p01 - farklı okullarda okuyan lise öğrencilerinin yeme tutum ve

Transkript

p01 - farklı okullarda okuyan lise öğrencilerinin yeme tutum ve
4. EGE PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ KONGRESİ
BİLDİRİ ÖZETLERİ
P 01 - YENİDOĞAN BEBEKLERİN POZİSYON GEREKSİNİMLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Ayşe KAHRAMAN1, Zümrüt BAŞBAKKAL1, Mehmet YALAZ2
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
Amaç: Yenidoğan bebekler, kas liflerinin gelişiminin tamamlanmaması, kas tonüsü ve refleks
gelişiminin sefalokaudal ve proksimalden distale doğru olması ve iskelet ve eklem
hareketliliğinin yetersizliği nedeniyle pozisyon deformitelerine açıktır ve pozisyon verilmeye
ihtiyaçları vardır.
Yöntem: Araştırmanın evrenini Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım,
Behçet Uz Çocuk Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde takip edilen bebekler
oluşturmuştur. Örnekleme ölçek madde sayısı olan 6’nın 10 katı olacak sayıda 60 miad ve 60
preterm olmak üzere 120 yenidoğan bebek alınmıştır. Gestasyon yaşı 27 ile 40 haftalar
arasında olan, mekanik ventilatör desteği ve sedatif ilaç almayan ve yenidoğan yoğun bakım
ünitesinde takip edilen bebekler çalışmaya alınmıştır. Çalışma kesitsel betimleyici tipte bir
araştırma olup, Araştırmanın verileri Haziran 2012-Mayıs 2013 tarihleri arasında toplanmıştır.
Araştırmada veriler; anket formu ve Yenidoğan Pozisyon Değerlendirme Aracı (YPDA)
kullanılarak
toplanmıştır.
Bebekler
2.
gözlemci
tarafından
bakım
öncesinde
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan yenidoğanların %52.3’ü kız ve %82.9’u sezeryan doğum ile
doğmuştur. Preterm bebeklerin gestasyon yaş ortalaması 32.35±3.91, miad bebeklerin
gestasyon yaş ortalaması 38.65±1.51’dir. YPDA puan ortalamaları incelendiğinde primer
gözlemci için preterm bebeklerde 7.75, miad bebeklerde 8.90, yardımcı gözlemci için ise
preterm bebeklerde 7.71, miad bebeklerde 8.92 olarak belirlenmiştir.
Sonuç: YPDA puan ortalamaları incelendiğinde, preterm bebeklerin puan ortalamaları 8’den
düşük olduğu için pozisyonunun desteklenmesi, çevrelemeye ihtiyaç duyduğu, fleksiyon
postürünün teşvik edilmesi gerektiği belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yenidoğan, pozisyon, pozisyon gereksinimi, prematüre bebek, pozisyon
verme
P02- YENİDOĞAN KONFOR DAVRANIŞ ÖLÇEĞİ TÜRKÇE FORMU GEÇERLİK
VE GÜVENİRLİK ÇALIŞMASI
Ayşe KAHRAMAN1, Zümrüt BAŞBAKKAL1, Mehmet YALAZ2
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
Amaç: Konfor “bireyin gereksinimleri ile ilgili yardım, huzur sağlama ve sorunların
üstesinden gelebilmeye ilişkin fiziksel, psikolojik, sosyal ve çevresel bütünlük içerisinde
kompleks yapıya sahip beklenen bir sonuç” olarak tanımlamaktadır. Bu çalışma, “Yenidoğan
Konfor Davranış Ölçeği’nin Türkçe formu geçerlik ve güvenirliğini belirlemek amacıyla
yapılmıştır.
Yöntem: Araştırmada veriler, Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeğinin ve literatür ışığında
araştırmacılar tarafından hazırlanmış olan Bebeği Tanıtıcı Bilgi Formu kullanılarak
toplanmıştır. Yenidoğanlar gestasyon yaşılarına göre 26-29 hafta (Grup 1), 30-33 hafta (Grup
2), 34-37 hafta (Grup 3) ve 38-40 hafta (Grup 4) olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Her gruba
15 bebek alınmıştır. Bebekler bakım öncesi ve sonrası konfor düzeyleri açısından 2 gözlemci
tarafından değerlendirilmiştir. Yenidoğan Konfor Davranış Ölçeği bebeğin konforunu
değerlendirmeyi sağlayan uyanıklık, sakinlik/ajitasyon, respiratuar cevap, ağlama, beden
haraketleri, yüz gerginliği ve kas tonüsünü gibi alt parametreleri ve hemşirelerin bebeğin ağrı
ve distresini değerlendirmesi amacıyla Sayısal Değerlendirme Ölçeklerini içeren bir
değerlendirme aracıdır. Mekanik ventilatöre bağlı olan hastalarda “respiratuar yanıt”
puanlanmış, spontan soluyan hastalarda ise “ağlama” puanlanmıştır. Yenidoğan Konfor
Davranış Ölçeğinden alınabilecek en düşük puanın 6, en yüksek puanın ise 30 olduğu
belirtilmiştir. Yüksek skorlar bebeğin konforsuz olduğunu ve konfor sağlayacak girişimlere
gereksinim duyduğunu göstermektedir. Ayrıca Sayısal Değerlendirme Ölçeklerinden 4-6 puan
almak orta derecede, 7-10 puan almak ise ciddi derecede ağrı ve distresi göstermektedir.
İçerik geçerliliğine yönelik Kendall W analizi, güvenirliğine yönelik olarak Pearson
Momentler çarpımı korelasyon analizi, Cronbach Alfa katsayısı, Ağırlıklandırılmış Kappa
analizi, sınıf içi korelasyon analizi yapılmıştır.
Bulgular: Bebeklerin %70’i kız ve %78.3’ü sezeryan ile doğmuştur. Ölçeğin iç geçerliğine
yönelik uzman görüşleri arasında uyum olduğu belirlenmiştir (Kendall's W = .465). Ölçeğin
Cronbach Alfa katsayısı, işlem öncesi primer gözlemci için 0.85, yardımcı gözlemci için 0.82
olarak bulunmuştur ve bu değerler ölçeğin iyi derecede güvenilir olduğunu göstermektedir.
İşlem sonrası ise primer gözlemci için 0.92, yardımcı gözlemci için 0.85 olarak bulunmuştur.
Ağırlıklandırılmış Kappa değerleri incelendiğinde her madde için primer gözlemci ve
yardımcı gözlemci arasında uyumun iyi düzeyde olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Madde
toplam puan korelasyonları incelendiğinde, 1. gözlemci için madde toplam korelasyonları
0.537-0.757, 2.gözlemci için madde toplam korelasyonları 0.557, 0.933 arasındadır.
2.
Gözlemci 0.501-0.842 arasındadır. Toplam puan, ağrı tahmini ve distres tahmininde primer
gözlemci ve yardımcı gözlemci arasında uyum sınıf içi korelasyon katsayısı ile irdelenmiştir.
Bakım öncesi toplam puan için sınıf içi korelasyon katsayısı: ICC= .96, p<0.000, ağrı tahmini
için sınıf içi korelasyon katsayısı: ICC= .85, p<0.000, distres tahmini için sınıf içi korelasyon
katsayısı ICC= .89,
p<0.000 belirlenmiştir. Bakım sonrası toplam puan için sınıf içi
korelasyon katsayısı: ICC= .87, p<0.000, ağrı tahmini için sınıf içi korelasyon katsayısı:
ICC= .95, p<0.000, distres tahmini için sınıf içi korelasyon katsayısı ICC= .96, p<0.000
belirlenmiştir. Sınıf içi koralasyon analizi sonucu gözlemciler arasında uyumun anlamlı
olduğu saptanmıştır.
Sonuç: Geçerlik ve güvenirliğe yönelik olarak yapılan istatistikler doğrultusunda Yenidoğan
Konfor Davranış Ölçeği Türkçe Formu geçerli ve güvenilir bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Yenidoğan, prematüre, konfor, geçerlik, güvenirlik.
P03 - BASİT BİR SORU İLE HASTA VE HASTA YAKINLARININ BAKIM
İHTİYAÇLARINI SAPTAYABİLME/KARŞILAYABİLME DURUMLARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
Figen YARDIMCI1, Zümrüt BAŞBAKKAL2, Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1, Gülçin
ÖZALP GERÇEKER1, Dilek ZENGİN1, Elif BİLSİN1, Şeyda BİNAY1, Hamide NUR
ÇEVİK1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD.
Amaç: Hasta ve hasta yakınlarına bakım hizmeti verebilmek için bireye ulaşmamız, bireye
değer vermemiz, bireyi anlamaya çalışmamız, onunla ilgilenmemiz ve onun farkına varmamız
önemlidir. Hemşirenin bakım verdiği bireye ulaşmasını sağlayan araç, iletişim bilgi ve
becerisidir. İletişimde bireylerin günlük yaşam aktivitelerinde temel ihtiyaçlarını karşılamak
ve sağlıkları ile ilişkili sorunlarla baş edebilmelerine yardımcı olmak amacıyla birtakım
faaliyetler yapılmakta, gösterilen tepkiler değerlendirilerek geri bildirimler verilmektedir.
Profesyonel hemşirelik eğitiminde iletişim, danışmanlık, kritik düşünme gibi özellikleri
gelişmiş hemşireler yetiştirmek öncelikli hedefler arasındadır. Ülkemizde hemşirelik
okullarında bazı ders ve uygulamalarla hemşirelik öğrencilerinin bu hedefleri gerçekleştirmesi
amaçlanmaktadır. Amaç: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Kliniklerinde staja
çıkan intörn hemşirelik öğrencilerinin kliniklerde yatmakta olan hasta ve hasta yakınlarının
bakım ihtiyaçlarını saptayabilme becerisi ve bu ihtiyaçları karşılayabilme durumlarının
değerlendirilmesidir.
Yöntem: Araştırmanın evrenini İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
Kliniklerinde yatmakta olan 6-19 yaş arası çocuk hastalar ve aileleri oluşturmaktadır.
Örneklemi ise 116 hasta çocuk ve 198 ebeveyn/hasta yakını oluşturmuştur. Veriler
araştırmacılar tarafından, nitel araştırma yöntemlerinden yapılandırılmış görüşme yöntemi
kullanılarak toplanmıştır. Araştırmaya katılmayı kabul eden çocuk ve ailelere sosyodemografik
bilgileri
içeren
anket
formu
uygulanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 116 çocuk, 198 ebeveyn dahil edilmiştir. Çocukların yaş ortalaması
11.3±3.5 (min:6, max:19) olup, %54.3'ü erkek, %69.8'i ilköğretime devam etmekte olup,
%34.5'i hematoloji-onkoloji servisinde tedavi görmekte, 44.7±93.6 (min:1, max:384) gün
boyunca hastanede yatmakta olup, %62.9'u daha önce hastaneye yatmıştır. Ebeveynlerin yaş
ortalaması 34.6±6.9 (min:19, max:65) olup,%96.5'i annedir, %69.7'si ev hanımı olup, %42.4'ü
ilkokul mezunudur, ortalama 2.0±1.0 (min:1, max:5) çocuk sahibidir. İntörn hemşirelerin
gereksinimlerini belirlemeye yönelik sordukları soruya çocuk ve ebeveynlerin verdikleri
cevaplar kategorilendirilmiştir. Çocukların verdikleri cevaplar tıbbi, oyun, iletişim, konforihtiyaç gereksinimi temalarına ayrılmıştır. Çocukların %29.3'ü (n:34) herhangi bir
gereksinimi olmadığını belirtmiş olup; %27.6'sı tıbbi, %11.2'si oyun, %6.9'u iletişim ve %25'i
konfor-ihtiyaçla ilgili isteklerde bulunmuşlardır. Tıbbi gereksinim teması ağrı (%18.8), tedavi
(%71.9) ve girişim (%9.3) kategorilerine ayrılmış; konfor-ihtiyaç teması sosyal (%48.4) ve
fiziksel (%51.6) ihtiyaç kategorilerine ayrılmıştır. Ebeveynlerin verdikleri cevaplar ise sosyal,
bakım, oyun, tıbbi ve hastaneye ilişkin gereksinimler temalarına ayrılmıştır. Ebeveynlerin
%26.3'ü (n:52) herhangi bir gereksinimi olmadığını belirtmiş olup; %23.2'si tıbbi, %20.2'si
hastaneye ilişkin, %14.6'sı sosyal, %14.6'sı bakım, %1'i oyunla ilgili isteklerde
bulunmuşlardır. Sosyal gereksinim teması mutluluk (%31.0) ve ilgi (%69.0) kategorilerine,
bakım gereksinimi teması destek (%58.1) ve eğitim-bilgi ihtiyacı (%41.9) kategorilerine
ayrılmıştır.
Sonuç: Çalışma sonucunda ebeveyn ve çocukların en çok tıbbi konular hakkında
gereksinimleri olduğu saptanmıştır. Hastalık sürecinde hasta ve ailelerinin bütüncül yaklaşım
ile gereksinimlerinin karşılanması önemlidir. Bu amaçla intörn hemşirelerin tedavi odaklı
yaklaşımlarının değiştirilmesi, bakım ve hasta gereksinimlerine duyarlılıkları artırılmaya
çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bakım gereksinim, çocuk ve ebeveyn
P04 - SINIRLAR ARASINDA KAYBOLAN ÇOCUKLAR
Hamide Nur ÇEVİK1, Selmin ŞENOL1, Zümrüt BAŞBAKKAL1
1
E.Ü.Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Bu olgu sunumu; “ Suriye’den Türkiye (İzmir’e)ye göç eden bir ailenin “Relokasyon/
Taşınma Stresi Sendromu”na bağlı olarak yaşadığı yaşam güçlüklerinin hemşirelik tanıları
kapsamında ele alınarak incelenmesi ve çocukların yaşam kalitesini artıracak bakım
gereksinimlerinin saptanması/bakımın uygulanmasına örnek olması amacıyla planlanmıştır.
Ülkemizde sanayileşme ve tarımda makineleşme sürecinden kaynaklanan sosyo-ekonomik
yapıdaki önemli gelişmeler 1950’lerden itibaren iç göçe ve 1960 yılının ortalarından itibaren
de dış göçe neden olmuştur. Hangi nedenle olursa olsun göç süreci insanlar ve toplumlar
üzerinde fiziksel, duygusal, zihinsel yönüyle derin izler bırakan toplumsal bir olaydır. Zorunlu
göç sonrasında toplumlarda ağır travmalar yaşanabilmektedir. Bu travmalardan en çok
etkilenen çoğunluk ise en savunmasız grup olan çocuklardır. Göçmenlerin çoğunluğu
ekonomik olarak yoksulluk sınırının altında hayatlarını sürdürmektedir. Göç eden aileler
işsizlik, yiyecek-içecek, barınak sıkıntısı gibi problemler yaşanmakta ve bu etkenlere bağlı
sağlık sorunları ile baş başa kalmaktadırlar. Sağlık sorunlarına maruz kalan ilk grup çocuklar
olup, yaşam mücadelesinde pek çok riske hedef olmaktadırlar. Aslında bu maruziyet tüm aile
bireylerini kapsamaktadır. Ancak aile üyelerinin de göç riskleriyle baş edebilme mücadelesi
içinde olması, gücün etkin kullanımının önüne geçmektedir. Anne babalar göç sürecindeki
“Relokasyon/ Taşınma Stresi Sendromu”nu yaşarken çocukların korunup desteklenmesinde
yetersiz kalmaktadırlar. Örnek bir olgu incelemesi yapılmıştır.
Olgu Sunumu: Suriye iç savaşından sonra zorunlu göçe maruz kalarak Türkiye’ye gelmek
zorunda kalan A.S Ailesi anne, baba ve 7 çocuktan oluşmaktadır. 2014 yılının Mart ayında
İzmir’e yerleşen aile, yaklaşık 2 aydır bir gece kondu mahallesindeki 2 odalı, ahşap bir evde
yaşamlarını sürdürmektedir. Aile fiziksel ve çevresel olarak sağlıklı ve hijyenik olmayan
koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Yaşanılan evde şehir suyu yoktur ve tuvalet
ev dışında yer almaktadır. Aile taşıdığı su bidonları ile evin su ihtiyaçlarını gidermekte ve
tuvalet- banyo ihtiyaçlarını karşılamada zorluk çekmektedir. Anne F.S, Türkçe okumayazması olmayan, 35 yaşında bir ev hanımıdır. Baba A.S. ise 40 yaşında, ilkokul mezunu,
Türkçeyi konuşabilen ancak yazı dili yeterli düzeyde olmadığı için fabrikada geçici işçi olarak
çalışmaktadır. Ailenin ilk iki çocuğu (17 ve 15 yaş) evli oldukları için ülkelerinde kalmışlar
diğer çocuklar aileyle birlikte gelmiştir. Üçüncü çocuk 13 yaşında ve babasıyla birlikte
fabrikada çalışmaya başlamıştır. F.S.(erkek) 9 yaşındaki dördüncü çocuktur ve 18 kg
ağırlığında, 110 cm uzunluğunda olup %5 persantil değerinin altındadır. M.S. 13 aylık erkek
çocuk ise 6 kg ağırlığında, 67 cm boyunda olup %3 persantil değerinin altındadır. Göç
gerçeğinin mikro düzeydeki örneği olan bu olguda, çocukların ve aile üyelerinin bakım
gereksinimleri, hemşirelik tanıları üzerinden yapılarak, sağlığın desteklenmesinde önemli bir
katkı sağladığı görülmüştür. Çocuk sağlığı hemşireleri, göç sürecinde risk altındaki çocukların
ve aile üyelerinin bakımında, güçlendirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedirler. Bu rolün
multidisipliner uygulamalarda daha etkin ve yaygın bir şekilde kullanılmasının, göç
sürecindeki çocukların yaşam kalitesine katkıda bulunacağı düşülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Göç, göçün etkileri, çocuk, relokasyon, hemşirelik bakımı
P05- OLGU SUNUMU: SMİTH LEMLİ OPİTZ SENDROMU OLAN BEBEĞİN
HEMŞİRELİK YÖNETİMİ
Dilek ZENGİN1, Figen YARDIMCI1, Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Smith Lemli Opitz Sendromu (SLOS); ilk kez 1964 yılında Smith ve arkadaşları
tarafından tanımlanan prenatal ve postnatal gelişme geriliği, orta-ağır derecede mental gerilik,
mikrosefali, dismorfik yüz bulguları, yarık damak, bifid uvula, postaksiyel polidaktili,
konjenital kalp hastalıkları, ürogenital anomaliler ve 2. ve 3. ayak parmakları arasında
sindaktili ile tanı¬nan otozomal resesif geçişli doğumsal metabolizma hastalığıdır. Sıklığı
1/20.000-1/60.000 arasında değişmektedir ve erkeklerde kızlara göre daha sıktır. SLOS,
prenatal ve perinatal ölümlere neden olabildiği gibi, postnatal dönemde izole mental gerilik
veya tek başına davranış sorunları ile de karşımıza çıkabilir. Klinik bulguların değişken
olması nedeniyle SLOS vakalarının bir bölümüne tanı konulamamaktadır.
Olgu Sunumu: Heterezigot mutasyonlu gen taşıyıcı 28 yaşındaki anneden sezeryan doğum
ile 35. haftada 1730 gr ağırlığı ve 39 cm boyunda Smith Lemli Opitz Sendrom ile dünyaya
getirdiği erkek bebekte disformik yüz bulgularının yanısıra yutma güçlüğü, iştahsızlık,
distansiyon bulguları ile dış merkezde takibi yapılan olgunun yaşamanın ilk bir ayında ASD
ve VSD bulguları kontrol altına alınmıştır. İleri tetik ve tedavi için üniversite hastanesine
sevki gerçekleştirilmiştir. 5 aylık olgunun yapılan fizik muayenesinde ön fontenelinin 1X1,5
cm boyutunda, arka fontenelinin kapalı olduğu, baş muayenesinde mikrosefali bulgusunun
yanı sıra kilosunun 4,6 kg (< 3P), boyunun 55 cm (<3P) ve baş çevresinin 36 cm (<3P)
olduğu ve disformik yüz bulgusunun mevcut olduğu, emme yutma refleksinin olmadığı, deri
turgorunda azalmanın olduğu, izlemin yapıldığı gün son 24 satte 7 kez dışkılmanın ve dışkı
kıvamının yumuşak sulu olduğu, huzursuzluk, distansiyon şikayeti ile uyku problemeninin ve
üregenital sisitem muayenesinde hipospadiasın olduğu saptanmıştır. 10 gündür serviste takip
edilen ve bu süre içersinde anne sütü ile beslenmediği gastrostomi yolu ile 2 saatte bir 70 cc
protein ağırlıklı mama ile beslenen olgunun hemşirelik bakım yönetimi bu bilgiler ışığında
sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Smith lemli opitz sendrom, hemşirelik bakımı
P06- OLGU SUNUMU; AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ TANILI BİR ÇOCUĞUN
HEMŞİRELİK BAKIMI
Figen YARDIMCI1, Gülçin ÖZALP GERÇEKER1, Seda ARDAHAN1, Emine GÖKÇE2,
Rüçhan YÖNEY2, Gülay KIZILIRMAK2, Nuray AYDOĞMUŞ2
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
Amaç: Lösemi; kan kanseri şeklinde de tanımlanan, kemik iliğinde olgunlaşmamış beyaz kan
hücrelerinin anormal bir hızda artışı, bu hücrelerin kana ve tüm dokulara dağılması sonucu
ortaya çıkan malign bir hastalıktır. Çocukluk çağı kanserlerinin %25-30’unu lösemiler
oluştururken; bunların da %75-80’ini ALL oluşturur. Yıllık insidans Türkiye’de 1.5/100.000
olarak belirtilmektedir. En sık 1-4 yaşlarında görülüp, kız erkek oranı 1/1.2-1.3’tür. Bu
çalışmanın amacı, ALL tanısı almış bir olgunun hastaneye yatışından itibaren ortaya çıkan
semptomların ve alınan kemoterapi tedavisine bağlı oluşan komplikasyonların yönetimine
ilişkin hemşirelik bakımlarını ortaya koymaktır.
Olgu
Sunumu:
Obezite
ve
hipertansiyon
nedeniyle
Endokrinoloji
tarafından,
VezikoüreteralReflü operasyonu geçirmesi nedeniyle de Nefroloji tarafından takip edilen 13
yaşındaki erkek olgu, hastaneye yatışından önceki son iki ayda geçmeyen öksürük şikayeti ile
hastaneye başvurmuştur. Yapılan tetkiklerinde Hb: 9gr/dL çıkması üzerine yatışı yapılmış ve
Kemik İliği Aspirasyonu’nda %61 çıkan blast oranı sonucu tanı konulmuştur. Pediatrik
Hematoloji Servisi’nde 10 aydır izlenen olgu, Protokol 2kemoterapi kürünü almaktadır.
Olguya “Aktivite İntoleransı, Beslenmede Dengesizlik: Gereksinimden Az Beslenme,
Enfeksiyon Riski, Fiziksel Mobilitede Bozulma, Deri Bütünlüğünde Bozulma Riski, Sıvı
Volüm Dengesizliği, Uyku Örüntüsünde Rahatsızlık” hemşirelik tanılarına yönelik
girişimlerde bulunulmaktadır. Sonuç/Öneriler: Kanser tedavisi sırasında hem hastalığa hem de
tedavi amaçlı verilen kemoterapi ilaçlarına bağlı olarak ortaya çıkan komplikasyonların etkili
bir şekilde yönetilmesi ile çocuğun normal yaşamına dönüşü kolaylaşacaktır. Bu süreç
hızlandırılarak çocuğun hastalığını kabul etmesi ve tedavi sürecine uyumu daha erken
dönemde sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, Lösemi, Hemşirelik Bakımı
P07- BETA TALASEMİ MAJÖR: KÖK HÜCRE NAKİL SÜRECİ VE HEMŞİRELİK
BAKIMI
Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1, Aylin YÜKSEL1, Dilek ZENGİN1, Hamide Nur ÇEVİK1,
Buket ERER DEL CASTELLO2
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
Amaç: Talasemi, globin zincir yapımındaki defektten kaynaklanan, kronik hemotolojik anemi
ile karakterize genetik geçişli bir hastalıktır. Talasemi α, β olarak tanımlanan hemoglobin
zincirinin veya zincirlerinin az sayıda veya hiç yapılamaması ile oluşur. Talasemi dünyada en
sık görülen tek gen bozukluğudur. Talasemi ilk defa 1925’de hayatlarının ilk yıllarInda derin
anemi ve splenomegali gelişen bebekleri tanımlayan pediatrist Thomas Cooley tarafından tarif
edilmiştir. Daha sonra benzer vakaların görülmesi üzerine bu herediter hemolitik anemiye
Van Jaksch anemisi, splenik anemi, eritroblastozis, Akdeniz anemisi adları verilmiştir.
1936’da George Whipple ve Lesley Bradford inceledikleri vakaların Akdeniz civarı
ülkelerden geldiğini saptadıkları hastalığa Yunanca deniz den gelen “thalassemia” adını
vermişlerdir. Daha sonra bu hastalığın yalnız Akdeniz ülkeleri toplumlarında olmadığı diğer
toplumlarda da bulunduğu tespit edilmiştir. Talasemide doku hipoksisini önlemek için yeterli
hemoglobin düzeyini sürdürmeye yönelik destekleyici tedaviler uygulanır. Transfüzyon
tedavisiyle amaçlanan ineffektif eritropoezi baskılayarak, kemik deformasyonunu önlemek ve
büyüme–gelişmenin sürekliliğini sağlamaktır. Dünyada en yaygın tek gen hastalığı olan ve
ülkemiz dahil olmak üzere Akdeniz ülkelerinin önemli bir halk sağlığı problemini oluşturan
talasemi majörün günümüzde kesin tedavi yöntemini Kök Hücre Transplantasyonu
oluşturmaktadır. Kök Hücre Transplantasyonu (KHT) günümüzde malign ve malign olmayan
pek çok hastalığın tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır. Konjenital veya edinsel pek çok
hematolojik ve immunolojik hastalığın tedavisinde de KHT uygulanmaktadır. 3 uygulama
şekli vardır: Allojenik, otolog ve sinjenik KHT. Kök hücre kaynağı olarak da kemik iliği
(KİT) yanında periferik kök hücre, kordon kanı kök hücrelerinden yararlanılmaktadır.
Talasemili hastalarda başarılı ilk transplantasyon 1981 yılında Thomas ve arkadaşları
tarafından hiç transfüzyon almamış 14 aylık bir erkek hastaya tam uyumlu kız kardeşinden
yapılmıştır. İlk transplantasyondan iki hafta sonra İtalya’nın Pesaro kentinde 14 yaşında ve
150 kez transfüzyon almış bir hastaya yapılan kemik iliği transplantasyonu ise graft
rejeksiyonu ve talasemiye dönüş ile sonuçlanmıştır. Bu aşamada çalışmamızda hastanemizde
takip edilen ve Beta Talasemi Majör tanısı ile izlenmekte olan hastanın kız kardeşinden uygun
donör bulunarak yapılmış olan kök hücre transplantasyonu ve hemşirelik bakımı bildiride
sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Beta Talesemi Majör, kök hücre transplantasyonu, hemşirelik bakımı
P08- KML (KRONİK MYELOSİTİK LÖSEMİ): KÖK HÜCRE NAKİL SÜRECİ VE
HEMŞİRELİK BAKIMI
Nurdan AKÇAY DİDİŞEN1, Aylin YÜKSEL1, Hamide Nur ÇEVİK1, Dilek ZENGİN1,
Buket ERER DEL CASTELLO2
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
Amaç: Kronik myeloid lösemi (KML) anormal hemopoetik kök hücreden kaynaklanıp
miyeloid, eritroid, monositer, megakaryositer serileri etkileyen klonal myeloproliferatif bir
hastalıktır. KML, batı ülkelerinde tüm lösemilerin %20’sini oluşturur. KML vakaların %3’ü
çocukluk çağında görülür. Primitif pluripotent kök hücrenin klonal bir hastalığıdır. Kemik
iliğinde aşırı miyeloid hiperplazi, çevre kanında olgun miyeloid hücrelerden oluşan yüksek
lökosit sayısı (bazofili ile birlikte) ve splenomegali ile karakterizedir. TKİ(Tirozin Kinaz
İnhibitörleri) tedavisine dirençli hastalarda HLA uygun kardeş vericisi olanlarda allojenik kök
hücre nakli yapılır. Özellikle genç, yüksek riskli hastalığı bulunan, aynı cinsiyetten tam HLA
uyumlu kardeş vericisi bulunan KML hastalarında allojeneik kök hücre transplantasyonu
önemli bir tedavi seçeneğidir. Bugün için KML’de kür potansiyeli olan tek tedavinin
allojeneik kemik iliği transplantasyonu olması fakat uygun donör yetersizliği nedeniyle çok az
sayıda kişiye uygulanabilmesi, transplantasyon için uygun donörü olmayan hastalarda
uygulanan interferon- α tedavisine rezistans veya intolerans gelişebilmesi gibi durumlar
KML’de tedavi seçeneklerini kısıtlamaktadır. Kök Hücre Nakli multidisipliner bir tedavi
yöntemidir. Kendi içerisinde onkoloji, yoğun bakım, pediatri ve psikiyatri hemşireliğini içeren
alanlarda uzmanlaşmayı ve yoğun bakım becerileri gerektirmektedir. Bu aşamada
çalışmamızda hastanemizde takip edilen ve KML tanısı ile izlenmekte olan hastanın anneden
uygun dönör bulunarak yapılmış olan kök hücre transplantasyonu ve hemşirelik bakımı
bildiride paylaşılması hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kronik Myelositik Lösemi, Kök Hücre Transplantasyonu, Hemşirelik
Bakımı
P09 - YENİDOĞAN VE ÇOCUK HAKLARINI SAVUNABİLİYOR MUYUZ?
Selmin ŞENOL1, Özlem DEMİREL BOZKURT1, Hamide Nur ÇEVİK1
1
E. Ü. Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Bu çalışmada, yenidoğan ve çocuk hakları kapsamında, yenidoğanların ve çocukların
yaşam haklarını bireysel, toplumsal, hukuksal ve mesleki (çocuk sağlığı hemşireliği)
boyutunda savunuculuğunu ne kadar yaşama geçirebildiğimizin irdelenmesi amaçlanmıştır.
Çalışmada, 20 Kasım 1989 Çocuk Hakları Deklerasyonu maddeleri ile 23-27 Eylül 2001
tarihinde 5. Dünya Perinatal Tıp Kongresi kapsamında Barselona Deklarasyonu Yenidoğan
Hakları
maddelerinin
yenidoğan/çocuk
getirmiş
yaşam
olduğu
yaptırımlar
tablosunun
üzerinden,
irdelenmesi
bugün
ülkemizdeki
yapılmaktadır.
Yenidoğan Hakları Bildirgesi 1.İnsan hakları evrensel bildirisi yaşamın tüm evrelerini içerir.
Tüm insanlar hür doğarlar, eşittirler ve aynı haklara sahiptirler. 2.Kız veya erkek, bir insan
olarak yenidoğanın özlük hakkı her değerin üzerindedir. Yenidoğanlar, Çocuk Hakları
Sözleşmesi doğrultusunda korunmalıdırlar. 3.Her yenidoğanın yaşama hakkı vardır. Bu hakka
tüm insanlar ve hükümetler tarafından ırk, cinsiyet, ekonomik, coğrafya özellikleri, doğum
yeri, din veya başka nedenlerle ayrım yapılmaksızın saygı duymalıdır. Yönetimler çocuklar
arası ayrımı önleyici tedbirleri almalıdırlar. 4.Her yenidoğan kültürel, politik veya dini
nedenlerle yaşamının riske edilmemesi hakkına sahiptir. Hiç kimse kısa veya uzun dönemde
yenidoğanın sağlığını risk altına sokacak, fiziksel bütünlüğünü bozacak bir işlemi yapma
hakkına sahip değildir. Hiçbir koşulda zarar verme kabul edilemez. 5.Her yenidoğanın doğru
kimlik, aile ve uyruğa sahip olma hakkı vardır. Devlet yaşamın tüm evrelerinde insana eşit
şekilde bu hakkı garanti etmelidir. 6.Her yenidoğan hayatının geri kalan kısmında kendisine
optimal fiziksel, ruhsal, dinsel, ahlaki ve sosyal gelişimini sağlayacak sağlık hizmetini,
duygusal ve sosyal bakımı alma hakkına sahiptir. Toplum onun tüm ihtiyaçlarını
karşılamaktan sorumludur. Ekonomik ve sosyal sınıf gözetilmeksizin ayrımcılığın tüm
şekillerinin karşısında durulmalı, bakımda adil olunmalıdır. 7.Her yenidoğan büyümesini
sağlayacak doğru beslenme hakkına sahiptir. Annenin emzirmesi teşvik edilmeli ve destek
olunmalıdır. Annenin emzirmesi kişisel, fiziksel veya psikolojik nedenlerle olası değil ise
doğru suni beslenme sağlanmalıdır. 8.Her yenidoğan doğru tıbbi bakım alma hakkına sahiptir.
Çocuklar en sağlıklı şekilde yaşama, tıbbi, iyileştirici ve önleyici hizmetlerden yararlanma
hakkına sahiptirler. Devlet, çocuk sağlığını tehdit eden geleneksel uygulamaları önlemelidir.
Hükümetler doğum öncesi ve sonrası bakımdan sorumludur. 9.Gebe kadın yaşamla
bağdaşmayan anomalili bir fetüs taşıyorsa yaşadığı ülkenin kanunları çerçevesinde gebeliğe
devam etme veya gebeliği sonlandırma hakkına sahiptir. Fetus doğduğunda yenidoğana
gereksiz tedavi yöntemleri uygulanmamalıdır. 10.İmmatüritesi en düşük viyabilite sınırının
altında olan yenidoğanı hayatta tutabilmek için çaba gösterilmemelidir. 11.Her yenidoğan
ülkenin mevcut sosyal koruma ve güvenlik haklarından yararlanma hakkına sahiptir. Bu
haklar sağlık konusunda olduğu gibi hukuk alanında da söz konusudur. 12.Yenidoğan
ebeveyninin isteği olmadan onlardan ayrılmamalıdır. 13.Evlat edinme durumunda, evlat
edinilen yenidoğan en iyi şartlara sahip olmalıdır. Evlat edinme hakkının getirdiği tüm
hukuksal garantiler uygulanmalıdır. Hiçbir koşulda organ satışı kabul edilmemelidir.
14.Silahlı çatışma olan ülkelerde tüm yenidoğanlar ve gebe kadınlar korunma hakkına
sahiptirler.
Bu
koşullarda
annenin
emzirmesi
özendirilmeli
ve
korunmalıdır.
Yenidoğan ve çocuklarımızın yaşam mücadelesinde yetişkinlerin inşa ettiği toplumsal
dokuda, "bizler onların savunuculuğunda hangi noktadayız?" sorusunun tartışılmasınin yeni
farkındalıklara, çok yönlü bakış açılarına ve girişimlere ışık tutacağı umudundayız.
Anahtar Kelimeler: Yenidoğan, çocuk, haklar, yasalar, savunuculuk, hemşirelik
P10 - PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA KONSTİPASYON,
DEĞERLENDİRME VE HEMŞİRELİK BAKIMI
Betül YAVUZ1, Nurdan AKÇAY DİDİŞEN2, Deniz YİĞİT1
1
Dumlupınar Üniversitesi Kütahya Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Hemşireliği AD., 2Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları
Hemşireliği AD.
Amaç: Konstipasyon normal defekasyon olayının yapılamayışı veya yetersiz oluşu sonucu
sert ve seyrek defekasyon durumudur. Kemoterapi sırasında ilaçların etkisiyle, kişilerin tedavi
sırasında daha az aktif olmaları, daha az beslenmeleri nedeniyle konstipasyon oluşabilir.
Kemoterapi alan çocuklarda konstipasyonun değerlendirilmesi konstipasyon nedeninin ve
etkin yönetim stratejilerinin belirlenmesi için gereklidir. Konstipasyonu tanılamada,
konstipasyona neden olan faktörleri belirleme ve etkili baş etme stratejilerini geliştirmede,
hemşireler anahtar role sahiptir. Konstipasyonun değerlendirilmesine ilişkin literatür
incelemesinde Woolery ve arkadaşları (2006) tarafından pediatrik onkoloji hastalarına
uyarlanan “Konstipasyon Değerlendirme Ölçeği” (Constipation Assessment Scale) (CAS)’nin
geçerlik güvenirlik çalışması yapıldığı belirlenmiştir. Ülkemizde gerek sağlıklı gerekse
pediatrik onkoloji hastası olan çocuklarda konstipasyonu değerlendirecek ölçeğe literatürde
rastlanmamış olup pediatrik onkoloji hastalarına uyarlanan “Konstipasyon Değerlendirme
Ölçeği”nin Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışmasının yapılmasının yararlı olacağı
düşünülmektedir. Bu çalışmada pediatrik onkoloji hastalarında oluşan konsitpasyonun
değerlendirilmesi, hemşirelik tanıları, konstipasyonun önlenmesi için gerekli hemşirelik
girişimleri ve uygulanan tedavi açıklanacaktır. Sonuç olarak; pediatrik onkoloji hastalarında
konstipasyona ilişkin risk faktörlerinin kontrol altına alınabilmesinde; konstipasyonun sağlık
profesyonelleri tarafından geçerli ve güvenilir ölçme araçları kullanılarak değerlendirildiği,
kemoterapi alan çocuklara konstipasyona ilişkin uygun girişimleri içeren eğitimin verildiği
randomize kontrollü çalışmaların yapılması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, konstipasyon, onkoloji, hemşire, bakım
P11 - OLGU SUNUMU; AMBİGUOUS GENİTALİA, OMFALOSEL VE
KONJENİTAL ADRENAL HİPERPLAZİSİ OLAN ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK
BAKIMI
Şebnem ŞİRİN1, Tuğba KESTEL1, Elif BİLSİN1, Şeyda BİNAY1, Figen YARDIMCI1,
Zümrüt BAŞBAKKAL1
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Konjenital anomalili psikolojik, fizyolojik, tıbbi ve sosyal problemlere neden olan
kompleks bir sağlık sorunudur. Konjenital anomalili çocuğa sahip olmak ebeveynlerde stres
ve anksiyeteye neden olur. Ebeveynlerin yaşam kalitesini bozar ve bakım gereksinimini
artırır. Bu dönemde hemşireler, konjenital anomaliye sahip olan ailelerin gereksinimlerini
belirler, bu gereksinimlere yönelik hemşirelik bakımını planlar, bakımın sonuçlarını
değerlendirir, ebeveynlere çocuğun hastalığı ve tedavisi hakkında bilgi verir ve stresli durum
ile baş edebilmesine yardım eder. Bu çalışmanın amacı, ambiguous genitalia, omfalosel,
konjenital adrenal hiperplazisi, beslenme bozukluğu ve ürogenital mantar enfeksiyonu olan
çocuğun tedavi sürecinde ortaya çıkan problemleri ve yapılan hemşirelik girişimlerini
hemşirelik süreci ile ortaya koymaktır.
Olgu Sunumu: Natal Öyküsü: Ambiguous Genitalia, Omfalosel, Konjenital Adrenal
Hiperplazi ve Beslenme Bozukluğu olan 5 aylık olgu, 39. gebelik haftasında 3.700 gr, ve 48
cm uzunluğunda sezeryenla doğmuş. Doğumdan sonra yapılan ileri tetkiklerde çocuğun sağ
böbreğinde hipertrofi olduğu ve sol böbreğinin olmadığı tespit edilmiştir. Ürogenital bölgede
sağ tarafta labia majörler ve uterus normal büyüklükte, sol tarafta penis gözlenmiş, fakat
scrotuma rastlanmamıştır. Şimdiki Sağlık Öyküsü: 08/05/2014 tarihinde huzursuzluk, şiddetli
ağlama şikayetiyle E.Ü.T.F. çocuk acil servisine getirilmiştir. Yapılan tetkiklerde sodyum
değerinin düşük olduğu, beslenme bozukluğu ve ürogenital sistemdeki mantar enfeksiyonu
nedeniyle hastaneye yatırılmıştır. Yapılan antropometrik tanılamada kilosu: 5200 gr. (< %3
P); boyu: 56 cm (<%3 P); baş çevresi: 38,5 cm (<%3 P); göğüs çevresi: 38 cm olarak
bulunmuştur. Yaşamsal bulguları; ateş: 36.6 C, nabız: 126/ dk bulunmuştur. 13.05.2014
tarihinde idrar yolu enfeksiyonu olan hastaya antibiyotik tedavisi başlanmıştır. Beslenme
bozukluğunu tedavi etmek için Nazogastrik tüp ile 8×60 cc ek beslenme, Dvit3 ve BioGaia
damla başlanmıştır. Sodyum değerini normal düzeye getirmek için günde bir defa mama ile
birlikte NaCl başlanmıştır. Mantar tedavisi için de; ocerol pomad, oxid de zinc pomad,
hametam pomad, canesten krem, isosol krem ve permanel ile silme başlanmıştır. Hastanın
opere edilebilmesi için 10 kg’ın üzerine çıkması beklenmektedir. Genel pediatri servisinde
takip edilen hastanın hemşirelik bakımı kavram haritası şeklinde sunulacaktır. Hemşirelik
süreci Ağrı, Elektrolit Dengesizliği, Beslenmede Dengesizlik: Gereksinimden Az Beslenme,
Büyümede Gecikme, Deri Bütünlüğünde Bozulma, Aile İçi Süreçlerin Devamlılığında
Bozulma, Anksiyete (Annede), Aspirasyon Riski, Enfeksiyon Riski, Enfeksiyon Bulaştırma
Riski,
Bilgi
Eksiliği
(Annede)
tanılarına
yönelik
girişimlerde
bulunularak,
değerlendirilecektir. Hemşirelik bakımı ve etkin tedavi ile birlikte çocukta var olan
enfeksiyon ve beslenme sorunları düzeltilerek çocuğun normal yaşantısına dönüşümü
hızlandırılabilir ve yaşam kalitesi artırılabilir.
Anahtar Kelimeler: Ambiguous genitalia, omfalosel, konjenital adrenal hiperplazi, çocuk,
hemşirelik bakımı
P12- NİEMANN-PİCK TİP A TANISI İLE İZLENEN ÇOCUĞUN GORDON’UN
FONKSİYONEL SAĞLIK ÖRÜNTÜLERİ MODELİ KULLANILARAK
DEĞERLENDİRİLMESİ
Beste ÖZGÜVEN ÖZTORNACI1, Z. Bahire BOLIŞIK2
1
İzmir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, 2Ege Üniversitesi Hemşirelik
Fakültesi
Amaç: Bu olgu sunumu, “Niemann-Pick Tip A” tanısı ile çocuk metabolizma servisinde
izlenen hastanın Gordon’un “Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri” modeline göre bakım
gereksinimlerinin belirlenmesi ve hemşirelik bakım planında sunulması amacıyla yapılmıştır.
Niemann-Pick hastalığı (NPH), sfingomyelinaz enzim eksikliğine bağlı olarak vücudun çeşitli
organlarında, özellikle retiküloendotelyal sistem ve santral sinir sisteminde, intraselüler
sfingomyelin ve kolesterol birikimi ile karakterize, otozomal resesif geçişli, nadir görülen bir
lizozomal lipid depo hastalığıdır. Genetik, klinik ve biyokimyasal heterojeniteye sahip
hastalığın, başlama yaşı ve santral sinir sistemi tutulumuna göre, Tip A, B, C, D, E ve F
olmak üzere altı alt tipi tanımlanmıştır. Tip A Akut nöronopatik form, Tip B Kronik visseral
form, Tip C Kronik nöronopatik form daha iyi tanımlanmış formlardır. Tip A tüm hastaların
%85' ini oluşturur. Tanı çoğunlukla çocukluk döneminde rutin muayenelerde saptanan
hepatosplenomegalinin etiyolojisinin araştırılması sırasında, sfingomyelinaz aktivitesinin
tespiti ve Niemann-Pick hücrelerinin kemik iliği incelemesinde gösterilmesi ile konulur.
Hastanın kliniği sfingomyelinin biriktiği organa göre farklılık gösterir. Niemann-Pick
hastalığında sıklıkla nörolojik ve gastrointestinal sistem bulguları, büyüme-gelişme geriliği,
göz bulgulan, solunum sistemi, cilt ve kardiyak bulgular görülür. Genellikle gözlenen
patolojiye göre destekleyici özel tedavi gerekmektedir. Hipersplenizm ve masif splenomegali
gelişmiş ise rüptür gelişme riskinden dolayı splenektomi gerçekleştirilebilir.
Olgu Sunumu: 1 yaşındaki olgu, sezeryan doğum ile 3280 gram, 50 cm olarak sağlıklı
doğmuş olup, doğumda ve sonrasında yenidoğan sarılığı dışında herhangi bir problem
yaşanmamıştır. Ancak sarılığın 2,5 aylık olana kadar sürmesi üzerine uzamış sarılık şikâyeti
ile ilçe devlet hastanesine başvurusu yapılmış, burada yapılan tetkikler sonucunda karaciğer
ve dalak büyümesi saptanmış ve üniversite hastanesine sevk edilmiştir. Yapılan kemik iliği
aspirasyonu ve enzim testleri sonucunda 4,5 aylıkken Niemann-Pick Tip B tanısı
konulmuştur. Olgunun destekleyici tedavisine başlanmış, erken tanı konması ve hastalığın
beyni etkilememesi nedeniyle hematopoetik kök hücre nakli planlanmış, kontrol tarihleri
belirlenmiş ve taburcu edilmiştir. 10 aylık olana kadar takip ve tedavisi süren, büyüme ve
gelişmede problem olmayan olguda ani başlayan solunum sıkıntısı nedeniyle hastaneye yatış
gerçekleşmiş, yattığı gece hastanede aralıklı olarak sabah 8’e kadar süren konvülsiyonları
olmuş ve sabah çekilen EEG’de beyin hücrelerinin etkilendiği saptanmıştır. Sonrasında
olgunun yutma refleksi kaybolmuş, ağızdan beslenememeye başlamış, solunum sıkıntısı
artmış, hızlı kilo kaybı ve büyüme ve gelişmede durma/gerileme ortaya çıkmıştır. Tetkiklerde
hastalığının beyni de etkilediği, tanının Niemann-Pick Tip A’ya dönüştüğü ve kök hücre nakli
şansının kalmadığı aileye bildirilmiştir. Olgunun hastaneye son yatışı tam bir yaşını
doldurduğu gün gerçekleşmiş olup, ateş, halsizlik, kusma, batında distansiyon ve asit
şikâyetleri ile çocuk acil servisine başvurmuş, metabolizma servisine yatışı yapılmıştır. Olgu
Marjory Gordon tarafından geliştirilmiş olan bireylerin biyopsikososyal boyutta kapsamlı
olarak ele alındığı hemşirelik bakım modeli ile değerlendirilmiştir. “Fonksiyonel Sağlık
Örüntüleri” modeli olarak adlandırılan bu model, sistematik ve standardize edilmiş bilgi
toplama yaklaşımını ve hemşirelik bakış açısıyla bilginin analiz edilmesini olanaklı
kılmaktadır. Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri Modeline göre, olguda en fazla sorun saptanan
alanlar, Beslenme-Metabolik Durum, Aktivite-Egzersiz, Uyku-Dinlenme, Kendini Algılama,
Bilişsel-Algısal, Rol-İlişki, Baş etme-Stres Toleransı olup, hemşirelik bakımı bu alanlardaki
bozuklukların düzeltilmesine yönelik planlanmış ve uygulanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Niemann-Pick hastalığı, fonksiyonel sağlık örüntüleri modeli,
hemşirelik bakımı, sfingomyelinaz enzim eksikliği, lizozomal lipid depo hastalığı
P13 - FARKLI OKULLARDA OKUYAN LİSE ÖĞRENCİLERİNİN YEME TUTUM
VE DAVRANIŞLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Esra TURAL BÜYÜK1, Gamze DUMAN1,
1
Omü Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Ülkemizde lise öğrencilerinin çocukluk dönemlerinden başlayan hatalı beslenme
alışkanlıkları olduğu ve bu durumun sonraki dönemlerde ciddi sağlık problemlerine yol
açabileceği bilinmektedir. Günümüzde genç nüfusta, yeme bozukluklarının yanı sıra, tanı
konulacak seviyeye ulaşmayan sağlıksız yeme davranışları görülebilmektedir. Son yıllarda
yeme bozukluklarının yaygınlığı büyük oranda artmıştır. Bu nedenle sağlıksız yeme
davranışlarını belirlemek, yeme bozuklukları oluşmadan önce müdahale etme ve önleme
fırsatı sağlar. Bu araştırma, farklı okullarda okuyan lise öğrencilerinin yeme tutum ve
davranışlarını
belirlemek
amacıyla
tanımlayıcı
olarak
planlanmıştır.
Yöntem: Araştırma 17.01.2014 – 22.01.2014 tarihleri arasında bir ilçede bulunan İmam Hatip
Lisesi, Anadolu Lisesi ve Sağlık Meslek Lisesi öğrencileri arasında okulda olan ve
araştırmayı kabul eden 174 kişi ile yapılmıştır. Verilerin toplanmasında lise öğrencilerinin
sosyo-demografik özelliklerini tanımlamak ve yeme davranışlarını öğrenmeye yönelik “Bilgi
Formu”; yeme tutumu ve davranışlarını belirlemek için “Yeme Tutumu Testi’’ kullanılmıştır.
Elde edilen veriler SPSS 21 programında frekans, yüzdelik, ki kare ve t testi ile
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan 174 lise öğrencisinin yaş ortalaması 16.57±1.36, yeme tutum
ölçeği puan ortalaması 16.35±8.31 ve yeme bozukluğu riski görülme oranı %8 bulunmuştur.
Öğrencilerin %19.5’inin beden ağırlığının normalin altında, %73’ünün normal ve %7.5’inin
beden ağırlığının ise normalin üzerinde olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Katılımcıların %51.1’i
beden ağırlıklarını normal bulduklarını, %27.6’sı kendilerini kilolu bulduklarını ve %21.3’ü
de kendilerini zayıf bulduklarını belirtmiştir. Lise öğrencilerinin %52.9’u beden ağırlığıyla
ilgili hiçbir şey yapmadığını, %34.5’i kilo vermeye çalıştığını ve %12.6’sı da kilo almaya
çalıştığını belirtmiştir. Öğrencilerin yeme bozukluğu riski ve BKİ’leri arasındaki ilişkiye
bakıldığında, zayıf olanların %8.8’inin yeme bozukluğu açısından risk taşıdığı, normal
olanların %6.3’ü ve normalden fazla olanların ise %23.1’inin yeme bozukluğu açısından risk
taşıdığı görülmüştür. Öğrencilerin yeme bozukluğu riski ve beden ağırlıklarıyla ilgili
yaptıkları arasındaki ilişkiye bakıldığında, kilo almaya çalışanlar yeme bozukluğu riski
taşımazken hiçbir şey yapmıyorum diyenlerde yeme bozukluğu riski %5.4, kilo vermeye
çalışanlarda ise %15.0 olarak saptanmıştır. Son bir yıl içinde kilo vermeye çalışanlarda ise
yeme bozukluğu riski %12.7 iken, bu oran son bir yılda kilo vermeye çalışmayanlarda %5.9
olarak bulunmuştur. Öğrencilerin BKİ’leri ve yeme bozukluğu davranışı arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.005). Öğrencilerin beden ağırlıklarıyla ilgili
düşünce durumları ve yeme bozukluğu davranışı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
saptanmamıştır (p>0.005). Kız öğrencilerin(%10.6) erkek öğrencilere göre(%3.3) daha fazla
yeme bozukluğu davranışı gösterdiği, Sağlık Meslek Lisesi öğrencilerinin(% 12.7) İmam
Hatip Lisesi(%3.5) ve Anadolu Lisesi(%5.3) öğrencilerine göre daha fazla yeme bozukluğu
davranışı
gösterdiği
görülmüş
olup
bu
fark
istatistiksel
olarak
anlamlı
bulunmamıştır(p>0.005). Bu oranın Sağlık Meslek Lisesinde yüksek olması orada okuyan kız
öğrenci sayısının daha fazla olmasından ve sağlık bilgisi alan öğrencilerin zayıf olma
konusunda daha fazla duyarlı olabileceklerinden kaynaklandığını düşündürmektedir.
Sonuç: Araştırmanın sonucunda risk altında olan öğrencilerin erken müdahale için elde edilen
bulgular
doğrultusunda
programlarının
ilgili
düzenlenmesi
birimlere
ve
ailelere
yönlendirilmesi,
gerekli
beslenmeyle
eğitimin
verilmesi
ilgili
eğitim
önerilerinde
bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Lise öğrencileri, beslenme, yeme davranışları, yeme tutumu, yeme
bozukluğu
P14 - DEVLET VE ÖZEL HASTANEDEKİ HEMŞİRELERİN AİLE MERKEZLİ
BAKIMA İLİŞKİN TUTUM VE DAVRANIŞLARI
Şadiye DUR1, Duygu GÖZEN1, Muzaffer BİLGİ2,
1
İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, 2Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi
Amaç: Aile merkezli bakım yaklaşımı, çocuğunu hastane ortamında kendini güvende
hissetmesini sağlamanın yanı sıra çocuk ve ailenin buradaki uygulamalardan olumsuz
etkilenmesini en aza indirmede de yararlı olmaktadır. Bu düşünce doğrultusunda araştırma
özel ve devlet hastanelerinde çalışan hemşirelerin ebeveynlerin çocuklarının bakım
uygulamalarına katılmalarına ilişkin tutumlarını karşılaştırmak amacıyla tanımlayıcı olarak
yapılmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı nitelikte olan araştırmanın evrenini, 1 Mayıs- 30 Haziran 2013 tarihleri
arasında İstanbul il merkezinde bulunan iki devlet hastanesi ve bir özel hastanenin Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Kliniklerinde çalışan 70 hemşire oluşturmuştur. Çalışmada örneklem
seçim yöntemine gidilmemiş, bu tarihler arasında hastanelerde ulaşılan ve araştırmaya
katılmayı gönüllü kabul eden tüm hemşireler araştırma kapsamına alınmıştır. Araştırmada veri
toplama aracı olarak; Hemşire Tanıtım Formu ve Ebeveyn Katılım Tutum Ölçeği (PPAS)
olmak üzere iki adet form kullanılmıştır. Ölçek, ilk kez Seidl ve Pillitteri (1967) tarafından
geliştirilmiş, Gill tarafından 1985 ve 1990 yıllarında revize edilmiştir. Ölçeğin Türkiye'de
geçerlilik ve güvenirliği Saime (Özbodur) Yıldırım (2008) tarafından yapılmıştır. Bu ölçek,
24 maddeli, 5 dereceli likert tipi bir ölçektir. Ölçekten alınacak en düşük puan 24, en yüksek
puan 120’dir. Ölçekten alınan puanın yüksek olması ebeveynin çocuğun bakımına katılımını
kabul edici bir tutumu göstermektedir. Elde edilen veriler, sayı, yüzdelik, ortalama ile
Shapiro-Wilk
ve
Kolmogorov-Smirnov
testleri
kullanılarak
analiz
edilmiştir.
Bulgular: Araştırma kapsamına alınan hemşirelerin %84.3’ünün kadın,%57.1’inin üniversite
mezunu, %51.4’ünün evli ve %60’ının çocuğunun olmadığı saptanmıştır. Hemşirelerin,
%28.6’sının dahili çocuk hastalıkları kliniklerinde, %27.1’inin yenidoğan yoğun bakım
ünitesinde çalıştıkları, %55.7’sinin çocuk kliniklerinde kendi isteğiyle çalıştığı, %72.9’unun
çocuk kliniklerinde çalışmaktan memnun oldukları belirlenmiştir. Yaş ortalamalarının
28.92±5.52 yıl, toplam çalışma süresinin 7.97±5.18 yıl ve çocuk kliniklerinde çalışma
süresinin ise 5.27±4.67 yıl olduğu belirlenmiştir. Araştırmadaki hemşirelerin aile merkezli
bakımla ilgili bilgi durumu incelendiğinde %64.3’ünün konu ile ilgili bilgi sahibi oldukları,
bilgi aldıkları kaynaklar incelendiğinde ise %34.8’inin konu ile ilgili bilimsel yayınlar ve
mesleki eğitim kapsamındaki derslerinden bilgi aldıkları saptanmıştır. Hemşirelerin
%54.3’ünün ebeveyn katılım tutum ölçeği toplam puanının 84 puan ve üstü olduğu
bulunmuştur. Yapılan analizler sonucunda hemşirelerin çalıştığı hastane ve PPAS skoru
değerlendirildiğinde devlet hastanesinde çalışan hemşirelerin (85,67 ± 6,17) ebeveynlerin
çocuklarının bakımına katılımına, ilişkin tutumlarının özel hastanede çalışanlara (81,88 ±
5,26) göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha olumlu olduğu belirlenmiştir
(p<0.05).Yüksek lisans ve doktora mezunu olan, yenidoğan yoğun bakım ünitesi ve süt
çocuğu servisinde görev yapan hemşirelerin ebeveyn katılım tutum ölçeği toplam puan
ortalamalarının daha yüksek olduğu bulunmuştur.
Sonuç: Aile merkezli bakım yaklaşımını benimsemiş hemşirelerin, eğitim düzeylerinin
yüksek olması lisansüstü eğitim programlarında aile merkezli bakım konusuna daha fazla
zaman ayrıldığını ve eğitimin hemşirelerin konuyla ilgili tutumlarını olumlu yönde
geliştirdiğini göstermektedir. Bunun yanında ölçek cronbach alpha değeri 0.340 olarak
bulunduğundan, ülkemiz kültür ve gelenekleri, hemşirelerin eğitim durumu ve teknolojik
gelişmelerle yenilenmiş kapsamlı bilgiler doğrultusunda konu ile ilgili yeni ölçeklerin
geliştirilmesine
ya
da
ölçeğin
tekrar
revize
edilmesine
gereksinim
olduğunu
düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aile merkezli bakım, ebeveyn katılımı, hastanede yatan çocuk, hemşire,
devlet ve özel hastane
P15 - EBEVEYN ALGISININ 3-6 YAŞ GRUBU ÇOCUKLARIN SAĞLIKLI YAŞAM
BİÇİMİ DAVRANIŞLARINA ETKİSİ
Ayfer EKİM1, Zeynep ÇİKENDİN2,
1
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü , 2Namık
Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü
Amaç: Okul öncesi çocukların sağlıklı yaşam stili davranışlarının gelişiminde ebeveyn özyeterlilik algısının etkisini anlama, etkili sağlığı geliştirme girişimlerinde önemli bir ilk adım
olacaktır. Bu çalışmanın amacı, ebeveyn algısının, okul öncesi çocukların sağlıklı beslenme
ve
fiziksel
aktivite
davranışlarına
etkisini
belirlemektir.
Yöntem: Araştırma, Tekirdağ il merkezinde Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı 6 anaokulunda
Eylül-Aralık
2013
tarihleri
arasında
3-6
yaş
grubu
çocukların
ebeveynleri
ile
gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, örneklem seçim tekniği kullanılmamış, şehir merkezindeki
tüm anaokullar örnekleme alınmıştır. Veri toplama aracı olarak “Demografik Veri Toplama
Formu” ve “sağlıklı beslenme”, “fiziksel aktivite” alt boyutlarından oluşan “Ebeveyn Özyeterlilik Ölçeği (PSQ)” kullanılmıştır. Ebeveyn Öz-yeterlilik Ölçeği
Likert tipi
derecelendirilmiş olup, maksimum toplam puanı 340; sağlıklı beslenme alt boyutunun
maksimum toplam puanı 270; fiziksel aktivite alt boyutunun maksimum puanı ise 70’dir.
Bulgular: Araştırmaya toplam 425 ebeveyn katıldı. Ebeveynlerin yaş ortalaması 32.5±4.6 yıl
ve %28.0’i ilkokul, %42.9’u üniversite mezunudur. Ebeveynlerin %58.8 (n=250)’inin beden
kitle indeksi normal, %28.0 (n=119)’inin kilolu ve %9.6 (n=41)’sının obes olarak
değerlendirildi. Çocukların yaş ortalaması 4.5 yıldır ve %77.8 (n=330) ’i 5-85; %13.6
(n=58)’sı 85-95; % 3.0(n=13)’ü < 5 ve %5.7(n=24)’si >95 persentil değerlerindedir.
Ebeveynlerin PSQ ortalama toplam puanı 221.7 ± 15.2; sağlıklı beslenme alt boyut ortalama
puanı 176.7±14.7 ve fiziksel aktivite alt boyut ortalama puanı 44.0±11.6 olarak saptandı.
Sonuçlara göre annenin eğitimi ve ailenin gelir durumu okul öncesi çocukların sağlıklı yaşam
stili
davranışları
hakkında
ebeveyn
algısını
etkileyen
temel
faktörlerdir.
Sonuç: Okul öncesi çocuklara sağlıklı yaşam stili davranışlarının kazandırılmasında, ebeveyn
odaklı stratejilerin geliştirilmesi, sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite gibi sağlıklı yaşam stili
davranışlarının kazandırılmasında ailenin sorumluluğunu teşvik edici girişimlerin planlanması
önerilir.
Anahtar Kelimeler: Ebeveyn, okul öncesi, öz-yeterlilik, sağlıklı yaşam stili davranışları
P16 - PEPLAU’NUN KİŞİLERARASI İLİŞKİLER MODELİNE GÖRE ASPERGER
SENDROMU İLE İZLENEN ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK DEĞERLENDİRMESİ
Gülay MANAV1, Elçin AKDENİZ2,
1
Marmara Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Ad, 2Maltepe Üniversitesi
Ruh Sağılığı ve Hastalıkları Hemşireliği Ad
Amaç: Hemşirelik; bilgi, teori ve kuramlara temellenen uygulamalardan oluşmaktadır. Bu
teori ve kuramlar, hemşirelik uygulamalarına kaynak sağlamaktadır. Teorilere dayalı bir bakış
açısı, bireyin bakımını amaçlı ve sistemli olarak planlama ve uygulama olanağı vermektedir.
Hemşirelikte modeller, disiplin ile ilgili kavramları belirler ve bu kavramlar arasındaki ilişkiyi
açıklar. Hemşirelik modelleri, odak noktası olarak bireyi ele alarak hemşirelik
uygulamalarının mesleksel boyut içinde değerlendirilmesini sağlar. Ayrıca bu modeller
hemşirelik bilgisini ve uygulamalarını sistematize ederek hemşireye rehberlik eder ve
profesyonel bir iletişim sağlar. Bu makale, “Peplau’nun Kişilerarası İlişkiler Modeli”nin
kullanımını, bir örnek ile açıklayarak, NANDA’nın “sosyal etkileşimde bozulma” hemşirelik
tanısını
kullanmada
yaygınlaştırılmasını
modelin
kullanılabileceğine
sağlamak
dikkat
çekmek
amacıyla
ve
kullanımının
yazılmıştır.
Yöntem: Hemşirelik insan ilişkileri üzerine temellenmiş bir meslektir ve hemşirelik bakım
sürecinin etkinliği hemşirenin diğer bireylerle etkin iletişim kurma yeteneğine bağlıdır.
Yapılan çalışmalar, hemşirelerin etkili kişilerarası ilişkiler ve iletişim becerisi geliştirmesinin
hastalar üzerinde olumlu etkiler yarattığını göstermektedir. Bu nedenle olgunun süreci
“Pepleau’nun kişilerarası ilişkiler modeli” nin basamakları doğrultusunda yönlendirilmiştir.
Bu süreçte danışan ve ailesinden aydınlatılmış onam alınmıştır. Danışmanlık süreci on gün ara
ile kırkbeşer dakikalık düzenli görüşmelerle sürdürülmüştür. Süreç toplam 12 görüşmede
tamamlanmıştır. Danışanın yakınmaları ve gelişimsel öyküsü ele alınmış, sorunları analiz
edilmiş, ilk iki görüşme sonrasında asperger sendromu nedeniyle gelişen kaybolma ve
kendine zarar verebilme korkusuna ilişkin anlamlandırma ve etrafındaki kişilerle ilişkilerine
odaklanılmıştır.
Bulgular: “Pepleau’nun kişilerarası ilişkiler modeli” nin ilk basamağı olan oryantasyon
aşamasında; danışmanlık sürecinde danışanın yer oryantasyonu (kaybolma) ve kendine zarar
verme düşüncelerine ilişkin korkuları üzerine odaklanılmıştır. Danışanın sosyal yaşamında
agorafobik belirtilerinden ulaşım araçlarını kullanamama, evden dışarı çıkmama, yabancılarla
konuşmama gibi belirtileri NANDA’NIN “Sosyal Etkileşimde Bozulma” tanısı altında
incelenmiştir. Bu tanıya yönelik hemşirelik müdahaleleri danışan ve ailesiyle 4 ay boyunca
gerçekleştirilen amaçlı görüşmeler ile uygulanmıştır. Modelin çözümleme aşamasında son
olarak danışan ve ailesi tarafından uygulanan hemşirelik müdahalelerin etkinliği
değerlendirilmiş olup uygulamaların danışanın agorafobik semptomlarına kalıcı çözüm
olduğu
aile
ve
danışan
açısından
ifade
edilmiştir.
Sonuç: Asperger tanısı ile izlenen çocuk ve ailesinin hastalığın doğası sonucunda oluşan
sosyal etkileşimde bozulma ile baş etmelerinde hemşirenin bireye özel geliştireceği
kişilerarası iletişim modeli temelli danışmanlık oturumlarıyla olumlu sonuçlar alınacağı
görülmektedir. Peplau’nun kişilerarası ilişkiler modeli, asperger tanısı ile izlenen çocuklarda
“sosyal etkileşimde bozulma” NANDA hemşirelik tanısının planlanması, uygulanması ve
değerlendirilmesinde uygun olduğu düşünülmektedir. Hemşirelik modellerin hemşireler
tarafından kullanımının artırılması için temel hemşirelikle entegre edilmesine, sağlık
kurumlarında hizmet içi eğitimlerin düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Ayrıca modelleri vakalarla
örneklendirerek açıklayan makale ve kitaplara da gereksinim duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Peplau’nun kişilerarası ilişkiler modeli, pediatri hemşireliği, asperger
sendromu
P17 - BİR İLKÖĞRETİM OKULUNDAKİ ÖĞRENCİLERİN UYKU
ALIŞKANLIKLARI İLE OKUL BAŞARISI ARASINDAKİ İLİŞKİ
Melek ARDAHAN1, Gülten GÜRKAN2,
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Bu araştırma, bir ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin uyku alışkanlıkları ile okul
başarısı
arasındaki
ilişkiyi
incelemek
amacı
ile
planlanmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişkisel araştırmanın evrenini bir ilköğretim okulunda okuyan
öğrenciler oluşturmaktadır (N=450). Araştırmanın örneklemine 150 öğrenci alınmıştır. Veri
toplama aracı olarak anket formu düzenlenmiştir. Anket formunda demografik sorulara,
öğrencilerin bireysel alışkanlıklarını, tanısı konmuş hastalıkları, uyku alışkanlığını, uyku
düzenini, uyku alışkanlığını etkileyen faktörleri, okul başarısını etkileyen faktörleri, okul
başarısını inceleyen sorulara (38 soru) yer verilmiştir. Öğrencilere ilişkin tanıtıcı verilerin sayı
ve yüzde dağılımı verilmiş, verilerin analizi ki-kare testi ile yapılmıştır. Araştırmaya
başlamadan önce araştırmanın yapılacağı kurumdan yazılı, öğrencilerden sözlü izin
alınmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşları 11-14 yaşları arasında değişmektedir.
Cinsiyetlere bakıldığında %56.8’inin erkek, %43.2’sinin kadın olduğu saptanmıştır.
Öğrencilerin %44.8’inin 6.sınıf, %36’sının 7.sınıf, %19.2’sinin 8.sınıf olduğu saptanmıştır.
Öğrencilerin %9.6’sının tanısı konmuş bir hastalığının olduğu, bunların %4.8 inin yüksek
tansiyon, %2.4 ünün böbrek rahatsızlığı, %2.4 ünün romatizmal hastalığının olduğu tespit
edilmiştir. Öğrencilerin gün içinde toplam %7.2 sinin 5-7 saat uyuduğu, %77.6 sının 7-9 saat
uyuduğu, %15.2’sininn 9 saatten fazla uyuduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin %1.6.’sinin
derslerde uyukladığı, %28.0’ının bazen uyukladığı, %28.8’inin ders çalışmak için geç yattığı,
%37.6’sinin sınav öncesi uyku alışkanlığının değiştiği saptanmıştır. Öğrencilerin %4.0’ının
sınav öncesi sabahladığı, %8.0’ının sınav öncesi her zamanki saatinde uyuduğu, %16.0’ının
sınav öncesi geç saatlere kadar ders çalıştığı, %9.6’sınınn sınav öncesi erken kalkıp ders
çalıştığı saptanmıştır. Öğrencilerin %47.2’sinin 85-94 arasında başarı puanı olduğu
saptanmıştır. Öğrencilerin başarı durumunun %44.8’inin iyi olduğu saptanmıştır. Okul başarı
durumu orta olan öğrencilerin %50.0’ının uyku alışkanlıklarının iyi olmadığı saptanmıştır.
Yapılan ki-kare analizinde okul başarı durumu ile uyku alışkanlıkları arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir fark görüldüğü saptanmıştır (X2= 10.847 P= 0.028 P<0.05).
Sonuç: Sonuç olarak, öğrencilerin uyku alışkanlıklarının okul başarısını etkilediği
belirlenmiştir. Öğrencilere uyku ve verimli ders çalışmanın uyku problemlerini azaltacağı ve
uykusuzluğun okul hayatına verdiği zararların ortadan kalkacağı konusunda eğitim
verilmelidir. Böylece uyku problemlerinin okul başarısını etkileme oranının azalabileceği
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Uyku, uyku alışkanlıkları, okul başarısı, öğrenci, ilköğretim okul
P18- İLKÖĞRETİM OKULLARINDA ÖĞRENİM GÖREN ÖĞRENCİLERİN ÖZBAKIM GÜCÜNÜN İNCELENMESİ
Melek ARDAHAN1, Seda YAŞAR2,
1
Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Bu araştırma, bir ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin öz bakım gücünün
incelenmesi
amacı
ile
planlanmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı araştırmanın evrenini bir ilköğretim okulunda okuyan öğrenciler
oluşturmaktadır (N=239). Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiştir. Veri toplamak
amacıyla öğrencilere kendilerine ait tanıtıcı bilgileri (15 soru) ve öz-bakım gücü ölçeğini (35
soru) içeren toplam 50 sorudan oluşmuş anket formu öğrencilere uygulanmıştır. Araştırmaya
başlamadan önce araştırmanın yapılacağı kurumdan yazılı, öğrencilerden sözlü izin alınmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan 6. sınıf ilköğretim öğrencilerinin %6.7’si 11 yaş, %83.3’ü 12
yaş, %8.3’ü 13 yaş, %1.7’si 14 yaş ve üzeri olduğu saptanmıştır. 7. sınıf öğrencilerinin %1.8’i
11 yaş, %16.1’i 12 yaş, %67.9’u 13 yaş, %14.3’ü 14 yaş ve üzeri olduğu saptanmıştır. 8. sınıf
öğrencilerinin %17.5’inin 13 yaş, %82.5’inin 14 yaş ve üzeri olduğu saptanmıştır. 6. sınıf
öğrencilerinin % 53.3’ünün kız ve %46.7’sinin erkek olduğu, 7. sınıf öğrencilerinin
%44,6’sının kız ve %55.4’ünün erkek olduğu, 8. sınıf öğrencilerinin 47.6’sının kız ve
%52.4’ünün erkek olduğu saptanmıştır. Araştırmaya katılan 6. sınıf ilköğretim öğrencilerine
öz-bakım denildiğinde %95’inin ilk akıllarına banyo, %15’inin aksesuar kullanma,
%93.3’ünün el-yüz yıkama, %96.7’sinin tırnak kesme, %90’ının kıyafet temizliği, %90’ının
saç bakımı, %73.3’ünün ayak bakımı, %71.7’sinin oda temizliği, %90’ının diş temizliği ve
%3.3’ünün makyaj yapma, 7. sınıf ilköğretim öğrencilerine öz-bakım denildiğinde
%96.4’ünün ilk akıllarına banyo, %8.9’unun aksesuar kullanma, %94.6’sının el-yüz yıkama,
%92.9’unun tırnak kesme, %89.3’ünün kıyafet temizliği, %89.3’ünün saç bakımı, %75’inin
ayak bakımı, %64.3’ünün oda temizliği, %96.4’ünün diş temizliği ve %5.4’ünün makyaj
yapma, 8. sınıf ilköğretim öğrencilerine öz-bakım denildiğinde %96.8’inin ilk akıllarına
banyo, %15.9’unun aksesuar kullanma, %95.2’sinin el-yüz yıkama, %90.5’inin tırnak kesme,
%90.5’inin kıyafet temizliği, %87.3’ünün saç bakımı, %76.2’sinin ayak bakımı, %55.6’sinin
oda temizliği, %74.6’sının diş temizliği ve %11.1’inin makyaj yapma geldiği saptanmıştır.
Öğrencilerden 6. sınıfta okuyanların %76.7’sinin, 7. sınıf öğrencilerinin %87.5’inin, 8. sınıf
öğrencilerinin %73’ünün öz-bakım hakkında bilgi aldıklarını ifade ettikleri saptanmıştır.
Araştırmaya katılan 6. sınıf öğrencilerinin %71.7’ sinin öz-bakım hakkında bilgisini yeterli,
%6.7’sinin yetersiz bulduğu ve %21.7’sinin kararsız, 7. sınıf öğrencilerinin %69.6’sının özbakım hakkında bilgisini yeterli, %5.4’ünün yetersiz bulduğu ve %25’inin kararsız, 8. sınıf
öğrencilerinin %76.2’sinin öz-bakım hakkında bilgisini yeterli, %11.1’inin yetersiz bulduğu
ve
%12.7’sinin
kararsız
olduğu
saptanmıştır.
Sonuç: Sonuç olarak, 6. sınıfların öz-bakım konusunda daha bilinçli olduğu saptanmıştır.
Öğrencilerin ailelerinin, öğretmenlerin konuya gereken duyarlılığı göstermesi, ailelerin
eğitilmesi ve okullarda sağlık bilgisi dersi kapsamında bu konuya değinilmesi gerektiği
önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Öz bakım, öz bakım gücü, öğrenci, ilköğretim okulu, öğretmen.
P19 - İKİ FARKLI İLKÖĞRETİM OKULUNDA OKUYAN 1. SINIF
ÖĞRENCİLERİNNİ BESLNEM DURUMLARI İLE FİZİKSEL AKTİVİTELERİ
ARASINDAKİ İLİŞKİNİN BELİRLENMESİ
Esra TURAL BÜYÜK1, Sümeyye TOPÇU1,
1
Omü Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu çalışma, sosyoekonomik düzeyi farklı iki ilköğretim okulundaki birinci sınıf
öğrencilerinin beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıkları arasındaki ilişkinin belirlenmesi
amacıyla
yapıldı.
Yöntem: Bu çalışma, sosyoekonomik düzeyi farklı iki ilköğretim okulundaki birinci sınıf
öğrencilerinin beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıkları arasındaki ilişkinin belirlenmesi
amacıyla
yapıldı.
Bulgular: Araştırmamıza katılan öğrencilerin; % 69.5’inin 15-85. persentiller arasında boy
uzunluğuna sahip olduğu, % 68.4’ünün kilo yönünden 15-85. persentiller arasında olduğu ve
çocukların %60’ının beden kitle endeksi(BKİ) nin 15-85. persentiller arasında olduğu
görülmüştür. Yaşa göre boy uzunlukları bakımından % 69.5’inin, yaşa göre ağırlık yönünden
% 68.4’ünün ve beden kitle endeksi(BKİ) bakımından %60’ının normal sınırlarda olduğu
görülmüştür. Çocuğun fiziksel aktivite durumu incelendiğinde, %87.4’ünün düzenli devam
ettiği spor aktivitesi olmadığı saptanmıştır. Çocukların spor yapma süreleri sorgulandığında
ise % 70.5’inin günlük 0- 30 dakika arası spor yaptığı belirlenmiştir. Çocukların haftada kaç
gün fiziksel aktiviteye zaman ayırdığı sorusu %38.9 oranında haftada 2 gün olarak
cevaplandırılmıştır. Çocukların günlük aktivite sürelerine bakıldığında, %42.1’inin 0-30
dakika aktivite yaptığı görülmüştür. Çocukların %58.9’unun okula yürüyerek gittikleri ve
%60’ının vakit geçirebileceği güvenli oyun alanı olmadığı belirlenmiştir. Farklı okullardaki
çocukların boy uzunlukları yönünden araştırdığımızda sosyoekonomik düzeyi yüksek olan
okulda boy kısalığına rastlanmazken, diğer okulda %11.6 oranında boy kısalığı saptandı ve bu
durum istatiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Çocukların kilo dağılımlarına bakıldığında
ise çocukların kilolarına göre dağılımlarının sosyoekonomik yönden düşük öğrencilerin
okulunda ki öğrencilerin %38.9’unun, yüksek sosyoekonomik düzeyde okuyan öğrencilerin
ise %29.5’inin 15-85. persentiller arasında olduğu belirlenmiş ve çocukların kiloları ile
okudukları okul arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır(p>0.05).
Çocukların BKİ dağılımlarına bakıldığında sosyoekonomik yönden düşük öğrencilerin
okulunda ki öğrencilerin %29.5'inin, yüksek sosyoekonomik düzeyde okuyan öğrencilerin
%30.52inin 5-85. persentiller arasında olduğu saptanmıştır. Çocukların BKİ’ leri ve
okudukları okul arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır(p>0.05). Obezite,
sosyoekonomik düzeyi yüksek ailelerin çocuklarında daha sık görülmektedir fakat
çalışmamızda okullardaki obezite oranı birbirine yakın değerlerde bulunmuştur. Okullar
arasında çocuklarda fiziksel aktivite bakımından da istatiksel olarak anlamlı bir ilişki
bulunmamıştır (p>0.05). Öğrencilerin fiziksel aktivite durumlarına bakıldığında, okullar arası
sosyoekonomik duruma bağlı farklılık saptanmamıştır. Sosyoekonomik durumun düzenli spor
yapma, bir haftadaki toplam fiziksel aktivite süresi, okula gidiş durumunu etkilemediği
sonucuna varılmıştır.Çocukların kilo persentilleri ve BKİ ile öğün sayısı arasındaki ilişkiye
bakıldığında 15-85. persentiller arasında kiloya sahip olan ve 5- 85. persentiller arası BKİ
değerlerine sahip olan çocukların en az üç öğün beslendiği saptanıp bu durum istatiksel olarak
anlamlı
bulunmuştur
(p<0.005).
Sonuç: Sonuç olarak, bu yaş grubu öğrencilerde sosyo-ekonomik durumun beslenme ve
fiziksel aktivite ilişkisine pek etkisi bulunmadığı saptandı. Bu konuda daha çok araştırmaya
ihtiyaç duyulduğu kanısına varıldı.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, ilkokul, sağlık, beslenme, fizik aktivite
P20 - PEDİATRİK YANIK OLGULARINDA ENTERAL BESLENMENİN ÖNEMİ
Esra ARDAHAN1, Hatice YILDIRIM SARI1,
1
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi
Amaç: Yanık, üst düzeyde beslenme desteğine ihtiyaç duyulan ciddi olgulardan birisidir.
Yanmış hastanın metabolizması enerji, yağ, karbonhidrat, protein, vitamin ve mineraller,
antioksidan ihtiyacındaki artışa bağlı olarak hızlanır. Yanık olgularında enteral, parenteral ve
oral beslenme desteği çok önemlidir. Yanıklı hastaların beslenme fonksiyonlarının, besin
ihtiyaçlarının yakından izlenmesi sayesinde; enfeksiyon oranları, hospitalizasyon süreleri ve
ileride gelişebilecek komplikasyonlar büyük ölçüde engellenmiş olur. Ciddi yanık
yaralanmalarını takiben agresif beslenme desteği önerilmektedir. Başlangıç aşamasında; yanık
olgularında, uzamış ve dirençli hipermetabolik yanıt oluşarak plazma katekolamin, kortikol ve
enflamasyon medyatörlerinin seviyeleri on -yirmi kat artabilir. Bu metabolik yanıt metabolik
hızı iki katına çıkartarak, bütün vücutta katabolizmaya sebep olarak kas zayıflığı ve ciddi
kaşeksiye sebep olabilir. Gerekli besin maddelerinin alımında karşılaşılan problemler; yara
iyileşmesinin gecikmesine, çoklu organ yetmezliğine, enfeksiyonlara karşı duyarlılığın
artmasına ve ölümlere sebep olabilir. Bu nedenle, yanık hastalarında bakımın sağlanması,
hipermetabolik yanıtın azaltılması, yara iyileşmesinin hızlanması, tahrip edici katabolizmanın
azaltılması, mortalite ve morbidite oranlarının düşürülmesi için agresif beslenme desteği
önerilmektedir. Enteral Beslenme; Gastrointestinal sistem fonksiyonları olan, ancak koma,
tümör, fistül, yutma refleksinin olmaması ve ciddi yanıklar gibi durumlarda oral yoldan
beslenemeyen hastalarda, Total Parenteral Beslenme ise Gastrointestinal yolla beslenemeyen
ya da bu yolla beslenmesi kontrendike olan hastalara, yeterli besin maddelerinin intravenöz
yolla verilmesi işlemidir. Total parenteral ve enteral beslenme yöntemlerinin ikisi de etkili
yöntemler olmasına karşın, iki beslenme yönteminin birbiri ile karşılaştırıldığı bir çalışmada;
glutamine ve arginine ile desteklenmiş enteral beslenen pediatrik yanık hastalarında intestinal
sistem fonksiyonlarının korunduğu ve immün sistem fonksiyonlarının geliştiği gözlenmiştir.
Enteral beslenen ve Total Parenteral beslenen iki grupta serum kortisol ,insülin, IgG, IgM,
TCD4 ve TCD8 seviyelerinde belirgin farklar bulunmuştur. Enteral beslenen grupta
Gastrointestinal hemoraji, pnömoni, akut renal yetmezlik, septik şok, bakteriyemi gibi
komplikasyonların ve mortalite oranının Total Parenteral beslenen kontrol gruba kıyasla
anlamlı oranda düşük olduğu görülmüştür. Yanık sonrasında enteral beslenmenin başlatıldığı
saatin de tedavi üzerinde önemli etkisi vardır. Yapılan çalışmalar yanık olgularında hastaneye
yatış anından itibaren enteral yoldan beslenmenin başlatılabileceğini göstermiştir. Pediatrik
yanık hastalarında; erken enteral beslenmenin hastaneye kabul kilosunu koruduğu,antibiyotik
kullanım ihtiyacı ve süresiyle hospitalizasyonu azalttığı yapılan araştırmalarla ortaya
konulmuştur. Enteral beslenme; mukozal bozulma, bakteriyel translokasyon ve ince bağırsak
permeabilitesinde azalmayı önler. Hızlı yara iyileşmesini desteklerken, kilo kaybı ve
mortaliteyi azaltır. Yanık sonrası 3-6. saat ile 48.saatte enteral beslenmeye başlanan ve yara
pansumanları arasında hiçbir farklılık olmayan iki grupta; erken beslenen hastalarda
hospitalizasyonun
kısaldığı
ve
komplikasyon
görülme
–ölüm
oranlarının
azaldığı
saptanmıştır. Erken beslenen çocuk hastalar hastaneye girişteki kilosunun ortalama %3’ünü
kaybederken, geç beslenen kontrol grubunda bu kayıp ortalama %9 seviyesine ulaşmıştır.
Başka bir çalışmada ise; erken beslenen hastalarda 8.8±4.1 günde, geç beslenen kontrol
grubunda ise 24.1±6.9 günde pozitif nitrojen dengesi görülmüştür. Sonuç olarak; erken enteral
beslenme ve resüsitasyon özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki pediatrik yanık olgularında
etkili ve güvenli bir yöntem olarak önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pediatri, Yanık, Nütrisyon, Erken Enteral Beslenme, Metabolik Yanıt
P21- KANSERLİ ÇOCUĞUN OKUL YAŞANTISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN
BELİRLENMESİ
Aslı AKDENİZ KUDUBEŞ1, Ayfer ELÇİGİL2,
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, 2Koç Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu
Amaç: Araştırma, kanserli çocuğun okul yaşantısını etkileyen faktörlerin belirlenmesi
amacıyla
planlanmıştır.
Yöntem: Bu çalışma tanımlayıcı bir çalışmadır. Araştırmaya Haziran-Ekim 2013 tarihleri
arasında bir eğitim ve araştırma hastanesi ile bir üniversite hastanesinde tedavi alan 120
kanserli çocuk alınmıştır. Etik kurul izni ve hastanelerden kurum izni ile çocuk ve ailelerinden
yazılı ve sözlü izin alınmıştır. Veriler, çocuk bilgi formu ve çocuk ve ebeveyn görüşme formu
ile toplanmıştır. Araştırma sonucu elde edilen bulgular SPSS 15.0 programı yardımıyla
değerlendirilerek analiz edilmiştir. Araştırmanın verileri yüzdelik hesaplamalar ve ki-kare
testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Araştırmamızın sonuçlarına göre, çocukların %87,5’unun okula devamsızlık
yaptığı belirlenmiştir. Hematolojik malignite tanısı alan çocukların %64,8’inin ve onkolojik
malignite tanısı alan çocukların %35,2’sinin okula devamsızlık yaptıkları belirlenmiştir.
Okula devamsızlık gün sayısı 21 günden fazla olan çocukların oranı %75’dir. Devamsızlık
nedenlerine bakıldığında %36,2’sinin fiziksel semptomlar (nötropeni, bulantı, kusma, ağrı
vb.) ve tedaviye bağlı nedenlerden, %47,6’sının tedaviye bağlı nedenlerden dolayı (cerrahi
tedavi, kemik iliği transplantasyonu vb.) okula devamsızlık yaptığı saptanmıştır.
Çalışmamızın sonuçlarına göre, çocukların %30.8’i öğrenme süreci ile ilgili problem
yaşamakta ve %17,5’i okuduğunu anlamakta güçlük çekmektedir. Araştırmaya katılan
çocukların %55,8’sinin hastanede ek ders aldığı belirlenmiştir. Kemoterapi alan çocukların
%55,6’sı, kemoterapi-radyoterapi tedavisi alan çocukların %21,1’i, kemoterapi-cerrahi tedavi
alan çocukların %11,1’inin ve üç tedavi şeklini de alan çocukların %12,2’sinin 21 günden
fazla okula devamsızlık yaptıkları saptanmıştır. 7-12 yaş grubundaki çocukların %77,3’ünün
ve 13-18 yaş grubu çocukların %22,7’sinin Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Özel Eğitim
Gerektiren Bireyler İçin Evde Eğitim Hizmetleri Programına başvurduğu belirlenmiştir.
Çocukların yaş grubuna göre MEB Özel Eğitim Gerektiren Bireyler İçin Evde Eğitim
Hizmetleri Programına başvuru durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
saptanmıştır (p=0.007). Programa başvurmama nedenlerine bakıldığında 7-12 yaş grubundaki
çocukların %57,6’sı programı bilmediği için ve %66,7’si istemediği için programa
başvurmadığını bildirmiştir. Araştırmaya katılan 13-18 yaş grubundaki çocukların %100’ü
lise öğrencisi olduğu için programa başvuramadığı belirlenmiştir. Kemoterapi-radyoterapicerrahi tedavi alan çocukların %18,2’sinin sınıf tekrarı yaptığı belirlenmiştir. Aldıkları
tedaviye göre sınıf tekrarı yapma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
olmadığı
saptanmıştır
(p=0.192).
Sonuç: Çalışmanın sonucunda kanserli çocukların çoğunluğunun yaşadıkları semptomlar
yada aldıkları tedaviler nedeniyle okula devamsızlık yaptıkları belirlenmiştir. Sonuç olarak,
kanser tanısı alan çocuklar kısa sürede ve tıbben mümkün olduğunca hastalık öncesindeki
normal okul ve sosyal deneyimlerine dönmesi için teşvik edilmelidir. Çocuğu kanser tanısı
alan ebeveynler okulla iletişimlerinin (öğretmenlerle iletişimin sürdürülmesi ve arkadaşlarının
ziyaret edilmesi) devam etmesi konusunda bilgilendirilmeleri önemlidir. Kanserli çocukların
okul yaşantılarında verilecek hizmetler planlanırken yaş ve hastalığın evresi gibi
değişkenlerin göz önünde bulundurulmasının ve kanserli çocuklara tedavi sonrası
karşılaşabilecekleri okul yaşantısındaki sorunlar hakkında bilgi verilmesinin kanserli
çocukların okul yaşamının sürdürülmesi ve geliştirilmesinde önemli rol oynayacağı
düşünülmektedir. Okul yaşantısının devamlılığı için çocuk ve ailelerin teşvik edilmeli,
kontroller sırasında çocukların okula devam durumunun sorgulanmalı, okulla ilgili sorunlar
belirlenerek çözüm önerileri sunulmalıdır. Ayrıca, sağlık personeline kanserli çocukların okul
yaşantılarının düzenlenmesine yönelik hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmeli ve
eğitim programının içine MEB’nın program içeriği dâhil edilmelidir. Kanserli çocukların
ebeveynlerinin sağlık personeli tarafından bu konuda bilgilendirilmesi önerilir.
Anahtar Kelimeler: Kanser, çocuk, okul, okul-aile ve sağlık personeli iş birliği.
P22 - ÇOCUKLUK ÇAĞI EV KAZALARININ ÖNLENMESİ
Hümeyra BARBAROS1, Burcu AYKANAT2, Birsen BİLGEN SİVRİ3, Meryem
AYDIN4,
1
Bilecik Şeyh Edebali Sağlık Yüksekokulu, 2Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık
Yüksekokulu, 3Mevlana Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Düzce Üniversitesi Sağlık
Yüksekokulu
Amaç: Çocukluk çağı kazaları, çocuğun sağlığı üzerine fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden
etki ederek dengeyi bozan hastalık, sakatlık hatta ölüme neden olan ve önemle üzerinde
durulması gereken bir toplum sağlığı sorunudur. Ev kazaları çocukluk çağında görülen
kazaların yaklaşık yarısını oluşturmakta ve giderek artış göstermektedir. Ülkemizde toplam
çocuk ölümlerinin 1/3’ünü ev kazaları oluşturmaktadır. Ev kazalarına yönelik güvenlik
önlemlerinin alınması, ailelere güvenlik danışmanlığı ve eğitiminin yapılması ile bu oranlar
azaltılabilir. Bu derlemede çocukluk çağı ev kazaları, bu kazaların nedenleri ve ev kazalarını
önlemeye
yönelik
girişimler
ele
alınmıştır.
Ev kazaları bir evin içinde veya ona ait çevrede meydana gelen kazalardır. Çocuklarda en sık
görülen ev kazası tipleri düşmeler, yanıklar, zehirlenmeler, suda boğulmalar, yabancı cisim
yutmaları ve evcil hayvan ısırıklarıdır. Türkiye’ de tüm kazaların %18-25’ini ev kazaları
oluşturmaktadır. 0-6 yaş grubu çocuklarda ölümle sonuçlanan düşme olaylarının %50-80’inin
ev ortamında meydana gelmektedir. Çocuklarda ev kazalarında risk faktörleri olarak; anne ve
baba yaşının küçük olması, geniş ailede yaşıyor olmak, çocukların ilk çocuk olmaları,
ebeveynlerin eğitim düzeyi ve ailede yaşayan kişilerin çok olması belirtilmiştir. Çocuklar
kendilerini kazalardan koruyabilecek gelişimsel özelliğe yeterince sahip olmadıklarından
kendileri için güvenli bir çevrenin oluşturulmasına ve ev kazalarından korunmaya yönelik bir
yetişkinin yardımına gereksinim duyarlar. Ev kazalarını önlemede anne ve babaların risk
algılama düzeyini artırmaya yönelik sağlık ekibi üyeleri ve hemşireler tarafından farkındalık
eğitiminin yapılması ailelerin kazaların önlenebilir olduğu düşüncesine ulaşmalarına yardımcı
olur. Ev kazalarına yönelik risklerin belirlenmesi ve bunlara yönelik güvenlik önlemlerinin
alınması gerekir. Çocuğu izleyen hemşireler, sağlık kontrolü sırasında annenin kazalardan
korunma bilincini güvenliğe ait sorularla sorgulamalı ve aileye riskli durumlardan kaçınmayı
sağlayacak bilgilendirmeyi yapmalıdır. Evde alınabilecek güvenlik tedbirleri ve bu tedbirlere
rağmen kazaların olması halinde yapabilecek ilk yardım uygulamaları konusunda aileyi
bilgilendirmelidir. Yazılı ve görsel materyallerle danışmanlık hizmeti verilmelidir. Annelere
yönelik yapılan eğitimlerle ev kazalarının görülme oranlarının azaldığına dair çalışma
sonuçları dikkate alınarak anne ve babalar için ev kazalarına yönelik düzenli eğitimlerin
yapılması gereklidir. Ev kazalarını önlemeye yönelik disiplinler arası işbirliği ile projelerin
geliştirilmesi; ulusal, yerel etkinlikler düzenlenerek yasal düzenlemelerin yapılması
sağlanabilir. Sorunun yazılı ve görsel basın aracılığı ile topluma yansıtılması, farklı çözüm
önerilerine ulaşmaya ve toplumsal farkındalığın artmasına yardımcı olur. Ayrıca ülke çapında
bulgulara ulaşabilmek için araştırmalar yapılması, ev kazaları ile ilgili düzenli bir kayıt
sisteminin
oluşturulması
mevcut
durumu
görmemizi
sağlayacağından
önemlidir.
Önlenebilir ev kazaları ilgili ailelerin, çocuklarının karşı karşıya kalabileceği tüm
tehlikelerden haberdar olmaları beklenemez. Ancak sağlık ekibi üyeleri ve pediatri
hemşireleri bilgilendirme, eğitim, bireysel danışmanlık hizmeti gibi ev kazalarını önlemeye
yönelik girişimlerle ailelerin farkındalıklarını artırabilir, güvenlik önlemleri almalarını
sağlayarak ev kazaları ve bunlara bağlı ölüm oranlarının azalmasına katkıda bulunabilirler.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, ev kazaları, güvenlik, hemşire.
P23 - YENİDOĞAN YOĞUNBAKIM ÜNİTESİNDE BEBEĞİ YATAN ANNELERİN
YENİDOĞAN BAKIMINA YÖNELİK BİLGİ DÜZEYLERİ
Serap KAYNAK1, Nihal SUNAL2
1
Amaç:
Annelerin
Balıkesir Üniversitesi, 2İstanbul Medipol Üniversitesi
yenidoğan
bakımına
yönelik
bilgi
düzeylerini
belirlemek.
Yöntem: Araştırmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Yenidoğan Yoğun
Bakım Ünitesi’nde 20.10.2010- 15.06.2011 tarihleri arasında bebeği yatan 201 anne arasından
araştırmaya gönüllü toplam 148 anne dahil oldu, annelere yenidoğan bakımıyla ilgili 43 soru
soruldu, verilen cevaplarla annelerin sosyo demografik ve obstetrik özellikleri karşılaştırıldı.
Değerlendirme
annelerin
bilgi
puanları
ve
bilme
durumları
ölçülerek
yapıldı.
Bulgular: Araştırmamızda anneler 43 sorudan en az altı soruya en çok 38 soruya doğru cevap
vermişlerdir. Araştırmamızda 38 soruya doğru cevap veren kişi sayısı birdir. Soruların
%70’ine doğru cevap veren kişi oranı ise sadece %14.2’dir. Yapmış olduğumuz araştırmada
annelerin yenidoğan bebek bakımına yönelik bilgilerinin oldukça düşük olduğunu bulundu.
Sonuç: Doğum sonrası ve ilerleyen dönemlerde yenidoğanın mortalite ve morbitidesini
azaltmak için annlere doğum öncesi, hatta gebelik planlama döneminden başlayarak doğum
sonu da sürecek şekilde eğitim verilmeli ve kadınların eğitim seviyesi yükseltilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Anne, bilgi düzeyi, bilgi gereksinimi, yenidoğan, yenidoğan bakımı.
P24 - ÇOCUK ACİLDE İLAÇ UYGULAMA HATALARININ NEDENLERİ VE
ÖNLEMEYE YÖNELİK ÖNERİLER
Tufan Aslı SEZER1, Sevil ÇINAR2, Ayşe YILMAZ3, Cansu AKDAĞ3, Funda ASLAN3,
Handan BOZTEPE3
1
Ankara Üniversitesi, 2Hacettepe Üniversitesi, 3Hacettepe Üniversitesi
Amaç: Çocuk acilde ilaç uygulama hatalarının nedenlerini ve önlemeye yönelik önerileri
belirlemek
amacıyla
yapılmıştır.
Hasta güvenliğini etkileyen en kritik ve yaygın hata tipi ilaç hatalarıdır. ABD İlaç Hatalarını
Rapor Etme ve Önleme Ulusal Koordinasyon Konseyi (NCCMERP), ilaç hatasını, hastanın
ilaçtan zarar görmesine ya da uygun olmayan ilacı almasına neden olan önlenebilir bir olay
olarak tanımlamaktadır. İlaç hataları, reçeteleme, ilaç istem iletimi, ilaçların etiketlenmesi,
paketlenmesi, adlandırılması, birleştirilmesi, dağıtımı, ilaç yönetimi, eğitim, izlenmesi ve ilaç
kullanımını içeren sağlık çalışanı ilaç uygulamalarına, sağlık bakım ürününe ve prosedür ve
sistemlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. İlaç hatalarından bazıları; yanlış ilaç, yanlış doz,
yanlış seçenek, yanlış teknik ve ekipman kaybıdır. The Harvard Medical Practice Study,
hastanelerde karşılaşılan tıbbi hataların %19,4‘ünü, yanlış ilaç uygulamalarının oluşturduğunu
rapor etmiştir. Yapılan araştırmalarda 2002 yılı içinde ülkemizde 789 milyon kutu ilaç
tüketilirken, bu rakamın 2011 yılında 1 milyar 700 bin kutuya yükseldiği görülmektedir.
İlaçların adlandırılmasında bir standart kullanılmaması sebebiyle ilaç güvenliğini tehlikeye
atacak düzeyde yazılışları ve okunuşları benzer ilaçlar oldukça fazladır. Yapılan bir çalışmada
da, ekiple olan iletişimin azlığı, sıfırlı ya da ondalıklı sayıların takibindeki hatalar, el
yazılarının okunmaması, ilaç hazırlarken ya da uygularken yapılan işin kesintiye uğraması,
dikkatin dağınık olması, benzer isimde ilaçların bulunması, doz hesaplaması ve bilgi eksikliği
ilaç uygulamasında hemşirelerin yaptıkları hata nedenleri arasında bulunmuştur. Bu nedenle
çocuk acil servisi gibi yoğun ortamlarda ilaç hatalarının olması kaçınılmazdır. Hastalarda ilaç
hatalarının oluşmasında birçok faktör rol oynamaktadır. Çocuk acil servislerde yapılan ilaç
uygulama hataları, eş zamanda birden fazla hastanın tedavisi, sıklıkla sözel order alınması,
çok çeşitli ilaçların kullanılması, ilaç uygulama yollarının çeşitliliği, yüksek riskli ilaçların
olması, zaman kısıtlılığı, ilaç uygulaması sırasında hemşirenin ilgisinin dağılması ve
uygulanan işin kesintiye uğraması, görev tanımının yapılmaması, ekip iletişim problemleri,
laboratuvar hataları, benzer isimde ilaçların bulunması, doz hesaplaması ve bilgi eksikliği ilaç
uygulamasında hata nedenleri arasında bulunmuştur. Genellikle oldukça yoğun ve hareketli
olan çocuk acil servislerinde bu hata etkenlerinin göz önünde bulundurulması ve gerekli
önlemler
alınması
gerektiği
açıktır.
Pediatri hemşireleri, pediatrik ilaç uygulamalarında yol gösterici rehberlerin geliştirilmesi,
kliniğe özgü prosedürlerin oluşturulması gibi birçok önleme stratejisine yön verebilecek
sağlık çalışanları olarak görülmektedir. Çocuk acilde ilaç hatalarını önlemek için, doz
hesaplamaları, etiketleme standardizasyonu, çift kontrol, sözel istem gibi işlemlere yönelik
geliştirilecek olan prosedürler, önemli hata önleme stratejileri arasında yer almalıdır.
Hemşirelerin bu konuda sürekli olarak bilgilendirilmesi, işe yeni başlayan hemşirelerin
oryantasyonu ve eğitimlerin sürekliliğinin sağlanması önerilmektedir. Ayrıca, ilaç hatalarının
önlenmesi için çocuk acil servislerde görev yapan hemşirelerin iş organizasyonlarının ilaç
hazırlama ve uygulama sürecinde bölünmeleri en aza indirecek şekilde yapılandırılıp,
planlanması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pediatri, acil servis, ilaç hataları, hasta güvenliği, hemşire
P25 - SİMÜLASYONUN LİSANS ÖĞRENCİLERİNDE KULLANIMI: HACETTEPE
ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE
HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ DENEYİMİ
Sevil ÇINAR1, Ayşe YILMAZ2, Elif BAKIR1, Gizem KERİMOĞLU1, Handan
BOZTEPE1
1
Hacettepe Üniversitesi, 2Hacettepe Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği
dersinde
simülasyon
uygulamasının
deneyimlenmesi
amaçlanmıştır.
Amaç: Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Avrupa Birliği Yaşam Boyu Öğrenme
Programı Leonardo da Vinci-Yenilik Transferi Projesi kapsamında 2012 yılında uygulama
alanı, gözlem odası ve çözümleme odasından oluşan bir simülasyon laboratuarı kurulmuştur.
Simülasyon uygulamasını gerçekleştirecek öğretim elemanları (1 öğretim görevlisi ve 4
asistan) konu ile ilgili eğitim almışlardır. Bu uygulamada görev alacak uygulamadan önce
öğrencilere simülasyon uygulaması ile ilgili ön bilgilendirme yapılmıştır. Daha sonra
uygulamaya katılan 30 öğrenci iki gruba ayrılmıştır. Bir grup öğrenci uygulama yaparken,
diğer grup çözümleme (debrifing) odasında, kameralarla 4 değişik açıdan kayıt altına alınan
uygulama grubunu izlemiştir. Uygulama yapan grupta bazı öğrenciler hemşire bazıları hasta
yakını ve doktor rolünü oynayarak ekip çalışması oluşturulmuş, aynı zamanda duruma
gerçeklik katılmıştır. Eğiticinin senaryoyu başlatmasıyla öğrencilerin kendilerine verilen
senaryo kapsamında 20 dakikalık süre içinde hemşirelik girişimlerini uygulamaları
beklenmiştir. Bu esnada kayıt odasındaki eğitici yapılan uygulamalara göre beklenen
sonuçları monitöre yansıtmış ve simülatörün tepkilerini (öksürme, konuşma gibi)
belirlemiştir. Daha sonra çözümleme odasındaki öğrenciler uygulama odasına geçmiş ve aynı
şekilde farklı bir senaryoyla uygulamayı deneyimlemişlerdir. Her uygulama bitiminde
öğrenciler çözümleme odasında eğitici eşliğinde kayıt altına alınan uygulamayı izlemiş ve
tartışmışlardır.
Simülasyon uygulaması sonucunda öğrenciler heyecanlı olduklarını, önceki dönemlerde
klinik deneyimleri olmasına rağmen hata yapmaktan korktukları için uygulamalar sırasında
geri planda kaldıklarını, bu nedenle birçok uygulamaya aktif olarak katılmadıklarını ifade
etmişlerdir.
Bu uygulama hemşirelik fakültesi çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği anabilim dalında
lisans eğitiminde ilk kez kullanılmıştır. Bu deneyimin paylaşılmasının gelecekte laboratuarın
kullanılmasına ilişkin bir rehber olacağı düşünülmektedir. Uygulamanın öğrenciler açısından
ve eğitimciler açısından son derece keyifli ve olumlu bir deneyim olmasına karşın
uygulamaların zaman alması ve bir dezavantaj olarak ifade edilebilir. Ayrıca bu tür laboratuar
kullanma ve uygulamaların gerçekleşmesi maliyeti yüksek bir uygulamadır.
Anahtar Kelimeler: Simülasyon, pediatri, hemşirelik öğrencileri, deneyim, eğitim
P26 - SOSYAL PAYLAŞIM SAYFALARINI KULLANAN ANNELERİN BEBEK
BAKIMINA İLİŞKİN BİLGİ VE DAVRANIŞ DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
Suzan ÖZKAN1, Nilüfer YILDIRIM1, Kadriye BANCAR1
1
Şifa Üniversitesi
Amaç: Günümüzde anneler, sağlık profesyonelleri tarafından verilen eğitimler dışında,
internet aracılığıyla sosyal paylaşım sayfalarını anahtar bir bilgi kaynağı olarak
kullanmaktadır. Sosyal paylaşım sayfaları, annelere bilgiye ulaşmanın ve insanlarla iletişim
kurmanın hızlı ve kolay bir yolunu sunmaktadır. Bebeğin ihtiyaçlarının karşılama konusunda
annenin yeterli düzeyde bilgiye sahip olması ve bunu doğru yollardan edinmesi oldukça
önemlidir. Bu araştırma; sosyal paylaşım sitelerini kullanan annelerin bebek bakımı
hakkındaki bilgi ve davranışlarının ne düzeyde olduğu ve bunu etkileyen faktörlerin
belirlenmesi
amacıyla
planlanmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan araştırmanın örneklemini araştırmaya katılmaya
gönüllü 192 anne oluşturmuştur. Araştırma, Nisan 2013-Temmuz 2013 tarihleri arasında
yürütülmüştür. Çalışma için etik kurul izni alınmakla birlikte, Facebook ortamındaki annebebek sayfa adminlerinden mesaj aracılığıyla izin alınmış ve sayfalara üye olan annelere soru
formları yollanmıştır. Anket formunu dolduracak annelerden de yazılı onam alınmıştır. Veri
toplamada araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu
kullanılmıştır. Anket formunda, sosyo-demografik soru formu (13 soru), bebek bakımına
ilişkin bilgiyi ölçen soru formu (21 soru), bebek bakımına ilişkin davranışı ölçen soru
formunda (12 soru) bulunmaktadır. Veriler internet ortamında web sayfası aracılığı ile
toplanmıştır.Sorulardan elde edilen veriler kişi sayısı ve yüzde ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin; yaş ortalaması 26.67±10,0 (min 18-max 39)’dur.
Annelerin %81,9’ lise ve üzeri eğitimli, %71.3’ü ev hanımıdır ve %86,5’i bebeğine isteyerek
hamile kalmıştır. Bebek bakımı hakkında ilgi kaynağı olarak doktor, %31.5’i ile ilk sırada yer
almaktadır. Annelerin %100’ü anne sütünü bebek için en iyi besin kaynağı olduğunu,
%67.6’sı ilk emzirmenin doğumdan yarım saat sonra olması, %62.1’i bebeğin iki yaşına kadar
emzirilmesi ve %82.8’i altıncı ayda ek besinlere geçilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bebek
bakımında; emzirdikten sonra gaz çıkarma (%98.5), yaz aylarında her gün, kış aylarında
haftada 2-3 kez yıkanma (%92.4), her iki cinsiyette de önden arkaya doğru temizlik yapma
(%67.1), pişik önlemek için alt bezini sık değiştirme (%74), biberonu sık kaynatılma (%96.2)
gibi davranışlarda iyi düzeyde bilgiye sahip oldukları saptanmıştır. Annelerin diş bakımı,
tırnak kesme, emzik kullanımı, bebeğin yatak malzemeleri seçimi konularında düşük düzeyde
bilgi
ve
davranışa
sahip
olduğu
saptanmıştır.
Sonuç: Annelerin bebek bakımı konusundaki bilgi ve davranışları istendik düzeyde değildir
buna rağmen sosyal paylaşım sayfalarını kullanan annelerin bebek bakımı hakkındaki
bilgilerini internet yerine doktordan alması, doğru bilgiye ulaşıldığını göstermektedir. Gebelik
döneminden başlayarak gerek sağlık kuruluşlarında gerekse internet ortamında bebek bakımı
ve uygulamalarıyla ilgili eğitimlerle daha faydalı sonuçlar ortaya çıkacağı düşünülmektedir.
Anneler için hemşireler tarafından Facebook ortamında bilgi verici materyallerin hazırlanması
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bebek bakımı, 0-12 ay, Hemşirelik
P27 - OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARIN VE AİLELERİNİN TEKNOLOJİK
ARAÇLARI KULLANMA ALIŞKANLIKLARININ İNCELENMESİ
Esma SÜLÜ UĞURLU1, Gizem YUSUMUT2, Sevda ÇELİK2, Selda GÜRE2, Bekir
ÇETİN2
1
E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu araştırma, 3-6 yaş arası çocukların ve ailelerinin teknolojik araçları kullanma
alışkanlıklarının
incelenmesi
amacıyla
yapılmıştır.
Yöntem: Araştırmanın evrenini İzmir İli Ödemiş ilçesinde bulunan toplam 24
anasınıfı/anaokuluna kayıtlı 3-6 yaş arası toplam 1215 çocuk, örneklemini ise toplam 300
çocuğun ailesi oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, literatür doğrultusunda araştırmacılar
tarafından hazırlanan, toplam 38 sorudan oluşan anket formu kullanılarak aileler ile yüz yüze
görüşülerek toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi; SSPS for Windows 17.0 istatistik paket
programı
kullanılarak,
sayı-yüzde
dağılımları
ve
ki-kare
testi
ile
yapılmıştır.
Bulgular: Araştırmada annelerin %56’sının 31-42 yaş arasında, %29’unun üniversite
mezunu, %63’ünün ev hanımı olduğu, babaların %73.7’sinin 31-42 yaş arasında, %36’sının
üniversite mezunu, %46.7’sinin serbest meslek sahibi olduğu, %90.3’ünün çekirdek aile
olduğu, %74’ünün gelirinin gidere denk olduğu, %52’sinin 2 çocuğa sahip olduğu,
%69.9’unun anaokulunda 1. çocuğu olduğu belirlenmiştir. Ailelerin %42’sinin evinde 2 tane
televizyon bulunduğu, %51.3’ünün evinde 1 tane bilgisayar/tablet/laptop bulunduğu, ailelerin
%90,7’sinin çocuğuyla birlikte vaktini televizyon izleyerek geçirdiği, %96.7’sinin çocuğunun
izlediği programları kontrol ettiği, ailelerin %75’inin çocuklarının teknolojik aletlerle fazla
vakit geçirmelerinin çocuk sağlığını etkilediğini düşündüğü, %47’si ise çocuklarda iletişim
bozukluğuna yol açtığını belirtmiştir. Çocukların %46,7’sinin 5 yaşında, %55.3’ünün erkek
olduğu, %95.7’sinin anaokulu dışındaki vaktini televizyon izleyerek geçirdiği, %7,3’ünün
odasında TV olduğu, %20,3’ünün kendine ait bilgisayarı olduğu belirlenmiştir. Çocukların
%49,3’ünün günde ortalama 1-2 saat televizyon izlediği, %44’ünün günde 1-2 saat
bilgisayarla vakit geçirdiği, %27,7’sinin günde 1-2 saat cep telefonu ile vakit geçirdiği,
%77’sinin izlediği reklam-film gibi programlardan etkilendiği, %30.3’ü izlediklerini taklit
ettiği belirlenmiştir. Annelerin %39.3’ünün çocuğuyla günde ortalama 5-6 saat birlikte vakit
geçirdiği, %55’inin boş vakitlerinde günde 5-6 saat televizyon izlediği, %45’inin günde 1-2
saat bilgisayarla vakit geçirdiği, %42.7’si bilgisayarı sosyal paylaşım sitelerine girmek amaçlı
kullandığı, babaların ise %49’unun çocuğuyla günde ortalama 3-4 saat birlikte vakit geçirdiği,
%61’inin boş vakitlerinde günde 1-2 saat televizyon izlediği, %48.7’sinin günde 1-2 saat
bilgisayarla vakit geçirdiği, %47’sinin ise bilgisayarı iş amaçlı kullandığı belirlenmiştir.
Sonuç:
Araştırmanın
sonucunda
çocukların
çok
küçük
yaşlardan
itibaren
televizyon/bilgisayar/cep telefonu gibi teknolojik araçlarla tanıştığı ve okul dışındaki
vakitlerini bu araçlarla değerlendirdiği, bu yaş grubu çocuklar için önemli olan oyun, oyuncak
ve arkadaşların yerini teknolojik araç gereçlerin almaya başladığı görülmüştür. Ebeveynlerin
ise okul öncesi yaş grubundaki çocukları ile beraber nitelikli vakit geçirmek yerine daha çok
teknolojik araçlarla beraber vakit geçirdikleri görülmüştür. Ebeveynlerin büyük çoğunluğunun
teknolojik araçlarla uzun süreli vakit geçirmenin çocuk sağlığı açısından birtakım zararları
olduğunu düşünmelerine rağmen kendilerinin ve çocuklarının hayatlarında bu araçlara bu
oranlarda yer vermeleri de çarpıcı bir sonuç olarak düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Okul öncesi çocuk, teknolojik araç, televizyon, cep telefonu, bilgisayar,
aile
P28- OKUL ÇOCUKLARINA ANNE VE BABASI TARAFINDAN UYGULANAN
DİSİPLİN YÖNTEMLERİ
Behice EKİCİ1,
1
Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu
Amaç: Bu araştırma bir ilköğretim okulunun orta kademesine devam eden çocuklara anne ve
babaları tarafından uygulanan disiplin yöntemlerini belirlemek amacıyla yapılmış, tanımlayıcı
bir
araştırmadır.
Yöntem: Araştırmanın evren ve örneklemini, 2013-2014 öğretim yılında İstanbul il merkezi
Anadolu yakasında özel bir ilköğretim okullunun orta kademesine devam eden 460 çocuk
oluşturmuştur. Veri formu rehberlik dersinde çocuklara doldurulmak üzere verilmiş; 7 çocuk
soru formunu doldurmak istememiş, 453 çocuk ise formu eksiksiz doldurmuştur. Böylece 453
form değerlendirmeye alınmıştır. Çocuklar yaklaşık 5-7 dakikada veri formunu kayıt
etmişlerdir. Veri formu, okul çocuğunun anlama ve cevaplama düzeyi dikkate alınarak
araştırmacı tarafından oluşturulmuştur. Formda, çocuğa ve ailesine ait tanıtıcı bilgileri ve
disiplin
yöntemlerini
sorgulayan
15
soru
bulunmaktadır.
Bulgular: Anne ve babaların tamamı üniversite mezunudur. Annelerin %51’i 31-40 yaş,
babaların %66,9’u 41-50 yaş arasındadır. Annelerin en sık kullandığı olumlu disiplin
yöntemleri; düzeltme (%60,9) ve destekleme (%55,6), uyarma (%45,5), hatırlatma (%44,6),
açıklama yapma (%40,6); annelerin en sık kullandığı olumsuz disiplin yöntemleri; eleştirme
(%15,7), kıyaslama (%13) ve korkutma (%6,8)’dır. Babaların en sık kullandığı olumlu
disiplin yöntemleri; düzeltme (%53,2), destekleme (%53), hatırlatma (%40,6), uyarma
(%40,2), açıklama (%36); babaların en sık kullandığı olumsuz disiplin yöntemleri; eleştirme
(%14,3),
kıyaslama
(%7,9)
ve
ceza
verme(%6)’dir.
Sonuç: Araştırmada anne ve babaların kullandığı disiplin yöntemlerinin belirlenmesi
amaçlanmıştır. Anne ve babaların olumlu disiplin yöntemleri olan düzeltme ve desteklemeyi;
olumsuz disiplin yöntemleri olan eleştirme ve kıyaslamayı çok sık kullandıkları
belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Disiplin, disiplin yöntemi, çocuk yetiştirilmesi, anne ve baba
P 29 - YENİDOĞAN BEBEĞİ OLAN ANNELERİN ENZİRMEYE İLİŞKİN
UYGULAMALARI
Behice EKİCİ1, Şule ZENGİN1, Kader GÜRSOY1, İlknur YÜCEER1
1
Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu
Amaç: Bu araştırma, 0-28 günlük (yenidoğan dönemi) bebeği olan annelerin emzirmeye
ilişkin uygulamalarını, bilgi ve görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmış, tanımlayıcı bir
araştırmadır.
Yöntem: Araştırmanın evrenini 01 Nisan-30 Nisan 2014 tarihleri arasında İstanbul ili
Ataşehir ilçesinde bulunan özel bir hastaneye başvuran ve yenidoğan bebeği olan 85 anne
oluşturmuştur. Anneler ile bir kez görüşülmüş, araştırma hakkında bilgi verilmiş, araştırmaya
katılmayı kabul eden annelerden sözlü ve yazılı onamları alınmıştır. Araştırmanın örneklemini
ise yenidoğan bebeği olan, araştırmaya gönüllü katılan ve veri formunu eksiksiz dolduran 82
anne alınmıştır. Veri formu anneler tarafından doldurulmuştur. Veri toplama formunda
anneye ve ailesini ait sosyo-demografik bilgileri, annenin emzirmeye ilişkin bilgi, görüş ve
uygulamalarını
sorgulayan
18
soru
bulunmaktadır.
Bulgular: Annelerin % 42,7’sinin 25-30 yaşında olduğu; % 28’inin lise mezunu oldukları;
%50’sinin çalışmadığı; %51,2’ sinin birinci doğumu olduğu; %43,9’unun ailesinin Karadeniz
bölgesinden İstanbul’a geldikleri görülmüştür. Annelerin %98,8‘i bebeklerini nasıl
emzireceğini bildiklerini ve %63,4’ünün nasıl emzirileceğini sağlık çalışanlarından
öğrendiklerini belirtmişlerdir. Annelerin %65,9’u bebeklerin ilk 30 dakika içinde emzirilmesi
gerektiğini bildiklerini belirtmişlerdir. Annelerin %59,8’i bebeklerini 2-3 saat ara ile ve 15-20
dakika (%46,3) emzirdiklerini belirtmişlerdir. Annelerin sadece %46,3’ü emzirme öncesi
meme temizliği yaptıklarını; %82,9’u bebeğin meme başını tam olarak kavramasını
sağlayacak şekilde tuttuklarını; %39’u ise memeyi makaslama şeklinde tuttuklarını
belirtmişlerdir. Annelerin %42,7’si çocuklarını iki yaşına gelene kadar emzireceklerini
belirtmişlerdir.
Sonuç: Araştırmada annelerin emzirmeye ilişkin uygulamaları, bilgi ve görüşlerini
belirlenmesi amaçlanmıştır. Annelerin yarısına yakınının emzirme yöntemleri konusunda
eksik veya yanlış bilgileri olduğu belirlenmiştir. Annelerin yarısına yakınının emzirme süresi
ve aralığı konusunda doğru bilgi ve uygulamalarının olduğu görülmüştür. Çalışma sonuçları,
ülkemizde anne ve çocuk sağlığının iyileştirilmesi için yapılan hizmetler içinde önemli bir yer
tutan ve çocuk hemşireliği uygulamaları içinde yer alan emzirme yöntem ve uygulamalarında
hala eksikler olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Anne, emzirme, yenidoğan, başarılı emzirme, emzirme yöntemi
P30 - ADÖLESANLARDA PROBLEMLİ İNTERNET KULLANIMI
Emine Zahide ÖZDEMİR1, Dilek ERGİN2
1
Süleyman Demirel Üniversitesi, 2Celal Bayar Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı, ülkemizde adölesanlardaki problemli internet kullanımına
dikkat
çekmek
ve
bu
durumu
derlemek
ve
özetlemektir.
Adölesanlarda Problemli İnternet Kullanımı Emine Zahide Özdemir 1, Dilek Ergin 2 Dünya
Sağlı Örgütü (DSÖ) 10-19 yaş grubunu adölesan olarak tanımlamaktadır. Adölesan dönem;
çocukluk döneminden yetişkinliğe geçişte büyüme ve gelişmenin çok hızlı olduğu bir süreçtir.
Adölesan dönemin sağlıklı geçirilmesi, yetişkinlik döneminde sağlıklı bireylerin ve ailelerin
dolayısıyla toplumun sağlıklı olmasını sağlayacaktır. Günümüzde problemli internet kullanımı
gözle görülür bir olgu haline gelmiştir(2,4). Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hanehalkı
Bilişim Teknolojileri Kullanım araştırması 2013 verilerine göre; bilgisayar ve internet
kullanımı yıllar içerisinde artış göstermiştir. 2012 yılında 16-74 yaş grubu bireylerde internet
kullanımı %47,4 iken, 2013 yılında %48,9’dur. Bilgisayar ve internet kullanım oranları en
yüksek yaş grubu ise 16-24 yaş grubudur(3,5). Buradan da anlaşılacağı gibi internetin zararlı
etkilerine en çok maruz kalan adölesan ve genç yetişkin grubu potansiyel risk taşımaktadır.
Problemli internet kullanımı; genel olarak internetin aşırı kullanılması isteğinin önüne
geçilememesi, internete bağlı olmadan geçirilen zamanın önemini yitirmesi, yoksun
kalındığında aşırı sinirlilik hali ve saldırganlık olması ve kişinin, iş, sosyal ve ailevi hayatının
giderek bozulması olarak tanımlanmaktadır(1). Problemli internet kullanımı beraberinde bir
takım fizyolojik, psikolojik ve sosyal sorunları da beraberinde getirmektedir. Adölesaların
internet başında fazla zaman geçirmeleri gündelik işlerini, okul ve hayatla ilgili görev ve
sorumluluklarını ertelemelerine veya yerine getirememelerine neden olmaktadır. 14-20 yaş
arası 754 kişiden 76’sının (%10) internet bağımlısı ve 199 kişinin (% 26,4) de olası bağımlılık
riski altında olduğunu belirtilmektedir. İnternet bağımlılığına Dikkat Eksikliği ve
Hiperaktivite Bozukluğu, Sosyal Fobi ve Hafif Depresyon gibi sorunların da eşlik ettiği
belirtilmektedir(6,7,8). Çocuk sağlığı hemşiresi holistik yaklaşımla çocuk ve aileyi bir arada
değerlendirmelidir. Çocukların sağlığının yükseltilmesi ve sürdürülmesi için olumsuz
durumları önceden tespit ederek önlem almalıdır. Aile içerisindeki farklılıkların, farklılıklara
karşı tepki ve davranışların ve onları etkileyen faktörlerin çocuk sağlığı hemşiresi tarafından
aile
merkezli
bakım
çerçevesinde
değerlendirilmesi
önem
taşımaktadır.
Çocuk sağlığı hemşiresi holistik yaklaşımla çocuk ve aileyi bir arada değerlendirmelidir.
Çocukların sağlığının yükseltilmesi ve sürdürülmesi için olumsuz durumları önceden tespit
ederek önlem almalıdır. Aile içerisindeki farklılıkların, farklılıklara karşı tepki ve
davranışların ve onları etkileyen faktörlerin çocuk sağlığı hemşiresi tarafından aile merkezli
bakım çerçevesinde değerlendirilmesi önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Adölesan, Problemli internet bağımlılığı
P31 - SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİLERİNİN TAMAMLAYICI VE
ALTERNATİF TIP (TAT)’I BİLME VE KULLANMA DURUMLARI
Ayfer AÇIKGÖZ1, Yeliz KAYA1, Ayşe ÖZKARAMAN1, Güler BALCI ALPARSLAN1,
Burcu BABADAĞ1, Ertuğrul ÇOLAK2
1
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu Hemşirelik Bölümü, 2Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Bioistatistik ABD.
Amaç: Bu çalışma; sağlık yüksekokulu öğrencilerinin TAT’ı bilme ve kullanma durumlarını
belirlemek
amacıyla
yapılmıştır.
Yöntem: Araştırmamız, 19-24 Ağustos 2013 tarihleri arasında, bir sağlık yüksekokulunun
hemşirelik bölümü yaz dönemi öğrencileriyle gerçekleştirilen tanımlayıcı tipte bir anket
çalışmasıdır. Anket form, öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerini (17 soru), TAT ile ilgili
tutumlarını (8 soru) ve TAT yöntemlerine ilişkin bilgi düzeyi, kullanma ve yarar sağlama
durumlarını içeren (30 soru) sorulardan oluşmaktadır. Çalışmanın örneklemini yüksekokulun
hemşirelik bölümünde öğrenim görmekte olan toplam 210 öğrenciden, çalışmaya katılmayı
kabul eden 172 öğrenci oluşturdu. Veri toplamaya başlamadan önce çalışmanın yapılabilmesi
için Yüksekokul idaresinden gerekli izinler alındı. Anket formlar dağıtılmadan önce
araştırmacılar öğrencileri çalışmanın amacı ve anket formun doldurulması ile ilgili olarak
bilgilendirmiştir. Ardından bilgilendirilmiş sözlü onamları alınan öğrencilere dağıtılan anket
formlar, öğrencilerin kendileri tarafından yaklaşık 30 dakikada doldurulmuştur. Veriler,
lisanslı
SPSS
20’de
değerlendirildi.
Bulgular: Öğrencilerin büyük çoğunluğu sağlık sorunlarını çözmede (%60,5) TAT’ın önemli,
%6.4’ü ise çok önemli olduğunu belirtti. TAT’ı genellikle ağrılarını dindirmek için ve etkili
ve güvenilir olduğunu düşündükleri için kullandıkları saptandı. En fazla kişi tarafından
bilinen ve kullanılan yöntemler ise masaj ve dua etme idi. Çalışmamızda kız öğrencilerin
erkeklere oranla dua etme ve bitkisel ilaç kullanma yöntemini daha çok bildikleri, erkeklerin
de
kadınlara
oranla
masaj
yöntemini
daha
çok
kullandıkları
belirlendi.
Sonuç: Halk sağlığı eğitiminde önemli rol alan hemşirelerin TAT yöntemlerini bilmesi
önemlidir. Bu sayede eğitimlerle kanıta dayalı TAT yöntemlerinin uygulanması
desteklenirken, halkın zararlı uygulamalardan uzak durması sağlanabilir. Tüm bunlar göz
önüne alındığında hemşirelik ve diğer sağlık profesyoneli yetiştiren okullarda TAT’ın
müfredata alınması, ayrıca mezunlara hizmet içi eğitimlerle bu konu hakkında bilgilendirme
yapılması önerimizdir.
Anahtar Kelimeler: Tamamlayıcı ve alternatif tıp, hemşirelik, öğrenci, bilgi, kullanım
P32- ORTA DÜZEY ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKTA “KENDİNE ZARAR VERME
RİSKİ” TANISINA GÖRE GELİŞTİRİLEN BİR HEMŞİRELİK GİRİŞİMİ: OLGU
SUNUMU
Emel TEKSÖZ1, Ayşe Ferda OCAKÇI2
1
Mustafa Kemal Üniversitesi, 2Koç Üniversitesi
Amaç: Zihinsel engel çocuğun, bir takım yaşamsal becerileri yaparken sürekli eğitim ve
destek almasını gerektiren engel grupları arasındadır. Son yıllarda engelli eğitimi kurumsal
olarak sağlanmakta, fakat engellilerin sosyal yaşantısında yaşadıkları bir takım sağlığı tehdit
eden durumlar için çözüm gerekmektedir. Zihinsel engelli çocuklar strese maruz kaldığında
vücudunun bir yerini vurarak, ısırarak stresle başetmeye çalışmaktadır. Sağ elini ısırarak,
kendine zarar verme riski bulunan bu olguda amaç, kişiye zarar verici olmayan alternatif
hemşirelik
uygulaması
geliştirmektir.
Olgu Sunumu: Uygulama Milli Eğitime Bağlı Özel eğitim okulunda Ocak-Nisan 2014
yılında Çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği uygulaması kapsamında gerçekleştirilmiş,
kurum izni alınmıştır. Olgu için el bölgesinde doku bütünlüğü bozulan skar doku alanı tespit
edilmiştir. El alanını koruyucu mevcut el bandajı seçenekleri incelenmiş, daha önce ailenin
denediği el bandajları tespit edilmiştir. Bu bandajların kullanım zorlukları, kullanmama yada
bırakma nedenleri incelenerek, çocuğun büyüme ve gelişme gereksinimleri dikkate alınarak
oyun, eğlence özelliği olan bir el koruyucu geliştirilmiştir. Bandajın biri çocuk, diğeri
uygulamayı öğretecek hemşire için olmak üzere 2 adettir. H.A. için el bandajı, eli sıkmayan
avuç içinden geçen fileden yapılmıştır. Doku hasarı olan bölge için bir cep oluşturulmuş elin
üstüne gelen bu cebe, gülen yüz bulunan stres topu yarım olarak yerleştirilmiştir.
H.A. 12 yaşında orta düzeyde zihinsel engellidir. H.A. sınıf içinde iletişim güçlüğü, ince
motor becerilerde yetersizlik, strese maruz kaldığında kendine zarar verme davranışı
göstermekte, sağ el bölgesinde 4x5 santimetrelik alanda skar dokusu bulunmaktadır. Hemşire
bandajı takmış, çocuk ilk uygulamada el bandajını takmayı kabul etmemiştir. Çocuğun her
stres anında, elini ısırdığı sırada, hemşire kendi bandajını kullanarak, aynı alanı ağzına
götürmüştür. Çocuk diğer hafta bandajı takmayı istemiştir, kendine zarar verme esnasında
bandajı ısırmıştır. Hemşire, çocuk bandaja alıştıktan sonra, kendi bandajını çıkarmıştır.
Çocuğun bundan sonraki uygulamalarda takibi yapılarak kullanması kontrol edilmiştir.
Öğretmen ve aile ile görüşülerek sürecin devam etmesi konusunda bilgi verilmiştir. Çocuğun
bandajı kullanmaya başladıktan sonraki 15. gün sonra sağ el skar dokusu alanında yeni bir
doku
hasarı
gözlenmemiştir.
Kendine zarar verme davranışı olan, zihinsel yetersizliği bulunan hastalarda, öğretmenler,
aileyi içine alan bütüncül bir yaklaşım ile primer hemşirelik uygulanarak girişimin bu olguda
başarılı olduğu söylenebilir. Hemşirelerin sadece hastanede değil, sağlığı geliştirici, riske
erken müdahale etmesinde, okul sağlığı hemşireliğinde yerinde tanı ve bakım sağlamasına
olanak veren girişimlere gereksinim vardır. Olguya yönelik hemşirelik girişimlerinin
geliştirilmesi ve kullanılabilirliği açısından daha fazla olguda çalışılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Hemşirelik Girişimi, El Bandajı, Zihinsel Engelli, Kendine Zarar Verme
P33 - İLAÇ İNTOKSİKASYONUNDA HEMŞİRELİK BAKIMI - OLGU SUNUMU
Zeynep ERZURUMLUOĞLU1, Serap BALCI1, Nehir ULU2
1
İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, 2Bağcılar Eğitim Ve
Araştırma Hastanesi
Amaç: Biteral intoksikasyonu ile acil servise başvuran hastaya yapılan ilk müdahalenin ve
hemşirelik tanıları doğrultusunda uygulanan bakımın sunulması amaçlanmıştır. Antibakteriyel
bir ilaç olan Biteral'in etken maddesi ornidazoldür. Ornidazol gastrointestinal sistemden hızla
emilir, yaklaşık %90'ı absorbe edilen ilaç 3 saat içinde pik plazma konsantrasyonuna ulaşır.
İlaç karaciğerde metabolize edilir, büyük oranda idrarla az bir kısım ise dışkı ile atılır. Yan
etki olarak uyku hali, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı, baş dönmesi, tremor, rijidite,
vertigo, dezoryantasyon, konvülsiyon, hipotansiyon, periferal nöropati görülebilir. Doz aşımı
durumunda ise yan etkiler daha şiddetli meydana gelir. Ornidazolün bilinen spesifik bir
antidotu
yoktur.
Olgu Sunumu: Saat 17:25'te çocuk acil servise getirilen 7 yaşında, 30 kg olan kız hasta 500
mg'lık biteral tabletten 5 adet içmişti. Çocuğun ilacı ne zaman içtiği ailesi tarafından tam
olarak bilinmiyordu. Çocukta bulantı, kusma, karın ağrısı şikayetleri bulunuyordu. Monitörize
edilen hastanın 17:30'da ölçülen kalp atım hızı 129 atım/dk, kan basıncı 100/60 mm/Hg,
oksijen satürasyonu %98, vücut sıcaklığı ise 36,8°C idi. Hastaya damar yolu açılarak %5
Dextroz ve %0,45 NaCl 70 cc/saat olacak şekilde IV sıvısı verildi. Ornidazol'ün spesifik bir
antidotunun bulunmaması nedeniyle hastaya oral aktif kömür verildi. Hastaya tek doz aktif
kömür vermenin yanı sıra Ulcuran 2x30 mg IV uygulandı. Çocuk 24 saat boyunca acil
serviste komplikasyonlar yönünden gözlenerek, takipleri alındı ve kaydedildi. Hastanın 24
saatlik hemşirelik bakımı şu hemşirelik tanıları doğrultusunda yapıldı: Akut Ağrı, Bulantı,
Korku, Travma Riski, Şok riski, Sıvı Volüm Eksikliği Riski, Kanama Riski, İlaç Saklama
Konusunda
Ailede
Bilgi
Eksikliği.
Takip edilen 24 saatlik süreçte hastada herhangi bir komplikasyon izlenmedi ve
semptomlarında belirgin bir düzelme gözlendi. Bu nedenle çocuk iyilik hali ile taburcu edildi.
Zehirlenmeler her yaş grubunda olmakla birlikte, çocukluk yaş grubunda daha sık görülmekte,
daha ağır ve ölümcül seyretmektedir. Çocuklarda sıkça karşılaşılan ilaç intoksikasyonlarında
erken müdahale, etkin acil hemşirelik bakımı ve izlemi hastada komplikasyon gelişme riskini
en aza indirecektir. Ayrıca ailelerin ilaçların saklanması konusunda bilgilendirilmesi de bu
sorunların oluşumunu önlemede katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: İlaç, intoksikasyon, acil, hemşire, bakım
P34 - ANNELERİN SÜNNET YAŞI İLE İLİŞKİN BİLGİ VE UYGULAMALARI:
NİTELİKSEL ARAŞTIRMA
Sevim ÇİMKE1, Sevinç POLAT1
1
Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Dünyada sık uygulanan cerrahi girişimlerden biri olan sünnet, tıbbi yararlarının yanı
sıra dini ve geleneksel nedenlerle her yaşta yapılabilmektedir. Ancak sünnetin yenidoğan
döneminde yapılması tartışmalıdır. Kastrasyon korkusu nedeniyle çocuklarda ağır psikolojik
sorunlar yaratabileceğinden, sünnetin 3 yaşından önce ve 6 yaşından sonra yapılması
önerilmektedir. Bu çalışma annelerin sünnet yaşı ile ilgili bilgi ve uygulamalarını belirlemek
ve
bu
konuda
farkındalık
oluşturmak
amacıyla
yapıldı.
Yöntem: Çalışma, kalitatif çalışmalardan odak grup görüşmesi yöntemiyle yapıldı.
Görüşmeler 0-10 yaş arası erkek çocuğu olan 8 anne ile gerçekleştirildi. Çalışmaya
başlamadan önce etik kurul izni ve annelerin sözel onamları alındı. Veriler tanıtıcı bilgi formu
ve yarı yapılandırılmış soru formu ile toplandı. Veriler içerik analizi yöntemiyle çözümlendi.
Bulgular: Annelerin yaş ortalamasının 30.3 olduğu, 3’ünün ilkokul, 3’ünün lise mezunu
olduğu ve 3’ünün çalıştığı saptandı. Çocukların 7’sinin sünnet olduğu ve sünnet yaşı
ortalamasının 3.7 olduğu belirlendi. Çalışmada 6 anne dini nedenle, 2 anne ise enfeksiyondan
korumak için çocuğu sünnet ettirmek gerektiğini belirtti. Çocuğu sünnet ettirme yaşına; 1
anne emeği çok olduğu için annenin, 1 anne daha bilgili olduğu için doktorun, 6 anne ise anne
ve babanın birlikte karar vermesi gerektiğini belirtti. Sünnet olayını hatırlamaması,
korkmaması, psikolojisinin bozulmaması ve daha az ağrı çekmesi için 3 anne doğumdan
hemen sonra ya da ilk bir ayda, yarası çabuk iyileşsin, çok ağrı çekmesin ve anal döneme
girmeden yapılmış olsun diye 4 anne ilk 2 yılda, 1 anne ise daha az korkacağı düşüncesiyle
çocuğun 5-6 yaşında sünnet ettirilmesi gerektiğini söyledi. Çalışmada 6 annenin yenidoğan
döneminde sünnetin zararlı olmadığını düşündüğü, 2 annenin ise bu konuda bilgisinin
olmadığı belirlendi. Çocuğu geç sünnet ettirmenin; 4 anne yapışıklığa, yaranın geç
iyileşmesine ve çocuğun korkmasına neden olacağını, 1 anne çocuğun psikolojisini
bozacağını,
içine
kapanık,
çekingen
olabileceği
ve
kendine
güven
duygusunu
kaybettireceğini, 1 anne ise ileride cinsel yönden sorun yaşamasına neden olabileceğini
belirtti.
Sonuç: Çalışmaya alınan annelerin sünnet ile ilgili bilgi eksikliklerinin olduğu belirlendi.
Anahtar Kelimeler: Anne, sünnet, sünnet yaşı, bilgi, uygulama
P35 - SÜT ÇOCUĞUNDA REFLEKSOLOJİ TEKNİĞİ İLE UYGULANAN AYAK
MASAJININ AKUT AĞRIYA ETKİSİ
Tuba KOÇ1, Duygu GÖZEN1
1
istanbul Üniversitesi Florence Nıghtıngale Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Araştırma süt çocuklarına uygulanan ayak refleksolojisinin aşı enjeksiyonu sonrası
ortaya
çıkabilecek
akut
ağrıya
etkisini
değerlendirmek
amacıyla
planlanmıştır.
Yöntem: Araştırmanın evrenini Eyüp İslambey Aile Sağlığı Merkezi'nde görev yapan bir aile
hekimine sağlık izlemi için kayıtlı olan 1-12 aylık bebekler oluşturmuştur. Örnekleme
kriterlere uygun, 30’u kontrol ve 30’u deney (refleksoloji) grubunda olmak üzere toplam 60
süt çocuğu alınmıştır. Bebeklerin ve ailelerin tanıtıcı özelliklerini belirlemek için anket formu
ve ağrı düzeyini değerlendirmek için FLACC Ağrı Tanılama Skalası kullanılmıştır. Deney
grubundaki
bebeklere
aşı
uygulaması
öncesi
yaklaşık
20-30
dakika
refleksoloji
uygulanmıtır.Deney grubundaki bebeklerin refleksoloji öncesinde ve sonrasındaki ağrı,kalp
atım hızı, oksijen saturasyon düzeyleri ve her iki gruptaki bebeklerin aşı uygulaması öncesi ve
sonrası
ağrı,
kalp
atım
hızı,
oksijen
saturasyon
düzeyleri
ve
ağlama
süreleri
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Deney ve kontrol grubu bebeklerin yaş, boy, vücut ağırlığı, doğum şekli, beslenme
şekli, uyku düzeni vb. tanıtıcı özellikler açısından aralarında istatistiksel fark bulunmadı. Aşı
öncesi yapılan fiziksel değerlendirme sonucu deney grubu bebeklerde ağrı puanı 5,23±1,36,
kontrol grubu bebeklerde ise 5,03±1,47 bulunmuş olup, gruplar arasında istatistiksel fark
görülmemiştir. Aşı öncesinde deney grubu bebeklere refleksoloji uygulanmış ve ağrı puanının
0,50±1,14'e düştüğü belirlenmiştir. Aşı sonrası yapılan değerlendirmede deney grubu
bebeklerde ağrı puanı 5,47±2,11, kontrol grubunda ise 9,63±0,85 bulunmuş olup,
refleksolojinin aşı sonrası dönemde de hissedilen ağrı düzeyini etkilediği saptanmıştır. Deney
ve kontrol gruplarındaki bebeklerin toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir (p:0,000). Deney ve kontrol grubundaki
bebekler oksijen saturasyon düzeyi ve kalp atım hızına göre değerlendirildiğinde, aşı öncesi-
fiziksel ölçüm sonrası oksijen saturasyon düzeyi deney grubunda 92,12±1,94, kontrol
grubunda 92,07±1,17; aşı sonrasında oksijen saturasyon düzeyi deney grubunda 92,13±2,96,
kontrol grubunda 89,37±1,00 olduğu belirlenmiştir. Aşı öncesi-fiziksel ölçüm sonrası kalp
atım hızı deney grubunda 134,55±8,09, kontrol grubunda 135,40±7,32; aşı sonrasında kalp
atım hızı deney grubunda 136,43±9,93, kontrol grubunda 148,50±6,08 olarak bulunmuştur.
Aynı zamanda deney grubundaki bebeklerin aşı öncesi-fiziksel ölçüm sonrası oksijen
saturasyon düzeyi 92,12±1,94 ve kalp atım hızları 134,55±8,09, refleksoloji uygulandıktan
sonra yapılan değerlendirmede ise oksijen saturasyon düzeyi 93,27±2,18 ve kalp atım hızı
129,90±9,53 olduğu belirlenmiş olup, refleksolojinin aşı öncesinde bile bebeklerin
rahatlamasında etkili olduğunu göstermektedir. Bebekler aşı sonrası ağlama süresine göre
değerlendirildiğinde; deney grubu bebeklerin aşı sonrası ortalama ağlama süresi 50,43 sn.,
kontrol grubu bebeklerin işlem sonrası ortalama ağlama süresi 100,17 sn. olarak
belirlenmiştir. Bebekler oksijen saturasyonu, kalp atım hızı ve toplam ağlama süresi açısından
da karşılaştırıldığında refleksoloji uygulanan deney grubu bebeklerle kontrol grubu bebekler
arasında ileri düzeyde anlamlı fark olduğu (p<0,001), deney grubu bebeklerin kontrol grubu
bebeklere göre hem rahatlama hem de ağrı yönünden olumlu belirtiler gösterdiği
belirlenmiştir. Deney grubundaki bebeklerin istatistiksel olarak anlamlı derecede daha az ağrı
hissettiği, kalp atım hızının daha düşük, oksijen saturasyon düzeyinin daha yüksek ve ağlama
sürelerinin
daha
kısa
olduğu
saptanmıştır
(p:0,000).
Sonuç: Bebeklere uygulanan ayak refleksolojisinin ağrılı girişim öncesinde bebeğin
rahatlamasında ve sonrasında ağrı kontrolünde etkili olduğu belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Refleksoloji, akut ağrı, süt çocuğu, nonfarmakolojik tedavi, hemşirelik
girişimi
P36 - PEDİATRİ SERVİSİNDE ÇOCUĞU YATAN EBEVEYNLERİN
İHTİYAÇLARININ KARŞILANMA DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Türkan TURAN1, Çiğdem GÖK1
1
Denizli Sağlık Yüksekokulu
Amaç; Çocuğun büyümesi ile birlikte değişmeyen tek konu sağlık hizmetlerinden yararlanma
gereksinimidir.
Çocuk
doğduğu
andan
itibaren
bu
hizmetlerden
düzenli
olarak
yararlanmalıdır. Herhangi bir nedenle sağlık sorunu yaşayan hatta tedavilerini hastanede
yatarak almak zorunda olan çocuklar için verilecek olan hizmetler konusunda dünyadaki
gelişmelerle birlikte ülkemizde de bazı gelişmeler olduğu görülmektedir. Hastaneye yatma
durumu hastanın olduğu kadar hasta yakınlarını etkileyen bir olaydır. Çünkü, çocuğun
hastaneye kabulü ile aile bütünlüğü bozulmaktadır. Aile üyelerinden birinin hastaneye kabulü
durumunda diğer üyelerin desteklenmesinde hemşireler bir anahtar pozisyonundadır. Hastalık
ve özellikle hastaneye yatırılma yaş, cinsiyet, sosyoekonomik ve eğitim düzeyine göre
değişmeksizin tüm insanların, özellikle de çocukların yaşantılarında iz bırakabilecek önemli
bir olaydır. Çocuk hastaneye yattığında, ebeveynler alışılmamış çevre karşısında, rollerinin
değiştiklerini fark ederler ve kendilerini ifade etmekte zorlanıp, karar vermede değişik
tutumlar sergilerler. Çocuğun hasta olması sadece çocuğu değil, ailesini de doğrudan
etkileyecektir. Çocuğun yanında ebeveynin olması, bakıma katılması, tedavi planına katkıda
bulunması, verilen bakımın temelini oluşturur. Ama çoğu zaman hastanede çocuğunun
yanında kalan ebeveynin ihtiyaçları göz ardı edilmektedir. Pediatri servisinde çocukları yatan
ebeveynlerin
hastane
ortamında
ihtiyaçlarının
karşılanma
ve
önem
durumlarının
belirlenmektir.
Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tasarımda olan araştırmada veriler veriler araştırmacılar
tarafından Sosyo-demografik Veri Formu ve Ebeveynlerin İhtiyaçlarını Değerlendirme Formu
kullanılarak toplanmıştır. Son bir yıl içerisinde yatan hasta sayısı belirlenememiştir.
Araştırmanın örneklemini 01/07/2012- 30/09/2012 tarihleri arasında bir üniversite hastanesin
çocuk servisinde 3 gün ve daha fazla süre ile yatan çocukların ebeveynleri oluşturmuştur.
Verilerin
analizinde
SPSS
18,0
istatistik
paket
programı
kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan ebeveynlerin 73’ü anne (%81.6), 7’si baba (%9.2), geri kalan
7’si (% 9.2) ise üvey anne, anneanne gibi yakın akrabalardan oluşmuştur. Hastanede yatan
çocuğun gereksinimlerinin karşılanmasında ebeveynleri tarafından yerine getirilmesinin
ebeveynlerin uygun bulduğu ilk üç bakım aktivitesi; kıyafet değiştirme (%93.4), ağrılı
işlemler sırasında çocuğun yanında kalma (%88.2), ateşini ölçme (%88.2) olarak
belirlenmiştir. Çalışmaya katılan ebeveynlerin en önemli ihtiyaçları sırasıyla; çocuğuyla aynı
odada bulunmak (% 72.4), çocuğunun büyüme ve gelişmesini, hastalık ve tedavisinin nasıl
etkileneceği konusunda bilgi almak (%71.1) ve çocuğunun durumu hakkında umutlu
olabilmek (%71.1) şeklinde bulunmuştur. Ebeveynlerin 9’u (% 11.8) çocuklarının hastalığı
konusunda yakınlarını bilgilendirmenin önemsiz bir durum olduğunu belirtmiştir. Ebeveynler,
çocuğuyla aynı odada bulunabilmek (%76.2), ünitede çocuğumla beraber yemek yiyebilmek
(% 69.7), ebeveynler için dua ve banyo imkanının olması (%55.3) gibi ihtiyaçlarının tamamen
karşılandığını ifade etmişlerdir. Çalışmaya katılan ebeveynler, çocukları hastanede yatan diğer
ebeveynlerle tecrübelerini paylaşabilecekleri planlı buluşmalar tertip edilmesinin ve taburcu
sonrası çocuğunu takip edebilecek bir hemşirenin varlığının (hastanede çocuğu takip eden,
hastanenin çocuk üzerine etkilerini bilen) (%32.9) kesinlikle karşılanmadığını belirtmişlerdir.
Sonuç: Hastanede çocukları
yatan ebeveynlerin
gereksinimlerinin
ekip
yaklaşımı
doğrultusunda belirlenmesi ve karşılanması önemlidir. Bu konuda bütün sağlık personelinin
farkındalığının arttırılmasına yönelik girişimler planlanmalı ve uygulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, ebeveyn, bakıma katılma, ihtiyaçların karşılanması, pediatri
servisi
P37 - PEDİATRİK ACİLDE AKUT ASTIM ATAĞI VE HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI
İlknur YILDIZ1, Meral BAYAT2, Emine ERDEM2, Dilek DERİNCE3
1
Cumhuriyet Üniversitesi Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik
Bölümü, 2Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, 3Bilecik Şeyh
Edebali Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Amaç: Birçok hücre ve hücre bileşeninin rol oynadığı kronik ve enflamatuar bir hava yolu
hastalığı olan astımda, çocuklar akut astım ataklarıyla acil servise başvurmakta, sık hastane
yatışı
deneyimlemektedir.
Tedavi
edilmediğinde
solunum
yetmezliği
ve
ölümle
sonuçlanabilen astım atakları hafif şiddette olabileceği gibi yaşamı tehdit edecek kadar ağır da
olabilir. Nefes darlığında artış, öksürük, hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi gibi
belirtilerle seyreden akut ataklar için yoğun tedavi ve bakım uygulanması gerekir. Astım
atağında kötüleşmeyi önlemek ve çabuk düzelmeyi sağlamak için tedaviye erken başlamak
önemlidir. Bu nedenle astım atağı ile başvuran hastanın büyük bir özenle değerlendirilmesi ve
tedavi edilmesi gerekir. Bu amaçla kısa öykü alınmalı, fizik muayene ve laboratuvar
çalışmalarından yararlanılarak atak şiddeti belirlenmelidir. Akut astım atağının tedavisinde
astım ilaçları yoğun ve doğru şekilde verilerek, alerjenlerle temas kesilmelidir. Nazal kanül ya
da maske aracılığıyla satürasyonu %95’in üzerinde nemlendirilmiş oksijen verilmesi önerilir.
Başlangıç tedavisinde genellikle kısa etkili beta-2 agonistler ilk 1 saatte 20 dakika aralıklarla
verilerek hava yolu darlığı giderilmeye çalışılır. İnflamasyon etkilerini azaltmak için hastanın
genel durumuna göre oral ya da parenteral olarak sistemik steroidlerin erken dönemde
verilmesi oldukça önemlidir. Hidrasyonu sağlamak ve ilaçları uygulamak için intravenöz sıvı
tedavisi başlatılır. Nebülize beta-2 agonistle birlikte antikolinerjik olarak İpratropyum bromür
ile daha iyi bronkodilatasyon sağlanır. Akut astım atağının tedavisinde inhaler mukolitikler,
sedatifler, antihistaminikler, antibiyotikler (yüksek ateş, sinüzit, pnömoni gibi bakteriyel
enfeksiyon dışında) kullanılmamalıdır. Akut astım atağı ile acil servise başvuran çocuk ve
aileye destek hemşirelik bakımının önemli bir parçasıdır. Akut astımla hastaneye başvuran
çocuk endişeli ve huzursuzdur, sürekli gözlem ve değerlendirme önemlidir. Çocuğu
yormamak için birkaç kelimeyle cevap verebileceği şekilde iletişim kurumalıdır. Çocuğa
yalnız bırakılmayacağı ve ebeveynlerinin yanında kalacağı belirtilmelidir. Ebeveynler
çocuklarının durumu ve tedavisi hakkında bilgi almaya ve rahatlatılmaya ihtiyaç duyarlar.
Sağlık ekibi ile ebeveynler arasındaki iletişimin sürdürülmesi hem onların hem de çocuğun
stresini azaltacaktır. Ebeveynlere çocuklarının durumu, uygulanan tedaviler konusunda
sürekli olarak bilgi verilir. Astımlı her hasta her zaman akut atak geçirebilir. Bu nedenle
astımlı her hastaya astım atağını tetikleyen faktörler, atak anında neler yapması gerektiği, ne
zaman sağlık ekibi ile iletişim kuracağı açıklanmalı ve yazılı olarak çocuğa ve aileye
verilmelidir. Böylece astım ataklarına bağlı acile ve hastaneye gereksiz başvurular önlenerek,
mortalite ve morbidite azaltılmış olur. Akut Astımlı Çocukta Hemşirelik Tanıları Hava Yolu
Açıklığında Yetersizlik Gaz Değişiminde Bozulma Aktivite İntoleransı Sıvı Volüm Eksikliği
Riski Anksiyete Korku Tedavi Planına Uyumda Yetersizlik Bilgi Eksikliği.
Anahtar Kelimeler: Akut Astım Atağı, Çocuk, Acil, Aile, Hemşirelik
P38 - TÜRKİYE’DE ÇOCUĞA YÖNELİK ŞİDDET
Esma SÜLÜ UĞURLU1, Rüveyda ÖLMEZ2
1
E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Çocuklar, kendine özgü gelişimsel özellikleri, özel korunma gereksinimi ve kendisi
hakkında verilen kararlara katılımı önündeki engellerin yetişkinlere oranla daha fazla olması
nedeniyle, “şiddete karşı” daha açık ve savunmasız durumdadır. Onların onurlu, saygın,
özgür, eşit ve adil bir yaşam yaşamaları, yapabilirlikleri ve kendilerini gerçekleştirmeleri
önündeki en büyük tehdit şiddettir. Şiddet, “fiziksel gücün ve erkin, tehdit mahiyetinde veya
fiili olarak, yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişme bozukluğu veya yoksunluğu gibi
sonuçlara
yol
açan
veya
böyle
sonuçlar
vermesi
muhtemel
biçimlerde
kasıtlı
kullanımı’dır.Çocuğa karşı şiddetin tanımlanmasında ise Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına
dair Sözleşme (özellikle bu belgenin 19, 34 ve 37. maddeleri) yol göstericidir. Madde 19
doğrudan istismar ve ihmali ele alırken, madde 37 işkenceyi veya zalim, insanlık dışı ve
küçük düşürücü diğer davranışları ve cezaları yasaklamaktadır. “Madde 19. Bu Sözleşmeye
Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya
vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel
saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkar muameleye, ırza geçme dahil her türlü
istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün
önlemleri alırlar." Çocuk şiddeti, hem dünyada hem de Türkiye’de artarak süregelen bir sorun
yaygın olarak görülen ve dramatik sonuçlara yol açan bir problemdir. Dünyada çocuğa
yönelik şiddetin problem olarak algılanması ve buna yönelik çalışmaların başlaması 100 yıllık
bir geçmişe sahiptir. Ancak insanlık tarihine bakıldığında çocuk istismarının insanlık tarihi
kadar eski olduğu görülmektedir. Çin, Hindistan, Meksika ve Peru gibi ülkelerde bebeklerin
nehre atılması; meşru ve güçlü iseler yasamaya hakları olduğu, su üzerinde kalmayı
başaramazlarsa ölmeyi hak ettiklerinin düşünülmesi, Roma’ da babalara çocuklarını öldürme,
satma, terk etmeye kanunun izin vermesi ve eğer çocuk sağlamsa ve çalışabilecekse yasama
sansına sahip olması, İslamiyet öncesi Arap toplumunda kız çocukların utanç vesilesi olarak
görülüp diri diri toprağa gömülmesi, çeşitli medeniyetlerde ilk çocuğun tanrıya kurban olarak
sunulması
bu
duruma
örnek
olarak
verilebilir.
Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışmaya göre, son beş yılda şiddete maruz kalan
çocukların sayısı ikiye katlanmıştır. Ülkemizde ise Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun
yaptığı bir çalışmada Türkiye’deki çocukların %46’sının şiddete maruz kaldığı görülmüştür.
UNICEF ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun (SHÇEK) 2008 yılında
gerçekleştirdiği bir araştırma ise Türkiye’de yaşayan 7-18 yaşları arasındaki çocukların aile
içinde %45’inin fiziksel istismara, %51’nin duygusal istismara ve %25’inin ihmale maruz
kaldığını ortaya çıkarmıştır.Turla, Dündar ve Özkanlı’nın (2010) 988 üniversite öğrencisi ile
yaptıkları bir araştırmada, öğrencilerin %53.3’ünün çocukluk döneminde ev içinde
tekmelenme, yumruklanma, iteklenip düşürülme, yakma, diş kaybı, kemik kırılması gibi
şiddet olayları yaşadıkları belirlenmiştir.Çocuğa karşı aile içi şiddetin önlenmesi projesi
kapsamında 2012 yılında İstanbul’da ilköğretim okuluna devam eden 440 çocuğun katılımıyla
yapılan araştırmada çocukların % 73,41’inin ev içerisinde “en az” bir şiddet yaşantısı
geçirdikleri saptanmıştır. Çocukların şiddete uğraması, toplumlarda siyasi, sosyal, ekonomik
ve kültürel sorunların olduğuna işaret etmektedir. Toplumlarda şiddetin her türünün, her
biçiminin azaltılması ve önlenmesi; “toplumsal ilerleme, daha gelişmiş yaşam standartları” ve
çocukların da yetişkinlerle aynı değere ve haklara sahip olduğu “özgürlük, adalet ve barış”
açısından
temel
stratejidir.
Şiddetin önlenmesi, öncelikle görünür kılınması, şiddet kültürüyle mücadele için etkin ve
etkili eylem planlarının oluşturulması ve harekete geçirilmesi ile mümkündür. Dolayısıyla
çocuğa karşı şiddetin oluştuğu tüm alanların mercek altına alınması gerekmektedir. Bu
derlemede ülkemizde çocuğa yönelik şiddetin tüm boyutları ve sonuçları bu konuda yapılan
araştırmalar incelenerek tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Şiddet, çocuğa yönelik şiddet, Türkiye, Türkiyede şiddet, çocuk
P39 - DİYABETİK KETOASİDOZLU ÇOCUĞA YAKLAŞIMI
Burcu AYKANAT1, Hümeyra BARBAROS2, Birsen BİLGEN SİVRİ3, Meryem AYDIN4
1
Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi
Sağlık Yüksekokulu, 3Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, 4Düzce
Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Tip 1 diyabetin tanı ve uzun süreli tedavisindeki ilerlemelere karşın, diyabetik
ketoasidoz (DKA), çocukluk ve gençlik döneminde diyabete bağlı mortalitenin en önemli
nedeni olmaya devam etmektedir. Bu derlemenin amacı bilinç kaybı ile acil servise getirilen
çocukta yapılması gereken girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin
farkındalığını
arttırmaktır.
DKA tablosu ile gelen hastada; öncelikle çift damar yolu açıklığı ve solunum yolu açıklığının
sağlanması, gerekirse oksijen desteğinin verilmesi ile başlatılır. Amerikan Diyabet Derneği
(ADA) uzlaşı raporunda ve Uluslar arası Çocuk ve Adölesan Diyabet Derneğinin (ISPAD)
uzlaşı rehberlerinde (2008); DKA tedavisinde sıvı tedavisinin 48 saatte verilmesi, ilk 1-2
saatte insülin içermeyen asidoz durumunu düzeltecek sıvı elektroliti (%0,9 Sodyum Klorür
veya Ringer Laktat) içeren uygun mayi ile tedavinin başlatılıp sabit hızla 4-6 saat verilmesi
önerilmektedir. Hastada hızlı sıvı yüklendiği takdirde karşılaşılabilecek olan en önemli
komplikasyon beyin ödemidir, tedavinin içeriği kadar uygulama süreci de çok önemlidir.
İzlem sürecinde; damar yolundan saatlik sıvı alımı ve idrar çıkışı takibi, kan glikoz düzeyleri,
kan serum Sodyum (Na), Potasyum (K), PH (deri turgoru), Bikarbonat (HCO3), üre (BUN),
Kreatinin, Kalsiyum (Ca), Fosfor, Magnezyum düzeyleri ve kan gazı sonuçları, kan keton
düzeyi, tam kan sayımı ve idrar tetkikleri yapılması gerekmektedir. Kan glikozunun normale
gelmesi ve yağ yakımı ve keton düzeyinin azalması ve sonlanması için insülin tedavisi
gerekmektedir. İnsülin tedavisine 1-2 saatlik sıvı tedavisinden sonra başlanmalıdır, insülin
tedavisi öncelikle infüzyon içerisinde regüler insülinler (yaş ve kiloya göre değişken dozlarda)
sıvı tedavisi verilen venden ayrı bir diğer venden perfüzyon şeklinde uygulanır, bolus şeklinde
verilmez. Böyle bir tedavi ile genellikle kan glikozu saatte 75-100mg/dl kadar düşme gösterir.
Kan glikoz düzeyi 300 mg/dl altına inince asidoz tablosu düzeldiyse insülin perfüzyonu
kesilir, deri altı (subkutan) yolla tedaviye başlanmalıdır. Bu süreçte asidoz tablosu devam
ederken kan glikoz düzeyinin 200-250 mg/dl arasında tutulması öngörülmekte olup oral gıda
alımı başlanmaz, hızlı glikoz değeri düşmeleri engellenmelidir. DKA’daki bir hastada kapiller
kan glikozu ölçümünün saat başı ölçümü yapılıp, aralıklı venöz serum kan glikoz düzeyleri ile
kontrolü sağlanmalıdır. Tedavide hastanın bulantı kusma süreci izlenip, asidoz tablosu
düzeldiyse oral gıda alımına başlama süreci göz önünde bulundurularak subkutan kristalize
insülin (6 saat arayla önerilen dozda) enjeksiyonuna geçilir. Enjeksiyon uygulamasından
hemen sonra çocuğun kalori ihtiyacının altında bir kalori hesaplaması ile gıda alımı sıvı
gıdalar şeklinde alması sağlanır ve uygulamadan 1 saat sonraya kadar intravenöz insülin
tedavisine devam edilir. Çocuğun gıda alımı; ilk 24 saat içerisinde kademeli olarak ihtiyacı
olan kalori düzeyine çıkarılıp normal diyabetik beslenme tablosuna uygun bir şekilde
beslenmesine başlanılmaktadır.Diyabetik ketoasidoz tablosu ile gelen çocukta hemşirelik
bakımına ilişkin farkındalığın sağlanması ve standartların oluşturulması çocuktaki prognozu
etkileyecektir.
Anahtar Kelimeler: Diyabet, ketoasidoz, hemşirelik, çocuk, yaklaşım
P40 - BİLİNÇ KAYBI OLAN ÇOCUĞA YAKLAŞIM
Burcu AYKANAT1, Hümeyra BARBAROS2, Meryem AYDIN3, Birsen BİLGEN SİVRİ4
1
Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi
Sağlık Yüksekokulu, 3Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Mevlana Üniversitesi Sağlık
Hizmetleri Yüksekokulu
Amaç: Bilinç kaybı acil pediatride sık karşılaşılan klinik bir durumdur ve sıklıkla tanı ve
tedavi yönünden önemli sorunlar içerir. Bilinç kaybı olan bir çocuğa planlanmış bir yaklaşım,
yaşamın devamı ve geri dönüşsüz beyin hasarını en aza indirmede çok önemlidir. Bu
derlemenin amacı bilinç kaybı ile acil servise getirilen çocukta yapılması gereken tanılama ve
girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin farkındalığını arttırmaktır.
Bilinç kaybı ile gelen çocukta servikal kırık ve travma yoksa çocuğun başı orta hatta tutulup,
başı yataktan 30 derece yükseltilerek hava yolu açıklığı sağlanmalı, aspirasyon malzemeleri
hazır
bulundurulmalı
ancak
kafa
içi
basıncını
arttırabileceğinden
gerekmedikçe
uygulanmamalı, santral yolla solunumun etkilenmesi nedeniyle çocuğun solunum ve kardiyak
fonksiyonları monitörize edilmeli, oksijen uygulanmalı, çocuğun Glasgow koma skalası
değeri ≤8; apneik solunum ve düzensiz solunum tipleri varsa acil bir şekilde erken dönemde
entübasyon yapılmalı, entübasyon sırasında analjezi ve sedasyon uygulanmalı, çocuk olası
travmalara karşı korunmalı, yeterli beyin perfüzyonunu sağlamak için kalp tepe atım sayısı ve
kan basıncı normal sınırlarda tutulmalı, çocuğun bu sayılan girişimlerle vital bulguları
stabilize edilirken; diğer taraftan bilinç kaybının nasıl gerçekleştiği, ne zaman olduğu, daha
önce travma geçirme durumuna yönelik ebeveynlerden öykü alınmalı, bilinç durumu
değerlendirmesi (Glasgow koma skalası, AVPU skalası), solunum değerlendirmesi, motor
fonksiyonların ve beyin sapı reflekslerinin değerlendirilmesi ile nörolojik muayenesi
yapılmalıdır. Hemşire bu yapılması gereken girişimlerde bakım verici rolünü kullanmalı,
hekimle işbirliği yapmalıdır. Çocukta bilinç kaybının nedenine yönelik (hipoglisemi, kafa içi
basıncı artışı, konvülziyonlar, menenjit, zehirlenme) tedavide verilen ilaçların (dekstroz
infüzyonu, mannitol ya da furosemid, benzodiazepinler, fenitoin ve fenobarbital, seftriakson
ve bankomisin gibi geniş spektrumlu antibiyotikler) 8D kuralına göre doğru verilmesi ve
çocuğun izlemlerinin yapılması, travmalardan korunması hemşirenin sorumlulukları
arasındadır. Hemşire, çocuğun hidrasyonunu değerlendirmek için serum elektrolit düzeyi ve
aldığı çıkardığı sıvı miktarını izlemeli, mesanedeki distansiyonu, idrar miktarındaki
değişiklikleri ve idrar yapma sıklığını gözlemeli, çocuğun ilk etapta intravenöz uzun süreli
dönemde gastrostopi tüp ile beslenmesini sağlamalı, aspirasyon riskine karşı önlem almalı,
çocuğun gözüne 1-2 saatte bir suni gözyaşı ya da serum fizyolojik damlatarak kornea
ülserasyonunu önlemeli, çocuğun idrar ve gaita çıkışını izlemeli, her şifte bağırsak seslerini
dinlemeli, immobilizasyona bağlı oluşabilecek basınç ülserlerini önlemeli, ağız bakımını iki
saatte bir yapmalı, kas kontraktürlerini önlemek için günde 3 kez pasif ROM hareketlerini
yaptırmalı, duyusal uyaran vererek duyusal yoksunluğu önlemeli ve bu dönemde
ebeveynlerine
duygusal
destek
sağlamalıdır.
Bilinç kaybı olan çocukta hemşirelik bakımına ilişkin farkındalığın sağlanması ve
standartların oluşturulması çocuktaki prognozu etkileyecektir.
Anahtar Kelimeler: Bilinç kaybı, çocuk, hemşire, yaklaşım, acil
P41 - ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM ASPİRASYONU VE ACİL HEMŞİRELİK
YAKLAŞIMI
Hümeyra BARBAROS1, Burcu AYKANAT2, Meryem AYDIN3, Birsen BİLGEN SİVRİ4
1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Çankırı Karatekin Üniversitesi
Sağlık Yüksekokulu, 3Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Mevlana Üniversitesi Sağlık
Hizmetleri Yüksekokulu
Amaç: Yabancı cisim aspirasyonu 6 ay - 3 yaş arasındaki çocuklarda çok rastlanan bir
solunum zorluğu nedenidir. Ani başlayan öksürük, hışıltı (wheezing) ve tek taraflı azalmış
solunum sesleri yabancı cisim aspirasyonunda en sık görülen bulgulardır. Çocuklarda
havayollarının çapı dar olduğundan komplikasyonlar açısından risk artmakta ve etkin
müdahale
yapılmadığı
zaman
bu
durum
ölüme
neden
olmaktadır
Bu derlemede çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu ile acile gelen çocuklarda sağlık
personeli tarafından yapılacak ilk müdahale ve çocukları yabancı cisim aspirasyonundan
korumaya
yönelik
hemşirelik
yaklaşımı
ele
alınmıştır.
Özellikle 1-3 yaş arası çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu ölümcül kazalar arasında %7
oranındadır. ABD’de her yıl 500 çocuk yabancı cisim aspirasyonuna bağlı hayatını
kaybetmektedir. Ülkemizde yapılan retrospektif incelemeler yabancı cisim aspirasyonlarının
%65- 75'inin 3 yaşın altında olduğunu göstermektedir. Yabancı cisim aspirasyonuna neden
olan cisimler; oyuncaklar, küçük objeler, bilye, şekerler, kabuklu yemiş ayçiçeği fındık, fıstık,
ceviz, leblebi, karanfil çekirdeği ve üzüm gibi yiyeceklerdir. Çocuklarda yabancı cisim
aspirasyonu gözlendiği zaman cisim körlemesine parmak ile çıkarılmaya çalışılmamalıdır.
Böyle bir girişim yabancı maddenin daha ileriye giderek hava yolunu tam tıkamasına ve
çocuğun kaybedilmesine yol açabilir. Yabancı cisim aspirasyonu geliştiği durumda çocuğun
durumu gözlenerek acil müdahale yapılmalıdır. Eğer ses çıkartabiliyor ve öksürebiliyorsa
etkin bir öksürük ile cismin çıkartmaya çalışması sağlanır. Çocuğun öksürükle cismi
çıkartmaya çalışması gözlenirken ciddi tıkanıklık belirtileri gelişirse nesnenin atılması için
uygun manevralar yapılmalıdır. Fakat bu manevralar temel yaşam desteği almış kişiler
tarafından uygulanmalıdır. Çocuklarda, nesne atılana veya hasta yanıtsız hale gelene dek
subdiyaframatik abdominal baskı (Heimlich manevrası) uygulanır. Hemşireler bu manevrayı
uygularken dikkatli olmalı ve gelişebilecek komplikasyonları göz önünde bulundurmalıdır.
Bebeklerde yabancı cisim atılana veya çocuk yanıtsız hale gelene dek sırta 5 vuruş ve 5 göğüs
basısından oluşan bir döngü uygulanır. Abdominal baskı önerilmemektedir, çünkü bebeklerin
karaciğerine zarar verebilir. Bu manevralar uygulanırken çocuk yanıtsız hale gelirse, göğüs
basıları ile kardiyo pulmoner resusitasyona başlanır. Otuz basıdan sonra havayolu açıklığı
sağlanır. İki soluk verilerek, nesne atılana kadar göğüs basısı ve solunuma devam edilir. İki
dakika sonunda, hala kimse haber vermemişse acil çağrı sistemi aranmalıdır. Gerekli
müdahaleler yapılmasına rağmen çıkartılamayan cisimler bronkoskopi yöntemiyle çıkartılır.
Geç tanı alan olgularda yabancı cismin çıkartılmamasına bağlı pnömoni ve akciğer
enfeksiyonları gelişmektedir. Hemşireler çocuklarda yabancı cisim aspirasyonunun görülme
oranını azaltmak için aileleri; • Çocukların akciğerlerine kolaylıkla kaçabilecek besinlere
ulaşmalarının önlenmesi ve verilecekse de uygun yöntemlerle hazırlanarak verilmesi, •
Çocukların yiyecekleri yutabilmesi ve konsantre olabilmesi için yemek esnasında rahatsız
edilmemeleri • Çocukların yemek yerken koşma vb. aktiviteler yapmaması gerektiği, • Fındık,
fıstık, leblebi gibi yiyeceklerin 4-5 yaşından küçük çocuklara verilmemesi, • Çocukların
yaşına uygun oyuncaklar verilmesi ve küçük parçalı oyuncakların satın alınmaması, •
Çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu gelişirse cisim gözükmüyorsa körlemesine müdahale
yapılmamasını ve en yakın sağlık kuruluşuna başvurması konusunda bilgilendirmelidir.
Çocuklarda yabancı cisim aspirasyonuna bağlı ölümlerin azaltılmasında etkin müdahale ve
acil yaklaşım önemlidir. Sağlık ekibinin önemli bir parçası olan hemşireler yabancı cisim
aspirasyonu konusunda beceri ve bilgi düzeylerini arttırmalı ve toplumu bilinçlendirmeye
yönelik eğitici, bilgilendirici ve danışmanlık rollerini kullanmalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Yabancı cisim aspirasyonu, hemşire, hava yolu tıkanıklığı, temel yaşam
desteği.
P42 - ACİL SERVİSE YÜKSEK ATEŞ ŞİKAYETİYLE BAŞVURAN ÇOCUĞA
YAKLAŞIM
Meryem AYDIN1, Birsen BİLGEN SİVRİ2, Burcu AYKANAT3, Hümeyra BARBAROS4
1
Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 2Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri
Yüksekokulu, 3Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Bilecik Şeyh Edebali
Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Ateş çocukluk çağında acil servise en sık başvuru nedenidir. Sağlıklı bebek ve
çocuklarda ateşin nedeni, en sık virüslere ya da bakterilere bağlı oluşan solunum yolu
enfeksiyonlarıdır. Ateş vücudun savunma araçlarından biri olup, kendi başına bir hastalık
değil, hastalık belirtilertisidir. Enfeksiyon, ödem, doku hasarı, aşı gibi nedenlerle beyindeki
ısıyı düzenleyen termoregülatör merkezdeki dengenin bozulması ile oluşan bir semptomdur.
Ateş çocuklarda daha sıklıkla görülen, hasta olan bireyin kendisi ve ailesinde endişeye sebep
olan bir sağlık sorunudur. Bu derlemenin amacı yüksek ateş şikayetiyle acil servise getirilen
çocukta yapılması gereken girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık profesyonellerinin
farkındalığını
artırmaktır.
Ateş nedeniyle getirilen hasta değerlendirilirken, ölçümün hangi bölgeden yapıldığı, ateş
ölçme aracının özellikleri ve ateşi kimin ölçtüğü bilinmelidir. 0-3 ay arası bebeklerde 38
derecelik ateş ciddi enfeksiyona işaret edebilirken, 3-36 ay arasındaki çocuklarda;genel
durumu iyi olan 39°C ve üzeri değerlerin incelenmesi gerekir. Ufak bebek ve çocukların
bağışıklık sistemi özellikleri, aşılanma durumları ve karşılaştıkları etkenler yaşa bağlı
değiştiği için, ateşe tanısal yaklaşımda hastanın yaşı önemlidir. Genel durumu kötü olan
hastalar hastanede gözlenmelidir. Ayrıntılı anamnez, dikkatli bir fiziksel değerlendirme ve
laboratuar bulguları ile çoğu hastaya doğru tanı konulabilir. Bebekler için kullanılan düşük ve
yüksek
risk
ölçütleri
enfeksiyonların
erken
tanınması
yönünden
yardımcı
olur.
Amerika ve Avrupa’da ailelerin çoğu antipiretik ilaçları gereğinden kısa aralıklarla ve yanlış
dozda kullanmaktadır. Ülkemizde yapılan çalışmalarda da ailelerin %58,4’ünün yanlış doz ve
aralıklarda ateş düşürücü kullandığı görülmektedir. Bunun nedeninin bir kısmı ailelerin sağlık
merkezine başvurmadan doğrudan eczaneden ilacı almaları (%30,2) olabilir. Ayrıca annelerin
eğitim düzeyleri azaldıkça yapılan alkol-kolonya, sirkeli su, doğrudan soğuk suyun altına
sokma gibi geleneksel uygulamalarında da artış görülmektedir. Bu bulgular bize tedavi
sürecinde çocukların ateşleri düşürülüp konforun artırılması amaçlanırken pek çoğuna zararlı
uygulamalar yapıldığını düşündürmektedir. Yine başka merkezlerde tedavisi verilmiş ve
sadece ateşi tedavi ettirmek için acil servise getirilen pek çok çocuk bulunmaktadır. Bunun
potansiyel zararları ise acil serviste ateş düşürülürken veya hekimi beklerken nozokomiyal
enfeksiyon bulaşması riskidir. Bir diğer potansiyel tehlike de daha önceden reçetelenmiş
antipiretiklerin üzerine aynı jenerik ilacın tekrar reçetelenmesi ve hastanın hepsini birden
alarak parasetamol ile hepatotoksisite oluşmasıdır.Aşırı parasetamol kullanımı sonucu
transplantasyona kadar giden entoksikasyon vakaları bildirilirken İbuprofenin fazla
kullanılması sonucu ise gastrointestinal kanama, renal toksisite gibi yan etkiler
görülebilmektedir.
Yüksek ateşi olan çocuğa yapılabilecek doğru uygulamalara ve hemşirelik bakımınına ilişkin
farkındalığın sağlanması, bakım protokollerinin oluşturulması çocuğun prognozunu
etkileyecektir. Toplumda ateşle ilgili aşırı bir korku ve buna bağlı olarak yanlış ilaç kullanımı
vardır. Bu nedenle topluma yönelik eğitim programları ile birlikte çocuk sağlığı hizmeti
verenlerin hastalığın tedavisi ile birlikte ateşin ne olduğunu ve hastalıktaki rolünü anlatmaları
hatalı uygulamaların azalmasında yardımcı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, yüksek ateş, hemşirelik bakımı, antipiretik kullanımı
P43 - ÇOÇUK İSTİSMARINDA HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI
Meryem AYDIN1, Birsen BİLGEN SİVRİ2, Hümeyra BARBAROS3, Burcu AYKANAT4
1
Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 22mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri
Yüksekokulu, 3Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Çankırı Karatekin
Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Dünya sağlık örgütü çocuk istismarını "Bir yetişkin tarafından bilerek ya da
bilmeyerek yapılan ve çocuğun sağlığını, fizik gelişimini, psikososyal gelişimini olumsuz
yönde etkileyen davranışlar" olarak tanımlamaktadır. Çocuk istismarı; fiziksel ,duygusal,
cinsel ve ihmal şeklinde olabilmektedir. Bu derlemenin amacı istismara uğrayan çocuğu
tanıma, çocuğa ve aileye doğru yaklaşım geliştirmek konusunda hemşire ve sağlık
profesyonellerinin
farkındalığını
artırmaktır.
Hemşire istismarı ve ihmalin belirtilerini iyi tanıyıp ortaya çıkarmalıdır. İstismar şüphesi
duyulan çocukla güven ilişkisi kurup, sakin anlayışlı, ve güler yüzlü bir yaklaşımla çocuğu
travmatize etmeden fizik muayenesini yapmalı, çocuğun ve ailesinin öyküsünü dikkatli bir
şekilde almalıdır. Hemşire aile ve çocukarı evlerinde eğitim ve bilgi desteği sağlamak için
ziyaret etmeli, aileleri çocuk yetiştirme becerilerini geliştirme konusunda desteklemelidir.
Ailelerin çocuk gelişimi bilgilerini artırmak ve olumlu çocuk yönetim stratejileri geliştirmek
için ailelere eğitim planlamalıdır.İstismarı önlemede çok bileşenli müdehale; desteği, aile
eğitimini,
okul
öncesi
eğitimi
ve
çocuk
bakımını
içermektedir
DSÖ’nün 2014 verilerine göre dünyada, kadınların %20 si, erkeklerin % 5-10 u çocukken
istismar edildiği, İnsanların % 23 ünün çocukken fiziksel istismara uğradığı rapor edilmiştir.
Yine DSÖ 2014 verilerine göre her yıl 15 yaş altı çocuklarda 34.000 cinayet sonucu ölüm
görülmekte.
Çocuk
istismarı
sonucu
ölümlerin
önemli
bir
bölümünü
yanlışlıkla
düşme,yanma,boğulma ve diğer nedenler oluşturmaktadır. Türkiye’de çocuk istismarı
konusunda yapılan çalışmlarda %78 duygusal istismar %24 fiziksel istismar ve %9 cinsel
istismar görüldüğü saptanmıştır.Çocuk istismarı aileyi ve çocuğu yaşam boyu etkileyen
sonuçlara neden olur. Çocuk istismarı stresle ilişkili erken beyin gelişimi ve sinir ve bağışıklık
sistemlerinin gelişiminde bozulmaya neden olmaktadır. İstismara uğramış çocuklar yetişkinlik
dönemlerinde de davranışsal, fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları açısından yüksek risk
altındadır. Bu riskler; şiddet uygulama yada şiddet kurbanı olma, depresyon, sigara
bağımlılığı, obesite, yüksek riskli seksüel davranışlar,alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı
ve
istenmeyen
gebeliklerdir.
Çocuk istismarını başlamadan önlemek mümkündür ve multidisipliner bir yaklaşım gerektirir.
İstismarı önleme programları çocuk istismarına karşı güçlü koruma faktörü oluşturmada
etkindir. Etkin önleme programı aileyi destekler ve onlara olumlu ebeveyne becerileri
kazandırır.
Hemşirelere
çocuk
istismarını
ortaya
cıkarma,
önleme
ve
toplumu
bilinçlendirmede büyük sorumluluk düşmektedir
Anahtar Kelimeler: Çocuk istismarı, ihmal, hemşirelik yaklaşımı,istismarı önleme.
P44 - ÇOCUK ACİL SERVİSİNE İNTİHAR GİRİŞİMİ İLE BAŞVURAN
ADÖLESANLAR VE HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI
Birsen BİLGEN SİVRİ1, Meryem AYDIN2, Burcu AYKANAT3, Hümeyra BARBAROS4
1
Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, 2Düzce Üniversitesi Sağlık
Yüksekokulu, 3Çankırı Karatekin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, 4Bilecik Şeyh Edebali
Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu derlemenin amacı, intihar girişimi ile başvuran adölesanlar ile acil servise getirilen
çocukta yapılması gereken tanılama ve girişimler hakkında hemşirelerin ve diğer sağlık
profesyonellerinin
farkındalığını
arttırmaktır.
İntihar eylemi sadece ruhsal bir süreç olmayıp, aynı zamanda ekonomik, kültürel, toplumsal
yönleri olan bir olgudur. İntihar girişimi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, özellikle
adölesan yaş grubu çocuklarda önemli bir medikal ve sosyal problemdir. Çocukluk ve erken
adölesan dönemde intihar girişimine sık rastlanmazken, yapılan araştırmalarda her yıl beş
gençten birinin ciddi şekilde intiharı düşündüğü, adölesanların %5-8’inin intihar girişiminde
bulunduğu saptanmıştır. Gelişmiş ülkelerde adölesan yaş grubunda ölüm sebepleri içinde
üçüncü sırada yer alan intiharın, alınan önlemlere rağmen yıllar içinde artış göstermesi, intihar
girişimlerinin ne kadar önemli bir medikal ve sosyal sorun olduğunu göstermektedir. Bu
açıdan, adölesan yaş grubu sağlık sorunları ile ilgilenen klinisyenler için risk altındaki grubu
tanımak
önem
kazanmıştır.
Adölesanlarda intihar girişimiyle gelen ergenlerin hızla değerlendirilmesi ve hemşirelik
bakımının amaçlarının belirlenmesinde hemşireye çok önemli görevler düşmektedir. Hastanın
değerlendirilmesindeki yaklaşımlar şu şekilde sıralanabilir: 1)Ortamın oldukça gergin ve
kaygı verici olduğu gerçeği dikkate alınmalıdır. Bunun için hastaya yaklaşımda; a)Hastayla
iletişim kurulabilecek sakin bir ortam sağlanır, gencin güveni kazanıldıktan sonra intihar
girişimi gündeme getirilir. b)İletişimde sade bir dil kullanılır. c)Konu ortaya konduktan sonra,
genci onurlandırarak daha çok şeyi anlatması ve konuyu tartışmaya açık bırakması sağlanır.
2)Hastanın intihar konusundaki yaklaşımı belirlenir. Bunun için, a)Adölesan intihar
düşüncelerini kabul ediyor mu? b)İntihar düşüncelerini ortaya koyan bağımsız bulgular
mevcutsa (bir not, kesik bilekler) ergen bu bulguları kabul ediyor mu? c)Adölesanın intihar
girişimindeki amacının ölmek mi, yoksa yardım çağrısı mı olup olmadığı araştırılır. 3)Yapılan
intihar girişiminin niteliğinin araştırılır. Bunun için; a)Bu davranış ne kadar ölümcül, b)İntihar
davranışı başka bir kimse ile devam eden bir ilişki nedeniyle mi ortaya çıkmış, değerlendirilir.
4)İntihar davranışı psikiyatrik yönden incelenir. Bunun için, a)Adölesan herhangi bir
psikiyatrik bozukluk nedeni ile şu an tedavi altında mı? b)Adölesan şu an psikotik mi? Eğer
öyleyse, intihar fikri veya davranışı psikozdan mı kaynaklanıyor, tedavileri uygun mu
değerlendirilir.
Bir kez intihar girişiminde bulunan bir ergenin ileride de intihar etme riskinin olacağını
unutmamak gerekir. Bu nedenle multidisipliner bir yaklaşımla çocuk acil serviste adölesana
bakım ve tedavi veren her sağlık personelinin, ölümcül olan ya da olmayan her intihar
girişimini son derece önemsenmesi gerektiğini ebeveynlerine anlatmaları, soru sormasına
olanak sağlamaları, en önemlisi de yapılan bütün girişim basamakları boyunca yargılayıcı
cümleler kullanmamasına dikkat etmelidirler.
Anahtar Kelimeler: İntihar, adölesan, hemşirelik yaklaşımı
P45 - BİR HALK ARAŞTIRMASI: ANNELERİN NAZAR İNANCI VE KORUNMA
YOLLARI
Meryem KAR1, Canan KARASAKAL1, Feyzullah YILMAZ1, Müge UZUN2
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, 2Bülent
Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları
Hemşireliği ABD
Amaç: Geleneksel inanç ve uygulamalar, insanların davranışlarını yönlendirerek sağlık
durumlarını etkilemektedir. Türk geleneksel inanç ve uygulamaları da coğrafi, tarihi, kültürel
çeşitliliğin ve farklı dinlerin inanç yapısının etkisinde kalmıştır. Bu yaygın inançlardan birisi
nazar (göz) değmesidir. Türkçe’de sözlük anlamı olarak bakma, bakış, göz atma, düşünce
olan kelime, halk inançları içinde göz değmesi, göze gelme anlamında kullanılmaktadır.
Nazar inancının temelinde belli kimselerde bulunduğuna inanılan, insanlara özellikle
çocuklara, zarar veren, bakışlardan çıkan çarpıcı ve kimi zaman da öldürücü güç düşüncesi
yatmaktadır. Nazar boncuğu taşımak, muska taşımak, kurşun döktürme, nazar otu (üzerlik)
tüttürmek, çamaşırlarını ters giydirme, dua etmek çocuğu nazardan korumak için kullanılan
yöntemlerden bazılarıdır. Bu çalışmada annelerin nazar inancı ve çocuklarını nazardan
korumak
için
kullandıkları
yöntemlerin
belirlenmesi
amaçlanmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan çalışma, 1 Mart-30 Nisan 2014 tarihleri arasında
Zonguldak’ta bir alışveriş merkezinde 0-6 yaş çocuğu olan 100 anne gerçekleştirilmiştir.
Çalışmanın verileri anne ve çocuğa ilişkin tanıtıcı bilgileri, nazar inançları ve uyguladıkları
nazardan korunma yollarının sorulduğu soru formu ile toplanmıştır. Veriler SPSS 16.0
istatistik
programı
ile
frekans
yüzdelik
ve
ki-kare
ile
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Annelerin çoğu (%35) 30-35 yaş arasında, % 66’sı lise ve üniversite mezunu, % 51
ev hanımıdır. Çocukları %56’sı 0-3 yaş arasındadır. Annelerin %78’si nazara inandığını ve
%28’i çocuk övüldüğünde ya da kıskanıldığında nazar değdiğini ifade etmiştir. %86’sı
doğumdan beri çocuğuna nazar boncuğu taktığını, %41’i ise nazar boncuğunun kötü enerjiyi
topladığını düşünmektedir. Nazar bocuğu kullanmak dışında % 95’inin dua okuyarak
çocuğunu nazardan korumaya çalıştığı belirlemiştir. Nazardan korunmak için nazar boncuğu
takma ile anne yaş arasında (Χ2=6,588; p=0,037) ve duası okuma ile eğitim düzeyi
(Χ2=10,686;
p=0,014)
arasında
anlamlı
ilişki
bulunmuştur.
Sonuç: Geçmişten bu güne kadar nazar; insanların önüne geçemedikleri, nedenini
bilemedikleri durumları açıklamak için kullandıkları bir halk inancıdır. Nazar inancı anne
yaşı, eğitimi, mesleği ve gelirine bakmazsızın halk arasında devam eden bir inançtır.
İnsanoğlu en kıymetli varlıkları olan çocuklarını bilinmeyenden korumak için çeşitli çareler
üretmeye çalışmışlardır. Çalışmamızda nazar boncuğu kullanmanın ve dua etmenin nazardan
korunmak en sık kullanılan yöntemler olduğu belirlenmiştir. Her iki yöntemin de annenin
yaşı, eğitim, mesleği, gelir düzeyi ne olursa olsun pratikte yaygın olarak kullanıldığı
görülmektedir. İnsanların inançlarının davranışları yönlendirdiği düşünüldüğünde, nazar
inancının ve korunma ve uzaklaştırma pratikleri ile varlığını korunma yöntemlerinin
geçerliliğini koruduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, nazar, anne, inanç, geleneksel uygulamalar.
P46 - ANNE ELİ VE MASAJ = HUZUR VE MUTLULUK
Meryem KAR1, Canan KARASAKAL1, Feyzullah YILMAZ1, Ayla GÜNDOĞDU2,
Müge UZUN3
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, 2Bülent
Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Sağlığı Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları ABD, 3Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı
Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD
Amaç: Masaj; insan yaşamının her döneminde sağlık sorunlarının azaltılmasında, sağlığın
korunmasında yararlı ve gereklidir. Bebeklerin/çocukların masaja verdikleri yanıtlar
genellikle olumludur. Dokunma, anne bebek/çocuk arasındaki bağı güçlendirirken,
bebeklerin/çocukların beslenme, uyku gibi günlük aktivitelerini düzenleyerek büyüme ve
gelişmesini desteklemektedir. Özellikle bebeğin ve çocuğun daha ellerine, ayaklarına, sırt,
gögüs kısmına, karın, kulak ve alın bölgesine aromatik yağlarla uygulanan 10-15 dk masajın
bebeğin/çocuğun rahatlatılmasında önemli yeri olduğu çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bu
çalışmada annelerin bebek/çocuk masajına ilişkin tutumlarının belirlemesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma 1 Mart-30 Nisan 2014 tarihleri arasında Zonguldak’ta bir alışveriş
merkezinde 0-3 yaş çocuğu olan 100 anne ile tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir.
Çalışmanın verileri anne ve çocuğa ilişkin tanıtıcı bilgileri, çocuğuna masaj uygulama durumu
ile ilgili soruların bulunduğu soru formu ile toplanmıştır. Veriler SPSS 16.0 istatistik
programı
ile
frekans
yüzdelik
ile
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Annelerin %42’si 25-30 yaş grubunda, % 33’ü lise ve üniversite mezunu, % 70’i
ev hanımı, % 49’u orta düzeyde gelire (1000-1500 TL) sahiptir. Çocukları %78’sı 0-2 yaş
arasındadır. Annelerin %98’sinin çocuğuna masaj yaptığını, %72’inin günde bir kez,
%77’inin ise 10 dk süre ile masaj yaptığını belirlenmiştir. Masaj uygulanan bölgeler
sorulduğunda % 36’sının karın, %30’unun bacak, %16 kol ve % 18’sinin sırt bölgesine masaj
yaptığı tespit edilmiştir. Masaj yapanların sadece % 28’ı masajı bir yağ ile yaparken bunların
%81’inin bebe yağı kullandığı belirlenmiştir. Annelerin % 92’si çocuğun masaj sonrası
rahatladığını, % 42’si masaj sırasında uyuduğunu ve yine % 42’si en az 2 saat uyuduğunu
belirtmiştir.
Sonuç: Çalışmamızda annelerin tamamına yakınının bebeğine/çocuğuna masaj yaptığı
belirlenmiştir. Annelerin yaptığı uygulamalar masaj uygulamasının etkinliğini bildiğinin
göstergesi olarak kabul edilebilir. Çalışmaya katılan annelerin büyük bölümünün gençtir.
Genç annelerin çocuk büyütme konusunda bilgi ve becerilerini farklı alanlara yönlendirmesi,
masaj
uygulamasına
önem
vermelerinin
nedeni
olarak
düşünülmüştür.
Özellikle
bebek/çocuğun masaj sonrasında uyuması masajın gelişimdeki olumlu yönde desteklediğinin
bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Masaj her yaş grubu için olumlu etkiler yaratan bir
uygulamadır. Çocuk hemşiresinin annelerin masaj uygulamalarını desteklemesinin, büyümegelişmenin olumlu yönde devam etmesi açısından önemli bir girişim olabilir.
Anahtar Kelimeler: Bebek, çocuk, anne, masaj, aromaterapi
P47 - ÇOCUK HASTAYA AİLE MERKEZLİ BAKIM YAKLAŞIMI
Sabiha ÇAĞLAYAN1
1
Medipol Üniversitesi Hastanesi
Amaç: Hastane ortamı, çocuk ve aile için stresli bir deneyimdir. Çocuğun hastaneye yatışı
tüm aile fertlerinin günlük yaşantısını, aile içindeki rollerini değiştirir. Aile üyeleri, çocuğun
bakımı ve aile içindeki rollerini yerine getiremediğinde ya da bunlarla baş edemediğinde,
çocuğun durumu ile ilgili belirsizlik duygusu hissetmektedirler. Bu değişiklikler ile birlikte
ailenin hastane ortamına yabancı olmaları, alışık olmadıkları tıbbi araçlarla çocuğunun
karşılaşması ve bakımını kontrol altına alamamaları ailelerde anksiyeteye neden olur.
Ebeveynlerin hastanede yaşadıkları anksiyetenin çocuğun anksiyetesini de arttırması, çocuğun
enerjisinin büyük bir bölümünü anksiyetesi ile başetmek için harcaması iyileşme sürecini
olumsuz
etkilemektedir.
Çocuğun hastalığı ve hastaneye yatışından dolayı çocuk ve ailede oluşan anksiyete ve
anksiyetenin önlenmesine yönelik yapılan araştırmalar sonucundan “aile merkezli bakım”
kavramı ortaya çıkmıştır . Aile merkezli bakım; tüm ailelerin çocuklarına bakım vermek
isteyecekleri inancına dayanır. Aile merkezli bakım, aile ilişkilerini koruma ve destek
programları yoluyla çocuğun gelişimindeki gereksinimlerin karşılanmasını kapsayan bir
felsefeden oluşur (APA 2012). Bu felsefede aile, çocuğun yaşamının değişmez bir parçası
olarak görülür. Ailenin çocuğa sağladığı destek onun sağlık sorununa ve klinik bakımına
tepkilerini
belirleyen
önemli
bir
faktördür
Aile merkezli bakım, çocuk sağlığı hemşireliğinde bir bakım felsefesi olarak benimsenmiştir.
Hemşire, hemşirelik sürecini kullanarak; hastalık süresince ailenin güçlü ve zayıf yönlerini,
baş etme davranışlarını, iletişim şekillerini, ebeveyn çocuk ilişkisinin niteliğini, çocuğun
gelişimsel düzeyini, aile içindeki yerini ve ulaşabilecek kaynakları değerlendirerek uzun
süreli, kapsamlı ve aile merkezli bakım verilmesini sağlar. Çocuğun durumu bilinmiyorsa
kaygı düzeyi daha yüksek olur. Aşırı kaygı halinde ebeveynlerin algılama alanları daralır,
ebeveynlik rollerinde değişiklikler yaşanır. Kaygı düzeyi yüksek ebeveynler çocuklarının
bakımına katılmakta ve sağlık ekibi ile işbirliği yapmakta güçlük yaşayabilirler. Bunun
sonucunda yaşamın erken dönemlerinde gerçekleşmesi beklenen ebeveyn çocuk ilişkisinin
gelişimi ve sağlık bakım ekibine katılımı gecikebilir.Ailelerin hastane ortamında çocuklarının
bakımına katılabilmeleri için bulundukları ortamı tanıması ve sağlık personeli ile aralarında
etkin bir iletişim olması gerekir. Bunun içinde çocuğun servise kabulünden itibaren ailelere ve
çocuklara servis tanıtımının yapılması, servis rutinleri, çalışanları hakkında bilgi verilmesi ve
çocuğun yatışından itibaren tedavi süresince çocuk ile ilgili bilgilerin eksiksiz ve tarafsız aile
ile paylaşılması aile merkezli bakım ile ilişkili önemli hemşirelik uygulamalarıdır. Pediatride
aile merkezli bakımı uygulayan sağlık ekibi üyelerinin, çocuk ve ailesine saygı duyması
bakımın etkinliğinde önemlidir. Kültürler arası fark ve sosyoekonomik durum gibi birçok
kişilerarası farklılıklar olması verilen bakımı değiştirmemeli, farklı isteklere saygı
duyulmalıdır. Aile, çocuğuna yardım ederken sağlık üyesi tarafından desteklenmeli ve
cesaretlendirilmelidir. Çocuğun durumu hakkında ailenin bilgi eksikliği sürekli giderilmelidir.
Aile ve çocuk iletişimi sağlık üyesi için her zaman iyileştirici olmalıdır. Ailenin karaları
alması için güçlendirilmesi ve özgüveni geliştirilmesi için işbirliği yapılması gerekir.
Pediatrik Yoğun Bakım uygulamasında çocuğun, ailenin bir parçası olarak ele alınması, yani
“aile merkezli” bakım verilmesi gerekmektedir. Annelerin çocuk bakımına katılması,
annelerin çocuk bakımında ikinci plana atılma, kontrolü kaybetme duygusu yaşamamalarını,
çocuklarını duygusal yönden destekleme fırsatı bulmalarını ve hasta çocuğun bakımını
öğrenmelerini, böylece anksiyete düzeylerinin düşmesini sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Aile Merkezli Bakım, Çocuk Hasta, Aile ve Çocuk, Hastane Çocuk,
Pediatri Hemşireliği, Anksiyete
P48 - SEZARYEN İLE DOĞUM BEBEK İÇİN KONFORLU BİR DOĞUM MUDUR?
Ayla GÜNDOĞDU1, Elif ERBAY1, Dilek BAYRAM1, Işın ALKAN1, Özgür BAHADIR1,
Selda ÇOBAN1, Müge UZUN2, Tülay KUZLU AYYILDIZ2, Aysel TOPAN2, Meltem
KÜRTÜNCÜ2
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları
Hemşireliği ABD , 2Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı
Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD
Amaç: Cerrahi bir girişim olan sezaryen, gerekli olduğunda anne ve bebek için yaşam
kurtarıcı olmakla birlikte, maternal ve fetal mortalite ve morbiditeyi artırabilmektedir.
Sezaryenle yapılan çoğu doğum miadı gelmeden gerçekleştirildiği için yenidoğanın
respiratuar distres sendromu, yenidoğanın geçici taşipnesi, pulmoner hipertansiyon, hipoksik
solunum yetmezliği gibi nedenlerle yenidoğan yoğun bakıma yatışı ve ventilatöre bağlanması
gibi morbiditeyi yükselten risklere maruz kalabilmektedir. Bu çalışmada sezaryenle doğum ve
yenidoğan
sağlığına
etkisine
ilişkin
verilerin
incelenmesi
amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma retrospektif ve tanımlayıcı olarak Zonguldak ilinde bir ilçe devlet
hastanesinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın evrenini 1338 doğum, örneklemini ise 686
sezaryen doğum oluşturmuştur. Çalışmanın verileri Nisan 2013- Nisan 2014 tarihleri arasında
arşiv kayıtlarından, anneye ve bebeğe bağlı sezaryen nedenleri, anestezi tipi, yenidoğan yoğun
bakıma yatış nedenleri ve uygulanan girişimler başlıkları altında toplanmıştır. Veriler SPSS
16.0’da
frekans
yüzdelik
analizi
ile
değerlendirilmiştir.
Bulgular: 686 sezaryenle doğumun 582’si (% 84.8) planlı, 104’ü (% 15.2) acil sezaryen
olarak kayıtlara geçmiştir. Gebelerin sezaryena alınma nedenleri ve oranları incelendiğinde;
bebeğe bağlı nedenlerin oranlarının % 17.3 miad aşımı, % 28.8 makat geliş, % 12.5
makrozomik bebek, % 23 ilerlemeyen eylem, % 4.8 prezantasyon bozukluğu, % 4.8 çoğul
gebelik, % 6.7 fetal distres ve % 2.8 kordon sarkması olduğu belirlenmiştir. Anneye bağlı
sezaryena alınma nedenleri oranları ise % 7.6 hipertansiyon, % 0.9 lomber disk bozukluğu,
%6,7 oligohidroamniyos, % 0.9 epilepsi olarak tespit edilmiştir. Sezaryen sırasında annelerin
% 67.3 genel anestezi, % 25.9 spinal anestezi ve % 6.7’sine epidural anestezi uygulanmıştır.
Yenidoğanla ilgili bulgulara baktığımızda sezeryanla doğurtulan bebeklerin; % 21.1
yenidoğan yoğun bakım ünitesine alınırken, % 74’ ü anne yanına verilmiş, % 4.8 ise önce
yenidoğan yoğun bakım ünitesine alınıp daha sonra ileri tetkik ve tedavi için dış merkeze
gönderilmiştir. Yenidoğanların yoğun bakıma yatırılma nedenlerine bakıldığında % 72.7
solunum sıkıntısı, % 27.2 mekonyum aspirasyonu ve % 27.2 prematüriteye bağlı nedenler
olarak belirlenmiştir. Son olarak yenidoğan yoğun bakım ünitesine alınan bebeklere
uygulanan girişimler incelendiğinde; % 22.7 entübe edildiği, % 72.2 damar yolu açılarak
antibiyotik başlandığı, % 54.5 küvöz içi ve % 12.3 hood ile oksijen aldığı belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmamızda sezaryenla doğum oranının normal doğumdan daha yüksek olduğu
belirlenmiştir. Sezaryenle doğan bebeklerin bir bölümünün solunum sıkıntısı ve mekonyum
aspirasyonu gibi nedenlerle yenidoğan yoğun bakıma yatırıldığı tespit edilmiştir. Yenidoğan
yoğun bakım ünitesinde de entübasyon, damar yolu açılması, antibiyotik başlama ve oksijen
uygulama gibi invaziv ve non-invaziv girişimlerin uygulanması gerekmiştir. Ayrıca bazı
bebeklerin dış merkezlere sevki gerekmiştir. Bu girişimlerin pek çoğu yenidoğanın morbidite
ve mortalite riskini yükseltmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün maternal ve perinatal mortalite
oranlarını dikkate alarak hedeflediği sezaryen oranı %15 olmasına rağmen, 2008 TNSA’a
göre Türkiye’de sezaryen oranının %21.5’ten (TNSA 2003) %36.7’ye yükseldiği
belirlenmiştir. Tıbbi nedenler dışında sezaryenlerin anne ve bebek sağlığına getirdiği ağır
yükler göz önüne alındığında, endikasyon olmadığı müddetçe gebeliğin sezaryenle
sonlandırılmaması önemlidir. Sağlık Bakanlığı’nın konuya ilişkin aldığı önlemler
bulunmaktadır. Ancak sezaryen doğumların anne ve bebek sağlığına etkisine yönelik daha
fazla çalışma yapılması, alınan önlemlerin ulaştığı hedefleri görebilmemiz açısından önem
teşkil etmektedir. Böylece sezaryenle doğumun yenidoğan bebek için konforlu bir doğum
olup olmadığı sorusuna yanıt bulunabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sezeryanla Doğum, Acil Sezeryan, Yenidoğan Sağlığı, Sağlık Bakanlığı
Doğum Politikaları
P49 - ANNE-BEBEK BAĞLANMASI: BİR LİTERATÜR İNCELEMESİ
Rahime ŞEN1, Ayşe TOPUZ1, Nazire ARAT1, Sıdıka ATASEVER1, Suzan ÖZKAN1
1
Şifa Üniversitesi
Amaç: Bu literatür incelemesinde 10/2013- 5/2014 tarihleri arasında MEDLİNE, Pubmed,
EMBASE veri tabanları, Türkiye'de on-line ve basılı ulaşılabilen dergi ve tezler taranmıştır.
İngilizce ve Türkçe olarak anne, bebek, bağlanma, 0-1 yaş ve hemşirelik anahtar kelimeleri ile
tarama yapılmış ve tarama kriterlerine uymayan çalışmalar incelemeye alınmamıştır.
Anne bebek bağlanmasının niteliği bebeğe ilişkin ve anneye ilişkin bir birçok faktörden
etkilenmektedir. Bu faktörlerin temelinde, anne bebek uyumu yer almaktadır. Anne bebek
uyumu, anne ile bebek arasında biyolojik ve davranış ritimlerinin uyumlu olması olarak
tanımlanmaktadır. Annenin duyarlılığı, istekliliği, duygusal durumu, bebeğin sağlıklı olması
ve
karakter
özellikleri
anne
bebek
bağlanmasını
etkileyen
ana
unsurlar
olarak
gösterilmektedir. Postnatal ayrılmaya ilişkin faktörler de bağlanmayla yakından ilişkilidir.
Doğum sonrası dönemde anne bebek arasındaki fiziksel yakınlık, ten tene temas ve kanguru
bakımı, aynı odada olma ve erken emzirmenin bağlanma üzerine olumlu sonuçları
kanıtlanmıştır. Anneye ilişkin diğer faktörlere ek olarak gebeliğin istenmesi bağlanmayı
olumlu etkilerken genç yaşta anne olma, postpartum dönemde psikiyatrik hastalığa sahip olma
olumsuz etkilemektedir. Bebeğin doğum sonrası bakımının gecikmesi, kortizol düzeyinin
düşük olması, anestezi etkisi, prematüre doğum, engelli ya da kronik sağlık sorunu olma,
doğumdan sonra uzun süre hastanede kalma ve yeterince emzirilmeme bağlanmayı olumsuz
yönde etkileyebilmektedir. Yaşamın ilk yılında anneden mahrum kalan çocuklarda fiziksel ve
ruhsal hastalıkların ortaya çıkabileceği, güvensiz bağlanma-duygu durum bozukluğu arasında
karşılıklı
ve
çift
yönlü
olumsuz
bir
etkileşimin
varlığı
bildirilmiştir.
Anne bebek bağlanmasının kalitesi bebeğin genel sağlık durumu, büyüme gelişmesi, yaşama
uyumu açısından önemlidir. Sağlık çalışanlarının erken anne bebek bağlanmasının önemi
konusunda farkılıkların düzeylerinin artırılması gerekliliği öne çıkmaktadır. Araştırma
sonuçlarına göre doğum sonrası dönemde, olumlu anne bebek ilişkisini sağlamak ve
sürdürmek için; anne bebek bağlanmasını etkileyen faktörler belirlenmeli ve anne bebek
iletişimini sağlamaya yönelik eğitim ve danışmanlık verilmelidir. Post-partum dönemde
sağlık personeli tarafından anne bebek ilişkisinin desteklenmesinin, daha sağlıklı çocuklar
yetiştirilmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bağlanma, anne, bebek, 0-1 yaş, hemşire
P50 – Bu poster sunumu iptal edilmiştir.
P51 - HASTA GÜVENLİĞİ EVET! YA ÇOCUK HASTALAR?
Elif ERBAY1, Ayla GÜNDOĞDU1, Dilek BAYRAM1, Işın ALKAN2, Özgür YAMAN
BAHADIR1, Selda TÜRKMEN ÇOBAN1, Aysel TOPAN3, Müge UZUN3, Tülay KUZLU
AYYILDIZ3, Meltem KÜRTÜNCÜ3
1
Bülent Ecevit Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları
Hemşireliği ABD , 2Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı
Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD,3Bülent Ecevit Üniversitesi Zonguldak Sağlık Yüksekokulu
Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği ABD
Amaç: Hasta güvenliği, sağlık kuruluşları ve çalışanları tarafından hastaya zarar vermemek
için alınan önlemlerin tamamıdır. 2013 yılında dünya genelinde, ilaç kullanımı, cerrahi
müdahale, hastane enfeksiyonları, düşmeler gibi önlenebilir durumların tıbbi hata ve ölüm
nedenleri arasında ilk beş içinde yer aldığı belirlenmiştir. 2004 Dünya Sağlık Örgütü
Raporu’na göre gelişmekte olan ülkelerde sistem kaynaklı hasta güvenliği sorunu ve tıbbi
hataların beklenenden daha fazla olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda, ülkemizde hasta
güvenliği kavramı gün geçtikçe daha önem kazanmaktadır. Bu çalışmada ülkemizde
hastanede yatan çocuk için kullanılan hasta güvenliği prosedür, form ve araçlarının
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma 1 Mart-30 Mart tarihleri arasında iki devlet ve bir üniversite hastanesinde
tanımlayıcı olarak gerçekleştirilmiştir. Çalışma kapsamında Uluslararası Standartlar
Birliği’nin
(Joint
Commission
Internatıonal
Accreditation)
altı
“Hasta
Güvenliği
Standartları”ı (Doğru kimlik-hasta doğrulama, etkili iletişim, ilaç güvenliği, doğru prosedür
ve doğru hasta cerrahisi, enfeksiyonların azaltılması ve düşmenin engellenmesi) ve bu
standartlar altında konumlanmış Sağlık Bakanlığı’nın 23.01.2014 tarihinde uygulamaya
koyduğu “Hasta Güvenliği Prosedürü” nün 27 prosedür, form ve aracı kullanılmıştır. Bu
prosedürden 20 tanesinin çocuk hastanın güvenliğini değerlendirmede daha uygun olduğu
belirlenmiş ve veri toplama formu olarak kullanılacak “Hasta Güvenliği Kontrol Listesi” ile
oluşturulmasında kullanılmıştır. Veriler bu hastanelerde çalışan üç araştırmacı tarafından
kalite yönetim birimi ile görüşerek ve matbu evraklara ulaşarak toplanmış ve karşılaştırmalar
yapılmıştır.
Bulgular: Elde edilen bulgular; Her üç hastanede de kullanılan prosedürler, formlar ve araçlar
Doğru Kimlik-Hasta Doğrulama • Hasta Kimliğinin Tanımlanması ve Doğrulanması (Kol
bandı) • Hastanın Bilgilendirilmesi ve Aydınlatılmış Onam Formu İlaç Güvenliği • Narkotik
İlaç Devir Teslim Formu • İsim Benzerliği Olan İlaçlar Listesi • Ambalaj(Kutusu)Benzer
İlaçlar Listesi Doğru Prosedür ve Doğru Hasta Cerrahisi • Kan ve Kan Ürünleri İstem Formu •
Kan ve Kan Ürünleri Takip Formu • Güvenli Cerrahi Kontrol Listesi Enfeksiyonların
Azaltılması • El Hijyeni Eğitim Programı • İzolasyon Önlemleri Talimatı Düşmenin
Engellenmesi • Hasta Düşme Riski Değerlendirme (Harizmi Düşme Riski ve Çocuklar İçin
Glasgow Koma Ölçeği) Hasta Tanıtıcı İşaretler • Sarı Yaprak (Solunum İzolasyonu) • Kırmızı
Yıldız (Temas İzolasyonu) • Mavi Çiçek (Damlacık İzlasyonu) • Yeşil Yonca(Düşme Riski)
Devlet hastanelerinde kullanılıp üniversite hastanesinde kullanılmayan prosedürler, formlar ve
araçlar Etkili İletişim • Sözel Order Kayıt Formu • Laboratuar Panik Değer Bildirim Formu
İlaç Güvenliği • Pediatrik İlaçlar ve Kilograma Göre Uygulama Dozları Listesi Doğru
Prosedür ve Doğru Hasta Cerrahisi • Mavi Kod Uygulama Talimatı • Pembe Kod Uygulama
Talimatı Çocuk hasta güvenliği için kullanılan formlar • Harizmi Düşme Riski Ölçeği •
Çocuklar için Glaskow Koma Ölçeği • Pembe Kod Uygulaması • Pediatrik İlaçlar ve
Kilograma Göre Uygulama Dozları Listesi’dir. Üç hastanenin de hasta güvenliği açısından
benzer nitelikte prosedür, form ve araçlar kullanıldığı ve çocuklara özel hazırlanmış az sayıda
hasta güvenliği prosedürü görülmüştür. Düşme/yaralanma riski değerlendirmesi için
kullanılan “Harizmi Düşme Riski” ve “Çocuklar için Glaskow Koma Skalası”, “Pediatrik
İlaçlar ve Kilograma Göre Uygulama Dozları Listesi”, “Pembe Kod” uygulamaları çocuklar
için kullanılan formlar olarak karşımıza çıkmıştır.
Sonuç: Sağlık Bakanlığı hastanelerinde prosedürlerin daha fazla uygulanmasında kurumsal
yapının etkisinin olduğu düşünülmüştür. Ayrıca çocuk hasta güvenliği çalışmalarının yurtdışı
örneklerinde olduğu gibi aile eğitimini de içeren prosedürlerle desteklenmesi çalışmaların
kalitesi için önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Hasta güvenliği, çocuk hasta güvenliği, prosedürler, formlar
P52 - ÇOCUK ACİL KLİNİĞİNE KAZA NEDENİYLE BAŞVURAN 0–18 YAŞ
GRUBU ÇOCUKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dilek BAYRAM1, Özgür BAHADIR1, Selda TÜRKMEN ÇOBAN1, Ayla GÜNDOĞDU1,
Elif ERBAY1, Işın ALKAN1, Aysel TOPAN2, Tülay KUZLU AYYILDIZ2, Müge
UZUN2, Meltem KÜRTÜNCÜ2
1
BEÜ Sağlık Bilimleri Ens. Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, 2Bülent
Ecevit Ünv. Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Acil servisler, tıp pratiği içinde diğer sağlık birimlerine göre belirli farklılıklar
gösterirler. Başvuran hastaların içinde bulundukları stres, vakaların aciliyeti toplumumuzdaki
eğitim düzeyinin düşüklüğü ve olumsuz çalışma koşulları nedeniyle,acil servisler hastanelerin
diğer birimlerine göre daha ağır koşullarına sahiptirler. Bu başvuruların önemli bir kısmını da
çocuklar oluşturmaktadır. Her geçen gün hızla artış gösteren dünya nüfusunun çok önemli bir
kısmını çocuklar oluşturmaktadır. Dünyada yaklaşık 540 milyon çocuk tehlikeli ya da
değişken çevre koşullarında yaşamını sürdürmektedir. Hasta yakınmaları ve başvuru
nedenlerinin çok çeşitli olabildiği bu birimlere çocuk nüfusunun erişkin nüfusa göre kaza ve
hastalıklara daha fazla maruz kalması nedeniyle başvuru oranı yüksektir. Bu durumun diğer
nedenleri arasında; ailenin dikkatsizliği, stresi, kazalar ve hastalık konularında bilgisiz
olmaları vb. sayılabilir. Çocuğa ait nedenler ise bu dönemde ebeveynlere bağımlı olmaları,
bağışıklık sistemlerinin tam olarak gelişmemiş olması, özellikle 1-3 yaş dönemi motor
aktivitelerin artması, bağımsız hale gelmeleri, çevreye yönelik ilgi ve merakın artması kaza ve
hastalıklara yakalanma riskini arttırır. Çocuklar bir ülkenin geleceğidir ve bugün çok sayıda
çocuğun hayatı sağlık sistemlerine emanet edilmiş durumdadır. Bu nedenle sağlık birimlerine
ve ailelere önemli görevler düşmektedir. Çocuklar erişkin nüfusa göre, kazalara daha fazla
maruz kalmaktadır. Bu araştırma acil servise kaza nedeniyle başvuran 0–18 yaş grubu
çocukların değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Araştırmanın evrenini Bülent Ecevit
Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin Acil Servisine 01.01.2013-31.12.2013
tarihleri arasında, 0–18 yaş grubu 25.683 çocuk oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini ise
kaza nedeniyle başvuran, 0–18 yaş grubu 1115 çocuk oluşturmuştur. 01.01.2013-31.12.2013
tarihleri arasında geriye dönük kayıt incelemesi şeklinde yapılmıştır. Kaza nedeniyle acile
başvuran çocukların bilgilerinin kayıt edildiği form oluşturulmuş olup araştırmacılar
tarafından doldurulmuştur.
Bulgular: Çocukların yaş ortalamasının 6.4±4.5 (0-18) ve en sık başvurunun 0-5 yaş
grubunda olduğu, 60.5’inin (n=673) erkek, 39.5’nin (n=442) kız olduğu saptanmıştır. Başvuru
nedenleri arasında ilk üç sırayı; düşme (%64.8), ilaç içme/intoksikasyon (%13.7) ve yanık
(%13.3) oluşturmaktadır. En yoğun başvurunun haziran ayında (%11.6) ve yaz mevsiminde
(%29.7) olduğu görülmüştür. Acile başvuran çocuklar; yaş grupları ile kaza tipi, kazanın
yaşandığı aylar ile kaza tipi ve cinsiyet ile kaza tipi açısından karşılaştırıldığında istatistiksel
olarak anlamlı fark olduğu belirlenmiştir (p<0.05).
Sonuç: Sonuç olarak, çocuk acil kliniğine başvuruda düşmeler (%64.8) önemli yer tutmakta
olup, 0-5 yaş grubunda (%59.5) ve erkek çocuklarında (%68.9) ilk sırada yer almaktadır. 0-5
yaş grubu çocuklarda kazalara eğilim artmakta, düşmelere daha sık karşılaşılmaktadır. Bu
konuda ailelerin; kazaları önlemeye yönelik koruyucu tedbirler almaları, çocukların kaza
oluşumuna sebep olacak tehlikeli davranışlar konusunda eğitilmesi, ev içi ve bahçede gerekli
düzenlemelerinin yapılması, öğretmenlerin; okullarda kazalara sebep olabilecek durumları
kontrol altına almaları, hemşirelerin; okullarda öğrenci gruplarıyla beraber ortak paneller,
konferanslar düzenlemeleri ve basın-yayın organları yoluyla eğitim vererek konunun önemine
dikkat çekmeleri, okul-aile birliği ve okul yönetimiyle işbirliği yaparak acil durumlar
konusunda eğitim faaliyetleri yürütmeleri; ailelere, 0–18 yaş döneminde görülebilecek
kazaların önlenmesine yönelik eğitim verilmeleri gerekmektedir. Bunun sonucunda
çocuklarda kazalara bağlı görülebilecek yaralanma ve sakatlanmalar azaltılabilir.
Anahtar Kelimeler: Pediyatrik acil, 0–18 yaş grubu çocuk, Çocukluk çağı kazalar
P53 - EBEVEYNLERİN SIKLIKLA YARDIMA İHTİYACI OLDUĞU BİR ALAN;
YAŞ DÖNEMLERİNE GÖRE DİSİPLİN
Derya SULUHAN1, Dilek YILDIZ1, Dilek KONUKBAY1, Berna EREN FİDANCI1,
Evrim KIZILER1
1
GATA HYO
Amaç: Bu derlemede hasta ve sağlıklı çocuğa sahip ebeveynlerin uygulaması gereken disiplin
yöntemlerinin
açıklaması
hedeflenmiştir.
Türkçe ve İngilizce literatür taraması yapılmıştır. Disiplin, kişilerin içinde yaşadıkları
topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin
bütünüdür. Disiplin çocuğun hareket etmesiyle aile ortamında başlar. Aile çocuğun kişilik
özelliklerini, tutum ve davranışlarını biçimlendirir ve onu toplum içinde gelecek yıllardaki
rolüne hazırlar. Amerikan Pediatri Akademisi (APA) ebeveynlerin çocukluk çağının her
döneminde benimsemesi ve uygulaması gereken ilkeleri tanımlamıştır. Eğer çocuk sıfır ile üç
yaş arasında ise ebeveynlerini memnun etmek ve güzel şeyler yapmak ister. Fakat bunu nasıl
yapacağını öğrenmeye ihtiyacı vardır. Eğer çocuk bir şey yapmak istemezse tüm basamakları
teker teker öğretmek ve güzel davranışını yakalamak faydalı olabilir. Bu yaş grubunda
çocuklar sınıra ihtiyaç duyar. APA çocuğun istenilmeyen davranışını sonlandırmak için
ebeveynlere görmezden gelme, yönlendirme ve açık kurallar sunma tekniklerini önermektedir.
Üç altı yaş döneminde çocuk daha zor oyun kurallarını öğrenir ve basit sorumlulukları
alabilir. Çocuğunuz kurallara karşı bir şeyler yaptığı zaman basitçe ve birkaç kelime ile
çocuğunuza açıklayın. Yanlış yaptığı şeyi, eğer bu davranışı devam ederse ne olacağı
anlatılmalı ve öneriler mantıklı ve basit olmalıdır. APA bu dönemde güvenlik önlemlerinin
basit kurallarla çocuğa öğretilmesini önermektedir. Arkadaşlık, altı veon iki yaş arası
dönemde çocuğun dünyasında ön plana çıkmaktadır. Bu dönemde ebeveynler için en önemli
anahtar iletişimdir. Açık ve kararlı kurallar konulmalıdır. Çocuğunuzun nerde ve kimlerle
vakit geçirdiği bilinmeli, ait olma duygusu desteklenmeli, öfkeyle baş etme öğretilmelidir.
Ergenlik döneminde ebeveynler çocuğa bazı konularda sınır getirmelidir. Çocuğa açık şekilde
kurallar söylenmeli ve uymasını beklenmelidir. Sonuç olarak çocuklar ilk etkileşimlerini
içinde bulunduğu aileden, özellikle de anne ve babasının davranışlarından elde ederler.
Ebeveynlerin çocuklarına karşı tutumları, çocuğun sosyal ilişkilerini ve arkadaşlık
ilişkilerindeki kaliteyi etkilemektedir. Çocuk hemşiresi olarak sağlık hizmetinin verildiği her
basamakta ebeveynlerle bu konuda fırsat eğitiminin yapılmasının faydalı olacağı
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Yaş dönemleri, disiplin, çocuk hemşiresi
P54 - AKADEMİSYEN EBEVEYNLERİN ÇOCUKLARINDA GELİŞEBİLECEK
ACİL DURUMLAR KARŞISINDA YAKLAŞIMLARININ BELİRLENMESİ
Ayfer KARAKAYA1, Dilek DERİNCE2, Hümeyra BARBAROS2
1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, SHMYO, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, SYO
Amaç: Bu çalışma akademisyen ebeveynlerin çocuklarında gelişebilecek acil durumlar
karşısındaki ilk yaklaşımlarının belirlenmesi amacıyla planlanmıştır.
Yöntem: Çalışma tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Örneklemi, Bilecik Şeyh Edebali
Üniversitesi’nde çocuk sahibi olan ve çalışmaya katılmayı kabul eden akademisyenler
oluşturmuştur. Veriler, araştırmacılar tarafından literatür taranarak oluşturulmuş anket formu
doğrultusunda yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırmanın veri toplama aşaması
halen devam etmekte olup, bildiri özeti ulaşabildiğimiz 30 katılımcının verisi ile
hazırlanmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan ebeveylerin yaş ortalaması 39.5 olup, % 64,29’u erkek,
%35,7’si kadındır, %78,6’sı öğretim üyesi, %14,29’u öğretim görevlisi ve %7,14’ü araştırma
görevlisidir. Katılımcıların %50’si fen bilimlerinde, %42,86 sosyal bilimlerde, %7,14’ü sağlık
bilimleri alanında çalışmaktadır. Ebeveynlere çocuklarında gelişebilecek acil durumlar
karşısında ilk müdahale olarak ne yapacakları sorulduğunda; çocuklarının ateşi çıktığı zaman
%57,14’ü ıslak bezle sildiğini ya da duş aldırdığını, besin zehirlenmesi gelişmesi durumunda
%68,28’i hiçbir şey yapmadan hastaneye götüreceğini; yanık durumunda ise %42,85’i bölgeyi
soğuk su ile yıkayacağını ifade etmişlerdir. Çocuklarının hava yoluna yabancı bir cisim
(nohut,para,leblebi,oyuncak parçası vs.) kaçtığını fark ettikleri zaman %35,71’i hiçbir şey
yapmadan hastaneye götüreceğini, çocukları düşüp kafasını çarptığı zaman ebeveynlerin
%42,85’i çocuğunu uyutmadan gözlemleyeceğini, çocuklarında karın ağrısı geliştiği zaman
%68,28’i hastaneye götüreceğini, %7,14’ü sıcak uygulama yapacağını; çocukları havale
geçirdiği zaman %71,42’ si hiçbir şey yapmadan hastaneye götüreceğini, %7,14’ü kendine
gelmesi için sarsacağını, %7,14’ü ateş düşürücü vereceğini belirtmişlerdir. Çocuklarının ilaç
içtiklerini fark ettiği zaman %42,85’i kusturacağını, burun kanaması gelişirse %68,28’i
burnuna tampon koyup aşağı bakmasını isteyeceğini; çocuklarını kedi veya köpek ısırması
durumunda %21,42’si ısırılan bölgeyi su ve sabunla yıkayacağını, çocuklarının korozif madde
içtiklerini fark ettiği zaman %28,57’si kusturacağını ve %57,14’ü ise hiçbir şey yapmadan
hastaneye götüreceğini belirtmişlerdir.
Sonuç: Araştırma verilerinde eğitim seviyesi yüksek olan akademisyen ebeveynlerin çocuk
acil durumlarında ilk müdahalede bazı hatalı yaklaşımlarının olduğu dikkati çekmiştir. Bu
durum çocuk acil durumlarında ebeveynlere eğitim seviyesi gözetmeksizin ilk müdahaleyle
ilgili eğitim verilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Birey, toplum ve aileye hizmet veren
hemşireler, çocuk acil durumlarında toplumun tüm kesimindeki ebeveynlere ilk müdahale
konusunda eğitimler planlamalı, bilgilendirme ve danışmanlık yapmalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Çocuk acil, ebeveyn, hemşire, akademisyen, ilk yaklaşım
P55 - ÇOCUK GÖZÜ İLE ERKEK HEMŞİRELER
Esra TURAL BÜYÜK1, Mehmet KORKMAZ1
1
OMÜ Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu çalışma, hastanede yatarak tedavi görmekte olan çocuk hastaların, erkeklerin
hemşirelik mesleğine katılımları ile ilgili görüşlerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak
yapılmıştır.
Yöntem: Tanımlayıcı olarak yapılmış bu araştırmanın evrenini Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi servislerinde yatarak tedavi olmakta olan, 7- 12 yaş arası,
okuma yazma bilen, bizimle iletişim kurabilen ve mental retardasyonu olmayan 220 hasta
çocuk oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan bir
anket formu ile toplanmıştır. Anket formu hasta çocukların sosyo-demografik özellikleri,
çocuğun hastalık ve hastane deneyimleri, hemşirelik ve erkek hemşirelere ilişkin görüşlerini
belirleyen toplam 24 sorudan oluşmaktadır. İlgili kurumdan yazılı ve araştırmaya katılan hasta
çocuk ve annelerinden bilgilendirilmiş onam alındıktan sonra hazırlanan anket formu erkek
öğrenci
hemşire
tarafından
uygulanmıştır.
Verilerin
değerlendirilmesinde
yüzdelik
hesaplaması ve ki-kare kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan çocukların %51.8’i erkek çocuk olup, % 56.4’ü akut
nedenlerden dolayı hastanede yattığı, %39.5’inin bir haftadan daha uzun sürede hastanede
kaldığı ve %73.2’si daha önce hastanede yattığı bulunmuştur. Hastanede yatan çocukların %
64.5’i hemşireliğin bayan mesleği olduğunu, %58.2’si erkek hemşirelerin de olması
gerektiğini, %60’ı da erkek hastalara erkek hemşire, bayan hastalara bayan hemşire bakmalı
şeklinde belirtmişlerdir. Çocukların % 63.6’sı bulundukları hastanede erkek hemşire olduğunu
bildikleri söylemişlerdir. Erkek hemşirelerin çalıştığını nasıl öğrendikleri sorulduğunda,
çocukların %66.4’ü hastaneye yattıklarında, %16.4’ü TV ve internet aracılığı ile ve %10’u da
arkadaşlarından öğrendiklerini belirtmişlerdir. Çocuklara göre erkek hemşirelerinin olma
nedenleri sorulduğunda %49.5’i güçlü oldukları için, %21.4’ü erkek hastalara bakmak için ve
% 8.6’sı da erkek hemşirelerin sempatik oldukları için olması gerektiğini belirtmişlerdir.
%16.4’ü hemşireliğin bayan mesleği olduğu için erkek hemşirelerin olmaması gerektiğini
söylemişlerdir. Çocuklara göre bayan hemşirelerin görevlerinin neler olduğu sorulduğunda %
79.1’i kalbi dinlediği, tansiyonu ölçtüğü, vücut sıcaklığına baktığını ve tedavi yaptığını
(ilaçları verdiğini, iğne yaptığını, serum taktığını) belirtmiştir. Çocuklara göre erkek
hemşirelerin görevlerinin neler olduğu sorulduğunda çocukların % 46.4’ü yaşam bulguları
aldığı(kalbi dinlediği, tansiyonu ölçtüğü ve vücut sıcaklığına baktığını ) ve tedavi yaptığını,
%29.1’i hasta çocukları muayene ettiği (ağızına baktığı, sırtını dinlediği v.s) ve %16.4’ü de
her işi yaptıklarını (vital bulguları almak, tedavi yapmak, kan almak, pansuman yapmak,
muayene yapmak, ambulansı kullanmak v.s.) belirtmişlerdir Çocukların cinsiyetleri ile erkek
hemşirelerin neden olması gerektiği durumu arasındaki ilişkiye bakıldığında, erkek çocukların
(%80.7), kız çocuklara göre (%52.8) erkek hemşirelerin güçlü olduğu için hastanelerde
çalışması gerektiğini belirttikleri görülmüştür. Kız çocukların % 22.6’sı ve erkek çocuklarında
%4.4’ü, erkek hemşirelerin erkek hastalara bakmak için çalışması gerektiğini belirtmiştir.
Çocuğun cinsiyeti ile erkek hemşirelerin çalışmasının nedenleri arasında istatiksel olarak ileri
derecede anlamlı bir ilişki saptanmıştır(p<0.000).
Sonuç: Elde edilen bulgular doğrultusunda hasta çocukların erkeklerin hemşirelik mesleğine
katılımlarına ilişkin düşüncelerinin oldukça olumlu olduğu, erkek hemşireler hakkında
bilgileri olduğu fakat erkek hemşirenin görevlerini diğer sağlık ekibi üyeleri ile karıştırdığı ve
çocukların cinsiyetlerinin erkek hemşirenin çalışma nedenini etkilediği görülmüştür
Anahtar Kelimeler: Çocuk, hastane, meslek, hemşirelik, erkek hemşire
P56 - ATEŞ ŞİKAYETİ İLE ACİL SERVİSE GETİRİLEN ÇOCUKLARDA ATEŞ
OLGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Özlem ÖZTÜRK1, Aysel TOPAN2, Tülay KUZLU AYYILDIZ2
1
Karabük Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü , 2Bülent Ecevit Üniversitesi
Zonguldak Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü
Amaç: Vücut ısısının yükselmesi ateş olarak adlandırılır. Çocukluk çağında çok sık görülen
hastalık belirtilerinden biri olan ateş, acil servis başvurularının da önemli bir kısmını
oluşturur. Ateş, çocuklarda özellikle enfeksiyon hastalıklarını düşündürmekte, enfeksiyonların
dışlandığı durumlarda neoplastik hastalıklar, bağışıklık sistemi yetersizlikleri, endokrin ya da
metabolik bozuklukları akla getirmektedir. Ateş yakınması ile acil servis başvurularının
önemli bir bölümünün aslında gerekli olmadığı, bu başvuruların nedeninin ateşin çocuğa zarar
verebileceği düşüncesi olduğu belirtilmektedir. Bu çalışma, ateş şikayeti ile acil servise
getirilen çocuklarda ateş olgularının değerlendirilmesi amacıyla tanımlayıcı olarak
yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Araştırma, 1 Şubat-1Mayıs 2014 tarihleri
arasında ateş şikayeti ile Zonguldak Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi Acil Servisi’ne
getirilen 0-18 yaş grubu 112 çocuğun katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın
yapılabilmesi için gerekli kurum izinleri alınmıştır. Araştırmaya katılmayı kabul eden
çocukların ailelerinden yazılı ve sözlü onam alınmıştır. Araştırmada, literatür doğrultusunda
araştırmacılar tarafından hazırlanmış 17 sorunun yer aldığı anket formu kullanılmıştır.
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için istatistik paket
programı
kullanılmış,
Kruskal
Wallis
ve
Mann-Whitney
U
testi
uygulanmıştır.
Bulgular: Acil servise getirilen çocukların %54.5’inin erkek olduğu, yaşlarının 0 ve 18
yaşları arasında değişkenlik gösterdiği, %26.8’inin 1 yaşında olduğu saptanmıştır. Çocukların
%36.6’sının annelerinin, %28.6’sının babalarının 25-30 yaşları arasında olduğu tespit
edilmiştir. Çocukların %71.4’ünün annelerinin ev hanımı, %42.9’unun babalarının işçi olduğu
saptanmıştır. Acil servise ateş şikayeti ile getirilen çocukların tıbbi tanılarının neler olduğu
incelendiğinde; %24.1’inin “ÜSYE”, %23.2’sinin “ASYE”, %18.8’inin “tanımlanmamış
ateş”, %17.9’unun “GİS enfeksiyonları”, %5.4’ünün “OTİT”, %4.5’inin “kanser”, %2.7’sinin
“üriner sistem enfeksiyonu”, %1.8’inin “viral enfeksiyon”, %0.9’unun “epilepsi”, %0.9’unun
“apandisit” olduğu belirlenmiştir. Çocukların ailelerinin %76.8’i evde çocuğun ateşini
ölçtüğünü belirtirken, yapılan 86 farklı ölçümün %73.2’sinin derece ile %71.0’ının aksiller
bölgeden yapıldığı aileler tarafından bildirilmiştir. Yapılan ölçümlerde değerlerin 37-40 °C
arasında değişkenlik gösterdiği belirlenmiştir. Çocukların %88.4’ünün ailelerinin evde
çocuğun ateşini düşürmek için en az bir müdahalede bulunduğu ve müdahalelerde %76.8 ile
“ateş düşürücü ilaç vermenin” ilk sırada olduğu saptanmıştır. Acil servise getirilen çocuklarda
ateş ile birlikte görülen belirti ve bulguların neler olduğu incelendiğinde; en sık görülen
belirtiler sırasıyla %68.8 halsizlik, %63.4 iştahsızlık, %54.5 huzursuzluk, %41.1 öksürük
%33.9 kusma, %30.4 bulantı olarak bildirilmiştir. Acil servise başvuru sırasında, çocuklarda
ölçülen ateşin 36.6 ile 40 °C arasında değişkenlik gösterdiği, ateşi düşürmek için acil serviste
yapılan müdahalelerde %47.3 ile “ılık uygulamanın” ilk sırada olduğu belirlenmiştir. Ateş
şikayeti ile acil servise getirilen çocukların sadece %12.5’ine hastanede yatış verildiği, geri
kalan büyük çoğunluğunun gerekli müdahaleler yapıldıktan sonra evlerine gönderildiği, acil
serviste en az 30 dk. kaldıkları saptanmıştır.
Sonuç: Ateş şikayeti ile acil servise getirilen çocukların tıbbi tanıları ile acil servise başvuru
sırasında ölçülen ateş değerleri karşılaştırılmış olup, aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunamamıştır (p>0.05) (p=0,780). Ailelerin evde çocuğun ateşini düşürmek için yapılan
müdahaleler ile acile başvuru sırasında ölçülen ateş değerleri karşılaştırılmış olup, aralarında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05) (p=0,897). Bu sonuçlar
doğrultusunda, ikinci basamakta görev yapan pediatri hemşirelerinin, hastanelerde eğitim
toplantıları düzenleyerek, annelere ateş ve yol açacağı komplikasyonlar, ateş belirlemede
termometre kullanmanın önemi ve kullanım yöntemleri, ılık kompres uygulama yerleri,
bekletilme süresi ve uygulama aralıkları, yeterli sıvı desteği gibi konularda eğitim vermeleri
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pediatrik aciller, ateş, ateşli çocuk, ateşli çocuğa yaklaşım, pediatri
hemşiresi.
P57 - VOLVULUSLU HASTANIN YAS SÜRECİ BAKIMI: KAVRAM HARİTASI
ÖRNEĞİ
Dilek DERİNCE1, Zübeyde KORKMAZ1, İlknur YILDIZ1, Ayfer AÇIKGÖZ1, Emine
ERDEM1, Meral BAYAT1
Amaç: Bu çalışmada Volvulus tanısı ile opere edilen ve sonra kaybedilen hasta ve ailesine
verilen hemşirelik bakımı ve yas sürecine ilişkin hemşirelik uygulamaları kavram haritası ile
sunulmuştur.
Olgu Sunumu: Babası ile top oynarken, ani karın ağrısı ve kusma şikayetiyle önce bir özel
hastaneye sonra kamu hastanesi’ne başvuran 2 yaşındaki E.A’nın malrotasyon volvulus? ön
tanısıyla yatışı yapılmış opere edilmiştir. Hasta, yatışından yaklaşık 12 saat sonra tüm
müdahalelere rağmen ex olmuştur. Hastalık belirti ve bulguları, tanı ve tedavi yöntemleri,
gelişen komplikasyonlar, yoğun bakımdaki hasta bakımı ile E.A ve ailesine verilen hemşirelik
bakımı ve yas süreci kavramları, kavram haritası kullanılarak şematize edilmiştir. Bakım
planında Akut Ağrı, Etkisiz Solunum Örüntüsü, Doku Perfüzyonunda Bozulma, Acı Çekme,
Aile Sürecinde Değişim, Sıvı Volüm Dengesizliği Riski, Şok Riski Distansiyon, Ailede
Artmış Kaygı Düzeyi, Ailede Korku, Kararsızlık ve Çaresizlik, Ailenin Kayıp Duygusu
hemşirelik tanıları ile bakım verilmiştir. Yas Süreci, Spritüel Bakım, Ölümü Yaklaşan Hasta
Bakımı kavramları ele alınmıştır. Yapılan hemşirelik bakımının bütün olarak görülmesini
sağladığı için kavram haritasının kliniklerde kullanılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Ex çocukta hemşirelik bakımı, hemşirelik, kavram haritası, yas süreci ve
bakımı, volvulus
P58 - ANNELERİN ERKEK HEMŞİRELERE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
Esra TURAL BÜYÜK1, Mehmet KORKMAZ1
1
OMÜ Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu çalışma, hastanede yatarak tedavi görmekte olan çocuk hastaların annelerinin,
erkeklerin hemşirelik mesleğine katılımları ile ilgili görüşlerini belirlemek amacıyla
tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Yöntem: Araştırmanın evrenini Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
servislerinde yatarak tedavi olmakta olan çocukların anneleri oluşturmuştur. Veriler
araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan bir anket formu ile toplanmıştır.
Anket formu ailenin sosyo-demografik özellikleri ile annelerin hemşirelik ve erkek
hemşirelere ilişkin görüşlerini belirleyen toplam 34 sorudan oluşmaktadır. İlgili kurumdan
yazılı ve araştırmaya katılan annelerinden bilgilendirilmiş onam alındıktan sonra hazırlanan
anket formu erkek öğrenci hemşire tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde
yüzdelik hesaplaması ve ki-kare kullanılmıştır.
Bulgular: Annelerin %40.9’u 31-35 yaş aralığında olup, %39.1’i ilkokul mezunu ve % 80.9’u
ev hanımıdır. Annelerin %50.9’u il merkezinde yaşadığı, %57.3’ü ekonomik durumunu gelir
gidere denk (orta ) olduğu ve %91.4’ü çekirdek aile tipine sahip olduğu görülmüştür.
Annelerin % 55.5’i hemşireliğin sadece bayan mesleği olmadığını ve % 77.3’ü erkek
hemşirelerin de sağlık alanında olması gerektiğini belirtmişlerdir. Araştırmaya katılan
annelerin %33.6’sı erkek hastalara bakmak için erkek hemşirelerin olması gerektiğini,
%23.6’sı hemşireliğin güç bir meslek olduğu için erkeklerin de hemşirelik yapması
gerektiğini ve % 20’si de hemşirelikte cinsiyet ayrımının olmaması gerektiğini ifade
etmişlerdir. Erkek hemşirelerin olmaması gerektiğini düşünen annelerin % 15.4’ü
hemşireliğin bayan mesleği olduğu için ve %7.3’ü de hemşireliğin erkeklere yakışmadığı için
bu mesleği erkek cinsiyete uygun görmediklerini söylemişledir. Çalışmaya katılan annelere
göre erkek hemşirelerin görevlerinin neler olduğu sorulduğunda %20’si hastaları muayene
ettiklerini belirtmişlerdir. Annelerin % 71.8’i hastanelerde erkek hemşirenin çalıştığını
bildiklerini ve % 60.9’u bunu hastaneye geldiklerinde öğrendiklerini ifade etmişlerdir.
Annelerin eğitim düzeyi ile erkek hemşire olmalı durumu arasında istatiksel olarak anlamlı bir
ilişki saptanmıştır(p<0.000). Lise ve üniversite mezunu annelerin tamamı erkek hemşirenin
görev alması gerektiğini belirtmişlerdir.
Sonuç: Elde edilen bulgular doğrultusunda annelerinin erkeklerin hemşirelik mesleğine
katılımlarına ilişkin düşüncelerinin oldukça olumlu olduğu ve annelerin eğitim seviyesi
arttıkça erkek hemşirelerin çalışmasını isteme durumlarının arttığı görülmüştür. Hemşirelik
mesleğinin yıllarca erkeklere kapalı tutulması nedeniyle toplumun bu mesleğe bakış açısını
belirlemek önemlidir. Toplumdaki bireylerin değişimlere uyum sağlaması için belirli bir
sürenin geçmesi gerekir. Bunun için toplumun farkındalık düzeyini daha da artırmak
amacıyla, basın-yayın organları aracılığı ile hemşirelik mesleğine erkek adayların katılımının
sağlayacağı yararlar hakkında bilgilendirmeler yapılması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Anne, meslek, hemşirelik, cinsiyet, erkek hemşire
P59 - ACİL SERVİSLERDE HASTA YAKINLARININ DURUMU VE
GEREKSİNİMLERİ
Dilek YILDIRIM1, Sevim ÇİMKE1, Zeynep TEMEL MERT1
1
Bozok Üniversitesi
Amaç: Acil servisteki hastaların yakınları, hasta bireylerin psikolojisi ve huzuru için oldukça
önemli olup hastanın acil servisteki tedavi ve bakımının ayrılmaz parçalarıdır. Hemen acil
servise başvurmayı gerektiren ve yaşamı tehdit eden akut hastalıklar, yaralanmalar ve
beklenmedik durumlar, birey ve aileyi olumsuz şekilde etkiler ve strese neden olur. Stres
düzeyi, vakanın şiddetiyle dolayısı ile yaşamı tehdit edici durumda artar ve hasta yakınlarının
hastalıkla mücadele edebilme mekanizmalarının baskılanmasına neden olur. Acil servise
gelen hasta ve yakınları, bu duruma genellikle hazırlıksız yakalanırlar ve belirsizliklerle karşı
karşıya kalırlar. İçinde bulundukları durumla ilgili yaşadıkları kaygı, hasta yakınlarının acil
servis çalışanları ile iletişimini olumsuz yönde etkileyebilir. Bir hasta ani bir kaza veya hastalı
k sonucu hastaneye getirilirse ailesi o andaki durumu göğüsleyecek güçte olmayabilir. Acil
bakım ifadesi hasta aileleri için ürkütücü bir anlam taşır. Bu nedenle acil servise hastalarını
getiren aileler in içinde bulunduğu durum oldukça güçtür. Eğer onların duygularını anlamak
için çaba gösterilmez ve önemsenmediklerini hissederlerse daha da sinirli ve endişeli
olacaklardır. Kendilerini ihmal edilmiş hisseden aileler sağlık personeline karşı tehdit etmeye
kadar varan düşmanca davranışlar gösterebilmektedirler. Acil servisteki hastaların
yakınlarının gereksinimlerinin belirlenmesi acil servis çalışanlarına; hasta yakınlarının
gereksinimlerini tanıma, öncelikli gereksinimlere odaklanma ve bu gereksinimleri karşılama
olanağı verebilir. Böylece hasta yakınlarının gereksinimlerinin belirlenmesi ve bu doğrultuda
desteklenmesi bakımın kalitesini yükseltecek, hasta yakınlarının sağlık personeline ve
hizmetine karşı güvenini arttıracak, olumsuz davranışların ortaya çıkmamasında yararlı
olacaktır. Acil servislerde hasta ve hasta yakınlarının memnuniyetini etkileyen en önemli
faktörlerden birisi bekleme süresidir. Bursch ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada
memnuniyeti etkileyen en önemli faktörün bekleme süresi olduğunu belirtmişler; bekleme
süresi kısaldıkça memnuniyetin arttığını tespit etmişlerdir. Bunun yanında hastaya uygulanan
işlemin ve bekleme süresi ile ilgili olarak hasta ve hasta yakınına bilgi verilmesinin de
memnuniyeti artırdığı saptanmıştır. Hasta ve hasta yakınlarının memnuniyetinde diğer etkili
faktör ise hastane personelinin davranışıdır. Hastane personelinin yeterli ilgi göstermesinin,
bakım sunmasının ve teşhis ve tedavi süresince bilgi verilmesinin hasta yakınlarının
memnuniyetini artırdığı bildirilmiştir. Acil serviste hasta yakınlarının büyük çoğunluğu nazik,
şefkatli ve durumu paylaşan bir hekim tarafından saygı görmek ve hastanın durumu ve
hastalık hakkında aydınlatıcı bilgiler verilmesini isterler. Acil serviste bulunan hasta
yakınlarının gereksinimleri; yakın olma, iletişim, güven, destek ve rahatlık olarak
belirlenmiştir. Sonuç olarak; Acil olarak gelen hastanın ailesi ve yakınlarını bakımın bir
parçası olarak düşünmek, hasta ve yakınlarının işlevlerini korumaya ve sürdürmeye yönelik
girişimleri uygulamak bütüncül hasta bakımının vazgeçilmez unsurlarıdır. Acil servisteki
hasta yakınlarının gereksinimlerinin belirlenmesi acil servis çalışanlarına; hasta yakınlarının
gereksinimlerini tanıma, öncelikli ihtiyaçlara göre gereksinimlere odaklanma ve karşılama
olanağı verebilir. Ayrıca, acil servise başvuran hastanın yakınlarının gereksinimlerinin
belirlenmesi ve gereksinimleri doğrultusunda desteklenmesi bakımın kalitesini yükseltecek,
hasta yakınlarının sağlık personeline ve hizmetine karşı güvenini arttıracak, olumsuz hatta
öfkeli tepkileri engellemeye de yararlı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Acil Servis, hasta yakınları, gereksinimleri
P60 - SHUNT OPERASYONU SONRASI YENİDOĞANIN HEMŞİRELİK BAKIMI:
OLGU SUNUMU
Gizem ARSLAN1, Saime YILDIRIM2, Hatice YILDIRIM SARI1, Deniz ŞANLI1
1
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, 2İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Ve Cerrahisi Eah
Amaç: Konjenital kalp hastalığı canlı doğan 1000 bebekten 4-8’inde görülmektedir ve
yaşamın ilk yıllarında en önemli ölüm nedenidir. Siyanotik kalp hastalığı olan bebekler
1945’li yıllardan önce ağır siyanoz, serebrovasküler olaylar, aritmi ve kalp yetersizliği gibi
nedenlerle yaşamını kaybederken son yıllarda uygulanan Blalock-Taussig şant ameliyatları ile
hipoksi düzeltilmeye çalışılmakta, böylece bebeklerin yaşam süresi ve yaşam kalitesi
arttırılmaktadır. Yüksek mortalite riski taşımasının yanında yenidoğan döneminde pulmoner
arter çapı yeterli olan ve kilosu uygun hastalarda şant ameliyatları uygulandığı
belirtilmektedir. Operasyon sonrası uygulanan hemşirelik bakımı bireyin yaşam kalitesini ve
prognozunu etkilemektedir.
Olgu Sunumu: Olgu, 40 yaşındaki sağlıklı bir annenin, 40. gebelik haftasında doğan, 4250
gram ağırlığında bir erkek bebektir. Bebeğin postnatal 6.günde rutin kontrolleri sırasında
kardiyolojik sorunu olduğu belirlenmiştir. Ekokardiyografide Triküspit Kapak Atrezisi,
Hipoplazik Pulmoner Arter, Patent Duktus Arteriozus, Atrial Septal Defekt, Muskuler
Ventriküler Defekt saptanmıştır. ‘Kardiyopati’ tanısı ile kliniğe yatırılan olguya acil Bt Shunt
ameliyatı yapılmış ve Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesi’nde (KDCYB) dört gün
süreyle bakım almış, ardından Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ne sevk edilmiştir. Bu
bildiride
KDCYB
Ünitesi’ndeki
izlemi
ve
hemşirelik
bakımı
açıklanmaktadır.
KDCYB Ünitesi’nde bulunduğu 4 gün boyunca entübe olan hasta monitörize edilerek
izlenmiştir. Vücut ağırlığı 4,290 gr (90persentil), Boy 55cm (75 persentil), Baş çevresi 37cm,
Göğüs çevresi 43cm’dir (sargılarla birlikte). Bebeğin kan basıncı 85/60 mmHg, solunum
mekanik ventilatör ile 28-30/dk, Apikal nabız 142/dk ritmik, vücut ısısı 36.5-36.7 C0’dir. Deri
rengi pembe ve ılık, deride, oral mukoz membranda kuruluk, lezyon, ödem veya döküntü
yoktur. Ön fontanel 2x2 cm, arka fontanel 2x1 cm büyüklüğünde, saçlı deri-gözler-kulaklarişitme testi, burun-ağız, boyun-sırt normal durumdadır. Göğüs anatomik şekli normaldir,
göğüs tüpü bulunmaktadır. Genital sistem, kas iskelet sistemi normaldir. NG sondası
bulunmaktadır. Ancak post-op dönemde beslenmemektedir. Bağırsak sesleri 3-4/dk, dışkılama
günde bir kez koyu yeşil renktedir. Primer refleksler olan arama, emme, yakalama, tonik
boyun ve moro refleksleri mevcuttur. KDCYB Ünitesi’nde bebeğe NANDA’ya göre ‘Hava
Yolu Açıklığını Sağlamada Yetersizlik, Gaz Değişiminde Bozulma, Aspirasyon Riski,
Kardiak Output’ta Azalma Riski, Özbakım Eksikliği, Periferal Doku Perfüzyonunda Bozulma
Riski, Enfeksiyon Riski ve Doku Bütünlüğünde Bozulma/ Riski, Sıvı Elektrolit Dengesinde
Bozulma Riski’ hemşirelik tanıları doğrultusunda hemşirelik bakımı verildi. Bebeğe her gün
iki kez yatak banyosu verilerek vücut hijyeni sağlandı. Banyo sonrasında yatak çarşafları
değiştirildi. Günde 4x1 ağız bakımı, 2x1 göz bakımı, 12x1 kez pozisyon değişimi uygulandı.
Bası yaralarını önlemek amacıyla ekstremiteler yastık ve battaniye ile desteklendi ve risk
değerlendirmesi yapıldı. Hastanın solunumu değerlendirilerek her gün 24x1 kez oksijen
saturasyon değerleri kayıt altına alındı. Hastaya postural drenaj uygulandı, gerektiğinde aspire
edildi. Saatlik olarak kardiak output belirtileri (nabız, kan basıncı, kalp sesleri, solunum
sesleri, deri özelliği, kapiller geri dönüş, EKG, periferal nabızlar, boyun venleri)
değerlendirildi. 24x1 aldığı çıkardığı takibi yapıldı. Hastaya ait ilaç tedavisi uygulandı ve
komplikasyon gelişip gelişmemesi gözlemlendi. 12x1 kez tansiyon aleti manşonu
değiştirilerek ekstremitelerin dolaşımı kontrol edildi. Foley sonda, arteriyel kateter, IV
katater, santral venöz kateterlerin günlük olarak 2 kez bakımları yapıldı. Kateterlerin giriş
bölgelerinde enfeksiyon bulguları değerlendirildi. Bebeğin laboratuvar bulguları izlendi. .
Bebek, dördüncü günün sonunda, herhangi bir komplikasyon gelişmeden, extübe edilerek
Yenidoğan yoğun bakım ünitesine sevk edildi.
Anahtar Kelimeler: shunt operasyonu, hemşirelik bakımı, yenidoğan, konjenital kalp
hastalığı, yoğun bakım
P61- ANNELERİN ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN EV KAZALARI VE KAZALARDAN
KORUNMAYA YÖNELİK UYGULAMALARI: NEVŞEHİR İLİ ÖRNEĞİ
Derya EVGİN1, Zehra ÇALIŞKAN1, Bahar ERDOĞAN1, Burcu DÜZ1, Emine ÇOT1,
Nurhat KIZARTICI1
1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksek Okulu
Amaç: Günümüzde kazalar; yaralanma, sakatlanma ve ölüme yol açabilen önemli bir sağlık
sorunu olup, kalp hastalıkları, kanser ve beyin kanamalarından sonra, gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerdeki ölüm nedenleri arasında yer almaktadır. Kaza nedeniyle gerçekleşen
ölümlerin ¼’ ünün evlerde meydana geldiği bildirilmektedir. Sık görülmesi, yetersizliğe yol
açması ve alınacak basit tedbirler ile önlenebilir olması, ev kazalarının önemini daha da çok
artırmaktadır. Çocuklar kendilerini kazalardan koruyamadıklarından, kazalar açısından
emniyetli ortamlarda yaşamaları, koruyucu önlemlerin alınması ve yaşam alanlarının
güvenliğinin denetlenmesi yetişkinlerin sorumluluğudur. Bu sorumluluk da çoğu zaman
çocukla daha çok birlikte olan anneye aittir. Bu nedenle annelerin evde gelişebilecek kazalar
ve kazalardan korumaya yönelik uygulamalarının, çocuk sağlığını korumada etkili olduğu
düşünülmektedir. Çalışma, annelerin çocuklarda görülen ev kazaları ve kazalardan korunmaya
yönelik uygulamalarını belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Yöntem: Araştırmanın örneklemini 06.11.2011- 15.03.2012 tarihleri arasında aile sağlığı
merkezlerine başvuran, 0-6 yaş grubu çocuğu olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 250
anne oluşturmaktadır. Çalışmanın yapılabilmesi için İl Sağlık Müdürlüğünün kurum onayı ile
annelerin sözel onamları alınmıştır. Veriler, tanıtıcı bilgi formu ve ‘0-6 Yaş Çocuklarda
Annenin Ev Kazalarına Yönelik Güvenlik Önlemlerini Tanılama Ölçeği’ kullanılarak
toplanmıştır. Ölçekten alınabilecek en düşük puan 40, en yüksek puan 200’dür. En yüksek
puan annelerin çocuğunu ev kazalarından korumaya yönelik önlemleri en üst düzeyde aldığını
göstermektedir. Verilerin değerlendirilmesi bilgisayar ortamında; tanımlayıcı istatistikler,
Kruskal-Wallis (KW), Mann- Whitney U testi kullanılarak yapılmıştır. İstatistiksel analizlerde
p<0.05 anlamlı olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalamasının (29.63±5.75), % 48.0’ının
ilköğretim mezunu, % 73.6’sının ev hanımı, %76.8’inin çekirdek ailede yaşadıkları ve
%44.0’ının 2 çocuk sahibi oldukları belirlenmiştir. Annelerin yaşadıkları evin özelliklerine
bakıldığında; % 66.8’i bahçeli, % 55.6’ sı 4 odalı, % 42’si sobalı, % 89.2’si ise balkonludur.
Annelerin, %56.0’ı evlerinde ecza dolabının olmadığını, % 95.2’si ev kazalarına yönelik hiç
eğitim almadıklarını, % 78.4’ünün de, ev kazaları, alınması gereken önlemler, ilk müdahaleler
konularında eğitim almak istediklerini belirtmişlerdir. Çalışmaya katılan annelerin 0-6 yaş
grubunda olan çocuklarının, %43.2’sinin 3-4 yaş grubunda ve %51.2’sinin kız olduğu, %
96.8’ inin ev kazası geçirdiği saptanmıştır. Çocukların en çok maruz kaldıkları ev kazası
türünün (%40) düşme-kayma olduğu, ev kazalarının salonda (%28.4) ve mutfakta (9.6)
sıklıkla yaşandığı, annelerin % 54.8’ inin kaza sonrası çocuklarını hastaneye götürdükleri, %
49.6’sının ev kazasından sonra önlem olarak eşya düzenlemesi yaptığı belirlenmiştir. Ayrıca
annelerin ‘0-6 Yaş Çocuklarda Annenin Ev Kazalarına Yönelik Güvenlik Önlemlerini
Tanılama Ölçeği’nden aldıkları puan ortalamalarının (165.50±23.28) olduğu saptanmıştır.
Buna göre annelerin ev kazalarına yönelik üst düzeyde güvenlik önlemleri aldıkları
belirlenmiştir. Yüksekokul mezunu olan, çekirdek aileye sahip ve apartman dairesinde oturan
annelerin ölçek puan ortancalarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.01).
Sonuç: Bu çalışmada basit önlemlerle önlebilir nitelikte olan ev kazalarına çocukların hemen
hemen hepsinin (% 96.8) maruz kaldığı belirlenmiştir. Bu nedenle ebeveynlere, özellikle
anneler ve çocuk bakımından sorumlu olan kişilere; çocukların yaş dönem özellikleri, çocuk
bakımı ve eğitimi konularında bilgi verilmesi, risk algılama düzeylerinin artırılması amacıyla
ev kazaları konusunda planlı eğitim ve danışmanlık yapılması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: 0-6 Yaş Grubu Çocuklar, Anneler, Ev Kazaları, Ev Kazalarından
Korunmaya Yönelik Güvenlik Önlemleri, Hemşire
P62 - BEBEK VE ÇOCUKLARDA REFLEKSOLOJİ: SİSTEMATİK DERLEME
Ayşegül İŞLER1, Nimet KARATAŞ2
1
Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği
AD., 2Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü
Amaç: Refleksoloji Mısır, Çin ve Hint kültürlerinde sadece el, ayak ve kulak üzerine
uygulanan özel masaj tekniği ile vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını aktive
eden nonfarmakolojik bir terapi yöntemidir. Bu çalışma çocuk sağlığının sürdürülmesi ve
hastalıklarının tedavisine yönelik 2003-2013 tarihleri arasında refleksoloji alanında
yayımlanmış çalışmaların gözden geçirilmesi ve elde edilen verilerin sistematik bir biçimde
incelenmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: CINAHL, EBSCO, ULAKBIM, Pubmed, ProQest veri tabanları ile refleksoloji
üzerine hemşirelik çalışmaları incelenmiş, ulusal ve uluslararası toplam 684 yayın taranmış
olup araştırma kriterlerine uygun 13 yayın çalışma kapsamına dahil edilmiştir.
Bulgular: Bebek ve çocuklarda; ağrı, astım, insomnia, panik atak, huzursuzluk, kas spazmı,
kronik konstipasyon, enkoprezis, dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu, otizm, juvenil
kronik artritis üzerine yapılan çalışmalarda refleksolojinin olumlu, şikayetleri kısa sürede
azaltan etkisinin olduğu saptanmıştır. Kolik üzerine yapılan iki çalışmada ise bilimsel
çalışmaların bu alanda yetersiz olduğu ve daha iyi çalışmalara ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.
13-18 yaş arası hemodiyaliz hastaları ile yapılan bir çalışmada da refleksoloji ile bitkinlik,
ağrı ve kramp şiddeti üzerine olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Diğer bir çalışmada ise çeşitli
alternatif tedavi yöntemlerinden en fazla tercih edileninin refleksoloji olduğu Danimarka’da
literatüre geçmiştir. Juvenil serebral palsi üzerine de olumlu gelişmeler sağladığına dair takip
edilen ve başarı sağlanan olgular da vardır. Ülkemizde ise refleksoloji üzerine yayınlar
oldukça sınırlı olmakla birlikte çocuklar üzerine sadece bir yayına rastlanmıştır.
Sonuç: Uluslar arası yayınlarda tedavi için hastanelerde refleksoloji servisi kurulması, sigorta
kapsamında ilk üç ay tüm bebeklere refleksoloji uygulanması gibi uygulamaların varlığı,
refleksolojinin öneminin kavrandığını göstermektedir. Yapılan çalışmaların analizi sonucu
pediatri alanında refleksoloji ile oldukça başarı sağlandığı kanıtlanmış, rahatlatıcı etkisi ve
zararsız olması nedeniyle de bebek ve çocuklara oldukça kolay uygulanmıştır. Ülkemizde de
refleksolojinin, bebek ve çocuklarda sağlığın sürdürülmesi ve hastalıkların tedavisine yönelik
hemşirenin bağımsız rolleri doğrultusunda nonfarmakolojik tedavi ve bakım yöntemleri
arasında yer alabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Refleksoloji, alternatif tıp, bebek, çocuk, hemşire
P63 - EPİLEPSİ HASTALIĞINA SAHİP OLAN ÇOCUKLARDA STİGMA
Fatma Dilek TURAN1, Ayşegül İŞLER1
1
Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Bu derlemenin amacı epilepsi hastalığına sahip olan çocuklarda stigmanın önemini
vurgulamak amacıyla bu alanda yapılan çalışmaların gözden geçirilmesidir. Tekrarlayan
nöbetlerle karakterize bir hastalık olan epilepsi, çocukluk döneminde en yaygın görülen
nörolojik hastalıklardan biridir. Epilepsinin tahmin edilemeyen doğası sebebiyle epilepsi
hastalığına
sahip
olan
bireylerde
psikososyal
sorunlar
daha
sık
görülmektedir.
Stigma kelimesinin “damgalanmak”, “işaretlenmek”, “utanma” ve “itibarsızlaştırma” gibi
anlamları bulunmaktadır. Stigma yetişkinlere göre çocuklarda daha yaygındır. Epilepsi etkin
şekilde tedavi edilse dahi, hastalığa eşlik eden stigma hastaların hayatında problem
oluşturmaya devam etmektedir. Toplum içinde halen epilepsi ile ilgili geçerliliğini koruyan
yanlış bilgiler ve ön yargılar, stigma ile mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü
de epilepsi ile ilişkili olan stigmadan kaynaklanan problemlere odaklanmaktadır. Epilepsi
hastalığına sahip bireyler, epilepsinin en kötü yönünün stigma olduğunu belirtmişlerdir.
Duygularını ifade etmeme, hastalığını gizleme de bir stigma göstergesidir. Örneğin bir
çalışmada epilepsi hastalığına sahip adölesanların %59’unun stigma algılamadığı, fakat
hastalığını gizlediği işaret edilmiştir. Stigma; iş sahibi olmayı, evliliği dolayısıyla yaşam
kalitesini de olumsuz etkileyen bir faktördür. Yapılan bir çalışmada epilepsi hastalığına sahip
olan bireylerde evlilik oranlarının düşük, boşanma ve işsizlik oranlarının ise yüksek olduğu
belirlenmiştir. Stigma epilepsi hastalığına sahip olan bireylerde önemli olmasına karşın
araştırılması
zor
bir
kavramdır.
Coğrafi
ve
kültürel
farklılıklar
stigma
algısını
farklılaştırmaktadır. Avrupa’da 15 ayrı ülkede aynı ölçeği kullanarak yapılan çalışmada, farklı
stigma algıları ifade edilmiştir. Bu farklılık, kültürel etkinin stigma algısını değiştirdiğini
göstermektedir. Çocuğun epilepsi hastalığını algılaması ve hastalıkla baş etmesi konusunda
ailenin inanç ve yaklaşımları kritik öneme sahiptir. Stigma ile ilgili yapılan bir çalışmada;
epilepsinin damgalanmaya neden olacağı fikrine sahip olan ailelerin çocuklarında daha fazla
davranış problemleri olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle epilepsi hastalığına sahip çocuğu olan
ebeveynlerin epilepsi konusunda bilgi, beceri ve destek gereksinimlerinin belirlenmesi
önemlidir. Çalışmalar, bireylerin epilepsi hakkında daha fazla bilgi sahibi olması halinde
epilepsiye dair uyumun arttığını, stigma ve epilepsinin olumsuz etkilerinin düştüğünü
göstermektedir. Epilepsinin yönetiminde sağlık profesyonelleri, çocuk ve aile arasındaki
iletişim önemlidir. Ancak yapılan çalışmalarda bu iletişimde eksikliklerin olduğu
gösterilmiştir. Bu nedenle epilepsinin yönetiminde, yaşadıkları korku ve suçluluk
duygularının
giderilmesinde
çocuk
ve
ailesinin
sağlık
profesyonelleri
tarafından
desteklenmesi ve bilgilendirilmesi önemlidir. Uluslararası literatürde epilepsi hastalığı olan
çocuk ve ebeveynlerinde stigmaya yönelik çok az çalışmaya rastlanmakla birlikte ülkemizde
bu konuda yapılan çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle öncelikle ülkemizde epilepsi
hastalığına sahip olan çocuklarda stigma davranışı belirlenmelidir. Sonuçlar doğrultusunda
pediatri hemşireleri tarafından çocuk ve ailesine epilepsi hastalığı ve baş etme ile ilgili bilgi
ve destek sağlanmalıdır. Çünkü epilepsi hastalığına sahip olan bireylerde stigmayı önleyen en
önemli faktör, hastalık hakkında doğru bilgiye sahip olmaktır.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi, çocuk, stigma, hemşire, psikososyal
P64 - ÇIZGI FILMLERIN ÇOCUKLARIN DAVRANISLARI ÜZERINDEKI
ETKISININ ANNE GÖRÜSLERINE GÖRE INCELENMESI
Sibel ERGÜN1, Türkan ÇALIŞKAN1, Songül DURAN1, Ayşe KARADAŞ1
1
Balıkesir Üniversitesi Balıkesir Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu araştırma, çocukların çizgi film seyretme oranlarını ve çizgi filmlerden çocukların
etkilenme durumlarını, etkilenmenin ne tür davranışlarla kendini gösterdiğini anne görüşlerine
göre
ortaya
koymayı
amaçlamaktadır.
Yöntem: Arastırmanın örneklemi, Balıkesir il merkezindeki sağlık ocağına başvuran ve
araştırmaya katılmayı kabul eden 156 çocugun annesi olusmustur. Araştırmanın verileri
15.02.2013-15.05.2013 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmada araştırmacılar tarafından
literatür
taranarak
hazırlanan
anket
formu
kullanılmıştır.
Bulgular: Anneler çocuklarınız boş zamanlarını nasıl geçiriyor sorusuna büyük çoğunlukla
(%44.2) televizyon izleyerek cevabını vermiştir. Çocukların çizgi film izleyeceği zamanlarını
kim belirler sorusuna en yüksek oranda (%50) “çocukların kendileri” yanıtı alınmıştır.
Annelerin %59.6’sı çocukların çizgi film karakterlerini bazen taklit ettiklerini belirtmiştir.
Çocuklar en çok (%28.8) masal anlatan çizgi film izlemektedir. Çocukların %67.3’ü sevdiği
çizgi filmin karakterlerine ait eşyaları aldığını belirtmiştir. Çocukların %36.5’u oyuncaklarına
çizgi film karakterlerinin ismini vermektedir. Anne eğitim düzeyi, baba eğitim düzeyi,
babanın mesleği, gelir düzeyi ile çocukların çizgi film izleme oranları arasında negatif yönde
anlamlı bir ilişki vardır. Diğer bir ifadeyle annenin eğitim düzeyi, babanın eğitim düzeyi ve
gelir düzeyi azaldıkça çocukların çizgi film izleme oranları artmaktadır (p<0.05).
Sonuç: Araştırma sonucunda, çocukların boş zamanlarını çoğunlukla televizyon izleyerek
geçirdikleri, çocukların çizgi film karakterlerini taklit ettikleri ve oyuncaklarına çizgi film
karakterlerinin takma isimlerini verdikleri saptanmıştır. Bu sonuçlara göre çocukların boş
zamanlarını daha faydalı etkinliklerle doldurmaları sağlanmalıdır. Günümüzde çizgi film
kanalların çokluğu diğer kanallarda da çizgi film saatlerinin sıklığı, çocuklara yönelik tanıtım
kuşaklarının cazibesi, çocukları oyundan, arkadaşlık ilişkilerinden alıkoyabilecek sorunlar
olarak
karşımıza
çıkmaktadır.
Bu
sonuçlar
doğrultusunda;
ailelerin
bu
konuda
bilinçlendirilmesi için eğiticiler ve sağlık görevlileri işbirliği içinde bulunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Çizgi film, çizgi filmin etkileri, çizgi film ve çocuk, medya ve çocuk
televizyon ve çocuk
P65 - PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA KULLANILAN TAMAMLAYICI
SAĞLIK YAKLAŞIMLARI
Duygu YILDIZ KEMER1, Ayşegül İŞLER1
1
Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Çocukluk çağı kanserleri günümüzün en önemli sağlık sorunlarındandır. Günümüzde
kanser tedavisinde konvansiyonel tedavilere ek olarak, tamamlayıcı ve alternatif tedavilerin
kullanım sıklığının giderek arttığı belirtilmektedir. Bu derlemenin amacı, literatürde yer alan
pediatrik onkoloji hastalarında kullanılan tamamlayıcı sağlık yaklaşımlarını ve kullanımlarını
etkileyen faktörlerin belirlenmesidir. Alternative Medicine (NCCAM), tamamlayıcı tedaviyi
genel olarak geleneksel ilaç tedavisi ile birlikte kullanılan yaklaşım, alternatif tedaviyi ise
geleneksel tıp yerine kullanılan bir yaklaşım olarak tanımlamıştır. Bu konu ile ilgili olarak
çeşitli kaynaklarda “tamamlayıcı ve alternatif tıp”, “tamamlayıcı tıp”, “alternatif tıp” ve
“integrative (bütünleştirici) tıp” gibi kavramlar kullanılmaktadır. NCCAM tüm bu kavramlar
yerine son yıllarda “tamamlayıcı sağlık yaklaşımları” (comlementary health approaches)
ifadesini tercih etmektedir. NCCAM, tamamlayıcı sağlık yaklaşımlarını doğal ürünler ve
zihin/beden uygulamaları olarak iki alt grupta ele almıştır. Doğal ürünler; bitkiler, vitaminler,
mineraller ve probiyotikler gibi beslenme desteklerini, zihin ve beden uygulamaları ise;
akupunktur, masaj terapisi, meditasyon, gevşeme teknikleri ve dua etme gibi dini
uygulamaları içermektedir. Literatürde kanser hastalığı olan çocuklarda tamamlayıcı sağlık
yaklaşım kullanım sıklığının %24-68 arasında olduğu belirtilmektedir. Bu yaklaşımlara
başvurma nedenleri arasında; etkin ve güvenilir olduğu düşünülmesi, tedavi şekillerinin
çoğunun invaziv olmaması, tıbbi tedaviden memnuniyetsizlik, tıbbi tedavilerin yan
etkilerinden korkma, tıp ve teknolojiyi reddetme, ümitsizlik gibi faktörlerin yer almaktadır.
Ayrıca geleneksel tedaviye yüksek düzeyde güvenen ebeveynler de tamamlayıcı tedavilerin
zararsız olduğuna inanmakta ve bu nedenle denemeye değer bulmaktadırlar. Çalışmalarda
çocukların ebeveynleri tarafından tamamlayıcı sağlık yaklaşımları olarak sıklıkla; ökseotu,
ısırgan otu, anzer balı, ada çayı, papatya çayı gibi doğal ürünlerin ve dua etme gibi zihinbeden uygulamalarının kullanıldığı saptanmıştır. Kanser yönetiminde tıbbi tedavinin yanı sıra
ebeveynler tarafından kullanılan tamamlayıcı sağlık yaklaşımların belirlenmesi, hastalığın
tedavisi ve hemşirelik bakımını yönlendirmesi açısından oldukça önemlidir. Hemşire bir
bütün olarak çocuk ve ailesinin değerleri, inançları, kültürel uygulamaları ve kullandıkları
herhangi bir tamamlayıcı sağlık yaklaşımı olup olmadığını değerlendirerek bakımı
planlamalıdır. Kanser hastası çocuk ve ailesine bakım veren hemşireler, kanıtı olmayan ya da
zarar verme potansiyeli olan tamamlayıcı sağlık yaklaşımları konusunda ebeveynleri
bilgilendirip, tıbbi tedaviyi destekleyen yaklaşımlara teşvik edebilirler. Hemşire, çocuk ve
ailesi ile en yakın iletişim kuran sağlık ekibi üyesi olma özelliği ile toplumda hızla gelişen
tamamlayıcı sağlık yaklaşımlarının farkında olmalı, bu konuda bilgi birikimlerini artırmalı ve
güncelleştirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Tamamlayıcı sağlık yaklaşımları, kanser, çocuk, hemşire
P66 - OLGU SUNUMU: SYDENHAM KORESİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI
Azize KOLDAŞ1, Ezgi DOĞAN1, Beste Özgüven ÖZTORNACI1, Dilek BEYTUT1
1
İzmir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Sydenham Koresi tanısı ile bir çocuk hastanesinin nöroloji servisinde izlenen çocuk
olgunun hemşirelik bakımının sunulması ve klinikte bakımı yöneten profesyonel hemşire
adayı öğrencilerin, kompleks ve kritik düşünmeyi gerektiren bu tür durumlarda hastaya özgü
bakım
uygulamalarının
gerçekleştirmesi
amaçlanmıştır.
Olgu Sunumu: Olgu Marjory Gordon tarafından geliştirilmiş Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri
altında toplanmış NANDA- Taksonomi II Hemşirelik Tanı Listesine göre hemşirelik tanıları
belirlenmiş ve standart hemşirelik bakımı uygulanmıştır. Olgu, öğrenci hemşireler ve klinik
öğretim
elemanı
tarafından
bir
hafta
izlenmiş
ve
bakım
sonuçları
değerlendirilmiştir. Sydenham Koresi ilk olarak duygusal durum ve kişilik değişiklikleriyle
başlayan, nörolojik ve psikiyatrik belirtilerle karakterize, akut romatizmal ateşin (ARA) majör
bulgularındandır. Kesin etiyolojisi net olmamakla birlikte, A Grubu Beta Hemolitik
Streptekoklara karşı oluşan anormal bir immun cevap sonucu geliştiği düşünülmektedir. Olgu
11 yaşında kız, 1 ay önce ateşsiz boğaz enfeksiyonu olduğu ve düzensiz antibiyotik kullandığı
öğrenildi. Boğaz enfeksiyonu döneminde eklem ağrıları yakınmaları olduğu, son bir haftadır
sakarlık, huzursuzluk, yakınmalarının olduğu son 3 gündür ellerde, kollarda ve ayaklarda
istemsiz hareketler, konuşmada peltekleşme, yürümede dengesizlik olması üzerine hastaneye
başvurmuştur. Kranial MR çekilmiş, tetkikleri yapılmış, olgu Sydenham Koresi tanısını
almıştır. Olgunun bir haftalık izlem sonucu elde edilen hemşirelik bakım sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sydenham koresi, hemşirelik bakımı, fonksiyonel sağlık örüntüleri, vaka
sunumu, çocuk
P67 - ANAOKULUNA GİDEN ÇOCUKLARIN HASTALANMA SIKLIĞININ
İNCELENMESİ
Esma SÜLÜ UĞURLU1, Havva AĞIR2, Gizem KEMİKSİZ2, Şule YURTSEVER2
1
E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Araştırma anaokuluna giden 3-6 yaş grubu çocukların hastalanma sıklığının
incelemesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Araştırmanın evrenini; İzmir İli Ödemiş İlçesinde bulunan 24 tane anaokuluna
kayıtlı toplam 1241 3-6 yaş grubu çocuk oluşturmuştur. Örneklemini ise; ‘Evrendeki Birey
Sayısı Bilinen Örneklem Seçim Yöntemi’ kullanılarak toplam 300 çocuk oluşturulmuştur.
Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından geliştirilen toplam 38 sorudan oluşan anket
formu kullanılmıştır. Ankette; 12 soru sosyodemografik özelliklere, 7 soru çocuğa ilişkin
bulgulara, 19 soru ise çocukların anaokuluna başlamadan önce ve sonra hastalanma
durumlarına yöneliktir. Anket örnekleme alınan çocukların aileleriyle yüz yüze görüşme
yöntemiyle araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; SSPS for
Windows 17.0 istatistik paket programı kullanılmış sayı, yüzde, ki-kare testleri yapılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan annelerin %56.7’sinin 31-42 yaş arasında, %32,7’sinin lise
mezunu, %58,7’sinin ev hanımı olduğu, babaların %70’inin 31-42 yaş arasında, %31,3’ünün
üniversite mezunu, %47,3’ünün serbest meslek, %29.7’sinin memur olduğu saptanmıştır.
Araştırma kapsamındaki ailelerin %91.3’ünün çekirdek aile, %76’sının gelirinin giderine eşit
olduğu, %91.3’ünün sosyal güvencesinin olduğu saptanmıştır. Bu ailelerin %41’inin soba ile
%28.7’sinin ise kalorifer ile ısındığı belirlenmiştir. Araştırma kapsamındaki ailelerin
%54’ünün 2 çocuğa sahip olduğu, anaokuluna giden çocukların %65’inin ailenin 1.çocuğu
olduğu, çocukların %25’inin 4 yaş grubu, %45’inin 5 yaş grubu olduğu, çocukların %53’ünün
erkek olduğu, %85.3’ünün devlet okuluna gittiği, %58’inin yarım gün eğitim gördüğü,
%68’inin anaokulundaki 1. yılı olduğu, %74.7’sinin okul saatleri dışında anneleriyle vakit
geçirdiği belirlenmiştir. Çocukların %47’sinin fast-foot yemekten hoşlandığı, %59.3’ünün
çerez, cips, çikolata yemeyi, kola içmeyi sevdiği, %74’ünün meyve yemekten hoşlandığı,
%77.3’ünün et, süt, yumurta yemeyi sevdiği, %50.3’ünün sebze yemeklerini sevdiği,
%73’ünün dişlerini düzenli olarak fırçaladığı, %64.3’ünün ellerini düzenli olarak yıkadığı,
çocukların %53’ünün anaokuluna başlamadan önce yılda 1-2 kez hastalandığı, %60’ının yılda
1-2 kez, %28’inin yılda 3-4 kez antibiyotik kullandığı, bu çocukların anaokuluna başlamadan
önceki en çok yakalandığı hastalığın %97.7’sinin üst solunum yolu enfeksiyonları,
%28.7’sinin gastroenterit olduğu belirlenmiştir. Çocukların %38’inin anaokuluna başladığı ilk
yıl yılda 3-4 kez, %22.3’ünün yılda 5-6 kez hastalandığı, %39.3’ünün yılda 3-4 kez
antibiyotik kullandığı, bu çocukların anaokuluna başladıktan sonra en çok yakalandığı
hastalıkların %97.3’ünün üst solunum yolları enfeksiyonları, %18.7’sinin alt solunum yolları
enfeksiyonları, %34’ünün gastroenterit, %16.3’ünün bulaşıcı hastalıklar olduğu belirlenmiştir.
Araştırma kapsamındaki çocukların %82.3’ünün en çok hastalandığı mevsimin kış mevsimi
olduğu, çocukların %97.7’sinin mevsimine uygun giyindiği, %97.3’ünün aşı takvimine göre
tüm aşılarının yapıldığı belirlenmiştir. Araştırmaya katılan ebeveynlerin %58’i çocuklarının
anaokuluna başladıktan sonra hastalanma sıklığının arttığını, %50.7’sinin çocukların
hastalanma nedenini anaokulunun kalabalık olması, %4.7’sinin çocukların düzenli
beslenmemesi olduğunu belirtmişlerdir. Yapılan ki-kare testinde çocuğun yaşı, cinsiyeti,
gittiği okul türü(devlet, özel) ile çocuğun anaokuluna başladıktan sonra hastalanma sıklığı
arasında
istatistiksel
olarak
anlamlı
bir
ilişki
saptanmamıştır
(P>0.05).
Sonuç: Araştırmanın sonucunda çocukların anaokuluna başlamalarıyla birlikte hastalanma
sıklıklarının arttığı belirlenmiştir. Çocukların hijyen alışkanlıklarının tam gelişmemiş olması,
hasta
çocukların
bulunduğu
ortamlarda
bulunmaları
hastalık
risklerini
artırdığını
düşündürmüştür. Bu nedenle anaokulu çocuklarında el yıkama ve hijyen alışkanlıklarına
dikkat edilmesi, sağlıklı beslenme konusunda ailelerin bilinçlendirilmesi, hastalık durumunda
yayılımı engellemek amacıyla hasta çocuğun evde dinlenmesinin sağlanması ve tüm
çocukların aşılarının tam olarak yapılması ailelerin aşı uygulamaların önemi konusunda
bilinçlendirilmesi son derece önemli görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: 3-6 yaş, hastalanma sıklığı, hastalık, anaokulu, çocuk
P68 - ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ DOKTORA
TEZLERİNİN ÖZELLİKLERİ
İlknur BEKTAŞ1, Yasemin SELEKOĞLU1, Murat BEKTAŞ1, Dijle AYAR1, Aslı
AKDENİZ KUDUBEŞ1, Sema SAL1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Bu çalışmada 2003-2013 yılları arasında yapılan çocuk sağlılığı hemşireliği doktora
tezlerinin, araştırmanın tipi, yöntemi, yeri ve örneklem açısından değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Yöntem: Kesitsel-tanımlayıcı ve retrospektif tipteki bu araştırmada tezlere internetten T.C.
Yüksek Öğretim Kurulunun “Ulusal Tez Merkezi” sitesi taranarak ulaşılmıştır. Araştırmada
2003-2013 tarihleri arasında çocuk sağlığı hemşireliğinde yapılmış olan 90 doktora tezine
ulaşılmış ancak 33 tanesinin erişimi engellendiği için 57 tezin özellikleri değerlendirilmiştir.
Bulgular: 2003-2013 tarihleri arasında çocuk sağlığı hemşireliğinde yapılan 90 doktora
tezine ulaşılmıştır. Ulaşılan tezlerin danışmanlarının %54.3’ünün profesör, %31.5’inin doçent,
%14’ünün ise yardımcı doçent unvanı olduğu, belirlenmiştir. Doktora tezlerinin %70.1’inin
deneysel tipte, %17.5’inin tanımlayıcı tipte olduğu, %10.5’inin geçerlilik güvenirlilik
araştırması olduğu saptanmıştır. İncelemede kavramsal olarak %21’inin bir teori/kuram/model
ile desteklendiği belirlenmiştir. Tezlerin örneklem grubunun %42.1’inin çocukların,
%22.8’inin ebeveynlerinin oluşturduğu, tezlerin uygulama alanının %66,6’sının hastane,
%21’inin okul olduğu belirlenmiştir. Tezlerin %87.7’sinin nicel araştırma olduğu, %10,5’inin
mix metod ile yapıldığı ve 1 doktora tezinin de nitel araştırma olduğu belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmaların yarısına yakınına erişimin engellendiği, tam erişim sağlanan çalışmaların
tamamına yakının nicel çalışmalar olduğu, çalışmaların yarısından fazlasının hastanelerde
gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Tezlerin yarıdan fazlası yarı deneysel tipte olup, uygulama
süresi çoğunlukla 3-6 aydır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği, Hemşirelikte Doktora, Tez
Çalışması.
P69- ŞANT ENFEKSİYONU OLAN HİDROSEFALİLİ BİR ÇOCUKTA
HEMŞİRELİK BAKIMI: OLGU SUNUMU
Şadiye DUR1, Serap BALCI1
1
İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi
Amaç: Şant disfonksiyonu tanısı ile kliniğe kabul edilen hastada artmış baş çevresi ve kafa içi
basınca ve diğer hemşirelik tanılarına yönelik yapılan hemşirelik bakımının sunulması
amaçlanmıştır.
Olgu Sunumu: 27 yaşındaki demir eksikliği anemisi hastası ve demir ilacı kullanan, üçüncü
gebeliği olan anne ile 33 yaşındaki sağlıklı babanın bebeği olan erkek olgu; 38 gestasyon
haftasında, normal doğum ile 2000 gr doğmuştur. Doğumdan sonra 1 gün süre ile Yenidoğan
Yoğun Bakım Ünitesi’ne yatışı yapılmıştır. Olgu 4 aylık iken baş çevresinde büyüme
başlamış, herhangi bir tıbbi müdahalede bulunulmamıştır. 21.03.2014’de şant operasyonu
gerçekleştirilen hasta şant enfeksiyonundan dolayı Süt Çocuğu Servisi’ne yatışı yapılmıştır.
Servise kabul edilen 18 aylık hasta, 11 kg ağırlığında, solunumu 35/dk, retraksiyonu ve burun
kanadı solunumu yok, kalp atım hızı 100/dk, vücut sıcaklığı 37.8 °C, baş çevresi 66 cm,
bilinci açık, hipoaktif olarak değerlendirilmiştir. Şant enfeksiyonu olan hidrosefalili hastada
OGS şeklinde beslenme, ihtiyacı doğrultusunda oksijen, enfeksiyonu için antibiyotik (Vanko
150 mg/kg/doz, Meronem 400 mg/kg/doz) uygulaması, baş çevresi ölçümü, günlük hijyenik
bakım
vb.
uygulamalar
yapılarak,
ünitede
takibine
devam
edilmiştir.
Kafa içi basınç artışına bağlı Ağrı, Başın büyük olmasına bağlı Travma Riski,
Hospitalizasyona ve şant disfonksiyonuna bağlı Enfeksiyon Riski, Şant enfeksiyonuna bağlı
Hipertermi, Büyüyen baş çevresi ve drene bağlı Fiziksel Mobilitede Bozulma, Başı hareket
ettirebilmede yetersizliğe bağlı Deri Bütünlüğünde Bozulma, Hidrosefali’ye bağlı Büyüme
Gelişmede Gecikme Riski, Orogastrik sonda ile beslenmesine bağlı Aspirasyon Riski,
Hastalık ve çocuğun özel bakımı konusunda ailede Bilgi Eksikliği, Çocuğun hastanede olması
ve sağlıklı çocuk olmamasına bağlı Aile İçi Süreçlerde Değişim, Sağlıklı çocuk olmaması ve
dreninin
olmasına
bağlı
Bakım
Verici
Rolünde
Zorlanma
Riski.
Hidrosefali, hastanın ve ailenin yaşamını fiziksel, psikososyal, ekonomik yönlerden
etkileyebilen önemli problemlere yol açan konjenital ya da edinsel anomalilerdendir. Pediatri
hemşiresinin bu olgu grubunda çocuk ve aileyi çeşitli boyutlarda ele alması gerekmekte ve
üzerine önemli sorumluluklar düşmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hidrosefali, şant enfeksiyonu, olgu, hemşirelik bakımı, hemşirelik
tanıları.
P70 - 0-1 YAŞ ARASI BEBEKLERİN EMZİK KULLANMA SIKLIĞININ VE
NEDENLERİNİN İNCELENMESİ
Esma SÜLÜ UĞURLU1, Melis Merve ÇAKAL2, Abdullah AVŞAR2
1
E.Ü. Hemşirelik Fakültesi, 2E.Ü.Ödemiş Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu araştırma 0-1 yaş arası çocukların emzik kullanma sıklığını ve emzik kullanmaya
neden
olan
faktörleri
belirlemek
amacıyla
yapılıştır.
Yöntem: Araştırma evrenini; İzmir İli Ödemiş İlçesinde bulunan 1,2,3,4,5,6 ve 7 no’lu
ASM’lere kayıtlı toplam 1152 0-1 yaş arası bebek oluşturmuştur. Örneklemini ise ‘Evrendeki
Birey Sayısı Bilinen Örneklem Seçim Yöntemi’ kullanılarak toplam 288 bebek
oluşturulmuştur. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından geliştirilen toplam 31
sorudan oluşan anket formu kullanılmıştır. Ankette; 13 soru sosyodemografik özelliklere,5
soru çocuğa ilişkin bulgulara, 13 soru çocuğun emzik kullanma sıklığının ve nedenlerinin
incelenmesine yöneliktir. Anket örnekleme alınan çocukların aileleriyle yüz yüze görüşme
yöntemiyle araştırmacılar tarafından uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; SPSS
16.0
paket
programı
kullanılmış
sayı,
yüzde,
ki-kare
testleri
yapılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan annelerin %63,2’si 19-30 yaş arasında ,%39,2’sinin ilköğretim
mezunu, %88,5’unun ev hanımı olduğu, babaların ise %48.3’ünün 31-42 yaş arasında,
%37.2’sinin ilköğretim mezunu, %62,2’sinin serbest meslek, %13,2 memur olduğu
saptanmıştır. Araştırma kapsamındaki ailelerin %89.6’sının çekirdek aile,%70,5’unun
gelirinin giderinin eşit olduğu,%89,6’sının sosyal güvencesinin olduğu saptanmıştır. Bu
ailelerin %91.7’sinin en uzun yaşadığı yer ilçe olarak belirlenmiştir. Araştırma kapsamındaki
ailelerin %47.2 ‘sinin 2 çocuğa sahip olduğu, ailelerin % 46.2’sinin araştırmaya alınan
çocuğunun 2. çocuğu olduğu saptanmıştır. Bebeklerin %54.2’sinin erkek, %46.5’inin 6-12 ay
arasında ,%88.2’sinin 38-41 haftalık doğduğu,%43.4’ünün 3100 gr ile 3500 gr arasında
doğduğu, %51.4’ünün sezaryen ile doğduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınan
bebeklerin %47.9’unun emzik kullandığı, emzik kullananların %27.8’inin bebeğin uykuya
dalması,%33.3 ‘ünün ağladığı zaman susturulması için emzik kullandığı, ailelerin %66.7’sinin
emzik kullanımının zararlı bulduğu, %29.9’unun bebeğin çene gelişimi, %51.7’si diş gelişimi
için zararlı bulduğu, %29.9’u ise damak yapısı bozukluğuna neden olduğunu düşünmektedir.
Ailelerin % 68.4’ünün doğumdan önce veya sonra herhangi bir sağlık kuruluşundan emzik
kullanımı konusunda eğitim almadığı, %48.6’sı yeterli bilgisi olsaydı emzik vermeyeceğini
belirtmiştir. Emzik kullanmayan ailelerin %32.3’ü sağlık açısından zararlı olduğu için emzik
kullanmadıklarını belirtmişlerdir. Yapılan ki-kare analizinde annenin yaşı ile bebeğin emzik
kullanma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır. Yapılan ileri analizde
19-30 yaş grubunda yer alan annelerin emzik kullanım oranlarının diğer gruplardan anlamlı
yüksek olduğu bulunmuştur (X2=16.95, P>0.05). Ailenin çocuk sayısı ile emzik kullanma
durumları arasında anlamlı farklılık saptanmıştır. Yapılan ileri analizde tek çocuk sahibi
olanların diğer gruplardan anlamlı olarak daha fazla emzik kullandığı saptanmıştır(X2=8.51,
P>0.05). Bebeğin yaşı ve doğum haftası ile emzik kullanma durumları arasında anlamlı bir
ilişki bulunmuştur. 0-1 aylık bebeği olan annelerin istatistiksel olarak daha az emzik
kullandıkları saptanmıştır ( X2=7.98, P>0.05 ). Doğum haftası 37 ve altı olan bebeklerin
anlamlı olarak daha az emzik kullandığı saptanmıştır (X2=8.05, P>0.05). Anne sütü alımı ile
emzik kullanımı arasında anlamlı farklılık saptanmıştır. Anne sütü almayan bebeklerin emzik
kullanma oranlarının yüksek olduğu saptanmıştır (X2=19.87, P>0.05). Emzik kullanımının
zararlı olduğunu düşünen annelerin diğerlerine göre istatistiksel olarak daha az emzik
kullandığı saptanmıştır (X2=45.64, P>0.05). Doğumdan önce/sonra emzik kullanımı ile ilgili
eğitim alma durumu ile emzik kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmuştur. Doğumdan önce/sonra emzik kullanımı konusunda eğitim alan annelerin emzik
kullanımı oranları diğerlerine göre istatistiksel olarak düşük olduğu saptanmıştır (X2=22.28,
P>0.05).
Sonuç: Emzik kullanımı toplumumuzda yaygın kültürel geçmişi olan bir alışkanlıktır.
Çalışmamıza katılan ailelerin çoğunluğu emzik kullanımı konusunda bilgi sahibi olmadığını,
yeterli bilgilendirme ile emzik kullanmayı tercih etmeyeceklerini belirtmişlerdir. Bebeğin
büyüme ve gelişmesinde büyük bir rolü olan anne sütünden yeterince faydalanabilmesi,
çocukların damak ve diş gelişiminin sağlıklı olarak tamamlanabilmesi için emzik
kullanımının önüne geçilmelidir. Sonuç olarak bebek sahibi olacak ya da bebek sahibi ailelere
bu konuda verilecek yeterli eğitim ile bu alışkanlığın önüne geçilebileceğini düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: 0-1yaş, emzik kullanma, emzik, bebek, emzik kullanma sıklığı
P71- TRİYAJ SİSTEMLERİNİN PEDİATRİK AÇIDAN İNCELENMESİ
Müjde ÇALIKUŞU İNCEKAR1, Serap BALCI1
1
İstanbul Üniversitesi
Amaç: Triyaj, acil birime başvuran bireylerde, hastalık ya da yaralanmanın şiddetini
tanımlamak ve hayati riski en fazla olanların belirlenmesini sağlamak için kullanılan dinamik
ve sürekli bir süreçtir. Triyaj sistemleri ise acil servise başvuran hastaların aciliyetini
belirlemek için planlamalarının yapılmasında yardımcı olan kılavuzlardır. Bu derleme
pediatrik
triyaj
sistemine
vurgu
yapmak
amacıyla
planlanmıştır.
Bu derlemede triyaj sistemlerinin pediatrik açıdan incelenmesi, yapılan çalışmalara göre ATS
ve
ESİ
4
triyaj
sistemleri
doğrultusunda
ele
alındı.
Acil Hemşireler Birliği (Emergency Nursing Association-ENA) günümüzdeki mevcut
kanıtlara dayanarak hasta bakım kalitesinin arttırılabilmesi için acil servislerde güvenilir ve
geçerli 5 basamaklı bir triyaj sisteminin kullanılmasını önermektedir. Dünya’da tanımlanmış
beş kategorili triyaj sistemlerine Avusturalya Triyaj Sistemi (Australasian Triage Scale-ATS),
Manchester Triyaj Sistemi (Manchester Triage System-MTS), Kanada Triyaj Ve Aciliyet
Sistemi (Canadian Triage and Acuity Scale-CTAS), ve Acil Ciddiyet İndeksi 4 (Emergency
Severity Index-ESİ) örnek verilebilir. Bunlardan CTAS pediatrik için PaedCTAS (The
Canadian Paediatric Triage and Acuity Scale) adında triyajı ayrı değerlendirmiştir. Ülkemizde
ise 16 Ekim 2009’ da Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin Uygulama Usul
ve Esasları Hakkında Tebliğ’de yer alan 3 kategorili triyaj sistemi olan renk kodlaması
kullanılmaktadır. Diğerleri pediatriyi ayrı olarak değerlendirmemiştir. Bu eksiklikten dolayı
pediatrik açıdan triyaj sistemlerinin geçerlik ve güvenirliklerine bakılması ihtiyacı doğmuştur.
Bu doğrultuda 2009 ve 2012’de ESİ 4’ün pediatrik acil servislerinde geçerlik ve güvenirliğine
bakılmıştır. İki çalışmada da pediatrik acillerde geçerli ve güvenilir bir sistem olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. 2014’te ise pediatrik triyajda Acil Triyaj Eğitim Takımının (The
Emergency Triage Education Kit- ETEK) etkinliğine bakılmıştır. ATS pediatrik triyaja uygun
olmadığı için ATS ile birlikte ETEK uygulanmıştır. ATS ile birlikte kullanıldığında ETEK’in
pediatrik acil servislerde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. Bu çalışmalar ışığında;
ENA 5 kategorili triyaj sistemlerini önermiş, bunların içinde de CTAS ve ESİ 4’ün pediatri
için uygun sistemler olduğunu belirtmiştir. CTAS’ın PaedCTAS’ı geliştirmesi ve yapılan
çalışmalarda ESİ 4’ün pediatri için uygun görülmesi ENA’nın görüşünü desteklemektedir.
ATS ise ETEK ile birlikte kullanılarak pediatri için uygun hale gelebilmektedir. Türkiye’de
ise ESİ 4’ün geçerlik ve güvenirliği bir üniversite hastanesi tarafından yapılmış, uygun
görülmüş ve hastane uygulamasına geçilmiştir. Fakat çalışma bütün yaş gruplarında yapılmış,
pediatrik
açıdan
ayrıca
değerlendirilmemiştir.
Sonuç olarak; Ülkemizde beş kategorili triyaj sistemlerinin kullanılması ve bunların pediatrik
açıdan değerlendirilmesi için çalışmalar yapılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Pediatrik acil servisi, triyaj sistemleri
P72 - OLGU SUNUMU: ERKEK ÇOCUKTA DİSKOİD LUPUS ERİTEMATOZUS VE
HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI
Ezgi ATMACA1, Necla KOŞAR1, Dilek BEYTUT2
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Çocuk Kliniği, 2İzmir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
Amaç: Bu olgu sunumunda, çocuklarda pek sıklıkla rastlanmayan Discoid Lupus
Eritematozus tanısı ile bir üniversite hastanesinde izlenen beş yaşında erkek olgunun
hemşirelik bakım planının sunulması amaçlanmıştır.
Olgu Sunumu: Olgu iki hafta boyunca klinikte izlenmiş, hemşirelik yaklaşımı belirlenmiş
kavram haritası ile tartışılması planlanmıştır. Vücuttaki her organ sistemini etkileyebilen,
kronik, multisistemik, otoimmun bir hastalık olan Lupus’un iki ana formunda biri olan
Diskoid Lupus Eritematozus’ta , Sistemik Lupusa göre cilt bulgularının daha çok
görülmektedir. Kızlarda erkeklere göre daha çok görülen ve 15 yaş altında insidansı düşük
olan Diskoid Lupus hiperpigmentasyon ve özellikle cildin güneş gören kısımlarında ve mükoz
membranda lezyonlar dikkat çekmektedir. Olgu beş yaşında erkek hasta. Hastaneye yatış
öyküsü ilk olarak hasta 3 yaşında iken yüzde sivilce tarzında döküntüler şeklinde başlamıştır.
Sonra yüzüne yayılarak soyulmaya başlamış ve daha sonra tüm vücuda yayılmıştır. Daha
sonraki yatışlarında ise ateş yüksekliği, yüzde kızarıklık ve vücutta yaygın döküntü şikayetleri
olmuştur. Çocuğun ağız içi lezyonları olduğu için hasta sürekli R2 diyet ile beslenmektedir.
Anne ve babası akraba olan olgunun soy geçmişinde herhangi bir kalıtsal hastalık öyküsü
yoktur. Hastanın medikal tedavisinde immunosupresifler, kortikosteroidler, destek tedavi ve
üç haftada bir düzenli olarak aldığı IVIG yer almaktadır. Olgu için belirlenen hemşirelik
tanıları oral mukoz membranda değişiklik, beslenmede dengesizlik: gereksiniminden az
beslenme riski, enfeksiyon riski, kronik ağrı, beden imgesinde rahatsızlık, sosyal
izolasyondur. Belirlenen hemşirelik tanıları kavram haritası ile tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Diskoid lupus eritamatozus, kavram haritası, çocuk, hemşirelik bakımı,
olgu sunumu
P73 - ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN İNTERNET KULLANIM DURUMLARI
Zehra ÇALIŞKAN1, Nuray GÖKTAŞ1, Derya EVGİN1, Bahriye KAPLAN1
1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu
Amaç: İnternet ve online teknolojiler günümüz dünyasının en popüler iletişim araçları
arasındadır ve bu araçlar daha çok gençler ve üniversite öğrencileri arasında yaygın olarak
kullanılmaktadır. İletişim teknolojilerindeki gelişim yaşamı kolaylaştıracak olanaklar sunduğu
gibi, beraberinde bazı olumsuzluklar da getirmiştir. Çalışma, bir üniversitenin Sağlık
Yüksekokulu öğrencilerinin internet kullanım durumları ve internet ortamında maruz
kaldıkları durumların belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Yöntem: Çalışma, Kasım-Aralık 2013 tarihlerinde bir üniversitenin sağlık yüksekokulunun,
1., 2., 3. ve 4. sınıf hemşirelik bölümü öğrencilerinin tümünde (n:296), kurum onayı ve
öğrencilerin onamı alınarak yapılmıştır. Veriler kişisel bilgi formu ve Algılanan Stres Ölçeği
kullanılarak yüz-yüze toplanmış, bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistikler, ki-kare ve
Student- t testi kullanılarak değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde p<0.05 anlamlı olarak
kabul edilmiştir.
Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalamasının 20.31±1.91, % 73.6’ sının kız, % 28.0’ının 1.
Sınıfta, %59.5’inin kendisine ait bir bilgisayarının olduğu, %72.3’ünün e-mail adresinin kendi
adını içerdiği, %37.3’ünün günlük 4 saat ve daha fazla süreyle internete bağlandığı, internet
kullanım süresinde cinsiyet ve sınıf düzeyleri arasında fark olmadığı (p>0.05) belirlenmiştir.
Öğrenciler internetteki 1 saatlik zaman dilimini, % 46.2’si haber edinmek, % 41.8’i ödev
hazırlamak, %30.8’i sosyal ağlar, % 31.8’i müzik indirmek için kullandıklarını belirtmiş ve %
45.2’si akademik başarılarını orta düzeyde olarak nitelendirmişlerdir. Öğrencilerin %31.4’ü
internette kendilerine hoşlanmayacağı mesajlar, %31.8’i virüslü mesajlar gönderildiğini,
%26.0’ı telefonla rahatsız edildiğini, %18.7’si ise bireylerin yüzüne asla söyleyemeyecekleri
durumları internet veya cep telefonuyla rahatlıkla ifade ettiklerini belirtmişlerdir. Öğrencilerin
Algılanan Stres Ölçeği’nden aldıkları puan ortalamalarının 29.62 ±7.54 (orta stres düzeyinde)
olduğu ve cinsiyetler arasında fark olmadığı (p>0.05) belirlenmiştir. Günlük 4 saat ve daha
fazla süreyle internete bağlı kalan öğrencilerin %70.3’ünün orta stres düzeyinde olduğu,
internette kalma süresi arttıkça öğrencilerin orta ve yüksek stres düzeyi oranlarında artış
olduğu görülmüştür (p<0.05). Ayrıca öğrencilerin internette kalma süreleri arttıkça akademik
başarı oranlarının düştüğü ancak gruplar arasındaki farkın istatistiksel olarak önemli olmadığı
belirlenmiştir (p>0.05).
Sonuç: Öğrencilerin orta stres düzeyinde oldukları ve internette kalma süresinin algılanan
stres düzeyini etkileyebileceği sonucuna ulaşılmıştır. Öğrencilere stresle etkin başedebilme
yöntemlerinin öğretilmesi, internet ve online teknolojileri daha bilinçli kullanıcı profili
oluşturmaya yönelik girişimler ve eğitim programların geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Üniversite öğrencileri, internet, online teknoloji, algılanan stres,
akademik başarı
P74 - OLGU SUNUMU: “APLASİA KUTİS KONJENİTA” TANILI YENİDOĞANIN
HEMŞİRELİK BAKIMI
Emine NACAK1, Nesrin ŞEN CELASİN2
1
Celal Bayar Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik ABD, 2Celal Bayar
Üniversitesi, Manisa Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği ABD
Amaç: Aplasia Kutis Konjenita (AKK) yerel epidermis, dermis, subkutan doku, daha seyrek
olarak da kemik ve duranın yokluğuyla karakterize ender bir malformasyondur. Çoğunluğu
sporadik olduğu gibi, otozomal dominant veya otozomal resesif geçiş de gösterir. Lezyonların
iyileşmesi aylarca sürer, yerinde atrofik/ hipertrofik skar kalır. Küçük defektler kendiliğinden
iyileşebilirken, büyük lezyonlar cerrahi onarıma gerek duyar. Çoğunlukla etyolojisi belli
değildir. Hastalığa yarık damak veya yarık dudak, sindaktili, adaktili, konjenital kalp hastalığı
gibi gelişim bozuklukları eşlik edebilir. Ülkemiz literatüründe az rastlanan AKK’lı olgunun,
güncel literatür bilgileri ışığında hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır.
Olgu Sunumu: Eşi ile birinci derece akraba olan, 24 yaşındaki annenin birinci gebeliğinden
38. gebelik haftasında, sezaryen doğum ile 2400 gr. doğduğu, doğar doğmaz ağladığı,
kardiyak nabzı 130 atım/dk, Apgar skorları 10/10 olduğu ve doğumda saçlı deride kanlı
kurutlu lezyonun fark edildiği öğrenildi. Vücut ağırlığı 2400 gr (%3 persantil), boyu 47cm
(%3 persantil), baş çevresi 31 cm (%3 persantil) ile düşük doğum ağırlıklı doğan erkek
bebeğin pediatrik tanılamasında baş bölgesinde, scalpte yaklaşık 3x4 cm büyüklüğünde cilt ve
kemik defekti, sağ elde polidaktili, mikroftalmi, bilateral göz kapakları içe dönük, ambigus
genitale, 3/6 kardiyak üfürüm olduğu saptandı. Yenidoğan reflekslerinden, Yakalama (+),
Morro (+) ve Emme refleksi (-) olarak, diğer sistem bulguları ise normal olarak
değerlendirildi. Kafa grafisinde saçlı deri defektine uyan bölgede kemik defekti, kranial
bilgisayarlı tomografide geniş kalvaryum defekti ve ekokardiyografide Fallot pentalojisi
saptandığı ve anomaliler (Aplasia cutis, Fallot pentalojisi, Polidaktili, Mikroftalmi, Multipl
safra taşları) nedeniyle Tıbbi Genetik konsültasyonu istendiği öğrenildi. Bu bulgularla
yenidoğan bebeğe AKK tanısı konulduğu öğrenildi. Olgu, kuvöz içi O2 desteğiyle Yenidoğan
Yoğun Bakım Ünitesinde izlendi. Hastanın laboratuvar incelemelerinde; hemoglobin 18.8
gr/dl, lökosit sayısı 12.400/mm3, Plt sayısı: 95.000, periferik yaymada trombositlerin bol
kümeli, Ca:10.9 mg/dl. Kan gazları incelendiğinde; pH:7.56, pO2:140, pCO2:30.9,
HCO3:30.5
olduğu
belirlendi.
Tedavisinde;
TPN
desteği,
Ampisilin+Amikasin,
Prostoglandin, Kolestaz, A, D, E, K vit. ve Ursofalk tedavisi ve skalp defekti Ringer Laktat ve
Fucidin pomad ile günde iki kez pansuman yapıldı. İzlemde yara bakımı ile lezyonun
küçülmekte olduğu gözlendi. Hastanın kanamalı gastrik rezidüleri olması nedeniyle oral
beslenmesi durduruldu. İzleminin 5. gününde 2 kez taktil uyarana yanıtsız apne nedeniyle
Pozitif Basınçlı Ventilasyon ihtiyacı sonrası entübe izlendi. Kontrol kan gazı olağan olması
üzerine aynı gün ekstübasyon sonrası nCPAP’ta izlenmeye devam edildi. Rezidüleri gerileyen
hastanın izleminin 14. gününde oral alımı açıldı. Minimal beslenmeye orogastrik sondayla
başlandı. Hastanın emme yutma koordinasyonu geciktiği için uzun süre oragastrik sondayla
beslendi. İzlemin 14. gününde Vankomisin ve Meropenem tedavisi başlandı ve
antibiyoterapisinin 14. gününde tedavi stoplandı. Olgu kilo alımı, oral alımı ve anne ile
koordinasyonu sağlandıktan sonra 45. gününde taburcu edildi. Hastanın hemşirelik
bakımında; etkisiz hava yolu örüntüsü, ventilatörden ayrılmaya disfonksiyonel tepki, sıvı
elektrolit dengesizliği, etkisiz doku perfüzyonu, deri bütünlüğünde bozulma, beden
gereksiniminden az beslenme, etkisiz termoregülasyon, aspirasyon riski, enfeksiyon riski, oral
mukoz membranda değişiklik riski, ebeveyn bebek bağlılığında bozulma riski, genetik
danışmanlık ve aile planlaması konusunda annede bilgi eksikliği hemşirelik tanılarına yönelik
girişimlerde bulunuldu. Çoğunluğu sporadik olduğu gibi, otozomal dominant veya otozomal
resesif geçiş de gösteren AKK’lı olgu, literatürde akraba evliğine bağlı görülen vakaların
bilgisini desteklemektedir. Ayrıca olguda Fallot pentalojisi olduğu belirlenmesi ile konjenital
kalp hastalığı gibi gelişim bozukluklarını desteklemektedir. Medikal tedavinin yanı sıra yoğun
bakım ihtiyacı olan AKK’lı yenidoğanlarda hemşirelik bakımı oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Aplasia Kutis Konjenita, saçlı deri, kalvaryum, hemşirelik bakımı, olgu
sunumu
P75 - OLGU SUNUMU: LEYŞMANYAZİS’Lİ ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK BAKIMI
Zeynep AKKUŞ1, Nesrin ŞEN CELASİN2
1
Celal Bayar Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Abd, 2Celal Bayar
Üniversitesi, Manisa Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği Abd,
Amaç: Leyşmanyazis, Leishmania cinsine dahil protozoon parazitlerin neden olduğu vektör
aracılı bir paraziter hastalıktır. Hastalık 80'den fazla ülkede endemiktir; dünyada tahmin
edilen prevalansı 12 milyon olup, bu sayı her yıl 1.5-2 milyon artmaktadır. Klinik bulgularına
göre enfeksiyon; kütanöz (KL), mukozal (ML) ve viseral (VL) leyşmanyazis olmak üzere üç
grupta sınıflandırılır. Kendiliğinden iyileşen KL, Türkiye'de en sık Güneydoğu Anadolu ve
Akdeniz bölgelerinde gözlenmektedir. Diğer bölgelere göre daha az olmakla birlikte İç
Anadolu ve Ege bölgelerinden bildirilmiş olgular da vardır. Sıklıkla çocuklarda görülen ve
ölüme sebep olabilen VL, Ülkemizde sık görülmemekle birlikte retikuloendotelyal sisteme
yerleşip dalak, karaciğer ve lenf bezi büyüklüğü ile seyretmektedir. Leyişmaniyazisin önemli
morbid ve mortal bir klinik formu olan VL’de, pansitopeniye kadar varabilen değişik
derecelerde sitopeniler yanında hepatosplenomegali ve lenf adenomegali gibi bulgular
gelişebilmektedir. Bu olgu sunumunda, Ülkemizde nadir görülen Leyşmanyazis’li olgunun,
güncel literatür bilgileri ışığında hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır.
Olgu Sunumu: 5 yaşındaki kız hastanın, 25/03/2014 tarihinde karın şişkinliği ve 39ºC ateş
yüksekliği sebebiyle dış merkeze başvurduğu, dış merkezde hastanın hemoglobininin 5gr/dl
ve organomegali olması nedeni ile hastanemize sevk edildiği öğrenildi. Hastanın özgeçmişi
incelendiğinde; miadında, sezaryen doğum ile doğan hastanın doğum ağırlığının 3.250gr.,
doğum boyunun 52 cm olduğu, özgeçmişinde postnatal özellik olmadığı, motor mental
gelişiminin normal sınırlar içinde olduğu ve rutin aşılarının Sağlık Bakanlığı takvimine uygun
yapıldığı, herhangi bir operasyon ve kaza öyküsünün ve bilinen alerjisinin olmadığı, 18. aya
kadar anne sütü ile beslendiği, 6. ayda ek gıdalara başlandığı, bir yaşına kadar D vit. ve demir
takviyesi aldığı, 7 aylıkken desteksiz oturduğu, yürümeye 1 yaşında, konuşmaya da 11-12
aylıkken başladığı ve Ege Bölgesinde doğup yaşadığı öğrenilmiştir. Hastanın pediatrik
tanılamasında; vücut ısısının: 38ºC, apikal nabzının: 120/dk, kan basıncının: 90/50mmHg,
solunumunun: 30/dk ve genel durum iyi olduğu belirlendi. Karın ve Ürogenital Sistem
muayenesinde; karın distante, hepatomegali, karaciğerin kolaltı 4 cm ve dalağın kol altı 6 cm
palpe edilebiliyor olduğu, bilgisayarlı tomografi ile üst batın değerlendirmesinde
hepatomegali saptandığı, dalak posteriorunda sol böbrek üst proksimalindeki yaklaşık
2,5x2cm boyutlarında alan dikkati çektiği, her iki böbreğin olağan büyüklükte, şekilde ve
lokalizasyonda, pankreasın normal büyüklükte olduğu ve kesit alanına giren barsak anslarında
da radyopatolojik bulgu gözlenmediği öğrenildi. Hastanın laboratuvar incelemelerinde;
hemoglobin 5gr/dl, hematokrit %20.9, lökosit sayısı 2.600/mm3 olarak aşırı derecede düşük
oldukları belirlendi. Kemik iliği yapılan hastanın kemik iliği yaymasında amastigot görülmesi
ile Leyşmanyazis tanısı konduğu öğrenildi. Hastanın kemik iliği kültüründe leichmania
üremesi olduğu için hastaya bu üreme sonucunda Manisa Halk Sağlığı müdürlüğünden temin
edilerek Pentostam tedavisi başlandı. Tedavinin 20 günlük planlandığı öğrenildi ve tedavinin
5. gününde ateş yüksekliklerinin gerilediği, 20. gününde ise ateş yüksekliği olan hastanın
muayenesinde splenomegalisinin yeniden arttığı saptandı. Bunun sonucunda Pentostam
tedavisi kesildi ve ordere göre Amfoterisin–B tedavisi başlandı. Leishmania tedavi
protokolüne göre 1-5 gün arası 3mg/kg/gün dozdan Amfoterisin başlandı ve hastanın 24.
saatinden sonra ateş yüksekliğinin tekrarlamadığı belirlendi. 5 günlük dozunu alan hastanın
muayenesinde hepatomegalisinin gerilediği öğrenildi. En son muayenesinde dalak 2-3 cm,
karaciğer ise 2 cm palpe edildi. Hastanın hemşirelik bakımında; hipertermi, anemiye bağlı
yorgunluk, enfeksiyon riski, beden imgesinde bozulma, bilgi eksikliği, boş zamanları geçirme
aktivitesinde eksiklik hemşirelik tanılarına yönelik girişimlerde bulunuldu. Tartışma:
Ülkemizde sık görülmeyen Leyişmaniyazis’li olgu, literatürde pansitopeniye kadar varabilen
değişik derecelerde sitopeniler yanında hepatosplenomegali ve lenf adenomegali gibi bulgular
gelişebilme bilgisini desteklemektedir. Medikal tedavinin yanı sıra yoğun bakım ihtiyacı olan
Leyişmaniyazis’li çocuklarda hemşirelik bakımı da oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Leyşmanyazis, endemik olmayan bölge, Manisa, hemşirelik bakımı,
olgu sunumu
P76- RİSKLİ YENİDOĞANLARIN ANNE VE BABALARINDAKİ ANKSİYETE
DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
Evrim KIZILER1, Filiz ARSLAN2
1
2
GATA HYO Çocuk Sağ. ve Hast. Hem. A. B.D.
Yeditepe Üniversitesi HYO Çocuk Sağ. ve Hast. Hem. A.B.D.
Amaç; Gebeliğin sona ermesi ile kendileri için tamamen yeni olan ebeveynlik rollerine
alışmaya çalışan, geçiş sürecini duygusal açıdan yoğun bir şekilde yaşayan ebeveynler, aileye
yeni katılan üyenin hasta ya da erken doğmuş olması nedeni ile yaşamını sürdürebilmesi için
hastaneye yatırılması, iyileşme sürecinin belirsizliği, yenidoğandan ayrı kalma, ebeveynlik
rollerinin farklı boyut kazanması ve hastane masrafları gibi birçok faktör aile üyelerinde
çeşitli derecelerde anksiyete yaşanmasına neden olur. Ebeveynlerin anksiyete yaşamaları;
çocuk hakkındaki açıklamaları doğru olarak anlamalarını, olayları gerçekçi yorumlamalarını,
bebeklerinin bakımına aktif katılımını ve doğru karar verme yeteneklerini azaltmaktadır.
Bu çalışmada “Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi”nde yatan riskli yenidoğanların anne ve
babalarının anksiyete düzeylerini ve anksiyetenin artmasına neden olan faktörlerin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Bu tanımlayıcı çalışma GATA Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları B.D. Yenidoğan
Yoğun Bakım Ünitesine yatırılan 44 riskli yenidoğanın araştırmaya katılmaya gönüllü anne ve
babaları ile yapılmıştır. Veriler, araştırmacılar tarafından geliştirilen, katılımcıların
özelliklerini inceleyen soru formu ve Beck ve arkadaşları (1988) tarafından geliştirilen, Türk
örneklemine uyarlama ve geçerlik-güvenirlik çalışmaları Ulusoy ve arkadaşları (1993)
tarafından gerçekleştirilen 21 soruluk Beck Anksiyete Envanteri (BAE) ile elde edilmiştir.
Ölçekten alınan toplam puan artışı bireylerin anksiyete düzeylerinin de artışını
göstermektedir. Veriler SPSS 13.0 (SPSS Inc.,C,Chicago,II.,USA) programı kullanılarak
analiz edilmiş, tüm veriler için yapılan tanımlayıcı istatistikler frekans dağılımları ve ve
ortalama ± standart sapma şeklinde gösterilmiştir. Kullanılan verilerin öncelikle tümel daha
sonra gruplandırılmış olarak normal dağılıma uygunluğu Shapiro-Wilk analiz sonuçları ile ve
grafiksel olarak incelenmiştir. Parametrik test varsayımlarını yerine getiren verilerde tek
yönlü varyans analizi (ANOVA), parametrik test varsayımlarını yerine getiremeyen verilerde
ise ANOVA testinin non-parametrik alternatifi olan Kruskal - Wallis testi kullanılmıştır.
Ölçeklere ve anketin tamamına ilişkin Cronbach Alpha iç güvenilirlik katsayısı
hesaplanmıştır. Çalışmanın tamamında yanılma düzeyi olarak α = 0.05 kabul edilmiştir.
İstatistiksel kararlarda p ≤ 0.05 seviyesi anlamlı farkın göstergesi olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Beck anksiyete envanteri puanları; annelerde 32.11, babalarda 34.45 bulunmuş ve
gruplar arasında istatistiksel açıdan bir fark saptanmamıştır (F=8.93; p=0.25). Erkek çocuğa
sahip olmanın hem annelerin(F=2.13, p<0.01), hem de babaların (F=11.65, p<0.01) anksiyete
puanlarının artmasına neden olduğu belirlenmiştir. Çocuğu yenidoğan yoğun bakım
ünitesinde yatan annelerin anksiyete puanlarının anne yaşının küçük olması (X2 = 19.91,
p=0.001), yoğun bakım ünitesine yatmadan önce çocuğun hastalığı ile ilgili bilgi sahibi olma
(Z=2.55, p=0.01), tedavi sürecinde sağlık personelinden sürekli bilgi alma (Z= 3.27, p=0.001)
ve ebeveynlik rollerinde değişim yaşama (Z=2.59, p=0.009) gibi faktörler ile arttığı
saptanmıştır. Babaların anksiyete puanlarının ise; eğitim düzeyinden etkilendiği, eğitim
düzeyi yükseldikçe anksiyete puanının azalmaktadır (X2= 6.28, p=0.04).
Sonuç: Çalışmanın bulguları, ebeveynlerin anksiyete düzeylerinin, eğitim düzeyleri
azaldıkça, çocuğun hastalığı, tedavi ve işlemler ile ilgili sağlık personelinin desteğini
alamadıkça ve ebeveynlik rollerinin etkilenmesi ile arttığını göstermektedir. Yenidoğan yoğun
bakım ünitelerinde ebeveynleri de çocuğun yaşamının değişmez bir parçası olarak gören “aile
merkezli” bakım ve gerekli olan konularda danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin sağlanarak
her iki ebeveynin de bebeğin bakımında aktif rol almasının sağlanmasının ebeveynlerin
anksiyete düzeylerinin azaltılmasında etkili olacağı değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Riskli yenidoğan, anksiyete, hemşirelik
P77- SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİLERİNDE ÇOCUKLUK ÖRSELENME
YAŞANTILARININ BENLİK SAYGISINA ETKİSİ
Canan BAYDEMİR1, Ayfer AÇIKGÖZ2, Dilek DERİNCE3, Yeliz KAYA2, Esen
ÖNGÜN2, Hülya KÖK2,
1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, 2Eskişehir
Osmangazi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, 3Bilecik Şeyh Edebali
Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
Amaç: Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinin çocuklukta örselenme yaşantılarını belirlemek,
örselenme yaşantılarının benlik saygısı ile ilişkisini saptamak amacıyla tanımlayıcı olarak
yapıldı.
Yöntem: Araştırmamız, 23-27 Eylül 2013 tarihleri arasında, bir sağlık yüksekokulunun
hemşirelik bölümü öğrencileriyle gerçekleştirildi. Araştırmanın yapıldığı tarihte okulda 470
öğrenci öğrenim görmekteydi. Araştırmaya katılmayı kabul etmeme, çalışmanın yapıldığı
dönemde derslere gelmiyor olma gibi nedenlerle 346 öğrenci ile araştırma tamamlandı. Veri
toplama araçları olarak; kişisel bilgi formu, Çocukluk Örselenme Yaşantıları Ölçeği (ÇÖYÖ)
ve Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ) kullanıldı. Veri toplamaya başlamadan önce
çalışmanın yapılabilmesi için Yüksekokul idaresinden gerekli izinler alındı. Anket formlar
dağıtılmadan önce araştırmacılar öğrencileri çalışmanın amacı ve anket formunun
doldurulması ile ilgili olarak bilgilendirmiştir. Ardından bilgilendirilmiş sözlü onamları alınan
öğrencilere dağıtılan anket formlar, öğrencilerin kendileri tarafından yaklaşık 30 dakikada
doldurulmuştur. Ölçeklerin kullanımı için gerekli izinler alınmıştır. Çalışmada veriler
yüzdelikler, ortalama ± standart sapma ve medyan (25. – 75. Persantil) olarak verildi.
Nümerik değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu Kolmogorov-Smirnov testi ile kontrol
edildi. Gruplar arasındaki farklılıklar değerlendirilmek amacıyla Mann-Whitney U Testi,
Kruskal-Wallis Tek Yönlü Varyans Analizi ve Dunn Çoklu Karşılaştırma Testleri kullanıldı.
Verilerin değerlendirmelerinde IBM SPSS Statistics 20.0 istatistiksel paket programı (SPSS
Inc., Chicago, IL, USA) kullanıldı. Sıfır Hipotezinin reddi için p<0.05 değeri yeterli kabul
edildi.
Bulgular: Çalışma sonucumuzda erkeklerin çocukluk örseleyici davranışlarına daha fazla
maruz kaldıkları ve benlik saygılarının kızlara göre daha düşük olduğu bulundu. Aile gelir
durumu kötü olarak ifade edilen bireylerin ÇÖYÖ puanları daha yüksek ve benlik saygısı
diğerlerine göre daha düşüktü. Çekirdek aile dışındaki aile tiplerinden birine sahip olunması,
kardeş sayısının fazla olması, babanın otoriter olması gibi özelliklerin çocukların daha fazla
örselenmesinde etkili olduğu görüldü. Yapılan korelasyon analizinde; ÇÖYÖ puanları ile
RBSÖ puanları arasında ileri düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu (p<0.001), öğrencilerin ÇÖYÖ
puanları
arttıkça
RBSÖ
puanlarının
da
arttığı
belirlendi.
Sonuç: Sonuç olarak çocukluk örselenme yaşantıları bireyin benlik saygısı üzerinde doğrudan
bir etkiye sahiptir. Oysaki bireyin kendisine olan güveni onu başarıya ve başarılı bir geleceğe
ulaştıran en önemli etmendir. Özellikle hemşirelik gibi, kişilerin sağlığını emanet ettikleri
mesleklerde çalışacak grubun, kendine güvenmesi ve bunun dışa yansıması oldukça
önemlidir. Hasta ve sağlıklı bireyler kendileri ve yakınlarının sağlığını güven duydukları
kişilere emanet etme arayışı içindedirler. Sağlık çalışanının bilgisine, becerisine güvenmek
isterler. Geleceğin sağlık profesyonellerini yetiştiren okulların bu durumu özellikle göz
önünde bulundurması gerekir. Düşük benlik düzeyine sahip öğrenciler saptanmalı ve onlara
gerekli destek sağlanmalıdır. Eğitim öğretim faaliyetleri daha çok öğrencinin olumlu yönlerini
vurgulamak, eksiklerini ve yanlışlarını olumlu bir iletişim ile düzeltmek üzerine kurulmalıdır.
Özellikle son sınıf öğrencilere özgüvenlerini kazanmaları için daha fazla bağımsız çalışma
fırsatı tanınmalıdır. En önemlisi de öğrenciye değer verilmeli ve değerli olduğu kendisine de
hissettirilmelidir. Sosyal medya aracılığı ile ailelere çocuklarını büyütürken uyguladıkları
örseleyici davranışlar ve bu davranışların çocuklarına verdiği zarar ile ilgili eğitimler
düzenlenmeli, dışarıdan gelebilecek örseleyici davranışlara karşı da dikkatli olmaları ve
çocuklarını korumaları gerektiği konularında bilinçlendirilmelidirler.
Anahtar Kelimeler: Benlik saygısı, başa çıkma tutumları, çocukluk örselenme yaşantıları,
hemşirelik, öğrenci
P78 - BİR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİNDE ÇALIŞAN PEDİATRİ
HEMŞİRELERİNİN HASTA GÜVENLİĞİ KÜLTÜRÜNE BAKIŞ AÇILARININ
İNCELENMESİ
Didem AKKAYA1, Yeşim YILMAZ1, Hatice BARAN2,
1
İstanbul Haydarpaşa Numune EAH/ Eğitim Birimi, 2İstanbul Haydarpaşa Numune EAH/
Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü,
Amaç: Hasta güvenliği; sağlık hizmetlerinin kişilere vereceği olası zararı önlemek amacıyla
sağlık kuruluşları ve bu kuruluşlardaki çalışanlar tarafından alınan önlemlerin tamamıdır.
Çocuk hastalar ise tıbbi hatalar ve hasta güvenliği yönünden daha yüksek risk taşımaktadırlar.
Çünkü yetişkin ve çocuk arasında çeşitli fizyolojik ve psikolojik farklılıklar bulunmaktadır.
Bu nedenlerle pediatri kliniklerinde hasta güvenliği uygulamaları son derece önemlidir.
Çalışmamız hastanemiz çocuk hastalıkları ve çocuk acil servisi hemşirelik hizmetlerindeki
hasta güvenliği uygulamalarını ve hemşirelerimizin bu konudaki görüşlerini belirlemek
amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Araştırmanın evrenini bir eğitim ve araştırma hastanesi çocuk hastalıkları ve çocuk
acil servisinde çalışan 22 hemşire oluşturmuştur. Araştırmada araştırmacılar tarafından
oluşturulan sosyodemografik veri formu ve Türkçeye uyarlaması Bodur & Filiz (2009)
tarafından yapılmış olan, Sorra & Nieva (2004)’den çevrilen 7 alt parametresi olan “Hasta
Güvenliği Kültürü Hastane Anketi” kullanılmıştır. İstatistiksel analizler için NCSS
2007&PASS 2008 Statistical Software programı kullanılmıştır.
Bulgular: Hemşirelerin yaşları ortalama 29,05 yıldır. Hemşirelerin eğitim durumları
incelendiğinde; %9,1’inin lise mezunu, %18,2’sinin ön lisans ve %72,7’sinin lisans mezunu
görülmektedir. Hemşirelerin çalıştığı birimler incelendiğinde; %59,1’i (n=13) çocuk
servisinde çalışır iken, %40,9’u (n=9) çocuk acilde çalışmaktadır. Hemşirelerin hasta
güvenliğine yönelik eğitim almaya ilişkin cevapları incelendiğinde; %95,5’i evet cevabını
verir iken %4,5'i hayır cevabını vermiştir. Hasta güvenliğine yönelik eğitime ihtiyaç duymaya
ilişkin cevapları incelendiğinde ise %40,9’u evet cevabını verir iken %59,1’i hayır cevabını
vermiştir. Mesleki deneyim yılı ve yaş ile “Güvenliğin kapsamlı algılanması” puanları
arasındaki negatif yönlü (yaş düzeyi arttıkça güvenliğin kapsamlı algılanması puanı azalan)
%37,8 ve %40,1 düzeyindeki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmamakla beraber, dikkat
çekici düzeydedir (p>0,05). Çalıştığı birime göre hemşirelerin “hastane üniteleri arasında ekip
çalışması” ve “üniteler içinde ekip çalışması” puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptanmıştır (p<0,05; p<0,01). Çocuk servisinde çalışan hemşirelerin hastane
üniteleri arasında ekip çalışması puanları, çocuk acil biriminde çalışan hemşirelere göre
anlamlı düzeyde yüksektir.
Sonuç: Sonuç olarak, çocuğa bakım veren birimlerde çalışan hemşirelerin ekip üyeleri, hasta
ve hasta yakınları arasında etkili iletişim tekniklerini kullanmasına yönelik üniteye özel kişisel
gelişim eğitimleri planlanmalıdır. Hasta güvenliğini tehdit eden faktörler belirlenip birime
özgü girişimler planlanmalı ve uygulanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Pediatri, pediatri hemşiresi, hasta güvenliği, hasta güvenliği kültürü,
tıbbi hata

Benzer belgeler