Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.

Transkript

Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.
Jeopolitikte ve Kimlikte
Eksen Kaymas›
Nejat ESLEN*
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte güç boşluklarının
oluşması, jeopolitiğin paradigmalarını değiştirirken yeni fırsatları ve riskleri de ortaya çıkarıyor.
Batı’nın düşüşe, Doğu’nun ise yükselişe geçtiği bu yeni jeopolitik ortamda küresel jeopolitiğin
ve ekonominin ağırlık merkezi Batıdan Doğuya yani Atlantik’ten Pasifik’e kayarken Çin, Hindistan ve Rusya Avrasya’da, İran ve Türkiye ise Ortadoğu’da yükselişlerini sürdürüyor. Türkiye yeni fırsatların, risklerin ve belirsizliklerin egemen olduğu bu yeni jeopolitik ortamda Ahmet
Davutoğlu’nun önderliğindeki veya ‘stratejik derinliği’ndeki hamlelerle hem jeopolitikte hem
de kimlikte eksen kayması yaşıyor ve Batı yörüngesinden gittikçe uzaklaşıyor.
Eksen bir ülkenin jeopolitik çıkarlarını gerçekleştirmek veya geliştirmek amacıyla kullandığı ana coğrafi mihver anlamına gelmektedir. Belli bir coğrafi ekseni kullanmayı amaçlayan bir
ülke geliştirdiği vizyona göre bu eksen ile ilgili çıkarlarını ve hedeflerini tanımlar ve amaçlarına
ulaşmak için geliştirdiği jeostratejiye göre bu mihver üzerinde stratejik hamleler yapar. Yörünge ise tali gücü büyük güce bağlayan jeopolitik, stratejik, tarihi, kültürel, ekonomik ilişkiler ağıdır. Türkiye’yi bugüne kadar Batı yörüngesine oturtan bağlar ise ABD, AB ve NATO ilişkileridir. AB’nin tutumu ve ABD’nin hataları, Türkiye’yi Batı yörüngesine oturtan bağları oldukça zayıflatmıştır.
Osmanlı döneminde imparatorluk Batı ve Güney jeopolitik eksenlerini kullanarak genişlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve özellikle de Atatürk döneminde dört eksende de geliştirilen tahditli hareketlerle Türkiye öncelikle çevresinde bir barış kuşağı oluşturmayı amaçlamıştır.
Soğuk Savaş döneminde Türkiye pasif bir jeopolitik uygulamış ve Türkiye’nin bu süreçte müstakil bir jeopolitik ekseni olmamıştır. Soğuk Savaş döneminde Türkiye iki kutuplu dengeli ve oldukça istikrarlı küresel sistem içerisinde Transatlantik yörüngesine sıkı sıkıya demirletilmiş ve
Batı ekseninin içine yerleştirilmiştir.
Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte ABD’nin de teşvikiyle Türkiye ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne söylemiyle ciddi bir jeopolitik hamle başlatmıştır. Bu hamle, Doğu ekseni üzerinde öncelikle, Azerbaycan ile ilişkileri geliştirerek Güney Kafkasya’da nüfuzunu artırmayı; Güney Kafkasya üzerinden Türkistan’a (Orta Asya’ya) ulaşarak burayı nüfuz bölgesine dönüştürmeyi
amaçlıyordu. Türkiye, bu jeopolitik vizyonu gerçekleştirecek hazırlığa ve imkanlara sahip olmadığı, çıkarlarını ve hedeflerini iyi tanımlamadığı, gücü ile orantılı hedefler belirleyemediği ve rasyonel planlama yaparak uygulamadığı için başarılı olamadı.
Türkiye, içinde bulunduğumuz dinamik jeopolitik süreç içinde, birbiri ile ilişkili iki önemli
ve ciddi değişikliği birlikte yaşamaktadır. Birinci değişiklik, aksi iddia edilse bile, Türkiye’nin
jeopolitik ekseninin Güney istikametine yani Ortadoğu’ya kayması ile ilişkilidir. Türkiye, Batı
*
Emekli Tu¤general
Temmuz ’10 • Sayı: 19
21. YÜZYIL
[35]
Nejat Eslen
ekseni içinde yer alan AB sürecini derin dondurucuya yerleştirmişken ve Doğu eksenini temsil
eden Avrasyacılar sindirilmişken, hem eksen güney istikametine kaymakta hem de Türkiye, bölgesinde bir merkez ülke olduğunu iddia ederek ve İslami değerlerini öne çıkararak kimlikte eksen kayması yaşamakta ve Ortadoğu’da kendi yörüngesini oluşturmaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin Güney ekseni ile ilgili stratejik hamleleri aslında ABD’nin teşvikiyle başlamıştır. Geniş Ortadoğu coğrafyasında Afganistan ve Irak savaşlarında sert (askeri) gücünün yetersizliğini gören ve sadece kendi yumuşak gücü ile bu bölgedeki amaçlarını gerçekleştiremeyeceğini anlayan ABD ‘Ilımlı İslam ‘ kimliği ile Türkiye’nin bölgede liderlik yapmasını ve kendi çıkarlarına yardımcı olmasını uygun görmüştü. Nitekim bu süreçte Batı’da yapılan birçok değerlendirmeler bu amaçla Türkiye’yi teşvik edici ifadeleri ihtiva etmiştir.
ABD’nin resmi stratejik iletişim ve kamu diplomasisi (eski adı ile psikolojik harekât) aracı
Radio Free Europe ve Radio Liberty’nin internet sitesinde 20 Şubat 2009 tarihinde yer alan yoruma göre ABD, Türkiye’nin bölgesinde daha büyük rol oynamasını desteklemiş ve Türkiye’yi
Irak için bir istikrar gücü olarak görmüştür. Yorumdaki ifade ile Başkan Obama, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayip Erdoğan ile telefon konuşması yaparak ABD’nin yeni yönetiminin Türkiye’nin Ortadoğu’da, Afganistan’da ve Kafkasya’da ‘lider rolü’ oynaması konusundaki desteğini yeniden teyit etmiştir.
Yoruma göre Türkiye, ABD askeri gücü çekilirken, Irak’ın içinde istikrar rolü oynayabilirdi.
Irak’ın kuzeyindeki yarı otonom Kürt yönetimi ile iyi ilişkiler geliştirmeye başlayan Türkiye,
ABD askerleri çekilirken Habur kapısının kullanılmasına izin vererek çekilmeyi kolaylaştırabilirdi. Kırgızistan’daki ABD askeri üssünün kapatılması nedeniyle ortaya çıkan ihtiyacı İncirlik
[36]
21. YÜZYIL
Temmuz ’10 • Sayı: 19
Jeopolitikte ve Kimlikte Eksen Kaymas›
Üssü karşılayabilirdi. Radyoya göre, Başkan Obama ayrıca Başbakan Tayip Erdoğan’a, Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmesini de desteklediğini,1915 yılında Ermenilerin öldürülmesinin soykırım olarak tanınmasına ilişkin Türkiye’nin kaygılarını anladığını, Irak ve Afganistan konularında işbirliği yapıldığı sürece bunun gelişen ABD-Türkiye ilişkilerinde bir engel
oluşturmayacağını söylemişti.
CIA’ye yakın STRATFOR, 21 Ocak 2010 tarihli ‘Türkiye, Bölgesel Liderlik İçin Bir Fırsat’
başlıklı analizinde, ‘Gazze krizi nedeni ile Başbakan Tayip Erdoğan’ın İsrail’i eleştirmesi ile
Türkiye’nin uluslararası profilinin yükselişe geçtiğini; Erdoğan’ın ve yönetimdeki AKP’nin bu
krizi Arap Ortadoğu’daki ve daha geniş Müslüman dünyadaki liderlik hedeflerini geliştirmek istikametinde kullandığını’ iddia etmişti.
Türkiye’nin bu inisiyatifini teşvik eden söz konusu analiz, bu gelişmeyi ‘Türkiye’nin yeniden doğuşu’ şeklinde ifade ederken, ‘Pers etnik ve Şii dini yapısı ile Ortadoğu liderliğini geliştirme kapasitesi kısıtlı olan İran’a karşın, Sünni
yapısı, Osmanlı döneminde bölgeyi dört yüz yıl yönetmiş olması ve bu dönemdeki Türk sultanlarının aynı zamanda Sünni İslam dünyasına da liderlik yapmış olması nedenleri ile
Türkiye’nin Ortadoğu’da ve İslam dünyasında liderlik için
daha uygun olduğunu’ da vurgulamıştı.
Eksen bir ülkenin
jeopolitik ç›karlar›n›
gerçeklefltirmek veya
gelifltirmek amac›yla
kulland›¤› ana co¤rafi
mihver anlam›na
gelmektedir.
ABD İstihbarat Konseyi’nin Kasım 2008 tarihli ‘Küresel Eğilimler 2025: Değişen Bir Dünya’ başlıklı raporunda, ‘ekonomik büyümesi, orta sınıfın yükselişe geçişi ve jeostratejik konumu
nedenleri ile Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünün arttığı; önümüzdeki on beş yıl içinde, Türkiye’nin İslami ve milliyetçi özelliklerinin harmanlanmasından oluşan karakteri ile Ortadoğu’nun
modernleşen ülkelerine bir model olarak hizmet edeceği’ iddia edilmişti. (Doğal olarak bu ifadeler, ABD istihbaratçılarının geleceğe yönelik tahminlerinden çok niyetlerini ve yönlendirmelerini yansıtıyordu.)
Pentagon’a yakınlığı ile bilinen ünlü RAND’ın yeni ABD Başkanı’na önerilerde bulunmak
amacı ile hazırlanan sonbahar 2008 tarihli, ‘RAND Review, A Better Deal’ başlıklı bültenin Türkiye ile ilgili bölümünde ise ‘ABD’nin sahne gerisinde Türkiye’nin AB sürecini diplomatik bir
şekilde desteklemesi, Türk toplumundaki AKP gibi İslam ile demokrasiyi uzlaştırmaya çalışan
sektörlere destek vermesi’ önerilmişti.
ABD istihbaratına yakınlığı ile bilinen STRATFOR’un stratejisti George Friedman, ‘Next
100 Years, :A Forcast for 21st Century’ adlı kitabının tanıtımında, Asya’da Japonya’nın, Avrupa’da Polonya’nın, Ortadoğu’da ise dünyanın 17’nci büyük ekonomisine sahip olan, Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da nüfuzu artan, Osmanlı döneminde İslam dünyasını tanzim
eden Türkiye’nin büyük güçler olarak ortaya çıkacağını vurgulamıştı.(Aslında bu bir tahminden
çok niyeti yansıtıyordu; çünkü ABD’nin Asya’da Japonya’ya, Doğu Avrupa’da Polonya’ya ve
Ortadoğu’da Türkiye’ye olan ihtiyacı giderek artacaktı.)
2 Mart 2009 tarihinde ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye’yi ziyaretinden önce İngiliz Reuters haber ajansı geçtiği haberde Obama’nın görev süresinin hemen başında Türkiye’yi
ziyaret ederek Ankara’nın Geniş Ortadoğu bölgesinde taşıdığı rolden azami düzeyde faydalanma yolunda fırsat yakaladığı yorumunu yapmıştı. Ajansa göre Türkiye’nin İsrail’den Suriye, Irak
ve İran’ı kapsayarak Afganistan’a, Kıbrıs’tan Kafkaslar’a kadar uzanan coğrafyadaki çatışma ve
gerilimlerde ABD’ye yardım edebileceği belirtilmiş; Obama’nın ziyaretini Türkiye’nin bölgedeki etkisine, ekonomik gücüne, eşi bulunmayan diplomatik temaslarına ve laik bir Müslüman demokrasisi olma özelliğine onay verme anlamı taşıdığını ifade etmişti.
Temmuz ’10 • Sayı: 19
21. YÜZYIL
[37]
Nejat Eslen
Görüleceği gibi ABD, Geniş Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin yumuşak ve sert gücünü
ve özellikle de yumuşak gücünü kendi çıkarları istikametinde kullanmak amacıyla Türkiye’nin
‘Ilımlı İslam’ kimliği ile Ortadoğu ekseninde hamleler yapmasını bu bölgede lider olmasını teşvik etmişti.
Yukarıdaki verilerin ışığında, yeni politika inisiyatifleri, AKP yönetimindeki Türkiye’nin, yeni ‘Ilımlı İslam’ ve ‘Yeni Osmanlı’ kimliği ile, teorik altyapısını Ahmet Davutoğlu’nun hazırladığı, çok yönlü ve dengeli olarak tanımlanan ve özünde, öncelikle Ortadoğu’ya açılmayı amaçlayan stratejinin, ‘stratejik derinliğindeki’ hamleleri olarak değerlendirilmelidir.
Aslında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bugün Türkiye’nin dış politikasının esasını
oluşturan ‘Stratejik Derinlik’ kitabı incelendiğinde Türkiye’nin kültür değişikliği üzerinden jeopolitik kimliğinin ve Ortadoğu istikametinde de jeopolitik ekseninin değiştirmek istenildiği anlaşılmaktadır:
* ‘Türkiye’de siyasi kültür, taşıdığı dinamik karakterle Batı Avrupa ve Amerika toplumlarının siyasi kültürlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır.’1
* ‘Türkiye’yi bu farklı eksene oturtan ve özgün bir siyasi kültür dinamizmini doğuran temel
fark nereden kaynaklanmaktadır? Bu temel farkı Türkiye’nin zaman ve mekanla ilgili iki sabit
değişkeninde, yani tarihinde ve coğrafyasında aramak gerekmektedir.Bu iki sabit değişkenin siyasi yapı üzerindeki etkileri ve uluslararası ilişkiler içinde kazandıkları yeni anlamlar, bu değişkenlerin psikolojik ve sosyolojik faktörleri de devreye sokan bir dinamizme kaynaklık etmesini
sağlamaktadır’2
* ‘Türk toplumu gerçekten böyle bir köprü rolünü yeni bir medeniyet açılımına döndürebilecekse öncelikle kendi kimliğini, psikolojisini ve siyasi kültürünü yeniden inşa etmek zorundadır.’3
* ‘Türkiye artık içine kapalı bir sistem oluşturarak dünya siyasi coğrafyasının sıradan bir birimi şeklinde varlığını idame şansına sahip değildir.Ya bu stratejik yönelişin getireceği çetin
güçlükleri göze alarak dinamik bir medeniyet ekseni oluşturma çabasına girişecektir ya da başkaları tarafından oluşturulmuş bir medeniyet ekseninin edilgen-çevre unsuru olarak bütün şahsiyet ve itibarını yitirecektir.’4
* ‘Toplumsal aidiyet hissinin güçlü bir tarihi ve sosyo-kültürel temele oturtulması ve bu aidiyetten beslenen bir fikir özgürlüğü ortamının oluşması böylesi zengin bir stratejik düşünce atmosferininin oluşmasının asgari şartıdır.’5
* ‘Tarihi birikim bir toplumun zaman boyutu içinde konumunu belirleyen temel unsurdur.
Bu nedenledir ki, tarihi birikim bir siyasi irade tarafından yeniden yorumlanabilir ve stratejik
planlamada yeni bir eksene oturtulabilir..’6
Görüleceği gibi Ahmet Davutoğlu, Türk siyasi kültürünün Batı siyasi kültüründen farklı olduğunu beyan etmekte, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki konumunu belirleyen temel unsur1
2
3
4
5
6
[38]
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul 2002, s. 80
Age, s.80-81
Age, s.92
Age, s.93
Age, s.93
Age, s.65
21. YÜZYIL
Temmuz ’10 • Sayı: 19
Jeopolitikte ve Kimlikte Eksen Kaymas›
ların coğrafya ile Yeni Osmanlıcılığa yön gösteren tarih faktörü olduğunu düşünmekte, tarihin
stratejik amaçlar için yeniden yorumlanabileceğine inanmakta, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde güçlü bir aktör olabilmesi için yeni bir medeniyet inşa etmesinin şart olduğunu, bunun ise
Türk toplumunun dolayısı ile de Türkiye’nin yeni bir kimlik inşa etmesi ile mümkün olabileceğini vurgulamakta, toplumsal aidiyeti, açıkça söylemese bile tarihe (yeni Osmanlıcılık) ve sosyo-kültürel değerlere (İslamcılık) dayandırmakta; özetle, Türkiye’nin kimliğini değiştirerek ve
Türkiye’yi yeni Osmanlıcı-İslamcı kimliğe dönüştürerek uluslararası alanda etkin bir aktör yapmaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin Yeni Osmanlıcı-İslamcı kimliği ile ana jeopolitik ekseni ise diğer eksenlerde tali hareketler olsa bile, doğal olarak Güney ekseni yani Ortadoğu olmaktadır.
Nitekim Ahmet Davutoğlu’nun 22 Haziran 2010 tarihinde yaptığı konuşmada kullandığı şu
ifadeler bu konudaki kaygılarımızı doğrulamaktadır: “Artık Avrupa merkezli bir kültür hayatı
yok. Çin’in, Hindistan’ın yeniden kendi özgün kültürleriyle yükseldiği, İslam kültürünün büyük
bir devrimin içine girdiği, Afrika’nın da kendini yeniden keşfederek bir Afrika bilinci oluşturmaya çalıştığı yeni bir dönem yaşanıyor… Modernleşme dediğimiz süreç, artık çok yönlü seyreden yeni bir süreçtir. Artık modernleşme ile Batılılaşma arasındaki açı gittikçe açılıyor. Artık
modernleşmenin içinde Çin de, Hindistan da, Japonya da, Afrika da var. Hepsi modernleşmenin
bir parçası. O zaman bizim bu felsefi zemini tekrar inşa etmemiz gerekiyor...”
Ahmet Davutoğlu’nun jeopolitik vizyonunun yanlışlarından biri de, Türkiye’yi küresel bir
Temmuz ’10 • Sayı: 19
21. YÜZYIL
[39]
Nejat Eslen
güç olarak kabullenmesidir. Oysa küresel güç olabilmek için belli yeteneklere sahip olmak gerekir. Bu yetenekler aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
* Üretim, pazar ve ihracat yetenekleri ile küresel çapta gelişmiş ekonomik yapı,üretimde ve
ihracatta küresel sıralamada üstünlük, küresel ekonomiyi etkileme ve yönlendirme yeteneği, küresel ekonomik kurumlarda etkinlik;
* Enerji, stratejik ham madde üretim kapasitesi veya enerji, stratejik ham madde kaynaklarına kısıntısız erişim ve enerji yollarını denetleme yeteneği;
* Güçlü finansal sistem, küresel ticarette kullanılan veya itibar gören para birimi, küresel finansı ve küresel finans kuruluşlarını etkileme yeteneği;
* Üstün savunma teknolojisi üreten savunma sanayi alt yapısı ile desteklenen, nükleer caydırıcı yeteneğe sahip ve aynı anda deniz aşırı iki cephede birden harekat icra edebilecek askeri güç
ve bu gücü denizaşırı bölgelere taşıyabilecek stratejik intikal yeteneği;
* Üstün teknoloji üretme ve kullanma yeteneği, bu alanda küresel üstünlük;
* Tüm kurumları ile güçlü devlet yapısı, devlet kurumlarında geleceğe yönelik stratejik vizyon geliştirme ve uygulama yeteneği;
* Deneyimli ve etkin diplomatik altyapı ile yumuşak gücü küresel amaçlar için kullanabilme yeteneği;
Türkiye bölgesinde bir
merkez ülke oldu¤unu
iddia ederek ve
‹slami de¤erlerini öne
ç›kararak kimlikte
eksen kaymas›
yaflamakta ve
Ortado¤u’da kendi
yörüngesini
oluflturmaya
çal›flmaktad›r.
* Avantajlı jeopolitik konum; küresel jeopolitik güç mücadelelerinde etkinlik;küresel ve bölgesel güçleri etkileme
veya dengeleme yeteneği;
* Birleşmiş Milletler ve benzeri ulusüstü kurumlarda etkinlik, gerektiğinde siyasi ve askeri koalisyonlar oluşturarak
güç artırma yeteneği;
* Evrensel kültürel yapı, küresel kültürel etkinlik;
* Eğitimli ve genç nüfus, sağlam demografik yapı;.
* Uzay yarışında üstünlük; uzayı, deniz ve hava ulaştırma yollarını ve siber ortamı tahditsiz kullanma ve denetleme
yeteneği.
Yukarda sıralanan kriterler dikkate alındığında, tahditlerine rağmen, dünyada küresel güç statüsüne en yakın ülkenin ABD olduğu söylenebilir. Çin ise ekonomisi ile küresel etkinliğe erişmiş, küresel güç olma potansiyeline sahip bir ülkedir. Bu kriterlere göre, Türkiye’nin küresel
güç olduğunu iddia etmek ve bu esasa göre jeopolitik vizyon ve dış politika stratejileri geliştirmek doğru değildir. Doğrusu, Türkiye’yi, Afro-Avrasya coğrafyasının küresel bir gücü değil, kıtasal etkinliği de olabilen önemli bir bölgesel gücü olarak kabul etmek ve buna dayanarak jeopolitik vizyonlar geliştirerek uygulamaktır.
İçinde bulunduğumuz ve ABD’nin artık tek belirleyici olmadığı, Batı’nın düşüşe, Doğu’nun
ise yükselişe geçtiği çok kutuplu uluslararası sistemde dengeler ve düzen kuruluncaya kadar
şartlar bizi riskler ve jeopolitik fırsatlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu fırsatlar, Türkiye’ye de
farklı eksenlerde jeopolitik açılımlar için fırsatlar sunmaktadır. Yönetenler, Türkiye’nin merkezi
konumundan istifade ederek çok boyutlu ve çok yönlü politikalar uygulandığını iddia etmekte-
[40]
21. YÜZYIL
Temmuz ’10 • Sayı: 19
Jeopolitikte ve Kimlikte Eksen Kaymas›
dir. Teorik olarak merkezi konum çoklu açılım avantajları
sağlasa bile, böyle bir konuma sahip olan ülkenin, çoklu açıTürkiye’nin Yeni
lımlar için oldukça güçlü olması gerekir. Merkezi konuma
Osmanl›c›-‹slamc›
sahip olan bir ülke, eğer her eksende açılım için yeterli güce
kimli¤i ile ana
sahip değilse, bu şartlarda o ülke, jeopolitik bir tercih ile
karşı karşıya kalmış demektir ve bu tercih, öncelikli jeopolijeopolitik ekseni ise
tik eksenin seçimi ile ilgilidir. Bu noktada, Türkiye’nin öndi¤er eksenlerde tali
celikli jeopolitik sorununun, öncelikli jeopolitik eksen seçihareketler olsa bile,
minin doğru olup olmadığı ile ilgili olduğu söylenebilir. Bir
do¤al olarak Güney
başka ifade ile, diğer eksenlerde tali hareketler olsa bile, dış
politik ilişkilerini güney eksenine, yani Ortadoğu’ya yoğunekseni yani Ortado¤u
laştıran Türkiye’nin bu tercihinin en rasyonel seçim olup ololmaktad›r.
madığının tartışılması gerekir. Türkiye’nin dış politika ilişkilerinin Ortadoğu’ya yoğunlaştığı bir gerçektir ve bu yoğunlaşma eksen kayması şeklinde ifade edilebilir. Batı’da Türkiye’nin Doğu’ya yöneldiği konusunda yaygın bir algılama vardır ve bu algılama kaygılar uyandırmaktadır. ABD Savunma Bakanı
Gates de bu kaygıyı açıkça ifade etmiştir.
Batı’nın kaygısı, eğer bizim için önemli ise, Türkiye’nin dış politika ekseninin kayıp kaymaması ile ilgili değildir. Çünkü ABD yönetimi yakın zamana kadar, resmi istihbarat dokümanlarında da ifade edildiği şekilde, Türkiye’nin ‘Ilımlı İslam’ kimliği ile Ortadoğu’da model oluşturmasını teşvik etmiştir. Batı’nın kaygısı, Türkiye’nin yeni dış politika inisiyatifleri ile, ‘Batı yörüngesinin’ dışına çıkması; yani, Batı’ya rağmen bağımsız politikalar uygulaması ile ilgilidir. Bu
bir bakıma Türkiye’nin Batı’nın yörüngesinden çıkması, oyunu Batı’nın kurallarına göre değil,
kendi inşa ettiği kurallara göre oynaması ve Ortadoğu’da kendi jeopolitik yörüngesini oluşturma gayretleri içine girmesi anlamındadır. Türkiye’nin en ciddi jeopolitik sorunu jeopolitikte ve
kimlikteki eksen kaymasıdır. Türkiye’nin yeni jeopolitik ekseninin, yani Ortadoğu ekseninin en
rasyonel eksen olup olmadığı ve Türkiye’nin jeopolitik kimliğini değiştirmesinin bedelinin ne
olabileceği Türkiye’de tartışılmamaktadır. Türkiye bu ciddi sorunları zaman geçirmeden tartışmaya açmalıdır.
21. YÜZYIL
Not: Yazar bu makaleyi Radikal gazetesinde yayınlanan ‘Jeopolitik Eksen Kayması’ (4 Mart 2009), ‘Türkiye Küresel bir Güç Mü?’ (15 Ağustos 2009), ‘Jeopolitik ve Kimlikte Eksen Kayması’ (12 Kasım 2009),
‘Eksen kayması mı Yörünge Sapması mı’ (16 Haziran 2010) adlı yazılarından istifade ederek 21. Yüzyıl dergisi için hazırlamıştır.
Temmuz ’10 • Sayı: 19
21. YÜZYIL
[41]