pdf - Sakareller

Transkript

pdf - Sakareller
İşte böyle
Çeviri Derlemesi
Temmuz 2016
Türkçesi: Işık Barış Fidaner
yersizseyler.wordpress.com
Kitabın LaTeX kodları yine CC AttributionNonCommercial 3.0 Unported Lisansı altındadır.
2
İçindekiler
Cinsel ilişkinin yokluğu ve iki evrensel
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
5
Hatırlamak & Unutmak
Russell Grigg . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
7
Baltalı Adam Anıtmezarı İstila Edip Vladimir Lenin’i
“Uyandırmak” İstedi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
18
Koşulların yazgısı
Alain Badiou . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
19
Sevgili Britanya
Slavoj Žižek, Yanis Varoufakis . . . . . . . . . . . . . .
21
Lobiciler Antlaşması
EDRi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
24
İkinci Geliş
William Butler Yeats . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
29
Zehirlidir
Brendan Cox . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
30
Engelli St. Jude hastası Havaalanı Polisi’yle kanlı
boğuşmadan sonra havaalanı ve TSA’yı dava etti . . .
31
3
NIH görme bilimcileri retinamızdaki çubukların
kaynaklanmasına dair kuramı test ediyor . . . . . . . .
33
Ateş böceklerine ne oluyor?
Melissa Breyer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
37
Led Zeppelin’i mahkemeye götüren merdiven . . . . . . . .
40
Standart sapmada niye N-1? . . . . . . . . . . . . . . . . . .
44
Küçük Yıldıztaşı Dünya’nın Sürekli Yoldaşı
NASA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
46
Sahipsiz Gök geliştiricisi oyunun adı üstüne ‘gizli, aptalca’
hukuk kavgasına kapıldığını söylüyor
Michael McWhertor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
49
Efsane ve şeytanîlik
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
51
Büyücülük ve bilim üzerine
Jacques-Alain Miller . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
52
Belçika Bunalımları
Stijn Vanheule . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
54
4
Cinsel ilişkinin yokluğu ve iki evrensel
Jacques Lacan — Temmuz 1972 — L’Étourdit, EN: C. Gallagher
Gelin biz gene bu yanıt işlevini bir apologla örnekleyelim, psikologun bize
sağladığı bağıran bir logla örnekleyelim, çünkü can bağırır, hatta, petit (a)
telaffuzu ile, b(a)ğırır.1
Sorun şu ki psikolog, kendi sahasını ancak teolojiyle destekleyebildiğinden,
psişik olanın normal olmasını ister, sonuçta onu baskılayacak şeyler geliştirir.
Özellikle de Innenwelt ve Umwelt, böylece insanın hiç çıkmadığı labirenti
yapan voltacı-insana [homme-volte] dikkatini vermekle daha iyi edecektir.
Uyaran-yanıt çifti ona bu icatlarını itiraf ettirir. Yanıt bireyin kendini canlı
tutmasını sağlayan şeydir, ne güzel, ama bunun çabucak ve kötü bitmesiyle beliren soruyu, hayatla bireyin tekrar-üremesi çözer, dolayısıyla soru
da tekrar-üremiş olur, yani bu durumda tekrar-LAN!-mış olur.2
Bilinçdışında keşfedilen şey aslında budur, sonradan bunun bir yanıt olduğu anlaşılır, ama uyaran olmasından dolayı.
Gene bu yüzden, ne olursa olsun, psikolog voltacı-insanın tekrarlamasına
geri döner, bunun da bilinçdışında üretildiğini biliriz.
1 ç.n.
2 ç.n.
Fransızcadaki sözcüğün “köşeye sıkışmak” “havlamak” gibi anlamları var.
Fransızcadaki ré-pète, İngilizcede re-fart yani tekrar-osurmak anlamına geliyor.
5
Hayat kuşkusuz ürer, niye ve nasıl Allah bilir. Yanıttan gelen şeyse olsa olsa
bir soru olur, hayatın üremesini destekleyen bir ilişki barındırmaz.
Bilinçdışından gelen şu formül hariç: “İnsan nasıl ürer?”
— “Sorunun üremesiyle” diye yanıtlanır. Ya da “seni konuşturmak için”
denir, ya da bilinçdışında varol-muş olur.3
İşte buradan iki tane evrensel elde etmemiz gerekir, (“lar” olup kendi
oluşlarına inanan) konuşmacıları birbirinden ayırmaya yetecek tutarlılıkta
iki tane bütün, eş-adımlarla ulaşırken ayakları fazla birbirine dolanmayacak
iki tane yarım-benlik4 elde etmemiz gerekir.
3 ç.n. Fransızcadaki ex-sister : buradaki “ex-” “dış” diye çevrilebiliyor ama bilinçdışı
bilincin dışındaymış diye illa tutup dışarıya çıkarılması gerekmez. Böyle uzamsal yerleştirmeler yerine “-miş” gibi kipsel bir fark bu bilinçdışı mesafeyi daha iyi ve daha incelikle
yakalayabilir.
4 ç.n. Fransızcadaki moitiés: “yarımlar” demek ama hemen sonraki cümlede “moi”
(ben) ile ilişkilendirilecek.
6
Hatırlamak & Unutmak
Russell Grigg — Mayıs 2016 — LC EXPRESS 3(2)
LCEXPRESS Lacancı Pusula’nın yeni biçimini sunar. Hem klinik için hem de çalışma günleri ve konferans buluşmaları öncesinde erişilmek üzere önemli metinleri dinamik vakitlerde sunmayı hedefler. Kuramsal çalışmalar ve klinik pratikler yayınlayan
LCEXPRESS hem Lacancı geleneğin uzundur bilinen kavramlarını hem de
yeni bıçak sırtı [cutting edge] formülleştirmeleri vurgulamaktadır.
7
Precis
Bu kışkırtıcı ve özenle inşa edilmiş makalesinde Russell Grigg
hem Freud hem de Lacan’ın yas ve melankoli kavramlarını gözden geçirerek bu terimlere dair anlayışımıza müdahale ediyor.
Grigg öncelikle yas işinin kaybedilmiş nesnenin silinmesiyle sona
erdiğini kabul eden Freudcu mefhuma karşı çıkıyor ve bize Freud’un
kendi kızının ölümünden sonra yaptığı gözden geçirmeyi hatırlatıyor. Lacan’ın çalışmasını temel alarak “anılaştırma” [memorialization] terimini öneren Grigg’e göre nesnenin anılaştırılması,
“nesnenin yok oluşuna dair Öteki’nde, simgeselde bir kayıt bırakılmasını şart koşar.” İkinci olarak Grigg melankoli ve psikoz
arasındaki koşutlukları belirtiyor. Lacan’da a nesnesinin icadından sonra psikoz mefhumunun genişlediğini, istila edici imgesel
keyfiyet (Schreber’deki gibi) odağından çıkıp nesnenin gerçeğiyle dolaysız yakınlaşmaya odaklandığını gösteriyor, ve Grigg
melankolide cereyan eden şeyin aynen bu gerçekle karşılaşma
olduğunu öne sürüyor. Grigg’in açıklamasına göre anılaştırma,
nevrotiğin a nesnesine karşı korunmasını tamir edecek fallik bir
işlevin yeniden inşa edilmesi boyunca yas işine yardımcı olur.
Fakat, melankolide nesnenin gerçeğini örten suretler düşer, yani
melankoli sonu gelmez bir yas değildir, daha çok, gerçek olanla
kaçınılmaz bir yüzleşmedir.
Nancy Gillespie, Eş-Editor
“Yasta ‘başarı’ nedir? Hatırlamakta mı yatar yoksa unutmakta
mı?” Julian Barnes
Yas nedir? Sahiden, bir insanın sevdiği birini kaybettiğinde, yani gerçekten
sevdiği birini kaybettiğinde başından geçen bu olay nedir?
Ve bir soru daha. Artık yas tutmamak nedir? Sevip kaybetmiş insan ‘en
sonunda,’ nihayet kederinin üstesinden geldiğinde, dedikleri gibi ‘hayatına
devam edebildiğinde,’ kendini ne halde bulur? Acaba kaybının üstesinden
gelmiş midir? Bir anlamda, evet, elbette, kaybının üstesinden gelmiştir. Ama
8
eğer bu kaybedilen kişinin unutulduğu anlamına geliyorsa, o zaman, hayır,
sevilip kaybedilen kişi unutulmamıştır. Kaybın acısı hafiflerken bile, hatırası
kalır.
Savım şu ki kaybedilmiş kişi kederlenmenin sonunda unutulmuş olmaz,
anılmış [commemorated] olur. Ve işte bu anma işinden bahsetmek istiyorum.
Freud konuyla ilgili klasik makalesinde yas hakkında çok tuhaf bir şey
söyler. Savı bilirsiniz: Yasta libidonun nesneye bağlandığı hatıraların her birisi
ele alınarak aşırı yükleme [hypercathected] yapılır ki libido onlarla bağını
koparabilsin ve süreç sonunda Ben [ego] “gene serbest ve ketlenmemiş [free
and uninhibited again]” kalabilsin.5 Benim savım bu iddiaya karşıydı: Bu
yorumun doğru olmadığı o kadar bariz ki Freud’un böyle demiş olması bana
garip geliyor. En gündelik gözlemde apaçık görülür ki yas her zaman geride
izler bırakır, sıklıkla sevilen kişiye dair acı veren anılar biçiminde. Anıların
verdiği acı zamanla körelse dahi, anma gibi özel günlerde yeniden su yüzüne
çıkmaya eğilimlidir, ayrıca en beklenmedik şeylerle bağlantı içinde aniden
belirebilirler: Bir film, bir parça giysi, bir tatil anısı, hatta yeni bir aşkla
bile. Kaybedilen nesnenin tamamen gözden kaybolması nadirdir; bir kez
sevilip kaybedilmiş nesnenin terk edilmesi muhtemelen asla iz bırakmadan
olmaz. Oysa Freud’a göre yas, insanın kaybedilen nesneye dair hatıralarla
bağını koparma sürecini içerir ve bu süreç ne kadar yavaş ve acı verici de olsa
status quo ante’ye [önceki duruma] geri dönülecektir. Dediğine göre ‘normal
vakada’ nesneye yatırılmış libido geri çekilir ve yeni bir nesneye yeniden tayin
edilir. Patolojik vaka olan melankolide ise kaybedilen nesnenin, “nesnenin
gölgesinin Ben üzerine düştüğü”6 yerde kaldığını söyler. Oysa normal yasta
bile kaybedilen nesne her zaman Ben üzerine gölgesini düşürür. İnsanın
nesnenin zaptından serbest kalıp yeniden yaşayıp sevebildiği zaman normal
yas sürecinin bittiği doğru olsa bile, Ben, kaybedilmiş nesneyi belirten izi
asla tamamen kaybetmez.
Aslında Freud kaybedilmiş sevgi nesnesinin asla tamamen terk edilmediğini ve başka bir şeyle değiştirilemediğini fark etmişti. İlginçtir, Freud’un bu
gerçeği fark etmesi ancak beşinci çocuğu Sophie’nin 1920’de yirmialtı yaşında İspanyol gribinden trajik ölümüyle olmuştu. Sahiden farkına varmıştı:
Nesneyle bağlılığın sürerek nesneyi canlı tutmasının nedeni –bir anlamda
5 S.
Freud, “Mourning and Melancholia,” Standard Edition 14: 245.
and Melancholia,” Standard Edition 14: 249.
6 “Mourning
9
onu anılaştırmasının nedeni– nesneye duyulan sevgidir. Aynı yıl 4 Şubat
1920’de Ferenczi’ye yazdığı mektupta “altından kalkılamaz narsisistik hakaret”ten bahsetmişti.7 Ardından, dokuz yıl kadar sonra 11 Nisan 1929’da
benzer bir kayıp geçiren Ludwig Binswanger’i teselli ettiği mektupta Freud
şöyle yazmıştı: “Böyle bir kaybın ardından hissettiğimiz akut acının kendi
akışını izleyeceğini biliriz, ama tesellisiz kalacağımızı ve asla yerine geçecek
bir şey bulamayacağımızı da biliriz. Yerini almak üzere ne gelirse gelsin, o
yeri tamamen dolduracak olsa bile, başka bir şey olmakla kalır. Ve bunun
böyle olması gerekir. Terk etmek istemediğimiz bu sevgiyi kalıcılaştırmanın
tek yolu budur.”8
“Ve bunun böyle olması gerekir,” diye yazar Freud. Yas, nesnenin insanın
hayatındaki mevcudiyetini sona erdirmez ve sona erdirmemelidir. Kaybedilmiş nesneye yas tutma süreci, kaybedilen insanı ve onunla ilişkiyi anılaştırmaya yönelik ısrarcı bir dürtüyle el ele gidebilir. Sanki o insana ve onunla
kurulan bağa duyulan saygıdan dolayı, insan, nesneyle kurduğu bağın anısını
sürdürmeyi kafasına koymuş gibidir, öyle ki nesnenin ömrü psişik yas işinin
ömründen daha uzun sürebilir. Anmak, başkalarının anısını taşımak, yas ve
kaybın köklü bir özelliğidir. Goethe’nin şöyle yazdığı söylenir: “İki kere ölürüz: ilki kendi ölmemiz, sonra da bizi bilmiş ve sevmiş olanların ölmesi.”
(Goethe’nin ironisi istisna) Sevilip kaybedilmiş olanların izini yaşayan anılar
gibi canlarımızda taşırız.
Yas sona erdiğinde nesne gene bir anlamda muhafaza edilmiştir; ve bunun
böyle olması gerekir. Sevilip kaybedilmiş bir insanın ısrarcı hatırasıyla gelen
sıkıntı az da olsa çok da olsa, kayıp geçiren kişinin kaybettiği insanı unutmak
istemesi söz konusu olamaz. Dahası, kayıp sonrasında tecrübe edilen üzüntü,
pişmanlık ve acı, kişinin kendine duyduğu saygıyı hiç etkilemeyebilir. Sevilen
birinin kaybıyla kişinin hayatı yoksunlaşabilse dahi, kendine verdiği kıymetin
bu nedenle küçülmesi gerekmez.
Yas, önemli bir anılaştırma itkisine ifade verir; matemlilerin –arkadaşlarının ya da sevdikleri kişinin ölümüyle bir anlamda geride kalanların– yine
matemlilerden talep ettiği ölüye saygı ifadesi gibi bir anılaştırma itkisine
7 Eva Brabant, Ernst Falzeder and Patrizia Giampieri-Deutsch, eds. The Correspondence of Sigmund Freud and Sandor Ferenczi vol. 3, 1920–1933 (Cambridge MA: Harvard
University Press, 2000), 7.
8 Gerhard Fichtner, ed. The Sigmund Freud-Ludwig Binswanger correspondence,
1908-1938 (London: Open Gate Press, 2003), 196. Vurgu benim.
10
ifade verir.
Julian Barnes kederli insanın ikilemine etkili bir ifade verir: Yasta ‘başarı’
nedir, diye sorar? Hatırlamakta mı yatar yoksa unutmakta mı?
Kederlenen kişinin yasını bir maneviyat altında gördüğü açıktır. Yas tuttuğumuzda kaybımızdan narsisistik acı duymakla kalmayız (Freud’un dediği
“narsisistik yara” budur), aynı zamanda kaybedilen insanın hatırasıyla manevi bir bağ kurarız – bağlılık da diyebilirsiniz. Ne tür bir bağlılıktır? Evet,
onların hatırasına bir bağlılığımız vardır, böyle deriz. Sevmiş olduğumuz
nesneyi anılaştırmaya yönelen bir bağlılığımız vardır, ve bu anılaştırma için
onun simgeselde bir şekilde işlenmesi gerekir. Kaybedilenin anılaştırılması,
Öteki’nde, simgeselde, nesnenin yok oluşuna dair bir kayıt bırakılmasını şart
koşar. Ve Öteki’nde kayıtlandığı için, bu kaydın hem kamusal [public] hem
hususi [private] olması, hem maddi hem psişik olması şarttır. İki yıl önce
APW’da savunduğum gibi yas, kamusal ritüel ve anmayla ne kadar ilgiliyse
içsel psişik işlemeyle de o kadar ilgilidir.
Yas sürecinde narsisistik bileşenler bulunduğu aşikar olsa da, yas tutan
kişi kendisiyle saplantılı ve kaybına sabitlenmiş olabilse bile, biz bu hali
maneviyatla muhakeme ederiz. Yine Barnes’a dönüyorum:
Bak onu ne kadar sevmişim, gözyaşlarımla da bunu kanıtlıyorum.
Bak ne kadar acı çekiyorum, başkaları anlamayı hiç beceremiyor:
Ne kadar sevmiş olduğumun kanıtı değil mi bu?
Belki, belki değil.9
Yasın unutmaktan çok hatırlamakla ilgili olduğunu öne sürdüm. Şimdi ekleyebiliriz ki yastaki mesele hatırlamanın doğru yolunu bulmaya benzer. Ya
da tercih ettiğim terimle, anmanın [commemorate] doğru yolunu bulmaya
benzer.
Yas ritüelleri anmanın ‘doğru’ yolunun bir parçasıdır, elzemdir. Yas ritüelleri o kadar önemlidir ki ‘yas tutan’ sözü bir insanın kederine atıf yapmaz,
ya da buna olsa olsa dolaylı atıf yapar. ‘Yas tutan’ en başta ve öncelikle
ritüel icra eden birisidir. O cenazeye katılan ya da ‘yasta’ olduğu söylenen
9 Julian
Barnes, Levels of Life (NY: Random House, 2013), 113.
11
birisidir, bu da çoğu zaman dinsel kurala veya popüler adete uygun tavsiyelerle olur. Yas siyah giyinmek anlamına gelebilir; iki hafta veya kırk gün
sürebilir, yas süresi çoğu zaman günü gününe hesaplanır. Bazı kültürlerde
vefat edenleri onurlandırmak üzere kamusal keder gösterisi yapacak profesyonel yas tutucular çalıştırmak bile mümkündür. Ne olursa olsun, yas
pratiği, bir insanın keder ölçüsünü belirtmekten çok, vefat edenlere saygı
belirtmek üzere az veya çok isabetle [more or less correctly ] icra edilen bir
ritüeldir. Bunun gibi, yas pratiği açık tariflerle sınırlanmadığında bile, yasla
ilintili faaliyetlere dair gene münasiplik değerlendirmeleri yapılabilir. Hamlet’in alaylı sözleriyle, “Tasarruf, tasarruf, Horatio! Cenazede pişen etlerle /
Soğuk soğuk donatmışlar düğün sofralarını.”10
Peki içsel yas işine, kederlenenin geçirdiği psişik işlemeye ne olacak? Psişik
yas sürecini nasıl anlayacağız? Freud’un dediği şekilde anlayamayız çünkü o
bunu unutmaya bağlar, yüklemenin geri çekilip yeni nesneye yatırılmasına
bağlar – kendisi bu görüşü sonradan örtükçe de olsa terk eder, kızı Sophie’nin
ölümüne atıf yaparak unutmamanın etik gerekliliğinden söz etmesiyle.
Gelin yası anılaştırma gibi düşünelim. Öncelikle doğru yoldan anılaştırmayı
temel almalıdır. Lacan’ın Désir et son interprétation’daki Hamlet tartışmasında dediği gibi, Hamlet’in babasının henüz ölmemiş olmasının ve geceleyin
huzursuzca sahnede dolaşmasının esas sebebi, doğru düzgün anılaştırılmamış olmasıdır – onur ve asalet değerlerinin yürürlükte olduğu o çağda, cinayetin öcünün alınması doğru düzgün anılaştırılmada elzemdi. Bu ‘doğru
yol’ meselesine geri döneceğim. Şimdilik yas mekanizmasıyla ilgili bir şey
söyleyelim.
18. bölüm “Yas ve arzu”da Lacan yası Verwerfung’un tersine benzeten
küçük bir yorum yapar. Tam olarak şöyle der: Sevilen birinin kaybı ardından duyulan kederle, gerçek olanda bir delik açılır, öyle ki özne ... Verwerfung’un tersine bir ilişki içine girer. Bunu böyle netleştiren Lacan sonra
ekler ki Gerçek olandaki bu delik “ancak kendi etiniz ve kendi kanınızla
satın alabileceğiniz imleyeni, özünde örtülü fallus olan imleyeni ... harekete
geçirir.”11 Burada söylendiğine göre, demek ki, sevilen birinin kaybının gerçeklikte yarattığı gedik, psikoz tetiklenmesinde tipik olan süreci tersi yönde
10 Hamlet
perde 1, sahne 2, satır 179-180.
Lacan, Le séminaire VI: Le désir et son interprétation, ed. Jacques-Alain
Miller (Paris : La Martinière, 2013), 397.
11 Jacques
12
başlatır. Psikozdaki gibi imleyenlerin vahim bir çöküşüyle Babanın-Adının
yokluğunun ortaya çıkması yerine, yastaki kayıp, kişiyi libidoyla sevgi nesnesine bağlayan fallik imleyenlerin faaliyetini bilinçdışında yeniden başlatır.
Bu da, kaybedilmiş nesnenin anılarının yasta neden böyle canlandığını, neden insana her şeyin kaybedilmiş nesneyi anımsattığını ve neden nesnenin
insanın rüyalarına girdiğini açıklar. O halde, Freud’un yaklaşımına göre yas
işi nesnenin taşıdığı özelliklerin yavaşça ve zahmetlice birer birer bırakılması
olsa da, Lacan’a göre bu süreç, nesneye simgeselde bir anıt inşa ederek
nesnenin muhafaza edilme sürecidir.
Bence yas mekanizması az çok şuna benzer: Yas işi, nesnenin imgesel
özelliklerinin, i(a)’nın, Öteki’nde yerleşik imleyenlerle kodlanmasından oluşur. Yas sürecinin acılı olması, sevgi ve arzunun bizi bağladığı suretlerin
düşüşünden kaynaklanır, Freud da böyle öğretmiştir; ama –ki Freud’un kavrayamadığı şey budur– yas işi, bu suretlerin Öteki’nde kayıtlanmış ve teyit
edilmiş imleyenlere dönüştürülmesidir. Yas işi, topluluk olayı olan ritüel ile
–cenazeler, yas pratikleri, vb.– bireyde bu anmayı beceren psişik yas işinin
bileşimidir. Kaybedilmiş nesneyle ya da daha çok onun nitelikleriyle kurulan
özdeşim, bu sürecin sadece bir parçasıdır.
Yasla ilgili bütün mesele bu değildir, yasta öznenin objet a ile ilişkisini
içeren gerçek bir boyut da bulunur. Yasta kişinin suretlerini acıyla kaybetmesiyle birlikte, altta yatan a nesnesi ortaya çıkar, kişinin arzu sebebi, kişinin iğdişini desteklemek üzere yerleştirdiği bu nesne ortaya çıkar. Böylece
a nesnesinin gerçeğine maruz kalınır, ya da en azından a nesnesinin olağan
hallerde nesnenin ideal özelliklerince gizlenen belirli bir yanına maruz kalınır.
Yasta bu gizlidir, melankolide barizdir.
Analitik deneyimde bu sürece aşinalığımız vardır, analizin bitişi bu süreçle
akrabadır, zayıflatılmış halde de olsa. Analizi oluşturan ‘yavaş yanma’dır bu,
başka bir yerde bundan bahsetmiştim. Melanie Klein bunun bir yas biçimi
olduğunu görmüştü. Klein’ı gözden geçirerek, o halde, analizin ilerleyişini bir
çeşit travmatik olmayan travmatikleştirme işi gibi düşünmek, ya da diyelim
ki imgesel olanın denetimli düşüşü gibi düşünmek mümkündür. Analizde
suretlerin düşüşü kara bahtın kanca ve oklarının sonucu değildir; daha çok,
suretlerin düşüşü, yavaşça, ve yorumlamayla regüle edilen bir yolla, analizin kendi sonucudur. Dolayısıyla da böyle vakaların analiz süreci elbette
yaraların iyileştirilmesiyle, öznenin kimliğinin düzeltilmesiyle, ya da önceki
13
duruma [status quo ante] geri dönülmesiyle daha az alakalı olur. Yorumlama, ve aslında analiz sürecinin kendisi, bireyin narsisizmini sarmalayan
yapıntıları [artefacts] çözdürmenin daha şiddetsiz araçlarıdır. Ve nazikçe bir
uyanış, öznenin hesapladığı ve onayladığı yavaş bir travma, dediğimiz gibi
‘yavaş yanma,’ Öteki’nin sadizmi ya da sinisizminden gelebilecek öngörülmedik krizlerden kuşkusuz daha yararlıdır.
Aslında melankoliyle yas arasındaki özsel fark işte burada yatar. a nesnesinin gerçeğine maruz kaldığında, melankolik özne nesne karşısında kendini
savunmasız bulur. Nesne yasta olduğu gibi anılaştırılamaz, anılaştırılmak yerine sonsuza kadar orada Gerçek olanda kalır. Nesneyi örtemeyen suretlerin
çöküşü süreklileşir, ve nesnenin ‘yamulması,’ [grimace] güzel bir yüzün ardındaki kafatasının yamulması gibi, ortaya çıkar; melankolik için, suretlerin
örtüsü, a nesnesi üzerindeki i(a), tamamen düşer.
Melankoliyi psikotik bir süreç gibi anlayabilir miyiz? Ben inanıyorum ki
anlayabiliriz. Bunu şöyle anlatalım. Simgesel düzen imgesel keyfiyeti regüle
eder, süreç içinde onu özneden çıkartır/eksiltir [subtract]. Keyfiyetin bu
çıkartılması/eksiltilmesi, ki ( −φ ) diye yazarız, libido ve dürtü zemininde
hayata geçer. Şimdi, psikozda Babanın-Adı dışarıldığı [foreclosed] için, hem
regüle edilmemiş hem de istila edici aşırı bir imgesel keyfiyet imkanı ortaya
çıkar. Mesela Schreber’in başlangıçta kendini içinde bulduğu kargaşa ve
kafa karışıklığına, istila edici imgesel keyfiyet eşlik eder. Sonra, psikozunun
akışı içinde, keyfiyetini regüle etmenin yeni bir yolunu bularak dünyayla yeni
bir ilişki inşa eder, bu da onun kuruntulu mecazıyla [delusional metaphor ]
birlikte belirir.
Schreber’in paranoyak kuruntusundaki istikrar, hastalığın [disorder ] erken
fazındaki aşırı keyfiyete boğulma haline tezattır. “Psikozun İmkanlı Tüm
Tedavilerini Önceleyen Bir Soru Üzerine”de Lacan psikozun erken kafa karışıklığı dönemini “öznenin ayna evresine gerilemesidir [regression] – genetik
değil, topografik bir gerilemedir” diye tarif eder, “speküler ötekiyle ilişki
burada ölümcül [mortal] tesirine indirgenmiştir.”12 Mesela Schreber’in sesleri ondan “bir vebalı ceset bir başka vebalı cesedi yürütüyor” diye bah12 Jacques Lacan, “On a Question Prior to any Possible Treatment of Psychosis,” in
Ecrits: The First Complete Edition in English, trans. by Bruce Fink in collaboration with
Héloïse Fink and Russell Grigg (New York, London: W.W. Norton & Company, 2006)
473. Vurgu benim.
14
seder; onun bedeni “yabancı ‘sinir’ kolonilerinin bir toplaşmasından, ona
eziyet edenlerin kopuk fragmanlarının bir tür çöplüğünden” ibarettir.13 Lacan kendi analizini İmgesel ile Simgesel arasındaki ayrım bakımından yapar.
Burada sözü edilen hiçleştirme [mortification] imgesel ilişkiye doğru yapısal
gerilemenin sonucudur. Gerçekteki nesne hiçbir rol oynamaz.
Tahmin edilebilir ki Lacan eğer bu metni 1958 yılı yerine 1964 yılından
sonra yazmış olsaydı, a nesnesinin oynaması gereken role de başvurmuş olacaktı. Hiçleştirici [mortiferous] rolü bu nesneye atfedecekti, İmgesele doğru
gerilemeye değil. Ve fallik imlendirmenin çöküşünü, yani Şema I’deki “Φ0 ”ı,
a nesnesinin dolayımsız mevcudiyetiyle birbirinden ayırt edecekti. Lacan’ın
1967 yılında Sainte Anne Hastanesi’nde arkadaşı Henri Ey’in desteği altında
yaptığı dersler dizisinde, bir psikiyatristler toplantısında yaptığı şu yorumu
buluruz:
Özgür insanlardır, hakikaten özgür insanlardır, deli olanlar. Onda
hiçbir petit a talebi yoktur, onu elinde tutar, o onun duyduğu
seslerdir mesela. [...] O Öteki’nin, büyük Öteki’nin mahalline
yapışıp kalmaz, a nesnesi üzerinden onu kendi kullanımında tutar. [...] Diyelim ki o kendi sebebini cebinde taşıyordur ve bu
yüzden o delidir.14
a nesnesinin psikozdaki yakınlığı, öznenin onu arzunun nesne sebebi gibi
kendinden ayırmamış olması demektir. Nevrotik öznede konuşma ve dil mahalli olan Öteki’nce üretilen bu ayrılma, keyfiyeti hem regüle eder hem de
sınırlandırır. Bu ayrılmanın yokluğunda ise bir keyfiyet bolluğu açığa çıkar,
erotomani, hipokondriyasis gibi tipik psikotik oluşumlarda ve paranoyanın
karakterindeki eziyetlerde böyle olur; ayrıca psikotik öznede dişileşme olur,
Lacan’ın tabiriyle ‘pousse-à-la-femme’, ve bunu birçok transeksüelde buluruz, köprülenemez kesinliklerinde ve bazen ısrarla kendi belirli dişilik ideallerine daha iyi benzeyebilmek için cerrahi müdahalelerin peşine düşmelerinde
bunu buluruz.
Melankolide yine aynı nesneden ayrılmayı başaramama haliyle karşılaşırız.
Depresif işlev şu olguyla açıklanır: Ayrılıp itilmemiş nesne, ‘bir parça ger13 “On
a Question Prior”, op. cit. 473.
Lacan, “La formation du psychiatre et la psychanalyse”, 10 November 1967,
http://www.ecole-lacanienne.net/documents/1967- 11-10.doc
14 Jacques
15
çek’ olarak (Lacan’ın ‘un bout de réel’ dediği şey olarak) özneyi kendi tahribatı [ravages] karşısında açıkta ve savunmasız bırakır. Paranoyayla bunu
kıyaslamak yardımcı olabilir: Paranoyak, onun kötülüğünü isteyen kötücül
Öteki’nin kurbanıdır; melankolik, Simgesel dolayımdan geçmemiş korkunç
nesnenin Gerçeği karşısında benzeri bir savunmasızlık içindedir.
Lacan melankoliden çok nadiren söz eder ve duygusal ya da tutkusal psikozlara dair bize pek bir anlatım sunmaz, Clérambault’nun bu konuya dikkat
etmesine rağmen. Bence melankoliyi şu bakımdan anlayabiliriz: Nevrotiğin
libidinal nesneye erişimi suretler yoluyla olurken, melankolide suretlerin örtüsü nesneden düşer, ve melankolik gerçekteki nesneye maruz kalır, onun
insafına kalır. Bu nesne paranoyada olduğu gibi eziyet edici de olabilir, melankolideki gibi tiksindirici, rezil edici [abject-making] de olabilir.
Yani Freud’un yas ve melankoliyi kıyaslayıp tezatlaştırması biraz yanıltıcıdır. Melankoliğin tecrübe ettiği, ezelî bir yas değildir, Gerçekteki nesneye
kaçınılmaz bir yakınlıktır. Nevrozda nesne ve suretlerinin fallik bir sunuluşu
vardır, melankolide ise gerçek nesneyle karşılaşılması söz konusudur.
Gerçekteki nesneden ve yasla melankolideki mevcudiyetinden dolaşan bu
uzun sapaktan sonra yeniden rüyalara ve travmaya dönersek, izin verirseniz
Freud’un Traumdeutung’da anlattığı rüyaya dair Lacan’ın yaptığı tartışmaya
atıf yapayım, “Baba, yandığımı görmüyor musun.” Lacan’ın dehası, rüyanın
kalbindeki travmatik öğeyi gösterebilmek için, tam da Freud’un rüyaların
uykunun muhafızı olduğu iddiasını örneklemekte kullandığı şeyden yararlanmasıdır. Lacan’ın gösterdiği gibi, birincil sürecin kalbinde “travmanın kendi
varoluşunu bize fark ettirmekteki ısrarının muhafaza edildiğini görürüz.”15
Sonra da, “gerçeklik sistemi [...] gerçeğe ait olan şeylerin elzem bir parçasını,
haz ilkesinin örümcek ağında [web] mahpus bırakır.”16 Travmadaki ısrarın
muhafaza edilmesinin, öne sürdüğüm anılaştırmayla bağını tespit edebiliriz,
rüyanın travmatik tekrarlanışında bu vardır, yastaki anılaştırmada yine bu
vardır, melankolide nesnenin başarısız anılaştırmasında yine bu vardır.
15 Jacques Lacan, Seminar XI: The Four Fundamental Concepts of Psycho-Analysis,
ed. Jacques-Alain Miller, trans. Alan Sheridan (London: The Hogarth Press, 1977), 55.
16 Seminar XI, op. cit. 55. Çeviri değiştirildi.
16
LCEXPRESS’i üreten ve dağıtan
LACANCI PUSULA
Maria-Cristina Aguirre, Editör
Nancy Gillespie, Eş-Editör
Pierre-Gilles Gueguen, Danışman
Cyrus Saint Amand Poliakoff, Tasarımcı
Lacancı Pusula, Birleşik Devletler’de Psikanalizin Lacancı Yönelimini, yani
ilk olarak Sigmund Freud’un tarif ettiği ve sonradan Jacques Lacan ve
Jacques-Alain Miller’in ayrıntılandırdığı psikanalizi geliştirmeye ve teşvik etmeye adanmış bir gruptur.
Lacancı Pusula’ya abone olmak için e-posta atınız:
[email protected]
Daha fazla bilgi almak ve arşive erişmek için ziyaret ediniz:
lacaniancompass.com
17
Baltalı Adam Anıtmezarı İstila Edip
Vladimir Lenin’i “Uyandırmak” İstedi
15 Haziran 2016 — katehon.com
Moskova Kızıl Meydan yakınlarında Rostov bölgesinden gelmiş 54 yaşındaki
silahlı ziyaretçi, tutuklandı.
Başkent polisi dünya proletaryasının önderine yönelik bir saldırıyı daha önledi.
Kanun yaptırım memurları anıtmezar yakınında şüpheli bir adam fark ettiler,
elinde bir balta vardı. 54 yaşındaki şüpheli gözaltına alındıktan sonra ilginç
detaylar keşfedildi.
Rostov bölgesinin bu sakini başkente Vladimir Lenin’i “halletmek” niyetiyle
gelmişti. Memurlara anıtmezarı “kapatacağını” ve ölüyü “uyandıracağını”
söyledi. Hadise 13 Haziran akşamı cereyan etti.
Adam şu anda bir psikiyatri hastanesinde bulunuyor.
Nisan ayında Amerikan popüler gösteri katılımcıları Vladimir Lenin’i anıtmezardan çalarak filmini yapmaya niyetli olduklarını duyurmuşlardı.
18
Koşulların yazgısı
Alain Badiou — 2012
Bütün meselenin kalbi, bana göre şudur: Devrimci olay, aslında çok çeşitli
biçimlerde, komünist Fikrin her politik bedenlenişinin kaynağında yatıyor
olsa bile, onun ne kuralıdır ne de modelidir. Terör bence aslında ayaklanma
ya da savaşın Devlet araçlarıyla devam ettirilmesidir. Fakat komünist Fikrin
politikası, böyle talihsizlikler geçirmeye mecbur kalmışsa da, ayaklanma veya
savaş değildir ve bunlara indirgenebilir asla olmamalıdır. Zira onun hakiki
özü, inşa ettiği yeni politik zamanın kökü, rehber ilkesi, bir düşmanın yok
edilmesi değil, insanlar arasındaki çelişkilerin pozitif çözdürülmesidir, yeni
bir kolektif yapılanmanın politik inşasıdır.
Bu noktayı daha net tespit etmek adına, doğaldır ki gene Terörle ilgili son
iki hipotezden başlamalıyız. Şimdiki uzlaşıya göre anti-komünist propagandanın destek aldığı çehreler çoğu zaman absürt de olsalar, şiddeti ve Stalinci
Terörün çapını tamamen teslim etmeliyiz. Bu konuyu, komünist Fikirden
esinlenen bir rejimin, sosyalist devletler rejiminin tarihte emsali olmayan
tatbikatının ne koşullar altında üstlenildiği sorusuna bağlamalıyız. Bu koşullar, emperyalistler arası savaşlarla dünya çapında boğazlaşma, kudurmuş
iç savaşlar ve yabancı güçlerin karşı-devrimci hiziplere verdikleri yardımdı.
Tecrübeli ve sabırlı politik kadroların hep eksikliğinin duyulduğu, en iyilerin
erkenden tufana kapılıp gittikleri koşullardı. Bütün bunlar, üstben buyruğu
ve kronik kaygı bileşiminden oluşan bir politik öznellik yarattı. Belirsizlik,
cahillik ve ihanet korkusu, önderlerin nasıl bir iklimde karar aldıklarına dair
19
bugün bildiğimiz kadarıyla, en belirleyici etkenlerdi. Bu öznellik de böylece,
ana eylem ilkesi olarak, her çelişkiye sanki çatışkısalmış [antagonistic] gibi,
sanki ölümcül bir tehlike getiriyormuş gibi davranılmasına yol açtı. İç savaşta gelişen, yanında olmayan herkesi öldürme alışkanlığı, üstün geldiği
her seferinde hayrete düşen bu sosyalist devlette giderek pekişti.
Bütün bunlar komünist Fikrin kendisiyle ilgili değildir, daha çok bu fikrin
tarihteki ilk deneyinde yaşanan belirli süreçle ilgilidir. Bugün en baştan başlamalıyız, bu deneyin olası neticesinin bilgisiyle silahlanmış olarak. Komünist
Fikirle Devlet Terörü arasında ilkesel hiçbir ilişki olmadığını savunmalıyız.
Hatta eleştirilmeyi göze alarak şöyle bir analoji kuracağım: Hıristiyan Fikrin
Engizisyonla ilkesel bağı var mıydı? Yoksa Asisili Aziz Francis’in tasavvuruyla mı ilkesel bağı vardı? Bu sorun ancak Fikrin gerçek bir özneleşmesinin
içinden kararlaştırılabilir. Yine de, komünist Fikri Parti-Devlet –tasavvuru
savaş mecazıyla şekillenmiş bir örgüt– terörizmi kılığında gelen koşulların
yazgısından azat etmemizin tek yolu, bu Fikri bugünkü koşullarda tekrar
yürürlüğe koymaktır.
“Komünist Fikir ve Terör Meselesi” Lacanian Ink 40, s.39
20
Sevgili Britanya
7 Haziran 2016 — yanisvaroufakis.eu
Sevgili Britanya,
Stalin’e 1920’lerin sonunda “Sağ mı sol mu, hangisi daha kötüdür?” diye
sorulduğunda, “İkisi de daha kötüdür!” diye hemen yanıtlamıştı. AB’den
çıkıp çıkmama meselesine benim ilk tepkim budur.
Britanya halkına “Lütfen Avrupa’da kalın!” diye duygusal mesajlı aşk mektupları göndermek değil derdim. Nihayetinde tek bir mesele beni ilgilendiriyor. Avrupa bir kısır döngüye kapılmış, fol karşıtlar [false opposites] arasında–küresel kapitalizme teslim olmak ile göçmen karşıtı popülizme teslim
olmak arasında– salınırken, bu çılgın oyunun dışına adım atma şansını bize
hangi politika sağlayabilir?
Küresel kapitalizmin simgeleri Hizmette Ticaret Anlaşması (Tisa) ya da
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) gibi ticari anlaşmalarla
gizlice müzakere ediliyor. TTIP’in sosyal tesiri yeterince nettir: Demokrasiye
gaddarca bir saldırıdan aşağısı değildir. Bunun en açık ve net göstergesi,
Yatırımcı-Devlet İhtilaf Çözümlemesi örneğidir, buna göre şirketler hükümet
politikaları sebebiyle kâr kaybına uğrarlarsa hükümetlere dava açabiliyor.
Basitçe bunun anlamı, seçilmemiş ulusaşırı şirketlerin demokrasiyle seçilmiş
hükümetlere politika dikte edebilmesidir.
Peki Brexit bu bağlamda neye yol açar? Sol kanat bakış açısından Brexit’i
destekleyecek kimi iyi nedenler bulunabilir: Brüksel teknotratlarının denetiminden muaf, güçlü bir ulus devlet, refah devletini koruyabilir ve tasarruf
[austerity ] politikalarına karşı koyabilir. Fakat ben bu tercihin ideolojik ve
politik arkaplanından endişeliyim. Yunanistan’dan Fransa’ya “radikal sol”
kalıntıları üzerinde yeni bir trend yükseliyor: Ulusalcılığın yeniden keşfedilmesi. Birdenbire evrenselciliğin modası geçiyor, “köksüz” küresel kapitalin
cansız, politik ve kültürel karşılığı olarak evrenselcilik devre dışı kalıyor.
21
Bunun nedeni apaçıktır: Sağ kanat ulusalcı popülizmin batı Avrupa’daki
yükselişi, ki günümüzde işçi sınıfı çıkarlarının korunmasını savunan en güçlü
politik kuvvet budur, aynı zamanda münasip politik tutkuları açığa çıkarabilen en güçlü politik kuvvet de budur. Yani şöyle akıl yürütülüyor: Sol
bu ulusal tutkular sahasını neden radikal sağa terk etsin ki, neden “Front
National’in la patrie’sine el koymasın” ki?
Bu sol kanat popülizmde, Onlar karşısında Biz mantığı sürüyor, ama burada “onlar” yoksul mülteciler ya da göçmenler değil, finansal kapital ve
teknokrat devlet bürokrasisi oluyor. Bu popülizm eski işçi sınıfı antikapitalizminin ötesine geçiyor; ekolojiden feminizme kadar, istihdam hakkından
ücretsiz eğitim ve sağlık bakımına kadar bir mücadeleler çokluğunu bir araya
getirmeyi deniyor.
Çağdaş solun hep tekrarlayan öyküsünde bir önder ya da parti “yeni bir
dünya” vaat ederek (Mandela, Lula) evrensel bir hevesle seçilir – ama er
ya da geç, çoğu zaman birkaç yıl sonra, anahtar ikileme toslanır: Kapitalist
mekanizmalara dokunmaya cüret edilecek mi, yoksa “oyunu oynamaya” mı
karar verilecek? Eğer mekanizmalar aksatılırsa, pazar karışıklıkları, ekonomik
kaos vesaire onları çabucak cezalandırır. Peki ilk hevesli aşama geçtikten
sonra işleri nasıl ileri itebiliriz?
Benim kanaatime göre hâlâ tek umudumuz ulus-aşırı eylemlerdir – ancak
bu yoldan küresel kapitalizmi kısıtlama şansı bulabiliriz. Ulus-devlet, mülteci
krizini, küresel ısınmayı ve diğer cidden yakıcı meseleleri ele almak için doğru
bir enstrüman değildir. Yani Avrokratlara ulusal çıkarlar adına karşı çıkmak
yerine, gelin tüm-Avrupalı bir sol oluşturmayı deneyelim. Ve bu umut payı
nedeniyle şöyle diyesim geliyor: Brexit’e karşı oy verin, ama bunu bir günahkarı desteklerken ona gizlice beddua eden dindar bir Hıristiyan gibi yapın.
Sağ kanat popülistlerle rekabete girmeyin, mücadele şartlarını onların tanımlamasına izin vermeyin. Sosyalist ulusalcılık, ulusal sosyalizm [national
socialism] tehdidine karşı mücadelenin doğru yolu olamaz.
Slavoj Žižek
Slovenya
22
Sevgili Britanya,
Geçen yıl denedim ve başarısız oldum, ...17
Yanis Varoufakis
Yunanistan
17 ç.n.
Gerisini okumaya gerek yok.
23
Lobiciler Antlaşması
EDRi — 13 Ekim 2013 — lobbycharter.eu (İngilizce metin daha güncel)
Amerika Birleşik Devletleri hükümeti ve Avrupa Komisyonu
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’na (TTIP) ek olarak
Endüstri lobicilerine işbu antlaşma ile demokratik karar süreçlerini
şimdi ve gelecekte kısıtlandırabilmeleri için aşağıdaki kuvvetlerin
teslimini vakaretle temin eder:
* İşverenler demokratik olarak seçilmiş hükümetlerimizin aldığı veya planladığı herhangi bir karara yasal olarak karşı çıkabilirler.
Şu anda AB ve ABD vatandaşları ve şirketler hükümetlerini yerel mahkemelerde dava edebilmekteler. Fakat eğer şu anki AB
teklifleri onaylanırsa, TTIP yatırımcıdan-devlete ihtilaf çözümlemesi (ISDS) fıkraları içerecek. Bu fıkralar yabancı yatırımcılara
(çokuluslu şirketlere) fazladan haklar, vatandaşlarda olmayan
haklar verecek.
AB ve ABD şirketlere bu hakları verirken mahkemelerin ISDS
haklarını giderek daha geniş yorumladıklarını çok iyi bilmekte.
Hatta bu haklar artık gelecekte beklenen kârları da içerecek.
Yasalarda yapılacak değişiklikler çokuluslu şirketlerin beklenenden düşük kâr elde etmesine yol açarsa özel mahkemeler (ulusal
mahkeme sistemlerinin tamamen dışında bulunan mahkemeler)
yoluyla devletleri dava etme hakkı vermekte. Çokuluslu şirketler
ISDS’i kullanarak çevre koruma yasalarına, sağlık ve özel hayatı
koruma politikalarına, telif hakkı ve patent yasasında yapılacak
değişikliklere karşı çıkabilecek.
Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi Transatlantik Ticaret ve
Yatırım Ortaklığı’nda (TTIP veya TAFTA) geniş ve belirsiz ko24
rumalar istemekte: “Antlaşma’nın yatırım korunma bölümü yatırımcılar ve telif hakları dahil yatırımlarını geniş çapta içermelidir, bu yatırımlar Antlaşma’nın devreye girdiği tarihin öncesinde
veya sonrasında yapılmış olabilir.” (AB Konseyi, 2013)(.doc dosyası) AB ve ABD arasında yapılan bir anlaşmada böyle korumalar yapmak için ne yasal, ne pratik, ne mali ne de idari bir
gerekçe bulunmakta.
* Yasalara bu şekilde karşı çıkılması, hükümetlerin değil işverenlerin belirlediği kurallara göre işleyecektir.
Çokuluslu şirketler artık yerel mahkeme sistemini kullanmak zorunda olmayacak. ISDS davacıları, “iş” bulmak üzere birbiriyle
rekabet eden avukatların oluşturacağı uluslararası mahkemeler
arasından seçerek dava açabilecekler. ISDS mahkemeleri genelde üç arabulucudan oluşmakta. Bu mahkemeler yerel mahkeme sisteminin dışında ve üzerinde konumlandırılmakta. Açılacak davanın hangi arabulucu kuralları altında kararlaştırılacağını
davacı seçmekte (sadece şirketler şikayette bulunabilmekte).
Avrupa Komisyonu ve Konseyi yatırımcıların “Üye Devletlerin
ikili yatırım antlaşmalarında halihazırda mümkün olduğu kadar
geniş bir arabuluculuk forumunu” kullanabilmesini istemekte.
(AB Konseyi, 2013)(.doc dosyası) Avrupa Şirketler İşleme Grubu
(CEO) bunun Uluslararası Ticaret Odası’nın (ICC) yapacağı
arabuluculuğu da içerebileceğini belirtmekte, bunun “dünyanın
en etkili ticari lobi gruplarından biri” olmasına rağmen. “Böyle
bir işveren yapısı gerçekten yatırımcı-devlet ihtilafları için tarafsız bir forum olarak görülebilir mi?”
* İşverenlerin demokratik olarak seçilmiş hükümetlerimizden uğradıkları yüksek zararları ve hatta kararların tersine çevrilmesini isteme hakları olacak.
Uluslararası arabuluculukta talep edilen zararlar çok yüksek. Örneğin Japonya’daki nükleer felaketin ardından Almanya hükü25
meti iki nükleer reaktörü kapatma kararı aldı. İsveçli Vattenfall
şirketi şimdi yatırımcıdan-devlete ihtilaf çözümlemesini kullanarak 3.7 milyar avro istemekte.
Kanada ile ticari anlaşma taslağında Avrupa Komisyonu “ilgili
tedbirin feshi”ni içermeyi önerdi (yani mahkemeler hükümet kararlarını geri çevirme gücüne sahip olacak). Bu ticari anlaşma
taslağı AB-ABD ticari anlaşmasına bir model oluşturabilir.
* Mahkemelerdeki arabulucular (yani mahkemelerdeki “yargıç”lar) aynı zamanda yürüttükleri herhangi bir davada taraf olan işverenlerle çalışabilecekler.
Uluslararası arabuluculuğun her tarafından çıkar çatışmaları akmakta. Avrupa Komisyonu’nun usulen önerdiği tüzükte takip
ve yaptırım mekanizmaları yok, bütünüyle anlamsız ve kozmetik bir “emniyet” sağlanmakta.
* İşverenler davaları başarıya ulaştığında yüksek masraflarını vergi verenlerden karşılama hakkına sahiptir.
Yatırımcı-devlet ihtilaflarının yasal masrafları ortalama 8 milyon, bazı davalarda 30 milyon doları aşmakta; ve her zaman
kazanan tarafa verilmemekte. Bulgaristan, kendisini dava eden
bir şirketin sahteci faaliyet gösterdiğini iddia ettiği bir davayı
kazandıktan sonra 6,243,357$ yasal ücret ödemek zorunda bırakılmıştı (Plama Consortium-Bulgaristan davası).
* İşverenler verilerinin, hisselerinin, kârlarının, kâr marjlarının, ticari markalarının, patentlerinin, telif veya servet addettikleri diğer herhangi bir şeyin
demokratik olarak seçilmiş hükümetlerimizin kararlaştırdığı veya planladığı
yönetmeliklerle baltalandığını görürlerse veya baltalanma potansiyeli algılarlarsa hükümeti dava edebilirler -veya dava tehdidi ile lobi baskısı yaratabilirler.
26
Yukarıda belirttiğimiz gibi Avrupa Komisyonu ve Konseyi ABD
ile yapılacak anlaşmada yatırımcılar için telif hakları da dahil
geniş korumalar istemekte.
Kanada ilaca daha iyi erişim sağlanması için patent sisteminde
bazı küçük ayarlamalar yaptı. Bunun kârlarda yaratacağı olası
düşüşleri “telafi” etmek için Amerika Birleşik Devletleri ilaç şirketi Eli Lilly şu anda ISDS arabuluculuğu ile 500 milyon dolar
talep etmekte.
* İşverenler ulusal mahkemelerin demokratik olarak onaylanmış kurallar çerçevesinde verdiği meşru cezalar sonucu kaybettikleri kârlar için demokratik
olarak seçilmiş hükümetlerimizi dava edebilecekler. Böyle bir hak asla vatandaşlarımıza verilmez, verilemez.
ISDS fıkraları çokuluslu şirketlere yerel korumaların üzerinde
fazladan haklar vermekte. Ekvadorlu bir mahkeme Chevron’u
petrol kuyuları ile Amazon yağmur ormanlarında sebep olduğu
zehirlenmeye karşılık 18 milyar dolar ödemesine karar verdi.
Chevron yatırımcıdan-devlete ihtilaf çözümlemesini kullanarak
bu karara karşı çıkmakta.
* İşverenler açtıkları davaları girişim sermayesi fonlarına satabilirler, bu durum hükümetlerimiz aleyhine açılacak spekülatif ve temelsiz davaların sayısını artıracak olsa bile.
CEO ve TNI, 2012’nin 5. bölümüne bakınız: Adaletsizlik üzerine
spekülasyon: Yatırım ihtilaflarının üçüncü taraflarca fonlanması.
* Bu mahkemeler yüce divanlarımızın kararlarını geri çevirebilirler.
Yerel mahkeme sisteminin dışında ve üzerinde konumlanan bu
mahkemeler, egemen devletlerimizin temel yasal hükümlerini
koruması gereken yüce divanlarımızın üzerinde. Avustralya tütün paketlemesine sağlık uyarıları getirdi. Tütün şirketi Philip
27
Morris ticari markalarının değer kaybettiğini iddia ederek yerel
mahkemede Avustralya’yı dava etti. Philip Morris yerel davaları
kaybetti ve bir ISDS davası açtı.
* Hükümetler işbu antlaşma ile diğer antlaşmalarda da bu Lobici Antlaşması
için emsaller oluşturmayı vakaretle temin ederler.
AB Komisyonu ve Konseyi bundan sonraki bütün AB ticaret ve
yatırım anlaşmalarına ISDS’i dahil etmek istemekte.
AB Üye Devletleri imzaladıkları birçok ikili yatırım anlaşmasında
yatırımcıdan-devlete ihtilaf çözümlemesi fıkraları eklemişlerdi,
ama Lizbon Antlaşması’ndan beri AB güç kazandı. Şu andan
itibaren Avrupa Komisyonu müzakere edecek ve Avrupa Meclisi
ve Üye Devletler veto edebilecek. Avrupa Meclisi ISDS’i eleştirmekte. Şu an AB Meclisi işin içindeyken yatırımcı korumalarını
reforme etmek için bir şansımız olabilir.
ABD yatırımcıdan-devlete ihtilaf çözümlemesi fıkraları içeren
birçok anlaşma imzaladı. Ayrıca şu an müzakere edilen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nda (TTIP) da yatırımcı
korumaları istemekteler.
Avrupa Komisyonu, ABD şirketlerinin Avrupalı şirketlerden aşırı
derecede daha kavgacı olduğunu bile bile bu yaklaşımı desteklemekte -Avrupa Komisyonu Avrupalı vatandaşların ve Avrupalı işverenlerin aleyhine ABD şirketlerinin çıkarlarını desteklemekte!
Yukarıda tariflenen meselelerin ölçeği ve hacmine dair detaylı bilgi edinmek
için 10 Nisan 2013 tarihli Ticaret ve Gelişme Üzerine Birleşmiş Milletler
Konferansı’ndan “2012’de türeyen uluslararası ihtilafların sayısı“na bakınız.
Bu belge Ulusaşırı Enstitü’den uzman girdisi ile Avrupa Dijital Haklar tarafından hazırlandı ve Alternatif Bilişim tarafından türkçeye çevrildi.
28
İkinci Geliş
William Butler Yeats — 1919
Açılan girdapta dönüp dönerken
Duyamaz çevik atmaca sahibini;
Ayrı düşer parçalar; merkez tutulamaz;
Katıksız anarşi başıboş kalır dünyada,
Kanlanmış akıntı salınır, ve her yerde
Boğulur masumiyetin kutlanması;
En iyiler tüm kanılardan yoksun, en kötüler
Tutkulu bir yeğinlikle dolar.
Ortaya çıkacak bir şeyler eminim;
İkinci Geliş vakti gelmiş eminim.
İkinci Geliş! Zorlukla söylenirken bu söz
Spiritus Mundi’den koca bir imaj
Gözümü yakar: çöl kumundan bir döküntü;
Aslan bedenli insan başlı bir şekil,
Güneş kadar boş ve acımasız bir bakış,
Oynatırken yavaşça bacaklarını, sarım sarım
Çekilir öfkeli çöl kuşlarının gölgeleri
Gene karanlık çöker ama artık bilirim ki
Yirmi yüzyıl süren bu deliksiz uyku
Sallanan bir beşikle bozulup kabus olmuştur,
Ve ne kaba yaratıktır bu, sonunda saati gelmiş,
Doğmak için Bethlehem’e doğru eğilen?
(Second Coming)
29
Zehirlidir
Brendan Cox — 16 Haziran 2016 — theguardian.com
Bugün hayatımızda yeni bir faslın başlangıcıdır. Daha zor, daha acılı, neşesi
az, sevgiyle dolmayan. Ben, Jo’nun arkadaşları ve ailesi, hayatımızın her
anında çocuklarımızı sevip büyütmek ve Jo’yu öldüren nefretle mücadele
etmek için çalışacağız.
Jo daha iyi bir dünyaya inandı ve hayatının her gününde çoğu insanı bitkin
düşürecek bir enerji ve yaşama sevinci ile bunun için mücadele etti.
Her şeyden önce şimdi iki şey olmasını isterdi, bir, kıymetli çocuklarımızın sevgi banyosu yapması, ve iki, onu öldüren nefrete karşı mücadelede
hepimizin birleşmesi. Nefretin mezhebi, ırkı, dini olmaz, zehirlidir.
Jo’nun hayatla ilgili hiçbir pişmanlığı olmazdı, her gününü dolu dolu yaşamıştı.
30
Engelli St. Jude hastası Havaalanı
Polisi’yle kanlı boğuşmadan sonra
havaalanı ve TSA’yı dava etti
Wayne Carter — 30 Haziran 2016 — wreg.com
MEMPHIS, Tenn. — Yaralanan ve moraran Hannah Cohen Memphis Uluslararası Havaalanı’ndan kelepçeyle götürüldü.
19 yaşındaki Hannah 30 Haziran günü St. Jude Hastanesi’nde yapılan beyin
tümörü tedavisinin ardından Chattanooga’daki evine gidiyordu.
17 yıldır yaptıkları bir seyahatti bu.
Bu kez, silahsız Hannah, güvenlik kontrol noktasındaki metal detektörünü
tetikledi.
“Daha çok tarama yapmak istediler, o da çekiniyordu, ne yapacaklarını anlamadı,” dedi annesi Shirley Cohen.
Cohen, dediğine göre, TSA ajanlarına kızının kısmen sağır, tek gözü kör,
felçli olduğunu ve kolayca kafasının karıştığını anlatmaya uğraştı ama polisler onu bir mesafe ötede tuttular.
“Onlardan kurtulmaya çalıştı, ama bir an sonra, onlardan birisi onu yere
indirdi ve kafasını yere çarptı. Her yerde kan vardı,” dedi Cohen.
Hannah tutuklandı, gözaltına alındı ve tedavisinin sona ermesini kutluyor
olması gereken gece Doğu Hapishanesi’nde kilit altındaydı.
31
“Öylece kaldık, gidecek hiçbir yerimiz yoktu, diş fırçamız bile yoktu, çantalarımız Chattanooga’ya gitmişti,” dedi Cohen.
Yetkeler [authorities] sonradan suçlamaları iptal etti ama aile Memphis Havaalanı, Havaalanı Polisi ve Ulaşım Güvenlik Yönetimi (TSA) aleyhine dava
açtı.
Bu tarafların hiçbiri davaya atıfla yorum yapmadı ama TSA’dan Sari Koshetz’in yayınladığı beyanda, “Yolcular kendi belirli ihtiyaçları ya da tıbbi
durumlarıyla ilgili olarak tarama sürecini daha iyi öğrenmek için önceden
arayabilirler,” denildi.
Cohen bunca yardımdan sonra böyle olmasına inanamadığını söyledi.
“19 yaşında ama o hep benim bebeğim olacak. Beraber çok şeyler geçirdik.”
Açılan davayı buradan okuyabilirsiniz:
https://localtvwreg.files.wordpress.com/2016/07/
lawsuitagainst-tsa.pdf
32
NIH görme bilimcileri retinamızdaki çubukların
kaynaklanmasına dair kuramı test ediyor
NIH — 20 Haziran 2016 — scienmag.com
En erken omurgalı atalarımızın retinalarında koni gibi fotoreseptörler vardı,
ve muhtemelen bunlar gün ışığında görmelerini sağlıyordu, fakat geceleyin
görme yetenekleri çok azdı. Sonra, milyonlarca yıl önce, Mesozoik çağda,
ve nispeten kısa bir süre içinde, retinasında baskın olarak çubuk fotoreseptörler taşıyan memeliler ortaya çıktı, böylece geceleyin görebiliyorlardı,
bu belki onları avlayan dinozorlar uyuklarken avlanıp beslenmelerini sağlıyordu. Ulusal Göz Enstitüsü araştırmacılarının yürüttükleri yeni çalışma,
çubuk fotoreseptörlerin türemesiyle gececil memelilerin nasıl ortaya çıktığını
anlatıyor.
33
Buluşlar evrim bulmacasındaki anahtar bir parçayla ilgili: Erken memeliler nasıl bu kadar çabuk evrimleşip yüksek duyarlıklı gece görüşü kazandı?
Ayrıca kuram, memelileri “gececil darboğaz”dan [“nocturnal bottleneck”]
aştıran evrimin nasıl olduğunu da anlatıyor, bugünkü çoğu memelinin neden
gececil olmasa bile loş ışıkta görebilir olduğunu açıklamayı deniyor. Anlaşılıyor ki, geceleyin iyi görmek atalarımızın hayatta kalmasını sağlamakla
kalmamış, onların serpilmesini de sağlamış, öyle çok sağlamış ki retinalarındaki bu nitelikler iyice korunmuş ve milyonlarca yıl süren evrimle aktarılmış.
Çalışmadaki buluşlar başka bir gizemle de ilgili: Neden çubuklar retinamızdaki baskın fotoreseptörlerdir? “Keskin, akut görüş günsel [diurnal] yaşam tarzımızda daha önemli gibi görünmesine rağmen, retinamız baskın
halde çubuklardan oluşur; koniler retinadaki fotoreseptörlerin sadece yüzde
5’idir,” dedi Swaroop. Ortaklaşa çalışmanın baş araştırmacısı, Anand Swaroop, Ph.D., NEI Nörobiyoloji-Nörobozulma ve Onarım Laboratuvarı şefi.
“Elimizdeki en basit açıklamaya göre çoğu memelide bulunan bu çubuk
fazlası, gececil darboğazın aşılması için, konilerden ‘işe alınmıştı’ [recruit].”
Swaroop ve ekibi, fareleri çalışarak, belli tipte bir koni hücresinin doğumdan hemen sonraki günlerde çubuk fotoreseptörüne dönüşmeye ikna
edilebildiğini gözlemledi. Hipotezlerine göre koniden çubuk hücresine olan
bu dönüşüm Nrl denen bir proteinle regüle edilmektedir. DNA’ya bağlanan Nrl, koni hücresine dönmeye yazgılı bir retina hücresini, koni olmayıp
çubuk olmaya yöneltir. Ekip, farelere Nrl kaybettirecek besin verildiğinde,
retinalarında çubuk geliştirmeyi başaramadıklarını uzundur gözlemlemişti.
Bu çalışmada, çubuk hücrelerini normal yaban-tipi [wild-type] farelerden
yalıtarak ve bu farelerde dışavurulan genleri dizerek kuramlarını test ettiler.
Genetik bakımdan çubuk hücrelerinde koni geni dışavurumu tespit edildi,
ama çubuk hücresi olgunlaştıktan itibaren koni genlerindeki bu dışavurum
azalıyor. “Koni hücresi genlerinin böyle dışavurulması, çubuk hücrelerinin
koni hücrelerinden kaynaklanmış olabileceğini belirten bir tür ayakizidir,”
diye açıkladı Swaroop. Fare retinasının doğumdan itibaren gelişimindeki
anahtar aşamalara dair çalışmalar, erken gelişmede koni genlerinin dışavurulduğunu, fakat Nrl hücreyi çubuk olmaya yönlendirdikten itibaren bu
dışavurumun söndüğünü belirten kendi kuramlarını destekledi.
34
Çubuk ve koni hücrelerinin fare retinasındaki soyağaçları izlenerek ek kanıtlar üretildi. Araştırmacıların yavru fare retinasında konilerle ilgili proteinlere kalıcı işaretler bırakmasını sağlayan transgenik fare soyları yetiştirildi.
Bu hücreler doğumdan itibaren takip edilebildi, böylece araştırmacılar farede çubukların çoğunda gelişim boyunca koni hücresi faaliyeti olduğunu
doğrulayabildiler.
Sonra araştırmacılar geniş bir omurgalı örneklemini (ornitorenkten keseli
ve plasentalı memelilere kadar) ele aldılar ve Nrl geni etrafındaki genomik
dizilişleri kıyasladılar. Nrl bölgesindeki kodlamanın farklı türler arasında büyük ölçüde korunduğunu buldular, bu da Nrl dizisinin evrim boyunca iyi korunduğunu belirtir – yani hayatta kalmak için taşıdığı önemin bir işaretidir.
Veriler gösteriyor ki Nrl’nin ilk dışavurumu çeneli omurgalılardan kaynaklanmış, bu da çubukların retinada baskınlaştığı dönemle hemen hemen aynı
zamanlarda olmuş.
İlginçtir, zebrabalığı retinasındaki çubukların soyağacı takibinde benzer
koni faaliyeti örüntüleri bulunmamış. “Bu önemli,” dedi Swaroop “çünkü
zebrabalıklarının, koni zengini retinalarıyla, omurgalıların evrimsel tarihinden dallanması, memelilerden daha erken dönemde olmuştur.” Zebrabalığı
çubuklarında koni soyağacı bulunmaması, koni hücreleri pahasına çubukların
baskınlaşmasının memelilere özgü bir gelişimsel yenilikten kaynaklandığını
gösteriyor. Zebrabalığındaki çubuklar farklı bir mekanizmayla ortaya çıkmış
olabilir, dedi.
Böyle buluşların, retina hücrelerinin bozulmasına sebep olan retinitis pigmentosa gibi hastalıklar taşıyan insanlarda görmenin onarılması için retina
hücrelerini tazeleme [regeneration] çabalarına yararı olabilir. “Balık retinasında koniler baskındır ve yaralandıklarında retinalarını tazeleyebilirler. Yani
eğer insan retinasını nasıl tazeleyeceğimizi anlamak istiyorsak, balıklarda ne
olduğunu anlamamız gerekli. Fotoreseptörlerin evrimini anlamak da bunun
önemli bir parçası,” dedi.
###
Çalışma kısmen NEI’nin dört duvar arası [intramural] araştırma programıyla
desteklendi.
Doktor Swaroop’la görüntülü görüşme izlemek için ziyaret ediniz:
https://youtu.be/1mzL6yTb-l8
35
Atıf:
Kim, Yang, and Oel et al. “Recruitment of Rod Photoreceptors from Short
Wavelength Sensitive Cones During the Evolution of Nocturnal Vision in
Mammals.” [Memelilerde Gececil Görmenin Evriminde Çubuk Fotoreseptörlerinin Kısa Dalgaboyuna Duyarlı Konilerden İşe Alınması] Developmental Cell [Gelişimsel Hücre], published online June 20, 2016. http://www.
cell.com/developmental-cell/fulltext/S1534-5807(16)30336-7/
http://dx.doi.org/10.1016/j.devcel.2016.05.023
NEI görsel sistem ve göz hastalıklarına dair federal hükümet araştırmasını yönetir. NEI görüş kurtarıcı tedaviler geliştirmekle sonuçlanan temel
ve klinik bilim programlarını destekler. Daha çok bilgi için ziyaret ediniz:
http://www.nei.nih.gov.
Ulusal Sağlık Enstitüleri Hakkında (NIH): Ulusun tıbbi araştırma ajansı NIH,
27 Enstitü ve Merkeziyle, B.D. Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığının bir
bileşenidir. NIH temel, klinik ve çevirisel tıbbi araştırma icra edip destekleyen
öncelikli federal ajanstır. Hem yaygın hem ender hastalıkların sebeplerini, tedavilerini, çarelerini araştırır. NIH ve programlarına dair daha çok bilgi için
ziyaret ediniz: http://www.nih.gov.
R
NIH ... Keşfi Sağlığa Çevirir Medya İrtibat
Kathryn DeMott
[email protected]
301-496-5248
@nateyeinstitute
http://www.nei.nih.gov
36
Ateş böceklerine ne oluyor?
Melissa Breyer — 6 Haziran 2016 — treehugger.com
Ateş böceklerine dair yazı yazdığım her seferinde okurlar hemen bu kırpışan böceklerden yıllar geçtikçe hep daha az gördüklerini söylerler. Ben de
hemfikirim. Hatırlıyorum, yazın büyük annemin göl kıyısındaki evinde geceleyin hava ateş böceklerinin parıltısıyla öyle dolardı ki neredeyse karanlıkta
gittiğin yolu aydınlatmaya yeterdi. Evet artık Brooklyn’de yaşıyorum, ama
burada bile bahçemizde ve büyük parklarda, sanki büyü bozuluyor.
Peki ne oluyor? Arılar düşüşte; kelebekler muzdarip, ateş böcekleri de
çetin zamanlar geçiriyor olabilir mi?
Kamu Sahası / Ochanomizu’da Ateş Böcekleri, Kobayashi Kiyochika (Japonya, 1847-1915)
37
Bilim ve yurttaşların fikir birliği “evet” diyor. Hatta Malezya ateş böceğinin korunmasına adanmış bir uluslararası sempozyum bile düzenliyor; ateş
böceklerinin korunmasıyla ilgili taksonomi, genetik, biyoloji, davranış, ekoloji
sahalarından uzmanların yanısıra hükümet ajansı mensuplarını, hükümet-dışı
örgütleri, eğitim kurumlarını ve çeşitli şirketlerle – hepsi ateş böceğini kurtarmak adına. New York Times’ın veciz ifadesiyle, “Dünyadaki tahminen
2,000 ateş böceği türünün azaldığına dair bilimciler yıllardır uyarı yapmaktaydı.”
Ve bu hiç şaşırtıyor mu? İnsan yapımı çevre doğal dünyaya doğru kendi
bitimsiz yürüyüşüne devam ederken, bu şeylerin nerede yaşaması bekleniyor? Ateş böcekleri orman ve ağaçlıklarda, göl ve akarsu kıyılarında, yoğun
bahçelerde ve azgın çayırlarda ürer ve varolurlar. Bu yerler betonlanıp inşaat alanına dönerken ateş böceklerinin kendi ateş böceği işlerini nerede
yapmaları bekleniyor?
Böcek zehirinden ve ateş böceklerinin kur yapma ve ayartma davranışlarına köstek olduğu kanıtlanmış Allahsız ışık kirliliği gerçeğinden bahsetmiyorum bile. (Işık kirliliğiyle hem yıldız ışığını hem ateş böceklerini kaybediyoruz? “Bardağı taşıran son damla” konusu [“last straw” material] değil mi
bu?)
Bunların hiçbirisi hayırlı değil.
“Ateş böcekleri çevrenin sağlıklı oluşunun göstergesidir ve dünyanın her
yanında elverişli ortamın kötüleşmesi ve kaybedilmesi, ırmak sistemlerinin
kirlenmesi, tarım ekosistemlerinde artan böcek zehiri kullanımı ve insanlı
ortamlarda artan ışık kirliliği sonucunda azalmaktadırlar,” diye belirtiyor
Selangor Bildirisi. Yukarıda sözünü ettiğimiz sempozyumdan çıkmış, ateş
böceklerini savunan bir belge bu. “Ateş böceklerinin düşüşü endişe sebebidir
ve biyoçeşitlilik kaybındaki küresel yükseliş trendini yansıtmaktadır.”
Sahiden. Ateş böcekleri bizim biyoçeşitlilik mirasımızın parçası; ikonik bir
yaratık ve bir sürü, bir sürü kültürde rol oynamış. Onlar periler gibi kıvılcım
saçarak uçan böceklerdir! Onlar yaz akşamlarının simgesidir, birçoğumuza
doğa harikalarına girizgah hizmeti görmüşlerdir. Ateş böceklerini kaybedersek, bizi doğal dünyanın büyüsüne bağlayan önemli bir görünmez ipliği yitiririz. Ve bir tür olarak, şu anda bunu yitirmeyi göze alamayız.
38
“Ateş böceklerinin korunması için varolan ortamların korunması ve kötüleşen ortamların tamir edilmesinde hükümet müdahalesine çok ihtiyaç vardır,”
diyor bildiri. Ama ne yapabiliriz ki?
Clemson Üniversitesi bir yurttaş bilimi projesiyle yıllarca ateş böceği sayımları yürüttü, ama bu yıl proje devam etmiyor. (Umarım devam eder,
buradan bakabilirsiniz.)
Bu esnada sanırım, ortamların yokedilmesi, tarımsal kimyasallar ve ışık
kirliliği karşısında ateş böceklerini savunma mücadelemizle baş başayız.
Ve bahçelerimizi küçük çapta ateş böceği doğa koruma alanları yapabiliriz,
şöyle:
• Kimyasal kullanmaktan kaçınarak.
• Ateş böceği larvalarını besleyecek solucanlar, salyangozlar ve sümüklü
böcekler bırakarak.
• Işıkları söndürerek
• İçinde saklanabilecekleri iyi yer örtücüler, çim ve çalılıklar sağlayarak.
Beklenmedik bir mücadele gibi gelebilir, ama ateş böceklerini kurtarmak
gerçekten önemli – doğrudan olmasa bile. Ateş böceği ortamları birçok yaban hayat biçimine, memelilere, kuşlara, sürüngenlere, yüzergezerlere, sayısız omurgasız türüne ve bitkilere yuvalık eder. Bize göre taşıdıkları müthiş
önemden bahsetmiyorum bile. Doğada ne kadar mucizeyi yitirirsek, korunmalarına dair o kadar az duygusal yatırım hissederiz. Ateş böceklerinin doğanın büyüsü adına yürüttükleri elçilik vazifesini sürdürmesine ihtiyacımız
var!
Sürülerle geri dönsünler ve serpilsinler.
39
Led Zeppelin’i mahkemeye götüren merdiven
Joe O’Connell — 20 Haziran 2016 — northeastern.edu
İngiliz rock grubu Led Zeppelin’in yaşayan üç üyesi son birkaç günü sahne
performansı yapmakla değil, Los Angeles’taki bir mahkeme duruşmasına
katılarak geçirdiler.
Çünkü solist Robert Plant ve gitarist Jimmy Page 1971’de patlayan “Cennete Giden Merdiven” [Stairway to Heaven] şarkısının enstrümantal kompozisyonunu Randy Wolfe’tan çalmakla suçlanıyor. Spirit grubunun Randy
California adıyla da bilinen gitaristi, “Boğa” [Taurus] şarkısında benzer bir
kompoziyon yapmış.
Robert Plant ve Jimmy Page “Cennete Giden Merdiven”in itibar edilen
yazarlarıdır. Fotoğraf: Jim Summaria/from Wikimedia Commons
40
Wolfe 1997’de öldü ve onun itimat temsilcileri bu davayı açtı. Led Zeppelin’in üç üyesi de Salı günü devam eden davada ifade verdiler.
Sanat Koleji Medya ve Tasarım öğretim profesörü ve eğlence avukatı David Herlihy’nin davaya dair düşüncelerini paylaşmasını istedik ve suç hükmünün müzik endüstrisine nasıl tesir edebileceğini sorduk.
Sanat Koleji Medya ve Tasarım öğretim profesörü David Herlihy: “Zeppelin
davasında ihlal hükmü verilmesi halen müzik endüstrisinin tüylerini ürperten
bu etkiyi devam ettirecektir.”
Müzik endüstrisinde intihal ya da teğlifak ihlali [copyright infringement] nasıl başarıyla kanıtlanır? Ne gibi engellerle karşılaşılır?
Popüler müzikle ilgili teğlifak ihlali davaları tipik durumda söz melodisi ve
şarkı sözünde belirgin benzerlik olmasına odaklanır. Akor geçişlerinin, bas
akışlarının, gitar figürlerinin, davul örüntülerinin, janrların ve seslerin taklit
edilmesi çoğu zaman teğlifak ihlali sayılmaz.
Bir teğlifak ihlali davası oluşturmak için, davacı, müdafinin çalışmaya erişimi olduğunu, müdafinin kaynak çalışmadaki özgün öğeleri kopyaladığını
ve sonuçta çıkan çalışmanın özgün çalışmaya belirgin benzerlik taşıdığını
göstermek zorundadır.
41
Öncelikle California’nın varisleri Page ve Plant’in “Boğa”ya erişimi olduğunu kanıtlamak zorunda. Led Zeppelin ve Spirit, Spirit’in performanslarda
“Boğa”yı çaldığı 1960’larda birlikte turne yaptıklarından, California’nın varisleri Plant ve Page’in bu şarkıya erişimi olduğunu muhtemelen gösterebileceklerdir.
Sonra California’nın varisleri Page ve Plant’in “Boğa”nın özgün öğelerini
kopyaladığını kanıtlamak zorunda. “Boğa”nın enstrümantal girişinde, hiçbir
söz ya da söz melodisi olmaksızın, A minör akor üstüne alçalan bir bas akışı
bulunuyor. Bu oldukça alelade örüntüyü besteciler yüzyıllardır kullanmışlardır. “Cennete Giden Merdiven” ve “Boğa”nın girişleri çok benzer duyulsa
bile, A minör arpeggio California’ya özgü değildir. Zeppelin “Boğa”yı kopyalamış olsa bile, bu bir teğlifak ihlali teşkil etmemelidir.
Son olarak, California’nın varisleri “Cennete Giden Merdiven”in “Boğa”yla
belirgin benzerlik taşıdığını kanıtlamak zorunda. “Boğa”daki A minör arpeggio 10 saniyede bitiyor, “Cennete Giden Merdiven”deyse iki dakika sürüyor.
“Merdiven”de ayrıca sekiz dakikalık çalış süresinin çoğunu söz melodileri ve
şarkı sözleri kaplıyor. Page ve Plant “Boğa”yı kopyalamış olsalar bile, söz
konusu pasaj kısa ve California’ya özgü değil. “Cennete Giden Merdiven”
“Boğa”yla belirgin benzerlik taşımıyor.
Led Zeppelin aleyhine kullanılabilecek yakın zamanlı mahkeme kararları var mı?
İhlal izafidir, dinleyenin kulağına bağlıdır, ve Zeppelin davasında nihai kararı
verecek olan jüridir. Jüri hükümleri üstüne tahminler yürütmek sorunludur.
Geçen yıl bir jüri Robin Thicke ve Pharrell Williams’ın “Bulanık Çizgiler”inin
[Blurred Lines] Marvin Gaye’ın 1977’de çok dinlenen “Vazgeçmek Lazım”
[Got To Give It Up] şarkısını ihlal ettiğine karar verdi. Bana göre “Bulanık
Çizgiler” jürisi yanlış yaptı. Pharrell “Bulanık Çizgiler”in Gaye’ın sesine ve
tarzına bilerek hürmet sunduğunu kabul etse de, esinlenmek teğlifak ihlali
yapmak demek değildir. Şarkılar arasındaki inkar edilemez benzerlikler melodi ve sözlerin kopyalanmasından çok janrla ve yapım teknikleriyle ilgilidir.
42
Bir şarkı ya da müziği intihal ettiği bulunan bir müzisyen ya da grup
tipik durumda nasıl neticelerle karşılaşır?
İhlal eden taraf, ya teğlifak sahibinin fiilen uğradığı hasar ve ihlal edenin fazla
kazançlarından, ya da 150 bin dolara varan yasal hasar ve davacı avukatlarının ücret ve masraflarından mesul sayılır. “Bulanık Çizgiler” davasında
hasar tazminatı başta 7.3 milyon dolardı, gerçi sonradan 5.3 milyon dolara
düşürüldü, ve dava şu anda temyiz ediliyor. Nerden bakarsanız bakın “Cennete Giden Merdiven” yüzlerce milyon dolar kazanmıştır, yani kazançların
bir payı devasa miktarda para olmuş olur. California’nın varislerinin “Cennete Giden Merdiven” kazançlarından pay sağlamayı tercih etmiş olmalarını
beklerim.
Led Zeppelin bu davayı kaybederse müzik endüstrisi ve teğlifak ihtilaflarına ne kadar belirgin etkisi olur?
Esinlenme ve ödünç alma her zaman yaratıcılığın kalbinde olmuştur. “Bulanık Çizgiler” hükmü yeni bir yaratıcı paranoyaklık çağının habercisi oldu.
Zeppelin davasında ihlal hükmü verilmesi halen müzik endüstrisinin tüylerini ürperten bu etkiyi devam ettirecektir. Öte yandan elbette bunda ihlal
bulunması teğlifak davacıları açısından nimet sayılabilir.18
18 ç.n.
Duruşma yapıldı ve Led Zeppelin suçsuz bulundu.
43
Standart sapmada niye N-1?
Niye bir örneklemin standart sapması s’yi hesaplarken kareler toplamını
(aynı örneklemin ortalamasını hesaplarken yaptığınız gibi) N ’e bölmek yerine N − 1’e bölersiniz?
v
u
u
s=t
N
1 X
(xi − x̄)2
N − 1 i=1
Niyesi şu:
Çünkü s’nin hesaplanması için N öğeli bu örnekleminiz
A = {x1 , . . . , xN }
varolmayan ama varsayılan tek öğeli şu örneklemle kıyaslanır:
B = {x̄}
yani bu N öğenin sadece orta noktasını içeren bir kümeyle kıyaslanır.
Nasıl ki paydaki xi ’lerin her birinden x̄’ı çıkarmak zorundaysak, paydada da
xi ’lerin sayısı olan N ’den x̄’ın sayısı olan 1’i çıkarmamız gerekir.
44
Başka bir deyişle, saymaya standart sapmanın tanımsız olduğu 0 öğeli boş
kümeden başlamayız, standart sapmanın tanımı gereği sıfır olduğu 1 öğeli19
kümeden başlarız.
Dolayısıyla da standart sapmanın daha genel bir denklemi şöyle olur:20
s
sA,B =
XX
1
(a − b)2
|A| − |B|
a∈A b∈B
Bu yanıtı ikna edici bulan dürüst bir insansanız yazıyı paylaşınız.
Facebook grubuna katılın: “Set Theory and Philosophy” [Küme Kuramı ve
Felsefe]
Bunu kimin yazdığını öğrenin: Işık Barış Fidaner
Bu makaleyi okuyun: “Freedom in the free world: The extimate becomes
the law” [Özgür dünyada özgürlük: Uzakın hukuka dönüşür ]
İyi günler.
19 Lacancı
20 Her
okuyucular Esas-İmleyen’le aradaki paralelliği fark edecekler.
aklı başında insan bu noktada kare ve karekökün kaynağını sormalıdır.
45
Küçük Yıldıztaşı Dünya’nın Sürekli Yoldaşı
NASA — 15 Haziran 2016 — jpl.nasa.gov
Güneş etrafındaki yörüngesinde keşfedilen küçük yıldıztaşı21 [asteroid] Dünya’ya
sürekli yoldaşlık ediyor ve önümüzdeki yüzyıllar boyunca da böyle olacak.
Güneş etrafında dönen bu yeni yıldıztaşının, yeni adıyla 2016 HO3’ün
Dünya etrafında da döndüğü anlaşılıyor. Gezegenimize true bir uydu sayılamayacak kadar uzakta, ama bugüne dek bilinen en iyi ve en istikrarlı
Dünya-yakını yoldaş, ya da “sanki-uydu” örneği.
Yıldıztaşı 2016 HO3 Güneş etrafındaki yörüngesiyle Dünya’ya sürekli yoldaşlık ediyor. Kredi: NASA/JPL-Caltech. Ayrıca bkz. https://www.youtube.
com/watch?v=SbbAnVU4rmY
21 Asteroidi meteordan ayırt etmek için “göktaşı” terimi “yıldıztaşı” terimiyle değiştirildi.
46
“2016 HO3, gezegenimizin etrafında döngü yaptığı için, ikimiz beraberce
Güneş etrafında dönerken bizden fazla uzaklaşmaya asla yeltenmediği için,
onu Dünya’nın sanki-uydusu diye adlandırıyoruz,” dedi Paul Chodas. Chodas, NASA’nın Pasadena, California’daki Jet İtim Laboratuvarı’nda DünyaYakını Nesne (NEO) Çalışmalar Merkezi yöneticisidir. “Başka bir yıldıztaşı
–2003 YN107– 10 yılı aşkın zaman önce bir süreliğine benzer bir yörünge
örüntüsünü takip etmişti, ama sonra mahallimizden uzaklaştı. Bu yeni yıldıztaşı bize çok daha fazla kilitlenmiş. Hesaplarımız gösteriyor ki 2016 HO3
neredeyse yüz yıldır Dünya’nın istikrarlı bir sanki-uydusu olmuş, ve önümüzdeki yüzyıllar boyunca da bu örüntüyü takip etmeye devam edecek.”
Güneş etrafındaki yıllık seyahatinde, Yıldıztaşı 2016 HO3, vaktinin yarıya
yakınında Dünya’dan çok Güneş’e yakın durup gezegenimizin önünden geçip
gidiyor, vaktinin yarıya yakınını ise daha uzaklarda geçiriyor, bu yüzden geride kalıyor. Ayrıca yörüngesi biraz eğik olduğundan her sene Dünya’nın yörünge düzlemine bir batıyor bir çıkıyor. Aslında bu küçük yıldıztaşı Dünya’yla
yüzlerce yıl sürecek bir birdirbir oyununa kendini kaptırmış.
Ayrıca yıldıztaşının yörüngesinde onlarca yıllık sürelerde yavaşça ileri-geri
giden bir bükülme oluyor. “Yıldıztaşının Dünya etrafındaki döngüleri yıldan yıla biraz öne biraz arkaya kayıyor, ama fazlaca ileriye ya da fazlaca
geriye kayacak olursa, Dünya’nın yerçekimi tam olarak kaymayı tersine çevirerek yıldıztaşına tutunacak güçte, böylece yıldıztaşı ay uzaklığının 100
katından daha uzaklara asla kaçmıyor,” dedi Chodas. “Aynı etki yıldıztaşının Dünya’nın ay uzaklığının yaklaşık 38 katından daha yakınına gelmesini
de önlüyor. Aslında bu küçük yıldıztaşı Dünya’yla küçük bir dansa kendini
kaptırmış.”
Yıldıztaşı 2016 HO3 ilk olarak 27 Nisan 2016’da fark edildi. Haleakala,
Hawaii’de gözlemi yapan Pan-STARRS 1 yıldıztaşı takip teleskopunu işleten
Hawaii Üniversitesi Astronomi Enstitüsü’nü NASA’nın Gezegen Savunma
Koordinasyon Ofisi fonluyor. Nesnenin büyüklüğü henüz kesin olarak tespit
edilmedi, ama 120 feet’ten (40 metre) büyük, 300 feet’ten (100 metre)
küçük olması muhtemel.
47
NEO Çalışmaları Merkezi websitesinde yakın geçmişte ve yakın gelecekteki
yaklaşmaların tam listesinin yanısıra bilinen NEOların yörüngelerine dair bütün diğer veriler bulunabilir, yani bilimciler, medya ve kamu mensupları bilinen nesnelere dair bilgileri takip edebilirler.
Yıldıztaşlarına dair haber ve yenilikler için Twitter’da AsteroidWatch’ı takip
ediniz: http://www.twitter.com/AsteroidWatch
Haber Medya İrtibat
DC Agle
Jet İtim Laboratuvarı, Pasadena, Calif.
818-393-9011
[email protected]
Dwayne Brown / Laurie Cantillo
NASA Genel Merkez, Washington
202-358-1726 / 202-358-1077
[email protected] / [email protected]
2016-154
48
Sahipsiz Gök geliştiricisi oyunun adı
üstüne ‘gizli, aptalca’ hukuk kavgasına
kapıldığını söylüyor
Michael McWhertor — 17 Haziran 2016 — polygon.com
Sahipsiz Gök [No Man’s Sky ] geliştiricisi Sean Murray, stüdyosunun Britanyalı telekom şirketi Gök [Sky ] ile oyunun adı üstüne uzun bir hukuk
kavgasına girdiğini, ama iki tarafın yakın zamanda farklarını çözdürdüklerini söylüyor.
Merhaba Oyunlar [Hello Games] Gök BK [Sky UK ] ile anlaştı
49
“Yaşasın! Nihayet Gök’le anlaştık (‘Gök’ sözcüğüne sahipler),” dedi Murray Twitter’da. “Oyunumuza Sahipsiz Gök diyebiliriz. 3 yıl süren gizli aptalca hukuk saçmalığı bitti.”
Murray durumun “bayağı ciddi” olduğunu söylese de “Artı yanına bakarsak belki de Gökağı’nın [Skynet] hiç olmamış olmasının gerçek nedeni
budur.” diye şaka yapıyor. Anlaşmanın detayları için Murray’e, yorum almak
için Gök’e ulaştık.
Sahipsiz Gök yakın zamanda Haziran’dan Ağustos’a ertelendi. Murray
gecikmeyi nitelik sorununa bağlayarak diyor ki “bazı anahtar anları bizim
standartlarımıza çıkarmak için ek cilaya ihtiyaç vardı.”
2013’te Microsoft benzer bir ürün adı karışıklığıyla karşılaştı. Şirketin bulut muhafaza programı GökAygıt’ın [SkyDrive] adı, İngiliz bir mahkemenin
Microsoft’un bu terimi kullanmasının Gök’ün ticarişaretini [trademark] ihlal
ettiği kararı üzerine BirAygıt [OneDrive] yapıldı.
Sahipsiz Gök 9 Ağustos’ta Oyunİstasyonu [PlayStation] 4 ve Pencereler
[Windows] PC’ye ulaşacak.22
22 ç.n. Çevirilerin yersizseyler.wordpress.com adresindeki nüshalarında www bağlantıları da bulunmaktadır.
50
Efsane ve şeytanîlik
Jacques Lacan — 1960-1961 — Seminer 8: Aktarım, s. 107
İşte burada konuşmacımız Diotima şeytanîlik mefhumunu öne sürer: Ölümsüzler ile ölümlüler arasında, tanrılar ile insanlar arasında aracı gibi şeytanîlik
mefhumunun burada anılması elzemdir, zira tanrıların ne olduğunu düşünmemiz gerektiğine dair size dediğim şeyi onaylar, yani tanrıların gerçeğin
alanına ait olduklarını onaylar. Bize tanrıların varolduğu söylenir, varoluşlarına hiç karşı çıkılmadığı söylenir; şeytanî olanın, iblisin, daimonların, ki
aşk dışında birçok başkaları da vardır, tanrıların ölümlülere mesajlarını duyurdukları aracılar olduğu söylenir “uyanık da olsalar uykuda da olsalar”
(...)
Şunu demekle yetinelim: Efsane, şeytanîliğin düzenini, psikolojimizde animizmin dünyasından söz edilen yere yerleştirir. İlkelin dünyasını animist saymaktaki aceleciliği düzeltmemiz için bize cesaret vermesi de hesap edilir.
Bize burada geçerken söylendiğine göre bu dünya, muammalı mesajlar diyebileceğimiz şeylerin dünyasıdır, bu da bizce, öznenin mesajda kendi oynadığı rolü bilmediği mesajlardan ibarettir. Bilinçdışının keşfi elzemdir, zira
-simgeselliği temel alan birer mesaj olduklarını- doğrulayabildiğimiz mesajların alanını genişletmemizi sağlar, yani gerçeğe ait mat birer mesaj saydıklarımızın birçoğunun kendimize ait olduğunu gösterir, tanrıların dünyasında
fethedilen yerdir burası, aynı zamanda ulaştığımız yerdir, daha fethedilmemiş olan yerdir.
51
Büyücülük ve bilim üzerine
Jacques-Alain Miller — 2012 — “21’inci Yüzyılda Gerçek” sunumundan
Kilise daha en baştan bilimsel söylemin gelip doğa diye koruduğu gerçeğe
bulaşacağını algıladı, ama Galileo’yu hapsetmek karşı konulmaz bilimsel dinamiği durdurmaya yetmedi. Latince torpitudo diye, kâr, kazanç iştahı diye
nitelenmesi kapitalizmin dinamiğini durdurmaya nasıl yetmediyse öyle – kâr
anlamında Latince torpitudo sözcüğünü kullanan Aziz Thomas’tır.
Ümitsiz dava, ama Lacan şunu da demişti: Kilisenin davası belki de bir
galibiyeti duyurur. Peki neden? Çünkü doğadan azat edilen gerçek o kadar
beterdir ki giderek daha dayanılmaz hale gelir; kaybedilmiş düzene dair nostalji gibi bir şey vardır ve telafi edilemese de bir yanılsama gibi geçerliliğini
sürdürür. Bilimsel söylemin fiilen açığa çıkışından önce, gerçeğe dokunmak
için bir arzu; doğa üstüne eylemek, ona itaat ettirmek, onun gücünü harekete geçirmek ve yararlı kılmak biçimi altında ortaya çıkıyordu. Nasıl?
Bilimden önce, diyelim ki bilimsel söylemin açığa çıkışından yüz yıl önce,
bu arzu büyü denen şeyde tezahür etmişti. Büyü, çocukları eğlendirmek için
kullandığımız gözbağı numaralarından farklı bir şeydir. Lacan büyüye o kadar
önem verir ki Yazılarının son metni “Bilim ve Hakikat”te büyüyü hakikatin
dört aslî konumundan biri olarak işaretler: büyü, din, bilim, psikanaliz. Bu
dört terim ünlü dört söylemden bir şeyleri sezinler. Büyüyü doğrudan doğadaki imleyenin çağrısı diye tanımlar, ruh çağırma [incantation] imleyeni
temelinde. Konuşulması –birinin, yani büyücünün konuşması– doğayı konuşturmak içindir, onu aksatmak içindir, bu da gerçeğin ilahi düzenini ihlal
52
eder, öyle ki büyücülük bir cadılık türü sayılarak büyücülere eziyet edilmiştir. Fakat bu büyücülük, bu büyü deliliği, bilimsel söyleme duyulan özlemin
dışavurulması gibiydi. Bilge Francis Yates’in savı buydu, ona göre hermetisizm bilimsel söylemin yolunu hazırlamıştır. Şu da tarihsel bir olgudur ki
bizzat Newton seçkin bir simyacıydı. Ekonomist Keynes bu konuda yazdı,
Newton’un yerçekimi yasalarına kıyasla çok daha fazla vaktini simyaya adadığını söyledi... Bilim tarihi branşında araştırma konusudur diye söylüyorum.
Ama Alexandre Koyré’yi takip etmekle daha iyi ederiz, o aradaki farkta ısrar etmiştir: Büyü doğayı konuştururken bilim onun çenesini kapar. Büyü
retorik ruh çağırma ya da kovuşturmadır [purgation]. Bilimde konuşma yazıya döner. Galileo’nun dediği gibi: Doğa matematiğin dilinde yazılmıştır.
Şunu hatırlamalıyız ki öğretisinin aşırı ucunda Lacan –artık psikanalizi bilimsel kılma hırsı olmadığında– korkmadan sormuştu: Psikanaliz bir çeşit
büyü değil mi? Bunu sadece bir kere söyledi, ama düşünülecek bir yankısı
vardır. Böylece elbette doğanın mutasyonu başlar, Lacan’ın aforizmasıyla
ifade edersek: “gerçekte bilgi vardır”. Yenilik budur, doğanın içine bir şey
yazılmıştır.
53
Belçika Bunalımları
Stijn Vanheule — 7 Mayıs 2016 — thelacanianreviews.com
Dünya çapında psiko-eczai ürünlere artan erişim, tüketimi de yükseltiyor.
Belçika örneğine bakalım: Ulusal Eczai Sosyete verilerine göre 1996’da eczacılar yaklaşık 95 milyon tanımlı günlük doz anti-depresan satmış. Yirmi yıl
sonra tüketim üç katından fazla: 2015’te bu eczai üründen neredeyse 314
milyon tanımlı günlük doz pazarlanmış. Yıllar içinde düzenli artış göstermesi
dikkat çekici. Tüketim her yıl 11 milyon günlük doz civarında yükselmiş, 11
milyon nüfus için hatırı sayılır bir yükseliş. Anti-psikotik ilaç kullanımında
da çok keskin olmasa da benzer bir yükseliş var: 1996’da 22 milyon tanımlı
günlük doz, 2015’te ise 50 milyon civarında tanımlı günlük doz satılmış.
54
Belçikalı politikacılar ve sağlık sigortacıları, tüketimdeki bu yaygınlaşmanın genel sağlık bakım [healthcare] bütçesini olumsuz etkilemesinden endişeli. Yaygınlaşmayı durdurmak için sağlık bakım psikologları getirilirse belki
sorunun çözüleceğine inanılıyor. Belçika sağlık bakım sistemi, (genel pratisyenlerle yakın ilişkide çalışsalar da) psikologlarla yapılan görüşme masraflarını henüz karşılamıyor, ama bu yakın gelecekte değişebilir. Sağlık bakımı
için bir psikologlar ağı kurmaktan söz ediliyor, böylece bu psikologlar masrafın karşılanacağı sınırlı sayıda (muhtemelen en fazla 5) görüşmeyle hastaların mental sağlık sorunlarına daha farklı yaklaşacak (bilgi sağlayacak,
öz-yönetim stratejileri öğretecek ...). Bu sayede eczai tüketim azaltılacak.
Naif bir inanç bu. Yaygın mental acının ilaç tüketicisine ürün sağlayarak
verimli bir karşılık bulabileceği fikrine dayanıyor. Kapitalist söylemin yapısına
dair Lacan’ın fikirlerini izlersek, bu cevapların başlangıçta yatıştırıcı bir etkisi
olabilir. Fakat sonunda özneyi tatminsiz bırakırlar. Kapitalist söylem daha
yeni yeniliklerle problemin çözüleceği düşlemini besler, ya da alternatifinde,
eski günlerde hayatın daha az karmaşık olduğuna dair nostaljik bir kurgu
oluşturur.
Aşırı ilaç tüketimi krizindeki gerçek mesele, öznenin statüsüdür. Kapitalist söylem özneye soru sorduğu konularda yardım etmeyi amaçlar. Bunun
etkisi hiç sonu gelmez bir yenilik arayışıdır. Aslında bu söylemsel sistemde,
öznel tatminsizliğin pazarda karşılık bulması gereken bir talebe indirgenebileceği varsayılır. Özne, kendi krizi (S
) karşısında anahtar (S1 ) bulmaya
çalışırken Öteki’ne inanmaz; ona göre öteki, bir portföy dolusu cevabı olan
enstrümantal bir uzmandan (S2 ) ibarettir.
Psikanalitik söylem bunun aksine, özneye soru soruyor olması bakımından
karşılık verir. ‘Kriz dostu’ olan Lacancı psikanalist, öznenin trajedisinin a
nesnesiyle oluştuğunu varsayar: öznel tatminsizlik cevaplanamaz ve çözülemez [cannot be answered or solved], ama onun ısrarı karşısında bir yanıt
[response] formülleştirilebilir. Böylece savoir-faire bulma projesiyle psikanalist, çağdaş [contemporary ] özneye öğretici bir partner olabilir.
55