1 ā`ūn Arapça`da vurmak ya da delmek anlamına gelen a`ana
Transkript
1 ā`ūn Arapça`da vurmak ya da delmek anlamına gelen a`ana
ā‘ūn Arapça’da vurmak ya da delmek anlamına gelen a‘ana fiilinden türetilmiş olan ā‘ūn terimi, İslam kaynaklarında günümüzde veba olarak bilinen bulaşıcı hastalık için kullanılmıştır. 1894 yılında Fransız bilimadamı Alexandre Yersin tarafından bulunarak Yersinia Pestis adı verilen basilin yol açtığı hastalığın hıyarcıklı, septisemik ve akciğer vebası olarak farklı türleri bilinmektedir. İlkçağdan günümüze kadar İslam dünyası da dahil olmak üzere tüm dünyada etkili olan veba salgınları tarihsel olarak üç büyük pandemi halinde incelenir. 541 yılında başlayan ve Jüstinyen vebası olarak bilinen ilk pandemi, VIII. yüzyılın ortalarına kadar aralıklarla sürmüş ve İslamın doğduğu ve yayıldığı toprakları da etkilemiştir. Bu salgından sonra XIV. yüzyılın ortalarına dek büyük ölçekli veba salgını kaydedilmemiştir. 1330’larda Orta Asya steplerinde başlayarak 1347’de İslam dünyasına ulaşan ve Kara Ölüm olarak bilinen ikinci pandemi kısa sürede tüm eski dünyayı etkisi altına almış ve aralıklarla devam ederek XIX. yüzyılın ortalarına kadar ağır kayıplara yol açmıştır. Bombay vebası olarak bilinen üçüncü pandemi ise XIX. yüzyılın ikinci yarısında güneydoğu Asya’da başlayarak tüm dünyaya yayılmış ve XX. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Kara Ölüm’ün hem Avrupa’da hem de İslam dünyasındaki etkileri tüm sosyal, ekonomik ve kültürel yönleriyle ayrıntılı biçimde incelenmiştir. Buna göre, Asya’dan İpek Yolu boyunca ilerleyen ticaret kervanları aracılığıyla taşınan hastalık daha sonra Önasya ve Akdeniz havzasına ulaşmış, oradan da deniz yoluyla yayılarak İslam dünyasının büyük bir kısmını etkisi altına almıştır. Çok ağır geçen ilk salgından sonra bunu izleyen salgınlar ortalama her on yılda bir yeniden ortaya çıkarak devam etmiştir. Kara Ölüm sonrası salgınlarda İslam dünyasına veba hastalığı Venedik ya da Ragusa (Dubrovnik) gibi Avrupa’nın Akdeniz’deki limanlarından ticaret yoluyla İslam dünyasına taşınmış ve liman şehirlerinden iç bölgelere doğru ilerlemiştir. XV. ve XVI. yüzyılın başlarında genel olarak hastalığın izlediği yayılma çizgisi Akdeniz havzasında batıdan doğuya doğru ilerleyen bir hareket ağı içinde tanımlanabilir. İslam dünyasını etkileyen salgınların XVI. yüzyılın başlarından itibaren yeni yayılma özellikleri kazanmaya başladığı görülmektedir. Bu dönemde veba salgınları, sadece Akdeniz havzasıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda Balkan yarımadası, Karadeniz havzası, Kafkasya, Orta Asya, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na uzanan ticaret ve haberleşme ağlarını da içeren daha karmaşık bir yayılma şeması izlemiştir. Yine aynı dönemden itibaren bu salgınlar, İslam dünyasında daha geniş bir alana etki etmeye başlamış ve eskisinden daha da sık görülür hale gelmiştir. Bu şekilde etkisi giderek artan salgınlar XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İslam dünyasında yaklaşık her yıl görülmeye başlanmıştır. Tüm XVII. yüzyıl boyunca İslam dünyasında bu sıklıkta görülen salgınlar, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda daha seyrek görülmeye başlanmış ve yaklaşık her yeni gelen nesille birlikte tekrar patlak verdiği gözlenmiştir. XVI. yüzyıl, İslam dünyasında Osmanlı, Safavi ve Mogul (Babür) imparatorluklarının ortaya çıktığı ve hızla büyüdüğü bir dönemdir. Bu imparatorluklar kurdukları ya da güvence altına aldıkları ticaret ve haberleşme ağları ile hastalığın eskisinden daha kolay ve daha geniş alanlara yayılabileği bir ortam hazırlamıştır. İmparatorluklar, elde ettikleri topraklarda idari, askeri ve ticari bağlar kurarak farklı bölgeler arasındaki hareketliliği artırmış, bunun sonucunda da salgınlar eskisinden daha geniş alanlara, daha çabuk bir şekilde yayılmaya başlamıştır. 1 XVI. yüzyılın başında ortaya çıkan Safavi İmparatorluğu kısa sürede büyüyerek İran, Irak ve Azerbaycan’a yayılmış ve XVIII. yüzyıla kadar ayakta kalmıştır. Birçok Avrupa devleti ile ticari ilişkiler kuran imparatorluk, bölgedeki ticaretin gelişmesi için geniş çaplı girişimlerde bulunmuş, yollar, köprüler, kervansaraylar yaptırarak bölgede ticaretin gelişmesi için gerekli güvenliği sağlamıştır. Bunun sonucunda Safavi kontrolündeki birçok şehir, özellikle ipek ticareti sayesinde büyümüş ve önemli ticaret merkezleri haline gelmiştir. Bununla birlikte bölgede insanların ve ticari malların da dolaşımı artmış ve bunun sonucu olarak Safavi toprakları veba salgınlarından ciddi bir biçimde etkilenmiş ve bir çok önemli kent bu salgınlara tanıklık etmiştir. Diğer yandan Safavi İmparatorluğu’nun doğusunda ortaya çıkan Mogul (Babür) İmparatorluğu XVI. yüzyıldan itibaren tüm Hint yarımadasına yayılmış ve XIX. yüzyılın ortalarına kadar bu topraklarda hüküm sürmüştür. Bir çok Avrupa devleti ile ticaret ilişkisi kuran Mogul devleti, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi’nden geçen mevcut ticaret yollarına ek olarak doğu Afrika ve doğu Asya’yla olan ticaretin gelişmesine ve ülkenin batısındaki kervan ticareti yolunun da önem kazanmasına neden olmuştur. Ticaretin de etkisi ile Moğul toprakları veba salgınlarına hedef olmaktan kurtulamamıştır. Ancak bu imparatorluklar arasında veba salgınlarının İslam dünyasına yayılmasında en önemli rolü Osmanlı İmparatorluğu oynamıştır ve bu durum XIX. yüzyılın ortalarına değin bu şekilde sürmüştür. Balkan yarımadası, Karadeniz, Kafkasya ve Orta Asya, Anadolu, Arap yarımadası, İran, kuzey Afrika ve doğu Akdeniz arasındaki ticaret yollarının kesişim notkasında yeralan Osmanlı İmparatorluğu, veba salgınlarının yayılması için bir dizi yeni bağlantı ağı teşkil etmiştir. XVI. yüzyılın başlarında gerçekleşen fetihler sonucunda imparatorluğun toprakları ve nüfusu ikiye katlanmış, bununla birlikte doğu Akdeniz ve Hint Okyanusu’ndaki limanları birbirlerine bağlayan yeni ticaret ve haberleşme ağlarının ortaya çıkmasına ve bunların mevcut ağlara eklemlenmesine olanak tanımıştır. Yine aynı dönemde ortaya çıkan ya da gelişen bir çok kent merkezi ve hızla artan kent nüfusu da salgınlar için oldukça uygun şartlar hazırlamıştır. XVI. yüzyılda İslam dünyasını etkileyen salgınlar arasında en önemlileri 15111513, 1520-1529, 1533-1549, 1552-1566 yılları arasında görülmüş; 1570’lerde başlayan salgın ise XVII. yüzyılın başlarında da etkisini sürdürmeye devam etmiştir. Bu salgın İslam dünyasının her tarafında, özellikle İstanbul, Anadolu, Balkanlar, Mısır ve Kuzey Afrika’da, ayrıca Safavi ve Mogul topraklarında ve aynı zamanda Avrupa’da son derece etkili olmuştur. XVII. yüzyılın devamında da birçok önemli salgın görülmüştür. Bunlardan en önemlileri 1603, 1611-1613, 1620-1624, 1627, 1636-1637, 1647-1649, 1653-1656, 1659-1666, 1671-1680, 1685-1695’de olmuş, ayrıca 1697’de başlayan salgın, XVIII. yüzyılın ilk yıllarına kadar etkisini sürdürmüştür. XVIII. yüzyılda İslam dünyasında görülen salgınlar genellikle daha önceki dönemlerdeki salgınlara göre daha hafif olmakla birlikte, en önemlileri 1713, 1719, 1728-29, 1739-43, 1759-65, 1784-86, 1791-92 tarihlerinde görülmüştür. XIX. yüzyıl boyunca giderek etkisini kaybeden salgınların en önemlileri 1812-19 ve 1835-38 yılları arasında görülmüştür. Osmanlı topraklarında veba salgınlarının ortadan kalkmasının, 1838’de kurulan karantina teşkilatı ile karantina usullerinin benimsenmesi ve uygulanması sonucunda gerçekleştiği öne sürülmüştür. Gerçekten de yeni sağlık yönetmeliklerinin uygulanmaya başlanmasından kısa bir süre sonra Osmanlı yönetimindeki Anadolu, Mısır ve doğu Akdeniz’deki veba salgınları büyük bir ölçüde azalmaya başlamıştır. Ancak diğer yandan 2 bu salgınlar kuzey Afrika and Irak’ta XIX. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Karantina usullerinin benimsenmesi ve uygulanması şüphesiz İslam dünyasında vebanın ortadan kaldırılması yolunda önemli rol oynamıştır. Ancak, XVIII. yüzyılda başlamış ve XIX. yüzyılda da devam etmiş olan vebanın giderek azalma ve sonunda da ortadan kalkma sürecinde ne derece önemli bir rol oynadığı tartışılabilir. Modern dönem öncesine ait elimizde güvenilir istatistik bilgileri olmadığı için vebanın öldürücülük oranını kesin olarak belirlemek güçtür. Ancak şiddetli geçen salgınlarda nüfusun en az üçte birinin yok olduğu ve sık sık tekrar eden salgınların demografik etkilerinin uzun vadede büyük kayıplara yol açtığı belirlenmiştir. XVII. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında görülen veba salgınlarının öldürücülük oranının Avrupa’ya gore daha düşük olduğu kaydedilmiştir. İskenderiye, Kahire, Cezayir, Halep, Şam, İzmir, Selanik, İstanbul, Trabzon, Erzurum, Tebriz, Bağdat ve İslam dünyasında daha bir çok şehir sürekli olarak veba salgınlarından etkilenmişlerdir. Bu nedenle veba hastalığının İslam dünyasının bazı bölgelerinde endemik olduğu (doğal olarak oluştuğu) düşünülebilir. Nitekim XVIII. ve XIX. yüzyıllarda, veba hastalığının İslam dünyasının bazı kısımlarında endemik olduğu ve kemirgenler aracılığıyla bu bölgelerden Balkan yarımadası, İstanbul, Anadolu ve Mısır’a taşınarak bu bölgelerde geçici veba merkezleri oluşturduğu öne sürülmüştür. Ancak bu bölgelerde veba hastalığının endemik olduğunu öne süren bulgular tartışmalıdır. İslam dünyasında uzun yüzyıllar boyunca bu hastalığa maruz kalınması sonucunda oluşmuş ciddi bir bilgi birikimi bulunmaktadır. Tarihsel kaynaklarda hastalıkla ilgili kullanılan terimler oldukça açıktır. İslam kaynaklarında veba hastalığını genel salgınlardan ayırdetmek için tā‘ūn terimi kullanılır, oysa ki genel olarak salgın hastalıktan söz edilirken vebā terimine yer verilmiştir. Özellikle Kara Ölüm sırasında ve sonrasında İslam dünyasında yazılan tıp metinlerinde hastalığın farklı türleri günümüz bilgisine uygun olarak en doğru biçimde açıklanmıştır. Terminoloji konusunda görülen hassasiyet sadece tıp metinlerine mahsus değildir, aynı zamanda diğer tarihsel eserlerde de hastalığın türünden bahsedilirken terimler doğru bir şekilde kullanılmıştır. İslam dünyasında kaleme alınmış farklı türde bir çok eser veba salgınlarından söz eder. Bunların arasında mahkeme kayıtları, hükümler, fetvalar, tarih eserleri, diplomatik yazışmalar, şiirler, biyografik eserler, seyahatnameler, mezartaşları ve veba risaleleri zikredilebilir. Tüm bu eserler hastalığın tanımı ve türleri ile ilgili bilginin İslam dünyasında XIV. yüzyıldan beri yaygın olarak mevcut olduğunu göstermektedir. İslam toplumlarının veba salgınları karşısında kaderci bir tutum sergiledikleri ve bu bakımdan batı toplumlarından farklı oldukları öne sürülmüştür. Bu kanı büyük ölçüde Kara Ölüm sırasında ve sonrasında dönemin uleması tarafından kaleme alınmış veba risalelerindeki hükümlerin incelenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Söz konusu eserler, veba hastalığının Allah tarafından inananlar için gönderilmiş bir rahmet olduğu ilkesine dayanarak veba olan yerden dışarı çıkmayı yasaklar. Bu eserlerde salgın esnasında Müslümanlar için tavsiye edilen tutum sabırla bulundukları yerde kalmaları ve oradan dışarı çıkmamalarıdır. Ancak bu eserlerdeki hükümlerden hareketle toplumun kaderci bir tutum sergilediğini söylemek yerinde olmaz. Çeşitli tarihsel kaynaklarda kaydedildiği gibi bir çok Müslüman, bulunduğu şehre bir veba salgını geldiği zaman buralardan kaçmıştır. Salgının başgösterdiği yerde kalanlar ise sağlıklı olanları korumak ve hastaları tedavi etmek için uğraşmışlardır. Sağlığı korumaya tedaviden daha fazla önem 3 verilmiştir. Hastalığın nedenlerinin ve tedavisinin tam olarak bilinmediği bir dönemde bu tutum şaşırtıcı değildir. Alınan tedbirler dönemin tıp bilgisine paralel olarak, özellikle de Yunan-Roma tıbbına dayalı miyazma nazariyesi çerçevesinde olmuştur. Buna göre, salgın hastalıklar iklim değişiklikleri, depremler ve gök olayları gibi kozmik nedenlerle oluşan ya da bataklıklardan ve ölülerden yükseldiği düşünülen miyazmaların havanın bozulup kokuşmasına neden olmasının bir sonucudur. Bu durumda sağlığı korumak için yapılması gereken insan bedenini havadaki kokuşmuşluktan korumaktır. Bu nedenle genel olarak İslam dünyasında hekimler veba salgınları sırasında yüksek yerlerde ikamet etmeyi, temiz hava getirecek rüzgarlara açık ve kuzeye bakan evlerde yaşamayı tavsiye etmişlerdir. Hem yaşanılan mekanda hem de dışarıdaki havayı kokuşmuşluktan arındırmak etmek için sirke, sandal ağacı ve gülsuyu kullanılması yaygın olarak tavsiye edilmiştir. Bunun yanı sıra tütsüleme de sıkça tavsiye edilen korunma yöntemlerinden biridir. İslam dünyasının dört bir yanında vebaya karşı tedavi arama çabası yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Hekimler tarafından kaleme alınmış çok sayıda veba risalesinde birbirinden faklı usullerle yapılmış sayısız tedavi önerisi aktarılır. Bu eserlerin aynı zamanda elden ele dolaşarak hem geleneksel tedavi yöntemlerinin hem de hekimlerin kendi bireysel tecrübelerinin tartışıldığı mecralar olarak da tedavi bilgisinin gelişmesine olanak tanımış olduğu düşünülebilir. Sağlığı koruma ve tedavi amacıyla tavsiye edilen yöntemler arasında en yaygın olanı kan aldırmaktır. Bunun yanı sıra hastalığın tedavisinde faydalı olduğu düşünülen çok sayıda merhem, şurup, pomat, yakı ve benzeri tür ilaç, yiyecek ve içeceğin hazırlanışına dair bilgi bu eserlerde yer almaktadır. Bu karışımlarda bitkiler, havyansal maddeler ve mineraller kullanılır. Ayrıca içinde çok sayıda farmasötik madde bulunan ve her derda deva olarak kullanılan tiryaklar, Avrupa’da olduğu kadar İslam dünyasında da yaygın olarak tavsiye edilmiştir. Esasında, veba konusunda ortak bir bilgi birikiminin mirasını paylaşıkları için, modern tıp öncesinde hem Avrupa’da, hem de İslam dünyasında vebaya karşı aynı türden önleyici ya da tedavi edici yöntemler kullanılmıştır. Tıbbın yanı sıra vebaya karşı astroloji, din ya da büyü gibi ilimlere de sık sık başvurulmuştur. Veba duaları, büyü reçeteleri, muskalar, tılsımlar ve bunun benzeri manevi tedavi usulleri veba ile ilgili eserlerde sıkça karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı dünyasında XV. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanan veba risalelerinde salgın sırasındaki tutumlar hakkında farklı bir bakış açısının geliştiğini görmekteyiz. Daha önceki dönemlerde İslam dünyasının diğer kesimlerinde yazılan eserlerden farklı olarak bu eserlerde veba olan yerden dışarı çıkmak yasaklanmaz. Sözkonusu eserlerde vebanın bulaşıcılığı konusunda ve veba olan yerden dışarı çıkmanın İslam hukukuna göre caiz olup olmadığı hakkında uzun ve detaylı tartışmalar bulunur. Özellikle XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hastalığın bulaşıcılığı görüşü ağırlık kazanmış, dolayısıyla salgın olan yerden havası temiz olan bir yere gitmenin dinen serbest olduğu bu eserlerde ifade edilmiştir. Örneğin Taşköprüzade Ahmet Efendi (ö. 1561) tarafından yazılan Risālat al-şifā’ li-advā’ al-vabā’ adlı eserde bu husus açıkça dile getirilmiştir. Bu eser daha sonra kaleme alınan veba risalelerine bir çok bakımdan olduğu gibi bu konuda da örnek teşkil etmiştir. Yine aynı dönemde, Şeyhülislam Ebussuud Efendi (ö. 1574) tarafından verilen fetvalar da sözkonusu tutumu onaylamıştır. Bu anlayışa uygun olarak XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı imparatorluğu’nda salgınların izlenmesi, kontrol edilmesi ve hastalıkla mücadele edilmesi yolunda toplum sağlığını korumaya yönelik bir dizi yeni uygulamaya başlandığı görülmektedir. Bunlara örnek 4 olarak, salgınlar sırasında İstanbul’daki günlük ölü sayısının tespit edilmesi, ölü gömülmesinin kontrolü ve şehir halkının sağlığını korumaya yönelik alınan tedbirler sayılabilir. Özellikle XVI. yüzyılın ikinci yarısında Süleymaniye Darüşşifasının açılmasını, toplum sağlığını korumaya yönelik uygulamaları ve tıp alanında kaleme alınan eserlerde beliren yeni anlayışı, aynı dönemde genel olarak Akdeniz dünyasında görülmeye başlanan devletin toplum sağlığı alanında etki göstermeye başlaması yönündeki yeni oluşumun bir parçası olarak değerlendirilmek yerinde olur. Nükhet Varlık Seçme bibliyografya: Jüstinyen vebasının İslam dünyasındaki etkileri için bkz.: Lawrence I. Conrad, “The plague in the early Medieval Near East,” Doktora tezi, Princeton University, 1981; “Arabic Plague Chronologies and Treatises: Social and Historical Factors in the Formation of a Literary Genre,” Studia Islamica, 54 (1981), 51-93; “Plagues in the Islamic world,” Dictionary of the Middle Ages, haz. Joseph R. Strayer, New York, 1989, 9, 684-86; “Tā‘ūn and Wabā’: Conceptions of Plague and Pestilence in Early Islam,” Journal of the Economic and Social History of the Orient, 25, III (1982), 268-307. Michael W. Dols, “Plague in Early Islamic History,” Journal of the American Oriental Society, 94, III (1974), 371-383. Kara Ölüm’ün İslam dünyasındaki etkileri için bkz.: Michael W. Dols, “Ibn al-Wardi’s Risalah al-naba’ an al-waba’: A Translation of a Major Source for the History of the Black Death in the Middle East,” Near Eastern Numismatics, Iconography, Epigraphy and History, Studies in Honor of George C. Miles, haz. D.K. Kouymjian, Beirut, 1974, 443-455; The Black Death in the Middle East, Princeton, 1977; “The Second Plague Pandemic and its Recurrences in the Middle East: 1347-1894,” Journal of the Economic and Social History of the Orient, 22, II (1979), 162-189; “Veba sırasında şehirli halkın tavrı,” Tarih ve Toplum, 40 (1987), 234-240. Uli Schamiloglu, “The Rise of the Ottoman Empire: the Black Death in Medieval Anatolia and its impact on Turkish Civilization,” Views from the Edge: Essays in Honor of Richard W. Bulliet, haz. Neguin Yavari, New York, 2004, 255-279. B. Shoshan, “Wabā’: in the mediaeval Islamic world up to the 10th/16th century,” Encyclopaedia of Islam, yeni edisyon, 11, 2-3. Jacqueline Sublet, “La peste aux rets de la jurispuridence: Le traité d’Ibn hager al-Asqalani sur la peste,” Studia Islamica, 33 (1971) 141-9. Osmanlı döneminde veba için bkz.: Ronald C. Jennings, “Plague in Trabzon and Reactins to it according to local Judicial Registers”, Humanist and Scholar: Essays in Honor of Andreas Tietze, haz. Heath W. Lowry, Donald Quataert, Istanbul, 1993, 27-36. Daniel Panzac, “Wabā’: in the Ottoman Empire”, Encyclopaedia of Islam, yeni edisyon, 11, 3-4; La peste dans l’Empire Ottoman 1700-1850, Leuven, 1985 (Osmanlı İmparatorluğu’nda Veba 1700-1850, Istanbul, 1997). Ebü’l-Hayr İsamüddin Ahmed b. Mustafa b. Halil Taşköprüzade, Risālat al-şifā’ li-advā’ al-vabā’, Kahire, 1875. Süheyl Ünver, “Türkiye’de Veba (taun) tarihçesi üzerine,” Tedavi Kliniği ve Laboratuvarı Mecmuası 5 (1935), 70-88; “Taun Nedir? Veba Nedir?” Dirim 3-4 (1978). 5