p01 - farklı okullarda okuyan lise öğrencilerinin yeme tutum ve
Transkript
p01 - farklı okullarda okuyan lise öğrencilerinin yeme tutum ve
4. EGE PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ KONGRESİ BİLDİRİ ÖZETLERİ P 01 - YENİDOĞAN BEBEKLERİN POZİSYON GEREKSİNİMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Ayşe KAHRAMAN1, Zümrüt BAŞBAKKAL1, Mehmet YALAZ2 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Amaç: Yenidoğan bebekler, kas liflerinin gelişiminin tamamlanmaması, kas tonüsü ve refleks gelişiminin sefalokaudal ve proksimalden distale doğru olması ve iskelet ve eklem hareketliliğinin yetersizliği nedeniyle pozisyon deformitelerine açıktır ve pozisyon verilmeye ihtiyaçları vardır. Yöntem: Araştırmanın evrenini Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım, Behçet Uz Çocuk Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde takip edilen bebekler oluşturmuştur. Örnekleme ölçek madde sayısı olan 6’nın 10 katı olacak sayıda 60 miad ve 60 preterm olmak üzere 120 yenidoğan bebek alınmıştır. Gestasyon yaşı 27 ile 40 haftalar arasında olan, mekanik ventilatör desteği ve sedatif ilaç almayan ve yenidoğan yoğun bakım ünitesinde takip edilen bebekler çalışmaya alınmıştır. Çalışma kesitsel betimleyici tipte bir araştırma olup, Araştırmanın verileri Haziran 2012-Mayıs 2013 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmada veriler; anket formu ve Yenidoğan Pozisyon Değerlendirme Aracı (YPDA) kullanılarak toplanmıştır. Bebekler 2. gözlemci tarafından bakım öncesinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan yenidoğanların %52.3’ü kız ve %82.9’u sezeryan doğum ile doğmuştur. Preterm bebeklerin gestasyon yaş ortalaması 32.35±3.91, miad bebeklerin gestasyon yaş ortalaması 38.65±1.51’dir. YPDA puan ortalamaları incelendiğinde primer gözlemci için preterm bebeklerde 7.75, miad bebeklerde 8.90, yardımcı gözlemci için ise preterm bebeklerde 7.71, miad bebeklerde 8.92 olarak belirlenmiştir. Sonuç: YPDA puan ortalamaları incelendiğinde, preterm bebeklerin puan ortalamaları 8’den düşük olduğu için pozisyonunun desteklenmesi, çevrelemeye ihtiyaç duyduğu, fleksiyon postürünün teşvik edilmesi gerektiği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Yenidoğan, pozisyon, pozisyon gereksinimi, prematüre bebek, pozisyon verme P02- YENİDOĞAN KONFOR DAVRANIŞ ÖLÇEĞİ TÜRKÇE FORMU GEÇERLİK VE GÜVENİRLİK ÇALIŞMASI Ayşe KAHRAMAN1, Zümrüt BAŞBAKKAL1, Mehmet YALAZ2 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Amaç: Konfor “bireyin gereksinimleri ile ilgili yardım, huzur sağlama ve sorunların üstesinden gelebilmeye ilişkin fiziksel, psikolojik, sosyal ve çevresel bütünlük içerisinde kompleks yapıya sahip beklenen bir sonuç” olarak tanımlamaktadır. Bu çalışma, “Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeği’nin Türkçe formu geçerlik ve güvenirliğini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmada veriler, Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeğinin ve literatür ışığında araştırmacılar tarafından hazırlanmış olan Bebeği Tanıtıcı Bilgi Formu kullanılarak toplanmıştır. Yenidoğanlar gestasyon yaşılarına göre 26-29 hafta (Grup 1), 30-33 hafta (Grup 2), 34-37 hafta (Grup 3) ve 38-40 hafta (Grup 4) olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Her gruba 15 bebek alınmıştır. Bebekler bakım öncesi ve sonrası konfor düzeyleri açısından 2 gözlemci tarafından değerlendirilmiştir. Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeği bebeğin konforunu değerlendirmeyi sağlayan uyanıklık, sakinlik/ajitasyon, respiratuar cevap, ağlama, beden haraketleri, yüz gerginliği ve kas tonüsünü gibi alt parametreleri ve hemşirelerin bebeğin ağrı ve distresini değerlendirmesi amacıyla Sayısal Değerlendirme Ölçeklerini içeren bir değerlendirme aracıdır. Mekanik ventilatöre bağlı olan hastalarda “respiratuar yanıt” puanlanmış, spontan soluyan hastalarda ise “ağlama” puanlanmıştır. Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeğinden alınabilecek en düşük puanın 6, en yüksek puanın ise 30 olduğu belirtilmiştir. Yüksek skorlar bebeğin konforsuz olduğunu ve konfor sağlayacak girişimlere gereksinim duyduğunu göstermektedir. Ayrıca Sayısal Değerlendirme Ölçeklerinden 4-6 puan almak orta derecede, 7-10 puan almak ise ciddi derecede ağrı ve distresi göstermektedir. İçerik geçerliliğine yönelik Kendall W analizi, güvenirliğine yönelik olarak Pearson Momentler çarpımı korelasyon analizi, Cronbach Alfa katsayısı, Ağırlıklandırılmış Kappa analizi, sınıf içi korelasyon analizi yapılmıştır. Bulgular: Bebeklerin %70’i kız ve %78.3’ü sezeryan ile doğmuştur. Ölçeğin iç geçerliğine yönelik uzman görüşleri arasında uyum olduğu belirlenmiştir (Kendall's W = .465). Ölçeğin Cronbach Alfa katsayısı, işlem öncesi primer gözlemci için 0.85, yardımcı gözlemci için 0.82 olarak bulunmuştur ve bu değerler ölçeğin iyi derecede güvenilir olduğunu göstermektedir. İşlem sonrası ise primer gözlemci için 0.92, yardımcı gözlemci için 0.85 olarak bulunmuştur. Ağırlıklandırılmış Kappa değerleri incelendiğinde her madde için primer gözlemci ve yardımcı gözlemci arasında uyumun iyi düzeyde olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Madde toplam puan korelasyonları incelendiğinde, 1. gözlemci için madde toplam korelasyonları 0.537-0.757, 2.gözlemci için madde toplam korelasyonları 0.557, 0.933 arasındadır. 2. Gözlemci 0.501-0.842 arasındadır. Toplam puan, ağrı tahmini ve distres tahmininde primer gözlemci ve yardımcı gözlemci arasında uyum sınıf içi korelasyon katsayısı ile irdelenmiştir. Bakım öncesi toplam puan için sınıf içi korelasyon katsayısı: ICC= .96, p<0.000, ağrı tahmini için sınıf içi korelasyon katsayısı: ICC= .85, p<0.000, distres tahmini için sınıf içi korelasyon katsayısı ICC= .89, p<0.000 belirlenmiştir. Bakım sonrası toplam puan için sınıf içi korelasyon katsayısı: ICC= .87, p<0.000, ağrı tahmini için sınıf içi korelasyon katsayısı: ICC= .95, p<0.000, distres tahmini için sınıf içi korelasyon katsayısı ICC= .96, p<0.000 belirlenmiştir. Sınıf içi koralasyon analizi sonucu gözlemciler arasında uyumun anlamlı olduğu saptanmıştır. Sonuç: Geçerlik ve güvenirliğe yönelik olarak yapılan istatistikler doğrultusunda Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeği Türkçe Formu geçerli ve güvenilir bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Yenidoğan, prematüre, konfor, geçerlik, güvenirlik. P03 - BASİT BİR SORU İLE HASTA VE HASTA YAKINLARININ BAKIM İHTİYAÇLARINI SAPTAYABİLME/KARŞILAYABİLME DURUMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Figen YARDIMCI1, Zümrüt BAŞBAKKAL2, Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1, Gülçin ÖZALP GERÇEKER1, Dilek ZENGİN1, Elif BİLSİN1, Şeyda BİNAY1, Hamide NUR ÇEVİK1 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD. Amaç: Hasta ve hasta yakınlarına bakım hizmeti verebilmek için bireye ulaşmamız, bireye değer vermemiz, bireyi anlamaya çalışmamız, onunla ilgilenmemiz ve onun farkına varmamız önemlidir. Hemşirenin bakım verdiği bireye ulaşmasını sağlayan araç, iletişim bilgi ve becerisidir. İletişimde bireylerin günlük yaşam aktivitelerinde temel ihtiyaçlarını karşılamak ve sağlıkları ile ilişkili sorunlarla baş edebilmelerine yardımcı olmak amacıyla birtakım faaliyetler yapılmakta, gösterilen tepkiler değerlendirilerek geri bildirimler verilmektedir. Profesyonel hemşirelik eğitiminde iletişim, danışmanlık, kritik düşünme gibi özellikleri gelişmiş hemşireler yetiştirmek öncelikli hedefler arasındadır. Ülkemizde hemşirelik okullarında bazı ders ve uygulamalarla hemşirelik öğrencilerinin bu hedefleri gerçekleştirmesi amaçlanmaktadır. Amaç: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Kliniklerinde staja çıkan intörn hemşirelik öğrencilerinin kliniklerde yatmakta olan hasta ve hasta yakınlarının bakım ihtiyaçlarını saptayabilme becerisi ve bu ihtiyaçları karşılayabilme durumlarının değerlendirilmesidir. Yöntem: Araştırmanın evrenini İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Kliniklerinde yatmakta olan 6-19 yaş arası çocuk hastalar ve aileleri oluşturmaktadır. Örneklemi ise 116 hasta çocuk ve 198 ebeveyn/hasta yakını oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından, nitel araştırma yöntemlerinden yapılandırılmış görüşme yöntemi kullanılarak toplanmıştır. Araştırmaya katılmayı kabul eden çocuk ve ailelere sosyodemografik bilgileri içeren anket formu uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya 116 çocuk, 198 ebeveyn dahil edilmiştir. Çocukların yaş ortalaması 11.3±3.5 (min:6, max:19) olup, %54.3'ü erkek, %69.8'i ilköğretime devam etmekte olup, %34.5'i hematoloji-onkoloji servisinde tedavi görmekte, 44.7±93.6 (min:1, max:384) gün boyunca hastanede yatmakta olup, %62.9'u daha önce hastaneye yatmıştır. Ebeveynlerin yaş ortalaması 34.6±6.9 (min:19, max:65) olup,%96.5'i annedir, %69.7'si ev hanımı olup, %42.4'ü ilkokul mezunudur, ortalama 2.0±1.0 (min:1, max:5) çocuk sahibidir. İntörn hemşirelerin gereksinimlerini belirlemeye yönelik sordukları soruya çocuk ve ebeveynlerin verdikleri cevaplar kategorilendirilmiştir. Çocukların verdikleri cevaplar tıbbi, oyun, iletişim, konforihtiyaç gereksinimi temalarına ayrılmıştır. Çocukların %29.3'ü (n:34) herhangi bir gereksinimi olmadığını belirtmiş olup; %27.6'sı tıbbi, %11.2'si oyun, %6.9'u iletişim ve %25'i konfor-ihtiyaçla ilgili isteklerde bulunmuşlardır. Tıbbi gereksinim teması ağrı (%18.8), tedavi (%71.9) ve girişim (%9.3) kategorilerine ayrılmış; konfor-ihtiyaç teması sosyal (%48.4) ve fiziksel (%51.6) ihtiyaç kategorilerine ayrılmıştır. Ebeveynlerin verdikleri cevaplar ise sosyal, bakım, oyun, tıbbi ve hastaneye ilişkin gereksinimler temalarına ayrılmıştır. Ebeveynlerin %26.3'ü (n:52) herhangi bir gereksinimi olmadığını belirtmiş olup; %23.2'si tıbbi, %20.2'si hastaneye ilişkin, %14.6'sı sosyal, %14.6'sı bakım, %1'i oyunla ilgili isteklerde bulunmuşlardır. Sosyal gereksinim teması mutluluk (%31.0) ve ilgi (%69.0) kategorilerine, bakım gereksinimi teması destek (%58.1) ve eğitim-bilgi ihtiyacı (%41.9) kategorilerine ayrılmıştır. Sonuç: Çalışma sonucunda ebeveyn ve çocukların en çok tıbbi konular hakkında gereksinimleri olduğu saptanmıştır. Hastalık sürecinde hasta ve ailelerinin bütüncül yaklaşım ile gereksinimlerinin karşılanması önemlidir. Bu amaçla intörn hemşirelerin tedavi odaklı yaklaşımlarının değiştirilmesi, bakım ve hasta gereksinimlerine duyarlılıkları artırılmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Bakım gereksinim, çocuk ve ebeveyn P04 - SINIRLAR ARASINDA KAYBOLAN ÇOCUKLAR Hamide Nur ÇEVİK1, Selmin ŞENOL1, Zümrüt BAŞBAKKAL1 1 E.Ü.Hemşirelik Fakültesi Amaç: Bu olgu sunumu; “ Suriye’den Türkiye (İzmir’e)ye göç eden bir ailenin “Relokasyon/ Taşınma Stresi Sendromu”na bağlı olarak yaşadığı yaşam güçlüklerinin hemşirelik tanıları kapsamında ele alınarak incelenmesi ve çocukların yaşam kalitesini artıracak bakım gereksinimlerinin saptanması/bakımın uygulanmasına örnek olması amacıyla planlanmıştır. Ülkemizde sanayileşme ve tarımda makineleşme sürecinden kaynaklanan sosyo-ekonomik yapıdaki önemli gelişmeler 1950’lerden itibaren iç göçe ve 1960 yılının ortalarından itibaren de dış göçe neden olmuştur. Hangi nedenle olursa olsun göç süreci insanlar ve toplumlar üzerinde fiziksel, duygusal, zihinsel yönüyle derin izler bırakan toplumsal bir olaydır. Zorunlu göç sonrasında toplumlarda ağır travmalar yaşanabilmektedir. Bu travmalardan en çok etkilenen çoğunluk ise en savunmasız grup olan çocuklardır. Göçmenlerin çoğunluğu ekonomik olarak yoksulluk sınırının altında hayatlarını sürdürmektedir. Göç eden aileler işsizlik, yiyecek-içecek, barınak sıkıntısı gibi problemler yaşanmakta ve bu etkenlere bağlı sağlık sorunları ile baş başa kalmaktadırlar. Sağlık sorunlarına maruz kalan ilk grup çocuklar olup, yaşam mücadelesinde pek çok riske hedef olmaktadırlar. Aslında bu maruziyet tüm aile bireylerini kapsamaktadır. Ancak aile üyelerinin de göç riskleriyle baş edebilme mücadelesi içinde olması, gücün etkin kullanımının önüne geçmektedir. Anne babalar göç sürecindeki “Relokasyon/ Taşınma Stresi Sendromu”nu yaşarken çocukların korunup desteklenmesinde yetersiz kalmaktadırlar. Örnek bir olgu incelemesi yapılmıştır. Olgu Sunumu: Suriye iç savaşından sonra zorunlu göçe maruz kalarak Türkiye’ye gelmek zorunda kalan A.S Ailesi anne, baba ve 7 çocuktan oluşmaktadır. 2014 yılının Mart ayında İzmir’e yerleşen aile, yaklaşık 2 aydır bir gece kondu mahallesindeki 2 odalı, ahşap bir evde yaşamlarını sürdürmektedir. Aile fiziksel ve çevresel olarak sağlıklı ve hijyenik olmayan koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Yaşanılan evde şehir suyu yoktur ve tuvalet ev dışında yer almaktadır. Aile taşıdığı su bidonları ile evin su ihtiyaçlarını gidermekte ve tuvalet- banyo ihtiyaçlarını karşılamada zorluk çekmektedir. Anne F.S, Türkçe okumayazması olmayan, 35 yaşında bir ev hanımıdır. Baba A.S. ise 40 yaşında, ilkokul mezunu, Türkçeyi konuşabilen ancak yazı dili yeterli düzeyde olmadığı için fabrikada geçici işçi olarak çalışmaktadır. Ailenin ilk iki çocuğu (17 ve 15 yaş) evli oldukları için ülkelerinde kalmışlar diğer çocuklar aileyle birlikte gelmiştir. Üçüncü çocuk 13 yaşında ve babasıyla birlikte fabrikada çalışmaya başlamıştır. F.S.(erkek) 9 yaşındaki dördüncü çocuktur ve 18 kg ağırlığında, 110 cm uzunluğunda olup %5 persantil değerinin altındadır. M.S. 13 aylık erkek çocuk ise 6 kg ağırlığında, 67 cm boyunda olup %3 persantil değerinin altındadır. Göç gerçeğinin mikro düzeydeki örneği olan bu olguda, çocukların ve aile üyelerinin bakım gereksinimleri, hemşirelik tanıları üzerinden yapılarak, sağlığın desteklenmesinde önemli bir katkı sağladığı görülmüştür. Çocuk sağlığı hemşireleri, göç sürecinde risk altındaki çocukların ve aile üyelerinin bakımında, güçlendirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedirler. Bu rolün multidisipliner uygulamalarda daha etkin ve yaygın bir şekilde kullanılmasının, göç sürecindeki çocukların yaşam kalitesine katkıda bulunacağı düşülmektedir. Anahtar Kelimeler: Göç, göçün etkileri, çocuk, relokasyon, hemşirelik bakımı P05- OLGU SUNUMU: SMİTH LEMLİ OPİTZ SENDROMU OLAN BEBEĞİN HEMŞİRELİK YÖNETİMİ Dilek ZENGİN1, Figen YARDIMCI1, Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Smith Lemli Opitz Sendromu (SLOS); ilk kez 1964 yılında Smith ve arkadaşları tarafından tanımlanan prenatal ve postnatal gelişme geriliği, orta-ağır derecede mental gerilik, mikrosefali, dismorfik yüz bulguları, yarık damak, bifid uvula, postaksiyel polidaktili, konjenital kalp hastalıkları, ürogenital anomaliler ve 2. ve 3. ayak parmakları arasında sindaktili ile tanı¬nan otozomal resesif geçişli doğumsal metabolizma hastalığıdır. Sıklığı 1/20.000-1/60.000 arasında değişmektedir ve erkeklerde kızlara göre daha sıktır. SLOS, prenatal ve perinatal ölümlere neden olabildiği gibi, postnatal dönemde izole mental gerilik veya tek başına davranış sorunları ile de karşımıza çıkabilir. Klinik bulguların değişken olması nedeniyle SLOS vakalarının bir bölümüne tanı konulamamaktadır. Olgu Sunumu: Heterezigot mutasyonlu gen taşıyıcı 28 yaşındaki anneden sezeryan doğum ile 35. haftada 1730 gr ağırlığı ve 39 cm boyunda Smith Lemli Opitz Sendrom ile dünyaya getirdiği erkek bebekte disformik yüz bulgularının yanısıra yutma güçlüğü, iştahsızlık, distansiyon bulguları ile dış merkezde takibi yapılan olgunun yaşamanın ilk bir ayında ASD ve VSD bulguları kontrol altına alınmıştır. İleri tetik ve tedavi için üniversite hastanesine sevki gerçekleştirilmiştir. 5 aylık olgunun yapılan fizik muayenesinde ön fontenelinin 1X1,5 cm boyutunda, arka fontenelinin kapalı olduğu, baş muayenesinde mikrosefali bulgusunun yanı sıra kilosunun 4,6 kg (< 3P), boyunun 55 cm (<3P) ve baş çevresinin 36 cm (<3P) olduğu ve disformik yüz bulgusunun mevcut olduğu, emme yutma refleksinin olmadığı, deri turgorunda azalmanın olduğu, izlemin yapıldığı gün son 24 satte 7 kez dışkılmanın ve dışkı kıvamının yumuşak sulu olduğu, huzursuzluk, distansiyon şikayeti ile uyku problemeninin ve üregenital sisitem muayenesinde hipospadiasın olduğu saptanmıştır. 10 gündür serviste takip edilen ve bu süre içersinde anne sütü ile beslenmediği gastrostomi yolu ile 2 saatte bir 70 cc protein ağırlıklı mama ile beslenen olgunun hemşirelik bakım yönetimi bu bilgiler ışığında sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Smith lemli opitz sendrom, hemşirelik bakımı P06- OLGU SUNUMU; AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ TANILI BİR ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK BAKIMI Figen YARDIMCI1, Gülçin ÖZALP GERÇEKER1, Seda ARDAHAN1, Emine GÖKÇE2, Rüçhan YÖNEY2, Gülay KIZILIRMAK2, Nuray AYDOĞMUŞ2 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Amaç: Lösemi; kan kanseri şeklinde de tanımlanan, kemik iliğinde olgunlaşmamış beyaz kan hücrelerinin anormal bir hızda artışı, bu hücrelerin kana ve tüm dokulara dağılması sonucu ortaya çıkan malign bir hastalıktır. Çocukluk çağı kanserlerinin %25-30’unu lösemiler oluştururken; bunların da %75-80’ini ALL oluşturur. Yıllık insidans Türkiye’de 1.5/100.000 olarak belirtilmektedir. En sık 1-4 yaşlarında görülüp, kız erkek oranı 1/1.2-1.3’tür. Bu çalışmanın amacı, ALL tanısı almış bir olgunun hastaneye yatışından itibaren ortaya çıkan semptomların ve alınan kemoterapi tedavisine bağlı oluşan komplikasyonların yönetimine ilişkin hemşirelik bakımlarını ortaya koymaktır. Olgu Sunumu: Obezite ve hipertansiyon nedeniyle Endokrinoloji tarafından, VezikoüreteralReflü operasyonu geçirmesi nedeniyle de Nefroloji tarafından takip edilen 13 yaşındaki erkek olgu, hastaneye yatışından önceki son iki ayda geçmeyen öksürük şikayeti ile hastaneye başvurmuştur. Yapılan tetkiklerinde Hb: 9gr/dL çıkması üzerine yatışı yapılmış ve Kemik İliği Aspirasyonu’nda %61 çıkan blast oranı sonucu tanı konulmuştur. Pediatrik Hematoloji Servisi’nde 10 aydır izlenen olgu, Protokol 2kemoterapi kürünü almaktadır. Olguya “Aktivite İntoleransı, Beslenmede Dengesizlik: Gereksinimden Az Beslenme, Enfeksiyon Riski, Fiziksel Mobilitede Bozulma, Deri Bütünlüğünde Bozulma Riski, Sıvı Volüm Dengesizliği, Uyku Örüntüsünde Rahatsızlık” hemşirelik tanılarına yönelik girişimlerde bulunulmaktadır. Sonuç/Öneriler: Kanser tedavisi sırasında hem hastalığa hem de tedavi amaçlı verilen kemoterapi ilaçlarına bağlı olarak ortaya çıkan komplikasyonların etkili bir şekilde yönetilmesi ile çocuğun normal yaşamına dönüşü kolaylaşacaktır. Bu süreç hızlandırılarak çocuğun hastalığını kabul etmesi ve tedavi sürecine uyumu daha erken dönemde sağlanabilir. Anahtar Kelimeler: Çocuk, Lösemi, Hemşirelik Bakımı P07- BETA TALASEMİ MAJÖR: KÖK HÜCRE NAKİL SÜRECİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1, Aylin YÜKSEL1, Dilek ZENGİN1, Hamide Nur ÇEVİK1, Buket ERER DEL CASTELLO2 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Amaç: Talasemi, globin zincir yapımındaki defektten kaynaklanan, kronik hemotolojik anemi ile karakterize genetik geçişli bir hastalıktır. Talasemi α, β olarak tanımlanan hemoglobin zincirinin veya zincirlerinin az sayıda veya hiç yapılamaması ile oluşur. Talasemi dünyada en sık görülen tek gen bozukluğudur. Talasemi ilk defa 1925’de hayatlarının ilk yıllarInda derin anemi ve splenomegali gelişen bebekleri tanımlayan pediatrist Thomas Cooley tarafından tarif edilmiştir. Daha sonra benzer vakaların görülmesi üzerine bu herediter hemolitik anemiye Van Jaksch anemisi, splenik anemi, eritroblastozis, Akdeniz anemisi adları verilmiştir. 1936’da George Whipple ve Lesley Bradford inceledikleri vakaların Akdeniz civarı ülkelerden geldiğini saptadıkları hastalığa Yunanca deniz den gelen “thalassemia” adını vermişlerdir. Daha sonra bu hastalığın yalnız Akdeniz ülkeleri toplumlarında olmadığı diğer toplumlarda da bulunduğu tespit edilmiştir. Talasemide doku hipoksisini önlemek için yeterli hemoglobin düzeyini sürdürmeye yönelik destekleyici tedaviler uygulanır. Transfüzyon tedavisiyle amaçlanan ineffektif eritropoezi baskılayarak, kemik deformasyonunu önlemek ve büyüme–gelişmenin sürekliliğini sağlamaktır. Dünyada en yaygın tek gen hastalığı olan ve ülkemiz dahil olmak üzere Akdeniz ülkelerinin önemli bir halk sağlığı problemini oluşturan talasemi majörün günümüzde kesin tedavi yöntemini Kök Hücre Transplantasyonu oluşturmaktadır. Kök Hücre Transplantasyonu (KHT) günümüzde malign ve malign olmayan pek çok hastalığın tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır. Konjenital veya edinsel pek çok hematolojik ve immunolojik hastalığın tedavisinde de KHT uygulanmaktadır. 3 uygulama şekli vardır: Allojenik, otolog ve sinjenik KHT. Kök hücre kaynağı olarak da kemik iliği (KİT) yanında periferik kök hücre, kordon kanı kök hücrelerinden yararlanılmaktadır. Talasemili hastalarda başarılı ilk transplantasyon 1981 yılında Thomas ve arkadaşları tarafından hiç transfüzyon almamış 14 aylık bir erkek hastaya tam uyumlu kız kardeşinden yapılmıştır. İlk transplantasyondan iki hafta sonra İtalya’nın Pesaro kentinde 14 yaşında ve 150 kez transfüzyon almış bir hastaya yapılan kemik iliği transplantasyonu ise graft rejeksiyonu ve talasemiye dönüş ile sonuçlanmıştır. Bu aşamada çalışmamızda hastanemizde takip edilen ve Beta Talasemi Majör tanısı ile izlenmekte olan hastanın kız kardeşinden uygun donör bulunarak yapılmış olan kök hücre transplantasyonu ve hemşirelik bakımı bildiride sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Beta Talesemi Majör, kök hücre transplantasyonu, hemşirelik bakımı P08- KML (KRONİK MYELOSİTİK LÖSEMİ): KÖK HÜCRE NAKİL SÜRECİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1, Aylin YÜKSEL1, Hamide Nur ÇEVİK1, Dilek ZENGİN1, Buket ERER DEL CASTELLO2 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Amaç: Kronik myeloid lösemi (KML) anormal hemopoetik kök hücreden kaynaklanıp miyeloid, eritroid, monositer, megakaryositer serileri etkileyen klonal myeloproliferatif bir hastalıktır. KML, batı ülkelerinde tüm lösemilerin %20’sini oluşturur. KML vakaların %3’ü çocukluk çağında görülür. Primitif pluripotent kök hücrenin klonal bir hastalığıdır. Kemik iliğinde aşırı miyeloid hiperplazi, çevre kanında olgun miyeloid hücrelerden oluşan yüksek lökosit sayısı (bazofili ile birlikte) ve splenomegali ile karakterizedir. TKİ(Tirozin Kinaz İnhibitörleri) tedavisine dirençli hastalarda HLA uygun kardeş vericisi olanlarda allojenik kök hücre nakli yapılır. Özellikle genç, yüksek riskli hastalığı bulunan, aynı cinsiyetten tam HLA uyumlu kardeş vericisi bulunan KML hastalarında allojeneik kök hücre transplantasyonu önemli bir tedavi seçeneğidir. Bugün için KML’de kür potansiyeli olan tek tedavinin allojeneik kemik iliği transplantasyonu olması fakat uygun donör yetersizliği nedeniyle çok az sayıda kişiye uygulanabilmesi, transplantasyon için uygun donörü olmayan hastalarda uygulanan interferon- α tedavisine rezistans veya intolerans gelişebilmesi gibi durumlar KML’de tedavi seçeneklerini kısıtlamaktadır. Kök Hücre Nakli multidisipliner bir tedavi yöntemidir. Kendi içerisinde onkoloji, yoğun bakım, pediatri ve psikiyatri hemşireliğini içeren alanlarda uzmanlaşmayı ve yoğun bakım becerileri gerektirmektedir. Bu aşamada çalışmamızda hastanemizde takip edilen ve KML tanısı ile izlenmekte olan hastanın anneden uygun dönör bulunarak yapılmış olan kök hücre transplantasyonu ve hemşirelik bakımı bildiride paylaşılması hedeflenmektedir. Anahtar Kelimeler: Kronik Myelositik Lösemi, Kök Hücre Transplantasyonu, Hemşirelik Bakımı P09 - YENİDOĞAN VE ÇOCUK HAKLARINI SAVUNABİLİYOR MUYUZ? Selmin ŞENOL1, Özlem DEMİREL BOZKURT1, Hamide Nur ÇEVİK1 1 E. Ü. Hemşirelik Fakültesi Amaç: Bu çalışmada, yenidoğan ve çocuk hakları kapsamında, yenidoğanların ve çocukların yaşam haklarını bireysel, toplumsal, hukuksal ve mesleki (çocuk sağlığı hemşireliği) boyutunda savunuculuğunu ne kadar yaşama geçirebildiğimizin irdelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, 20 Kasım 1989 Çocuk Hakları Deklerasyonu maddeleri ile 23-27 Eylül 2001 tarihinde 5. Dünya Perinatal Tıp Kongresi kapsamında Barselona Deklarasyonu Yenidoğan Hakları maddelerinin yenidoğan/çocuk getirmiş yaşam olduğu yaptırımlar tablosunun üzerinden, irdelenmesi bugün ülkemizdeki yapılmaktadır. Yenidoğan Hakları Bildirgesi 1.İnsan hakları evrensel bildirisi yaşamın tüm evrelerini içerir. Tüm insanlar hür doğarlar, eşittirler ve aynı haklara sahiptirler. 2.Kız veya erkek, bir insan olarak yenidoğanın özlük hakkı her değerin üzerindedir. Yenidoğanlar, Çocuk Hakları Sözleşmesi doğrultusunda korunmalıdırlar. 3.Her yenidoğanın yaşama hakkı vardır. Bu hakka tüm insanlar ve hükümetler tarafından ırk, cinsiyet, ekonomik, coğrafya özellikleri, doğum yeri, din veya başka nedenlerle ayrım yapılmaksızın saygı duymalıdır. Yönetimler çocuklar arası ayrımı önleyici tedbirleri almalıdırlar. 4.Her yenidoğan kültürel, politik veya dini nedenlerle yaşamının riske edilmemesi hakkına sahiptir. Hiç kimse kısa veya uzun dönemde yenidoğanın sağlığını risk altına sokacak, fiziksel bütünlüğünü bozacak bir işlemi yapma hakkına sahip değildir. Hiçbir koşulda zarar verme kabul edilemez. 5.Her yenidoğanın doğru kimlik, aile ve uyruğa sahip olma hakkı vardır. Devlet yaşamın tüm evrelerinde insana eşit şekilde bu hakkı garanti etmelidir. 6.Her yenidoğan hayatının geri kalan kısmında kendisine optimal fiziksel, ruhsal, dinsel, ahlaki ve sosyal gelişimini sağlayacak sağlık hizmetini, duygusal ve sosyal bakımı alma hakkına sahiptir. Toplum onun tüm ihtiyaçlarını karşılamaktan sorumludur. Ekonomik ve sosyal sınıf gözetilmeksizin ayrımcılığın tüm şekillerinin karşısında durulmalı, bakımda adil olunmalıdır. 7.Her yenidoğan büyümesini sağlayacak doğru beslenme hakkına sahiptir. Annenin emzirmesi teşvik edilmeli ve destek olunmalıdır. Annenin emzirmesi kişisel, fiziksel veya psikolojik nedenlerle olası değil ise doğru suni beslenme sağlanmalıdır. 8.Her yenidoğan doğru tıbbi bakım alma hakkına sahiptir. Çocuklar en sağlıklı şekilde yaşama, tıbbi, iyileştirici ve önleyici hizmetlerden yararlanma hakkına sahiptirler. Devlet, çocuk sağlığını tehdit eden geleneksel uygulamaları önlemelidir. Hükümetler doğum öncesi ve sonrası bakımdan sorumludur. 9.Gebe kadın yaşamla bağdaşmayan anomalili bir fetüs taşıyorsa yaşadığı ülkenin kanunları çerçevesinde gebeliğe devam etme veya gebeliği sonlandırma hakkına sahiptir. Fetus doğduğunda yenidoğana gereksiz tedavi yöntemleri uygulanmamalıdır. 10.İmmatüritesi en düşük viyabilite sınırının altında olan yenidoğanı hayatta tutabilmek için çaba gösterilmemelidir. 11.Her yenidoğan ülkenin mevcut sosyal koruma ve güvenlik haklarından yararlanma hakkına sahiptir. Bu haklar sağlık konusunda olduğu gibi hukuk alanında da söz konusudur. 12.Yenidoğan ebeveyninin isteği olmadan onlardan ayrılmamalıdır. 13.Evlat edinme durumunda, evlat edinilen yenidoğan en iyi şartlara sahip olmalıdır. Evlat edinme hakkının getirdiği tüm hukuksal garantiler uygulanmalıdır. Hiçbir koşulda organ satışı kabul edilmemelidir. 14.Silahlı çatışma olan ülkelerde tüm yenidoğanlar ve gebe kadınlar korunma hakkına sahiptirler. Bu koşullarda annenin emzirmesi özendirilmeli ve korunmalıdır. Yenidoğan ve çocuklarımızın yaşam mücadelesinde yetişkinlerin inşa ettiği toplumsal dokuda, "bizler onların savunuculuğunda hangi noktadayız?" sorusunun tartışılmasınin yeni farkındalıklara, çok yönlü bakış açılarına ve girişimlere ışık tutacağı umudundayız. Anahtar Kelimeler: Yenidoğan, çocuk, haklar, yasalar, savunuculuk, hemşirelik P10 - PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA KONSTİPASYON, DEĞERLENDİRME VE HEMŞİRELİK BAKIMI Betül YAVUZ1, Nurdan AKÇAY DİDİŞEN2, Deniz YİĞİT1 1 Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD., 2Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği AD. Amaç: Konstipasyon normal defekasyon olayının yapılamayışı veya yetersiz oluşu sonucu sert ve seyrek defekasyon durumudur. Kemoterapi sırasında ilaçların etkisiyle, kişilerin tedavi sırasında daha az aktif olmaları, daha az beslenmeleri nedeniyle konstipasyon oluşabilir. Kemoterapi alan çocuklarda konstipasyonun değerlendirilmesi konstipasyon nedeninin ve etkin yönetim stratejilerinin belirlenmesi için gereklidir. Konstipasyonu tanılamada, konstipasyona neden olan faktörleri belirleme ve etkili baş etme stratejilerini geliştirmede, hemşireler anahtar role sahiptir. Konstipasyonun değerlendirilmesine ilişkin literatür incelemesinde Woolery ve arkadaşları (2006) tarafından pediatrik onkoloji hastalarına uyarlanan “Konstipasyon Değerlendirme Ölçeği” (Constipation Assessment Scale) (CAS)’nin geçerlik güvenirlik çalışması yapıldığı belirlenmiştir. Ülkemizde gerek sağlıklı gerekse pediatrik onkoloji hastası olan çocuklarda konstipasyonu değerlendirecek ölçeğe literatürde rastlanmamış olup pediatrik onkoloji hastalarına uyarlanan “Konstipasyon Değerlendirme Ölçeği”nin Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışmasının yapılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu çalışmada pediatrik onkoloji hastalarında oluşan konsitpasyonun değerlendirilmesi, hemşirelik tanıları, konstipasyonun önlenmesi için gerekli hemşirelik girişimleri ve uygulanan tedavi açıklanacaktır. Sonuç olarak; pediatrik onkoloji hastalarında konstipasyona ilişkin risk faktörlerinin kontrol altına alınabilmesinde; konstipasyonun sağlık profesyonelleri tarafından geçerli ve güvenilir ölçme araçları kullanılarak değerlendirildiği, kemoterapi alan çocuklara konstipasyona ilişkin uygun girişimleri içeren eğitimin verildiği randomize kontrollü çalışmaların yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Çocuk, konstipasyon, onkoloji, hemşire, bakım P11 - OLGU SUNUMU; AMBİGUOUS GENİTALİA, OMFALOSEL VE KONJENİTAL ADRENAL HİPERPLAZİSİ OLAN ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK BAKIMI Şebnem ŞİRİN1, Tuğba KESTEL1, Elif BİLSİN1, Şeyda BİNAY1, Figen YARDIMCI1, Zümrüt BAŞBAKKAL1 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Konjenital anomalili psikolojik, fizyolojik, tıbbi ve sosyal problemlere neden olan kompleks bir sağlık sorunudur. Konjenital anomalili çocuğa sahip olmak ebeveynlerde stres ve anksiyeteye neden olur. Ebeveynlerin yaşam kalitesini bozar ve bakım gereksinimini artırır. Bu dönemde hemşireler, konjenital anomaliye sahip olan ailelerin gereksinimlerini belirler, bu gereksinimlere yönelik hemşirelik bakımını planlar, bakımın sonuçlarını değerlendirir, ebeveynlere çocuğun hastalığı ve tedavisi hakkında bilgi verir ve stresli durum ile baş edebilmesine yardım eder. Bu çalışmanın amacı, ambiguous genitalia, omfalosel, konjenital adrenal hiperplazisi, beslenme bozukluğu ve ürogenital mantar enfeksiyonu olan çocuğun tedavi sürecinde ortaya çıkan problemleri ve yapılan hemşirelik girişimlerini hemşirelik süreci ile ortaya koymaktır. Olgu Sunumu: Natal Öyküsü: Ambiguous Genitalia, Omfalosel, Konjenital Adrenal Hiperplazi ve Beslenme Bozukluğu olan 5 aylık olgu, 39. gebelik haftasında 3.700 gr, ve 48 cm uzunluğunda sezeryenla doğmuş. Doğumdan sonra yapılan ileri tetkiklerde çocuğun sağ böbreğinde hipertrofi olduğu ve sol böbreğinin olmadığı tespit edilmiştir. Ürogenital bölgede sağ tarafta labia majörler ve uterus normal büyüklükte, sol tarafta penis gözlenmiş, fakat scrotuma rastlanmamıştır. Şimdiki Sağlık Öyküsü: 08/05/2014 tarihinde huzursuzluk, şiddetli ağlama şikayetiyle E.Ü.T.F. çocuk acil servisine getirilmiştir. Yapılan tetkiklerde sodyum değerinin düşük olduğu, beslenme bozukluğu ve ürogenital sistemdeki mantar enfeksiyonu nedeniyle hastaneye yatırılmıştır. Yapılan antropometrik tanılamada kilosu: 5200 gr. (< %3 P); boyu: 56 cm (<%3 P); baş çevresi: 38,5 cm (<%3 P); göğüs çevresi: 38 cm olarak bulunmuştur. Yaşamsal bulguları; ateş: 36.6 C, nabız: 126/ dk bulunmuştur. 13.05.2014 tarihinde idrar yolu enfeksiyonu olan hastaya antibiyotik tedavisi başlanmıştır. Beslenme bozukluğunu tedavi etmek için Nazogastrik tüp ile 8×60 cc ek beslenme, Dvit3 ve BioGaia damla başlanmıştır. Sodyum değerini normal düzeye getirmek için günde bir defa mama ile birlikte NaCl başlanmıştır. Mantar tedavisi için de; ocerol pomad, oxid de zinc pomad, hametam pomad, canesten krem, isosol krem ve permanel ile silme başlanmıştır. Hastanın opere edilebilmesi için 10 kg’ın üzerine çıkması beklenmektedir. Genel pediatri servisinde takip edilen hastanın hemşirelik bakımı kavram haritası şeklinde sunulacaktır. Hemşirelik süreci Ağrı, Elektrolit Dengesizliği, Beslenmede Dengesizlik: Gereksinimden Az Beslenme, Büyümede Gecikme, Deri Bütünlüğünde Bozulma, Aile İçi Süreçlerin Devamlılığında Bozulma, Anksiyete (Annede), Aspirasyon Riski, Enfeksiyon Riski, Enfeksiyon Bulaştırma Riski, Bilgi Eksiliği (Annede) tanılarına yönelik girişimlerde bulunularak, değerlendirilecektir. Hemşirelik bakımı ve etkin tedavi ile birlikte çocukta var olan enfeksiyon ve beslenme sorunları düzeltilerek çocuğun normal yaşantısına dönüşümü hızlandırılabilir ve yaşam kalitesi artırılabilir. Anahtar Kelimeler: Ambiguous genitalia, omfalosel, konjenital adrenal hiperplazi, çocuk, hemşirelik bakımı P12- NİEMANN-PİCK TİP A TANISI İLE İZLENEN ÇOCUĞUN GORDON’UN FONKSİYONEL SAĞLIK ÖRÜNTÜLERİ MODELİ KULLANILARAK DEĞERLENDİRİLMESİ Beste ÖZGÜVEN ÖZTORNACI1, Z. Bahire BOLIŞIK2 1 İzmir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, 2Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Bu olgu sunumu, “Niemann-Pick Tip A” tanısı ile çocuk metabolizma servisinde izlenen hastanın Gordon’un “Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri” modeline göre bakım gereksinimlerinin belirlenmesi ve hemşirelik bakım planında sunulması amacıyla yapılmıştır. Niemann-Pick hastalığı (NPH), sfingomyelinaz enzim eksikliğine bağlı olarak vücudun çeşitli organlarında, özellikle retiküloendotelyal sistem ve santral sinir sisteminde, intraselüler sfingomyelin ve kolesterol birikimi ile karakterize, otozomal resesif geçişli, nadir görülen bir lizozomal lipid depo hastalığıdır. Genetik, klinik ve biyokimyasal heterojeniteye sahip hastalığın, başlama yaşı ve santral sinir sistemi tutulumuna göre, Tip A, B, C, D, E ve F olmak üzere altı alt tipi tanımlanmıştır. Tip A Akut nöronopatik form, Tip B Kronik visseral form, Tip C Kronik nöronopatik form daha iyi tanımlanmış formlardır. Tip A tüm hastaların %85' ini oluşturur. Tanı çoğunlukla çocukluk döneminde rutin muayenelerde saptanan hepatosplenomegalinin etiyolojisinin araştırılması sırasında, sfingomyelinaz aktivitesinin tespiti ve Niemann-Pick hücrelerinin kemik iliği incelemesinde gösterilmesi ile konulur. Hastanın kliniği sfingomyelinin biriktiği organa göre farklılık gösterir. Niemann-Pick hastalığında sıklıkla nörolojik ve gastrointestinal sistem bulguları, büyüme-gelişme geriliği, göz bulgulan, solunum sistemi, cilt ve kardiyak bulgular görülür. Genellikle gözlenen patolojiye göre destekleyici özel tedavi gerekmektedir. Hipersplenizm ve masif splenomegali gelişmiş ise rüptür gelişme riskinden dolayı splenektomi gerçekleştirilebilir. Olgu Sunumu: 1 yaşındaki olgu, sezeryan doğum ile 3280 gram, 50 cm olarak sağlıklı doğmuş olup, doğumda ve sonrasında yenidoğan sarılığı dışında herhangi bir problem yaşanmamıştır. Ancak sarılığın 2,5 aylık olana kadar sürmesi üzerine uzamış sarılık şikâyeti ile ilçe devlet hastanesine başvurusu yapılmış, burada yapılan tetkikler sonucunda karaciğer ve dalak büyümesi saptanmış ve üniversite hastanesine sevk edilmiştir. Yapılan kemik iliği aspirasyonu ve enzim testleri sonucunda 4,5 aylıkken Niemann-Pick Tip B tanısı konulmuştur. Olgunun destekleyici tedavisine başlanmış, erken tanı konması ve hastalığın beyni etkilememesi nedeniyle hematopoetik kök hücre nakli planlanmış, kontrol tarihleri belirlenmiş ve taburcu edilmiştir. 10 aylık olana kadar takip ve tedavisi süren, büyüme ve gelişmede problem olmayan olguda ani başlayan solunum sıkıntısı nedeniyle hastaneye yatış gerçekleşmiş, yattığı gece hastanede aralıklı olarak sabah 8’e kadar süren konvülsiyonları olmuş ve sabah çekilen EEG’de beyin hücrelerinin etkilendiği saptanmıştır. Sonrasında olgunun yutma refleksi kaybolmuş, ağızdan beslenememeye başlamış, solunum sıkıntısı artmış, hızlı kilo kaybı ve büyüme ve gelişmede durma/gerileme ortaya çıkmıştır. Tetkiklerde hastalığının beyni de etkilediği, tanının Niemann-Pick Tip A’ya dönüştüğü ve kök hücre nakli şansının kalmadığı aileye bildirilmiştir. Olgunun hastaneye son yatışı tam bir yaşını doldurduğu gün gerçekleşmiş olup, ateş, halsizlik, kusma, batında distansiyon ve asit şikâyetleri ile çocuk acil servisine başvurmuş, metabolizma servisine yatışı yapılmıştır. Olgu Marjory Gordon tarafından geliştirilmiş olan bireylerin biyopsikososyal boyutta kapsamlı olarak ele alındığı hemşirelik bakım modeli ile değerlendirilmiştir. “Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri” modeli olarak adlandırılan bu model, sistematik ve standardize edilmiş bilgi toplama yaklaşımını ve hemşirelik bakış açısıyla bilginin analiz edilmesini olanaklı kılmaktadır. Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri Modeline göre, olguda en fazla sorun saptanan alanlar, Beslenme-Metabolik Durum, Aktivite-Egzersiz, Uyku-Dinlenme, Kendini Algılama, Bilişsel-Algısal, Rol-İlişki, Baş etme-Stres Toleransı olup, hemşirelik bakımı bu alanlardaki bozuklukların düzeltilmesine yönelik planlanmış ve uygulanmıştır. Anahtar Kelimeler: Niemann-Pick hastalığı, fonksiyonel sağlık örüntüleri modeli, hemşirelik bakımı, sfingomyelinaz enzim eksikliği, lizozomal lipid depo hastalığı P13 - FARKLI OKULLARDA OKUYAN LİSE ÖĞRENCİLERİNİN YEME TUTUM VE DAVRANIŞLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Esra TURAL BÜYÜK1, Gamze DUMAN1, 1 Omü Sağlık Yüksekokulu Amaç: Ülkemizde lise öğrencilerinin çocukluk dönemlerinden başlayan hatalı beslenme alışkanlıkları olduğu ve bu durumun sonraki dönemlerde ciddi sağlık problemlerine yol açabileceği bilinmektedir. Günümüzde genç nüfusta, yeme bozukluklarının yanı sıra, tanı konulacak seviyeye ulaşmayan sağlıksız yeme davranışları görülebilmektedir. Son yıllarda yeme bozukluklarının yaygınlığı büyük oranda artmıştır. Bu nedenle sağlıksız yeme davranışlarını belirlemek, yeme bozuklukları oluşmadan önce müdahale etme ve önleme fırsatı sağlar. Bu araştırma, farklı okullarda okuyan lise öğrencilerinin yeme tutum ve davranışlarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Yöntem: Araştırma 17.01.2014 – 22.01.2014 tarihleri arasında bir ilçede bulunan İmam Hatip Lisesi, Anadolu Lisesi ve Sağlık Meslek Lisesi öğrencileri arasında okulda olan ve araştırmayı kabul eden 174 kişi ile yapılmıştır. Verilerin toplanmasında lise öğrencilerinin sosyo-demografik özelliklerini tanımlamak ve yeme davranışlarını öğrenmeye yönelik “Bilgi Formu”; yeme tutumu ve davranışlarını belirlemek için “Yeme Tutumu Testi’’ kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 21 programında frekans, yüzdelik, ki kare ve t testi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan 174 lise öğrencisinin yaş ortalaması 16.57±1.36, yeme tutum ölçeği puan ortalaması 16.35±8.31 ve yeme bozukluğu riski görülme oranı %8 bulunmuştur. Öğrencilerin %19.5’inin beden ağırlığının normalin altında, %73’ünün normal ve %7.5’inin beden ağırlığının ise normalin üzerinde olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Katılımcıların %51.1’i beden ağırlıklarını normal bulduklarını, %27.6’sı kendilerini kilolu bulduklarını ve %21.3’ü de kendilerini zayıf bulduklarını belirtmiştir. Lise öğrencilerinin %52.9’u beden ağırlığıyla ilgili hiçbir şey yapmadığını, %34.5’i kilo vermeye çalıştığını ve %12.6’sı da kilo almaya çalıştığını belirtmiştir. Öğrencilerin yeme bozukluğu riski ve BKİ’leri arasındaki ilişkiye bakıldığında, zayıf olanların %8.8’inin yeme bozukluğu açısından risk taşıdığı, normal olanların %6.3’ü ve normalden fazla olanların ise %23.1’inin yeme bozukluğu açısından risk taşıdığı görülmüştür. Öğrencilerin yeme bozukluğu riski ve beden ağırlıklarıyla ilgili yaptıkları arasındaki ilişkiye bakıldığında, kilo almaya çalışanlar yeme bozukluğu riski taşımazken hiçbir şey yapmıyorum diyenlerde yeme bozukluğu riski %5.4, kilo vermeye çalışanlarda ise %15.0 olarak saptanmıştır. Son bir yıl içinde kilo vermeye çalışanlarda ise yeme bozukluğu riski %12.7 iken, bu oran son bir yılda kilo vermeye çalışmayanlarda %5.9 olarak bulunmuştur. Öğrencilerin BKİ’leri ve yeme bozukluğu davranışı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.005). Öğrencilerin beden ağırlıklarıyla ilgili düşünce durumları ve yeme bozukluğu davranışı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.005). Kız öğrencilerin(%10.6) erkek öğrencilere göre(%3.3) daha fazla yeme bozukluğu davranışı gösterdiği, Sağlık Meslek Lisesi öğrencilerinin(% 12.7) İmam Hatip Lisesi(%3.5) ve Anadolu Lisesi(%5.3) öğrencilerine göre daha fazla yeme bozukluğu davranışı gösterdiği görülmüş olup bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır(p>0.005). Bu oranın Sağlık Meslek Lisesinde yüksek olması orada okuyan kız öğrenci sayısının daha fazla olmasından ve sağlık bilgisi alan öğrencilerin zayıf olma konusunda daha fazla duyarlı olabileceklerinden kaynaklandığını düşündürmektedir. Sonuç: Araştırmanın sonucunda risk altında olan öğrencilerin erken müdahale için elde edilen bulgular doğrultusunda programlarının ilgili düzenlenmesi birimlere ve ailelere yönlendirilmesi, gerekli beslenmeyle eğitimin verilmesi ilgili eğitim önerilerinde bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Lise öğrencileri, beslenme, yeme davranışları, yeme tutumu, yeme bozukluğu P14 - DEVLET VE ÖZEL HASTANEDEKİ HEMŞİRELERİN AİLE MERKEZLİ BAKIMA İLİŞKİN TUTUM VE DAVRANIŞLARI Şadiye DUR1, Duygu GÖZEN1, Muzaffer BİLGİ2, 1 İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Amaç: Aile merkezli bakım yaklaşımı, çocuğunu hastane ortamında kendini güvende hissetmesini sağlamanın yanı sıra çocuk ve ailenin buradaki uygulamalardan olumsuz etkilenmesini en aza indirmede de yararlı olmaktadır. Bu düşünce doğrultusunda araştırma özel ve devlet hastanelerinde çalışan hemşirelerin ebeveynlerin çocuklarının bakım uygulamalarına katılmalarına ilişkin tutumlarını karşılaştırmak amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı nitelikte olan araştırmanın evrenini, 1 Mayıs- 30 Haziran 2013 tarihleri arasında İstanbul il merkezinde bulunan iki devlet hastanesi ve bir özel hastanenin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniklerinde çalışan 70 hemşire oluşturmuştur. Çalışmada örneklem seçim yöntemine gidilmemiş, bu tarihler arasında hastanelerde ulaşılan ve araştırmaya katılmayı gönüllü kabul eden tüm hemşireler araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak; Hemşire Tanıtım Formu ve Ebeveyn Katılım Tutum Ölçeği (PPAS) olmak üzere iki adet form kullanılmıştır. Ölçek, ilk kez Seidl ve Pillitteri (1967) tarafından geliştirilmiş, Gill tarafından 1985 ve 1990 yıllarında revize edilmiştir. Ölçeğin Türkiye'de geçerlilik ve güvenirliği Saime (Özbodur) Yıldırım (2008) tarafından yapılmıştır. Bu ölçek, 24 maddeli, 5 dereceli likert tipi bir ölçektir. Ölçekten alınacak en düşük puan 24, en yüksek puan 120’dir. Ölçekten alınan puanın yüksek olması ebeveynin çocuğun bakımına katılımını kabul edici bir tutumu göstermektedir. Elde edilen veriler, sayı, yüzdelik, ortalama ile Shapiro-Wilk ve Kolmogorov-Smirnov testleri kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan hemşirelerin %84.3’ünün kadın,%57.1’inin üniversite mezunu, %51.4’ünün evli ve %60’ının çocuğunun olmadığı saptanmıştır. Hemşirelerin, %28.6’sının dahili çocuk hastalıkları kliniklerinde, %27.1’inin yenidoğan yoğun bakım ünitesinde çalıştıkları, %55.7’sinin çocuk kliniklerinde kendi isteğiyle çalıştığı, %72.9’unun çocuk kliniklerinde çalışmaktan memnun oldukları belirlenmiştir. Yaş ortalamalarının 28.92±5.52 yıl, toplam çalışma süresinin 7.97±5.18 yıl ve çocuk kliniklerinde çalışma süresinin ise 5.27±4.67 yıl olduğu belirlenmiştir. Araştırmadaki hemşirelerin aile merkezli bakımla ilgili bilgi durumu incelendiğinde %64.3’ünün konu ile ilgili bilgi sahibi oldukları, bilgi aldıkları kaynaklar incelendiğinde ise %34.8’inin konu ile ilgili bilimsel yayınlar ve mesleki eğitim kapsamındaki derslerinden bilgi aldıkları saptanmıştır. Hemşirelerin %54.3’ünün ebeveyn katılım tutum ölçeği toplam puanının 84 puan ve üstü olduğu bulunmuştur. Yapılan analizler sonucunda hemşirelerin çalıştığı hastane ve PPAS skoru değerlendirildiğinde devlet hastanesinde çalışan hemşirelerin (85,67 ± 6,17) ebeveynlerin çocuklarının bakımına katılımına, ilişkin tutumlarının özel hastanede çalışanlara (81,88 ± 5,26) göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha olumlu olduğu belirlenmiştir (p<0.05).Yüksek lisans ve doktora mezunu olan, yenidoğan yoğun bakım ünitesi ve süt çocuğu servisinde görev yapan hemşirelerin ebeveyn katılım tutum ölçeği toplam puan ortalamalarının daha yüksek olduğu bulunmuştur. Sonuç: Aile merkezli bakım yaklaşımını benimsemiş hemşirelerin, eğitim düzeylerinin yüksek olması lisansüstü eğitim programlarında aile merkezli bakım konusuna daha fazla zaman ayrıldığını ve eğitimin hemşirelerin konuyla ilgili tutumlarını olumlu yönde geliştirdiğini göstermektedir. Bunun yanında ölçek cronbach alpha değeri 0.340 olarak bulunduğundan, ülkemiz kültür ve gelenekleri, hemşirelerin eğitim durumu ve teknolojik gelişmelerle yenilenmiş kapsamlı bilgiler doğrultusunda konu ile ilgili yeni ölçeklerin geliştirilmesine ya da ölçeğin tekrar revize edilmesine gereksinim olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Aile merkezli bakım, ebeveyn katılımı, hastanede yatan çocuk, hemşire, devlet ve özel hastane P15 - EBEVEYN ALGISININ 3-6 YAŞ GRUBU ÇOCUKLARIN SAĞLIKLI YAŞAM BİÇİMİ DAVRANIŞLARINA ETKİSİ Ayfer EKİM1, Zeynep ÇİKENDİN2, 1 İstanbul Bilgi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü , 2Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü Amaç: Okul öncesi çocukların sağlıklı yaşam stili davranışlarının gelişiminde ebeveyn özyeterlilik algısının etkisini anlama, etkili sağlığı geliştirme girişimlerinde önemli bir ilk adım olacaktır. Bu çalışmanın amacı, ebeveyn algısının, okul öncesi çocukların sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite davranışlarına etkisini belirlemektir. Yöntem: Araştırma, Tekirdağ il merkezinde Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı 6 anaokulunda Eylül-Aralık 2013 tarihleri arasında 3-6 yaş grubu çocukların ebeveynleri ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, örneklem seçim tekniği kullanılmamış, şehir merkezindeki tüm anaokullar örnekleme alınmıştır. Veri toplama aracı olarak “Demografik Veri Toplama Formu” ve “sağlıklı beslenme”, “fiziksel aktivite” alt boyutlarından oluşan “Ebeveyn Özyeterlilik Ölçeği (PSQ)” kullanılmıştır. Ebeveyn Öz-yeterlilik Ölçeği Likert tipi derecelendirilmiş olup, maksimum toplam puanı 340; sağlıklı beslenme alt boyutunun maksimum toplam puanı 270; fiziksel aktivite alt boyutunun maksimum puanı ise 70’dir. Bulgular: Araştırmaya toplam 425 ebeveyn katıldı. Ebeveynlerin yaş ortalaması 32.5±4.6 yıl ve %28.0’i ilkokul, %42.9’u üniversite mezunudur. Ebeveynlerin %58.8 (n=250)’inin beden kitle indeksi normal, %28.0 (n=119)’inin kilolu ve %9.6 (n=41)’sının obes olarak değerlendirildi. Çocukların yaş ortalaması 4.5 yıldır ve %77.8 (n=330) ’i 5-85; %13.6 (n=58)’sı 85-95; % 3.0(n=13)’ü < 5 ve %5.7(n=24)’si >95 persentil değerlerindedir. Ebeveynlerin PSQ ortalama toplam puanı 221.7 ± 15.2; sağlıklı beslenme alt boyut ortalama puanı 176.7±14.7 ve fiziksel aktivite alt boyut ortalama puanı 44.0±11.6 olarak saptandı. Sonuçlara göre annenin eğitimi ve ailenin gelir durumu okul öncesi çocukların sağlıklı yaşam stili davranışları hakkında ebeveyn algısını etkileyen temel faktörlerdir. Sonuç: Okul öncesi çocuklara sağlıklı yaşam stili davranışlarının kazandırılmasında, ebeveyn odaklı stratejilerin geliştirilmesi, sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite gibi sağlıklı yaşam stili davranışlarının kazandırılmasında ailenin sorumluluğunu teşvik edici girişimlerin planlanması önerilir. Anahtar Kelimeler: Ebeveyn, okul öncesi, öz-yeterlilik, sağlıklı yaşam stili davranışları P16 - PEPLAU’NUN KİŞİLERARASI İLİŞKİLER MODELİNE GÖRE ASPERGER SENDROMU İLE İZLENEN ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK DEĞERLENDİRMESİ Gülay MANAV1, Elçin AKDENİZ2, 1 Marmara Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Ad, 2Maltepe Üniversitesi Ruh Sağılığı ve Hastalıkları Hemşireliği Ad Amaç: Hemşirelik; bilgi, teori ve kuramlara temellenen uygulamalardan oluşmaktadır. Bu teori ve kuramlar, hemşirelik uygulamalarına kaynak sağlamaktadır. Teorilere dayalı bir bakış açısı, bireyin bakımını amaçlı ve sistemli olarak planlama ve uygulama olanağı vermektedir. Hemşirelikte modeller, disiplin ile ilgili kavramları belirler ve bu kavramlar arasındaki ilişkiyi açıklar. Hemşirelik modelleri, odak noktası olarak bireyi ele alarak hemşirelik uygulamalarının mesleksel boyut içinde değerlendirilmesini sağlar. Ayrıca bu modeller hemşirelik bilgisini ve uygulamalarını sistematize ederek hemşireye rehberlik eder ve profesyonel bir iletişim sağlar. Bu makale, “Peplau’nun Kişilerarası İlişkiler Modeli”nin kullanımını, bir örnek ile açıklayarak, NANDA’nın “sosyal etkileşimde bozulma” hemşirelik tanısını kullanmada yaygınlaştırılmasını modelin kullanılabileceğine sağlamak dikkat çekmek amacıyla ve kullanımının yazılmıştır. Yöntem: Hemşirelik insan ilişkileri üzerine temellenmiş bir meslektir ve hemşirelik bakım sürecinin etkinliği hemşirenin diğer bireylerle etkin iletişim kurma yeteneğine bağlıdır. Yapılan çalışmalar, hemşirelerin etkili kişilerarası ilişkiler ve iletişim becerisi geliştirmesinin hastalar üzerinde olumlu etkiler yarattığını göstermektedir. Bu nedenle olgunun süreci “Pepleau’nun kişilerarası ilişkiler modeli” nin basamakları doğrultusunda yönlendirilmiştir. Bu süreçte danışan ve ailesinden aydınlatılmış onam alınmıştır. Danışmanlık süreci on gün ara ile kırkbeşer dakikalık düzenli görüşmelerle sürdürülmüştür. Süreç toplam 12 görüşmede tamamlanmıştır. Danışanın yakınmaları ve gelişimsel öyküsü ele alınmış, sorunları analiz edilmiş, ilk iki görüşme sonrasında asperger sendromu nedeniyle gelişen kaybolma ve kendine zarar verebilme korkusuna ilişkin anlamlandırma ve etrafındaki kişilerle ilişkilerine odaklanılmıştır. Bulgular: “Pepleau’nun kişilerarası ilişkiler modeli” nin ilk basamağı olan oryantasyon aşamasında; danışmanlık sürecinde danışanın yer oryantasyonu (kaybolma) ve kendine zarar verme düşüncelerine ilişkin korkuları üzerine odaklanılmıştır. Danışanın sosyal yaşamında agorafobik belirtilerinden ulaşım araçlarını kullanamama, evden dışarı çıkmama, yabancılarla konuşmama gibi belirtileri NANDA’NIN “Sosyal Etkileşimde Bozulma” tanısı altında incelenmiştir. Bu tanıya yönelik hemşirelik müdahaleleri danışan ve ailesiyle 4 ay boyunca gerçekleştirilen amaçlı görüşmeler ile uygulanmıştır. Modelin çözümleme aşamasında son olarak danışan ve ailesi tarafından uygulanan hemşirelik müdahalelerin etkinliği değerlendirilmiş olup uygulamaların danışanın agorafobik semptomlarına kalıcı çözüm olduğu aile ve danışan açısından ifade edilmiştir. Sonuç: Asperger tanısı ile izlenen çocuk ve ailesinin hastalığın doğası sonucunda oluşan sosyal etkileşimde bozulma ile baş etmelerinde hemşirenin bireye özel geliştireceği kişilerarası iletişim modeli temelli danışmanlık oturumlarıyla olumlu sonuçlar alınacağı görülmektedir. Peplau’nun kişilerarası ilişkiler modeli, asperger tanısı ile izlenen çocuklarda “sosyal etkileşimde bozulma” NANDA hemşirelik tanısının planlanması, uygulanması ve değerlendirilmesinde uygun olduğu düşünülmektedir. Hemşirelik modellerin hemşireler tarafından kullanımının artırılması için temel hemşirelikle entegre edilmesine, sağlık kurumlarında hizmet içi eğitimlerin düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Ayrıca modelleri vakalarla örneklendirerek açıklayan makale ve kitaplara da gereksinim duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Peplau’nun kişilerarası ilişkiler modeli, pediatri hemşireliği, asperger sendromu P17 - BİR İLKÖĞRETİM OKULUNDAKİ ÖĞRENCİLERİN UYKU ALIŞKANLIKLARI İLE OKUL BAŞARISI ARASINDAKİ İLİŞKİ Melek ARDAHAN1, Gülten GÜRKAN2, 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Bu araştırma, bir ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin uyku alışkanlıkları ile okul başarısı arasındaki ilişkiyi incelemek amacı ile planlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişkisel araştırmanın evrenini bir ilköğretim okulunda okuyan öğrenciler oluşturmaktadır (N=450). Araştırmanın örneklemine 150 öğrenci alınmıştır. Veri toplama aracı olarak anket formu düzenlenmiştir. Anket formunda demografik sorulara, öğrencilerin bireysel alışkanlıklarını, tanısı konmuş hastalıkları, uyku alışkanlığını, uyku düzenini, uyku alışkanlığını etkileyen faktörleri, okul başarısını etkileyen faktörleri, okul başarısını inceleyen sorulara (38 soru) yer verilmiştir. Öğrencilere ilişkin tanıtıcı verilerin sayı ve yüzde dağılımı verilmiş, verilerin analizi ki-kare testi ile yapılmıştır. Araştırmaya başlamadan önce araştırmanın yapılacağı kurumdan yazılı, öğrencilerden sözlü izin alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşları 11-14 yaşları arasında değişmektedir. Cinsiyetlere bakıldığında %56.8’inin erkek, %43.2’sinin kadın olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin %44.8’inin 6.sınıf, %36’sının 7.sınıf, %19.2’sinin 8.sınıf olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin %9.6’sının tanısı konmuş bir hastalığının olduğu, bunların %4.8 inin yüksek tansiyon, %2.4 ünün böbrek rahatsızlığı, %2.4 ünün romatizmal hastalığının olduğu tespit edilmiştir. Öğrencilerin gün içinde toplam %7.2 sinin 5-7 saat uyuduğu, %77.6 sının 7-9 saat uyuduğu, %15.2’sininn 9 saatten fazla uyuduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin %1.6.’sinin derslerde uyukladığı, %28.0’ının bazen uyukladığı, %28.8’inin ders çalışmak için geç yattığı, %37.6’sinin sınav öncesi uyku alışkanlığının değiştiği saptanmıştır. Öğrencilerin %4.0’ının sınav öncesi sabahladığı, %8.0’ının sınav öncesi her zamanki saatinde uyuduğu, %16.0’ının sınav öncesi geç saatlere kadar ders çalıştığı, %9.6’sınınn sınav öncesi erken kalkıp ders çalıştığı saptanmıştır. Öğrencilerin %47.2’sinin 85-94 arasında başarı puanı olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin başarı durumunun %44.8’inin iyi olduğu saptanmıştır. Okul başarı durumu orta olan öğrencilerin %50.0’ının uyku alışkanlıklarının iyi olmadığı saptanmıştır. Yapılan ki-kare analizinde okul başarı durumu ile uyku alışkanlıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görüldüğü saptanmıştır (X2= 10.847 P= 0.028 P<0.05). Sonuç: Sonuç olarak, öğrencilerin uyku alışkanlıklarının okul başarısını etkilediği belirlenmiştir. Öğrencilere uyku ve verimli ders çalışmanın uyku problemlerini azaltacağı ve uykusuzluğun okul hayatına verdiği zararların ortadan kalkacağı konusunda eğitim verilmelidir. Böylece uyku problemlerinin okul başarısını etkileme oranının azalabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Uyku, uyku alışkanlıkları, okul başarısı, öğrenci, ilköğretim okul P18- İLKÖĞRETİM OKULLARINDA ÖĞRENİM GÖREN ÖĞRENCİLERİN ÖZBAKIM GÜCÜNÜN İNCELENMESİ Melek ARDAHAN1, Seda YAŞAR2, 1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Bu araştırma, bir ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin öz bakım gücünün incelenmesi amacı ile planlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı araştırmanın evrenini bir ilköğretim okulunda okuyan öğrenciler oluşturmaktadır (N=239). Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiştir. Veri toplamak amacıyla öğrencilere kendilerine ait tanıtıcı bilgileri (15 soru) ve öz-bakım gücü ölçeğini (35 soru) içeren toplam 50 sorudan oluşmuş anket formu öğrencilere uygulanmıştır. Araştırmaya başlamadan önce araştırmanın yapılacağı kurumdan yazılı, öğrencilerden sözlü izin alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan 6. sınıf ilköğretim öğrencilerinin %6.7’si 11 yaş, %83.3’ü 12 yaş, %8.3’ü 13 yaş, %1.7’si 14 yaş ve üzeri olduğu saptanmıştır. 7. sınıf öğrencilerinin %1.8’i 11 yaş, %16.1’i 12 yaş, %67.9’u 13 yaş, %14.3’ü 14 yaş ve üzeri olduğu saptanmıştır. 8. sınıf öğrencilerinin %17.5’inin 13 yaş, %82.5’inin 14 yaş ve üzeri olduğu saptanmıştır. 6. sınıf öğrencilerinin % 53.3’ünün kız ve %46.7’sinin erkek olduğu, 7. sınıf öğrencilerinin %44,6’sının kız ve %55.4’ünün erkek olduğu, 8. sınıf öğrencilerinin 47.6’sının kız ve %52.4’ünün erkek olduğu saptanmıştır. Araştırmaya katılan 6. sınıf ilköğretim öğrencilerine öz-bakım denildiğinde %95’inin ilk akıllarına banyo, %15’inin aksesuar kullanma, %93.3’ünün el-yüz yıkama, %96.7’sinin tırnak kesme, %90’ının kıyafet temizliği, %90’ının saç bakımı, %73.3’ünün ayak bakımı, %71.7’sinin oda temizliği, %90’ının diş temizliği ve %3.3’ünün makyaj yapma, 7. sınıf ilköğretim öğrencilerine öz-bakım denildiğinde %96.4’ünün ilk akıllarına banyo, %8.9’unun aksesuar kullanma, %94.6’sının el-yüz yıkama, %92.9’unun tırnak kesme, %89.3’ünün kıyafet temizliği, %89.3’ünün saç bakımı, %75’inin ayak bakımı, %64.3’ünün oda temizliği, %96.4’ünün diş temizliği ve %5.4’ünün makyaj yapma, 8. sınıf ilköğretim öğrencilerine öz-bakım denildiğinde %96.8’inin ilk akıllarına banyo, %15.9’unun aksesuar kullanma, %95.2’sinin el-yüz yıkama, %90.5’inin tırnak kesme, %90.5’inin kıyafet temizliği, %87.3’ünün saç bakımı, %76.2’sinin ayak bakımı, %55.6’sinin oda temizliği, %74.6’sının diş temizliği ve %11.1’inin makyaj yapma geldiği saptanmıştır. Öğrencilerden 6. sınıfta okuyanların %76.7’sinin, 7. sınıf öğrencilerinin %87.5’inin, 8. sınıf öğrencilerinin %73’ünün öz-bakım hakkında bilgi aldıklarını ifade ettikleri saptanmıştır. Araştırmaya katılan 6. sınıf öğrencilerinin %71.7’ sinin öz-bakım hakkında bilgisini yeterli, %6.7’sinin yetersiz bulduğu ve %21.7’sinin kararsız, 7. sınıf öğrencilerinin %69.6’sının özbakım hakkında bilgisini yeterli, %5.4’ünün yetersiz bulduğu ve %25’inin kararsız, 8. sınıf öğrencilerinin %76.2’sinin öz-bakım hakkında bilgisini yeterli, %11.1’inin yetersiz bulduğu ve %12.7’sinin kararsız olduğu saptanmıştır. Sonuç: Sonuç olarak, 6. sınıfların öz-bakım konusunda daha bilinçli olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin ailelerinin, öğretmenlerin konuya gereken duyarlılığı göstermesi, ailelerin eğitilmesi ve okullarda sağlık bilgisi dersi kapsamında bu konuya değinilmesi gerektiği önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Öz bakım, öz bakım gücü, öğrenci, ilköğretim okulu, öğretmen. P19 - İKİ FARKLI İLKÖĞRETİM OKULUNDA OKUYAN 1. SINIF ÖĞRENCİLERİNNİ BESLNEM DURUMLARI İLE FİZİKSEL AKTİVİTELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN BELİRLENMESİ Esra TURAL BÜYÜK1, Sümeyye TOPÇU1, 1 Omü Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu çalışma, sosyoekonomik düzeyi farklı iki ilköğretim okulundaki birinci sınıf öğrencilerinin beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıkları arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. Yöntem: Bu çalışma, sosyoekonomik düzeyi farklı iki ilköğretim okulundaki birinci sınıf öğrencilerinin beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıkları arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. Bulgular: Araştırmamıza katılan öğrencilerin; % 69.5’inin 15-85. persentiller arasında boy uzunluğuna sahip olduğu, % 68.4’ünün kilo yönünden 15-85. persentiller arasında olduğu ve çocukların %60’ının beden kitle endeksi(BKİ) nin 15-85. persentiller arasında olduğu görülmüştür. Yaşa göre boy uzunlukları bakımından % 69.5’inin, yaşa göre ağırlık yönünden % 68.4’ünün ve beden kitle endeksi(BKİ) bakımından %60’ının normal sınırlarda olduğu görülmüştür. Çocuğun fiziksel aktivite durumu incelendiğinde, %87.4’ünün düzenli devam ettiği spor aktivitesi olmadığı saptanmıştır. Çocukların spor yapma süreleri sorgulandığında ise % 70.5’inin günlük 0- 30 dakika arası spor yaptığı belirlenmiştir. Çocukların haftada kaç gün fiziksel aktiviteye zaman ayırdığı sorusu %38.9 oranında haftada 2 gün olarak cevaplandırılmıştır. Çocukların günlük aktivite sürelerine bakıldığında, %42.1’inin 0-30 dakika aktivite yaptığı görülmüştür. Çocukların %58.9’unun okula yürüyerek gittikleri ve %60’ının vakit geçirebileceği güvenli oyun alanı olmadığı belirlenmiştir. Farklı okullardaki çocukların boy uzunlukları yönünden araştırdığımızda sosyoekonomik düzeyi yüksek olan okulda boy kısalığına rastlanmazken, diğer okulda %11.6 oranında boy kısalığı saptandı ve bu durum istatiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Çocukların kilo dağılımlarına bakıldığında ise çocukların kilolarına göre dağılımlarının sosyoekonomik yönden düşük öğrencilerin okulunda ki öğrencilerin %38.9’unun, yüksek sosyoekonomik düzeyde okuyan öğrencilerin ise %29.5’inin 15-85. persentiller arasında olduğu belirlenmiş ve çocukların kiloları ile okudukları okul arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır(p>0.05). Çocukların BKİ dağılımlarına bakıldığında sosyoekonomik yönden düşük öğrencilerin okulunda ki öğrencilerin %29.5'inin, yüksek sosyoekonomik düzeyde okuyan öğrencilerin %30.52inin 5-85. persentiller arasında olduğu saptanmıştır. Çocukların BKİ’ leri ve okudukları okul arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır(p>0.05). Obezite, sosyoekonomik düzeyi yüksek ailelerin çocuklarında daha sık görülmektedir fakat çalışmamızda okullardaki obezite oranı birbirine yakın değerlerde bulunmuştur. Okullar arasında çocuklarda fiziksel aktivite bakımından da istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Öğrencilerin fiziksel aktivite durumlarına bakıldığında, okullar arası sosyoekonomik duruma bağlı farklılık saptanmamıştır. Sosyoekonomik durumun düzenli spor yapma, bir haftadaki toplam fiziksel aktivite süresi, okula gidiş durumunu etkilemediği sonucuna varılmıştır.Çocukların kilo persentilleri ve BKİ ile öğün sayısı arasındaki ilişkiye bakıldığında 15-85. persentiller arasında kiloya sahip olan ve 5- 85. persentiller arası BKİ değerlerine sahip olan çocukların en az üç öğün beslendiği saptanıp bu durum istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.005). Sonuç: Sonuç olarak, bu yaş grubu öğrencilerde sosyo-ekonomik durumun beslenme ve fiziksel aktivite ilişkisine pek etkisi bulunmadığı saptandı. Bu konuda daha çok araştırmaya ihtiyaç duyulduğu kanısına varıldı. Anahtar Kelimeler: Çocuk, ilkokul, sağlık, beslenme, fizik aktivite P20 - PEDİATRİK YANIK OLGULARINDA ENTERAL BESLENMENİN ÖNEMİ Esra ARDAHAN1, Hatice YILDIRIM SARI1, 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Amaç: Yanık, üst düzeyde beslenme desteğine ihtiyaç duyulan ciddi olgulardan birisidir. Yanmış hastanın metabolizması enerji, yağ, karbonhidrat, protein, vitamin ve mineraller, antioksidan ihtiyacındaki artışa bağlı olarak hızlanır. Yanık olgularında enteral, parenteral ve oral beslenme desteği çok önemlidir. Yanıklı hastaların beslenme fonksiyonlarının, besin ihtiyaçlarının yakından izlenmesi sayesinde; enfeksiyon oranları, hospitalizasyon süreleri ve ileride gelişebilecek komplikasyonlar büyük ölçüde engellenmiş olur. Ciddi yanık yaralanmalarını takiben agresif beslenme desteği önerilmektedir. Başlangıç aşamasında; yanık olgularında, uzamış ve dirençli hipermetabolik yanıt oluşarak plazma katekolamin, kortikol ve enflamasyon medyatörlerinin seviyeleri on -yirmi kat artabilir. Bu metabolik yanıt metabolik hızı iki katına çıkartarak, bütün vücutta katabolizmaya sebep olarak kas zayıflığı ve ciddi kaşeksiye sebep olabilir. Gerekli besin maddelerinin alımında karşılaşılan problemler; yara iyileşmesinin gecikmesine, çoklu organ yetmezliğine, enfeksiyonlara karşı duyarlılığın artmasına ve ölümlere sebep olabilir. Bu nedenle, yanık hastalarında bakımın sağlanması, hipermetabolik yanıtın azaltılması, yara iyileşmesinin hızlanması, tahrip edici katabolizmanın azaltılması, mortalite ve morbidite oranlarının düşürülmesi için agresif beslenme desteği önerilmektedir. Enteral Beslenme; Gastrointestinal sistem fonksiyonları olan, ancak koma, tümör, fistül, yutma refleksinin olmaması ve ciddi yanıklar gibi durumlarda oral yoldan beslenemeyen hastalarda, Total Parenteral Beslenme ise Gastrointestinal yolla beslenemeyen ya da bu yolla beslenmesi kontrendike olan hastalara, yeterli besin maddelerinin intravenöz yolla verilmesi işlemidir. Total parenteral ve enteral beslenme yöntemlerinin ikisi de etkili yöntemler olmasına karşın, iki beslenme yönteminin birbiri ile karşılaştırıldığı bir çalışmada; glutamine ve arginine ile desteklenmiş enteral beslenen pediatrik yanık hastalarında intestinal sistem fonksiyonlarının korunduğu ve immün sistem fonksiyonlarının geliştiği gözlenmiştir. Enteral beslenen ve Total Parenteral beslenen iki grupta serum kortisol ,insülin, IgG, IgM, TCD4 ve TCD8 seviyelerinde belirgin farklar bulunmuştur. Enteral beslenen grupta Gastrointestinal hemoraji, pnömoni, akut renal yetmezlik, septik şok, bakteriyemi gibi komplikasyonların ve mortalite oranının Total Parenteral beslenen kontrol gruba kıyasla anlamlı oranda düşük olduğu görülmüştür. Yanık sonrasında enteral beslenmenin başlatıldığı saatin de tedavi üzerinde önemli etkisi vardır. Yapılan çalışmalar yanık olgularında hastaneye yatış anından itibaren enteral yoldan beslenmenin başlatılabileceğini göstermiştir. Pediatrik yanık hastalarında; erken enteral beslenmenin hastaneye kabul kilosunu koruduğu,antibiyotik kullanım ihtiyacı ve süresiyle hospitalizasyonu azalttığı yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. Enteral beslenme; mukozal bozulma, bakteriyel translokasyon ve ince bağırsak permeabilitesinde azalmayı önler. Hızlı yara iyileşmesini desteklerken, kilo kaybı ve mortaliteyi azaltır. Yanık sonrası 3-6. saat ile 48.saatte enteral beslenmeye başlanan ve yara pansumanları arasında hiçbir farklılık olmayan iki grupta; erken beslenen hastalarda hospitalizasyonun kısaldığı ve komplikasyon görülme –ölüm oranlarının azaldığı saptanmıştır. Erken beslenen çocuk hastalar hastaneye girişteki kilosunun ortalama %3’ünü kaybederken, geç beslenen kontrol grubunda bu kayıp ortalama %9 seviyesine ulaşmıştır. Başka bir çalışmada ise; erken beslenen hastalarda 8.8±4.1 günde, geç beslenen kontrol grubunda ise 24.1±6.9 günde pozitif nitrojen dengesi görülmüştür. Sonuç olarak; erken enteral beslenme ve resüsitasyon özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki pediatrik yanık olgularında etkili ve güvenli bir yöntem olarak önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Pediatri, Yanık, Nütrisyon, Erken Enteral Beslenme, Metabolik Yanıt P21- KANSERLİ ÇOCUĞUN OKUL YAŞANTISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ Aslı AKDENİZ KUDUBEŞ1, Ayfer ELÇİGİL2, 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Koç Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Amaç: Araştırma, kanserli çocuğun okul yaşantısını etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma tanımlayıcı bir çalışmadır. Araştırmaya Haziran-Ekim 2013 tarihleri arasında bir eğitim ve araştırma hastanesi ile bir üniversite hastanesinde tedavi alan 120 kanserli çocuk alınmıştır. Etik kurul izni ve hastanelerden kurum izni ile çocuk ve ailelerinden yazılı ve sözlü izin alınmıştır. Veriler, çocuk bilgi formu ve çocuk ve ebeveyn görüşme formu ile toplanmıştır. Araştırma sonucu elde edilen bulgular SPSS 15.0 programı yardımıyla değerlendirilerek analiz edilmiştir. Araştırmanın verileri yüzdelik hesaplamalar ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırmamızın sonuçlarına göre, çocukların %87,5’unun okula devamsızlık yaptığı belirlenmiştir. Hematolojik malignite tanısı alan çocukların %64,8’inin ve onkolojik malignite tanısı alan çocukların %35,2’sinin okula devamsızlık yaptıkları belirlenmiştir. Okula devamsızlık gün sayısı 21 günden fazla olan çocukların oranı %75’dir. Devamsızlık nedenlerine bakıldığında %36,2’sinin fiziksel semptomlar (nötropeni, bulantı, kusma, ağrı vb.) ve tedaviye bağlı nedenlerden, %47,6’sının tedaviye bağlı nedenlerden dolayı (cerrahi tedavi, kemik iliği transplantasyonu vb.) okula devamsızlık yaptığı saptanmıştır. Çalışmamızın sonuçlarına göre, çocukların %30.8’i öğrenme süreci ile ilgili problem yaşamakta ve %17,5’i okuduğunu anlamakta güçlük çekmektedir. Araştırmaya katılan çocukların %55,8’sinin hastanede ek ders aldığı belirlenmiştir. Kemoterapi alan çocukların %55,6’sı, kemoterapi-radyoterapi tedavisi alan çocukların %21,1’i, kemoterapi-cerrahi tedavi alan çocukların %11,1’inin ve üç tedavi şeklini de alan çocukların %12,2’sinin 21 günden fazla okula devamsızlık yaptıkları saptanmıştır. 7-12 yaş grubundaki çocukların %77,3’ünün ve 13-18 yaş grubu çocukların %22,7’sinin Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Özel Eğitim Gerektiren Bireyler İçin Evde Eğitim Hizmetleri Programına başvurduğu belirlenmiştir. Çocukların yaş grubuna göre MEB Özel Eğitim Gerektiren Bireyler İçin Evde Eğitim Hizmetleri Programına başvuru durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır (p=0.007). Programa başvurmama nedenlerine bakıldığında 7-12 yaş grubundaki çocukların %57,6’sı programı bilmediği için ve %66,7’si istemediği için programa başvurmadığını bildirmiştir. Araştırmaya katılan 13-18 yaş grubundaki çocukların %100’ü lise öğrencisi olduğu için programa başvuramadığı belirlenmiştir. Kemoterapi-radyoterapicerrahi tedavi alan çocukların %18,2’sinin sınıf tekrarı yaptığı belirlenmiştir. Aldıkları tedaviye göre sınıf tekrarı yapma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (p=0.192). Sonuç: Çalışmanın sonucunda kanserli çocukların çoğunluğunun yaşadıkları semptomlar yada aldıkları tedaviler nedeniyle okula devamsızlık yaptıkları belirlenmiştir. Sonuç olarak, kanser tanısı alan çocuklar kısa sürede ve tıbben mümkün olduğunca hastalık öncesindeki normal okul ve sosyal deneyimlerine dönmesi için teşvik edilmelidir. Çocuğu kanser tanısı alan ebeveynler okulla iletişimlerinin (öğretmenlerle iletişimin sürdürülmesi ve arkadaşlarının ziyaret edilmesi) devam etmesi konusunda bilgilendirilmeleri önemlidir. Kanserli çocukların okul yaşantılarında verilecek hizmetler planlanırken yaş ve hastalığın evresi gibi değişkenlerin göz önünde bulundurulmasının ve kanserli çocuklara tedavi sonrası karşılaşabilecekleri okul yaşantısındaki sorunlar hakkında bilgi verilmesinin kanserli çocukların okul yaşamının sürdürülmesi ve geliştirilmesinde önemli rol oynayacağı düşünülmektedir. Okul yaşantısının devamlılığı için çocuk ve ailelerin teşvik edilmeli, kontroller sırasında çocukların okula devam durumunun sorgulanmalı, okulla ilgili sorunlar belirlenerek çözüm önerileri sunulmalıdır. Ayrıca, sağlık personeline kanserli çocukların okul yaşantılarının düzenlenmesine yönelik hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmeli ve eğitim programının içine MEB’nın program içeriği dâhil edilmelidir. Kanserli çocukların ebeveynlerinin sağlık personeli tarafından bu konuda bilgilendirilmesi önerilir. Anahtar Kelimeler: Kanser, çocuk, okul, okul-aile ve sağlık personeli iş birliği. P22 - ÇOCUKLUK ÇAĞI EV KAZALARININ ÖNLENMESİ Hümeyra BARBAROS1, Burcu AYKANAT2, Birsen BİLGEN SİVRİ3, Meryem AYDIN4, 1 Bilecik Şeyh Edebali Sağlık Yüksekokulu, 2Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 3Mevlana Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Çocukluk çağı kazaları, çocuğun sağlığı üzerine fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden etki ederek dengeyi bozan hastalık, sakatlık hatta ölüme neden olan ve önemle üzerinde durulması gereken bir toplum sağlığı sorunudur. Ev kazaları çocukluk çağında görülen kazaların yaklaşık yarısını oluşturmakta ve giderek artış göstermektedir. Ülkemizde toplam çocuk ölümlerinin 1/3’ünü ev kazaları oluşturmaktadır. Ev kazalarına yönelik güvenlik önlemlerinin alınması, ailelere güvenlik danışmanlığı ve eğitiminin yapılması ile bu oranlar azaltılabilir. Bu derlemede çocukluk çağı ev kazaları, bu kazaların nedenleri ve ev kazalarını önlemeye yönelik girişimler ele alınmıştır. Ev kazaları bir evin içinde veya ona ait çevrede meydana gelen kazalardır. Çocuklarda en sık görülen ev kazası tipleri düşmeler, yanıklar, zehirlenmeler, suda boğulmalar, yabancı cisim yutmaları ve evcil hayvan ısırıklarıdır. Türkiye’ de tüm kazaların %18-25’ini ev kazaları oluşturmaktadır. 0-6 yaş grubu çocuklarda ölümle sonuçlanan düşme olaylarının %50-80’inin ev ortamında meydana gelmektedir. Çocuklarda ev kazalarında risk faktörleri olarak; anne ve baba yaşının küçük olması, geniş ailede yaşıyor olmak, çocukların ilk çocuk olmaları, ebeveynlerin eğitim düzeyi ve ailede yaşayan kişilerin çok olması belirtilmiştir. Çocuklar kendilerini kazalardan koruyabilecek gelişimsel özelliğe yeterince sahip olmadıklarından kendileri için güvenli bir çevrenin oluşturulmasına ve ev kazalarından korunmaya yönelik bir yetişkinin yardımına gereksinim duyarlar. Ev kazalarını önlemede anne ve babaların risk algılama düzeyini artırmaya yönelik sağlık ekibi üyeleri ve hemşireler tarafından farkındalık eğitiminin yapılması ailelerin kazaların önlenebilir olduğu düşüncesine ulaşmalarına yardımcı olur. Ev kazalarına yönelik risklerin belirlenmesi ve bunlara yönelik güvenlik önlemlerinin alınması gerekir. Çocuğu izleyen hemşireler, sağlık kontrolü sırasında annenin kazalardan korunma bilincini güvenliğe ait sorularla sorgulamalı ve aileye riskli durumlardan kaçınmayı sağlayacak bilgilendirmeyi yapmalıdır. Evde alınabilecek güvenlik tedbirleri ve bu tedbirlere rağmen kazaların olması halinde yapabilecek ilk yardım uygulamaları konusunda aileyi bilgilendirmelidir. Yazılı ve görsel materyallerle danışmanlık hizmeti verilmelidir. Annelere yönelik yapılan eğitimlerle ev kazalarının görülme oranlarının azaldığına dair çalışma sonuçları dikkate alınarak anne ve babalar için ev kazalarına yönelik düzenli eğitimlerin yapılması gereklidir. Ev kazalarını önlemeye yönelik disiplinler arası işbirliği ile projelerin geliştirilmesi; ulusal, yerel etkinlikler düzenlenerek yasal düzenlemelerin yapılması sağlanabilir. Sorunun yazılı ve görsel basın aracılığı ile topluma yansıtılması, farklı çözüm önerilerine ulaşmaya ve toplumsal farkındalığın artmasına yardımcı olur. Ayrıca ülke çapında bulgulara ulaşabilmek için araştırmalar yapılması, ev kazaları ile ilgili düzenli bir kayıt sisteminin oluşturulması mevcut durumu görmemizi sağlayacağından önemlidir. Önlenebilir ev kazaları ilgili ailelerin, çocuklarının karşı karşıya kalabileceği tüm tehlikelerden haberdar olmaları beklenemez. Ancak sağlık ekibi üyeleri ve pediatri hemşireleri bilgilendirme, eğitim, bireysel danışmanlık hizmeti gibi ev kazalarını önlemeye yönelik girişimlerle ailelerin farkındalıklarını artırabilir, güvenlik önlemleri almalarını sağlayarak ev kazaları ve bunlara bağlı ölüm oranlarının azalmasına katkıda bulunabilirler. Anahtar Kelimeler: Çocuk, ev kazaları, güvenlik, hemşire. P23 - YENİDOĞAN YOĞUNBAKIM ÜNİTESİNDE BEBEĞİ YATAN ANNELERİN YENİDOĞAN BAKIMINA YÖNELİK BİLGİ DÜZEYLERİ Serap KAYNAK1, Nihal SUNAL2 1 Amaç: Annelerin Balıkesir Üniversitesi, 2İstanbul Medipol Üniversitesi yenidoğan bakımına yönelik bilgi düzeylerini belirlemek. Yöntem: Araştırmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde 20.10.2010- 15.06.2011 tarihleri arasında bebeği yatan 201 anne arasından araştırmaya gönüllü toplam 148 anne dahil oldu, annelere yenidoğan bakımıyla ilgili 43 soru soruldu, verilen cevaplarla annelerin sosyo demografik ve obstetrik özellikleri karşılaştırıldı. Değerlendirme annelerin bilgi puanları ve bilme durumları ölçülerek yapıldı. Bulgular: Araştırmamızda anneler 43 sorudan en az altı soruya en çok 38 soruya doğru cevap vermişlerdir. Araştırmamızda 38 soruya doğru cevap veren kişi sayısı birdir. Soruların %70’ine doğru cevap veren kişi oranı ise sadece %14.2’dir. Yapmış olduğumuz araştırmada annelerin yenidoğan bebek bakımına yönelik bilgilerinin oldukça düşük olduğunu bulundu. Sonuç: Doğum sonrası ve ilerleyen dönemlerde yenidoğanın mortalite ve morbitidesini azaltmak için annlere doğum öncesi, hatta gebelik planlama döneminden başlayarak doğum sonu da sürecek şekilde eğitim verilmeli ve kadınların eğitim seviyesi yükseltilmelidir. Anahtar Kelimeler: Anne, bilgi düzeyi, bilgi gereksinimi, yenidoğan, yenidoğan bakımı. P24 - ÇOCUK ACİLDE İLAÇ UYGULAMA HATALARININ NEDENLERİ VE ÖNLEMEYE YÖNELİK ÖNERİLER Tufan Aslı SEZER1, Sevil ÇINAR2, Ayşe YILMAZ3, Cansu AKDAĞ3, Funda ASLAN3, Handan BOZTEPE3 1 Ankara Üniversitesi, 2Hacettepe Üniversitesi, 3Hacettepe Üniversitesi Amaç: Çocuk acilde ilaç uygulama hatalarının nedenlerini ve önlemeye yönelik önerileri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Hasta güvenliğini etkileyen en kritik ve yaygın hata tipi ilaç hatalarıdır. ABD İlaç Hatalarını Rapor Etme ve Önleme Ulusal Koordinasyon Konseyi (NCCMERP), ilaç hatasını, hastanın ilaçtan zarar görmesine ya da uygun olmayan ilacı almasına neden olan önlenebilir bir olay olarak tanımlamaktadır. İlaç hataları, reçeteleme, ilaç istem iletimi, ilaçların etiketlenmesi, paketlenmesi, adlandırılması, birleştirilmesi, dağıtımı, ilaç yönetimi, eğitim, izlenmesi ve ilaç kullanımını içeren sağlık çalışanı ilaç uygulamalarına, sağlık bakım ürününe ve prosedür ve sistemlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. İlaç hatalarından bazıları; yanlış ilaç, yanlış doz, yanlış seçenek, yanlış teknik ve ekipman kaybıdır. The Harvard Medical Practice Study, hastanelerde karşılaşılan tıbbi hataların %19,4‘ünü, yanlış ilaç uygulamalarının oluşturduğunu rapor etmiştir. Yapılan araştırmalarda 2002 yılı içinde ülkemizde 789 milyon kutu ilaç tüketilirken, bu rakamın 2011 yılında 1 milyar 700 bin kutuya yükseldiği görülmektedir. İlaçların adlandırılmasında bir standart kullanılmaması sebebiyle ilaç güvenliğini tehlikeye atacak düzeyde yazılışları ve okunuşları benzer ilaçlar oldukça fazladır. Yapılan bir çalışmada da, ekiple olan iletişimin azlığı, sıfırlı ya da ondalıklı sayıların takibindeki hatalar, el yazılarının okunmaması, ilaç hazırlarken ya da uygularken yapılan işin kesintiye uğraması, dikkatin dağınık olması, benzer isimde ilaçların bulunması, doz hesaplaması ve bilgi eksikliği ilaç uygulamasında hemşirelerin yaptıkları hata nedenleri arasında bulunmuştur. Bu nedenle çocuk acil servisi gibi yoğun ortamlarda ilaç hatalarının olması kaçınılmazdır. Hastalarda ilaç hatalarının oluşmasında birçok faktör rol oynamaktadır. Çocuk acil servislerde yapılan ilaç uygulama hataları, eş zamanda birden fazla hastanın tedavisi, sıklıkla sözel order alınması, çok çeşitli ilaçların kullanılması, ilaç uygulama yollarının çeşitliliği, yüksek riskli ilaçların olması, zaman kısıtlılığı, ilaç uygulaması sırasında hemşirenin ilgisinin dağılması ve uygulanan işin kesintiye uğraması, görev tanımının yapılmaması, ekip iletişim problemleri, laboratuvar hataları, benzer isimde ilaçların bulunması, doz hesaplaması ve bilgi eksikliği ilaç uygulamasında hata nedenleri arasında bulunmuştur. Genellikle oldukça yoğun ve hareketli olan çocuk acil servislerinde bu hata etkenlerinin göz önünde bulundurulması ve gerekli önlemler alınması gerektiği açıktır. Pediatri hemşireleri, pediatrik ilaç uygulamalarında yol gösterici rehberlerin geliştirilmesi, kliniğe özgü prosedürlerin oluşturulması gibi birçok önleme stratejisine yön verebilecek sağlık çalışanları olarak görülmektedir. Çocuk acilde ilaç hatalarını önlemek için, doz hesaplamaları, etiketleme standardizasyonu, çift kontrol, sözel istem gibi işlemlere yönelik geliştirilecek olan prosedürler, önemli hata önleme stratejileri arasında yer almalıdır. Hemşirelerin bu konuda sürekli olarak bilgilendirilmesi, işe yeni başlayan hemşirelerin oryantasyonu ve eğitimlerin sürekliliğinin sağlanması önerilmektedir. Ayrıca, ilaç hatalarının önlenmesi için çocuk acil servislerde görev yapan hemşirelerin iş organizasyonlarının ilaç hazırlama ve uygulama sürecinde bölünmeleri en aza indirecek şekilde yapılandırılıp, planlanması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Pediatri, acil servis, ilaç hataları, hasta güvenliği, hemşire P25 - SİMÜLASYONUN LİSANS ÖĞRENCİLERİNDE KULLANIMI: HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ DENEYİMİ Sevil ÇINAR1, Ayşe YILMAZ2, Elif BAKIR1, Gizem KERİMOĞLU1, Handan BOZTEPE1 1 Hacettepe Üniversitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği dersinde simülasyon uygulamasının deneyimlenmesi amaçlanmıştır. Amaç: Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Avrupa Birliği Yaşam Boyu Öğrenme Programı Leonardo da Vinci-Yenilik Transferi Projesi kapsamında 2012 yılında uygulama alanı, gözlem odası ve çözümleme odasından oluşan bir simülasyon laboratuarı kurulmuştur. Simülasyon uygulamasını gerçekleştirecek öğretim elemanları (1 öğretim görevlisi ve 4 asistan) konu ile ilgili eğitim almışlardır. Bu uygulamada görev alacak uygulamadan önce öğrencilere simülasyon uygulaması ile ilgili ön bilgilendirme yapılmıştır. Daha sonra uygulamaya katılan 30 öğrenci iki gruba ayrılmıştır. Bir grup öğrenci uygulama yaparken, diğer grup çözümleme (debrifing) odasında, kameralarla 4 değişik açıdan kayıt altına alınan uygulama grubunu izlemiştir. Uygulama yapan grupta bazı öğrenciler hemşire bazıları hasta yakını ve doktor rolünü oynayarak ekip çalışması oluşturulmuş, aynı zamanda duruma gerçeklik katılmıştır. Eğiticinin senaryoyu başlatmasıyla öğrencilerin kendilerine verilen senaryo kapsamında 20 dakikalık süre içinde hemşirelik girişimlerini uygulamaları beklenmiştir. Bu esnada kayıt odasındaki eğitici yapılan uygulamalara göre beklenen sonuçları monitöre yansıtmış ve simülatörün tepkilerini (öksürme, konuşma gibi) belirlemiştir. Daha sonra çözümleme odasındaki öğrenciler uygulama odasına geçmiş ve aynı şekilde farklı bir senaryoyla uygulamayı deneyimlemişlerdir. Her uygulama bitiminde öğrenciler çözümleme odasında eğitici eşliğinde kayıt altına alınan uygulamayı izlemiş ve tartışmışlardır. Simülasyon uygulaması sonucunda öğrenciler heyecanlı olduklarını, önceki dönemlerde klinik deneyimleri olmasına rağmen hata yapmaktan korktukları için uygulamalar sırasında geri planda kaldıklarını, bu nedenle birçok uygulamaya aktif olarak katılmadıklarını ifade etmişlerdir. Bu uygulama hemşirelik fakültesi çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği anabilim dalında lisans eğitiminde ilk kez kullanılmıştır. Bu deneyimin paylaşılmasının gelecekte laboratuarın kullanılmasına ilişkin bir rehber olacağı düşünülmektedir. Uygulamanın öğrenciler açısından ve eğitimciler açısından son derece keyifli ve olumlu bir deneyim olmasına karşın uygulamaların zaman alması ve bir dezavantaj olarak ifade edilebilir. Ayrıca bu tür laboratuar kullanma ve uygulamaların gerçekleşmesi maliyeti yüksek bir uygulamadır. Anahtar Kelimeler: Simülasyon, pediatri, hemşirelik öğrencileri, deneyim, eğitim P26 - SOSYAL PAYLAŞIM SAYFALARINI KULLANAN ANNELERİN BEBEK BAKIMINA İLİŞKİN BİLGİ VE DAVRANIŞ DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Suzan ÖZKAN1, Nilüfer YILDIRIM1, Kadriye BANCAR1 1 Şifa Üniversitesi Amaç: Günümüzde anneler, sağlık profesyonelleri tarafından verilen eğitimler dışında, internet aracılığıyla sosyal paylaşım sayfalarını anahtar bir bilgi kaynağı olarak kullanmaktadır. Sosyal paylaşım sayfaları, annelere bilgiye ulaşmanın ve insanlarla iletişim kurmanın hızlı ve kolay bir yolunu sunmaktadır. Bebeğin ihtiyaçlarının karşılama konusunda annenin yeterli düzeyde bilgiye sahip olması ve bunu doğru yollardan edinmesi oldukça önemlidir. Bu araştırma; sosyal paylaşım sitelerini kullanan annelerin bebek bakımı hakkındaki bilgi ve davranışlarının ne düzeyde olduğu ve bunu etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan araştırmanın örneklemini araştırmaya katılmaya gönüllü 192 anne oluşturmuştur. Araştırma, Nisan 2013-Temmuz 2013 tarihleri arasında yürütülmüştür. Çalışma için etik kurul izni alınmakla birlikte, Facebook ortamındaki annebebek sayfa adminlerinden mesaj aracılığıyla izin alınmış ve sayfalara üye olan annelere soru formları yollanmıştır. Anket formunu dolduracak annelerden de yazılı onam alınmıştır. Veri toplamada araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu kullanılmıştır. Anket formunda, sosyo-demografik soru formu (13 soru), bebek bakımına ilişkin bilgiyi ölçen soru formu (21 soru), bebek bakımına ilişkin davranışı ölçen soru formunda (12 soru) bulunmaktadır. Veriler internet ortamında web sayfası aracılığı ile toplanmıştır.Sorulardan elde edilen veriler kişi sayısı ve yüzde ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin; yaş ortalaması 26.67±10,0 (min 18-max 39)’dur. Annelerin %81,9’ lise ve üzeri eğitimli, %71.3’ü ev hanımıdır ve %86,5’i bebeğine isteyerek hamile kalmıştır. Bebek bakımı hakkında ilgi kaynağı olarak doktor, %31.5’i ile ilk sırada yer almaktadır. Annelerin %100’ü anne sütünü bebek için en iyi besin kaynağı olduğunu, %67.6’sı ilk emzirmenin doğumdan yarım saat sonra olması, %62.1’i bebeğin iki yaşına kadar emzirilmesi ve %82.8’i altıncı ayda ek besinlere geçilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bebek bakımında; emzirdikten sonra gaz çıkarma (%98.5), yaz aylarında her gün, kış aylarında haftada 2-3 kez yıkanma (%92.4), her iki cinsiyette de önden arkaya doğru temizlik yapma (%67.1), pişik önlemek için alt bezini sık değiştirme (%74), biberonu sık kaynatılma (%96.2) gibi davranışlarda iyi düzeyde bilgiye sahip oldukları saptanmıştır. Annelerin diş bakımı, tırnak kesme, emzik kullanımı, bebeğin yatak malzemeleri seçimi konularında düşük düzeyde bilgi ve davranışa sahip olduğu saptanmıştır. Sonuç: Annelerin bebek bakımı konusundaki bilgi ve davranışları istendik düzeyde değildir buna rağmen sosyal paylaşım sayfalarını kullanan annelerin bebek bakımı hakkındaki bilgilerini internet yerine doktordan alması, doğru bilgiye ulaşıldığını göstermektedir. Gebelik döneminden başlayarak gerek sağlık kuruluşlarında gerekse internet ortamında bebek bakımı ve uygulamalarıyla ilgili eğitimlerle daha faydalı sonuçlar ortaya çıkacağı düşünülmektedir. Anneler için hemşireler tarafından Facebook ortamında bilgi verici materyallerin hazırlanması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Bebek bakımı, 0-12 ay, Hemşirelik P27 - OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARIN VE AİLELERİNİN TEKNOLOJİK ARAÇLARI KULLANMA ALIŞKANLIKLARININ İNCELENMESİ Esma SÜLÜ UĞURLU1, Gizem YUSUMUT2, Sevda ÇELİK2, Selda GÜRE2, Bekir ÇETİN2 1 E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu araştırma, 3-6 yaş arası çocukların ve ailelerinin teknolojik araçları kullanma alışkanlıklarının incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini İzmir İli Ödemiş ilçesinde bulunan toplam 24 anasınıfı/anaokuluna kayıtlı 3-6 yaş arası toplam 1215 çocuk, örneklemini ise toplam 300 çocuğun ailesi oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, literatür doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan, toplam 38 sorudan oluşan anket formu kullanılarak aileler ile yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi; SSPS for Windows 17.0 istatistik paket programı kullanılarak, sayı-yüzde dağılımları ve ki-kare testi ile yapılmıştır. Bulgular: Araştırmada annelerin %56’sının 31-42 yaş arasında, %29’unun üniversite mezunu, %63’ünün ev hanımı olduğu, babaların %73.7’sinin 31-42 yaş arasında, %36’sının üniversite mezunu, %46.7’sinin serbest meslek sahibi olduğu, %90.3’ünün çekirdek aile olduğu, %74’ünün gelirinin gidere denk olduğu, %52’sinin 2 çocuğa sahip olduğu, %69.9’unun anaokulunda 1. çocuğu olduğu belirlenmiştir. Ailelerin %42’sinin evinde 2 tane televizyon bulunduğu, %51.3’ünün evinde 1 tane bilgisayar/tablet/laptop bulunduğu, ailelerin %90,7’sinin çocuğuyla birlikte vaktini televizyon izleyerek geçirdiği, %96.7’sinin çocuğunun izlediği programları kontrol ettiği, ailelerin %75’inin çocuklarının teknolojik aletlerle fazla vakit geçirmelerinin çocuk sağlığını etkilediğini düşündüğü, %47’si ise çocuklarda iletişim bozukluğuna yol açtığını belirtmiştir. Çocukların %46,7’sinin 5 yaşında, %55.3’ünün erkek olduğu, %95.7’sinin anaokulu dışındaki vaktini televizyon izleyerek geçirdiği, %7,3’ünün odasında TV olduğu, %20,3’ünün kendine ait bilgisayarı olduğu belirlenmiştir. Çocukların %49,3’ünün günde ortalama 1-2 saat televizyon izlediği, %44’ünün günde 1-2 saat bilgisayarla vakit geçirdiği, %27,7’sinin günde 1-2 saat cep telefonu ile vakit geçirdiği, %77’sinin izlediği reklam-film gibi programlardan etkilendiği, %30.3’ü izlediklerini taklit ettiği belirlenmiştir. Annelerin %39.3’ünün çocuğuyla günde ortalama 5-6 saat birlikte vakit geçirdiği, %55’inin boş vakitlerinde günde 5-6 saat televizyon izlediği, %45’inin günde 1-2 saat bilgisayarla vakit geçirdiği, %42.7’si bilgisayarı sosyal paylaşım sitelerine girmek amaçlı kullandığı, babaların ise %49’unun çocuğuyla günde ortalama 3-4 saat birlikte vakit geçirdiği, %61’inin boş vakitlerinde günde 1-2 saat televizyon izlediği, %48.7’sinin günde 1-2 saat bilgisayarla vakit geçirdiği, %47’sinin ise bilgisayarı iş amaçlı kullandığı belirlenmiştir. Sonuç: Araştırmanın sonucunda çocukların çok küçük yaşlardan itibaren televizyon/bilgisayar/cep telefonu gibi teknolojik araçlarla tanıştığı ve okul dışındaki vakitlerini bu araçlarla değerlendirdiği, bu yaş grubu çocuklar için önemli olan oyun, oyuncak ve arkadaşların yerini teknolojik araç gereçlerin almaya başladığı görülmüştür. Ebeveynlerin ise okul öncesi yaş grubundaki çocukları ile beraber nitelikli vakit geçirmek yerine daha çok teknolojik araçlarla beraber vakit geçirdikleri görülmüştür. Ebeveynlerin büyük çoğunluğunun teknolojik araçlarla uzun süreli vakit geçirmenin çocuk sağlığı açısından birtakım zararları olduğunu düşünmelerine rağmen kendilerinin ve çocuklarının hayatlarında bu araçlara bu oranlarda yer vermeleri de çarpıcı bir sonuç olarak düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Okul öncesi çocuk, teknolojik araç, televizyon, cep telefonu, bilgisayar, aile P28- OKUL ÇOCUKLARINA ANNE VE BABASI TARAFINDAN UYGULANAN DİSİPLİN YÖNTEMLERİ Behice EKİCİ1, 1 Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Amaç: Bu araştırma bir ilköğretim okulunun orta kademesine devam eden çocuklara anne ve babaları tarafından uygulanan disiplin yöntemlerini belirlemek amacıyla yapılmış, tanımlayıcı bir araştırmadır. Yöntem: Araştırmanın evren ve örneklemini, 2013-2014 öğretim yılında İstanbul il merkezi Anadolu yakasında özel bir ilköğretim okullunun orta kademesine devam eden 460 çocuk oluşturmuştur. Veri formu rehberlik dersinde çocuklara doldurulmak üzere verilmiş; 7 çocuk soru formunu doldurmak istememiş, 453 çocuk ise formu eksiksiz doldurmuştur. Böylece 453 form değerlendirmeye alınmıştır. Çocuklar yaklaşık 5-7 dakikada veri formunu kayıt etmişlerdir. Veri formu, okul çocuğunun anlama ve cevaplama düzeyi dikkate alınarak araştırmacı tarafından oluşturulmuştur. Formda, çocuğa ve ailesine ait tanıtıcı bilgileri ve disiplin yöntemlerini sorgulayan 15 soru bulunmaktadır. Bulgular: Anne ve babaların tamamı üniversite mezunudur. Annelerin %51’i 31-40 yaş, babaların %66,9’u 41-50 yaş arasındadır. Annelerin en sık kullandığı olumlu disiplin yöntemleri; düzeltme (%60,9) ve destekleme (%55,6), uyarma (%45,5), hatırlatma (%44,6), açıklama yapma (%40,6); annelerin en sık kullandığı olumsuz disiplin yöntemleri; eleştirme (%15,7), kıyaslama (%13) ve korkutma (%6,8)’dır. Babaların en sık kullandığı olumlu disiplin yöntemleri; düzeltme (%53,2), destekleme (%53), hatırlatma (%40,6), uyarma (%40,2), açıklama (%36); babaların en sık kullandığı olumsuz disiplin yöntemleri; eleştirme (%14,3), kıyaslama (%7,9) ve ceza verme(%6)’dir. Sonuç: Araştırmada anne ve babaların kullandığı disiplin yöntemlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Anne ve babaların olumlu disiplin yöntemleri olan düzeltme ve desteklemeyi; olumsuz disiplin yöntemleri olan eleştirme ve kıyaslamayı çok sık kullandıkları belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Disiplin, disiplin yöntemi, çocuk yetiştirilmesi, anne ve baba P 29 - YENİDOĞAN BEBEĞİ OLAN ANNELERİN ENZİRMEYE İLİŞKİN UYGULAMALARI Behice EKİCİ1, Şule ZENGİN1, Kader GÜRSOY1, İlknur YÜCEER1 1 Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Amaç: Bu araştırma, 0-28 günlük (yenidoğan dönemi) bebeği olan annelerin emzirmeye ilişkin uygulamalarını, bilgi ve görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmış, tanımlayıcı bir araştırmadır. Yöntem: Araştırmanın evrenini 01 Nisan-30 Nisan 2014 tarihleri arasında İstanbul ili Ataşehir ilçesinde bulunan özel bir hastaneye başvuran ve yenidoğan bebeği olan 85 anne oluşturmuştur. Anneler ile bir kez görüşülmüş, araştırma hakkında bilgi verilmiş, araştırmaya katılmayı kabul eden annelerden sözlü ve yazılı onamları alınmıştır. Araştırmanın örneklemini ise yenidoğan bebeği olan, araştırmaya gönüllü katılan ve veri formunu eksiksiz dolduran 82 anne alınmıştır. Veri formu anneler tarafından doldurulmuştur. Veri toplama formunda anneye ve ailesini ait sosyo-demografik bilgileri, annenin emzirmeye ilişkin bilgi, görüş ve uygulamalarını sorgulayan 18 soru bulunmaktadır. Bulgular: Annelerin % 42,7’sinin 25-30 yaşında olduğu; % 28’inin lise mezunu oldukları; %50’sinin çalışmadığı; %51,2’ sinin birinci doğumu olduğu; %43,9’unun ailesinin Karadeniz bölgesinden İstanbul’a geldikleri görülmüştür. Annelerin %98,8‘i bebeklerini nasıl emzireceğini bildiklerini ve %63,4’ünün nasıl emzirileceğini sağlık çalışanlarından öğrendiklerini belirtmişlerdir. Annelerin %65,9’u bebeklerin ilk 30 dakika içinde emzirilmesi gerektiğini bildiklerini belirtmişlerdir. Annelerin %59,8’i bebeklerini 2-3 saat ara ile ve 15-20 dakika (%46,3) emzirdiklerini belirtmişlerdir. Annelerin sadece %46,3’ü emzirme öncesi meme temizliği yaptıklarını; %82,9’u bebeğin meme başını tam olarak kavramasını sağlayacak şekilde tuttuklarını; %39’u ise memeyi makaslama şeklinde tuttuklarını belirtmişlerdir. Annelerin %42,7’si çocuklarını iki yaşına gelene kadar emzireceklerini belirtmişlerdir. Sonuç: Araştırmada annelerin emzirmeye ilişkin uygulamaları, bilgi ve görüşlerini belirlenmesi amaçlanmıştır. Annelerin yarısına yakınının emzirme yöntemleri konusunda eksik veya yanlış bilgileri olduğu belirlenmiştir. Annelerin yarısına yakınının emzirme süresi ve aralığı konusunda doğru bilgi ve uygulamalarının olduğu görülmüştür. Çalışma sonuçları, ülkemizde anne ve çocuk sağlığının iyileştirilmesi için yapılan hizmetler içinde önemli bir yer tutan ve çocuk hemşireliği uygulamaları içinde yer alan emzirme yöntem ve uygulamalarında hala eksikler olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Anne, emzirme, yenidoğan, başarılı emzirme, emzirme yöntemi P30 - ADÖLESANLARDA PROBLEMLİ İNTERNET KULLANIMI Emine Zahide ÖZDEMİR1, Dilek ERGİN2 1 Süleyman Demirel Üniversitesi, 2Celal Bayar Üniversitesi Amaç: Bu çalışmanın amacı, ülkemizde adölesanlardaki problemli internet kullanımına dikkat çekmek ve bu durumu derlemek ve özetlemektir. Adölesanlarda Problemli İnternet Kullanımı Emine Zahide Özdemir 1, Dilek Ergin 2 Dünya Sağlı Örgütü (DSÖ) 10-19 yaş grubunu adölesan olarak tanımlamaktadır. Adölesan dönem; çocukluk döneminden yetişkinliğe geçişte büyüme ve gelişmenin çok hızlı olduğu bir süreçtir. Adölesan dönemin sağlıklı geçirilmesi, yetişkinlik döneminde sağlıklı bireylerin ve ailelerin dolayısıyla toplumun sağlıklı olmasını sağlayacaktır. Günümüzde problemli internet kullanımı gözle görülür bir olgu haline gelmiştir(2,4). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım araştırması 2013 verilerine göre; bilgisayar ve internet kullanımı yıllar içerisinde artış göstermiştir. 2012 yılında 16-74 yaş grubu bireylerde internet kullanımı %47,4 iken, 2013 yılında %48,9’dur. Bilgisayar ve internet kullanım oranları en yüksek yaş grubu ise 16-24 yaş grubudur(3,5). Buradan da anlaşılacağı gibi internetin zararlı etkilerine en çok maruz kalan adölesan ve genç yetişkin grubu potansiyel risk taşımaktadır. Problemli internet kullanımı; genel olarak internetin aşırı kullanılması isteğinin önüne geçilememesi, internete bağlı olmadan geçirilen zamanın önemini yitirmesi, yoksun kalındığında aşırı sinirlilik hali ve saldırganlık olması ve kişinin, iş, sosyal ve ailevi hayatının giderek bozulması olarak tanımlanmaktadır(1). Problemli internet kullanımı beraberinde bir takım fizyolojik, psikolojik ve sosyal sorunları da beraberinde getirmektedir. Adölesaların internet başında fazla zaman geçirmeleri gündelik işlerini, okul ve hayatla ilgili görev ve sorumluluklarını ertelemelerine veya yerine getirememelerine neden olmaktadır. 14-20 yaş arası 754 kişiden 76’sının (%10) internet bağımlısı ve 199 kişinin (% 26,4) de olası bağımlılık riski altında olduğunu belirtilmektedir. İnternet bağımlılığına Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, Sosyal Fobi ve Hafif Depresyon gibi sorunların da eşlik ettiği belirtilmektedir(6,7,8). Çocuk sağlığı hemşiresi holistik yaklaşımla çocuk ve aileyi bir arada değerlendirmelidir. Çocukların sağlığının yükseltilmesi ve sürdürülmesi için olumsuz durumları önceden tespit ederek önlem almalıdır. Aile içerisindeki farklılıkların, farklılıklara karşı tepki ve davranışların ve onları etkileyen faktörlerin çocuk sağlığı hemşiresi tarafından aile merkezli bakım çerçevesinde değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Çocuk sağlığı hemşiresi holistik yaklaşımla çocuk ve aileyi bir arada değerlendirmelidir. Çocukların sağlığının yükseltilmesi ve sürdürülmesi için olumsuz durumları önceden tespit ederek önlem almalıdır. Aile içerisindeki farklılıkların, farklılıklara karşı tepki ve davranışların ve onları etkileyen faktörlerin çocuk sağlığı hemşiresi tarafından aile merkezli bakım çerçevesinde değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Adölesan, Problemli internet bağımlılığı P31 - SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİLERİNİN TAMAMLAYICI VE ALTERNATİF TIP (TAT)’I BİLME VE KULLANMA DURUMLARI Ayfer AÇIKGÖZ1, Yeliz KAYA1, Ayşe ÖZKARAMAN1, Güler BALCI ALPARSLAN1, Burcu BABADAĞ1, Ertuğrul ÇOLAK2 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu Hemşirelik Bölümü, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Bioistatistik ABD. Amaç: Bu çalışma; sağlık yüksekokulu öğrencilerinin TAT’ı bilme ve kullanma durumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmamız, 19-24 Ağustos 2013 tarihleri arasında, bir sağlık yüksekokulunun hemşirelik bölümü yaz dönemi öğrencileriyle gerçekleştirilen tanımlayıcı tipte bir anket çalışmasıdır. Anket form, öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerini (17 soru), TAT ile ilgili tutumlarını (8 soru) ve TAT yöntemlerine ilişkin bilgi düzeyi, kullanma ve yarar sağlama durumlarını içeren (30 soru) sorulardan oluşmaktadır. Çalışmanın örneklemini yüksekokulun hemşirelik bölümünde öğrenim görmekte olan toplam 210 öğrenciden, çalışmaya katılmayı kabul eden 172 öğrenci oluşturdu. Veri toplamaya başlamadan önce çalışmanın yapılabilmesi için Yüksekokul idaresinden gerekli izinler alındı. Anket formlar dağıtılmadan önce araştırmacılar öğrencileri çalışmanın amacı ve anket formun doldurulması ile ilgili olarak bilgilendirmiştir. Ardından bilgilendirilmiş sözlü onamları alınan öğrencilere dağıtılan anket formlar, öğrencilerin kendileri tarafından yaklaşık 30 dakikada doldurulmuştur. Veriler, lisanslı SPSS 20’de değerlendirildi. Bulgular: Öğrencilerin büyük çoğunluğu sağlık sorunlarını çözmede (%60,5) TAT’ın önemli, %6.4’ü ise çok önemli olduğunu belirtti. TAT’ı genellikle ağrılarını dindirmek için ve etkili ve güvenilir olduğunu düşündükleri için kullandıkları saptandı. En fazla kişi tarafından bilinen ve kullanılan yöntemler ise masaj ve dua etme idi. Çalışmamızda kız öğrencilerin erkeklere oranla dua etme ve bitkisel ilaç kullanma yöntemini daha çok bildikleri, erkeklerin de kadınlara oranla masaj yöntemini daha çok kullandıkları belirlendi. Sonuç: Halk sağlığı eğitiminde önemli rol alan hemşirelerin TAT yöntemlerini bilmesi önemlidir. Bu sayede eğitimlerle kanıta dayalı TAT yöntemlerinin uygulanması desteklenirken, halkın zararlı uygulamalardan uzak durması sağlanabilir. Tüm bunlar göz önüne alındığında hemşirelik ve diğer sağlık profesyoneli yetiştiren okullarda TAT’ın müfredata alınması, ayrıca mezunlara hizmet içi eğitimlerle bu konu hakkında bilgilendirme yapılması önerimizdir. Anahtar Kelimeler: Tamamlayıcı ve alternatif tıp, hemşirelik, öğrenci, bilgi, kullanım P32- ORTA DÜZEY ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKTA “KENDİNE ZARAR VERME RİSKİ” TANISINA GÖRE GELİŞTİRİLEN BİR HEMŞİRELİK GİRİŞİMİ: OLGU SUNUMU Emel TEKSÖZ1, Ayşe Ferda OCAKÇI2 1 Mustafa Kemal Üniversitesi, 2Koç Üniversitesi Amaç: Zihinsel engel çocuğun, bir takım yaşamsal becerileri yaparken sürekli eğitim ve destek almasını gerektiren engel grupları arasındadır. Son yıllarda engelli eğitimi kurumsal olarak sağlanmakta, fakat engellilerin sosyal yaşantısında yaşadıkları bir takım sağlığı tehdit eden durumlar için çözüm gerekmektedir. Zihinsel engelli çocuklar strese maruz kaldığında vücudunun bir yerini vurarak, ısırarak stresle başetmeye çalışmaktadır. Sağ elini ısırarak, kendine zarar verme riski bulunan bu olguda amaç, kişiye zarar verici olmayan alternatif hemşirelik uygulaması geliştirmektir. Olgu Sunumu: Uygulama Milli Eğitime Bağlı Özel eğitim okulunda Ocak-Nisan 2014 yılında Çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği uygulaması kapsamında gerçekleştirilmiş, kurum izni alınmıştır. Olgu için el bölgesinde doku bütünlüğü bozulan skar doku alanı tespit edilmiştir. El alanını koruyucu mevcut el bandajı seçenekleri incelenmiş, daha önce ailenin denediği el bandajları tespit edilmiştir. Bu bandajların kullanım zorlukları, kullanmama yada bırakma nedenleri incelenerek, çocuğun büyüme ve gelişme gereksinimleri dikkate alınarak oyun, eğlence özelliği olan bir el koruyucu geliştirilmiştir. Bandajın biri çocuk, diğeri uygulamayı öğretecek hemşire için olmak üzere 2 adettir. H.A. için el bandajı, eli sıkmayan avuç içinden geçen fileden yapılmıştır. Doku hasarı olan bölge için bir cep oluşturulmuş elin üstüne gelen bu cebe, gülen yüz bulunan stres topu yarım olarak yerleştirilmiştir. H.A. 12 yaşında orta düzeyde zihinsel engellidir. H.A. sınıf içinde iletişim güçlüğü, ince motor becerilerde yetersizlik, strese maruz kaldığında kendine zarar verme davranışı göstermekte, sağ el bölgesinde 4x5 santimetrelik alanda skar dokusu bulunmaktadır. Hemşire bandajı takmış, çocuk ilk uygulamada el bandajını takmayı kabul etmemiştir. Çocuğun her stres anında, elini ısırdığı sırada, hemşire kendi bandajını kullanarak, aynı alanı ağzına götürmüştür. Çocuk diğer hafta bandajı takmayı istemiştir, kendine zarar verme esnasında bandajı ısırmıştır. Hemşire, çocuk bandaja alıştıktan sonra, kendi bandajını çıkarmıştır. Çocuğun bundan sonraki uygulamalarda takibi yapılarak kullanması kontrol edilmiştir. Öğretmen ve aile ile görüşülerek sürecin devam etmesi konusunda bilgi verilmiştir. Çocuğun bandajı kullanmaya başladıktan sonraki 15. gün sonra sağ el skar dokusu alanında yeni bir doku hasarı gözlenmemiştir. Kendine zarar verme davranışı olan, zihinsel yetersizliği bulunan hastalarda, öğretmenler, aileyi içine alan bütüncül bir yaklaşım ile primer hemşirelik uygulanarak girişimin bu olguda başarılı olduğu söylenebilir. Hemşirelerin sadece hastanede değil, sağlığı geliştirici, riske erken müdahale etmesinde, okul sağlığı hemşireliğinde yerinde tanı ve bakım sağlamasına olanak veren girişimlere gereksinim vardır. Olguya yönelik hemşirelik girişimlerinin geliştirilmesi ve kullanılabilirliği açısından daha fazla olguda çalışılması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik Girişimi, El Bandajı, Zihinsel Engelli, Kendine Zarar Verme P33 - İLAÇ İNTOKSİKASYONUNDA HEMŞİRELİK BAKIMI - OLGU SUNUMU Zeynep ERZURUMLUOĞLU1, Serap BALCI1, Nehir ULU2 1 İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, 2Bağcılar Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Amaç: Biteral intoksikasyonu ile acil servise başvuran hastaya yapılan ilk müdahalenin ve hemşirelik tanıları doğrultusunda uygulanan bakımın sunulması amaçlanmıştır. Antibakteriyel bir ilaç olan Biteral'in etken maddesi ornidazoldür. Ornidazol gastrointestinal sistemden hızla emilir, yaklaşık %90'ı absorbe edilen ilaç 3 saat içinde pik plazma konsantrasyonuna ulaşır. İlaç karaciğerde metabolize edilir, büyük oranda idrarla az bir kısım ise dışkı ile atılır. Yan etki olarak uyku hali, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı, baş dönmesi, tremor, rijidite, vertigo, dezoryantasyon, konvülsiyon, hipotansiyon, periferal nöropati görülebilir. Doz aşımı durumunda ise yan etkiler daha şiddetli meydana gelir. Ornidazolün bilinen spesifik bir antidotu yoktur. Olgu Sunumu: Saat 17:25'te çocuk acil servise getirilen 7 yaşında, 30 kg olan kız hasta 500 mg'lık biteral tabletten 5 adet içmişti. Çocuğun ilacı ne zaman içtiği ailesi tarafından tam olarak bilinmiyordu. Çocukta bulantı, kusma, karın ağrısı şikayetleri bulunuyordu. Monitörize edilen hastanın 17:30'da ölçülen kalp atım hızı 129 atım/dk, kan basıncı 100/60 mm/Hg, oksijen satürasyonu %98, vücut sıcaklığı ise 36,8°C idi. Hastaya damar yolu açılarak %5 Dextroz ve %0,45 NaCl 70 cc/saat olacak şekilde IV sıvısı verildi. Ornidazol'ün spesifik bir antidotunun bulunmaması nedeniyle hastaya oral aktif kömür verildi. Hastaya tek doz aktif kömür vermenin yanı sıra Ulcuran 2x30 mg IV uygulandı. Çocuk 24 saat boyunca acil serviste komplikasyonlar yönünden gözlenerek, takipleri alındı ve kaydedildi. Hastanın 24 saatlik hemşirelik bakımı şu hemşirelik tanıları doğrultusunda yapıldı: Akut Ağrı, Bulantı, Korku, Travma Riski, Şok riski, Sıvı Volüm Eksikliği Riski, Kanama Riski, İlaç Saklama Konusunda Ailede Bilgi Eksikliği. Takip edilen 24 saatlik süreçte hastada herhangi bir komplikasyon izlenmedi ve semptomlarında belirgin bir düzelme gözlendi. Bu nedenle çocuk iyilik hali ile taburcu edildi. Zehirlenmeler her yaş grubunda olmakla birlikte, çocukluk yaş grubunda daha sık görülmekte, daha ağır ve ölümcül seyretmektedir. Çocuklarda sıkça karşılaşılan ilaç intoksikasyonlarında erken müdahale, etkin acil hemşirelik bakımı ve izlemi hastada komplikasyon gelişme riskini en aza indirecektir. Ayrıca ailelerin ilaçların saklanması konusunda bilgilendirilmesi de bu sorunların oluşumunu önlemede katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: İlaç, intoksikasyon, acil, hemşire, bakım P34 - ANNELERİN SÜNNET YAŞI İLE İLİŞKİN BİLGİ VE UYGULAMALARI: NİTELİKSEL ARAŞTIRMA Sevim ÇİMKE1, Sevinç POLAT1 1 Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Dünyada sık uygulanan cerrahi girişimlerden biri olan sünnet, tıbbi yararlarının yanı sıra dini ve geleneksel nedenlerle her yaşta yapılabilmektedir. Ancak sünnetin yenidoğan döneminde yapılması tartışmalıdır. Kastrasyon korkusu nedeniyle çocuklarda ağır psikolojik sorunlar yaratabileceğinden, sünnetin 3 yaşından önce ve 6 yaşından sonra yapılması önerilmektedir. Bu çalışma annelerin sünnet yaşı ile ilgili bilgi ve uygulamalarını belirlemek ve bu konuda farkındalık oluşturmak amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışma, kalitatif çalışmalardan odak grup görüşmesi yöntemiyle yapıldı. Görüşmeler 0-10 yaş arası erkek çocuğu olan 8 anne ile gerçekleştirildi. Çalışmaya başlamadan önce etik kurul izni ve annelerin sözel onamları alındı. Veriler tanıtıcı bilgi formu ve yarı yapılandırılmış soru formu ile toplandı. Veriler içerik analizi yöntemiyle çözümlendi. Bulgular: Annelerin yaş ortalamasının 30.3 olduğu, 3’ünün ilkokul, 3’ünün lise mezunu olduğu ve 3’ünün çalıştığı saptandı. Çocukların 7’sinin sünnet olduğu ve sünnet yaşı ortalamasının 3.7 olduğu belirlendi. Çalışmada 6 anne dini nedenle, 2 anne ise enfeksiyondan korumak için çocuğu sünnet ettirmek gerektiğini belirtti. Çocuğu sünnet ettirme yaşına; 1 anne emeği çok olduğu için annenin, 1 anne daha bilgili olduğu için doktorun, 6 anne ise anne ve babanın birlikte karar vermesi gerektiğini belirtti. Sünnet olayını hatırlamaması, korkmaması, psikolojisinin bozulmaması ve daha az ağrı çekmesi için 3 anne doğumdan hemen sonra ya da ilk bir ayda, yarası çabuk iyileşsin, çok ağrı çekmesin ve anal döneme girmeden yapılmış olsun diye 4 anne ilk 2 yılda, 1 anne ise daha az korkacağı düşüncesiyle çocuğun 5-6 yaşında sünnet ettirilmesi gerektiğini söyledi. Çalışmada 6 annenin yenidoğan döneminde sünnetin zararlı olmadığını düşündüğü, 2 annenin ise bu konuda bilgisinin olmadığı belirlendi. Çocuğu geç sünnet ettirmenin; 4 anne yapışıklığa, yaranın geç iyileşmesine ve çocuğun korkmasına neden olacağını, 1 anne çocuğun psikolojisini bozacağını, içine kapanık, çekingen olabileceği ve kendine güven duygusunu kaybettireceğini, 1 anne ise ileride cinsel yönden sorun yaşamasına neden olabileceğini belirtti. Sonuç: Çalışmaya alınan annelerin sünnet ile ilgili bilgi eksikliklerinin olduğu belirlendi. Anahtar Kelimeler: Anne, sünnet, sünnet yaşı, bilgi, uygulama P35 - SÜT ÇOCUĞUNDA REFLEKSOLOJİ TEKNİĞİ İLE UYGULANAN AYAK MASAJININ AKUT AĞRIYA ETKİSİ Tuba KOÇ1, Duygu GÖZEN1 1 istanbul Üniversitesi Florence Nıghtıngale Hemşirelik Fakültesi Amaç: Araştırma süt çocuklarına uygulanan ayak refleksolojisinin aşı enjeksiyonu sonrası ortaya çıkabilecek akut ağrıya etkisini değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini Eyüp İslambey Aile Sağlığı Merkezi'nde görev yapan bir aile hekimine sağlık izlemi için kayıtlı olan 1-12 aylık bebekler oluşturmuştur. Örnekleme kriterlere uygun, 30’u kontrol ve 30’u deney (refleksoloji) grubunda olmak üzere toplam 60 süt çocuğu alınmıştır. Bebeklerin ve ailelerin tanıtıcı özelliklerini belirlemek için anket formu ve ağrı düzeyini değerlendirmek için FLACC Ağrı Tanılama Skalası kullanılmıştır. Deney grubundaki bebeklere aşı uygulaması öncesi yaklaşık 20-30 dakika refleksoloji uygulanmıtır.Deney grubundaki bebeklerin refleksoloji öncesinde ve sonrasındaki ağrı,kalp atım hızı, oksijen saturasyon düzeyleri ve her iki gruptaki bebeklerin aşı uygulaması öncesi ve sonrası ağrı, kalp atım hızı, oksijen saturasyon düzeyleri ve ağlama süreleri değerlendirilmiştir. Bulgular: Deney ve kontrol grubu bebeklerin yaş, boy, vücut ağırlığı, doğum şekli, beslenme şekli, uyku düzeni vb. tanıtıcı özellikler açısından aralarında istatistiksel fark bulunmadı. Aşı öncesi yapılan fiziksel değerlendirme sonucu deney grubu bebeklerde ağrı puanı 5,23±1,36, kontrol grubu bebeklerde ise 5,03±1,47 bulunmuş olup, gruplar arasında istatistiksel fark görülmemiştir. Aşı öncesinde deney grubu bebeklere refleksoloji uygulanmış ve ağrı puanının 0,50±1,14'e düştüğü belirlenmiştir. Aşı sonrası yapılan değerlendirmede deney grubu bebeklerde ağrı puanı 5,47±2,11, kontrol grubunda ise 9,63±0,85 bulunmuş olup, refleksolojinin aşı sonrası dönemde de hissedilen ağrı düzeyini etkilediği saptanmıştır. Deney ve kontrol gruplarındaki bebeklerin toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir (p:0,000). Deney ve kontrol grubundaki bebekler oksijen saturasyon düzeyi ve kalp atım hızına göre değerlendirildiğinde, aşı öncesi- fiziksel ölçüm sonrası oksijen saturasyon düzeyi deney grubunda 92,12±1,94, kontrol grubunda 92,07±1,17; aşı sonrasında oksijen saturasyon düzeyi deney grubunda 92,13±2,96, kontrol grubunda 89,37±1,00 olduğu belirlenmiştir. Aşı öncesi-fiziksel ölçüm sonrası kalp atım hızı deney grubunda 134,55±8,09, kontrol grubunda 135,40±7,32; aşı sonrasında kalp atım hızı deney grubunda 136,43±9,93, kontrol grubunda 148,50±6,08 olarak bulunmuştur. Aynı zamanda deney grubundaki bebeklerin aşı öncesi-fiziksel ölçüm sonrası oksijen saturasyon düzeyi 92,12±1,94 ve kalp atım hızları 134,55±8,09, refleksoloji uygulandıktan sonra yapılan değerlendirmede ise oksijen saturasyon düzeyi 93,27±2,18 ve kalp atım hızı 129,90±9,53 olduğu belirlenmiş olup, refleksolojinin aşı öncesinde bile bebeklerin rahatlamasında etkili olduğunu göstermektedir. Bebekler aşı sonrası ağlama süresine göre değerlendirildiğinde; deney grubu bebeklerin aşı sonrası ortalama ağlama süresi 50,43 sn., kontrol grubu bebeklerin işlem sonrası ortalama ağlama süresi 100,17 sn. olarak belirlenmiştir. Bebekler oksijen saturasyonu, kalp atım hızı ve toplam ağlama süresi açısından da karşılaştırıldığında refleksoloji uygulanan deney grubu bebeklerle kontrol grubu bebekler arasında ileri düzeyde anlamlı fark olduğu (p<0,001), deney grubu bebeklerin kontrol grubu bebeklere göre hem rahatlama hem de ağrı yönünden olumlu belirtiler gösterdiği belirlenmiştir. Deney grubundaki bebeklerin istatistiksel olarak anlamlı derecede daha az ağrı hissettiği, kalp atım hızının daha düşük, oksijen saturasyon düzeyinin daha yüksek ve ağlama sürelerinin daha kısa olduğu saptanmıştır (p:0,000). Sonuç: Bebeklere uygulanan ayak refleksolojisinin ağrılı girişim öncesinde bebeğin rahatlamasında ve sonrasında ağrı kontrolünde etkili olduğu belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Refleksoloji, akut ağrı, süt çocuğu, nonfarmakolojik tedavi, hemşirelik girişimi P36 - PEDİATRİ SERVİSİNDE ÇOCUĞU YATAN EBEVEYNLERİN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMA DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Türkan TURAN1, Çiğdem GÖK1 1 Denizli Sağlık Yüksekokulu Amaç; Çocuğun büyümesi ile birlikte değişmeyen tek konu sağlık hizmetlerinden yararlanma gereksinimidir. Çocuk doğduğu andan itibaren bu hizmetlerden düzenli olarak yararlanmalıdır. Herhangi bir nedenle sağlık sorunu yaşayan hatta tedavilerini hastanede yatarak almak zorunda olan çocuklar için verilecek olan hizmetler konusunda dünyadaki gelişmelerle birlikte ülkemizde de bazı gelişmeler olduğu görülmektedir. Hastaneye yatma durumu hastanın olduğu kadar hasta yakınlarını etkileyen bir olaydır. Çünkü, çocuğun hastaneye kabulü ile aile bütünlüğü bozulmaktadır. Aile üyelerinden birinin hastaneye kabulü durumunda diğer üyelerin desteklenmesinde hemşireler bir anahtar pozisyonundadır. Hastalık ve özellikle hastaneye yatırılma yaş, cinsiyet, sosyoekonomik ve eğitim düzeyine göre değişmeksizin tüm insanların, özellikle de çocukların yaşantılarında iz bırakabilecek önemli bir olaydır. Çocuk hastaneye yattığında, ebeveynler alışılmamış çevre karşısında, rollerinin değiştiklerini fark ederler ve kendilerini ifade etmekte zorlanıp, karar vermede değişik tutumlar sergilerler. Çocuğun hasta olması sadece çocuğu değil, ailesini de doğrudan etkileyecektir. Çocuğun yanında ebeveynin olması, bakıma katılması, tedavi planına katkıda bulunması, verilen bakımın temelini oluşturur. Ama çoğu zaman hastanede çocuğunun yanında kalan ebeveynin ihtiyaçları göz ardı edilmektedir. Pediatri servisinde çocukları yatan ebeveynlerin hastane ortamında ihtiyaçlarının karşılanma ve önem durumlarının belirlenmektir. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tasarımda olan araştırmada veriler veriler araştırmacılar tarafından Sosyo-demografik Veri Formu ve Ebeveynlerin İhtiyaçlarını Değerlendirme Formu kullanılarak toplanmıştır. Son bir yıl içerisinde yatan hasta sayısı belirlenememiştir. Araştırmanın örneklemini 01/07/2012- 30/09/2012 tarihleri arasında bir üniversite hastanesin çocuk servisinde 3 gün ve daha fazla süre ile yatan çocukların ebeveynleri oluşturmuştur. Verilerin analizinde SPSS 18,0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan ebeveynlerin 73’ü anne (%81.6), 7’si baba (%9.2), geri kalan 7’si (% 9.2) ise üvey anne, anneanne gibi yakın akrabalardan oluşmuştur. Hastanede yatan çocuğun gereksinimlerinin karşılanmasında ebeveynleri tarafından yerine getirilmesinin ebeveynlerin uygun bulduğu ilk üç bakım aktivitesi; kıyafet değiştirme (%93.4), ağrılı işlemler sırasında çocuğun yanında kalma (%88.2), ateşini ölçme (%88.2) olarak belirlenmiştir. Çalışmaya katılan ebeveynlerin en önemli ihtiyaçları sırasıyla; çocuğuyla aynı odada bulunmak (% 72.4), çocuğunun büyüme ve gelişmesini, hastalık ve tedavisinin nasıl etkileneceği konusunda bilgi almak (%71.1) ve çocuğunun durumu hakkında umutlu olabilmek (%71.1) şeklinde bulunmuştur. Ebeveynlerin 9’u (% 11.8) çocuklarının hastalığı konusunda yakınlarını bilgilendirmenin önemsiz bir durum olduğunu belirtmiştir. Ebeveynler, çocuğuyla aynı odada bulunabilmek (%76.2), ünitede çocuğumla beraber yemek yiyebilmek (% 69.7), ebeveynler için dua ve banyo imkanının olması (%55.3) gibi ihtiyaçlarının tamamen karşılandığını ifade etmişlerdir. Çalışmaya katılan ebeveynler, çocukları hastanede yatan diğer ebeveynlerle tecrübelerini paylaşabilecekleri planlı buluşmalar tertip edilmesinin ve taburcu sonrası çocuğunu takip edebilecek bir hemşirenin varlığının (hastanede çocuğu takip eden, hastanenin çocuk üzerine etkilerini bilen) (%32.9) kesinlikle karşılanmadığını belirtmişlerdir. Sonuç: Hastanede çocukları yatan ebeveynlerin gereksinimlerinin ekip yaklaşımı doğrultusunda belirlenmesi ve karşılanması önemlidir. Bu konuda bütün sağlık personelinin farkındalığının arttırılmasına yönelik girişimler planlanmalı ve uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Çocuk, ebeveyn, bakıma katılma, ihtiyaçların karşılanması, pediatri servisi P37 - PEDİATRİK ACİLDE AKUT ASTIM ATAĞI VE HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI İlknur YILDIZ1, Meral BAYAT2, Emine ERDEM2, Dilek DERİNCE3 1 Cumhuriyet Üniversitesi Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, 2Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, 3Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Amaç: Birçok hücre ve hücre bileşeninin rol oynadığı kronik ve enflamatuar bir hava yolu hastalığı olan astımda, çocuklar akut astım ataklarıyla acil servise başvurmakta, sık hastane yatışı deneyimlemektedir. Tedavi edilmediğinde solunum yetmezliği ve ölümle sonuçlanabilen astım atakları hafif şiddette olabileceği gibi yaşamı tehdit edecek kadar ağır da olabilir. Nefes darlığında artış, öksürük, hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi gibi belirtilerle seyreden akut ataklar için yoğun tedavi ve bakım uygulanması gerekir. Astım atağında kötüleşmeyi önlemek ve çabuk düzelmeyi sağlamak için tedaviye erken başlamak önemlidir. Bu nedenle astım atağı ile başvuran hastanın büyük bir özenle değerlendirilmesi ve tedavi edilmesi gerekir. Bu amaçla kısa öykü alınmalı, fizik muayene ve laboratuvar çalışmalarından yararlanılarak atak şiddeti belirlenmelidir. Akut astım atağının tedavisinde astım ilaçları yoğun ve doğru şekilde verilerek, alerjenlerle temas kesilmelidir. Nazal kanül ya da maske aracılığıyla satürasyonu %95’in üzerinde nemlendirilmiş oksijen verilmesi önerilir. Başlangıç tedavisinde genellikle kısa etkili beta-2 agonistler ilk 1 saatte 20 dakika aralıklarla verilerek hava yolu darlığı giderilmeye çalışılır. İnflamasyon etkilerini azaltmak için hastanın genel durumuna göre oral ya da parenteral olarak sistemik steroidlerin erken dönemde verilmesi oldukça önemlidir. Hidrasyonu sağlamak ve ilaçları uygulamak için intravenöz sıvı tedavisi başlatılır. Nebülize beta-2 agonistle birlikte antikolinerjik olarak İpratropyum bromür ile daha iyi bronkodilatasyon sağlanır. Akut astım atağının tedavisinde inhaler mukolitikler, sedatifler, antihistaminikler, antibiyotikler (yüksek ateş, sinüzit, pnömoni gibi bakteriyel enfeksiyon dışında) kullanılmamalıdır. Akut astım atağı ile acil servise başvuran çocuk ve aileye destek hemşirelik bakımının önemli bir parçasıdır. Akut astımla hastaneye başvuran çocuk endişeli ve huzursuzdur, sürekli gözlem ve değerlendirme önemlidir. Çocuğu yormamak için birkaç kelimeyle cevap verebileceği şekilde iletişim kurumalıdır. Çocuğa yalnız bırakılmayacağı ve ebeveynlerinin yanında kalacağı belirtilmelidir. Ebeveynler çocuklarının durumu ve tedavisi hakkında bilgi almaya ve rahatlatılmaya ihtiyaç duyarlar. Sağlık ekibi ile ebeveynler arasındaki iletişimin sürdürülmesi hem onların hem de çocuğun stresini azaltacaktır. Ebeveynlere çocuklarının durumu, uygulanan tedaviler konusunda sürekli olarak bilgi verilir. Astımlı her hasta her zaman akut atak geçirebilir. Bu nedenle astımlı her hastaya astım atağını tetikleyen faktörler, atak anında neler yapması gerektiği, ne zaman sağlık ekibi ile iletişim kuracağı açıklanmalı ve yazılı olarak çocuğa ve aileye verilmelidir. Böylece astım ataklarına bağlı acile ve hastaneye gereksiz başvurular önlenerek, mortalite ve morbidite azaltılmış olur. Akut Astımlı Çocukta Hemşirelik Tanıları Hava Yolu Açıklığında Yetersizlik Gaz Değişiminde Bozulma Aktivite İntoleransı Sıvı Volüm Eksikliği Riski Anksiyete Korku Tedavi Planına Uyumda Yetersizlik Bilgi Eksikliği. Anahtar Kelimeler: Akut Astım Atağı, Çocuk, Acil, Aile, Hemşirelik P38 - TÜRKİYE’DE ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET Esma SÜLÜ UĞURLU1, Rüveyda ÖLMEZ2 1 E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Amaç: Çocuklar, kendine özgü gelişimsel özellikleri, özel korunma gereksinimi ve kendisi hakkında verilen kararlara katılımı önündeki engellerin yetişkinlere oranla daha fazla olması nedeniyle, “şiddete karşı” daha açık ve savunmasız durumdadır. Onların onurlu, saygın, özgür, eşit ve adil bir yaşam yaşamaları, yapabilirlikleri ve kendilerini gerçekleştirmeleri önündeki en büyük tehdit şiddettir. Şiddet, “fiziksel gücün ve erkin, tehdit mahiyetinde veya fiili olarak, yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişme bozukluğu veya yoksunluğu gibi sonuçlara yol açan veya böyle sonuçlar vermesi muhtemel biçimlerde kasıtlı kullanımı’dır.Çocuğa karşı şiddetin tanımlanmasında ise Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme (özellikle bu belgenin 19, 34 ve 37. maddeleri) yol göstericidir. Madde 19 doğrudan istismar ve ihmali ele alırken, madde 37 işkenceyi veya zalim, insanlık dışı ve küçük düşürücü diğer davranışları ve cezaları yasaklamaktadır. “Madde 19. Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkar muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar." Çocuk şiddeti, hem dünyada hem de Türkiye’de artarak süregelen bir sorun yaygın olarak görülen ve dramatik sonuçlara yol açan bir problemdir. Dünyada çocuğa yönelik şiddetin problem olarak algılanması ve buna yönelik çalışmaların başlaması 100 yıllık bir geçmişe sahiptir. Ancak insanlık tarihine bakıldığında çocuk istismarının insanlık tarihi kadar eski olduğu görülmektedir. Çin, Hindistan, Meksika ve Peru gibi ülkelerde bebeklerin nehre atılması; meşru ve güçlü iseler yasamaya hakları olduğu, su üzerinde kalmayı başaramazlarsa ölmeyi hak ettiklerinin düşünülmesi, Roma’ da babalara çocuklarını öldürme, satma, terk etmeye kanunun izin vermesi ve eğer çocuk sağlamsa ve çalışabilecekse yasama sansına sahip olması, İslamiyet öncesi Arap toplumunda kız çocukların utanç vesilesi olarak görülüp diri diri toprağa gömülmesi, çeşitli medeniyetlerde ilk çocuğun tanrıya kurban olarak sunulması bu duruma örnek olarak verilebilir. Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışmaya göre, son beş yılda şiddete maruz kalan çocukların sayısı ikiye katlanmıştır. Ülkemizde ise Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun yaptığı bir çalışmada Türkiye’deki çocukların %46’sının şiddete maruz kaldığı görülmüştür. UNICEF ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun (SHÇEK) 2008 yılında gerçekleştirdiği bir araştırma ise Türkiye’de yaşayan 7-18 yaşları arasındaki çocukların aile içinde %45’inin fiziksel istismara, %51’nin duygusal istismara ve %25’inin ihmale maruz kaldığını ortaya çıkarmıştır.Turla, Dündar ve Özkanlı’nın (2010) 988 üniversite öğrencisi ile yaptıkları bir araştırmada, öğrencilerin %53.3’ünün çocukluk döneminde ev içinde tekmelenme, yumruklanma, iteklenip düşürülme, yakma, diş kaybı, kemik kırılması gibi şiddet olayları yaşadıkları belirlenmiştir.Çocuğa karşı aile içi şiddetin önlenmesi projesi kapsamında 2012 yılında İstanbul’da ilköğretim okuluna devam eden 440 çocuğun katılımıyla yapılan araştırmada çocukların % 73,41’inin ev içerisinde “en az” bir şiddet yaşantısı geçirdikleri saptanmıştır. Çocukların şiddete uğraması, toplumlarda siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunların olduğuna işaret etmektedir. Toplumlarda şiddetin her türünün, her biçiminin azaltılması ve önlenmesi; “toplumsal ilerleme, daha gelişmiş yaşam standartları” ve çocukların da yetişkinlerle aynı değere ve haklara sahip olduğu “özgürlük, adalet ve barış” açısından temel stratejidir. Şiddetin önlenmesi, öncelikle görünür kılınması, şiddet kültürüyle mücadele için etkin ve etkili eylem planlarının oluşturulması ve harekete geçirilmesi ile mümkündür. Dolayısıyla çocuğa karşı şiddetin oluştuğu tüm alanların mercek altına alınması gerekmektedir. Bu derlemede ülkemizde çocuğa yönelik şiddetin tüm boyutları ve sonuçları bu konuda yapılan araştırmalar incelenerek tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Şiddet, çocuğa yönelik şiddet, Türkiye, Türkiyede şiddet, çocuk P39 - DİYABETİK KETOASİDOZLU ÇOCUĞA YAKLAŞIMI Burcu AYKANAT1, Hümeyra BARBAROS2, Birsen BİLGEN SİVRİ3, Meryem AYDIN4 1 Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 3Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, 4Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Tip 1 diyabetin tanı ve uzun süreli tedavisindeki ilerlemelere karşın, diyabetik ketoasidoz (DKA), çocukluk ve gençlik döneminde diyabete bağlı mortalitenin en önemli nedeni olmaya devam etmektedir. Bu derlemenin amacı bilinç kaybı ile acil servise getirilen çocukta yapılması gereken girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin farkındalığını arttırmaktır. DKA tablosu ile gelen hastada; öncelikle çift damar yolu açıklığı ve solunum yolu açıklığının sağlanması, gerekirse oksijen desteğinin verilmesi ile başlatılır. Amerikan Diyabet Derneği (ADA) uzlaşı raporunda ve Uluslar arası Çocuk ve Adölesan Diyabet Derneğinin (ISPAD) uzlaşı rehberlerinde (2008); DKA tedavisinde sıvı tedavisinin 48 saatte verilmesi, ilk 1-2 saatte insülin içermeyen asidoz durumunu düzeltecek sıvı elektroliti (%0,9 Sodyum Klorür veya Ringer Laktat) içeren uygun mayi ile tedavinin başlatılıp sabit hızla 4-6 saat verilmesi önerilmektedir. Hastada hızlı sıvı yüklendiği takdirde karşılaşılabilecek olan en önemli komplikasyon beyin ödemidir, tedavinin içeriği kadar uygulama süreci de çok önemlidir. İzlem sürecinde; damar yolundan saatlik sıvı alımı ve idrar çıkışı takibi, kan glikoz düzeyleri, kan serum Sodyum (Na), Potasyum (K), PH (deri turgoru), Bikarbonat (HCO3), üre (BUN), Kreatinin, Kalsiyum (Ca), Fosfor, Magnezyum düzeyleri ve kan gazı sonuçları, kan keton düzeyi, tam kan sayımı ve idrar tetkikleri yapılması gerekmektedir. Kan glikozunun normale gelmesi ve yağ yakımı ve keton düzeyinin azalması ve sonlanması için insülin tedavisi gerekmektedir. İnsülin tedavisine 1-2 saatlik sıvı tedavisinden sonra başlanmalıdır, insülin tedavisi öncelikle infüzyon içerisinde regüler insülinler (yaş ve kiloya göre değişken dozlarda) sıvı tedavisi verilen venden ayrı bir diğer venden perfüzyon şeklinde uygulanır, bolus şeklinde verilmez. Böyle bir tedavi ile genellikle kan glikozu saatte 75-100mg/dl kadar düşme gösterir. Kan glikoz düzeyi 300 mg/dl altına inince asidoz tablosu düzeldiyse insülin perfüzyonu kesilir, deri altı (subkutan) yolla tedaviye başlanmalıdır. Bu süreçte asidoz tablosu devam ederken kan glikoz düzeyinin 200-250 mg/dl arasında tutulması öngörülmekte olup oral gıda alımı başlanmaz, hızlı glikoz değeri düşmeleri engellenmelidir. DKA’daki bir hastada kapiller kan glikozu ölçümünün saat başı ölçümü yapılıp, aralıklı venöz serum kan glikoz düzeyleri ile kontrolü sağlanmalıdır. Tedavide hastanın bulantı kusma süreci izlenip, asidoz tablosu düzeldiyse oral gıda alımına başlama süreci göz önünde bulundurularak subkutan kristalize insülin (6 saat arayla önerilen dozda) enjeksiyonuna geçilir. Enjeksiyon uygulamasından hemen sonra çocuğun kalori ihtiyacının altında bir kalori hesaplaması ile gıda alımı sıvı gıdalar şeklinde alması sağlanır ve uygulamadan 1 saat sonraya kadar intravenöz insülin tedavisine devam edilir. Çocuğun gıda alımı; ilk 24 saat içerisinde kademeli olarak ihtiyacı olan kalori düzeyine çıkarılıp normal diyabetik beslenme tablosuna uygun bir şekilde beslenmesine başlanılmaktadır.Diyabetik ketoasidoz tablosu ile gelen çocukta hemşirelik bakımına ilişkin farkındalığın sağlanması ve standartların oluşturulması çocuktaki prognozu etkileyecektir. Anahtar Kelimeler: Diyabet, ketoasidoz, hemşirelik, çocuk, yaklaşım P40 - BİLİNÇ KAYBI OLAN ÇOCUĞA YAKLAŞIM Burcu AYKANAT1, Hümeyra BARBAROS2, Meryem AYDIN3, Birsen BİLGEN SİVRİ4 1 Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 3Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu Amaç: Bilinç kaybı acil pediatride sık karşılaşılan klinik bir durumdur ve sıklıkla tanı ve tedavi yönünden önemli sorunlar içerir. Bilinç kaybı olan bir çocuğa planlanmış bir yaklaşım, yaşamın devamı ve geri dönüşsüz beyin hasarını en aza indirmede çok önemlidir. Bu derlemenin amacı bilinç kaybı ile acil servise getirilen çocukta yapılması gereken tanılama ve girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin farkındalığını arttırmaktır. Bilinç kaybı ile gelen çocukta servikal kırık ve travma yoksa çocuğun başı orta hatta tutulup, başı yataktan 30 derece yükseltilerek hava yolu açıklığı sağlanmalı, aspirasyon malzemeleri hazır bulundurulmalı ancak kafa içi basıncını arttırabileceğinden gerekmedikçe uygulanmamalı, santral yolla solunumun etkilenmesi nedeniyle çocuğun solunum ve kardiyak fonksiyonları monitörize edilmeli, oksijen uygulanmalı, çocuğun Glasgow koma skalası değeri ≤8; apneik solunum ve düzensiz solunum tipleri varsa acil bir şekilde erken dönemde entübasyon yapılmalı, entübasyon sırasında analjezi ve sedasyon uygulanmalı, çocuk olası travmalara karşı korunmalı, yeterli beyin perfüzyonunu sağlamak için kalp tepe atım sayısı ve kan basıncı normal sınırlarda tutulmalı, çocuğun bu sayılan girişimlerle vital bulguları stabilize edilirken; diğer taraftan bilinç kaybının nasıl gerçekleştiği, ne zaman olduğu, daha önce travma geçirme durumuna yönelik ebeveynlerden öykü alınmalı, bilinç durumu değerlendirmesi (Glasgow koma skalası, AVPU skalası), solunum değerlendirmesi, motor fonksiyonların ve beyin sapı reflekslerinin değerlendirilmesi ile nörolojik muayenesi yapılmalıdır. Hemşire bu yapılması gereken girişimlerde bakım verici rolünü kullanmalı, hekimle işbirliği yapmalıdır. Çocukta bilinç kaybının nedenine yönelik (hipoglisemi, kafa içi basıncı artışı, konvülziyonlar, menenjit, zehirlenme) tedavide verilen ilaçların (dekstroz infüzyonu, mannitol ya da furosemid, benzodiazepinler, fenitoin ve fenobarbital, seftriakson ve bankomisin gibi geniş spektrumlu antibiyotikler) 8D kuralına göre doğru verilmesi ve çocuğun izlemlerinin yapılması, travmalardan korunması hemşirenin sorumlulukları arasındadır. Hemşire, çocuğun hidrasyonunu değerlendirmek için serum elektrolit düzeyi ve aldığı çıkardığı sıvı miktarını izlemeli, mesanedeki distansiyonu, idrar miktarındaki değişiklikleri ve idrar yapma sıklığını gözlemeli, çocuğun ilk etapta intravenöz uzun süreli dönemde gastrostopi tüp ile beslenmesini sağlamalı, aspirasyon riskine karşı önlem almalı, çocuğun gözüne 1-2 saatte bir suni gözyaşı ya da serum fizyolojik damlatarak kornea ülserasyonunu önlemeli, çocuğun idrar ve gaita çıkışını izlemeli, her şifte bağırsak seslerini dinlemeli, immobilizasyona bağlı oluşabilecek basınç ülserlerini önlemeli, ağız bakımını iki saatte bir yapmalı, kas kontraktürlerini önlemek için günde 3 kez pasif ROM hareketlerini yaptırmalı, duyusal uyaran vererek duyusal yoksunluğu önlemeli ve bu dönemde ebeveynlerine duygusal destek sağlamalıdır. Bilinç kaybı olan çocukta hemşirelik bakımına ilişkin farkındalığın sağlanması ve standartların oluşturulması çocuktaki prognozu etkileyecektir. Anahtar Kelimeler: Bilinç kaybı, çocuk, hemşire, yaklaşım, acil P41 - ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM ASPİRASYONU VE ACİL HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI Hümeyra BARBAROS1, Burcu AYKANAT2, Meryem AYDIN3, Birsen BİLGEN SİVRİ4 1 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 3Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu Amaç: Yabancı cisim aspirasyonu 6 ay - 3 yaş arasındaki çocuklarda çok rastlanan bir solunum zorluğu nedenidir. Ani başlayan öksürük, hışıltı (wheezing) ve tek taraflı azalmış solunum sesleri yabancı cisim aspirasyonunda en sık görülen bulgulardır. Çocuklarda havayollarının çapı dar olduğundan komplikasyonlar açısından risk artmakta ve etkin müdahale yapılmadığı zaman bu durum ölüme neden olmaktadır Bu derlemede çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu ile acile gelen çocuklarda sağlık personeli tarafından yapılacak ilk müdahale ve çocukları yabancı cisim aspirasyonundan korumaya yönelik hemşirelik yaklaşımı ele alınmıştır. Özellikle 1-3 yaş arası çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu ölümcül kazalar arasında %7 oranındadır. ABD’de her yıl 500 çocuk yabancı cisim aspirasyonuna bağlı hayatını kaybetmektedir. Ülkemizde yapılan retrospektif incelemeler yabancı cisim aspirasyonlarının %65- 75'inin 3 yaşın altında olduğunu göstermektedir. Yabancı cisim aspirasyonuna neden olan cisimler; oyuncaklar, küçük objeler, bilye, şekerler, kabuklu yemiş ayçiçeği fındık, fıstık, ceviz, leblebi, karanfil çekirdeği ve üzüm gibi yiyeceklerdir. Çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu gözlendiği zaman cisim körlemesine parmak ile çıkarılmaya çalışılmamalıdır. Böyle bir girişim yabancı maddenin daha ileriye giderek hava yolunu tam tıkamasına ve çocuğun kaybedilmesine yol açabilir. Yabancı cisim aspirasyonu geliştiği durumda çocuğun durumu gözlenerek acil müdahale yapılmalıdır. Eğer ses çıkartabiliyor ve öksürebiliyorsa etkin bir öksürük ile cismin çıkartmaya çalışması sağlanır. Çocuğun öksürükle cismi çıkartmaya çalışması gözlenirken ciddi tıkanıklık belirtileri gelişirse nesnenin atılması için uygun manevralar yapılmalıdır. Fakat bu manevralar temel yaşam desteği almış kişiler tarafından uygulanmalıdır. Çocuklarda, nesne atılana veya hasta yanıtsız hale gelene dek subdiyaframatik abdominal baskı (Heimlich manevrası) uygulanır. Hemşireler bu manevrayı uygularken dikkatli olmalı ve gelişebilecek komplikasyonları göz önünde bulundurmalıdır. Bebeklerde yabancı cisim atılana veya çocuk yanıtsız hale gelene dek sırta 5 vuruş ve 5 göğüs basısından oluşan bir döngü uygulanır. Abdominal baskı önerilmemektedir, çünkü bebeklerin karaciğerine zarar verebilir. Bu manevralar uygulanırken çocuk yanıtsız hale gelirse, göğüs basıları ile kardiyo pulmoner resusitasyona başlanır. Otuz basıdan sonra havayolu açıklığı sağlanır. İki soluk verilerek, nesne atılana kadar göğüs basısı ve solunuma devam edilir. İki dakika sonunda, hala kimse haber vermemişse acil çağrı sistemi aranmalıdır. Gerekli müdahaleler yapılmasına rağmen çıkartılamayan cisimler bronkoskopi yöntemiyle çıkartılır. Geç tanı alan olgularda yabancı cismin çıkartılmamasına bağlı pnömoni ve akciğer enfeksiyonları gelişmektedir. Hemşireler çocuklarda yabancı cisim aspirasyonunun görülme oranını azaltmak için aileleri; • Çocukların akciğerlerine kolaylıkla kaçabilecek besinlere ulaşmalarının önlenmesi ve verilecekse de uygun yöntemlerle hazırlanarak verilmesi, • Çocukların yiyecekleri yutabilmesi ve konsantre olabilmesi için yemek esnasında rahatsız edilmemeleri • Çocukların yemek yerken koşma vb. aktiviteler yapmaması gerektiği, • Fındık, fıstık, leblebi gibi yiyeceklerin 4-5 yaşından küçük çocuklara verilmemesi, • Çocukların yaşına uygun oyuncaklar verilmesi ve küçük parçalı oyuncakların satın alınmaması, • Çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu gelişirse cisim gözükmüyorsa körlemesine müdahale yapılmamasını ve en yakın sağlık kuruluşuna başvurması konusunda bilgilendirmelidir. Çocuklarda yabancı cisim aspirasyonuna bağlı ölümlerin azaltılmasında etkin müdahale ve acil yaklaşım önemlidir. Sağlık ekibinin önemli bir parçası olan hemşireler yabancı cisim aspirasyonu konusunda beceri ve bilgi düzeylerini arttırmalı ve toplumu bilinçlendirmeye yönelik eğitici, bilgilendirici ve danışmanlık rollerini kullanmalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Yabancı cisim aspirasyonu, hemşire, hava yolu tıkanıklığı, temel yaşam desteği. P42 - ACİL SERVİSE YÜKSEK ATEŞ ŞİKAYETİYLE BAŞVURAN ÇOCUĞA YAKLAŞIM Meryem AYDIN1, Birsen BİLGEN SİVRİ2, Burcu AYKANAT3, Hümeyra BARBAROS4 1 Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, 3Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Ateş çocukluk çağında acil servise en sık başvuru nedenidir. Sağlıklı bebek ve çocuklarda ateşin nedeni, en sık virüslere ya da bakterilere bağlı oluşan solunum yolu enfeksiyonlarıdır. Ateş vücudun savunma araçlarından biri olup, kendi başına bir hastalık değil, hastalık belirtilertisidir. Enfeksiyon, ödem, doku hasarı, aşı gibi nedenlerle beyindeki ısıyı düzenleyen termoregülatör merkezdeki dengenin bozulması ile oluşan bir semptomdur. Ateş çocuklarda daha sıklıkla görülen, hasta olan bireyin kendisi ve ailesinde endişeye sebep olan bir sağlık sorunudur. Bu derlemenin amacı yüksek ateş şikayetiyle acil servise getirilen çocukta yapılması gereken girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin farkındalığını artırmaktır. Ateş nedeniyle getirilen hasta değerlendirilirken, ölçümün hangi bölgeden yapıldığı, ateş ölçme aracının özellikleri ve ateşi kimin ölçtüğü bilinmelidir. 0-3 ay arası bebeklerde 38 derecelik ateş ciddi enfeksiyona işaret edebilirken, 3-36 ay arasındaki çocuklarda;genel durumu iyi olan 39°C ve üzeri değerlerin incelenmesi gerekir. Ufak bebek ve çocukların bağışıklık sistemi özellikleri, aşılanma durumları ve karşılaştıkları etkenler yaşa bağlı değiştiği için, ateşe tanısal yaklaşımda hastanın yaşı önemlidir. Genel durumu kötü olan hastalar hastanede gözlenmelidir. Ayrıntılı anamnez, dikkatli bir fiziksel değerlendirme ve laboratuar bulguları ile çoğu hastaya doğru tanı konulabilir. Bebekler için kullanılan düşük ve yüksek risk ölçütleri enfeksiyonların erken tanınması yönünden yardımcı olur. Amerika ve Avrupa’da ailelerin çoğu antipiretik ilaçları gereğinden kısa aralıklarla ve yanlış dozda kullanmaktadır. Ülkemizde yapılan çalışmalarda da ailelerin %58,4’ünün yanlış doz ve aralıklarda ateş düşürücü kullandığı görülmektedir. Bunun nedeninin bir kısmı ailelerin sağlık merkezine başvurmadan doğrudan eczaneden ilacı almaları (%30,2) olabilir. Ayrıca annelerin eğitim düzeyleri azaldıkça yapılan alkol-kolonya, sirkeli su, doğrudan soğuk suyun altına sokma gibi geleneksel uygulamalarında da artış görülmektedir. Bu bulgular bize tedavi sürecinde çocukların ateşleri düşürülüp konforun artırılması amaçlanırken pek çoğuna zararlı uygulamalar yapıldığını düşündürmektedir. Yine başka merkezlerde tedavisi verilmiş ve sadece ateşi tedavi ettirmek için acil servise getirilen pek çok çocuk bulunmaktadır. Bunun potansiyel zararları ise acil serviste ateş düşürülürken veya hekimi beklerken nozokomiyal enfeksiyon bulaşması riskidir. Bir diğer potansiyel tehlike de daha önceden reçetelenmiş antipiretiklerin üzerine aynı jenerik ilacın tekrar reçetelenmesi ve hastanın hepsini birden alarak parasetamol ile hepatotoksisite oluşmasıdır.Aşırı parasetamol kullanımı sonucu transplantasyona kadar giden entoksikasyon vakaları bildirilirken İbuprofenin fazla kullanılması sonucu ise gastrointestinal kanama, renal toksisite gibi yan etkiler görülebilmektedir. Yüksek ateşi olan çocuğa yapılabilecek doğru uygulamalara ve hemşirelik bakımınına ilişkin farkındalığın sağlanması, bakım protokollerinin oluşturulması çocuğun prognozunu etkileyecektir. Toplumda ateşle ilgili aşırı bir korku ve buna bağlı olarak yanlış ilaç kullanımı vardır. Bu nedenle topluma yönelik eğitim programları ile birlikte çocuk sağlığı hizmeti verenlerin hastalığın tedavisi ile birlikte ateşin ne olduğunu ve hastalıktaki rolünü anlatmaları hatalı uygulamaların azalmasında yardımcı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Çocuk, yüksek ateş, hemşirelik bakımı, antipiretik kullanımı P43 - ÇOÇUK İSTİSMARINDA HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI Meryem AYDIN1, Birsen BİLGEN SİVRİ2, Hümeyra BARBAROS3, Burcu AYKANAT4 1 Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 22mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, 3Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Dünya sağlık örgütü çocuk istismarını "Bir yetişkin tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan ve çocuğun sağlığını, fizik gelişimini, psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar" olarak tanımlamaktadır. Çocuk istismarı; fiziksel ,duygusal, cinsel ve ihmal şeklinde olabilmektedir. Bu derlemenin amacı istismara uğrayan çocuğu tanıma, çocuğa ve aileye doğru yaklaşım geliştirmek konusunda hemşire ve sağlık profesyonellerinin farkındalığını artırmaktır. Hemşire istismarı ve ihmalin belirtilerini iyi tanıyıp ortaya çıkarmalıdır. İstismar şüphesi duyulan çocukla güven ilişkisi kurup, sakin anlayışlı, ve güler yüzlü bir yaklaşımla çocuğu travmatize etmeden fizik muayenesini yapmalı, çocuğun ve ailesinin öyküsünü dikkatli bir şekilde almalıdır. Hemşire aile ve çocukarı evlerinde eğitim ve bilgi desteği sağlamak için ziyaret etmeli, aileleri çocuk yetiştirme becerilerini geliştirme konusunda desteklemelidir. Ailelerin çocuk gelişimi bilgilerini artırmak ve olumlu çocuk yönetim stratejileri geliştirmek için ailelere eğitim planlamalıdır.İstismarı önlemede çok bileşenli müdehale; desteği, aile eğitimini, okul öncesi eğitimi ve çocuk bakımını içermektedir DSÖ’nün 2014 verilerine göre dünyada, kadınların %20 si, erkeklerin % 5-10 u çocukken istismar edildiği, İnsanların % 23 ünün çocukken fiziksel istismara uğradığı rapor edilmiştir. Yine DSÖ 2014 verilerine göre her yıl 15 yaş altı çocuklarda 34.000 cinayet sonucu ölüm görülmekte. Çocuk istismarı sonucu ölümlerin önemli bir bölümünü yanlışlıkla düşme,yanma,boğulma ve diğer nedenler oluşturmaktadır. Türkiye’de çocuk istismarı konusunda yapılan çalışmlarda %78 duygusal istismar %24 fiziksel istismar ve %9 cinsel istismar görüldüğü saptanmıştır.Çocuk istismarı aileyi ve çocuğu yaşam boyu etkileyen sonuçlara neden olur. Çocuk istismarı stresle ilişkili erken beyin gelişimi ve sinir ve bağışıklık sistemlerinin gelişiminde bozulmaya neden olmaktadır. İstismara uğramış çocuklar yetişkinlik dönemlerinde de davranışsal, fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları açısından yüksek risk altındadır. Bu riskler; şiddet uygulama yada şiddet kurbanı olma, depresyon, sigara bağımlılığı, obesite, yüksek riskli seksüel davranışlar,alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı ve istenmeyen gebeliklerdir. Çocuk istismarını başlamadan önlemek mümkündür ve multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. İstismarı önleme programları çocuk istismarına karşı güçlü koruma faktörü oluşturmada etkindir. Etkin önleme programı aileyi destekler ve onlara olumlu ebeveyne becerileri kazandırır. Hemşirelere çocuk istismarını ortaya cıkarma, önleme ve toplumu bilinçlendirmede büyük sorumluluk düşmektedir Anahtar Kelimeler: Çocuk istismarı, ihmal, hemşirelik yaklaşımı,istismarı önleme. P44 - ÇOCUK ACİL SERVİSİNE İNTİHAR GİRİŞİMİ İLE BAŞVURAN ADÖLESANLAR VE HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI Birsen BİLGEN SİVRİ1, Meryem AYDIN2, Burcu AYKANAT3, Hümeyra BARBAROS4 1 Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, 2Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 3Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Bilecik Şeyh Edebali Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu derlemenin amacı, intihar girişimi ile başvuran adölesanlar ile acil servise getirilen çocukta yapılması gereken tanılama ve girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin farkındalığını arttırmaktır. İntihar eylemi sadece ruhsal bir süreç olmayıp, aynı zamanda ekonomik, kültürel, toplumsal yönleri olan bir olgudur. İntihar girişimi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, özellikle adölesan yaş grubu çocuklarda önemli bir medikal ve sosyal problemdir. Çocukluk ve erken adölesan dönemde intihar girişimine sık rastlanmazken, yapılan araştırmalarda her yıl beş gençten birinin ciddi şekilde intiharı düşündüğü, adölesanların %5-8’inin intihar girişiminde bulunduğu saptanmıştır. Gelişmiş ülkelerde adölesan yaş grubunda ölüm sebepleri içinde üçüncü sırada yer alan intiharın, alınan önlemlere rağmen yıllar içinde artış göstermesi, intihar girişimlerinin ne kadar önemli bir medikal ve sosyal sorun olduğunu göstermektedir. Bu açıdan, adölesan yaş grubu sağlık sorunları ile ilgilenen klinisyenler için risk altındaki grubu tanımak önem kazanmıştır. Adölesanlarda intihar girişimiyle gelen ergenlerin hızla değerlendirilmesi ve hemşirelik bakımının amaçlarının belirlenmesinde hemşireye çok önemli görevler düşmektedir. Hastanın değerlendirilmesindeki yaklaşımlar şu şekilde sıralanabilir: 1)Ortamın oldukça gergin ve kaygı verici olduğu gerçeği dikkate alınmalıdır. Bunun için hastaya yaklaşımda; a)Hastayla iletişim kurulabilecek sakin bir ortam sağlanır, gencin güveni kazanıldıktan sonra intihar girişimi gündeme getirilir. b)İletişimde sade bir dil kullanılır. c)Konu ortaya konduktan sonra, genci onurlandırarak daha çok şeyi anlatması ve konuyu tartışmaya açık bırakması sağlanır. 2)Hastanın intihar konusundaki yaklaşımı belirlenir. Bunun için, a)Adölesan intihar düşüncelerini kabul ediyor mu? b)İntihar düşüncelerini ortaya koyan bağımsız bulgular mevcutsa (bir not, kesik bilekler) ergen bu bulguları kabul ediyor mu? c)Adölesanın intihar girişimindeki amacının ölmek mi, yoksa yardım çağrısı mı olup olmadığı araştırılır. 3)Yapılan intihar girişiminin niteliğinin araştırılır. Bunun için; a)Bu davranış ne kadar ölümcül, b)İntihar davranışı başka bir kimse ile devam eden bir ilişki nedeniyle mi ortaya çıkmış, değerlendirilir. 4)İntihar davranışı psikiyatrik yönden incelenir. Bunun için, a)Adölesan herhangi bir psikiyatrik bozukluk nedeni ile şu an tedavi altında mı? b)Adölesan şu an psikotik mi? Eğer öyleyse, intihar fikri veya davranışı psikozdan mı kaynaklanıyor, tedavileri uygun mu değerlendirilir. Bir kez intihar girişiminde bulunan bir ergenin ileride de intihar etme riskinin olacağını unutmamak gerekir. Bu nedenle multidisipliner bir yaklaşımla çocuk acil serviste adölesana bakım ve tedavi veren her sağlık personelinin, ölümcül olan ya da olmayan her intihar girişimini son derece önemsenmesi gerektiğini ebeveynlerine anlatmaları, soru sormasına olanak sağlamaları, en önemlisi de yapılan bütün girişim basamakları boyunca yargılayıcı cümleler kullanmamasına dikkat etmelidirler. Anahtar Kelimeler: İntihar, adölesan, hemşirelik yaklaşımı P45 - BİR HALK ARAŞTIRMASI: ANNELERİN NAZAR İNANCI VE KORUNMA YOLLARI Meryem KAR1, Canan KARASAKAL1, Feyzullah YILMAZ1, Müge UZUN2 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, 2Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Amaç: Geleneksel inanç ve uygulamalar, insanların davranışlarını yönlendirerek sağlık durumlarını etkilemektedir. Türk geleneksel inanç ve uygulamaları da coğrafi, tarihi, kültürel çeşitliliğin ve farklı dinlerin inanç yapısının etkisinde kalmıştır. Bu yaygın inançlardan birisi nazar (göz) değmesidir. Türkçe’de sözlük anlamı olarak bakma, bakış, göz atma, düşünce olan kelime, halk inançları içinde göz değmesi, göze gelme anlamında kullanılmaktadır. Nazar inancının temelinde belli kimselerde bulunduğuna inanılan, insanlara özellikle çocuklara, zarar veren, bakışlardan çıkan çarpıcı ve kimi zaman da öldürücü güç düşüncesi yatmaktadır. Nazar boncuğu taşımak, muska taşımak, kurşun döktürme, nazar otu (üzerlik) tüttürmek, çamaşırlarını ters giydirme, dua etmek çocuğu nazardan korumak için kullanılan yöntemlerden bazılarıdır. Bu çalışmada annelerin nazar inancı ve çocuklarını nazardan korumak için kullandıkları yöntemlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan çalışma, 1 Mart-30 Nisan 2014 tarihleri arasında Zonguldak’ta bir alışveriş merkezinde 0-6 yaş çocuğu olan 100 anne gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın verileri anne ve çocuğa ilişkin tanıtıcı bilgileri, nazar inançları ve uyguladıkları nazardan korunma yollarının sorulduğu soru formu ile toplanmıştır. Veriler SPSS 16.0 istatistik programı ile frekans yüzdelik ve ki-kare ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Annelerin çoğu (%35) 30-35 yaş arasında, % 66’sı lise ve üniversite mezunu, % 51 ev hanımıdır. Çocukları %56’sı 0-3 yaş arasındadır. Annelerin %78’si nazara inandığını ve %28’i çocuk övüldüğünde ya da kıskanıldığında nazar değdiğini ifade etmiştir. %86’sı doğumdan beri çocuğuna nazar boncuğu taktığını, %41’i ise nazar boncuğunun kötü enerjiyi topladığını düşünmektedir. Nazar bocuğu kullanmak dışında % 95’inin dua okuyarak çocuğunu nazardan korumaya çalıştığı belirlemiştir. Nazardan korunmak için nazar boncuğu takma ile anne yaş arasında (Χ2=6,588; p=0,037) ve duası okuma ile eğitim düzeyi (Χ2=10,686; p=0,014) arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Sonuç: Geçmişten bu güne kadar nazar; insanların önüne geçemedikleri, nedenini bilemedikleri durumları açıklamak için kullandıkları bir halk inancıdır. Nazar inancı anne yaşı, eğitimi, mesleği ve gelirine bakmazsızın halk arasında devam eden bir inançtır. İnsanoğlu en kıymetli varlıkları olan çocuklarını bilinmeyenden korumak için çeşitli çareler üretmeye çalışmışlardır. Çalışmamızda nazar boncuğu kullanmanın ve dua etmenin nazardan korunmak en sık kullanılan yöntemler olduğu belirlenmiştir. Her iki yöntemin de annenin yaşı, eğitim, mesleği, gelir düzeyi ne olursa olsun pratikte yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. İnsanların inançlarının davranışları yönlendirdiği düşünüldüğünde, nazar inancının ve korunma ve uzaklaştırma pratikleri ile varlığını korunma yöntemlerinin geçerliliğini koruduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Çocuk, nazar, anne, inanç, geleneksel uygulamalar. P46 - ANNE ELİ VE MASAJ = HUZUR VE MUTLULUK Meryem KAR1, Canan KARASAKAL1, Feyzullah YILMAZ1, Ayla GÜNDOĞDU2, Müge UZUN3 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, 2Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları ABD, 3Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Amaç: Masaj; insan yaşamının her döneminde sağlık sorunlarının azaltılmasında, sağlığın korunmasında yararlı ve gereklidir. Bebeklerin/çocukların masaja verdikleri yanıtlar genellikle olumludur. Dokunma, anne bebek/çocuk arasındaki bağı güçlendirirken, bebeklerin/çocukların beslenme, uyku gibi günlük aktivitelerini düzenleyerek büyüme ve gelişmesini desteklemektedir. Özellikle bebeğin ve çocuğun daha ellerine, ayaklarına, sırt, gögüs kısmına, karın, kulak ve alın bölgesine aromatik yağlarla uygulanan 10-15 dk masajın bebeğin/çocuğun rahatlatılmasında önemli yeri olduğu çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bu çalışmada annelerin bebek/çocuk masajına ilişkin tutumlarının belirlemesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma 1 Mart-30 Nisan 2014 tarihleri arasında Zonguldak’ta bir alışveriş merkezinde 0-3 yaş çocuğu olan 100 anne ile tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın verileri anne ve çocuğa ilişkin tanıtıcı bilgileri, çocuğuna masaj uygulama durumu ile ilgili soruların bulunduğu soru formu ile toplanmıştır. Veriler SPSS 16.0 istatistik programı ile frekans yüzdelik ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Annelerin %42’si 25-30 yaş grubunda, % 33’ü lise ve üniversite mezunu, % 70’i ev hanımı, % 49’u orta düzeyde gelire (1000-1500 TL) sahiptir. Çocukları %78’sı 0-2 yaş arasındadır. Annelerin %98’sinin çocuğuna masaj yaptığını, %72’inin günde bir kez, %77’inin ise 10 dk süre ile masaj yaptığını belirlenmiştir. Masaj uygulanan bölgeler sorulduğunda % 36’sının karın, %30’unun bacak, %16 kol ve % 18’sinin sırt bölgesine masaj yaptığı tespit edilmiştir. Masaj yapanların sadece % 28’ı masajı bir yağ ile yaparken bunların %81’inin bebe yağı kullandığı belirlenmiştir. Annelerin % 92’si çocuğun masaj sonrası rahatladığını, % 42’si masaj sırasında uyuduğunu ve yine % 42’si en az 2 saat uyuduğunu belirtmiştir. Sonuç: Çalışmamızda annelerin tamamına yakınının bebeğine/çocuğuna masaj yaptığı belirlenmiştir. Annelerin yaptığı uygulamalar masaj uygulamasının etkinliğini bildiğinin göstergesi olarak kabul edilebilir. Çalışmaya katılan annelerin büyük bölümünün gençtir. Genç annelerin çocuk büyütme konusunda bilgi ve becerilerini farklı alanlara yönlendirmesi, masaj uygulamasına önem vermelerinin nedeni olarak düşünülmüştür. Özellikle bebek/çocuğun masaj sonrasında uyuması masajın gelişimdeki olumlu yönde desteklediğinin bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Masaj her yaş grubu için olumlu etkiler yaratan bir uygulamadır. Çocuk hemşiresinin annelerin masaj uygulamalarını desteklemesinin, büyümegelişmenin olumlu yönde devam etmesi açısından önemli bir girişim olabilir. Anahtar Kelimeler: Bebek, çocuk, anne, masaj, aromaterapi P47 - ÇOCUK HASTAYA AİLE MERKEZLİ BAKIM YAKLAŞIMI Sabiha ÇAĞLAYAN1 1 Medipol Üniversitesi Hastanesi Amaç: Hastane ortamı, çocuk ve aile için stresli bir deneyimdir. Çocuğun hastaneye yatışı tüm aile fertlerinin günlük yaşantısını, aile içindeki rollerini değiştirir. Aile üyeleri, çocuğun bakımı ve aile içindeki rollerini yerine getiremediğinde ya da bunlarla baş edemediğinde, çocuğun durumu ile ilgili belirsizlik duygusu hissetmektedirler. Bu değişiklikler ile birlikte ailenin hastane ortamına yabancı olmaları, alışık olmadıkları tıbbi araçlarla çocuğunun karşılaşması ve bakımını kontrol altına alamamaları ailelerde anksiyeteye neden olur. Ebeveynlerin hastanede yaşadıkları anksiyetenin çocuğun anksiyetesini de arttırması, çocuğun enerjisinin büyük bir bölümünü anksiyetesi ile başetmek için harcaması iyileşme sürecini olumsuz etkilemektedir. Çocuğun hastalığı ve hastaneye yatışından dolayı çocuk ve ailede oluşan anksiyete ve anksiyetenin önlenmesine yönelik yapılan araştırmalar sonucundan “aile merkezli bakım” kavramı ortaya çıkmıştır . Aile merkezli bakım; tüm ailelerin çocuklarına bakım vermek isteyecekleri inancına dayanır. Aile merkezli bakım, aile ilişkilerini koruma ve destek programları yoluyla çocuğun gelişimindeki gereksinimlerin karşılanmasını kapsayan bir felsefeden oluşur (APA 2012). Bu felsefede aile, çocuğun yaşamının değişmez bir parçası olarak görülür. Ailenin çocuğa sağladığı destek onun sağlık sorununa ve klinik bakımına tepkilerini belirleyen önemli bir faktördür Aile merkezli bakım, çocuk sağlığı hemşireliğinde bir bakım felsefesi olarak benimsenmiştir. Hemşire, hemşirelik sürecini kullanarak; hastalık süresince ailenin güçlü ve zayıf yönlerini, baş etme davranışlarını, iletişim şekillerini, ebeveyn çocuk ilişkisinin niteliğini, çocuğun gelişimsel düzeyini, aile içindeki yerini ve ulaşabilecek kaynakları değerlendirerek uzun süreli, kapsamlı ve aile merkezli bakım verilmesini sağlar. Çocuğun durumu bilinmiyorsa kaygı düzeyi daha yüksek olur. Aşırı kaygı halinde ebeveynlerin algılama alanları daralır, ebeveynlik rollerinde değişiklikler yaşanır. Kaygı düzeyi yüksek ebeveynler çocuklarının bakımına katılmakta ve sağlık ekibi ile işbirliği yapmakta güçlük yaşayabilirler. Bunun sonucunda yaşamın erken dönemlerinde gerçekleşmesi beklenen ebeveyn çocuk ilişkisinin gelişimi ve sağlık bakım ekibine katılımı gecikebilir.Ailelerin hastane ortamında çocuklarının bakımına katılabilmeleri için bulundukları ortamı tanıması ve sağlık personeli ile aralarında etkin bir iletişim olması gerekir. Bunun içinde çocuğun servise kabulünden itibaren ailelere ve çocuklara servis tanıtımının yapılması, servis rutinleri, çalışanları hakkında bilgi verilmesi ve çocuğun yatışından itibaren tedavi süresince çocuk ile ilgili bilgilerin eksiksiz ve tarafsız aile ile paylaşılması aile merkezli bakım ile ilişkili önemli hemşirelik uygulamalarıdır. Pediatride aile merkezli bakımı uygulayan sağlık ekibi üyelerinin, çocuk ve ailesine saygı duyması bakımın etkinliğinde önemlidir. Kültürler arası fark ve sosyoekonomik durum gibi birçok kişilerarası farklılıklar olması verilen bakımı değiştirmemeli, farklı isteklere saygı duyulmalıdır. Aile, çocuğuna yardım ederken sağlık üyesi tarafından desteklenmeli ve cesaretlendirilmelidir. Çocuğun durumu hakkında ailenin bilgi eksikliği sürekli giderilmelidir. Aile ve çocuk iletişimi sağlık üyesi için her zaman iyileştirici olmalıdır. Ailenin karaları alması için güçlendirilmesi ve özgüveni geliştirilmesi için işbirliği yapılması gerekir. Pediatrik Yoğun Bakım uygulamasında çocuğun, ailenin bir parçası olarak ele alınması, yani “aile merkezli” bakım verilmesi gerekmektedir. Annelerin çocuk bakımına katılması, annelerin çocuk bakımında ikinci plana atılma, kontrolü kaybetme duygusu yaşamamalarını, çocuklarını duygusal yönden destekleme fırsatı bulmalarını ve hasta çocuğun bakımını öğrenmelerini, böylece anksiyete düzeylerinin düşmesini sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: Aile Merkezli Bakım, Çocuk Hasta, Aile ve Çocuk, Hastane Çocuk, Pediatri Hemşireliği, Anksiyete P48 - SEZARYEN İLE DOĞUM BEBEK İÇİN KONFORLU BİR DOĞUM MUDUR? Ayla GÜNDOĞDU1, Elif ERBAY1, Dilek BAYRAM1, Işın ALKAN1, Özgür BAHADIR1, Selda ÇOBAN1, Müge UZUN2, Tülay KUZLU AYYILDIZ2, Aysel TOPAN2, Meltem KÜRTÜNCÜ2 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD , 2Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Amaç: Cerrahi bir girişim olan sezaryen, gerekli olduğunda anne ve bebek için yaşam kurtarıcı olmakla birlikte, maternal ve fetal mortalite ve morbiditeyi artırabilmektedir. Sezaryenle yapılan çoğu doğum miadı gelmeden gerçekleştirildiği için yenidoğanın respiratuar distres sendromu, yenidoğanın geçici taşipnesi, pulmoner hipertansiyon, hipoksik solunum yetmezliği gibi nedenlerle yenidoğan yoğun bakıma yatışı ve ventilatöre bağlanması gibi morbiditeyi yükselten risklere maruz kalabilmektedir. Bu çalışmada sezaryenle doğum ve yenidoğan sağlığına etkisine ilişkin verilerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma retrospektif ve tanımlayıcı olarak Zonguldak ilinde bir ilçe devlet hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın evrenini 1338 doğum, örneklemini ise 686 sezaryen doğum oluşturmuştur. Çalışmanın verileri Nisan 2013- Nisan 2014 tarihleri arasında arşiv kayıtlarından, anneye ve bebeğe bağlı sezaryen nedenleri, anestezi tipi, yenidoğan yoğun bakıma yatış nedenleri ve uygulanan girişimler başlıkları altında toplanmıştır. Veriler SPSS 16.0’da frekans yüzdelik analizi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: 686 sezaryenle doğumun 582’si (% 84.8) planlı, 104’ü (% 15.2) acil sezaryen olarak kayıtlara geçmiştir. Gebelerin sezaryena alınma nedenleri ve oranları incelendiğinde; bebeğe bağlı nedenlerin oranlarının % 17.3 miad aşımı, % 28.8 makat geliş, % 12.5 makrozomik bebek, % 23 ilerlemeyen eylem, % 4.8 prezantasyon bozukluğu, % 4.8 çoğul gebelik, % 6.7 fetal distres ve % 2.8 kordon sarkması olduğu belirlenmiştir. Anneye bağlı sezaryena alınma nedenleri oranları ise % 7.6 hipertansiyon, % 0.9 lomber disk bozukluğu, %6,7 oligohidroamniyos, % 0.9 epilepsi olarak tespit edilmiştir. Sezaryen sırasında annelerin % 67.3 genel anestezi, % 25.9 spinal anestezi ve % 6.7’sine epidural anestezi uygulanmıştır. Yenidoğanla ilgili bulgulara baktığımızda sezeryanla doğurtulan bebeklerin; % 21.1 yenidoğan yoğun bakım ünitesine alınırken, % 74’ ü anne yanına verilmiş, % 4.8 ise önce yenidoğan yoğun bakım ünitesine alınıp daha sonra ileri tetkik ve tedavi için dış merkeze gönderilmiştir. Yenidoğanların yoğun bakıma yatırılma nedenlerine bakıldığında % 72.7 solunum sıkıntısı, % 27.2 mekonyum aspirasyonu ve % 27.2 prematüriteye bağlı nedenler olarak belirlenmiştir. Son olarak yenidoğan yoğun bakım ünitesine alınan bebeklere uygulanan girişimler incelendiğinde; % 22.7 entübe edildiği, % 72.2 damar yolu açılarak antibiyotik başlandığı, % 54.5 küvöz içi ve % 12.3 hood ile oksijen aldığı belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmamızda sezaryenla doğum oranının normal doğumdan daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Sezaryenle doğan bebeklerin bir bölümünün solunum sıkıntısı ve mekonyum aspirasyonu gibi nedenlerle yenidoğan yoğun bakıma yatırıldığı tespit edilmiştir. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde de entübasyon, damar yolu açılması, antibiyotik başlama ve oksijen uygulama gibi invaziv ve non-invaziv girişimlerin uygulanması gerekmiştir. Ayrıca bazı bebeklerin dış merkezlere sevki gerekmiştir. Bu girişimlerin pek çoğu yenidoğanın morbidite ve mortalite riskini yükseltmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün maternal ve perinatal mortalite oranlarını dikkate alarak hedeflediği sezaryen oranı %15 olmasına rağmen, 2008 TNSA’a göre Türkiye’de sezaryen oranının %21.5’ten (TNSA 2003) %36.7’ye yükseldiği belirlenmiştir. Tıbbi nedenler dışında sezaryenlerin anne ve bebek sağlığına getirdiği ağır yükler göz önüne alındığında, endikasyon olmadığı müddetçe gebeliğin sezaryenle sonlandırılmaması önemlidir. Sağlık Bakanlığı’nın konuya ilişkin aldığı önlemler bulunmaktadır. Ancak sezaryen doğumların anne ve bebek sağlığına etkisine yönelik daha fazla çalışma yapılması, alınan önlemlerin ulaştığı hedefleri görebilmemiz açısından önem teşkil etmektedir. Böylece sezaryenle doğumun yenidoğan bebek için konforlu bir doğum olup olmadığı sorusuna yanıt bulunabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Sezeryanla Doğum, Acil Sezeryan, Yenidoğan Sağlığı, Sağlık Bakanlığı Doğum Politikaları P49 - ANNE-BEBEK BAĞLANMASI: BİR LİTERATÜR İNCELEMESİ Rahime ŞEN1, Ayşe TOPUZ1, Nazire ARAT1, Sıdıka ATASEVER1, Suzan ÖZKAN1 1 Şifa Üniversitesi Amaç: Bu literatür incelemesinde 10/2013- 5/2014 tarihleri arasında MEDLİNE, Pubmed, EMBASE veri tabanları, Türkiye'de on-line ve basılı ulaşılabilen dergi ve tezler taranmıştır. İngilizce ve Türkçe olarak anne, bebek, bağlanma, 0-1 yaş ve hemşirelik anahtar kelimeleri ile tarama yapılmış ve tarama kriterlerine uymayan çalışmalar incelemeye alınmamıştır. Anne bebek bağlanmasının niteliği bebeğe ilişkin ve anneye ilişkin bir birçok faktörden etkilenmektedir. Bu faktörlerin temelinde, anne bebek uyumu yer almaktadır. Anne bebek uyumu, anne ile bebek arasında biyolojik ve davranış ritimlerinin uyumlu olması olarak tanımlanmaktadır. Annenin duyarlılığı, istekliliği, duygusal durumu, bebeğin sağlıklı olması ve karakter özellikleri anne bebek bağlanmasını etkileyen ana unsurlar olarak gösterilmektedir. Postnatal ayrılmaya ilişkin faktörler de bağlanmayla yakından ilişkilidir. Doğum sonrası dönemde anne bebek arasındaki fiziksel yakınlık, ten tene temas ve kanguru bakımı, aynı odada olma ve erken emzirmenin bağlanma üzerine olumlu sonuçları kanıtlanmıştır. Anneye ilişkin diğer faktörlere ek olarak gebeliğin istenmesi bağlanmayı olumlu etkilerken genç yaşta anne olma, postpartum dönemde psikiyatrik hastalığa sahip olma olumsuz etkilemektedir. Bebeğin doğum sonrası bakımının gecikmesi, kortizol düzeyinin düşük olması, anestezi etkisi, prematüre doğum, engelli ya da kronik sağlık sorunu olma, doğumdan sonra uzun süre hastanede kalma ve yeterince emzirilmeme bağlanmayı olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Yaşamın ilk yılında anneden mahrum kalan çocuklarda fiziksel ve ruhsal hastalıkların ortaya çıkabileceği, güvensiz bağlanma-duygu durum bozukluğu arasında karşılıklı ve çift yönlü olumsuz bir etkileşimin varlığı bildirilmiştir. Anne bebek bağlanmasının kalitesi bebeğin genel sağlık durumu, büyüme gelişmesi, yaşama uyumu açısından önemlidir. Sağlık çalışanlarının erken anne bebek bağlanmasının önemi konusunda farkılıkların düzeylerinin artırılması gerekliliği öne çıkmaktadır. Araştırma sonuçlarına göre doğum sonrası dönemde, olumlu anne bebek ilişkisini sağlamak ve sürdürmek için; anne bebek bağlanmasını etkileyen faktörler belirlenmeli ve anne bebek iletişimini sağlamaya yönelik eğitim ve danışmanlık verilmelidir. Post-partum dönemde sağlık personeli tarafından anne bebek ilişkisinin desteklenmesinin, daha sağlıklı çocuklar yetiştirilmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bağlanma, anne, bebek, 0-1 yaş, hemşire P50 – Bu poster sunumu iptal edilmiştir. P51 - HASTA GÜVENLİĞİ EVET! YA ÇOCUK HASTALAR? Elif ERBAY1, Ayla GÜNDOĞDU1, Dilek BAYRAM1, Işın ALKAN2, Özgür YAMAN BAHADIR1, Selda TÜRKMEN ÇOBAN1, Aysel TOPAN3, Müge UZUN3, Tülay KUZLU AYYILDIZ3, Meltem KÜRTÜNCÜ3 1 Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD , 2Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD,3Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Amaç: Hasta güvenliği, sağlık kuruluşları ve çalışanları tarafından hastaya zarar vermemek için alınan önlemlerin tamamıdır. 2013 yılında dünya genelinde, ilaç kullanımı, cerrahi müdahale, hastane enfeksiyonları, düşmeler gibi önlenebilir durumların tıbbi hata ve ölüm nedenleri arasında ilk beş içinde yer aldığı belirlenmiştir. 2004 Dünya Sağlık Örgütü Raporu’na göre gelişmekte olan ülkelerde sistem kaynaklı hasta güvenliği sorunu ve tıbbi hataların beklenenden daha fazla olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda, ülkemizde hasta güvenliği kavramı gün geçtikçe daha önem kazanmaktadır. Bu çalışmada ülkemizde hastanede yatan çocuk için kullanılan hasta güvenliği prosedür, form ve araçlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma 1 Mart-30 Mart tarihleri arasında iki devlet ve bir üniversite hastanesinde tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında Uluslararası Standartlar Birliği’nin (Joint Commission Internatıonal Accreditation) altı “Hasta Güvenliği Standartları”ı (Doğru kimlik-hasta doğrulama, etkili iletişim, ilaç güvenliği, doğru prosedür ve doğru hasta cerrahisi, enfeksiyonların azaltılması ve düşmenin engellenmesi) ve bu standartlar altında konumlanmış Sağlık Bakanlığı’nın 23.01.2014 tarihinde uygulamaya koyduğu “Hasta Güvenliği Prosedürü” nün 27 prosedür, form ve aracı kullanılmıştır. Bu prosedürden 20 tanesinin çocuk hastanın güvenliğini değerlendirmede daha uygun olduğu belirlenmiş ve veri toplama formu olarak kullanılacak “Hasta Güvenliği Kontrol Listesi” ile oluşturulmasında kullanılmıştır. Veriler bu hastanelerde çalışan üç araştırmacı tarafından kalite yönetim birimi ile görüşerek ve matbu evraklara ulaşarak toplanmış ve karşılaştırmalar yapılmıştır. Bulgular: Elde edilen bulgular; Her üç hastanede de kullanılan prosedürler, formlar ve araçlar Doğru Kimlik-Hasta Doğrulama • Hasta Kimliğinin Tanımlanması ve Doğrulanması (Kol bandı) • Hastanın Bilgilendirilmesi ve Aydınlatılmış Onam Formu İlaç Güvenliği • Narkotik İlaç Devir Teslim Formu • İsim Benzerliği Olan İlaçlar Listesi • Ambalaj(Kutusu)Benzer İlaçlar Listesi Doğru Prosedür ve Doğru Hasta Cerrahisi • Kan ve Kan Ürünleri İstem Formu • Kan ve Kan Ürünleri Takip Formu • Güvenli Cerrahi Kontrol Listesi Enfeksiyonların Azaltılması • El Hijyeni Eğitim Programı • İzolasyon Önlemleri Talimatı Düşmenin Engellenmesi • Hasta Düşme Riski Değerlendirme (Harizmi Düşme Riski ve Çocuklar İçin Glasgow Koma Ölçeği) Hasta Tanıtıcı İşaretler • Sarı Yaprak (Solunum İzolasyonu) • Kırmızı Yıldız (Temas İzolasyonu) • Mavi Çiçek (Damlacık İzlasyonu) • Yeşil Yonca(Düşme Riski) Devlet hastanelerinde kullanılıp üniversite hastanesinde kullanılmayan prosedürler, formlar ve araçlar Etkili İletişim • Sözel Order Kayıt Formu • Laboratuar Panik Değer Bildirim Formu İlaç Güvenliği • Pediatrik İlaçlar ve Kilograma Göre Uygulama Dozları Listesi Doğru Prosedür ve Doğru Hasta Cerrahisi • Mavi Kod Uygulama Talimatı • Pembe Kod Uygulama Talimatı Çocuk hasta güvenliği için kullanılan formlar • Harizmi Düşme Riski Ölçeği • Çocuklar için Glaskow Koma Ölçeği • Pembe Kod Uygulaması • Pediatrik İlaçlar ve Kilograma Göre Uygulama Dozları Listesi’dir. Üç hastanenin de hasta güvenliği açısından benzer nitelikte prosedür, form ve araçlar kullanıldığı ve çocuklara özel hazırlanmış az sayıda hasta güvenliği prosedürü görülmüştür. Düşme/yaralanma riski değerlendirmesi için kullanılan “Harizmi Düşme Riski” ve “Çocuklar için Glaskow Koma Skalası”, “Pediatrik İlaçlar ve Kilograma Göre Uygulama Dozları Listesi”, “Pembe Kod” uygulamaları çocuklar için kullanılan formlar olarak karşımıza çıkmıştır. Sonuç: Sağlık Bakanlığı hastanelerinde prosedürlerin daha fazla uygulanmasında kurumsal yapının etkisinin olduğu düşünülmüştür. Ayrıca çocuk hasta güvenliği çalışmalarının yurtdışı örneklerinde olduğu gibi aile eğitimini de içeren prosedürlerle desteklenmesi çalışmaların kalitesi için önemlidir. Anahtar Kelimeler: Hasta güvenliği, çocuk hasta güvenliği, prosedürler, formlar P52 - ÇOCUK ACİL KLİNİĞİNE KAZA NEDENİYLE BAŞVURAN 0–18 YAŞ GRUBU ÇOCUKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Dilek BAYRAM1, Özgür BAHADIR1, Selda TÜRKMEN ÇOBAN1, Ayla GÜNDOĞDU1, Elif ERBAY1, Işın ALKAN1, Aysel TOPAN2, Tülay KUZLU AYYILDIZ2, Müge UZUN2, Meltem KÜRTÜNCÜ2 1 BEÜ Sağlık Bilimleri Ens. Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, 2Bülent Ecevit Ünv. Sağlık Yüksekokulu Amaç: Acil servisler, tıp pratiği içinde diğer sağlık birimlerine göre belirli farklılıklar gösterirler. Başvuran hastaların içinde bulundukları stres, vakaların aciliyeti toplumumuzdaki eğitim düzeyinin düşüklüğü ve olumsuz çalışma koşulları nedeniyle,acil servisler hastanelerin diğer birimlerine göre daha ağır koşullarına sahiptirler. Bu başvuruların önemli bir kısmını da çocuklar oluşturmaktadır. Her geçen gün hızla artış gösteren dünya nüfusunun çok önemli bir kısmını çocuklar oluşturmaktadır. Dünyada yaklaşık 540 milyon çocuk tehlikeli ya da değişken çevre koşullarında yaşamını sürdürmektedir. Hasta yakınmaları ve başvuru nedenlerinin çok çeşitli olabildiği bu birimlere çocuk nüfusunun erişkin nüfusa göre kaza ve hastalıklara daha fazla maruz kalması nedeniyle başvuru oranı yüksektir. Bu durumun diğer nedenleri arasında; ailenin dikkatsizliği, stresi, kazalar ve hastalık konularında bilgisiz olmaları vb. sayılabilir. Çocuğa ait nedenler ise bu dönemde ebeveynlere bağımlı olmaları, bağışıklık sistemlerinin tam olarak gelişmemiş olması, özellikle 1-3 yaş dönemi motor aktivitelerin artması, bağımsız hale gelmeleri, çevreye yönelik ilgi ve merakın artması kaza ve hastalıklara yakalanma riskini arttırır. Çocuklar bir ülkenin geleceğidir ve bugün çok sayıda çocuğun hayatı sağlık sistemlerine emanet edilmiş durumdadır. Bu nedenle sağlık birimlerine ve ailelere önemli görevler düşmektedir. Çocuklar erişkin nüfusa göre, kazalara daha fazla maruz kalmaktadır. Bu araştırma acil servise kaza nedeniyle başvuran 0–18 yaş grubu çocukların değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Araştırmanın evrenini Bülent Ecevit Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin Acil Servisine 01.01.2013-31.12.2013 tarihleri arasında, 0–18 yaş grubu 25.683 çocuk oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini ise kaza nedeniyle başvuran, 0–18 yaş grubu 1115 çocuk oluşturmuştur. 01.01.2013-31.12.2013 tarihleri arasında geriye dönük kayıt incelemesi şeklinde yapılmıştır. Kaza nedeniyle acile başvuran çocukların bilgilerinin kayıt edildiği form oluşturulmuş olup araştırmacılar tarafından doldurulmuştur. Bulgular: Çocukların yaş ortalamasının 6.4±4.5 (0-18) ve en sık başvurunun 0-5 yaş grubunda olduğu, 60.5’inin (n=673) erkek, 39.5’nin (n=442) kız olduğu saptanmıştır. Başvuru nedenleri arasında ilk üç sırayı; düşme (%64.8), ilaç içme/intoksikasyon (%13.7) ve yanık (%13.3) oluşturmaktadır. En yoğun başvurunun haziran ayında (%11.6) ve yaz mevsiminde (%29.7) olduğu görülmüştür. Acile başvuran çocuklar; yaş grupları ile kaza tipi, kazanın yaşandığı aylar ile kaza tipi ve cinsiyet ile kaza tipi açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Sonuç olarak, çocuk acil kliniğine başvuruda düşmeler (%64.8) önemli yer tutmakta olup, 0-5 yaş grubunda (%59.5) ve erkek çocuklarında (%68.9) ilk sırada yer almaktadır. 0-5 yaş grubu çocuklarda kazalara eğilim artmakta, düşmelere daha sık karşılaşılmaktadır. Bu konuda ailelerin; kazaları önlemeye yönelik koruyucu tedbirler almaları, çocukların kaza oluşumuna sebep olacak tehlikeli davranışlar konusunda eğitilmesi, ev içi ve bahçede gerekli düzenlemelerinin yapılması, öğretmenlerin; okullarda kazalara sebep olabilecek durumları kontrol altına almaları, hemşirelerin; okullarda öğrenci gruplarıyla beraber ortak paneller, konferanslar düzenlemeleri ve basın-yayın organları yoluyla eğitim vererek konunun önemine dikkat çekmeleri, okul-aile birliği ve okul yönetimiyle işbirliği yaparak acil durumlar konusunda eğitim faaliyetleri yürütmeleri; ailelere, 0–18 yaş döneminde görülebilecek kazaların önlenmesine yönelik eğitim verilmeleri gerekmektedir. Bunun sonucunda çocuklarda kazalara bağlı görülebilecek yaralanma ve sakatlanmalar azaltılabilir. Anahtar Kelimeler: Pediyatrik acil, 0–18 yaş grubu çocuk, Çocukluk çağı kazalar P53 - EBEVEYNLERİN SIKLIKLA YARDIMA İHTİYACI OLDUĞU BİR ALAN; YAŞ DÖNEMLERİNE GÖRE DİSİPLİN Derya SULUHAN1, Dilek YILDIZ1, Dilek KONUKBAY1, Berna EREN FİDANCI1, Evrim KIZILER1 1 GATA HYO Amaç: Bu derlemede hasta ve sağlıklı çocuğa sahip ebeveynlerin uygulaması gereken disiplin yöntemlerinin açıklaması hedeflenmiştir. Türkçe ve İngilizce literatür taraması yapılmıştır. Disiplin, kişilerin içinde yaşadıkları topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin bütünüdür. Disiplin çocuğun hareket etmesiyle aile ortamında başlar. Aile çocuğun kişilik özelliklerini, tutum ve davranışlarını biçimlendirir ve onu toplum içinde gelecek yıllardaki rolüne hazırlar. Amerikan Pediatri Akademisi (APA) ebeveynlerin çocukluk çağının her döneminde benimsemesi ve uygulaması gereken ilkeleri tanımlamıştır. Eğer çocuk sıfır ile üç yaş arasında ise ebeveynlerini memnun etmek ve güzel şeyler yapmak ister. Fakat bunu nasıl yapacağını öğrenmeye ihtiyacı vardır. Eğer çocuk bir şey yapmak istemezse tüm basamakları teker teker öğretmek ve güzel davranışını yakalamak faydalı olabilir. Bu yaş grubunda çocuklar sınıra ihtiyaç duyar. APA çocuğun istenilmeyen davranışını sonlandırmak için ebeveynlere görmezden gelme, yönlendirme ve açık kurallar sunma tekniklerini önermektedir. Üç altı yaş döneminde çocuk daha zor oyun kurallarını öğrenir ve basit sorumlulukları alabilir. Çocuğunuz kurallara karşı bir şeyler yaptığı zaman basitçe ve birkaç kelime ile çocuğunuza açıklayın. Yanlış yaptığı şeyi, eğer bu davranışı devam ederse ne olacağı anlatılmalı ve öneriler mantıklı ve basit olmalıdır. APA bu dönemde güvenlik önlemlerinin basit kurallarla çocuğa öğretilmesini önermektedir. Arkadaşlık, altı veon iki yaş arası dönemde çocuğun dünyasında ön plana çıkmaktadır. Bu dönemde ebeveynler için en önemli anahtar iletişimdir. Açık ve kararlı kurallar konulmalıdır. Çocuğunuzun nerde ve kimlerle vakit geçirdiği bilinmeli, ait olma duygusu desteklenmeli, öfkeyle baş etme öğretilmelidir. Ergenlik döneminde ebeveynler çocuğa bazı konularda sınır getirmelidir. Çocuğa açık şekilde kurallar söylenmeli ve uymasını beklenmelidir. Sonuç olarak çocuklar ilk etkileşimlerini içinde bulunduğu aileden, özellikle de anne ve babasının davranışlarından elde ederler. Ebeveynlerin çocuklarına karşı tutumları, çocuğun sosyal ilişkilerini ve arkadaşlık ilişkilerindeki kaliteyi etkilemektedir. Çocuk hemşiresi olarak sağlık hizmetinin verildiği her basamakta ebeveynlerle bu konuda fırsat eğitiminin yapılmasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Yaş dönemleri, disiplin, çocuk hemşiresi P54 - AKADEMİSYEN EBEVEYNLERİN ÇOCUKLARINDA GELİŞEBİLECEK ACİL DURUMLAR KARŞISINDA YAKLAŞIMLARININ BELİRLENMESİ Ayfer KARAKAYA1, Dilek DERİNCE2, Hümeyra BARBAROS2 1 Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, SHMYO, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, SYO Amaç: Bu çalışma akademisyen ebeveynlerin çocuklarında gelişebilecek acil durumlar karşısındaki ilk yaklaşımlarının belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Çalışma tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Örneklemi, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’nde çocuk sahibi olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden akademisyenler oluşturmuştur. Veriler, araştırmacılar tarafından literatür taranarak oluşturulmuş anket formu doğrultusunda yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırmanın veri toplama aşaması halen devam etmekte olup, bildiri özeti ulaşabildiğimiz 30 katılımcının verisi ile hazırlanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan ebeveylerin yaş ortalaması 39.5 olup, % 64,29’u erkek, %35,7’si kadındır, %78,6’sı öğretim üyesi, %14,29’u öğretim görevlisi ve %7,14’ü araştırma görevlisidir. Katılımcıların %50’si fen bilimlerinde, %42,86 sosyal bilimlerde, %7,14’ü sağlık bilimleri alanında çalışmaktadır. Ebeveynlere çocuklarında gelişebilecek acil durumlar karşısında ilk müdahale olarak ne yapacakları sorulduğunda; çocuklarının ateşi çıktığı zaman %57,14’ü ıslak bezle sildiğini ya da duş aldırdığını, besin zehirlenmesi gelişmesi durumunda %68,28’i hiçbir şey yapmadan hastaneye götüreceğini; yanık durumunda ise %42,85’i bölgeyi soğuk su ile yıkayacağını ifade etmişlerdir. Çocuklarının hava yoluna yabancı bir cisim (nohut,para,leblebi,oyuncak parçası vs.) kaçtığını fark ettikleri zaman %35,71’i hiçbir şey yapmadan hastaneye götüreceğini, çocukları düşüp kafasını çarptığı zaman ebeveynlerin %42,85’i çocuğunu uyutmadan gözlemleyeceğini, çocuklarında karın ağrısı geliştiği zaman %68,28’i hastaneye götüreceğini, %7,14’ü sıcak uygulama yapacağını; çocukları havale geçirdiği zaman %71,42’ si hiçbir şey yapmadan hastaneye götüreceğini, %7,14’ü kendine gelmesi için sarsacağını, %7,14’ü ateş düşürücü vereceğini belirtmişlerdir. Çocuklarının ilaç içtiklerini fark ettiği zaman %42,85’i kusturacağını, burun kanaması gelişirse %68,28’i burnuna tampon koyup aşağı bakmasını isteyeceğini; çocuklarını kedi veya köpek ısırması durumunda %21,42’si ısırılan bölgeyi su ve sabunla yıkayacağını, çocuklarının korozif madde içtiklerini fark ettiği zaman %28,57’si kusturacağını ve %57,14’ü ise hiçbir şey yapmadan hastaneye götüreceğini belirtmişlerdir. Sonuç: Araştırma verilerinde eğitim seviyesi yüksek olan akademisyen ebeveynlerin çocuk acil durumlarında ilk müdahalede bazı hatalı yaklaşımlarının olduğu dikkati çekmiştir. Bu durum çocuk acil durumlarında ebeveynlere eğitim seviyesi gözetmeksizin ilk müdahaleyle ilgili eğitim verilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Birey, toplum ve aileye hizmet veren hemşireler, çocuk acil durumlarında toplumun tüm kesimindeki ebeveynlere ilk müdahale konusunda eğitimler planlamalı, bilgilendirme ve danışmanlık yapmalıdırlar. Anahtar Kelimeler: Çocuk acil, ebeveyn, hemşire, akademisyen, ilk yaklaşım P55 - ÇOCUK GÖZÜ İLE ERKEK HEMŞİRELER Esra TURAL BÜYÜK1, Mehmet KORKMAZ1 1 OMÜ Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu çalışma, hastanede yatarak tedavi görmekte olan çocuk hastaların, erkeklerin hemşirelik mesleğine katılımları ile ilgili görüşlerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılmış bu araştırmanın evrenini Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi servislerinde yatarak tedavi olmakta olan, 7- 12 yaş arası, okuma yazma bilen, bizimle iletişim kurabilen ve mental retardasyonu olmayan 220 hasta çocuk oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan bir anket formu ile toplanmıştır. Anket formu hasta çocukların sosyo-demografik özellikleri, çocuğun hastalık ve hastane deneyimleri, hemşirelik ve erkek hemşirelere ilişkin görüşlerini belirleyen toplam 24 sorudan oluşmaktadır. İlgili kurumdan yazılı ve araştırmaya katılan hasta çocuk ve annelerinden bilgilendirilmiş onam alındıktan sonra hazırlanan anket formu erkek öğrenci hemşire tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik hesaplaması ve ki-kare kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan çocukların %51.8’i erkek çocuk olup, % 56.4’ü akut nedenlerden dolayı hastanede yattığı, %39.5’inin bir haftadan daha uzun sürede hastanede kaldığı ve %73.2’si daha önce hastanede yattığı bulunmuştur. Hastanede yatan çocukların % 64.5’i hemşireliğin bayan mesleği olduğunu, %58.2’si erkek hemşirelerin de olması gerektiğini, %60’ı da erkek hastalara erkek hemşire, bayan hastalara bayan hemşire bakmalı şeklinde belirtmişlerdir. Çocukların % 63.6’sı bulundukları hastanede erkek hemşire olduğunu bildikleri söylemişlerdir. Erkek hemşirelerin çalıştığını nasıl öğrendikleri sorulduğunda, çocukların %66.4’ü hastaneye yattıklarında, %16.4’ü TV ve internet aracılığı ile ve %10’u da arkadaşlarından öğrendiklerini belirtmişlerdir. Çocuklara göre erkek hemşirelerinin olma nedenleri sorulduğunda %49.5’i güçlü oldukları için, %21.4’ü erkek hastalara bakmak için ve % 8.6’sı da erkek hemşirelerin sempatik oldukları için olması gerektiğini belirtmişlerdir. %16.4’ü hemşireliğin bayan mesleği olduğu için erkek hemşirelerin olmaması gerektiğini söylemişlerdir. Çocuklara göre bayan hemşirelerin görevlerinin neler olduğu sorulduğunda % 79.1’i kalbi dinlediği, tansiyonu ölçtüğü, vücut sıcaklığına baktığını ve tedavi yaptığını (ilaçları verdiğini, iğne yaptığını, serum taktığını) belirtmiştir. Çocuklara göre erkek hemşirelerin görevlerinin neler olduğu sorulduğunda çocukların % 46.4’ü yaşam bulguları aldığı(kalbi dinlediği, tansiyonu ölçtüğü ve vücut sıcaklığına baktığını ) ve tedavi yaptığını, %29.1’i hasta çocukları muayene ettiği (ağızına baktığı, sırtını dinlediği v.s) ve %16.4’ü de her işi yaptıklarını (vital bulguları almak, tedavi yapmak, kan almak, pansuman yapmak, muayene yapmak, ambulansı kullanmak v.s.) belirtmişlerdir Çocukların cinsiyetleri ile erkek hemşirelerin neden olması gerektiği durumu arasındaki ilişkiye bakıldığında, erkek çocukların (%80.7), kız çocuklara göre (%52.8) erkek hemşirelerin güçlü olduğu için hastanelerde çalışması gerektiğini belirttikleri görülmüştür. Kız çocukların % 22.6’sı ve erkek çocuklarında %4.4’ü, erkek hemşirelerin erkek hastalara bakmak için çalışması gerektiğini belirtmiştir. Çocuğun cinsiyeti ile erkek hemşirelerin çalışmasının nedenleri arasında istatiksel olarak ileri derecede anlamlı bir ilişki saptanmıştır(p<0.000). Sonuç: Elde edilen bulgular doğrultusunda hasta çocukların erkeklerin hemşirelik mesleğine katılımlarına ilişkin düşüncelerinin oldukça olumlu olduğu, erkek hemşireler hakkında bilgileri olduğu fakat erkek hemşirenin görevlerini diğer sağlık ekibi üyeleri ile karıştırdığı ve çocukların cinsiyetlerinin erkek hemşirenin çalışma nedenini etkilediği görülmüştür Anahtar Kelimeler: Çocuk, hastane, meslek, hemşirelik, erkek hemşire P56 - ATEŞ ŞİKAYETİ İLE ACİL SERVİSE GETİRİLEN ÇOCUKLARDA ATEŞ OLGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Özlem ÖZTÜRK1, Aysel TOPAN2, Tülay KUZLU AYYILDIZ2 1 Karabük Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü , 2Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü Amaç: Vücut ısısının yükselmesi ateş olarak adlandırılır. Çocukluk çağında çok sık görülen hastalık belirtilerinden biri olan ateş, acil servis başvurularının da önemli bir kısmını oluşturur. Ateş, çocuklarda özellikle enfeksiyon hastalıklarını düşündürmekte, enfeksiyonların dışlandığı durumlarda neoplastik hastalıklar, bağışıklık sistemi yetersizlikleri, endokrin ya da metabolik bozuklukları akla getirmektedir. Ateş yakınması ile acil servis başvurularının önemli bir bölümünün aslında gerekli olmadığı, bu başvuruların nedeninin ateşin çocuğa zarar verebileceği düşüncesi olduğu belirtilmektedir. Bu çalışma, ateş şikayeti ile acil servise getirilen çocuklarda ateş olgularının değerlendirilmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Araştırma, 1 Şubat-1Mayıs 2014 tarihleri arasında ateş şikayeti ile Zonguldak Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi Acil Servisi’ne getirilen 0-18 yaş grubu 112 çocuğun katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın yapılabilmesi için gerekli kurum izinleri alınmıştır. Araştırmaya katılmayı kabul eden çocukların ailelerinden yazılı ve sözlü onam alınmıştır. Araştırmada, literatür doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanmış 17 sorunun yer aldığı anket formu kullanılmıştır. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için istatistik paket programı kullanılmış, Kruskal Wallis ve Mann-Whitney U testi uygulanmıştır. Bulgular: Acil servise getirilen çocukların %54.5’inin erkek olduğu, yaşlarının 0 ve 18 yaşları arasında değişkenlik gösterdiği, %26.8’inin 1 yaşında olduğu saptanmıştır. Çocukların %36.6’sının annelerinin, %28.6’sının babalarının 25-30 yaşları arasında olduğu tespit edilmiştir. Çocukların %71.4’ünün annelerinin ev hanımı, %42.9’unun babalarının işçi olduğu saptanmıştır. Acil servise ateş şikayeti ile getirilen çocukların tıbbi tanılarının neler olduğu incelendiğinde; %24.1’inin “ÜSYE”, %23.2’sinin “ASYE”, %18.8’inin “tanımlanmamış ateş”, %17.9’unun “GİS enfeksiyonları”, %5.4’ünün “OTİT”, %4.5’inin “kanser”, %2.7’sinin “üriner sistem enfeksiyonu”, %1.8’inin “viral enfeksiyon”, %0.9’unun “epilepsi”, %0.9’unun “apandisit” olduğu belirlenmiştir. Çocukların ailelerinin %76.8’i evde çocuğun ateşini ölçtüğünü belirtirken, yapılan 86 farklı ölçümün %73.2’sinin derece ile %71.0’ının aksiller bölgeden yapıldığı aileler tarafından bildirilmiştir. Yapılan ölçümlerde değerlerin 37-40 °C arasında değişkenlik gösterdiği belirlenmiştir. Çocukların %88.4’ünün ailelerinin evde çocuğun ateşini düşürmek için en az bir müdahalede bulunduğu ve müdahalelerde %76.8 ile “ateş düşürücü ilaç vermenin” ilk sırada olduğu saptanmıştır. Acil servise getirilen çocuklarda ateş ile birlikte görülen belirti ve bulguların neler olduğu incelendiğinde; en sık görülen belirtiler sırasıyla %68.8 halsizlik, %63.4 iştahsızlık, %54.5 huzursuzluk, %41.1 öksürük %33.9 kusma, %30.4 bulantı olarak bildirilmiştir. Acil servise başvuru sırasında, çocuklarda ölçülen ateşin 36.6 ile 40 °C arasında değişkenlik gösterdiği, ateşi düşürmek için acil serviste yapılan müdahalelerde %47.3 ile “ılık uygulamanın” ilk sırada olduğu belirlenmiştir. Ateş şikayeti ile acil servise getirilen çocukların sadece %12.5’ine hastanede yatış verildiği, geri kalan büyük çoğunluğunun gerekli müdahaleler yapıldıktan sonra evlerine gönderildiği, acil serviste en az 30 dk. kaldıkları saptanmıştır. Sonuç: Ateş şikayeti ile acil servise getirilen çocukların tıbbi tanıları ile acil servise başvuru sırasında ölçülen ateş değerleri karşılaştırılmış olup, aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05) (p=0,780). Ailelerin evde çocuğun ateşini düşürmek için yapılan müdahaleler ile acile başvuru sırasında ölçülen ateş değerleri karşılaştırılmış olup, aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05) (p=0,897). Bu sonuçlar doğrultusunda, ikinci basamakta görev yapan pediatri hemşirelerinin, hastanelerde eğitim toplantıları düzenleyerek, annelere ateş ve yol açacağı komplikasyonlar, ateş belirlemede termometre kullanmanın önemi ve kullanım yöntemleri, ılık kompres uygulama yerleri, bekletilme süresi ve uygulama aralıkları, yeterli sıvı desteği gibi konularda eğitim vermeleri önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Pediatrik aciller, ateş, ateşli çocuk, ateşli çocuğa yaklaşım, pediatri hemşiresi. P57 - VOLVULUSLU HASTANIN YAS SÜRECİ BAKIMI: KAVRAM HARİTASI ÖRNEĞİ Dilek DERİNCE1, Zübeyde KORKMAZ1, İlknur YILDIZ1, Ayfer AÇIKGÖZ1, Emine ERDEM1, Meral BAYAT1 Amaç: Bu çalışmada Volvulus tanısı ile opere edilen ve sonra kaybedilen hasta ve ailesine verilen hemşirelik bakımı ve yas sürecine ilişkin hemşirelik uygulamaları kavram haritası ile sunulmuştur. Olgu Sunumu: Babası ile top oynarken, ani karın ağrısı ve kusma şikayetiyle önce bir özel hastaneye sonra kamu hastanesi’ne başvuran 2 yaşındaki E.A’nın malrotasyon volvulus? ön tanısıyla yatışı yapılmış opere edilmiştir. Hasta, yatışından yaklaşık 12 saat sonra tüm müdahalelere rağmen ex olmuştur. Hastalık belirti ve bulguları, tanı ve tedavi yöntemleri, gelişen komplikasyonlar, yoğun bakımdaki hasta bakımı ile E.A ve ailesine verilen hemşirelik bakımı ve yas süreci kavramları, kavram haritası kullanılarak şematize edilmiştir. Bakım planında Akut Ağrı, Etkisiz Solunum Örüntüsü, Doku Perfüzyonunda Bozulma, Acı Çekme, Aile Sürecinde Değişim, Sıvı Volüm Dengesizliği Riski, Şok Riski Distansiyon, Ailede Artmış Kaygı Düzeyi, Ailede Korku, Kararsızlık ve Çaresizlik, Ailenin Kayıp Duygusu hemşirelik tanıları ile bakım verilmiştir. Yas Süreci, Spritüel Bakım, Ölümü Yaklaşan Hasta Bakımı kavramları ele alınmıştır. Yapılan hemşirelik bakımının bütün olarak görülmesini sağladığı için kavram haritasının kliniklerde kullanılması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Ex çocukta hemşirelik bakımı, hemşirelik, kavram haritası, yas süreci ve bakımı, volvulus P58 - ANNELERİN ERKEK HEMŞİRELERE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ Esra TURAL BÜYÜK1, Mehmet KORKMAZ1 1 OMÜ Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu çalışma, hastanede yatarak tedavi görmekte olan çocuk hastaların annelerinin, erkeklerin hemşirelik mesleğine katılımları ile ilgili görüşlerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi servislerinde yatarak tedavi olmakta olan çocukların anneleri oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan bir anket formu ile toplanmıştır. Anket formu ailenin sosyo-demografik özellikleri ile annelerin hemşirelik ve erkek hemşirelere ilişkin görüşlerini belirleyen toplam 34 sorudan oluşmaktadır. İlgili kurumdan yazılı ve araştırmaya katılan annelerinden bilgilendirilmiş onam alındıktan sonra hazırlanan anket formu erkek öğrenci hemşire tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik hesaplaması ve ki-kare kullanılmıştır. Bulgular: Annelerin %40.9’u 31-35 yaş aralığında olup, %39.1’i ilkokul mezunu ve % 80.9’u ev hanımıdır. Annelerin %50.9’u il merkezinde yaşadığı, %57.3’ü ekonomik durumunu gelir gidere denk (orta ) olduğu ve %91.4’ü çekirdek aile tipine sahip olduğu görülmüştür. Annelerin % 55.5’i hemşireliğin sadece bayan mesleği olmadığını ve % 77.3’ü erkek hemşirelerin de sağlık alanında olması gerektiğini belirtmişlerdir. Araştırmaya katılan annelerin %33.6’sı erkek hastalara bakmak için erkek hemşirelerin olması gerektiğini, %23.6’sı hemşireliğin güç bir meslek olduğu için erkeklerin de hemşirelik yapması gerektiğini ve % 20’si de hemşirelikte cinsiyet ayrımının olmaması gerektiğini ifade etmişlerdir. Erkek hemşirelerin olmaması gerektiğini düşünen annelerin % 15.4’ü hemşireliğin bayan mesleği olduğu için ve %7.3’ü de hemşireliğin erkeklere yakışmadığı için bu mesleği erkek cinsiyete uygun görmediklerini söylemişledir. Çalışmaya katılan annelere göre erkek hemşirelerin görevlerinin neler olduğu sorulduğunda %20’si hastaları muayene ettiklerini belirtmişlerdir. Annelerin % 71.8’i hastanelerde erkek hemşirenin çalıştığını bildiklerini ve % 60.9’u bunu hastaneye geldiklerinde öğrendiklerini ifade etmişlerdir. Annelerin eğitim düzeyi ile erkek hemşire olmalı durumu arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır(p<0.000). Lise ve üniversite mezunu annelerin tamamı erkek hemşirenin görev alması gerektiğini belirtmişlerdir. Sonuç: Elde edilen bulgular doğrultusunda annelerinin erkeklerin hemşirelik mesleğine katılımlarına ilişkin düşüncelerinin oldukça olumlu olduğu ve annelerin eğitim seviyesi arttıkça erkek hemşirelerin çalışmasını isteme durumlarının arttığı görülmüştür. Hemşirelik mesleğinin yıllarca erkeklere kapalı tutulması nedeniyle toplumun bu mesleğe bakış açısını belirlemek önemlidir. Toplumdaki bireylerin değişimlere uyum sağlaması için belirli bir sürenin geçmesi gerekir. Bunun için toplumun farkındalık düzeyini daha da artırmak amacıyla, basın-yayın organları aracılığı ile hemşirelik mesleğine erkek adayların katılımının sağlayacağı yararlar hakkında bilgilendirmeler yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Anne, meslek, hemşirelik, cinsiyet, erkek hemşire P59 - ACİL SERVİSLERDE HASTA YAKINLARININ DURUMU VE GEREKSİNİMLERİ Dilek YILDIRIM1, Sevim ÇİMKE1, Zeynep TEMEL MERT1 1 Bozok Üniversitesi Amaç: Acil servisteki hastaların yakınları, hasta bireylerin psikolojisi ve huzuru için oldukça önemli olup hastanın acil servisteki tedavi ve bakımının ayrılmaz parçalarıdır. Hemen acil servise başvurmayı gerektiren ve yaşamı tehdit eden akut hastalıklar, yaralanmalar ve beklenmedik durumlar, birey ve aileyi olumsuz şekilde etkiler ve strese neden olur. Stres düzeyi, vakanın şiddetiyle dolayısı ile yaşamı tehdit edici durumda artar ve hasta yakınlarının hastalıkla mücadele edebilme mekanizmalarının baskılanmasına neden olur. Acil servise gelen hasta ve yakınları, bu duruma genellikle hazırlıksız yakalanırlar ve belirsizliklerle karşı karşıya kalırlar. İçinde bulundukları durumla ilgili yaşadıkları kaygı, hasta yakınlarının acil servis çalışanları ile iletişimini olumsuz yönde etkileyebilir. Bir hasta ani bir kaza veya hastalı k sonucu hastaneye getirilirse ailesi o andaki durumu göğüsleyecek güçte olmayabilir. Acil bakım ifadesi hasta aileleri için ürkütücü bir anlam taşır. Bu nedenle acil servise hastalarını getiren aileler in içinde bulunduğu durum oldukça güçtür. Eğer onların duygularını anlamak için çaba gösterilmez ve önemsenmediklerini hissederlerse daha da sinirli ve endişeli olacaklardır. Kendilerini ihmal edilmiş hisseden aileler sağlık personeline karşı tehdit etmeye kadar varan düşmanca davranışlar gösterebilmektedirler. Acil servisteki hastaların yakınlarının gereksinimlerinin belirlenmesi acil servis çalışanlarına; hasta yakınlarının gereksinimlerini tanıma, öncelikli gereksinimlere odaklanma ve bu gereksinimleri karşılama olanağı verebilir. Böylece hasta yakınlarının gereksinimlerinin belirlenmesi ve bu doğrultuda desteklenmesi bakımın kalitesini yükseltecek, hasta yakınlarının sağlık personeline ve hizmetine karşı güvenini arttıracak, olumsuz davranışların ortaya çıkmamasında yararlı olacaktır. Acil servislerde hasta ve hasta yakınlarının memnuniyetini etkileyen en önemli faktörlerden birisi bekleme süresidir. Bursch ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada memnuniyeti etkileyen en önemli faktörün bekleme süresi olduğunu belirtmişler; bekleme süresi kısaldıkça memnuniyetin arttığını tespit etmişlerdir. Bunun yanında hastaya uygulanan işlemin ve bekleme süresi ile ilgili olarak hasta ve hasta yakınına bilgi verilmesinin de memnuniyeti artırdığı saptanmıştır. Hasta ve hasta yakınlarının memnuniyetinde diğer etkili faktör ise hastane personelinin davranışıdır. Hastane personelinin yeterli ilgi göstermesinin, bakım sunmasının ve teşhis ve tedavi süresince bilgi verilmesinin hasta yakınlarının memnuniyetini artırdığı bildirilmiştir. Acil serviste hasta yakınlarının büyük çoğunluğu nazik, şefkatli ve durumu paylaşan bir hekim tarafından saygı görmek ve hastanın durumu ve hastalık hakkında aydınlatıcı bilgiler verilmesini isterler. Acil serviste bulunan hasta yakınlarının gereksinimleri; yakın olma, iletişim, güven, destek ve rahatlık olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak; Acil olarak gelen hastanın ailesi ve yakınlarını bakımın bir parçası olarak düşünmek, hasta ve yakınlarının işlevlerini korumaya ve sürdürmeye yönelik girişimleri uygulamak bütüncül hasta bakımının vazgeçilmez unsurlarıdır. Acil servisteki hasta yakınlarının gereksinimlerinin belirlenmesi acil servis çalışanlarına; hasta yakınlarının gereksinimlerini tanıma, öncelikli ihtiyaçlara göre gereksinimlere odaklanma ve karşılama olanağı verebilir. Ayrıca, acil servise başvuran hastanın yakınlarının gereksinimlerinin belirlenmesi ve gereksinimleri doğrultusunda desteklenmesi bakımın kalitesini yükseltecek, hasta yakınlarının sağlık personeline ve hizmetine karşı güvenini arttıracak, olumsuz hatta öfkeli tepkileri engellemeye de yararlı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Acil Servis, hasta yakınları, gereksinimleri P60 - SHUNT OPERASYONU SONRASI YENİDOĞANIN HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU SUNUMU Gizem ARSLAN1, Saime YILDIRIM2, Hatice YILDIRIM SARI1, Deniz ŞANLI1 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, 2İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eah Amaç: Konjenital kalp hastalığı canlı doğan 1000 bebekten 4-8’inde görülmektedir ve yaşamın ilk yıllarında en önemli ölüm nedenidir. Siyanotik kalp hastalığı olan bebekler 1945’li yıllardan önce ağır siyanoz, serebrovasküler olaylar, aritmi ve kalp yetersizliği gibi nedenlerle yaşamını kaybederken son yıllarda uygulanan Blalock-Taussig şant ameliyatları ile hipoksi düzeltilmeye çalışılmakta, böylece bebeklerin yaşam süresi ve yaşam kalitesi arttırılmaktadır. Yüksek mortalite riski taşımasının yanında yenidoğan döneminde pulmoner arter çapı yeterli olan ve kilosu uygun hastalarda şant ameliyatları uygulandığı belirtilmektedir. Operasyon sonrası uygulanan hemşirelik bakımı bireyin yaşam kalitesini ve prognozunu etkilemektedir. Olgu Sunumu: Olgu, 40 yaşındaki sağlıklı bir annenin, 40. gebelik haftasında doğan, 4250 gram ağırlığında bir erkek bebektir. Bebeğin postnatal 6.günde rutin kontrolleri sırasında kardiyolojik sorunu olduğu belirlenmiştir. Ekokardiyografide Triküspit Kapak Atrezisi, Hipoplazik Pulmoner Arter, Patent Duktus Arteriozus, Atrial Septal Defekt, Muskuler Ventriküler Defekt saptanmıştır. ‘Kardiyopati’ tanısı ile kliniğe yatırılan olguya acil Bt Shunt ameliyatı yapılmış ve Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesi’nde (KDCYB) dört gün süreyle bakım almış, ardından Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ne sevk edilmiştir. Bu bildiride KDCYB Ünitesi’ndeki izlemi ve hemşirelik bakımı açıklanmaktadır. KDCYB Ünitesi’nde bulunduğu 4 gün boyunca entübe olan hasta monitörize edilerek izlenmiştir. Vücut ağırlığı 4,290 gr (90persentil), Boy 55cm (75 persentil), Baş çevresi 37cm, Göğüs çevresi 43cm’dir (sargılarla birlikte). Bebeğin kan basıncı 85/60 mmHg, solunum mekanik ventilatör ile 28-30/dk, Apikal nabız 142/dk ritmik, vücut ısısı 36.5-36.7 C0’dir. Deri rengi pembe ve ılık, deride, oral mukoz membranda kuruluk, lezyon, ödem veya döküntü yoktur. Ön fontanel 2x2 cm, arka fontanel 2x1 cm büyüklüğünde, saçlı deri-gözler-kulaklarişitme testi, burun-ağız, boyun-sırt normal durumdadır. Göğüs anatomik şekli normaldir, göğüs tüpü bulunmaktadır. Genital sistem, kas iskelet sistemi normaldir. NG sondası bulunmaktadır. Ancak post-op dönemde beslenmemektedir. Bağırsak sesleri 3-4/dk, dışkılama günde bir kez koyu yeşil renktedir. Primer refleksler olan arama, emme, yakalama, tonik boyun ve moro refleksleri mevcuttur. KDCYB Ünitesi’nde bebeğe NANDA’ya göre ‘Hava Yolu Açıklığını Sağlamada Yetersizlik, Gaz Değişiminde Bozulma, Aspirasyon Riski, Kardiak Output’ta Azalma Riski, Özbakım Eksikliği, Periferal Doku Perfüzyonunda Bozulma Riski, Enfeksiyon Riski ve Doku Bütünlüğünde Bozulma/ Riski, Sıvı Elektrolit Dengesinde Bozulma Riski’ hemşirelik tanıları doğrultusunda hemşirelik bakımı verildi. Bebeğe her gün iki kez yatak banyosu verilerek vücut hijyeni sağlandı. Banyo sonrasında yatak çarşafları değiştirildi. Günde 4x1 ağız bakımı, 2x1 göz bakımı, 12x1 kez pozisyon değişimi uygulandı. Bası yaralarını önlemek amacıyla ekstremiteler yastık ve battaniye ile desteklendi ve risk değerlendirmesi yapıldı. Hastanın solunumu değerlendirilerek her gün 24x1 kez oksijen saturasyon değerleri kayıt altına alındı. Hastaya postural drenaj uygulandı, gerektiğinde aspire edildi. Saatlik olarak kardiak output belirtileri (nabız, kan basıncı, kalp sesleri, solunum sesleri, deri özelliği, kapiller geri dönüş, EKG, periferal nabızlar, boyun venleri) değerlendirildi. 24x1 aldığı çıkardığı takibi yapıldı. Hastaya ait ilaç tedavisi uygulandı ve komplikasyon gelişip gelişmemesi gözlemlendi. 12x1 kez tansiyon aleti manşonu değiştirilerek ekstremitelerin dolaşımı kontrol edildi. Foley sonda, arteriyel kateter, IV katater, santral venöz kateterlerin günlük olarak 2 kez bakımları yapıldı. Kateterlerin giriş bölgelerinde enfeksiyon bulguları değerlendirildi. Bebeğin laboratuvar bulguları izlendi. . Bebek, dördüncü günün sonunda, herhangi bir komplikasyon gelişmeden, extübe edilerek Yenidoğan yoğun bakım ünitesine sevk edildi. Anahtar Kelimeler: shunt operasyonu, hemşirelik bakımı, yenidoğan, konjenital kalp hastalığı, yoğun bakım P61- ANNELERİN ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN EV KAZALARI VE KAZALARDAN KORUNMAYA YÖNELİK UYGULAMALARI: NEVŞEHİR İLİ ÖRNEĞİ Derya EVGİN1, Zehra ÇALIŞKAN1, Bahar ERDOĞAN1, Burcu DÜZ1, Emine ÇOT1, Nurhat KIZARTICI1 1 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksek Okulu Amaç: Günümüzde kazalar; yaralanma, sakatlanma ve ölüme yol açabilen önemli bir sağlık sorunu olup, kalp hastalıkları, kanser ve beyin kanamalarından sonra, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki ölüm nedenleri arasında yer almaktadır. Kaza nedeniyle gerçekleşen ölümlerin ¼’ ünün evlerde meydana geldiği bildirilmektedir. Sık görülmesi, yetersizliğe yol açması ve alınacak basit tedbirler ile önlenebilir olması, ev kazalarının önemini daha da çok artırmaktadır. Çocuklar kendilerini kazalardan koruyamadıklarından, kazalar açısından emniyetli ortamlarda yaşamaları, koruyucu önlemlerin alınması ve yaşam alanlarının güvenliğinin denetlenmesi yetişkinlerin sorumluluğudur. Bu sorumluluk da çoğu zaman çocukla daha çok birlikte olan anneye aittir. Bu nedenle annelerin evde gelişebilecek kazalar ve kazalardan korumaya yönelik uygulamalarının, çocuk sağlığını korumada etkili olduğu düşünülmektedir. Çalışma, annelerin çocuklarda görülen ev kazaları ve kazalardan korunmaya yönelik uygulamalarını belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın örneklemini 06.11.2011- 15.03.2012 tarihleri arasında aile sağlığı merkezlerine başvuran, 0-6 yaş grubu çocuğu olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 250 anne oluşturmaktadır. Çalışmanın yapılabilmesi için İl Sağlık Müdürlüğünün kurum onayı ile annelerin sözel onamları alınmıştır. Veriler, tanıtıcı bilgi formu ve ‘0-6 Yaş Çocuklarda Annenin Ev Kazalarına Yönelik Güvenlik Önlemlerini Tanılama Ölçeği’ kullanılarak toplanmıştır. Ölçekten alınabilecek en düşük puan 40, en yüksek puan 200’dür. En yüksek puan annelerin çocuğunu ev kazalarından korumaya yönelik önlemleri en üst düzeyde aldığını göstermektedir. Verilerin değerlendirilmesi bilgisayar ortamında; tanımlayıcı istatistikler, Kruskal-Wallis (KW), Mann- Whitney U testi kullanılarak yapılmıştır. İstatistiksel analizlerde p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalamasının (29.63±5.75), % 48.0’ının ilköğretim mezunu, % 73.6’sının ev hanımı, %76.8’inin çekirdek ailede yaşadıkları ve %44.0’ının 2 çocuk sahibi oldukları belirlenmiştir. Annelerin yaşadıkları evin özelliklerine bakıldığında; % 66.8’i bahçeli, % 55.6’ sı 4 odalı, % 42’si sobalı, % 89.2’si ise balkonludur. Annelerin, %56.0’ı evlerinde ecza dolabının olmadığını, % 95.2’si ev kazalarına yönelik hiç eğitim almadıklarını, % 78.4’ünün de, ev kazaları, alınması gereken önlemler, ilk müdahaleler konularında eğitim almak istediklerini belirtmişlerdir. Çalışmaya katılan annelerin 0-6 yaş grubunda olan çocuklarının, %43.2’sinin 3-4 yaş grubunda ve %51.2’sinin kız olduğu, % 96.8’ inin ev kazası geçirdiği saptanmıştır. Çocukların en çok maruz kaldıkları ev kazası türünün (%40) düşme-kayma olduğu, ev kazalarının salonda (%28.4) ve mutfakta (9.6) sıklıkla yaşandığı, annelerin % 54.8’ inin kaza sonrası çocuklarını hastaneye götürdükleri, % 49.6’sının ev kazasından sonra önlem olarak eşya düzenlemesi yaptığı belirlenmiştir. Ayrıca annelerin ‘0-6 Yaş Çocuklarda Annenin Ev Kazalarına Yönelik Güvenlik Önlemlerini Tanılama Ölçeği’nden aldıkları puan ortalamalarının (165.50±23.28) olduğu saptanmıştır. Buna göre annelerin ev kazalarına yönelik üst düzeyde güvenlik önlemleri aldıkları belirlenmiştir. Yüksekokul mezunu olan, çekirdek aileye sahip ve apartman dairesinde oturan annelerin ölçek puan ortancalarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.01). Sonuç: Bu çalışmada basit önlemlerle önlebilir nitelikte olan ev kazalarına çocukların hemen hemen hepsinin (% 96.8) maruz kaldığı belirlenmiştir. Bu nedenle ebeveynlere, özellikle anneler ve çocuk bakımından sorumlu olan kişilere; çocukların yaş dönem özellikleri, çocuk bakımı ve eğitimi konularında bilgi verilmesi, risk algılama düzeylerinin artırılması amacıyla ev kazaları konusunda planlı eğitim ve danışmanlık yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: 0-6 Yaş Grubu Çocuklar, Anneler, Ev Kazaları, Ev Kazalarından Korunmaya Yönelik Güvenlik Önlemleri, Hemşire P62 - BEBEK VE ÇOCUKLARDA REFLEKSOLOJİ: SİSTEMATİK DERLEME Ayşegül İŞLER1, Nimet KARATAŞ2 1 Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği AD., 2Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Amaç: Refleksoloji Mısır, Çin ve Hint kültürlerinde sadece el, ayak ve kulak üzerine uygulanan özel masaj tekniği ile vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını aktive eden nonfarmakolojik bir terapi yöntemidir. Bu çalışma çocuk sağlığının sürdürülmesi ve hastalıklarının tedavisine yönelik 2003-2013 tarihleri arasında refleksoloji alanında yayımlanmış çalışmaların gözden geçirilmesi ve elde edilen verilerin sistematik bir biçimde incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: CINAHL, EBSCO, ULAKBIM, Pubmed, ProQest veri tabanları ile refleksoloji üzerine hemşirelik çalışmaları incelenmiş, ulusal ve uluslararası toplam 684 yayın taranmış olup araştırma kriterlerine uygun 13 yayın çalışma kapsamına dahil edilmiştir. Bulgular: Bebek ve çocuklarda; ağrı, astım, insomnia, panik atak, huzursuzluk, kas spazmı, kronik konstipasyon, enkoprezis, dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu, otizm, juvenil kronik artritis üzerine yapılan çalışmalarda refleksolojinin olumlu, şikayetleri kısa sürede azaltan etkisinin olduğu saptanmıştır. Kolik üzerine yapılan iki çalışmada ise bilimsel çalışmaların bu alanda yetersiz olduğu ve daha iyi çalışmalara ihtiyaç olduğu belirtilmiştir. 13-18 yaş arası hemodiyaliz hastaları ile yapılan bir çalışmada da refleksoloji ile bitkinlik, ağrı ve kramp şiddeti üzerine olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Diğer bir çalışmada ise çeşitli alternatif tedavi yöntemlerinden en fazla tercih edileninin refleksoloji olduğu Danimarka’da literatüre geçmiştir. Juvenil serebral palsi üzerine de olumlu gelişmeler sağladığına dair takip edilen ve başarı sağlanan olgular da vardır. Ülkemizde ise refleksoloji üzerine yayınlar oldukça sınırlı olmakla birlikte çocuklar üzerine sadece bir yayına rastlanmıştır. Sonuç: Uluslar arası yayınlarda tedavi için hastanelerde refleksoloji servisi kurulması, sigorta kapsamında ilk üç ay tüm bebeklere refleksoloji uygulanması gibi uygulamaların varlığı, refleksolojinin öneminin kavrandığını göstermektedir. Yapılan çalışmaların analizi sonucu pediatri alanında refleksoloji ile oldukça başarı sağlandığı kanıtlanmış, rahatlatıcı etkisi ve zararsız olması nedeniyle de bebek ve çocuklara oldukça kolay uygulanmıştır. Ülkemizde de refleksolojinin, bebek ve çocuklarda sağlığın sürdürülmesi ve hastalıkların tedavisine yönelik hemşirenin bağımsız rolleri doğrultusunda nonfarmakolojik tedavi ve bakım yöntemleri arasında yer alabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Refleksoloji, alternatif tıp, bebek, çocuk, hemşire P63 - EPİLEPSİ HASTALIĞINA SAHİP OLAN ÇOCUKLARDA STİGMA Fatma Dilek TURAN1, Ayşegül İŞLER1 1 Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Bu derlemenin amacı epilepsi hastalığına sahip olan çocuklarda stigmanın önemini vurgulamak amacıyla bu alanda yapılan çalışmaların gözden geçirilmesidir. Tekrarlayan nöbetlerle karakterize bir hastalık olan epilepsi, çocukluk döneminde en yaygın görülen nörolojik hastalıklardan biridir. Epilepsinin tahmin edilemeyen doğası sebebiyle epilepsi hastalığına sahip olan bireylerde psikososyal sorunlar daha sık görülmektedir. Stigma kelimesinin “damgalanmak”, “işaretlenmek”, “utanma” ve “itibarsızlaştırma” gibi anlamları bulunmaktadır. Stigma yetişkinlere göre çocuklarda daha yaygındır. Epilepsi etkin şekilde tedavi edilse dahi, hastalığa eşlik eden stigma hastaların hayatında problem oluşturmaya devam etmektedir. Toplum içinde halen epilepsi ile ilgili geçerliliğini koruyan yanlış bilgiler ve ön yargılar, stigma ile mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü de epilepsi ile ilişkili olan stigmadan kaynaklanan problemlere odaklanmaktadır. Epilepsi hastalığına sahip bireyler, epilepsinin en kötü yönünün stigma olduğunu belirtmişlerdir. Duygularını ifade etmeme, hastalığını gizleme de bir stigma göstergesidir. Örneğin bir çalışmada epilepsi hastalığına sahip adölesanların %59’unun stigma algılamadığı, fakat hastalığını gizlediği işaret edilmiştir. Stigma; iş sahibi olmayı, evliliği dolayısıyla yaşam kalitesini de olumsuz etkileyen bir faktördür. Yapılan bir çalışmada epilepsi hastalığına sahip olan bireylerde evlilik oranlarının düşük, boşanma ve işsizlik oranlarının ise yüksek olduğu belirlenmiştir. Stigma epilepsi hastalığına sahip olan bireylerde önemli olmasına karşın araştırılması zor bir kavramdır. Coğrafi ve kültürel farklılıklar stigma algısını farklılaştırmaktadır. Avrupa’da 15 ayrı ülkede aynı ölçeği kullanarak yapılan çalışmada, farklı stigma algıları ifade edilmiştir. Bu farklılık, kültürel etkinin stigma algısını değiştirdiğini göstermektedir. Çocuğun epilepsi hastalığını algılaması ve hastalıkla baş etmesi konusunda ailenin inanç ve yaklaşımları kritik öneme sahiptir. Stigma ile ilgili yapılan bir çalışmada; epilepsinin damgalanmaya neden olacağı fikrine sahip olan ailelerin çocuklarında daha fazla davranış problemleri olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle epilepsi hastalığına sahip çocuğu olan ebeveynlerin epilepsi konusunda bilgi, beceri ve destek gereksinimlerinin belirlenmesi önemlidir. Çalışmalar, bireylerin epilepsi hakkında daha fazla bilgi sahibi olması halinde epilepsiye dair uyumun arttığını, stigma ve epilepsinin olumsuz etkilerinin düştüğünü göstermektedir. Epilepsinin yönetiminde sağlık profesyonelleri, çocuk ve aile arasındaki iletişim önemlidir. Ancak yapılan çalışmalarda bu iletişimde eksikliklerin olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle epilepsinin yönetiminde, yaşadıkları korku ve suçluluk duygularının giderilmesinde çocuk ve ailesinin sağlık profesyonelleri tarafından desteklenmesi ve bilgilendirilmesi önemlidir. Uluslararası literatürde epilepsi hastalığı olan çocuk ve ebeveynlerinde stigmaya yönelik çok az çalışmaya rastlanmakla birlikte ülkemizde bu konuda yapılan çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle öncelikle ülkemizde epilepsi hastalığına sahip olan çocuklarda stigma davranışı belirlenmelidir. Sonuçlar doğrultusunda pediatri hemşireleri tarafından çocuk ve ailesine epilepsi hastalığı ve baş etme ile ilgili bilgi ve destek sağlanmalıdır. Çünkü epilepsi hastalığına sahip olan bireylerde stigmayı önleyen en önemli faktör, hastalık hakkında doğru bilgiye sahip olmaktır. Anahtar Kelimeler: Epilepsi, çocuk, stigma, hemşire, psikososyal P64 - ÇIZGI FILMLERIN ÇOCUKLARIN DAVRANISLARI ÜZERINDEKI ETKISININ ANNE GÖRÜSLERINE GÖRE INCELENMESI Sibel ERGÜN1, Türkan ÇALIŞKAN1, Songül DURAN1, Ayşe KARADAŞ1 1 Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu araştırma, çocukların çizgi film seyretme oranlarını ve çizgi filmlerden çocukların etkilenme durumlarını, etkilenmenin ne tür davranışlarla kendini gösterdiğini anne görüşlerine göre ortaya koymayı amaçlamaktadır. Yöntem: Arastırmanın örneklemi, Balıkesir il merkezindeki sağlık ocağına başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden 156 çocugun annesi olusmustur. Araştırmanın verileri 15.02.2013-15.05.2013 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmada araştırmacılar tarafından literatür taranarak hazırlanan anket formu kullanılmıştır. Bulgular: Anneler çocuklarınız boş zamanlarını nasıl geçiriyor sorusuna büyük çoğunlukla (%44.2) televizyon izleyerek cevabını vermiştir. Çocukların çizgi film izleyeceği zamanlarını kim belirler sorusuna en yüksek oranda (%50) “çocukların kendileri” yanıtı alınmıştır. Annelerin %59.6’sı çocukların çizgi film karakterlerini bazen taklit ettiklerini belirtmiştir. Çocuklar en çok (%28.8) masal anlatan çizgi film izlemektedir. Çocukların %67.3’ü sevdiği çizgi filmin karakterlerine ait eşyaları aldığını belirtmiştir. Çocukların %36.5’u oyuncaklarına çizgi film karakterlerinin ismini vermektedir. Anne eğitim düzeyi, baba eğitim düzeyi, babanın mesleği, gelir düzeyi ile çocukların çizgi film izleme oranları arasında negatif yönde anlamlı bir ilişki vardır. Diğer bir ifadeyle annenin eğitim düzeyi, babanın eğitim düzeyi ve gelir düzeyi azaldıkça çocukların çizgi film izleme oranları artmaktadır (p<0.05). Sonuç: Araştırma sonucunda, çocukların boş zamanlarını çoğunlukla televizyon izleyerek geçirdikleri, çocukların çizgi film karakterlerini taklit ettikleri ve oyuncaklarına çizgi film karakterlerinin takma isimlerini verdikleri saptanmıştır. Bu sonuçlara göre çocukların boş zamanlarını daha faydalı etkinliklerle doldurmaları sağlanmalıdır. Günümüzde çizgi film kanalların çokluğu diğer kanallarda da çizgi film saatlerinin sıklığı, çocuklara yönelik tanıtım kuşaklarının cazibesi, çocukları oyundan, arkadaşlık ilişkilerinden alıkoyabilecek sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sonuçlar doğrultusunda; ailelerin bu konuda bilinçlendirilmesi için eğiticiler ve sağlık görevlileri işbirliği içinde bulunmalıdır. Anahtar Kelimeler: Çizgi film, çizgi filmin etkileri, çizgi film ve çocuk, medya ve çocuk televizyon ve çocuk P65 - PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA KULLANILAN TAMAMLAYICI SAĞLIK YAKLAŞIMLARI Duygu YILDIZ KEMER1, Ayşegül İŞLER1 1 Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Çocukluk çağı kanserleri günümüzün en önemli sağlık sorunlarındandır. Günümüzde kanser tedavisinde konvansiyonel tedavilere ek olarak, tamamlayıcı ve alternatif tedavilerin kullanım sıklığının giderek arttığı belirtilmektedir. Bu derlemenin amacı, literatürde yer alan pediatrik onkoloji hastalarında kullanılan tamamlayıcı sağlık yaklaşımlarını ve kullanımlarını etkileyen faktörlerin belirlenmesidir. Alternative Medicine (NCCAM), tamamlayıcı tedaviyi genel olarak geleneksel ilaç tedavisi ile birlikte kullanılan yaklaşım, alternatif tedaviyi ise geleneksel tıp yerine kullanılan bir yaklaşım olarak tanımlamıştır. Bu konu ile ilgili olarak çeşitli kaynaklarda “tamamlayıcı ve alternatif tıp”, “tamamlayıcı tıp”, “alternatif tıp” ve “integrative (bütünleştirici) tıp” gibi kavramlar kullanılmaktadır. NCCAM tüm bu kavramlar yerine son yıllarda “tamamlayıcı sağlık yaklaşımları” (comlementary health approaches) ifadesini tercih etmektedir. NCCAM, tamamlayıcı sağlık yaklaşımlarını doğal ürünler ve zihin/beden uygulamaları olarak iki alt grupta ele almıştır. Doğal ürünler; bitkiler, vitaminler, mineraller ve probiyotikler gibi beslenme desteklerini, zihin ve beden uygulamaları ise; akupunktur, masaj terapisi, meditasyon, gevşeme teknikleri ve dua etme gibi dini uygulamaları içermektedir. Literatürde kanser hastalığı olan çocuklarda tamamlayıcı sağlık yaklaşım kullanım sıklığının %24-68 arasında olduğu belirtilmektedir. Bu yaklaşımlara başvurma nedenleri arasında; etkin ve güvenilir olduğu düşünülmesi, tedavi şekillerinin çoğunun invaziv olmaması, tıbbi tedaviden memnuniyetsizlik, tıbbi tedavilerin yan etkilerinden korkma, tıp ve teknolojiyi reddetme, ümitsizlik gibi faktörlerin yer almaktadır. Ayrıca geleneksel tedaviye yüksek düzeyde güvenen ebeveynler de tamamlayıcı tedavilerin zararsız olduğuna inanmakta ve bu nedenle denemeye değer bulmaktadırlar. Çalışmalarda çocukların ebeveynleri tarafından tamamlayıcı sağlık yaklaşımları olarak sıklıkla; ökseotu, ısırgan otu, anzer balı, ada çayı, papatya çayı gibi doğal ürünlerin ve dua etme gibi zihinbeden uygulamalarının kullanıldığı saptanmıştır. Kanser yönetiminde tıbbi tedavinin yanı sıra ebeveynler tarafından kullanılan tamamlayıcı sağlık yaklaşımların belirlenmesi, hastalığın tedavisi ve hemşirelik bakımını yönlendirmesi açısından oldukça önemlidir. Hemşire bir bütün olarak çocuk ve ailesinin değerleri, inançları, kültürel uygulamaları ve kullandıkları herhangi bir tamamlayıcı sağlık yaklaşımı olup olmadığını değerlendirerek bakımı planlamalıdır. Kanser hastası çocuk ve ailesine bakım veren hemşireler, kanıtı olmayan ya da zarar verme potansiyeli olan tamamlayıcı sağlık yaklaşımları konusunda ebeveynleri bilgilendirip, tıbbi tedaviyi destekleyen yaklaşımlara teşvik edebilirler. Hemşire, çocuk ve ailesi ile en yakın iletişim kuran sağlık ekibi üyesi olma özelliği ile toplumda hızla gelişen tamamlayıcı sağlık yaklaşımlarının farkında olmalı, bu konuda bilgi birikimlerini artırmalı ve güncelleştirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Tamamlayıcı sağlık yaklaşımları, kanser, çocuk, hemşire P66 - OLGU SUNUMU: SYDENHAM KORESİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI Azize KOLDAŞ1, Ezgi DOĞAN1, Beste Özgüven ÖZTORNACI1, Dilek BEYTUT1 1 İzmir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Sydenham Koresi tanısı ile bir çocuk hastanesinin nöroloji servisinde izlenen çocuk olgunun hemşirelik bakımının sunulması ve klinikte bakımı yöneten profesyonel hemşire adayı öğrencilerin, kompleks ve kritik düşünmeyi gerektiren bu tür durumlarda hastaya özgü bakım uygulamalarının gerçekleştirmesi amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: Olgu Marjory Gordon tarafından geliştirilmiş Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri altında toplanmış NANDA- Taksonomi II Hemşirelik Tanı Listesine göre hemşirelik tanıları belirlenmiş ve standart hemşirelik bakımı uygulanmıştır. Olgu, öğrenci hemşireler ve klinik öğretim elemanı tarafından bir hafta izlenmiş ve bakım sonuçları değerlendirilmiştir. Sydenham Koresi ilk olarak duygusal durum ve kişilik değişiklikleriyle başlayan, nörolojik ve psikiyatrik belirtilerle karakterize, akut romatizmal ateşin (ARA) majör bulgularındandır. Kesin etiyolojisi net olmamakla birlikte, A Grubu Beta Hemolitik Streptekoklara karşı oluşan anormal bir immun cevap sonucu geliştiği düşünülmektedir. Olgu 11 yaşında kız, 1 ay önce ateşsiz boğaz enfeksiyonu olduğu ve düzensiz antibiyotik kullandığı öğrenildi. Boğaz enfeksiyonu döneminde eklem ağrıları yakınmaları olduğu, son bir haftadır sakarlık, huzursuzluk, yakınmalarının olduğu son 3 gündür ellerde, kollarda ve ayaklarda istemsiz hareketler, konuşmada peltekleşme, yürümede dengesizlik olması üzerine hastaneye başvurmuştur. Kranial MR çekilmiş, tetkikleri yapılmış, olgu Sydenham Koresi tanısını almıştır. Olgunun bir haftalık izlem sonucu elde edilen hemşirelik bakım sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Sydenham koresi, hemşirelik bakımı, fonksiyonel sağlık örüntüleri, vaka sunumu, çocuk P67 - ANAOKULUNA GİDEN ÇOCUKLARIN HASTALANMA SIKLIĞININ İNCELENMESİ Esma SÜLÜ UĞURLU1, Havva AĞIR2, Gizem KEMİKSİZ2, Şule YURTSEVER2 1 E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Amaç: Araştırma anaokuluna giden 3-6 yaş grubu çocukların hastalanma sıklığının incelemesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini; İzmir İli Ödemiş İlçesinde bulunan 24 tane anaokuluna kayıtlı toplam 1241 3-6 yaş grubu çocuk oluşturmuştur. Örneklemini ise; ‘Evrendeki Birey Sayısı Bilinen Örneklem Seçim Yöntemi’ kullanılarak toplam 300 çocuk oluşturulmuştur. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından geliştirilen toplam 38 sorudan oluşan anket formu kullanılmıştır. Ankette; 12 soru sosyodemografik özelliklere, 7 soru çocuğa ilişkin bulgulara, 19 soru ise çocukların anaokuluna başlamadan önce ve sonra hastalanma durumlarına yöneliktir. Anket örnekleme alınan çocukların aileleriyle yüz yüze görüşme yöntemiyle araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; SSPS for Windows 17.0 istatistik paket programı kullanılmış sayı, yüzde, ki-kare testleri yapılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan annelerin %56.7’sinin 31-42 yaş arasında, %32,7’sinin lise mezunu, %58,7’sinin ev hanımı olduğu, babaların %70’inin 31-42 yaş arasında, %31,3’ünün üniversite mezunu, %47,3’ünün serbest meslek, %29.7’sinin memur olduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamındaki ailelerin %91.3’ünün çekirdek aile, %76’sının gelirinin giderine eşit olduğu, %91.3’ünün sosyal güvencesinin olduğu saptanmıştır. Bu ailelerin %41’inin soba ile %28.7’sinin ise kalorifer ile ısındığı belirlenmiştir. Araştırma kapsamındaki ailelerin %54’ünün 2 çocuğa sahip olduğu, anaokuluna giden çocukların %65’inin ailenin 1.çocuğu olduğu, çocukların %25’inin 4 yaş grubu, %45’inin 5 yaş grubu olduğu, çocukların %53’ünün erkek olduğu, %85.3’ünün devlet okuluna gittiği, %58’inin yarım gün eğitim gördüğü, %68’inin anaokulundaki 1. yılı olduğu, %74.7’sinin okul saatleri dışında anneleriyle vakit geçirdiği belirlenmiştir. Çocukların %47’sinin fast-foot yemekten hoşlandığı, %59.3’ünün çerez, cips, çikolata yemeyi, kola içmeyi sevdiği, %74’ünün meyve yemekten hoşlandığı, %77.3’ünün et, süt, yumurta yemeyi sevdiği, %50.3’ünün sebze yemeklerini sevdiği, %73’ünün dişlerini düzenli olarak fırçaladığı, %64.3’ünün ellerini düzenli olarak yıkadığı, çocukların %53’ünün anaokuluna başlamadan önce yılda 1-2 kez hastalandığı, %60’ının yılda 1-2 kez, %28’inin yılda 3-4 kez antibiyotik kullandığı, bu çocukların anaokuluna başlamadan önceki en çok yakalandığı hastalığın %97.7’sinin üst solunum yolu enfeksiyonları, %28.7’sinin gastroenterit olduğu belirlenmiştir. Çocukların %38’inin anaokuluna başladığı ilk yıl yılda 3-4 kez, %22.3’ünün yılda 5-6 kez hastalandığı, %39.3’ünün yılda 3-4 kez antibiyotik kullandığı, bu çocukların anaokuluna başladıktan sonra en çok yakalandığı hastalıkların %97.3’ünün üst solunum yolları enfeksiyonları, %18.7’sinin alt solunum yolları enfeksiyonları, %34’ünün gastroenterit, %16.3’ünün bulaşıcı hastalıklar olduğu belirlenmiştir. Araştırma kapsamındaki çocukların %82.3’ünün en çok hastalandığı mevsimin kış mevsimi olduğu, çocukların %97.7’sinin mevsimine uygun giyindiği, %97.3’ünün aşı takvimine göre tüm aşılarının yapıldığı belirlenmiştir. Araştırmaya katılan ebeveynlerin %58’i çocuklarının anaokuluna başladıktan sonra hastalanma sıklığının arttığını, %50.7’sinin çocukların hastalanma nedenini anaokulunun kalabalık olması, %4.7’sinin çocukların düzenli beslenmemesi olduğunu belirtmişlerdir. Yapılan ki-kare testinde çocuğun yaşı, cinsiyeti, gittiği okul türü(devlet, özel) ile çocuğun anaokuluna başladıktan sonra hastalanma sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (P>0.05). Sonuç: Araştırmanın sonucunda çocukların anaokuluna başlamalarıyla birlikte hastalanma sıklıklarının arttığı belirlenmiştir. Çocukların hijyen alışkanlıklarının tam gelişmemiş olması, hasta çocukların bulunduğu ortamlarda bulunmaları hastalık risklerini artırdığını düşündürmüştür. Bu nedenle anaokulu çocuklarında el yıkama ve hijyen alışkanlıklarına dikkat edilmesi, sağlıklı beslenme konusunda ailelerin bilinçlendirilmesi, hastalık durumunda yayılımı engellemek amacıyla hasta çocuğun evde dinlenmesinin sağlanması ve tüm çocukların aşılarının tam olarak yapılması ailelerin aşı uygulamaların önemi konusunda bilinçlendirilmesi son derece önemli görülmüştür. Anahtar Kelimeler: 3-6 yaş, hastalanma sıklığı, hastalık, anaokulu, çocuk P68 - ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ DOKTORA TEZLERİNİN ÖZELLİKLERİ İlknur BEKTAŞ1, Yasemin SELEKOĞLU1, Murat BEKTAŞ1, Dijle AYAR1, Aslı AKDENİZ KUDUBEŞ1, Sema SAL1 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Bu çalışmada 2003-2013 yılları arasında yapılan çocuk sağlılığı hemşireliği doktora tezlerinin, araştırmanın tipi, yöntemi, yeri ve örneklem açısından değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel-tanımlayıcı ve retrospektif tipteki bu araştırmada tezlere internetten T.C. Yüksek Öğretim Kurulunun “Ulusal Tez Merkezi” sitesi taranarak ulaşılmıştır. Araştırmada 2003-2013 tarihleri arasında çocuk sağlığı hemşireliğinde yapılmış olan 90 doktora tezine ulaşılmış ancak 33 tanesinin erişimi engellendiği için 57 tezin özellikleri değerlendirilmiştir. Bulgular: 2003-2013 tarihleri arasında çocuk sağlığı hemşireliğinde yapılan 90 doktora tezine ulaşılmıştır. Ulaşılan tezlerin danışmanlarının %54.3’ünün profesör, %31.5’inin doçent, %14’ünün ise yardımcı doçent unvanı olduğu, belirlenmiştir. Doktora tezlerinin %70.1’inin deneysel tipte, %17.5’inin tanımlayıcı tipte olduğu, %10.5’inin geçerlilik güvenirlilik araştırması olduğu saptanmıştır. İncelemede kavramsal olarak %21’inin bir teori/kuram/model ile desteklendiği belirlenmiştir. Tezlerin örneklem grubunun %42.1’inin çocukların, %22.8’inin ebeveynlerinin oluşturduğu, tezlerin uygulama alanının %66,6’sının hastane, %21’inin okul olduğu belirlenmiştir. Tezlerin %87.7’sinin nicel araştırma olduğu, %10,5’inin mix metod ile yapıldığı ve 1 doktora tezinin de nitel araştırma olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmaların yarısına yakınına erişimin engellendiği, tam erişim sağlanan çalışmaların tamamına yakının nicel çalışmalar olduğu, çalışmaların yarısından fazlasının hastanelerde gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Tezlerin yarıdan fazlası yarı deneysel tipte olup, uygulama süresi çoğunlukla 3-6 aydır. Anahtar Kelimeler: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği, Hemşirelikte Doktora, Tez Çalışması. P69- ŞANT ENFEKSİYONU OLAN HİDROSEFALİLİ BİR ÇOCUKTA HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU SUNUMU Şadiye DUR1, Serap BALCI1 1 İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi Amaç: Şant disfonksiyonu tanısı ile kliniğe kabul edilen hastada artmış baş çevresi ve kafa içi basınca ve diğer hemşirelik tanılarına yönelik yapılan hemşirelik bakımının sunulması amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: 27 yaşındaki demir eksikliği anemisi hastası ve demir ilacı kullanan, üçüncü gebeliği olan anne ile 33 yaşındaki sağlıklı babanın bebeği olan erkek olgu; 38 gestasyon haftasında, normal doğum ile 2000 gr doğmuştur. Doğumdan sonra 1 gün süre ile Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ne yatışı yapılmıştır. Olgu 4 aylık iken baş çevresinde büyüme başlamış, herhangi bir tıbbi müdahalede bulunulmamıştır. 21.03.2014’de şant operasyonu gerçekleştirilen hasta şant enfeksiyonundan dolayı Süt Çocuğu Servisi’ne yatışı yapılmıştır. Servise kabul edilen 18 aylık hasta, 11 kg ağırlığında, solunumu 35/dk, retraksiyonu ve burun kanadı solunumu yok, kalp atım hızı 100/dk, vücut sıcaklığı 37.8 °C, baş çevresi 66 cm, bilinci açık, hipoaktif olarak değerlendirilmiştir. Şant enfeksiyonu olan hidrosefalili hastada OGS şeklinde beslenme, ihtiyacı doğrultusunda oksijen, enfeksiyonu için antibiyotik (Vanko 150 mg/kg/doz, Meronem 400 mg/kg/doz) uygulaması, baş çevresi ölçümü, günlük hijyenik bakım vb. uygulamalar yapılarak, ünitede takibine devam edilmiştir. Kafa içi basınç artışına bağlı Ağrı, Başın büyük olmasına bağlı Travma Riski, Hospitalizasyona ve şant disfonksiyonuna bağlı Enfeksiyon Riski, Şant enfeksiyonuna bağlı Hipertermi, Büyüyen baş çevresi ve drene bağlı Fiziksel Mobilitede Bozulma, Başı hareket ettirebilmede yetersizliğe bağlı Deri Bütünlüğünde Bozulma, Hidrosefali’ye bağlı Büyüme Gelişmede Gecikme Riski, Orogastrik sonda ile beslenmesine bağlı Aspirasyon Riski, Hastalık ve çocuğun özel bakımı konusunda ailede Bilgi Eksikliği, Çocuğun hastanede olması ve sağlıklı çocuk olmamasına bağlı Aile İçi Süreçlerde Değişim, Sağlıklı çocuk olmaması ve dreninin olmasına bağlı Bakım Verici Rolünde Zorlanma Riski. Hidrosefali, hastanın ve ailenin yaşamını fiziksel, psikososyal, ekonomik yönlerden etkileyebilen önemli problemlere yol açan konjenital ya da edinsel anomalilerdendir. Pediatri hemşiresinin bu olgu grubunda çocuk ve aileyi çeşitli boyutlarda ele alması gerekmekte ve üzerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Anahtar Kelimeler: Hidrosefali, şant enfeksiyonu, olgu, hemşirelik bakımı, hemşirelik tanıları. P70 - 0-1 YAŞ ARASI BEBEKLERİN EMZİK KULLANMA SIKLIĞININ VE NEDENLERİNİN İNCELENMESİ Esma SÜLÜ UĞURLU1, Melis Merve ÇAKAL2, Abdullah AVŞAR2 1 E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu araştırma 0-1 yaş arası çocukların emzik kullanma sıklığını ve emzik kullanmaya neden olan faktörleri belirlemek amacıyla yapılıştır. Yöntem: Araştırma evrenini; İzmir İli Ödemiş İlçesinde bulunan 1,2,3,4,5,6 ve 7 no’lu ASM’lere kayıtlı toplam 1152 0-1 yaş arası bebek oluşturmuştur. Örneklemini ise ‘Evrendeki Birey Sayısı Bilinen Örneklem Seçim Yöntemi’ kullanılarak toplam 288 bebek oluşturulmuştur. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından geliştirilen toplam 31 sorudan oluşan anket formu kullanılmıştır. Ankette; 13 soru sosyodemografik özelliklere,5 soru çocuğa ilişkin bulgulara, 13 soru çocuğun emzik kullanma sıklığının ve nedenlerinin incelenmesine yöneliktir. Anket örnekleme alınan çocukların aileleriyle yüz yüze görüşme yöntemiyle araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; SPSS 16.0 paket programı kullanılmış sayı, yüzde, ki-kare testleri yapılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan annelerin %63,2’si 19-30 yaş arasında ,%39,2’sinin ilköğretim mezunu, %88,5’unun ev hanımı olduğu, babaların ise %48.3’ünün 31-42 yaş arasında, %37.2’sinin ilköğretim mezunu, %62,2’sinin serbest meslek, %13,2 memur olduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamındaki ailelerin %89.6’sının çekirdek aile,%70,5’unun gelirinin giderinin eşit olduğu,%89,6’sının sosyal güvencesinin olduğu saptanmıştır. Bu ailelerin %91.7’sinin en uzun yaşadığı yer ilçe olarak belirlenmiştir. Araştırma kapsamındaki ailelerin %47.2 ‘sinin 2 çocuğa sahip olduğu, ailelerin % 46.2’sinin araştırmaya alınan çocuğunun 2. çocuğu olduğu saptanmıştır. Bebeklerin %54.2’sinin erkek, %46.5’inin 6-12 ay arasında ,%88.2’sinin 38-41 haftalık doğduğu,%43.4’ünün 3100 gr ile 3500 gr arasında doğduğu, %51.4’ünün sezaryen ile doğduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınan bebeklerin %47.9’unun emzik kullandığı, emzik kullananların %27.8’inin bebeğin uykuya dalması,%33.3 ‘ünün ağladığı zaman susturulması için emzik kullandığı, ailelerin %66.7’sinin emzik kullanımının zararlı bulduğu, %29.9’unun bebeğin çene gelişimi, %51.7’si diş gelişimi için zararlı bulduğu, %29.9’u ise damak yapısı bozukluğuna neden olduğunu düşünmektedir. Ailelerin % 68.4’ünün doğumdan önce veya sonra herhangi bir sağlık kuruluşundan emzik kullanımı konusunda eğitim almadığı, %48.6’sı yeterli bilgisi olsaydı emzik vermeyeceğini belirtmiştir. Emzik kullanmayan ailelerin %32.3’ü sağlık açısından zararlı olduğu için emzik kullanmadıklarını belirtmişlerdir. Yapılan ki-kare analizinde annenin yaşı ile bebeğin emzik kullanma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır. Yapılan ileri analizde 19-30 yaş grubunda yer alan annelerin emzik kullanım oranlarının diğer gruplardan anlamlı yüksek olduğu bulunmuştur (X2=16.95, P>0.05). Ailenin çocuk sayısı ile emzik kullanma durumları arasında anlamlı farklılık saptanmıştır. Yapılan ileri analizde tek çocuk sahibi olanların diğer gruplardan anlamlı olarak daha fazla emzik kullandığı saptanmıştır(X2=8.51, P>0.05). Bebeğin yaşı ve doğum haftası ile emzik kullanma durumları arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. 0-1 aylık bebeği olan annelerin istatistiksel olarak daha az emzik kullandıkları saptanmıştır ( X2=7.98, P>0.05 ). Doğum haftası 37 ve altı olan bebeklerin anlamlı olarak daha az emzik kullandığı saptanmıştır (X2=8.05, P>0.05). Anne sütü alımı ile emzik kullanımı arasında anlamlı farklılık saptanmıştır. Anne sütü almayan bebeklerin emzik kullanma oranlarının yüksek olduğu saptanmıştır (X2=19.87, P>0.05). Emzik kullanımının zararlı olduğunu düşünen annelerin diğerlerine göre istatistiksel olarak daha az emzik kullandığı saptanmıştır (X2=45.64, P>0.05). Doğumdan önce/sonra emzik kullanımı ile ilgili eğitim alma durumu ile emzik kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Doğumdan önce/sonra emzik kullanımı konusunda eğitim alan annelerin emzik kullanımı oranları diğerlerine göre istatistiksel olarak düşük olduğu saptanmıştır (X2=22.28, P>0.05). Sonuç: Emzik kullanımı toplumumuzda yaygın kültürel geçmişi olan bir alışkanlıktır. Çalışmamıza katılan ailelerin çoğunluğu emzik kullanımı konusunda bilgi sahibi olmadığını, yeterli bilgilendirme ile emzik kullanmayı tercih etmeyeceklerini belirtmişlerdir. Bebeğin büyüme ve gelişmesinde büyük bir rolü olan anne sütünden yeterince faydalanabilmesi, çocukların damak ve diş gelişiminin sağlıklı olarak tamamlanabilmesi için emzik kullanımının önüne geçilmelidir. Sonuç olarak bebek sahibi olacak ya da bebek sahibi ailelere bu konuda verilecek yeterli eğitim ile bu alışkanlığın önüne geçilebileceğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: 0-1yaş, emzik kullanma, emzik, bebek, emzik kullanma sıklığı P71- TRİYAJ SİSTEMLERİNİN PEDİATRİK AÇIDAN İNCELENMESİ Müjde ÇALIKUŞU İNCEKAR1, Serap BALCI1 1 İstanbul Üniversitesi Amaç: Triyaj, acil birime başvuran bireylerde, hastalık ya da yaralanmanın şiddetini tanımlamak ve hayati riski en fazla olanların belirlenmesini sağlamak için kullanılan dinamik ve sürekli bir süreçtir. Triyaj sistemleri ise acil servise başvuran hastaların aciliyetini belirlemek için planlamalarının yapılmasında yardımcı olan kılavuzlardır. Bu derleme pediatrik triyaj sistemine vurgu yapmak amacıyla planlanmıştır. Bu derlemede triyaj sistemlerinin pediatrik açıdan incelenmesi, yapılan çalışmalara göre ATS ve ESİ 4 triyaj sistemleri doğrultusunda ele alındı. Acil Hemşireler Birliği (Emergency Nursing Association-ENA) günümüzdeki mevcut kanıtlara dayanarak hasta bakım kalitesinin arttırılabilmesi için acil servislerde güvenilir ve geçerli 5 basamaklı bir triyaj sisteminin kullanılmasını önermektedir. Dünya’da tanımlanmış beş kategorili triyaj sistemlerine Avusturalya Triyaj Sistemi (Australasian Triage Scale-ATS), Manchester Triyaj Sistemi (Manchester Triage System-MTS), Kanada Triyaj Ve Aciliyet Sistemi (Canadian Triage and Acuity Scale-CTAS), ve Acil Ciddiyet İndeksi 4 (Emergency Severity Index-ESİ) örnek verilebilir. Bunlardan CTAS pediatrik için PaedCTAS (The Canadian Paediatric Triage and Acuity Scale) adında triyajı ayrı değerlendirmiştir. Ülkemizde ise 16 Ekim 2009’ da Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ’de yer alan 3 kategorili triyaj sistemi olan renk kodlaması kullanılmaktadır. Diğerleri pediatriyi ayrı olarak değerlendirmemiştir. Bu eksiklikten dolayı pediatrik açıdan triyaj sistemlerinin geçerlik ve güvenirliklerine bakılması ihtiyacı doğmuştur. Bu doğrultuda 2009 ve 2012’de ESİ 4’ün pediatrik acil servislerinde geçerlik ve güvenirliğine bakılmıştır. İki çalışmada da pediatrik acillerde geçerli ve güvenilir bir sistem olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 2014’te ise pediatrik triyajda Acil Triyaj Eğitim Takımının (The Emergency Triage Education Kit- ETEK) etkinliğine bakılmıştır. ATS pediatrik triyaja uygun olmadığı için ATS ile birlikte ETEK uygulanmıştır. ATS ile birlikte kullanıldığında ETEK’in pediatrik acil servislerde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. Bu çalışmalar ışığında; ENA 5 kategorili triyaj sistemlerini önermiş, bunların içinde de CTAS ve ESİ 4’ün pediatri için uygun sistemler olduğunu belirtmiştir. CTAS’ın PaedCTAS’ı geliştirmesi ve yapılan çalışmalarda ESİ 4’ün pediatri için uygun görülmesi ENA’nın görüşünü desteklemektedir. ATS ise ETEK ile birlikte kullanılarak pediatri için uygun hale gelebilmektedir. Türkiye’de ise ESİ 4’ün geçerlik ve güvenirliği bir üniversite hastanesi tarafından yapılmış, uygun görülmüş ve hastane uygulamasına geçilmiştir. Fakat çalışma bütün yaş gruplarında yapılmış, pediatrik açıdan ayrıca değerlendirilmemiştir. Sonuç olarak; Ülkemizde beş kategorili triyaj sistemlerinin kullanılması ve bunların pediatrik açıdan değerlendirilmesi için çalışmalar yapılması önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Pediatrik acil servisi, triyaj sistemleri P72 - OLGU SUNUMU: ERKEK ÇOCUKTA DİSKOİD LUPUS ERİTEMATOZUS VE HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI Ezgi ATMACA1, Necla KOŞAR1, Dilek BEYTUT2 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Çocuk Kliniği, 2İzmir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Bu olgu sunumunda, çocuklarda pek sıklıkla rastlanmayan Discoid Lupus Eritematozus tanısı ile bir üniversite hastanesinde izlenen beş yaşında erkek olgunun hemşirelik bakım planının sunulması amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: Olgu iki hafta boyunca klinikte izlenmiş, hemşirelik yaklaşımı belirlenmiş kavram haritası ile tartışılması planlanmıştır. Vücuttaki her organ sistemini etkileyebilen, kronik, multisistemik, otoimmun bir hastalık olan Lupus’un iki ana formunda biri olan Diskoid Lupus Eritematozus’ta , Sistemik Lupusa göre cilt bulgularının daha çok görülmektedir. Kızlarda erkeklere göre daha çok görülen ve 15 yaş altında insidansı düşük olan Diskoid Lupus hiperpigmentasyon ve özellikle cildin güneş gören kısımlarında ve mükoz membranda lezyonlar dikkat çekmektedir. Olgu beş yaşında erkek hasta. Hastaneye yatış öyküsü ilk olarak hasta 3 yaşında iken yüzde sivilce tarzında döküntüler şeklinde başlamıştır. Sonra yüzüne yayılarak soyulmaya başlamış ve daha sonra tüm vücuda yayılmıştır. Daha sonraki yatışlarında ise ateş yüksekliği, yüzde kızarıklık ve vücutta yaygın döküntü şikayetleri olmuştur. Çocuğun ağız içi lezyonları olduğu için hasta sürekli R2 diyet ile beslenmektedir. Anne ve babası akraba olan olgunun soy geçmişinde herhangi bir kalıtsal hastalık öyküsü yoktur. Hastanın medikal tedavisinde immunosupresifler, kortikosteroidler, destek tedavi ve üç haftada bir düzenli olarak aldığı IVIG yer almaktadır. Olgu için belirlenen hemşirelik tanıları oral mukoz membranda değişiklik, beslenmede dengesizlik: gereksiniminden az beslenme riski, enfeksiyon riski, kronik ağrı, beden imgesinde rahatsızlık, sosyal izolasyondur. Belirlenen hemşirelik tanıları kavram haritası ile tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Diskoid lupus eritamatozus, kavram haritası, çocuk, hemşirelik bakımı, olgu sunumu P73 - ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN İNTERNET KULLANIM DURUMLARI Zehra ÇALIŞKAN1, Nuray GÖKTAŞ1, Derya EVGİN1, Bahriye KAPLAN1 1 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu Amaç: İnternet ve online teknolojiler günümüz dünyasının en popüler iletişim araçları arasındadır ve bu araçlar daha çok gençler ve üniversite öğrencileri arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. İletişim teknolojilerindeki gelişim yaşamı kolaylaştıracak olanaklar sunduğu gibi, beraberinde bazı olumsuzluklar da getirmiştir. Çalışma, bir üniversitenin Sağlık Yüksekokulu öğrencilerinin internet kullanım durumları ve internet ortamında maruz kaldıkları durumların belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Çalışma, Kasım-Aralık 2013 tarihlerinde bir üniversitenin sağlık yüksekokulunun, 1., 2., 3. ve 4. sınıf hemşirelik bölümü öğrencilerinin tümünde (n:296), kurum onayı ve öğrencilerin onamı alınarak yapılmıştır. Veriler kişisel bilgi formu ve Algılanan Stres Ölçeği kullanılarak yüz-yüze toplanmış, bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistikler, ki-kare ve Student- t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalamasının 20.31±1.91, % 73.6’ sının kız, % 28.0’ının 1. Sınıfta, %59.5’inin kendisine ait bir bilgisayarının olduğu, %72.3’ünün e-mail adresinin kendi adını içerdiği, %37.3’ünün günlük 4 saat ve daha fazla süreyle internete bağlandığı, internet kullanım süresinde cinsiyet ve sınıf düzeyleri arasında fark olmadığı (p>0.05) belirlenmiştir. Öğrenciler internetteki 1 saatlik zaman dilimini, % 46.2’si haber edinmek, % 41.8’i ödev hazırlamak, %30.8’i sosyal ağlar, % 31.8’i müzik indirmek için kullandıklarını belirtmiş ve % 45.2’si akademik başarılarını orta düzeyde olarak nitelendirmişlerdir. Öğrencilerin %31.4’ü internette kendilerine hoşlanmayacağı mesajlar, %31.8’i virüslü mesajlar gönderildiğini, %26.0’ı telefonla rahatsız edildiğini, %18.7’si ise bireylerin yüzüne asla söyleyemeyecekleri durumları internet veya cep telefonuyla rahatlıkla ifade ettiklerini belirtmişlerdir. Öğrencilerin Algılanan Stres Ölçeği’nden aldıkları puan ortalamalarının 29.62 ±7.54 (orta stres düzeyinde) olduğu ve cinsiyetler arasında fark olmadığı (p>0.05) belirlenmiştir. Günlük 4 saat ve daha fazla süreyle internete bağlı kalan öğrencilerin %70.3’ünün orta stres düzeyinde olduğu, internette kalma süresi arttıkça öğrencilerin orta ve yüksek stres düzeyi oranlarında artış olduğu görülmüştür (p<0.05). Ayrıca öğrencilerin internette kalma süreleri arttıkça akademik başarı oranlarının düştüğü ancak gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak önemli olmadığı belirlenmiştir (p>0.05). Sonuç: Öğrencilerin orta stres düzeyinde oldukları ve internette kalma süresinin algılanan stres düzeyini etkileyebileceği sonucuna ulaşılmıştır. Öğrencilere stresle etkin başedebilme yöntemlerinin öğretilmesi, internet ve online teknolojileri daha bilinçli kullanıcı profili oluşturmaya yönelik girişimler ve eğitim programların geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Üniversite öğrencileri, internet, online teknoloji, algılanan stres, akademik başarı P74 - OLGU SUNUMU: “APLASİA KUTİS KONJENİTA” TANILI YENİDOĞANIN HEMŞİRELİK BAKIMI Emine NACAK1, Nesrin ŞEN CELASİN2 1 Celal Bayar Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik ABD, 2Celal Bayar Üniversitesi, Manisa Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD Amaç: Aplasia Kutis Konjenita (AKK) yerel epidermis, dermis, subkutan doku, daha seyrek olarak da kemik ve duranın yokluğuyla karakterize ender bir malformasyondur. Çoğunluğu sporadik olduğu gibi, otozomal dominant veya otozomal resesif geçiş de gösterir. Lezyonların iyileşmesi aylarca sürer, yerinde atrofik/ hipertrofik skar kalır. Küçük defektler kendiliğinden iyileşebilirken, büyük lezyonlar cerrahi onarıma gerek duyar. Çoğunlukla etyolojisi belli değildir. Hastalığa yarık damak veya yarık dudak, sindaktili, adaktili, konjenital kalp hastalığı gibi gelişim bozuklukları eşlik edebilir. Ülkemiz literatüründe az rastlanan AKK’lı olgunun, güncel literatür bilgileri ışığında hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: Eşi ile birinci derece akraba olan, 24 yaşındaki annenin birinci gebeliğinden 38. gebelik haftasında, sezaryen doğum ile 2400 gr. doğduğu, doğar doğmaz ağladığı, kardiyak nabzı 130 atım/dk, Apgar skorları 10/10 olduğu ve doğumda saçlı deride kanlı kurutlu lezyonun fark edildiği öğrenildi. Vücut ağırlığı 2400 gr (%3 persantil), boyu 47cm (%3 persantil), baş çevresi 31 cm (%3 persantil) ile düşük doğum ağırlıklı doğan erkek bebeğin pediatrik tanılamasında baş bölgesinde, scalpte yaklaşık 3x4 cm büyüklüğünde cilt ve kemik defekti, sağ elde polidaktili, mikroftalmi, bilateral göz kapakları içe dönük, ambigus genitale, 3/6 kardiyak üfürüm olduğu saptandı. Yenidoğan reflekslerinden, Yakalama (+), Morro (+) ve Emme refleksi (-) olarak, diğer sistem bulguları ise normal olarak değerlendirildi. Kafa grafisinde saçlı deri defektine uyan bölgede kemik defekti, kranial bilgisayarlı tomografide geniş kalvaryum defekti ve ekokardiyografide Fallot pentalojisi saptandığı ve anomaliler (Aplasia cutis, Fallot pentalojisi, Polidaktili, Mikroftalmi, Multipl safra taşları) nedeniyle Tıbbi Genetik konsültasyonu istendiği öğrenildi. Bu bulgularla yenidoğan bebeğe AKK tanısı konulduğu öğrenildi. Olgu, kuvöz içi O2 desteğiyle Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde izlendi. Hastanın laboratuvar incelemelerinde; hemoglobin 18.8 gr/dl, lökosit sayısı 12.400/mm3, Plt sayısı: 95.000, periferik yaymada trombositlerin bol kümeli, Ca:10.9 mg/dl. Kan gazları incelendiğinde; pH:7.56, pO2:140, pCO2:30.9, HCO3:30.5 olduğu belirlendi. Tedavisinde; TPN desteği, Ampisilin+Amikasin, Prostoglandin, Kolestaz, A, D, E, K vit. ve Ursofalk tedavisi ve skalp defekti Ringer Laktat ve Fucidin pomad ile günde iki kez pansuman yapıldı. İzlemde yara bakımı ile lezyonun küçülmekte olduğu gözlendi. Hastanın kanamalı gastrik rezidüleri olması nedeniyle oral beslenmesi durduruldu. İzleminin 5. gününde 2 kez taktil uyarana yanıtsız apne nedeniyle Pozitif Basınçlı Ventilasyon ihtiyacı sonrası entübe izlendi. Kontrol kan gazı olağan olması üzerine aynı gün ekstübasyon sonrası nCPAP’ta izlenmeye devam edildi. Rezidüleri gerileyen hastanın izleminin 14. gününde oral alımı açıldı. Minimal beslenmeye orogastrik sondayla başlandı. Hastanın emme yutma koordinasyonu geciktiği için uzun süre oragastrik sondayla beslendi. İzlemin 14. gününde Vankomisin ve Meropenem tedavisi başlandı ve antibiyoterapisinin 14. gününde tedavi stoplandı. Olgu kilo alımı, oral alımı ve anne ile koordinasyonu sağlandıktan sonra 45. gününde taburcu edildi. Hastanın hemşirelik bakımında; etkisiz hava yolu örüntüsü, ventilatörden ayrılmaya disfonksiyonel tepki, sıvı elektrolit dengesizliği, etkisiz doku perfüzyonu, deri bütünlüğünde bozulma, beden gereksiniminden az beslenme, etkisiz termoregülasyon, aspirasyon riski, enfeksiyon riski, oral mukoz membranda değişiklik riski, ebeveyn bebek bağlılığında bozulma riski, genetik danışmanlık ve aile planlaması konusunda annede bilgi eksikliği hemşirelik tanılarına yönelik girişimlerde bulunuldu. Çoğunluğu sporadik olduğu gibi, otozomal dominant veya otozomal resesif geçiş de gösteren AKK’lı olgu, literatürde akraba evliğine bağlı görülen vakaların bilgisini desteklemektedir. Ayrıca olguda Fallot pentalojisi olduğu belirlenmesi ile konjenital kalp hastalığı gibi gelişim bozukluklarını desteklemektedir. Medikal tedavinin yanı sıra yoğun bakım ihtiyacı olan AKK’lı yenidoğanlarda hemşirelik bakımı oldukça önemlidir. Anahtar Kelimeler: Aplasia Kutis Konjenita, saçlı deri, kalvaryum, hemşirelik bakımı, olgu sunumu P75 - OLGU SUNUMU: LEYŞMANYAZİS’Lİ ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK BAKIMI Zeynep AKKUŞ1, Nesrin ŞEN CELASİN2 1 Celal Bayar Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Abd, 2Celal Bayar Üniversitesi, Manisa Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği Abd, Amaç: Leyşmanyazis, Leishmania cinsine dahil protozoon parazitlerin neden olduğu vektör aracılı bir paraziter hastalıktır. Hastalık 80'den fazla ülkede endemiktir; dünyada tahmin edilen prevalansı 12 milyon olup, bu sayı her yıl 1.5-2 milyon artmaktadır. Klinik bulgularına göre enfeksiyon; kütanöz (KL), mukozal (ML) ve viseral (VL) leyşmanyazis olmak üzere üç grupta sınıflandırılır. Kendiliğinden iyileşen KL, Türkiye'de en sık Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde gözlenmektedir. Diğer bölgelere göre daha az olmakla birlikte İç Anadolu ve Ege bölgelerinden bildirilmiş olgular da vardır. Sıklıkla çocuklarda görülen ve ölüme sebep olabilen VL, Ülkemizde sık görülmemekle birlikte retikuloendotelyal sisteme yerleşip dalak, karaciğer ve lenf bezi büyüklüğü ile seyretmektedir. Leyişmaniyazisin önemli morbid ve mortal bir klinik formu olan VL’de, pansitopeniye kadar varabilen değişik derecelerde sitopeniler yanında hepatosplenomegali ve lenf adenomegali gibi bulgular gelişebilmektedir. Bu olgu sunumunda, Ülkemizde nadir görülen Leyşmanyazis’li olgunun, güncel literatür bilgileri ışığında hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: 5 yaşındaki kız hastanın, 25/03/2014 tarihinde karın şişkinliği ve 39ºC ateş yüksekliği sebebiyle dış merkeze başvurduğu, dış merkezde hastanın hemoglobininin 5gr/dl ve organomegali olması nedeni ile hastanemize sevk edildiği öğrenildi. Hastanın özgeçmişi incelendiğinde; miadında, sezaryen doğum ile doğan hastanın doğum ağırlığının 3.250gr., doğum boyunun 52 cm olduğu, özgeçmişinde postnatal özellik olmadığı, motor mental gelişiminin normal sınırlar içinde olduğu ve rutin aşılarının Sağlık Bakanlığı takvimine uygun yapıldığı, herhangi bir operasyon ve kaza öyküsünün ve bilinen alerjisinin olmadığı, 18. aya kadar anne sütü ile beslendiği, 6. ayda ek gıdalara başlandığı, bir yaşına kadar D vit. ve demir takviyesi aldığı, 7 aylıkken desteksiz oturduğu, yürümeye 1 yaşında, konuşmaya da 11-12 aylıkken başladığı ve Ege Bölgesinde doğup yaşadığı öğrenilmiştir. Hastanın pediatrik tanılamasında; vücut ısısının: 38ºC, apikal nabzının: 120/dk, kan basıncının: 90/50mmHg, solunumunun: 30/dk ve genel durum iyi olduğu belirlendi. Karın ve Ürogenital Sistem muayenesinde; karın distante, hepatomegali, karaciğerin kolaltı 4 cm ve dalağın kol altı 6 cm palpe edilebiliyor olduğu, bilgisayarlı tomografi ile üst batın değerlendirmesinde hepatomegali saptandığı, dalak posteriorunda sol böbrek üst proksimalindeki yaklaşık 2,5x2cm boyutlarında alan dikkati çektiği, her iki böbreğin olağan büyüklükte, şekilde ve lokalizasyonda, pankreasın normal büyüklükte olduğu ve kesit alanına giren barsak anslarında da radyopatolojik bulgu gözlenmediği öğrenildi. Hastanın laboratuvar incelemelerinde; hemoglobin 5gr/dl, hematokrit %20.9, lökosit sayısı 2.600/mm3 olarak aşırı derecede düşük oldukları belirlendi. Kemik iliği yapılan hastanın kemik iliği yaymasında amastigot görülmesi ile Leyşmanyazis tanısı konduğu öğrenildi. Hastanın kemik iliği kültüründe leichmania üremesi olduğu için hastaya bu üreme sonucunda Manisa Halk Sağlığı müdürlüğünden temin edilerek Pentostam tedavisi başlandı. Tedavinin 20 günlük planlandığı öğrenildi ve tedavinin 5. gününde ateş yüksekliklerinin gerilediği, 20. gününde ise ateş yüksekliği olan hastanın muayenesinde splenomegalisinin yeniden arttığı saptandı. Bunun sonucunda Pentostam tedavisi kesildi ve ordere göre Amfoterisin–B tedavisi başlandı. Leishmania tedavi protokolüne göre 1-5 gün arası 3mg/kg/gün dozdan Amfoterisin başlandı ve hastanın 24. saatinden sonra ateş yüksekliğinin tekrarlamadığı belirlendi. 5 günlük dozunu alan hastanın muayenesinde hepatomegalisinin gerilediği öğrenildi. En son muayenesinde dalak 2-3 cm, karaciğer ise 2 cm palpe edildi. Hastanın hemşirelik bakımında; hipertermi, anemiye bağlı yorgunluk, enfeksiyon riski, beden imgesinde bozulma, bilgi eksikliği, boş zamanları geçirme aktivitesinde eksiklik hemşirelik tanılarına yönelik girişimlerde bulunuldu. Tartışma: Ülkemizde sık görülmeyen Leyişmaniyazis’li olgu, literatürde pansitopeniye kadar varabilen değişik derecelerde sitopeniler yanında hepatosplenomegali ve lenf adenomegali gibi bulgular gelişebilme bilgisini desteklemektedir. Medikal tedavinin yanı sıra yoğun bakım ihtiyacı olan Leyişmaniyazis’li çocuklarda hemşirelik bakımı da oldukça önemlidir. Anahtar Kelimeler: Leyşmanyazis, endemik olmayan bölge, Manisa, hemşirelik bakımı, olgu sunumu P76- RİSKLİ YENİDOĞANLARIN ANNE VE BABALARINDAKİ ANKSİYETE DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Evrim KIZILER1, Filiz ARSLAN2 1 2 GATA HYO Çocuk Sağ. ve Hast. Hem. A. B.D. Yeditepe Üniversitesi HYO Çocuk Sağ. ve Hast. Hem. A.B.D. Amaç; Gebeliğin sona ermesi ile kendileri için tamamen yeni olan ebeveynlik rollerine alışmaya çalışan, geçiş sürecini duygusal açıdan yoğun bir şekilde yaşayan ebeveynler, aileye yeni katılan üyenin hasta ya da erken doğmuş olması nedeni ile yaşamını sürdürebilmesi için hastaneye yatırılması, iyileşme sürecinin belirsizliği, yenidoğandan ayrı kalma, ebeveynlik rollerinin farklı boyut kazanması ve hastane masrafları gibi birçok faktör aile üyelerinde çeşitli derecelerde anksiyete yaşanmasına neden olur. Ebeveynlerin anksiyete yaşamaları; çocuk hakkındaki açıklamaları doğru olarak anlamalarını, olayları gerçekçi yorumlamalarını, bebeklerinin bakımına aktif katılımını ve doğru karar verme yeteneklerini azaltmaktadır. Bu çalışmada “Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi”nde yatan riskli yenidoğanların anne ve babalarının anksiyete düzeylerini ve anksiyetenin artmasına neden olan faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu tanımlayıcı çalışma GATA Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları B.D. Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine yatırılan 44 riskli yenidoğanın araştırmaya katılmaya gönüllü anne ve babaları ile yapılmıştır. Veriler, araştırmacılar tarafından geliştirilen, katılımcıların özelliklerini inceleyen soru formu ve Beck ve arkadaşları (1988) tarafından geliştirilen, Türk örneklemine uyarlama ve geçerlik-güvenirlik çalışmaları Ulusoy ve arkadaşları (1993) tarafından gerçekleştirilen 21 soruluk Beck Anksiyete Envanteri (BAE) ile elde edilmiştir. Ölçekten alınan toplam puan artışı bireylerin anksiyete düzeylerinin de artışını göstermektedir. Veriler SPSS 13.0 (SPSS Inc.,C,Chicago,II.,USA) programı kullanılarak analiz edilmiş, tüm veriler için yapılan tanımlayıcı istatistikler frekans dağılımları ve ve ortalama ± standart sapma şeklinde gösterilmiştir. Kullanılan verilerin öncelikle tümel daha sonra gruplandırılmış olarak normal dağılıma uygunluğu Shapiro-Wilk analiz sonuçları ile ve grafiksel olarak incelenmiştir. Parametrik test varsayımlarını yerine getiren verilerde tek yönlü varyans analizi (ANOVA), parametrik test varsayımlarını yerine getiremeyen verilerde ise ANOVA testinin non-parametrik alternatifi olan Kruskal - Wallis testi kullanılmıştır. Ölçeklere ve anketin tamamına ilişkin Cronbach Alpha iç güvenilirlik katsayısı hesaplanmıştır. Çalışmanın tamamında yanılma düzeyi olarak α = 0.05 kabul edilmiştir. İstatistiksel kararlarda p ≤ 0.05 seviyesi anlamlı farkın göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Beck anksiyete envanteri puanları; annelerde 32.11, babalarda 34.45 bulunmuş ve gruplar arasında istatistiksel açıdan bir fark saptanmamıştır (F=8.93; p=0.25). Erkek çocuğa sahip olmanın hem annelerin(F=2.13, p<0.01), hem de babaların (F=11.65, p<0.01) anksiyete puanlarının artmasına neden olduğu belirlenmiştir. Çocuğu yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan annelerin anksiyete puanlarının anne yaşının küçük olması (X2 = 19.91, p=0.001), yoğun bakım ünitesine yatmadan önce çocuğun hastalığı ile ilgili bilgi sahibi olma (Z=2.55, p=0.01), tedavi sürecinde sağlık personelinden sürekli bilgi alma (Z= 3.27, p=0.001) ve ebeveynlik rollerinde değişim yaşama (Z=2.59, p=0.009) gibi faktörler ile arttığı saptanmıştır. Babaların anksiyete puanlarının ise; eğitim düzeyinden etkilendiği, eğitim düzeyi yükseldikçe anksiyete puanının azalmaktadır (X2= 6.28, p=0.04). Sonuç: Çalışmanın bulguları, ebeveynlerin anksiyete düzeylerinin, eğitim düzeyleri azaldıkça, çocuğun hastalığı, tedavi ve işlemler ile ilgili sağlık personelinin desteğini alamadıkça ve ebeveynlik rollerinin etkilenmesi ile arttığını göstermektedir. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde ebeveynleri de çocuğun yaşamının değişmez bir parçası olarak gören “aile merkezli” bakım ve gerekli olan konularda danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin sağlanarak her iki ebeveynin de bebeğin bakımında aktif rol almasının sağlanmasının ebeveynlerin anksiyete düzeylerinin azaltılmasında etkili olacağı değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Riskli yenidoğan, anksiyete, hemşirelik P77- SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİLERİNDE ÇOCUKLUK ÖRSELENME YAŞANTILARININ BENLİK SAYGISINA ETKİSİ Canan BAYDEMİR1, Ayfer AÇIKGÖZ2, Dilek DERİNCE3, Yeliz KAYA2, Esen ÖNGÜN2, Hülya KÖK2, 1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, 3Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Amaç: Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinin çocuklukta örselenme yaşantılarını belirlemek, örselenme yaşantılarının benlik saygısı ile ilişkisini saptamak amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı. Yöntem: Araştırmamız, 23-27 Eylül 2013 tarihleri arasında, bir sağlık yüksekokulunun hemşirelik bölümü öğrencileriyle gerçekleştirildi. Araştırmanın yapıldığı tarihte okulda 470 öğrenci öğrenim görmekteydi. Araştırmaya katılmayı kabul etmeme, çalışmanın yapıldığı dönemde derslere gelmiyor olma gibi nedenlerle 346 öğrenci ile araştırma tamamlandı. Veri toplama araçları olarak; kişisel bilgi formu, Çocukluk Örselenme Yaşantıları Ölçeği (ÇÖYÖ) ve Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ) kullanıldı. Veri toplamaya başlamadan önce çalışmanın yapılabilmesi için Yüksekokul idaresinden gerekli izinler alındı. Anket formlar dağıtılmadan önce araştırmacılar öğrencileri çalışmanın amacı ve anket formunun doldurulması ile ilgili olarak bilgilendirmiştir. Ardından bilgilendirilmiş sözlü onamları alınan öğrencilere dağıtılan anket formlar, öğrencilerin kendileri tarafından yaklaşık 30 dakikada doldurulmuştur. Ölçeklerin kullanımı için gerekli izinler alınmıştır. Çalışmada veriler yüzdelikler, ortalama ± standart sapma ve medyan (25. – 75. Persantil) olarak verildi. Nümerik değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu Kolmogorov-Smirnov testi ile kontrol edildi. Gruplar arasındaki farklılıklar değerlendirilmek amacıyla Mann-Whitney U Testi, Kruskal-Wallis Tek Yönlü Varyans Analizi ve Dunn Çoklu Karşılaştırma Testleri kullanıldı. Verilerin değerlendirmelerinde IBM SPSS Statistics 20.0 istatistiksel paket programı (SPSS Inc., Chicago, IL, USA) kullanıldı. Sıfır Hipotezinin reddi için p<0.05 değeri yeterli kabul edildi. Bulgular: Çalışma sonucumuzda erkeklerin çocukluk örseleyici davranışlarına daha fazla maruz kaldıkları ve benlik saygılarının kızlara göre daha düşük olduğu bulundu. Aile gelir durumu kötü olarak ifade edilen bireylerin ÇÖYÖ puanları daha yüksek ve benlik saygısı diğerlerine göre daha düşüktü. Çekirdek aile dışındaki aile tiplerinden birine sahip olunması, kardeş sayısının fazla olması, babanın otoriter olması gibi özelliklerin çocukların daha fazla örselenmesinde etkili olduğu görüldü. Yapılan korelasyon analizinde; ÇÖYÖ puanları ile RBSÖ puanları arasında ileri düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu (p<0.001), öğrencilerin ÇÖYÖ puanları arttıkça RBSÖ puanlarının da arttığı belirlendi. Sonuç: Sonuç olarak çocukluk örselenme yaşantıları bireyin benlik saygısı üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Oysaki bireyin kendisine olan güveni onu başarıya ve başarılı bir geleceğe ulaştıran en önemli etmendir. Özellikle hemşirelik gibi, kişilerin sağlığını emanet ettikleri mesleklerde çalışacak grubun, kendine güvenmesi ve bunun dışa yansıması oldukça önemlidir. Hasta ve sağlıklı bireyler kendileri ve yakınlarının sağlığını güven duydukları kişilere emanet etme arayışı içindedirler. Sağlık çalışanının bilgisine, becerisine güvenmek isterler. Geleceğin sağlık profesyonellerini yetiştiren okulların bu durumu özellikle göz önünde bulundurması gerekir. Düşük benlik düzeyine sahip öğrenciler saptanmalı ve onlara gerekli destek sağlanmalıdır. Eğitim öğretim faaliyetleri daha çok öğrencinin olumlu yönlerini vurgulamak, eksiklerini ve yanlışlarını olumlu bir iletişim ile düzeltmek üzerine kurulmalıdır. Özellikle son sınıf öğrencilere özgüvenlerini kazanmaları için daha fazla bağımsız çalışma fırsatı tanınmalıdır. En önemlisi de öğrenciye değer verilmeli ve değerli olduğu kendisine de hissettirilmelidir. Sosyal medya aracılığı ile ailelere çocuklarını büyütürken uyguladıkları örseleyici davranışlar ve bu davranışların çocuklarına verdiği zarar ile ilgili eğitimler düzenlenmeli, dışarıdan gelebilecek örseleyici davranışlara karşı da dikkatli olmaları ve çocuklarını korumaları gerektiği konularında bilinçlendirilmelidirler. Anahtar Kelimeler: Benlik saygısı, başa çıkma tutumları, çocukluk örselenme yaşantıları, hemşirelik, öğrenci P78 - BİR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİNDE ÇALIŞAN PEDİATRİ HEMŞİRELERİNİN HASTA GÜVENLİĞİ KÜLTÜRÜNE BAKIŞ AÇILARININ İNCELENMESİ Didem AKKAYA1, Yeşim YILMAZ1, Hatice BARAN2, 1 İstanbul Haydarpaşa Numune EAH/ Eğitim Birimi, 2İstanbul Haydarpaşa Numune EAH/ Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü, Amaç: Hasta güvenliği; sağlık hizmetlerinin kişilere vereceği olası zararı önlemek amacıyla sağlık kuruluşları ve bu kuruluşlardaki çalışanlar tarafından alınan önlemlerin tamamıdır. Çocuk hastalar ise tıbbi hatalar ve hasta güvenliği yönünden daha yüksek risk taşımaktadırlar. Çünkü yetişkin ve çocuk arasında çeşitli fizyolojik ve psikolojik farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenlerle pediatri kliniklerinde hasta güvenliği uygulamaları son derece önemlidir. Çalışmamız hastanemiz çocuk hastalıkları ve çocuk acil servisi hemşirelik hizmetlerindeki hasta güvenliği uygulamalarını ve hemşirelerimizin bu konudaki görüşlerini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Araştırmanın evrenini bir eğitim ve araştırma hastanesi çocuk hastalıkları ve çocuk acil servisinde çalışan 22 hemşire oluşturmuştur. Araştırmada araştırmacılar tarafından oluşturulan sosyodemografik veri formu ve Türkçeye uyarlaması Bodur & Filiz (2009) tarafından yapılmış olan, Sorra & Nieva (2004)’den çevrilen 7 alt parametresi olan “Hasta Güvenliği Kültürü Hastane Anketi” kullanılmıştır. İstatistiksel analizler için NCSS 2007&PASS 2008 Statistical Software programı kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin yaşları ortalama 29,05 yıldır. Hemşirelerin eğitim durumları incelendiğinde; %9,1’inin lise mezunu, %18,2’sinin ön lisans ve %72,7’sinin lisans mezunu görülmektedir. Hemşirelerin çalıştığı birimler incelendiğinde; %59,1’i (n=13) çocuk servisinde çalışır iken, %40,9’u (n=9) çocuk acilde çalışmaktadır. Hemşirelerin hasta güvenliğine yönelik eğitim almaya ilişkin cevapları incelendiğinde; %95,5’i evet cevabını verir iken %4,5'i hayır cevabını vermiştir. Hasta güvenliğine yönelik eğitime ihtiyaç duymaya ilişkin cevapları incelendiğinde ise %40,9’u evet cevabını verir iken %59,1’i hayır cevabını vermiştir. Mesleki deneyim yılı ve yaş ile “Güvenliğin kapsamlı algılanması” puanları arasındaki negatif yönlü (yaş düzeyi arttıkça güvenliğin kapsamlı algılanması puanı azalan) %37,8 ve %40,1 düzeyindeki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmamakla beraber, dikkat çekici düzeydedir (p>0,05). Çalıştığı birime göre hemşirelerin “hastane üniteleri arasında ekip çalışması” ve “üniteler içinde ekip çalışması” puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,05; p<0,01). Çocuk servisinde çalışan hemşirelerin hastane üniteleri arasında ekip çalışması puanları, çocuk acil biriminde çalışan hemşirelere göre anlamlı düzeyde yüksektir. Sonuç: Sonuç olarak, çocuğa bakım veren birimlerde çalışan hemşirelerin ekip üyeleri, hasta ve hasta yakınları arasında etkili iletişim tekniklerini kullanmasına yönelik üniteye özel kişisel gelişim eğitimleri planlanmalıdır. Hasta güvenliğini tehdit eden faktörler belirlenip birime özgü girişimler planlanmalı ve uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Pediatri, pediatri hemşiresi, hasta güvenliği, hasta güvenliği kültürü, tıbbi hata