Sayı 17 - TüvTürk

Transkript

Sayı 17 - TüvTürk
KARİYER BAŞARIYA DAVETIYEYI NE ÇIKARIR?
01
02
03
2016
Tarihten
Bir Osmanlı
Padişahı: Hadice
Turhan Sultan
Otomobil
Yağışlı havada
güvenli sürüş
Bir kış masalı
Kapadokya
English Summary of Contents
Hayat
Hayata yön veren
hurafeler
Güven vermek
ve değer katmak…
Bir yıl daha sona erdi. Geçmişten günümüze, insanoğlunun akıp giden zaman karşısında elinde
kalan yegâne şey, oluşturduğu değerler kuşkusuz. Daha iyi bir dünya, daha güzel bir gelecek kurmak için belli ilkeler çerçevesinde yol almak, bireyleri olduğu kadar kurumları da etkileyen bir
faktör. TÜVTÜRK olarak, kurulduğumuz günden itibaren içinde yer aldığımız toplumun her kesimine katkı sağlayacak, trafikte güvenlik alanında bizleri bugün olduğumuz yerden bir adım öteye taşıyacak projelerimizi, birtakım değerlere sıkı sıkıya bağlı kalarak ürettik, üretmeye de devam
ediyoruz. Bağlı bulunduğumuz imtiyaz sözleşmesi kapsamında “tarafsızlığını” her zaman koruyan bizler, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın yanı sıra TÜRKAK denetimleriyle de “bağımsızlığımızı” gözler önüne seriyoruz. Bugün sayıları 3 bin 500’e ulaşan her bir çalışanımızın özümsediği etik kodumuz ve suiistimali önleyici denetimlerimizle “dürüstlük”ten ödün
vermiyoruz. Uluslararası standartları baz alarak oluşturduğumuz “Tarafsızlık”, “Bağımsızlık” ve
“Dürüstlük” değerlerimizle, hizmet sunduğumuz kesimlere “güven vermeyi”; bugün binlerce kişiye dokunduğumuz kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle toplumumuza “değer katmayı” öncelikli işimiz olarak kabul ediyoruz.
Trafik güvenliğini sağlamada araç güvenliğinin sahip olduğu önemli rolden hareket eden bizler;
202 sabit, beş motosiklet, 76 gezici ve 30 gezici traktör istasyonumuzla, bu sorunu en aza indirgemek ve zaman içerisinde tamamen ortadan kaldırmak amacıyla hizmet verirken, yarınlar için
yatırımlar yapmayı da sürdürüyoruz. Trafikte Sorumluluk Hareketi çatısı altında yürüttüğümüz
çalışmalarla amacımız, hem yetişkinlerde hem de geleceğimizin teminatı çocuklarımızda trafik
sorununa yönelik farkındalık yaratmak. Tüm bunlarla birlikte kurduğumuz TÜVTÜRK Akademi aracılığıyla, sektörümüzdeki eğitim organizasyonuna bir nebze olsun destek olmayı ve hizmet
kalitesini daha üst seviyeye çıkarmayı hedefliyoruz.
Evet, bir yılı daha geride bıraktık. 2016 yılında bizler, insanoğlunun akıp giden zaman karşısında
elinde kalan yegâne şeyin yarattığı değerler olduğu bilinciyle yol almaya devam edeceğiz. Bugüne kadar verdiğimiz kaliteli hizmetlerimizi artırarak sürdürürken, oluşturduğumuz değerlerimizin gerek bireysel, gerekse toplumsal yaşamımıza katma değer sağlayacağını; daha güzel bir gelecek için umut yaratacağını bilerek mutlu olacağız.
Bu vesileyle, büyük bir hassasiyetle oluşturacağımız yarınlara; umut dolu, sağlıklı ve huzurlu nice
güzel yıllara, hep birlikte ulaşmak dileğiyle…
Saygılarımla…
KEMAL ÖREN
TÜVTÜRK CEO
TIPKI GERIDE BIRAKTIĞIMIZ
YILLARDA OLDUĞU GIBI
YENI YILDA DA
DEĞERLERIMIZDEN VE
HIZMET KALITEMIZDEN
ÖDÜN VERMEDEN, DAHA
IYI BIR GELECEK IÇIN VAR
GÜCÜMÜZLE ÇALIŞMAYA
DEVAM EDECEĞIZ…
22
Söyleşi
42 Otomobil
16
Tarihten
İçindekiler
OCAK-ŞUBAT-MART 2016
06 HABERLER
Dünyada ve Türkiye’de öne çıkan
haberler...
10 HAYAT
Kara kedi, merdiven altı, yengeç
suyu, üfürük, tükürük… Batıl
inançlar, zaman zaman bütün hayatı
yönetebilecek kadar güçlü olabiliyor.
16 TARİHTEN
Her şey, saray haremine odalık olarak
verilen 12 yaşındaki Hadice’nin,
Sultan İbrahim’in dikkatini çekmesiyle
başladı. 1642’de IV. Mehmed’i
doğuran Hadice Turhan Sultan,
imparatorluğu fiilen 30 yıl idare etti.
4
İSTASYON
22 SÖYLEŞİ
Çektiği kısa film “Ziazan” ile
Washington Post’a haber olan,
yönetmenliğin keyfini alınca bu
yolda devam etmek isteyen oyuncu
Derya Durmaz, “Galiba hayatımla
ilgili kritik kararları hesaplamadan
alıyorum” diyor.
26 KARİYER
Sıra dışı insanların başarıları, kişisel
yetenekleriyle bir tutulur. “Bazı
insanlar neden başarılı olurlar”
alt başlığıyla yayınlanan “Çizginin
Dışındakiler” kitabının yazarı
Malcolm Gladwell ise bunun tam da
böyle olmadığı kanaatinde.
10
Hayat
32 GEZİ
Rüzgâr ve yağmurun özene bezene
işlediği Kapadokya’nın büyüsü, karın
üzerini örtmesiyle daha güçleniyor.
Çoğu zaman Uzakdoğulu turistlerin
dikkatini çeken balonla Kapadokya
turuysa insanı tarifsiz duygulara
sevk ediyor.
40 YEMEK
Kış ruhunu, köşe başlarında dumanı
yayılan kestane kokusundan
daha iyi ne anlatabilir ki? Soğukta
yapılan yürüyüşlerin, evde geçen
kış gecelerinin bir numaralı eşlikçisi
kestane, tadıyla olduğu kadar
faydalarıyla da gerçek bir mucize.
32
Gezi
42 OTOMOBİL
Kış aylarının gelmesiyle birlikte nemli
asfalt, yağmur ve kar, kâbus gibi her
an karşımıza çıkabilir. Ancak dikkatli
bir sürüş ve kış lastikleri kullanmaya
özen göstermenin yanı sıra birkaç
basit ipucuyla, hem güvenlikten hem
de sürüş keyfinden ödün vermemek
mümkün.
46 SAĞLIK
Sık sık başı ağrısı çekenlerin en büyük
korkularından biridir, beyin tümörü.
Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beyin ve
Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ziya
Akar, hastalığın gelişim seyrini, tanı ve
tedavi yöntemlerini anlattı.
50 UZMAN GÖZÜYLE
Araçlarda kullanılan aksamların tip
onayı ve kontrolü hakkındaki bilgileri,
TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Mehmet
Savaş Uçar anlatıyor.
52 OYUN
Star Wars’un sinemadaki hayranları,
serinin yedinci filmine kavuştu. Oyun
meraklılarıysa o kadar beklemedi; zira
galaksiler arası savaş, filmin vizyona
girmesinden çok daha önce başladı.
54 POPÜLER KÜLTÜR
Sinema, müzik, televizyon…
58 TÜVTÜRK HABERLER
İmtiyaz Sahibi
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18
Maslak-Şişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan
(Sorumlu Müdür)
Görsel Yönetmen Erhan Teksöz
Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris
Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul
Tel: 0212 304 00 00 (Santral)
Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi
Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00
Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK
Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır,
parayla satılmaz. [email protected]
İSTASYON
5
HABERLER
BIR TAŞIN TAŞIDIĞI ONLARCA ANLAM
Suyu içmiyoruz,
yiyoruz!
Ametist, insanoğlunun kendisine yüzyıllardır yüklediği simgesel anlamlar nedeniyle
yalnızca maddi değil, manevi açıdan da hayli önemli bir taş.
Bizi değiştirecek
kadar akıllılar…
n Gündelik yaşamımızın bir
parçası olan akıllı telefonların,
alışkanlıklarımız üzerinde yarattığı
değişimlerin neler olabileceğine
dair söylentiler muhtelif. Yaşı ister
yedi olsun isterse 70, birçok kişi
artık akıllı telefonların olmadığı
bir dünyada bırakın yaşamayı,
böyle bir dünyanın varolabileceğini
tahayyül bile edemiyor. İsviçreli
araştırmacıların yürüttüğü bir
çalışmadaysa bu aletlerin çok
daha fazla şeyi yapma kudretine
sahip olduğu ortaya çıkıyor. Nasıl
mı? Sonuçları www.engadget.com
sitesinde yayınlanan araştırmaya
göre, beyin korteksinin işaret
parmağı ve başparmakla ilgili
alanları, telefonun kullanılma
sıklığına göre gelişim gösteriyor.
Yapılan görüntülemelerde bu
bölgenin bir hafta boyunca akıllı
telefonundan arkadaşlarına mesaj
gönderen kişilerde parladığı,
telefondan uzak geçirilen birkaç
gün içerisinde tekrar söndüğü
tespit edildi. Aynı araştırmada
basit telefonlarda benzer bir
durumun olmadığından yola
çıkan biliminsanları, akıllı telefon
kullanımının parmakların duygusal
işlemleme sürecini değişikliğe
uğrattığı sonucuna vardı. Bunun
beyin için yararlı mı, yoksa zararlı
mı olduğu henüz belli değilse bile
el becerileri gerektiren alanlarda
beyin ve ellerin birlikte çalışmasının
büyük değişikliklere vesile
olabileceği öngörülüyor.
6
İSTASYON
n İçtiği kahvenin telvesinden yola çıkarak envai çeşit hikâye
yazma becerisine sahip insanoğlunun dağa taşa simgesel
birtakım anlamlar yüklemesi şaşırtıcı olmasa gerek.
www.earthsky.org internet sitesinde yayınlanan bir haber de
bunun kanıtı niteliğinde. Zira bu haberde, yerkabuğundaki
ikinci en yoğun mineral olarak bilinen kuvarsın, en saf hali
ametiste yüklenen anlamlar konu edinilmiş. 400 ila 500
santigratlık ısıya bile dayanabilen, leylaktan mora uzanan
renk yelpazesine sahip ametiste, Brezilya ve Uruguay’ın yanı
sıra ABD’nin Arizona ve Kuzey Carolina şehirlerinde sıklıkla
rastlanıyor. Gelelim ametiste yüklenen anlamlara… Bu değerli
taşın ismi Yunanca “amethystos” kelimesinden geliyor ve
“sarhoş etmeyen” anlamını taşıyor. Ametistten yapılmış bir
kadehten içilen içkinin, kişiyi sarhoş etmeyeceğine inanılması
nedeniyle bu ismi almış. Sadece o da değil; rivayet odur
ki, Kleopatra’nın, ilahi bir gücü olduğuna inanılan Pers
Tanrısı Mithras’ın figürünün işlendiği mühür yüzüğü de bir
ametistti. Bu yüzük, ışığın ve hayatın kaynağını simgeliyordu.
Ametistin iyi bir gücü olduğuna inanan eski Mısırlılar, sadece
yüzüklere değil, firavunların mezarlarına da bu taştan
koyarlardı. Antik Çağ’da hal böyleyken, Orta Çağ’da ametistin
ilaç olarak kullanıldığı da tarihe düşülen notlar arasında. O
dönemde insanlar, bu taşın uykusuzluğu giderdiğine, aklı
kuvvetlendirdiğine, sahibini koruduğuna, dahası savaşta zafer
getirdiğine inanırlardı. Arap mitolojisindeyse üzerinde ametist
taşını bulunduranların, kabusların yanı sıra gut hastalığından
korunacağı öne sürülüyordu. Son bir bilgi daha: Şubat ayının
burç taşı ametist, sadakatin taşı olarak değerlendiriliyor.
Eski koloniden yeni talep
n İngiliz Kraliyet Ailesi, sadece Britanya’da değil, neredeyse
tüm dünyada monarşinin en tanındık simalarını içinde
barındırıyor. Yüzyıllarca dünya üzerinde birçok ülkeyi
sömürgesine katan, bu nedenle de “güneş batmayan ülke”
unvanıyla anılan İngiltere’de, Kraliyet Ailesi’nin başında
bir kez daha kara bulutlar dolaşıyor. Hem de bir zamanlar
sömürgeleri arasında bulunan Hindistan’daki bir girişim
nedeniyle. Zira geçtiğimiz aylarda, aralarında iş insanları ve
sanatçıların da bulunduğu bir grup Hindu, kendi ülkelerine
ait olduğu gerekçesiyle Kraliçe Elizabeth’in tacını süsleyen
elmasın geri verilmesine yönelik bir kampanya başlattı.
“Koh-i Noor / Dağın Işığı” adındaki bu elmas, 166 yıldır
İngiltere’de. Kampanyayı başlatan grup, İngiltere’nin bu
elması, sömürgecilik yıllarında şüpheli yollarla ülkelerinden
çıkardığını iddia ediyor. Her ne kadar “şüpheli yollar” diyerek
durumu yumuşatsalar da aslında Hintli kampanyacılar,
İngiltere’nin Dağın Işığı’nı çaldığını düşünüyorlar. 105
karat olan elmasın dünyanın en büyük elmaslarından biri
olduğu ve bugünkü değerinin 140 milyon Euro olduğu
söyleniyor. Maddi değeri bir yana Kraliyet Ailesi için manevi
değere de sahip, zira bundan neredeyse 63 yıl önce taç
giyme töreninde Kraliçe Elizabeth’in başını süslemişti. Hal
böyleyken Kraliyet Ailesi’nin yasal süreçleri zorlamaya kararlı
kampanyacılar konusunda ne yapacağı merak konusu.
İngilizler 1940’lı yılların sonlarında, Gandi’nin de önemli rol
oynadığı direniş karşısında Hindistan’dan çekilmek zorunda
kalmıştı. Bakalım elması da kaybedecekler mi?
HAFIZAYA 40 SANIYELIK DOPING
n Yakın ya da uzak geçmişteki hatıraları hatırlamakta zorluk
çekmek çok büyük bir sorun kuşkusuz. BBC’de yayınlanan
bir haberse insanı hafızasıyla ilgili kuşkular duymaya sevk
eden bu durumun önüne geçebilecek nitelikte. Sussex
Üniversitesi’nden Chris Bird’ün yaptığı bir araştırma, bir olayı
hafızada güçlü tutabilmek için birkaç saniyenin ayrılmasının
yeterli olabileceğini kanıtlıyor. Bunun için öğrencilerini iki ayrı
gruba ayıran Bird, her iki gruptan da beyin tarayıcı makinelerin
içine girip YouTube’dan kısa videolar izlemelerini istedi. Ancak
denek gruplarından birine, her videodan sonra, o sahneyi
zihinlerinde canlandırmaları ve kendilerine anlatmaları için
40 saniye süre tanıdı. Bird, öğrencilerin videoyu izlerken
beyinlerinde gerçekleştirdiği aktiviteyle, bu videoları kendi
kendilerine tekrar anlatırken beyinlerinden geçen aktivitenin
hemen hemen aynı olduğunu, dahası daha iyi hatırlamanın
temelini oluşturduğunu gördü. Bird özellikle mahkemelerde
bunun önemli olduğunu söylüyor. “Bu bulgular herhangi bir
kaza ya da suça tanıklık etme gibi olayları doğru hatırlamanın
önem taşıdığı durumlarda son derece etkili. Tanık, olaydan
hemen sonra, bu olayın ne şekilde geliştiğini kendi kendine
anlatırsa, olayla ilgili hafızası önemli ölçüde pekişmiş olur.”
Aynı durum sonradan hatırlanmak istenen şeyler için geçerli
elbette. Eğer siz de bir olayın hafızanızda iyice yer etmesini
istiyorsanız, işe, onu kendinize tekrar anlatarak ve bunu
yaparken de bilinçli olarak en göze çarpan ayrıntılar üzerinde
durarak başlayabilirsiniz.
Onların da bir dili var, anlamak lazım…
n Su hayatın kaynağı…
Metabolizmamız için olmazsa
olmazlardan biri. Uzmanlar günlük
su tüketiminin önemine dair
açıklamalar yapadursun, birçok kişi
gerekli miktarda su alımında hâlâ
yeterince özen göstermiyor. Ancak,
www.mentalfloss.com internet
sitesinde yayınlanan bir haber, su
tüketmede en tembel olanların
bile ilgisini çekecek nitelikte.
Londra’daki Skipping Rocks
Laboratuvarları’nda Rodrigo Garcia
Gonzalez, Guillaume Couche ve
Pierre Paslier tarafından keşfedilen
ve “Ooho” adı verilen “su kapsülü”,
su içme alışkanlığında ezber
bozacak gibi görünüyor. Çünkü
bir su balonuna benzeyen ve
üzeri jelatinle kaplanan bu ürün
yenilebiliyor. Diğer biri ifadeyle
gelecekte insanların, suyu sadece
meyve ve sebzelerden değil,
ısırdıkları kapsüllerden de alması
söz konusu. Avrupa Birliği’nden 22
bin 500 Dolar değerinde bir ödül
alan “Ooho”yu, çantamıza atıp
gittiğimiz her yere götüreceğimiz
günlere daha epey zaman var.
Ancak plastik şişelerin çevreye
verdiği zararların ne derece büyük
olduğu düşünülürse, ürünün
göreceği rağbeti şimdiden tahmin
etmek zor değil.
n Hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın milyonlarca çocuğun odasını
birer oyuncak olarak süslemesi de kanıtlıyor ki, pandalar dünyanın
en sevimli hayvanlarından biri. Ayıgiller familyasına üye bu canlıları
daha iyi tanıyabilmek amacıyla çeşitli çalışmalar yürütülüyor.
Bunlardan biri de Çin’in Sıçuan eyaletinde gerçekleştiriliyor.
Buradaki biliminsanlarının yaptığı çalışmada, çıkardıkları sesler
incelenerek pandaların kullandığı ‘dilin’ anlaşılması amaçlanıyor.
2010’dan beri harcanan yoğun mesainin ardından araştırmacılar,
pandaların çıkardığı 13 farklı sesin ne anlama geldiğini
çözdüler. Pandaları yemek yerken, kavga ederken, birbirleriyle
yardımlaşırken kaydeden araştırmacılar, elde ettikleri sesleri ve
hareketleri analiz etti. Buna göre yavru pandalar, duygularını
ifade edebilecek sesler çıkarmayı annelerinden öğreniyorlar;
böylece acıktıklarını, mutsuz olduklarını ya da beğenilerini ifade
edebiliyorlar. Eğer bir panda kuş gibi cıvıldıyorsa yavruları hakkında
endişeli olduğunu, yüksek sesle bağırırsa bir yabancının kendisine
doğru yaklaştığını anlamak mümkün. Âşık olduklarındaysa erkekler
kuzu gibi melerken, dişi pandalar kuş gibi cıvıldamaya başlıyor.
İSTASYON
7
HABERLER
HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
ELMA ARTIK
OTOMOTIV
SEKTÖRÜNDE
ELEKTRIKLI OTOMOBILIN ÖNCÜLERI
Apple’ın otomotiv sektörüne adım atması nedeniyle bu sayımızda sizler için küçük bir araştırma yaptık ve
dünyada en çok satılan elektrikli otomobilleri bir araya getirdik.
Tesla Motors
Dünyanın en önemli markalarından
Apple, yeni ve dev bir adım atıyor.
Bugüne kadar otomotiv sektörüne göz
kırpan firma, yatırımlarıyla şimdi de bu
alanla el sıkışmaya hazırlanıyor.
n Uzun süredir, gündemdeydi: Sohbete, “Apple otomobil işine giriyor” sözleriyle
başlanıyor, ardından da beklentileri açıklarcasına, “onlar uçan araba yaparlar şimdi”
deniliyordu. Efsane teknoloji şirketi Apple, “uçan” değilse bile elektrikli otomobil için
kolları sıvadı. 2015’in sonbaharından itibaren otomotiv endüstrisinden önemli isimler
Apple kampüsünde çalışırken, Silikon Vadisi’nde Faraday Future adlı bir de şirket kuruldu. Tesla Motor, bu projeye otonom sürüş desteği verdi. Otomotiv 2.0 dünyasına
hoş geldiniz... Edinilen bilgilere göre Apple’ın kasasında 200 milyar Dolar var; şirket,
uzay roketi yapmak istese, gerekli paraya sahip anlaşılan. Ama bu durum, asıl işi bilgisayar ve telefon teknolojisi olan bir kurumun otomotiv gibi sektöründe yapacaklarına kuşkuyla bakılmasını önlemiyor.
Son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmeler, otomotiv sektörüyle teknoloji dünyasını birbirine iyice yakınlaştırdı. Bunda elektrikli ve sürücüsüz otomobil
üretme çalışmalarının önemli etkisi var. Endüstri artık, klasik fosil yakıtlı otomobillerden tamamen elektronik kontrollü elektrikli motor sistemlerine geçme
aşamasında. Tesla Motors, Nissan, BMW, Fiat, Volkswagen ve Chevrolet, elektrikli otomobiller üreten popüler şirketler. Ama otomotiv endüstrinin bu değişime pek de hararetle sarıldığını söylemek zor. Gerek mevcut elektrikli motor ve
pil teknolojilerinin kısıtlılığı, gerek varolan yatırımların korunma isteği, gerekse üretim hatlarını yenilemek için ciddi bir kaynak gerekliliği geleneksel otomotiv endüstrisinin bir hayli ağır hareket etmesine yol açıyor. Apple gibi şirketler,
elektrikli otomobilin en önemli bileşeni olan pil teknolojilerinde bir hayli ilerlediler. Otomobilin kalbi mekanik bir sistem olmaktan çıkıp, elektrik-elektronik
Apple Car’a şirket içinde Titan Project deniyor. Apple, diğer
ürünlerinde olduğu gibi büyük bir gizlilik içinde çalışıyor.
Şimdiye kadar sızan hiçbir görüntü ve model yok. İnternette hayal gücü bol tasarımcıların çizimlerine bakabilirsiniz.
bir sistem haline geliyor. Bu da Apple’ın pek de uzak olmadığı bir alan.
“Sürücüsüz sürüş”, diğer bir ifadeyle kendi kendine gidebilen otomobiller de elektronikleşmeyle bağlantılı. Google bu alana oldukça büyük bir yatırım yapıyor. İlk prototipini de geçtiğimiz günlerde üretti ve dünyaya duyurdu. Tesla Motor, ABD’de en
çok satan elektrikli araç olan Model S’yi, Ekim ayında Autopilot 7 adıyla çıkardı. Ve bu,
dünyada halen satılan ve tamamen kendi kendine gitmese de büyük oranda otonom
hareket edebilen ilk model olmayı başardı.
Apple Car’ın dedikodusuysa geçen yılın başlarında dolaşmaya başladı. Apple, otomotiv endüstrisinde önemli yöneticileri bünyesine kattı bile. Konuşulanlara göre şirketin CEO’su Tim Cook, ekibi kurma görevini daha önce iPod ve iPhone’ların üretim projesine çalışan ve halen Başkan Yardımcısı olan eski Ford mühendisi Steve
Zadesky’e verdi. Zadesky’nin ardından ünlü tasarımcı Marc Newson, Mercedes-Benz
Araştırma ve Geliştirme’nin başındaki Johann Jungwirth gibi önemli isimlerin projeye katıldığı söylentiler arasında. Tesla Motors’un birçok çalışanını transfer eden Apple, ABD otomotiv endüstrisinin efsane isimlerinden Chrysler Group yöneticilerinden
Doug Betts’i de ekibine kattı. Sızan haberlere göre, kod adı Titan olan Apple Car projesinde çalışan sayısı, şimdiden 600 ve hatta kimilerine göre bin kişiye ulaştı.
Son bir dedikoduysa Faraday Future adındaki bir şirketten yükseldi. Silikon
Vadisi’nde kurulan şirketin 1 milyar Dolar’ın üzerinde bir yatırımla ABD’de elektrikli otomobil üretim hattı kurmaya hazırlandığı konuşuluyor. Ama Faraday Future, ABD
basını için hâlâ bir muamma. Ancak şu kesin ki, Tesla’dan transfer ettiği birçok yönetici ve tasarımcı var. Şirketin elektrikli otomobil işine gireceği kesin. Sonuç olarak cebimizdeki iPhone’lar, masamızdaki Mac’lerden sonra, yollarda da Apple markasını görecek miyiz? Büyük ihtimalle evet...
n ABD’nin en popüler girişimcilerinden biri olan Elon Musk, internet yatırımlarından kazandığı parayla elektrikli otomobil üreteceğini duyurduğunda, endüstri tarafından pek ciddiye alınmadı. Ama Musk, dünyanın en popüler elektrikli
arabasını üretmekle kalmadı, birçok şirkete de ilham kaynağı oldu. Model S’nin
fiyatı, diğerlerine göre daha yüksekse bile, günümüzde dünyada en çok satan
elektrikli otomobili tek şarjla ancak 500 kilometre gidebiliyor. Saatte 250 kilometre hız yapabiliyor. Şirket önümüzdeki yıl, Model X ile SUV formatına geçecek. Tesla Motors’un bu alanda yaptığı çalışmalarla ilgili daha fazla bilgi almak
isterseniz, www.teslamotors.com sitesini ziyaret edebilirsiniz. Tesla’nın ürettiği
modellerin fiyatı 67 bin 500 ila 75 bin Dolar arasında değişiyor.
Nissan LEAF
n Nissan’ın elektrikli otomobili kısa sürede popüler oldu. Nedeni basit, tek şarjla 135 kilometre yol alabiliyor ve saatte 180 kilometre hıza çıkabiliyor. Fiyat performansta en iyilerden biri durumunda… Zira Nissan’ın modelleri, 21 bin 510 ila 29 bin
10 Dolar fiyat aralığında. Markanın otomobiliyle ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz www.nissanusa.com/electric-cars/leaf/ adresine başvurabilirsiniz.
BMW i3
n Elektrikli otomobil dünyasına, çok hızlı ve güçlü bir giriş yapan şirket,
BMW i3 ve i8 ile performansının yanı sıra tasarım ve fiyatlarıyla da memnun etmeyi başardı. BMW i3 aşağı yukarı Tesla’nın yarısı kadar fiyata alınabiliyor. Detaylarını www.bmw.com.tr’den okuyabileceğiniz model, 190
kilometre menzile sahip ve saatte 150 kilometre hıza ulaşabiliyor. Fiyatıysa 34 bin 900 ila 42 bin 400 Dolar arasında değişiyor.
VW e-Golf
n Efsane Golf tasarımına sahip bir elektrikli otomobil için ekstradan 5 bin Dolar
öderseniz, e-Golf alabilirsiniz. 134 kilometre pil menziliyle saatte 190 kilometre
hıza çıkabiliyor. Ayrıntılı bilgiyi www.vw.com/models/e-golf/ sitesinden alabileceğiniz modelin fiyatı 25 bin 950 ila 33 bin 450 Dolar arasında değişiyor.
Fiat 500e
n Ünlü küçük otomobil Fiat 500’ün elektrikli modeli ABD’de satışa çıktı. 140 kilometre menzile ve saatte 140 kilometre
hıza çıkabiliyor. Dünyada en az enerjiyle en uzun menzile sahip model olmayı
başaran Fiat 500e ile ilgili detaylı bilgiye www.fiatusa.com/en/500e/ sitesinden ulaşabilirsiniz. Fiyatı 24 bin 800 ila
32 bin 300 Dolar arasında.
8
İSTASYON
İSTASYON
9
HAYAT
Güvercinin
batıl
inancı
KARA KEDİ... MERDİVEN
ALTI... YENGEÇ SUYU...
ÜFÜRÜK... TÜKÜRÜK...
ÇOĞU KEZ ÇOCUKSU BİR
İNANÇMIŞ GİBİ GÖRÜNEN
BATIL İNANÇLAR, ZAMAN
ZAMAN BÜTÜN HAYATI
YÖNETEBİLECEK KADAR
GÜÇLÜ OLABİLİYOR.
10
İSTASYON
Bazı uzmanlar, bazı batıl inançların kaynağını ve nasıl ortaya çıkmış olabileceğini, Psikolog Burrhus Frederic Skinner’ın yaptığı “güvercinin batıl
inancı” deneyiyle açıklıyor. Belli bir noktayı gagaladığı zaman yemek verileceğini öğrenen güvercin, gagalamadığı halde
ödüllendirilirse, bu ödülün o sırada yaptığı herhangi bir davranışla ilgisi olduğuna inanıyor.
İSTASYON
11
HAYAT
B
KURT KAFASI, YUMURTA SARISI Loğusa kadınların, yeni gelin ya da başka bir loğusayla karşılaştıklarında kısırlaşacaklarına dair inanışa karşı, loğusanın
40 kurt kafatası dolusu suyla yıkanması öneriliyor (üstte). Evin nazardan korunması için üzerlik otu, soğan kabuğu ve tuz ateşte yakılarak, tütsüsü evde
gezdiriliyor (altta sağda). Bazı yörelerde sararıp, ateşi çıkan çocukların “ay çarpmasına tutulduğu” söyleniyor. Hastalığın alına, el ve ayaklara, dualar
eşliğinde is sürülerek tedavi edildiğine inanılıyor (altta solda).
12
İSTASYON
atıl inanç, sözlüklerde “Doğaüstü olaylara, gizli ve
akıldışı güçlere, kehanetlere aşırı derecede bağlı boş
inanç” olarak tanımlanıyor. Eğer bu tanımı ben yazsaydım bir de şunu eklerdim. “En inançsız insanı bile
pençesine alabilecek kadar kudretli, baştan çıkarıcı, adeta şeytan
tüyü taşıyan inanç.” Çünkü inançla ilgili çok farklı, hatta aykırı fikirleriniz olsa bile hayatın bir anında batıl inancın tuzağına
düşüverir, kendinizi onun cazibesine kapılmış bulursunuz. Örneğin, bizim kültürümüzde “nazar değmesin” diyerek tahtaya
vurmak, her türlü insanı tartışmasız ele geçiren en gözde batıl
inançtır. Ya da evimizin bir köşesine, sevdiğimizin, sakındığımızın yakasına minicik de olsa bir nazar boncuğu iliştirivermek...
Gerçi nazar kavramının bilimsel açıdan bir açıklaması olup olmadığı tartışılan bir konu, ama batıl inancın ne olduğunu, daha
doğrusu nasıl ortaya çıktığını Amerikalı psikolog Burrhus Frederic Skinner, güvercin örneklemesiyle şöyle açıklıyor: Güvercin
bir kutuya konulur, o kutudaki belli bir noktayı her gagaladığında bir kapak açılır ve ona yem verilirse, tıpkı Pavlov’un köpeği
gibi, güvercin gagaladığı zaman ödüllendirileceğini zamanla öğrenir. Ama eğer bir gün güvercin gagalamadığı halde aynı kapak
açılır ve yem verilirse kuş buna önce şaşırır, sonra hangi hareketi sonucu bu ödülü hak ettiğini bulmaya çalışır. Sözgelimi o
sırada kanat çırpıyorsa, her kanat çırpışında kapağın açılacağına
ve yemi hak edeceğine inanır. Bu aşamadan sonra o kapak her
otuz saniyede bir açılacak şekilde otomatik olarak ayarlansa bile,
güvercin kapağın açılmasının kanat çırpmasıyla ilgisi olduğuna
inanır. Buna da “güvercinin batıl inancı” denir.
Skinner’ın deneyine benzer bir başka deneyi de 1987 yılında
Gregory Wagner ve Edward Morris, üç ve altı yaş arasındaki çocukların üzerinde yapmışlar. Bu deneyde bir palyaço 15 saniyede bir ağzından bir top çıkarır. Çocukların bazıları palyaçonun,
topu, kendi yaptıkları göz kaş hareketleri sonucunda, bazıları da
palyaçonun burnunu okşamaları sonucunda çıkardığına inanır;
yani insanlar kuşlar gibi zamansal olarak eş düşen olgular arasında hemen bir bağlantı kurabiliyor, böylelikle olgulardan biri
öngörülebilir ve kontrol edilebilir hale geliyor.
İnsanın çoğu kez çocuksu bir inanç gibi görünen, ama bazen bütün hayatını yönetebilecek kadar güçlü bir inanca dönüşebilen batıl inançları, güvercinin batıl inancından farklı değil.
Mekanizmanın düzeneğini anlayamayan kuşlar gibi hayatın
matematiğini henüz çözememiş olan insan, bu çözümsüzlüğün
karabasanına düşmektense kendi çözümünü üreterek rastlantılardan masalsı sonuçlar çıkarabiliyor ve kendine renkli bir batıl
inanç dünyası yaratıyor.
İlk çağlardan bugüne uzanan dini inanç tarihi, sayısız inanç
modelinin birbirini yıkıp yok ederek var olma çabasının örnekleriyle dolu. Batıl inançlarsa kendi dönemlerinin sürekli değişen
sosyolojik, psikolojik ve teolojik verilerinden beslenerek, değil
yok olmak, aksine sağlamlaşarak insanlık tarihi içinde kendine
inşa ettiği yüksek kulede varlığını sürdürüyor.
Antropolojik açıdan bakılırsa, batıl inançlar eski inançlardan
evrilerek günümüze ulaşmış. Birçok batıl inancın kökeni eski
pagan inançlara dayanıyor. Bir zamanlar taşıdıkları anlamlar
çoktan ortadan kalkmış ama varlıklarını sürdürüyorlar. Örneğin, pagan inancında bir tanrıça olarak kabul edilen Ay, bugün
bizim için sadece dünyanın uydusu olsa da hâlâ ayla ilgili batıl
inançlara sahibiz: Yeniay çıktığında dilek tutmak, sevdiğimiz
insanın yüzüne bakmak ya da zenginlik getirsin diye altına el
sürmek... Aynı şekilde at nalının uğurlu olduğu inancı da eski
Avrupa topluluklarından Keltlerin atın kutsallığına inanmalarından kaynaklanıyor. Yine Pagan inancında hapşırıldığı zaman
ruhun bedenden çıktığına inanılırdı. Bugün hapşıran kişiye “çok
yaşa” denmesi de o inancın bir kalıntısı gibi görünüyor.
Ya da nazar değmesin diye tahtaya vurmak... Bu da pagan
dönemden, ağaçların tanrı sayıldığı günlerden kalma bir inanç.
Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan topluluklar, meşe ağacının birtakım tanrısal güçleri olduğuna inanırdı. Hem Kuzey
Amerika yerlileri, hem de Ege’de kurulmuş olan Helen uygarlığında meşenin tanrısallığından söz edilir. Bu ağacın üzerine
sık sık yıldırım düştüğünü gözlemleyen her iki kültürde de meşe
tanrısal bir figür. Amerika yerlileri, tanrının meşe aracılığıyla
yeryüzüne indiğine inanır; Helenler ise ağacın yıldırım tanrısı
olduğuna... Her iki kültürde de tanrı sayılan ağacın gövdesine
vurularak tanrılardan yardım istenir. Aynı kültür, Ortaçağ’da
Hıristiyan inancında, İsa Peygamber’in tahtadan bir çarmıha
gerilerek öldürülmesiyle dönüşüme uğramış. Hıristiyanlar hacı
simgeleyen tahtaya vurarak tanrıya dileklerini iletiyordu. Biz de
bu inançların mirasçıları olarak hâlâ kapılara, masalara vurarak
kötülüklerden korunma refleksimizi sürdürüyoruz.
Psikolog Zaza Yurtsever, batıl inanca yol açan en önemli etkenin “varoluşun güvensizliği” olduğunu söylüyor. O yüzden batıl inanç bugün en çok sporcular, denizciler, askerler, yatırımcılar ve kumarbazlarda gözlemleniyor. Yani işleri diğerlerine göre
daha riskli olan insanlarda. Ve tabii bir de sınav öncesi öğrencilerde... Araştırmalara göre dindar insanlar, inançsızlara göre
batıla daha az yer veriyor. Ama daha katı inancı olan Katolikler,
Protestanlardan daha fazla batıl inanca sahip. “Bu da bence batıl
inançta korkunun rolünün ne kadar önemli olduğunun kanıtı,”
diyor Zaza Yurtsever. Bir de kadınlar, batıla erkeklerden daha
fazla sarılıyor. Bunda da varoluşsal sorunların etkisi olmalı...
Batıl inançların başrolünde, çoğu kez doğa ve diğer canlılar
var. Bunlardan en popüler olanı kara kediyi uğursuz saymak...
Mısır kültüründe kutsal sayılan kedi, ortaçağda Hıristiyan inancında lanetlenen bir hayvan. Avrupa’da başlatılan cadı avında
düşmanı işaret eden en önemli simgelerden biri.
İnsanlar batıl inançları oluştururken doğadan olduğu kadar
nesnelerden de yola çıkarak hikâyeler üretiyor. Örneğin ayna,
batıl inancın en gözde nesnelerinden. Yüzyıllar boyu birçok
farklı kültürde aynanın kırılmasıyla ruhun zarara uğrayacağına
inanıldı. Aynanın olmadığı zamanlarda, sudaki yansımasında
yüzünü değil, ruhunu gördüğüne inanan insan, bu yansıma
bozulduğu zaman ruhunu kaybedeceğini düşünürdü. Sonra
Romalılar ayna kırıldığında gelecek olan uğursuzluğun yedi yıl
süreceğine inandılar. Çünkü hayatın yedi yılda bir yenilendiğini
düşünüyorlardı; kırılmasıyla birlikte bozulan sistem, ancak yedi
yıl sonra yeniden olgunlaşabilirdi. Aynanın zamanla ekonomik
bir değer kazanması ve pahalı camlardan üretilen bir eşyaya dönüşmesiyle birlikte durum daha da ciddileşti; artık kırıldığı zaman kıranın hayatının altüst olacağına inanılıyordu...
Psikolog Yurtsever, batılın psikiyatride anormal ya da patolojik bir olgu olarak ele alınmadığını söylüyor. Bir davranışın
anormal ya da psikiyatrik olduğuna karar vermek için o davranışın kişiye ya da çevresindekilere ya da her ikisine de zarar
veriyor olması gerek. Yurtsever, batıl inancın genel olarak bu
tür sorunlara yol açmadığını belirtiyor. Bazen abartılı olsalar
da batıl inançları olan insanlar genel olarak tedaviye ihtiyaç
İSTASYON
13
HAYAT
Bazı kadınlar, çocuklarının daha cesaretli olması için yengeç kaynatıp suyunu içiriyor ya da yengeç etiyle pişirdikleri
yemekleri çocuklarına yediriyorlar (üstte). Bazı yörelerde, aileye özgü batıl inanışlardan biri de mantar hastalığının,
otlarla karıştırılmış yumurta sarısıyla tedavi edilebileceği. Ancak asıl tılsımın, kuşaktan kuşağa tılsım sahibi olan
aileden birinin yumurtanın içine tükürmesiyle gerçekleştiğine inanılıyor (altta).
Yeni yapılan evleri kem gözlerden korumak ve bereket için
kapı girişine ya da balkonlara nazar boncuğu, nal, kabak,
hayvan kafatasları, muska gibi çeşitli objeler asılıyor (üstte).
Şifa bulmaya yönelik batıl inançlardan biri de kabakulak
olan çocuğun ısıtılmış bir tahta kaşıkla şişkin yerlerine
bastırıldığında hastalığın geçeceğine inanılması (altta).
hissetmiyor. Bu yüzden merdiven altından geçmeyi uğursuz
sayıp yolunu değiştiren birinin aklından kimse kuşku duymuyor. Merdiven altının uğursuzluğu, geometrik şekillere yüklenen
anlamlarla yakından ilgili. Duvara dayanan merdivenin oluşturduğu üçgenin içinden geçmek eski inançlarda kutsala meydan
okumak anlamına geliyordu. Eski Mısır uygarlığında piramitler
tanrısallığa işaret ediyordu. 17’nci yüzyıla ait kaynaklar İngiltere
ve Fransa’da, suçluların darağacına götürülmeden önce merdivenin altından geçirildiğinden söz eder. Bu merdiven daha çok
Hıristiyan inancında İsa Peygamber’in gerildiği çarmıha dayanmış merdiveni simgeler. Tanrıların katına tırmanan şiirsel bir
sembol olan merdivenin altından geçmek tehlikeli olabileceği
için de inançlar arasında asırlar boyu yerini korumuş olmalı.
Bunun gibi güvenlik içerikli olup batıl inanca dönüşmüş birçok alışkanlık var. Örneğin, hâlâ pek çok insan gece tırnak ya da
14
İSTASYON
saç kesmenin uğursuzluğuna inanır. Bu inançların, aydınlatmanın mum ışığıyla yapıldığı dönemlerde ortaya çıktığı düşünülürse ne tür kaygılardan kaynaklandığı anlaşılabilir. Aynı şekilde,
birine bıçak ya da makas verirken üzerine tükürmek de yine güvenlik kaygısıyla ortaya çıkmış olmalı. Halk arasında kesici alet
verilirken üzerine tükürmemenin düşmanlığa yol açacağına inanılsa da, burada tükürüğün asıl işlevi, yapılan işe odaklanmak,
kesici aleti dikkatsizce, karşısındakine zarar vererek gelişigüzel
uzatmayı önlemek. Ya da gemide kadın bulunmasının uğursuzluk getireceği inancı, feodal endişelerle alınmış bir güvenlik önleminin sonucu olsa gerek.
Daha çok Batı kültürüne ait olan 13 rakamının uğursuzluğuysa somut hikâyesi olan ender batıl inançlardan biri. İskandinav dinlerindeki bir hikâye, düzenbaz tanrı Loki’nin, diğer 12
tanrının katıldığı bir şölene on üçüncü olarak gittiğini ve eğlen-
ceyi bozduğunu anlatır. Bunun yol açtığı kavga, İskandinavların
gözde tanrısı Balder’in ölümüyle sonuçlanır. İsa’nın Yahuda tarafından ihbar edildiği o uğursuz son akşam yemeğinde de masada 13 kişi vardır. Bu batıl inanç hâlâ öylesine güçlü ki, bazı evsahipleri 13 kişiyi aynı masaya oturtmaktan kaçınıyor. Bazı ünlü
otellerde 13 rakamı taşıyan oda ve kat yok, hatta bazı uçaklarda
13 numaralı koltuk bulunmuyor. 13 rakamının uğursuzluğu
takvimlere de yansımış ve ayın 13’ü uğursuz sayılıyor.
Aynı zamanda Batı kültüründe cuma günleri de uğursuz kabul ediliyor. Hele 13’üncü günün cuma gününe denk gelmesi,
bir felaket habercisi. Cuma gününün uğursuzluğu inancı köklerini, Adem ile Havva’nın cennetten cuma günü kovulduğu
inancından alıyor. Günümüzde yoğun iş hayatına ara verilen
cuma gecesinden başlayarak eğlence hayatının hareketlenmeye
başlaması ve Adem’lerle Havva’ların cuma akşamından itibaren
tüm hafta sonu “cennetten kovuluyor olması” bu batıl inancın
neden hâlâ canlılığını koruduğunun bir kanıtı sayılabilir. Ancak
bir gerçek daha var: Nuh tufanı da, İsa’nın çarmıha gerilmesi
de cuma gününe rastlıyor. Oysa cuma, Müslümanlar için kutsal
gün sayılır ve eski bir İstanbul inancına göre uğursuz gün salı.
MERDİVEN ALTINDAN GEÇMEYİ UĞURSUZLUK
SAYAN BİRİNİN AKLINDAN KİMSE KUŞKU
DUYMUYOR. BU İNANIŞ GEOMETRİK ŞEKİLLERE
YÜKLENEN ANLAMLARLA YAKINDAN İLGİLİ.
“Salı sallanır” denirken, salı günleri yapılacak işlerin başarısız
olacağı ima ediliyor. Bunun kökeninde de bir Bizans bilgisi olduğu varsayılır. Çünkü salı, Bizans’ın düştüğü gün. Ama sadece
ses uyumundan ortaya böyle tatlı bir tekerleme çıkmış ve asırlardır insanlar salı günleri başlanan işlerin yolunda gitmeyeceğine
boşu boşuna inanmış olabilirler.
Batıl inançların çoğunun kökeni çok eski inanç ve olaylara
dayanıyor olsa da, yakın zamanlarda ortaya çıkan ve yine ortaya
çıkış hikâyesi somut olaylara bağlanan batıl inançlar da var. Aynı
kibritle art arda üç sigara yakmanın uğursuzluk getireceği inancı
da bunlardan biri. Bu inancın 1899–1902 arasında İngilizlerin
Güney Afrika’da yaşayan Afrikalılar ile yaptığı Güney Afrika
Savaşı’ndan kaynaklandığı sanılıyor. Söylenceye göre, usta Afrika nişancıları üç İngiliz askerinin tek bir kibritle sigaralarını yakmaları sırasında yerlerini saptamış ve yanık kibriti elinde tutan
askeri öldürmüş. Görece yeni ortaya çıkan bir batıl inanç olsa da
eskileri gibi kaynağını yine güvenlik kaygısından alıyor.
Anadolu da batıl inanç bakımından son derece zengin. Örneğin siftah parasını yere atmak ya da iş yerine sağ ayakla girmek
gibi... Siftah parasını yere atmayı, “güvercinin batıl inancı” teorisine göre yorumlayacak olursak; kazandığı ilk para yere düşen
bir esnafın o gün işleri iyi gitmiş, o da bunu bir gelenek haline getirip her gün kazandığı ilk parayı yere atmaya başlamış olmalı...
Tıpkı gerçekte iyileştirici bir etkisi olmayan ama hastaya
umut vererek ruh halini iyileştiren plasebo (telkin) etkili ilaçlar
gibi batıl inanç da plasebo bir inanç olarak değerlendirilebilir.
İlkinin bir rastlantı olduğunu anlamayan esnaf, gerçeklerle yüzleşmektense rastlantısal başarıyı hayallerle beslemeyi tercih eder.
Ve kim bilir hangi esnafın rastlantısal olarak “iyi giden işleri” bugün milyonlarca insanın rutin batıl inancı haline dönüşmüş.
Bu yazıyı hazırlarken küçük bir soruşturma yapınca şaşırarak
gördüm ki, ben dâhil çevremdeki birçok eğitimli çağdaş insanın
alışkanlık olarak benimsediği batıl inancı var. Örneğin ben kaynağını hiç bilmediğim bir nedenle başıma gelecek tüm iyi ve kötü
şeylerin perşembe günleri olacağına inanırım. Emekli bir biyolog olan aile dostumuz Günhan Aşar, hiçbir arkadaşına mendil,
sabun, soğan ve limon hediye etmiyor. Bunlardan birini hediye
etmesi gerektiğinde de sembolik olarak 5 kuruş istiyor. Çünkü
anneannesinden öğrendiğine göre dostlara bunları vermek, o
dostluğun bozulmasına yol açarmış. Avukat Aslı Yoldaş evinde
kapkara bir kedi beslediği halde, yolda bir kara kedi gördüğünde
saçını çekiyor, seramikçi Gezin Kurtaran zaman zaman ölmüş
yakınları için evin içinde mumlar yakıyor, oyuncu Nilüfer Açıkalın, bir kuşun ayağına takılırsa kuş ona beddua eder inancıyla
tarağındaki saçları asla yere atmıyor. Piyanist İdil Biret, konser
dünyasında kötü şans getirdiğine inanıldığı için piyanonun başına geçtiğinde asla yeşil elbise giymiyor. Eğitim danışmanı Rüya
Polat ilk kez yatıya kaldığı evlerde uyumadan önce dilek tutuyor
ve eşim karikatürist Bahadır Baruter huylandığı ziyaretçilerin
ardından annesinden öğrendiği şeyi yapıyor; ateşe tuz atıyor!
Gelenekleri ve alışkanlıkları şöyle bir karıştırdığınız zaman,
sayısız batıl inanç ortaya çıkıyor. Hayatın anlamını çözmeye çalışan ve belki de imkânsızı isteyip hayattan kârlı çıkmayı hedef
seçen insan, gerçeklikle ilişkisini kurmaya özen göstermeden
ardı ardına batıl üretiyor. Ancak batıl inançlarla halk inançlarını ayırmak gerek. Bilimsel sonuçlara basamak oluşturan halk
inançları tarih boyunca doğanın sırlarını kendi olanaklarıyla çözmeye çalışan bilge insanların gözlemleriyle vardığı bazı
gerçek ya da gerçeğe yakın bilgileri içerebiliyor. Örneğin bugün
denizcilerin ve tarımla uğraşanların hâlâ kullandığı fırtına ve tarım takvimi temelini yüzyılların deneyiminden alıyor. Doğanın
ritmini bilimsel verilere değil, gözlemlere göre çözmeye çalışan
denizciler ve toprakla uğraşan köylüler binlerce yıldır dilden dile
aktarılan bu takvime göre doğayla baş etmeyi öğrenmişler. Kuşların göçü, toprağın bereketi, Güneş ve Ay’ın döngüleri, fırtınaların şiddeti... Sağlıkla ilgili bazı inanışlar da asırlardır insanın
gözlemlediği ve bilim insanlarından önce somutlaştırdığı bazı
temel bilgileri kapsayabiliyor. Eğer batıl inançlara körü körüne
inanmaz, onları insanlığın düşünce tarihini anlamak için bir basamak olarak kullanırsak, bizi götürecekleri yerlerin zenginliklerle dolu olduğunu görebiliriz.
Dobra bir dille konuşmayı seven anneannem, birisi hak etmediğini düşündüğü bir şeyle suçlandığı zaman, alaycı bir edayla
şöyle derdi: “Ne yapmış ki o, güneşe karşı mı işemiş!” Çocukken
bunun ne anlama geldiğini anlamazdım. Yıllar sonra üniversitede İÖ 700 yıllarında yaşamış Yunanlı ozan Hesiodos’un antik
Yunan inançları ve gündelik hayatı hakkında günümüze kalan
en kapsamlı bilgiyi taşıyan “İşler ve Günler” adlı metnini okurken orada verilen ahlak dersleri arasında şu cümleyi gördüm:
“Ayakta su dökme Güneş’e karşı.” Ay’ın, yıldızların ve Güneş’in
tanrı sayıldığı zamanlardan kalma olan ve Hesiodos’tan anneanneme zihinlerde yolculuk ederek, anlamını neredeyse hiç yitirmeden gelen bu batıl inanç, bu toprakların kıymetli bir mirası.
Ayın 13’ünde doğmuş olmak, siyah kedileri tüm kediler gibi
çok sevmek, merdiven altlarından geçmek, ayna kırıldığında
gülüp geçmek gündelik hayatımın sıradanlıklarından olsa da
Hesiodos’la anneannem arasında neredeyse 2 bin 700 yıl boyunca hiç kopmamış bir bağ olduğunu görmek beni rahatlatıyor.
Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
15
TARİHTEN
Hadice Turhan Sultan
BİR OSMANLI
PADİŞAHI
Her şey, saray haremine odalık olarak verilen 12 yaşındaki Rus asıllı Hadice’nin, Sultan
İbrahim’in dikkatini çekmesiyle başladı. 1642’de IV. Mehmed’i doğuran Hadice Turhan
Sultan, 30 yıl imparatorluğu fiilen idare etti. Çanakkale’deki Seddülbahir Kalesi ve Kumkale;
İstanbul’daki Yeni Camii kompleksi gibi büyük eserleri yaptırdı.
Y
akın zamana kadar Osmanlı
saray kadınları, yani Osmanlı
sultanlarının cariyeleri, kız kardeşleri, eşleri, kızları ve anneleri
tarihçilerden çok çekmişti. 16’ncı ve 17’nci
yüzyılda sultanın hareminde yaşayan kadınlar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında verilen
eserlerde, imparatorluğun çöküşüne yol
açan birçok etmen arasında sayılıyordu.
Neyse ki Osmanlı İmparatorluğu’nu inceleyen tarihçiler, Kanuni döneminden sonra meydana gelen dönüşümlerin bu derece basit bir yükseliş ve çöküş modeliyle
açıklanamayacak kadar karmaşık olduğu
görüşündeler. Osmanlı kadınlarını tanımak ve Osmanlı tarihinde ne tür etkileri
olduğunu anlamak için arşivleri dikkatle
inceleyip, irdeledikçe; bulduklarımız hep
Osmanlı kadınlarının lehine.
Saraylı kadınlar da, tıpkı imparatorluk
16 İSTASYON
ailesi mensubu erkekler gibi siyasetle uğraşmış; maiyetleriyle padişah gibi hareket
etmiş; Avrupa, Safevi ve Babürlü hanedanlarıyla diplomatik yazışmalar yürütmüş; imparatorluğun farklı köşelerine sık
sık ziyaretlerde bulunmuş; ordularına destek olmuş; camiler, hanlar, imaretler, saraylar, kütüphaneler, medreseler, türbeler,
çeşmeler ve hisarlar yaptırarak mimarlığa
şevkle hamilik etmişlerdir. Kamu yararına
üstlendikleri projelerde erkek emsalleri
kadar cömert davranmışlar; sadece 16’ncı
yüzyılda İstanbul’daki tüm vakıfların üçte
birinden fazlasını kurmuşlardı.
Eğer bugünün İstanbul peyzajından
uzun bir kesit alacak olursak, bunun ne
kadarının Osmanlı kadınları tarafından
biçimlendirildiğini, III. Selim’in annesi Mihrişah’ın heybetli ve bugün bile iş
gören Eyüp İmareti’nden, Nurbanu ve
Mihrimah’a atfedilen Üsküdar’daki geniş
Üsküdar külliyelerine; Kösem Sultan’ın
Çakmakçılar Yokuşu’ndaki Büyük Valide
Hanı’na kadar görebiliriz.
Rengârenk Mısır Çarşısı’na uğradığımızda gezdiğimiz çarşıların çoğu,
IV. Mehmed’in annesi Hadice Turhan
Sultan’ın Haliç kıyısının bu işlek noktasının tam ortasında gerçekleştirdiği Yeni
Valide Külliyesi’ni kapsayan büyük mimarlık projesinden doğmuştur. Kuşkusuz,
bu büyüleyici kadınlara çok şey borçluyuz;
onların geçmişlerine daha yakından ve
daha önyargısız bakmakla bu borcumuzu
ödemeye başlayabiliriz.
Bunların en önemlilerinden biri
de Sultan İbrahim’in karısı ve Sultan
IV. Mehmed’in annesi Hadice Turhan
Sultan’dır.
Genç Hadice’nin, köle bulmak ama-
İSTASYON
17
TARİHTEN
cıyla Rusya steplerine yapılan bir akında
Tatarlarca esir alındığını ve İstanbul’da sultanın haremine alınıp “odalık” olduğunda
yaklaşık 12 yaşlarında olduğunu biliyoruz.
Hadice, önce Sultan İbrahim’in annesi Kösem Sultan’a armağan olarak sunulmuş, çok
geçmeden de IV. Murad’ın kız kardeşi Âtike
Sultan’a verilmişti. O yaşta henüz dikiş dikmeyi, nakış işlemeyi, şarkı söylemeyi, saz
çalmayı ve raks etmeyi bilmiyorduysa da; bu
beceriler kendisine belki yeni bir dilde, yani
1642’de IV. Mehmed’i doğuruyor. Müstakbel
sultanın annesi sıfatıyla haremdeki konumu
da hemen yükseliyor. Ne var ki, bu defa da
Hadice’nin oğlunu ve muhtemelen valide sıfatıyla kendi geleceğini, çocuğuna karşı muhtemel suikast entrikalarından, oğulları olan
diğer hasekilerden gelebilecek tehlikelerden
koruma mücadelesi başlamış oluyor. Bu
tehlikeler Ağustos 1648’de İbrahim’in tahttan indirilmesi ve ölmesiyle iyice artacaktır;
artık 20’li yaşlarının başındaki Hadice’nin
altı yaşındaki oğlu padişah olurken,
kendisi de Osmanlı sarayının en nüfuzlu konumuna yükselmiş, Valide
Sultan olmuştur.
Ama Hadice Turhan Sultan’ın
önünde, Valide Sultan sıfatını aldığından beri hayatını son derece zorlaştıran önemli bir karakter vardı:
Kayınvalidesi Kösem Sultan ya da çağının
devletlilerinin kendisine hitap ettiği sıfatıyla,
Valide-i Muazzama. Oğlu İbrahim öldüğünde Kösem Sultan 60’larındaydı. İki oğluna
da, hem IV. Murad’a, hem de İbrahim’e validelik yapmıştı. Bu yüzden Kösem Sultan ve
saraydaki diğer kişiler, onun yirmi yılı aşkın
tecrübesiyle saray siyasetine hizmet ettiğini
düşünüyorlardı.
Genç ve yaşlı iki valide arasında haremde
süregiden mücadele, iki kadının farklı hiziplerden haremağaları ve yeniçerilerle ittifak
kurmasıyla büyük bir entrika ve drama dönüştü. Hadice Turhan ve Kösem arasındaki
rekabet, Kösem’in korkunç ölümüyle (Hadice Turhan’ın saraydaki müttefikleri tarafından boğulduğu söylenir) sona erdi. Sarayda
müzisyen olarak çalışan ve haremdeki kadınlar arasında muhbirlik yapan Polonya
kökenli içoğlanı Bobovius, Büyük Valide’nin
suikasta uğradıktan sonra son defa görüldüğü harem dairesinin kapısından “içoğlanların
İbrahim’in annesi yaşlı sultanı sürükleyerek
çıkardıkları kapı” diye söz ediyor. Kendisine
eziyet edilen Kösem Sultan, 1651’de kendi
TURHAN SULTAN VE KAYINVALIDESI
KÖSEM SULTAN ARASINDA BAŞLAYAN
MÜCADELE, KÖSEM SULTAN’IN
BOĞDURULMASIYLA SON BULMUŞTU.
Turhan Sultan’ın oğlu IV. Mehmed (Avcı)
1687’de annesinin ölümünden dört yıl sonra
tahttan indirildi.
Osmanlı Türkçesiyle verilen derslerle öğretilmiştir. İslamiyet’i yeni benimseyen biri olarak kendisine yeni inancıyla ilgili dersler de
verilmiştir.
Hiçbir sanatçıya hareme girip Osmanlı
saray kadınlarını resmetme izni verilmediğinden, Sultan’ın haremindeki kadınların
ancak hayal ürünü portrelerine sahibiz
ve Hadice’nin nasıl göründüğünü bilmiyoruz. Ama Türk tarihçi Kadircan
Kaflı, 1953’te bu genç Rus köleyi, mavi
gözlü, açık tenli ve koyu kumral saçlı,
çok güzel bir kadın olarak hayal etmişti.
Ne yazık ki, elimizdeki Turhan Sultan’a
ait tek gravür yine hayali, yaşamının
sonraki dönemlerine ait ve valide sultanı Kaflı’nın hayal ettiği gibi yansıtmayan bir portre...
Gün geliyor Hadice, Sultan
İbrahim’in dikkatini çekiyor ve 2 Ocak
saçlarıyla boğularak öldürüldü.
Hadice Turhan’ın hüküm sürdüğü dönemde karşısına pek çok zorluk daha çıktı;
ama artık oğlu Mehmed yaşadığı sürece Valide Sultan sıfatıyla konumu çok daha güvencedeydi. Topkapı Sarayı’nda Valide ve maiyetindeki hizmetkârlarına ayrılan, bir yatak
odası, küçük bir ibadethanesi, tavanı kubbeli
bir taht/kabul odası, şöminesi ve Haliç manzaralı bir balkonu olan geniş dairelere taşındığını tahmin edersiniz. Dairelerinin hemen
bitişiğindeki son derece zarif banyosu, İznik
çinileriyle bezenmişti. Sahip olduğu değerli
eşyalar (bugün Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonundadır) arasında “Valide-i Gazi Sultan
Mehmed Han” yazısı hakkedilmiş sedef bir
mühür de vardı.
Bir Avrupa gravüründe, büyük bir at sırtında resmedilen Sultan Mehmed, Osmanlı
padişahı olduğunda henüz küçük bir çocuktu ve bir imparatorluk yönetecek deneyimden yoksundu. Dolayısıyla sultanın alması
gereken pek çok idari kararı almak, Hadice
Turhan’a ve onun çevresindeki başharemağası Süleyman Ağa ve Vezir Köprülü Mehmed Paşa gibi güvendiği kişilere düşmüştü.
Turhan Sultan, sadrazam ya da kaptan-ı
derya tarafından dikkatine sunulan çeşitli
bunalımlarla uğraşırken yazdığı mektuplarda ve talimatlarda, etki ve meşruiyetini
vurgulamak için oğluna genellikle “aslanım”
diye hitap etmiştir. Turhan Sultan’ın ilk işi,
başkent İstanbul’da ve memlekette düzeni
sağlamak ve Osmanlı gemilerine, hacılara ve
Osmanlıların Doğu Akdeniz’deki mülklerine
saldıran ve Çanakkale Boğazı’nı ablukaya
alarak İstanbul’u bir dönem yiyeceksiz bırakan Venedikliler başta olmak üzere imparatorluk sınırlarını saldırılara karşı korumaktı.
Yurtiçinde düzenin (ve başkenti mahvedecek hiçbir yangın çıkmamasının) sağlan-
Nicholas de Fer’in 17’nci yüzyılın sonunda yaptığı gravürde, Çanakkale Boğazı’nın girişinde
Turhan Sultan’ın yaptırttığı Seddülbahir Kalesi ve Kumkale.
ması, İstanbulluların eğlencesi olan mükellef ve pek sevilen havai fişek gösterilerinin
yasaklanmasını da kapsıyordu. Uzun süren
Kandiye Savaşı sırasında, Venediklilerin
Akdeniz’de arkası kesilmeyen saldırıları;
Hadice Turhan Sultan’ın ilk büyük mimarlık
projesini gerçekleştirme gerekçeleri arasındadır. Avrupa kıyısında Seddülbahir, Anadolu kıyısında Kumkale olmak üzere Çanakkale Boğazı’nın girişinde iki kalenin yapımına
böylelikle başlandı. Zamanın Osmanlı tarihçileri, hac yolculuğuna çıkan Müslümanların izlediği deniz rotası olmasının yanı sıra,
İstanbul limanlarının ve piyasasının da hayatının bağlı olduğu bu stratejik su kanalını
koruma arzusunu büyük övgüyle karşıladılar, Valide Sultanı göklere çıkardılar. Fatih
Sultan Mehmed’in 15’inci yüzyıldan kalma
Çanakkale, Kilitbahir ve Kale-i Sultaniye
(Çimenlik Kalesi) kalelerinin etraflıca onarımını üstlenmesine ek olarak; Çanakkale
Boğazı’nın girişinde, içerisinde çifte hamam,
bir cami, bir okul (sıbyan mektebi), askerler
için kışla ve birkaç dükkân da bulunan iki
yeni kalenin, Seddülbahir ve Kumkale kalelerinin inşası için bağışta bulunduğunu Tur-
TURHAN SULTAN’DAN KAPTAN PAŞAYA MUHTIRA
Sultanın mülkünden bir kısmının donanma
mühimmatının giderlerini karşılamak üzere harcanması âdettir. Bildiğimiz ve duyduğumuz, önceki sultanların da böyle yaptığıdır. Şimdi, imparatorluk
tersanesine ayrılan mülke ne oldu? Bu mülklerin gelirleri doğrudan hazineye mi aktarılıyor, yoksa hukuka göre, imparatorluk tersanesindeki masrafları karşılamak için mi kullanılıyor? Gelirin nereye gittiğinin
ve donanmanın neden hâlâ hazır olmadığının anlaşılması için bir araştırma yapılsın. Doğrusu nedir? Tersane idaresinde ne kadar para olduğunu ve bu para-
nın hangi işlere harcandığını bilmemiz önemli. Tahsis
edilen onca gelir nereye kayboldu ki donanmamız
hâlâ bu kadar yetersizlik içinde? Etraflıca bir araştırma yürütülmeli. Donanmanın her seferi ne kadara
mal oluyor? Seferin her hazırlanışında para gidiyor,
değil mi? Herkes kendi istediği gibi yapıyor. Memurların bu kadar korkusuz olması çok hayret verici. Şu andan itibaren, yapmanızı istediğim şeyi yapın
ve sonucu bana bildirin. Geliri tersaneye tahsis edilmiş olan mülkün geliri ne kadardır? Bu mülkleri kaydedip bana bilgi gönderin. Duyduğuma göre yelken-
lerde kullanılacak bez hakkında bile kanun varmış.
Bütün bunları biliyor olmalısınız. Bu konulara dikkat ettiğinizi göreyim. Çok deneyimli olduğunuzdan
size güvendik ve bu görevlere sizi tayin ettik. Şimdi size söylediğim gibi devam edin ki Sultanınızın ve
Allah’ın huzurunda onurla durabilesiniz. Yine dualarım sizinledir.
Valide Sultan (1656’dan hemen önce)
İSTASYON
19
TARİHTEN
Yeni Camii’nin meydana açılan dış cümle kapısının
kubbesi, dönemin saray kadınlarına özgü örtü biçimini
andırmaktadır.
BUGÜN KUMKALE VE
SEDDÜLBAHIR KALESI
V
alide’nin iki kalesi de, 1997 yılından başlayarak, proje direktörleri Doç. Dr. Lucienne Thys-Şenocak ve Doç. Dr. Rahmi Nurhan Çelik yönetiminde, Koç Üniversitesi Arkeoloji
ve Sanat Tarihi Bölümü ve İTÜ Jeodezi ve Fotogrametri bölümünden ortak bir ekip tarafından araştırıldı, incelendi ve belgelendi. Kumkale’deki proje,
Yeni Kumkale köyünün sözlü tarihi ve bitişiğindeki Osmanlı mezarlığının eksiksiz dokümantasyonunun yanı sıra, jeodezi ve mimari bir incelemeyi içeriyor. Seddülbahir projesi ise bir dokümantasyon
projesi olarak başladı, ama 2005 yılında kaledeki
20 İSTASYON
binası (Mısır Çarşısı), ilkokul (sıbyan mektehan Sultan’ın vakfiyesinden biliyoruz.
bi), küçük bir saray (Hünkâr Kasrı) ve büyük
Sultan ve maiyetiyle birlikte kaleleri gebir çeşme (sebilhane) bulunuyordu.
zen Evliya Çelebi, bize Seddülbahir’in en az
Hadice Turhan, kendi büyük cami komp80 gemiyi barındırabilecek kadar büyük bir
leksini inşa ettirmek için, önceki validelerden,
limanı bulunduğunu ve hendeklerden biriIII. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın yerini
nin dibine bakılamayacak kadar ürkütücü
seçti. Safiye, oğlunun 1603’te ölümü üzerine
bir derinlikte olduğunu anlatır. Seddülbahir
“erken emekli” olarak, bir zamanlar Beyazıt’ta
ve Kumkale’nin bugün bakımsızlıktan acıbulunan Eski Saray’a geçmek zorunda kalnacak durumlarıyla, Abdi Paşa’nın büyük
ması nedeniyle kendi projesini tacoşku içinde “Batı sınırlarının
mamlayamamıştı.
Safiye’nin
şerefli muhafızları” olduğunu
projesi, Eminönü’nün büyük
iddia ettiği, “ateş saçan dev
bir kesiminin, çoğunluğu
ejderleri” andıran toplaİstanbul’un eski Karaim
rıyla Osmanlı Devleti’ni
Yahudi cemaatine menyoluna çıkan tehlikesup sakinlerinden ve
lerden
koruyabildidükkân
sahiplerinden
ğini hayal etmek zor
istimlak edilmesini gerekolabilir; ama I. Dünya
tirdiği için tartışmalı bir
Savaşı ve Çanakkale
projeydi. Dönemi anlatan
muharebeleri öncesi iki
Osmanlı tarihçileri, istimkale de nisbeten iyi dulak işlerinin dürüst veya adil
rumdaydı.
biçimde yapılmadığını
Valide,
Venedik
Turhan Sultan’ın Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki
üstü kapalı anlatmakdonanmasının yakın
sedef mührüne “Valide-i Gazi Sultan Mehmed Han”
tadır. 1665’te tamamtehdidi azaldıktan ve
yazısı işlenmiş.
lanan proje büyük çaplı
Vezir Köprülü Mehbir istimlak gerektirdi ama, Evliya Çelebi’nin
med Paşa’yı (ve daha sonra da onun oğlu
bize anlattığına göre, istimlak doğru düzFazıl Ahmed Paşa’yı) idari çevresine aldıktan
gün bir biçimde yapıldı: “Bir hakkaniyet
sonra, tüm dikkatini İstanbul’a çevirdi ve bu
gösterisi, zulmiye değil adliye gösterisi”. Caşehre en büyük katkısını teşkil edecek projemideki yazıtların bölümleri ve vakfiyedeki
ye girişti: Eminönü’ndeki Yeni Valide Camii
proje tanımlaması, Hadice Turhan’ın Emive Külliyesi.
nönü’ndeki bu inşaat projesini, oğlunun hoCamiye ek olarak, artık şehrin en kalabacası ve Eminönü Camii vaizi olan, tutucu ve
lık ticaret merkezinin tam ortasında kalan bu
hoşgörüsüz Kadızadeli hareketi üyesi Vâni
çok ünlü yapının çevresinde bir türbe, pazar
Efendi’nin cesaretlendirmesiyle, başkentin “kâfir”
cemaati üzerinde küçük bir
fetih olarak tasarladığını
gösteriyor. Hiç şüphe yok
ki, Külliye için gereken geliri sağlayacak gümrükler
ve Haliç limanının ticari
potansiyeliyle ilgileniliyordu. Mısır Çarşısı’nın göze
çarpan görkemli varlığı da
külliyenin ticari yapısını
doğruluyor.
Hadice Turhan ve oğlu IV. Mehmed’in
tüm Osmanlı yapılarının üç boyutlu lazer taramagömüldüğü Valide Türbesi dışında, bir de
sı, arkeolojik kazı çalışması ve Seddülbahir köyünvalide ve maiyetinin Ramazan ayında veya
de sözlü tarih araştırmasının da yer aldığı bir kocami külliyesini ziyaret etmek istediğinde
ruma projesine dönüştü. Projenin Eylül 2008’de
yerleştiği Hünkâr Kasrı vardı. Ayrıntılı yakoruma kurulu tarafından onaylanmasıyla, en azınzıtları, pahalı İznik çinileriyle 17’nci yüzyıl
dan Valide’nin Avrupa yakasındaki büyük cömertmimarlık şaheseri olan kasırdan, hem halik eseri Seddülbahir kalesinin daha fazla bozulmayata geçirilen projenin görkemli manzarası
sının önüne geçilmesi bekleniyor.
hem de Mısır Çarşısı’nda satılacak malları
www.seddülbahir-kumkale.org
getiren gemiler yanaştığında Haliç’in telaşlı
HADICE TURHAN SULTAN,
ÇANAKKALE BOĞAZI GIRIŞINE
KALELERI YAPTIRIP VENEDIK
TEHLIKESINI AZALTTIKTAN
SONRA, ISTANBUL YENI CAMII
KÜLLIYESI PROJESINE GIRIŞTI.
koşturmacası izlenebiliyordu. Hadice Turhan,
yaşamının sonuna kadar politikayla ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun yönetimiyle aktif olarak ilgilendi. Kandiye 1669 yılında Osmanlı donanması
tarafından fethedildiğinde, adada bir Osmanlı
kimliği oluşturma çabaları çerçevesinde, ele geçirilen kiliseleri camiye çevirttirdi. Adadaki bazı
mimari projeleri destekledi.
Bununla birlikte oğlu IV. Mehmed’i, ataları
II. Mehmed ve Muhteşem Süleyman gibi önemli bir savaşçı ve devlet adamı olarak yetiştirme
çabaları pek başarılı olamadı. IV. Mehmed’in
başkent İstanbul’u sevmediği iyi bilinir; kendisine “Avcı Mehmed” lakabını kazandıran tutkusu
nedeniyle, Edirne Sarayı’nda kalıyor ve Rumeli’ndeki avlakları tercih ediyordu.
Turhan Sultan, 4 Ağustos 1683’te, Osmanlı birliklerinin talihsiz Viyana Kuşatması için
Haziran’da yola çıkmalarından kısa bir süre
sonra, 50’lerinin sonlarındayken öldü. Osmanlı
Devleti’ne otuz yıl boyunca sağladığı rehberlik ve
liderlik sona erince imparatorluğun mali ve askeri durumu bir başka kargaşa ve kararsızlık çağına girdi ve 1687’de sadrazam ve diğerleri kaosa
sert bir çözüm önerdiler: Sultan IV. Mehmed’in
Osmanlı tahtından indirilmesi.
Osmanlı tarihçisi Silahdar, Hadice Turhan’ın
ölümü üzerine, o zamanki Osmanlı tebaasının
bu müstesna kadın için kalplerinden geçeni yazmıştır: “Devletin direği göçtü.”
Seddülbahir Kalesi’nin II. Abdülhamid dönemindeki hali. Kale o yıllarda hâlâ çok iyi durumdaydı (üstte). Bugün oldukça
bakımsız durumdaki kalenin güney bölümünün denizden görünümü.
TAHT OYUNLARI
S
tar’da başlayan “Muhteşem Yüzyıl-Kösem”,
selefi “Muhteşem Yüzyıl” kadar ilgi toplar mı,
birkaç sezon boyunca sürer mi, bilmiyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü kadınlarından Kösem’in hayatına odaklanan ve 11
Kasım’dan itibaren ekrana gelmeye başlayan dizi, zengin bir oyuncu kadrosuna sahip. Kimler yok ki, oyuncular arasında… Beren Saat’ten Anastasia
Tsilimpiou ve Hülya Avşar’a, Erkin
Koç’tan Mete Horozoğlu’na, Erkan
Kolçak Köstendil’den Tülin Özen,
Esra Dermancıoğlu, Aslıhan Gürbüz ve Gülcan Arslan’a kadar birçok isim arz-ı endam ediyor bu
tarihi dizide. Dizinin ilerleyen bölümlerinde, Kösem ile Hadice
Turhan Sultan arasındaki husumete tanıklık
edeceğiz.
Bu konu NTV Tarih dergisinden özetlenerek alınmıştır.
İSTASYON
21
SÖYLEŞİ
Hesapsız, plansız gelen
büyük başarı...
Çektiği kısa film “Ziazan” ile Washington Post’a haber olan,
yönetmenliğin keyfini alınca bu yolda devam etmek isteyen bir
oyuncu Derya Durmaz. Mülteciler konusunda da uzman bir isim aynı
zamanda. “Bütün bunları bir arada nasıl yapıyor,” sorusuna yanıtı,
“Galiba hayatımla ilgili kritik kararları hesaplamadan alıyorum”
diyerek veriyor.
RÖPORTAJ: MURAT PAK FOTOĞRAFLAR: ERDEM KÜÇÜKÖZER (ATASAR FOTOĞRAFÇILIK)
D
erya Durmaz’ı oyuncu olarak tanıdık.
Tiyatro, diziler, filmler... Ama sonra
kısa film “Ziazan”la yönetmen oldu.
Arkasından “Gri Bölge” geldi. Durmaz şimdilerde bir yandan oyunculuk
yapıyor, bir yandan da ilk uzun metraj filmine hazırlanıyor. Aslında onun hayatı hesapsızlık üzerine kurulu. Çok planlı ve hesaplı olmanın insanı nasıl köreltebileceğinin canlı kanıtı…
Oyuncu olması, insan haklarıyla ilgili master
yapması, sivil toplum kuruluşlarında mülteciler
üzerine çalışması, filmler çekmesi... Hepsi biraz
da içindeki o hesapsızlığın eseri. Ama gelinen
noktada onun yaptığı her şey, bir birikim olarak
kendisine dönmüş. İşte Durmaz’ın hikâyesi...
Nasıl başladı oyunculuk serüveni?
Küçüklüğümden beri, kuzenimle birlikte aileye çeşitli
oyunlar sergilerdik. Oyunculuk yapmayı istediğim için
de vakti zamanı gelince konservatuara gitmek istedim.
Fakat ailem, “Oku, meslek sahibi ol. Oyunculuğu hobi
olarak yaparsın” deyince, ben de ekonomi okudum.
Ama tabii insan hayalinden vazgeçemiyor. Şahika
Tekand’ın Studio Oyuncuları’na giderek azmettim;
ders aldım, gerekli emeği göstererek oyuncu oldum.
22
İSTASYON
Hiç ekonomi alanında çalıştınız mı?
Birkaç yerde kısa dönem çalıştım. Çünkü hayır
demeyi pek beceremiyorum. Bununla birlikte, ekonomi eğitiminin bana belli bir altyapı sağladığını
düşünüyorum. Son aşamada oyunculuğu profesyonel olarak yapabileceğime inanınca, bu tür işleri
bıraktım. Ama rahat durmadım tabii. Yine hesapta
yokken insan hakları üzerine master yapmaya başladım. Sonra da oyunculukla, sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarla geçen yıllar...
Peki, hangi filmler, diziler iz bıraktı sizde?
Ciddi anlamda ilk defa “Ihlamurlar Altında” dizisinde çalıştım. Açıkçası o dizide fakir oğlan, zengin
kız meselesinin toplumda ötekileştirilen kesimler
üzerinden anlatılacak olmasına çok sevinmiştim.
Bu dizi sayesinde, popüler iş yapmanın, suya sabuna dokunmayan işler yapmakla eş anlamlı olmadığını anladım. Dizi de epey ilgi gördü.
Bu ilgi Türkiye ile sınırlı kalmadı sanırım…
Evet, Fas’a gitmiştim; orada dolaşırken birileri beni
durdurarak imza istedi. İşte o zaman, Ihlamurlar Altında dizisinin yurtdışında ne kadar etkili olduğunu
anlamıştım.
İSTASYON
23
SÖYLEŞİ
Kaç festival gezdi, kaç ödül aldı?
43 festivalde gösterildi. Merak edip saydım, 19 ülke gezmiş.
11 ödül aldı. Benim için şöyle bir anlamı var filmin dünyayı
dolaşmasının. Sınırların kapalı olduğu bir yerde bir bavul
içinde çikolata almak için yolculuk yapan küçük bir kızın
öyküsü sınırları aştı, gezip duruyor. Galiba bir şeyin kendi
içindeki anlamı, dış dünyada da bir karşılık buluyor.
“İkinci filminiz ‘Gri Bölge’ bu başarı üzerine mi çekildi”
diye soracağım, ama orada da kesin bir hesapsızlık vardır?
Evet, maalesef onu da hesapsızca çektik. “Bugünün Saraylısı” dizisinde oynuyorduk. Rol arkadaşım Nazan Kesal’dı.
Eskiden yazdığım bir hikâye vardı, bekâretin yitirilmesiyle
ilgili. Ama geniş anlamda. Herhangi bir şeyin formunun
değişmesi üzerine aslında. O hikâyedeki anne, bana Nazan
Kesal’ı hatırlatıyordu. Nazan’a bahsettim. Okudu hikâyeyi.
“Aaa, biz bunu çekeriz” dedi. Çünkü iki mekânda geçen
iki günde çekilecek bir filmdi. Sonra işe giriştik. Emine
Yıldırım ilk filmdeki gibi yapımcım oldu. Meryem Yavuz
görüntü yönetmenliği yaptı. Yani kadınların bir araya geldiği, kolektif bir anlayışla kotarılan bir film yaptık. Açıkçası
kadın ağırlıklı bu çalışma, bana iyi geldi. O film de dünyayı
dolaşıyor.
“SINIRLARIN KAPALI OLDUĞU
BIR YERDE, ÇIKOLATA ALMAK
IÇIN BIR BAVUL IÇINDE
YOLCULUK YAPAN KÜÇÜK BIR
KIZIN ÖYKÜSÜ SINIRLARI AŞTI,
GEZIP DURUYOR.”
Peki ya filmler… Geçen yıllar içinde hangi filmler kaldı
aklınızda?
“Mavi Dalga”yı çok severim. İki kadın yönetmenin yazıp
çektiği bir filmdi. Açıkçası iki kadın yönetmenin birlikte
nasıl çalışabildiğini gözlemlemek açısından da son derece
önemliydi benim için. Çünkü iki kişi olsalar da tek ses olmaları gerekiyordu filmin sağlıklı çekilmesi için. Onlar da
tek ses olabilmeyi çok iyi becerdiler.
Belki de yönetmenlik yapmayı içten içe düşündüğünüz
için böyle bir gözlem yaptınız...
Bunu bilemiyorum. Aklımda aslında yönetmen olmak
gibi düşünce yoktu. Ama demek ki bilinçaltında böyle bir
durum varmış. Sonradan düşünüyorum da işin mutfağında yaptığım gözlemlerin üzerimde iyi bir etkisi oldu.
İlk filminiz “Ziazan”ı çekme serüveni nasıl oluştu?
Galiba hayatımla ilgili kritik kararları, hesaplamadan alıyorum. “Ziazan”ı çekmem de böyle oldu. Gazetede Türkiye-Ermenistan arasındaki bavul ticaretiyle ilgili bir haber
okuduğumda başladı her şey. İki ülke arasında sınır kapalıydı. Ama gerek iki ülkenin vatandaşları, gerekse otobüs firmaları ve kargo şirketleri arasında ticari bir ilişki
oluşmuş. Haberde de kargo şirketi fiyatları artırınca söz
konusu ticari ilişkinin nasıl sekteye uğradığı anlatılıyordu. O bavul ticareti haberi, bende kendi hayatımdan bir
şeyler çağrıştırdı ve “Ziazan”ın hikâyesini yazdım. Sonra
Ermenistan’daki film festivaline katıldım. Orada proje
ödül alınca, çekim aşamasına geldik.
24
İSTASYON
Çektiğiniz film, tüm dünyayı dolaştı. Hesapsız başlayan bir
süreç sonunda, beğenilen bir film çekmiş oldunuz...
Açıkçası bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmemiştim. Arkadaşlarım arasında bir espri meselesi haline geldi “15 dakikalık
bir filmle dünyayı dolaşıyorsan, uzun metraj çekince uzaya
gidersin her halde” diyorlar. Bu işin latifesi tabii. Film, Türkiye-Ermenistan arasındaki sorunların ağırlığı düşünülürse,
küçük bir kız çocuğunun bavul ticareti üzerinden çok sevdiği
çikolataya ulaşmasını anlatıyor. İnsanlarda pozitif bir duygu uyandırıyor. Film bittiğinde, “Mülteci” filminde birlikte
çalıştığımız yönetmen Reis Çelik’e izlettirmiştim. Çok güzel
yorumlarda bulundu. “Mutlaka Berlin Film Festivali’ne göndermelisin” demişti. Biraz da onun motivasyonuyla festivallere başvuru yaptık. İlk filmim olduğu için acemice başvurulardı bunlar. Paris’teki bir festivalden kabul edildiğine dair
haber geldi. Ben de katıldım. Entelektüel bir çevrenin takip
ettiği bir festivaldi. Orada filmi jüri izleyince, bir yaşlı üye geldi ve “çok teşekkür ederiz” diyerek tebrik etti. Çünkü seçkideki filmler, ağır konuları büyük bir ciddiyetle anlatıyormuş.
Benim filmim pozitif bakış açısı ve umut veren yanıyla öne
çıkmış. Sonra Hamburg Kısa Film Festivali’ne kabul edildi.
Burası kısa film dünyasının yakından takip ettiği bir festival.
Festivalde “Ziazan” büyük ödülü kazanınca filmin önü açıldı.
Dünya turuna çıktı... Sonra Amerika’da bir festivale seçildi.
Gitmeden önce bir telefon geldi. Telefonun öbür ucundaki
kişi, “Ben Washington Post’ta yazıyorum, sizinle filminiz
üzerine konuşmak istiyorum” diyordu. “Tamam” dedim ve
gazetede tam sayfa haber oldu. Halen film festivallerden davet alıyor ve ben de gönderiyorum.
Sırada uzun metraj mı var?
Olabilir, aklımda bir şeyler var. Kısmet diyelim. Çünkü
hesaplı, planlı bir şey yapmayı pek beceremiyorum. Ama
aklımdakini anlatayım. Başak Sanat Vakfı ile bir proje
geliştirdik. Türkiye’de sosyal imkânlara ulaşma zorluğu
çeken çocuk ve gençlere yönelikti. 14 ilde çocuklara sinema atölyesi düzenleyip onların kendilerini ifade etmeleri
için kısa filmler çekmelerini sağlayan bir projeydi bu. Bir
“DAHA GÜÇLÜ OLANIN
REFAHI IÇIN DAHA ZAYIF
OLANIN SÖMÜRÜLDÜĞÜ
BIR SISTEM DOYGUNLUK
NOKTASINA GELDI.
ZATEN YAŞADIĞIMIZ
ŞEY DE NORMAL DEĞIL.
INSANLIĞIN MESELELERE
BAŞKA ŞEKILDE BAKMASI
GEREKEN NOKTADAYIZ
ARTIK.”
yıldır sürüyor. Soma’da madenci çocuklarıyla, mülteci
kamplarındaki çocuklarla, mevsimlik işçilerin çocuklarıyla da çalıştık. Her yerde çok güzel deneyimlerim oldu.
Batman’da bir Yezidi çocukla tanışmıştım. Onun yaşamından çıkan bir hikâye var aklımda. Onun hikâyesini
anlatmak istiyorum.
Mülteciler sizin kaderiniz galiba. Yıllarca mülteciler üzerine çalıştınız. Şimdi de bir mülteci çocuğun hikâyesini
anlatmaya çalışıyorsunuz. Günümüzde bu konu çok tartışılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
İtalya’da bir festivaldeydim. İtalyan bir arkadaşla konuşurken, bir başka Avrupalı arkadaşımız, “Bu mülteci sorunu
ne olacak” diye soruyor ve hayıflanıyordu. Ama bunu söylerken sanki yeni bir sorundan bahseder gibiydi. İtalyan
arkadaşımla bakıştık ve o dayanamadı, “Mülteci sorunu
epeydir var. Ama şimdi Avrupa’nın kapısına mülteciler dayanınca, meselenin ciddiyeti anlaşıldı” dedi. Çok doğru bir
tespitti. Şimdi Suriye savaşı nedeniyle gündemde. Ama öncesinde, yıllarca Türkiye’nin sınırlarından çok mülteci geçti. İtalya sınırlarında çok mülteci öldü. Maalesef insanlığın
böylesi büyük sorunlara dikkat kesilmesi için bir büyük
dramın yaşanması gerekiyor galiba. Aylan’ın kıyıya vuran
cansız bedeni bu sorunu gündeme getirdi.
Sizce bu sorunun çözümü nedir?
Son G-20 Antalya Zirvesi’nde bazı işadamları, sorunun kapitalizmde olduğunu söyledi. Artık mülteci sorunu, “dünyanın bir yerinde savaş çıkar; savaştan kaçan siviller başka
ülkelere giderler, başvuruda bulunurlar, başvuruları değerlendirilir” şeklinde bir bakış açısının çok ötesinde… Daha
güçlü olanın refahı için daha zayıf olanın sömürüldüğü bir
sistem doygunluk noktasına geldi. Zaten yaşadığımız şey
de normal değil. İnsanlığın meselelere başka şekilde bakması gereken noktadayız artık.
Festival gezmeleri sırasında Wim Wenders, Jane Campion gibi isimlerle yolunuzun kesiştiği biliyoruz. Kaldı mı
izleri?
Jane Campion ile Hindistan’da bir festivalde karşılaşmıştık. Olmayan bir festivale davet edilmişiz meğer. Bu tuhaf
durum, bizi yakınlaştırmıştı. Çok sakin bir kadın. Yaşanan
aksilik karşısında bile, o sakinliğini koruyordu. Aslında
böylesi bir büyük yönetmenle ilk defa karşılaşıyordum.
Sinema sektöründe kadın olma durumu üzerine çok konuştuk. O kadar önemli bir yönetmen bile bir sürü sorun
yaşamış. Bana kişisel bir tavsiye verdi ve yoga yapmamı
önerdi. Çünkü krizler karşısında sakin olmak gerekiyor.
Biz bunu pek beceremiyoruz. Öte yandan Wim Wenders
ile de Toronto Film Festivali’nde karşılaştık. Festival kapsamında, usta sinemacılar gelip seçilen yetenekli senarist
ve yönetmenlerle yaratıcılık atölyesi yapıyor. Wim Wenders, bize deneyimlerini aktardı. Filmlerini nasıl çektiğinden, nerelerde nasıl hata yaptığına kadar her şeyi anlattı.
Şunu gördüm: Deneyimlerini, bilgilerini büyük bir özgüvenle paylaşıyor. Bizim toplumda düşünün kimse bilgisini
paylaşmaz. Bilginin efendisi olmak ister. Bu anlamda koca
koca sinemacıların böyle paylaşımları çok mutlu etti.
İSTASYON
25
KARİYER
Başarıya
davetiyeyi
ne çıkarır?
Sıra dışı insanların başarıları,
kişisel yetenekleriyle bir tutulur.
“Bazı insanlar neden başarılı
olurlar” alt başlığıyla yayınlanan
“Çizginin Dışındakiler” kitabının
yazarı Malcolm Gladwell ise
bunun tam da böyle olmadığı
kanaatinde. Gladwell’e göre
başarıda gizli avantajlar,
olağanüstü fırsatlar, kültürel
miras gibi değerler söz konusu.
M
ediacat tarafından dilimize kazandırılan
“Outliers / Çizginin Dışındakiler” adlı kitap,
başarılı kişilerin yaşamlarına odaklanıyor.
Ama bambaşka bir bakış açısı ve kriterler eşliğinde. Zira bu kitapta ele alınan asıl mevzuu, başarıda kişisel yeteneklerin yanı sıra tarihsel ve sosyal birtakım olguların da rol oynadığı. Diğer bir ifadeyle
başarıda gizli avantajların, olağanüstü fırsatların, çok çalışmanın ve dünyaya farklı anlamlar vermeye olanak tanıyan kültürel mirasın da önem taşıdığı.
Yazar Malcolm Gladwell, “Çizginin Dışındakiler”deki
anlatısına sıra dışı bir örnekle başlıyor. “Roseto’nun Gizemi” adlı bu bölümde, İtalya’daki Roseto kasabasına odaklanılıyor. Roma’nın yaklaşık 320 kilometre güneydoğusundaki bu kasabada yaşayanlar, 1800’lü yılların son
çeyreğinden itibaren gruplar halinde Amerika’ya göç eder-
26
İSTASYON
İSTASYON
27
KARİYER
ler. Kısa zamanda Pennsylvania’da kendilerine ait yeni bir
yaşam kurarlar. Sonradan adını Roseto koyacakları bu yeri
oluştururken, her şeyiyle İtalya’daki kasabalarına benzemesini isterler. Göçün üzerinden neredeyse 50 yıl geçtiğindeyse (1920’ler), çevresindeki toplum tarafından hiç tanınmayan, kendi kendilerine yetebilen küçük bir dünya yaratırlar.
Amerikan tarihinin göçler sayesinde yazıldığı düşünülürse Pennsylvania’daki Roseto kasabası, hayret verici olmasa gerek. Ancak kitabının temelini bireyin gelişiminde toplumun önemi üzerine kurgulayan Glawell’in bu örneği boşuna
sunmadığı da aşikâr, zira o kendi savına örnek oluşturması amacıyla, Roseto’da çalışmalar yapan Dr. Stewart Wolf’un
deneyimlerine başvuruyor. 1950’li yıllarda Amerika’da kalp
krizi yaygın olmasına rağmen, Roseto kasabasının 55 yaş altındaki sakinlerinde kalp hastalığına rastlanmaması, kalp
hastalıkları nedeniyle 65 yaş üzerindeki ölümlerinse tüm ülke
genelinin neredeyse yarısına tekabül etmesi, Dr. Wolf’un ilgisini çeker ve ekibiyle birlikte incelemelere başlar. Araştırma,
kasaba sakinlerinin intihara meyletmediğini; alkol, ilaç ya
da uyuşturucu bağımlısı olmadığını; üstelik sosyal yardımlardan yararlanmadığını gösterir. Ekip ayrıca, bu kasabada
komşuluk ilişkilerinin son derece geliştiğini; 2 binden az nüfusuna rağmen, 22 sivil toplum kuruluşunun bulunduğunu; üç kuşağın aynı evde yaşadığını; toplumun zenginlerinin
28
İSTASYON
mütevazı bir hayatı olduğunu; başarısızlara yardım etmeyi
teşvik eden eşitlikçi bir hayat felsefesinin hüküm sürdüğünü tespit ederler. Modern hayatın baskılarından kendilerini
soyutlayan halk, güçlü bir sosyal yapı oluşturmuş ve yarattıkları bu dünyada sağlıklı kalmayı başarmışlardır. Tüm bu verilerden yola çıkan Dr. Wolf, tıp camiasını bireye değil, bireyin içinden çıktığı topluma odaklanılması konusunda ikna
etmek için hayli çaba harcar.
FIRSATLARI DEĞERLENDIRMEK!
Kitabını “Fırsat” ve “Miras” adıyla iki temel kısma ayıran
Gladwell, “Fırsat”ta “Matta Etkisi”, “10 bin Saat Kuralı”, “Dehaların Sorunu”, “Joe Flom’dan Alınacak Ders” alt başlıklarına yer veriyor.
Matta İncil’indeki “Çünkü kimde varsa ona daha çok verilecek, kimde yoksa kendisinde olan da elinden alınacak” sözlerinden esinlenilen “Matta Etkisi” adlı bölümde, dünyanın
en iyi yıldızlar ligi olarak kabul edilen Kanada Hokey Ligi’ne
odaklanılıyor. Bireysel liyakat üzerine kurulduğuna ve oyuncuların eşit koşullarda elemeden geçirildiğine inanılan bu
sistem, farklı bir bakış açısıyla ele alınıyor… Kanada’da hokey
ligine seçilebilmek için 10 yaşını doldurmak şart. 2 Ocak’ta
on yaşını dolduran bir çocukla, aynı yılın 30 Aralık’ında on
yaşını dolduran çocuğun fiziksel gelişiminde önemli farkla-
rın bulunduğuna dikkat çeken yazar, yılın başında doğan çocuğun diğerleri karşısında avantajlı olduğunu belirtiyor. “Bu
da çocukları yıllarca uzayıp giden başarı ve başarısızlık, teşvik etme ve cesaret kırma modelleri içine hapsediyor. Çocukları erken yaşta, anaokulunda ve birinci sınıfta değerlendirdiğimizde, öğretmenler yetenek ve yaşı karıştırıyor. Bunun
yaşanmadığı tek ülke Danimarka, 10 yaşına kadar hiçbir yetenek sınıflandırmasına girmedikleri ulusal bir politikaları
var” diyen Glawell, uygulanan yöntemler ve düşünce biçimleriyle bazı insanların daha ilk başlarda başarısızlığa mahkûm
edildiğini de böylece gözler önüne seriyor.
“Fırsat” bölümünün ikinci maddesi “10 bin Saat
Kuralı”ndaysa, daha ziyade bilgisayar sektöründen örnekler
var. İlk örnek internetin Edison’u denilen; Michigan ve Berkeley üniversitelerini tamamladıktan sonra Sun Microsystems’in
kurucuları arasında yer alan, Java ve UNIX’i tekrar yazan
Bill Joy. Glawell, bütün katılımcılarının yetenek ve başarılarıyla değerlendirildiği bilgisayar camiasında başarının anahtarının hazırlık olduğunu söylüyor.
Araştırmacıların, herhangi bir alanda
uzmanlaşmak için yaklaşık 10 bin saate ihtiyaç olduğu konusunda hemfikir olduğuna vurgu yapan yazar, Bill
Joy’un da bu fırsatı elde ettiğini belirtiyor. 1970’de 100 kişinin aynı anda
programlama yapabildiği yeni işletim sistemine sahip bilgisayarlardan
birinin Michigan Üniversitesi’nde
olmasını Joy’un şansı olarak gören
Glawell, böylece onun günde sekizon saat programlama yapabildiğini;
Berkeley'de de gece gündüz programlama yaparak oradaki ikinci yılında
ustalaştığını, yani 10 bin saate ulaştığını ifade ediyor.
Yazara göre bu durum Bill Gates için de geçerli. Varlıklı bir aileye mensup Gates’in seçkin ailelerin
çocuklarını eğiten bir okula gönderilmesi ve bu okulun, öğrencilerine programlamayı yeni gelişmeye başlayan zaman
paylaşımlı bir terminal üzerinden öğretmesi, aslında birçok
şeyin tohumlarının atılmasını da sağlar. 1968’de, henüz sekizinci sınıftayken gerçek zamanlı programlamayla tanışan
Gates, kendi ifadesiyle sekizinci sınıftan lise bitene kadar geçen beş yıl içinde, programlama konusunda tanıdığı herkesten daha çok şey öğrenir. Kendi yazılım şirketini kurmak için
Harvard’ı terk ettiğinde, tam yedi yıldır program yapıyordur,
bu da 10 bin saatin çok ilerisindedir.
Gladwell’e göre hem hokey oyuncuları hem de Bill Joy ve
Bill Gates, yadsınamayacak kadar yetenekliydiler ve önlerine çıkan sıra dışı fırsatlardan yararlandılar. Bununla birlikte onların doğum tarihleri de son derece önemliydi: “Kişisel
bilgisayar devriminde en önemli tarih Ocak 1975, yani Popular Electronics dergisinin Altair 8800 adlı olağanüstü makineyi kapak yaptığı tarihtir. 1975’te içinde bulunduğunuz ideal yaş, yaklaşan devrimin bir parçası olabilecek kadar küçük,
ancak onu kaçırmayacak kadar büyük olmalıydı. Yani 1954
ya da 1955 doğumlu olmak gerekiyordu. Nitekim Bill Gates
28 Ekim 1955, Paul Allen 21 Ocak 1953, Steve Balmer 24
Mart 1956, Steve Jobs 24 Şubat 1955, Eric Schmidt 27 Nisan
1955 doğumluydu” diyen Gladwell, bu kişilerin başarılarının
sadece kendi eserleri değil, içine doğdukları dünyanın ürünü
olduğuna dikkat çekiyor.
“Dehaların Sorunu” bölümüne gelince… Bu bölümde yazar,
1920’li yıllarda, Stanford Üniversitesi’nden Lewis Terman’ın
Termitler adını verdiği ve IQ’su 140 üzerindeki 1470 çocukla yaptığı araştırmaya odaklanıyor. Bireyin yaşamında IQ’nun
çok önemli olduğunu ve geleceği şekillendirecek kişilerin yüksek IQ’lu olanlar arasından seçilmesi gerektiğini savunan
Terman’ın görüşleri, bugün de kabul görüyor. Fakat yazar, başarıyla IQ arasındaki ilişkinin ancak 120’ye kadar devam ettiğine, IQ’su 130 olan bir kişinin Nobel alma olasılığının, IQ’su
180 olanla aynı olduğuna dikkat çekiyor. Terman’in “Zekâ
ve başarının mükemmel bir karşılıklı ilişkiye sahip olmaktan uzak olduğunu gördük” sözlerini de tezine dayanak yapıyor. Bu bölümde iki örneğe yer veriyor Gladwell. Bunlardan
ilki Amerika’nın en zeki insanı Chris
Langan ki, IQ’su 195. Ekonomik nedenlerle zor bir çocukluk geçiren Langan, liseden sonra burslu olarak Reed
College’a gider, ama annesinin bir evrakı okula göndermeyi unutması nedeniyle bursunu kaybeder. Bir süre
inşaat işçiliği yaptıktan sonra Montana Eyalet Üniversitesi’ne başlar. Ancak orada da kalamaz ve üniversiteyi
bırakır. Bir yandan çalışıp bir yandan
da derin matematik, felsefe ve fizik
okur. “Evrenin Bilişsel Kuramsal Modeli” adlı yazısı, akademik referanslar
olmadığı için bilimsel bir yayında yer
almaz. “Langan, köklü bir eğitim kurumunda entelektüel enerji ve özgüveni yakalamış olsaydı, bu hazin yalnızlık hikâyesi yerini bambaşka bir
şeye bırakacaktı” diyen Gladwell’in
ikinci örneği ise II. Dünya Savaşı sırasında nükleer bomba geliştirmeye öncülük eden ünlü fizikçi Robert Oppenheimer’in
yaşamı. Üçüncü sınıfta laboratuvar deneyleri yapan, beşinci sınıfta fizik ve kimya öğrenen, dokuz yaşındayken Latince
sorulara Yunanca cevap verebilen Oppenheimer, depresif bir
yapıya sahiptir. Önce Harward, sonra da Cambridge’e gider.
Orada çalışmalarında istediği yönlendirmeyi yapmadığı için
nefret ettiği Nobel Ödüllü danışmanını zehirlemeye kalkar.
Üniversite idaresi Oppenheimer’in gözetim altında tutulmasına ve düzenli olarak psikiyatrla görüşmesine karar verir. “Bir
tarafta basit bir başvuruyu yapmadığı için bursunu kaybeden
Chris Langan, diğer tarafta danışmanını zehirlemeye kalkan
Oppenheimer. İkisi de dahi ve diğer yönlerden de çok farklı”
diyor Gladwell ve ekliyor: “Üstün zekâlılarla ilgili araştırmaya
dönersek; çocukluklarında aralarında hiçbir fark olmayan bu
grubun sonraki yaşamlarında başarılı ve başarısız olmalarını
belirleyen önemli faktörlerden biri de çevrelerinde onları dış
dünyaya hazırlayan insanların bulunması veya bulunmaması.
Langan gibi dünyanın en zeki insanı olsanız bile, bunu tek başınıza başaramıyorsunuz.”
GLADWELL’IN KITABINDA KIMI HAK
EDILMIŞ, KIMI HAK EDILMEMIŞ; KIMI
KAZANILMIŞ, KIMI SADECE ŞANSLA
GELMIŞ, ANCAK HEPSI KIŞIYI,
O KIŞI YAPAN AVANTAJLARDAN VE
MIRASLARDAN ÖRÜLÜ AĞIN ÜRÜNÜ OLAN
BIRÇOK BAŞARI HIKÂYESI VAR. BÖYLE
DEĞERLENDIRILDIĞINDE YAZARIN DA
ALTINI ÇIZDIĞI GIBI, “ÇIZGININ DIŞINDAKI,
HIÇ DE ÇIZGININ DIŞINDAKI DEĞIL”.
İSTASYON
29
KARİYER
“Fırsatlar” bölümünün son alt başlığı “Joe Flom’dan Alınacak Ders”te yazar, Museviler özelinde toplumsal ve ekonomik gelişmelerin başarıyı nasıl etkilediğini irdeliyor. Bu bölümde ailesi Doğu Avrupa’dan göçen Joe Flom ve Romen
asıllı Mort Janklow isimli New Yorklu iki Musevi avukatın
merdivenleri tırmanış öyküleri anlatan Gladwell, onların doğum tarihleriyle elde ettikleri başarı arasında bir bağ
olup olmadığını da sorguluyor. Her iki ismin ortak yanı
1950’lerden sonra iş hayatına
atılmış olmaları ve babalarından çok daha fazla başarı elde
etmeleri. Bu durumu doğum
tarihlerinin yarattığı şans olarak niteleyen Gladwell, 19031911 ve 1912-1917 arası doğanları karşılaştırıyor. Yazara
göre 1911’den önce doğanlar,
son derece kıt iş imkânlarının
olduğu Büyük Buhran’ın zirvesinde mezun oldular ve
30’lu yaşlarında II. Dünya Savaşı nedeniyle dezavantajlı bir
konuma geldiler. 1915’de doğanlarsa Büyük Buhran'ın kötü
dönemi geçtikten sonra mezun oldular, dolayısıyla biraz
daha avantajlıydılar. “Başarı için, kendimiz veya ailemizin
sunduklarının yanında, tarihteki özel yerimizin de bize fırsat
yaratması gerekir” diyen yazar, o yıllarda New York’ta büyük
bir avukat olmak için yaratıcı ve itici gücün yanı sıra ailenizin
anlamlı işler yapmış olmasının ve 1930’ların başında dünyaya gelmenizin neredeyse şart olduğunu söylüyor.
BÜYÜK BIR MIRAS DEVRALMAK
Malcolm Gladwell, kitabının ikinci kısmını
“Miras”ın önemine ayırıyor. “Kentucky Harlan”, “Uçak Kazalarına İlişkin Etnik Kuram”, “Çeltik Tarlaları ve Matematik Testleri”, “Marita’nın Pazarlığı” başlıkları altında
topladığı bu kısımda, başarının kültürel mirasla ilgisine değiniyor.
“Kentucky Harlan”da yazar, Kentucky’nin
güneydoğusundaki Harlan kasabasını mercek altına alıyor. 1819’da sekiz göçmen aile
tarafından kurulan kasabanın ilk yerleşimcileri, dağ eteklerinde domuz ve koyun bakıp
küçük çiftliklerde kıt kanaat yaşarlar. Kuş
uçmaz kervan geçmez kasabada, Howard
ve Turner aileleri arasında yaşanan kan davası nedeniyle onlarca kişi hayatını kaybeder. Aslında bu, bölgenin yabancısı olduğu
bir durum değildir, zira o zamana kadar birçok kan davası,
faili meçhul cinayet vardır. Sosyologlar tarafından “onur kültürü” olarak tanımlanan kan davalarına, daha ziyade Sicilya
ya da İspanya’nın Bask Bölgesi gibi dağlık ve verimsiz alanlarda rastlanır. Issız Amerikan Bölgeleri’ni mesken tutanlar,
MALCOLM GLADWELL: “KÜLTÜREL
MIRAS, DERIN KÖKLERE SAHIPTIR
VE KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARILIR.
ONLARI YARATAN EKONOMIK, SOSYAL
VE DEMOGRAFIK KOŞULLAR YOK
OLDUĞUNDA BILE, NEREDEYSE HIÇ
BOZULMADAN TAVIR VE DAVRANIŞLARI
YÖNLENDIRIR VE BU YÜZDEN GÖZ ARDI
EDILEMEYECEK KADAR ÖNEMLIDIR.”
30
İSTASYON
yaşadıkları bölgenin karmaşık ve acımasız yapısına, aile bağlarına sadakati her şeyin üzerinde tutarak karşılık verirken
belli bir kabile kültürünün sürdürülmesine de aracılık ederler. Aradan neredeyse bir asır geçtikten sonra üniversitelerde yapılan bir testte Issız Amerikan Bölgeleri’nden gelen öğrencilerin, aileleri artık tarım ve hayvancılıkla ilgilenmediği
halde tıpkı ataları gibi tepki verdiğini belirten Gladwell, “Kültürel miras, derin köklere sahiptir ve kuşaktan kuşağa aktarılır. Onları yaratan ekonomik, sosyal ve demografik koşullar
yok olduğunda bile, neredeyse hiç bozulmadan tavır ve davranışları yönlendirir ve bu yüzden göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir” diyor.
“Uçak Kazalarına İlişkin Etnik Kuram” bölümünde yazar,
1990 yıllarda Kore Hava Yolları’nın uçaklarının sık sık düşmesine, 1999’dan itibarense aynı şirketin neredeyse lekesiz hale
gelmesine yoğunlaşarak, mucizeyi kültürel mirasın öneminin
keşfedilmesine bağlıyor. “60’lı yıllarda IBM Avrupa’nın İnsan
Kaynakları çalışanı Geert Hofstede’nin elde ettiği veri tabanı
üzerinden geliştirilen ve kültürlerarası psikolojide önemli bir
yere sahip Hofstede Boyutları adlı çalışmanın en önemli buluşu Güç Mesafesi Endeksi’ydi. Bu endeks, belli bir kültürün
otoriteye ne kadar değer verip saygı duyduğuyla ilgiliydi” diyen yazar, pilotların güç
mesafesi endeksleri ölçüldüğünde en yüksek Brezilya’nın,
ardından da Güney Kore’nin
geldiğini belirtiyor. Kültürlerinin havacılık dünyasına uymayan yönlerini değiştirmek
isteyen Koreliler, yeniden biçimlenmek için eğitim görürler ve bu büyük problem
karşısında umutsuzluğa kapılmazlar. Kore Havayolları,
kültürel miraslarının kendilerine dayattığı roller içine hapsolmamaları için işe pilotların
İngilizce seviyelerini yükselterek başlar. Böylece pilotların
kendilerini bağlayan rollerin dışına çıkacağına inanırlar. Sonuç mu? Sonuç, artık düşmeyen uçaklardır…
Kültürel mirasla matematik arasında da bir bağ olduğuna
inanan yazar, “Çeltik Tarlaları ve Matematik Testleri” adlı bölümde Uzakdoğu’ya, özellikle de Çin’e yer veriyor satırlarında.
Uzakdoğu ülkelerinin birçoğunda rakamları ifade eden kelimelerin son derece kısa olduğuna dem vuran ve bunun öğrenmeyi kolaylaştıran bir metot olduğunu belirten yazar, batılı çocukların üçüncü ya da dördüncü sınıfta matematiğe yönelik
ilgisini kaybetmesini dil yapısının bozukluğunun yanı sıra kurallarının karmaşık ve keyfi olmasına bağlıyor. “Peki, konunun
çeltik tarlasıyla ne ilgili var” diye sorusunun yanıtıysa şu: “Karmaşık bir yapısı olan çeltik tarlalarından ürün elde etmek, çok
yoğun çalışma, sabır ve bir dizi beceri gerektirir… ‘Yılda 65 gün
yataktan güneş doğmadan önce kalkabilen hiç kimse, ailesini
zengin etmekte başarısız olmaz’ atasözünü benimseyen Çinliler, çeltik tarlalarında büyük bir belirsizlik ve yoksulluk içinde çok çalıştılar. Üniversitelerde ya da herhangi bir iş yerin-
de Çinlilerin herkesten çok çalışmasının nedeni de nesilden
nesle aktarılan bu kültürel mirastır.” Bu durumun Asyalılara
başta matematik olmak üzere birçok alanda avantaj kazandırdığını belirten yazar, çeşitli araştırmaların, öğrenmeyi sınırları zorlamak için çabalama, kesinlikle pes etmeme ve doğruyu
bulduğuna emin olma olarak formüle ettiğini söylüyor. Çabalamaya niyetliyseniz ve ısrarcı davrandığınızda ustalık kazanıyorsunuz; bu bir yetenekten ziyade tavır meselesi ve bu tavrın
da kültürel kökeninizden gelmesi kuvvetle muhtemel. Uzak
doğulu bir öğrencinin çözemediği bir matematik probleminin
üzerinde, aynı problemi çözemeyen bir batılı öğrenciye göre
iki kat daha fazla vakit harcadığı biliyor ki, onları matematikte
daha başarılı yapan da bu…
“Marita’nın Pazarlığı” bölümünde yazarın seçtiği örnek
Amerikan eğitim sistemiyle ilgili. “19’uncu yüzyılın başlarında ABD’de, ülkedeki bütün çocukların okula gitmesi, orada
okuma yazma ve temel matematik derslerini alması gerektiğini düşünen ve devlet okullarının yaygınlaşmasını savunan
reformcular vardı” diyor yazar. Hal böyleyken aynı reformcuların fazla bilginin zihni yorduğuna ve sağlığını bozduğuna dair kanaatleri, uzun yaz tatillerinin ortaya çıkmasına vesile olur. Ancak bu tatiller,
dar gelirli ailelerin çocukları için dezavantaj oluşturur, zira onlar tatillerde yaz
okullarına ya da diğer sosyal
aktivitelere katılamazlar.
1990’ların sonunda New
York’un en yoksul semtlerinden birinde KIPP Academy adında pilot bir okul
açılır. Yoksul Afrikalı ve İspanyol göçmenlerin çocukları, kurayla bu okula seçilir.
KIPP Academy kısa sürede
büyük başarı kazanır. Başarısının temelindeyse kültürel mirası temel alan bir
müfredata sahip olmasıdır.
Derslerin saat 07.20’de başladığı KIPP Academy, çocukları gün boyunca okulda tutacak, çok ve verimli çalışmalarını sağlayacak bir sistemi baz
alarak eğitim verir. Sabır, motivasyon, teşvik, eğlence ve ödülü bir arada sunar. Duvarlarını öğrencilerinin dışarıda kazandığı başarı sertifikaları ve kabul edildikleri üniversitelerin
flamalarıyla süsleyen okul, 50'den fazla şubesiyle muhteşem
bir çalışmaya imza atar.
“Çizginin Dışındakiler”in son bölümünde kendi kültürel mirasına ait bir hikâyeyi de okurlarıyla paylaşan Malcolm Gladwell, anlatısındaki son noktayı şu sözlerin ardından koyuyor: “İnsanının kökenleri konusunda dürüst olması
ve başarısının altında yatan nedenleri tarafsız ve samimi olarak değerlendirmesi ve kendi şahsına bağlamaması gerekiyor. Bu durum, bu kitaptaki başarı hikâyeleri anlatılan tüm
insanlar için geçerli. Kimi hak edilmiş, kimi hak edilmemiş;
kimi kazanılmış, kimi sadece şansla gelmiş, ancak hepsi o kişiyi kişi yapan avantajlardan ve miraslardan örülü ağın ürünü. Çizginin dışındaki, hiç de çizginin dışındaki değil.”
İSTASYON
31
GEZİ
Bir kış masalı
Rüzgâr ve yağmurun özene bezene işlediği Kapadokya’nın
büyüsü, karın üzerini örtmesiyle daha da güçleniyor.
Dinlendirici kar sessizliğinde resim gibi vadilerde yürüyüş
yapıp esrarengiz bir atmosfere sahip mağaralar ve yeraltı
şehirlerinde ilerlerken kendinizi, fantastik bir öykünün
YAZI: TÜMAY YAZICI
içinde gibi hissetmeniz, işten bile değil.
32
İSTASYON
İSTASYON
33
GEZİ
S
oğuk bir kış gününde, sabahın dördünde sıcacık
yatağımdan kalkıp dışarı çıkacağım için kendimi çok da şanslı hissettiğim söylenemez. Uyku
sersemi, giyinip aşağıya iniyor, beni alacak aracı beklemek üzere otelin girişinin önünde, diğer “yarı
uyurların” yanına geçiyorum. Hepimiz bir yandan kapanmak için yer arayan gözkapaklarımızla mücadele ederken, bir yandan da esnemekten yırtılacak diye
ağzımız için endişeleniyoruz... Araç yaklaşırken muhtemelen herkesin aklında tek bir şey var: Varana kadar kestirebileceğim iyi bir yer bulmalıyım. Araç geliyor, sessizce binip bulduğumuz ilk yere oturuyoruz.
Bu saatte görebileceğim ne manzara varsa hiçbirini kaçırmamak için uykuma söz geçirmeye çalışıyorum.
Vardığımızda soğuk yüzünden bu kez araçtan inmekte
zorlanıyoruz. “Olay yerine” doğru yavaş yavaş ilerliyoruz; sağımızda solumuzda yere uzanmış devasa renkli formlar, bulunduğumuz coğrafyanın psikedelik etkisini güçlendiriyor. Biz sıcak içecek ve atıştırmalıklarla
kendimize gelmeye çalışırken görevliler, yerde yatan
şekle sıcak hava üflüyorlar. Bir anlığına kötü bir büyüyle yere serilmiş iyi yürekli ejderha dostlarına yardım etmeye çalışan asil şövalyeler geliyor gözümün önüne. Ve
“kahramanlarımızın” yaptığı, yavaş yavaş etkisini gösteriyor: Büyü bozuluyor; dev yaratık ağır ağır kalkmaya başlıyor, sonra tamamen doğruluyor ve kanatlarını
çırparak havalanıyor. Ara ara ateş püskürterek güç gösterisi yapıyor...
Bildiğim kadarıyla, Kapadokya semalarında ejderhalar en son, “bilinen tarih”ten çok çok önce göründüler! Zaten bahsettiğim de bir sıcak hava balonu. Önce
görevliler büyük bir fanla balonu az da olsa şişiriyor.
Sonra pilot, doğrultulan sepetteki yerini alıp ateşleme
düğmesine basıyor ve balonun içerisine alev püskürtüyor. Balon doğrulurken yüksek sesle homurdanıyor...
Ama Kapadokya böyle bir yer işte; katı gerçekliği yırtıp
size fantastik hayaller kurduracak kadar büyülü. Ve bu
masalsı coğrafyanın varlığına tanıklık etmenin en “havalı” yolu da balona binmekten geçiyor.
Başta sabahın köründe uyanmak ve soğuk yüzünden mızmızlanıyorduk. Ancak sepetteki yerimizi almamızla çıkan heyecan dalgası, balonun yükselmeye başlamasıyla zirveye ulaştı: Ejderha kanatlarını çırparak
yükseldikçe; kötü kalpli büyücünün askerleri yerde siyah birer noktaya dönüşüyor, attıkları oklar boşa gidiyordu... Ve işte hepimiz o zaman, gerçekten “sıra dışı
bir hikâyenin” ortasında olduğumuzu anlıyorduk...
ABARTILDIĞI KADAR VAR...
Kapadokya’da balon uçuşları, 90’lı yılların başından
beri yapılıyor ve o zamandan beri anlatıla anlatıla bitirilemiyor. Ama sadece bir kez bile bindikten sonra
siz de kabul edeceksiniz ki, anlatıldığı kadar var. Hava
koşullarına bağlı olmakla birlikte yılın büyük bölümünde yapılan ve bir buçuk saat süren balon turunda,
Uçhisar’dan Çavuşin’ine, Güvercinlik Vadisi’nden Aşk
34
İSTASYON
KAPADOKYA’YA KADAR
GIDIP BALONA BINMEDEN
DÖNMEK OLMAZ.
UZAKDOĞULU TURISTLERIN
GERÇEKLEŞTIRMEK IÇIN CAN
ATTIĞI BU AKTIVITE, GÜVENLIK
KURALLARINA UYULDUĞU
TAKDIRDE YOLDA YÜRÜMEKTEN
DAHA TEHLIKELI DEĞIL.
Yerüstünde de görecek çok şey var
Kapadokya’da, yeraltında da. İnsanın bu
bölgede dolaşırken
zaman tünellerinden
geçiyormuş gibi hissetmemesi mümkün
değil.
İSTASYON
35
GEZİ
ATLARIN ATASI OLARAK
BILINEN HIPPARION’UN
BU BÖLGEDE YAŞADIĞI
VARSAYILDIĞINDAN,
“GÜZEL ATLAR DIYARI”
OLARAK ANILAN
KAPADOKYA, UNESCO
TARAFINDAN DÜNYA MIRASI
OLARAK KABUL EDILIYOR.
Vadisi’ne, Kapadokya’nın kışın üstü karla kaplı tüm doğal güzellikleri, en fotojenik halleriyle ayaklarınızın altında uzanıyor. Kış güneşi ısıtmasa da aşağıdaki fantastik peribacalarını, ilginç kaya formasyonlarını okşayarak
manzaranın olağanüstülüğünü pekiştiriyor. İndikten
sonra bir balon adeti olarak şampanya patlatılıyor, kek
ikram ediliyor ve üstünde adınızın yazılı olduğu sertifika veriliyor.
Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav
ve küllerden mürekkep yumuşak tabakaların milyonlarca yıl rüzgâr ve yağmur tarafından ince ince işlenmesiyle
ortaya çıkan Kapadokya, zamanında Star Wars için George Lucas’ın da göz diktiği, Türkiye’nin, hatta dünyanın
en özel yerlerinden biri. Burada doğanın şekillendirdiği toprak da, o toprağa yazılan tarih de son derece etkileyici. Nitekim, Göreme’nin iki kilometre doğusunda-
36
İSTASYON
ki Göreme Açıkhava Müzesi, Hristiyanlık tarihinde çok
önemli bir yere sahip; manastır eğitim sisteminin doğduğu yer olarak kabul ediliyor. UNESCO’nun Dünya
Mirası listesindeki bölgede, Milattan Sonra dördüncü
yüzyıldan 13’üncü yüzyıla kadar manastır hayatı yaşanmış. Hemen her kaya bloğunun içine kiliseler, şapeller,
yemekhaneler ve oturma mekânları oyulmuş. Kiliselerin duvarlarını, tavanlarını Hristiyanlığın ilk dönemlerinde kullanılan geometrik şekiller ya da İncil ve Hz.
İsa’nın hayatından sahneleri betimleyen freskler süslüyor. Fonda botlarımızın karı ezerken çıkardığı ses, Kızlar
ve Erkekler Manastırı’ndan çıkıp Elmalı Kilise’ye; ardından da Aziz Barbara Kilisesi ve Yılanlı Kilise’ye giriyoruz. Her giriş-çıkış bugünden geçmişe, geçmişten bugüne ışınlanma gibi. Bölge gerçekten bir bilimkurgu filmi
seti gibi. Belki Star Wars’a nasip olmadı, ama en azın-
Avanos’ta çömlekçilik,
usta çırak ilişkisiyle
öğrenilen bir meslek.
Bu meslek geçmişten
günümüze çok önemseniyor. Öyle ki, bir
zamanlar bu bölgede
çömlek yapmayı bilmeyene, kız verilmezmiş (solda, üstte).
dan yerli sinemamızın bilimkurgu klasiği Dünyayı Kurtaran Adam, bu olağanüstü coğrafyayı değerlendirme
fırsatı bulabildi!
MASAL YERALTINDA DA SÜRÜYOR
Tarih burada yüzeyde kayalara oyulmuş mekânlar, karın
arasından sıyrılmış “yeryüzü dikitleri” peribacalarında
değil, yerin altında da devam ediyor. Bölge yeraltı şehirleriyle de ünlü. Vaktiyle yöre halkının düşmanlarından
kaçıp saklanmak için inşa ettiği yeraltı şehirleri, insanın
hayatta kalma içgüdüsünün, ne kadar yaratıcı sonuçlar
doğurabileceğinin bir göstergesi. En ünlüleri Kaymaklı ve Derinkuyu. Biz ekipçe tercihimizi, Kaymaklı’dan
yana kullanıyoruz. 40-45 metre derinliğinde, dört katlı
bir yeraltı şehri burası. Dört katı daha olduğu sanılıyor.
İlk katı depo ve ahır olarak kullanılırken yaşam alanla-
rı, dar ve alçak tünellerden geçtikçe kendini gösteriyor.
Klostrofobik bir his uyandırıyor. Ama kesinlikle görülmeye değer. Çevredeki eski evlerin bu yeraltı kentlerine gizli geçitlerle bağlandığı da söyleniyor. Çıkışta, yeraltı şehrinin girişi yakınındaki dükkânlarda satılan ve
Kaymaklı’nın meşhur kaymağından almayı da ihmal etmemek gerekiyor.
Seramik atölyesi ziyaret etmek, Kapadokya gezisinin klişelerinden. Bölgede bu zanaatla sivrilen yer ise Avanos. İlçede çoğu babadan oğula miras kalan, seramik yapımında
yüzyılı devirmiş ailelerin dükkân ve atölyeleri bulunuyor.
Yörenin meşhur kırmızı kilinden yapılmış eğri büğrü çamur parçaları, ustaların ellerinde bir anda zarif bir vazoya
dönüşüveriyor. Ama onların seri, rahat ve yumuşak hareketlerine kanmamak gerek. Tezgâhın başına geçtiğinizde,
bu zanaatın ne kadar zor olduğunu anlıyorsunuz. Üstelik
İSTASYON
37
GEZİ
GÖREME AÇIKHAVA MÜZESI,
TARIH MERAKLILARININ
GÖNLÜNÜ ZIYADESIYLE MEST
EDECEK NITELIKTE. IÇINDE
BIRÇOK IBADETHANE VE
YAŞAM ALANI VAR. SADECE
ORASI DEĞIL ÜSTELIK,
KAPADOKYA’NIN HER YERINDEN
TARIH FIŞKIRIYOR.
Her mevsim başka bir
manzara sunuyor bu
bölge. Fakat kış ayları
sanki bir başka güzelliğe davet ediyor insanı. Üstünüzde uçan
balonlar, özgürce gezinen atlar ve alabildiğine tarih…
iş, şekil vermekle bitmiyor. Seramik çok narin; kurutulurken yel alsa çatlayabiliyor. Ayrıca kimi desenler de gerçekten deli işi. İyisi mi, dükkândan kendinize hatıra için bir
şey alıp işi ustasına bırakın.
ALTINI ÜSTÜNE GETIRIN
Kapadokya’da havada süzülebilir, yerin metrelerce altına
inebilirsiniz. Bunlara kıyasla “daha normal” sayılabilecek,
meditasyon yaparcasına zihni ve bedeni bütünleştirici bir
aktivite olan trekking’e çıkmak da alternatifler arasında.
Karda kışta yürünür mü, demeyin. Karın o dinlendirici
sessizliğinde ellerinizde batonlarınız, bölgenin ünlü Ihlara Vadisi boyunca yürüyüş yaparken yol üstündeki kayalara oyulmuş, içleri erken Hristiyan Ortodoks dönemine
ait resimlerle süslü kiliseleri ziyaret edebilirsiniz. Bir diğer
harika rota; Ürgüp’ün Mustafapaşa kasabasının batısında
bulunan ve adını, başlangıcındaki harabelerden alan Gomeda Vadisi. Burası, Ihlara Vadisi’nin küçük bir benzeri.
Diğer yerlerdeki kadar çok peribacası bulunmuyor. Ama
38
İSTASYON
nereye çıktığı bilinmeyen tünelleri ve karanlık mağaralarıyla başka türlü bir gizeme sahip. Ya da Ak Vadi boyunca yürüyüp Ürgüp ve Göreme’yle beraber Kapadokya’nın
en iyi otellerine ev sahipliği yapan Uçhisar’a geçebilirsiniz.
Burada bölgenin en yüksek noktası Uçhisar Kalesi’ne çıkabilirsiniz. Kale, doğuşunu balondan izlediğiniz güneşin
batışına tanıklık etmek için en ideal nokta.
Güneşi uğurladıktan sonra ise Kapadokya’nın en özel
otellerinden biri, Uçhisar’daki argos in Cappadocia’nın
restoranı Seki’ye gitmenizi özellikle tavsiye ederiz. Kendi
bağlarının üzümüyle yapılan Kalecik Karası ve Syrah şarapları eşliğinde çemenle dinlendirilmiş bonfile gibi ağız
sulandıran yemekleri yerken, kendinizi, fantastik bir diyarda kötülüğü alt ettikten sonra evine dönmüş yorgun
ama mutlu savaşçılar gibi hissedebilirsiniz. Dönüşünüzün şerefine kurulmuş harika bir masada, enfes yemekler yerken bu büyülü diyarda şahit olduğunuz olağanüstü anları, manzaraları konuşarak geceyi bitirebilir; diğer
bir deyişle Kapadokya masalınızın sonuna gelirsiniz...
İSTASYON
39
YEME-İÇME
Kış ruhunu, köşe başlarında dumanı
yayılan kestane kokusundan daha
iyi ne anlatabilir ki? Soğukta yapılan
yürüyüşlerin, evde geçen kış gecelerinin bir
numaralı eşlikçisi kestane, tadıyla olduğu
kadar faydalarıyla da gerçek bir mucize.
YAZI: GAYE ŞAHIN
Kestane kebap, yemesi sevap!
Marmara ve Ege’ye kadar geniş bir alana yayılıyor. Karadeniz kıyı şeridinde yetişen küçük kestanelereyse kuzu kestanesi adı veriliyor. Türkiye; Çin, Güney Kore ve İtalya’dan
sonra kestane üretiminde dördüncü sırada bulunuyor.
Aydın, Bursa ve İzmir, kestanenin en çok yetiştiği yerler.
Avrupa’nın en iyi tatlı kestaneleriyse Fransa Ardèche, İspanya Galicia ve Kuzey İtalya’da bulunuyor. İngiltere’de,
güçlü aromasıyla özellikle hindi ve kaz doldurmak ya da
av etlerini tamamlayacak kestane püreleri hazırlamak için
kullanılıyor.
Aynı zamanda doyurucu ve çok besleyici bir karbonhidrat olan kestane, bilinen en eski gıda malzemeleri arasında. Arpa ve darının olmadığı dönemlerin bir numaralı besin kaynağı olarak çok sık tüketilmiş. Türk mutfağında
kestane, kebap usulünde, yani yüksek ateşte kavurarak pişiriyoruz. Haşlaması da oldukça makbul… Kabukları kalın
olduğu için pişerken içindeki vitaminleri koruyan kestane,
az yağlı ve az nişastalı bir C vitamini deposu. Günlük enerji
ihtiyacını çabucak karşılayabiliyor.
Osmanlı döneminde saray mutfağının da vazgeçilmezlerinden. Padişahların pilav ve çorbalarından eksik etmediği
meyve, av etlerine, hindi ve kuzuya çok yakışıyor. Eski saray
sofralarında mevsim otlarıyla pişen kıymalı kestane, arpacık soğan ve kuşbaşı etle lezzetlenen kestane aşı günümüzde de pek çok restoran ve esnaf lokantası tarafından uygulanıyor.
KESTANE ŞEKERIYLE FARKLILAŞIYORUZ…
S
okak başlarında dumanı tüten enfes koku, satıcının
sıcak kestaneleri koyduğu kese kâğıdı, el yakan kabukları soyarak nihayet içimizi ısıtan nefis lezzete
kavuştuğumuz an... Kış denilince akla ilk gelen birkaç yiyecekten biri de kestane kuşkusuz. Sokak yemekleri
kültürümüz o kadar zengin ve güçlü ki, bazen böyle nefis
bir lezzeti her köşe başında bulabilmenin kıymetini çok da
fark etmiyoruz. Kış aylarıyla, yeni yılla, aile toplantılarıyla ya da paylaşmakla kurduğu bağdan olsa gerek, kestanenin yeri bizim açımızdan bambaşka. Haksız da sayılmayız,
dünyanın sayılı üreticileri arasında gösteriliyor, farklı çeşit
ve işlevde nefis kestaneler tedarik ediyoruz.
Et ve pilavdan çikolata ve tatlıya, yakışmadığı yer kalmayan, bir de üstüne üstlük kendi başına oldukça karakterli ve
40
İSTASYON
Önce buram
buram kokusu
gelir burunlara.
Cezbeder, sarıp
sarmalar bizi.
Soğuk havaya
inat sıcacık
kestanelerin
albenisine
kapılmayana aşk
olsun.
tok bir lezzete sahip olan kestane, aslında gerçek bir mucize. Bir kere toplanma ve ayıklanma işlemleri çok zahmetli.
Kestaneler dikenlerle kaplı top şeklindeki kabuklarında yetişiyor. Yarılıp açıldıklarında, içinden iki ya da üç kestane
çıkıyor. Bu işlem sırasında dikenlere çok dikkat etmek gerekiyor. Olgunlaşan kestaneler çoğunlukla ağaçtan kendisi düşüyor, ama bazen de toplamak gerekiyor. Tabii doğru
ağacı bulabilmek de önemli. Tatlı kestaneleri veren ağaçlar,
benzerleriyle kolay karışabiliyor. Kestaneleri kabuklarından ayıklamaksa bir başka sabır isteyen aşama.
Asya, Avrupa ve Amerika’da yetişen kestane ağaçlarının
yaklaşık 16 farklı türü olduğu biliniyor. “Castanea Sativa”
olarak bilinen ağacın kestanesi Anadolu kestanesi olarak
da kabul ediliyor. Anadolu kestanesi, Kuzey Anadolu’dan
Et ve pilava çok yakışıyor kabul, ama asıl parladığı alan tatlılar. Kestaneli pastalar, cheesecake’ler, tartlar, ekler ve çikolatalar hemen her mutfak kültüründe yer buluyor ve çok seviliyor. Bizim
farkımız tabii ki kestane şekerimizde. Dünyanın en özel tatlarından biri
olan kestane şekeri üretiminde, Kafkas ve Kardelen gibi yılların değişmeyen başarılı markalarına sahibiz.
Bu işin kaynağı sayılabilecek Bursa
için konuşmak gerekirse, burada büyük üreticilerin değil, butik adreslerin peşine düşmek şart. Bursa’da en
eski usulde, glikoz ya da katkı maddesi kullanılmayan, kundakta sarılı hakiki kestane şekeri geleneği hâlâ
yaşatılıyor. Ağaçtan ilk düşen ve olgunlaşmamış “akıntı” kestanelerinden yapılan tarif, uygulanması çok
meşakkatli olduğu için endüstriyel
üretimde tercih edilen bir yöntem
değil. Osmangazi’de hizmet veren
Pasto Fırın’ın sahipleri Doğan ailesi bu zorlu geleneği sürdürenlerden.
Aynı zamanda bir pastane de olan bu
fırında, cam kavanozlara dizili kestaneler hemen göze çarpıyor. Tattığınız andaysa, ‘‘ben daha
önce kestane şekeri yememişim’’ dedirtiyor. Akıntı kestanelerinin içi bembeyaz, elle tek tek soyulmak zorundalar
Kestane Aşı (4 kişilik)
• 450 gr kestane • 450 gr kuzu kuşbaşı
• 500 gr arpacık soğan
• Bir çay kaşığı zerdeçal
• Bir tatlı kaşığı tuz
• 1/2 çay bardağı zeytinyağı
• 1 çorba kaşığı tereyağı
• 1 çorba kaşığı un
• 1 litre su
Hazırlanışı
Kestaneleri çizin ve 200 derecelik fırında 25 dakika kadar fırınlayın. Etleri
zeytinyağını döktüğünüz bir tencerede kavurun. Soğanları ve tereyağını
ilave edin. Soğanları karamelize etmeden, kısık ateşte soteleyin. Üzerine 1
litre su ve un ilave edin. Kıvamı koyu olursa daha fazla su ekleyebilirsiniz.
Etler ve soğanlar pişinceye kadar ağzı kapalı tencerede kısık ateşte pişirin.
Etler ve arpacık soğanlar piştikten sonra zerdeçalı, tuzu ve kestaneleri
ilave edin. Bir 5 dakika kadar, birlikte kısık ateşte kaynatın. Kestanelerin
parçalanmaması için çok fazla pişirmemeye dikkat edin. Afiyet olsun…
ve tam olgunlaşmamış yapıları nedeniyle bu soyma işlemi
gerçekten zor. Nişastasız oldukları için kundağa yani müslin bir beze sarılmaları gerekiyor, yoksa şurup içinde beklerken dağılıyorlar. Glikoz katılmıyor, soyulan ve haşlanan
kestaneler, şekerde bekletilip kaynatıldıktan sonra kundaklara sarılarak şuruba yatırılıyor. Kutuya konulamıyor, bu
sebeple cam kavanozlarda satılıyor.
Bursa’da en eski dükkânların vaktiyle günlük kestane şekeri diye sattıkları doğal lezzetin tamamen aynısı.
Hakiki kestane şekerinin rengi çok
açık, biraz koyu ve iri olanları ise Aydın kestaneleri.
Bursa’da kestane şekerini satan
ilk dükkânı merak ediyorsanız, rotanızı merkezdeki Ulus Pastanesi’ne
çevirmeniz
gerekiyor.
Kurucusu Hacı Rasim Öztat, Atatürk’e bu
minik dükkândan kestane şekeri gönderirmiş. Bildiğimiz çikolata dolgulu kestane pürelerini, içine
pandispanya ya da kek katmadan,
sadece saf ve hakiki kestane şekeri püresiyle doldurarak yapıyorlar. Pastaneyi bugün Akile Öztat
oğlu Celal Öztat’la birlikte yaşatıyor.
Söz konusu kestane gibi becerikli ve
lezzetli bir meyve olunca Bursa’dan
İzmir’e oradan Aydın’a uzanan farklı lezzetler ve nefis tarifler bulmak
mümkün. Tabii tembel bir kış akşamında üzerini çizdiğiniz
kestaneleri kavurup evde sevdiklerinizle paylaşmanın üstüne çıkacak bir başka keyif de yok!
KESTANELI PASTALAR, CHEESECAKE’LER,
TARTLAR, EKLER VE ÇIKOLATALAR DÜNYANIN
TÜM MUTFAKLARINDA YER BULUYOR VE
ÇOK SEVILIYOR. BIZIM FARKIMIZ,
TABII KI KESTANE ŞEKERIMIZDE.
İSTASYON
41
OTOMOBİL
Yağışlı havada güvenli sürüş
Kış aylarının gelmesiyle
birlikte nemli asfalt, yağmur
ve kar, kâbus gibi her an
karşımıza çıkabilir. Ancak
dikkatli bir sürüş ve birkaç
ipucuyla hem güvenlikten
hem de sürüş keyfinden ödün
vermemek mümkün..
İdeal takip
mesafesini
ayarlama yöntemi
Dünya çapında takip mesafesiyle ilgili
birçok farklı görüş var. Yine de bunların
en pratiği ve en güvenli olanı “3 saniye
kuralı”nı uygulamaktır. Yolda ilerlerken
önünüzdeki aracın yanından geçtiği sabit
bir nesneyi baz alın; bu bir ağaç, tabela
veya trafik işareti olabilir. Ardından siz
de bu sabit nesnenin yanından geçerken
ki süreyi sayın. Kuru zeminde bu süre 3
saniyeyse güvenli takip mesafesindesiniz
demektir. Ancak bunu yağmurlu havalarda
5-6 saniyeye çıkarmanız; karlı zemindeyse
9 ve üzerine çıkarmanız gereklidir.
YAZI: FATIH YURDATAPAN
Y
ağışlı havaların son derece tehlikeli
sonuçlar doğurduğu resmi istatistiklere de yansımış bir gerçek. Bu alandaki raporlar, yağışlı havalarda gerçekleşen kazaların normal hava şartlarına
göre yüzde 25-30 daha fazla olduğunu gösteriyor. Üstelik yağışlı havalarda yapılan kazalar, daha ciddi sonuçlara sebep oluyor. Dikkatsizlik ve hız, bu tür kazaların en önemli
nedeni… Peki, ne yapılmalı? Aslında alınacak birkaç küçük önlem ve biraz daha dikkat,
sorunun çözümünde etkili rol oynayabilir.
Yağmurun yağmaya başladığı anlar veya
sabah çiğ düşen asfalt, kazaların en çok meydana geldiği zamanlardır. Bu tür yol şartlarında, asfalt üzerindeki toz, nemlenerek çamurumsu bir zemine yol açar ve otomobiliniz
beklemedik biçimde kaymaya başlayabilir.
Bu tür zorluklarla karşılaşmamak için öncelikle hızın azaltılıp öndeki araçlarla takip mesafesinin artırılması gerekir. Ani direksiyon
hareketlerininse kaza riskini artıracağı unutulmamalı. Bununla birlikte araçlardaki gündüz farlarının, sadece estetiği tamamlayan
bir unsur olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Evet, çok güzel göründükleri kesin, ancak bu LED farların asıl amacı, aracın
görünürlüğünü artırmak... Kazaların önemli bölümü de fark edilmemekten kaynaklanır.
Eğer aracınızda gündüz farları yoksa, yağışlı
42
İSTASYON
havalarda ve sabah erken saatlerde mutlaka
farlarınızı açmalısınız. Bazı ülkeler, farların
daima açık olması konusunda kanunlar koyarak bunu destekliyor.
ELLER DIREKSIYONDA, GÖZLER YOLDA
Yağmurda ve karlı havalarda görüş mesafesi
önemli ölçüde düşer. Bu yüzden yorucu olsa
da yola dikkat kesilmek, önde yaşanabilecek
tehlikelere karşı daha çabuk tepki verilmesini
sağlar. Cep telefonu, radyo, navigasyon gibi
dikkat dağıtıcı cihazlardan mümkün olduğunca uzak durmalıyız. Ayrıca dikiz aynalarını normalden daha fazla kontrol ederek, hemen hemen 360 derecelik bir görüş açısı elde
ederiz. Klişe gibi gelebilir, fakat iki elinizin de
direksiyon üzerinde uygun pozisyonda olması da manevraların düzgün yapılabilmesi için
oldukça önemli. Ön camınkilerin yanı sıra
arka cam sileceklerini kullanmayı ihmal etmemek gerekir. Aracın havalandırmasını bir
süre cama vererek ya da klimayı açarak buğulanmanın önüne geçmek mümkün. Yine
yağmurlu havalarda rezistanslar da önemli
bir kurtarıcı olacaktır.
Yağışlı havalarda tehlikeli senaryolardan
kaçmak için, otoyollar dâhil her yerde karşımıza çıkan su kızaklanmasına dikkat etmeliyiz. Aracın sudan geçerken lastiklerin
asfalta temasının kısmen ya da tamamen
Bunları asla
yapmayın!
Önünüzdeki araçlara yaklaşıp
kendinizi ve diğer araçları riske
atmayın.
Aracınız ne olursa olsun ona
fazla güvenip ani manevralarda
bulunmayın.
Su birikintilerinden hızlı
geçmeyin. Aracınıza ciddi
hasarlar verebilirsiniz.
Eskimiş, yıpranmış ve basınçları
ayarlanmamış lastiklerle yola
çıkmayın.
Bot ve kaban gibi sürüşü
zorlaştıracak kıyafetleri
kullanmayın; gerekirse
aracınızda sürüş ayakkabısı
bulundurun.
Yayalara su sıçratmamak için
özen gösterin.
Arka sis farlarını yağmurda
kullanmayın. Çünkü bunlar fren
lambalarını maskeleyebilir ve
kaza potansiyeli yaratabilir.
kesilmesi, “suda kızaklama” olarak adlandırılır. Aslında otomobiliniz, böylesi durumlarda
bir tekne gibi suyun üzerinde yol alır. Yol tutuşu hemen hemen sıfıra iner.
Su kızaklamasıyla karşılaştığınızda panik yapmayıp ani hareketlerde bulunmamak
ciddi bir kaza potansiyelini ortadan kaldırabilir. Suda kızaklamadan güvenli bir şekilde
çıkmak için ayağınızı hafifçe gaz pedalından
çekmeli, direksiyonu düz veya gideceğiniz
yöne hafifçe kıvırmalısınız. Burada sakin kalıp ani hamleler yapmamak büyük önem taşıyor. Otomobil asfalta bastığında direksiyonun sertliği normal haline gelecektir.
Ağır taşıtların seyahat ettiği yollarda, yağmurda fark edilemeyecek çukurlar ve eğimler
oluşabiliyor. Bu tür durumlarda sudan geçmemeye çalışmak çok kritiktir. Suda kızaklamadan kurtulmak için otomobiliniz ne kadar
yeni ve lüks olursa olsun, asıl önemli nokta,
lastiklerin kondisyonu ve sürücünün yaptıklarıdır. Ciddi yağış olan noktalarda öndeki
sürücülerin izinden giderek daha güvenli bir
rota elde edebilirsiniz.
Şu anda piyasaya çıkan otomobillerin hepsinde ABS sistemi var, fakat ABS’si olmayan
otomobiller de trafikte çok fazla. Aracınızda
ABS olup olmadığını bilmeli ve yağışlı havalarda sürüşünüzü buna göre yapmalısınız. ABS
fren sistemi, ani frenlerde ön lastiklerin kilitlen-
mesini önleyerek direksiyonun hâlâ sizin kontrolünüzde kalmasını sağlar. Oysa ABS’siz bir
araçta frene aniden bastığınızda, lastikler kilitlenir ve direksiyonla yönlendirme yapamazsınız. Bu durumda önünüzdeki nesneden kaçamazsınız. Zemin ıslak olduğunda ABS’siz
aracın frenlerini kilitlenmelere karşı çok daha
dikkatli ve nazik kullanmanız gerekiyor. ABS
kullanıcılarıysa ani bir durumda freni sert ve
sonuna kadar kullanabilirler; ayrıca ön lastikleri de frenleme esnasında kilitlenmediği için direksiyonla kaçış hamlesi de yapabilirler.
Yoğun su tutma riski olan altgeçitlerden
veya su birikintilerinden kaçının. Geçmek
zorunda olduğunuzda, aracınızı durdurmadan yol almaya devam etmelisiniz. Aksi halde
böyle bir suda kalmak size ciddi maddi hasarlar getirebilir. Ayrıca varsa kasko poliçenizde,
sel teminatı olup olmadığına bakabilirsiniz.
Aksi bir durumda bu maddeden faydalanamayabilirsiniz.
Tüm bunlara dikkat ettiğinizde, yağışlı havalarda da otomobil kullanmanın keyfini sürebilirsiniz.
Kış lastiklerinin önemi...
Genelde kar yağdığında akıllara gelen kış lastikleri, aslında karlı zeminler için değil, soğuk hava
şartları için kullanılır. Kar lastikleriyse çok daha yoğun kar alan bölgelerde tercih edilir. Kış
lastiği +7°C’nin altındaki sıcaklıklarda kullanılmalıdır. Çünkü bu tür havalarda yaz lastiklerinin
hamuru sertleşir ve yol tutuş özelliğini kaybeder. Kış lastikleri, özel bileşenleri ve yumuşak
hamuru sayesinde özelliklerini -40°C’ye kadar koruyabilirler. Soğuk zeminde daha fazla
tutunmanın yanı sıra tutunmayı artırıcı kılcal desenleri sayesinde karlı ve buzlu havalarda,
daha fazla güvenlik avantajı sağlarlar. Bu yüzden kış lastiği kullanımı için asla kar yağmasını
beklememek gerekir. Diğer yandan kış lastiği alıp bunu yüksek sıcaklıklarda kullanmak da
benzer bir risk oluşturur. Böyle havalarda kış lastikleri iyice yumuşayarak tutunma özelliğini
kaybeder ve çabuk aşınarak kışın da kullanılamaz hale gelir.
Kısacası kış lastiği kadar, yaz lastiği de aynı derecede kritiktir; önemli olan nasıl kışın
ayaklarımıza bot, yazın daha ince ayakkabılar giyiyorsak, güvenli bir sürüş için otomobilimize
de bu özeni göstermektir.
İSTASYON
43
SAĞLIK
Muz da
aklandı…
n İnsanoğlu rivayet üretmekte pek
bir maharetli… O rivayetlerden
biri de birçoğumuzun severek
tükettiği muzla ilgili. Rivayette
günde altıdan fazla muz yemenin
insanı öldürebileceği iddia ediliyor.
İngiliz oyuncu Karl Pilkington
tarafından bir sohbet sırasında
ortaya atılan ve kulaktan kulağa
yayılarak “gerçek” kabul edilen bu
sav, temelini muzdaki potasyum
seviyesinin yüksekliğinden alıyor.
BBC Dergi de konuyla ilgili bir
araştırma yaptı ve hem muzu
hem de potasyumu tabiri caizse
tamamen akladı. Londra’daki
St. George’s Hastanesi’nden
diyetisyen Catherine Collins’in
beyanlarına yer verilen haberde,
potasyumun hücrelerin gerektiği
gibi çalışmasını sağlayacak elektrik
yükünü üretmek için kullanıldığı,
kalp atışının düzenli olmasına
yardımcı olduğu, pankreastan
insülin salımının başlatılmasına
aracılık ettiği ve kan basıncını
kontrol altında tuttuğu belirtiliyor.
Potasyum seviyesinin düşmesi ya
da yükselmesi durumunda kalp
atışları düzensizleşebiliyor. İşte
tüm bu nedenlerle muzun tehlikeli
bir meyve olarak görülmemesini,
aksine çok yararlı olduğunu ve bir
yetişkinin aşırı dozda potasyum
alarak kalbinin durması için 400
adet muz yemesi gerektiğini
belirten Collins, bu meyvenin
yararlarını ardı ardına sıralarken tek
bir noktanın altını çiziyor ve böbrek
hastalarının bu meyveyi tüketirken
dikkatli olmasını salık veriyor.
44
İSTASYON
VÜCUDUN DA
YAZI VAR, KIŞI VAR!
ARAÇ
BIZI NIYE
TUTAR?
Hareket halindeki bir aracın içinde olmak son derece basit bir iş gibi görünse bile,
milyonlarca kişi için bu durum, kâbusu yaşamakla eşdeğer. Zira dünyada her üç
kişiden biri, araç tutmasından mustarip...
n Yeryüzündeki her üç kişiden birinin sorunu olabilecek
derecede yaygın bir vaka araç tutması. Keyifli bir yolculuğu
ya da eğlenceli bir anı mahvedecek kadar da etkili üstelik.
BBC Future’da Katia Moskvitch imzasıyla yayınlanan bir
habere göre, insanı öldürmeyen, ancak büyük sıkıntılar
yaratarak zarar veren araç tutmasının birçok nedeni var,
ama temel neden vücut hareketlerini sağlayan sistemler
arasındaki uyumsuzluk. Bir başka şekilde açıklarsak, insanın
harekete geçtiği mesajını veren sistemle, aslında hareket
etmediğini belirten sistem arasındaki çelişki, araç tutulmasına
yol açıyor. İster otomobil olsun, isterse uçak ya da gemi,
hareket halindeki bir araca bindiğimizde, içkulağımız
harekete geçildiğinin sinyalini verse de gözler bunun doğru
olmadığını söyler. Sağırların araç tutmasından mustarip
olmaması da bundan. Araç tutması vakalarında görünen
kusma eylemininse neden oluştuğu henüz yanıtlanan bir
soru değil. Bazı sinir yollarının, omurganın üst kısmında,
beynin medülla adı verilen iliksi bölümde olduğu tahmin
edilen kusma merkezini harekete geçirdiğine inanılıyor. Araç
tutmasını önleyici ya da tedavi edici ilaç henüz yok. Mide
bulantısı konusundaysa kimi basınç özellikli bileziklerden,
kimiyse zencefil ve naneden medet umuyor. Bazı deneyler,
antikolinerjik, antihistamin, amfetamin veya serotonin içeren
ilaçların araç tutmasının önüne geçebildiğini, ancak bunların
da yan etkilerinin bulunduğunu gösteriyor.
2014 yılında 23andMe adlı genetik araştırmalar
şirketinden Bethann Hromatka’nın başkanlık ettiği bir ekip,
araç tutmasına hangi genin neden olduğunu bulmaya çalıştı.
Human Molecular Genetics dergisinde yayımlanan sonuçlara
göre, bulantıyla denge, göz, kulak ve kafatası gelişimi
arasında bir bağlantı bulundu. Yani araç tutması kalıtsal bir
soruna benziyor. Hromatka, gelecekte özel risk faktörlerinin
belirlenerek yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilebileceğine
inanıyor. Fakat o gün gelene kadar, bulantıyı önlemek için
yapılması gerekenleri de şu şekilde sıralıyor: Yeterince
uyumak ve kandaki glikoz seviyesini sabit tutmak için renksiz
karbonatlı içecekler içmek. Ayrıca aracın ön koltuğunda
oturarak uzaklara bakmak, geminin güvertesinde ya da orta
yerinde oturmak ya da uzanmak, uçakta hareketin en az
olduğu kanat hizasından bir koltuk seçmek...
Çok balık, ruha da iyi geliyor
n “Eve bir akvaryum yaptır, sonra
geç karşısına usul usul yüzen balıkları
seyret…” Bu, uzun süre huzursuzluk ve
can sıkıntısı çekenlere, psikologların
değilse bile yakınlarının verdiği
tavsiyelerden biri. İşe ne kadar
yaradığı tartışılır, balığı seyretmenin
değil de yemenin depresyona iyi
geldiğinin tespit edilmesiyse bilimsel
bir gerçek. 2001 yılından bu yana,
toplam 150 bin kişinin katılımıyla
dünyanın çeşitli yerlerinde bu alanda
yapılan araştırmaları inceleyen Çinli
biliminsanları, çok balık yiyenlerin
depresyona yakalanma riskinin
yüzde 17 azaldığını ortaya çıkardı.
Balığın depresyona karşı barikat
oluşturmasının nedeni iki türlü
açıklanabilir. Bunlardan birincisi
Omega 3 yağ asitlerinin, depresyonda
rol oynadığı düşünülen beyindeki
dopamin ve serotonin kimyasalları
için iyi olması. Bir diğer nedense çok
balık yiyerek sağlıklı bir beslenme
anlayışı benimseyenlerin bedenlerinin
yanı sıra ruhlarını da sağlıklı tutması.
Mevsim, balık mevsimi… Dolayısıyla
ruhumuzu diri tutmak için tüm
koşullar mevcut.
n Canlıların bedeniyle
ilgili keşifler, bitmek
tükenmek bilmeyecek
gibi görünüyor. Ne
zaman “artık bilinmeyen
ne kaldı ki” diye
düşünülmeye başlansa,
ortaya çıkan yeni
bir araştırma insanı
hayretlere sürüklüyor.
Current Biology
dergisinde yayınlanan
makale de onlardan
biri. Zira bu makalede,
biliminsanlarının bu kez
de canlıların vücutlarında
mevsim geçişlerini takip
eden bir “kimyasal
takvim” olduğunu ortaya
çıkardıklarını yazıyor.
Manchaster ve Edinburgh
üniversitelerinden bir
grup araştırmacının
yürüttüğü bu çalışmada,
canlıların vücudunda
yer alan bazı hücrelerin,
günlerin uzunluğuna
göre yaz ya da kış
moduna geçtiği ifade
ediliyor. Yılın farklı
zamanlarında koyunların
beyinlerini inceleyen
ekip, beynin ön kısmında
yer alan hipofiz bezinde,
17 bin hücreden oluşan
bir küme buldu. İkili
sisteme sahip bu
hücreler yaz ve kış
moduna göre kimyasallar
üretiyorlar. Araştırmayı
yürütenler arasında
bulunan Prof. Andrew
Loudon, “Kış ve yaz
ortasında kısa bir süre,
kümedeki tüm hücrelerin
aynı modda olduğunu
görebiliyoruz” diyor. Peki
ya baharlar? Araştırmayı
gerçekleştirenler,
vücudun hâlâ sonbahar ve
ilkbaharı algılayamadığını,
bu mevsimlerde
bazı hücrelerin yaz,
bazılarınınsa kış moduna
geçtiğini belirtiyor.
DIRSEK ACISI
UZUN SÜRERSE...
YANLIŞ DOZ
ÖLDÜRÜYOR!
n Eğer anne ya da babaysanız, bu haberimizi özellikle sizlerin
dikkatle okumasını salık veririz. Zira ABD’de yapılan bir
araştırmanın sonuçlarını aktardığımız bu haber, gözünüzden
bile sakındığımız çocuklarımızın hayatıyla birebir ilgili. Sonuçları
www.science-et-vie.com internet sitesinde yayınlanan bir
araştırmaya göre, ABD’de 2002-2012 yıllarını kapsayan 10 yıllık
süre içinde, yanlış dozda ilaç kullanımı nedeniyle altı yaş ve
altındaki 696 bin 937 çocuk hayatını kaybetti. Bu veri her sekiz
dakikada bir çocuğun ölümü demek. Türünün önemli bir örneği
olan bu çalışma, hastane ya da herhangi bir sağlık merkezi
yerine çocuklara evde ilaç veren ebeveynlerin, ilaç türü ve dozajı
bazında yaptıkları hataların vahim sonuçlarını resmediyor. Diğer
yandan, bu tip vakaların yüzde 27’si çifte kullanıma bağlı aşırı
dozdan kaynaklanıyor. Birden fazla çocuğu bulunan ailelerin
dikkati bir çocuktan diğerine rahatlıkla kayabildiği için kısa
süreler içinde aynı çocuğa iki kez ilaç verilebiliyor. Aşırı dozda
ilaç vermenin yüzde 87’lik bölümünü, iğnenin ya da kaşığın
kullanıldığı şurup gibi sıvı ilaçlar oluşturuyor. Zira kaşık ya da
iğnedeki uyarı bölümleri çok küçük puntolarla yazıldığından zor
okunuyor, bu da düşük ya da yüksek doz aşımında etkili oluyor.
Dirseğimizi
çarptığımızda
hissettiğimiz
acının tarifi
yoktur. Zaten
uzmanlar da bu
acının süresiyle
ilgili dikkatli
olunması
gerektiğini
söylüyor.
n Tıp dilinde ulnar adı
verilen dirsek kemiği
siniri, omurgadan
başlayıp omuz ve kolu
geçerek küçük parmak
ve yüzük parmağında
biten bir sinir olarak
biliniyor. Ulnar sinirİ,
dirsekte kemikle deri
arasında 4 mm çapında
bir kanaldan geçer.
Burada onu koruyacak
bir katman yoktur.
Dirseğimizi bir yere
çarptığımızda bu siniri
sıkıştırır, acı ve uyuşma
karışımı bir hisse
kapılırız. Ulnar sinirin
kendisi, acıyı ilettiği için
bu acının parmak ucuna
kadar indiği bile olur.
Birçok kişi açısından
ulnar sinirinin çarpması
sonucu oluşan acı
geçicidir. Dirseği biraz
ovduktan birkaç dakika
sonra, bu his kaybolur.
Fakat kübital tünel
sendromu adı verilen bir
rahatsızlığınız varsa, gün
boyu küçük bir çekiçle
dirseğinize vuruluyormuş
hissiyle dolaşırsınız.
Daha sık görülen ve
ellerde hissedilen
karpal tünel sendromu
kadar yaygın olmasa da
kübital sendrom büyük
bir acı ve rahatsızlığa
yol açıp elin kullanımını
bile engelleyebilen bir
rahatsızlık. Dolayısıyla
eğer dirseğinizi bir
yere çarpar ve bu
acıdan beş altı dakikada
kurtulamazsanız, bir
hekime görünmeniz
gerekebilir.
DIKKAT,
ALZHEIMER
BULAŞABILIR!
n İnsanın hafızasını tabiri caizse kurak
bir çöle çevrildiği Alzheimer hastalığının,
yaşlılara has olduğunu; kalıtsal özellikler
taşıdığını, diğer bir ifadeyle genlerle
nesilden nesle geçebileceğini bilirdik
de ameliyat aletleri, kan nakli ya da diş
tedavisiyle de bulaşabileceğini tahmin
edemezdik. Sonuçları bilim dergisi
Nature’de yayınlanan bir araştırmaya
göre hastalığın, “Alzheimer tohumları”
olarak bilinen prionlar aracılığıyla
insandan insana bulaşabildiği ortaya
çıktı. Bu bulaşma elbette ki temasla
gerçekleşmiyor; diğer bir ifadeyle
Alzheimerlı birine dokunduğunuzda ya
da onu öptüğünüzde siz de bu hastalığa
yakalanırsınız diye bir sav yok. Ancak
bazı tıbbi işlemler, hastalığın habercisi
protein oluşumlarına yol açabiliyor.
Uzmanlara göre, teorik olarak kan nakli,
beyin ameliyatı ya da kanal tedavisi
gibi diş operasyonlarında Alzheimer’ın
geçmesi mümkün ve kuluçka süresi 40
yıla kadar olabileceğinden insanların
hastalığa yakalandığını anlamama
ihtimali çok yüksek.
İSTASYON
45
SAĞLIK
Beynimizdeki düşman
Sık sık başı ağrısı
çekenlerin en büyük
korkularından biridir,
beyin tümörü.
Acıbadem Bakırköy
Hastanesi Beyin ve
Sinir Cerrahisi Uzmanı
Prof. Dr. Ziya Akar,
hem hastalığın gelişim
seyrini hem de tanı ve
tedavi yöntemlerini
anlattı.
Birçok kişinin başına gelmesinden en çok endişe duyduğu hastalıklardan biri kanserse diğeri
de beyin tümörü kuşkusuz. İnsanın beyninde
birtakım değişikliklerin meydana gelmesi, üstelikte bu değişikliği tekrar normale döndürebilmek için meşakkatli bir sürece ihtiyaç duyulması korkuyu yaratan temel unsurlar arasında.
Gerek hastalığın ortaya çıktığı anda, gerekse tedavisi esnasında aşılması gereken hayli uzun bir
yoldan söz ediyoruz. Peki, beyin tümörü nasıl
oluşur? Tanı ve tedavi süreci nasıl gelişir? Hastalığı daha yakından tanımak amacıyla tüm bu
ve buna benzer sorularımızı Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı
Prof. Dr. Ziya Akar’a yöneltiyoruz. Beyin tümöründe temel faktörün genetik miras olduğuna
dikkat çeken Akar, bu riski tetikleyecek çeşitli
etkenlerin de bulunduğunu ve bunlardan uzak
durarak riskin azaltılacağını söylüyor.
Beyin tümörlerinin, beyindeki anormal hücrelerin çoğalmasıyla meydana geldiğini biliyoruz. Anormal hücrelerin çoğalmasının sebepleri nedir? Görülme sıklığı nedir?
Doğru, tümörün ortaya çıkmasına anormal
hücrelerin oluşumu yol açar. Bunun nedeniyse
hücrelerin yenilenmesi esnasında, ortaya çıkan
kopyalama hatalarıdır. Normalde böyle hatalı
hücreler, vücudumuzun savunma sistemince
ortadan kaldırılır. Ancak savunma sisteminde
ve anormal hücre kontrolünü sağlayan genlerimizde olabilecek eksiklikler ya da kusurlar, tümör gelişimini ortaya çıkarır veya kolaylaştırır.
Bunun yanı sıra travmalar, aşırı sıcak ortamlar, radyasyon ve ağır stres kolaylaştırıcı faktör
olarak kabul edilebilir. Beyin tümörleri, genel
popülasyonda tüm tümörler içerisinde yüzde
5’lik bir paya sahiptir. Bu oran, çocukluk ve
erişkinlikte (50-79 yaş arası) yükselir.
Birincil ve ikincil beyin tümörleri ifadelerinden ne anlamalıyız?
Beyin tümörlerini iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan
“primer” adını verdiğimiz birincil grup, beyni oluşturan dokuların yarattığı tümörlerdir.
Primer tümörlerde sinir hücrelerinden, destek
dokulardan, kan damarlarından kaynaklanan
tümörlere rastlanır. Metastatik, yani ikincil
gruptaysa vücudun başka bir yerinde gelişen
ve bir şekilde beyne ulaşan tümörler söz konusudur. Metastatik tümörlerin, en sık görülen
tümörler olduğunu söyleyebiliriz.
Sıklıkla baş ağrısı çekenlerin çoğu, beyninde
tümör olduğu kaygısına kapılıyor. İnsanların
beyninde tümör olduğundan şüphelenmesi
için hangi belirtileri olması gerekiyor?
Kafatasımız, genişleme imkânı olmayan sert
bir yapıdan oluşmuştur. Ve içinde beyni, beyin
omurilik sıvısını, kanı muhafaza eder. İşte bu
bütünü oluşturan yapılardan birindeki hacim
artışı, beyin tümörü, hidrosefali kanama gibi
bazı klinik bulgulara sebebiyet verir. İstatistiklere baktığımızda, baş ağrısının genellikle
beyin tümörlerinin en sık rastlanan ilk bulgusu
olduğunu görürüz. Ancak bu, her baş ağrısının tümör olabileceği sonucuna yol açmamalı.
Kafa içi basınç artışına bağlı olan baş ağrısı, genellikle sabahları, alın bölgesinde ve şiddetine
bağlı olarak bulantı-kusmayla beraber olan karakterdedir. Bunun yanı sıra beyin tümörlerinde sara nöbetleri, vücut yarısında kuvvetsizlik,
konuşma bozukluğu, görme bozukluğu gibi
belirtilerde ortaya çıkabilir.
Acıbadem Bakırköy
Hastanesi Beyin
ve Sinir Cerrahisi
Uzmanı
Prof. Dr. Ziya Akar.
Tümörlerin belirtileri türüne göre değişiklik
gösteriyor mu?
Beyin tümörünün belirtileri, tümörün türünden ziyade, nerede oluştuğuna göre farklılık
gösterir. Türüne bağlı olarak tümörün büyüme
hızı yavaşsa, belirtilerin ortaya çıkması da uzun
bir dönem alabilir. Ancak malign dediğimiz
tümörler hızla büyür ve dolayısıyla klinik bulgularının ortaya çıkması da daha çabuk olur.
Beyninde tümör olduğu tespit edilen bir hastanın tedavi süreci nasıl planlanıyor?
Beyin tümörü tanısı konulan hastanın tedavi
süreci planlanırken tümör lokalizasyonu, tümörün öngörülen karakteri ve hastanın genel
sağlık durumu birlikte değerlendirilmesi gereken önemli kriterler arasında yer alır. Bunun
yanı sıra hastanın ve yakınlarının olaya yaklaşımı ve istekleri de planı etkiler.
“İSTATISTIKLERE BAKTIĞIMIZDA, BAŞ AĞRISININ BEYIN TÜMÖRLERININ
EN SIK RASTLANAN ILK BULGUSU OLDUĞUNU GÖRÜRÜZ. ANCAK BU,
HER BAŞ AĞRISININ TÜMÖR OLABILECEĞI SONUCUNA YOL AÇMAMALI.”
Tümörün oluşması ve gelişmesiyle yaşın bir
ilgisi var mı? Bu soruyla bağlantılı olarak
çocukluğunda beyninde iyi huylu tümör bulunan birinin, yaşı ilerledikçe tümörünün
kötü huylu hale gelme ihtimali söz konusu
mudur?
Gerek çocukluk, gerekse erişkinlik dönemi için
o yaş gruplarına özel tümörlerden bahsetmek
mümkün. Ancak her iki yaş grubunda da görülebilen tümörler içerisinde selim olarak kabul
ettiğimiz, ancak sonradan malign hale gelen
tümörler de mevcuttur.
Beynin tümörden temizlenmesinde tek ve en
etkili yöntem ameliyat mıdır, yoksa başka yöntemlerden de bahsetmek mümkün mü?
Beyinde bulunan patolojik bir dokunun temizlenmesi en etkili yöntem olarak görünmektedir. Ayrıca tümör için verilebilecek ek tedavilerin (radyoterapi, kemoterapi) etkili olabilmesi
için düşman hücre sayısının da mümkün olduğunca az olması, tedavi başarısını olumlu etkiler. Ancak cerrahi tedavi planı yaparken hastaya ek zarar vermemek de son derece önemli bir
unsurdur.
Beyin ameliyatlarının risk oranının büyük olduğuna dair genel bir kanaat var. Tıptaki teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, riskin azaldığını söyleyebilir miyiz?
Günümüzde beyin cerrahisinin başarı oranını artıran, komplikasyonları önleyen yeni
teknolojilerin geliştirildiğini ve geliştirilmeye
de devam edildiğini söyleyebiliriz. Özellikle
patolojik dokuya ulaşırken, çevredeki normal dokuya verilebilecek hasarı minimuma
indiren bu gelişmeler, ülkemizde de yaygın
olarak kullanılıyor. Nöro navigasyon, intraoperatif görüntüleme teknikleri (MRI, BT ve
ultrasound), stereotaksi, gelişmiş operasyon
mikroskopları, kullanılan yöntemler arasında ilk akla gelenleri.
Birçok hastalıkta önleyici veya geciktirici girişimlerde bulunmak mümkün... Peki, beyin
tümöründe de kişinin aldığı ya da alacağı önlemler, hastalığı önleyebilir mi?
Tümör gelişiminde en önemli faktörün, genetik özellikler olduğunun altını çizmeliyiz.
Genetik faktörlerin önüne geçmek mümkün
olmasa bile, alınacak birtakım önlemlerle riski
en aza indirilebileceğini söyleyebiliriz. Mesela
radyasyondan uzak durma, stresten kaçınma,
aşırı sıcak ve güneş altında çok uzun süre kalmama, doğal gıdalarla beslenme, sigara ve aşırı
alkolden uzak durma, çok uzun süre cep telefonuyla konuşmama gibi tedbirlerle tümörü
ekarte edebilme ihtimali var.
Ameliyat sonrasındaki tedavi yöntemleri neler? Ameliyat olmuş bir hastanın eski hayatına
dönmesi mümkün mü?
Beyin ameliyatından sonra, şayet tümör ameliyatıysa, tümörün histopatolojik tanısına
göre ek tedaviler uygulanabilir. Bu tedaviler,
tümörün lokal olarak nüksetmesini önlemeyi
amaçlar. Malign tümörü bulunan hastalara
ek tedavi olarak radyoterapi (konvansiyonel
radyoterapi, gamaknife ve cyberknife) ve kemoterapi önerilir. Kişinin eski hayatına dönüp
dönmemesiyse ameliyatın başarısıyla ilgilidir.
Başarılı bir beyin ameliyatı geçirmiş hasta, eski
hayatına rahatlıkla dönebilir.
İSTASYON
47
SOSYAL MEDYA
Facebook artık
duygulara daha
çok tercüman
oluyor
TWITTER
BUNU BEĞENDI!
n 2006’dan beri Twitter’da bulunan “Favorilere Ekle” butonu, Kasım ayında yerini “Beğen” butonuna bıraktı. Artık yıldız ikonunun yerinde bir kalp duruyor. Peki, bu değişikliğin
ardındaki sebep ne? “Favorilere Ekle” butonu, en başta, kullanıcıların beğendikleri Tweet’leri arşivlemesi ve istedikleri zaman tekrar kolayca ulaşabilmeleri için tasarlandı; ancak
kullanıcılar arasında farklı bir amaçla kullanıyordu. Kullanıcılar için bir Tweet’i favorilere eklemek (veya yaygın adıyla
“favlamak”) “onaylama”, “beğenme” gibi anlamlar taşımaya
başladı. Ayrıca kullanıcılar o kadar çok Tweet’i favorilerine
eklediler ki, onların arasından aradıklarını bulmaları mümkün olmuyordu.
Kullanıcıların yarattığı bu değişime uyum sağlayan Twitter,
“Favorilere Ekle” butonunu kaldırmaya karar verdi. Yaz boyunca test edilen Twitter Beğenileri, şirketin beklentilerini
karşılamış olacak ki, sonbaharda “Favorilere Ekle”nin yerini aldı. Bazı kullanıcılarsa tamamen Twitter’a özgü olan “Fa-
vorilere Ekle” butonunun “Beğen”e dönmesini Twitter’ın,
Facebook ve Instagram’a benzemeye çalışması olarak değerlendirdi.
Twitter CEO’su Jack Dorsey, bu yıl Twitter’ın son zamanlarda yavaşlamış gibi görünen büyümesini tekrar hızlandırmak
için bir dizi değişiklik yapacaklarını zaten açıklamıştı. Bu değişiklik de söz konusu planın bir parçası olarak algılanıyor.
Bu konuda kullanıcılar farklı görüşlere sahip olsa bile görünen o ki, Twitter bu değişikliği beğendi.
Kerem Başar, Stratejist, Pixelplus Interactive
Twitter’da
anket zamanı
n Twitter, yalnızca belirli kişile-
Pinterest’te pin-içi arama kolaylığı
n Pinterest, ne giyeceğiniz, nerede tatil yapacağınız, evinizin dekorasyonunda nerelerden ilham alacağınız,
yeni hobiler ve becerileri nasıl kazanacağınız gibi konularda arayışınız varsa,
arama bölümüne bu sorularınıza ilişkin birkaç kelime yazarak arama yapmanızın yeterli olduğu bir platform.
Yeni nesil görsel paylaşım platformu
olarak adlandırabileceğimiz Pinterest,
görsel yönü ağırlıklı sektörlerin dijital
pazarlaması için çok önemli bir rol oynamakta. Platformun yeni pin-içi arama özelliğiyleyse bu önemine önem
katacağa benziyor. Pinterest, pin-içi
arama özelliğiyle birlikte, kullanıcılara,
48
İSTASYON
görsellerin içerisindeki belirli bir nesneyi arama imkânı sağlamakta. Böylece kullanıcılar pin’lenmiş görsellerdeki arama simgesiyle ilgilerini çeken
objeyi seçerek arayabilirken, o ürünün
veya benzer ürünlerin satın alma sayfasına ulaşabiliyorlar. Aylık 100 milyon
aktif kullanıcıya sahip olan Pinterest,
ilerleyen günlerde pin’lerin içerisindeki nesneleri aratmaya imkân sağlayan görsel arama aracıyla bir pazarlama servisine dönüşerek reklam ve
satışlardan gelir elde edecek gibi görünüyor.
Meltem Cihan, Dijital Reklam Yazarı,
re açık olan anket özelliğini, tüm
üyelere açtı. Artık Twitter kullanıcıları, bir Tweet atarken anket seçeneğiyle Tweet’lerini bir ankete
dönüştürebiliyor. Ankete çevrilen Tweet’lere herhangi bir medya
iliştirilemiyor. Oluşturulan anketlere iki şık eklenebiliyor ve Twitter
anketleri 24 saat boyunca aktif kalıyor. Kullanıcılar bu süre boyunca
oy verebiliyor. Aynı zamanda kaç
kişinin oy kullandığı görüntülenebiliyor. Twitter anketlerinde kullanılan oylarsa tamamen gizli. Hangi
kullanıcının hangi seçeneği tercih ettiği görünmüyor. Twitter’ın
Ürün Müdürü Todd Sherman, anket özelliğini kitlenin etkileşime
geçmesi için yeni ve farklı bir yol
olarak tanımlıyor. Açıldığı Ekim
ayından itibaren yoğun bir şekilde
kullanılmaya başlanan anket özelliğinin aynı şekilde ilgi çekmeye
devam edip etmeyeceğini, ilerleyen aylarda göreceğiz.
Facebook, farklı emojilerle
duygulara hitap ediyor.
Bu uygulama pilot
olarak seçilen İspanya ve
İrlanda’dan sonra tüm
dünyaya yayılacak.
n Dijital dünyanın kuşkusuz en vaz-
geçilmez olanı Facebook, yeni güncellemeleriyle hayatımızdaki önemini
artırmayı sürdürüyor. Arkadaşlarımızla bağ kurma, iletişim sağlama,
yaşanılan güzel anları paylaşma gibi
özellikleri olan Facebook, kullanıcılarının hislerine daha çok tercüman
olabilmek için “Like” butonuna alternatif beğenme eylemleri de ekliyor.
Kullanıcılar uzun zamandır bu yeniliği “Dislike” butonu olarak beklerken, yedi farklı emojiyle karşılaştılar.
Facebook’un bu yeni özelliği, kullanıcıların tepkilerine yönelik araştırmalar sonucu ortaya çıktı. Reactions adı
verilen emojiler; sevme, mutlu olma,
sevinme, şaşırma, üzülme, öfkelenme gibi duyguları karşılıyor. “Like”
butonuna basılı tutulduğunda diğer
emojiler de ortaya çıkıyor ve kullanıcılar istedikleri ifadeyi seçebiliyor.
Heyecanla beklenen bu özellik, pilot
bölge olarak belirlenen İspanya ve
İrlanda’daki kullanıcıların hizmetine
sunuldu. Emojiler, bu ülkelerdeki kulanıcılardan gelen yorumların değerlendirilmesinin ardından tüm dünyaya açılacak.
Endişeye mahal yok,
çünkü ben “Güvendeyim”
n Facebook daha önce doğal afet, salgın hastalık veya benzeri durumlar için
“Güvenlik Kontrol Durumu” özelliğini duyurmuştu. Bu özelliğin hayata geçirilme sebebi olarak, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, son birkaç yıldır dünya üzerinde artan afet benzeri olayların ardından insanların ilk olarak
internete girdiğini, hatta Facebook’a girip felakete yakın bölgedeki yakınlarının durumlarını öğrenmek istediklerini söylemiş ve birbirlerinden haber alabilmelerinin çok önemli olduğunu belirtmişti. Bugünlerdeyse bu özellik amacının biraz dışına çıkarak, Paris’te gerçekleşen terör saldırıları için devreye girdi.
“Safety Check” yani “Güvendeyim”in daha önceki terör olaylarında devreye
girmeyip Paris olaylarından sonra uygulanmaya başlanması tartışmalara da
yol açtı. Facebook tarafından buna yönelik açıklama gecikmedi. Facebook yet-
kilileri, bu özelliğin aslında doğal afetler sonrası kullanım için tasarlandığını,
ancak ilk kez doğal afet dışı kullanıldığını, tüm insanlara eşit değer verildiğini ve bu tarz durumlarda acı çeken pek çok kişiye yardımcı olmak için sıkı çalışacaklarını belirttiler. “Güvendeyim” özelliğinin aktif olmasıyla birlikte, ilk 24
saatte 4,1 milyon kişi güvende olduğunu arkadaşlarına bildirdi ve 360 milyon
kişi arkadaşlarının zarar görmediğine dair bildirim aldı. Bu tür toplumsal olaylarda sosyal mecraların hassasiyeti malum... Türkiye’de Gezi olaylarının, canlı yayın uygulaması Periscope’a ilham olması gibi… Bu uygulamalar, insanlara
iyi hissettirse de daha fazla üzücü olay yaşanmamasını diliyoruz.
İNTERNETSIZ GOOGLE MAPS KULLANIMI
n Google Maps, internetsiz harita kullanımını 2011 yılında tanıtmıştı.
Evet, 2011! Ve sonunda Google Maps
artık internetsiz de kullanılabilecek.
Peki, bunun avantajı ne? İlk olarak,
yurtdışında kullanım rahatlığı yarattığını söyleyebiliriz. Yurtdışındayken
kablosuz internet arama derdinden
veya internet kotası kullanımından
bizi kurtarıyor. Yani bu, hem cebimize hem de sabrımıza katkı sağlıyor.
Google Maps Haritalar nasıl indirilir?
Öncelikle telefon veya tabletinizdeki Google Maps uygulamasını güncellemeniz gerekli. Güncelleme tamamlandıktan sonra, seyahat edeceğiniz
şehri veya elinizin altında sürekli olmasını istediğiniz lokasyonu arama
bölmesine yazıyorsunuz. Çıkan sonuç
üzerinde göreceğiniz “Bu alanı indir”
seçeneğine tıklamanız yeterli. Böylece artık, internetin olmadığı durumlarda bile, şehrin tüm detayları elinizin altında! İndirdiğiniz bölge veya
şehriyse “çevrimdışı alanlar” arasında görüntüleyebilirsiniz. Ancak, harita indirebilmenin bir şartı var: Wi-Fi.
Yani telefonunuzun internetiyle harita indirmenize izin verilmiyor. Harita boyutlarının yüzlerce Megabyte
olduğu düşünülürse bunun kullanıcı yararına bir özellik olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun dışında, eğer bilgileri indirdikten 15 gün sonra cihazınız tekrar bir Wi-Fi’a bağlanırsa yüklediğiniz
bölgenin verilerini güncelliyor. İlk olarak Android işletim sistemli cihazlara
gelen yenilik, artık iOS işletim sisteminde de kullanılabiliyor.
Pixelplus Interactive
Sosyal medya sayfaları
tarafından hazırlanmıştır.
İSTASYON
49
UZMAN GÖZÜYLE
Araç aksamlarının
tip onay kontrolü
Araç muayenesi sırasında ilgili yönetmelik (direktifler) ve teknik düzenlemelere
(regülasyonlar) göre, “E” ve “e “onayı zorunluluğu bulunan parçaların onay
kontrolleri de gerçekleştirilir. Yeni araçlar üzerinde tip onaylı parçalar
kullanılmakla birlikte, arıza veya kaza sonrası bu parçaların, orijinal olmayan
onaysız parçalarla değiştirilme riski vardır. Bu durumsa trafik ve yol güvenliği
açısından tehlike oluşturulabilir.
Araçlarda kullanılan aksamların tip onayı ve kontrolü hakkındaki bilgileri,
TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Mehmet Savaş Uçar anlatıyor.
01 Ocak 2003’den sonra araçların ön camlarında “E” veya “e”
onayı olma zorunluğu getirildi. 01 Ocak 2005’ten itibarense
uygunluk belgesi düzenlenmiş traktörler için de “E” veya “e”
onaylı ön cam zorunluluğu var.
Karayollarında kullanılan araçlar; 2918 sayılı Karayolları
Trafik Kanunu uyarınca, Motorlu Araçlar ve Römorkları
Tip Onayı Yönetmeliği (2007/46/AT) kapsamında yapım
ve kullanım bakımından karayolu yapısına ve
trafik güvenliğine uyma zorunluluğunu (Tip
Onay Belgesi) yerine getirmelidir.
Yine bu araçlarda kullanılmak
üzere tasarlanan sistem
aksamlarının ve ayrı
teknik ünitelerin
onay (E veya
e) belgesi
alınmalıdır.
M ve N sınıfı
araçlarda, model
yılına göre “E”
veya “e” onaylı
emniyet kemerleri
aranır.
02 Ekim 2001 tarihinden sonra üretilen M1 sınıfı araçların muayenesinde,
farların “E” veya “e” onayı kontrol edilir.
M1 sınıfı haricindeki araçlar için bu tarih, 01 Ocak 2003’tür.
Tip Onay Belgesi; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından hazırlanan,
dünyada ortak standart üretim yapmak ilkesiyle yayınlanmış veya kabul
görmüş kurallardır. Onay kapsamında tekerlekli araçlarla bu araçlarda
kullanılan bazı aksamların veya sistemlerin, yönetmelik (direktifler) ve
teknik düzenlemelere (regülasyonlar) göre uygunluğunun onaylanmasıdır.
Kısaca üretilen ürünün, gerekli test ve deneylerle üretim şeklinin onaylaması
anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle; tekerlekli araçların, sistemin ve
aksamının ilgili yönetmelikler kapsamında uygunluğunun denetlemesi ve bu
denetim sonucu onayın belgelendirilmesi işlemidir.
e37
E37
Avrupa Birliği Sertifikasyonu
Avrupa Ekonomik
Komisyonu Sertifikasyonu
50
İSTASYON
E Belgesi, Avrupa Birliği hükümleri kapsamında, karayollarındaki
taşıtların ve parçalarının taşıması gereken şartları sağladığını gösteren ve
bu şartların yerine getirme yükümlülüğünün imalatçı üzerinde olduğu bir
belgelendirme sistemdir.
E Belgesi gerektiren ürünlerin hangi standarda girdiğinin tespitinden
sonra, “e” belgesine tabi ürünün belirli sayıdaki numunesi akredite
laboratuvarlarda test edilir. İlgili testlerin standardın öngördüğü
değerlerde olması durumunda, ürünlere “e” işareti vurma hakkı verilir.
E Belgesi taşıması zorunlu olan ürün gruplarında yer alan işaretlerin
yanlarında bulunan numaralar, ilgili ülkelerin numarasıdır. Örneğin E37
Türkiye menşeli bir ürün olduğunu ve “E” belgesine sahip olduğunu gösterir.
01 Ocak 2001
tarihinden sonra
üretilen traktörlerde,
“e” onaylı devrilmeye
karşı emniyet çerçevesi
(rops), kabin veya
tenteli emniyet
çerçevesi bulunmalıdır.
Sıvılaştırılmış Petrol Gazı’nın
(LPG) veya Sıkıştırılmış Doğal
Gaz’ın (CNG) depolanması
için kullanılan yüksek basınca
ve darbeye karşı dayanıklı
malzemeden üretilen tank
üzerinde, “E” veya “e” onayı
(ECER-67) olmalıdır.
Uygunluk belgesi tarihine göre N1 sınıfı araçlarda 01.01.2009; M2-M3 sınıfı
araçlarda 13.02.2009’dan itibaren koltuklarda E veya e onayları kontrol edilir.
Reflektif Şeritler (geri
yansıtıcılı şeritler): Araçların
gece görünürlüğünü artırmak için
araç arkasına ve yanına çepeçevre
ve/veya boylamasına takılan
reflektif şeritlerdir. Bu şeritler,
“E” veya “e” onaylı olmalıdır.
İSTASYON
51
OYUN VE TEKNOLOJİ
HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR
GÜCÜN AYDINLIK VE KARANLIK TARAFI...
Star Wars’un sinemadaki hayranları, serinin yedinci filmine kavuştu. Oyun meraklılarıysa o kadar beklemedi;
zira galaksiler arası savaş, filmin vizyona girmesinden çok daha önce başladı..
APLİKASYONLAR
SANAL GERÇEKLIK
GERÇEK OLUYOR
Oculus Rift’in satışa çıkmasıyla birlikte sanal âlem gerçeğe çok daha
yakın hale geliyor. Bu gözlük, oyun meraklılarına bambaşka bir dünyanın
kapılarını aralıyor.
n ŞEKER PATLATARAK ZENGIN OLDULAR
GOOGLE MAPS’IN iOS
VERSIYONU TÜRKIYE’DE
Google, Google Haritalar’ın
iOS versiyonunu nihayet
Türkiye’de kullanıma sundu.
Uzun zamandır Türkiye’de
yaşayanların erişemediği
uygulama, kullanıcıların
diledikleri yerleri hızlı ve kolay
bir şekilde bulmasını sağlıyor.
n Star Wars, tüm zamanların en çok ilgi gören filmi
belki de… Serinin yedinci filmi, Aralık ayından itibaren
hayranlarıyla buluştu. Ancak oyun tutkunları, film vizyona
girmeden çok daha önce Star Wars heyecanını yaşamaya
başlamıştı. Zira Star Wars Battlefront, filmden önce piyasaya
sürüldü. Özellikle hayranlık uyandıran görsel tasarımlarıyla
oyuncuların gönlünü kazanan oyunda, kendinizi gerçekten
Star Wars evreninde hissedebiliyorsunuz. Önceki Star
Wars’ların devamı niteliğinde olmayan oyun, Battlefield,
Call of Duty, Destiny veya Titanfall gibi oyunlardan da
çok farklı. Öyle ki, oyunun içindeki birçok farklı moda
ve farklı haritalara dalıp saatler harcamak mümkün.
EA Games, oyunun görsel grafiklerinde inanılmaz bir
performans gösteriyor. 13 harita ve dört farklı gezegen o
kadar iyi tasarlanmış ki, geleceğin oyun grafiklerine örnek
oluşması bekleniyor. Hoth, Endor, Tatooine ve Sullust isimli
gezegenlerin oluşturulmasından karakter modellemelerine,
araç ve silah tasarımlarına kadar her şey, sizi Star Wars
evrenine sokmaya yetiyor.
EA Games, sadece tasarıma değil, oyunun oynanma
biçimine de farklılık getirmiş. Muadillerine kıyasla çok
geniş kesimler tarafından rahatlıkla oynanan oyunda,
başlangıçta herkes eşit koşullara sahip. Ancak Hero adı
verilen kahramanları oynayabilmek için çabaya ve şansa
ihtiyaç duyuluyor. Oyunda Luke Skywalker’dan Han
Solo’ya, Princess Leia’dan Boba Fett’e, Palpatine’den Darth
Vader’a kullanılabilecek altı kahraman var. Açıklamalara
kulak kabarttığımızda, bu sayının önümüzdeki sürümlerde
artacağını da öğreniyoruz. Hero olmak için oyun içinde
harita üzerindeki Hero kartlarını bulup toplamak şart.
Oyunun içinde birçok mod bulunmasına rağmen
Walker Assault ve Supremacy, daha ilk günlerden büyük
rağbet gördü. Bu modların ilgi toplamasının temel
nedeniyse hem haritaların hem de oyuncu sayısının fazla
olması. Diğer oyun modları arasında Heroes vs. Villains,
Survival, Training Missions ve Hero Battles bulunuyor.
Star Wars: Battlefront, Star Wars evreninin çok başarılı
bir simülasyonu. Oynamaktan öte ses ve grafiklerin içinde
zevkle dolaşıyorsunuz. Oynanış kolaylığı nedeniyle, özellikle
Star Wars hayranlarına şiddetle önerilir.
n Facebook tarafından 2014 yılında satın
FIREFOX
NIHAYET iPHONE’DA
Masaüstü kullanıcıların
vazgeçilmez tarayıcılarından
biri olan Firefox, uzun bir
süredir iPhone’da yoktu.
Safari’ye alternatif arayan
iPhone kullanıcıları mutlaka
bir denesin.
INSTAGRAM’DAN 1 SANIYE
FOTOĞRAF PAYLAŞIMI
Konusunda en popüler
alanlardan Instagram, yeni
geliştirdiği Boomerang’ı iOS
ve Android kullanıcılarına
sundu. Üst üste 10 fotoğraf
çekerek bunları 1 saniyelik
bir videoya dönüştüren
uygulama bir hayli eğlenceli.
52
İSTASYON
alınan Oculus Rift şirketinin merakla beklenen
ilk sanal gerçeklik gözlüğü CV1, 2016’nın
Mart ayında satışa sunulacak. Gözlük, sensör,
dokunmatik el kontrol ve Xbox kontrol koluyla
birlikte paket halinde geliyor. 360 derece
görüş açısının yanı sıra üç boyutlu görüntü
desteği sunan Oculus Rift, kendi geliştirdiği
birçok teknolojiyle görüntü gözlüklerinde
bambaşka bir dönemin kapısını aralayacak. Kafa
hareketlerine duyarlılığı, görüntü kaymalarını
önleyen özel sistemleriyle bu gözlük, özellikle
oyunseverlere yepyeni deneyimler yaşatacak.
Birçok oyun geliştiricisiyse, ürünlerine gözlüğün
yeteneklerine uygun özellikler ekliyor. Dört
temel parçadan ibaret üründe, omurgayı,
kompakt bir tasarıma ve çıkarılabilir dâhili
kulaklıklara sahip olan gözlüğün kendisi
oluşturuyor. İkinci önemli parçaysa, oyuncuyu
görebilecek şekilde masaüstüne yerleştirilen
hareket sensörü. Bu sensör, kafa ve vücut
hareketlerinizi algılayarak oyunla etkileşimi
sağlıyor. Üçüncü önemli parça Oculus tarafından
geliştirilen dokunmatik el kumandası. Oculus Rift
ayrıca Xbox klasik kontrol ünitesini de pakete
dâhil etmiş. Tüm bunların fiyatının, 1500 Dolar
civarında olacağı tahmin ediliyor.
Candy Crush’ı oynamayan yoktur herhalde.
Facebook’ta doğan oyun, kısa sürede 100
milyonların gönlünü fethetti. Bağımlılık yapan oyun,
yaratıcılarını da sonunda milyarder yaptı. Dev oyun
şirketi Activision Blizzard, Candy Crush’ın yapımcısı
King şirketini tam 5,9 milyar Dolar’a satın aldı. Oyun
dünyasında Call Of Duty, World Of Warcraft gibi
ünlü oyunlara sahip Activision Blizzard, milyonlarca
oyuncusuyla mobil oyunlar arasında iddialı bir hale
geldi. Candy Crush, ayda 400 milyondan fazla kişi
tarafından oynanıyor.
n NEED FOR SPEED NO LIMITS CEPTE
Birçoğumuz uzun süredir mobil ortamda Need For
Speed oynuyoruz. Serinin yeni oyunu “No Limits”,
ücretsiz olarak cebe geliyor. Yüksek kaliteli
grafikleri ve eğlenceli onanışıyla “Need for Speed
No Limits”, yarışseverleri bir kez daha sokaklara
çağırıyor.
n FIFA 16 ULTIMATE TEAM MOBIL VERSIYON
FIFA 16, PC ve konsollar için piyasaya sürülmeden
mobil oyunu yayınlandı. Gelişmiş teknik özelliklere
ve daha iyi grafiklere sahip FIFA 16 Ultimate
Team, yenilenmiş oyun motoru sayesinde gerçek
futbol deneyimini artırmış. 500’ün üzerinde
lisanslı takımdan toplamda 10 binin üzerinde
gerçek oyuncunun yer aldığı oyunda, kurduğunuz
takımları yönetme şansını yakalıyorsunuz. Ücretsiz
olarak indirebiliyor ve oyun içinden satın alımlar
yapabiliyorsunuz.
İSTASYON
53
KÜLTÜR
SANAT
LADY GAGA’NIN
MALIYETLI KORKUSU
BOWIE’DEN
YENI YIL HEDIYESI
Sahne dünyasının ünlülerinin korkuları, kimi zaman insanı hayrete düşürüyor.
Örneğin Lady Gaga, korkusu nedeniyle neredeyse bir servet harcıyor.
İnsan bir şey üretmek üzere yola çıktığında, içinde bulunduğu yaş
önüne engel olarak çıkmıyor, çıkamıyor. Misal David Bowie. “Glam
rock’ın kralı” olarak anılan Bowie, 70’inde “Blackstar” adlı yeni
albümüyle hayranlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
n Türkçenin zengin bir dil olduğu aşikâr. Kıvraklığı,
akıcılığı bir yana, deyim ve atasözleri de dili
oldukça renkli kılıyor. Ancak söz konusu atasözleri
ve deyimlerden bazıları, günümüz dünyasında
geçerliliğini yitirmiş durumda. Diğer bir değişle
tedavülden kaldırılması gerekiyor. “Yaş yetmiş,
iş bitmiş”, “ununu eleyip, eleği asmak” da artık
kullanım dışı kalması gerekenler arasında. Çünkü
meydana gelen bazı vakalar, bu tanımlamaların
gerçekliğini sorgulatacak nitelikte. Örnek mi?
İşte size iyi bir örnek; David Bowie. Zira kendisi,
70’ine dayanan merdivenin son basamağında…
Ancak yaşına inat üretmeye devam ederek yeni
bir albüme imza atıyor. Albümün adı “Blackstar”
ve yeni yılın ilk haftasında (8 Ocak) albümün ilk
single’ı yayınlanacak. Biz de bu vesileyle sanatçının
kariyerine kısaca göz atalım istedik.
Asıl adı David Jones olan Bowie, 8 Ocak 1947’de,
İngiltere’de dünyaya geldi. Bu tarihten yola
çıkarak, single’ın yayınlanış günü Bowie için aynı
zamanda doğumgünü armağanı olacak diyebiliriz.
Müzik dünyası onun adını, 1969 yılında yayınladığı
Space Oddity albümüyle tanıdı. Albümün İngiltere
listelerine 5 numaradan girmesiyle bir anda
şöhret basamakları tırmanmaya başlayan Bowie,
şarkıcılığının yanı sıra söz yazarlığı ve aktörlüğüyle
de dikkatleri üzerine topladı. Dünyaca ünlü müzik
dergisi Rolling Stones’un “Tarihteki En İyi 500
Albüm” listesine altıncı sıradan giren sanatçı, aynı
derginin “Tarihteki En İyi 500 Şarkı” listesine beş
şarkısıyla adını yazdırdı. Başarıları birçok ödülle
taçlandırılan; Madonna, Lady Gaga gibi isimlere
ilham veren David Bowie, 2003 yılında kendisine
sunulan şövalyelik unvanını geri çevirmesiyle de
gündem yaratmıştı.
Müzikal kariyerine “Blackstar” ile birlikte 24
albüm sığdıran David Bowie, en son 2013 yılında
“The Next Day” albümüyle sevenleriyle buluşmuştu.
Onun öncesindeyse 10 yıl hiç albüm yayınlamamıştı
(Reality albümü 2003’te çıkmıştı). “Glam rock’ın
kralı” bu kez o kadar beklemeyerek “Blackstar” ile
sevenlerine bir nevi yeni yıl hediyesi sunmuş oldu.
54
İSTASYON
İllüstrasyona
eli değen ilk kadın
n SALT Beyoğlu, Türkiye’nin
ilk kadın illüstratörlerinden
Ressam Sabiha Rüştü
Bozcalı’nın yaşamına ve
ürünlerine odaklanan son
derece kapsamlı bir sergiye
ev sahipliği yapıyor. Bozcalı,
manzara ve natürmortlarının
yanı sıra portreleriyle de
dikkatleri üzerine toplayan
bir ressam. Henüz beş
yaşındayken annesinin
teşvikiyle resme başlayan
sanatçı, 15 yaşından
itibaren farklı dönemlerde
Berlin, Münih, Paris ve
Roma’da dönemin tanınmış
ressamlarından dersler aldı.
Cumhuriyet Halk Partisi ve
Halkevleri tarafından 19381943 yıllarında düzenlenen,
belirli sanatçıların Anadolu
şehirlerini resmetmekle
görevlendirildiği “Yurt
Gezileri”ne katıldı.
Modernleşme ve yeni bir
kültürel kimlik oluşturma
sürecini belgelemek üzere
1939’da Zonguldak’a
gönderildi;
fabrikalara
yoğunlaşarak
şehirdeki
endüstriyel
gelişim
sürecinden
ayrıntıları
yansıttı. O yıllarda İnhisarlar
İdaresi ve Yapı Kredi Bankası
gibi önemli kurumlar için
yaptığı çizimlerle reklam
ve yayıncılık alanlarında
dönüşüm geçiren görsel
anlatım diline katkıda
bulundu. 1953’ten itibaren
Milliyet başta olmak
üzere birçok gazetede
ressam olarak çalıştı.
Reşad Ekrem Koçu’nun
İstanbul Ansiklopedisi’nin
ressamlarından biri olan
Bozcalı, Nezihe Araz,
Cahit Uçuk ve Refi Cevad
Ulunay gibi yazarların
eserleri için illüstrasyonlar
yaptı. Türkiye’nin ilk kadın
illüstratörlerinden Bozcalı’nın
kültür tarihindeki rolüne
ışık tutmayı amaçlayan
sergide, çeşitli desen, resim,
fotoğraf, günlük, mektup
ve kartpostallarıyla katkıda
bulunduğu yayınlar yer
alıyor. 15 Aralık’ta açılan
sergiyi 14 Şubat’a kadar
ziyaret edebilirsiniz.
n Bu sayımızda, National
Geographic Türkiye’nin yaptığı ve
hurafeleri konu olan haberi henüz
okumamışsanız, mutlaka okumanızı
tavsiye ederiz. İnsanlık tarihi
hurafelerle ve ünlü ya da ünsüz,
o hurafelere inanan insanlarla
dolu… Fakat burada, o metni
okuyanları bile şaşırtacak bir haberi
paylaşacağız sizlerle. Haberimizin
odağında günümüz popunun en
sıra dışı şarkıcılarından Lady Gaga
var. Müzik dünyasının nev-i şahsına
münhasır bu ismi, birçok açıdan
çağdaşlarından farklılık gösteriyor.
Andy Warhol ve Grace Jones’u taparcasına seven, David
Bowie, Madonna ve Freddie Mercury’den ilham alan,
sahne arkasında Debbie Harry, Jimmy Page, Sex Pistols,
Ramones, Jimmy Page’in fotoğraflarını bulunduran Lady
Gaga, günümüzün en güçlü kadınlarından biri olduğu
izlenimi veriyor. Sahnede sergilediği tavırlar kişiliğine,
sattığı albümlerse maddi gücüne
referans adeta. Ancak, geçtiğimiz
günlerde yayınlanan bir habere göre işin
içinde hayaletler olunca, ufak tefek bu
kadın için her şey değişiyor.
www.ntv.com.tr’nin, ünlülerin 2015 yılı
içinde yaptıkları abartılı harcamaları
konu alan haberinde, Lady Gaga’nın
hayalet dedektörleri için 50 bin Dolar
harcama yaptığı belirtiliyor. Şarkıcı
bu parayı turnesi sırasında kaldığı
otellerde hayalet olup olmadığını
öğrenmek için sarf etmiş. 50 bin Dolar,
hiç de azımsanacak bir rakam değil
kuşkusuz. Binlerce Dolar’ı, varlığı şüphe
götüren birtakım varlıkları bulmak amacıyla üretilen
dedektörlere yatırmaksa, aklın sınırlarını zorlamıyor
değil… Veyahut “zenginin parası, züğürdün çenesini
yoruyordur” sadece. Kimbilir… O nedenle de Beyonce’un,
yüksek topuklu bir çift ayakkabıya 312 bin Dolar verdiği
haberine değinmiyoruz bile…
Chris Botti
Zorlu’da
n Zorlu Performans Sanatları
Merkezi, dünyaca ünlü bir
trompetçiyi ağırlamaya
hazırlanıyor. Klasik müzikteki
ustalığını, Sting’le olan
yakın ilişkisinin de etkisiyle
pop müzikle harmanlayan
Chris Botti, Türkiye’ye
geliyor. Impressions isimli
albümüyle 2013 yılında
En İyi Enstrümantal Pop
dalında Grammy kazanan,
2008 tarihli “Italia”yla bir
kez, 2010 tarihli “Chris
Botti in Boston”laysa farklı
dallarda üç kez Grammy’ye
aday olan Amerikalı sanatçı,
toplam 10 stüdyo albümü
ve canlı performanslarla
büyük bir hayran kitlesi
kazandı. Trompetle tanıştığı
dokuz yaşından itibaren caz
müziğe karşı beslediği sevgiyi
virtüözlükle birleştirmeyi
başaran ünlü trompetçi,
bugüne kadar Frank Sinatra,
Buddy Rich, Paul Simon,
Aretha Franklin, Natalie
Cole, Bette Midler, Joni
Mitchell, Sting ve Natalie
Merchant’ın da aralarında
bulunduğu, müzik tarihine
damga vurmuş isimlerle aynı
sahneyi paylaştı ve kayıtlar
gerçekleştirdi. Billboard caz
Uluslararası
rock tatili:
Zeytinli
n Ardında uzun bir tarih
yok belki ama Zeytinli Rock
Festivali her yıl daha fazla
kişinin ajandasında yerini
almayı başaran bir etkinlik.
Türk rock müziğinin en
tanınmış simalarının katıldığı
bu organizasyon, bu yıl 2023 Ağustos’ta düzenlendi ve
100 binden fazla müzikseveri
ağırladı. Şimdi sıra uluslararası
platformlara açılmaya geldi.
Zira 2016’da 25-28 Ağustos
tarihlerinde düzenlenmesi
planlanan Zeytinli Rock
Festivali’ne Yunanistan,
Bulgaristan, Romanya, Almanya
ve Kıbrıs’tan da amatör
ve profesyonel grupların
katılması öngörülüyor.
“Deniz, kum, güneş ve rock
müzik” sloganıyla, Balıkesir’in
Edremit ilçesine bağlı Zeytinli
beldesinde gerçekleştirilen
etkinlik, müzikseverlere bir
anlamda “rock tatili” vadediyor.
albümleri listelerinde bugüne
kadar dört albümüyle zirveyi
gören Chris Botti, müzik
tutkunlarını mest edecek
canlı performansıyla
16 Ocak’ta Zorlu Performans
Sanatları Merkezi’nde olacak.
İSTASYON
55
ÇOCUK
Hayalet karınca
yediği
bazı besinlerin
rengini alabilir.
>>>
Garip
AMA
,
Gercek
AŞAĞIDAKİ BİLGİLER
SENİ ŞAŞIRTACAK
İNSAN VÜCUDUNDA BULUNAN DEMIRLE
5 CM UZUNLUĞUNDA BIR ÇIVI YAPILABILIR.
ÇILEKTE
PORTAKALDAN
DİKKAT,
ARKAMDAN
ÇEKİLİN...
DAHA FAZLA
En hızlı tenis
servisi saatte
C VITAMINI
VARDIR.
246 km
VERİN.
hıza ulaşmıştı.
Gergedanlar
birbirleriyle
Basset hound
ırkından köpe
kle
ağırlığı bir rin
Kolibri
geriye doğru uçabilen
filin kalbi
kada
tek kuştur.
bırakarak
haberleşir.
denizaltıdan
derine
dalabilir.
Dünyanın en pahalı kahvesi
miskkedisinin yedikten sonra
dışkıladığı kahve
çekirdeklerinden elde edilir.
56
İSTASYON
r olabilir.
dışkı
yığınları
Deniz
fili
Astronotsuz
bir uzay
kıyafetinin
yeryüzündeki
ağırlığı 127
BANA KULAK kilogramdır.
Soğuk su sıcak sudan
daha
Japonya’nın Osaka
kentindeki
16 katlı bir
ağırdır.
iş merkezinin
ortasından
geçer.
otoyol
Bazı
mantarlar karanlıkta
parlar.
Bu konu NATIONAL GEOGRAPHIC KIDS Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIDS abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59
İSTASYON
57
TÜVTÜRK
TÜVTÜRK’TEN SEKTÖRE
HIZMET: TÜVTÜRK AKADEMI
BIR DĞŞTALKS DAHA GERIDE KALDI
TÜVTÜRK
Akademi
basın buluşması
TÜVTÜRK Akademi, yürüttüğü çalışmaları paylaşmak
amacıyla bir basın toplantısı düzenledi. 18 Aralık’ta TÜVTÜRK
Akademi’de gerçekleşen toplantıya özellikle lojistik
sektörünü yakından takip eden basın mensupları davet edildi.
Toplantıda katılımcılara TÜVTÜRK Akademi’nin başta mesleki
yeterlilik olmak üzere, verdiği tüm eğitimlerle ilgili geniş
bir sunum yapıldı. Sabah saatlerinde başlayan
basın toplantısı, öğle yemeğinin
ardından son buldu…
Doğuş Grubu çatısı altında bulunan firmaların üst düzey yöneticileri, artık gelenekselleşen
DĞŞTALKS etkinliği için 6-8 Kasım tarihlerinde Antalya’da bir araya geldi. “Story Telling” temasının
ele alındığı etkinlikte aynı zamanda bir önceki yılın teması olan “Collaboration - İşbirliği” kapsamında
yürütülen proje öneri sisteminde seçilen projelerin tanıtımı da yapıldı. Bu öneriler arasından
hayata geçirilmeye değer görülen projelerden biri de TÜVTÜRK İdari İşler Yönetmeni
Zeki Çelik tarafından geliştirilen “Tedarik Zinciri Entegrasyonu” projesiydi. Doğuş
Grubu şirketlerinin ortak bir tedarikçi havuzuna sahip olması ve böylelikle
fiyat avantajının yanı sıra zaman ve işgücü tasarrufunun sağlanmasını
hedefleyen projeyle ilgili ödülü, Zeki Çelik’e Doğuş Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Ferit F. Şahenk tarafından verildi.
KARAYOLLARI
TRAFIK GÜVENLIĞI
SEMPOZYUMU
Trafik alanında hizmet veren firmaların, kurum ve kuruluşların
tecrübeleriyle biliminsanlarının çalışmalarının karşılıklı olarak
paylaşılmasını amaçlayan Karayolları Trafik Güvenlik Sempozyumu ve
Sergisi, 12-14 Kasım’da Ankara’da, ATO Kongre Merkezi’nde yapıldı. Bu yıl
altıncısı düzenlenen sempozyumun açılış törenine Yargıtay Başkanı İsmail
Rüştü Cirit, dönemin İçişleri Bakanı Selami Altınok, dönemin Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Feridun Bilgin ve Emniyet Genel Müdürü
Celalettin Lekesiz ile çok sayıda davetli katıldı. TÜVTÜRK, kurduğu stantlar
ve TÜVTÜRK Akademi’nin yanı sıra Trafikte Sorumluluk Hareketi’yle
(TSH) bu etkinlikteki yerini aldı. Sempozyumun açılış töreninde Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Feridun Bilgin, trafik güvenliğine
sundukları katkı nedeniyle TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören’e teşekkür
plaketi verirken, TÜVTÜRK Genel Müdür Yardımcısı Aykut Özgülsün, “Araç
Muayenesinde Tespit Edilen Kusurların Trafik Ve Yol Güvenliğine Etkisi” konulu bir sunum
yaptı. Sempozyum kapsamında TÜVTÜRK’ün sponsoru olduğu Karayolu Trafik Güvenliği Kısa
Film Yarışmasını kazananlara ödülleri takdim edildi. Çevresinde 360 derece dönerek, araçların
takla atmasını canlandıran emniyet kemeri simülasyonuyla ziyaretçiler, emniyet kemeri
kullanmadıkları takdirde meydana gelebilecek felaketlerle ilgili bilgi sahibi oldu. Trafikte
Sorumluluk Hareketi’nin beşinci yılının da kutlandığı sempozyumda, TSH etkinlik
alanında trafik güvenliği yarışmasının yanı sıra alkollü araç kullanımının
tehlikelerine dikkat çeken “alkol gözlüğü” simülasyonu yapıldı.
58
İSTASYON
TÜVTÜRK Akademi, ülke genelindeki araç muayene
istasyonlarında görev yapan çalışanlarının mesleki becerilerini
artırma yönündeki hizmetleriyle TÜVTÜRK’ün kaliteli hizmet
anlayışına katkı sağlıyor. Buna ek olarak SRC 5 Eğitimleri başta
olmak üzere, Mesleki Yeterlilik Eğitimleri veren TÜVTÜRK
Akademi, sektörde faaliyet gösteren firma ve kuruluşlara bilgi ve
kaynak sağlıyor. TÜVTÜRK Akademi, faaliyetlerini tanıtmak için
Kasım ayı boyunca bir dizi etkinliğe katıldı. 6-8 Kasım tarihlerinde
DĞŞTALKS etkinliği, 12-14 Kasım’da Karayolu Trafik Sempozyumu
ve son olarak 18-20 Kasım tarihlerinde İstanbul Fuar Merkezi’nde
düzenlenen Uluslararası Transport Lojistik Fuarı’nda kurulan
stantlar aracılığıyla Akademi tarafından verilen SRC 5
eğitimleri başta olmak üzere sektöre verdiği hizmetleri
ve dışarıya satışı yapılan eğitim salonlarını da tanıttı.
DĞŞTALKS’taki standı TÜVTÜRK Yönetim Kurulu Başkanı
Erman Yerdelen de ziyaret ederek, TÜVTÜRK
CEO’su Kemal Ören’den bilgi aldı.
İŞ
ORTAKLARI
BULUŞTU
YILIN FARK YARATAN
PROJESI: TSH
Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın koordinasyonunda, trafik ve taşıt
güvenliği alanında çalışma yapan kurum ve kuruluşlarla işbirliği içinde ve TÜVTÜRK Araç
Muayene İstasyonları’nın desteğiyle 2010’da hayata geçirilen Trafikte Sorumluluk Hareketi
(TSH), trafik güvenliği ve bireysel sorumluluklar konusunda farkındalığın artırılmasını
amaçlıyor. Farklı hedef gruplarına yönelik üç ayrı programla devam eden TSH kapsamında,
beş yılda 1 milyonu doğrudan olmak üzere toplam 5 milyon kişiye ulaşıldı. TSH son
olarak, Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından bu yıl ilki düzenlenen İletişim
Akademisyenleri Medya ve İletişim Ödülleri kapsamında “Yılın Fark Yaratan Projesi” ödülüne
değer bulundu. “Farkında Olanlar Fark Yaratanlar” konseptiyle düzenlenen yarışmada radyo,
televizyon, sinema, gazetecilik, görsel iletişim tasarımı, halkla ilişkiler ve tanıtım alanlarında,
toplumsal sorunlar konusunda farkındalığı geliştiren projelerin, kurumların ve kişilerin
ödüllendirilmesi; benzer projelerin teşvik edilmesine ve yaygınlaşmasına katkı sağlanması
amaçlandı. TSH, jüri üyesi akademisyenlerce fark yaratan kurumsal sosyal sorumluluk projesi
olarak ödüle değen bulundu. Ödüllerin takdimi için 3 Aralık’ta Maltepe Üniversitesi, Maltepe
Eğitim Köyü Kampüsü’nün Marma Kongre Merkezi’nde bir tören düzenlendi. Trafikte
Sorumluluk Hareketi’ne verilen ödülü Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı adına
Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü Denetim, Kontrol ve Araç Muayene Dairesi Başkanı
Yılmaz Kılavuz, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları adına İletişim ve İş Geliştirme Direktörü
M. Koray Özcan, Benchmark Danışmanlık adınaysa Ajans Başkanı Fadile Paksoy aldı. Bu
TSH’ın başladığı tarihten itibaren kazandığı yedinci ödül oldu.
Tecrübenin eşliğinde oluşturulan yeni fikirlerin paylaşarak
çoğalması, bir şirketin bugünden yarına atacağı adımlarda
önemli rol oynar kuşkusuz. TÜVTÜRK de iş ortaklarıyla
beraber artık geleneksel hale getirdiği “Tecrübe ve Fikir
Paylaşımı Toplantısı”nın sekizincisini, 23 Ekim’de Raffles
İstanbul’da yaptı. TÜVTÜRK, iş ortaklarının birbirinden
değerli fikirlerini aktardığı toplantılarda, hayata
geçirilmesi planlanan projelerin yanı sıra
önümüzdeki dönem hedefleriyle ilgili
bilgiler de paylaşıldı.
İSTASYON
59
TÜVTÜRK
TÜVTÜRK’E
MOĞOLISTAN’DAN ZIYARET
HEDEF BINLERCE KIŞIYE ULAŞMAK!
Ticari araçlarda
uluslararası zirve
Ticari araçlar sektöründe stratejik ve teknik konular
üzerine odaklanarak karar mercilerini buluşturan
“Car Training Institute”, 12-13 Ekim’de İstanbul’da
“Commercial Vehicles Turkey” başlıklı bir etkinlik
düzenledi. İstanbul’da dördüncüsü yapılan etkinliğe,
sekiz ülkeden 100’ü aşkın kişi katıldı. Etkinlik
kapsamında TÜVTÜRK Genel Müdür Yardımcısı (COO)
Aykut Özgülsün, “Ticari Araçlarda Muayeneden
Kalma Oranları ve Kusursuzluk Seviyesinin Yol
Güvenliğine Katkısı” başlıklı bir sunum yaptı.
Katılımcıların ilgiyle takip ettiği etkinlikte
Özgülsün, sunumunun ardından
kendisine yöneltilen soruları
Millî Eğitim Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları ve
Goodyear Lastikleri arasında imzalanan işbirliği protokolüyle “Trafikte Sorumluluk Hareketi (TSH)” kapsamında
hayata geçirilen Trafikte Gençlik Hareketi’nin dördüncü yılı, 18-19 Kasım 2015’te Antalya’da düzenlenen eğitim
semineriyle başladı. 2012’den itibaren uygulanmaya başlanan TSH’ın temel amacı, trafik güvenliği konusunda
farkındalığı geliştirmek. Ortaöğretim öğrencilerinin Trafik Güvenliği ve İlkyardım Kulüpleri’nin faaliyetlerine
gönüllülük esasıyla katılmaları sağlanarak gelecek nesillerin bu konudaki farkındalıklarının artması hedefleniyor.
Hedef kitlesini okulların trafik ve ilkyardım dersi öğretmenleri, 12’nci sınıf öğrencileri, trafik güvenliği ve ilkyardım
kulübü öğrencileri, veliler ve okul servis şoförlerinin oluşturduğu projede, 2014-2015 eğitim öğretim yılında
toplam 10 bin öğrenciye doğrudan trafik güvenliği eğitimi verilirken 20 bin veliye ve 500 servis
şoförüne ulaşıldı. Eğitimler sonrasında yapılan değerlendirmelerde katılımcıların bu alandaki
bilgi düzeylerinde yüzde 25 ila yüzde 34 arasında iyileşme sağlandığı gözlendi. 2015-2016
eğitim öğretim yılında TSH’ın bir parçası olmak için Antalya’daki seminerlere katılan
öğretmenler, hem teorik hem de pratik eğitimler aldılar. Adana, Ankara, Bursa,
İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Sakarya ve Samsun olmak
üzere 10 ilden 50 öğretmenin katıldığı seminerin ardından,
öğretmenler, okullarındaki velilere ve servis şoförlerine
ulaşıp öğrencilere yönelik eğitimleri verecekler.
Yaptığı çalışmalarla birçok kurum ve kuruluşa örnek olan TÜVTÜRK, sadece
yurtiçinde değil, yurtdışında da takdir görüyor ve sık sık farklı ülke temsilcilerini
ağırlıyor. Son olarak Gantsetseg Sukhbaatar başkanlığındaki Moğolistan
Akreditasyon Kurumu’nun yetkilileri TÜVTÜRK’ü ziyaret etti. TÜRKAK Akreditasyon
Uzmanı Osman Camcı, TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa ve
TÜVTÜRK Tesis Yönetimi ve Teknik Koordinasyon Müdürü Cemalettin Osmanoğlu
tarafından ağırlanan heyete, kurum içi kalibrasyon ve diğer saha uygulamalarıyla
ilgili bilgi verildi. Heyet, TÜVTÜRK Hadımköy İstasyonu ziyareti sırasında, bu alanda
gerçekleştirilen çalışmaları yerinde gözlemleme şansı elde etti.
Bakanlık eğitimleri tamamlandı
TÜVTÜRK, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın (UDHB)
2015 yılı eğitimlerini tamamladı. Tüm istasyonlarda yönetici ve teknisyenlerin
katılımıyla yapılan eğitimler, 18 Ekim’de Ankara, İzmir, Adana, Trabzon
ve Antalya’da; 25 Ekim’de İstanbul, Bursa, Konya, Gaziantep ve Çorum’da
olmak üzere 10 farklı lokasyonda gerçekleştirildi. Eğitimlerde katılımcılara,
UDHB yetkililerinin 2015 değerlendirmelerinin yanı sıra TÜVTÜRK yetkilileri
tarafından TÜRKAK denetim sonuçları, Etik Kod ve Çevre konularında da
bilgi sunuldu. Program kapsamında bir de TÜVTÜRK’te üç yıl ve daha fazla
çalışan Araç Muayene Teknisyenleri’ne (AMT) yönelik sınav gerçekleştirildi.
Organizasyona, 963’ü sınava giren Araç Muayene Teknisyeni olmak
üzere, toplam 2 bin 452 TÜVTÜRK çalışanı katıldı. Bir saatlik sınavda
katılımcılara 40 adet binek araç, 20 adet de ağır vasıta araç
muayenesi teknik ölçme, değerlendirme sorusu yöneltildi.
Her iki bölümden de 65 puan ve üzerini alan Araç
Muayene Teknisyenleri, “başarılı” addedildi.
yanıtladı.
150 YILIN ŞEREFINE
Akreditasyon
Denetimleri
tamamlandı
TS EN ISO/IEC 17020:2012 standardı temelinde, Türk
Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) tarafından gerçekleştirilen
Akreditasyon Denetimleri’nin ikinci çevriminin son
gözetim denetimini tamamlayan TÜVTÜRK, çalışmalarına
ışık tutacak bu zorlu sınavdan, sekizinci kez başarıyla
çıktı. Kurulduğu günden bu yana akreditasyon sürecini
bir zorunluluk olmaktan ziyade kurum kültürünün
parçası olarak gören ve tüm çalışmalarını bu
bakış açısıyla yürüten TÜVTÜRK, büyük
bir motivasyonla yeni dönem
hazırlıklarına başladı.
60
İSTASYON
Bağımsız ve tarafsız bir test organizasyonu olarak 1866’da
Almanya’da kurulan ve TÜVTÜRK’ün ortaklarından olan TÜV SÜD,
2016’da 150’nci yaşını kutlayacak. Günümüzde 22 bin çalışanıyla dev
bir organizasyon olan firma, bir buçuk asırlık geçmişine özel bir film hazırladı.
Dünyanın farklı yerlerinde gerçekleştirilen çekimlerle oluşturulan filmin bir bölümü
Türkiye’de çekildi. 17-18 Kasım’da Bursa’nın Mudanya ilçesindeki Gezici Traktör İstasyonu ve
Dudullu Araç Muayene İstasyonu’nda (İstanbul) yapılan çekimlerde, TÜVTÜRK’ün oluşturduğu
sistemi gösteren karelerin yanı sıra sistemin içinde yer alan personelin görüşlerine de yer
verildi. Çekimlere TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme departmanından Tuğçe Eroğlu Kılınç, TÜV
SÜD Bursa A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Murat Barın, TÜV SÜD Almanya Kurumsal İletişim
departmanından Jörg Riedle, filmin yapımcılığını üstlenen Michael Kneissler ve kameraman
Annekatrin Fee Meyers katıldı. TÜV SÜD’ün global olarak hazırlanan 150’nci yıl filminde böylece
Türkiye’deki araç muayene sistemleriyle ilgili geniş bir kesimin haberdar olması sağlanacak.
YÜZDE YÜZ BÜYÜYOR
Kurulduğu günden itibaren, müşterilerine daha nitelikli hizmet vermeyi ana hedefi olarak belirleyen
TÜVTÜRK, açtığı yeni istasyonlar ve yüzde 100 randevu sistemini genişleterek her geçen gün
çıtayı yükseltiyor. Sivas’ın Gemerek ilçesinin Şarkışla beldesinde 18 Eylül’de, Trabzon’un Of ve
Gaziantep’in İslahiye ilçesinde 17 Ekim’de, Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde 27 Ekim’de, Çorum’un
Osmancık ilçesinde 4 Kasım’da birer istasyon açan TÜVTÜRK, 10 Aralık’taysa Şanlıurfa’nın Siverek
ve Gaziantep’in Nizip ilçelerinde birer ek kanalı hizmete sundu. Bartın (merkez), Karabük (merkez),
Kastamonu (merkez), Kütahya (Tavşanlı), Zonguldak’taki (merkez ve Ereğli) istasyonlarını 15 Eylül’de
yüzde 100 randevulu sisteme geçiren TÜVTÜRK, aynı uygulamayı Bilecik’te (merkez) 29
Ekim’de, Eskişehir (Sivrihisar) ve Kastamonu’nda (Tosya) 3 Kasım’da, Trabzon’da
(Of) 10 Kasım’da, Kayseri (Erciyes), Sivas (Gemerek Şarkışla) ve Çorum’daysa
(Osmancık) 15 Aralık’ta gerçekleştirdi. Böylece 10 Ekim’den itibaren
TÜVTÜRK’ün 269 istasyonu, tamamen randevulu sistemle
hizmet verir hale geldi.
Hayatın İçinden Toplantılar
TÜVTÜRK İnsan Kaynakları’nın her yıl belirli periyotlarla
düzenlediği ve kısa adı HİT olan Hayatın İçinden Toplantılar
adlı organizasyonu, 27 Kasım’da yapıldı. Genel Merkez
çalışanlarının tamamının katıldığı 2015 yılının son HİT
organizasyonu, Kemer Country’de düzenlendi ve etkinliğe
Metin Hara’nın sunumu damgasını vurdu. Enerji tekniğine
ilişkin bilgisini, tıp bilgisiyle sentezleyerek etkin bir tedavi ekolü
benimseyen Hara, Hayatın İçinden Toplantılar’ın katılımcılarına
pozitif düşünme, düşüncenin gücü ve enerji gibi konularda
seminer verdi. TÜVTÜRK çalışanlarının etkin katılımıyla
interaktif bir performansa dönüşen seminerin bir sonraki
aşamasında Metin Hara, kendisinin kaleme aldığı “Yol” adlı
kitabı imzalayarak katılımcılara dağıttı. Seminerin ardından
açık havada barbekü partisi vardı. Free Hugs ekibinin canlı
müzik performansıyla TÜVTÜRK personeline sürpriz yapılan
partide, tüm çalışanlar gönüllerince eğlendi.
İSTASYON
61
ENGLISH SUMMARY
Chestnut
grilled
good to
eat!
The biggest company of walks in cold weather and winter nights at home, chestnut is a real miracle both
with its taste and uses. Written by: GAYE ŞAHIN
F
antastic smell of smoke on every street corner, the
brown paper bag in which the vendor puts the
hot chestnuts, and the moment we finally meet
that delicious taste after peeling the hot skin… Without a
doubt, one of the first things that come to mind when you
speak of winter is chestnut. Chestnut holds a special place
in our hearts probably because of its association with
winter months, New Year, family gatherings and sharing. And we deserve that place: we are one of the biggest
chestnut producers in the world; we supply various kinds
of delicious chestnuts. Going well with different tastes
from meat and rice to chocolate and desserts, chestnut
has also a solid and rich taste on its own; therefore, it is a
real miracle. For once, the process of picking and cleaning
chestnuts is very difficult. They grow in their ball-shaped
skin covered with thorns. When you open them up, two or
three chestnuts come out. During this process, one should
be really careful about thorns.
It is known that there are 16 different species of chestnut
trees that grow in Asia, Europe and America. The chestnut
of the species known as “Castanea Sativa” is called the Anatolian chestnut. Anatolian chestnut grows on a wide area
– from North Anatolia to Marmara and Aegean regions.
The small chestnut that grows on Black Sea coastline is
62
İSTASYON
First we get the wind of its strong smell. It seduces
and bundles us up. Shame on you if you don’t get
carried away with the charm of hot chestnuts in the
cold weather.
called small chestnut (kuzukestanesi). Turkey is the 4th biggest chestnut producer after China, South Korea and Italy. Aydın,
Bursa and İzmir are the cities where chestnut grows most. The best sweet chestnuts
of Europe grow in Ardèche-France, Galicia-Spain and Northern Italy. In Turkish
cuisine, chestnut is cooked in kebab style,
which means grilling on flame. Boiling is
also a good way to cook chestnut. Keeping
the vitamins it contains when being cooked
since its skin is quite thick, chestnut is a lowfat and low-starchy bomb of vitamin C. It
can quickly meet the daily need of energy. It
was also an essential part of Ottoman palace
cuisine. Always available in sultans’ rice and
soup, the fruit goes very well with game, turkey and lamb meat.
It goes very well with meat and rice, ok,
but where it actually shines bright is desserts. Chestnut cakes, cheesecakes, tarts,
éclairs and chocolates find place in every
culinary culture and they are loved very
much. What makes us different is our candied chestnut, in other words, our marron
glacé. Turkey has successful brands of years
such as Kafkas and Kardelen in the produc-
tion of marron glacé, which is one of the
most special tastes in the world. The recipe is not a preferred one in industrial production since it uses raw chestnuts that first
drop from trees and its application is too
troublesome. The Doğan Family, owner of
Pasto Bakery in Osmangazi, still carries on
that difficult tradition. The inside of that
type of chestnut is snow white; they have
to be peeled by hand one by one and that
process of peeling is really hard because of
their underripe form. Since they lack starch,
they are wrapped in a cloth; otherwise, they
fall into pieces when they wait in syrup. No
glucose is added; peeled and boiled chestnuts are kept in sugar and boiled and then
wrapped in cloths and kept in syrup. They
can’t be put in boxes, so they are sold in
glass jars. If you are curious about the first
shop in Bursa that sold candied chestnut,
you have to go to Ulus Pastanesi in city centre. The owner Hacı Rasim Öztat used to
send candied chestnuts from this tiny shop
to Atatürk. Today, Akile Öztat and her son
Celal Öztat run the shop together.
When we speak of a delicious and resourceful fruit like chestnut, it is possible
to find different tastes and delicious recipes
from Bursa to İzmir and Aydın. Of course,
no other joy can compete with the pleasure
of roasting your own chestnuts at home and
sharing them with your loved ones.
İSTASYON
63
ENGLISH SUMMARY
A spontaneous
step brought success
will go to the space if you do a full-length film.”
That’s a joke, of course. Taking the problems
between Turkey and Armenia into account, the
film is about a little girl reaching up to her favorite chocolate through suitcase trading. It arouses positive feelings in people. When I finished
shooting the film, I had the director Reis Çelik,
with whom I worked in the movie “Mülteci”,
watched it. He made such good remarks about
it. He said “You should definitely send this to
Berlin Film Festival.”With that kind of a motivation, we applied to festivals. Since it was my
first film, we made the applications a little inexpertedly. Then we heard that it was accepted by
a festival in Paris. I also went there. It was a festival that the intelligentsia was following. After
the jury watched the film, an old member came
up to me and said thank you. It turned out that
the films on selection there traditionally told
serious issues in a heavy way. My film stood out
with its positive perspective. Then it was accepted to Hamburg Short Film Festival. It turned
out that the world of short films followed this
festival closely. When “Ziazan” won the grand
award in that festival, the film became popular.
It went on a world tour… Then, it was selected
for a festival in USA. Before I went there, I had
a phone call. The person calling me was saying
“I write for Washington Post, I’d like to talk to
you about your film.” I said “OK” and it became
full-page news. The film is still being invited to
festivals and I keep sending it.
Got featured in Washington Post
with her short film “Ziazan” and
wishing to keep directing films,
Derya Durmaz says she takes all
her steps spontaneously
Interview: MURAT PAK
Photos: ERDEM KÜÇÜKÖZER (ATASAR FOTOĞRAFÇILIK)
How did your adventure of acting start?
Ever since I was a child, I and my cousin have
displayed various plays to our family. Because
I wanted to be an actress, I wanted to study in
acting school when it was time. However, my
family said “Have a profession. Do the acting
as a hobby”, so I studied economy. But one can
not give up on her dreams, of course. Later, I
attended Şahika Tekand’s Studio Oyuncuları,
received acting lessons there and put the necessary effort into being an actress.
Which movies and TV series left a mark on you?
I worked professionally for the first time in the
TV series “Ihlamurlar Altında”. To be honest, I
was happy that the story of the cliché poor guy
and rich girl would be told through the marginalized people of society. Thanks to that series, I
understood that doing popular work would not
mean sitting on the fence and doing weightless
work. And it drew a lot of attention.
And that attention was not only within Turkish
borders…
Yes, I once went to Morocco; some people
stopped me to ask a signature. Then I realized
how popular the show was abroad.
What about the films? Which movies have impressed you in recent years?
I liked “Mavi Dalga” very much. It’s a movie
written and directed by two women. In fact, it
was also important to observe how two women directors could work together because even
though they were two people, they needed to
direct the movie with one voice to be effective.
And they were really successful in doing it with
one voice.
64
İSTASYON
Maybe you made such an observation because
inside, you were thinking of directing a film…
I don’t know. Actually, I was not planning to
be a director but apparently that was not the
case in my subconscious. On second thought,
the observations I made on the factory floor
helped me a lot.
How did you decide to direct your first film
Ziazan?
I guess I make critical decisions about my life
spontaneously. That’s how I made Ziazan. The
whole thing started when I read a piece of news
in the paper about the suitcase trading between
Turkey and Armenia. The border between two
countries was closed but still a trade relation
among the citizens and between bus compa-
nies and shipping firms was built. The news was
about how this trade relation was interrupted
when shipping firms increased the prices. That
piece of news about suitcase trading rang a bell
about things in my life and I wrote the story of
“Ziazan.” Later on, I joined the film festival in
Armenia. When the project was awarded there,
we came to the point of shooting the film.
You shot the film and it travelled all around
the world. At the end of a spontaneous process,
you ended up shooting a film loved by many
people…
To be honest, I did not think it would draw
such a big attention. It has become a brunt of a
joke among my friends. They say “If you travel
around the world with a 15-minute film, you
To how many festivals has it been and how
many awards has it won?
It was screened in 43 festivals. I was curious and
counted: it went to 19 countries. And it won 11
awards. For me, the fact that it went on a world
trip has a special meaning. The story of a girl
who travels within closed borders for a chocolate in a suitcase has crossed the borders and
keeps travelling. I guess the meaning of something in itself finds a response in outer world
as well.
I’d like to ask if your second film “Gri Bölge”
(The Grey Zone) was made upon that success
but for sure there was spontaneity there, too…
Yes, unfortunately we made that film spontaneously, too. I was acting in the TV series
“Bugünün Saraylısı” and Nazan Kesal was my
cast mate. I had written a story in the past about
losing virginity. But in a general way, actually
about things changing form. The mother in
that story reminded me Nazan Kesal. I told her
about it and she read the story. She said “We
can shoot this” because it was a film taking place
in two places and it could be shot in two days.
Then we set to work. Emine Yıldırım became
my producer like in my first film. Meryem
Yavuz was the cinematographer. I mean, we
made a film in a collective mindset of many
women coming together. Actually, working
mostly with women did me good. This film is
also travelling around the world.
A full-length is next?
Maybe, I have some ideas. We’ll see. Cause I
can’t manage to do planned, measured things.
Still, let me tell you what I have in mind. Başak
Culture and Art Foundation and I developed a
project. It was intended for children and young
people in Turkey who had difficulty in obtaining social opportunities. We organized cinema
workshops in 14 cities for children and gave
them the chance to express themselves through
short films. It has been a year since we started
carrying out the project. We worked with children of miners in Soma, children in refugee
camps and children of seasonal workers. I had
wonderful experiences in each place. I had met
a Yezidi child in Batman. I have a story in mind
that comes out of his life. I want to tell his story.
Refugees are your destiny, I guess. You have
worked on refugees for years. And now you
want to tell a story of a refugee child. This is a
hot button issue. What is your opinion about it?
I was at a festival in Italy. When I was talking to
an Italian friend, another European friend was
complaining “Where is this refugee problem
going?” like it was a brand new problem. My
Italian friend and I looked at each other and she
could not help but saying “The refugee problem
has been there for a long time. However, now
that the refugees are at the European door, the
seriousness of the issue is just perceived.” It was
such a right evaluation. Now it is a hot button
issue because of Syrian War. But before that, a
lot of refugees crossed the borders of Turkey. A
lot of refugees died on Italian borders. I guess, a
big tragedy should take place so that humanity
would pay attention to that kind of problems,
unfortunately. The body of Aylan who washed
ashore brought up this problem.
What do you think is the solution?
At the latest G-20 Antalya Summit, businessmen said the problem was capitalism. Now the
refugee problem is much beyond a perspective
like “a war breaks out somewhere in the world;
escaping civilians go to other countries, they
apply for refugee protection and their application is assessed”… A system in which the stronger exploit the weak for their own wealth has
reached the point of saturation. What we are
going through is not normal anyway. Now we
are at a point where humanity should have a
different perspective.
We know that you came across people like Wim
Wenders and Jane Campion when you were on
tour for festivals. Did they leave their marks on
you?
I came across Jane Campion in India at a festival. It turned out that we were invited to a
festival that was not there. That weird situation
brought us closer. She is a calm woman. In that
case of misfortune, she kept calm. Actually, for
the first time in my life I had come across such
a big director. We talked a lot about being a
woman in cinema industry. Even an important
director like her had many difficulties. She gave
me a personal advice and suggested I should do
yoga because you need to keep calm in cases of
crisis. We can’t really manage to do that. I came
across Wim Wenders at Toronto Film Festival. As part of the festival, master film-makers
supervise creativity workshops with selected
talented screenwriters and directors. Wim
Wenders told us about his experiences. He told
everything from how he shot his films to what
kind of mistakes he made. He shared his experiences and knowledge with a big confidence.
In our society, nobody shares their knowledge;
they want to be the master of knowledge. In
that sense, I was very happy to see the sharing
of such big film-makers.
İSTASYON
65
ENGLISH SUMMARY
TÜVTÜRK news
IN HONOR OF 150 YEARS
n Having been founded in 1866 in Germany as an
independent and impartial testing organisation, TÜV
SÜD will celebrate its 150th anniversary in 2016. A giant
organisation with 22 thousand employees today, the
company is making a special movie for its past of one
and a half century. The shooting of the movie was made
in different locations of the world including Turkey.
In the shootings made during November 17-18th in
the Mobile Tractor Station in Mudanya and Dudullu
(Istanbul) Vehicle Inspection Station, the system that
TÜVTÜRK created as well as the opinion of the staff
using the system was included. Tuğçe Eroğlu Kılınç from
TÜVTÜRK Communication and Business Development
department, TÜV SÜD Bursa AŞ COO Murat Barın,
Jörg Riedle from TÜV SÜD Corporate Communication
department, Michael Kneissler the producer of the movie
and Annekatrin Fee Meyers the cameramen attended the
shooting.
THE PROJECT OF THE YEAR
THAT MADE A DIFFERENCE: TSH
n Carried out under the coordination of the Turkish
Ministry of Transport, Maritime Affairs and
Communications, in cooperation with the institutions
and organizations operating in the field of traffic and
vehicle safety, with the support of TÜVTÜRK, “Trafikte
Sorumluluk Hareketi (TSH) / Traffic Responsibility
Action” aims at raising awareness on traffic safety and
individual responsibilities. Proceeding with three separate
sub projects towards different target groups, TRA reached
out a total number of 5 million people, 1 million of which
was reached out directly. That is exactly why TRA was
awarded “The Project of The Year That Made a Difference”
within Academics of Communication Faculty, Media and
Communication Awards organized for the first time this
year. The theme of the competition was “The ones that
66
İSTASYON
are aware and raise awareness” and it aimed at awarding,
encouraging and popularising the projects, institiutions
and persons that created awareness about social problems
in the fields of radio, television, cinema, journalism, visual
communication design, public relations and advertising.
As a corporate social responsibility project that made a
difference, TRA was awarded by academic jury members.
An award ceremony was held on December 3 in Marma
Convention Center of Marmara University’s Maltepe
Eğitim Köyü Campus. KDGM Supervision, Control and
Vehicle Inspection Office President Yılmaz Kılavuz on
behalf of Turkish Ministry of Transport, Maritime Affairs
and Communications; Communication and Business
Development Director M. Koray Özcan on behalf of
TÜVTÜRK; and Agency President Fadile Paksoy on behalf
of Benchmark Consultancy received the award. This was the
9th award that TRA received since it was founded.
“SOSYAL MEDYA
EKIBIMIZ
ISI BILIYOR”
DEMIS MIYDIK?
#workhard
#partyhard
A VISIT TO TÜVTÜRK FROM
MONGOLIA
n A model for many institiutons with its operations,
TÜVTÜRK is appreciated not only within Turkey but also
globally and it often hosts various country representatives.
Lately, the authorities of Mongolia Accrediting Agency under
the presidency of Gantsetseg Sukhbaatar visited TÜVTÜRK.
Hosted by TÜRKAK Accreditation Expert Osman Camcı,
TÜVTÜRK Corporate Development Director Emre Büyükkalfa and TÜVTÜRK Facilities Management and Technical
Coordination Manager Cemalettin Osmanoğlu; the Mongolian board was informed about in-house calibration and other field operations. The board visited TÜVTÜRK Hadımköy
Station and thus had a chance to observe the operations on
site.
DÜNYANIN ÖNDE GELEN ULUSLARARASI İŞ ÖDÜLLERİ
YARIŞMASINDAN STEVIE ÖDÜLÜ İLE DÖNDÜK.
En İyi Facebook Hayran Sayfası Kategorisinde Gold Stevie Ödülü
En İyi Instagram Kullanımı Kategorisinde Gold Stevie Ödülü
En İyi Twitter Kullanımı Kategorisinde Silver Stevie Ödülü
Araçlar ve Hizmetler Kategorisinde Silver Stevie Ödülü
Deneysel ve Yenilikçi Kategorisinde Bronze Stevie Ödülü
/pixelplus
/Pixelplus

Benzer belgeler

Sayı 7 - TüvTürk

Sayı 7 - TüvTürk Sinema, müzik, televizyon…

Detaylı

Sayı 12 - TüvTürk

Sayı 12 - TüvTürk Sinema, müzik, televizyon…

Detaylı

Sayı 10 - TüvTürk

Sayı 10 - TüvTürk Sinema, müzik, televizyon…

Detaylı

Sayı 15 - TüvTürk

Sayı 15 - TüvTürk Sinema, müzik, televizyon…

Detaylı