklı bir pencereden görmelerini sağlarlar. İnsanların güvendiği birinden yardım alması çatışma çözümünde doğal ve normal bir yöntemdir. Tanıdığımız üçüncü bir kişiden yardım istememizin nedenlerinden biri, arabulucunun kişisel gereksinimlerimize özen göstermesidir. Kişisel durumlar, hukuksal yapıların veya iş ortamındaki birçok çatışma çözme süreçlerinin ilk önceliği değildir. Bunun en önemli nedenlerinden biri çatışmaları çözmede avukatların, danışmanların ve hakemlerin yardımını istemenin rahatsızlık verici bir durum olmasıdır. Belirtilen yöntemlerde dayatılan veya ortaya atılan çözümler tam olarak tatmin edici değildir; bu çözümler kişisel ilgileri yansıtmaz. Bunun tersine kişisel durumlar arabuluculukta öncelikli bir durumdur. Arabuluculuk genel ilkelere dayalı olarak yabancı birinin (üçüncü bir kişinin) bize dair kararlar vermesine izin vermez. Arabuluculukta çatışmadaki insanlara onlar için önemli olan konuları değerlendirmek ve belirlemek için yansız üçüncü bir kişi tarafından yardım sağlanır. Arabulucular ve katılımcılar birlikte şimdiki sorunu çözen ve gelecekte sorunun ortaya çıkmasını engelleyen karşılıklı kabul edilebilir bir çözüme ulaşırlar. İnformal arabuluculuk, tarih boyunca etkili bulunduğu için kullanılmıştır. Formal arabuluculuk uygulamaları hukuki sistemler, toplumlar, eğitim ve iş ortamları gibi pek çok alanda giderek yaygınlaşmaktadır. Bu ünitede her alanda giderek yaygınlaşan arabuculuk kavramının temel özellikleri, arabuluculuk sürecinin işleyişi ve bu süreçte arabulucunun sergilemesi gereken rolleri ile nitelikleri üzerinde durulmaktadır. 91 ARABULUCULUK VE ALTERNATİF ÇATIŞMA ÇÖZME YÖNTEMLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Arabuluculuğa ilişkin tanımlamaları doğru bir temele oturtmak için öncelikle Alternatif Çatışma Çözme Yöntemleri (AÇÇY) kavramından söz etmek gerekir. AÇÇY, anlaşmazlık içinde olan tarafların, anlaşmazlık durumlarını geleneksel mahkeme veya dava gibi yasal süreçlere gerek kalmadan çözmeye yönelik yöntemleri içermektedir. AÇÇY, çatışmaların dostane bir şekilde çözülmesini öngören, kamusal bir makam ya da yetkili özel bir kişinin çatışmaları yönettiği süreçlerden ayrılmaktadır (Taştan, 2010, s.6). Uyuşmazlıkların çözümü için hukuki davaların dışında, alternatif çözüm yöntemleri arasında en sık başvurulan süreçler müzakere, arabuluculuk, uzlaştırma ve tahkimdir. Arabuluculuk, kamu ve özel sektörde alternatif anlaşmazlık çözüm mekanizmalarından en yaygın olarak kullanılanlarından biridir (Nabatchi, Bingham ve Good, 2007, s.148). Arabuluculuk ve diğer AÇÇY arasında benzer yanlar olmakla birlikte gerek sürecin işletilmesi gerekse elde edilen sonuçlar açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Tablo 5.1’de karar verme, sürecin kontrolü, üçüncü tarafın rolü, sürece katılım ve sonuçlar boyutlarında arabuluculuk ve diğer AÇÇY arasındaki benzerlikler ve farklılıklar görülmektedir. Arabuluculuğa göre tahkim, taraflar tarafından sunulan kanıtlara dayalı olarak olay üzerinde üçüncü tarafsız bir kimsenin karar verdiği zorunlu, bağlayıcılığı bulunan, tarafların verilecek herhangi bir karara yasal olarak uyulması konusunda önceden anlaştıkları dolayısıyla taraflara karar verdikten sonra başka bir seçenek bırakmayan sonul bir süreçtir. Tahkim sürecindeki hakem, karar verme konusunda yetişmiştir (Masucci, 2003, s.36). Arabuluculuk ise üçüncü tarafın yardımıyla yürütülen görüşmeleri içermektedir. Bu süreçte arabulucu tahkimdeki hakeme ya da mahkemedeki yargıca göre anlaşmazlık içinde bulunan taraflara bir sonuç dayatma gücüne sahip değildir. Bir başka çatışma çözme yöntemi olan müzakere ile arabuluculuk kavramları arasındaki ilişkiye iki yönlü olarak bakılmaktadır. Bir anlayışa göre arabuluculuk müzakere yöntemlerinden biri olarak ele alınırken; bir başka görüşe göre müzakere ve arabuluculuk birbirlerinin alternatifi olabilecek çatışma çözme yöntemlerindendir (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.128). Bu anlamda çoğu zaman arabuluculuk müzakere süreci başarısız olduğunda tercih edilen bir yöntem olarak da işlev görmektedir (Tekin, 2008, s.17). Arabuluculukta sürecin yönetilmesi yansız üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilirken, müzakerede sürecin yönetimi çatışma içinde olan taraflarca gerçekleştirilmektedir. Elde edilen sonuçlar açısından değerlendirildiğinde, müzakerede rekabetçi kazan-kaybet anlayışının egemen olabileceği; arabuluculukta ise işbirlikçi kazan-kazan anlayışına dayalı sonuçlara odaklanıldığı söylenebilir. Arabuluculuk, AÇÇY arasında en çok uzlaştırma yöntemi ile benzerlik göstermektedir. Üçüncü tarafın rolü, sürece tarafların katılımı ve sonuca yönelik stratejiler boyutunda hemen hemen aynı yaklaşımlar tercih edilmektedir. Arabuluculuk ve uzlaştırma yöntemi arasındaki en belirgin fark, kararların verilmesinde anlaşmazlık içinde olan tarafların rolü ve sürecin kontrol edilmesinde yaşanmaktadır. Buna göre arabuluculukta sürecin her aşaması, çatışma içinde olan tarafların kararlarına bağlı olarak yürümekte ve sürecin kontrolü arabulucunun taraflarla yakın iletişimi ile sürdürülmektedir. 92 Tablo 5.1: Arabuluculuk ve Diğer Alternatif Çatışma Çözme Yöntemleri Arasındaki İlişki Müzakere Kararları kim veriyor? Uzlaşma Tahkim Arabuluculuk Taraflar Taraflar ve uzlaştırıcı Hakem Taraflar Süreci kim kontrol ediyor? Taraflar Uzlaştırıcı Hakem: nispeten gayri resmi Arabulucu (Taraflarla sıkı ama informal) Üçüncü tarafın rolü Taraflara bağlı Taraflara tavsiyede bulunabilen uzlaştırıcı Bağımsız tarafsız uzman Bağımsız tarafsız arabulucu Tarafların direkt katılımı Eksiksiz, fakat kendi şartları üzerinde Konuları belirleme, alternatif üretme, uzlaşmaya katılım Konular, fikirler ve geçmişle ilgili veriler ortaya konur, hakem karar verir Ortaya çıkabilece k sonuçlar Tarafların uzlaşmalarını gerektiren herhangi bir konu Kazan/kazan: Ortak kabullenmeyi amaçlar Tarafların istedikleri şeyle ilgili, kanıt ve teknik delile bağlı olarak varılan, her iki tarafın da karşılıklı ödün verdiği uzlaşma Konuları belirleme, alternatif üretme, değerlendirme, uzlaşmada tam katılım Kazan/kazan: Ortak kabullenmeyi amaçlar Kaynak: Taştan, M. (2010). Arabulucu. Kayseri: Kayseri Ticaret Odası, s.5. Arabuluculuğun diğer AÇÇY ile olan ilişkileri bağlamında değerlendirilmesinin yanı sıra, mahkeme ya da geleneksel dava yoluyla anlaşmazlıkları çözme süreci açısından da karşılaştırılmasında yarar görülmektedir. Bu doğrultuda mahkeme, temel karar vericinin yargıç ya da hâkim olduğu; sürecin hâkim tarafından kontrol edildiği ve ilişkilerin formal biçimde sürdürüldüğü; üçüncü tarafın müvekkillerini savunduğu; sürece taraflar adına temsilcilerin katıldığı; hukuk kurallarına bağlı olarak kararların verildiği ve kazan/kaybet anlayışının egemen olduğu bir süreçtir. Mahkeme’nin sahip olduğu bu özellikler çerçevesinde hemen hemen tüm özellikleriyle arabuluculuk yönteminden farklılaşmaktadır. Genel olarak, arabuluculuk diğer çatışma çözme yöntemlerinden sürecin sonunda alınan kararların bağlayıcı nitelikte olmaması ve süreçte arabulucunun sadece katalizör rolü üstlenmesi nedeniyle ayrılmaktadır. Arabuluculuk doğası gereği anlaşmaya dayalı bir yöntem olması nedeniyle sürecin sonunda bağlayıcı kararlar alınması olanaklı değildir (Özbek, 2004, s.202). Arabuluculuk ile diğer çatışma çözme yöntemleri arasındaki fark arabuluculuğun “insanlara kendilerine yönelik karar vermeleri için yardım etmesi”; diğer yöntemlerin ise “insanlar adına karar vererek onlara yardım etmesi” olarak özetlenebilir. Çatışmaların çözümünde mahkeme ile Alternatif Çatışma Çözme Yöntemleri arasında ne tür benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır? 93 ARABULUCULUK KAVRAMI VE ÖZELLİKLERİ Arabuluculuğa ilişkin pek çok farklı tanım yapılmaktadır. En yalın haliyle arabuluculuk, çatışma içinde bulunan tarafların anlaşmazlıklarının çözülmesi ve isteklerinin karşılanması için üçüncü kişi aracılığıyla yürütülen anlaşma sürecidir. Bir başka tanıma göre arabuluculuk, uyuşmazlık halindeki tarafları, durumu değerlendirebilmeleri amacıyla bir araya getirmeye çalışan, tarafların uzlaşmasını veya birbirlerini anlamalarını sağlamak için taraflar arasındaki iletişimi kolaylaştıran, yansız bir üçüncü kişinin katılımıyla yürütülen bir çatışma çözme yöntemidir (Özbek, 2004, s.202). Arabuluculuğu, taraflar ve sonuçları açısından ele alan başka bir tanıma göre de arabuluculuk, iki veya daha fazla kişi veya grup arasında oluşan farklılık ve çatışmayı mahkeme dışı yöntemlerle çözmeye ve taraflar arasında anlaşma sağlamaya yönelik, arabulucu olarak adlandırılan tarafsız bir üçüncü kişi yardımı ile yürütülen gönüllü, kabul edilebilir, bağlayıcılığı olmayan çatışma çözme sürecidir (Kite, 2007, s.41). Arabuluculuk sezgi, zekâ ve vizyonla birleşmiş bir sanat biçimi olarak nitelendirilebilir. Aynı zamanda transfer edilebilir araçlar, tanımlanabilir görevler ve yönetim temalarını içermesi nedeniyle beceri gerektiren bir bilim olarak da ele alınabilir (Smith and Smock, 2008, s.5). Arabuluculuğun katı bir tanımını yapmak yerine sürecin kalbi olan esnekliğe yoğunlaşmak daha doğru bir yaklaşımdır. Arabuluculuğu tanımlamada bir arabulucunun özel nitelikleri, düzenli olarak kullanılan araçlar ve izlenen süreçleri kapsayan belirli kavramlar bulunmaktadır. Bu kapsamda arabuluculuğu; • İki veya daha fazla kişi ya da grup arasındaki çatışma durumunda, • Çatışmaya neden olan her iki tarafın taleplerinin karşılandığı, • Tarafların gönüllü olarak talep ettiği, • Yansız üçüncü bir kişi tarafından yürütülen, • Resmi olarak bağlayıcılığı olamayan kabul edilebilir kararların alındığı, • Biçimsel olmayan (informal) sorun çözme süreci ve • Bir sanat olarak tanımlamak olanaklıdır. Arabuluculuğun biçimsel olmayan bir sorun çözme süreci olarak tanımlanması büyük ölçüde sürecin doğasını yansıtarak, süreçte ilişkilerin katı kurallar çerçevesinde sürdürülmemesini, arabulucunun sürecin gelişimi doğrultusunda stratejilerini farklılaştırabilmesini, taraflarla yakın ilişkiler kurabilmesini ortaya koymaktadır. Arabuluculuk, kuralları tarafından kuşatılmamış açık bir süreç olarak tanımlanabilir. Arabuluculuğa ilişkin son yaklaşımlar arabuluculukta katı kurallara bağlı bir süreç izlenmesinin arabuluculuğun doğasına aykırı olduğunu ortaya koymaktadır (Weinstein, 2000, s.28). Arabuluculukta ortaya çıkan unsurların çoğu, arabulucunun belli seçimleri uygulamasının ve anlaşmazlık durumlarının bir işlevidir. Arabuluculuğun katı kurallarla kuşatılmamış, informal ağırlıklı bir süreç olarak nitelendirilmesi, arabuluculuğun tamamen belirli bir yapı ve disiplinden uzak ve rastgele düzenlenen bir süreç olduğu anlamını taşımamaktadır. Arabuluculuğun Kullanım Alanları Arabuluculuğun müzakereye alternatif olarak görüldüğü anlayışa göre, karmaşanın fazla ve yoğun olduğu durumlarda, uzun süreli ve çözülmesi zor çatışma durumlarında ve tarafların farklı güç düzeylerine sahip olduğu anlaşmazlıklarda arabuluculuk yönteminin kullanılmasının daha etkili olacağı vurgulanmaktadır. Son yıllarda tüm dünyada yaygınlaşan arabuluculuk; boşanma, adli vakalar, uluslararası ilişkiler, ticari ilişkiler, eğitim kurumları, sigorta hizmetleri, sosyal ilişkiler, iş ilişkileri ve örgüt yönetimi alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır (Özbek, 2004, s.202; Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.128). Türkiye’de hukuk 94 sisteminde kullanılması yönünde adımlar atılmaya başlanan arabuluculuk sistemi, özellikle ABD’de mahkeme ve avukatların alternatifi olmuştur (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.130). Arabuluculuğun Türkiye’de kullanılmasına ilişkin yapılan çalışmaların temelini “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı” oluşturmaktadır. Tasarı ile tarafların, üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilecekleri özel hukuk ilişkilerinden doğan uyuşmazlıklarda kendi seçtikleri bir üçüncü kişi olan "Arabulucu" aracılığıyla mahkemelere başvurmadan uyuşmazlığı çözmelerini sağlayabilen "Arabuluculuk" kurumunun oluşturulması ve uygulanmasına ilişkin hükümler düzenlenmesinin amaçlandığı ifade edilmektedir. Tasarının hazırlanma gerekçeleri olarak, Birleşmiş Milletler’in Milletlerarası Ticari Arabuluculuğa İlişkin Model Kanunu ile ülkeleri ticari ilişkilerde arabuluculuk sistemini kullanmaya yönlendirmesi; Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin, Hukuk ve Ticarî Uyuşmazlıklarda Arabuluculuğun Belirli Yönlerine İlişkin Direktif Tasarısı’nın gereklerinin yerine getirilmesi; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “adalete erişim” hakkını güvence altına alması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’de arabuluculuk sisteminin uygulanmasına yönelik kararlar vererek Türkiye’yi çeşitli davalarda arabuluculuk sistemin uygulamaması nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm etmesi sıralanabilir. Tasarının yasalaşması için Adalet Komisyonu, Plan ve Bütçe Komisyonu ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu’nda çalışmalar sürdürülmektedir. “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı” ile ilgili ayrıntılı açıklamalar ve Tasarı’nın tam metni için http://www.tbmm.gov.tr/index.htm adresini ziyaret edebilirsiniz. Aile danışmanlığı ve boşanma davaları arabuluculuğun en yaygın kullanıldığı alanlardan biridir. Arabuluculuk yoluyla boşanmak isteyen tarafları gelecekteki değişen rollerine hazırlamak, gerçekle yüzleşebilmelerine yardımcı olmak ve anlaşmazlık konularını barışçıl bir yolla çözme söz konusudur (Taştan, 2010, s.10). Arabuluculuğun bir diğer kullanım alanı, örgüt ve yönetim alanıdır. Örgüt ve yönetim alanında gerçekleştirilen arabuluculuğa işyeri arabuluculuğu da denilmektedir. İşyeri arabuluculuğu, iş yaşamında örgütsel sosyalleşme ve uyumun sağlanmasında; örgütlerin değişik kademelerinde çalışanlar arasındaki çatışmaları çözmede; farklı örgütlerin birleşmeleri sonucunda oluşan örgüt ilke ve anlayış farklılıklarının doğuracağı çatışmaların aşılmasında; uluslararası boyutta faaliyet gösteren örgütlerdeki kültür çatışmalarını önlemede sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. İşyeri arabuluculuğu özellikle zaman ve maliyet konusunda yüksek düzeyde yarar sağlayan, göreve ilişkin kişilerarası çatışmaların çözümünde etkili olabilecek bir yöntemdir. İşyeri arabuluculuğu ayrıca iş çevresinin daha arkadaşça ve daha az stresli bir ortam olmasına katkı sağlar. Çalışanları kendi çözümlerine ulaşacak şekilde yetkilendirmek, üst yöneticilerin sorumluluklarını azaltarak önceliklerine yönelmelerine olanak sağlar (Weinstein, 2000, s.2). İşyeri arabuluculuğu iyileştirici olduğu kadar gelecekteki anlaşmazlıkları da önleme özelliğine sahiptir. İşyeri arabuluculuğu örgütün sürekli büyümesi ve bireysel gelişim için bir araç niteliği taşır. Arabuluculuk çoğu işyeri yaşantılarında ortaya çıkan çatışmalar için kullanılabilecek uygun bir stratejidir. Herhangi bir arabuluculuk programının uygulanması için en önemli koşul, işverenin arabuluculuğu benimsemeye gösterdiği ilgidir. Bu süreçte işverenin geleneksel sorun çözme sistemini kaldırıp atması zorunlu değildir. Arabuluculuk mahkemelerde ve okullarda olduğu gibi diğer mevzuat uygulamaları ile birlikte kullanılabilir. Arabuluculuk yöneticiler için iyi bir seçenektir, fakat tamamıyla yedek bir sistem olamaz. Bir işyeri arabuluculuk programı açık yapısı, kapsamlı politika ve süreçleri ile diğer sorun çözme (mevzuata dayalı) sistemlerinden bağımsız olmalıdır. Ayrıca bir arabuluculuk programı işveren ve çalışanların karşılıklı yararını gözetecek şekilde hazırlanmalıdır. İşyeri arabuluculuğunda uyuşmazlıkların çözümü amacıyla kullanılan şikâyet sistemine dayalı geleneksel yöntem, doğası gereği cezalandırıcıdır. İşgörenlerin ve işverenlerin niyeti böyle olmasa bile şikâyet sistemi bir tehlike olarak algılanır. Arabuluculuk tamamıyla farklı bir sorun çözme felsefesine dayanmaktadır. Arabuluculuk denetim odaklı değil, tatmin odaklıdır. Arabuluculuk sonunda süreçle 95 ilişkili tüm insanlar karşılıklı anlaşmaya ulaşırlar. Böyle bir süreçte kazanan ve kaybeden yoktur; herkesin kazandığı bir ortam söz konusudur (Weinstein, 2000, s.3). Arabuluculuk, okul yaşamında öğrenci-öğretmen-veli-okul yöneticisi dörtgeni içinde taraflar arasında veya her bir kesimin kendi içinde ortaya çıkan çatışma ve anlaşmazlıkların çözümlenmesinde de kullanılabilen bir yöntemdir. Okullarda arabuluculuğun uygulanması ile okuldaki geleneksel cezacı disiplin anlayışının, iç denetime dayalı bir anlayış çerçevesinde değiştiği; okullardaki şiddet olaylarının azaldığı; öğretmenlerin öğrenciler arasındaki çatışmalara daha az zaman harcadıkları; okulun örgütsel ikliminin olumlaşmasına katkı sağladığı çeşitli araştırmalarca vurgulanmaktadır (Ergül, 2008, s.36). Son yıllarda okullarda çatışmaları çözme amacıyla “akran arabuluculuğu” projeleri uygulanmaktadır. İlk defa ABD’de uygulanan akran arabuluculuğu öğrencilerin kendi kendilerine çatışmalarını çözmek amacıyla uygulanan, okullarda anlaşmazlıkların çözümünde oldukça etkili sonuçlar veren bir yöntemdir. Akran arabuluculuğunun yararları şu şekilde sıralanmaktadır (Koruklu, 2006, s.15): • Arabuluculuk becerileri, bireylerin farklı ortamlarda karşılaşabilecekleri çatışma durumlarını çözmede etkilidir. • Arabuluculuk becerileri, bireyin sağlıklı gelişimini destekler ve benlik saygısını artırır. • Arabuluculuk becerileri, bireyin kendisini, kontrol yeteneklerini güçlendirir, özgüvenlerini, iletişim becerilerini artırır, böylece olaylara sağlıklı bakmalarını sağlar. • Arabuluculuk becerileri güvenli bir ortam oluşmasını sağlar ve disiplin olaylarını azaltır. • Arabuluculuk becerileri bireyin özgüvenini geliştirerek okul başarısını artırır. Akran arabuluculuğu ve Türkiye’de uygulanan bir arabuluculuk projesine ilişkin ayrıntılar için http://www.youtube.com/watch?v=gZwXnaSB1es adresini ziyaret edebilirsiniz. Arabuluculuk bireyler arası ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı, yönetici ve sporcu ilişkilerinin sporun doğası gereği rekabetçi olduğu ortamlarda sıklıkla karşılaşılan çatışma durumlarının çözümünde etkili olabilen bir çatışma çözme yöntemidir. Bu bağlamda spor yöneticilerinin etkili lider olarak iyi arabuluculuk özelliklerine sahip olması gerekmektedir. Çünkü arabulucunun profesyonel rolü kişisel yaşantılar kadar fiilen bütün liderlik alanları için de geçerlidir (Gerzon, 2006, s.72). Arabuluculuk rolünün ön plana çıkarıldığı liderlik veya yöneticilik, farklılık ve çatışmanın insanlığın doğal düzeninin bir parçası sayıldığı ve ilişkilerde, işletmelerde ve kurumlarda öğrenmenin ve yapıcı dönüşümün fırsatları olarak görüldüğü bir yaşam biçimini ortaya çıkaracaktır. Böyle bir anlayış içinde spor kurumlarını ve sporcuları yönetmek ve başarıya güdülemek her zaman daha başarılı sonuçlar verecektir. Arabuluculuk politik anlamda uluslararası ilişkilerde diplomatların sıcak savaş ile ülkeler arasındaki askeri, siyasi veya ekonomik anlaşmazlıkları önlemek için de kullandıkları yöntemdir (Kite, 2007, s.20). Özellikle son yıllarda Ortadoğu, Afrika ve Avrupa’da bazı ülkelerin siyasi olarak yeniden yapılanmaları sürecinde buna ilişkin pek çok örnekle karşılaşmak olanaklıdır. Arabuluculuk Yönteminin İlkeleri ve Özellikleri Arabuluculuk katılımcıların duygusal ve bireysel gereksinimlerini yansıtan uygulanabilir, stratejik bir problem çözme sürecidir. Arabuluculuk işlevsel ve terapötik (iyileştirici) niteliklere sahiptir. Arabuluculuk sürecinde planlanmış çözümler uzun dönemli olma eğilimindedir; bu süreçte iddiaları ve kanıtları yüzeysel olarak ele almak yerine, daha çok sorunların altında yatan nedenlere odaklanılır. Arabuluculuk ilişkileri güçlendirmeye, gelecekteki çatışmaları ele almaya ve çatışmaları olumlu bir şekilde sonuçlandırmak için insanların daha donanımlı olmalarını sağlayacak yeteneklerin öğretimine odaklanır. Arabuluculuk süreci, arabuluculuğun etik ve mesleki ilkelerini yansıtan ilkeler çerçevesinde tanımlanır. Bu ilkeler; 96 • Arabulucunun tarafsızlığı, • Arabuluculuğa tarafların gönüllülüğü (çünkü arabulucu tarafları zorlamak veya bir sonucu dayatmak için herhangi bir güce sahip değildir), • Taraflar ve arabulucu arasında güvene dayalı ilişki, • Sürecin esnekliği şeklinde özetlenebilir (Roberts, 2007, s.94). Arabuluculuk yöntemine ilişkin açık ve net bir şekilde vurgulanan konuların başında sürece tarafların gönüllülük temeli çerçevesinde katılmalarının zorunlu olması gelmektedir. Arabuluculuk, tarafların kontrolü ve arabulucunun otoritesi ilkesi çerçevesinde, tarafların kendi kararlarını verme otoritesine saygı duymayı ön plana çıkarır. Arabuluculuk sürecinin temel varsayımlarından biri, tarafların kendi kararlarını verme ve anlaşmalarının mimarı olma yeterliklerine sahip olmasıdır. Tarafların gönüllülük düzeyi, olayların karmaşıklığı, çatışmanın zorlukları ve arabuluculuk sürecinin öngörülemez dinamikleri, bu ilkelerin süreçte uygulanmasını zorlaştırarak arabulucunun sorumluluğunu ağırlaştırır. Arabuluculuğa ilişkin daha geniş ilkeler dizisi şu şekilde sıralanabilir (Weinstein, 2000, s.59): • Arabuluculuk çatışmayı tüm tarafların gereksinimlerinin karşılanabileceği bir yolla çözmeyi amaçlar. Tarafların problemi kendi mantıkları çerçevesinde görme ve kaderlerini tayin etme hakkı vardır. • Arabulucu, arabuluculuk sürecinde katalizör veya kolaylaştırıcıdır; bir yargıç, bir avukat veya bir otorite değildir. • Çatışmanın çözümü nihai anlaşmadan daha fazlasını kapsar. Sorunları inceleme, ilişkileri güçlendirme ve daha fazla anlayış, içgörü kazanma süreci ve empati, başarılı arabuluculuğun bütünleyici bir parçasıdır. • Arabuluculuğun amacı, mevcut sorunun çözümünden daha geniştir. Arabuluculuk bir öğrenme sürecidir ve arabuluculuk sürecinde elde edilen deneyimler, sosyal ilişkilere ve gelecekteki çatışmalara uygulanabilir. • Arabuluculuk düşmanca olmayan bir süreçtir; insanların farklı ve birbiriyle zıtlaşan bakış açılarına ve çıkarlara sahip olabileceklerine saygı gösterir. Arabuluculuk barışçıl, şiddete başvurmayan tarafların farklı gereksinim, istek ve arzularını karşılayan bir sorun çözme sürecidir. • Arabuluculuk tüm çatışmaların bir duygusal boyutu olduğu anlayışına sahiptir. İnsanlar yaşamlarının, işlerinin ve inançlarının her boyutuna duygusal olarak bağlanırlar. • Arabuluculuk zamanı verimli kullanma, daha az maliyet oluşturma ve bireysel olarak doyum sağlayıcı olmayı amaçlar. Arabuluculuk hukuk ve danışmanlık disiplinleri tarafından biçimlendirilmesine rağmen, ne üst düzeyde yapılandırılmış hukuksal bir süreçtir ne de duygusal bir psikolojik terapidir. Arabuluculuk her alandan kendi süreçlerinde kullanabileceği uygun ve kullanışlı araçları yapısına dâhil eder. Arabuluculuk gereksinim duyulan terapötik bir ortamı sağlarken örgütlenmiş ve planlanmış sorun çözme süreçlerini işletir. Arabuluculuk taraflara ceza tehdidi olmayan, açık bir şekilde konuların tartışıldığı tehlikesiz ve özel alanlar oluşturur. Arabulucu çatışmadan kaynaklanan herhangi bir karmaşık bir sonuçtan tarafları koruyacak yapıları oluşturur ve denetimi sağlar (Weinstein, 2000, s.24). Arabuluculuğa dayalı çözümler, sürecin ayrıntılı bir şekilde yürütülmesinden dolayı uzun dönemli başarı sağlarlar. Arabuluculuk sürecinde tarafların taleplerinin karşılandığı bireysel çözümler oluşturulur. Arabuluculuk yöntemi bireysel çözümlere odaklanmasına karşın zamanın daha verimli kullanılmasına ve maliyetin düşmesine olanak sağlamaktadır. Arabuluculuk yöntemi diğer çatışma çözme süreçlerinden zaman, maliyet ve çatışmanın çözümü açısından daha etkili ve oldukça başarılı bir yöntemdir. Arabuluculuk aylar veya yıllar sürmez, birkaç saat içinde tamamlanabilir. Gerçekten de yapılan pek çok araştırma, çatışma çözümüne ilişkin diğer geleneksel yaklaşımlar başarısız olduğunda, arabuluculuğun iyi bir seçim olduğunu kanıtlamıştır (Weinstein, 2000, s.1). 97 Arabuluculuk, çatışmaları ele alma yöntemi ve kullandığı çatışma çözme stratejileri doğrultusunda diğer çatışma çözme yöntemlerine göre farklı özellikler sergilemektedir. Aşağıda arabuluculuğun doğasını yansıtan, en genel haliyle basit, yaratıcı, kapsamlı ve esnek olma şeklinde ifade edilebilecek bu özelliklerin açıklamalarına yer verilmiştir (Moffit ve Bordone, 2005, s.304; Weinstein, 2000, s.22). Arabuluculuk basit bir süreçtir. Arabuluculukta yansız üçüncü bir kişi anlaşmazlık içinde olan taraflara karşılıklı kabul edilebilir çözüme ulaşmaları için yardım eder. Arabuluculuk yönteminde, arabulucu bir hâkim ya da avukat olarak hareket etmez. Hukuk sisteminin karmaşık kuralları uygulanmaz. Arabuluculuk yaratıcı bir süreçtir. Taraflar üçüncü kişilerin bakış açıları doğrultusunda yargılanmalarından daha çok kendi bakış açıları doğrultusunda tatmin edici ve etkili bir çözüm üretmede özgürdürler. Taraflar yasalar tarafından ya da gündemde olan çatışma durumu için özel olarak oluşturulmuş kurallar tarafından sınırlandırılmış değildir. Arabulucu süreçte tarafların orjinal ve yaratıcı düşünceler üretmesini sağlayacak yöntem ve teknikleri kullanır. Böylece çatışmanın çözümü için sıradan çözüm uygulamalarının ötesine geçilmesine fırsatlar yaratılarak yeni bakış açıları ve çözümler geliştirilir. Arabuluculuk kapsamlı bir süreçtir. Her bir aşaması özel olarak planlanması gereken, sosyal, kültürel, psikolojik, hukuk gibi pek çok disiplini barındıran bir süreçtir. Anlaşmazlığa neden olan durumu değerlendirmek için tarafların arabuluculuk sürecine davet edilmesiyle başlayan arabuluculuk süreci, anlaşma ve sonrasını da kapsar. Taraflar çatışmanın bireysel ve mesleki yaşamlarını nasıl etkileyeceğini düşünmeleri yönünde teşvik edilir. Ayrıca taraflar çatışmadan kaynaklanan negatif sonuçları çözmek ve gelecekteki olumsuz etkileri ortadan kaldıracak sonuçları araştırırlar. Bu açıdan ele alındığında arabuluculuk yöntemi önleyicidir. Arabuluculuk esnek bir süreçtir. Arabuluculuk her bir olayda arabulucu ve anlaşmazlık içindeki taraflarca yeniden tanımlanır ve tasarımlanır. Bu esneklik, arabuluculuğun güçlü yanlarından biridir. Bu durum aynı zamanda arabuluculuğu ayrıntılı olarak tanımlamak isteyen kişiler için bir zorluk yaratır. Arabuluculuk sürecinde tarafların değişen tutumlarına bağlı olarak arabulucunun kullandığı yaklaşımlar ve sürecin işleyişi de farklılaşabilmektedir. Arabuluculuk, çatışma halindeki insanların birbirleriyle avukat ya da temsilci yoluyla iletişim kurmalarından daha çok doğrudan iletişim kurmalarına olanak sağlar. Doğrudan kurulan iletişim, dolaylı iletişimin neden olabileceği yanlış anlaşılmaları engeller veya ortadan kaldırır. Arabuluculuk sürecinin sağladığı böyle bir iletişim ortamı, tarafların çatışmanın ayrıntılarına dikkatlerini odaklayabilmelerine olanak sağlar. Arabuluculuk yöntemi bürokratik kurallar tarafından kuşatılmadığından geliştirilen biçimsel olmayan (informal) ilişkiler, tarafların karşılıklı duygularını ve bireysel algılarını keşfetmelerini sağlar. Taraflardan her birine, uyuşmazlıkla doğrudan ilgili herkesle görüşme ve duygularını dile getirme olanağı vermektedir. Böylece taraflar öfkeli durumlarını terk ederek, gerçekçi çözümlere yönelmeyi ve anlaşmazlık durumuna kendi bakış açıları dışından yeni bir anlayışla bakmayı kabul edebilirler (Ildır, 2003, s.89). Empatik ilişkilerin geliştiği arabuluculuk yöntemi, duygusal iyileşmeyi ve bireysel doyumu arttırır. ARABULUCULUK STRATEJİLERİ VE TARZLARI Arabuluculuk stratejileri çok çeşitlidir. Bazı arabulucular, arabuluculuk sürecinde tarafların en önemli taleplerinin karşılanmasına odaklanırlar; bazıları ise mahkeme ya da tahkimde ortaya çıkabilecek olası sonuçların yansız bir değerlendirmesini yaparak, yasal haklara dayalı bir çözüme odaklanırlar. Bazıları avukatların ve müvekkillerin arabuluculuk sürecine etkin katılımını teşvik ederken; bazıları da tarafların temsilcilerini arabuluculuk oturumunun dışında tutarlar. Bazı arabulucular tarafsız olma çabası içindedir; bazıları ise belirli bir sonucun kasıtlı olarak savunuculuğunu yapar veya hiçbir tarafın taleplerini korumazlar. Yaklaşımlardaki veya vurgulardaki farklılıklara rağmen deneyimli arabulucular benzer uygulamaları sergileme eğilimindedirler. Arabulucunun kullandığı stratejiler; öze dönük, ortama dönük ve kişiye dönük stratejiler olmak üzere üçe ayrılmaktadır (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.132): • Öze Dönük Arabuluculuk: Bu stratejide arabulucu kendini tamamen anlaşmazlığa ve sonraki etkinliklere odaklar. Öze dönük arabuluculuk stratejilerinde, taraflarca kabul edilmek çok 98 önemlidir. Arabulucunun bunu sağlaması büyük ölçüde sürece çok iyi hazırlanmasına ve tarafsızlık, eşitlik ve güven duygularını oluşturmasına bağlıdır. • Ortama Dönük Arabuluculuk: Bu stratejide temel amaç, anlaşmazlığın çözümü için uygun bir ortam yaratmaktır. Kolaylaştırıcı olarak iletişimin geliştirilmesi, normların ortaya konulması, tarafların görüşme süreci için eğitilmesi, gizliliğin korunması gibi konular uygun bir arabuluculuk ortamının öncelikli koşullarıdır. • Kişilere Yönelik Arabuluculuk: Bu stratejide arabulucu doğrudan anlaşmazlığın taraflarına odaklanarak, tarafların görüş, istek, duygu ve çıkarlarının neler olduğunu ortaya çıkarmaya çalışır. Arabuluculuk sürecinde anlaşmazlıkların çözümüne odaklanmak, bu stratejinin temelini oluşturmaktadır. Arabulucu, bu stratejide sonuca ya da anlaşmayı sağlamaya yöneldiği için diğer stratejilere göre daha çok yönlendirici ve ısrarcı olma eğilimi sergileyebilmektedir. Farklı arabuluculuk stratejilerinin yanında, arabulucunun birbirinden farklı arabuluculuk sürecini yönetme tarzları bulunmaktadır. Arabuluculuk stratejilerine bağlı olarak arabulucu tarzları da farklılaşmaktadır. Arabulucunun tarzındaki en önemli ayrım; iş/görev yönelimli ve sosyo-duygusal yönelimli olma ayrımıdır. Bu arabuluculuk tarzları aşağıda açıklanmaktadır: • İş/Görev Yönelimli Arabuluculuk Tarzı: Bu arabuluculuk tarzı, sonuca odaklanır ve yönlendirme taktiklerinin özgürce kullanılmasını öngörür. Böyle bir arabuluculuk tarzı iş/görev yönelimli liderlik veya yöneticilik anlayışı ile ilişkilendirilebilir. İş yönelimli davranışta, uygun arabuluculuk süreçlerinin kullanılması ve anlaşmanın başarısı için tarafların dikkatli denetimine ağırlık verilmektedir. Bu tarzda arabulucu, tarafların her birinin hangi işleri, ne zaman, nerede yapacağını, sürecin nasıl işleyeceğini ve tarafların nasıl katılımda bulunacağını belirtmektedir. Arabulucu büyük ölçüde görev ve sonuç odaklı bir yaklaşım içindedir (Özdevecioğlu ve Kanıgür, 2009, s.56). Tarafların yetenekleri konusunda şüphecidir ve çözüme ulaşma sürecinde kendi rolünü en üstte tutar. Genellikle kutuplaşmanın yoğun ve zamanın sınırlı olduğu çatışmaların çözümünde kullanılır. İş/görev yönelimli tarzın iki alt boyutu bulunmaktadır; ne derse desin anlaşma isteyen, eşitlikçi ve esas sorumluluğu taraflarda gören “anlaşma yönelimli” tarz ve anlaşmadan çok sorunun çözümünü isteyen ve çözümün asıl sorumluluğunu arabulucuda gören “problem çözme yönelimli” tarzdır (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.133). • Sosyo-Duygusal Arabuluculuk Tarzı: Bu arabuluculuk tarzı ise asıl konudan çok iletişimi geliştirmek ve altta yatan duygu ve nedenleri ortaya çıkarmaya odaklanır. Böyle bir arabuluculuk anlayışı insan/ilişki yönelimli liderlik davranışı ile bütünleştirilebilir. İlişki davranışı liderin kendisi ile grup üyeleri arasındaki kişisel ilişkileri haberleşme kanallarını açarak, sorumluluk devrederek ve böylece astlara kendi güçlerini kullanma olanağı vererek sürdürebildiği, karşılıklı güven, arkadaşlık ve sosyo-duygusal destek sağlamaya çalıştığı davranışların toplamından oluşmaktadır (Eren, 2001, s.446). Tarafların kendilerinin çözüme gideceği konusunda iyimserdir. Temel odak noktası, kısa dönemli çözümlerden çok, uzun dönemli çözümlerdir (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.132). Arabuluculuk tarzlarına yönelik bir başka ayrım da kolaylaştırıcı ve değerlendirici arabuluculuk tarzıdır. Bir arabulucu sabah oturumunda kolaylaştırıcı, öğleden sonraki oturumda ise değerlendirici tarz sergileyebilir. Hangi yaklaşımı kullanırsa kullansın önemli olan, arabuluculuk konusunda hangi tarzın en etkili olduğuna yönelik tarafların inancıdır. Bu arabuluculuk tarzları aşağıda açıklanmaktadır (Massucci, 2003, s.38): • Kolaylaştırıcı Arabuluculuk Tarzı: Kolaylaştırıcı arabulucu, müzakerenin hızını ayarlayıp, seçenekleri ortaya çıkarırken tartışmaları yürütme, tarafları teşvik etme, koçluk yapma ve öneriler geliştirerek arabuluculuk sürecinde taraflara yardım etmeye yönelik teknikler kullanır. Arabulucu süreçte bu teknikleri kullanarak soruna odaklanmayı sağlar ve daha açık bir iletişim ortamı geliştirir; böylece duyguların üstesinden gelmeyi ve güven ortamı sağlamayı başarır. Süreç boyunca arabuluculukta yer alan herkes karşılıklı kazanımlar sağlayacak ortak noktalara odaklanır. Arabulucu tarafların kendi başlarına ulaşamayacağı seçenekler geliştirir. Çünkü taraflar çoğu kez anlaşmazlık durumunda kendi bakış açılarından çıkamayarak değişmez, katı 99 tutumlar sergilerler. Arabulucu, taraflara kendi düşüncelerini dayatmak yerine, taraflar arasında ortaya çıkan verilere dayalı olarak tarafların kendilerinin bir sonuca varmalarına öncülük eder. • Değerlendirici Arabuluculuk Tarzı: Bu tarz arabuluculukta, anlaşmazlıktaki yasal ve olgusal durumlar ile tarafların farklı görüşleri analiz edilir ve tahkim veya mahkeme sürecinde ne olup olmayacağına dair görüşler sunulur. Değerlendirici arabuluculuk, anlaşmazlığa ilişkin olayları ve yasaları, mümkün olduğunca tahkim veya mahkeme sürecinde sunulmuş kanıtları inceler ve tahkim veya mahkeme sürecinde hakemlerin ya da hâkimlerin olaya yönelik nasıl bir reaksiyon içinde olacaklarına ilişkin görüş belirtir. Bu yönüyle değerlendirici arabuluculuk, tahkim gibi görünse de farklı bir süreçtir. Değerlendirici arabulucu tarafların gerçekçiliğini test eder ve farklı seçenekleri yeniden değerlendirmelerine yardımcı olur, ancak taraflar arabulucunun değerlendirmesini kabul etmekle yükümlü değildirler. Taraflar bu bilgiyi görüşmeleri daha ileriye götürme veya nasıl hareket edeceklerini belirleme boyutunda kullanırlar. Anlaşmazlıkların çözümünde en iyi arabuluculuk biçimi yoktur. Arabulucunun seçiminde önemli olan, arabuluculuk tarzı ile tarafların amaçlarının uyumlu olmasıdır. Arabuluculuk strateji ve tarzları tarafların özelliklerine, çatışmaya ve arabuluculuk programına göre farklılaşmaktadır. Örneğin özel sektör arabuluculuğu, rekabetçi ve geleneksel toplu iş müzakerelerinin doğasını yansıtır ve arabulucu taraflarla ayrı toplantılar yapmak durumunda olduğundan daha fazla zaman harcayacağının farkında olmalıdır. Çocuk velayeti arabuluculuğu daha çok rehber eşliğinde gerçekleşen işbirlikçi bir süreçtir. Arabulucu taraflarla birlikte çalışmak için daha fazla zaman harcamak durumundadır. Sigorta tazminatı talebi arabuluculuğunda tek bir durum söz konusudur ve tarafların sürekli bir ilişki içinde olmaları söz konusu değildir. Bu durumlarda arabulucu söz konusu anlaşmazlığa ilişkin bir değer biçerek anlaşmanın hızlandırılmasına çalışır. Genellikle arabulucular farklı tarzlara ve kişisel özelliklere sahiptirler ve rahat bir arabuluculuk ortamı oluşturmak için birden fazla yöntem kullanabilirler. Arabulucu, arabuluculuk sürecine uyuşmazlığın nasıl çözülebileceğine ilişkin özel teknikler ve fikirlere sahip olarak gelir ancak süreç içinde arabulucu tarafların bireysel gereksinimlerini ve arzularını anlamak, tarafların ulaşmak istedikleri sonuçlara saygı göstermek zorundadır. Arabuluculuk sürecinde hangi durumlarda hangi arabuluculuk tarzlarının işe koşulması daha etkili sonuçlar alınmasına katkı sağlar? Açıklayınız. ARABULUCULUĞUN TERCİH EDİLME VE EDİLMEME NEDENLERİ Arabuluculuk işyeri veya kişilerarası boyutlarda insanları duygusal veya bireysel biçimlerde etkileyen anlaşmazlıklar için en uygun çözüm yöntemlerinden biridir. Çünkü yasal sistemler anlaşmazlıkları her iki tarafın istediği şekilde çözmeye dönük düzenlemelere sahip değildir. Yasal sistemlerde, kişisel duygu ve algılar tarafından çevrelenmiş işle ilgili anlaşmazlıkların danışmanlık yoluyla çözülmesi net bir şekilde belirlenmiş değildir (Weinstein, 2000, s.22). Bir çatışma çözme yöntemi olan arabuluculuğun tercih edildiği iki koşul sözkonusudur. Bu koşullar şunlardır (Schoenfield and Schoenfield, 1991, s.225): • Tarafsız bir kimsenin anlaşmazlık içinde olan taraflara göre gönüllü anlaşmayı sağlama olasılığına daha fazla sahip olması. • Anlaşmazlık içinde olan tarafların sorun çözüldükten sonra da sürekli bir ilişki içinde oldukları birlikte çalışma durumunda olması. Tarafların arabuluculuğu tercih etmeleri yönünde verecekleri karar, onların amaçlarına ulaşma yolundaki seçeneklerine bağlıdır. Örneğin bir ülke, başka bir ülke ile yaşadığı çatışmadan toplumsal ve ekonomik anlamda yarardan çok zarar edeceği kanısına varırsa arabuluculuğa başvurmayı isteyebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanan ve Türkiye’de uygulanmak üzere şimdilerde yasal temelleri 100 atılması yönünde çalışmalar yapılan yöntemle, boşanacak çiftler avukata ve mahkemeye gitmeyi çok pahalı ve sonucu belirsiz görürlerse arabuluculuğu seçebilirler (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.131). Arabuluculuğun tercih edilmesi yönünde insanların kararını şekillendiren bir başka faktör, bir tarafın arabulucunun karşı tarafa etkisi olduğuna inanmasıdır. Anlaşmazlık içinde bulunan taraflardan biri, karşı tarafın anlaşmazlık tavrı üzerinde arabulucunun etkisi olabileceği düşüncesi taşıyabilir. Genellikle insanlar arasında günlük yaşamda gerçekleşen çatışmaların çözümünde, yaygın kullanılan biçimiyle “saygın ve hatrı sayılır” kişilerin uyuşmazlığın giderilmesine aracılık etmelerinin istenmesi buna örnek olarak verilebilir. Arabuluculuğun tercih edilip, edilmemesi sosyal çevrenin özelliklerine de bağlıdır. Bazı konularda arabuluculuk yasal zorunluluk gereği uygulanmaktadır. Bazı durumlarda ise yasal zorunluluk olmamakla birlikte mahkeme gibi kurumlar arabuluculuğu önermektedir. Ancak bu türden uygulanan ve belli bir baskı ve yönlendirme yoluyla gerçekleştirilen arabuluculukların başarıya ulaşma olasılığı, tarafların kendi istekleriyle gerçekleşen arabuluculuk süreçlerine göre daha azdır (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.131). Tarafları arabuluculuğa yönelten nedenler özetle şöyle sıralanabilir (Özbek, 2004, ss.203-206): • Zamandan Tasarruf: Arabuluculuk diğer çatışma çözme yöntemlerine göre anlaşmazlıkların daha hızlı bir şekilde çözülmesine olanak sağlar. Örneğin mahkemelerde görülen davalar aylar, yıllar gibi zamana yayılırken, arabuluculuk süreci ile günler veya haftalar içinde çözülmesi olanaklıdır. • Maliyetin Azlığı: Arabuluculuk yöntemi taraflara mahkeme ve benzeri yollara başvurarak avukat ücreti, yargılama harç ve giderleri gibi masraflardan kurtulmalarına olanak sağlar. Ayrıca, kısa sürede çözüme ulaşılması da emek ve işgücünün boşa gitmesini önlemektedir. • Tarafların Tercihi: Arabuluculuk süreci taraflarca tercih edildiğinde, anlaşmazlıkların çözüm olasılığı artmakta, bu da tarafları arabuluculuğa yöneltmektedir. Bir başka ifade ile, tarafların arabuluculuğun gönüllülük ilkesi doğrultusunda arabuluculuk sürecine katıldıkları ve böyle bir katılımın büyük olasılık anlaşmayı sağlayacağı bilgisi onları bu sürece yönelten bir etken olmaktadır. • Arabuluculuğun Olası Sonuçları: Arabuluculuk sürecinde anlaşma olmadığında, sonuçların bağlayıcı niteliği olmaması nedeniyle tarafların kaybedeceği hiçbir şey yoktur. Bu durum zaman, para, hak gibi bir takım şeylerini kaybetme olasılığının olduğu diğer çatışma çözme yöntemlerinin yerine daha çok arabuluculuğu tercih etmelerine neden olmaktadır. Tarafların hakları arabuluculukta zarar görmez; taraflar anlaşamazsa diğer çatışma çözme yöntemlerine başvurabilirler. • Gereksinimlerin Karşılanması Arayışı: Üçüncü bir tarafın kesin hükmüne bağlı çözümler çoğu zaman tarafların gereksinimlerini karşılayacak nitelikte olmayabilir. Bu nedenle taraflar herkesin gereksinimlerinin karşılanmasının temel anlayış olduğu, kazan-kazan anlayışına dayalı arabuluculuğa yönelebilirler. • Görüşmelerin Başlatılması ve Sürdürülmesi Sorunlarının Aşılması: Bazı anlaşmazlık durumlarının en önemli adımı, görüşmelere başlanması yönünde atılacak ilk adım ve görüşmeler sürecinde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle görüşmelerin durdurulmasıdır. Bu açıdan, arabuluculuk çatışma çözümünde görüşmelere başlanması ve sürecin aksamadan sürdürülmesi için en iyi alternatif çatışma çözüm yöntemlerinden biridir. • Tarafların Köklü Görüş Ayrılıklarının Ortadan Kaldırılması: Çatışma sürecinde en önemli sorunlardan biri tarafların birbirine bütünüyle zıt görüşlere sahip olmalarıdır. Bu görüş ayrılıklarının köklü olmasının ardında güçlü duygular yatmaktadır. Arabuluculuk sürecinde arabulucunun sağlayacağı duyguların ortaya çıkarılmasına yönelik ortam, tarafların duygusal çözülme yaşamalarına olanak vererek, köklü düşünce ayrılıkların yumuşamasına ve isteklerin ortak bir noktada birleşmesine olanak sağlar. • Taraflar Arasındaki İletişimin Sürdürülmesi: Kimi çatışma durumunda olan taraflar sürecin sonlanmasından sonra da ilişkilerini sürdürmek durumunda kalabilir veya tarafların kendileri ilişkilerin sürmesini isteyebilirler. Arabuluculuk yıkıcı unsurların oluşmasını engelleyen ve 101 mücadeleci stratejilerden süreci uzak tutarak, taraflar arasındaki ilişkilerin korunması ve iletişimin sürdürülmesi fırsatını yaratır. • Karmaşık Çatışma Durumlarını Çözme: Bazı çatışma durumları karmaşık yapıları nedeniyle farklı çözüm stratejilerinin uygulanması açısından zaman ve maliyet yönünden taraflara zarar verecek niteliktedir. Arabuluculuk, yaratıcılığı teşvik etmesi ve yeni fikirlerin ortaya çıkmasına fırsat tanıyan ortamlar oluşturması nedeniyle karmaşık, uzun zaman ve yüksek maliyet gerektiren çatışma durumlarına çok daha etkili ve ekonomik çözümler bulunmasına olanak sağlar. • Gizlilik Gereksinimi: Üçüncü tarafın kamusal kimlik taşıdığı çatışma çözüm stratejilerinde çatışma konusu taraflarca istenmeyen kişiler tarafından öğrenilmesine yol açabilmektedir. Arabuluculuk işleyiş özellikleri ve yapısı gereği tarafların anlaşmazlıklarının gizlilik ilkesi çerçevesinde kalmasını sağlar. Örgütlerde ortaya çıkan anlaşmazlık durumunda, taraflar birbirlerine ve örgüte zarar vermeden sorunun çözülmesinde yetersiz kalabilirler. Böyle bir durumda arabulucular anlaşmazlığın niteliğine ve tarafları etkileme boyutuna göre farklı yönetsel davranış modelleri sergileyerek sürece müdahale etmekte ve anlaşmazlık durumunun örgüte ve bireylere zarar vermeden hatta yarar sağlayacak bir şekilde çözülmesine katkı sağlamaktadırlar (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.129). Anlaşmazlık içinde olan bireylerin arabuluculuğu tercih etmelerine neden olan etkenlerin yanında, arabuluculuğun tercih edilmemesine neden olan bazı etkenler de bulunmaktadır. Bu etkenler şu şekilde sıralanabilir (Özbek, 2004, ss.205-206) : • Tarafların Arabuluculuğu İstememesi: Arabuluculuk anlaşmazlık içinde bulunan tarafların gönüllü olarak talepleri doğrultusunda işletildiği zaman büyük ölçüde başarıya ulaşan bir çatışma çözme yöntemidir. Dolayısıyla taraflardan birinin bile arabuluculuğa karşı olması sürecin başarısızlığına yol açacaktır. • Tarafların Sürece Katılmaması: Çatışma durumu pek çok tarafla ilgili olabilir. Anlaşmazlık içinde olan bu taraflardan en az birinin sürece katılmaması durumunda, çatışmanın tüm ilgili tarafların istek ve beklentileri bütünüyle ortaya çıkarılamayacağından, belirlenebilecek çözüm önerileri de tatmin edici nitelikte olmayacak ve sürece katılmayan tarafın kabulüne dayanmayacaktır. Taraflardan birinin bile isteklerini karşılamayan ve kabulüne dayanmayan arabuluculuk süreci başarılı olamaz. • Müzakere Edilemeyen Durumlar: Taraflardan biri çatışma konusu olan durumlardan birini olmazsa olmaz katılığında görüşmeye açmadığında, arabuluculuk süreci başarılı olamayacaktır. • Arabuluculuğun Sabote Edilmesi: Arabuluculuk süreci tarafların gönüllülüğü üzerine kuruludur, bu nedenle arabuluculuk sürecinin başarılı olması tarafların beklentisidir. Ancak bazı durumlarda arabuluculuğa gönüllüymüş gibi davranan taraflardan biri sürecin başarısız olması için gizli çabalar içinde olabilir. Böyle durumlarda arabuluculuğu ısrarla sürdürmeye veya anlaşmazlığın çözümü için arabuluculuğu kullanmaya gerek yoktur. • Taraflardan Birinin Yoksul Olması: Anlaşmazlık konusu para veya mal paylaşımının olduğu durumlarda, taraflardan birinin bu dağıtımı karşılayamayacak durumda olması süreci başarısızlığa uğratacaktır. • Gerekli Bilgilere Ulaşma Çabası: Arabuluculuk aşamasında bazı önemli eksik bilgilerin var olması sürecin değişmesine veya tarafların beklentilerinin farklılaşmasına yol açabilir. Bu nedenle, gerekli tüm bilgilere ulaşabilme adına arabuluculuğun ertelenmesi mümkündür. Arabuluculuk tarzları, arabulucunun özellikleri ve arabuluculuğa başvurma sürecine ilişkin olarak Hüseyin Güngör Şahin’in 2000 yılında Metnis Yayınları’ndan çıkan “Arabuluculuk” isimli kitabı okuyabilirsiniz. 102 ARABULUCULUK SÜREC! Arabuluculuk, çatı!maların çözümünde ve ili!kilerin geli!tirilmesinde dikkat çekici derecede etkili ve esnek bir araçtır. Arabuluculuk modeli dönü!türülebilir ve farklı durumlara uyarlanabilir. Ancak arabuluculu"u bir ilkeler dizisi ve yapısal bir ana hat olarak görmek önemlidir. Basitlik ve esneklik arabuluculu"u pek çok farklı durumlar için yararlı kılan önemli özelliklerdir. Arabuluculuk sorunların çözümü için mantıksal bir çatı ortaya koyar (Weinstein,2000, s.28). Arabuluculuk sürecine ili!kin alanyazında farklı a!amalar olmakla birlikte, genellikle bu a!amalar birbirlerini kapsayacak nitelikte ifade edilmektedir. Herhangi bir arabuluculuk çabasında atılacak ilk adım çatı!manın ne oldu"unun anla!ılmasıdır. Çatı!mayı anlama, ne arabulucuyu geçmi!ten gelen ayrıntılı bilgilerle bo"mak ne de standartları ve beklenen sonuçları riske atacak üstünkörülük içinde olmalıdır. Bunun yerine çatı!ma analizi çatı!manın ba"lamını anlamaya ve strateji sorusuna yanıt vermeye dayanmalıdır. Çatı!manın neyle ilgili oldu"una ili!kin basit bir soruyu kavramsalla!tırmanın pek çok kolay yolu bulunmaktadır. Bazı analistler ilgilere ve pozisyonlara odaklanan çatı!ma analizi araçları kullanırlar; bazıları !ikâyetlere, gereksinimlere ve ili!kilere odaklanırlar; di"erleri de anla!mazlı"ın etkilerini ve nedenlerini bir akıl haritasına benzer biçiminde ortaya koyan sorun a"acı veya olasılıklar a"acı analizleri yaparlar. Bu yakla!ımlardan her biri önemlidir; ancak sonuçta en de"erli araçlar arabulucunun amacına en iyi hizmet eden araç olarak dü!ünülmelidir (Smith ve Smock, 2008, s.9). Arabuluculuk süreci ili!kileri devam edecek taraflar için ideal bir çatı!ma çözüm yöntemidir. Bu nedenle arabuluculukta ili!kilerin korunması için taraflar te!vik edilir. Genel olarak ba!arılı bir arabuluculuk sürecinde a!amalar nasıl sınıflandırılırsa sınıflandırılsın $ekil 5.1’de gösterilen adımların atılması gerekmektedir. "ekil 5.1: Arabuluculuk Sürecinin Adımları Kaynak: Schoenfield, M.K. ve Schoenfield R.M (1991). 36-Hour Negotiating Course. New York: McGraw Hill, Inc., s. 226’dan uyarlanmı"tır. Arabuluculuk sürecinin her bir a!amasında sorunun tanımlanması, çözüm fikirlerinin geli!tirilmesi, yaratıcı yakla!ımların ortaya çıkarılması ve tarafların taleplerini kar!ılayacak sonuçların elde edilmesi için pek çok sorun çözme tekni"i, yaratıcı dü!ünce uygulamaları, uzla!ma araçları uygulanabilmektedir. Bu araçların kullanımı arabulucunun amacına göre arabuluculuk süreci a!amalarına yayılır. Arabuluculuk süreci $ekil 5.1’de gösterilen adımları da kapsayacak biçimde be! temel a!amaya bölünebilir (Goldberg ve di"erleri, 2003, s.113): 1. Arabuluculuk Oturumuna Hazırlık ve Masaya Oturma 2. Arabuluculuk Oturumunu Açma 3. Tarafların Açılı! Sunumları 4. Görü!melere Arabuluculuk Yapma 5. Anla!ma 103 ! ! Arabuluculuk sürecinin aşamaları, bir arabuluculuk oturumu ve arabulucunun süreçteki rollerine yönelik örnek bir uygulamayı izlemek için http://www.youtube.com/watch?v=heUcre2d9wg&feature=related adresini ziyaret edebilirsiniz. Arabuluculuk sürecine ilişkin beş temel aşama aşağıda açıklanmaktadır: 1. Arabuluculuk Oturumuna Hazırlık ve Masaya Oturma: Arabuluculuk genellikle tarafların anlaşmazlıklarını çözmedeki başarısızlıklarının yan ürünüdür. Her bir taraf arabuluculuğa diğerlerinin kabul etmeyeceği kendi pozisyonlarına takılı kalarak gelirler. Taraflar birbirlerine güvenmezler ve kızgın, hüsrana uğramış, bezgin veya incinmiş olabilirler. Onların anlaşmadaki başarısızlığı olayın unsurları olduğu kadar duygusal boyutuna da dayanmaktadır (Goldberg ve diğerleri, 2003, s.113). Arabuluculuk öncesi yapılacak ilk işlemlerden biri, taraflardan birinin bir arabulucu veya arabuluculuk merkezi ile bağlantıya geçmesidir. Daha sonraki adımda diğer tarafla bağlantı kurulması ve tarafların arabuluculuk sürecine hazır duruma getirilmesi söz konusudur. Arabuluculuk oturumunun başlaması öncesinde, arabulucu ve taraflar arasında bir takım belgeler imzalanmak üzere dağıtılır. Genellikle arabuluculuk öncesi taraflara; • Arabuluculuğa rıza gösterme anlaşması, • Tarafların arabuluculuk sürecinde başka bir çatışma çözme yöntemine başvurmayacaklarına dair Hareketsizlik Anlaşması ve Gizlilik Anlaşması gibi anlaşmalar imzalatılır (Ildır, 2003, s.93). Arabuluculuk oturumu açılmadan önce arabuluculuk için yasal zeminin oluşturulması ve süreçte kullanılması bu aşamada gerçekleştirilebilir. Bu aşamada arabulucunun önemli görevlerinden biri de arabuluculuk ortamının fiziksel düzenlenmesidir. Taraflar bir araya gelmeden sürecin gerçekleştirileceği ortam, tarafların rahat iletişim kurabilecekleri ve kendilerini güvende hissedecekleri bir biçimde gözden geçirilmelidir. 2. Arabuluculuk Oturumunu Açma: Arabulucunun açılış konuşmaları tarafların ve uyuşmazlığın durumuna göre değişir. Çocuk velayeti olaylarında bu konuşmalar çok uzun ve ayrıntılı olabilir ya da haftalar veya aylarca sürecek bir dizi arabuluculuk oturumunun temelini oluşturacak nitelikte yayılabilir. Sigorta veya ticari konularda taraflar sürekli ilişki içinde olmayan başkaları tarafından temsil edilir. Bu tür uzlaşmazlıklarda açılış konuşmaları kısa ve öz olabilir, öncelikle arabuluculuk kuralları açıklanır, gizlilik konuları ve arabulucunun tarafsızlığı vurgulanır. Toplu pazarlıklarda taraflar ve arabulucu genel olarak süreci bildiklerinden kuralları uzun uzun açıklamaya gerek yoktur ve arabulucu yakın bir ilişki kurmak için resmi olmayan, hatta esprili bir yaklaşım kullanabilir. Tarafların sürekli ilişki içinde oldukları, öfke ve güvensizlik duygularını yoğun olarak yaşadıkları kişilerarası çatışmada, arabulucunun oturumu açma yaklaşımı farklılaşabilir. Bu tür anlaşmazlıklarda arabuluculuk masasına oturma ve selamlaşmadan sonra, arabulucu gerekli olduğu kadar sürecin gizli, karanlık noktalarını açığa çıkarmak için zaman harcar. Arabuluculuk süreci ve sürecin informal ve anlaşmaya dayalı doğası, arabulucunun tarafsızlığı ve tarafların kendi çözümlerine ulaşma sorumluluğu vurgulanarak sürecin kuralları dikkatli bir şekilde açıklanır. Taraflara hikâyelerini anlatmaya yetecek kadar bol, kesintisiz zamana sahip oldukları konusunda güvence verilir. Sürecin gizlilik boyutu vurgulanarak; taraflar, arabulucunun çözüme ulaşmak için onlarla birlikte çalışabileceği gibi ayrı ayrı toplantılar da yapmak isteyeceği konusunda bilgilendirilir. Aynı zamanda taraflar anlaşmazlığın diğer tarafının var olduğu toplantılarda söylemek istemedikleri şeyleri tartışabilecekleri fırsatlara sahip olacakları konusunda güvence verilmelidir. Arabulucu, tarafların fikir ayrılıkları üzerinde dostça çalışmasını teşvik eder, anlaşmazlıkların kısa zamanda çözümlenebildiği önceki deneyimlere dayanan benzerliklerini öne çıkarır. Soruların sorulması teşvik edilir ve arabulucu tarafların sürecini işleyişini anlayıp anlamadıklarını ve kurallara uymayı kabul edip etmediklerini teyit etmek için bu soruları kullanır. Arabulucu tarafları rahat ettirdiği kadar güvenceye de almaya çalışır. 104 Genel olarak arabuluculuk oturumunu açma aşamasında yöntemin nasıl olacağı, kuralların neler olduğu, sürecin nasıl işleyeceği, ulaşılan çözümün nasıl yürürlüğe konulacağı, arabulucunun ve tarafların rollerinin neler olduğu, arabuluculuk sürecinin özellikleri çerçevesinde yöntem ve kurallarda esneklik unsurları olabileceği gibi uygulamalara yer verilir. 3. Tarafların Açılış Sunumları: Taraflara, arabulucunun açılış konuşmasının bitiminde anlaşmazlıklarını ifade etmek için kesintisiz bir zaman verilir. İlk olarak kimin konuşacağı kararı çatışmanın doğasına, tarafların tutumuna ve arabuluculuk programının politikasına bağlı olarak değişmekle birlikte, genellikle konuşmaya ilk şikâyeti olan taraf başlar. Bazen taraflar, arabulucunun en az yönlendirmesiyle birbirlerinin açılış konuşmalarını dinledikten sonra anlaşmazlığı çözerler. Bu nedenle tarafların açılış konuşmaları arabuluculuk sürecinin en önemli aşamlarından birini oluşturmaktadır. Taraflar arabuluculuk oturumuna çılgına dönmüş veya çok sinirli geldiklerinde, açılış konuşmaları dostça olmayabilir. Bu nedenle bazı arabulucular, süreçte erkenden duyguların sınırlı bir şekilde ortaya çıkıp dağılması için kontrollü bir ortam sağlarlar. Üzüntülerin ve hayal kırıklıklarının ifade edilmesi ve kabul edilmesi çatışmanın insancıl yanının ortaya çıkmasına yardım eder. Açılış konuşmaları pek çok açıdan arabulucunun süreci daha etkin bir şekilde yönetmesine olanak sağlar. Açılış konuşmaları arabulucunun süreci yönetirken şu amaçlarına hizmet eder: • Mümkün olduğu kadar tarafların çıkarlarını, önceliklerini öğrenme ve anlaşmazlığı bir an evvel sonlandıracak çözümlerin saptanıp saptanmadığını belirlemek. • Gerçekler ve tarafların gerçeklerden farklılaşan algıları arasındaki ayrımı yakınlaştırmak. Sıklıkla bu durum üçüncü tarafın müdahalesi olmaksızın ortaya çıkar, ancak arabulucu süreci destekler bir çaba içinde olmalıdır. Örneğin bir arabuluculuk oturumunda taraflardan biri soruna ilişkin konuşmasını yaptıktan sonra söylenenlerin taraflarca doğru bir şekilde anlaşılması için arabulucu şöyle bir özetleme yapabilir: “Ahmet Bey, Sezai Bey’in arka bahçesinde başlayan garaj inşaatından rahatsız değilsiniz, ancak sizi asıl rahatsız eden durum, sabah saat altıda siz hala uykudayken işçilerin çalışmaya başlaması…” • Anlaşmazlık içinde olan tarafların ortak amaçlarını ve ilişkilerinin olumlu yanlarını göstermek. Tarafların açılış konuşmaları genellikle anlaşmazlıklar üzerine kurulu olmakla birlikte, çoğu zaman tarafların ortak yanları ve çıkarlarına ilişkin ipuçlarıyla doludur. Arabulucu, çatışmanın çözümü ve tarafların birbirine daha olumlu duygularla yaklaşması için arabuluculuk oturumunda bu ortak amaçlar ve ilişkileri ön plana çıkarır. Örneğin arabulucu, “Sizin söylediğinizden anladığıma göre, 1999’dan beri birlikte çalışıyorsunuz, bu ilişki her ikinizin şirketlerinin finansal yararına olmuştur ve sizler birlikte iş yapmayı sürdürmek için bu konunun çözümüne yönelik bir yol bulmak istiyorsunuz, doğru mu?” biçiminde tarafların dikkatlerini ortak yönlere çeker. • Anlaşmanın gerçekleşmesine katkı sağlayacak arabuluculuk sürecine ilişkin davranışları biçimlendirme ve teşvik etmek. Çatışma çözme sürecinde en önemli boyut, anlaşmazlık içinde olan tarafların konuşmayı sürdürmeleridir. Bu anlamda arabuluculuk oturumunun devam etmesi ve anlaşma aşamasına kadar ulaşılması, büyük ölçüde oturumdaki herkesin belirlenmiş kurallara uygun davranmasına bağlıdır. Arabulucu, açılış konuşmaları sırasında tarafların sürecin işleyişin aksatan davranışları yönlendirmesi ve olumlu davranışları teşvik etmesi gerekir. Örneğin arabulucu, “Sinan Bey söz kesmeyeceğimizi başlangıçta kabul etmiştik. Size sıra geldiğinde gereksinim duyduğunuz kadar zamana sahip olacaksınız.”diyerek, hem kuralları hem de sürecin işleyişini hatırlatabilir. Açılış konuşmaları süresince arabulucu, taraflarla etkili iletişim kurabilmek için taraflara sorun olan çatışmanın geçmişini, anahtar sembolleri ve dönüm noktaları gibi çatışmanın içeriğini analiz etmeye yarayacak tüm boyutları iyi bir şekilde kavramak zorundadır. Bunlardan bazıları tarihsel geçerliliğini kaybetmiş çok eski bilgiler, bazıları da uydurma bilgilerden oluşabilir. Açılış konuşmaları sonunda arabulucu çatışmaya neden olan durumu tanımlayarak, anlaşmazlığın odağının ve yörüngesinin ne olduğunu kavramış olmalıdır. Arabulucu çatışmanın nedenlerini ve geçmişini tam olarak anlamak için bu yörüngenin peşinden gitmelidir. Genel olarak, arabuluculuk sürecinin bu aşamasında arabulucunun amaçları şunlardır (Smith ve Smock, 2008, s.9): 105 • Çatışma içindeki tarafları analiz etmek, • Pozisyonları ve durumları tanımlamak, • İfade edilmiş pozisyonlar ile altı çizilen çıkarlar arasındaki farkı görmek, • Tarafların ortak ve zıt yönlerini belirlemek, • Pozisyonlar, sorunlar ve çıkarlar arasındaki etkileşimi dikkate almak, • Tarafların bulunduğu sosyal çevrenin yapısını ve taraflar üzerindeki etkisini analiz etmek. Taraflar arasında görüşmeler başladığında, arabulucu tarafların kendi pozisyonlarına takılı kalmalarını önleyecek çabalar içine girer. Taraflar açılış konuşmalarında pozisyonlarını ortaya koyduklarında, düşüncelerini itibar kaybı korkusu nedeniyle değiştirmeleri zorlaşır. Bu nedenle arabulucu açılış konuşmaları sırasında taraflardan pozisyonlarını ifade etmelerini istemekten kaçınır. Böylece pozisyona takılı kalmayan arabulucu ve taraflar için geniş bir çözüm yelpazesi ortaya çıkmış olur. Arabulucu taraflara çatışma durumunu yeni bir çerçeveye oturtmak için yardım eder. Arabulucu çatışmaya taraf olanları değerlendirmelidir. Çatışmanın içinde bulunan tarafların kişisel özellikleri, sosyal-kültürel nitelikleri, gereksinimleri ve ekonomik özelliklerini tanımlamak arabulucunun süreci etkili yönetmesinin önemli parçalarıdır (Smith ve Smock, 2008, s.9). Açılış konuşmalarından sonra hangi konuların gündeme alınıp tartışılacağı, arabulucu ve taraflar ile birlikte belirlenir. Arabuluculuk sürecinde çatışma içinde olan tarafların sahip olduğu duygular, arabuluculuk sürecini ve arabulucu rollerini nasıl etkiler? 4. Görüşmelere Arabuluculuk Etme: Arabulucu tarafların çatışmaya neden olan pozisyonlarını ve ayrımlarını tanımlamak zorundadır. Çatışmaya neden olan algıları ve yanlış algılamaların ortaya çıkarılması önemlidir. Tarafların pozisyonlarının temelinde yatan kişisel ve kültürel unsurlar nelerdir? sorusuna yanıt aranmalıdır. Arabulucu tarafların ifade ettikleri pozisyonlar ile talepler arasındaki farkı görebilmelidir. Farklı çatışma çözme senaryolarının altı çizilen talepleri nasıl etkileyeceğini analiz etmelidir. Anlaşmazlık durumu belirli bir yapıya oturtulsa bile tarafların talepleri veya çıkarları çatışmayı sürdürebilir. Çatışmayı sürdüren taleplere sahip olan tarafın kim olduğu ve neden çatışmayı sürdürdüğü belirlenmelidir. Örneğin bazı insanlar için çatışma, gücün ve zenginliğin kaynağı veya adaletten kaçınmanın bir aracı olabilir (Smith ve Smock, 2008, s.9). Arabuluculuk sürecinin bu aşamasında, sorunları tartışmak için akılcı bir düzenleme ortaya çıkabilir veya arabulucu bir strateji önerebilir. Genellikle uzlaşma olasılığı yüksek konularla başlamak görüşmelerin ivme kazanmasını sağlar. Tersi biçimde herhangi bir sorun belirlenmeden önce arabulucu çatışmanın en ağırlıklı sorunuyla ilgilenmeye ve çözümlemeye karar verebilir. Görüşmeler sırasında arabulucu, tarafların uyuşmazlık üzerinde odaklanmalarını, ifadelerin anlaşılmasını ve söylenenlerin değerlendirilebilmesini sağlamak için oturumun akış hızını değiştirebilir ve bazı konular üzerinde ayrıntılı durabilir (Ildır, 2003, s.94). Arabuluculuk sürecinin bu aşamasında arabulucu da dâhil olmak üzere tüm taraflar konuşulanların ve sorunun daha iyi anlaşılabilmesi için soru sormada özgürdürler. Bu yolla çatışanın temelinde yatan asıl nedenlerin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Arabulucu sorunu organize etme, anlaşma zemini arama ve anlaşmazlığa neden olan konuları daraltma görevine bu aşamada başlar (Gaitan ve Kleiner, 1999, s.70). Anlaşmak isteyen taraflar bile, kabul edilebilir çözüm seçeneklerini tanımlama konusunda zorlu bir çalışma yapmak zorundadır. Arabulucular potansiyel çözümlere sahip olabilirler. Ancak arabulucular, taraflar anlaşmazlığa ilişkin daha fazla bilgiye sahip olduklarından dolayı, tarafların kendi fikirlerini önermesine kadar bu çözümleri gizleme eğilimindedirler. Böylece daha kabul edilebilir bir çözüm bulma ve tarafların kendi çözümlerine bağlı kalma olasılığı artar. Bu amaçla arabuluculuk oturumu boyunca taraflardan, yaratıcı olmaları ve uyuşmazlığı çözecek öneriler üretmeleri beklenir. Anlaşmazlığa ilişkin çözüm önerileri geliştirebilmek için yaratıcı düşünceyi destekleyen ve kısa sürede çok sayıda düşüncenin üretildiği beyin fırtınası tekniği bu süreçte kullanılabilecek en uygun araçlardan biridir. Arabuluculuk oturumunda eğer taraflar arabulucunun işbirlikçi bir çevre yaratma çabalarına rağmen rekabetçi bir müzakere duruşu sergilemeye devam ediyorlarsa, arabulucu empatik dinleyici rolüne 106 vurguyu azaltır ve diğer rollere yönelir. Örneğin “gerçeklik ajanı” olarak arabulucu, tarafların herhangi bir taviz vermede gönülsüzlüğü karşısında, taraflardan daha tavizkar davranmalarını isteyebilir. Arabulucu “Mahkeme sizin tüm maddi taleplerinizi karşılasa bile, bu paranın cebinize girmesi ne kadar zaman alır? Bu kadar uzun süre beklemek sizin çıkarlarınızı olumsuz etkilemez mi?” biçimindeki sorularla anlaşmaya yanaşmayan tarafın gerçekleri fark etmesini ve anlaşmaya yönelmesini sağlayabilir. Benzer şekilde arabulucu diğer tarafın bir takım imtiyazlar vermeye hazır olduğunu ifade edebilir ve özellikle “biraz esneklik göstermedikçe, bir anlaşmanın ortaya çıkmayacağını” vurgulayabilir. Anlaşmazlık içinde olanlar kendi çözümlerini üretme konusunda çaresiz veya gönülsüz olduklarında, ortaya çıkan bazı durumlardan dolayı veya görüşmeler çıkmaza girdiğinde, arabulucu alternatifler önerebilir. Bu bağlamda öncelikle taraflarla ayrı ayrı “özel toplantılar” (caucus) yapılabilir. Bu özel toplantıda arabulucu, arabuluculuk oturumunda düşüncelerin akışını engelleyen unsurları belirleyebilir ve kabul edilebilir bir çözümün ne olduğunu saptayabilir. Arabulucuk sürecinde yaygın olarak kullanlan özel toplantılarda arabulucu tarafları daha ayrıntılı dinler ve yönlendirir. Arabuluculuk sürecinde özel toplantılar şu amaçlar için gerçekleştirilir: • Tarafların şiddetlenen duygusal gerilimlerini açığa çıkarmak ve sakinleştirmek, • Tarafların içtenliğini teşvik etmek ve sorunun köküne inmek, • Sorunu açıklığa kavuşturmak ve sorunun derinliğinde yatan gereksinimleri, korkuları, yanlış anlamaları ve istekleri ortaya çıkarmak, • Taraflara birebir zaman harcayarak tarafların güvenini kazanmak, • Sorunları ve alternatifleri gözden geçirmek için fırsat sağlamak, • Taraflardan biri uzlaşmaya ayak dirediğinde onun direncini ortadan kaldırmak, • Taraflara anlaşamamanın sonuçlarını hatırlatmak, • Yeni alternatifler üretecek veya alternatifleri biçimlendirecek bilgiler elde etmek, • Bir tarafın olası anlaşma ya da anlaşmamanın potansiyel sonuçlarının diğer taraf üzerindeki etkilerini düşünüp düşünmediğini kontrol etmek. Arabuluculuk oturumunda tarafların çıkış yolu üretemedikleri anlarda arabulucu yeni öneriler ve çözüm yolları ortaya atabilir. Taraflar bu önerilere ilişkin özellikle olumsuz görüşlerini ortak oturum sırasında, anlaşmaya yanaşmayan taraf görüntüsü vermemek için paylaşmayabilirler. Arabulucu tarafları bu duruma düşürmemek ve gerçek görüşlerini öğrenmek için özel toplantıları kullanır. Genel olarak özel toplantılarda diğer tarafın olmayışı gerilimi, kızgınlığı ve savunmacı yaklaşımı azaltır; çatışma içinde olan kişi özel toplantılarda daha yaratıcı ve esnek olabilir. Özel toplantı yapılan taraflar, diğer taraf olmadığından sorunun asıl nedenleri hakkında bilgi vermede kendilerini daha rahat hissederler. Arabulucu anlaşmazlığın diğer tarafının gözünde tarafsızlığını yitirmeden, özel toplantılar yoluyla taraflarla daha yakın ilişki kurar ve bilgi paylaşımını artırır. Özel toplantıların yürütülmesinde şu ilkeler önem taşımaktadır (Gaitan ve Kleiner, 1999, s.70): • Özel toplantılarda görüşülen taraf, arabulucuya izin vermedikçe tüm paylaşımlar ve tartışmalar gizli tutulmalıdır. • Her bir özel toplantının amacı anlaşmaya varmayla ilişkili konuları tartışmaya yönelik olmalıdır. • Her bir özel toplantıda arabulucu taraflara karşı yansızlık imajını korumalı ve sürdürmelidir. • Tarafsızlık anlayışına rağmen arabulucu özel toplantlarda taraflara eşit zaman harcamak zorunda değildir. 5. Anlaşma: Arabuluculuk oturumu sonunda, uyuşmazlık konularının bir kısmında ya da tümünde anlaşma sağlanabilir veya uyuşmazlık devam edebilir. Arabuluculuk sürecinin anlaşma aşamasında arabulucu, tarafları anlaşmaya yönlendirmek için anlaşmanın boyutlarını özetler. Eğer taraflar ortak noktalara doğru yönelirlerse, arabulucu genellikle anlaşmanın imzalanmasına yönelik çaba harcar. Arabuluculuk süreci sonunda varılan anlaşma sözlü ya da yazılı olabilir. Anlaşma görüşmelerin bitiminde hemen imzalanabilir ya da bir danışman tarafından gözden geçirilene kadar bekletilebilir. Arabuluculuk süreci çatışma durumunun niteliğine göre özel bir anlaşma ile sonuçlandırılabilir veya 107 devam eden bir yargı süreci ile birleştirilebilir. Anlaşmada bir arabulucuya ya da bir başka tarafa kontrol olanağı sağlayan veya eğer anlaşma ihlal edilirse tarafların ne yapacağını gösteren bir infaz hükmü bulunabilir. Taraflar tüm konularda anlaşmazlığa düştüklerinde, arabulucu arabuluculuğun pozitif sonuçlarına yönelme yönünde çaba harcayabilir. Taraflar anlaşmazlığın çözümü veya bir başka yönteme başvurmak için belirli olayları şart koşabilirler. Arabuluculuk sürecinin en olumlu yanlarından biri anlaşma olsun ya da olmasın, sürecin sonunda taraflar arabuluculuk sürecini daha iyi öğrenmiş olabilirler ve daha sonra çözümlenmemiş sorunlarını kendi kendilerine çözebilirler. Arabuluculuk sürecinin aşamaları alanyazında farklı şekillerde ve adımlarda adlandırılsa bile genel olarak benzer iş akışını içermektedir. Örnek Arabuluculuk Oturumu Aşama 1 ve 2: Masaya Oturma ve Arabuluculuk Oturumunu Açma Arabulucunun ilk işi tarafların rahat hissetmesini sağlamak ve temel kuralları açıklamaktır. Arabulucunun rolü karar vermek değil, tarafların anlaşmayı sağlamalarına yardım etmektir. Arabulucu yansız olacağını ifade eder. Aşama 3: Tarafların Açılış Sunumları Her iki taraf da sorunun ne olduğunu anlatır. Öncelikle taraflardan biri sorunu oluşturan hikâyeyi kendi bakış açısından anlatır. Daha sonra diğer taraf gerçekleri kendi bakış açısından anlatır. Bu süreçte tarafların birbirlerinin sözünü kesmesine izin verilmez. Arabulucu da dâhil olmak üzere taraflardan herhangi biri süreç boyunca notlar alabilir. Gizliliğin sağlanması için oturumun sonunda arabulucunun notları yok edilir. Aşama 4: Görüşmelere Arabuluculuk Etme Bu adımda arabulucu üzerinde anlaşılan sorunları ve olguları ve de her bir taraf için önemli olan durumları belirlemeye çalışır. Arabulucu her bir tarafı dinler, tarafların görüşlerini özetler ve tarafların birbirlerinin görüşlerini anlayıp anlamadığını kontrol eder. Bu adımda arabulucunun yardımıyla taraflar, sorunlarını çözmeye yönelik tüm olası çözümleri düşünürler. Taraflar büyük olasılıkla arabuluculuk sürecine akıllarında bir çözümle gelmiş olduklarından dolayı, diğer çözüm olasılıklarını göz önünde bulundurmaları oldukça zordur. Arabulucu bir çözüm listesi yapar ve taraflara her bir çözüme ilişkin neler hissettiklerini ve düşündüklerini sorar. Aşama 5: Anlaşma Arabulucu her bir tarafın duygularını ifade etmesine dayalı olarak olası çözümler listesini tekrar gözden geçirir ve her iki tarafın kabul edebileceği bir çözüm belirlemeye çalışır. Arabulucu tarafların üzerinde tartıştığı ve üzerinde uzlaşma sağladıkları bir çözümü belirleyerek anlaşma yapmalarına yardım eder. Taraflar bir çözüme karar verdikten sonra, anlaşma genellikle yazılı hale getirilmelidir. Yazılı anlaşma tam olarak her iki tarafın nasıl bir anlaşmaya vardıklarını ve ne yapacaklarını tam olarak belirtir biçimde ayrıntılı olmalıdır. Ayrıca anlaşma taraflardan biri anlaşmayı bozarsa nasıl bir yaptırım olacağını da içermelidir. Anlaşma sonuçlandırıldıktan sonra bir sözleşme formu taraflarca imzalanır. Kaynak: Wilson, J.J. (2012). Want to Resolve a Dispute? Try Mediation. U.S. Department of Justice, Office of Justice Programs. s.6 108 Arabuluculuk süreci ve uygulanmasına ilişkin olarak Deniz Kite’nin 2007 yılında Kayseri Ticaret Odası tarafından basılan “21. Yüzyılda Arabuluculuk: Mediasyon” isimli kitabını okuyabilirsiniz. ARABULUCUNUN ROLLERİ VE NİTELİKLERİ Arabulucular genel olarak anlaşmazlığı çözme sürecine hiçbir otoriteye sahip olmadan veya çok az yaptırım gücü ile katılırlar. Bu nedenle arabulucunun öne çıkan en önemli niteliği tarafları anlaşmaya ikna edebilme becerisidir. Arabulucunun ikna becerisinin etkinliği büyük ölçüde tarafların arabulucuya olan güvenine bağlıdır. Tarafların arabuluculuk sürecine gönüllü başvurusu, arabulucunun süreçte tarafların güvenini kazanması, tarafların arabulucuya olan inançlarının artması ve bu inancın arabulucnun ikna gücünü artırması birbirini tetikleyen bir etkileşimi ifade etmektedir. Bu etkileşim arabuluculuk sürecinin ilk adımından başlayıp, arabuluculuk sona erene kadar devam eden bir süreçtir. Bu sürecin başlamasından sonlanmasına kadar her aşamasının etkin bir şekilde işletilmesi, büyük ölçüde arabulucuların sahip oldukları nitelikler ve rollere bağlıdır. Arabulucunun süreçteki rolü taraflar arasında gerçekleşen bir görüşme modelinden ortaya çıkar ve görüşmeler sürecinde gelişir. Arabulucunun temel görevi taraflar arasında anlaşmazlığın çözüldüğünden emin olmak ve bu sürece katkıda bulunmaktır. Bu nedenle arabulucu taraflar arasında anlaşmazlığın giderilmesine katkı sağlayabilmek için pek çok farklı rol oynayacaktır (Fenn and Gameson, 1992, s.289). Arabulucu çatışma çözümünde özel bir rol oynar. Arabulucu mahkemedeki bir hâkim gibi kimin haklı kimin haksız ya da kimin suçlu kimin suçsuz olduğuna ilişkin kararlar vermez. Arabulucu, anlaşmazlık içindeki taraflara barışçıl bir çözüm yolu bulmak ve anlaşmak için yardım etmeye çalışır. Arabulucular çatışma çözme sürecinde en önemli nitelik olarak tarafsız olabilme yeterliliği göstermelidirler. Çatışmanın çözüm sürecinde en doğru ve tarafsız kararı verebilmeli ve karşısına çıkan her türlü değişkeni dengeleyebilmelidir (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.129). Bir arabulucunun bu mesleği yaparken insanı olduğu gibi kabul edebilmesi önemli bir arabulucu özelliğidir. Arabulucu, felsefi bakış açısıyla mükemmel neden-sonuç ilişkisi kurabilmeli, kendi sahip olduğu çözüm odaklılığı taraflara da yansıtabilmeli ve yaptıklarıyla toplumsal dönüşümü desteklediğini fark ederek, içsel ve çevresel barışı yaşayabilmelidir. Kendi kendisiyle barışık olmayan bir kişinin, iyi ve tarafsız bir arabulucu olabilmesi zordur (Taştan, 2010, s. 8). Arabulucular kendileri ile çatışma içinde olmamalı ve tutarlı bir yaklaşım sergilemelidirler. Arabulucular ortaya koydukları gerekçelere ve diğer tüm koşullara öncelikle kendileri de inanmalıdırlar ki ancak bu yolla içten ve inandırıcı bir arabuluculuk süreci gerçekleştirebilirler. (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.129). Bu açıklamalar doğrultusunda çatışma içinde olan kişilerin algılarına göre iyi bir arabulucunun ne olduğuna ilişkin yapılmış pek çok araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlara dayalı olarak arabulucunun nitelikleri şöyle sıralanmaktadır (Taştan, 2000, s.8; Roberts, 2007, s.43): • Tarafsızlık, • Nesnellik, • Sır saklama, • Empati kurabilme, • Dostça yaklaşma, • İnsan sevgisine sahip olma, • Girişimcilik, • Kendi çözüm önerilerini dayatmama, • Esnek olma, • Arabuluculuk sürecini devam ettirebilme becerisine sahip olma, 109 • Tarafları anlayabilme, • Kendi yetki sınırlarını bilme, • Özgün düşünceler üretebilme, • Yerinde espri duygusuna sahip olma, • Engelleyici olmama, • “Bizden biri” olarak arabulucu duygusunu oluşturma, • Kişisel nüfuza dayalı saygı duyulan bir otorite olarak arabuluculuk davranışı sergileme, • Anlaşmazlığın karmaşıklık düzeyini hızlı anlama yeterliğine sahip olma, • Bilgi birikimine sahip olma, • Duygularını kontrol edebilme, • Fiziksel dayanıklılık, • Bilgeliğe sahip olma, • Sabırlı olma, • Çatışmanın ortaya çıktığı çevrenin dinamiklerini anlama yeterliliğine sahip olma, • Zeki olma(süreç becerileri ve alan bilgisi). Arabulucunun süreçte bu niteliklere sahip olması arabuluculuk sürecinin uzlaşma ile sonuçlanma olasılığını artırır. Bunların yanında arabulucunun arabuluculuk sürecinde oynaması gerektiği pek çok rolü bulunmaktadır. Arabulucunun en önemli rolü taraflar arasında anlaşmanın sağlanmasına olanak sağlayacak bir çevrenin yaratılmasıdır. Böyle bir çevrenin yaratılması için arabulucunun tercüman, kolaylaştırıcılık, eşgüdümleyicilik, gerçeklik ajanı, empati ve etkin dinleme gibi pek çok rolü sergilemesi gerekmektedir. Arabulucunun rolü hem süreçleri oluştururken hem de görüşmeleri yürütürken sergilediği liderlik yeterliklerine bağlı olarak farklılaşır (Schoenfield and Schoenfield, 1991, s.227). Arabulucunun rolleri aşağıda açıklanmaktadır: Mütercim ve Tercümanlık: Taraflar arasındaki uyuşmazlıkların oluşumunda sorunun herkes tarafından kendi bakış açısıyla ele alınması sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Her bir taraf kendi kârını en yükseğe çıkarmaya odaklanır ve mümkün olduğunca aksaklıklara ilişkin sorumluluktan kaçar. Bu süreçte pek çok iletişim engelleri söz konusudur. Arabulucunun temel görevi taraflar arasındaki farklı bakış açılarının ve anlaşmazlığın genel görünümünü ortaya koymaktır. Arabulucu tarafların kendi durumlarını nesnel olarak anlayabilecekleri durumdan daha iyi bir konumdadır. Bu konumunun getirdiği nesnellikle tarafların birbirine neyi söylemek istediklerini anlamalarına yardımcı olmalıdır. Arabulucu tercümanlık rolünün gereği olarak, çoğu zaman tarafların üstü kapalı ifade ettikleri duyguları, talepleri ve gereksinimlerini anlayarak, tarafların birbiriyle empati kurabilmelerine yardımcı olur. Kolaylaştırıcılık: Arabulucunun en önemli rollerinden birinin tarafların sahip oldukları güç ve pozisyonlara bakılmaksızın elde edebilecekleri en iyi sonuçlara ulaşmalarına yardım etmek olduğu ileri sürülmektedir. Bu arabuluculuğa kolaylaştırıcı yaklaşım olarak karakterize edilmiştir. Kolaylaştırıcı olarak arabulucu, anlaşmayı kolaylaştırma, taraflara kendi taleplerine odaklanmaları için yardım etme ve kendi karar ve değerlendirmelerine dayalı yaratıcı çözümler üretmelerini sağlamakla yükümlüdür (Goldman ve Rojot, 2003, s.268). Tarafların görüşmeler aşamasında bir anlaşmazlığa düştüklerini fark eder etmez genellikle birbirleriyle iletişimi sürdürmeyi durdurmaları karşılaşılan sorunlardan biridir. Arabulucu sahip olduğu soğukkanlılığı ile taraflar arasında etkili iletişimin yeniden kurulmasını kolaylaştırır. Arabulucu tarafları ya anlaşmaya varmaları için teşvik eder ya da anlaşmanın önünde engeller oluşturan yanlış anlaşılmaları 110 aydınlığa çıkarıp, ortadan kaldırır. Arabulucu, arabuluculuk sürecinin yürütülmesini sağlar ve anlaşmayı kolaylaştırır. Arabulucu sorular sorarak tarafların çatışmanın ayrıntılarını anlamalarına yardım eder, mevcut çatışma için bir çözüm tasarlar ve gelecekteki çatışmaları önler. Belirli bir yapının baskısı dışında, bir çeşit ipoteksiz bir içgörüye sahip olan kolaylaştırıcı olarak arabulucu, taraflara yeni bir bakış açısı sunar. Arabulucu taraflara sahip oldukları sorunların ve kalıplaşmış, yerleşik çözümlerinin ötesine geçebilmelerine yardım eder. Arabulucunun kolaylaştırıcılık rolü ile taraflarca üretilen yaratıcı çözümler genellikle sıra dışıdır ve ilişkileri etkileyen tarafların fark etmediği ve çözümü engelleyen şeylerin altında yatan unsurları ortaya çıkarır. Arabulucuların sahip olması gereken kişisel özellikleri ve sergiledikleri rollere ilişkin ayrıntılı bilgiler için http://www.arabulucu.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Eşgüdümleyicilik: Arabulucu, aynı zamanda eşgüdümleyici (koordinatör)’dir. Arabulucu, arabuluculuk oturumunun yönetilmesine ve sınırların oluşturulmasına yardım eder. Arabulucuğun esnek yapısı nedeniyle, arabuluculuk oturumunda bulunanların çabaları ve söylemleri çoğu zaman asıl amaçtan uzaklaşabilmektedir. Herkesin kendi amaçlarını ve önceliklerine ön plana çıkarmaya çalıştığı bir kaos ortamında, arabulucunun herkesin çabalarını ve düşüncelerini anlaşma hedefine yönlendirdiği eşgüdümleyicilik rolüne gereksinim duyulur. Çünkü arabuluculuk diğer çatışma çözme süreçlerinin katılığından kaçınmakla birlikte rasyonel ve verimli çalışma anlayışını sürdürme eğilimindedir. Arabulucular çatışma sürecinde değişik beklentileri olan taraflar ile ayrı ayrı görüşmekte ve anlaşmazlığa neden olan konular hakkında görüş ve önerilerini almaktadır. Böylece arabulucu çatışmanın taraflarını ortak bir noktada buluşturmayı hedeflemekte ve herkesin ortak görüşünü yansıtacak bir sonucun elde edilmesine yönelik çabalar göstermektedir. Bu anlamda arabulucunun eşgüdümleyicilik rolü, birleştiricilik rol ile aynı felsefeye dayanmaktadır (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.129). Çatışma içinde bulunan tarafların ilgi ve çabalarının çözüme odaklanmasını sağlamak, herkesin aynı doğrultuda geleceğe bakması yönünde çaba sergilemek, gerek görüldüğü anlarda tarafların sürece katkılarını belirli bir anlayış çerçevesinde yürütmek, arabulucunun eşgüdümleyicilik rolünün gereklerindendir. Gerçeklik Ajanı: Arabulucunun bir diğer rolü taraflara iç ve dış dinamikler çerçevesinde mevcut durumu olduğu gibi göstermek olarak vurgulanmaktadır. Gerçeklik ajanı olarak arabulucu, taraflara mevcut anlaşmazlığın ortaya koyduğu sonuçları ve olası etkilerini göstermek durumundadır. Arabulucu özellikle anlaşmanın olması veya olmaması durumunda karşılaşılacak sonuçların neler olduğu, anlaşmanın taraflara sağlayacağı kısa ve uzun dönemli yararların belirlenmesinde etkin rol oynamak durumundadır. Ayrıca gerçeklik ajanı olarak arabulucunun, arabuluculuk sürecinde verilen bilgilerin gerçeği ne ölçüde yansıttığı, alınan kararların doğruluğu, kanıtlanmış bilgilere dayalı olup olmadığı, delillerin neler olduğu konusunda çaba harcaması bu rolünün en önemli gereklerindedir. Arabuluculuk sürecinde tarafların taleplerinin ne düzeyde gerçekçi olduğu, bu taleplerin karşılanmasının ne kadar olanaklı olup olmadığını ortaya koymak gerçeklik ajanı rolünün gerektirdiği davranış biçimleridir. Empati ve Etkin Dinleme: Etkili arabulucu çeşitli roller oynar ve farklı teknikler kullanır ancak hiçbiri dinleme becerisi kadar önemli değildir. Dikkatli dinleme arabulucular tarafından uyuşmazlığın anlaşılmasını sağlar fakat arabulucu sorunun kaynağını bir şekilde bulup, taraflara iletmedikçe sınırlı bir yarar sağlar. Arabulucular sıklıkla empati kurma ve etkin dinleme aracılığıyla elde ettiği bilgileri taraflarla paylaşır. Empati kurma ve etkin dinleme, tarafların ne söylediğini anlama kadar nasıl hissettiğini anlama anlamını taşır ve her iki tarafa da önem vermesine ve onları daha iyi anlamasına olanak sağlayan sözlü ve sözsüz dönütler sağlar. Empatik arabulucu tarafların söylediği şeyleri onaylama ya da onaylamama tutumu sergilemeden saygı gösterir, tarafların talebi olmadan öneri geliştirmekten kendini alıkoyar ve tarafların sözünü kesmez. 111 Özellikle duyguların yoğun olduğu anlaşmazlıklarda empatik arabulucu, tarafların gerçekten tam olarak ne söylediğini dinleyecek birinci kişidir. Taraflar birilerinin kendilerini dinlediklerini hissettiklerinde daha açık sözlü olma ve diğer tarafın da hikâyesini dinleme eğilimi gösterirler. Bundan dolayı taraflar alternatif çözümler keşfetme konusunda büyük olasılık daha istekli olurlar (Goldberg ve diğerleri, 2003, s.113). Arabulucu, arabuluculuk sürecinde duyguların denetiminden sorumlu olmamasına rağmen, duyguların yönlendirilmesinde önemli rol oynar. Arabulucu eğer bir kişi ağlıyorsa empati kurabilir; arabulucu katılımcıların duygularına ilgi gösterebilir. Bu ilgi sırasında tarafsızlığını sürdürebilmelidir. Arabulucu için empatinin empati kurulan kişinin yanında olmakla aynı şey olmadığını açık bir şekilde ifade etmek çok önemlidir (Weinstein,2000, s.34). Arabulucunun yukarıda sıralanan özellikler ve rolleri çerçevesinde sahip olması gereken ve arabulucunun kişisel inançlarını ve becerilerini değerlendirmede ölçüt olabilecek yeterlikler şu şekilde sıralanabilir (Weinstein, 2000, ss.61-63): • Yetkin bir arabulucu duyguların yoğun olduğu durumlarda sorun çözmeyi sever. • Yetkin bir arabulucu entelektüelliğin yoğun olduğu durumlarda sorun çözmeyi sever. • Yetkin bir arabulucu insanların davranışlarını açıklayan iyi bir nedene sahip olduklarını bilir. • Yetkin bir arabulucu sorunla ilgili tarafların sürekli ipuçları verdiklerinin farkındadır. • Yetkin bir arabulucu çatışma içinde olanların soruna ilişkin en iyi farkındalığa ve bilgiye sahip olduklarını fark eder ve kabul eder. • Yetkin bir arabulucu davranışları şekillendiren ve eylemleri güdüleyen unsurlara ilişkin merak sahibidir. • Arabulucu tüm davranışların bir geçmişe sahip olduğunu ve geçmişin değerli bir hikâye olduğunu fark eder. • Yetkin bir arabulucu sorunların hikâyelerle ilgili olduğunu anlar. Zamanla hikâyeler farklı şekilde ifade edildiğinde, yöntemler de değişir. • Yetkin bir arabulucu sorular aracılığıyla anlaşmazlığın biçimini değiştirmeye yardım eder. Arabuluculuk süreci işlemez hale geldiğinde taraflar sorunları ve görüşme biçimlerini düşünmede serbesttirler. Genel olarak arabulucuların tarafsız ve bağımsız müdahiller olması beklenir. Buna rağmen arabulucu süreçte kendisini etkileyecek konularla ilgili olarak belirli sonuçları dayatma davranışlarından uzak durmak durumundadır. Arabuluculuk yönteminde arabuluculuk sürecinin hangi aşamalarında arabulucuların sahip olduğu hangi nitelikler ve roller daha çok ön plana çıkar? Tartışınız. ARABULUCULUĞUN YARARLARI VE SINIRLILIKLARI Arabuluculuk genellikle anlaşmazlık içinde olanlar tarafından olumlu bir yöntem olarak algılanır. Bu algı arabuluculuk sürecinin genellikle gönüllü olmasından ve sürecin taraflar açısından yararlı bir şekilde sonuçlandırılacağına ilişkin inançtan kaynaklanmaktadır (Stuhlmacher ve Morrissett, 2008, s.249). Arabuluculuk örgütsel çatışmaları yönetmede kullanılan diğer geleneksel yöntemlere göre daha fazla yararlıdır. Arabuluculukta çatışan taraflar elde edilen sonuçtan daha yüksek düzeyde doyum elde ederler, anlaşmaya çoğunlukla bağlı kalırlar ve çözüm kısa bir zaman diliminde elde edilir (Jehn, Rupert ve Nauta, 2006, s.99). Arabuluculuk yoluyla elde edilebilecek yararlar şunlardır (Weinstein,2000, s.2): • Gerçekçi beklentiler önermek. • Tarafların iletişim kurmaları için bir araya gelmelerine olanak sağlamak. 112 • Tarafların üretici bir atmosferde sorunlarını tarafsız bir şekilde ortaya koymalarına zemin hazırlamak. • Eğer bir anlaşma noktası mevcutsa, ilgili taraflardan güvenilir bilgi elde edebilme ve uygun geribildirimler sağlama olanağı ortaya çıkarmak. • Ortak kazanımları araştırmak ve yaratıcı düşünmeyi teşvik etmek. • Taraflar uzlaşmak için gönülsüz davrandıklarında uzlaşmalarını sağlayacak öneriler telkin etmek. • Tarafların mantıksız suçlamalarını, iddialarını ve konumlarına katı bağlılıklarını ortadan kaldırmak, • Taraflardan biri tarafından ortaya atılmış yeni bir fikri kabul etmeyen ya da tereddüt eden tarafları ikna etmek, • Anlaşmanın ortaya koyulmamış noktalarını, tarafların değerlerini dikkate alarak açığa çıkarmada taraflara yardım etmek. • Taraflara konumları değişirken itibarlarını koruyacak yollar keşfetmesini sağlamak. Arabuluculuğun belirtilen yararları, büyük ölçüde arabuluculuk sürecinin gönüllü doğasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca tarafların sonuç üzerinde kontrollere sahip olmaları da arabulucuk yöntemini diğerlerine göre daha yararlı duruma getirmektedir. Taraflar ödünler vererek anlaşmaya hazır olmadığı sürece arabuluculuğun başarılı olması olanaklı olmayacağından zamanlama önemlidir. Arabuluculuk aşağıdaki durumlarda daha az etkilidir (Schoenfield ve Schoenfield, 1991, s.226): • Bir taraf içsel bir anlaşmazlık ile engelleniyordur. • Tarafların beklentileri veya ekonomik konumları arasında çok ciddi farklılıklar vardır. • Taraflar arasındaki çatışma keskin, karmaşık ve şiddetlidir. Çatışma düzeyinin yüksek olması, tarafların düşük motivasyona sahip olması, arabulucuya yeterli güvenin oluşmaması, taraflardan birinin yetersiz kaynağa sahip olması veya farklı güç düzeylerinde bulunmaları da çatışmanın çözümünde arabuluculuğu sınırlayan etkenlerin başında gelmektedir (Varoğlu ve Sığrı, 2008, s.131). Tablo 5.2’de görüldüğü gibi arabulucunun tarafları sonuca yönlendirme ve anlaşmayı kabul ettirme konusunda herhangi bir otoriteye sahip olmaması, taraflar için katılım zorunluluğunun olmaması, genellikle süreci yönlendiren belirgin bir düzenlemenin olmaması, taraflardan güçlü olanın sonuç üzerinde etkili olabilme riski, mahkeme sürecindeki gibi kanıtların geçerliliğinin çok fazla dikkate alınamaması veya gözden geçirme olanağının bulunmaması, yapılan anlaşmanın yasal bir bağlayıcılığının olmaması, varılan anlaşmanın yasal süreçlerde geçerliliğinin olmaması gibi sınırlılıkların bulunması sürecin başarısını ve bireylerin arabuluculuğu tercih etmelerini olumsuz etkilemektedir. 113 Tablo 5. 2: Arabuluculuğun Yararları ve Sınırlılıkları Yararları Sınırlılıkları Gizlilik vardır. Arabulucuların çözüm dayatma gücü yoktur. Kontrol toplantıları ile tarafların duygularının ve düşüncelerinin ortaya çıkarılmasını sağlar. Katılıma zorlama gücü yoktur. Anlaşmazlık içindekilerin ilgileri ve öncelikleri göz önünde bulundurulur. Süreci yönlendiren yasal bir süreç yoktur. Esneklik vardır. Güçlü taraf sonuç üzerinde etkili olabilir. Süreç çatışmacıları eğitir. Anlaşma kesin ve kanıtlanmış delillere dayalı olmayabilir. Sorunun altında yatan neden belirlenir. Genellikle bağlayıcılığı yoktur. Genellikle yaratıcı çözümler ile sonuçlanır. Mahkeme gibi yasalara dayalı anlaşmazlık çözüm uygulamarında varılan sonucun geçerliliği yoktur. Büyük oranda anlaşmaya uyulur. Kamusal standartların geliştirilmesi ve uygulanması söz konusu değildir. Göreceli olarak ucuzdur. Sonucun belirli bir ilkeye dayanması gerekmez. Kaynak: Cooley, J.W. (2006). The Mediator’s Handbook. Louisville: The National Institute for Trial Advocacy, s.6. Arabuluculuk sürecinde olumsuz duygular, önyargılar, yanlış iletişim gibi kişiler arası engeller, konular içerisinde anlaşmazlıklar, çıkar uyuşmazlığı, kişilik özellikleri gibi kişilere özgü engeller, arabuluculuk kuralları, ortamın yapılandırılması, amaçların oluşturulması gibi sürecin tasarımlanmasına ilişkin sınırlılıklar da söz konusudur. 114 Özet Arabuluculuk alternatif çatışma çözme yöntemleri arasında en yaygın kullanılanlardan biridir. En genel tanımıyla arabuluculuk çatışma içinde olan taraflara, anlaşmazlıklarının çözümü için yansız üçüncü bir kişi tarafından yardım edilmesi sürecidir. Gizlilik, gönüllülük, serbestlik ve informal ilişkileri vurgulayan arabuluculuk sürecinin aşamaları alanyazında farklı sınıflandırılmakla birlikte genellikle arabulucunun süreç öncesi hazırlıkları ile başlar. Daha sonraki aşamalarda taraflarla tanışma, sürecin açıklanması, tarafların sorunu kendi bakış açıları ile anlatmaları, arabulucunun görüşmeleri yürütmesi ve gerekirse özel toplantılar yapması, çözümlerin belirlenmesi ve herkesin kabul ettiği bir çözüm üzerinde anlaşma yapılması ile sonuçlanır. Arabuluculuk sürecinde ulaşılan çözümün yasal bir bağlayıcılığının olmaması yöntemin en önemli sınırlılığını oluşturmaktadır. Arabuluculuk sürecinin gücü, tarafların farklılıklarından daha çok ortak yanlarına dayalı bir anlaşmaya odaklanmasından kaynaklanmaktadır. Arabuluculuk sürecinin temelini anlaşma yapmak için tarafların sergilemiş olduğu gönüllülük oluşturmaktadır. Arabuluculuk çatışma durumunda insanların doğasında bulunan temel insan gereksinimlerinin karşılanmasına yönelik ortak bir paydanın geliştirilmesini destekler. Arabuluculuk süreci taraflarla arabulucu arasında güvene dayalı bir ilişkiyle gelişir. Arabuluculuk süreci sonunda anlaşmanın son ayrıntılarını şekillendirmek, hala var olan farklılıkların derecesine bağlı olarak oldukça kolay ya da sorunlu olabilir. Her arabuluculuk süreci bir anlaşma ile son bulmayabilir. Ancak arabuluculuğun öğreticilik özelliği çerçevesinde, çatışma içinde olanların, arabuluculuk sürecinden önceki konumlarına göre sorunun temellerinin farkına varmaları, birbirlerinin duygularını belli ölçüde anlamaları ve belli düzeyde çatışma çözme becerileri kazanmaları bağlamında daha iyi bir konuma gelmeleri söz konusudur. Ayrıca elde ettikleri deneyimlerle daha sonraki çatışmalarını çözme konusunda daha başarılı olacakları umulmaktadır. Arabuluculuk sürecinde arabulucunun kolaylaştırıcılık, eşgüdümleyicilik, tercümanlık, gerçeklik ajanı, empati ve etkili dinleme gibi sergilemesi gereken pek çok rolü bulunmaktadır. Bu rollere bağlı olarak etkili bir arabulucunun insan odaklı, sabırlı, içgörü sahibi, bilge, nesnel, yaratıcı ve zeki olma gibi kişisel nitelikleri sergilemesi beklenmektedir. Sorunları problem çözme anlayışı içinde ele alarak ve beyin fırtınası gibi özgürce düşünce üretme araçları kullanarak bireylere yaratıcı çözümler sunma olanağı sağlayan arabuluculuğun pek çok yararından söz etmek olanaklıdır. Özellikle daha az zaman ve maliyetle çatışmaları çözmesi, tarafların süreç sonunda ilişkilerini sürdürmesi, bireylere duygularını ifade etme ortamları yaratması, çatışma çözme becerileri kazandırması ve her iki tarafın da çatışmadan kazan-kazan yaklaşımı çerçevesinde ayrılması bu yararlardan öne çıkanlar arasındadır. Arabuluculuk basit, kapsamlı, yaratıcı ve esnek bir süreçtir. Arabuluculuk sürecinin bu özellikleri arabulucunun sergilediği strateji ve tarzları da şekillendirmektedir. Arabulucunun öze, ortama ve kişiye dönük arabuluculuk stratejileri çatışmanın niteliğine ve tarafların özelliklerine göre değişmektedir. Benzer şekilde kolaylaştırıcı ya da değerlendirici arabuluculuk tarzları ile görev yönelimli ve sosyo-duygusal yönelimli arabuluculuk tarzları da aynı değişkenler tarafından etkilenmektedir. Çatışmaların çözümünde etkili bir araç olarak kullanılan arabuluculuk yöntemi yaygın olarak uluslararası ilişkiler, örgüt ve yönetim alanı, sigorta hizmetleri, spor, sağlık, eğitim, aile danışmanlığı gibi pek çok alanda tercih edilmektedir. 115 Kendimizi Sınayalım 5. Arabulucunun kendini tamamen sorunun çözümüne ve sonraki süreçlere odakladığı arabuluculuk stratejisi aşağıdakilerden hangisidir? 1. Aşağıdakilerden hangisi arabuluculuğu diğer Alternatif Çatışma Çözme Yöntemlerinden ayıran bir özelliktir? a. Anlaşmazlığa neden olan çatışmanın olması a. Kişilere dönük arabuluculuk stratejisi b. Sürecin taraflarca kontrol edilmesi b. Ortama dönük arabuluculuk stratejisi c. Çözümün bağlayıcı olması c. Öze dönük arabuluculuk stratejisi d. Üçüncü tarafın yansız olması d. Değerlendirici arabuluculuk stratejisi e. Tarafların gönüllü olması e. Kolaylaştırıcı arabuluculuk stratejisi 2. Türkiye’de hukuk sisteminde arabuluculuğun kullanılmasının yasal temellerini oluşturan “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Yasa Tasarısı” aşağıdaki gerekçelerden hangisine dayalı olarak geliştirilmemiştir? 6. Aşağıdakilerden hangisi arabuluculuk tarzları arasında yer almaz? a. Değerlendirici b. Kolaylaştırıcı a. Avrupa Birliği’ne uyum çalışmaları c. İş yönelimli b. Uluslararası Ticaret İlişkileri d. Sosyo-duygusal yönelimli c. Birleşmiş Milletler’in yönlendirmeleri e. Gerçeklik ajanı d. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün uygulamaları e. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları 7. Aşağıdakilerden hangisi arabuluculuğun tercih edilme nedenlerinden biri değildir? 3. Aşağıdakilerden hangisi arabuluculuk yönteminin özelliklerinden biri değildir? a. Anlaşmanın bağlayıcı olması b. Zamandan tasarruf sağlaması a. Kapsamlı olması c. Maliyetin düşük olması b. Formal olması d. İlişkilerin sürdürülme isteği c. Yaratıcı olması e. Gizlilik gereksinimi d. Basit olması 8. Arabuluculuk sürecinde sürecin nasıl işleyeceği, kuralların neler olduğu, arabulucunun tarafsızlığı gibi konuların vurgulandığı arabuluculuk sürecinin aşaması aşağıdakilerden hangisidir? e. Esnek olması 4. Çalışanlar arasında yetki ve sorumluluklara ilişkin veya kaynakların paylaşımı konusunda yaşanan çatışmaların çözümü için kullanılan arabuluculuk hangi alana ilişkindir? a. Arabuluculuk Oturumuna Hazırlık a. İşyeri arabuluculuğu b. Arabuluculuk Oturumunu Açma b. Akran arabuluculuğu c. Tarafların Açılış Sunumları c. Aile arabuluculuğu d. Özel Toplantılar d. Uluslararası arabuluculuk e. Anlaşma e. Toplumsal arabuluculuk 116 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 9. Arabulucunun oturumun akış hızını değiştirdiği ve bazı konular üzerinde ayrıntılı durulmasını sağladığı, tarafların çözüm önerilerini üretmelerini teşvik ettiği arabuluculuk süreci aşaması aşağıdakilerden hangisidir? 1. e Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuk ve Alternatif Çatışma Çözme Yöntemleri Arasındaki İlişki” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Arabuluculuk Oturumuna Hazırlık 2. d Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuğun Kullanım Alanları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Arabuluculuk Oturumunu Açma c. Tarafların Açılış Sunumları 3. b Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuk Yönteminin İlkeleri ve Özellikleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Görüşmelere Arabuluculuk Etme e. Anlaşma 4. a Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuğun Kullanım Alanları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. Arabulucunun, arabuluculuk sürecinde anlaşmanın olması veya olmaması durumunda karşılaşılacak sonuçların neler olduğu, tarafların taleplerinin mantık süzgecinden geçirilmesini sağladığı arabuluculuk rolü aşağıdakilerden hangisidir? 5. c Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuk Strateji ve Tarzları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. e Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuk Strateji ve Tarzları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Kolaylaştırıcılık b. Tercümanlık c. Gerçeklik Ajanı 7. a Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuğun Tercih Edilme ve Edilmeme Nedenleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Empatik Dinleyicilik e. Eşgüdümleyicilik 8. b Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuk Süreci” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. d Yanıtınız yanlış ise “Arabuluculuk Süreci” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. c Yanıtınız yanlış ise “Arabulucunun Rolleri ve Nitelikleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 117 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 3 Çatışma çözme sürecinde mahkemeler, sürecin başından sonuna kadar pek çok boyutta arabulucuktan farklı özellikler taşımaktadır. Mahkeme sürecinde karar verici, yargıç veya hâkimdir. Buna karşılık arabuluculukta taraflar karar verir. Mahkemelerde ilişkiler formal, resmi bir nitelikte yürütülürken, arabuluculukta informal ilişkilerin daha yoğun olması söz konusudur. İki yaklaşım arasındaki en önemli farklardan biri de alınan kararların bağlayıcılığı ve her iki tarafın taleplerini karşılama durumudur. Mahkeme sürecinde alınan kararların yasal yaptırımları sözkonusudur ve genellikle kazan-kaybet anlayışı egemendir. Arabuluculuk süreci doğası gereği duyguların yoğun bir biçimde ortaya çıkarıldığı çatışma çözme yöntemidir. Tarafların sinirli olmaları, aşırı duygusallıkları vb. dışavurumlar, arabulucuları empati kurmaya, taraflarla özel toplantılar yapmaya ve arabuluculuk sürecini öncelikle bu duyguların boşaltımı çerçevesinde yürütmesine yönlendiricektir. Sıra Sizde 4 Arabuluculuk sürecinin ilk aşamasında tanılama ve değerlendirme; açılış konuşmaları ve arabuluculuk aşamasında tasarımlama, yönetme, yetiştirme, kolaylaştırma, arabulma; çözüme ulaşma ve anlaşma aşamasında keşfetme ve denetleme rolleri sergilenmesi gerekmektedir. Sıra Sizde 2 Arabuluculuk sürecinde hangi arabuluculuk tarzının kullanılacağı çatışmanın niteliğine, tarafların özelliklerine ve arabuluculuk programının doğasına bağlı olarak değişmektedir. Arabuluculuk programı belli sonuçlara ulaşmaktan daha çok ilişkilere odaklanmışsa, kolaylaştırıcı ve sosyo-duygusal yönelimli arabuluculuk tarzları daha etkili olacaktır. Benzer şekilde taraflar arabuluculuk sürecine yoğun ve şiddetli duygularla gelmişse bu iki tarzın kullanılması doğru bir seçimdir. Eğer arabuluculuk programı sonuç almaya odaklanmışsa ve taraflar arasında ilişkilerin geliştirilmesi önemli değilse iş yönelimli ve değerlendirci tarzların kullanılması sürecin etkililiği açısından önemlidir. 118 Yararlanılan Kaynaklar Nabatchi, T., Bingham, L.B. ve Good, D.H. (2007). Organizational Justice and Workplace Mediation: A Six-Factor Model. International Journal of Conflict Management. 18(2),148174. Cooley, J.W. (2006). The Mediator’s Handbook. Louisville: The National Institute for Trial Advocacy. Eren, E. (2001), Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. 7. Basım, İstanbul: Beta Basım Yayım. Özbek, M. (2004). Alternatif Uyuşmazlık Çözümü. Ankara: Yaklaşım Yayınları. Ergül, H. (2008). Müzakere (Problem Çözme) ve Arabuluculuk Eğitim Programının Ortaöğretim 9. Sınıf Öğrencilerinin Çatışma Çözüm Becerileri ile Saldırganlık Düzeyleri Üzerindeki Etkisinin İncelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Özdevecioğlu, M. ve Kanıgür, S. (2009). Çalışanların İlişki ve Görev Yönelimli Liderlik Algılamalarının Performansları Üzerindeki Etkileri. KMU İİBF Dergisi, 11(16), 53-82. Roberts, M. (2007). Developing the Craft of Mediation: Reflections on Theory and Practice. London: Jessica Kingsley Publishers. Goldberg, S.B., Sander, F.E.A., Rogers, N.H. ve Cole, S.R. (2003). Dispute Resolution: Negotiation, Mediation and Other Process. New York: Aspen Publishers. Stuhlmacher, A.F. ve Morrissett M. G. (2008). Men and Women as Mediators: Disputant Perceptions. International Journal of Conflict Management, 19(3), 249-261. Ildır, G. (2003). Alternatif Uyuşmazlık Çözümü: Medeni Yargıya Alternatif Yöntemler. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Schoenfield, M.K. ve Schoenfield R.M (1991). The McGraw-Hill 36-Hour Negotiating Course. New York: McGraw Hill, Inc. Jehn, K. A., Rupert, J. ve Nauta, A. (2006). The Effects of Conflict Asymmetry on Mediation Outcomes: Satisfaction, Work Motivation and Absenteeism International Journal of Conflict Management, 17(2), 96-109. Smith, A.L. ve Smock, D.R. (2008). Managing a Mediation Process. Washington: United States Institute of Peace. Taştan, M. (2010). Arabulucu. Kayseri: Kayseri Ticaret Odası. Kaitan, R. ve Kleiner, B.H. (1999). How The Conduct Mediation Effectively. Equal Opportunities International, 18(5/6), 69-73. Tekin, A.S. (2008). Türk Eminiyet Teşkilatında Müzakere ve Arabuluculuk. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Çalışması. Ankara: T.C. Polis Akdemisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü. Kite, D. (2007). 21. yy’da Arabuluculuk: Mediasyon. Kayseri. Weinstein, R. J. (2000). Mediation in the Workplace: A Guide for Training, Practice and Administration. Westport, CT: Greenwood Press. Koruklu, N.Ö. (2006). Eğitimde Arabuluculuk ve Okulda Arabuluculuk Sürecinin İşleyişine İlişkin Bir Model. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Dergisi, 20,11-20. Wilson, J.J. (2012). Want to Resolve a Dispute? Try Mediation. U.S. Department of Justice, Office of Justice Programs. www.ncjrs.gov/pdffiles1/ojjdp/178999.pdf (Erişim Tarihi: 18.03.2012). Masucci, D. (2003). The Keys to Effective Mediation Advocacy. The Journal of Investment Compliance, Spring 2003, 36-39. Moffit, M.L. ve Bordone, R.C. (2005). The Handbook of Dispute Resolution. San Francisco: Jossey-Bass. 119 6 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Çatışma yönetiminde öfke kavramını açıklayabilecek, Çatışma yönetiminde öfkeye yol açan nedenleri sıralayabilecek, Çatışma yönetiminde öfkenin boyutlarını açıklayabilecek, Çatışma yönetimindeki öfke kontrolü yaklaşımlarını kullanabilecek, Çatışma yönetimindeki bilişsel terapi yaklaşımlarını açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Çatışma Öfke Duygu Öfke Kontrolü Davranış Öfkenin Boyutları Bilişsel Çatışma Bilişsel Davranışçı Terapi İçindekiler Giriş Öfke Nedir? Çatışma ve Öfke Çatışma Yönetiminde Öfkenin Yansımaları Çatışma Yönetiminde Öfkenin Boyutları Çatışma Yönetiminde Öfke İle İlgili Kuramsal Yaklaşımlar Çatışma Yönetiminde Öfke Kontrol Yaklaşımları 120 Çatışma Yönetiminde Öfke Kontrolü GİRİŞ Herkes öfkelenebilir. Ne var ki; Doğru insana, Doğru derecede, Doğru zamanda, Doğru maksatla, Doğru biçimde öfkelenmek, İşte bu zordur. (Aristo) Yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan duyguların bireyin yaşamında önemli bir yeri vardır. Duyguların olumlu ya da olumsuzluğu, bireyin varlığına çeşitlilik ve heyecan katarlar. Neşe, onur ve memnuniyet gibi duygular kolaylıkla kabul görür ve yıkıcı, zarar verici olarak değerlendirilmezler. Ancak korku, suçluluk, öfke gibi olumsuz olarak nitelendirilen duygular ise olumlu duyguların tersine zararlı ve yıkıcı görülmekle birlikte, bu duygular da yararlı olabilirler. Günlük yaşamda bireyin diğer bireylerle ilişkilerinde karşılaşabileceği temel duygulardan biri olan öfke, hem ilişkileri zorlaştırması hem de zarar verme potansiyeli nedeniyle baş edilmesi gereken önemli bir duygu durumu olarak nitelendirilmektedir. Öfke genellikle aile, iş, sağlık ve yasal problemler nedeniyle ortaya çıkmakta olup, şiddeti ve sürekliliği bakımından değişkenlik göstermektedir. Ayrıca, öfke, normal, herkes tarafından hissedilen, vazgeçilemeyen, güçlü fakat kontrol edilmesi öğrenilebilen, saldırganlıkla eşdeğer olmayan bir duygu durumudur. Duygular, çatışmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla, öfke ile birlikte vurgulanan kavramlardan birisi de çatışmadır. Duygusal yoğunluk, her karşı koyuş, karşılıklı olumsuz ilişki çatışma anlamına gelebilir. Bireyin isteklerinin veya beklentilerinin başkaları tarafından engellendiğini düşünmesi veya bireyin birden fazla amaca yönelik etkinliklerde bulunması, çatışma olgusunu kaçınılmaz kılmaktadır. Çatışma sadece istenmeyen, engellenen durumlarla ilgili olmayıp bazen bir sorundan kaçış veya olaya ilgisiz kalma isteğinde de ortaya çıkabilir. Çatışmayı öfkeden ayıran en önemli özellik, örgütsel olması, başka bireylerle anlaşmazlıkların var olması veya bilinçsiz olmasıdır. Oysa öfke duygusu bunlarla ilişkili olabileceği gibi tamamen bireysel ve bilinçli olabilir. Bu kapsamda, bu ünitede öfkeye ilişkin kuramsal açıklamalar ve çatışma kavramları, çatışma yönetiminde öfkenin yansımaları ve boyutları ile öfke ve öfke kontrol yaklaşımları konuları üzerinde durulmaktadır. ÖFKE NEDİR? Bir çatışma duygusu olan öfkenin, toplumsal kurallar ve beklentiler sonucunda ortaya çıktığı söylenebilir. Günlük yaşamda diğer duygularda olduğu gibi öfkeyi de gizleme, yansıtmama eğilimi yaygınlıkla gözlenen bir durumdur. Çoğu birey için ifade edilmesi en güç duygulardan biri olan öfke, hem fiziksel hem de duygusal anlamda karmaşık duygusal bir süreçtir. Webster sözlüğünde öfke; haksızlık nedeniyle 121 uyanan güçlü bir hırs veya duygu olarak tanımlanmaktadır. Öfke, çoğu zaman düşmanlık (hostility), saldırganlık (agression) ve hiddet (rage) ile birlikte ele alınmaktadır. Psikologlar öfkenin psikolojik temellerle ilgili, sosyologlar ise öfkenin daha çok toplumsal kurallarla, kültürle ilişkili olduğunu ileri sürmektedirler. Diğer yandan sağlık alanı ile ilgilenen uzmanlar ise öfkenin ciddi bir problem olduğu konusunda birleşmektedirler. Aslında böylesi bakış açılarında bir yanlışlık yoktur. Çünkü her bilim dalı, kavramları kendi alanı açısından ele alıp açıklamaya çalışmaktadır. Tarihsel olarak ise öfkeye getirilen tanımlar araştırmacıdan araştırmacıya farklılık göstermiştir ve genelde saldırganlık ve çatışma ile değişimli olarak kullanılmıştır. Öfke, bazen saldırganlığa yol açabilir, ama çoğu zaman çatışmalar öfke duygusunun başlatıcısı konumunda olmaktadır. Öfkenin olumsuz sonuçları ilkçağlardan bu yana tanımlanmaktadır. Seneca, Descartes, Gandhi gibi büyük filozoflar ve dini liderler öfkenin kontrol altında tutulması gerektiğini belirten pek çok söz söylemişlerdir. Öfkelerine hâkim olamayan kişilere yardım etmek amacıyla tasarlanmış programlar ise 1960 ve 1970’lerde geliştirilmeye başlanmıştır. Çoğunlukla olumsuz bir duygu durumu olarak ifade edilen öfke, farkına varılabilir ve kontrol edilebilirse, olumsuz duygu durumu olumluya dönüştürülebilirse sağlıklı öfke ortaya çıkar. Sağlıklı öfke, bireyin mücadele etmesinde ve kişinin temel ihtiyaçlarının karşılanmasında etken rol oynar. Var olan veya o anda ortaya çıkmış bir sorunun çözümüne katkı sağlar. Öfkenin olumsuz olarak algılanması insanın dünyaya, diğer insanlara karşı olan olumsuz inançlarının oluşmasına veya düşmanca tavırlar geliştirilmesine neden olabilir. Sağlıksız öfke, sorunun çözümüne yönelik olmaktan daha çok, sorunun çözümünde bireyi daha da çıkmaz noktalara götürebilir. Böylesi durumlarda birey kendini engellenmiş hissedebilir. Bunun bir sonucu olarak da öfke saldırganlığa dönüşebilir. Öfke duygusu “durumluk ” ve “sürekli ” olmak üzere iki alt boyutta değerlendirilmektedir. Durumluk öfke;amaca yönelmiş davranışın engellenmesi veya haksızlık algısı karşısında, hangi şiddette gerginlik, sinirlilik, hiddet gibi öznel duyumsamaların yaşandığını yansıtan bir duygudur. Zaman, mekân ve olay içinde değişim gösterebilmekte ve çevredeki uyarıcılara bağlı olarak değişebilmektedir. Sürekli öfke;durumsal öfkenin genelde hangi sıklıkta yaşandığını yansıtan bir kavramdır. Bir başka anlatımla, sürekli öfke bireyin sürekli olarak öfke duygusunu bünyesinde barındırması veya öfke eğiliminde olması hali olarak da nitelenebilir. Bu çerçevede, bazı kimselerin başkalarına göre daha öfkeli olabildikleri gözlenebilir. Örgütsel çatışmalar, durumluk veya sürekli öfke durumunu besleyen önemli bir durumdur. Örgütün etkili ve verimli olma isteği bireysel algılara göre çatışmaya neden olmaktadır. Örgütte yapılan işlerin bireyler ya da gruplar arasındaki algılamaları, duygu ve davranışları örgütsel çatışmalarla ilgilidir. İster çatışma, isterse çatışmanın bir uzantısı olan öfke, aslında bireysel ve örgütsel açıdan olumlu olarak da değerlendirilmelidir. Çünkü bu durumda birey amaçlarının engellendiğini düşünerek hedefini gerçekleştirmek için daha çok çaba harcayıp, aklını hırsının önüne geçirebilir. Çatışma ister bireysel karar ve beklentilerle, isterse örgütteki diğer bireyler arasındaki ilişkilerle, isterse örgütlerle gruplar arasındaki ilişkilerle ortay çıksın bunun yönetilmesi, olumlu yönde yönlendirilmesi gerekir. Bu ise çatışma ve öfke kavramlarının ne olduğu ve bireyi nasıl etkilediğinin bilinmesi ile bir fırsata dönüştürülebilir. Bireyin öğrenme sürecindeki başarısızlıklarını algılayış biçimine göre duygu durumu etkilenerek çatışmaya, çatışma durumu ise bu süreçte öfkeyi ortaya çıkarabilmektedir. Öfkelenerek tepki veren bireylerin ani fevri hareketleri onların problem çözmelerini de başarısız hale getirebilmektedir. Ayrıca, bireylerin belli konudaki zorlanmaları, zorlanmalarına bağlı olarak ortaya çıkan öfkeleri ve onların öfke yönetimi ile mücadele etme becerileri onlarla birlikte olan diğer bireylerin de sıkıntı yaşamasına yol açabilmektedir.Yaşam içerisinde bazı yetişkinlerin kaygıyı doğal bir tepki durumu olarak görürlerken, hoş olmayan ya da engelleyici durumlara karşı öfkelenmeyi normal bir tepki olarak görmeyebilmektedirler. Bunun yerine öfkeyi işleri aksatan ve uygunsuz davranışlara yol açan duygusal bir tepki olarak karşılamaktadırlar. Aynı zamanda, yetişkinler ve diğer bireyler öfkeli bir kişi ile karşılaştıklarında korkabilir ve aynı ölçüde öfkeli duygularla karşılık verebilirler. Çatışmanın örgütsel yaşamda, bireysel veya grupsal ilişkilerde kaçınılmaz bir durum olduğu ve öfkenin yönetilebileceği düşüncesi akıldan çıkarılmamalıdır. Böylece, çatışma sonucu öfkenin oluşulabileceği göz ardı edilmemelidir. 122 Sonuç olarak, bireyler çatışma ve öfkeye kaynaklık edebilecek nedenleri öğrendiğinde, çatışma ve öfkeyi yönetme konusunda başarılı stratejileri uygulamaya koyabilirler. Bireylerin bu yöndeki çabaları ise çatışmanın, öfkelenin yönetilmesi ve anlaşılmasına yardımcı olabilecek, saldırganlığın ve şiddetin azaltılmasında etkili bir rol oynayabilecektir. ÇATIŞMA VE ÖFKE Bireylerin, grupların veya örgütlerin, istek ve beklentileri arasındaki ayrılıklar, çatışma olgusunu kaçınılmaz kılmaktadır. Çatışma bazen yıkıcı, bazen de yapıcı olarak nitelendirilmektedir. Çatışma, bireyin iş yapma isteğini kamçılıyorsa ve hedefine ulaşmak için daha çok çaba içerisine girmesine aracılık ediyorsa olumlu; iş yapamaz, tükenmiş, kafası karışık, bunalmış bir duruma sürüklüyorsa o zaman olumsuz bir durumdur. Çatışma örgütsel veya grupsal olarak ele alınmaktadır. Bununla birlikte, öfke bir duygu durumu olduğu için bireysel tabanlı olarak değerlendirilebilir. Bu durum ise öfkenin örgütle veya gruplarla ilişkili olmadığı anlamına gelmemelidir. Çünkü birey, örgütsel istekleri karşılanmadığında, örgütsel güçlüklerle karşılaştığında öfke duygusuna kapılabilmesi de olasıdır. Çatışma, temel olarak bireyler ve gruplar arası ayrımlardan doğmaktadır. Çatışmanın giderilmesi de bu ayrımların giderilmesi ile olanaklıdır. Birey, örgütsel ortamda belli rolleri üstlenmektedir. Bu rollerin birey tarafından karmaşık olarak algılanması, kendi yapabileceklerinin üzerinde bir gücü gerektirdiğine inanması, arkadaşları veya amirleri tarafından takdir edilmediğini veya önemsenmediğini düşünmesi, farklı beklentiler içerisinde olması, örgütteki kariyer basamaklarındaki ilerlemelerde yanlı davranıldığını veya işi yaparken engellendiğini düşünmesi bireyin çatışma sürecini yaşamasına neden olmaktadır. Bu gibi çatışma kaynaklarının içerisinde bulunan bireylerin ise öfkeden uzak duygulara sahip olmasını beklemek gerçekçi bir durum değildir. Yaşamın ayrılmaz bir parçası olan çatışmalar ve bunun bir uzantısı olabilen öfke, yaşamın her anında ve her ortamda yaşanabilmektedir. Çoğu zaman bu çatışmalardan kaçınmak da mümkün değildir. Yaşanan bu çatışmaların yapıcı bir şekilde çözümlenebilmesi için ise öncelikle sorunun ne olduğunu doğru saptamak ve uygun bir çözüm yolu izlemek gerekmektedir. Ne tür bir sorunla karşı karşıya olunduğunu doğru bir biçimde tanımlayabilmek için de sorunların nedenleri hakkında bilgi sahibi olunması gerekir. Çatışma Yönetiminde Öfkeye Yol Açan Nedenler Bir çatışma duygusu olan öfkenin temelinde farklı duygu durumları ve gereksinim beklentileri vardır. Uygun olmayan iletilerle, tavırlarla veya durumla karşılaşıldığında öfkenin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Örgütsel özellikler dışarıda tutulduğunda çatışma ve öfkeye neden olabilecek duygular benzeşiklik göstermektedir. Soyaldın (2007)’ ın öfke ile açıklamaları dikkate alınarak öfkenin oluşmasına neden olan duygulara bağlı olarak aşağıdaki durumları sıralamak mümkündür. • Bireyin adaletsiz bir şekilde muamele gördüğünü hissetmesi.(Haksızlık) • Bireyin olumsuz olayların kontrol edilebileceğine olan inancı. (Önlenebilirlik) • Uğratılan zararın kasıtlı olduğu kanaatinin oluşması.(Kasıtlılık) • Başkalarını suçlamanın uygun olduğunun kabul edilmesi.(Kabahatlilik) • Birinin saldırısına uğradığı ya yapılması.(Kurgulama-Hareketlilik) da atıldığı inancı ile ilişkilendirme • Birilerinin istediklerini yapma konusunda sürekli engel çıkarttığını düşünmesi. (Engellenme) • Başkalarının soruna yönelik abartılı bilgi vermesi veya bu yönde tahrik edici telkinlerde bulunması. (Kışkırtma) • Öfke yaşantısı olan bireylerin öfkelerini göstermek yoluyla sorunu çözebileceklerine inanması. (Karşı atak- Deneyim) 123 tehlikeye • Başkaları tarafından hafife alınması.(Görmezden gelme) • Bireyin beklentilerine uygun biçimde yanıtlanmayan veya var olan algıya yeterince uygun olmayan durumların olması.(Kişisel gerçeklik) Bireyin yaşadığı öfkenin fizyolojik, sözel veya davranışsal ortaya çıkış biçimleri bulunmaktadır. Öfkeyi oluşturan değişkenler incelendiğinde öfkenin oluşmasında veya ortaya çıkmasında tek bir nedenin olmadığı; engellenmenin öfkenin kaynağını oluşturduğu gözlenmektedir. Engellenme, bireyin elde etmek istediği bir nesneye, ulaşmak istediği bir amaca ulaşması yönündeki girişimlerinin engellendiğini düşünmesi veya gereksinimlerinin giderilmesinin önlendiğini algılaması sonucu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, engellenme aynı zamanda çatışmanın da kaynağını oluşturmaktadır. Aynı zamanda, öfke duygusunun temelinde mükemmeliyetçi yaklaşımlar, kişinin kendisini ispatlama çabası içerisinde olması, çevre tarafından onaylanma isteği, durumuna uygun olmayan gereksinim beklentileri, başkalarının gözündeki imajının bozulmasını önleme arzususonucu bireyin kendisini aşırı kontrol etme ve en iyisinin kendinden yapılmasının istendiği algısı da yer almakta olup, bunlar öfke duygusunun yaşanmasına da neden olabilmektedir. Genellikle öfkeye yol açan nedenler nelerdir? Açıklayınız? ÇATIŞMA YÖNETİMİNDE ÖFKENİN YANSIMALARI Öfke hem dışsal, hem de içsel bazı olaylarla ortaya çıkmaktadır. Bireyler, arkadaş, anne, kardeş, sokaktaki bir insan, öğretmen, okul yöneticisi, siyasi bir lider gibi belli bir insana öfkelenilebileceği gibi; trafik sıkışıklığı, iptal edilen bir sınav, değerlendirilmeye alınmayan bir ödev gibi bir olaya da öfkelenilebilir. Bireyin kendi kişisel kuruntuları öfkeye kaynak oluştururken, daha önce bireyin kendi başından geçmiş ve onu öfkelendirmiş bazı olayların anıları da öfkeye kaynaklık yapabilir. Öfke, genelde olumsuz algılanarak olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olurken motivasyon sağlama ve hedef oluşturma yönündeki davranışların oluşmasına da katkı sağlayabilmektedir. Öfke, her zaman olumsuz sonuçlara neden olmamakta, uygun tepkiler verildiğinde bireyin amaçlarına ulaşmada önemli bir araç olarak kullanılabildiği de gözlenmektedir. Öfke, bireyin mücadele etme isteğini artırarak onun enerjik olmasını sağlayabilir. Öfkeye neden olan olay ya da olaylar sürekli canlı tutulduğu için birey duyarsızlaşma sürecine girerek kendisine acı veren durumlar karşısında acı hissetmemeye başlayabilir. Bir anlamda acının oluşmasına engel olur. Ayrıca kişi kendisini öfkelendiren veya acı veren diğer kişilere karşıda olumsuz duygularını kolaylıkla ifade edebilir. Önemli olan öfkenin dışa yansıtılma biçimidir. Öfkenin her zaman sosyolojik veya psikolojik yansımaları yoktur. Bazen de fizyolojik yansımalarla karşılaşılabilir. Öfke ile ilgili araştırmalara bakıldığında bireylerin öfke olaylarında %83 oranında sözel saldırganlık dürtüsü ve %40 oranında da fiziksel saldırganlık dürtüsü ile hareket ettikleri, öfkeyle ilgili duyguların % 10 kadarının saldırgan hareketlerle sonuçlandığı belirlenmiştir (Averill, 1983). Öfke; eşe ve çocuklara yöneltilen bedensel ya da ruhsal işkence, yolda aşırı hız yapma, cinayet gibi pek çok saldırganlık durumu ile ilişkilendirilmektedir. Araştırmalar, çiftler arasındaki tartışmalardan sonra fiziksel saldırının gerçekleşme olasılığının % 67 olduğunu vurgulamaktadır. Toplumdaki algı, genellikle kızların öfkeli görünmesini hoş karşılanmazken, erkeklerin öfkelerini olumsuz davranışlarla dışa vurmalarını teşvik etmekte ve ödüllendirmektedir. Öfke duygusuyla uzun süre yaşamak, kişinin bağışıklık sistemini zayıflatarak, vücut ağrıları, kalp hastalıkları ve giderek bireyin fiziksel sağlığının bozulmasına neden olabilir. Ayrıca, hipertansiyon, ülser, baş ağrısı ve kanser gibi fizyolojik hastalıkların temelini de oluşturur. Aynı şekilde öfkenin aşırı düzeyde dışavurumu da çevreye ve kişilere zarar verme, hukuki sıkıntılar yaşama, yaralama gibi kişiler arası problemlere de yol açabilmektedir. Diğer yandan öfkenin bastırılması sonucunda günlük işlerin aksaması, esneklik sınırının kaybolması, ani ve yerinde olmayan tepkiler verilmesi söz konusu olabilir. Üstelik, öfkenin bastırılması depresyona giden süreci de kolaylaştırır ve bireyin cinsel yaşamını da tehdit edebilir. Öfkenin ifade edilme şekli ve kontrolü kültürel özelliklere, bireyin beklentilerine, öğrenilmiş davranışlara, ailenin davranış biçimlerine, çevresel koşullara, bireyin statüsüne, eğitim durumuna, yaşa ve 124 cinsiyete göre değişmektedir. Öfke duygusunun vücutta en belirgin olarak görülebileceği yerler ise şu şekilde özetlenebilir (Yeğin, 2010, s.243-244): Yüzdeki Belirtiler: Öfke anında kaşlar çatılır, alın kırışır, boyun damarları genişler, göz bebekleri büyür, yüz kızarır, burun delikleri açılıp kapanır, gözler kızarır ve surat ekşir. Ağızdaki Belirtiler: İnsanın öfkeliyken söylemiş olduğu, daha sonra da pişmanlık duyduğu sözler. Sesin kalınlaşması ve çirkinleşmesi, hakaret ve küfür içeren kaba sözler söylemek, tükürmek, dişleri sıkmak, dişleri gıcırdatmak, dudakların titremesi, hıçkırmak, sık sık nefes alıp verme ve benzeri gibi durumlardır. Ayrıca bu durumlarda ağızdan çıkan sözler ahenksiz ve biçimsiz olabilir. Kalpteki Belirtiler: Bedendeki hormonal dengedeki değişiklik, adrenalin hormonunun salgılanması, kalp basıncı artarak atışlarının hızlanması, kalp damarlarının genişlemesi, nabız atışlarının sıklaşması, tansiyonun yükselmesi, sesin kalınlaşması, ellerin titremesi ve benzeri gibi. Bunlara ek olarak da vücut bazı “stres kimyasalları” salgılar. Bunların aşırı salgılanması da zamanla damarları tıkayarak kalp ritmini bozabilir ve kanın pıhtılaşma eğilimini artırabilir. Zihinsel Belirtiler: Konsantrasyon bozukluğu, düşük performans, unutkanlık, uykusuzluk, dikkatsizlik. Duygusal Belirtiler: Bunaltı, depresyon, kaygı. Davranışsal Belirtiler:Alkol kullanma, sigara tiryakiliği, huzursuzluk, acelecilik, ilaç kullanmı, aşırı yemek yeme. Çatışma Yönetiminde Öfke Nasıl İfade Edilmektedir? Öfkeyi yaratan duyguların nasıl davranışlara dönüştürüldüğünü gösteren önemli ipuçları mevcuttur. Bunların hangilerinin öfke, hangilerinin hiddet, hangilerinin saldırganlık olduğunu anlayabilmek için ipuçlarının iyi okunması gerekir. Öfke olumlu sonuçları doğurabileceği gibi olumsuz sonuçlara da neden olabilmektedir. Öfke, genellikle saldırganlıkla karıştırılmakta veya iç içe kullanılmaktadır. Saldırganlıkta amaç, öfke duyulan kişiye zarar vermektir. Saldırgan nitelik taşıyan eylemler; tehdit etmek, hakaret etmek ve iğnelemek gibi sözel ya da dayak gibi fiziksel biçimlerde kendini göstermektedir. Öfke, geçici bir tepkidir ve normalde herkesin gösterebileceği bir duygudur. Aynı duygunun süreğen hale gelmiş şekli olan düşmanlık ise kalıcı bir nitelik taşır. Örneğin, birbirini düşman sayan uluslar ya da bazı aileler çocuk ve gençleri eğitirken, öfkeyi süreğenleştirebilmekte ve düşmanlık duygularını sürekli gündemde tutabilmektedirler. Öfkenin anlaşılmasını sağlayan doğrudan veya dolaylı olabilecek davranışsal veya sözel işaretler söz konusudur (Ülker, 2009): Doğrudan davranışsal işaretler; fiziksel ve sözel saldırı, aşırı eleştiricilik, kusur buluculuk, önyargılı olma, hırsızlık, sorun çıkarma, isyankâr davranışlarla kendini gösterebilir. Doğrudan sözel ya da bilişsel işaretler; kin ve nefret belirtleri, aşağılayan, kuşkucu ve suçlayıcı sözler biçiminde gözlenebilir. Dolaylı davranışsal ve sözel işaretler ise; güvensiz, kıskanç, tartışmacı, alaycı ve yargılayıcı davranışlar biçiminde üstü kapalı olabilir. İçe kapanma, psikosomatik belirtiler (kalp hastalığı, yüksek kan basıncı gibi), depresyon, suçluluk duygusu, ağlama biçiminde ortaya çıkabilir. Öfke, gizlenmiş ya da biçim değiştirebilen bir duygu olarak da tanımlanabilir. Bastırıldığı zaman, pasif saldırganlık (surat asma, küsme gibi) biçiminde ortaya çıkabilir. Bastırılmış öfkenin yarattığı bir başka duygu da kendini kurban gibi hissetmektir. Böylece, pasif saldırgan, öfkesini yaşarken "Sen iyi değilsin", kurban ise "Ben iyi değilim" düşüncesiyle davranabilmektedir (Soyaldın, 2007). Sonuç olarak, öfkelenilen durumlar farklı olduğu gibi öfkenin ifade edilme biçimleri de farklılıklar gösterebilir. Bazı bireyler saldırgan davranabilirken, bazı bireyler de öfkelerini içlerine atarlar. Öfke duygusunun ifade tarzları üç farklı davranış biçiminde kendini gösterir. Bunlar, saldırgan davranışlar, bastırılmış davranışlar ve kontrol etme davranışlarıdır (Soyaldın, 2007): Saldırgan Davranışlar: Öfke ve kızgınlık kontrol edilmesi en zor duygulardan birisidir. Öfke bir anlamda bulaşıcı bir duygu olarak nitelendirilebilir. Karşıdaki bireyin öfkeli gözükmesi bireyin kontrolünü güçleştirebilir. Duyguları dışarı vurmak, bağırmak, kızmak, eşyaları kırmak, duvarlara vurmak gibi saldırgan davranışlarda bulunmak öfkenin gösterilmesinde en sık kullanılan yollardan biridir. 125 Bastırılmış Davranışlar: Sürekli öfkeyi bastırmak, sanki hiç kızmıyormuş gibi görünmek, sakin kalmak, belli etmemek bastırılmış davranışların tipik örneğidir. Öfke, zamanında ifade edilmediği zaman kartopu gibi büyür ve patlama seklinde sonuçlanabilir. Patlamanın yeri ve zamanı belli olmadığıiçin olumsuz sonuçlarla karşılaşılma olasılığı oldukça yüksektir. Kontrol Etme Davranışları: Öfke duygusu herkesin yaşayabileceği bir duygudur.“Ben hiçbir şeye öfkelenmiyorum” veya “hiç kızmam” denildiğinde, aslında bir şeylerden kaçınılmakta olunabilir. Önemli olan, önce bunun farkına varması ve daha sonrada, bunu etkili bir biçimde ifade etmeye yönelik yolların kullanılmasıdır. ÇATIŞMA YÖNETİMİNDE ÖFKENİN BOYUTLARI Öfkenin ortaya çıkmasında değişik etkenler vardır. Bu etkenleri açıklayabilmek amacıyla uzmanlar çeşitli sınıflandırmalar yapmışlardır. Bu sınıflandırmalara dayalı olarak öfkenin belirli boyutlarda toplanabileceği ifade edilmektedir. Uzmanlar, öfkenin çok boyutlu bir yapı olduğu konusunda uzlaşmaktadır. Literatürde, öfkenin fizyolojik, bilişsel ve davranışsal boyutları olduğu belirtilmektedir (Canbuldu, 2006). Öfkenin duyuşsal, bilişsel ve davranışsal boyutları etkileşim halindedir ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilemektedirler. Bu boyutların birinde ya da hepsinde görülen normal dışı değişmeler diğer boyutları etkilemektedir. Öfkeye ilişkin problemler, öfkenin bir ya da daha fazla boyutunda ortaya çıkabilmektedir. Örneğin; birey herhangi bir durumla karşılaştığında yoğun duygusal uyarılma yaşayabilir (fizyolojik boyutta); uzun süreli kin ve düşmanlık besleyebilir (bilişsel boyutta) ya da öfkeye neden olan olaylara saldırganca tepki gösterebilir (davranışsal boyutta). Fizyolojik Boyut Öfke ile ilgili durum ortaya çıktığı andan itibaren bedenimizde olabilecek her türlü değişiklik, bu boyutta değerlendirilmektedir. Bu değişimler, vücudun içinde bulunduğu duygusal duruma göre şekil alır. Öfke durumunda kalp atışlarının birden hızlanarak kan basıncının artması, gözlenen en belirgin durumdur. Bunların yanında; kasların gerilmesi, midenin kasılması, ağız kuruması, boğazda düğümlenme, nefesin daralması, boğulacakmış hissinin oluşması, uyuşma ve karıncalanma hisleri, sıcak basması ve aşırı terleme, bir konuya odaklaşma güçlüğü ve benzeri diğer içsel belirtiler öfkenin fiziksel boyutuyla ilişkilendirilmektedir. Bakışların dikleşmesi, kaşların çatılması, dudakların büzülmesi, yüzün kızarması, dişlerin gıcırdatılması, yüzün solgunlaşması, yumrukların sıkılması, bacak ve kollarda gerginlik sonucu duruş değişikliği, titreme, ürperme, bazı organlarda tikler görülmesi, ses tonunda titreme ve ağlamaklı olma ve benzeri gibi belirtiler de dışarıdan gözlenebilen diğer değişiklikler olarak sıralanabilir. Bilişsel Boyut Öfkenin bilişsel boyutu, bir dizi kalıp ya da şema ile örgütlenmiş beklenti, inanç ve yorumlama süreci gibi bilgi yapılarını içermektedir. Bilişsel boyut, olumsuz inançları ya da düşmanlığı yansıtır. Bireyin dünyaya, özellikle de diğer kişi ya da yerlere yönelik sahip olduğu olumsuz yüklemelere ilişkindir. Öfke öfkeyi besler, şiddete dönüşür ve bu da saldırgan tepki vermeyi kolaylaştırır. Zillmann’a göre (1998’den aktaran; Canbuldu, 2006) öfkelenen kişi bilişsel düzeyden yoksun kalarak en ilkel tepkilere başvurur. Engellenme ya da saldırı durumunu algılayan merkezi sinir sistemi geçmiş yaşantıları ve olayla ilgili çağrışımları yorumlayarak nasıl tepki vereceğini belirler. Bu tepkilerin ifade ediliş biçimi akılcı ya da akılcı olmayan düşünce yapıları şeklinde ortaya koyulmaktadır. Bilişsel boyutta, geçmişte yaşananlar ve içinde yer alınan kültürel özellikler önemli rol oynamaktadır. Birey olayları nasıl kontrol edip yönlendirebileceğine, deneyimleri ve çevresel uyaranları nasıl yorumlaması gerektiğine göre hareket etmektedir. Geçmişte kendisi iyi birisi olarak tanımlanmışsa öfkeye yönelik bilişsel süreç de bu yönde işe koyulacaktır. Örneğin mükemmeliyetçi birisi olarak tanımlanıyorsa hata yapmama konusunda aşırı bir duyarlılık, hatta hata yapana karşı tahammülsüz bir düşünce biçimi oluşturacaktır. Eğer çevresinde belli bir ağırlığı olduğu algısı kendisinde oluşmuşsa imajı koruma çabası ve olumsuzlukları görme yerine olayın olumlu özelliklerini öne çıkartmaya yönelik düşünce sistemi oluşturabilecektir. 126 Davranışsal Boyut Öfke ifadesi olarak da nitelendirilen öfkenin davranışsal boyutu, öfkeye yol açan durumlara genel olarak verilen tepki biçimleridir. Davranışsal boyut, öfkenin ifadesinde kullanılan olumlu ya da yıkıcı başa çıkma mekanizmalarını içermektedir. Bireyler öfke yaşantıları sırasında bilişsel ve olayları algılayış biçimlere, yaşadıkları öfkenin yoğunluğuna, kendi alışkanlıklarına göre; öfkelerini bastırma bazıları da öfkelerini dışa vurma yönünde davranışlar sergilerler. Davranış boyutunda bireylerin yaygınlıkla sergiledikleri davranış biçimleri; bastırma, kaçınma, öfkesini uygun zamanda ve biçimde kaynağına ifade etme, öfke kaynağına yönelik olumsuz davranışları sergilemek olarak sıralamak mümkündür. İçe atılan, ifade edilmeyen, bastırılan öfke, bireyin kendisine zarar vermesine neden olur. İnsan ilişkilerinde yaşanan çoğu üzücü, acı verici durumların çözülme olanağı bulmamış, bastırılmış, ifade edilmemiş öfkeden kaynaklanmış olabileceği ileri sürülmektedir (Alberti ve Emmons, 1998) .Aslında öfkeyi, öğrenilmiş bir dışa vurum biçimi olarak tanımlamak da mümkündür. Psikologlara göre, öfkelenildiğinde eşzamanlı olarak ilişkili hale gelirler? Açıklayınız? hangi boyutlar birbiriyle ÇATIŞMA YÖNETİMİNDE ÖFKE İLE İLGİLİ KURAMSAL YAKLAŞIMLAR Çatışma yönetimini açıklamaya yönelik pek çok kuramsal çalışmanın olduğu bilinmektedir. Çatışmaya bağlı olarak öfkenin anlaşılmasına ve çözülmesine yönelik de farklı kuramsal yaklaşımlar mevcuttur. Bu yaklaşımların her biri kendi kavramları ve ötelemeleri ile öfkeyi açıklamaya çalışmışlardır. Bunların hangisinin öne çıkmış, hangisinin öne çıkmamış olduğu yönündeki tartışmaları yapmak yerine her biri öfkeyi nasıl ele alıp çözümlediğinin ve nelere önem verdiğinin anlaşılmasında yarar vardır. Bunlardan başlıcaları; psikoanalitik kuramlar, biyolojik kuramlar, davranışçı kuramlar ve varoluşçu kuramlardır. Psikoanalitik Kuramlar İlk olarak Darwin, öfkenin hayatta kalmak için gereken saldırgan içgüdüleri yansıttığını öne sürmüştür. Saldırgan içgüdülerin haz arayışındaki davranışlara engel oluşturduğunu daha sonra Freud dile getirmiştir. Freud’a göre, dışa vurulamayan her tür saldırganlık içe atılır, bu da depresyona, baş ağrılarına ve diğer somatik rahatsızlıklara neden olmaktadır. Darwin ve Freud’un teorilerini bir araya getiren Konrad Lorenz, öfke ve saldırganlık üzerine bir dürtü kuramı geliştirerek öfkenin her an “açığa çıkabilecek” biyolojik bir dürtü olduğunu savunmuştur. Dürtü, bir uyarılma ve gerginlik durumudur. Freud’a göre dürtü; değişmiş dengenin yeniden sağlanması çabası ve bir güç, enerji kaynağı olarak ruhsal olguların tümünde etkili olmaktadır. Dürtü kuramlarına yöneltilen eleştiriler araştırmacıları görgül olarak denenebilecek modeller yaratmaya yöneltmiştir. Bu arayışlardan en önemlisi ve en güçlüsü engellenme-saldırganlık yaklaşımıdır. Engellenme; bir amacı elde ederken karşılaşılabilecek müdahalelerin tümü olarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede birey, çok fazla engellenme ile karşılaştığında saldırganlık yoluyla karsısındaki engeli bertaraf etmeye çalışmaktadır. Freud, saldırganlığı insanın biyolojik kalıtımının bir parçası olarak görür ve saldırganlığın yıkıcı ve şiddet yönünü vurgular. Freud, öfke ve saldırganlık duygularını, ölüm içgüdüsünün ve yaşam içgüdüsünün bir ifadesi olarak görmektedir (Geçtan, 1990). Freud’a göre, duygu yaşantısının temeli, psişik enerjinin açığa çıkmasıdır. Yaşam içgüdüsünün türevi olan cinsellik ve ölüm içgüdüsünün türevi olan saldırganlık, kişi için gerekli olan enerjiyi oluştururlar. Freud’a göre saldırganlık, aslında insanın kendisine yönelik yıkıcı bir durumdur. Freud’a göre; çabuk öfkelenme, öfkelenince bağırıp çağırma, etrafına ya da kendine zarar verme davranışları oral dönem saplantısı yaşayan kişilerde yoğun olarak görülmektedir. Öfkenin alt yapısını oluşturan önemli gelişim dönemlerinden biri de anal dönemdir. Bu kurama göre, tuvalet alışkanlığının kazanılmaya başlaması ile çocuk anüs bölgesindeki gerilimi boşaltmaktan duyduğu doyumu ertelemek zorunda kalmaktadır. Bebeğin hazzını ertelemesi konusunda katı ve cezalandırıcı yaklaşımlar, bebeğin öfke duymasına neden olmaktadır. Eğer çabuk öfkesini dışa 127 vurmak isterse, dışkısını tutmama davranışını seçer. Bu tür inatlaşmalarla dışkısını anne ve babasını cezalandırma aracı olarak kullanan çocuk ileride ya duygularını bastırarak içine atmayı ve pasif saldırganlıkla öfkesini ifade etmeyi seçer ya da aşırı tepkisel, inatçı, başkaldırıcı ve yıkıcı öfke tepkilerini seçer. Anal dönemdeki saplantılar; çabuk ve aşırı öfkelenme, saldırgan ve cezalandırıcı tepkilerle öfkesini ifade etme gibi davranışları içeren sadistik kişilik yapısını oluşturur (Köknel, 2000). Biyolojik Kuramlar Darwin’in gözlemlerine dayalı olarak yüz ifadelerinin evrensel olduğu söylenebilir. Darwin’e göre, yüz ifadeleri, genetik özellikler taşımakta ve kuşaktan kuşağa bu ifadeler genetik yolla aktarılmaktadır. Bireylerin yüz ifadelerine bakarak onların öfkeli olduğu anlaşılabilir. Eğer bireyler öfkeli bir görünüm sergiliyorlarsa onlara nasıl yaklaşılabileceğine ilişkin davranış stratejileri geliştirilebilir. Bireyde, öfke duyguları ve bunlarla ilişkili acı, kaygı, kızgınlık, saldırganlık, kin gibi duyguların oluşmasında rol oynayan biyokimyasal yapılar ve işlevler vardır. Biyolojik temelli kuramlar, öfkelenmenin temelinde merkezi sinir sisteminin işleyişini öne çıkartmaktadırlar. Beynin yanlış işlemesi, hormonlar ve kalıtım ihtimalleri dâhilinde, öfke davranışları, kendine her zaman hedef bulabilir ve çevreden açık bir kışkırtma olmadan da meydana gelebilir. Bu kurama göre öfke, her bireyin içinde mevcuttur ve kendini açığa çıkarmak için fırsat kollamaktadır. Biyolojik yapıyla duyguları açıklayan James Lange kuramı, öfke yaşantısının oluşumuna ışık tutmaktadır. James Lange’nin kuramına göre duygusal yaşantının oluşumunda dört adım vardır: (1) Bir durumun fark edilmesi. (2)Merkezi sinir sisteminden uyaranların kaslara, deriye ve iç organlara ulaşması. (3)Beden bölümlerindeki değişikliklerle duyarlılığın beyne geri dönmesi. (4)Geriye dönen uyarılmanın algılanan orijinal uyaranla kortikal yapı tarafından birleştirilerek algılanması ve “nesne duygusal olarak hissediliyor” mesajına dönüşmesi (Köknel, 2000). Davranışçı Kuramlar Davranışçı kuram öfkeyi engellenme ve saldırganlık ile birlikte ele alır. Davranışçılara göre, öfkeye ve saldırganlığa verilen tepkiler aynen diğer davranışlar gibi öğrenilmiştir. Özellikle insanlar engellenmeye karşı saldırgan davranmayı çevreden öğrenirler. Daha önceden karşılaşılan bu durumlara karşı verilen tepkiler çevreden kabul görmüşse veya onaylanmışsa aynı davranışlar sürdürülmeye çalışılır. Korku ve sevgi gibi öfke duygusu da refleksif bir tepkidir. Birey öğrenilmiş davranışlarına bağlı olarak benzer duygularla karşılaştığında kendini güvende düşündüğü daha önceki duygularını yansıtan davranışları sergileme yoluna gidecektir. Varoluşçu Kuramlar Varoluşçu yaklaşım, öfkeyi; insanın yok oluşa, işlenmemiş potansiyele ve yaşamın anlamsızlığına karşı tepkide bulunması olarak açıklamaktadır. Her insan öfke duygusunu farklı yaşar. Kişinin öfkesi, yaşama karşı kendisini çaresiz ve güçsüz hissetmesiyle ilgilidir. Örneğin sevgilisinin trafik kazasında öldüğüne tanık olan birisinin bu durum karşısında bir şey yapamaması onu öfke duygulanımı içerisine sokar. Dolayısıyla araçlara öfke duyabilir ve araç kullanmamaya veya araç kullananlara karşı öfke besleyebilir. Bu durum bireyin kendisini çaresiz ve aciz hissetmesine neden olabilir. Başka bir durumda da sevgilileri el ele görünce onlara öfke duyması da geçmiş yaşantılara ilişkin olumsuz duyguların bir ifadesi olarak açıklanabilir. Öfke kaçınılmazdır, insana özgüdür ve her insan öfke duygusunu farklı yaşar. Etkisinde kalınan olayın neden olduğu kayıpların kişiden kişiye değişebileceği ve bunlara yönelik yaşanan öfke duygularının farklı olabileceği bu kuramda öne çıkan temel düşüncedir. Sizce öfkelenmek ile öfkeli tepki vermek aynı şey midir? Sonuç olarak; öfke, sağlıklı olarak yaşandığında son derece işlevsel olabilen bir duygu iken, kontrol edilemediğinde hem kişi hem de çevresi için oldukça zararlı olabilen bir duygudur. Öte yandan, öfke ve öfkenin ifadesi hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır. Bu bölümde öfkenin nedenleri ve öfke kontrolüana 128 hatlarıyla ele alınmış ve konunun önemine dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte, konuyla ilgili daha kapsamlı ve kullanılan yöntemlerin işe yararlığını araştıran çalışmalardan da yararlanılabilir. Yiğit tek yiğit öfkesini yenendir. Gücünü, kuvvetini, gönlünü, başını Öfkesinden arındıran, Benliğinden sıyırandır tek yiğit! (Şeyh Edebalı) ÇATIŞMA YÖNETİMİNDE ÖFKE KONTROL YAKLAŞIMLARI Çatışmaların çözümlenmesine yönelik farklı yönetim yaklaşımlarına karşılık öfke kontrolünde de farklı yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımları açıklanmadan neler olduğunun bilinmesinden önce öfke kontrolünün ne olduğunun bilinmesinde yarar vardır. Öfkenin doğru ifade edilme becerisini kazanmaya öfke kontrolü adı verilmektedir. Öfke kontrolünde temel amaç; saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır. Çatışma yönetimi karmaşık bir süreçtir. Her yönetim sürecinde olduğu gibi öfke yönetme sürecinin de karmaşık becerilerden oluştuğunu, ancak bu becerilerin uygulanması ve geliştirilmesiyle bu karmaşık becerilerin kazanılabileceğini unutmamak gerekir. Bu becerilerin temelinde, bireyin kendisiyle diğerleri arasındaki farklılıklara ilişkin duygu ve düşüncelerin farkında olma; bunun için de empatik düşünmeyi içeren etkili iletişim becerileri yatmaktadır. Öfkeyi; yok sayma, başkasına aktarma, saldırganca veya pasif davranışlarla ortaya koyma, kendine yöneltme öfke ile baş etmede yanlış kullanılan yollar olarak nitelendirilmektedir. Çatışma yönetiminde öfkeyle başa çıkmak için önce öfke kaynaklarının bilinmesi gerekir. Öfkeyi kontrol etmeye yönelik pek çok yöntem veya yaklaşım vardır. Bu yaklaşımların kabulü bireyden bireye, içinde bulunulan çevreden çevreye değişmektedir. Eğer sanat ve sporun yaygınlıkla kabul gördüğü bir çevrede yaşanılıyorsa, buna yönelik etkinlikler devreye sokulabilir. Muhafazakârlığın yaygınlıkla kabul gördüğü bir çevrede ise dini ritüellerin kullanılmasına yönelik etkinliklere yer verilebilir. Kuşkusuz bunlar değişmez, olmazsa olmaz yaklaşımlar değildir. Doğru, uygun yöntemi veya yaklaşımı belirlerken; bireyin kişiliği, yaşam tarzı, içerisinde bulunduğu güçlüklere bakışı, belki de en önemlisi seçtiği yaklaşımı uygularken günlük yaşamında fazladan sıkıntı hissetmemesi önem taşımaktadır. Öfke kontrolünde bireyin kendi başına uygulayabileceği; “düşünce biçimini değiştirmek, problem çözmek, mizahı kullanmak, gevşeme egzersizleri yapmak, masaj yaptırmak, doğru iletişim kurmak, kendi kendine sorular sormak, beklentileri gözden geçirmek, meditasyon ile rahatlamak” teknikleri olduğu gibi sadece ruh sağlığı alanında yetkin uzmanların uygulayabileceği bilişsel-davranışçı terapiler de bulunmaktadır. Düşünce Biçimini Değiştirmek Bireyler kızgın olduklarında karşılaştığı olayları abartma veya gerçeklerden uzak bir algılama içerisinde değerlendirirler. Oysa bireyi öfkelendiren bir olay olduğunda, bireyin olayın temelinde yatan düşünceleri fark etmesi ve mantıklı olmayan düşüncelerin yerine mantıklı olanları yerleştirebilmesi gerekir. Öfkeye neden olan olaylar söz konusu olduğunda bunun dünyanın sonu olmadığı, sağlıklı, normal her bireyin bu tür olaylarla karşılaşılabileceği komutu zihne verilmelidir. Günlük yaşayış içerisinde bir düzenlilik vardır. En bozuk durumlarda bile bu düzensizliğin olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Otobüs kaçırıldığında paniğe kapılmak, isyan etmek, kötü sözler söylemek, arkadaşların, yakınların veya bireyin kendisini suçlaması yerine daha olumlu düşünceleri çağrıştırmak öfkenin zihinsel olarak kontrolünde büyük yararlılık sağlamaktadır. Belirtilen bu olumsuz davranışları sergilemek, o andaki var olan sorunu büyütebileceği gibi ileride de geri dönülmez hataların yapılmasına neden olabilir. Derin nefes almak veya sessizce birden ona kadar saymak olay karşısında sakinleşmeyi sağlar. Otobüs kaçmışsa sakin olup, yapılacak işlere odaklanmak, ulaşım sorunun aslında başka fırsatları 129 yarattığını düşünmek öfkelenmeyi azaltabilir. Bunun yapılabilmesi zihinsel düşüncelerin daha önceki kodlamalardan farklı olarak kodlanması veya işletilmesidir. Nasıl olsa otobüs kaçtı! Tren, tramvay, vapur, taksi ile ulaşım sağlandığında günün güzelliklerinden yararlanma şansının da yakalanabileceği düşüncesi esnekliği beraberinde getirmektedir. Esnek düşünce, öfke kontrolünde çok işe yaramaktadır. Oysa“Asla”, “iki dünya bir araya gelse”, “ömrümün sonuna kadar” ve benzeri gibi ifadeleri zihne yerleştirmek, öfkenin süreğen hale gelmesine neden olmaktadır. Bu durum bir bireyin her gün sırtında iki kilogram ağırlık taşımasına benzetilebilir. Başlangıçta bu ağırlık bireyi etkilemez iken her olayda ağırlığın üzerine yeni ağırlıklar eklenmesi sonucunda birey, baş edemeyeceği duygular içerisine sürüklenebilir. Günlük yaşamda, işlerin yoğunluğu ve karmaşıklığından dolayı zamanı dondurup bireyin kendisini değerlendirmesi oldukça zordur. Ancak beklenmedik bir olayla karşılaşıldığında 15 saniyelik bir mola, tepkileri yumuşatabilecek ve daha az öfkeli olunmasına yardımcı olabilecektir. Düşünceyi değiştirmenin bir başka yolu ise kendi kendine konuşmaktır. Bu, ayna karşısında konuşma olarak da adlandırılabilir. Aynanın karşısına geçip duruş kontrol edilebilir. Duruşta; omuzların geriye atılarak, başın dik tutulması, gülümsenmesi ve nefes almatekniklerinin işe koşulması olumlu düşüncelerin oluşmasına katkı sağlayabilir. Yukarıdaki örnekler dikkate alınarak birey kendi kendine; “Kendimi seviyorum.” “Bugün, çok güzel bir gün.” “O adam beni kızdıramaz derin bir nefes alarak onu devre dışı bırakıyorum.” “Duygularımı ben yönetiyorum. Öfkeli veya neşeli olmak benim elimdedir.” biçiminde konuşmalar yapabilir. Ayrıca, bireyler kendi dışında meydana gelen olaylardan veya durumlardan sanki kendileri sorumlu imiş gibi düşünmeleri de çatışma yönetiminde kendilerini suçlamalarına ve buna bağlı olarak öfkelenmelerine neden olabilmektedir. Bu çerçevede,kendisi ilebu çeşit bir konuşma yapan bireyin öfkelenmesi ise kaçınılmazdır. Çözüm ise bireyin kendine yönelik olumlu konuşmalar yaparak öfkenin şiddetinin azaltılmasıdır. Birey öfkesini kontrol etmek için hangi soruları kendine sorabilir? Problem Çözmek Birey kendisini öfkelendiren bir durumla karşı karşıya olduğunda, bunu günlük yaşam içerisinde karşılaştığı diğer problemler gibi algılayıp onu tanımlamaya çalışmalıdır. Bilindiği gibi problem çözmenin birkaç temel adımları vardır. Birinci adım: Problem hakkındaki bilgilerin çağrıştırılması veya problem hakkındaki bilgilerin gözden geçirilmesi. İkinci adım: Problemi tanımlamak. Problemi tanımlayabilmek için öncelikle probleme ilişkin bilgilerin düzenlenmesi ve o bilgilerden yararlanarak problemin ortaya koyulması gerekir. Bu aşamada problemi farklı biçimde tanımlatacak, problemle gerçekten ilgili olmayan bilgilerde ayıklanmalıdır. Üçüncü adım: Problemin çözümüne yönelik hangi adımların var olduğunun düşünülmesi, gözden geçirilmesidir. Bu adımda pek çok çözüm yolu olabileceği ancak en uygun ve en etkili yolun ne olabileceğinin düşünülmesi gerekir. Dördüncü adım: Uygun ve etkili olduğu düşünülen çözüm yolunun uygulamaya konulmasıdır. Beşinci adım: Uygulamanın gerçekten problemi çözüp çözmediğinin belirlenmesidir. Çözemedi ise nerelerde hata yapıldığının değerlendirilmesine yönelik aşamadır. Eğer işe yaramayan, problemin çözümüne etkili katkı yapılmadığı düşünülüyorsa en başa dönülmesi bu adımın önemli bir özelliğidir. Dikkat edilirse burada bir problemle karşılaşıldığında harekete geçmeden önce zihinsel olarak işlem yapılmaktadır. Öfkelenmeye neden olan ve giderek büyütülen öfkenin temelinde, zihinsel olarak problemin çözümünün yapılmamış olması bulunmaktadır. Burada problem çözülmese dahi zihinsel süreçler bir duraklamaya nefes almaya, problemi zaman dilimine yaymaya yol açacağı için öfke durumu kendiliğinden kaybolabilir. Problem belirleme adımları nelerdir? Açıklayınız? Mizahı Kullanmak Çatışma yönetiminde esnek bir tutum içerisinde olmak çatışmaların yıkıcı etkilerinin azalmasına aracılık edebilmektedir. Öfkenin giderilmesinin en iyi yolu, mizahı devreye sokmaktır. Her olayın mizahi bir yanı vardır. Bu mizahi yön yakalanabildiğinde öfkenin ortaya çıkması önlenebilir. Tarihsel süreç içerisinde 130 mizah kavramının çok farklı biçimlerde açıklandığı ve çok farklı içeriklere sahip olabildiği bilinmektedir. Mizah birçok ünlü yazar tarafından, insan yaşamında pozitif bir güç olarak ele alınmıştır. Terapistler, duygusal rahatsızlıkların kişinin kendisini fazla ciddiye almasından ve yaşamda karşılaştığı olaylar hakkında bakış açısı ve mizah duygularını kaybetmelerinden kaynaklandığını öne sürerler. Mizah, danışanların hiç taviz vermeden korudukları belli düşüncelerin anlamsızlığını ortaya koyar ve kendilerini daha az ciddiye almalarında yardımcı olur. Psikoloji alanyazını içinde Freud ve birçok kişilik kuramcısı mizahı, sağlıklı ve uyumlu bir başetme stratejisi olarak tanımlamaktadır. Mizah, çeşitli yollarla öfkenin yoğunluğunun azalmasına yardımcı olabilir. Her şeyden öncedaha dengeli bir bakışı açısı sağlar. Birine öfkelenildiğinde ister mecazi isterse benzetme yaparak öfke kontrol altına alınabilir. Örneğin birisine “armut burunlu” ya da “ikiyüzlü” denildiğinde gerçekten o kişi o şekilde hayal edilerek öfke duygusu azaltılabilir. Mizah yapıldığında başlangıçtaki öfkeye ilişkin şiddet azalabilmektedir. Öfkenin temelinde planların gerçekleşmemesi ya da istenilenin yapılamaması yattığından öfkenin temeli engellenmeye dayanmaktadır. Engellendiğini düşünen insanlar, kendilerini haklı görme eğilimde olabilecekleri gibi kendilerinin aşağılandığını da düşünebilmektedirler. Yapılması gereken mizahı kullanarak bireyi engelleyenlerin bireyin karşısında diz çökmelerini, ondan özür dilemelerini hayal etmektir. Böylece, aslında bir an için öfkelenmeye neden olan durumların çok önemli olmadığını ve bireyin bu durumda kendisiyle bile “dalga geçebildiğini” görebilmesi, öfkenin azalmasına ve giderek kaybolmasına neden olabilecektir. Mizah kullanırken dikkatli olmakta yarar vardır. Mizah kullanmak sorunları geçiştirmek değildir. Sorunu dile getirerek karşı tarafı kendi silahı ile vurmaktır. Mizahı kullanmanın bir beceri işi olduğu ve bazen olaylara mizahi yaklaşılırken alaycı ve aşağılayıcı olunabileceği unutulmamalıdır. Çatışma yönetiminde öfkenin giderilmesinde mizah, bilişsel süreçlerin kullanımını da beraberinde getirmektedir. Bu çerçevede, gülmek de yaşamın komik taraflarını öne çıkartmayı sağlamaktadır. Yalnızken veya başkaları ile birlikteyken gülünmesi, öfkenin kaybolmasına yardımcı olmaktadır. Önemli olan her olayın her durumun komik taraflarını görüp onlara gülebilmektir. Gülme, karşılaşılan güçlüklerin komik taraflarının görülmesini sağlayarak bireyleri o güçlüklerin dışına çıkartabilir. Güçlüklerin dışına çıkıldığında o durum veya olayla ilgili hataların, tutumların anlaşılmasına yardımcı olunarak, bireyin onları düzeltebilmesi için bir fırsat yakalanabilir. Mizah, komiklik ve gülmek hakkında 1998 yılında Sistem yayınları arasında çıkan Arthur Rowshan tarafından yazılan ve Şahin Cüceloğlu tarafından çevrilen“Stres Yönetimi” kitabının ilgili bölümü okunabilir. Çevre Kontrol Araçlarını Değiştirmek Bireyin öfkelenmesine neden olan durumların çoğu, yakın çevresinden kaynaklanmaktadır. Bu durumlar bazen kişiler olabileceği gibi bazen trafik olayları, bazen belediye hizmetleri bazen de bireyle hiç ilişkisi olmayan kişi veya kurumlar olabilir. Böylesi durumlarda olayların bireyin kendisiyle ve kendi sorumluluğuyla ilgili olmadığını düşünmesi, öfkenin düşük şiddette ortaya çıkmasını sağlayabilir. Çevre faktörünü en iyi 90/10 kuralı açıklamaktadır (Kurt, 2008). 90/10 kuralında, bireyin çevresinde meydana gelen olayların bireyden kaynaklanma yüzdesi 10’dur. Yüzde 90’ı ise bireyin kontrolü dışındadır. Örneğin; Sabah kalktınız. Ailenizle birlikte kahvaltı yapıyorsunuz. Kardeşiniz çay fincanına çarparak gömleğinizin kirlenmesine neden oldu. Siz kardeşinize “sakar” dediniz, annenize de “beceriksiz, fincanı onun çarpacağı yere koydunuz” diyerek annenizle kısa bir tartışma yaşadınız. Gömleğinizi değiştirip okula gitmek için yola koyulduğunuzda kardeşinizin henüz kahvaltısını yapmadığını, kahvaltı masasında üzgün oturduğunu, annenizin sizin yüzünüze bakmadığını fark edip evden çıktınız. Biraz geciktiğiniz için her zaman kuyruğa girdiğiniz dolmuş sırasına girmeyip, önden binmeye çalıştınız. Bu duruma yolcular tepki gösterdi. Siz de onlara öfke ile karşılık verdiniz. Derse girdiniz. Arkadaşlarınız sizle ilgilenmek istedi. Ancak siz öfkeli olduğunuz için bu durumu alaycılık olarak algıladınız. Öğretmeninizin anlattığı dersi öfkeli olduğunuz için anlayamadınız. Öğretmene saldırı niteliğinde sorular sordunuz. Durum sabahkinden daha da kötü bir hal aldı. Oysa çevrenizde meydana gelen olaylar karşısında beş saniye tepki vermeden durabilseydiniz güne olumlu başlayacak, kardeşinizin ve annenizin kalbini kırmayacak, 131 arkadaşlarınızın ilgisine karşılık verebilecek ve öğretmeninizle hoşça vakit geçirebilecektiniz. Örnekte görüldüğü gibi çevremizde meydana gelen olayları kontrol etme şansımız oldukça düşüktür. Onun için, onlara vereceğimiz tepkilerin öfkelenmemize veya mutlu olmamıza katkı sağlayacağı hatırdan çıkarılmamalıdır. Yukarıda sayılan duruma olumlu tepki verme becerisi geliştirilemediğinde yapılması gereken en uygun durumlardan biriside öfkelenmeye neden olan çevreden hızla uzaklaşmaktır. Öfkelenmeye aracılık eden, yaşamı çekilmez durumlara sokan, sürekli şikâyet eden arkadaşlar veya yakınlardan uzaklaşmak da öfke kontrolünde önemli bir yaklaşımdır. Bireyi umutsuzluğa, karamsarlığa sıkıntıya sokan arkadaşlarla ve yakınlarla ilişkiyi keserek farklı çevrelerde bulunmaköfke kontrolünde başvurulan yollardan biridir. Gevşeme Egzersizleri Yapmak Öfke duygusunun hissedildiğinde yapılması gerek ilk iş, derin bir nefes alıp vermek olmalıdır. Nefes alma başlı başına bir tekniği gerektirir. Aslında herkesin yaptığı ama çoğu insanın doğru yapamadığı şey nedir? denildiğinde ilk akla gelen, nefes alma olmalıdır. Nefes burundan alınarak ciğerler doldurulur. Nefes alınan sürenin iki katı bir süre sonra ağızdan dışarıya verilir. Bu nefes alma verme işi en az üç kere yapıldığında öfkenin azaldığı görülebilecektir. Karından derin derin nefes alıp verirken sessizce zihinde rahatlatıcı bir anıyı düşünmek, sizi dinlendirdiğini düşündüğünüz bir resmi canlandırmak, çok iyi dinlendiğiniz bir tatil beldesini hayal etmek gerginliğin azalmasına ve olumlu tepki verilmesine yardımcı olabilir. Nefes alıp verme işi oksijeni bol, temiz açık havada yapıldığında çok daha etkili sonuçlar verir. Nefes alınıp verilirken birey kendi kendisine “gevşe”, “sakin ol”, “kafaya takma”, “hallederiz-kolay” gibi telkinlerde bulunabilir. Gevşeme egzersizleri bir defa değil, bir yaşam biçimi haline dönüştürülmelidir. Gevşeme egzersizleri bilişsel-davranışçı terapilerin ilgilendiği önemli bir tekniktir. Gevşeme egzersizleri bireysel ya da grup olarak çalışılabilir.Temel dayanak noktası öfke ile ilgili kas gerginliğidir. Eğer kaslar gevşetilebilirse, öfke azalacaktır. Tüm gevşeme işlemleri ritmik solunum, kas gerginliğinde azalma ve bilinçlilik durumunda değişimi içerir. Klinik deneyimler, gevşeme deneyimi ile ilgili bireysel farklılıkların olduğunu ileri sürmektedir (Rowshan, 1998). Gevşemenin fizyolojik, bilişsel ve davranışsal belirtileri vardır. Fizyolojik belirtileri; nabzın yavaşlaması, kan basıncının düşmesi, solunumun ve oksijen tüketiminin azalması, metabolik hızın yavaşlaması. Bilişsel belirtileri, bilinçlilik durumunun değişmesi, salt bir zihinsel görüntü üzerine yoğunlaşmanın artması, pozitif öneriler için alıcılığın artmasıdır. Davranışsal belirtileri ise çevresel uyaranlara ilgi ve dikkatin azalması, sözel etkileşimin olmaması, istemli pozisyon değişikliğinin olmayışı, edilgen hareketlerin olmasıdır. Bilişsel-davranışçı terapilere göre gevşeme, bedenin tümünde gevşeme oluncaya kadar, kasların istemli, düzenli ve birbirini izleyen bir şekilde gerilme ve gevşemesini içerir. Bu teknik için bireyin rahat bir biçimde oturması gereklidir. Hafif bir müzik ya da hoşnutluk verici görsel işaretlerin olması önemlidir. Egzersizlere başlamadan önce, uzman tarafından gevşeme işlemleri açıklanmalıdır. Birey derin bir nefes alarak ve yavaşça vererek eğitime başlar. Bunu germe egzersizleri izler. Birey her kas grubunu yaklaşık 10 saniye gergin tutar, bu arada uzman gerginlik ve gevşeme arasındaki farkı bireyin hissetmesine yardımcı olur: “Şimdi ellerinizdeki sıcaklığı fark edin.”, “Şimdi gerginliğin omuzlarınızdan aşağı süzülüp kaybolduğunu hissedin.”gibi. Birey ellerden başlayarak sırasıyla kollarını, omuz, göğüs ve ayağına kadar olan kas gruplarını çalıştırır. Bilişsel gevşeme ise sözcükler yardımıyla zihinsel görüntüler oluşturarak yapılan bir gevşeme biçimidir. Huzur ve sakinlik veren manzaralardan oluşan zihinsel görüntülerle, kişinin gevşeme tepkileri artırılır. Amaç, bireylerin her yerde ve her zaman bu egzersizleri kendilerinin yapabilmelerini ve kendi kapasitelerini kullanabilme becerisini geliştirmelerini sağlamaktadır. Masaj Yaptırmak Çatışma yönetiminde öfke kontrol yöntemlerinden yeni uygulanmaya başlayan yollardan birisi de masaj yaptırmaktır. Öfke bir duygu durumu olarak ele alındığında bunun dışarıya atılması ya da yönünün değiştirilmesi gerekmektedir. Vücudun gerginliğinin azaltılmasında masaj başvurulması gereken 132 yollardan birisidir. Kasların gerginliği, bedenin ağırlığından kurtulmanın ötesinde masaj yaptırmak ortamdan uzaklaşmayı gerektiğinden bu haliyle bile önemli öfke giderme aracıdır. Öfkenin fizyolojik belirtileri anımsandığında masaj yolu ile boyun, sırt, eklem ağrılarından kurtulmak olanaklıdır. Bedenin gevşemesine yardım eden en iyi yollardan biri de masaj yaptırmaktır. Masaj, bir profesyonelin veya bir fizyoterapistin elleri ile bedenin tüm ağrı ve sızılardan, gerginliklerden kurtulmasını sağlar. Masaj sırasında profesyonellerin uygulayacağı gevşetme hareketlerinin yanı sıra birey sakin ve huzurlu bir ortamda kendini hissedeceğinden düşüncelerinden arınıp rahat, esnek, hoşgörülü bir duygu durumuna sahip olabilir. Masaj sonucunda vücut daha dinlenmiş ve dinç hale gelebilecektir. Sonuç olarak masaj, kan dolaşımının düzenlenmesine, gerilmiş kasların gevşemesine, ağrıların giderilmesine, zinde olmaya, bireyin rahatlamasına aracılık etmektedir. Doğru İletişim Kurmak Öfke bireyi doğru olmayan sonuçlar çıkarmaya sürükleyebilir. Öfkeli olunan durumlarda akla ilk geleni söylememek, karşıdakinin ne söylediğini dikkatle dinlemek ve ne söylemek istendiği hakkında düşünmek iletişim kalitesini arttırabileceği gibi, öfkenin daha da artmasını da engelleyecektir. Doğru bir biçimde iletişim kurmada asıl olan empati kurmaktır. Öfke duyulan bireyin ve bireylerin yerine bireyin kendisini koyması ile empati kurulmaktadır. Empati kurularak bireylere, olaylara farklı bir pencereden bakılmaktadır. Farklı pencereden bakmaya çalışmak ise öfkeyi azaltabilmektedir. Yaşamın her alanında büyük öneme sahip olan empati yöneticilikte, satıcılıkta, duygusal ilişkilerde, ana-babalıkta, arkadaşlıkta, siyasette ve benzeri her yerde bireyin kullanması gereken bir iletişim becerisidir. Kendi Kendine Sorular Sormak Birey, kendi kendine sorular sorarak öfkelenmesine yol açan düşünce kalıplarının farkına varabilir. Birey kendi kendine yapacağı bir konuşma ile; öfkesinin gücüne, öfkesine ne kadar süre tutunduğuna ve öfkesini nasıl ifade ettiğine odaklanmış olacaktır. Bu yolla birey, öfkelenmeden önce neler düşündüğünü hatırlamaya çalışacaktır. Unutulmalıdır ki "Başkalarının size karşı olması diye bir şey söz konusu değildir. Onlar sadece kendilerinden yanadır." Beklentileri Gözden Geçirmek Öfkelenmenin en önemli sebeplerinden biri de alınan sonucun beklentileri karşılamamasıdır. Aslında, beklentilerin karşılanamaması bireyin gerçekçi hedefler ortaya koyamayışı, kendi yeterliklerini, güçlü yanlarını, güçsüz yanlarını, elindeki olanakları veya önündeki fırsatları bilememesinden kaynaklanmaktadır. Eldeki veriler tekrardan gözden geçirilerek hem bunun sebebi öğrenilmiş hem de öfkelenmenin önüne geçilmiş olabilir. Sonuç ve beklentiler örtüşmediği zaman oluşan içerleme duygusu da öfkeyi tetikler ve içerleyen bireye zarar verir. Bu durumda birey kendisini korumaya devam ederek, affedebilir veya en azından durumu kabullenmeyi deneyebilir. Unutulmamalıdır ki; öfke yok edilemez, ancak tepkiler kontrol edilerek bireyi mutsuz etmesi önlenebilir. Meditasyon ile Rahatlamak Bireyin zihninde doğru şeyleri düşünmeyi öğretmenin yollarından birisi de meditasyondur. Birey, meditasyon yolu ile içerisindeki enerjiden yararlanmayı öğrenir. Kaygı, öfke ve stresle ilgilenenler, terapistler veya yöneticiler arasında son yıllarda sıklıkla kullanılan önemli yollardan birisi de meditasyon ile rahatlama tekniklerini kullanmaktır. Bireylere öfke durumlarında, kriz durumlarında, iş ve yaşamdaki zorluklarla karşılaşıldığında veya finansal başarısızlıkta ve diğer yaşam güçlükleri karşısında meditasyon tekniklerini kullanmaları önerilmektedir. Sözcük anlamıyla birçok Batı dilinde "derin düşünme" anlamına gelen meditasyon, mistik anlamıyla, sözlüklerde "kişinin iç huzuru, sükunet, değişik bilinç halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme tekniklerine ve deneyimlerine verilen ad" olarak tanımlanmaktadır (Pehlivan, 2000). Kişinin kendi gerçeğini sağlayıp öfkesinden arınmayı esas alır. Meditasyona Budizm (Hindistan), Taoizm (Çin), Bön (Tibet) ve Zen (Japonya) gibi 133 inanç sistemlerine göre ve izledikleri yöntemlere göre değişik adlar verilmiştir. Meditasyonun yararları şu şekilde sıralanabilir (Pehlivan, 2000). Meditasyon; • zihni sakinleştirerek bireyin mutlu olmasına yardımcı olur. • zihnin berrak ve olumluya odaklanmasını sağlar. • hafızayı ve konsantrasyon gücünü artırır. • olayların soğukkanlılıkla karşılanmasını sağlar. • potansiyelin tam olarak ortaya çıkmasına aracılık edebilir. • uyku kalitesini artır. • bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkı sağlar. Meditasyon uygulamaları son derece basittir. Başlangıçta bir uzmandan yardım alınarak yapmak ve daha sonra bireysel olarak bu davranışları yapmak daha uygundur. Meditasyon sırasında, diğer insanlar veya bizleri öfkelendiren durumlar nedeniyle zihnin dağılmasının önüne geçilerek zihin yeniden organize edilerek düşünceler huzurlu bir hedefe yöneltilir. Nasıl yapıldığına ilişkin şöyle bir örnek verilebilir (Rowshan, 1998): “Sessizce oturun.”,”Rahat olun.”,“Bedeninizin gevşemesine izin verin.”,” Alnınızın ortasında parlayan bir ışık noktası hayal edin ve içinizdeki huzurlu içsel varlıkla bağlantı kurun.”,”Ben huzurluyum.”,“Birçok kere bunu sessizce söyleyin.”, “Kendi içsel huzur farkındalığında, içinizdeki sevgi ve neşe hazinesini böylece keşfedeceksiniz.” Aslında yapılan, iç huzura ve bireyin içindeki derinliklere bireyin sessizce bağlanması ve onları sessizce paylaşmasıdır. Nasıl ki bazı bireyler, dokunarak, bazı bireyler dinleyerek, bazı bireyler müzikle, bazı bireyler içten tekrarla öğrenebilmekte ise meditasyon uygulamaları da bireylere göre değişmektedir. Bu yollardan bazıları; mantralar, ilahiler, hayalinde canlandırma ve güdümlü betimleme, gözü bir noktaya dikmek, nefese odaklanmak, yürümeye odaklanmak gibi. Çok genel çizgileri ile bunların açıklamalarına yer verilmiştir. Mantralar: Bilinçli bir şekilde sürekli tekrarlanan sesler, sözcükler ya da sözcük öbekleridir. Mantra sesli olarak veya sessiz olarakta kullanılabilir. İlahiler: İlahiler de sesin kullanımı ile ilgilidir. Aslında mantranın farklı bir uzantısıdırlar. İlahilerin müzikal bir yanları vardır. Her birey ilahi veya mantra söyleme konusunda kendini rahat hissetmeyebilir. Meditasyon ile ilgili olarak http://meditasyon.biz/adresini ziyaret edebilirsiniz. daha ayrıntılı bilgi için Hayalinde Canlandırma ve Güdümlü Betimleme: Doğada bireyin hoşuna giden ya da ona hoşnutluk veren durumların hayali görüntülerinin canlandırılıp huzur bulmadır. Örneğin gözlerin kapalı olarak denizdeki dalgaların dinlenmesi veya dalgalara doğru sevgili ile el ele koşulmasının hayal edilmesi gibi. Gözü Bir Noktaya Dikmek: Bireyin zihninin bir nesneye yönlendirilerek sakin düşüncelere dalınmasının sağlanmasıdır. Nefese Odaklanmak: En sık kullanılan yollardan birisidir. Gevşeme tekniklerinde bahsedilen durumlar biraz daha abartılarak yapılmaktadır. Yürümeye Odaklanmak: Bireyin, nasıl yürüdüğünün gözlenmesi, düşünülmesi sağlanarak sakinleşmesi ve huzuru yakalamasına yardımcı olmaktır. Bireyin her adımını, adımını atışını, yere basışını, yerdeki dokunmayı hissetmesini ve benzeri durumları içselleştirmesini sağlayarak bireye sakinlik kazandırma yoludur. Bir anlamda bireyin düşüncelerini başka tarafa çekip orada yoğunlaşması sağlanarak öfkesini unutarak sakinleşmesi gerçekleştirilmektedir. Bireyin bir uzman yardımı alarak öfkesini veya kaygı, stresini ortadan kaldırmaya yönelik değişik tekniklerde vardır. Ancak bu tekniklerin uzmanlar tarafından uygulanması gerektiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu teknikler öfke, korku, saldırganlık, kaygı ve benzeri 134 durumların düzeltilmesinde kullanılmaktadır. Bu tekniklerden bilişsel davranışçı tekniklerin bilinmesinde yarar görüldüğünden çok genel çizgileri ile aşağıda kısaca açıklanmaktadır. Bilişsel-Davranışçı Terapiler Bilişsel-davranışçı terapiler, bireylerin günlük yaşamlarında üstesinden gelemedikleri güçlükler ve yaşam problemleri ile karşılaştıklarında onlara yardım etmek için öğrenme kuramlarını uygulayan, problem odaklı, “burada ve şimdi” ile ilgilenen, davranışçı psikolojik danışma kuramından temel alınarak geliştirilmiş bir tedavi biçimidir (Demiralp ve Oflaz, 2007, s.132-139). Davranışçı psikoloji, normal ve normal dışı bütün davranışların öğrenme ürünü olduğunu ileri sürmektedir. Davranış gözlenebilen, kaydedilebilen ve ölçülebilen eylem, hareket ya dayanıtlardır. Davranışçı kuramlar öğrenmenin uyarıcı ile davranış arasında bir bağ kurularak geliştiğini ve pekiştirme yoluyla davranış değiştirmenin gerçekleştiğini kabul eder. Pavlov’un klasik koşullama çalışmaları, davranışçı akımın en çok bilinen öğrenme kuramıdır. Edimsel koşullama ilkeleri ise Thorndike, Tolman ve Guthrie tarafından tanımlanmıştır. Farelerden korkar duruma getirilen çocuğun farelerden korkmayan akranları ile birlikte olduğunda korkusunun azaldığının saptanması ise Bandura’nın “sosyal öğrenme” ve “model oluşturma” kuramlarına temel oluşturmuştur. Böylece, davranışçı terapi, öğrenme ilkelerinin davranış bozukluklarının analiz ve tedavisine sistematik bir biçimde uygulanması olarak görülebilir. Biliş ise, bilme süreci ya da eylemidir. Bilişsel terapiler kaygı ya da uyuma dönük olmayan davranışların nedeninin, olayların kendisinin değil, bireyin bu olaylara ilişkin beklentileri ve yorumları olduğunu ileri sürer. Bu davranışların kişinin düşünce ve inançları ile doğrudan ilgilenilerek değiştirilebileceğini savunur. Bilişsel kurama göre, çocukluk çağındaki deneyimler öğrenme yolu ile bazı temel düşünce ve inanç sistemlerinin oluşmasına neden olur ve yapısal düzeyde bunlar “şema” olarak adlandırılır. Yaşam olayları, durağan olan şemaların etkin olmasına ve “olumsuz otomatik düşüncelerin” ortaya çıkmasına ve sonuç olarak öfke, kaygı, suçluluk, üzüntü gibi hoş olmayan duyguların oluşmasına yol açar. Davranışçı terapiler ile bilişsel terapilerin entegrasyonu, terapistlerin başvuranların korku, istek, açıklama ve algılama biçimleri ile daha ilgili olmalarını sağlamıştır. Bilişsel terapinin hedefi gerçek dışı inanç, düşünce, duygu ve olumsuz kendilik algısının değiştirilmesidir. Bu amaçlarla, bilişsel-davranışçı terapi teknikleri okulda, evde, iş ortamında uygulanabildiği gibi, serbest zaman etkinliği olarak da uygulanabilmekte ve bireyin baş etme becerilerini genişleterek kişisel gelişimine yardım edebilmektedir. Bilişsel-davranışçı terapinin amacı öncelikle gerçekçi olmayan ya da birey için sorun olan düşüncelerin tanımlanmasıdır. Sorun olan düşünce tanımlandığında, o düşüncenin birey üzerindeki etkisi de tanımlanabilir. Davranış çözümlemesi üç bölümden oluşur (Demiralp ve Oflaz, 2007): 1. Önceki olay: Davranışın öncesinde olan ya da davranışın ortaya çıkmasına neden olan, tahrik eden uyaranın, ipucunun belirlenmesi. 2. Davranış: Bireyin söylediği ya da söylemediği, yaptığı eylemlerin neler olduğunun, zamanının, sıklığı ve süresinin belirlenmesi. 3. Sonuç: Davranış sonucunda bireyin düşündüğü etkinin yönünün (olumlu, olumsuz, yansız) tanımlanması. Genel olarak bu terapilerin amaçladığı hedefler bireyin hoşnutluk durumunun artması, sosyal becerilerinin geliştirilmesi ve istenmeyen davranışının azaltılmasıdır. Bilişsel-davranışçı terapi teknikleri tek başına ya da diğer tedavilerle birlikte kullanılabilmekte ve kullanılan teknikler uygulama becerisi gerektirmektedir. Bilişsel- davranışçı terapide farklı teknikler kullanılmaktadır. Bunlar, gevşeme eğitimi, biofeedback, sistematik duyarsızlaştırma, alıştırma, seçenekleri sorgulama, felaketsizleştirme, yeniden düzenleme/çerçeveleme, düşünceyi durdurma, yeni davranış öğrenme stratejilerini (modelleme, biçimlendirme, markayla ödüllendirme, rol oynama, sosyal beceri eğitimi) kullanmadır. Gevşeme daha önce ele alındığı için bunun açıklanmasına yer verilmeyip, özellikle öfke kontrolünde kullanılabilen bazı uygulamalar aşağıda kısaca betimlenmektedir (Demiralp ve Oflaz, 2007): Biofeedback: Bu teknikte öfkeyi azaltmak ve davranışsal yanıtları değiştirmek için, bireyin bilinçli olarak anlamadığı, fark etmediği normal ve normal dışı fizyolojik tepkileri bir araç yardımı ile bilinçli 135 duruma getirilir. Biofeedback aracına bağlı küçük elektrotlar bireyin alnına yapıştırılır. Beyin dalgaları, kas gerilmesi, deri sıcaklığı, kalp hızı ve kalp basıncındaki fizyolojik değişiklikler monitörde izlenebilir. Bu değişiklikler görsel ya da işitsel anlamlarla ilişkilendirilir. Birey ne kadar çok gevşerse, o kadar çok hoşnutluk veren ses ya da görüntü olur. Bu hoşnutluk verici ses ya da görüntü, hasta gevşemeyi durdurduğunda durur ve hasta gevşeme durumunu başardığında yeniden canlanır. Gevşeme becerisi geliştikten sonra, tekniğin stres verici durumlarda uygulaması için birey desteklenir. Sistematik Duyarsızlaştırma: Sistematik duyarsızlaştırma, özgül bir uyaranla (örneğin; uçak yolculuğu, yükseklik) ilişkili olarak kaçınma davranışını azaltmak için uygulanan bir teknik olup, bireyi tehdit eden uyarana karşı oluşturulan yanıtı değiştirmek için kullanılır. Öfkeye neden olan durumun görüntüsünü canlandırma ile kas gevşemesinin birleşiminden oluşur. Bu teknikte bireye önce gevşeme ve rahatlama öğretilir. Daha sonra bireyin öfkeyi yaşadığı, korktuğu kişi ve durumları zihninde yaşatması istenir ve imgeleme sırasında ortaya çıkan öfke gevşeme ile söndürülür. Korku ve öfke uyaranları hafiften şiddetliye doğru sıralanır, sürekli yinelemelerle öfke azalır ve söner. Alıştırma: Bireyi öfke yaşadığında bedensel olarak görme bulanıklığı, hızlı solunum ile belirli karmaşık yorumlarına karşı duyarsızlaştırmak için kullanılan bir tekniktir. Bireyin öfkesini artıran özgül belirtilerin bir listesi yapılır. Bireyin belirtilere karşı duyarsızlaştırılabilmesini sağlamak için dereceli olarak artırılan ve yineleyen biçimlerde bu belirtilere neden olan davranışları yapmaları istenir. 136 Özet Çatışma yönetiminde öfke, günlük yaşamda bireyindiğer bireylerle ilişkilerinde karsılaşabileceği temel duygulardan birisidir. Hem ilişkileri zorlaştırması hem de zarar verme potansiyeli nedeniyle baş edilmesi gereken önemli bir duygu durumu olarak nitelendirilmektedir. Duyguların, olumluğu ya da olumsuzluğu bireyin varlığına çeşitlilik ve heyecan katarlar. Neşe, onur ve memnuniyet gibi duygular kolaylıkla kabul görür ve yıkıcı, zarar verici olarak değerlendirilmezken; öfke, korku gibi olumsuz duygular zararlı ve yıkıcı olarak görülebilmektedir. Ancak bu duygularda yararlı olabilmektedir. görmezden gelme, kişisel gerçeklik öfkeye yol açan nedenlerdir. Öfke hem dışsal, hem de içsel bazı olaylarla ortaya çıkar. Bireyin kendi kişisel kuruntuları öfkeye kaynak oluştururken, daha önce bireyin kendi başından geçmiş ve onu öfkelendirmiş bazı olayların anıları da öfkeye kaynaklık yapabilir. Uzun süre öfke duygusuyla yaşamak kişinin bağışıklık sisteminin zayıflatarak, vücut ağrıları, kalp hastalıkları ve giderek bireyin fiziksel sağlığının bozulmasına neden olabilir. Ayrıca, hipertansiyon, ülser, baş ağrısı ve kanser gibi fizyolojik hastalıklardatemel oluşturabilir. Aynı şekilde, öfkenin aşırı düzeyde dışavurumu da çevreye ve kişilere zarar verme, hukuki sıkıntılar yaşama, yaralama gibi kişiler arası problemlere de yol açabilmektedir. Çatışma yönetiminde öfke, çoğu zaman düşmanlık, saldırganlık ve hiddet ile birlikte ele alınmaktadır Psikologlar öfkenin psikolojik temellerle ilgili, sosyologlar ise öfkenin daha çok toplumsal kurallarla, kültürle ilişkili olduğunu ileri sürmektedirler. Diğer yandan sağlık alanı ile ilgilenen uzmanlar, öfkenin ciddi bir problem olduğu konusunda birleşmektedirler. Çatışma yönetiminde öfkenin ifade edilme şekli ve kontrolü kültürel özelliklere, bireyin beklentilerine, öğrenilmiş davranışlara, ailenin davranış şekillerine, çevresel koşullara, bireyin statüsüne, eğitim durumuna, yaşa ve cinsiyete göre değişmektedir. Öfkelenilen konular farklı olduğu gibi öfkenin ifade edilme biçimleri de farklılıklar gösterebilir. Bazı bireyler saldırgan davranabilirken, bazı bireyler de öfkelerini içlerine atabilmektedirler. Öfke duygusunun ifade tarzları; saldırgan davranışlar, bastırılmış davranışlar, kontrol etme davranışları gibi üç farklı davranış şeklinde kendini gösterir. Öfkeye ilişkin problemler, öfkenin bir ya da daha fazla boyutunda ortaya çıkabilir. Örneğin; birey herhangi bir durumla karşılaştığında fiziksel boyutta; uzun süreli kin ve düşmanlık beslendiğinde bilişsel boyutta veya öfkeye neden olan olaylara saldırganca tepki gösterilmesi davranışsal boyutta kendini gösterebilir. Sağlıklı öfke, bireyin mücadele etmesinde ve kişinin temel ihtiyaçlarının karşılanmasında etken bir rol oynar. Öfkenin olumsuz olarak algılanması insanın dünyaya, diğer insanlara karşı olan olumsuz inançlarının oluşmasına veya düşmanca tavırlar geliştirilmesine neden olabilir. Sağlıksız öfke sorunun çözümüne yönelik olmaktan daha çok sorunun çözümünde bireyi daha da çıkmaz noktalara götürebilir. Öfke, “durumluk ” ve “sürekli ” olmak üzere iki boyutta değerlendirilmektedir. Öfkelenerek tepki veren bireylerin problem çözmede başarısız olmaları kaçınılmazdır. Bireylerdeki öfke ve onların bununla mücadele etme becerileri diğer bireylere sıkıntı yaşatabilmektedir. Bazı yetişkinler kaygıyı doğal bir tepki durumu olarak görürlerken, hoş olmayan ya da engelleyici durumlara karşı öfkelenmeyi normal bir tepki olarak görmemektedirler. Yetişkinler olumlu rehberlik stratejileri kullanarak öfkeyi anlama ve yönetme konusunda yol gösterici olabilirler. Öfkenin anlaşılmasına ve çözülmesine yönelik farklı kuramsal yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımların her biri kendi kavramları ve ötelemeleri ile öfkeyi açıklamaya çalışmaktadırlar. Bunların başlıcaları; psikoanalitik kuramlar, biyolojik kuramlar, davranışçı kuramlar ve varoluşçu kuramlardır. Psikoanalitik kuramlarda; öfkenin hayatta kalmak için gereken saldırgan içgüdüleri yansıttığı öne sürülmekte, öfke ve saldırganlık üzerine bir dürtü kuramı geliştirilerek öfkenin her an “açığa çıkabilecek” biyolojik bir dürtü olduğu savunulmaktadır. Biyolojik kuramlar; bireyde, öfke duyguları ve bunlarla ilişkili acı, kaygı, Çatışma yönetiminde öfkeyi oluşturan değişkenler incelendiğinde öfkenin oluşmasında veya ortaya çıkmasında tek bir nedenin olmadığı, birçok nedenin olduğu gözlenmektedir. Haksızlık, önlenebilirlik, kasıtlılık, kabahatlilik, kurgulama, engellenme, kışkırtma, karşı atak, 137 kızgınlık, saldırganlık, kin gibi duyguların oluşmasında rol oynayan biyokimyasal yapılar ve işlevler olduğunu, öfkelenmenin temelinde merkezi sinir sisteminin işleyişinin öne çıktığını öne sürmektedirler. Davranışçı kuramlar; öfkeyi engellenme ve saldırganlık ile birlikte ele almaktadırlar. Davranışçı kuramlara göre, öfkeye ve saldırganlığa verilen tepkiler diğer davranışlar gibi öğrenilmiştir. Varoluşçu kuramlar ise öfkeyi; insanın yok oluşa, işlenmemiş potansiyele ve yaşamın anlamsızlığına karşı tepkide bulunması olarak açıklamaktadırlar. Her insanın öfke duygusunu farklı yaşadığını, kişinin öfkesini yaşama karşı kendisini çaresiz ve güçsüz hissetmesiile açıklamaktadırlar. Öfkenin doğru bir biçimde ifade edilmesine yönelik beceri kazanmaya öfke kontrolü adı verilmektedir. Öfke kontrolünde temel amaç; saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır. Öfke kontrolünde bireyin kendi başına uygulayabileceği; “düşünce biçimini değiştirmek, problem çözmek, mizahı kullanmak, çevre kontrol araçlarını değiştirmek, gevşeme egzersizleri yapmak, masaj yaptırmak, doğru iletişim kurmak, kendi kendine sorular sormak, beklentileri gözden geçirmek, meditasyon ile rahatlamak gibi teknikler olduğu gibi sadece ruh sağlığı profesyonellerinin uygulayabileceği bilişsel-davranışçı terapilere ilişkin uygulamalar da bulunmaktadır. 138 Kendimizi Sınayalım 1. Öfke, neden bireylerin baş etmesi gereken temel bir duygudur? 5. Öfkenin ifade edilme biçimi ile ilgili aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a. İlişkileri zorlaştırarak zarar verme potansiyeli olması a. Öfkede önemli olan öfkenin saldırganlık ile sonuçlanıp sonuçlanmamasıdır. b. Tüm duygular gibi yararlı olması b. Bireyler, öfke olaylarında çoğunlukla fiziksel saldırganlık dürtüsü ile hareket etmektedirler. c. Düşmanlık, saldırganlık ve hiddet ile birlikte ele alınması c. Öfke her zaman için olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. d. Memnuniyet gibi kolaylıkla kabul görmesi e. Ciddi bir birleşilmesi problem olduğu d. Toplumda genellikle kızların öfkelerini dışa vurmaları teşvik edilmemektedir. konusunda e. Öfke ifadesi her zaman için içsel olayların bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. 2. Bireyin mücadele etmesinde ve kişinin temel ihtiyaçlarının karşılanmasında etken rol oynayan öfke durumu nasıl nitelendirilmektedir? 6. Aşağıdakilerden hangisi öfkenin davranışsal belirtilerinden biridir? a. Sağlıksız a. Kaşın çatılması b. Sağlıklı b. Unutkanlık c. Durumluk c. Bunaltı d. Sürekli d. Dişleri gıcırdatmak e. Kişisel e. İlaç kullanımı 3. Bireyin olumsuz olayların kontrol edilebileceğine olan inancı, öfkeye yol açan nedenlerden hangisine işaret etmektedir? 7. Aşağıdakilerden hangisi öfkenin üstü kapalı davranışsal ve sözel işaretlerine bir örnektir? a. Haksızlık a. Kusur buluculuk b. Kasıtlılık b. Kıskançlık c. Kabahatlilik c. Ağlama d. Engellenme d. Suçluluk duygusu e. Önlenebilirlik e. Kin duyma 4. Aşağıdakilerden hangisi öfkeye yol açan nedenler arasında yer almaz? a. Haksızlık 8. Öfkeyi; “insanın yok oluşa, işlenmemiş potansiyele ve yaşamın anlamsızlığına karşı tepkide bulunması olarak” açıklayan kuram aşağıdakilerden hangisidir? b. Fiziksel incinme a. Biyolojik kuramlar c. Öğrenme b. Davranışçı kuramlar d. Tehdit c. Varoluşçu kuramlar e. Kuruntu d. Bilişsel kuramlar e. Edimsel kuramlar 139 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 9. Saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde öfke duygusunu ifade etme becerisini kazanmasına ne ad verilir? 1. a Yanıtınız yanlış ise “Öfke Nedir?” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Öfke kontrolü 2. b Yanıtınız yanlış ise “Öfke Nedir?” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Empati kurma c. Öfkenin çatışma yönetiminde kullanılması 3. e Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde Öfkeye Yol Açan Nedenler ” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Öfkenin dışavurumu e. Öfkede davranışsal boyut 4. c Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde Öfkeye Yol Açan Nedenler ” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. Bireyin eldeki verileri tekrardan gözden geçirerek hem bunun sebebini öğrenme hem de öfkelenmenin önüne geçebilmesini aşağıdaki tekniklerden hangisi açıklamaktadır? 5. d Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde Öfkenin Yansımaları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Düşünce biçimini değiştirmek b. Çevre kontrol araçlarını değiştirmek 6. e Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde Öfkenin Yansımaları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Meditasyon ile rahatlamak d. Beklentileri gözden geçirmek 7. b Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde Öfke Nasıl İfade Edilmektedir?” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. e. Bilişsel-davranışçı terapiler 8. c Yanıtınız yanlış ise “Varoluşçu Kuramlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde Öfke Kontrol Yaklaşımları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. d Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde Öfke Kontrol Yaklaşımları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Genellikle öfkeye yol açan nedenler arasında; engellenme, haksızlığa uğrama, fiziksel incinme ve yaralanmalar, tacize uğrama, hayal kırıklığı, saldırıya uğrama, tehditler sıralanabilir. Sıra Sizde 2 Psikologlara göre, öfkelenildiğinde üç boyut birbiriyle eşzamanlı olarak ilişkili hale gelir. Bu boyutlar; Biliş: O andaki düşüncelerdir. Duygu: Öfkenin yol açtığı algılanması ve yansıtılmasıdır. Davranış: Öfkeli davranışlardır. 140 olunduğunda durumların sergilenen Sıra Sizde 3 Yararlanılan Kaynaklar Hayır. Aynı şey değildir. Her insan öfkelenebilir. Bu doğaldır. Ancak insanlar öfkelendiklerinde farklı şekilde tepki verirler. Önemli olan öfkeliyken veya öfkelendikten sonraki davranış şeklimizdir. Kimileri, kendilerine ve çevrelerine zarar vermemek için bir süre sakinleşmek için çaba harcarlar. Kimileri ise ani olarak kırıcı ve sert davranışlarda bulunurlar. Alberti, R. ve Emmons, M (1998). Your Perfect Right. A Guide to Assertive Living. California: Impact Publishers. Sıra Sizde 4 Canbuldu, S. (2006). Çok Boyutlu Okul Öfke Envanteri’nin (The Multidimensional School Anger Inventory) Uyarlama Çalışması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Mersin: Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Averill, J.R. (1983). Studies On Anger And Aggression: Implacitions For Theories Of Emotion. American Psychologist, 38, 1145– 1160. Birey sakinleşmek, öfkesini kontrol edebilmek için aşağıdaki soruları sorabilir: • Neredeyim? • Kimlerleyim? • Neler oluyor? • Zihnimden neler geçiyor? • Olaya nasıl bir anlam verdim? • Beklentilerim neler? • Neler yapıyorum? Demiralp, M. ve Oflaz, F. (2007). BilişselDavranışçı Terapi Teknikleri ve Pisikiyatri Hemşireliği Uygulaması. Anatolian Journal of Psychiatry, 8,132-139. Geçtan, E. (1984). Çağdaş Yaşam ve Normal Dışı Davranışlar. 3. Basım. İstanbul: MayaYayınları. Sıra Sizde 5 Problemi belirlemede aşağıdaki adımlar atılarak, bunların yanıtları verilmeye çalışılabilir. Kökdemir, H. (2004). Öfke ve Öfke Kontrolü. Pivolka, 3(12), 7-10. • Problem hakkında bilgi toplama. • Problemi alt problemlere halinde ele alma. • Problemin bütün içerisindeki yerini belirleyip, problemi oluşturan kısmı seçme. • Bu kimin için bir problemdir?” sorusu üzerinde düşünme. • Bu problemin çözümüne benim katkım ne olabilir? (Ben bu problemin oluşmasında nerede yer aldım?) • Bu problemin çözümünde başka kimin katkısı olabilir? (Bunun problem haline gelmesinde içten içe suçladığım birileri var mı, kimler?) • Bu problemin çözümünde gerçekçi çözüm ne olurdu? • Nasıl bir sonuçla yetinilebilir? Köknel, Ö. (2000). Bireysel ve Toplumsal Şiddet. 2. Basım. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. Kurt, T. (2008). 90/10 Kuralı. Seyrüsefer Günlüğü. Seyrüsefer.com. Pehlivan, İ. (2000). İş Yaşamında Stres. Ankara: Pegem Yayıncılık. Rowshan, A. (1998). Stres Yönetimi. Çeviren: Şahin Cüceloğlu. İstanbul: Sistem Yayınları. Soyaldın, S.Z. (2007).Ortaöğretim Öğrencilerinin Öfke İfade Tarzları İle Mizah tarzları Arasındaki İlişkilerinin İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Mersin: Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ülker, A.Ü. (2009). ÖfkeYönetimi. T.C. Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğü Bülteni. Nisan, sayı:12. Yeğin, İ.H. (2010). Öfke Duygusu ve Dini Açıdan Baş Edebilme Yolları. Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 10(2), 236-256. 141 7 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; İletişim ile çatışma arasındaki ilişkiyi analiz edebilecek, İletişim sürecini tanımlayabilecek, İletişim biçim ve türlerini ayırd edebilecek, Çatışma yönetim sürecinde iletişimin yeri ve önemini değerlendirebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar İletişim Sözlü İletişim İletişimin Öğeleri Sözsüz İletişim İletişimin Biçim ve Türleri Yazılı İletişim Örgütsel İletişim Empati Kurabilme İletişim Engelleri Teşvik Etme İçindekiler Giriş İletişim Örgütsel İletişim Çatışma Yönetiminde İletişim 142 Çatışma Yönetiminde İletişim GİRİŞ Günümüzde yaptıkları iş ne olursa olsun, hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, insanlar yaşamlarını yeteneklerini ve yetenek sınırlarını zorlayarak sürdürmektedirler. Bilginin ve teknolojinin değişmesi ve yenileşmesi geçmiş yıllarla kıyaslanamayacak ölçüde hızlılık göstermektedir. Bunun sonucunda da insanların sürekli bir yarış ve değişim içerisinde çalışmaları ve böyle bir çevrede yaşamlarını sürdürmeleri gerekmektedir. Toplumsal değişimlerin artış göstermesi çatışma yaratan durumlarda da artışı beraberinde getirmiştir. Bir tanım vermek gerekirse, çatışma çok genel olarak, “iki kişi ya da grup arasında ortaya çıkan bir ilişki biçimi” olarak tanımlanabilir. İnsanlar arasındaki iletişim veya etkileşimlere katkısının olumlu mu olumsuz mu olduğu konusunda anlaşma sağlanamamasına karşın, kişilerarası iletişimden kaynaklanan engellerin çatışmaya neden olduğu birçok bilim insanı tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle, bu ünitede, iletişim ve iletişimin öğeleri, iletişim biçim ve türleri, iletişim engelleri ile dinleme becerisi ve çatışma yönetimi konuları üzerinde durulmaktadır. İLETİŞİM Toplumsal bir varlık olan insan, yaşamı boyunca başkalarıyla bir arada olma, onları anlayabilme, kendini anlatabilme ve diğerlerini etkileyebilme gereksinimi içindedir. İnsanın bu gereksinimlerini karşılayabilmesi, diğer insanlarla çeşitli şekillerde iletişim kurması ile olasıdır (Gölönü ve Karcı, 2010). Bu nedenle, insanlar sözlü veya sözsüz çeşitli iletişim yollarına başvururlar. İletişim; bireyler, gruplar ya da toplumlar arasında çeşitli yöntemlerle bilgi, düşünce ve inanç alışverişini sağlayan etkileşim sürecidir. İletişim insanların kendilerinden farklı rol, inanç, tutum, değer ve davranışlara sahip bireylerle ve gruplarla nasıl bir ilişki kuracağını öğrenmesini sağlar (Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2003). İnsanda mevcut olan kendini ifade edebilme ve kendini dinletme ihtiyacının ürünü olarak kabul edilen (Gürgen, 1997) iletişim kavramına ilişkin kullanıldığı alana ve konusuna göre değişen birçok farklı tanım bulunmaktadır. Ancak iletişim tanımları incelendiğinde; bu tanımlar arasında önemli farklılıklar olmadığı, temelde aynı noktaları vurguladıkları görülmektedir. Kısaca anlamı üretme, gönderme ve karşıdakinin ürettiği anlamı alma süreci olarak tanımlanabilen iletişimi, Ertürk (2009) bir insandan başka bir insana bilginin ve anlayışın aktarılması süreci olarak tanımlamaktadır. Oskay (2001) ise, iletişimi daha kapsamlı bir biçimde ele alarak “birbirlerine ortamdaki nesneler, olaylar, olgularla ilgili değişmeleri haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini birbirine aktaran, aynı olgular, nesneler, sorunlar karşısında benzer yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp, bunları birbirine ifade eden insanların oluşturduğu topluluk ya da toplum yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum, yargı, düşünce ve duygu bildirişimleri” olarak tanımlamaktadır. Benzer şekilde, Efil (2010) iletişimi bireyler, gruplar veya örgütler arasında düşünce, duygu ve bilgilerin iletilmesi sonucu ortak bir anlaşma alanının yaratılması ve karşılıklı etkinin sağlanması olarak betimlemektedir. Diğer taraftan Balcı’ya (2010) göre iletişim, hedef üzerinde bir değişimi gerçekleştirmek isteyen birinin bunu sağlayacağını umduğu anlamı, karşı tarafın anlayacağı biçimde kodlaması ve iletişim kanalları vasıtasıyla hedef tarafa ulaştırması, hedefin de bu anlamı çözerek bundan etkilenme derecesidir. 143 Örnekleri daha da artırılabilecek olan bu tanımların tümünde süreç, etkile!im, anlam ve anlama ortak kavramlardır. Ayrıca tanımlar incelendi#inde, bilgilenmek, ikna etmek, yönetmek, e#lenmek, çevre üzerinde etkin olmak, ba"kalarında tutum geli"tirme ve de#i"tirmeye yol açmak, istenen davranı"ları yaygınla"tırmak, muhatapları anlamak, bireyin kendini etkiye ve etkilemeye açık halde tutması "eklinde ortak amaçların oldu#u da görülmektedir (Metin, 2011). Aynı zamanda ileti"im tanımlarında süreç aynıdır; bir verici tarafından ileti yolu ile alıcıya anlam gönderilir ve alıcının gönderilen anlamı anlaması beklenir. Temel ö#esi anlam olan bu süreçte, e#er ki"inin kar"ısındakine gönderece#i bir anlam veya iki ki"inin bir anlamı payla"ma amaçları ve olanakları yoksa aralarında ileti"imin gerçekle"mesi söz konusu de#ildir (Ba"aran, 2000). Farklı ileti#im tanımları incelendi$inde, hangi ortak kavram ve amaçlar ortaya çıkmaktadır? !leti"im, iletiyi gönderen ve alan arasında olu"turulan bir alı"veri" ili"kisi içinde payla"ılan, ortakla"a yararlanma ile olu"an bir süreçtir. Bu süreç kaynak ki"i tarafından iletinin olu"turulup, alıcıya gönderilmesi ile ba"lar ve alıcının bu iletiyi alıp de#erlendirmesi ve uygun tepkide bulunması ile son bulur. Her insanın ilgi ve dikkatini çeken olay ve bilgiler farklıdır. Bu farklılı#ın temelinde insanın gereksinimleri, güdüleri, de#er yargıları, inanç ve deneyimleri vardır. !nsanların geçmi"te olu"turdukları dü"ünceleri, varsayımları ve kanaatleri zamanla de#i"ebilir. Bu de#i"im sürecinde ki"ilerle kurulan ileti"imin etkisi çok fazladır. Bu nedenle, ileti"im sürecinde algılama oldukça önemlidir. Algılama, insanların duyuları yardımıyla çevrelerinden elde ettikleri bilgileri bir araya getirip düzenleyerek kendileri için anlamlandırmalarıdır. !leti"imde kullanılan simgeler, ki"inin deneyim alanı ile ilgili oldu#u sürece bir anlam ta"ır. !leti"im sürecinde bir sözcü#ün anla"ılması için gönderici ve alıcının bu sözcü#e aynı anlamı vermesi gereklidir. Aynı anlamı sa#layan "ey gönderici ve alıcının ortak deneyim alanlarıdır ($ekil 7.1). !leti"im sürecinde ki"ilerin ortak deneyim alanına girmeyen iletilerin anla"ılması zordur (Ho"görür, 2012; Zıllıo#lu, 2009). Bu nedenle ileti"im sürecinde ki"ilerin birbirlerini tanımaları ve birbirlerinin sözcüklere, mesajlara yükledikleri anlamlar hakkında bilgi sahibi olmaları beklenir. Örne#in “Ne güzel bir a#aç” cümlesini bir genç, sevdi#i birisiyle altında oturup gelecek planları yapabilece#i bir yer olarak algılarken; bir marangoz ise bu a#açtan yapılabilecek mobilyalardan söz edildi#ini dü"ünebilir. "ekil 7.1: !leti"im Sürecinde Ortak Deneyim Alanı !leti"im kurmakta asıl amaç, anla"ılabilir mesajların gönderilmesi ve kar"ı tarafın tutum ve davranı"larında de#i"iklik yapmaktır (Tutar, Yılmaz ve Erdönmez, 2003). Bir ki"inin di#er bir ki"iye anlam gönderdi#i bir süreç olarak tanımlanabilen ileti"imin gerçekle"mesi, süreci olu"turan ö#e ve unsurların özelliklerinden büyük ölçüde etkilenmektedir. Ba"arılı bir ileti"im süreci yaratabilmek için ileti"imi sa#layan ba"lıca ö#e veya unsurları kavramak gerekmektedir. !leti#imin Ö$eleri !leti"im sürecini olu"turan ba"lıca ö#eler; kaynak (gönderici), mesaj (ileti), ileti"im kanalları, alıcı (hedef kimse) ve geri bildirimdir (Balcı, 2010). Kaynak: !leti"imi ba"latan, mesajı gönderen ve kodlayan ki"idir. Kaynak kendisine ula"an bilgi, dü"ünce ve duygulara göre iletece#i dü"ünceleri zihninde geli"tirir ve bu dü"ünceleri sözcüklere, rakamlara, "ekillere yani sembollere dönü"türür (Eren, 2010). Kayna#ın ileti"ime girmesi bir amaç 144! ! ! çerçevesinde gerçekleşir. Bu amaçlar kaynağın bir gereksinimini doyurmak, bir sorununu çözmek, bir merakını gidermek, karşısındakini etkilemek, eyleme geçirmek, hoşnut etmek veya hoşça vakit geçirmek gibi amaçlar olabilir (Başaran, 2000). Ancak, hangi amaçla gönderilirse gönderilsin, gönderilecek mesaj hazırlanırken aşağıda yer alan noktalara dikkat edilmesi gerekir (Eren, 2010): • Alıcının bilgi ve deneyim alanına giren semboller kullanılması • Soyut ifade ve sembollerden çok somut semboller kullanılması • Sembollerin alıcının daha önce alışmış olduğu anlamda kullanılması • Alıcı tarafından anlaşılması zor olabilecek sözcüklerin açıklanması. Mesaj: Kaynak tarafından alıcıya yollanan ve özel anlamı olan söz veya iletidir. Kaynağın alıcıya göndermek istediği anlamı ya da anlamları içeren imlerdir. Mesaj kaynak kodlayıcısının fiziksel ürünüdür. Konuşulan sözcükler, yazılar, grafik ve çizimler, jest ve mimikler alıcıya gönderilecek mesajları oluşturmaktadır (Eren, 2010). Kaynağın alıcıya göndereceği anlamı bozmadan ulaştırabilmek için, iletişimde mesaj açık, anlaşılır ve net olmalı; kullanılan dil yalın ve sade olmalıdır. İletişimde kişisel özelliklerin, eğitim düzeyinin, alıcının mevcut bilgi birikiminin ve yaşadığı kültürün etkisi fazla olduğu için, kaynak alıcının özelliklerini çok iyi bilmelidir. Ayrıca mesajın doğru zamanda iletilmesi de önemlidir. Mesaj doğru zamanda, doğru alıcıya doğru kanallar vasıtası ile iletilirse ancak etkili bir iletişim söz konusu olur. Kanal: Mesajın kaynaktan alıcıya iletilmesinde kullanılan yol olarak tanımlanan kanal, alıcı ve kaynak arasındaki bağdır (Eren, 2010). Etkili ve verimli bir iletişim için doğru iletişim kanallarının kullanılması ve mesajın da kanala uygun olması gerekmektedir. İnsanların beş duyu organı, özellikle görme ve işitme duyuları iletişim kanallarıdır. Bunların yanısıra, formal ve informal pek çok iletişim kanalından söz etmek olasıdır. Radyo, televizyon, gazete, dergi, posta ve elektronik posta bunlardan bir kaçıdır (Keskinkılıç, 2011). Alıcı: Gönderilen mesajı alan kişidir. Alıcı, mesajı algılayabilen, bilgili, seçici ve iletişime açık olmalıdır. İletişimin başarıya ulaşabilmesi için, alıcının yalnızca mesajı alması değil, doğru bir şekilde algılaması da gerekir. İletişim sürecinin doğru olarak gerçekleştirilmesinin yanında alıcının kişisel özellikleri de iletişim sürecini etkileyen oldukça önemli bir etmendir. Ayrıca alıcının yalnızca mesajı algılaması yeterli değildir. Alıcı aynı zamanda geri bildirimde bulunarak kaynak tarafından gönderilen bilgiyi doğru şekilde anlamlandırıp anlamlandırmadığını da ifade etmelidir. Geri bildirim: Geri bildirim, alıcının almış olduğu mesajı yanıtlamak üzere gönderici olarak bir mesaj hazırlayıp bir kanal aracılığıyla kaynağa iletmesidir (Eren, 2010). Kısacası alıcının aldığı mesaja verdiği yanıttır. Çift yönlü bir süreç olan iletişimin etkililiği açısından geribildirim önemli bir öğedir. Geri bildirim yolu ile kaynak, gönderdiği mesajın alıcı tarafından doğru olarak algılanıp algılanmadığını anlar. İletişimde negatif ve pozitif olmak üzere iki çeşit geri bildirim bulunmaktadır. Pozitif geri bildirim mesajın alıcı tarafından tam olarak algılanıp, bunu kaynağa doğru biçimde göndermesi; negatif geri bildirim ise mesajın alıcı tarafından doğru olarak algılanmayıp veya eksik algılanıp kaynağa bildirilmesidir (Keskinkılıç, 2011). Geri bildirim kaynak tarafından alıcının verdiği tepkilerin algılanmasına ve buna bağlı olarak iletişim mekanizmasında ve mesajının içeriğinde değişiklikler yaparak düzeltme yoluna gitmesine olanak tanır (Eren, 2010). İletişim kurma eylemi, kaynağını en başta dil becerisinden, sözlü ve yazılı ifade yeteneğinden, bunların yanında ayrıca bedensel sembollerden almaktadır. Bu nedenle, insanların varoluşundan bu yana varolan iletişim, farklı bilim dallarının konusu olmuştur. Bu durum farklı iletişim tanımları gibi iletişim biçimleri ve türlerine ilişkin farklı sınıflamalar olmasına da neden olmuştur. İzleyen bölümde iletişim biçim ve türlerine ilişkin bilgilere yer verilmektedir. İletişim Biçim ve Türleri İletişimin gerçekleştiği ortama göre yapılan sınıflamalara göre iletişim, kişi içi iletişim, kişiler arası iletişim, örgütsel iletişim ve kitle iletişimi olmak üzere dört başlıkta incelenebilmektedir. Kişi-içi İletişim: Kişinin kendisiyle iletişimi olarak da adlandırılan kişi-içi iletişim bireyin kendisiyle kurduğu iletişimdir. İki insan arasında gerçekleşen iletişimin benzeri tek bir insan içinde de gerçekleşebilir. Mesaj üretmekle yorumlamak kişi içi iletişimdir. Bir insanın düşünmesi, duygulanması, kişisel gereksinimlerinin farkına varması, iç gözlem yapması, rüyalar aracılığıyla kendi içinden (bilinç 145 altından) mesajlar alması ya da kendine sorular sorarak bunlara cevaplar üretmesi bir iç iletişimdir. Zaman zaman karşılaştığımız kendi kendine konuşan insanlar, sürekli olarak içimizden yaptığımız bu konuşmaları, diğer bireylerin duyabileceği şekilde seslendirmektedirler. Kişilerarası İletişim: Mesaj gönderenin ve gönderilenin başka insanlardan oluştuğu bir iletişim biçimidir. Bu iletişim biçiminde mekân ve zaman birliği olmalıdır. Kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişimler olarak tanımlanan kişilerarası iletişimde, kişiler, ürettikleri bilgi/sembolleri birbirlerine aktarıp yorumlayarak iletişimi sürdürürler. Kişilerarası iletişimde dil dışı öğeler olarak adlandırılan zaman, mekân, kılık kıyafet, jest ve mimikler gibi öğeler de çok etkilidir. Örgütsel İletişim: Önceden belirlenmiş ortak amaçların gerçekleştirilmesi için bir araya gelen insanların oluşturduğu örgütleri oluşturan bireyler arasında gerçekleşen iletişimlere örgütsel iletişim adı verilir. Çok yönlü grup iletişimini gerektiren örgütsel iletişim, örgütün hedeflerine ulaşması için gereken üretim ve yönetim sürecinin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla belli kurallar içinde oluşan iletişim biçimidir. Örgüt içinde görev alan kişilerin önceden tanımlanmış bir takım rollere girerek hiyerarşik bir düzen içinde bu rollerinin gereğini yerine getirerek, iletişimde bulunmaları örgütsel iletişime girer. Kitle İletişimi: Bir takım bilgilerin sembollerin, bir takım hedefler tarafından üretilmesi geniş insan topluluklarına iletilmesi ve bu insanlar tarafından yorumlanması sürecine kitle iletişimi denir. Kaynak ve hedef arasındaki kanallara ise kitle iletişim araçları denir. Kitle iletişimi, bilgilerin/sembollerin bir takım hedefler tarafından üretilerek geniş insan topluluklarına iletilmesi ve bu insanlar tarafından yorumlanması sürecidir. Bu süreçte radyo, TV, gazete, dergi ve reklamlar, gibi araçlarla yapılan yayınlar etkilidir. Yapılış biçimine göre yapılan sınıflamayla ise iletişim; sözlü, sözsüz ve yazılı iletişim olarak üç başlıkta incelenebilmektedir. Sözlü İletişim: Karşılıklı olarak konuşma ve dinleme etkinliklerini kapsayan sözlü iletişimin başarısı, konuşan ve dinleyen arasındaki ortak bir temele dayanır. Sözlü iletişim, her zaman konuşan ve dinleyen arasında bilgi, beceri, tutum ve davranış açısından etkileşim olmasını gerektirir. İnsanın duygu ve düşüncelerini sözle bildirmesi olarak tanımlanan sözlü iletişimde, sözlü iletiler sesle ya da seslerle anlam iletirler. Bu nedenle sözlü iletişimde mesajlar alıcının işitme duyusu ile algılanırlar. En etkili iletişim biçimi, sözle ve yüz yüze olandır. Bunun nedeni, alıcının yalnızca duymakla kalmayıp ayrıca göndericinin duygu ve düşünceleri konusunda bilgi veren el ve yüz hareketlerini de görmesidir (Can, 1994). Ancak; telefon konuşması, telekonferans gibi çağdaş iletişim teknikleri de sözlü iletişim kapsamına girdiği için sözlü iletişim her zaman yüz yüze gerçekleşmeyebilir. Alıcının mesajı doğru olarak anlamadığı veya mesajdan tam emin olamadığı durumlarda, hızlı dönüt aracılığı ile göndericiye erken düzeltme olanağı sağlaması sözlü iletişimin avantajlarıdır (Demir, 2003). İnsanlar için günlük gereksinim olan konuşmanın etkili olmasında ses tonu, sözcüklerin seçimi, vurgu, içerik, simgesel dil ve mizahın kullanımı, hız, telaffuz, ses perdesi, üslup-tarz, hedefe yönelik konuşma, anlamlılık, zihinsel etkinlik gibi birçok etmen vardır. Sözsüz İletişim: Beden dilinin veya yazı dilinin kullanıldığı iletişim çeşididir. Sözsüz iletişimde göndericinin yüz ifadesi, el kol hareketleri, beden dili, ses tonu, baş hareketleri, jest ve mimikler gibi sözlü olmayan mesajlar veya yazılı iletişim araçları kullanılarak iletişim kurulur. İletişim sürecinde sözcüklerin kendi başına anlam taşımadıklarını belirten Karip (2003), sözcüklerin anlamının nasıl bir yüz ifadesi ile, hangi ortamda, hangi iletiye tepki olarak ve nasıl bir ses tonuyla söylendiğine göre değişebileceğini öne sürmektedir. Sosyal psikologların uzun yıllar sürdürdükleri çok sayıda araştırmanın sonucuna göre insanların birbirleriyle yüz yüze kurdukları ilişkilerde sözsüz mesajların etkisi %90 oranındadır. İletişimde sözsüz iletişimin önemli işlevleri vardır. Sözsüz iletişimin işlevleri şu şekilde sıralanmaktadır (Dökmen, 1998): • Sözsüz iletişimle alıcıya birtakım anlamlar iletilir. • Sözlü iletişimi destekler. • Sözlü iletişimin akıcılığına katkıda bulunur. • Alıcının sergilediği yüz ve beden ifadeleri ile kaynağa geri bildirim sağlar. 146 Yazılı İletişim: Yazılı dokümanların ve araçların kullanıldığı iletişim süreci olarak tanımlanan yazılı iletişimde, mesaj, katılımcıların anlayabileceği ortak simgeler aracılığı ile (tahta, slayt vb.) iletilir. Yazılı iletişim, genellikle gönderilen mesajın kalıcı veya resmi olması gereken durumlarda kullanılmaktadır. Sözcükler iletilmek istenen anlamı yazı yolu ile sözsüz bir şekilde iletirler. Yazılı iletişimin istenen anlamı tam olarak iletebilmesi için şunlara dikkat edilmelidir (Başaran, 2000): • Anlatılmak istenilen anlam tam olarak anlatılmalıdır. • Gereksiz sözcükler ve anlatım boşlukları bulunmamalıdır. • İletilen anlam, alıcıları yeterlik düzeyine uygun olmalıdır. • Yazı dilbilgisi ve yazım kurallarına uygun olmalıdır. • Yazı dili alıcıyı etkilemeli ancak incitmemelidir. • Akıcı bir dil kullanılmalıdır. • İleti yazıldıktan sonra birkaç kez gözden geçirilmelidir. Yazılı iletişim, notlar, raporlar, kitaplar, vb. yazılı iletişim araçlarıyla gerçekleştirilir. Yazılı iletişimin, iletilerin kayıt altında tutulması, anlaşılmayan iletinin tekrar gözden geçirilmesi, aynı anda herkese aynı şekilde ulaşmış olması, farklı algılamaları azaltması, mesajın uzun süre saklanabilmesi gibi yararları bulunmaktadır. ÖRGÜTSEL İLETİŞİM Sosyal bir yapıda, kişilerin belirli bir düzen içerisinde anlaşmalarını sağlamak adına bir köprü görevi gören iletişim, önemli bir araçtır. Bu bağlamda sosyal bir yapı olan örgütlerde de iletişime duyulan ihtiyaç oldukça açıktır (Ertürk, 2009). Örgütler belli amaçları gerçekleştirmek amacı ile kişilerin gayretlerini birleştirdikleri, en az iki kişiden oluşan belirli yapı, süreç ve değerlerin bütünüdür (Efil, 2010). Örgütlerin örgütsel amaçlara ulaşmalarında etkili olan en önemli süreçlerden biri iletişimdir. Örgütler koordinasyon ve işbirliği içerisinde oldukları sürece başarıya erişirler. İş görenler arasında koordinasyonun sağlanabilmesi ve iş görenlerin birbirlerinin ihtiyaç ve duygularından haberdar olarak örgütte işbirliğinin gerçekleştirilebilmesi ise etkili iletişime bağlıdır. Bu nedenle bir örgütün etkili ve verimli olabilmesi için öncelikle iyi bir iletişim ağına sahip olması gerekmektedir (Özdemir, 2000). Budak ve Budak’a (1994) göre örgütsel iletişim, örgütün işleyişini sağlamak ve hedeflerine ulaştırmak amacıyla, örgütü oluşturan bölüm, öğeler ve örgüt çevresi arasında girişilen devamlı bir bilgi ve düşünce alışverişine veya bölümler arasında gerekli ilişkilerin kurulmasına imkân tanıyan toplumsal bir süreçtir (Akt., Demir, 2003). Başka bir tanıma göre ise, örgütsel iletişim örgüt çalışanlarının tutum ve davranışlarını örgüt amaç ve hedefleri doğrultusunda yönlendirmek, eşgüdümlemek ve üretim ilişkilerini koordine etme amacıyla resmi veya gayri resmi yolla mesaj alışverişidir (Genç, 2007). Kısacası örgütsel iletişim, örgüt üyelerinin örgütsel amaçlar nedeniyle kurdukları bir iletişim biçimidir. Örgüt içerisindeki iletişimi, yönetsel iletişim ve kişilerarası iletişim olmak üzere iki grupta incelenmek mümkündür. Kişilerarası iletişim, ast üst arasında olmaktan daha çok, aynı düzeydeki bölümler ve iş görenler arasında gerçekleşen iletişim türüdür. Yönetsel iletişim ise, örgütte haberleşme ağı kurmak, yönetenin gönderdiği anlamla astını etkilemesi, astın da üstünü cevaplandırmasını içeren bir etkileşim sürecidir. Yönetsel iletişim örgütsel, yönetsel ve ürünsel amaçlara yönelik, değişik amaçlı ve yönlü etkinlikleri eş güdümlemek amacı ile gerçekleştirilen kesintisiz bir süreç olarak tanımlayan Başaran (2000), örgütsel iletişim sayesinde; • Örgütün en önemli girdilerinden olan bilginin örgüt içerisindeki iş görenler arasında taşınması, • Örgüt çalışanlarının birbirleri ile ilişkilerini sağlayan anlamların taşınması, • Etkileşime yönelik olduğunda alıcı kişilerin eyleme geçirilmesi, • Örgütsel kararların ilgili kişilere iletilmesi, 147 • Örgütsel amaçların, görevlerin ve işlerin açıklanmasına yönelik emirlerin iş görenlere ulaştırılması, • Örgüte yönelik dönütlerin toplanması, • Öğrenen örgüte bilgi taşınması, vb yararların sağlanacağını vurgulamaktadır. Örgütsel iletişim, belli amaçları gerçekleştirmek üzere yerine getirilir. Efil’e (2010) göre örgütsel iletişimin amaçları şu şekilde sıralanmaktadır: • Örgütsel politika ve kararları işgörenlere duyurmak ve anlatmak, • Örgütün yıllık bütçesi, gelirleri, faaliyetleri ve projelerini, işgörenlere ve ilgili diğer kişilere duyurmak, • Örgütün bölümleri, yöneticileri ve örgütsel yayınları vasıtasıyla örgüt üyelerinin örgütsel bilgilerini arttırmak, • Örgütün dış çevresinde tanıtılmasını sağlamak, • Örgütsel faaliyetlere ilişkin her türlü mevzuatı örgüt üyelerine duyurarak olası hataları önlemek. Scott ve Mitchell’e (1976) göre örgütlerde iletişim kontrol, güdüleme, duyguların ifade edilmesi ve bilgi iletme olarak dört ana görevi gerçekleştirmektedir. İletişim, bireylerin görev, yetki ve sorumluluklarına açıklık getirerek örgütte kontrolü ve örgütsel amaçlara bağlılığı arttırarak güdülenmeyi sağlar. Bireylerin duygularını ifade etmeleri ve karar vermede kullanılacak bilginin iletimi de iletişim sayesinde gerçekleştirilir (Akt., Demir, 2003). Örgütün işleyişinde oldukça önemli işlevleri olan iletişimin, etkili bir şekilde gerçekleştirilmesi için örgütlerin yapılarına uygun olarak iletişim sistemleri kurmaları gerekmektedir. Peters ve Waterman (1982) etkililik düzeyi yüksek olan örgütlerin iletişim sistemlerinin şu özelliklere sahip olduklarını belirtmektedirler (Akt., Başaran, 2000): • İletişim sistemleri biçimsel olmaktan ziyade doğaldır. • İletişim oldukça yoğundur. • İletişimde en son iletişim ve bilişim teknolojisi kullanılır. • İletişimi güçlendiren her tür araç kullanılır. • Doğal iletişim sistemi ile denetim işlevi de yerine getirilir. Örgütsel iletişimin yararları nelerdir? İletişim Engelleri Örgütlerde yapılması gereken işlerin, uyulması gereken kuralların ve bilinmesi gerekenlerin karşı tarafa doğru ve anlamlı bir şekilde iletilmesi oldukça önemlidir. Örgütsel yapı içerisinde hem örgütün işleyişi ile ilgili konularda hem de bireyler arası ilişkileri geliştiren informal konularda etkin iletişimin sağlanması gerekmektedir. Örgütlerde iletişimin etkin bir şekilde sağlanamaması hem insan ilişkilerini olumsuz etkilemekte hem de örgütün hiyerarşik yapısı içinde düzenli bir şekilde işlemesine engel olmaktadır. Bu nedenle, bir örgüt içinde iletişimin sağlıklı ve anlamlı bir şekilde gerçekleşmesi isteniyorsa iletişim engellerinin saptanarak ortadan kaldırılması gerekmektedir. İletişim sürecindeki engeller, bir mesajın verilmesini ve alınmasını olumsuz yönde etkileyen tüm etmenleri içermektedir. İletişimi engelleyen etmenleri fiziksel, kişisel ve örgütsel olarak gruplandırmak olasıdır. Fiziksel İletişim Engelleri: İletilmek istenen mesajın göndericiden alıcıya ulaşmasını engelleyen çevresel faktörlerdir. Ortamın aşırı gürültülü olması, yazılı veya sözlü iletişimi sağlayacak teknik araçların arıza veya eksiklik durumu, ısı-ışık gibi faktörlerin olumsuz etkisi, fiziksel uzaklık gibi çevresel etkenler, bu grupta sayılabilir. Fiziksel iletişim engellerinin giderilmesinde örgüt yönetimine büyük iş 148 düşmektedir. Çünkü iletişimi sağlayacak tekniğin sorunsuz işlemesi, ısı-ışık-ses yalıtımı gibi önlemlerin alınması çoğu zaman yönetim kadrosunun sorumluluğundadır (Akın, 1998). Kişisel Engeller: İletişimin bireyler arasında gerçekleşen bir süreç olduğu dikkate alındığında, bu süreçte yaşanan en önemli engellerin kişisel engeller olduğu görülebilir. Bireylerin birbirlerinden çok farklı inançlara, tutumlara, ihtiyaçlara, beklentilere, duygu, düşünce ve davranışlara sahip olmaları; onların aynı mesajı farklı şekilde algılamasına ve yorumlamasına neden olmaktadır. Farklı kültürlerden gelen ve farklı kişilik özelliklerine sahip olan bireylerden birinin ilettiği olumlu bir mesaj, diğeri tarafından tamamen olumsuz olarak nitelendirilebilmektedir. İletişimin kişisel engelleri bireylerin psikolojik ve sosyal özelliklerinden kaynaklanmaktadır. İletişim sürecini olumsuz etkileyen kişisel engelleri aşağıdaki şekilde gruplamak olasıdır (Elgünler ve Fener, 2011): • İletişim Amacının Belirlenmemesi: Mesajın doğru zamanda, doğru kanallar aracılığıyla, doğru kişiye iletilmesi sağlanmalıdır. Kimi zaman, doğru düzenlenmiş bir mesaj, yanlış bir zamanda alıcıya iletilebilir veya mesaj yanlış bir kişiye ileilebilir. Bu durum bir mesajın yalnızca iletilmesinin değil; mesajın hangi kanalla, kime, ne zaman iletilmesi gerektiği konusunun mesaj düzenlenirken göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılar. • Önyargılar: İnsanların kafalarında çok önceden beri kalıplaşmış bir şekilde bulunan bir takım duygu, düşünce ve inançlar vardır. Bir mesajı anlamlandırmaya çalışırken yanlış da olsa bu yargılara takılırlar ve çoğu zaman kendilerine gönderilen mesajı doğru bir şekilde anlayamazlar. • Görüş Farklılıkları: İletişim sürecinde mesajı gönderen ve alan kişiler arasında görüş farklılıkları olabilir. İnançları ve değer yargıları farklı olan insanlar aynı olayları ve olguları birbirlerinden değişik bir şekilde anlamlandırır ve yorumlarlar. • Algılama Farklılıkları: Kişilerin ilgi alanları ve ihtiyaçları birbirinden farklı olduğundan, aynı mesaja yükledikleri anlamlar farklılaşmaktadır. Alıcının seçici algısı mesajın anlamlı olmayan bir parçasına odaklanabilmekte ve bu yüzden mesajı eksik algılayabilmektedir. • Tutum ve Davranış Farklılıkları: Kişinin kendine karşı tutumu, mesajın içeriğine yönelik tutumu ve iletişim kuran bireylerin birbirlerine karşı tutumları mesajın nasıl anlaşılacağına büyük ölçüde yön vermektedir. Mesajın alıcısı mesajı iletene karşı olumsuz bir tutum içindeyse mesajı da olumsuz algılaması olasıdır. • Sosyo-Kültürel Farklar: İletişim sürecinde bireylerin birbirinden farklı sosyo-kültürel özelliklere sahip olmaları, onların birbirlerinin özelliklerini bilmelerini engelleyen bir faktördür. Alıcı mesajı gönderenin kültürel özellikleri bilmiyorsa mesajı kendi kültürüne göre yorumlama yoluna gider. Aynı şekilde gönderici de alıcının kültürüne yabancıysa mesajı nasıl göndermesi gerektiğini bilemez. Bu durum mesajın doğru anlaşılmasını engeller. • Sahip Olunan Bilgi Düzeyi: Gönderici ve alıcının mesajla ilgili bilgi düzeyleri birbirinden farklıysa mesajın gönderilmesi veya alınması sürecinde eksiklikler yaşanması kaçınılmazdır. Örgütsel Engeller: Örgüt ortamında iletişimi engelleyen fiziksel ve kişisel engeller bir arada bulunmaktadır. Ayrıca örgüt ortamında da başlı başına iletişimi engelleyen bir takım faktörlerin bulunması olasıdır. Örgütlerin yapısı ve işleyişi örgütsel iletişim engellerini oluşturabilmektedir. Örgütte hiyerarşik yapı, bürokrasi, formal ve informal iletişimin şekli, niteliği örgütsel iletişime engel oluşturabilmektedir. Örgüt içindeki emir-komuta zinciri düzenli bir şekilde işlemiyorsa, bürokratik engeller işleri zorlaştırıyorsa veya hiyerarşik yapı mesajların bozulmadan gerekli yerlere iletilmesini sağlamıyorsa örgüt içinde etkin bir iletişim ağı olduğunu söylemek zordur. Örgütsel iletişim engellerini, yöneticiden kaynaklanan engeller ve işgörenden kaynaklanan engeller olarak incelemek olasıdır: • Yöneticiden Kaynaklanan Engeller: Örgütte etkin bir iletişimin en önemli sorumluluğu yöneticilerin üzerindedir. Yöneticilerin iletişimle ilgili algıları, örgüt içindeki iletişimi şekillendiren önemli yapılardır. Bir yönetici etkin iletişimin gerekliliğinin farkında değilse, etkin iletişimin sağlanması için gerekli önlemleri almıyorsa veya iletişim konusunun örgüt için çok önemli olduğunu düşünmüyorsa o örgütte iletişim engeli oldukça büyüktür. Etkin bir iletişimin sağlanmasına yönelik örgüt yapısını oluşturmak, örgüt içinde iletişimi kolaylaştıracak kaynakları sağlamak ve iletişime açık bir örgüt iklimi oluşturmak yöneticinin sorumluluğundadır. Bu 149 sorumluluklarının farkında olmayan yönetici davranışları yöneticiden kaynaklanan iletişim engelleri olarak görülmektedir ( Akın, 1998). • İşgörenden Kaynaklanan Engeller: İşgörenin kişisel özellikleri örgüt iletişimini olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilmektedir. İşgörenin kendi kültürel özelliklerinden kaynaklanan inançları, tutumları, duygu ve düşünceleri örgütün kültürüyle çatışabilmektedir. Bu durumda işgören örgüt içinde kendisine gelen mesajları yanlış bir şekilde anlamlandırabilmektedir. İşgörenin bilgi eksikliği örgütte kendisine iletilen mesajı doğru bir şekilde algılamasının ve kendisinden beklenen davranışı sergilemesinin önündeki önemli engellerden biridir. Yaptığı işte uzman olmayan bir işgören, işiyle ilgili yapması gerekenleri belirten bir mesajı tam olarak anlayamaz, bu da iletişimin etkin bir şekilde gerçekleşmesini engeller. Ayrıca işgörenin yöneticilere karşı tutumu da mesajları farklı yorumlamasına neden olabilir. Olumsuz tutumlar, olumsuz algılara yol açabilmektedir. İşgörenin örgüt içindeki çalışma arkadaşlarıyla arasındaki ilişkiler de iletişim sürecinin etkin bir şekilde yürütülmesine etki eden etmenlerdir. Toplumsal ve bireysel yaşam alanlarını düzenleyen unsurların net bir şekilde iletilmesi ve anlaşılması etkin iletişim sürecinin bir sonucudur. Etkin iletişimin sağlandığı bir durumda alıcı mesajı doğru bir şekilde algılar, davranışlarını istenen yönde değiştirir. İletişimde amaç, mesajın karşı tarafa anlamlı bir şekilde ulaşmasını sağlamaktır. Eğer bizim vermek istediğimiz mesaj ile karşı tarafın aldığı mesaj birbirinden farklıysa bu durumda iletişimden kaynaklanan bir sorun olduğu ortadadır. Mesajın alıcıya doğru bir şekilde iletilmesini sağlamak için iletişim engellerinin tespit edilerek ortadan kaldırılması gerekmektedir. Kaynak ve alıcının iletişime girme amaçlarının farklı olması, iletişimde ortak yaşantı alanının yetersizliği, kaynak ve alıcının psikolojik veya bedensel yetersizlikleri, vb etmenler kişiler arasında yanlış anlamalara yol açarak çatışmaya neden olmaktadır. Aynı zamanda insanların birbirinden farklı kültürlerden ve sosyo-ekonomik düzeyden geldiği, her bireyin onu diğerlerinden ayıran kişilik özellikleri, ilgi, kapasite, ihtiyaç ve beklentilere sahip olduğu düşünülecek olursa; insanların bir arada bulunduğu bir ortamda çatışmanın kaçınılmaz olduğu anlaşılabilir. Çatışmalar birlikte yaşamanın veya birlikte çalışmanın doğal bir sonucudur. Birbirinden farklı amaçlara sahip insanların aynı ortamı paylaşırken çıkar çatışması yaşamayacaklarını düşünmek oldukça zordur. Bu nedenle çatışmanın yönetilmesi ve bu süreçteki iletişim önem kazanmaktadır. Çatışmaları yönetmesi beklenen kişilerin sahip olmaları beklenen yeterliklere ilişkin olarak yapılmış çalışmalar incelendiğinde, farklı beceri ve yeterliklerden söz edildiği görülmektedir. Örneğin, Akbalık tarafından (2001) çatışma yaşayan tarafların iletişimine dayalı ve her iki tarafın da gelişmesini ve kazanmasını sağlayan, işbirlikçi ve çözüm üretmeye dayalı bir süreç olarak tanımlanan çatışma yönetimi sürecinde, çatışmayı çözmesi ve/veya yönetmesi beklenen kişi veya kişilerin bazı becerilere sahip olması beklenmektedir. çatışmaların iyi yönetilememesi, başarının önündeki en büyük engellerden biri olarak görüldüğü için yöneticiler ve personel çatışma yönetimiyle ilgili temel becerilerini geliştirmeleri beklenmektedir. Bu beceriler: Entellektüel beceriler (Planlama, problem tanımlama, çözümleme, yargılama, sezgileme ve neesnellik gibi beceriler), Duygusal beceriler (Kararlılık, disiplin, sonuca yönelik olma, girişkenlik gibi beceriler), İletişim becerileri (Duyarlılık, ikna edebilme, iletişim ve dinleme becerileri) ve Yönetsel beceriler (Güdüleyebilme, rehberlik edebilme, işbölümü ve görevlendirme yapabilme gibi ilişkinin düzenlenmesindeki beceriler) şeklinde dört başlıkta incelenebilmektedir. Martin, Waltman ve Greenwood (2002), sözel ve fiziksel saldırganlığa başvurmadan çatışmaları yönetebilmek için duyguları denetleme becerileri (Kendi duygularını ve başkalarının duygularını anlama); iletişim becerileri (Başkalarına kendi gereksinim ve duygularını ifade edebilme); sorun çözme becerileri (Bir sorunu, tüm yönleriyle görüşüp, karşılıklı olarak tarafların ortak bir çözüme ulaşabilmeleri); öfke kontrolü (Öfkeli bir durumda saldırgan olmayan tepkiler verebilme) ve girişkenliği uygun bir şekilde kullanabilme (Şiddet ve saldırganlığa başvurmadan kendini ortaya koyabilme) olmak üzere beş temel beceriden söz etmektedirler. Çatışma yönetiminde başarılı olabilmek için, ikna yeteneği ve varolan düşüncelerimizi yeni bilgilere göre gözden geçirebilme yeteneği oldukça yararlıdır. Çünkü çatışmalarda bireylerin yalnızca kendi düşünce biçimlerine göre hareket etmeleri, bu sürecin yönetilmesinde başarısızlığa neden olmaktadır (Karip, 2003). 150 Öğülmüş (2004) ise, sorunları herkesin kazançlı çıkacağı biçimde çözüme ulaştırabilecek anlayışa sahip kişilerin sahip olabilecekleri bazı düşünce ve davranışları iyi niyet, sorunların birden fazla çözümü olduğuna inanma, bir tarafın kazanması, diğer tarafın kaybetmesini gerektirmediğini bilme, sorunlara farklı bakış açılarıyla yaklaşma ve başkalarının bakış açılarını öğrenmek için etkin dinleyici olma, güç kullanmaktan kaçınarak pozisyonlar üzerine değil, sorunlar üzerine odaklanma, duyguları dikkate alma başlıkları altında irdelemektedir. Çatışmaları yönetmesi beklenen kişilerin sahip olmaları gereken beceri ve yeterliklerle ilgili yapılan çalışmalarda da görüldüğü gibi iletişim becerileri tüm çalışmalarda önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle izleyen başlıklarda çatışma yönetiminde iletişimin önemi ve etkili iletişim ile çatışmaların yönetilebilmesi için gerekli bilgilere yer verilmektedir. N. Aysun Yüksel’in 2009 yılında Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi yayınlarından çıkan İletişim Bilgisi isimli kitabı okunabilir. ÇATIŞMA YÖNETİMİNDE İLETİŞİM Örgütlerde etkili iletişimin sağlanmaması çatışmaya yol açan önemli kaynaklardan biridir. İnsanların birlikte olduğu her ortamda, özellikle ortak bir üretim veya ortak amaca yönelik etkinliklerin söz konusu olduğu ortamlarda iletişimin olmaması düşünülemez. İnsanların birbirlerini yanlış anlamaları veya kendilerinden istenenleri anlayamamaları, kendilerine yöneltilen duygu, düşünce ve tutumları yanlış yorumları gibi durumların hepsi, iletişim eksikliğinden veya etkili iletişimin sağlanamamasından kaynaklanmakta ve taraflar arasında çatışmaya neden olmaktadır (Yeniçeri, 1993). Bu nedenle, çatışma yönetimi için kendi düşünce biçimimizin yanısıra, karşı tarafın düşünce biçimini anlamak da çok önemlidir. Özellikle karşı tarafın düşünce biçimini anlamak, karşı tarafı ikna ederek düşüncelerini değiştirme olasılığını artırmaktadır. Karip (2003), bazı noktalara dikkat etmenin kendimizin ve karşı tarafın düşünce biçimlerini anlamayı kolaylaştırabileceğini öne sürmektedir: • Duygular, düşünce ve gerçeklerden daha önemlidir. Bu nedenle duygular da dikkate alınmalıdır. • Kızgınlık durumunda söylenenler doğru olarak algılanıp anlaşılamaz. Tarafların kızgınlıklarının geçmesi için beklenmelidir. • Tarafların çatışmanın önemli konularına ilişkin algıları farklı olabilir; bu nedenle bu algıların konu başlıklarına göre karşılaştırılıp ortak noktalarda buluşulması gerekir. • Çatışma durumu, her iki tarafın bakış açısının yanısıra tarafsız bir bakış açısıyla da ele alınmalıdır. • Açıkca ifade edilen görüşlerin yanısıra, bu görüşlerin altında yatan ilgi ve gereksinimler de göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm bunların yanısıra, çatışma yönetiminde sağlıklı bir iletişimin gerçekleşebilmesi için, taraflar arasında karşılıklı güvenin oluşması da gerekmektedir (Appelbaum, Abdallah ve Shapiro, 1999). Güven, etkili bir çatışma yönetimi için anahtar kavram olarak kabul edilir. Güvenilir olma yeterliği, başkalarının değerlerine, ilkelerine, duygularına ilgili olmayı gerektirir. Bir insana güven duyulabilmesi için onun beceri ve yeterlikleri, geçmiş olaydaki adilliği, sözünü tutması gibi özelliklere sahip olması beklenir. Bu nedenle çatışma çözme sürecinde gerçekleşen iletişimlerde, taraflar arasında güven ilişkisinin kurulması önemli görülmektedir (Karip, 2003). Özellikle belirsizlik ve değişim durumlarında kişilerarası güven yaratıcılığı, çatışma yönetimini, takım çalışması ve liderliği harekete geçirebilmektedir. Kişilerarası güvenin en önemli yararlarından birisi, bilgi paylaşımı ve işbirliği olanağını sunmasıdır. Kişilerin birbirlerine güven duyması sonucu oluşan ortam, çatışmaların çözümü için bu kitabın ikinci bölümünde açıklanan “kazan-kazan” çatışma çözme yönteminin uygulanmasına da olanak sağlar. İletişim, örgüt içinde çatışmaların kaynağı olduğu gibi, çatışmaların çözümünde ve yönetilmesinde kullanılacak etkili bir araç olarak kabul edilebilir. Etkili iletişimin sağlanması ile çatışmaların ortaya 151 çıkmadan önleneceği düşünülebilir ancak daha da önemlisi ortaya çıkan çatışmaları yönetme sürecinde iletişim, etkili bir araç olarak kullanılabilmektedir. Çatışma yönetimi stratejilerinden hemen hemen hepsinin kullanımı beraberinde iletişimin de etkili bir şekilde kullanılmasını getirmektedir (Gross ve Guerrero, 2000). Çünkü, örgüte yararından çok zararı dokunan çatışmaların önlenmesinde veya çatışmaların etkin bir şekilde yönetilerek bu çatışmalardan yarar sağlanmasında etkili iletişimin önemli bir rolü vardır (Düşükcan, 2003). Öner (2000) her iki tarafında kazanabileceği etkili iletişimin temel alındığı etkin bir çatışma çözme sürecinin sekiz basamaktan oluştuğunu ileri sürmektedir: • Olumlu ve etkili bir ortam oluşturma: Çatışma çözme sürecine başlarken tarafların olumlu bir tutum içerisinde olması, bu sürecin etkili bir biçimde sürdürülebilmesini sağlar. Olumlu ve etkili bir ortam oluşturmaya çalışılırken, çatışma yaşayan tarafların sorunun çözümü için kendilerini, açık, olumlu ve objektif bir tutuma hazırlamaları; görüşme için her iki taraf için uygun olan zaman belirlenmesi ve taraflar kendilerini konuşmaya hazır hissettiklerinde iletişimin başlatılması; tarafların kendilerini rahat hissedebilecekleri bir yer belirlenmesi; olumlu ifadeler içeren cümlelerle konuşmaya başlamaları önemlidir. • Algıları netleştirme: Her iki taraf da birbirlerinin duygu, düşünce ve gereksinimlerini anlamaya çalışmalı ve birbirleriyle empati kurabilmelidirler. • Kişisel ve ortak istek ve gereksinimlere odaklanma: Taraflar, birbirlerinin istek ve gereksinimlerinden haberdar olmalı ve ortak gereksinimler belirlenmelidir. • Olumlu enerjinin paylaşımı: Tarafların, birbirlerini destekleyerek çözüme ulaşmalarını kolaylaştırmak için sahip oldukları olumlu enerjiyi harekete geçirmeleri beklenir. • Önce geleceğe yönelik çalışma, sonra geçmişte yaşananları değerlendirerek uzlaşma sağlama: Öncelikle şu an yaşanan çatışma üzerine odaklanarak çözmeye çalışılmalı, daha sonra geçmişte yaşanan çatışmalar değerlendirilmeli ve aynı yanlışlar tekrarlanmamalıdır. • Beyin fırtınası yoluyla seçenekler geliştirme: Çözüme ulaşmak için, her iki tarafın da çıkarlarına uygun seçenekler bulunmasına odaklanılmalıdır. • Uygulanabilir seçenekleri belirleme: Uygulanabilirliği yüksek olan ve ortak gereksinimleri karşılayan seçenekler belirlenmelidir. • Her iki taraf için de doyum sağlayacak adil anlaşmalar yapma: Taraflar çözüm seçeneklerini ortak bir biçimde değerlendirdikten sonra, her iki tarafın da doyum sağlayacağı bir anlaşma yapılarak çatışma süreci sonlandırılabilir. Etkin bir çatışma çözme sürecinin basamakları nelerdir? Etkili iletişimden yararlanarak çatışmaların iyi yönetilmesinde, bir çok iletişim becerisi önem kazanmaktadır. Özellikle dinleme becerileri, olumlu örgüt iklimi oluşturma, empati kurabilme ve teşvik etme sıralanabilir. Dinleme Becerisi Sağlıklı bir çatışma yönetim sürecinde, dinleme becerisi önemli bir yer tutmaktadır. Önemli iletişim becerilerinden biri olarak kabul edilen dinleme düşünüldüğü kadar kolay değildir. Karşı tarafın söylediklerine tam olarak yoğunlaşarak ne demek istediğini kesin olarak anlamak, çaba ve deneyim gerektirir. Etkili bir dinleme sürecinde, konuşmacı ve dinleyicinin aşağıdaki noktalara dikkat etmesi önerilebilir (Karip, 2003): • Dinleyici hazır olmadan konuşmaya başlanmamalı, • Verilen cevap dinlenmeyecekse soru sorulmamalı, • Sözlü veya sözsüz iletişimle konuşanın sözü kesilmemeli, • Konuşmadan ne anlaşıldığına ilişkin konuşmacıya dönüt verilmeli, • Anlaşılamayan noktalara ilişkin soru sorulmalıdır. 152 Bir iletişim ortamında iyi dinlememe, önemli bilgi bölümlerinin kaçırılmasına neden olabilir. Bunlar, çatışmanın nedenleri, tarafların düşünce biçimleri gibi çatışmanın çözümü için önemli bilgiler olabilir. Bu bilgilerin eksik kalması, çatışma yönetim sürecinde aksamalara ve/veya çözümsüzlüğe yol açabilmektedir (Roebuck, 2000). Dinleme işittiğimiz seslerini işaret eden duyma eyleminden farklıdır. Çünkü dikkat ve odaklanmayı gerektirmektedir. Dinleme sürecinde, yalnızca anlatılana değil, nasıl anlatıldığı, dilin ve sesin kullanım biçimi, konuşanın beden dilini nasıl kullandığına dikkat edilmesi önemlidir. Bu nedenle, iyi bir dinleyicinin yalnızca söylenenleri değil söylenmeyenleri de anlaması beklenir. İyi bir dinleyici olabilmek için şu noktalar göz önünde bulundurulmalıdır: • Konuşmama • Dinleme için hazırlanma • Konuşan kişiyi konuşma için cesaretlendirme • Dikkat dağıtıcı öğeleri uzaklaştırma • Konuşan kişiyle empati kurma/onun bakış açısını anlamaya çalışma • Sabırlı olma • Bireysel önyargılardan kaçınma • Konuşanın ses tonuna/konuşma tarzına dikkat etme • Yalnızca sözcükleri değil düşünceleri dinleme • Sözsüz iletişim öğelerini dikkate alma, vb. Ancak tüm bu noktalara dikkat edilmesine karşın, kimi zaman dinlemenin gerçekleşmesini engelleyen durumların bulunabileceği de göz önünde bulundurulmalı ve bu engellerin dinlemeyi engelleyerek çatışma yönetimi etkinliklerini aksatmasını önleyecek önlemler alınmalıdır. Dinleme engelleri olarak adlandırılabilen bu engeller şu şekilde sıralanabilir (Yüksel, H. 2009): • Dinleyenin fiziksel engel ve rahatsızlıkları • Düşünme hızı • Önyargılar • Konuşanı suçlamaya yönelme davranışı • Konuşma ortam ve zamanı, vb. Günlük yaşantımızda içinde yer aldığımız farklı durumlara göre dinleme biçimlerimiz de farklılaşabilir. Kimi zaman bilgi edinmek için, kimi zaman bir ilişki kurmak için, kimi zaman da bir değerlendirme yapmak için dinlemeye gereksinim duyulmaktadır. Önemli bir iletişim becerisi olarak kabul edilen dinleme becerisine ilişkin farklı sınıflamalar bulunmaktadır. Ancak dinleme türleri çatışma yönetimi ile ilişkilendirilerek yarışmacı veya saldırgan dinleme, edilgen veya dikkatli dinleme ve etkin veya yansıtıcı dinleme olmak üzere üç başlıkta ele alınabilmektedir. Yarışmacı veya Saldırgan Dinleme: Dinleyicinin karşısındaki kişinin bakışaçısını anlamaktan çok kendi bakışaçısını karşı tarafa kabul ettirmekle ilgilendiği durumdur. Bunu sağlayabilmek adına, dinleyici konumundaki birey, konuşanın ne anlattığı veya neden söz ettiğinden çok konuşma fırsatının kendisine geçmesi için fırsat kollamakla ve konuşanın öne sürdüğü görüşleri çürütecek sözleri planlamakla meşgul olmaktadır. Edilgen veya Dikkatli Dinleme: Dinleyicinin konuşan kişiyi işitme ve onun bakış açısını anlamakla ilgilendiği dinleme biçimidir. Bu dinleme biçiminde yalnızca dikkatle dinleme gerçekleşir; dinleyici konuşanın söylediklerini doğru olarak anladığını varsayar. Ancak bu varsayımın doğru olup olmadığını belirlemek için herhangi bir girişimde bulunmaz. Etkin veya Yansıtıcı Dinleme: En önemli ve yararlı dinleme biçimidir. Etkin dinleme biçiminde, dinleyici konuşan kişinin düşünceleri, duyguları, beklentileri ile ne iletmek istediğini anlamakla 153 ilgilenmektedir. Dinleyici, karşı tarafa mesaj iletmeden önce, konuşanın bakış açısını (görüşünü) anlayıp anlamadığını doğrulatır. Bu doğrulatma veya dönüt süreci etkin dinlemenin diğer dinleme biçimlerine göre daha yararlı bulunmasının da nedenidir. Etkin dinleme ile, yanlış anlamaların olduğunda hemen düzeltilmesi söz konusu olduğu için, yanlış anlamalar nedeniyle anlaşmazlıkların ortaya çıkması da önlenebilmektedir. Çatışmaların çözüme kavuşturulmasında önemli bir yer tutan etkin (yansıtıcı) dinlemenin dikkat etme, dinlediğini gösterme, dönüt verme, önyargılardan arınma ve uygun şekilde cevaplama olmak üzere beş temel öğesi bulunmaktadır. Olumlu Örgüt İklimi Oluşturma Çalışanların tutumları, davranışları ve uyguladıkları kurallar sonucunda oluşan, örgütün içyapısını yansıtan ve onu diğer örgütlerden ayıran örgüt içi hava veya atmosfer olarak tanımlanabilen (Gök, 2009) örgüt iklimi; yöneticilerin örgüt içinde sergiledikleri tutum ve davranışlardan etkilenmektedir. Örgüt içinde yöneticinin çalışanlarla olan iletişimi olumluysa ve örgüt içi iletişimin gelişmesine önem veriyorsa o örgütte genellikle olumlu iletişimden kaynaklanan olumlu bir örgüt iklimi oluşturulduğu söylenebilir. Olumlu örgüt iklimi oluşturmak, çalışanların iş doyumu ve motivasyonlarıyla birlikte insan ilişkilerine de önem veren bir yöneticinin gerçekleştirebileceği bir görevdir. Yöneticilerin iletişimi etkin bir şekilde kullanmalarının olumlu örgüt iklimine katkısı büyüktür. Ayrıca olumlu örgüt iklimi oluşturmanın iyi bir iletişimin sağlanmasıyla birlikte örgüt içi çatışmaların yönetiminde de önemli bir yeri vardır. Olumlu örgüt ikliminin oluşturulduğu örgütlerde çatışmalar genellikle çok büyük sorunlardan kaynaklanmamakta ve çözümü de çok zor olmamaktadır. Çalışanların ve yöneticilerin arasındaki olumlu ilişkiler çatışmalardan yarar sağlanmasını kolaylaştırmakta ve herkesin anlaşmaya gönüllü olmasına ve yanlış anlamaların azalmasına katkı sağlamaktadır. Empati Çatışmaların yönetiminde iletişimin oynadığı rolün gün geçtikçe daha iyi anlaşılması ile birlikte örgüt yöneticilerinin ve çatışmaya taraf olan herkesin empati yeteneğinin geliştirilmesi fikri de ön plana çıkmıştır. Çünkü, iletişim sürecinde tarafların birbirleriyle empati kurabilmeleri hem yanlış anlaşılmaların önlenmesine hem de çatışmaların yönetimi sürecinde tercih edilen birçok yaklaşımın daha etkin bir şekilde kullanılmasına ve daha olumlu sonuçlar elde edilmesine olanak verebilmektedir. Hackney ve Cormier (2008) empatiyi “bireyin kendi deneyimlerinden karşısındakinin deneyimlerine geçiş yapabilmesini, karşıdakinin belirli bir durumda hissettiği duyguları kendisininkiyle kıyaslayarak hissedebilmeyi, iyi bir dinleyici olmayı ve böylelikle karşısındakinin bile farkında olmadığı duygu ve düşüncelerini anlayabilmeyi gerektiren bir beceri” olarak tanımlarken; Voltan-Acar (2003), “karşı tarafın duygularının yoğunluğunu ve anlatmak istediklerini anlama ve algılama yeteneği” olarak tanımlanmaktadır. Empati kurma yeteneği gelişmiş olan bireyler, karşı taraftan gelen mesajı anlamlandırırken sadece sözcüklerin anlambilimsel olarak ifade ettiği anlama odaklanmak yerine karşıdakinin tüm duygu, düşünce ve tutumlarını da işin içine katarak anlamlandırma yaparlar. Böylece yanlış anlamalar azalacağı gibi, taraflar kendilerini karşı tarafın yerine koyarak çatışmalara daha etkin çözümler geliştirebilir, ilişkilerini güçlendirebilirler. Çok basit olarak iletişim sürecinde karşıdaki kişiyi anlama ve kendini onun yerine koyabilme becerisi olarak da tanımlanabilen empatiyi Rogers (1983) “kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısı ile bakması, o kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamlandırması, hissetmesi ve bu durumu karşısındakine iletmesi” olarak tanımlamaktadır. Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, iletişim sürecine empatinin dahil edilmesi insanların daha iyi anlaşmalarını sağlayarak çatışmaların daha etkili ve verimli bir şekilde çözülmesine olanak sağlayabilir. Çatışma yönetiminde iletişimin gücünü artırabilmek için tarafların birbirlerinin ilgi, endişe ve gereksinimlerini dikkate almaları; deneyimlerinin sonucu olan duygu ve düşüncelerine değer vermeleri ve bunlar nedeniyle yargılanmamaları gerektiğini unutulmamalıdır. 154 Teşvik Etme İletişim sürecinde karşıdakinin daha açık ve net bir şekilde kendini ifade edebilmesi ve yargılanma, eleştirilme korkusu duymadan söylemek istediklerini söylemesi önemlidir. Etkili bir iletişim ortamının oluşması için dinleyici olan tarafa iyi bir dinleyici olma görevi düşmektedir. İyi bir dinleyici de empati kurma yeteneği ile birlikte karşısındakini konuşmaya teşvik etme yeteneğine de sahip olmalıdır. Çatışma yönetimi stratejilerinin başarılı olmasında iletişimin önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. İletişimin etkin bir şekilde sürdürülebilmesinde ise karşı tarafı konuşmaya ve açık olmaya teşvik etmek gerekmektedir. Çatışmadan kaçınarak çatışmayı bastırmak olumsuz sonuçlara neden olacağı için tarafların birbirlerini açık olmaya ve sorunu olduğu gibi ortaya koymaya teşvik etmesi beklenmektedir. Çatışmaların olumlu sonuçlar doğurabilmesi için iki tarafın da açık bir şekilde kendini ifade etmesi ve uzlaşma konusunda her iki tarafın da tatmin olması gerekir. Bunun için yöneticilere her iki tarafı da konuşmaya ve sorunu birlikte çözmeye teşvik etmek için önemli görevler düşmektedir. Karşımızdaki bireye onu dinlediğimizi göstermenin sözlü veya sözsüz bir takım yolları vardır. İletişim sürecinde konuşmacı rolünü üstlenen tarafın, karşıdaki dinleyici tarafından dinlendiğini ve anlaşıldığını bilmesi, iletişimin sürmesi ve etkili bir şekilde gerçekleşmesi için gereklidir. Beden dilimizle verdiğimiz sözsüz mesajlar karşımızdakini konuşmaya teşvik etmek veya onun içinden geçenleri tüm açıklığıyla anlatmasını sağlamak açısından yeterli olmayabilir. Böyle bir durumda sözel katılım yoluyla konuşmacıyı teşvik etmek gerekebilir. Sözel katılımın yaygın yollarında biri “Evet”, “Anlıyorum” veya “Devam edin” gibi kısa teşvik cümlelerinin kullanılmasıdır. Bireyi konuşurken izlemenin veya onu düşüncelerini daha açık bir şekilde ifade etmeye cesaretlendirmenin bir yolu, çeşitli sözel tepkiler vererek izleme yönetimini kullanmaktır. Hackney ve Cormier (2008), izleme yönteminin açıklama, yeniden ifade etme, duygu yansıtması, açık uçlu sorular sorma gibi farklı sözel tepkiler verilerek uygulanabileceğini vurgulamaktadır. Sözel tepkiler verilirken ses tonu, yüksekliği veya vurgusunun konuşmacının duygu yoğunluğuna uyarlanması da konuşmacıyı teşvik etmek yönünden yararlıdır (Ivery, Ivery ve Zalaquett, 2009). 155 Özet İletişim iletiyi gönderen ve alan arasında oluşturulan bir alışveriş ilişkisi içinde paylaşılan, ortaklaşa yararlanma ile oluşan bir süreçtir. İnsanda mevcut olan kendini ifade edebilme ve kendini dinletme ihtiyacının ürünü olarak kabul edilen iletişim kavramına ilişkin kullanıldığı alana ve konusuna göre değişen birçok farklı tanım bulunmaktadır. Ancak bu tanımların tümünde süreç, etkileşim, anlam ve anlama ortak kavramlar; bilgilenmek, ikna etmek, yönetmek, eğlenmek, çevre üzerinde etkin olmak, başkalarında tutum geliştirme ve değiştirmeye yol açmak, istenen davranışları yaygınlaştırmak, muhatapları anlamak, bireyin kendini etkiye ve etkilemeye açık halde tutması da ortak amaçlardır. İletişim sürecinde algılama oldukça önemlidir. Algılama, insanların duyuları yardımıyla çevrelerinden elde ettikleri bilgileri bir araya getirip düzenleyerek kendileri için anlamlandırmalarıdır. Örgütlerde iletişimin etkin bir şekilde sağlanamaması hem insan ilişkilerini olumsuz etkilemekte hem de örgütün hiyerarşik yapısı içinde düzenli bir şekilde işlemesine engel olmaktadır. İletişim sürecinde engeller, bir mesajın verilmesini ve alınmasını olumsuz yönde etkileyen tüm etmenlerdir. İletişimi engelleyen etmenler fiziksel, kişisel ve örgütsel olarak gruplandırılabilir. Kaynak ve alıcının iletişime girme amaçlarının farklı olması, iletişimde ortak yaşantı alanının yetersizliği, kaynak ve alıcının psikolojik veya bedensel yetersizlikleri, vb etmenler kişiler arasında yanlış anlamalara yol açarak çatışmaya neden olmaktadır. İnsanların birlikte olduğu her ortamda, iletişimin olmaması düşünülemez. Bu nedenle, örgütlerde etkili iletişimin sağlanmaması çatışmaya yol açan önemli kaynaklardan biri olarak görülmektedir. İletişim, örgüt içinde çatışmaların kaynağı olduğu gibi, çatışmaların çözümünde ve yönetilmesinde kullanılacak etkili bir araç olarak kabul edilebilir. Çatışma yönetimi stratejilerinden hemen hemen hepsinin kullanımı beraberinde iletişimin de etkili bir şekilde kullanılmasını getirmektedir. Çünkü örgüte yararından çok zararı dokunan çatışmaların önlenmesinde veya çatışmaların etkin bir şekilde yönetilerek bu çatışmalardan yarar sağlanmasında etkili iletişimin önemli bir rolü vardır. İletişim sürecini oluşturan başlıca öğeler; kaynak (gönderici), mesaj (ileti), iletişim kanalları, alıcı (hedef kimse) ve geri bildirimdir. İletişimin gerçekleştiği ortama göre yapılan sınıflamalara göre iletişim, kişi-içi iletişim, kişiler arası iletişim, örgütsel iletişim ve kitle iletişimi dört başlıkta; yapılış biçimine göre yapılan sınıflamayla ise, sözlü, sözsüz ve yazılı iletişim olarak üç başlıkta incelenebilmektedir. Örgütsel iletişim, örgütün işleyişini sağlamak ve hedeflerine ulaştırmak amacıyla, örgütü oluşturan bölüm, öğeler ve örgüt çevresi arasında girişilen devamlı bir bilgi ve düşünce alışverişine veya bölümler arasında gerekli ilişkilerin kurulmasına imkân tanıyan toplumsal bir süreçtir. Örgüt içerisindeki iletişimi; yönetsel iletişim ve kişilerarası iletişim olmak üzere iki grupta incelemek olasıdır. Ancak, etkili iletişimden yararlanarak çatışmaların iyi yönetilmesinde güven ortamı oluşturma ve dinleme becerilerinin yanısıra, olumlu örgüt iklimi oluşturma, empati kurabilme ve teşvik etme de önemlidir. 156 Kendimizi Sınayalım 1. Güvenilir kavramlardan gerektirmez? olma yeterliği, aşağıdaki hangisine saygılı olmayı 6. Aşağıdakilerden hangisi, iletişimin gerçekleşmesini büyük ölçüde etkilemektedir? a. Süreci oluşturan öğelerin özellikleri Karşımızdaki bireyin b. İletişimin gerçekleştiği zaman a. Değerlerine c. İletişimde bulunanların göz renkleri b. İlkelerine d. İletişim araçları c. Duygularına e. İletişimin konusu d. Cinsiyetine 7. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi, konuşmayı etkileyen etmenlerden biri değildir? e. İlgilerine 2. Aşağıdakilerden hangisi, dinleme sürecinde dikkat edilmesi gerekenlerden birisidir? a. Ses tonu a. Konuşanın cinsiyeti c. Vurgu b. Anlatılan konu d. Anlamlılık c. Bulunulan ortam e. Ses perdesi d. Dinleyicinin yaşı 8. Aşağıdakilerden hangisi, örgütsel iletişimin yararlarından biridir? b. Zihinsel deneyim e. Konuşmanın zamanı a. Örgütün çevreye tanıtılması 3. Aşağıdakilerden hangisi, sorunları çözüme ulaştırabilecek kişilerin sahip olması beklenen düşünce ve davranışlar arasında yer almaz? b. Kaynak kişilerin tanınması c. Bilginin işgörenlere taşınması a. Güç kullanarak sorunlara odaklanma d. Örgüt gelirinin artırılması b. Birden çok çözüm olduğuna inanma e. Örgütsel çatışmayı engellemesi c. Etkin dinleyici olma 9. Aşağıdakilerden hangisi, fiziksel iletişim engellerinden biri değildir? d. Duyguları dikkate alma a. Ortamın gürültülü olması e. Sorunlara farklı bakış açıları ile bakma b. Fiziksel uzaklık 4. Aşağıdakilerden hangisi, iletişim tanımlarında bulunan ortak kavramlardan biri değildir? c. Işığın yetersizliği d. Mesajın farklı algılanması a. Süreç e. İletişim aracının bulunmaması b. Etkileşim 10. Çatışma yönetim sürecinde karşı tarafın düşünce biçimini anlamanın sağlayacağı yarar, aşağıdaki seçeneklerden hangisinde yer almaktadır? c. Anlam d. Anlama e. Kaynak a. Daha sonraki çatışmalarda yararlanabilme 5. Aşağıdakilerden hangisi, iletişim tanımlarında bulunan ortak amaçlardan biridir? b. Kendi düşünce biçimimizi değiştirebilme c. Kendi düşünce biçimimizi savunabilme a. Öfkelenme d. Başkalarının düşünceleri ile karşılaştırabilme b. Etkilerden korunma e. Karşı tarafın düşüncelerini değiştirebilme c. Bilgilenme d. Güçlenme e. Yönlendirme 157 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 1. d Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Farklı iletişim tanımlarının tümünde süreç, etkileşim, anlam ve anlama ortak kavramlar; bilgilenmek, ikna etmek, yönetmek, eğlenmek, çevre üzerinde etkin olmak, başkalarında tutum geliştirme ve değiştirmeye yol açmak, istenen davranışları yaygınlaştırmak, muhatapları anlamak, bireyin kendini etkiye ve etkilemeye açık halde tutması da ortak amaçlar olarak ortaya çıkmaktadır. 2. b Yanıtınız yanlış ise “Dinleme Becerisi ve Çatışma Yönetimi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. a Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 2 4. e Yanıtınız yanlış ise “İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Örgütsel iletişimin, örgütün en önemli girdilerinden olan bilginin örgüt içerisindeki iş görenler arasında taşınması, örgüt çalışanlarının birbirleri ile ilişkilerini sağlayan anlamların taşınması, etkileşime yönelik olduğunda alıcı kişilerin eyleme geçirilmesi, örgütsel kararların ilgili kişilere iletilmesi, örgütsel amaçların, görevlerin ve işlerin açıklanmasına yönelik emirlerin iş görenlere ulaştırılması, örgüte yönelik dönütlerin toplanması, öğrenen örgüte bilgi taşınması, vb yararları bulunmaktadır. 5. c Yanıtınız yanlış ise “İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. a Yanıtınız yanlış ise “İletişim ve İletişimin Öğeleri” başlıklı konuları yeniden gözden geçiriniz. 7. b Yanıtınız yanlış ise “İletişim Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. c Yanıtınız yanlış ise “Örgütsel İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 9. d Yanıtınız yanlış ise “İletişim Engelleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Her iki tarafında kazanabileceği etkin bir çatışma çözme süreci; olumlu ve etkili bir ortam oluşturma, algıları netleştirme, kişisel ve ortak istek ve gereksinimlere odaklanma, olumlu enerjinin paylaşımı, önce geleceğe yönelik çalışma, sonra geçmişte yaşananları değerlendirerek uzlaşma sağlama, beyin fırtınası yoluyla seçenekler geliştirme, uygulanabilir seçenekleri belirleme, her iki taraf için de doyum sağlayacak adil anlaşmalar yapma olmak üzere sekiz basamaktan oluşmaktadır. 10. e Yanıtınız yanlış ise “Çatışma Yönetiminde İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 158 Yararlanılan Kaynaklar 587-605. http://www.insanbilimleri.com/ ojs/index.php/uib/article/viewFile/791/441, (Erişim Tarihi: 25 Şubat 2012) Akbalık, F.G. (2001). Çatışma Çözme Ölçeği’nin (Üniversite Öğrencileri Formu) Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2 (16), 7-13. Gölönü S. ve Karcı Y. (2010). İletişim Meslek Lisesi Öğrencilerinin İletişim Beceri Düzeylerinin İncelenmesi. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 31, 123-140. Akın, M (1998). İşletmelerde Çatışma Yönetiminde İletişimin Yeri ve Önemi. (Yüksek Lisans Tezi). Kayseri: T.C Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Gross, M. A. ve Guerrero, L. K. (2000). Managing Conflict Aproppriately and Effectively: An Application of the Competence Model to Rahim’s Organizational Conflict Styles. The International Journal Of Conflict Management. 11 (3), 200-226. Appelbaum, S. H.; Abdallah, C. ve Shapiro, B. T. (1999). The self-directed team A conflict resolution analysis, Team Performance Management, 5 (2), 60-77. Gürgen, H. (1997). Örgütlerde İletişimin Kalitesi, İstanbul: Der Yayınları. Balcı, A. (2010). Açıklamalı Eğitim Yönetimi Terimleri Sözlüğü. 2. Baskı. Ankara: Pegem Akademi. Hackney, H. ve Cormier, S. (2008). Psikolojik Danışma İlke ve Teknikleri: Psikolojik Yardım Süreci El Kitabı. (Çev. Tuncay Ergene ve Seher Aydemir Sevim). Ankara: Mentis Yayınları. Başaran, İ. E. (2000). Yönetim. Ankara: Feryal Matbaası. Can, H. (1994). Organizasyon ve Yönetim. Ankara: Siyasal Kitabevi. Hoşgörür, V. (2012). İletişim. (Ed. Z. Kaya). Sınıf Yönetimi (13. Baskı) Ankara: Pegem A Yayıncılık. Demir K. (2003). Örgütlerde İletişim Yönetimi. (Editörler: Cevat Elma, Kamile Demir), Yönetimde Çağdaş Yaklaşımlar, Uygulamalar ve Sorunlar. Ankara: Anı Yayıncılık. Ivery, A. E., Ivery, M. B., ve Zalaquett, C. P. (2009). International Interviewing and Counselling. 7th Edition. CA: Brooks/ColeCengage Learning. Dökmen, Ü. (1998). İletişim Çatışmaları ve Empati. 7. Baskı. İstanbul: Sistem Yayıncılık. Karip, E. (2003). Çatışma Yönetimi. Geliştirilmiş 3. Baskı. Ankara: Pegem A Yayıncılık. Düşükcan, M. (2003). Örgütlerde Çatışma ve Çatışma Yönetimi Sürecinde Örgütsel İletişimin Etkililiği: Kuramsal ve Uygulamalı Bir Çalışma. (Doktora Tezi). Konya: T.C Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Keskinkılıç, K. (2011). Yönetim Süreçleri. (Editör: Kadir Keskinkılıç), Türk Eğitim Sistemi ve Okul Yönetimi, 2. Baskı. Ankara: Pegem Akademi. Efil, M. (2010). Yönetim ve Organizasyon. İstanbul: Alfa Aktüel Yayınları. Martin, M. ve Greenwood, C.W. (2002). Çocuğunuzun Okulla İlgili Sorunlarını Çözebilirsiniz (Çev. F. Zengin Dağıdır) (3. Basım) İstanbul: Sistem Yayıncılık. Elgünler, T. Ç., Fener, T. Ç. (2011). İletişimin Kalitesini Etkileyen Engeller ve Bu Engellerin Giderilmesi. The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication. (Ed. Rengin Küçükerdoğan). 1(1), 35-39. Metin, H. (2011). Empatik İletişim Yönetişim. İletişim Dergisi, 32, 177-203. Oskay, Ü. (2001). İletişimin ABC’si. İstanbul: Der Yayınları. Eren, E. (2010). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. 12. Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayın. Öğülmüş, S. (2004). Ben Sorun Çözebilirim: Kişilerarası Sorun Çözme Becerileri ve Eğitimi (2. baskı). Ankara: Babil Yayıncılık. Ertürk, M. (2009). İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon. 4. Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayın. Öner, U. (2000). Çatışma Çözme ve Arabuluculuk Eğitimi (s. 198-237). (Ed. Y. Kuzgun) (2. Baskı). İlköğretimde Rehberlik. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Gök, S. (2009). Örgüt İkliminin Çalışanların Motivasyonuna Etkisi Üzerine Bir Araştırma Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6(2), 159 ve Özdemir, S. (2000). Eğitimde Örgütsel Yenileşme. (5. Baskı). Ankara: Pegem A yayınları. Roebuck, C. (2000). Etkili İletişim. (Çev: A. C. Akkoyunlu). İstanbul: Doğan Kitapçılık. Rogers, C. R. (1983) Empatik Olmak Değeri Anlaşılmamış Bir Varoluş Şeklidir, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 16, 103-124. Şimşek Ş., Akgemci T. ve Çelik A. (2003). Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde Davranış. Ankara: Nobel Yayıncılık. Tutar, H., Yılmaz, M.ve Erdönmez, C. (2003). Genel ve Teknik İletişim. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Voltar-Acar, N. (2003). Terapötik İletişim: Kişilerarası İlişkiler. Geliştirilmiş 4. Baskı. Ankara: US-A yayıncılık. Yeniçeri, Ö (1993). İşletmelerde Yönetim, Organizasyon ve Davranış. Ankara: Tutibay Yayınları. Yüksel, N. A. (Ed.) (2009). İletişim Bilgisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Yüksel, H. (2009). Konuşma ve Dinleme. İletişim Bilgisi (Ed.: N. A. Yüksel). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Zıllıoğlu, M. (2009) İletişim Kavramı ve Tanımı. (Ed.: N. A. Yüksel) İletişim Bilgisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. 160 8 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Çatışma yönetiminde insan doğasına ilişkin yaklaşımların önemini ifade edebilecek, Liderlik stilleri ve örgütsel çatışma yönetimi arasındaki ilişkiyi analiz edebilecek, Liderlik stillerini tanımlayabilecek, İnsanın doğasına ilişkin varsayımları liderlik stillerine göre karşılaştırabilecek, Örgütlerde çatışma yönetiminde sergilenen liderlik stillerine göre kullanılan yaklaşımları değerlendirebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Liderlik Stili Demokratik Liderlik Stili İnsanın Doğası İlgisiz Liderlik Stili Otokratik Liderlik Stili Örgütsel Çatışma İçindekiler Giriş İnsanın Doğası ve Çatışma Yönetimi Liderlik Stilleri ve Çatışma Yönetimi 162 Çatışma Yönetiminde Liderlik Stilleri GİRİŞ Küreselleşmenin etkisi ile bireyler, gerilim ve çatışmalı ortamlarda daha yapıcı davranışlar sergilemeye ve dayanıklı olmaya yönelmek durumundadırlar. Bu ortamlarda en çok da yöneticilere görev düşmektedir. Çatışmalı ortamları işlevsel hale getirmek ve olumlu örgüt iklimi oluşturmak yöneticilere atfedilen bir durum olarak değerlendirilmektedir. Toplumsal yapının biçimlenmesinde en önemli neden belirli bir sosyal düzen içinde ve bir arada yaşayabilme gereksinimidir. Bu nedenle toplumsal yaşamda yer edinmek adına insanlar bu veya şu şekilde örgütlere dahil olurlar. Ya örgütleri etkilerler ya da örgütlerin işleyişi açısından etkilenirler. İnsanlar yaşamlarının önemli bir bölümünü geçimlerini sağladıkları ve toplum içinde belli statü elde edebildikleri işyerlerinde geçirirler. İşyerinde yaşanan olumlu ya da olumsuz gelişmeler bireylerin özel yaşantılarını da etkileyebilmektedir. Bu nedenle birey çalıştığı ortamda kendini güvende hissetmek ve varlığını korumak ister. Ancak bireyleri en çok mutsuz eden etkenlerin başında da yine örgüt içindeki insanlarla olan olumsuz ilişkiler gelmektedir. Tüm enerjisini kişilerle olumlu ilişkiler geliştirmeye ya da sorunlarla baş etme adına harcayan birey, örgütte gerçekleştirmesi gereken görev ve rollerini aksatabilmektedir. Bu nedenle örgüt yönetiminde, işgörenlerin enerjilerinin örgütün amacına yönlendirilmesi ve sağlıklı kişilerarası ilişkilerin kurulması yönünde çaba harcanması önem kazanmaktadır. Diğer yandan, örgütlerde bireylerarası çatışma da kaçınılmazdır; çünkü çatışma, insan unsurunun bulunduğu yer ve ortamda ortaya çıkması kaçınılmaz bir olgudur. Aynı zamanda, çağdaş örgüt yönetimi anlayışında örgütsel çatışmanın soruna seçenekler ve düşünceler üretme işlevi bulunmaktadır. Ancak, çatışmanın işlevsel hale getirilip getirilmemesi bir yönetim ve/veya liderlik sorunudur. İnsanların yaşamında iyi veya kötü yöneticilerin rolleri çok fazla hissedilebilmektedir. Çünkü yöneticilerin verdikleri kararlar, izledikleri politikalar örgütün insan kaynağını doğrudan etkilemektedir. Yöneticiler sergiledikleri liderlik stiline göre, insan kaynağının potansiyelini ve yeteneklerini boşa harcayabilir ya da onları etkili bir biçimde yönlendirerek gelişimlerini sağlayabilirler. Bu bağlamda örgütsel çatışmanın yönetiminde üç yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Bunlar; geleneksel yaklaşım, davranışçı yaklaşım ve etkileşimci yaklaşımdır. Söz konusu örgütün en önemli unsuru insan olduğundan dolayı bu üç yaklaşımın ortaya çıkmasında temel etken insanın doğasına ilişkin görüşleridir. İnsanın doğasına ilişkin görüşler ise; kötümser, iyimser ve karmaşık insan görüşü olmak üzere üç başlıkta ele alınmaktadır. Yöneticiler örgütsel çatışmaların yönetiminde insanın doğasına ilişkin algılarına göre şekillenen liderlik anlayışına göre eylemlerde bulunurlar. Bu bağlamda yöneticiler çatışma olgusuna yönelik olarak otokratik, ilgisiz ve demokratik liderlik özelliklerine göre bir yaklaşım sergileyebilmektedirler. Çağdaş örgüt yönetimi anlayışına göre yönetici örgütte gerektiğinde çatışmayı yaratır, çatışmanın zararlı yönlerini azaltır ve yararlı yönlerini artırarak çatışmayı örgütün yararına yönelik yönetir. Örgütlerde ortaya çıkabilecek çatışmaların hangisinin işlevsel olduğu veya işlevsel olmadığı konusu her zaman öngörülemeyebilir. Bazen belirli bir zamanda işlevsel olarak nitelendirilebilecek bir çatışma durumu, başka bir zaman diliminde aynı sonuca ulaştırmayabilir. Dolayısıyla yöneticiler bu konuda eyleme geçmeden önce koşulları tam ve doğru bir biçimde analiz etmelidir. Çatışma yönetiminde önemli olan, yıkıcı sonuçları en aza indirerek, en yapıcı sonuçları almaktır. Çatışmanın yıkıcı ya da örgütü geliştirici sonuç vermesi yöneticinin liderlik stiline dayalı olarak değişebilir. Bu ünitede de örgütlerde çatışmanın yönetiminde yöneticilerin sergiledikleri ve insan doğasına ilişkin sahip oldukları algılara göre şekillenen liderlik stilleri ele alınmıştır. 163 İNSANIN DOĞASI VE ÇATIŞMA YÖNETİMİ Çatışmalı ortamların yönetilmesinde Lider/Yöneten- Yönetilen/İşgören ilişkilerinin ve algılamaların daha etkili bir şekilde anlaşılabilmesi ve değerlendirilebilmesi için insan doğasına ilişkin görüşler önem kazanmaktadır. Bu görüşler, genel olarak üç grupta toplanabilir. Bunlar kötümser, iyimser ve karmaşık insan doğasına ilişkin görüşlerdir. Bu yaklaşımlar izleyen başlıklarda ele alınmıştır. İnsan Doğasına İlişkin Kötümser Görüş Batılı düşünce sisteminin mimarlarından olan Niccolo Machiavelli ve Thomas Hobbes, insan doğasına ilişkin kötümser varsayımları ile bilinmektedir. Machiavelli insanın, isyankâr ve işbirliğine karşı olması nedeniyle, yöneticiler tarafından acımasızca ve tam anlamıyla kontrol edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Machiavelli’ye göre yöneten, her tür ahlak kuralını bir kenara bırakmalı ve ne pahasına olursa olsun ve hangi yöntemle olursa olsun kontrolü sağlamalıdır. Çünkü korkulan bir yönetici olmak sevilen bir yöneticiden daha güvenilir ve tehlikesizdir. İnsan genellikle nankördür, ikiyüzlüdür, lafı sever, açgözlüdür ve riskten kaçar. Hobbes’a göre de insan üne, maddi olanaklara ve güce sahip olmak ister. Bu yüzden, çevresindeki bireylerden çekinir ve sürekli bir korku içinde yaşar. Bu durumda yasa ve kurallar doğru, dürüst ve erdemli olanı belirlemeli ve tanımlamalıdır. Ancak yasanın veya kuralların uygulanabilir olması için onu uygulayacak bir otoritenin olması gerekir. Hobbes insanların birbirleri ile anlaşma yapmadan önce bir çatışma içinde olduğunu vurgulamıştır (Aydın, 2000, s.72; Küçükkalay, 2008, s.191). Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud ise insanın doğasındaki saldırganlık eğilimine vurgu yapmıştır. Aynı şekilde Henri Bergson da insanın saldırgan doğasının olduğunu savunanlardandır. İnsan doğasına ilişkin kötümser varsayım, yönetimde de etkili olmuştur. Klasik yönetim kuramlarının öncüsü olan Frederik W. Taylor, insanın doğasına ilişkin şu sayıltıları ortaya atmıştır (Aydın, 2000, s.75-76): • Üretim denkleminde işgören sabittir. İnsan sabit bir doğaya sahiptir. • İşgören, makinenin hareketsiz bir parçasıdır. İyi programlanmadığında, etkisizliğe ve savurganlığa eğilimlidir. • İşgören, doğası gereği tembeldir. • İşgörenin esas ilgisi öz-çıkarıdır. Bu durum, iş ortamında her zaman ekonomik değerlerle ifade edilir. • Söz konusu ekonomik değerden kaynaklı olarak maddi kaygı yaşayan işgören diğer işgörenler ile yoğun bir yarışmaya girer. • İnsan çabasına rağmen kazanç elde edemeyeceğini bilirse işten kaytarır. Bu eğilimini etkisiz kılmak ya da yenmek için sık sık kontrol edilmesi ve dışarıdan güdülenmesi gerekir. Taylor’a paralel olarak bürokrasinin kurucusu Max Weber’e göre de insan, örgütsel makinede isteksiz bir çark dişlisidir. İşgörenler sıkı bir kontrol altına alınmalıdırlar. Bu bağlamda insanın doğasına ilişkin kötümser görüşün temeline dayanan “ussal-ekonomik insan” kavramı ortaya atılmıştır. Ussal-Ekonomik İnsan’a ilişkin sayıltılar şu şekilde sıralanmaktadır (Aydın, 2000, s. 76): • İnsan gerçekte ekonomik özendiricilerle güdülenir ve ekonomik olarak en kazançlı işi yapar. • Ekonomik özendiricilerin örgütün kontrolünde olması nedeniyle, insan esas olarak örgüt tarafından yönetilen, güdülenen ve kontrol edilen edilgen bir varlıktır. • İnsanın gerçekte ussal olmayan duygularının, kişisel çıkarının ussal olarak hesaplamasına karışması engellenmelidir. • Örgütler, insanın duygularını dolayısıyla önceden kestirilemeyen özelliklerini etkisiz kılacak ve kontrol edecek biçimde planlanabilir ve planlanmalıdır. • İnsan doğası gereği tembel olduğundan, dış isteklendiricilerle güdülenmelidir. • İnsanın doğal amaçları örgüt amaçlarına aykırı düşmektedir; bu nedenle onun örgüt amaçları doğrultusunda çalışmasını sağlamak için dış güçler tarafından kontrol edilmesi gereklidir. • İnsan, temelde ussal olmayan duyguları nedeniyle, kendini kontrol altında tutamaz. 164 Yukarıda geçen sayıltılar temelinde inançları doğrultusunda davranış sergileyen yönetici, işgörenlerde özkontrol yeterliğinin gelişmesini engellemiş olacaktır. İşgören “öğrenilmiş çaresizlik” duygusu ile bu sayıltılara uygun davranacaktır. Örneğin işgören onu kontrol eden bir mekanizma olduğunda çalışacak, kontrol mekanizması ortadan kalktığında ise işten kaytaracaktır. Başka bir örnek verilecek olursa, yalnızca maddi ödül söz konusu olduğunda verimliliği artacak, ödül ortadan kalktığında ise verimliliği düşecektir. McGregor, insana ilişkin geliştirilen kötümser görüşü eleştirmiştir. Ona göre eğer işgörenler tembelse, kayıtsızsa, sorumluluk almak istemiyorsa, yaratıcı değil ve işbirliğine yatkın değilse, bu durum yöneticilerin bürokratik yönetim anlayışının ve baskıcı veya kontrol odaklı yönetim anlayışının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda McGregor klasik yönetim anlayışına göre davranış örüntüleri geliştiren yöneticilerin işgörene ilişkin bakış açılarını açıklayabilmek için X kuramını ortaya atmıştır. X kuramı şu varsayımlara dayanmaktadır(Aydın, 2000, s. 84): • Sıradan bir insan doğuştan işi sevmez ve eğer olanaklı ise işten kaçar. • İnsanın işi sevmeme özelliği nedeniyle, örgütsel hedefleri gerçekleştirme doğrultusunda yeterli çabayı göstermesini sağlamak amacıyla, insanların çoğunluğu mutlaka baskı altına alınmalı, kontrol edilmeli, yönlendirilmeli ve ceza ile korkutulmalıdır. İşi sevmeme durumu, ödülle bile etkisiz kılınamayacak ölçüde güçlüdür. • Sıradan insan yönlendirilmeyi yeğler, sorumluluktan kaçar, hırslı değildir. • Hepsinden de önemlisi güvenlik ister. İnsan Doğasına İlişkin İyimser Görüş Sosyoloji, sosyal psikoloji, psikanaliz, psikoterapi ve örgütlerle ilgili alanlardaki çalışmaların çoğunluğu, insanın doğasına ilişkin iyimser görüşe dayanmıştır. Bu görüş, Descartes’ın “insanın aşağı yukarı belli bir yapı ve doğuştan düşüncelerle dünyaya gelir” varsayımına karşıdır. İnsanın doğasına ilişkin iyimser görüşlerin öncülerinden Marcus Tullius Cicero’nun M.Ö. 51’de insanın doğasında iyiliğin olduğunu savunması örnek olarak verilebilir. Cicero’ya göre, insanın doğası gereği iyiliği barındırmakta, vahşeti ve alçaklığı kötülemektedir. Cicero insanları ortak çıkarlarının bir araya getirdiğini ve bunun da insanların sahip oldukları toplumsal bir içgüdünün sonucu olduğunu ve bu toplumsal içgüdü ile bir araya gelerek, herkesin yararına demokratik bir toplum oluşturduklarını vurgulamıştır. Bir araya gelmenin sonunda bir liderin doğabileceği ve bu liderin, baskıcı yönetim anlayışından uzak, ancak iyilikle insanları yönetebileceğini ileri sürmüştür (Aydın, 2000, s. 78). İnsana ilişkin iyimser görüş bildirenlerin arasında John Lockeda yer almaktadır. Locke’a göre de insan, kalıtımsal olarak, karşılıklı yardımlaşmaya ve işbirliğine eğilimlidir. Doğa, kendisini yöneten ve herkesin uyması gereken bir yasaya ve tüm insanlığa; herkesin eşit ve özgür olması nedeniyle, hiç kimsenin bir başkasının canına, sağlığına ve özgürlüğüne zarar vermemesi gerektiğini öğreten bir mantığa sahiptir. Locke, insanın gerçek ve önemli gücünün mantık olduğu, bu mantığın insan ilişkilerinde işbirliğini vurguladığı görüşündedir. Locke’a göre özgür insanlar, toplumsal anlaşma kavramı ile ortak yararı, toplumsal varlığı korumak için gerekli otoriteyi toplumun kendisine verme konusunda anlaşmaya varmışlardır. İnsan, doğal olarak iyiye yönelimlidir. Yönetim, genelde bir kolaylıktır ve yönetimin, halkın iradesine uyması beklenir. Locke’a göre insan aklı ve karakteri, dünya ile etkileşim yolu ile biçimlenir. İnsan, mantıkla toplumsal etkileşimin bir işlevidir. Bunun için yönetimin işlevi, kontrol edici güç olarak, kendi yasalarını yaratmak değil; insanı, kendi kendini kontrol edebileceği bir mantık ve anlayış düzeyine kavuşturacak doğal güçleri keşfetmektir (Aydın, 2000, s. 78). Bir biyolog olan W.C. Allee ve bir kültür antropoloğu olan Ashley Montagu, kendi alanlarında, insan doğasına ilişkin çalışmalarında benzer varsayımlara ulaşmışlardır. Cicero ve Locke ile önemli noktalarda birleşmişlerdir. İnsanın tüm doğal eğilimlerinin, iyiliğin geliştirilmesine, sürdürülmesine yönelik olduğu, savaşın kaynağının biyolojik değil; ekonomik ve materyalistik nedenler olduğu vurgulanmıştır. Birçok davranış bilimcisinin, Lock’un görüşünü paylaştığı görülmektedir. Bu görüşe göre, insan davranışı yaşam içinde kazanılır ve deneyimle değişir. Harry Stack Sullivan ve Erich Fromm gibi Freud’un takipçileri kuramlarını, kişiliğin gelişiminde biyogenetik etkilerden daha çok dış toplumsal güçlerin ve olayların 165 etkili olduğu sayıltısına dayandırmışlardır. Freud’un birey ile toplumu temelde ayrı düşünmesine karşılık, Freud’u takip eden kuramcılar, böyle bir ayırım yapmamaktadırlar. Buna göre, eğer insanı anlamak istiyorsak, onun kişiliğinin biçimlenmesini etkileyen çevresindeki güçleri dikkate almamız gerekmektedir. Sullivan’a göre birey, yaşama belli güçlerle ve iki temel amaçla başlar. Bunlar, doyum ve güvendir. Bireyin güçlerini ve amaçlarını gerçekleştirme derecesi, diğer insanlarla olan deneyimlerine bağlıdır. Gereksinimlerin doyurulma biçimi, doğuştan gelen bireysel özellikler değildir. İnsanlar arası ilişkilerin ürünü olan davranış örüntülerini yansıtır. Birey, diğer insanlarla olan ilişkilerinin niteliğine göre güven arar. İnsan kişiliğinin kapsam ve biçimi, belirli kültürel güçlerin bir ürünüdür. Fromm’a göre de, insanın en iyi ve en kötü eğilimleri, biyolojik olarak verilmiş, “sabit bir insan” doğası değildir. Bu eğilimler, toplumsal sürecin sonucudur. Fromm’a göre insanlar, belli dürtüler ve içgüdüler ile doğar. Bu dürtülerin ve içgüdülerin özel gelişme örüntüleri ve bireyin davranışlarında yansıması, kültür tarafından belirlenmektedir. Birey, toplum tarafından biçimlendirilir. Bireyin bulunduğu çevre, onun yaşama, işe ve çalışmaya gösterdiği tepkilerde birincil etken olur. Fromm, insanın akıl yolu ile kendinin farkında olması ile doğaya yabancılaştığı görüşündedir (Aydın, 2000, s. 78-80). 17. yüzyılın önemli düşünürlerinden Comenius’a göre, insan “iyi” olarak dünyaya gelir (Ural ve Ramazan, 2007, s. 11). Özetle insanın doğasına ilişkin iyimser görüşleri ortaya atan Cicero’dan Montagu’ya kadar olan bazı davranış ve toplum bilimcilere göre, insan ilişkilerinde işbirliği saldırganlıktan daha üstün bir konuma sahiptir. İnsanın doğasına ilişkin görüşleri endüstri örgütlerinin çözümlenmesine ilk uygulayan toplumbilimcilerden biri Elton Mayo’dur. Mayo, insanın doğasına iyimser açıdan bakmaktadır. Mayo’ya göre iş ortamlarında yönetici-yönetilenler arasında işbirliğinin ve örgütsel verimliliğin en önemli engelleyici kaynağı insandır. Bu nedenle insanın örgüt içindeki gereksinimleri dikkate alınmalı ve önlemler alınmalıdır. Bu bağlamda Argyris, McGregor ve Likert gibi araştırmacılar, insan doğasının bir yönü olarak A.H. Maslow’un geliştirmiş olduğu “gereksinimler hiyerarşisi kuramını” benimsemişlerdir. Bu araştırmacılara göre, işgörene iş başında sürekli olarak büyüme ve yetkinleşme fırsatı verilerek, onun uygun çalışma ikliminde, üyesi bulunduğu örgütün başarısı için çalışarak, kendi özel amaçlarını en iyi biçimde gerçekleştirecek yeteneğe sahip olmasının sağlanması, yönetimin gerçekleştirmesi gereken bir durumdur. İnsan gereksinimleri, yetenekleri ve eğilimleri tarafından belirlenen gerçek ve köklü bir doğaya sahiptir. Bu gereksinimler, özde kötü olmaktan çok iyidir ve yansızdır (Aydın, 2000, s.80). İyimser görüşlerin temelinde “toplumsal insan” ve “kendini gerçekleştiren insan” kavramları yatmaktadır. Bu anlayışa göre insana ilişkin varsayımlar şu şekilde sıralanmaktadır (Aydın, 2000, s.80; Kaya, 1995, s. 149; Başaran, 2000, s. 61): • Gerçekte insanı güdüleyen, onun toplumsal gereksinimleridir. İnsan başkaları ile ilişkiler kurarak temel kimlik duygusuna kavuşur. • İş, endüstri devriminin ve ussallaştırılmanın bir sonucu olarak anlamını yitirmiştir. Bu anlam, iş yaşamındaki toplumsal ilişkilerde aranmalıdır. • İnsan, yönetimin sağladığı özendiriciler ve yaptığı kontrollerden çok, dahil olduğu grubun toplumsal baskısına karşı duyarlıdır. • İnsan, toplumsal ve kabul edilme gereksinimleri denetleyici tarafından karşılanabildiği ölçüde yönetime karşı duyarlıdır. • İnsan işinde yetkinleşmek ister ve bunu gerçekleştirecek güçtedir. • İnsan, her şeyden önce, kendi kendisini güdüler ve kontrol eder. Dış özendiriciler ve kontroller insanı korkutur, kaygılandırır ve tam bir uyum göstermesini zorlaştırır. • Kendini gerçekleştirme gereksinimi karşılanan kişi çatışma ve saldırgan davranışlardan uzak durur. Hatta bir şans verilse, insan kendi amaçları ile örgütün amaçlarını gönüllü olarak birleştirebilir. • İnsanın gereksinimleri hiyerarşik bir yapı oluşturmaktadır. Bunlar; 166 • Fizyolojik gereksinimler • Toplumsal gereksinimler ve ait olma gereksinimi • Özsaygı gereksinimi • Özerklik ve bağımsızlık gereksinimleri ve • Kendini gerçekleştirme gereksinimleridir. Alt düzeydeki gereksinimler karşılandıkça, daha üst düzeydeki gereksinimler varlığını gösterir ve bireyi harekete geçirir. Bu düşünce sistemine dayalı yönetim stratejisi, her şeyden önce, işgörenlerin işlerinin daha ilginç ve anlamlı kılınmasını vurgulamaktadır. İşin işgörene gurur ve özsaygı verici nitelik kazanması önem taşımaktadır. İşgörenlere kendi düşüncelerine göre yüklenebilecekleri kadar sorumluluk verilmektedir. Otorite, konum ya da kişiden, işin kendisine geçmektedir. Yönetici işin gereklerini ileten bir ajandır; işin gereğince yapılmasından işgören sorumludur. Bu durum örgütsel amaçların benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi için, daha fazla bir gizil gücü özgür kılmaktadır. İşini yapmada kendisine belli düzeyde bir özerklik tanınan işgörenin etkisi artmakta, yönetimsel kontrol azalmaktadır (Aydın, 2000, s. 83-84). McGregor, insan doğasına ilişkin örgüt kuramlarından “insan ilişkileri” yaklaşımlarının ortaya attığı varsayımlara yönelik Y kuramını geliştirmiştir. Bu kurama göre (Aydın, 2000, s. 84; Kaya, 1995, s. 149; Başaran, 2000, s. 62); • İnsan doğuştan kötü değil, iyidir. Onu kötü yapan çalışma koşulları ve yönetimin işgörenlerin gereksinimlerini dikkate almamasıdır. • Fiziksel ve zihinsel anlamda harcanan çabalar kadar oyun ya da dinlenme de doğaldır. Sıradan bir insan, doğuştan işten nefret etmez, kontrol edilebilecek koşullara bağlı olarak iş bir doyum ya da ceza kaynağı olabilir. • Dış kontrol ve ceza tehdidi, örgütsel hedeflere yönelik çaba yaratmada tek yol değildir. Birey, kendisini adadığı hedeflere hizmette öz-yönlendirmeyi ve öz- denetimi uygular. • Hedeflere bağlılık, hedeflerin gerçekleştirilmesi ile ilişkili ödüllerin bir işlevidir. Bu ödüllerin en anlamlısı, normal koşullarda örgüt hedeflerine yönelik çabaların sonuçlarıdır. • Göreli olarak yüksek düzeyde bir imge kullanma yeteneği, özgünlük ve örgütsel sorunların çözümünde yaratıcılık, insanlar arasında sınırlı değil, geniş bir dağılım gösterir. McGregor, işgörene yeni bir bakış açısı getirmiştir. İşgörenin örgütsel davranışının tanınmasına katkıda bulunmuştur. 1950’lerde başlayan bu tür çalışmalar, örgütte insanı bütün yönleri ile tanımayı amaçlayan örgütsel davranış biliminin gelişmesine yol açmıştır. Ancak McGregor’un X ve Y kuramları, işgöreni ya ak ya kara olarak görmektedir. Oysa işgören, bunlardan hiçbirisi olmayabilir. İzleyen başlıkta insan doğasına ilişkin “karmaşık insan” görüşü ele alınmıştır. İnsan Doğasına İlişkin ‘Karmaşık İnsan’ Görüşü Yıllardır yapılan araştırmalar sonunda, insanın, ussal-ekonomik ya da toplumsal ve kendini gerçekleştiren insandan daha karmaşık olduğu anlaşılmıştır. İnsan, çeşitli gereksinim ve gizil güçleri ile sadece kendi içinde daha karmaşık olmakla kalmamakta; karmaşıklık biçimi açısından yanındaki diğer insanlardan da farklılaşabilmektedir. Karen Horney, Sullivan ve Fromm’la görüş birliği içinde olsa da bir noktada ayrıldığı söylenebilir. Horney’e göre insan doğuştan ne azizdir ne de şeytandır. İnsan, davranışında doğumundan itibaren kendisi için önemli olan insanlarla geliştirdiği ilişkilerin doğasını yansıtır. İnsanın doğasının içgüdüsel değil, öğrenilmiş olduğu kabul edilirse; Horney, davranışın gelişmesinde insanlar arası ilişkilerin önemini vurgulayan ilk analizcilerden biridir. Bireyin olaylara karşı tepkisi ve değer yargıları en çok başkalarının ona karşı tutumları ile etkilenir. Horney’e göre, bireyler doğal gelişmelerinde başkalarının sevgilerini ve onaylarını ararlar. İnsanlar arası ilişkiler bunu desteklemediğinde, endişe ve korku belirir ve sağlıklı bir kişiliğin gelişimi engellenir. Horney, Freud’un vurguladığı bireyin bugünkü tepkileri ile önceki yaşamı arasındaki bağı yadsımamakta, ancak bu tepkileri 167 başlatan nedenler için var olan duruma bakılması gerektiğini savunmaktadır. İnsanın karmaşıklığına ilişkin olarak ileri sürülen sayıltılar şunlardır (Aydın, 2000, s. 85): • İnsan ne iyidir ne de kötüdür, duruma ve zamana göre değişir. • İnsan sadece karmaşık değil, aynı zamanda değişkendir. Zamandan zamana ve durumdan duruma değişme eğilimi gösteren ve hiyerarşik bir yapı oluşturan güdülere sahiptir. Bu güdüler, karşılıklı olarak birbirlerini etkileyerek karmaşık güdü kalıpları meydana getirirler. • İnsan örgütteki deneyimleri ile yeni güdüler öğrenebilir. Bu nedenle, insanın güdü kalıbı ve örgütle yaptığı psikolojik sözleşme, gerçekte, onun başlangıçtaki gereksinimleri ile örgütteki deneyimleri arasındaki karmaşık nitelikteki karşılıklı etkileşim sonucudur. • İnsanın güdüleri, farklı örgütlerde ya da aynı örgütün farklı alt düzeylerinde değişik olabilir. Formal örgütte yabancılaşmış olan kişi, toplumsal ve kendini gerçekleştirme gereksinimlerini sendikada ya da doğal örgütte karşılayabilir. • İnsanın bir örgüte verimli olarak katılması, temelde, çok çeşitli güdülere dayanabilir. İnsanın doyumu ve örgütün etkililiği, onun güdülenmesinin niteliğine kısmen bağlıdır. Yapılacak işin niteliği, bireyin işteki yetenek ve deneyimi ile örgütteki diğer bireylerin nitelikleri, belirli bir çalışma ve duygu kalıbı oluşturacak biçimde karşılıklı olarak birbirlerini etkiler. • İnsan, kendi güdüsüne, yeteneklerine ve işin niteliğine bağlı olmak üzere, çok çeşitli yönetim stratejilerine karşı uygun tepki gösterebilir. Herkes için her zaman geçerli tek bir yönetim stratejisi yoktur. William Ouchi ve Alfred Joeger, Japonya’daki örgütlerin işgörene yaklaşımını inceleyerek Z kuramını geliştirmişlerdir. Z kuramına göre işgören, iş güvencesi ister; kendisini ilgilendiren yönetsel kararlara katılabilecek yeterliktedir; sorumluluğu alabilir; işinde uzmanlaşabilir; yakından izlenmeyi ve denetlenmeyi sevmez; üstleri ile ve birlikte çalıştığı işgörenlerle, örgüt içinde ve dışında iyi, kesintisiz ilişki kurmayı ister. Z Kuramına göre sıradan işgörenlerin örgüte etkisini ve sorumluluğunu artırmak, örgüte bağlanmalarını ve örgütün amaçlarını paylaşmalarını sağlar. İşgörenlerin üretimin planlanmasına ve yönetimine katılmaları, planlama ile üretimi bütünleştirdiği gibi, örgütü ve kültürünü de bütünleştirir (Başaran, 2000, s.62). İnsanın doğasına ilişkin görüşlerin bir doğru üzerinde kötümserlik noktası ve iyimserlik noktası arasında yer aldığı görülmektedir. Ussal-ekonomik, kendini gerçekleştiren, davranışçı, karmaşık insan, XY-Z modellerinin her birinin geçerli yönleri vardır. Ancak, modellerin hiçbiri tek başına, örgütlerde gözlenen davranışları tam olarak açıklama yeteneğine sahip değildir. Modellerin hiç biri, insanlar arasında görülen çok ve anlamlı ayrımları doğru olarak tanımlayamamaktadır. Çünkü örgütlerde davranış tek bir modelle açıklanamayacak ölçüde karmaşıktır (Aydın, 2000, s. 86). İnsanın doğasına ilişkin görüşlerden X,Y,Z kuramlarından hangisi yöneticilere yönelik en etkili rehber olarak değerlendirilebilir? İnsan doğasına ve yöneticilere yönelik büyük yapıt olarak değerlendirilen ve Platon (Eflatun) tarafından yazılan “Devlet” isimli kitabı okuyabilirsiniz. LİDERLİK STİLLERİ VE ÇATIŞMA YÖNETİMİ Çatışma, insan öğesinin bulunduğu her yer ve ortamda ortaya çıkması kaçınılmaz bir olgudur. Örgütlerde ortaya çıkan çatışmalar üç temel yaklaşımla ele alınmaktadır. Bunlar geleneksel, davranışsal ve etkileşimci yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlar temelde yönetim kuramları ile paralellik göstermektedir. Geleneksel yaklaşım, klasik yönetim kuramını; davranışçı yaklaşımı, neo-klasik yönetim kuramını ve etkileşimci yaklaşım ise modern yönetim kuramını simgelemektedir. Dolayısıyla insan doğasına ilişkin varsayımlar da örgüt ve yönetim kuramlarının özünde yer almaktadır. Herhangi bir örgütte insan ilişkilerinin niteliği, örgüt üyelerinin ve özellikle yönetenlerin insan doğasına ilişkin görüşlerini, yargılarını yansıtmaktadır. Bu bağlamda yöneticiler örgütlerde yönetim işlerini gerçekleştirirken liderlik stillerine göre eylemde bulunurlar. 168 İngilizce liderlik (leadership) sözcüğü eski leith kökünden gelmekte ve savaşta olduğu gibi “ileri atıl ve öl” anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre B grubuna şiddet uygulamak üzere A grubuna liderlik edenler “liderdir”. Bu denklem şiddetten arındırılarak ele alınırsa ve “lider” daha yüce bir davayı ya da değeri temsil ediyor olsa bile, sözcük yine de bir grubun bir başka gruba egemen olması ya da onu yenmesi için çaba göstermek anlamına gelmektedir. Böyle bir liderliğin sonucu, şu ya da bu ölçüde çatışmaya ortam hazırlayacak anlamına gelmektedir (Gerzon, 2006, s. 42). Yönetim bilimciler liderliği değişik biçimlerde tanımlamışlardır. Örneğin, Martin Gannon’a göre liderlik; emre hazır astları etkinliklere yöneltmektir. Richard Daft liderliği, amaçlara erişilmesinde diğer insanları etkileyebilme yeteneği olarak tanımlamıştır (Akt. Hodgetts, 1999, s.534). Liderlik en genel anlamda, belirli durum ve koşullar altında amaca ulaşmak için başkalarının davranış ve eylemlerini etkileme sanatı olarak tanımlanmaktadır (Özkalp ve Kırel, 2001, s.349). Liderlikle ilgili tanımların ortak yönleri liderliğin bir grup işlevi olması ve liderin izleyicilerin (lideri takip edenlerin) davranışlarını bilinçli olarak etkilemesidir (Kul ve Güçlü, 2010). Liderler izleyicilerin davranışlarını bilinçli olarak etkilerken, liderlik stillerine göre davranış sergilerler. Bu bağlamda liderlik stilleri, otokratik, ilgisiz ve demokratik liderlik stilleri olmak üzere üçe ayrılır. Kurt Lewin’in başkanlığında 1930’lu yıllarda yürütülen ve liderlik stillerinin karşılaştırılması amacıyla yapılan Iowa deneyleri sonuçları incelendiğinde; grubunun tepesinde duran ve grubu emirlerle yöneten otoriter lider tipi ve grup üyelerine bilgi veren ama duygusal olarak grupla kaynaşmayan, grup eylemlerine pek az katılan ilgisiz lider tipine oranla, üyelerine yöneltici önerilerde bulunan, onlara yürek gücü veren grupla işbirliği yapan demokratik lider tipinin grubu daha olumlu davranışlara yönelttiği, moral ve verimliliği de olumlu yönde etkilediği görülmektedir (Kaya, 1995, s.149). Harwood deneyleri de çalışanların kendilerini ilgilendiren konularda karara katılmalarına, belirli konularda görüşlerinin alınmasına ve sorumlulukların paylaşılmasına olanak sağlayan demokratik liderliğin, grubun işe ve yönetime karşı tutumlarını olumlu yönde etkilediğini, morali ve verimi yükselttiğini göstermiştir (Kaya, 1995, s.149). İş yaşamında işe ilişkin kararlar verirken çatışmanın çıkması doğaldır. İşgörenler, görüş ayrılıkları nedeniyle ortak bir görüş ya da seçenekte birleşemeyebilirler. Çatışma doğal olduğu kadar, yararlı da olabilir. Çünkü çatışma, bir amaca ulaştıracak değişik eylem ve işlemi bulmada düşünce üretilmesini sağlar. Çatışma iş yerinde, yönetici tarafından iyi yönetildiğinde, sorunların çözümüne katkı sağlayabilmektedir; kötü yönetildiğinde ya da başıboş bırakıldığında ise işgörenleri işlevsizleştirerek örgütün etkililiğini düşürebilmektedir. Böyle durumlarda çatışma süreci zararlı bir biçimde uzayabilir, işgörenleri birbirine düşman edebilir; boyutlarını uzatarak çatışmayı alt sistemlere yansıtabilir (Başaran, 2000, s.228). Bu da örgütte örgütsel amaçlara ulaşmada enerji kaybına neden olabilir. Çatışmanın işlevi, soruna seçenekler ve düşünceler üretmektir. Dolayısıyla çatışma yönetiminde işlevselliğe ulaşmak adına yöneticiler en etkili liderlik stilini sergilemek durumundadır. Kimencu (2011)’nun ve Senger (1971) ‘in araştırma sonuçlarına göre yöneticilerin sergiledikleri liderlik stilleri çatışma yönetiminde önemli derecede rol oynamaktadır. Astlarıyla benzer değer yönelimlerine sahip yöneticiler daha düşünceli, sıcak ve güvenilir olarak algılanmakta ve çatışmalı ortamları örgütün amacına göre yönetmektedirler. İzleyen başlıklarda çatışmalı ortamlarda hangi liderlik stilinin hangi yaklaşımları izlediği ve bu yaklaşımların ne gibi sonuçlara neden olabileceği ele alınmıştır. Şekil 8.1’de insan doğasına ilişkin görüşlerin hangi liderlik stilinde bir yansıma gördüğünü görselleştirilmektedir. 169 "ekil 8.1: !nsan Do"asına !li#kin Görü#ler ve Liderlik Stilleri Otokratik Liderlik Stili #lk yöneticiler ile yönetim konusunda bilimsel yayın yapan ilk dü!ünürler, örgütlerde ortaya çıkan çatı!ma belirtilerini var olan bir rahatsızlı"ın açık bir i!areti olarak de"erlendirmi!lerdir. Çatı!maya geleneksel bakı! açısı veya otokratik yönetim anlayı!ı, örgütlerde ortaya çıkan her türlü çatı!mayı gereksiz ve örgütün bütününe zarar verici bir olgu olarak görür. Çatı!manın i!levsel hale getirilmesinde, liderin insana ili!kin olumlu ya da olumsuz bakı! açısı önemli rol oynamaktadır. Otokratik liderler i!göreni, fırsat buldu"unda, i!ten kaytaran, tembel ve sorumsuz olarak de"erlendirirler. Dolayısıyla i!gören “kötü” olarak nitelendirilir. McGregor’un X-teorisinin bu liderlik stilinde yansımasını görmek mümkündür. Bu nedenle çatı!manın en aza indirilmesi hatta bütünüyle önlenmesi gerekir. Aslında, ne yapılaca"ına, nasıl yapılaca"ına, kaynakların kim tarafından nasıl kullanılaca"ına yöneticilerin karar verdi"i bir örgüt anlayı!ında, yöneticiler i!levlerini tam olarak yerine getiriyorsa, çatı!ma söz konusu olmamalıdır. Çünkü bir örgütte çatı!manın geli!ip ortaya çıkması ya yöneticilerin evrensel yönetim ilkelerini örgütü yönlendirmede etkili bir !ekilde kullanamamaları ya da yönetimle i!görenleri ortak çıkarlar etrafında bütünle!tirmede yöneticilerin ileti!im i!levini ba!arıyla yerine getirememeleri neden olmu!tur. Bu anlayı!a sahip lidere göre; örgütte çatı!ma varsa ve ortadan kaldırılmazsa örgütün verimlili"i dü!mektedir (Karip, 2003, s.6; $im!ek, Akgemci ve Çelik, 2001, s. 238). Klasik yönetim anlayı!ı içinde yer alan Max Weber’in bürokratik örgütünde de çatı!manın ya da kurallardan sapma gösterecek bir davranı!ın yeri yoktur. Bireylerin davranı!ları kurallarla belirlenir ve sınırlanır. Çatı!maya ili!kin bu görü!ün bugün birçok yönetici için hala geçerli oldu"u görülebilmektedir (Karip, 2003, s.6-7). Otokratik liderlik stilinde bütün ilkeler önceden belirlenmi!, görevler tek tek önceden olu!turulmu!tur. Ödüllendirme ve ceza liderin ki!isel bakı! açılarına göre verilir. Otokratik liderlik stilini benimsemi! yöneticiler, i!görenler arasında informal ili!kilerin geli!mesine de sıcak bakmazlar. Yönetici-i!gören arasında amir-memur arasındaki ili!kiye benzer hiyerar!iyi içeren bir ili!ki vardır. Bu liderlik stili, emir ve talimatlar üzerine dayalıdır. #!görenin tek bir görevi vardır o da verimli çalı!mak ve tüm mesaisini bu görevini yerine getirmeye harcamaktır. Bu otoriter ili!kilerin en içteki güdüsü güçtür. Örgüt içindeki tüm kararlar lider tarafından alınır. Otokratik uygulamalar, sorunları çözmek yerine erteler, bastırarak daha da büyümesine neden olabilir. Yöneticiler bu stile göre i!görenlerin verimini artırmak ba!ta olmak üzere, herhangi çatı!malı ortamların olu!umundan kaçınılması adına da tehdit etme ve a!ırı kontrol eylemlerinden yararlanarak güdüleme e"ilimindedirler. Bu da örgüt ikliminin a!ırı baskıcı özellikte olması anlamına gelmektedir. Otokratik liderlik stiline göre davranı! sergileyen yöneticiler, örgüt içindeki konumundan “ben merkezli” olarak da de"erlendirilir. Yöneticinin rehberi ise örgütsel amaçlara ula!madır. Örgütsel amaçlara ula!mak adına otokratik liderler genelde zorlayıcı güç kullanırlar (Karip, 2003, s.7; $im!ek, Akgemci ve Çelik, 2001, s.167-168; Terzi, 2001). Zorlayıcı güç korkuya ba"lıdır. Zorlayıcı güç kullanımı ile i!gören itaatsizli"i durumunda i!ten çıkarılaca"ı ya da cezalandırılaca"ı bilinci kazandırılarak itaate zorlanabilir. Çünkü i!görenlerin ko!ulsuz itaat etmeleri beklenir ve bu yolda ödül ceza mekanizması i!letilerek itaatsizli"e ili!kin önlem alınmı! 170 ! ! olur. İtaat ile birlikte otoriteye saygının gösterilmesine, verimli çalışmaya ve geleneksel değerlerin korunmasına aşırı derecede önem verilir. Genellikle zorlayıcı gücü kullanan kişi, kendi fikrinin başkasının fikriyle uyumlu olup olmadığına bakmaz. Yönetici-işgören ilişkilerinde sosyal anlamda mesafe vardır, çünkü yukarıda sözü geçen koşullar altında yönetici ve işgören arasında etkili iletişimden de bahsetmek mümkün değildir (Karip, 2003, s.7; McArdle,1999, s. 20;Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001, s.167-168; Terzi, 2001). İşgören açısından ele alındığında otokratik lider, baskıcı ve saldırgan bir niteliğe sahiptir. Otokratik yönetim anlayışı işgörenin iç-denetim mekanizmasını engeller. İşgören denetim söz konusu olmadığında kolaylıkla işten kaytarabilir. Örgütte informal ilişkilerin zayıf olması ise kıskançlığa dayalı bir rekabet ortamı oluşturur ve bu noktada işgörenler arası çatışma eğilimi artabilir. Kendilerini değersiz hissedebileceklerinden dolayı iş doyum düzeylerinin düşmesine neden olan bu yönetim anlayışı, zamanla işgörenlerde mesleki tükenmişliğe neden olabilir. Mesleki anlamda tükenmişlik yaşayan işgörenin saldırgan davranışlar sergilemesi kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir durumda otokratik liderlik stilini benimseyen yöneticiler, işgörenin saldırgan davranışlarını cezalandırma yaklaşımı ile bastırabilir. Her ne kadar o an bastırılmış gibi görünse de, işgören saldırgan davranışını denetimin olmadığı bir boşluk anında yeninden sergileyebilecektir (Karip, 2003, s.7; Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001, s.167-168; Terzi, 2001). Otokratik liderlik stili, otokratik ve bürokratik toplumlarda yetişmiş ve eğitim görmüş izleyicilerin beklentilerine uygundur. Eğer toplum, aile ve okul hayatından devlete kadar aşırı geleneksel, büyüğüne aşırı saygı ve kararı büyükten bekleme alışkanlığına sahipse böyle bir toplumda liderlerden tam yetki kullanmaları beklenecek ve ancak otokratik davranan liderin bilgili olduğuna inanılacaktır. Otokratik liderlik stilinin en önemli sakıncası, liderin aşırı ölçüde bencil davranması, örgüt üyelerinin inançlarını ve duygularını hiç dikkate almamasıdır. Bu durum zamanla yönetime karşı nefret, moral bozukluğu, grup içi çatışma ve anlaşmazlığı gündeme getirir; yaratıcılık ve yenilik etkinlikleri azalır (Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001, s. 167-168). Otokratik liderler çatışmanın kökenine inerek derinlemesine bir inceleme yapmaz. Otokratik lider çalışanlar arasında bir anlaşmazlık yaşandığında atacağı ilk adım, örgütün profesyonel yönetim plan veya prosedürlerine başvurmak olacaktır. Bu tutum, lidere neler yapması gerektiğini açıklar ve bu kurallara başvurarak onları uygulamayı emreder. Örneğin, lider örgütün kuralları içerisinde “çalışanlar birbirine saygılı olacak” şeklinde bir kuralı dikkate alırsa bunu hemen uygulamaya koyarak çalışanlara hatırlatmak durumundadır. Lider bir bölüm toplantısında çalışanlara bunu hatırlatarak, örgütün politikasının birlikte ve uyum içerisinde çalışmayı gerektirdiğini söyleyerek bir çözüm önerebilir veya başka bir yöntem ile birbirleriyle sürtüşen çalışanları ofislerinden uzaklaştırarak başka birimlere transfer edebilir. Ancak, burada çatışmanın kaynağına inilmediği için, işgörenler çatışma nedenlerini çözecek beceriler geliştirmeden zorunlu olarak, sorun çözülmeden, bir sonuca ulaşacaklardır. Sorun aslında sadece geçici olarak baskı altına alınmış durumdadır. Başka birime transfer etme taktiği, işgörenler birlikte çalışmak durumunda değillerse uygun bir yol olabilir. Aynı şekilde çatışma nedeni olan şey önemsiz bir konu ise zaman içinde taraflar unutacak veya soğuyacaklarından veya kızgınlıkları geçeceğinden bu yöntem kullanılabilir. Buna ilave olarak kuralları uygulamak, insanları ayırmak veya görevlerde netlik kazandırmak da çatışmaları azaltabilir (Özkalp ve Kırel, 2001, s.403). Otokratik liderlik stiline sahip yöneticilerin bazı genel özellikleri bulunmaktadır. Bu özellikler şu şekilde sıralanabilir (Karip, 2003, s.7; Özkalp ve Kırel, 2001, s.404; Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001, s. 168-169; Terzi, 2001): • Hedefleri olabildiğince yüksek tutarlar. • Gelir-gider mantığını ön planda tutarlar. • Verimlilik odaklıdırlar. • Benlik algıları çok katıdır. • Kendi bilgi ve becerilerine, işgörenlerinkine göre daha çok güvenirler. • Kendi görüşlerini dayatırlar. 171 • Kendilerini örgütsel amaçlara ulaşmada kritik etken olarak algılarlar. • Kişiler arası ilişki gereksinime yönelik etken konumda değildirler. Geleneksel yönetim anlayışının temsilcileri içinde, çatışmayı zararlı ve mutlaka “ortadan kaldırılması” gereken bir olgu olarak görmeyen tek isim Mary Parker Follet’dir. Follet’e göre bir örgütün gelişimi, örgütteki çatışmaların niteliği izlenerek değerlendirilebilir. Çünkü ona göre yapıcı bir çatışma örgüt için önemli bir değerdir (Karip, 2003, s.7). Otokratik liderlik stilinin benimsendiği örgütlerde insanın doğasına ilişkin görüşler neler olabilir? Tartışınız. İlgisiz Liderlik Stili İlgisiz (laissez-faire, serbest/liberal olarak da kullanılır) liderlik, grup üyelerini tamamen serbest bırakan bir liderlik modelidir. Güçten kaçınır. Liderin rolü diğer grup üyelerinin ki gibidir. Lider sadece örgüt dışından bilgi ve kaynak sağlamak bakımından katkıda bulunur. Tamamen otokontrol sistemi hakimdir. Bu liderlik stili yaygın olarak kullanılan bir liderlik stilidir. Üyeler birbirine karşı farklı nitelikte amaçlar geliştirebilir (Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001). İlgisiz liderlik stili, insancıl yaklaşıma dayanan neo-klasik yönetim kuramı çerçevesinde ele alınır. Klasik yönetim kuramının, her türlü çatışmayı işlevsel olmaktan uzak ve örgüte zarar verici oluşumlar şeklinde görmesine karşılık, neo-klasik yönetim yaklaşımı, uyuşmazlıklar veya çatışmaları örgüt yaşamında çok sık ortaya çıkan oluşumlar şeklinde görmektedir. İlgisiz liderlik stilini sergileyen yöneticiler, işgörenlerine güvenirler. Onların temel gereksinimlerinin karşılanması durumunda performanslarını üst düzeyde sergileyebilecekleri ve uyum içinde çalışabilecekleri yönünde bir inanca sahiptirler. Bu inanç, McGregor’un Y-teorisinin işgörenin “iyi” olarak tanımlanmasına bir gösterge olarak görülebilir. Bununla birlikte, neo-klasik yönetim kuramı taraftarları da tıpkı klasik yönetim yaklaşımının taraftarları gibi çatışmayı, esas olarak ortaya çıkar çıkmaz çözümlenmesi, aksi halde her önleme başvurularak ortadan kaldırılması gereken zararlı bir olgu olarak görürler (Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001). Ancak bu yaklaşımı benimsemiş yöneticiler, çatışmalı ortamlara dahil olmaktan kaçınırlar. İlgisiz liderlik stilini benimseyen bu yöneticiler çatışmayı doğuran tarafların yine bunu en kısa zamanda çözmelerini bekler. Çünkü ilgisiz liderlik stiline dayalı yönetim eylemlerinde bulunan yönetici, işgörenlerin uzman olduklarını ve kendi üzerlerine düşen görevi en iyi şekilde yapacaklarını varsayar (Terzi, 2001). İlgisiz lider “Bana sorunlarla gelmeyin, kendi aranızda çözün!” diyerek konumunu belli eder. Zaten bu konumundan kaynaklı olarak ilgisiz liderlik stilinin hakim olduğu örgütlerde belirsizlik, güçsüzlük, düzensizlik ve başıboşluk ortaya çıkaran bir yönetim anlayışı olarak değerlendirildiği görülmektedir. İlgisiz liderlik stilini benimsemiş yönetici örgütün amaçlarına ulaşılmasında alınacak ussal kararlardan çok duygusal kararlar alma eğilimindedir. Bu da işgörenlerde bir belirsizlik yaratacağından dolayı, huzursuz bir ortamda çatışma kaçınılmaz olacaktır. Söz konusu bu liderlik stiline göre olası çatışmalar örgütsel bazda değil daha çok kişisel çıkar ve rahatlama adına ortaya çıkan “işlevsiz” çatışmalar olarak değerlendirilmelidir. Önlem alınmadığında, çatışmalı ortamda kendi kendini motive etmekle görevli işgörenlerde zamanla işe karşı bir soğukluk meydana gelebilir. Bu durum ise iş doyum düzeyinin düşmesine neden olabilir ve otokratik liderlik stilinin kullanıldığı yönetim anlayışında olduğu gibi, mesleki tükenmişliğin ortaya çıkardığı saldırgan davranışların doğmasına neden olabilir. İşgören kendini güvende hissetmediği için, sorunlarla baş etmede kendi yöntemlerine başvurarak, çatışmalı ortamların kaos ortamına dönüşmesine neden olabilir. Bu durum özellikle kriz dönemlerinde örgütün dağılmasına neden olabilir (Şimşek ve diğ., 2001, s. 168). İlgisiz liderlik stilini benimseyen yöneticilerin bazı özellikleri bulunmaktadır. Bu özellikler şu şekilde sıralanabilir (Karip, 2003, s.7; Özkalp ve Kırel, 2001, s.404; Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001, s. 169; Terzi, 2001): • Özellikle insancıl yönleri ile bilinirler. • Herşey işbirliğine dayalı olarak gerçekleştirilmelidir. • İşgörenlere esneklik ve serbestlik tanırlar. 172 • İşgörenlerin becerilerine güvenirler. • İşgörenler üzerinde rahat, sakin ve nazik etki bırakırlar. • İşgörenleri destekler ve cesaretlendirirler. • Örgütsel amaçlara ulaşmada etki güçleri düşüktür. • Kişilerarası ilişkilerde güçlü bir etkiye sahiptirler. • Herşeye rağmen kurallara önem verirler. • Örgütlenmeyi odak noktasına yerleştirirler. • Çatışmalı ortamlarda çekiniktirler. • Olabildiğince nötr duruş sergilerler. • Yasa ve yönetmeliklere uygun davranışlar sergilerler. • Örgüt iklimini güçlü bir şekilde etkilerler. Demokratik Liderlik Stili Demokratik liderlik stili, etkileşimci yaklaşıma dayalı modern yönetim kuramları temelinde ele alınmaktadır. Modern yönetim kuramcılarına göre fikirlerin paylaşımı ne kadar doğalsa, çatışmaların ortaya çıkması da o kadar doğaldır. Modern yaklaşımda uyum, bir örgütün verimliliği ve etkililiği için arzulanan bir durum değildir. Amaç, uyumlu bir örgütsel ortam oluşturmak değil, örgütün karşı karşıya olduğu problemleri kavrayabilme ve çözebilme yeteneğini geliştirmektir. Uyum, örgütte durgunluğa, ortalama bir başarı ile yetinmeye ve yanlış da olsa grup kararlarına bağlılığa neden olabilir. Bu yaklaşım, çatışmayı bir zorunluluk olarak görür. Dolayısıyla demokratik liderlik stilini benimsemiş yöneticiler, örgütün amaçlarını gerçekleştirme yolunda farklı ve karşıt düşüncelerin işgörenlerce ifade edilmesine olanak yaratır. Lider bu olanakları güvene dayalı bir örgüt ikliminin oluşturulması ve sürdürülmesi yolu ile yaratmaktadır (Karip, 2003, s.8). Demokratik liderler belirli bir düzeyde çatışmanın verimlilik için bir önkoşul olduğunu kabul ederler. Çünkü çatışma, problemlerin çözümüne katkı sağladığı ölçüde işlevseldir. Yönetilemeyen ve kontrol dışı çatışmalar, bireylere ve örgüte zarar verebilir. Demokratik liderler çatışmayı sağlıklı bir düzeyde tutarak, örgüt ve bireyler için olumlu sonuçlar üretecek bir biçimde yönetmeye çabalar. Bunun için ise öncelikle, çatışmanın örgüt ve birey için olası yararlarını ve zararlarını analiz ederler (Karip, 2003, s. 8-9). Modern yönetim kuramı temsilcileri, işgörenlerin, iş başında örgütsel çevrenin etkilerine tepkide bulundukları görüşündedirler. İnsanın yaşadığı çevreyi dikkate alması demek, bu çevrelere egemen olan alışkanlık, yaşam biçimi ve değerlere uygun ve uyumlu bir yaşam üretmesi demektir. İnsanın ait olduğu çevreye uygun yaşam sürdürebilmesi için bu çevrenin insanlarını benimsemesi, kabul etmesi, onlara sevgi ve saygı göstermesi gerekir. Ayrıca bu kuramcılara göre insanın, örgütün vazgeçilmez bir parçası olarak çağın ve toplumun gelişim hızının dışında kalmaması gerekir. Çağın ve toplumun gerisinde kalan işgören örgütün gelişimine katkıdan çok zarar getirebilir (Doğan, 2007, s.101). Modern yönetim kuramcılarına göre örgüt iç ve dış çevresi ile etkileşimi olmayan işgörenin, iletişim becerileri zayıflayacağından dolayı örgütlerde işlevsiz çatışmaların ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu bağlamda işgörenlerin mesleki ve kişisel gelişimlerinin desteklenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla demokratik lider stilini benimsemiş yöneticiler, işgörenlerin çok yönlü gelişimlerini destekler ve onlara rehberlik ederler. Demokratik liderlik stilini benimseyen yöneticiler, kriz dönemleri hariç, karar verme sürecinde işgören katılımına özen gösterirler. Demokratik anlayışta gücün odağı bir bütün olarak gruptadır ve grup içinde geniş bir etkileşim söz konusudur. Dolayısıyla astlar kendi insiyatiflerinin risklerini de taşırlar. Bu anlayışa göre demokratik liderlerin yönetiminde işgörenler örgütün en değerli varlıkları olarak görüldüğü için cezadan daha çok ödül sistemi uygulanmaktadır. Demokratik liderlik stili ile yönetilen örgütlerde aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya bilgi akışına izin verilir, şeffaflık esastır (Şimşek, Akgemci ve Çelik, 2001, s. 168). Demokratik liderlik stili ile yönetilen işgörenler de kendilerini örgütün değerli bir varlığı olarak hissederler ve örgütün amacına ulaşılmasında “biz” ruhu ile yaklaşarak verimli ve etkili 173 performans sergilerler. Formal olduğu kadar informal ilişkiler de geliştirilir. Genelde motivasyon aracı olarak, yöneticiler işgörenlerini tehditten uzak maddi ve manevi ödüllerle destekler. Dolayısıyla işgörenlerin motivasyon ve iş doyum düzeyleri yüksektir. Özellikle kişisel çıkarlar adına saldırgan davranışların en az gözlemlendiği ortamlardır. İşgörenlere fırsat verildiğinde, örgütün hedeflerine yaratıcı olarak katılabilecekleri düşünülmektedir. Engellenmeleri halinde, davranışlarının Maslow’un gereksinimler hiyerarşisindeki temel açlık gereksinim düzeyine geri dönebileceği; kayıtsızlığa, düzensizliğe ve işten yabancılaşmaya neden olabileceği ileri sürülmektedir (Özsoy ve Ataünal, 2001, s.87). Demokratik liderlik stilini benimseyen yöneticiler, insanların yoğunlukta bir arada oldukları ortamlarda çatışma olasılıklarının yüksek olduğu görüşüne sıcak bakarlar ve çatışmanın da kaçınılmaz olduğunu düşünürler. Dolayısıyla işgörenler arasındaki ilişkilerin olumlu kılınması ve çatışmaların örgüt yararına olması konusunda demokratik lider devreye girer ve önlem alır. Demokratik lider çatışmalı ortamlarda sadece bireylerin davranışlarını değiştirmenin yanı sıra onların çatışma konusundaki düşüncelerini, duygularını da değiştirmeye çalışır. Demokratik lider çatışmaya neden olan yolları ve sebepleri bulma çabasındadır. Dolayısıyla çatışmanın çözümlenmesinde farklı teknikler devreye sokulduğundan, uzun bir sürece gereksinim duyulur. Demokratik lider rekabet ortamı oluşturma, örgüt içi rotasyon, takım oluşturma, kaynakları arttırma, beceri geliştirme eğitimi, örgüt geliştirme gibi çatışma yönetimi girişimlerinde bulunabilmektedir. Bunlar aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmaktadır (Özkalp ve Kırel, 2001, s.406-407): • Rekabetçi Ortam Oluşturma: Demokratik liderin çatışma yönetimi girişimlerinde başvurabileceği tekniklerin başında, rekabetçi ortam oluşturma gelmektedir. Başka bir düşmana veya gruba odaklanmak, çatışan bireyleri bir araya getirmeye yardımcı olur. Örneğin birbiriyle çatışan iki birim söz konusu ise, bu iki grup yeni bir mal üretmek için güçlerini bir araya getirip, başka bir örgütün daha önce o malı piyasaya sürmeden ortaya çıkarmak için dayanışma içerisine girebilirler. Bu da aralarında var olan sürtüşmeyi azaltabilir. Çünkü bu süreç içerisinde çatışan bireyler birbirlerini daha iyi tanıma olanağı bulur ve pişmanlık duyabilirler. Böylece birbirlerine karşı düşünceleri, duyguları değişen insanlar, farklı davranışlar sergilemeye veya uyuşmaya başlayabilirler. Temelde demokratik lider, çatışan gruplara bir fırsat yaratarak farklılıklar yerine ortak amaçlar üzerinde çalışmaya veya odaklanmalarına yardımcı olmak için girişimde bulunmaktadır. • Örgüt İçi Rotasyon: Demokratik lider çatışmalı ortamları yönetirken örgüt içi rotasyona da başvurarak bireylerin ortamdan uzaklaşmasını sağlayabilir. Rotasyon, işgörenlerin yeni beceriler kazanmalarına da yardımcı olduğu için, örgüt içi esnekliği arttırır ve gereksinim duyulduğunda bu insanlara yeni becerilerini uygulama olanağı sağlar. Dolayısıyla esnek işgücü, farklı becerileri nedeniyle gereksinim duyulan farklı birimlerde çalıştırılarak, örgüte esneklik kazandırılabilmektedir. Bu da temelde demokratik liderlerin farklılıkları etkili bir şekilde yönetme becerilerinin olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. • Kaynak Arttırma: Demokratik liderler, çatışmayı örgüt için kaynakları arttırmak yoluyla da çözümleyebilmektedir. Burada artık bireyler veya birimler birbiriyle rekabet etmek durumunda kalmazlar. Örgütsel kaynakları bir bireye ve tek bir birime doğrudan tahsis etmeyerek, projeyi kim ortaya atarsa atsın, projede yer alan tüm birey ve birimleri aynı ölçüde ödüllendirerek çatışmaları çözebilmektedirler. • Takım Oluşturma: Demokratik lider, çatışmalı ortamlarda takım oluşturarak da bireylerin çatışmalarını giderme yoluna başvurabilmektedir. Takımlar, üyeleri arasında mevcut güven, saygı ve desteği arttırarak, amaçları belirgin kılar ve böylece grup dayanışması ve bağlılığı arttırılarak çatışmalar giderilebilir. • Beceri Geliştirme: İşgörenlere sorun çözme, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme becerilerinin geliştirilmesi konusunda hizmetiçi eğitim aldırma yoluyla bu konudaki becerileri geliştirilirse de işlevsiz çatışmaların giderilmesinde etki elde edilebilmektedir. • Örgüt Geliştirme: Bu yaklaşımda amaç, örgüt içerisinde bazı gelişmeler yaratarak hem birey, hem grup, hem de örgüt bazında olumlu değişmeleri başarabilmektedir. Ancak bu yol önemli bir yatırım, zaman, kaynak ve bilgi birikimini gerektirmektedir. 174 Çatışma yönetiminde başvurulan tekniklerin kesin sonuca götüreceği varsayımı, yanlış bir algılama olarak değerlendirilmelidir. Bir durumda ortaya çıkan çatışmada örgüt geliştirme tekniği etkili bir sonuç sağlayabiliyor iken, başka bir durumda değişime direnç söz konusu olduğunda örgüt geliştirme tekniği etkili bir sonuç vermeyebilir. Yukarıda çatışmanın yönetiminde demokratik liderin yararlanabileceği yönetim tekniklerine yer verilmiştir. Ancak demokratik liderler gerektiğinde çatışmayı da yaratırlar. Liderler, takım veya birim içinde bir değişiklik yaratarak da çatışmayı uyarabilirler. Burada amaç, belirli konular üzerinde odaklanıp kişilerin duyguları ile ilgilenmemektir. Lider bir takıma istenmeyen yeni bir kişi atayarak, yeni kurallar koyarak, yeni görevler vererek veya yeni bir lider tayin ederek çalışanları yaptıkları işlerinden rahatsız edebilir. İşgörenler, işler olağan bir biçimde giderken birdenbire alışılmadık, beklenmeyen gelişmelerle karşı karşıya kalırlar ve rahatsızlık duyarak anlamlandırmak adına düşünmeye başlarlar. Bu noktada eleştirel düşünme ve yaratıcı düşünme gibi becerileri harekete geçirilmiş olmaktadır. Bu da farklı derecelerde çatışmaya yol açar. Çatışma ortamının yaratılmasında lider yapılan işi belirsiz kılar veya belirsizlik derecesini bilerek arttırabilir. Bu yöntem, yenilik yaratma ile doğrudan ilişkilidir. İşgörenlerin görevlerinde belirsizliğin giderilmesi çatışmayı önlediği gibi, yapılan işi belirsizleştirmek de çatışmayı arttırmaktadır. Örneğin liderler, çalışanlara öyle bir iş verirler ki ne nasıl yapılacağı bellidir ne de hangi süreç içerisinde gerçekleşeceği bellidir. Bu nedenle çalışanlar bu konular üzerinde konuşmak ve tartışmak gereksinimini hissederler. Nasıl yapılacağı belli olmayan iş çeşitli kararsızlıklara ve uyuşmazlıklara neden oluyorsa, bu da çatışma yaratarak yaratıcılığı güçlendirir. Liderler, çatışmayı arttırmak adına ayrıca örgüt üyeleri ve birimler arasında bağımlılığı arttırabilir. Lider, çeşitli derecelerde bağımlılıklar yaratabilir. Örneğin, yapılan bir işi farklı kısımlara bölerek, her kısmı tamamlaması için bir başka iş grubuna veya takıma verebilirler. Böylece ne bir birey ne de bir bölüm başkalarının yardımı olmadan verilen işi tamamlayamayacağı için bölümler arası bağımlılıklar artar. Bu durum ise başlangıçta çatışmayı arttırsa bile zamanla çatışmaları azaltabilir (Özkalp ve Kırel, 2001, s.407-409). “Çeşitliliğimiz, en büyük gücümüzdür” ifadesi hangi liderlik stilinin bir söylemi olabilir? Liderlik Stillerine Göre Çatışma Yönetimi Yaklaşımları Örgütsel çatışma konusunda liderlerin/yöneticilerin sergiledikleri davranışlar ve yaklaşım biçimleri görüldüğü üzere klasik, neo-klasik ve modern yönetim kuramlarının etkisi altında şekillenmektedir. Tablo 8.1’de iki zıt uçlarda yer alan otokratik ve demokratik liderlik stillerinin çatışma yönetimine bakış açıları karşılaştırmalı olarak verilmiştir. 175 Tablo 8.1: Otokratik Liderlik Stili ve Demokratik Liderlik Stiline Göre Örgütsel Çatışma Yaklaşımlarının Karşılaştırılması Otokratik Liderlik Stili Demokratik Liderlik Stili (Klasik Yönetim) (Modern Yaklaşımlar) Çatışma kaçınılabilir. Çatışma kaçınılmazdır. Çatışma yönetimin örgüt yapısını oluşturmada ve onu yönetmesindeki hatalarından ve sorun yaratıcılar tarafından ortaya çıkarılır. Çatışma; örgütsel yapı, amaçlardaki kaçınılmaz farklılıklar, ast-üst elemanlarının algı, değer ve sorunlara bakış açılarındaki farklılıklardan kaynaklanır. Çatışma, örgütün düzenli biçimde işlemesini kesintiye uğratır ve optimal iş performansını engeller. Çatışma, değişik derecelerde örgütsel başarıya katkıda bulunabileceği gibi onda azalmaya da neden olabilir. Yönetimin temel görevi çatışmayı ortadan kaldırmaktır. Yönetimin görevi, çatışmanın çözümünü optimal örgütsel başarıya hizmet edecek biçimde yönetmektir. Optimal örgütsel iş performansı, çatışmanın ortadan kaldırılmasını gerektirir. Optimal örgütsel iş performansı makul düzeyde bir örgütsel çatışmanın varlığını gerekli kılar. Kaynak: Şimşek, M. Ş., Akgemci, T. ve Çelik, A. (2001). Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütsel Davranış. 2. Baskı. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, s.240. Her ne kadar Tablo 8.1 incelendiğinde küresel dünyada modern örgüt anlayışına dayalı demokratik liderlik stilinin örgütlerin varoluşlarını sürdürebilmeleri adına çatışmalı ortamlarda daha etkili olduğu gibi görünse de, her durumdaki çatışmanın işlevsel hale gelmesinde kesin sonuç vereceği söylenemez. Ancak çağın gereği olan yöneticilik anlayışına göre, örgütte ortaya çıkan çatışmayı bastırmaya çalışan değil, bu çatışmaları rasyonel bir biçimde yönetmek suretiyle zararlı yanlarını minimize eden ve örgüt için yararlı görülen yanlarını maksimize etmeye çalışan liderlere gereksinim vardır. Bu bağlamda durumsallık yaklaşımına göre eylemlerde bulunarak en uygun stratejiyi seçmek ve bunu yaparken de insan doğasına ilişkin varsayımları göz önünde bulundurmak gerekir. Tablo 8.2’de çatışma yönetiminde liderlerin başvurdukları tekniklere ilişkin sonuçlar verilmiştir. Yukarıda açıklanan liderlik stilleri, liderlik literatüründe yer alan üç temel liderlik stilidir. Literatürdeki diğer liderlik anlayışları ise bu liderlik stili temel alınarak şekillenmiştir. Örneğin dönüşümcü liderlik, vizyoner liderlik ve durumsal liderlik vs. gibi. 176 Tablo 8.2: Liderlik Stillerine Göre Çatışma Yönetimi Liderlik Stili Kuralları Uygulamak (Otokratik, ilgisiz) Uygunluğu Önemli çözebilir. Sonuçları olmayan konuları Kısa dönemli sonuçlar yaratır. Çabuk sonuca götürür. Çatışmanın göstermez. kaynağını Uzun dönemde etkili olmaz. Çatışmalar çıkabilir. Çatışan grupları birbirinden ayrı tutar. Ayırma (Otokratik) Birbirine bağlı olmayan durumlarda kullanılabilir. Çatışmanın nedeni belirsizliklerdir, görevler açıklığa kavuşturulabilir. ortaya Çabuk sonuca götürür. Çatışmanın götürmez. kaynağına Uzun dönemde etkili olmaz. Çatışmalar çıkabilir. Yapılan işi belirgin kılmak veya aydınlatmak (Otokratik, ilgisiz) tekrar tekrar ortaya Çabuk sonuca götürür ancak uzun dönemde değişim sağlamaz. Grup bağımlılığını arttırır. Ortak bir düşman veya dışarıdan birisi ile rekabet (Otokratik veya ilgisiz) Üyelerin Rotasyonu (Demokratik) Rekabet etme bir örgütün amaçlarından ise kullanılabilir. Çatışma kaynağı belli değildir. Dışarıdaki tehdit yok olunca tekrar çatışma doğabilir. Departmanlar arası bir çatışma var ise kullanılabilir. Başkalarının anlamayı arttırır. Beceri arttırma yönünde bir karşılıklı eğitim söz konusu ise kullanılabilir. Esnekliği arttırıcı bir rolü vardır. Kısa dönemde maliyetlerini arttırır. duygularını eğitim Uzun dönemde değişme yaratır. Kaynakları arttırma, birlikteliği ödüllendirme (Otokratik veya demokratik) Kaynak mevcut kullanılabilir. ve uygunsa Rekabet sonucu bir çatışma çıktıysa kullanımı uygundur. Kaynaklar mevcut ise çatışma giderilebilir, kaynak yoksa çatışma giderilemez. Çatışmanın göstermez. kaynağını Uzun dönemli değişmelere yol açabilir. Takım oluşturma, problem çözme, örgüt geliştirme (Demokratik) Çatışmanın karmaşık ve önemli etkileri varsa kullanılabilir, zaman varsa uygulanabilir, uzun dönemli etkileri keşfedildikten sonra kullanılabilir. Uzun dönemli değişmeler çatışmanın nedenini belirgin kılar, beceri gelişimini etkiler ve zaman ve kaynak gerektirir. Kaynak: Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2001). Örgütsel Davranış. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları No: 149, s.409. Liderlik stillerine ve insan doğasına ilişkin varsayımlar dikkate alındığında çatışmanın işlevsellik kazanabilmesi ya da başarıya ulaşabilmesi liderin işgörenleri tanıma becerisine bağlı olarak değişmektedir. Bu bağlamda yönetici, eşgüdümünde çalışan bireylerin birbirinden farklı yetenek ve güdülerini görüp ayırabilecek bir duyarlığa ve tanılama yeteneğine sahip olmalıdır. Yönetici, bireylerin var olan farklılıklarına istenmeyen gerçekler olarak bakmak yerine, farklılıklara ve bu farklılıkları ortaya koyan tanılama sürecine önem vermelidir. Ancak tanılama sürecinde yöneticinin kendi davranışını da değiştirebilmesi için gerekli kişisel esnekliğe ve beceriye sahip olması gerekmektedir. İşgörenlerin gereksinimleri ve güdüleri farklılık gösteriyorsa, bunların farklı biçimlerde ele alınması gerekmektedir. Her ne kadar insanlar genel yapıları ve yaşam göstergeleri ile birbirlerine benzeseler de iç dünyaları ve ayrıntılardaki farklılıkları ile insanların hiç biri diğerine benzemez. İnsan, temel insani nitelikleri, kendi 177 türünün bütün üyeleri ile payla!makla birlikte, her zaman için bireydir; herkesten farklı tek ve biricik varlıktır (Açıkalın, 1996, s.8). Dolayısıyla yöneticilerin çatı!ma yönetiminde sergiledikleri duru! bu “farklılıklar” kavramından da etkilenmektedir. $ekil 8.2’de liderlik stiline göre yöneticilerin çatı!ma yönetimine ili!kin duru!ları algılama, duyu!sal ve davranı!sal düzeyde olmak üzere üç boyutta verilmektedir. "ekil 8.2: Yöneticilerin Çatı#ma Yönetimi Yakla#ımları Kaynak: Bentele, M. (2011). Führungsstile & Umgang mit Konflikten. (Teil I). http://www.bweg.ch/download/152dextQoTslE.pdf(Eri#im Tarihi: 12.11.2011) “Sular bulanmadan durulmaz” deyimi çatı#malı ortamlara ili#kin hangi liderlik stilini tanımlamaktadır? $ekil 8.2’de yöneticilerin çatı!ma durumuna ili!kin duru!ları ve buna ba"lı olarak çatı!manın yönetilmesine ili!kin yakla!ımları yansıtılmı!tır. Yöneticilerin çatı!maları mantıklı ve ussal olarak algılamaları demokratik liderlik stilini benimsemi! bir yöneticinin algılama düzeyidir. Demokratik liderler çatı!manın çözümlenmesi konusunda cesaretli ve özgüvenlidir. Demokratik lider çatı!ma durumunu örgütlerde do"al kar!ılar ve çatı!manın örgütsel amaçlara ula!mada bir !ans olarak de"erlendirerek çatı!manın yönetimini üstlenerek aktif rol alır. Söz konusu bu rolünü sergilerken ise i!görenlerin katılımını sa"layarak i!birlikçi davranı! sergiler. Di"er yandan çatı!ma durumu e"er sezgisel olarak algılanıyor ise yöneticinin ilgisiz liderlik stilini benimsedi"i söylenebilir. Bu algılama düzeyindeki lider ise çatı!ma durumunu görmezden gelir. Çünkü ilgisiz liderlik stilini benimseyen yöneticiler kendilerini çaresiz hissederler ve kaygı düzeyleri yüksektir. Çatı!ma ortamında pasif olmayı tercih ederler ve ilgisiz tavır takınırlar. Ancak do"rudan kendisine iletilir ise i!görenlerin çatı!mayı en kısa sürede çözmeleri konusunda uyarır ve bir daha bu konunun kendisine iletilmemesini emreder. Otokratik liderlik stilini benimsemi! yöneticiler ise çatı!ma durumunu inkâr eder. Çünkü otokratik lider örgütte her!eyi kuralına göre yönetmektedir ve böyle bir ortamda sorunların da ortaya çıkamayaca"ı inancındadır. Böyle bir örgütte ki!iler arası fikir ayrılı"ına da yer verilmez. Herkes i!ini yapmakla görevlidir. Duyu!sal düzeyde ise otokratik lider saldırgan duygular geli!tirir ve çatı!manın derhal ortadan kaldırılması gerekti"ini emreder. Bu arada davranı!sal düzeyde aktif rol oynar, ancak demokratik liderin aksine bireysel davranı!lar sergiler. Çatı!maya neden olanları ve dahil olanları cezalandıraca"ı tehdidinde bulunur. A#a%ıda verilen örnekte yöneticinin çatı#maya olan yakla#ımını algılama, duyu#sal ve davranı#sal düzey açısından inceleyiniz. 178 ! ! ÖRNEK OLAY Yasemin Hanım, Nazlı Hanım ve Atilla Bey aynı birimde çalı"maktadırlar. Bir gün birim yöneticisi Murat Bey üç çalı"ana bir yazı gönderir. Yazıda mü"teri temsilcilikleri ile ilgili görevlendirildikleri ve bir saha ara"tırması yaparak raporu bir hafta içerisinde teslim etmeleri gerekti#i belirtilmi"tir. Yazının sonunda ise bu görevin yöneticisi olarak Atilla Bey’in tayin edildi#i belirtilmi"tir. Yasemin ve Nazlı Hanım ofisin terasında çay molası esnasında bu görevlendirmeyi de#erlendirmi"ler ve Yasemin Hanım "u ifadeleri kullanmı"tır: “Neden Atilla Bey bu görevde bizim yöneticimiz olarak tayin edildi ki? !kimizden biri bu görevi ondan çok daha iyi yerine getirebilirdik. Nazlı sen ne dü"ünüyorsun bilmiyorum ama ben burada cinsiyet ayrımcılı#ının yapıldı#ını dü"ünüyorum. Biz Atilla Bey’den daha eskiyiz burada. O daha çok yeni. Sadece erkek oldu#u için Murat Bey onu tayin etti ba"ımıza bence.” Nazlı hanım da Yasemin Hanım gibi dü"ündü#ünü belirterek i"i a#ırdan almanın en iyisi oldu#una karar vermi"lerdir. Ertesi gün Atilla Bey bir saat sonra görevle ilgili olarak toplanmaları gerekti#ini Yasemin Hanım ve Nazlı Hanım’a sözlü olarak iletmi"tir. Ancak her ikisi de Atilla Bey’in bu sözlerini dikkate almamı" toplantıya gitmemi"lerdir. Atilla Bey Yasemin Hanımın ofisine giderek neden toplantıya gelmediklerini sordu#unda Yasemin Hanım: “Ne toplantısı? Bizim haberimiz yok” demi"tir. Atilla Bey ise sabah daha bunu kendilerine iletti#ini hatırlatmı" ancak Yasemin Hanım inkâr etmi"tir. Ofisten ayrılınca bilgisayarın ba"ına geçen Atilla Bey yazılı olarak toplantı için yeni saat vermi" Yasemin ile Nazlı Hanıma e-posta göndermi"tir. E-postada bu sefer onlara toplantıda görü"ülmek üzere hazırlamaları gereken belgeleri de bildirmi"tir. Bu sefer Yasemin ile Nazlı Hanım toplantıya 15 dakika geç ve hiçbir hazırlık yapmadan katılmı"lardır. Atilla Bey bu durumdan çok rahatsız oldu#unu ifade edince ortam birden gerilmi"tir. Salonu hı"ımla terk eden Atilla Bey solu#u Murat Bey’in odasında almı"tır. “Murat Bey, Yasemin Hanım ve Nazlı Hanım sizin beni yönetici olarak tayin etti#iniz görevi sabote ediyorlar. Sizin cinsiyet ayrımcılı#ı yaptı#ınızı ve bu yüzden çalı"manın ba"ına beni getirdi#inizi söylüyorlar. Ben bu ko"ullar altında sizin verdi#iniz görevi yerine getiremeyece#im. Lütfen beni bu görevden alın” demi"tir. Murat bey ise yarı kulakla dinleyerek, Atilla Beyin yüzüne bakmadan: “Murat Bey, buna beni karı"tırmayın. Aranızda çözün, haftaya ben raporu masamda istiyorum. Onları ikna etmek sizin göreviniz!” diyerek Atilla Bey’i çatı"manın ortasında tek ba"ına bırakmı"tır. 179 ! ! Özet Örgütlerde temelde yöneticilerin insan kaynağının davranışlarını değerlendirme sürecinde “iyi” ve “kötü, ya da “ne iyi ne kötü” şeklinde felsefi açıdan yaklaştıklarını söylemek mümkündür. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Taylor ile başlayan, daha çok örgütün yapısı üzerinde odaklaşan, klasik yönetim kuramlarında örgüt içinde insan, ikinci planda görülüp, gereken özenden yoksun bırakılmıştır. Bu kuramın temelinde ele alınan otokratik liderlik stilinde insana güven duyulmaz. İşgörenler “kötü” olarak değerlendirilir; tembel, sorumsuz ve saldırgan olarak görülür ve sürekli kontrol edilmesi gerekir. Otokratik liderler çatışmadan arınmış bir örgüt anlayışına sahiptirler. Çatışma yönetiminde ise izlenen yol tehdit ve ceza temeline kurulmuştur. Eğer bir örgütte çatışma ortadan kaldırılamıyorsa, yönetimin kuralları etkili bir şekilde işletemediği ve yetersiz olduğu yönünde bir inanç hakimdir. İnsan doğasına ilişkin “iyi” ve “kötü” görüşlere karşı gelen “karmaşık insan” görüşünün modern yönetim kuramlarında görmek mümkündür. Bu bağlamda modern yönetim kuramları temelinde demokratik liderlik stili ele alınmaktadır. Demokratik liderler çatışmanın örgütler için doğal karşılanması gerektiğini, tamamen ortadan kaldırmak yerine örgütün amaçlarına yönlendirmede “işlevsel” çatışmanın oluşumunda aktif rol oynarlar. Hatta örgütü dinamik kılmak ve geliştirmek adına özellikle çatışmalı ortamların yaratılmasında rol alabilmektedirler. Demokratik liderler insanın karmaşıklığını, özgünlüğünü ve değişkenliğini kabul eder ve buna göre çatışmalı ortamların yönetiminde en uygun müdahale tekniğini ve stratejisini uygular. Demokratik liderler işgörenlerin motivasyonlarına önem verir ve onları örgüt içinde cesaretlendirir. İşgörenler örgütün en değerli varlıklarıdır. İşgörenler de kendilerini örgütün değerli öğesi olarak görürler. Çünkü demokratik liderin olduğu örgütlerde güçlü örgüt kültürünün olduğu da söylenebilir. Dolayısıyla “işlevsiz” çatışmaların ortaya çıkması, diğer stillere göre daha düşük olasılıktadır. Psikoloji, sosyoloji bilimlerinin gelişme aşamalarını izleyen yönetim bilimi, neo-klasik kuramlara ulaştığında, insanın insanla ve insanın çevresiyle ilişkilerini daha çok önemsemeye başlamıştır. Bu bağlamda işgören örgütte gereksinimleri karşılandığı ölçüde “iyi”dir. Neoklasik yönetim kuramları temelinde ele alınan liderlik stili ise ilgisiz liderlik stilidir. İlgisiz liderlik stilini sergileyen yöneticilere göre işgören sorumluluk sahibi, çalışkan ve uzman olarak değerlendirilir. Uzman olarak gördüğü işgörenlerin kendisine hiçbir sorunu getirmesini de istemez. Çatışma, her ne kadar otokratik yönetim kadar olumsuz değerlendirilmese de, çatışmanın insanın olduğu her ortamda oluşabileceğine yönelik inanç olsa da örgüte zarar verici bir tehdit olarak algılanır. Dolayısıyla hemen çözümlenmesi gereken bir durum olarak değerlendirilir. Ancak çözümlenmesinde rol almaktan kaçınırlar. İlgisiz liderler çatışmaya neden olan tarafların yine etkin rol alarak bu çatışmayı çözmelerini bekler ve işgörenlerin sorunla gelmelerini istemez. Sonuç olarak çatışma yönetiminde yöneticilerin karmaşık insan yapısını dikkate alarak duruma göre yaklaşıp en uygun stili sergilemeleri beklenir. Liderlik stillerinden demokratik liderlik stili diğerlerine göre daha etkili gibi görünse de, liderlerin durumsallığı göz önünde bulundurmaları ve örgüt üyelerinin enerjilerini örgütün amaçlarına kanalize ederek çatışmaları işlevsel hale getirmeleri beklenen bir durumdur. 180 Kendimizi Sınayalım 1. Machiavelli’nin yöneticilerin işgörenleri sürekli kontrol etmesi gerektiğini söylemesi aşağıda yer alan hangi liderlik stilinde yansıtılmıştır? 4. Kurt Lewin başkanlığında gerçekleştirilen liderlik stilleri araştırması sonuçları aşağıdakilerden hangisinde doğru olarak verilmiştir? a. Otokratik Liderlik a. Otoriter liderlik stili işgörenleri daha olumlu etkilemektedir b. Demokratik Liderlik b. İlgisiz liderlik stili katılımlarını destekler c. Durumsal Liderlik d. İlgisiz Liderlik işgörenlerin karara e. Vizyoner Liderlik c. Otokratik liderlik stili işgörenlerle olumlu ilişkiler geliştirir. 2. İnsan doğasına ilişkin iyimser görüşlerin temelinde hangi kavram yatmaktadır? d. Demokratik liderlik stili işgörenlerde moral ve verimliliği arttırır a. Uyumlu insan e. Demokratik liderlik kaynaşmayı sevmez b. Ekonomik insan işgörenlerle 5. Aşağıdakilerden hangisi işlevsiz olan çatışma yönetiminde demokratik liderlik davranışına örnek olamaz? c. Ussal insan d. Demokratik insan e. Toplumsal insan 3. McGregor’un X-teorisi aşağıda örneklerin hangisinde en iyi yansıtılmıştır? a. İşgörenleri görevde desteklemek verilen şekilde ve c. Formal olduğu kadar informal ilişkilerin gelişmesine öncü olmak d. Cezadan çok ödül sistemini işletmek e. İşgöreni doğrudan etkileyecek kararların alınmasında tek başına hareket etmek b. İşgörenler arasında bir anlaşmazlık olduğunda yönetici, arabuluculuk yaparak çatışmanın örgüte zarar verecek niteliğe ulaşmasını engeller. 6. Aşağıda verilen örneklerin hangisi McGregor’un Y kuramının yansıması olarak değerlendirilebilir? c. Yönetici işgörenlerin düzeni bozacak eylemlerde bulunacaklarına ilişkin potansiyellerini bilir ve ona göre kontrol mekanizmalarını kullanarak olumsuz davranışları engeller. a. İşgören sorunların sergiler. uzmanlaşmışlığının çözümünde yaratıcı etkisiyle davranış b. İşgören işten nefret eder ve ilk fırsatta işten kaçma eğilimi sergiler. d. Yöneticiler işgörenlerin insan doğası gereği iyi olduklarını varsayar ve onların örgüte zarar verecek çatışmalardan uzak duracaklarına ilişkin güven duyar. c. İşgören doğuştan iyidir, işten kaçmaz, ancak yine de yöneticiler işgöreni sürekli kontrol etmelidir. e. Yönetici işgörenlerin baskı altında verimli çalışamayacaklarını ve baskı altındayken stres kaynaklı işlevsiz çatışmalara meyilli olabileceklerini düşünür ve onlara baskıcı ortamdan ziyade esnek ve destekleyici bir iklim yaratır. d. Yöneticilere göre ortaya çıkan tüm çatışmalar işgörenin saldırgan doğasından kaynaklıdır. e. Yöneticilere göre işgören ekonomik çıkar güden tehlikeli bir varlık olarak değerlendirilmelidir. 181 cesaretlendirmek b. İşgörenlerin iş doyumlarını artırmaya yönelik önlem almak a. Her ne kadar işgören işten kaytaran bir özellikte olsa da, eğer yönetici işgörenin gereksinimlerini karşılarsa örgütte verimliliğe katkı sağlar. stili Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 7. “McGregor’un X ve Y teorilerine karşılık Ouchi ve Joeger’in insana ilişkin geliştirdikleri Z teorisine göre “İşgörenler;……” ifadesini doğru olarak tamamlayan seçenek aşağıdakilerden hangisidir? 1. a Yanıtınız yanlış ise “İnsan Doğasına İlişkin Kötümser Görüş” ile “Liderlik Stilleri ve Çatışma Yönetimi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Yönetsel kararlara katılamaz. 2. e Yanıtınız yanlış ise “İnsan Doğasına İlişkin İyimser Görüş” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Örgütsel bağlılığı yeğlerler ve kararlara katılabilecek yeterliğe sahiptirler. c. Bireysel amaçlarını, örgütün amaçlarından önde tutar. 3. c Yanıtınız yanlış ise “İnsan Doğasına İlişkin Kötümser Görüş” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Görevinde uzman olduğu için “ben merkezli” tutum sergiler. e. Yöneticilerin güdümünde verimlilik sağlarlar. 4. d Yanıtınız yanlış ise “Liderlik Stilleri ve Çatışma Yönetimi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. olduklarında 5. e Yanıtınız yanlış ise “Demokratik Liderlik Stili” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. Örgütte çatışma ortaya çıktığında ilgili kişileri ceza ile tehdit etme eğilimi olan liderlik stili aşağıdakilerden hangisidir? 6. a Yanıtınız yanlış ise “İnsan Doğasına İlişkin İyimser Görüş” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Girişimci liderlik. 7. b Yanıtınız yanlış ise “İnsan Doğasına İlişkin Karmaşık İnsan Görüşü ” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Vizyoner liderlik. c. Otokratik liderlik. 8. c Yanıtınız yanlış ise “Otokratik Liderlik Stili” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Demokratik liderlik. e. İlgisiz. 9. e Yanıtınız yanlış ise “İlgisiz Liderlik Stili” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. Çatışmalı ortamlarda etkin rol almayan ve çekinik konumda yaklaşım izleyen yöneticinin hangi liderlik stilini benimsediği varsayılır? 10. b Yanıtınız yanlış ise “Liderlik Stillerine Göre Çatışma Yönetimi Yaklaşımları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Dönüşümcü liderlik b. Vizyoner liderlik Sıra Sizde Yanıt Anahtarı c. Otokratik liderlik Sıra Sizde 1 d. Demokratik liderlik Çatışmalı ortamlarda Z teorisi yöneticiler için en etkili rehberlik edebilecek bir yaklaşımdır. Çünkü insan doğası karmaşıktır, yöneticiler durumsal yaklaşımı benimseyerek işgörenlerin verimliliğini artırma stratejilerinden daha etkin bir şekilde yararlanmalarını sağlar. e. İlgisiz 10. Çatışma durumlarında aktif rol üstlenip işbirlikçi yaklaşım sergileyen liderlik stilini benimseyen yöneticinin yaklaşımı hangi düzey kapsamında ele alınmaktadır? Sıra Sizde 2 a. Algılama düzeyi Otokratik liderlik stilinin benimsendiği örgütlerde insanın doğasına ilişkin görüşlerin kötümser görüş üzerine kurulu oldu söylenebilir. b. Davranışsal düzey c. Duyuşsal düzey Sıra Sizde 3 d. Kavramsal düzey Demokratik liderlik stilinde örgütün öğelerinden olan işgörenlerin farklılıklarının farkındalığı vardır. Dolayısıyla farklılıklardan doğan çatışmalar doğal karşılanır ve söz konusu bu çatışmaların örgütler için bir dinamik olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşü hakimdir. e. Ussal düzey 182 Sıra Sizde 4 Yönetimde Çağdaş Yaklaşımlar-Uygulamalar ve Sorunlar. 2. Baskı. Ankara: Anı Yayıncılık. Türkçe’deki “sular bulanmadan durulmaz” deyişine dayalı olarak yenileşme ve iyileşme için örgütlerde en iyi tedavinin ortalığı karıştırmak olduğunu düşünen modern yönetimciler, örgütün bu süreçte önemli enerji kaybına uğranabileceğinin de bilincindedirler. Bu bağlamda demokratik liderlik stilinin bu noktada büyük bir önemi vardır. Ancak demokratik lider etkililiği ile çatışmayı çözme sürecinde, uzlaştırmak ya da potansiyel olarak yıkıcı nitelikteki çatışmayı, yapıcı sonuçlara yönlendirmek için eylemlerde bulunur. Karip, E. Geliştirilmiş Yayıncılık (2003). Çatışma 3. Baskı. Ankara: Yönetimi. Pegem A Kimencu, L. (2011) “Leadership Orientations and Conflict Management Styles of Academic Deans in Masters Degree Institutions”. http://search.proquest.com/docview/894250613(E rişim Tarihi:10.01.2012) Kul, M. ve Güçlü, M. (2010). Okul Yöneticilerinin Liderlik Stilleri İle Beden Eğitimi Öğretmenlerinin Örgütsel Bağlılıkları Arasındaki İlişki. Uluslarası İnsan Bilimleri Dergisi, 7(2) (www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/articl e/viewFile/1483/636 Yararlanılan Kaynaklar Küçükkalay, A. M. (2008). İktisadi Düşünce Tarihi. İstanbul: Beta Basım A.Ş. Açıkalın, A. (1996). Çağdaş Örgütlerde İnsan Kaynağının Yönetimi. 2. Baskı. Ankara: Pegem Yayınları. Martin, O. Konfliktfähigkeit als Schlüsselqualifikation in der Führung. Reader –Konfliktmanagement www.roteskreuz.at/ bildungszentrum. (Erişim Tarihi, 10.10.2011) Artan, İ. (1998). Yönetsel Başarının Kaynağı: İnsan. Ed. Suna Tevrüz. Endüstri ve Örgüt Psikolojisi. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları Aydın, M. (2000). Eğitim Yönetimi. 6. Baskı. Ankara: Hatiboğlu Yayınevi. McArdle, E. H. G. (1999). Farklılıkları Yönetme Sanatı. İstanbul: Alfa Basım Yayın Dağıtım Ltd. Şti Başaran, İ. E. (2000). Örgütsel Davranış – İnsanın Üretim Gücü. 3. Baskı. Ankara: Feryal Matbaası. Memduhoğlu, H. B. (2008). Ulusal, Küresel ve Örgütsel Bağlamda Farklılıkları Yönetme. Ankara: Pegem A Yayınevi. Başaran, İ.E. (2000). Yönetim. 3. Baskı (Yeniden Yazım). Ankara: Umut Yayım, Dağıtım. Özgüven, B. M. (1981). Örgütsel ve Kurumsal Çatışma Karşısında Ekonomik Kalkınma. Bursa: Bursa Üniversitesi Basımevi Bentele, M. (2011). Führungsstile & Umgang mit Konflikten. (Teil I). http://www.bweg.ch/download/152dextQoTslE.pdf(Erişim Tarihi: 12.11.2011) Özkalp, E. ve Kırel, Ç. (2001). Örgütsel Davranış. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları No: 149 Doğan, İ. (2007). Sosyoloji – Kavramlar ve Sorunlar. 7. Baskı. Ankara: Pegem A Yayıncılık Özsoy, H. İ. ve Ataünal, A. (2001). Nasıl Bir İnsan ve Nasıl? Ankara: 20 Mayıs Eğitim, Kültür ve Sosyal Dayanışma Vakfı Yayını:7 Gerzon, M. (2006). Çatışmalı Ortamlarda Liderlik. Çeviren: Ahmet Kardam. İstanbul: Acar Basım ve Cilt San.Tic.A.Ş Platon (2011). Devlet. İstanbul: Antik Yayınları Şimşek, M. Ş., Akgemci, T. ve Çelik, A. (2001). Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütsel Davranış. 2. Baskı. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım Glasl, F. Muss es in Organisationen zum Kulturkampf kommen? Reader – Konfliktmanagement www.roteskreuz.at/bildungszentrum (Erişim Tarihi: 10.10.2011) Terzi, Ç. (2001). Öğretmenlerin Sınıf Yönetimi Anlayışlarına İlişkin Görüşlerinin Belirlenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü Hodgetts, M. R. (1999). Yönetim – Teori, Süreç ve Uygulama. Çeviren: Canan Çetin ve Esin (Can) Mutlu. 2. Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım Turgut, T. (1998). Örgütsel Davranışta Değerlerin Yeri. Ed. Suna Tevrüz. Endüstri ve Örgüt Psikolojisi. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. İpek, C. (2003). Örgütsel Çatışma ve Çatışma Yönetiminde Uygulanabilecek Örgüt Geliştirme Aracıları. Ed. Cevat Elma ve Kamile Demir. 183 Sözlük A Ç A tipi kişilik: Kişilik özellikleri olarak çalışkan, işkolik, agresif, sabırsız, aşırı titiz özellikleriyle ön plana çıkan bir kişilik tipidir. Çatışma: İki veya daha fazla tarafın arasında herhangi bir zıtlık veya direniş içeren etkileşim. Çatışma Yönetimi: Çatışmanın teşvik edilmesini ve çözümünü içeren yöntemlerden oluşur ve bu yöntemlerin doğru koşullarda doğru miktarlarda kullanımını ifade eder. Alıcı: Gönderilen mesajı alan kişi. Alternatif Çatışma Çözme Yöntemleri: Ortaya çıkan uyuşmazlıkları mahkeme gibi geleneksel yöntemlerin dışında çözmeye yarayan, tarafsız üçüncü kişiler aracılığıyla yürütülen çatışma çözme yöntemleri. Çatışma Yönetim Stili: Bireylerin çatışmayı yönetmek için verdikleri tepkileri veya davranışları ifade etmektedir. Amaç Çatışması: Bir amaca ulaşmanın diğerini elde etme olasılığını dışarıda bırakmasını ifade eden çatışma türüdür. D Demokratik Liderlik Stili: Gücünü izleyicilerinden alır. Karar verme sürecinde izleyicilerin görüşlerine önem verir. Destekleyici ve cesaretlendirici eylemlerde bulunarak izleyicilerinde güven duygusunu geliştirir. Arabulucu: Çatışmaların çözümünde taraflar arasında anlaşmazlığın çözümüne katkı sağlayan, tarafsız, arabuluculuk sürecini yönlendiren kimse. Arabuluculuk: Bir uyuşmazlık durumunda tarafların uyuşmazlığını çözmek amacıyla tarafsız bir kişi tarafından yürütülen ve tarafların gönüllü olarak sürece katıldıkları alternatif çatışma çözme yöntemlerinden biri. Arabuluculuk Oturumu: sürecinin başlangıcından geçen süre ve olaylar. Durumluk öfke: Amaca yönelmiş davranışın engellenmesi veya haksızlık algısı karşısında, hangi şiddette gerginlik, sinirlilik, hiddet gibi öznel duyumsamaların yaşandığını yansıtan bir duygudur. Zaman, mekân ve olay içinde değişim gösterebilmekte ve çevredeki uyarıcılara bağlı olarak değişebilmektedir. Arabuluculuk sonuna kadar Arabuluculuk Rolü: Arabulucunun arabuluculuk sürecinde sahip olduğu statüye bağlı olarak sergilemesi beklenen davranış kalıpları. Duygusal Çatışma: Kişisel çekememezlik, bireysel olarak hoşlanmama veya anlaşmazlık nedeniyle ortaya çıkan çatışmadır. Arabuluculuk Tarzları : Arabulucunun arabuluculuk sürecinde benimsemiş olduğu süreci yönetme biçimi, sergilediği stil. Duygusal zeka: Bireyin kendini kontrol edebilme, karşısındakinin duygu ve düşüncelerini sezinleme, olumlu ilişkiler kurma becerisidir. B Bilişsel Çatışma: Mevcut görevin daha iyi yapılması, hedeflere daha etkin ulaşılması konusundaki farklı fikirler çatışmasıyla ortaya çıkan çatışmadır. E Bireyler arası Çatışma: Etkileşim içinde bulunan iki veya daha fazla kişinin arasındaki uyuşmazlık, anlaşmazlık ve farklılığı ifade eder. Empati: Kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısı ile bakması, o kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamlandırması, hissetmesi ve bu durumu karşısındakine iletmesi. Bütünleştirici Müzakere: Kazan-kazan yaklaşımının olduğu, işbirliği esaslı, ortak amaçlara ulaşılmaya çalışıldığı müzakere yaklaşımıdır. Engellenme: Bireyin arzuladığı bir hedefe ulaşma güdüsünün ya da yeteneğinin, herhangi bir engel tarafından durdurulması durumudur. Etik: Ahlak bilimidir. 185 F İş Tatmini: Bireyin işini sevme derecesidir. Fonksiyonel Bağımlılık: Bir işi bitirmenin, bir başka işin bitmesine bağlı olan etkileşim türüdür. İzleyici: Lider peşinden bir insan kitlesi gittiği sürece liderdir. Liderin her türlü kararına inanan ve bireysel/örgütsel amaçlara ulaşmada araç olarak gören kişiler liderin izleyici veya takipçisi olur. Lidere güven, sevgi, saygı ve bağlılık duyma izleyici olmak için önemlidir. Fonksiyonel Çatışma: Örgüt için sağlıklı ve yapıcı olan çatışmadır. Fonksiyonel Olmayan Çatışma: Örgütte sağlıklı olmayan ve yıkıcı çatışmalardır. Formelleşme: İşlerin yapılmasına ilişkin aşırı kural ve kaide sisteminin varlığıdır. K G Kaçınma: Bireyin çatışmayı göz ardı etmesi, yokmuş gibi davranmasına dayalı olan bir çatışma yönetim stilidir. Geri bildirim: Alıcının almış olduğu mesajı yanıtlamak üzere gönderici olarak bir mesaj hazırlayıp bir kanal aracılığıyla kaynağa iletmesi. Kanal: Mesajın kaynaktan alıcıya iletilmesinde kullanılan yol. Kaynak: İletişimi başlatan, mesajı gönderen ve kodlayan kişi. Grup Heterojenliği: Grubu oluşturan bireylerin yaş, cinsiyet, kıdem, mesleki geçmiş, kültür gibi özellikler bakımından birbirinden farklı özellikler taşımasıdır. Kendilik Algısı: Bireyin kendisi hakkında çevresinden aldığı geri bildirimler ile şekillendirdiği kendi hakkında hissettikleridir. Grup İçi Çatışma: Grup üyeleri arasındaki sosyal etkileşimi biçimlendiren hedef ve ilgilerin farklılığına ve üyelerin ortak bir hedefe varmak için birbirlerine bağımlı olma derecesine göre şekillenen bir çatışama türüdür. Kendini Yansıtma: İçinde bulundukları ortamın özelliklerine göre davranışlarını değiştiren kişiliktir. Kontrol Odağı: Bireyin başına gelen olayları kontrol etme inancının derecesidir. Gruplar Arası Çatışma: İki veya daha fazla grup arasında uyuşmazlık nedeniyle ortaya çıkan çatışmalar, gruplar arası çatışmayı ifade etmektedir. L Lider : Kişileri ortak hedeflere yönelten, hedefleri benimseten, kişiler arası köprüyü oluşturan, dağınık güç ve bilgiyi bir araya toplayıp ortak amaç için sinerji yaratan kişidir. İzleyicileri eyleme yönlendirmede bir etkileme gücüdür. İ İlgisiz Liderlik Stili: Serbest, laissez-faire gibi kavramlarla da kullanılan bu liderlik stilinde izleyiciler kendi kararlarını kendileri vermek durumunda bırakılırlar. Çünkü „laissez-faire“ anlam olarak „bırakın yapsınlar“ ya da „bırakın yapsınlar“ şeklindedir. Bu lider stilini benimseyen yöneticiler yetki kullanmaktan kaçınır. Uzmanlaşmış ve özyeterliği gelişmiş izleyicilerde kullanılabilecek bir tarz olarak değerlendirilir. Liderlik Stili: Liderin grubu harekete geçirmede benimsediği tarzdır. M-N Merkezileşme: Kararları alma yetkisinin örgütün üst yönetiminde toplanmasıdır. Mesaj: Kaynak tarafından alıcıya yollanan ve özel anlamı olan söz veya ileti. İnsanın Doğası: İnsanları diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerini incelemeye ve davranışlarını anlamaya çalışılmasını içeren bir kavramlar bütünü olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda insan bulunduğu çevre, toplum, kültür, aile, din vs. gibi kavramlar çerçevesinde incelenmektedir. Müzakere: Çatışmanın çözümsüz kaldığı zamanlarda tarafların anlaşmaya varmak amacıyla bir araya geldiği uzlaşma esaslı etkileşim sürecidir. Negatif Etkililik: Olaylara karamsar yaklaşan ve olumsuz düşünen kişilik tipidir. İşbirliği: Çatışma taraflarının her ikisinin de kazandığı, yüksek derecede işbirlikçi ve iddiacı bir çatışma yönetim stilidir. 186 O-Ö Rol Analizi Tekniği: Bireylerin sahip olduğu rollerin teker teker incelenmesi, rolün gerekliliklerinin ve rol sahibi ile alıcısının karşılıklı beklentilerinin ortaya konmasını ifade eder. Otokratik Liderlik Stili: Yetkeci liderlik olarak da nitelendirilen otokratik liderlik stiline göre eylemlerde bulunan yöneticiler yetkilerini kanun, yönetmelik ve toplumsal kurallardan aldıkları güçten alır ve uygularlar. Bu stildeki liderler ile izleyicileri arasında ilişkiler sınırlı ve resmidir. Otokratik lider için katı hiyerarşik kurallar çok önemlidir. Rol Çatışması: Rol alıcısının birbiriyle çelişen, birbiriyle uyumsuz veya birbirini dışlayan iki veya daha fazla eylemi gerçekleştirmek zorunda olduğu durumlarda ortaya çıkan çatışma türüdür. Ödüllendirici Güç: Bireylerin değerli gördükleri kaynakları kontrol etmeye dayalı bir güç temelidir. Rol Belirsizliği: Verilen bir göreve ilişkin açık ve net bir tanımın olmaması, görevin sorumluluk alanının belirgin olmaması durumudur. Öfke: Tehdit, engellenme, sözel saldırı, hayal kırıklığı ve benzeri gibi kişi için uyarıcı özellik taşıyan durumlarda ortaya çıkan ve merkezi sinir sisteminin güçlü şekilde tepki vermesi ile karakterize anlık duygusal bir tepkidir. S- T Sert Politik Taktikler: Karşı tarafı yenmek ve kendi amaçlarına ulaşmak için paylaştırıcı müzakerede kullanılan taktiklerin genel adıdır. Öfke Kontrolü: Öfkenin saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde ifade etme becerisinin kazanılmasıdır. Sözlü iletişim: Karşılıklı olarak konuşma ve dinleme etkinliklerini kapsayan iletişim süreci. Örgütsel Bağlılık: Bireyin çalıştığı örgütün amaç ve hedeflerini kabul etmesi, bunlara ulaşmak için çaba sarf etmesi ve örgütün üyesi olarak kalma isteğidir. Sözsüz iletişim: Beden dilinin veya yazı dilinin kullanıldığı iletişim süreci. Sürekli öfke: Bireyin sürekli olarak öfke duygusunu bünyesinde barındırmasıdır. Bireyin öfke eğiliminde olması halidir. Örgütsel Çatışma: Standart karar alma mekanizmalarında yaşanan bir aksama nedeniyle birey veya grupların, alternatif seçmede zorluk yaşamalarıdır. Tükenme: Stresin son aşaması olarak, bireyin çevresinden uzaklaşması, yabancılaşma duygusu ile kendi ve etrafında olanlarla ilgilenmeyecek kadar kendini kötü hissetmesidir. Özdeşlik Gücü: Bireylerin karşı tarafta uyandırdığı hayranlık, beğenilme, örnek alınma gibi nedenlerle sahip oldukları bir güç temelidir. U-Ü Özel Oturum (Caucus) : Arabulucunun arabuluculuk sürecinde taraflarla ayrı ayrı yaptığı görüşmeleri içeren toplantı. Uyum: Çatışma taraflarından sadece birinin tüm fedakârlıklarda bulunduğu, diğer tarafın ise tüm amaç ve isteklerine ulaştığı bir çatışma yönetim stilidir. P-R Uzlaşma: Çatışma taraflarının her ikisinin de fedakârlıklar yaparak orta noktada buluştuğu bir çatışma yönetim stilidir. Paylaştırıcı Müzakere: Kazan-kaybet yaklaşımının olduğu, rekabet esaslı, bireyin sadece kendi amaçların ulaşmaya çalıştığı müzakere yaklaşımıdır. Uzmanlık Gücü: Bireylerin sahip oldukları bilgi ve beceri düzeyine dayalı bir güç temelidir. Rekabet: Kazan-kaybet yaklaşımına dayalı olan ve çatışma tarafının tüm gücüyle amaç ve isteklerine ulaşmak için mücadele ettiği, yüksek derecede iddiacı, düşük derecede işbirlikçi bir çatışma yönetim stilidir. 187 Y-Z Yasal Güç: Örgütte resmi bir pozisyona, yüksek bir statüye sahip bireylerin kullandığı bir güç temelidir. Yazılı iletişim: Yazılı dokümanların ve araçların kullanıldığı iletişim süreci. Zorlayıcı Güç: Bireylerin korku, tehdit, ceza gibi kaynakları kullanarak sahip oldukları bir güç temelidir. 188