Cilt 13 Sayı 1 - ATAUM

Transkript

Cilt 13 Sayı 1 - ATAUM
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
AVRUPA TOPLULUKLARI
ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI
DERGİSİ
.
Yıl: 2014
Cilt: 13, Sayı:1
ANKARA ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ
İncitaşı Sokak No:10
06510 Beşevler / ANKARA
Tel: 0 (312) 213 66 55
Basım Tarihi: 19/09/2014
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ
Yıl: 2014
Cilt: 13, Sayı: 1
İÇİNDEKİLER
M. Sait AKMAN
AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı:
Türkiye Açısından Bir Değerlendirme
1
Murat AKTAŞ
Avrupa’da Yükselen İslamofobi
ve Medeniyetler Çatışması Tezi
31
Servet ALYANAK
AB Savunma ve Güvenlik Alımlarında İhale Usulleri
ve İhale Uygulamaları
55
Ersin EMBEL
Avrupa İçin Ortak Dış Politika Oluşturma Sürecindeki İlk Adımlar:
1973 Arap-İsrail Savaşı ve Avrupa Birliği
75
Bayram Ali EŞİYOK
Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı, Rekabet Gücü
ve Endüstri-İçi Ticaret: Ampirik Bir Değerlendirme
91
Bilge FİLİZ
Cost-Benefit Analysis of EU Social Inclusion Policy Implementations
in Turkey
125
Burak KÜNTAY
Does the US Approach Differ Towards the EU
and Turkey’s Membership to the EU?
147
Selcen ÖNER
Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ, Yeni ‘Öteki’ler
ve Türkiye’nin AB Üyeliği
163
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ (2014)
ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES
Year: 2014
Volume: 13, Number: 1
CONTENTS
M. Sait AKMAN
The EU and the US Transatlantic Trade and Investment Partnership:
An Evaluation From Turkey’s Perspective
1
Murat AKTAŞ
Rising Islamophobia in Europe
and the Clash of Civilizations Theory
31
Servet ALYANAK
Awarding Procedures and Bidding Implementations in EU Defence
and Security Procurement
55
Ersin EMBEL
First Steps Towards A Common Foreign Policy for Europe:
1973 Arab-Israeli War and the European Union
75
Bayram Ali EŞİYOK
Technological Structure of the Foreign Trade Between Turkey and EU, Competitive Power and
Intra-Industry Trade: An Empirical Evaluation
91
Bilge FİLİZ
Cost-Benefit Analysis of EU Social Inclusion Policy Implementations
in Turkey
125
Burak KÜNTAY
Does the US Approach Differ Towards the EU
and Turkey’s Membership to the EU?
147
Selcen ÖNER
The Rise of Far Right in Europe, New ‘Othering’
of Immigrants and Turkey’s EU Membership
163
ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES (2014)
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.1-29
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM
ORTAKLIĞI:
TÜRKİYE AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME
M. Sait AKMAN*
Özet
AB ve ABD arasında başlatılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı
(TTIP) müzakereleri sadece taraflara geniş bir serbest ticaret alanı oluşturmanın
ötesinde küresel ticaret norm ve kurallarını da yeniden belirlemeye çalışacakları bir
platform sunmaktadır. Transatlantik dünyası ile derin ilişkiye sahip olan Türkiye’nin
kendi üzerinde etki yapacak bu yapının bir şekilde içinde yer alması önemlidir. Bu
bağlamda ABD ile ortaklığın gelişmesine yönelik muhtemel bir ticaret anlaşmasının
‘derin ve kapsamlı’ olması Türkiye’nin yeni küresel ticaret gündemine
hazırlanmasında da katkı sağlayacaktır. TTIP, AB ile mevcut Gümrük Birliği
sonrasında, Türk ekonomisinin yeniden dönüşümü ve küresel ekonomiye
eklemlenmesi için yeni ve zorlu bir süreçtir. Türkiye’nin TTIP konusunda
göstereceği tutum, Batı dünyası ile ilişkilerini daha istikrarlı bir zemine oturtmasına
ve farklı coğrafyalarda alternatif arayışlara yönelmekten kaçınmasına da katkı
sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Transatlantik ilişkileri, TTIP, küresel ticaret sistemi,
serbest ticaret anlaşmaları, Türkiye-ABD ilişkisi
The EU and the US Transatlantic Trade and Investment Partnership: An
Evaluation From Turkey’s Perspective
Abstract
Transatlantic Trade and Investment Partnership (TTIP) negotiations initiated
between the EU and the US go far from constituting a mere free trade area for the
parties. It provides a platform where they endeavor to redesign global trade norms
and rules. Taking part in this process seems to be vital for Turkey which has
profound relationship with the transatlantic world. In this context, a possible ‘deep
and comprehensive’ trade agreement to develop partnership with the US can be
instrumental for Turkey to adopt itself to the coming global trade agenda. After the
Customs Union with the EU, the TTIP shall be a new challenging process for Turkey
to transform its economy and to integrate itself into global environment. Turkey’s
approach to the TTIP shall be decisive in order to achieve stability in its relations
with the West and to refrain from new quests in different geographies.
*
Yrd. Doç. Dr. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü.
M. SAİT AKMAN
2
Keywords: Transatlantic relations, TTIP, global trading system, free trade
agreements, Turkey-US relations.
Giriş
ABD adına Başkan Barrack Obama ve Avrupa Birliği (AB) adına Komisyon
Başkanı Jose Manuel Barroso ile AB Zirvesi’ne Başkanlık eden Herman Van
Rompuy, 13 Şubat 2013 tarihinde ortak bir açıklama yaparak AB ve ABD arasında
çok kapsamlı bir Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (Transatlantic Trade
and Investment Partnership-TTIP) kurulması için müzakerelere başlama kararı
aldıklarını duyurdular1. Bu karar, esasında tarafların kurduğu Yüksek Seviyeli
Çalışma Grubunun (High Level Working Group-HLWG) yaptığı toplantılar
sonucunda, girişimin gerek ABD gerek AB ekonomileri bakımından yararlı olacağı
önerisinin en üst siyasi düzeyde ilan edilmesi yoluyla hayata geçirilmesidir.
Bu gelişme küresel ticaret sistemi bakımından iki nedenle büyük önem
taşımaktadır. İlk olarak, bu karar ile bugüne kadar bir serbest ticaret alanı
oluşturulması konusunda atılmış en iddialı girişim başlatılmış olmaktadır. AB ve
ABD’nin dünya hâsılasının yaklaşık olarak yarısını (% 46,7) ve dünya ticaretinin
yaklaşık olarak üçte birini (% 30,4) teşkil ettiği; karşılıklı yatırımların değerinin ise
3,7 trilyon dolar olduğu düşünüldüğünde, iki taraf arasındaki ticaret ve yatırım
ilişkisinin boyutlarının dünya ekonomisi açısından ne ifade ettiği daha iyi
anlaşılacaktır. İkinci önemli konu ise, böyle bir anlaşma yoluyla tarafların daha
önce uluslararası platformda üzerinde mutabakata varılamayan ya da yeterli ilerleme
kaydedilemeyen pek çok alanda ‘ileri düzenlemeler’ yapmak suretiyle; küresel
kuralları belirleyecek kapasiteye ulaşmalarıdır. Bu bağlamda, müzakerelerin ticarete
‘sınırda’ düzenleme ve kısıtlama getiren gümrük tarifelerinin çok ötesinde, ‘sınır
ötesi’ (beyond-the-border) diye adlandırılan konuların ele alınacağı kapsamlı
(comprehensive) bir zemine oturtulması ve küresel ticaretin tabi olacağı yeni
kurallara emsal teşkil etmesi beklenmektedir.
Atlantik bölgesinde ABD’nin AB ile üzerinde anlaşmaya çalıştığı ekonomik ve
ticaret ilişkisi düzenini, ABD’nin Pasifik’te bir süredir yürüttüğü başka bir ortaklık
arayışı olan Trans-Pasifik Ortaklığı (Trans-Pacific Partnership - TPP)2 ile birlikte
değerlendirmek gerekir. Uzun ve zorlu müzakereler sonrasında oluşturulması
amaçlanan TTIP’nin, TPP ile birlikte ‘derinleştirilmiş’ konuları kapsayan ‘yeni
nesil’ anlaşmaların en kapsamlısı olması beklenmektedir.
1
Bkz. Avrupa Komisyonu MEMO 13/94, (13 Şubat 2013), http://europa.eu/rapid/pressrelease_MEMO-13-94_en.htm
2
TPP ile ilgili olarak bkz. B.R. Williams, Trans-Pacific Partnership (TPP) Countries:
Comparative Trade and Economic Analysis, Congressional Research Service, Washington
DC, 2013.
P.A. Petri ve M.G. Plummer, Trans-Pacific Partnership and Asia-Pacific Integration: Policy
Implications, Policy Brief PB12-16, Peterson Institute for International Economics, Haziran,
2012.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
3
Diğer taraftan, DTÖ’ de 2001 yılından bu yana müzakereleri devam eden Doha
Kalkınma Gündemi bir çıkmazdadır. Uruguay Turunun tamamlandığı 1994 yılından
bu yana küresel anlamda kapsamlı bir ticari liberalizasyon paketinin yürürlüğe
girmediği göz önüne alındığında, Gelişmiş Ülkelerin (GÜ) kendi aralarında
mutabakata varacakları bir “liberalizasyon paketi”, aynı zamanda bu ülkelerin
küresel ticarete yeni bir yön verme arayışı olarak da tanımlanabilir.
Özellikle dünya ticaretini yönlendirecek kurallar bağlamında, bu Transatlantik
ortaklığı (TTIP) ile, tarafların başta çevre ve çalışma standartları olmak üzere, fikri
mülkiyet hakları, rekabet politikası, yatırımlar, kamu alımları, insan-hayvan ve bitki
sağlığı önlemleri, enerji ve hammadde vb. alanlarında Dünya Ticaret Örgütü
düzenlemelerinin çok daha ötesinde ve ortak çıkarlarını gözeten yeni kurallarda
uzlaşmaları için de zemin oluşturmasını hedeflemektedir. Ancak bu durum Gelişme
Yolunda Ülkeler (GYÜ) arasında, Doha Turu müzakerelerinin de sekteye uğraması
ile birlikte, ‘küresel ticaretin yeni kurallarının ve normlarının büyük ölçüde bu iki
taraf arasında belirleneceği’ şeklinde bir kaygı yaratmaya başlamıştır3.
TTIP girişimi gerek ABD ve AB gerek -Türkiye de dâhil olmak üzere- üçüncü
ülkeler ve dünya ekonomisi üzerinde meydana getireceği olası etkileri nedeniyle
uluslararası sistemde dikkat çekmeye devam edecektir. Günümüzde AB ya da
ABD’den en az birinin ihraç pazarında ve yatırım ilişkilerinde öncelikli ülkeler
arasında bulunmadığı bir ülke yok denecek kadar azdır. Örneğin bu iki ekonominin
Türkiye’nin toplam ihracatındaki payları 2013 yılı itibarıyla yaklaşık olarak % 42,5
olmuştur. Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermayenin (FDI) yaklaşık olarak
%80’i AB ve ABD kaynaklıdır.
AB ile Gümrük Birliği bulunan ve katılım müzakerelerini sürdüren
Türkiye’nin, bir yandan da ABD gibi siyasi ve askeri konularda ittifak oluşturduğu
ancak ekonomik ve ticari ilişkilerini o derece yükseltemediği dikkate alındığında,
geleceğin ticaret kurallarına ve akışına yön verecek bu girişimin içinde mutlaka yer
almasının önemi açıktır. Bu sürecin içinde olmanın getireceği bazı zorluklar olsa
dahi, sürecin dışında kalmanın maliyeti yanında göze alınabilir olduğu kabul
edilmelidir4. Bu bakımdan Türkiye’nin TTIP sürecine bir şekilde dahil edilmesi
ABD Başkanı Obama’nın da ‘model ortaklık’ (model partnership) olarak
adlandırdığı ve ilişkileri dayandırmak istediği temelin, hukuki zemine dayanan
somut bir içeriğe kavuşmasına yardımcı olacaktır.
TTIP dünya ticaret sistemi içinde geniş kapsamlı ve yeni nesil bir anlaşma
meydana getirirken, bunun Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkilerine yapacağı etki
tartışmaya açıktır. Bu bağlamda TTIP taraflarının ileride küresel bir ‘norm koyucu’
haline gelmeleri, Türkiye’nin de bu oluşuma kayıtsız kalamayacağı bir ortam
yaratacaktır. TTIP’nin üçüncü ülkeler üzerinde yaratacağı etkilere yönelik
incelemeler artmakla birlikte, konunun Türkiye’de henüz yeterli sayıda çalışmaya
3
B. Aran, 2013, ‘Global partnership quests: New contentious dynamics in trade and prospects
for Turkey in an age of TPP and TTIP’, Turkey Policy Brief Series, IPLI .
4
Bu husus Ekonomi Bakanlığı tarafından da sıklıkla vurgulanmaktadır.
M. SAİT AKMAN
4
konu olmadığı görülmektedir. Bu makalenin amacı Türkiye’nin TTIP’e katılımı
üzerinde bir tartışma yaratmaya çalışmaktır. Çalışmanın ilk bölümünde TTIP’nin
ortaya çıkışına yol açan iç ve dış unsurların bir değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bu
bölümde ayrıca, TTIP’de müzakerelere konu olması beklenen alanlar incelenmekte
ve bu ortaklığın taraflara getirilerinin bir analizi yapılmaktadır. İkinci bölümde
TTIP’nin küresel ticaret sistemi ve üçüncü ülkeler üzerindeki muhtemel etkileri ele
alınmakta ve bu konuda yapılan çalışmalar incelenmektedir. Üçüncü bölümde,
TTIP’nin Türkiye için etkileri özellikle ABD ile olan ticari ilişkileri çerçevesinde ele
alınmakta ve Türkiye’nin TTIP’ye katılımının nasıl gerçekleştirilebileceği
konusunda farklı senaryolar tartışılmaktadır. Dördüncü bölümde, Türkiye’nin ABD
ile yapacağı muhtemel bir ticaret anlaşmasının kapsamının yeni nesil unsurları
içereceği ve geleneksel ticaret anlaşmalarının ötesine geçebileceği noktasından
hareketle ABD’nin G. Kore ile yapmış olduğu serbest ticaret anlaşması (KORUS)
incelenmektedir. Son bölümde ise genel bir değerlendirme yapılmaktadır.
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı: Çıkış Noktası ve Beklentiler
AB ile ABD arasında 2012 yılında 650 milyar dolar değerinde mal ticareti
gerçekleşmiş ve 2000 yılından bu yana bu miktar % 68 oranında artmıştır. Toplam
AB ihracatının en önemli pazarı % 17 ile ABD olurken, ABD ihracatında ve
ithalatında AB ikinci sırayı almaktadır. Toplam 50 ABD eyaletinin 45’inin
ihracatında AB Çin’den daha önemli bir pazar teşkil etmektedir. Transatlantik
ekonomisinin yıllık ticari satış hacminin 5 trilyon dolar olduğu ve karşılıklı olarak
15 milyon kişiye istihdam yarattığı bilinmektedir5.
Tablo 1. ABD-AB mal ve hizmet ticareti hacmi 2006-2012 (milyar dolar)
ABD’nin AB’ye ihracatı
Toplam ihracat
Yıl
Mal
Hizmet
Milyar
dolar
2006
216
146
362
ABD’nin AB’den ithalatı
Toplam ithalat
ABD’nin
ihracat.
payı
Mal
24.8
333
Hizmet
Milyar
dolar
ABD’nin
ithalat.
payı
128
461
20.8
Toplam
ticaret
hacmi
822.8
2007
249
176
425
25.7
359
142
501
21.3
926.0
2008
277
194
471
25.6
372
153
526
20.7
996.9
2009
225
175
400
25.3
284
137
420
21.5
820.2
2010
243
175
418
22.7
322
139
461
19.7
878.8
2011
273
190
463
22.0
373
150
523
19.6
986.2
2012
270
194
463
21.1
384
150
534
19.5
997.5
Kaynak: J. Schott ve C. Cimino, 2013, s. 2.
5
Hamilton, D. ve J. Quinlan (2013) The Transatlantic Economy 2013, Washington DC:
Transatlantic Business Council and AmCham-EU.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
5
Benzer durum hizmet ticareti açısından da geçerlidir. Her iki taraf
birbirlerinin en önemli hizmet ihracı pazarı ve tedarikçisidir. Küresel bazda Avrupa
pazarı ABD hizmet satışlarının % 51’ini temsil etmektedir. 2001-2011 yılları
arasında geçen on yıllık sürede ABD’nin Avrupa’ya hizmet ihracatı iki kattan fazla
artarak 225 milyar dolara ulaşmıştır. Hizmet ticaretinin gelişmesi küresel payları
dikkate alındığında iki taraf açısından da önemlidir. Örneğin, AB dünyadaki en
büyük hizmet ihracatçısı konumunu korurken, küresel ölçekte payı iletişim
hizmetlerinde % 55,7; sigorta hizmetlerinde % 54,2; mali hizmetlerde % 55,7; diğer
ticari hizmetlerde ise yaklaşık % 50 olmuştur.
Ancak, Transatlantik ilişkisinin ticari ilişkilerden de önemli boyutu karşılıklı
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır (FDI). İki taraf arasındaki yatırım
stoğunun 3.7 trilyon dolara ulaştığı bilinmektedir. Bu dünyada her hangi iki
ekonomi arasındaki en geniş yatırım ilişkisini teşkil etmektedir. Diğer taraftan,
dünyadaki toplam sermaye yatırımlarının % 57’si AB ve ABD’ye gelirken, bu iki
ülkenin dış yatırımlarının dünyadaki payı % 71’i bulmuştur. ABD yatırımlarının
yaklaşık % 56’sı Avrupa’ya gitmektedir. Bu AB’ye gelen toplam dış yatırımların
dörtte birinden fazlasını oluşturmaktadır. ABD’ye gelen toplam sermayenin ise üçte
biri AB çıkışlıdır. Söz konusu FDI miktarı 2012 yılında 206 milyar dolara
ulaşmıştır.
Bu göstergeler, iki ekonominin aralarındaki ilişkiyi istikrarlı bir şekilde
sürdürebilmelerinin önemini vurgularken, ticaret ve yatırımlar üzerindeki mevcut
engellerin kaldırılmasının potansiyel faydalarının da anlaşılmasına yardımcı
olacaktır.
TTIP’in Doğmasına Yol Açan Temel Faktörler
TTIP’in iki taraf arasında bir Transatlantik ortaklığının gelişimine katkı
sağlaması beklenmektedir. Ancak TTIP, kökleri daha öncelere giden ve iki tarafın
yaklaşık 20 yıl önce başlattıkları Transatlantik ilişkiler çerçevesine ele alınması
gereken bir durumdur6. Her iki tarafın gerek iktisadi büyüklükleri gerek birbirleri ile
olan ilişkilerinin derinliği düşünüldüğünde, bu stratejik adımın önemi bir kez daha
anlaşılabilecektir. Burada esas olan AB ile ABD arasında kapsamlı bir müzakere
kararının alınmasına neden bugün gereksinim duyulduğudur.
ABD’nin saygın düşünce kuruluşlarından Peterson Enstitüsü’nden J. Schott, bu
durumu özellikle dünya ekonomisindeki şartların değişmesine, Avrupa’da yaşanan
ekonomik durgunluğa ve çok taraflı ticaret müzakerelerindeki yavaşlamaya
bağlamaktadır7.
Buna göre, küresel üretim ve ticaret ağlarındaki değişim ve yükselen
ekonomilerin pazar payını artırması önemli bir faktör olarak belirmektedir.
6
AB-ABD ilişkilerinin bir değerlendirmesi için bkz. Kotzios ve Liacouras eds. (2006), EUUS Relations: Repairing the Transatlantic Rift, Palgrave Macmillan: Houndmills.
7
Bkz. http://www.cfr.org/trade/why-transatlantic-trade-winds-blowing/p30066 (3 Mayıs
2013).
M. SAİT AKMAN
6
Özellikle Uzak Doğu Asya ülkeleri ve yükselen ekonomilerin ortaya çıkışı rekabet
kaygılarını da beraberinde getirmiştir. Başta Çin olmak üzere G. Kore, ASEAN,
Brezilya gibi yeni rakiplerin artan rekabetçi baskısı hem AB hem de ABD’yi üçüncü
ülkelerle kendi menfaatleri doğrultusunda Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA)
imzalamaya sevk etmiştir. Bu durumun iki tarafı birbirleriyle rekabet içine soktuğu
gözlerden kaçmamaktadır. 1970-2010 döneminde dünya üretiminde ABD ve AB’nin
bazı üyelerinden oluşan G7’nin payı % 70’den % 47’ye inerken, başta Çin olmak
üzere Asya ve yükselen ekonomilerin payı ise hızla artmıştır. 1980’li yıllarda
ABD’nin sadece sekizde biri üretime sahip olan Çin’in son yıllarda ABD’yi
yakaladığı görülmektedir. G. Kore’nin üretimdeki payının artış hızı ise G7
ülkelerinin çok yukarısında seyretmiştir (Grafik 1).
Burada Çin’in rekabet gücü ayrıca ele alınması gereken bir unsurdur. Özellikle
ABD’nin bir yandan Trans-Pasifik Ortaklığı görüşmeleri yoluyla, diğer taraftan
Transatlantik ilişkisi ile Çin’e karşı rekabette kendisi için bir güvence alanı
yaratmaya çalıştığı dikkatlerden kaçmamaktadır.
50%
G7,
47%
40%
30%
RoW
China
17% +
Korea
20%
10%
3%
5% five
risers
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2010
0%
4%
2.5%
1600
India
2.0%
1.5%
Turkey
1.0%
US
1800
1400
China
1200
Japan
1000
800
Germany
Indonesia
600
Thailand
400
Italy
200 UK
France
0
Korea
0.5%
Poland
0.0%
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2010
60%
2000
Korea
$ bill 2005
3.0%
Korea
India
Turkey
Indonesia
Poland
Thailand
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2010
70%
3.5%
1990,
65%
World manufacturing share
80%
Grafik 1. G7 ve yükselen ekonomilerin dünya üretimindeki payları (1970-2010)
Kaynak: UNCTAD.
Küresel ekonomide devam eden kriz ve durgunluk diğer bir önemli etken olarak
göze çarpmaktadır. Aralarındaki ticaret ve yatırım hacminin büyüklüğüne rağmen
AB ve ABD’nin birbirlerinin ticaretindeki payında son dönemlerde ciddi bir azalma
olduğu görülmektedir. AB’nin dünya ülkelerine yıllık ihracat artışı % 7,6 iken,
ABD’ye olan ihracatındaki artış sadece % 1 ile sınırlı kalmıştır. ABD’nin AB’nin
toplam ithalatındaki payı ise son on yılda yarı yarıya azalarak % 20,8 seviyesinden
% 11,1’e düşmüştür. Mali krizin de etkisiyle AB’den ABD’ye gelen doğrudan
sermaye yatırımlarında da bir düşüş meydana gelmiştir. Avrupa menşeli yatırımcılar
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
7
küresel talebinde düşmesiyle yatırımlarını gözden geçirmesinin bunda etkisi vardır.
Düşüş oranı 2012 yılında % 40 civarında olmuştur. AB’ye gelen ABD kaynaklı
yatırımlarda ise önemli bir azalma görülmüştür. Bu durumun sermaye piyasaları,
ihracat ve şirket gelirlerine etkisi son derece olumsuz olmuştur.
Doha Kalkınma Turu çok taraflı ticaret müzakerelerinin zaman içinde açmaza
girmesi çok taraflı ticaret sisteminin Uruguay Turundan bu yana geçen yaklaşık 19
yıl boyunca GÜ’ler bakımından beklenen bir serbestleşmenin sağlayamaması
sonucunu doğurmuştur. Bu durum başta AB ve ABD olmak üzere tarafları özellikle
serbest ticaret anlaşmaları yoluyla hayat bulan bölgesel ticari düzenlemelere sevk
etmiştir. Doha Turunda gerek tarım ve tarım-dışı ürünlerde gerek hizmet ticaretinde
serbestleşme ve pazara giriş konusunda bir sonuca varılamamış, özellikle AB ve
kısmen de ABD’nin üzerinde hassasiyetle durdukları konularda da yeni kuralların
geliştirilmesi de mümkün olmamıştır.
Tüm bu faktörler önemli olmakla beraber en çok üzerinde durulması gereken
hususun her iki tarafın da kendi ticaret stratejilerinde açıkça vurguladıkları iktisadi
büyüme ve istihdam olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
AB perspektifinden bakılacak olursa, büyüme ve istihdam kaygısı kendi ticaret
stratejisi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Avrupa Komisyonu 2010 tarihinde
hazırladığı ve temeli yıllar öncesine dayanan Trade, Growth and World Affairs
(Ticaret, Büyüme ve Dünya İlişkileri) belgesinde8 Avrupa ekonomi politikasının
temel amacının hızlı büyüme olduğunu; ancak sürdürülebilir bir büyüme ile yeni iş
imkânlarının
yaratılabileceğini
ve
refah
devletinin
korunabileceğini
vurgulamaktadır. Avrupa 2020 Stratejisi’nin dış boyutu olan ticaret ve yatırım
stratejisinin bu amaca katkı sağlayacak şekilde ele alınacağı vurgulanmıştır.
Nitekim, Avrupa Komisyonu küresel ekonominin değişen dengelerini ve
gelişmelerini dikkate alarak başta ABD olmak üzere Japonya ve BRIC ülkeleri
(Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) gibi stratejik ortakları ile ilişkilerini derinleştirme
tavsiyesinde bulunmuştur.
ABD açısından da benzer bir hedefin vurgulandığı gözlerden kaçırılmamalıdır.
ABD Başkanı B. Obama’nın 2013 ticaret politikası gündemi raporunda her 1 milyar
dolarlık mal ihracat artışının yaklaşık 5400, hizmet ticaretinde ise 4000 yeni iş
imkânı sağlayacağı belirtilmektedir. İhracata ilişkin iş alanlarında ücretlerin ulusal
ortalama ücretlerden %13 ila 18 kadara daha fazla olduğu da zikredilmektedir.
ABD’nin Ulusal İhracat İnisiyatifi çerçevesinde 2009’dan bu yana ihracatın
hizmetlerde %24 ve mallarda %47 artması sonucu 1 milyon yeni istihdamın
oluştuğu da vurgulanmaktadır9.
8
Bkz. Avrupa Komisyonu MEMO 10 (9 Kasım 2010), http://europa.eu/rapid/pressrelease_MEMO-10-555_en.htm ve Trade, Growth and World Affairs: Trade Policy As A
Core
Component
of
the
EU’s
2020
Strategy
COM
(2010)
612,
http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2010/november/tradoc_146955.pdf s.4.
9
ABD
Başkanı
Ticaret
politikası
gündemi
için
bkz.
http://www.ustr.gov/sites/default/files/Chapter%20I%20%20The%20President's%20Trade%20Policy%20Agenda.pdf
M. SAİT AKMAN
8
Bu çerçevede, ABD Başkanı’na bağlı Ticaret Temsilciliği’nin (USTR) 20132107 strateji belgesi temel hedef olarak ihraç piyasalarına yönelmek yoluyla daha iyi
istihdam imkânlarının sağlanmasını vurgulamaktadır. Bu amaçla ‘büyüme’ ve
‘istihdam’ artışı sağlayacak ve taraflar arasında ticaret ve yatırım imkânlarını
geliştirecek insiyatiflerin belirlenmesi özellikle zikredilmiştir10.
Esasen 28 Kasım 2011 tarihinde AB ve ABD arasında oluşturulan Yüksek
Seviyeli Çalışma Grubu (HLWG) bilahare hazırladığı ara ve nihai raporlarda,
oluşturulacak kapsamlı bir ticaret ve yatırım anlaşmasının ‘büyüme’ ve ‘istihdam’
üzerinde önemli katkılar sağlayacağının altını çizmiştir11.
TTIP’de Muhtemel Müzakere Konuları ve Ortaklığın Beklenen Getirileri
AB ve ABD’nin özellikle sanayi mallarında birbirlerine karşı uyguladıkları
gümrük tarifeleri düşük seviyelerdedir12. Dolayısıyla, olası bir uzlaşının daha ziyade
tarife-dışı engeller ile hizmet ticareti ve yatırımlar üzerinde yoğunlaşması
öngörülmekte ve hesaplar bu nokta üzerinde yoğunlaşmaktadır. AB ve ABD’nin
ticaret ve yatırımları doğrudan etkileyen pek çok alanda farklı iç düzenlemeleri
bulunmaktadır. Ürün ve üretim süreçlerine ilişkin farklı standartlara sahiptirler. Bu
nedenle pazara girişte engel yaratan farklılıkların giderilmesinin tarafların ticaretine
ve ekonomisine ciddi katkı yapacağı hesaplanmaktadır13.
HLWG raporunda öne çıkan ve tarafların aralarında öncelikle ele almaları
beklenilen belli başlı konular arasında:

Gümrük tarifelerinin azaltılması/kaldırılması,

Düzenleyici alanlarda yakınlaşmanın sağlanması ve tarife-dışı engellerin
(TDE) azaltılması/kaldırılması,

Hizmet ticaretinin serbestleştirilmesi,

Fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin adımlar,

Yatırımların önündeki engellerin kaldırılması,
 Kamu alımları piyasalarının karşılıklı olarak açılması
gelmektedir.
Gümrük tarifeleri en kolay göze çarpan engeller olmakla beraber tamamen
kaldırılmaları halinde dahi bu durum tarafların arasındaki tüm engellerin ortadan
kalkacağı anlamına gelmemektedir. Özellikle tarife-dışı engellerin tarife
10
ABD
Ticaret
Temsilcisi
strateji
belgesi,
bkz.
http://www.ustr.gov/sites/default/files/USTR%20FY%202013%20%20FY%202017%20Strategic%20Plan%20final.pdf
11
Bu grubun tam isminin Büyüme ve İstihdam konusunda Yüksek Seviyeli Çalışma Grubu
olması da tesadüf değildir.
12
Taraflar arasında basit ortalama bağlanmış oranları sanayi ürünleri için sadece %3.3; tarım
ürünleri için ise %4.9 seviyesindedir.
13
ECORYS (2009), Non-Tariff Mesaures in EU-US Trade and Investment-An Economic
Analysis.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
9
eşdeğerlerinin kimi sektörlerde %50 ila %100’ler arasında olduğu (örneğin kimyasal
ürünlerde %111, pirinçte %120 civarında) hesaplanmaktadır14. TDE’ler ve
düzenleme farklılıkları sadece pazara girişi zorlaştırmakla kalmayıp firmaların iş
yapma maliyetlerini de ciddi şekilde yükseltmektedir15. Bir örnek vermek gerekirse,
AB’nin elektronik sektöründeki standartlarını uyumlaştırılması, ABD’nin Avrupa
pazarına olan ihracatını bu sektörde yapılacak tarife indiriminden daha fazla
artıracaktır16. İki taraf arasında uzun süredir ticari ihtilafa neden olan ve beraberinde
önemli ticaret kayıplarına yol açan ‘hormonlu et’ ve ‘genetiği değiştirilmiş ürünler’
(GDO) vb. konularda varılabilecek bir uzlaşının hem AB hem ABD için refah
artışında hatırı sayılır bir etki yaratacağı düşünülmektedir.
Öte yandan, hizmet ticareti anlaşmada en önemli müzakere alanlarının başında
gelmektedir. Bu bağlamda, AB ve ABD dünyanın en önde gelen hizmet ticareti
ihracatçıları olarak özellikle birbirlerinin pazarına giriş konusunda başta finansal
hizmetler, iletişim ve ulaştırma hizmet sektörleri, inşaat hizmetleri ve ticaret
hizmetleri olmak üzere muhtelif hizmet alanlarındaki mevcut ve kısıtlayıcı
TDE’lerin kaldırılması ve yeni düzenlemelere gidilmesini amaçlamaktadır. AB ve
ABD açısından fikri mülkiyet haklarının korunması önemlidir. TTIP yoluyla üçüncü
ülkelere karşı iki tarafın haklarını korumada ortak kurallar belirlemesi
hedeflenmektedir. TTIP çerçevesinde iki taraf yatırımların ileri seviyede
serbestleştirilmesi ve en üst standartlar ile korunabilmesi konusunda taahhütler
önermektedir. Yatırımlar alanında, sebepsiz el koymaların önlenmesi; adil ve
hakkaniyet ölçüsünde davranma ve firmalara eşit şartların sağlanması konularının
tartışılması beklenmektedir. Tarafların kamu ihalelerinde kendi ulusal firmalarını
kayıran ayırımcı uygulamalarının hafifletilmesi ile her yıl ortalama 10.7 milyar Avro
dolayında bir pazar imkânı yaratılabileceği hesaplanmaktadır17. Bu nedenle TTIP’de
kamu ihalelerinde şeffaflığın artırılması ve yerli malı kullanımı zorunluluğunun
önlenmesi amaçlanmaktadır.
Bu kapsamda bir Anlaşma’nın hem iki taraf arasındaki ticarete hem de dünya
ticaretine önemli yansımaları olacaktır. Bu alanda yapılan farklı çalışmalar büyüme,
istihdam ve ticaret artışı gibi göstergelere etkileri incelemişlerdir. Bu kapsamda,
Avrupa Komisyon’unun anlaşmaya ilişkin müzakerelerin açılabilmesi ve olası bir
mutabakatın yaratacağı yararın tespitine ilişkin bir ‘etki analizi’ çalışmasını önceden
başlattığını görmekteyiz. Yapılan çalışmalar, faklı senaryolar altında tarafların milli
gelir, istihdam artışı, ticaret ilişkileri, üretim, ücret seviyesi vb. alanlarda ne gibi
faydalar sağlayabileceği üzerine kapsamlı analizleri içermektedir18.
14
Ifo Institute (Felbermayr vd.), Dimensions and Effects of a Transatlantic free Trade
Agreement Between The EU and US, 2013.
15
CEPR (Francois vd.), Reducing Transatlantic Barriers to Trade and Investment: An
Economic Assessment, 2013
16
WTO, World Trade Report 2012: Trade and Public Policies: A Closer Look at Non-Tariff
Measures in 21st Century, Temmuz, 2012.
17
Bkz. ECORYS, 2009, s.xvi.
18
AB’nin etki analizi raporu için bkz. Impact Assessment Report on the future of EU-US
trade relations, Commission Staff Working Document, 12 Mart 2013, SWD(2013) 68 Final,
Brüksel.
M. SAİT AKMAN
10
Çalışmalar taraflar arasında öncelikle hangi konuların ele alınması gerektiğine
ilişkin alternatif yaklaşımları ortaya koyarak, daha kısıtlı ve daha iddialı
senaryoların etkilerini incelemiştir. Buna göre, 2018 yılına kadar taraflar arasındaki
tarife-dışı engellerin (TDE) yarısının (% 50) kaldırıldığı ve düzenleme
farklılıklarından kaynaklanan engellerin giderildiği ‘iddialı’ bir Transatlantik
Anlaşması’nın AB açısından milli gelir artışına etkisinin uzun vadede 121.5 milyar
Avro, ABD açısından ise 40.8 milyar Avro dolayında olabileceği hesaplanmaktadır.
Bu AB ve ABD’nin milli gelirlerinde yıllık bazda sırasıyla % 0,7 ve % 0,3 kadar
yıllık bir artış anlamına gelmektedir. TDE’lerin sadece % 25 oranında kaldırılmasını
içeren daha ‘mütevazı’ bir senaryo altında dahi tarafların kazancının sırasıyla 53.6
ve 18.3 milyar Avro olabileceği iddia edilmektedir19 (Tablo 2).
İki ekonominin de kriz sonrası büyüme ihtiyacı göz önüne alındığında mevcut
tarife dışı engellerin törpülenmesinin yaratacağı etki kayda değerdir. Sadece mal
ticaretinde tarifelerin kaldırılıp ticaretin kolaylaştırıldığı basit senaryolar altında dahi
iki tarafın toplam kazancının en az 7,5 milyar dolar olabileceği, bunun daha
dinamik şartlar (ölçek ekonomileri, rekabet ortamında daha etkin üretime geçiş vb.)
da dikkate alındığında ise her iki taraf için 60 ila 85 milyar dolara ulaştığı
vurgulanmaktadır20.
Tablo 2. AB-ABD Anlaşmasının tahmini makroekonomik etkileri (TDE’lerin
azaltılması ve düzenlemelerde yakınlaşma sağlanması durumunda)
Reel gelir (milyar Avro)
ABD
AB
Reel gelirde artış (%)
ABD
AB
Reel ücret artışı (niteliksiz işgücü)
ABD
AB
Reel ücret artışı (nitelikli işgücü)
ABD
AB
İhracatta artış (%)
ABD
AB
İddialı senaryo
(Tam serbestleşme)
Uzun vade
Mütevazı senaryo
(Kısmi serbestleşme)
Uzun vade
40,8
121,5
18,3
53,6
0,28
0,72
0,13
0,32
0,35
0,82
0,16
0,36
0,38
0,78
0,17
0,34
6,06
2,07
2,68
0,91
Kaynak: ECORYS (2009)
CEPR (2013) çalışmasına göre ise, TTIP’nin AB’nin ABD’ye yönelik mal ve
hizmet ihracatında %28 kadar bir artış yaratması beklenmektedir. Bu 187 milyar
avroluk ticaret artışı anlamına gelmektedir. Ayrıca, TTIP’nin yıllık bazda AB ve
19
Bkz. ECORYS (2009).
F. Erixon ve M. Bauer (2010), ‘A Transatlantic Zero Agreement: Estimating the Gains
from Transatlantic Free Trade in Goods’, ECIPE Occasional Paper, No.4/2010.
20
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
11
ABD için sırasıyla 119 ve 95 milyar Avroluk bir kazanç sağlayacağı, bu kazancın
önemli bölümünün teknik düzenlemeler yapılmasından ve standartların
yakınlaştırılmasından kaynaklanacağı hesaplanmaktadır21.
TTIP’nin Çok Taraflı Ticaret Sistemi DTÖ ve Üçüncü Ülkeler Üzerine
Etkileri
Dünya ticaretinde önemli paya sahip iki ekonomi arasındaki kapsamlı bir
ticaret ve yatırım ortaklığı girişiminin diğer ülkeler ve dünya ticaret sistemi üzerinde
yaratacağı etki, konunun Türkiye açısından da en önemli yönünü teşkil etmektedir.
Dünya ülkelerinin hemen tamamına yakını bakımından ABD ve AB en
öncelikli ticari ortak durumundadır (en azından ilk 2 sırada en az birisi mutlaka yer
alırken, hemen tüm ülkeler açısından en önemli ilk 5 içinde her ikisi de yer
almaktadırlar). Bu nedenle TTIP tüm ülkeleri çok yakından ilgilendirmektedir.
İki taraf başta da belirtildiği üzere, bu girişimle kendi aralarında ticaret ve
yatırımlara engel olan düzenleme ve uygulamaların kaldırılması ya da en azından
bazı alanlarda azaltılması yoluyla ciddi bir istihdam, refah artışı ve iktisadi
büyümeye katkı beklemektedir. Ne var ki, bu Anlaşma’nın kapsamı öngörüldüğü
ölçüde derin olması halinde, gerek ABD gerek AB pazarında, üçüncü ülkelerin
rekabet yapısına, pazara giriş şartlarına ve istihdamına yapacağı etkiler de artacaktır.
Bir örnek vermek gerekirse, AB ile benzer ürünleri Amerikan pazarına satan
ülkelerin ürünlerinin TTIP sonrası tarife ve tarife-dışı engellere maruz kalmaya
devam etmesi halinde pazar paylarını AB firmalarına kaptırmaları mümkün
olacaktır. Bu durumun tersi ise aynı şekilde Amerikan firmaları ile Avrupa
pazarında rekabet eden üçüncü ülke ihracatçıları ile ilgilidir.
Bu durumun yaratacağı ‘ticaret sapması’ TTIP girişiminin üçüncü ülkeler
üzerinde oluşturacağı refah etkisi bakımından önemlidir. Almanya Ekonomi ve
Teknoloji Bakanlığı’nın yaptırdığı bir çalışmada22, TTIP’nin etkileri incelenirken,
AB-ABD arasında kapsamlı bir ticaret serbestisi sağlanması halinde bunun en
önemli refah artırıcı etkisinin % 13,38 ile ABD, % 9,7 ile Büyük Britanya ve % 7,3
ile İsveç bakımından oluşacağı ve AB ülkelerini genellikle olumlu etkileyeceğini
göstermektedir. Almanya açısından refah artışı % 4,68 olurken, ABD’ye olan
ihracatında % 94’lük bir büyüme beklenmektedir. Diğer taraftan, çalışma üçüncü
ülkeler açısından pazar kaybı sonucu oluşacak bir refah kaybını ortaya koymaktadır.
Buna göre, bu kayıp Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Japonya, Meksika, Kanada ve
Avustralya gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye içinde belirmektedir. Bu durumda,
Türkiye için refah kaybının yaklaşık % -2,5 iş kaybının ise 95.000 kişi olacağı
hesaplanmaktadır. Bu durumun tek istisnası ise her iki tarafla kapsamlı bir STA
oluşturan G. Kore’dir.
İsveç Ticaret Bakanlığı’nın çalışmasında ise tarifelerin kaldırılıp, tarife dışı
engellerin kapsamlı şekilde azaltılması halinde, dünyanın geri kalanı açısından refah
21
22
Op.cit. CEPR (2013),
Op. cit. Ifo Institute (2013).
12
M. SAİT AKMAN
düşüşü etkisi % -0.15; üretimlerindeki katma değer azalışı ise % -0.40 olarak
hesaplanmaktadır23. Ancak iki taraf arasında tarife-dışı engelleri kapsamlı şekilde
ortadan kaldırılmasının güçlükleri dikkate alındığında ve Anlaşma’nın beklenilen
derinliğe sahip olup olamayacağı henüz kesinleşmediği için, bahsi geçen etkilerin de
bu seviyede gerçekleşmeyebileceğinin hatırda tutulması gerekmektedir. Ayrıca hem
AB hem ABD’nin Transatlantik pazarını korumacı amaçlarla üçüncü ülkelere karşı
kapalı tutacağı endişesi de tam olarak doğru değildir. Zira, tarafların başka ülkelerle
imzaladığı ya da müzakere ettiği Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) ve özellikle yer
aldıkları DTÖ bünyesindeki Bilgi Teknolojileri Anlaşmaları (ITA) ve Hizmet
Ticareti Anlaşması (TISA) gibi çoklu müzakereler (plurilateral), AB ve ABD’nin
‘savunmacı bir ticaret stratejisi’ yerine serbestleşme yönünde hareket edeceklerinin
bir göstergesidir24.
Diğer taraftan Anlaşma’nın üçüncü ülkeler üzerinde yaratacağı daha uzun
vadeli ve geniş etki, AB ve ABD’nin dünya ticaret sistemine yön vermek istemeleri
ile ilgilidir. Konuyla ilgili çevrelerde oluşan beklenti, İkinci Dünya Savaşı sonrası
uluslararası ticaret sistemini sürükleyen, ancak görece hegemon gücü azalan ABD
ile küresel aktör olarak rolünü genişletmek isteyen Avrupa Birliği’nin yeniden ön
plana çıkma gayretlerinin TTIP girişimi ile artacağıdır.
Bu bağlamda, ülkeler arasında sayısı giderek artan Serbest Ticaret Anlaşmaları
(STA), sadece taraflar arasında pazar açmak değil aynı zamanda küresel üretim
süreçleri ve ticaret ilişkilerindeki değişen yapıyı yansıtacak düzenlemeleri de
beraberinde getirmek maksadıyla imzalanmaktadır. DTÖ bağlamında uygulanan
anlaşmaların getirdiği kuralların ve mevcut taahhütlerin düzeyinin yetersiz
görülmesi durumunda, STA yoluyla taraf ülkeler aralarındaki ticaret kuralları ve
taahhütleri bir adım daha ileriye götürmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, sanayi ve
tarım ürünleri üzerindeki tarife engellerinin daha da azaltılması; hayvan ve bitki
sağlığı önlemleri; teknik standartlar; ticari korunma önlemleri; devlet yardımları;
yatırımlar; kamu alımları; hizmet ticareti ve ticarete ilişkin fikri mülkiyet hakları ön
plana çıkan konulardır. Bunlar, literatüre DTÖ+ konuları olarak girmekte ve ABD
ile AB’nin üçüncü ülkeler ile imzaladıkları STA’ların temel saiklerinden birini
oluşturmaktadır.
Ayrıca, DTÖ gündeminde ele alınmayan ama ilgili ülkelerin çıkarları açısından
önemli gördükleri hususları da bu STA’lar kapsamında ele almaya çalıştıkları
bilinmektedir. Rekabet politikası; çevre standartları; işgücü standartları; çocuk
işçiliği; insan hakları; enerji; vize ve göç konuları vb. alanlar ise DTÖ-X (ekstra)
konular diye ifade edilmektedir. Gerek ABD gerek Avrupa Birliği’nin, DTÖ
bağlamında yetersiz gördükleri bu alanları, üçüncü ülkeler ile imzaladıkları
STA’lara yerleştirmeye çalıştıkları gözden kaçmamaktadır. Bu tür yeni nesil serbest
ticaret anlaşmaları dünya ticaretinin temel bir öğesi haline gelmektedir.
23
National Board of Trade/Sweden (2012), Potential Effects from an EU-US Free Trade
Agreement: Sweden in Focus.
24
F. Erixon, Whither the Transatlantic Trade and Investment Partnership, Policy Brief 18,
Norwegian Institute of International Affairs, 2013.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
13
Diğer taraftan, TTIP bu yeni nesil anlaşmalardan daha öte bir etkiye de sahip
olacaktır. Zira AB ve ABD’nin bir arada kural koyma kabiliyetlerinin bulunması
halinde çok taraflı DTÖ sisteminde kabul ettiremedikleri ve Doha Kalkınma
Gündemi’ne getiremedikleri alanlarda TTIP yoluyla üçüncü ülkelere kendi norm ve
standartlarını dolaylı bir yoldan kabul ettirebilecek güce ulaşacakları da
düşünülmelidir. Nitekim AB’nin, ABD’deki temsilcisi Büyükelçi J. Vale de
Almeida, Transatlantik girişimi ‘Oyunun kurallarını değiştirecek bir durumdur. Bu
tüm serbest ticaret anlaşmalarının da anasıdır diyebiliriz’ ifadesi ile dünya ticaret
sisteminde yeni düzenleme ve kuralları etkileyecek sürecin bu girişim ile
başlayacağının da haberini vermektedir25.
STA’ların çok taraflı system ve DTÖ üzerinde yaratacağı etki geniş bir
akademik literatürü de beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda iki farklı görüş
oluştuğu gözlenmektedir. Bunlardan ilki, bölgesel anlaşmalardaki bu artışın ve
özellikle ABD ve AB’nin bu sürece yönelmesinin Doha Turu müzakerelerine olan
ilgiyi azaltacağı gibi daha uzun vadede DTÖ’yü de gözden düşüreceği ve çok taraflı
sisteme zarar vereceği yönündedir26. Diğer görüş ise, bölgesel anlaşmaların içerik
bakımından DTÖ’nün eksik kalan kısımlarını tamamlayacağı ve uluslararası
ticaretin bugünkü yapısıyla ihtiyaç duyduğu kuralları getirerek ticaretin daha da
serbestleşmesine katkı sağlayacağını, bunun da uzun vadede DTÖ sistemine olumlu
etki yaratacağını savunmaktadır. Örneğin R. Baldwin’e göre, 21. Yüzyıl ticareti
ticaret-hizmetler-yatırımlar ilişkisi çerçevesinde daha karmaşık bir yapıda olup, daha
derin ve kapsamlı düzenlemeler gerektirmektedir. Bu nedenle STA’ların çok taraflı
sisteme etkilerini analiz ederken artık eski geleneksel Vinerci yaklaşımdan farklı
bakılması gerektiğini iddia etmektedir27.
Schott ve Climino’ya göre bu durum, tıkanan Doha müzakerelerini aşmak için
önemlidir. Getirilecek yeni düzenlemelerin ileride diğer ülkelerin de katılımlarıyla
çok taraflı sisteme dâhil edilmesi halinde dünya ticaret sistemine katkı
sağlayacaktır28. Diğer taraftan, TTIP müzakere süreci içinde bulunmayan üçüncü
ülkelerin tüm bu kural ve düzenlemeleri kabul etmek zorunda kalacak olmaları ise
tepkilere neden olmakta ve DTÖ sistemi üzerinde olumsuzluklar yaratacağı ifade
edilmektedir.
25
http://www.voanews.com/content/eu-envoy-says-us-eu-trade-pact-will-be-gamechanger/1658096.html Ayrıca bu konuda Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun da
belirttiği üzere ‘bu en önemli iki ekonomik güç arasındaki gelecekte oluşacak ilişki oyunun
kurallarını değiştirir türden (game changer) olacaktır’, http://europa.eu/rapid/pressrelease_SPEECH-13-121_en.htm (13 Februaury 2013).
26
J. Bhagwati (2008),Termites in the Trading System: How Preferential Agreements
Undermine Free Trade, Oxford University Press.
27
R. Baldwin (2011), ‘21st Century Regionalism: Filling the gap between 21st century trade
and 20th century trade rules’, WTO Staff Working Paper, ERSD-2011-08.
28
Schott ve Climino (2013), ‘Crafting a Transatlantic Trade and Investment Partnership:
What Can Be Done?’, PIIE Policy Brief, PB 13-8 Mart.
M. SAİT AKMAN
14
TTIP ve Türkiye: Karşılıklı Beklentiler ve Zorluklar
Avrupa Birliği’nin kendi dış ticaret stratejisi çerçevesinde üçüncü ülkelerle
olan ilişkilerinin (özellikle STA’ların) Türkiye’ye yansımaları mevcut gümrük
birliği ilişkisine yönelik tartışmaları da beraberinde getirmektedir29. AB’nin ABD ile
oluşturacağı TTIP, gümrük birliği ilişkisi üzerinden Türkiye’nin ABD ile
ilişkilerinin de gündeme gelmesine yol açmıştır. Bu çerçevede:

TTIP, ABD ürünlerine AB üzerinden Türk pazarına serbest bir giriş imkânı
sağlarken; Türkiye’nin ABD’ye ihracatı gümrük vergisi vb. uygulamalara
tabi olmaya devam edecektir. Bu durum, bir yandan ABD ile mevcut
ticaret dengesini olumsuz etkileyecek bir yandan da trafik sapması
sorununu beraberinde getirebilecektir.

AB ile Gümrük Birliği’nin Türkiye ekonomisine katkıları bilinmektedir.
Gümrük Birliği özellikle sanayi alanında üretimde verimliliğin yanı sıra
Türkiye’nin rekabet gücünde ve ihracatındaki dönüştürücü gücüyle olumlu
katkıda bulunmuştur. GB ile yaşanan dönüşüm ve müktesebat uyumunun
bunda hiç şüphesiz payı büyüktür. Bu bağlamda, TTIP sürecinin ise
Türkiye’nin hizmetler, yatırımlar ve kamu alımları vb. alanlarda
küresel ekonominin dinamiklerine ve oluşmakta olan yeni dünya ticaret
sistemine uyum sağlamasında dönüştürücü bir katkısı olabilir30.

Türkiye’nin TTIP sürecinin dışında kalmak yerine küresel ticarete yön
verecek ve oyunun kurallarına etki yapacak bu sürecin içinde yer
alması bu bağlamda önemlidir.

Ayrıca, son yıllarda Türkiye’nin ‘Transatlantik topluluğuna olan taahhüt ve
bağlarının sorgulandığı bir döneme girildiği’ dikkate alınırsa Transatlantik
dünyası ile sağlam ve güvene dayalı bir ilişkide ivme sağlanması açısından
Türkiye’nin TTIP’de yer almasının önemi ortaya çıkmaktadır31.
Bu şartlar altında Türkiye’nin TTIP sürecinde yer alması; gerek yeni oluşmakta
olan küresel ticaret sisteminde merkezi konumda yer alacak ülkeler arasına
girebilmesi, gerekse AB ile ilişkilerinin daha istikrarlı bir düzeye yükselmesi
bakımından hayatidir.
Türkiye-ABD arasındaki iktisadi ve ticari ilişkilere genel bakış
Türkiye’nin ABD ile toplam ticareti (2012 itibarıyla 19.73 milyar dolar)
küresel ölçeklerde oldukça düşüktür. Türkiye’nin toplam ihracatı içinde ABD’nin
29
AB’nin değişen dış ticaret stratejisinin ve üçüncü ülkelerle olan ticaret anlaşmalarının
Türkiye’nin ticaret politikasına ve Gümrük Birliği ilişkisine tekileri için bkz. M.S. Akman
(2013) ve M.S. Akman (2010).
30
Op.cit. B. Aran (2013).
31
K. Kirişçi, 2013, Turkey and the Transatlantic Trade and Investment Partnership: Boosting
the Model Partnership with the United States, Brookings Turkey Project Paper, No.2, Sept.
2013, s.20.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
15
payı % 5 dolaylarında seyretmektedir. Türkiye’nin ABD’nin toplam dış alımındaki
payı ise % 0,27 ile sınırlıdır. Türkiye ABD’nin ithalat yaptığı ülkeler listesinde 2011
yılında ancak 45. sırayı alabilmiştir. ABD’nin ihracatında Türkiye’nin payının ise
sadece % 0.81 olduğu göz önüne alınırsa iki tarafın ticari ortak olarak dış
ticaretlerindeki yeri görece çok düşük bir seviyededir. Dahası, son yıllarda ticaret
dengesi artan şekilde ABD lehine dönmüş bulunmaktadır. 2004 yılına kadar ABD
ile ticaretinde fazla veren Türkiye 2012 yılı itibarıyla neredeyse her sattığı 1 dolarlık
ürüne karşı 3 dolarlık ürün ithal eder hale gelmiştir (Tablo 3). 2000-2011 yılları
arasında ABD’nin Türkiye’ye ihracatı %292, buna karşın Türkiye’nin ABD pazarına
ihracatı ise % 72 kadar artış göstermiştir.
Tablo 3. Türkiye-ABD ticaret ilişkileri 2002-2012 (milyon dolar)
Yıl
Türkiye’nin ABD’ye ihracatı
Türkiye’nin ABD’den ithalatı
Ticaret dengesi
2002
3.356
3.099
257
2003
3.751
3.495
256
2004
4.860
4.745
115
2005
4.910
3.375
-465
2006
5.060
6.260
-1.200
2007
4.170
8.166
-3.996
2008
4.299
11.975
-7.676
2009
3.240
8.575
-5.335
2010
3.762
12.318
-8.556
2011
4.584
16.034
-11.450
2012
5.605
14.130
-8.525
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı ve TÜİK verileri
Türkiye’nin ABD’ye yaptığı ihracatta yıllar içinde değişim olduğu
görülmektedir. 2001 yılında ABD pazarına en önemli ihraç kalemi olarak hazır
giyim ürünleri (toplam ihracatın üçte biri) bulunurken, 2011 yılında bu ürünlerin
payı % 6 seviyesine inmiştir. Dokuma ürünlerinin payı aynı ölçüde olmasa da
görece iniş göstermiştir. Bu değişimde en önemli faktörün, 2005 yılında DTÖ’de
tekstil kotalarının kalkması ile ABD pazarında daha uygun koşullarda pazara giriş
imkanına kavuşan Asya vd. menşeli tekstil ve konfeksiyon ürünleri olduğu
söylenebilir.
Aynı dönem zarfında en önemli artış ise makina ve ulaştırma ekipmanlarında
görülmektedir. Bu ürünlerin payında % 50’nin üzerinde bir artış meydana gelmiş ve
ABD pazarına en önemli ana ihraç kalemini oluşturmaktadır. Aynı oranda olmasa da
inşaat malzemeleri (çimento vb.) ve demir çelik ürünlerinde de bir artış söz
konusudur. Türkiye’nin ABD pazarına tarım ürünleri ihracatı sadece 500 milyon
dolar civarında kalmıştır. En belirgin ihraç kalemleri arasında işlenmiş meyve ve
sebze, tütün ve aperitif gıda maddeleri gelmektedir.
16
M. SAİT AKMAN
2011 yılında ABD’nin Türkiye’ye yaptığı tarım-dışı ürün ihracatında en önemli
ilk 5 kategori arasında hava araçları, demir ve çelik, mineral yakıtlar, pamuk ve
makina gelmektedir. Aynı dönemde ABD’nin Türkiye’ye tarım ihracatı 2.5 milyar
doları aşmış ve Türkiye ABD’nin 10. önemli tarım pazarını teşkil etmiştir. Bu
alanda ticaret dengesi bire beş dolayında ve ABD lehinedir. Türkiye, ABD tarım
ürünleri için Çin ve Vietnam’dan sonra en hızlı büyüyen üçüncü pazar
konumundadır.
Doğrudan yatırımlar konusu iki taraf arasındaki iktisadi ilişkilerin önemli bir
boyutunu oluşturmaktadır. TC Merkez Bankası verilerine göre, Türkiye’ye gelen
yabancı sermaye yatırımlarının, 2010 ve 2011 yıllarında sırasıyla %5.2’si ve %8.8’i
ABD’den olmuştur. Buna göre ABD 2010 yılında 323 milyon dolarlık yatırımla 7.
ve 2011 yılında 1.4 milyar dolar ile 5. sırada yer alarak Türkiye’ye en çok yatırım
yapan ülkelerden birisidir32. Ayrıca, ABD’nin 3.45 trilyon dolar ile (2010) dünyada
en fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı stoğu bulunan ülke olduğu bilinmelidir.
ABD yatırımları yıllara göre farklılık göstermektedir. Son dönemde en yüksek
yatırım miktarı 4.2 milyar dolar ile 2007 yılında gerçekleşmiştir33.
Grafik 2. Türkiye’ye ABD menşeli DYY girişleri ve şirketler
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı ve TCMB.
32
33
AB Üye Ülkeleri ayrı ayrı sayılmaktadır.
Ekonomi Bakanlığı, 2012, Uluslararası Doğrudan Yatırımlar-2011.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
17
Türkiye’nin TTIP’e Katılımı Yönünde Alternatif Senaryolar
AB’nin ABD gibi ticaret hacmi yüksek bir ekonomi ile müzakerelere
başlayacak olması aramızdaki Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye’de bazı kaygıları
da beraberinde getirmektedir. Özellikle ABD ürünlerinin AB üzerinden Türkiye’ye
gümrüksüz girebilecek olması, buna karşın Türk ihraç ürünlerine karşı ABD’nin
tarife vb. uygulamalara devam edecek olması kaygının temelini oluşturan başlıca
unsurdur. Bu durumun mevcut ticaret dengesini Türkiye’nin aleyhine daha da
bozması beklenmektedir. Başka bir deyişle, ortada asimetrik bir durum
oluşmaktadır. ABD’nin uyguladığı tarife oranlarının genelde düşük olması34 bu
durumu değiştirmemektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’nin ABD’ye
ihracatında önemli bir paya sahip olan tekstil ve hazır giyim ürünlerinde ABD’nin
uyguladığı gümrük tarifeleri oldukça yüksektir. ABD’nin, tekstil ürünlerinde ‘bağlı
tarife oranı’ ve ‘MFN bazında uyguladığı’ tarifeleri %7.9 ve hazır giyim sektöründe
ise sırasıyla %11.4 ve %11.7’dir. Ayrıca bazı tarife satırlarında ‘tarife zirve’leri de
söz konusudur.
Türkiye’de Transatlantik Anlaşması’na yönelik olarak artan bir diğer endişe
konusu ise, Türk ihraç ürünlerinin ABD pazarında AB menşeli ürünler karşısında
aynı şartlarda rekabet avantajını yakalayamayacak olmasıdır. Zira ABD ile Türkiye
arasında bir serbest ticaret anlaşmasının olmayışı ve bu nedenle Türk ihraç
ürünlerine ABD pazarında korumacılığın devam edecek olması, buna karşın
TTIP’nin AB menşeli ürünlere uygulanan benzer uygulamaları kaldıracak olması,
Türkiye’nin AB karşısında haksız rekabete uğramasına yol açmaktadır.
Langhammer’a göre olası bir Transatlantik anlaşması, AB ve ABD’nin daha önce
STA yaptığı ticaret ortaklarının bu pazarlara ayrıcalıklı ve öncelikli giriş imkânlarını
olumsuz etkileyecektir. Örneğin, AB ile Gümrük Birliği yapmış olan ancak, ABD ile
STA’sı olmayan Türkiye, Amerika pazarında AB’li üreticilere karşı daha
dezavantajlı bir konumda olacaktır 35.
Diğer bir önemli unsur ise AB ve ABD’nin ortak normlar ile hareket etmeleri
durumunda dünyanın geri kalanı için çok belirleyici olacak küresel kural ve
standartları getirmeleridir36. Transatlantik ilişkisi bu iki büyük ekonominin küresel
norm koyucu olmasına yol açacaktır. Bu durumda diğer ülkeler, örneğin Türkiye,
bu kurallara uyumlu bir üretim süreci, sanayi ve ticaret politikası belirlemek ve
kendi iç düzenlemelerini de bu ülkelerle uyumlu hale getirmek zorunda kalacaktır.
Bu Türkiye’nin ihracatı açısından AB ve ABD pazarlarının genişliği
düşünüldüğünde olumlu yönde bir belirlilik sağlayacaktır. Ancak, sağlık, tüketici
hakları vb. teknik standartlar, gıda güvenliği, rekabet politikası, çevre standartları,
emisyon miktarının azaltılmasına ilişkin kurallar ve çalışma hayatına ilişkin
34
ABD’nin uyguladığı basit ortalama bağlı tarife oranları sanayi ürünlerinde % 3.3 ve tarım
ürünlerinde % 5 seviyelerindedir.
35
Langhammer, R. ‘Why a Market Place Must Not Discriminate: The Case Against a US-EU
Free Trade Agreement’, Kiel Working Papers, No.1407, Mart 2008.
36
J. S. Schott ve C. Cimino (2013), ‘Crafting a Transatlantic Trade and Investment
Partnership: What Can Be Done?’, PIIE Policy Brief, Mart 2013, Washington DC.
18
M. SAİT AKMAN
düzenlemeler gibi pek çok alanda maliyetli bir dönüşüm sürecini de beraberinde
getirecektir. Bugüne kadar AB’ye katılım sürecinde müktesebat uyumundaki
zorluklar ve yanında sağlayacağı yararlar dikkate alındığında, böyle bir megaanlaşmanın Türkiye gibi ülkelere yükleyeceği şartlar konunun üzerinde durulması
gereken en önemli yönünü oluşturacaktır.
Mevcut durum karşısında Türkiye’nin iki dev blokla ticaretini sürdürmek
amacıyla yeni oluşacak şartlara esasen uymak zorunda olması, bu konuda AB’nin de
gerisinde kalmasının getireceği büyük maliyetlere ilaveten; ticaret sapmasını
önlemesi ve ikili ticaret dengesinin daha da kötüye gitmesini engellemesi için, TTIP
girişimine başından itibaren katılması giderek önem kazanmaktadır. Türkiye’nin
böyle bir girişimin içinde yer almasının (ya da ABD ile bir Serbest Ticaret
Anlaşması-STA oluşturmasının) kendi açısından ‘daha avantajlı olacağı’ ya da en
azından böyle bir süreç içinde bulunmamasına nazaran ‘daha az zararlı çıkacağı’
iddia edilebilir. Ayrıca, AB ile Gümrük Birliği bağı olan Türkiye açısından bu aynı
zamanda bir hak meselesi olarak da değerlendirilebilir.
Diğer taraftan, Kirişçi’ye göre ‘Türkiye’nin dünyadaki en büyük liberal
ekonomi olan ve uzun zamandır askeri ve siyasi ittifakının bulunduğu ABD ile
iktisadi bütünleşmesinin potansiyeli tam olarak doldurulamamıştır’37. Mevcut
durumda Türkiye’nin TTIP dışında kalmasının Türkiye üzerine ciddi etkiler
yaratabileceğine vurgu yapan ve Abramowitz ve Edelman (2013) tarafından
hazırlanan Rapor da Türkiye’nin Transatlantik ticaret alanına bir şekilde dâhil
edilmesi önemi üzerine vurgu yapmaktadır.
ABD-AB arasındaki Transatlantik sürecine Türkiye’nin nasıl dâhil olabileceği
konusunda bu güne kadar bazı farklı arayışlar gündeme gelmiştir38.
37
Op. cit. K. Kirişçi, 2013.
Politika çevrelerinde bu konulara ilişkin tartışmalar ve alternatif yaklaşımlar, TEPAV
tarafından 2 Aralık 2013 tarihinde düzenlenen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı
(TTIP)nın Türkiye’ye etkileri konulu panelde kapsamlı olarak ele alınmıştır. Bkz.
http://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/3590 (9 Aralık 2013).
38
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
19
TR'nin TTIP'ye
eklemlenmesi
TR-AB ve ABD
arasında üçlü
ve eş anlı ( ya
da paralel)
müzakereler
(olası değil)
AB:
GB temelinde
TR'nin dahil
edilmesi
(sadece GB
kapsamındaki
ürünler)
'Andorra- San
Marino modeli'
ABD:
Ayrı bir
ortaklık ilişkisi
Türkiye'nin
TTIP'ye üye
olarak katılımı
TR-ABD
Serbest Ticaret
Anlaşması
(STA)
(docking)
TPP örneği
Şekil 1. Türkiye’nin TTIP’ye eklemlenmesine ilişkin alternatif arayışlar
İlk olarak, Türkiye’nin AB ile birlikte ABD ile müzakerelere eş anlı olarak
(veya paralel) girmesi AB ve Türkiye’ye eşit hak ve yükümlülükler getirmesi
itibarıyla Türkiye için en ideal tercih olarak görülebilir. Ancak, AB’nin bu yönde bir
istek ve girişiminin olmadığı, Konsey’den aldığı müzakere yetkisinin sınırlı olması
ve müzakerelere Türkiye olmadan başlamış olduğu dikkate alındığında bu tercihin
gerçekleşme ihtimali zayıftır. Benzer bir durum ABD için de geçerlidir. ABD
Kongre’sinin buna ilişkin onay sürecinin kolay olmayacağı Amerikan Ticaret
Temsilcisi Froman tarafından da dile getirilmiştir.
Türkiye’nin müzakerelerde yer alamamasını telafi etmek maksadıyla, Avrupa
Komisyonu’nun Türkiye adına da müzakereleri yürütmesi seçeneği zaman zaman
dile getirilen bir diğer farklı yaklaşımdır. Bu durumda Ortaklık Konseyi’nin bu
yönde bir karar almasıyla Türkiye’nin adına AB’nin müzakere etmesi sağlanabilir.
Ancak, müzakerelerde AB’nin Türkiye’nin sektör ve müzakere konuları bazında
tüm çıkarlarını azami ölçüde ne kadar iyi savunabileceği tartışmalıdır. Bu yaklaşım
daha ziyade AB’nin kendi adına ABD’den alacağı pazara giriş tavizlerinden
(tarifelerin indirilmesi veya engellerin kaldırılması gibi) Türkiye’nin de istifade
etmesi prensipine dayanmaktadır.
Buna göre, Avrupa Birliği ABD’den, Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği de
göz önünde bulundurularak, Türkiye’ye de en azından gümrük vergisi vb. engellerin
kaldırılmasını istemesi gerekecektir. ‘Andorra - San Marino modeli’39 olarak
39
Benzer bir durumu Avrupa Birliği daha önceki serbest ticaret anlaşmalarında, aralarındaki
gümrük birliğini dikkate alarak Andorra ve San Marino için istemiştir.
20
M. SAİT AKMAN
adlandırılan ve AB’nin her hangi bir üçüncü ülke ile STA yapması halinde ‘aynı
haklardan Türkiye’nin de otomatik olarak yararlanabilmesini’ sağlayabilecek böyle
bir hükmü AB yetkililerinin kendi çıkarları düşünüldüğünde ABD ile başlayacak
karmaşık müzakere sürecine dâhil etmek isteyeceklerinin ihtimali çok zayıftır.
Türkiye’nin kendisi gibi AB ile Gümrük Birliği ilişkisi olan Andorra veya San
Marino gibi küçük bir ülkeye kıyasla rekabet gücü ve ekonomik büyüklüğü dikkate
alındığında bu yaklaşımın özellikle ABD mercileri nezdinde kabul görmeyeceğide
aşikârdır. Ayrıca, GB kapsamının dar olmasının ve GB içine giren ve girmeyen
konuların nasıl ayırd edileceği konusunda da belirsizlik olmasının bu yaklaşımı zora
soktuğu anlaşılmaktadır.
Bu opsiyona ek olarak, özellikle Türk tarafında tartışılan bir diğer yaklaşım ise
Güçlendirilmiş Türkiye Hükmü olarak adlandırılan yöntemdir. Buna göre, AB karşı
tarafı (ABD’yi) Türkiye ile eş anlı ve paralel müzakereleri bir an evvel başlatmaya
davet edecektir. Bu süre zarfında AB’de serbest dolaşımda bulunan Türk ihraç
ürünleri AB STA’sından yararlanacak ve ABD pazarına gümrük vergisi vb. muaf
olarak giriş yapabilecektir. Bu durum ABD ile Türkiye STA sürecini tamamlayana
kadar sürecek ve böylece Türkiye’nin ABD pazarında AB’den farklı (daha yüksek)
gümrük vergileri ile karşılaşmasının önüne geçilmiş olacaktır. Bu durum
Uluslararası Standart Ticaret Sınıflandırması’nın (SITC) 25 ila 97 bölümleri
arasında yer alan ve Gümrük Birliği’nin kapsadığı sanayi ürünleri için
uygulanacaktır. Ancak bu alternatif konusunda da bir ilerleme görülmemektedir.
Türkiye’nin TTIP’ye girmesi konusunda bir diğer öneri ise, iki taraf arasında
müzakerelerin tamamlanması sonrası Türkiye’nin (belki benzer şekilde Kanada,
Meksika, Norveç vb. ülkelerin de) TTIP’ye katılması şeklinde özetlenebilir. Ancak
TTIP müzakerelerinin yıllara yayılacak olması ve ortaya çıkacak Anlaşma’nın geniş
bir müktesebat uyumu gerektireceği dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin
asimetrik durumu ortadan kaldırmak gayesiyle bu kadar uzun zaman beklemek
istemeyeceği aşikârdır. Buna paralel olarak süreç içinde Türkiye’nin bir şekilde tıpkı
Trans-Pasifik Ortaklığı sürecinde yapıldığı gibi, müzakerelerde tarafların esasları
büyük ölçüde oluşturmuş olduğu belli bir aşamadan sonra TTIP’e dâhil edilmesi
(docking) sağlanabilir. Bunun için TTIP’nin başka ülkelerin katılımına izin veren
hükümlerinin bulunması ve elbette hem AB hem ABD’nin iç süreçlerinde bu
katılımı onaylamaları gerekmektedir. Bu durum, AB’nin Konsey’den; ABD’nin ise
Kongre’den ilave yetki almalarını gerektirecektir.
Şu an itibarıyla üzerinde en ciddi olarak durulan yaklaşımın ise, Türkiye’nin
ABD ile kendi başına bir STA müzakere sürecini başlatmasıdır. Bu çerçevede,
Başbakan Erdoğan’ın Mayıs 2013’te gerçekleştirdiği son ABD ziyaretinde, iki taraf
arasında- Gümrük Birliği nedeniyle TTIP’in Türkiye üzerine etkileri olabileceğine
atıfla ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi ve ticaretin serbestleştirilmesi hedefiyleoluşturulmuş bulunan Yüksek Düzeyli Komite’de-YDK (High Level Committee)
bir anlaşma olanağının incelenmesi imkânının doğmuş olması önemlidir40.
40
Komite bu konuda Bakanlar düzeyindeki ilk toplantısını Eylül 2013’te, ikinci toplantısını
ise Mayıs 2014’tarihinde Washington’da gerçekleştirmiş ve çalışma metodu üzerinde
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
21
Ancak, ABD-AB arasında oluşturulan Yüksek Düzeyli Çalışma Grubu
(HLWG) çalışmalarının neredeyse iki yıl sürdüğü, yine Türkiye-Güney Kore
arasında imzalanan STA öncesi benzer bir çalışma grubunun, müzakerelere
geçmeden önce iki yıl kadar konuyu istişare ettiği dikkate alındığında müzakerelere
başlamanın hemen mümkün olamayacağı düşünülebilir. Bu durumda, mevcut
şartlarda bir değişme olmaması halinde, Türkiye-ABD arasındaki YDK’nın
çalışmalarının tamamlanması ve müzakere kararına geçilmesinin en az iki yıl
alabileceği göz önünde bulundurulmalıdır41. Bu süreç zarfında, ABD-AB
müzakerelerinin gidişatı ve kapsamı da Türkiye’nin STA müzakereleri için önemli
bir gösterge teşkil edecektir.
Ancak, Türkiye’nin TTIP’ye katılımı çoğu zaman Türk ihraç ürünlerinin ABD
pazarına serbest olarak girişinin sağlanması gibi bir algıya yol açmaktadır. Oysa
ABD ile yapılabilecek muhtemel bir STA (ya da Türkiye’nin bir şekilde TTIP’ye
dâhil edilmesi) ‘yeni nesil’ serbest ticaret anlaşmalarında sıkça görülen geniş ve
kapsamlı bir içeriğe sahip olacak ve ABD de Türkiye’den hizmet alanından, kamu
alımlarına, teknik düzenlemelerden, fikri mülkiyet haklarına kadar pek çok alanda
düzenlemeler yapmasını özellikle isteyecektir.
Bu durum ABD’nin G. Kore ile yaptığı STA ya da benzer diğer ABD
STA’larında ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan G. Kore STA’sının daha detaylı
incelenmesi ve kapsamının daha iyi kavranması Türkiye için önemlidir. Dolayısıyla
bir STA’nın yaratabileceği etkileri değerlendiren çalışmalar yaparken sektörel
rekabetçilik ve sürdürülebilirlik analizleri yanı sıra, karşılaşılması muhtemel tüm
alanları (DTÖ+ ve DTÖ-X) dikkate alacak şekilde hareket etmek daha sağlıklı bir
sonuç alınmasına yardımcı olacaktır.
Diğer taraftan G. Kore-ABD ticaret ve ekonomik ilişkilerinin Türkiye’nin
ABD ile mevcut ilişkileri ile kıyaslandığında çok daha fazla bir hacme sahip olduğu,
bu nedenle ABD-G.Kore STA’sının Türkiye için ne derecede bir gösterde teşkil
edebileceği sorgulanabilir. Ayrıca, G. Kore’nin küresel üretim zincirleri içindeki
mutabakat sağlanmıştır. Ancak görüşmelerden yansıyan ABD tarafının bir STA başlatılması
konusunda pek de istekli olamdığı ve genel olarak iktisadi ve ticari ilişkileri geliştirmek
yönünde adımlar atmakla kifayet edeceği şeklinde değerlendirilebilir. ABD tarafının resmi
açıklaması
için
bkz.
http://www.ustr.gov/about-us/press-office/pressreleases/2013/august/Readout-Froman-Caglayan-meeting Bu aşamada STA’dan yana olan
taraf Türkiye olmakla beraber bu konuda ABD’yi adım atmaya ikna etmek konusunda henüz
yeterli ilerleme kaydedilememiştir. Türkiye’nin bu konuda girişiminin bu aşamada yeterli
olmadığı görülmektedir. Bu noktada, ABD nezdinde önemli karar mercilerini harekete
geçirmek için Kongre nezdinde de lobi faaliyetlerine yer verilmesi önemlidir.
41
Öte yandan, ABD Başkanı Obama’nın 2009 Nisan ayında ziyareti esnasında iki taraf
arasında bir ‘model ortaklık’ oluşturulması fikri ve müteakiben, bir ‘Ekonomik ve Ticari
Startejik İşbirliği Çerçevesi’ (ETSİÇ) mekanizmasının tesisi, bir STA’nın tesisi sürecinde
belirli ölçüde katkı sağlayacak aşamalardır. Buna göre, ETSİÇ iki taraf arasındaki ekonomik
ve ticari ilişkilerin en az siyasi ve askeri ilişkiler düzeyine çıkarılması düşüncesine
dayanmaktadır.
22
M. SAİT AKMAN
konumu ABD ile daha derin ve kapsamlı bir anlaşma yapmasını da zorunlu hale
getirmektedir. Ne var ki, ilerki bölümde de değinileceği üzere, ABD’nin diğer
ülkelerle yaptığı STA’larda günümüz küresel ekonomik ve sosyal dinamiklerini
yansıtan tüm unsurların ele alınmaya başladığı görülmektedir. Dolayısıyla, ABD
tarafının gümrük tarifeleri ve sanayi ürünleri ağırlıklı olan geleneksel ve getirisi
nispeten düşük bir STA için zaman ve enerji harcamak gibi bir niyetinin olmadığı
aşikârdır. Türkiye ile bir STA başlatılmasındaki isteksizliğin esas nedeninin ise daha
ziyade siyasi içerikli olduğu ve Amerikan Kongresi’ndeki lobilerin bu konudaki
Türkiye karşıtlıklarını aşacak bir siyasi konjonktürün tam olarak mevcut olmadığı
düşünülebilir.
Yeni Nesil Serbest Ticaret Anlaşması Modeli Olarak G.Kore-ABD
Anlaşması (KORUS) ve Türkiye İçin Çıkarımlar
ABD’nin Güney Kore ile imzaladığı STA 2012 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu
anlaşma, ABD’nin bugüne kadar imzalamış olduğu NAFTA dâhil en kapsamlı
(derin) anlaşmadır. “Son teknoloji ürünü” olarak tanımlanan anlaşmanın kapsamı
oldukça geniştir. Bu anlaşmanın tanıdığı hak ve yükümlülükler ise oldukça detaylı
bir şekilde tasarlanmıştır. KORUS olarak adlandırılan anlaşma aynı zamanda
Güney Kore ve Avrupa Birliği STA müzakerelerinde model olarak kullanılmıştır.
Ayrıca KORUS müzakereleri sürdürülen TPP anlaşması için de bir temel
oluşturmuştur. Bu bakımdan muhtemel bir Türkiye-ABD STA’sı için de model
oluşturabilecek G. Kore STA’sının genel içeriğine bakmakta yarar vardır42.
KORUS hizmet, mal ve tarım ürünleri ticaretinin tümünü kapsamaktadır.
Anlaşmanın geniş kapsamının dışında tutulan tek ürün ise G. Kore bakımından
hassas olarak kabul edilen pirinç olmuştur. Tarım alanında diğer hassas ürünler ise
kısmen serbestleştirilmiş; bahse konu bu ürünler için “geçiş süreçleri
öngörülmüştür”. Anlaşma ile ABD’nin G. Kore’den ithal edeceği sanayi
ürünlerinin yaklaşık % 91’i 3 yıl içerisinde gümrüksüz hale gelirken; bu oranın 5
yıl içerisinde % 4 olarak artması ve 10 yıl sonra kalan tarifelerin tamamen
kaldırılması öngörülmüştür. Buradan anlaşılacağı üzere tarifelerin kademeli olarak
kaldırılarak ticaretin bugün için hassas kabul edilen ürünler açısından da birkaç yıl
içerisinde tamamen serbestleştirilmesi (gümrük tarifelerinden arındırılması) iddialı
bir girişim olup, KORUS gibi yeni nesil STA içinde yer almıştır. ABD G. Kore’den
ithal ettiği tarım ürünlerinde ise tarife satırlarının %59’u üzerindeki vergileri 2-3 yıl
içerisinde, %27’si üzerinde 6-7 yılda ve kalan kısmında ise 10 yıl ve daha üzerinde
kaldırmayı taahhüt etmiştir. G. Kore’de gerek tarım gerek sanayi ürünlerinde benzer
tarife indirim taahhütlerinde bulunmuştur.
Hali hazırda ABD, tarım ürünlerinde Kore'nin baş tedarikçisidir. Ancak
anlaşmanın Kore'nin 49 milyonluk tüketici kitlesine ulaşma fırsatı tanıyarak çiftçiler,
42
ABD-G. Kore STA ile ilgili detaylı analiz için bkz. op. cit. J. Schott ve C. Cimino (2013)
ve W. H. Cooper vd., The US-South Korea Free Trade Agreement (KORUS FTA): Provisions
and Implications, Congresional Research Service, Washington DC, March 2013.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
23
gıda işlemcileri ve Amerikan çiftlikleri için yeni ihracat imkânları oluşturması
beklenmektedir. Örneğin, sığır eti ithalatına uygulanan tarifelerin taraflar arasında
uzun süre görüşüldükten sonra 15 yıl içerisinde kademeli olarak kaldırılmasına karar
verilmiştir. Tarifenin kaldırılması mevcut satış düzeyinde ABD sığır eti üreticileri
açısından yıllık 90 milyon dolar kazanç anlamına gelmektedir.
Anlaşmada otomotiv endüstrisi özel olarak ele alınmıştır. Otomotiv
düzenlemelerinde ABD’nin araçlara uyguladığı %2.5’lik tarifeyi 4 yıl sonunda
kaldırması öngörülürken, G. Kore’nin tarifelerini %8’den %4’e düşürmesi ve yine 4
yıl sonunda sıfırlaması planlanmıştır. ABD’nin hafif kamyonlara uyguladığı %25’lik
vergi oranının 7 yıl boyunca muhafaza edilip sonraki 3 yıl süresince kaldırılmasına
karar verilmiştir. G. Kore için ise anlaşmanın yürürlüğe girmesinden hemen sonra
%10’luk bir tarife indirimi öngörülmüştür.
KORUS FTA’de dikkat çeken bir diğer başlık ise yatırımlardır. Amerikan
hukuku ve ilkelerinde yola çıkılarak tasarlanan yatırımlar başlığı bununla sınırlı
kalmamış ve derinliği daha ileri bir seviyeye taşınmıştır. Uluslararası tahkim
mekanizmasının bağlayıcılığını kabul eden KORUS’da yatırımcı ve devlet arasında
yaşanabilecek uyuşmazlıklar için de çözüm prosedürleri öngörülmüştür.
Hizmetler alanına gelindiğinde ise “anlamlı pazara giriş taahhütleri”
amaçlanmıştır. Bu sayede G. Kore’nin 580 milyar dolarlık hizmetler pazarı rekabet
gücü yüksek Amerikan şirketlerine açılmıştır. Muhasebe, finansal, görsel-işitsel
hizmetler ve e-ticaret alanlarında pazara erişimde önemli ilerlemelere ulaşılırken
hukuk hizmetleri ilk kez yabancı tüzel danışmanlık şirketlerine açılmıştır.
Kamu ihaleleri DTÖ Kamu Alımları Anlaşması’nın ötesine geçilen bir diğer
başlık (DTÖ+) olmuştur. Kamu ihalelerine başvuru için gerekli eşik değeri yarı
oranda azaltılmış, Amerikan şirketlerine G. Kore sosyal güvenlik kurumları ve
merkezi yönetim kuruluşlarının ihalelerine katılma imkânı tanınmıştır. Elektronik
ihaleler teşvik edilmiş, ihale sürelerinin kısaltılması ve kamu ihaleleri alanında bir
çalışma grubunun oluşturulmasına karar verilmiştir.
“Rekabet” ve “şeffaflık” prensipleri anlaşmada sıklıkla öne çıkmıştır. Önerilen
düzenlemelerin ve nihai düzenlemelerin yayımlanması ve muhtemel yorumlar için
makul sürelerin tanınması amaçlanmıştır. Ayrıca gümrük idaresi, ilaç fiyatlandırma
ve geri ödeme politikaları ve teknik düzenlemeler konularında ek şeffaflık
hükümleri anlaşmaya dâhil edilmiştir. 2000’li yıllar itibariyle her türlü yatırım ve
ticaretin serbestleştirilmesine karşı çıkan G. Kore hükümeti yabancı yatırımcıları
çekerek finansal kaynakları arttırmak ve “know-how” ithalatı için öngörülebilirliğin
önemini fark etmiş ve şeffaflık prensibinin üzerinde durmuştur. ABD ise tarife dışı
engellerden arındırılmış adil bir “oyun alanı” oluşturmayı amaçlamıştır.
Ticarette teknik engeller KORUS’da ele alınırken; DTÖ’nün TBT (Ticarette
Teknik Engeller) Anlaşması esas alınmış ve bu düzenlemenin de ötesine geçiş
(DTÖ+) öngörülmüştür. Anlaşmada otomotive ilişkin standartların özellikle ele
24
M. SAİT AKMAN
alındığı görülmektedir. Bu bağlamda, otomotiv endüstrisinde en önemli değişiklikler
düzenlemeler yani tarife dışı engeller alanında yapılmıştır. Güney Kore, senelik
satışı 4500 adeti aşmayan Amerikan otomotiv üreticilerine bir “hoşgörü oranı”
uygulanmış ve uygulanan emisyon sınırını %119’u aşmadığı takdirde ABD
ithalatlarının yakıt ekonomisi ve emisyon standartlarına uygun olacağını kabul
etmiştir. Uygulanan hoşgörü oranı ithal otomobillerin G. Kore pazarına girerken
sıkça maruz kaldıkları negatif ayrımcılığı ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. 25.000
âdeti aşmadığı takdirde Kore ABD’den ithal edilen araçlar için ABD güvenlik
düzenlemeleri tanımayı kabul etmiştir. Bunlara ek olarak anlaşma ABD ve G.
Kore’nin ithalat dalgalanmalarından etkilenmelerini önlemek için geçici koruma
hükümleri öngörmüştür. Geçici koruma hükümleri KORUS STA’ nın öngördüğü 10
yıllık genel koruma önlemleri sona erdikten sonra taraflar tarafından
uygulanabilecektir. G. Koreli otomotiv üreticilerinin ABD’ye olan satışları Amerika
merkezli montaj tesislerinde gerçekleştirdiği göz önünde bulundurulduğunda,
Kore’nin bu koruma mekanizmasına başvurma ihtimalinin düşük olduğunu
söyleyebiliriz. ABD otomotiv endüstrisi için bu önemler ise pazar bozulma
olasılığına karşı bir “sigorta” teşkil etmektedir.
Anlaşmanın otomotiv sektörüne yönelik hükümlerine bakıldığında, bu
düzenlemelerin ABD pazarını ithal araçlardan bir süre daha korumayı hedeflediği
görülmektedir. Bunlara ek olarak Obama yönetimi “Detroit planı” kapsamında
federal yatırımlar ve otomotiv üreticilerine sübvansiyonlar uygulayarak iç pazarı
desteklemiştir. Düzenlemelerde yapılan reformlar ve tarife indirimleri
birleştirildiğinde, ABD’nin G. Kore’den yapılan araç ithalatının artması
beklenmektedir. Buna karşın, yürürlükte olan tarifeler doğrudan sıfırlanmadığı için
G. Kore pazarına girişte ABD’nin güçlü AB rekabeti ile karşı karşıya kalması
beklenmektedir.
Hayvan ve bitki sağlığı alanında mevcut DTÖ SPS anlaşmasının hak ve
yükümlülükleri teyit eden STA, hayvan ve bitki sağlığı uyuşmazlıklarının çözümünü
bilim ve risk bazlı değerlendirmeye bağlamıştır. Ayrıca bu değerlendirmenin ilgili
düzenleyici kurumlar tarafından yürütülmesine karar verilmiştir.
Fikri mülkiyet konusu ABD açısından üzerinde özellikle durulan alanların
başında gelmektedir. KORUS’da taklit ürünler ve korsan yayınların
cezalandırılmasına ilişkin hükümler yer almıştır.
Çevre ve çalışma standartları konuları da Anlaşma’da yer almıştır. Bu
alanlarda, ILO temel sözleşmeleri ve çok taraflı çevre anlaşmaları bağlamında kabul
edilmiş olan taahhütlerin esas alınması kabul edilmiştir. Bu alanlarda ortaya çıkacak
ihtilafların Anlaşma’nın genel anlaşmazlıkların çözümü mekanizmasına tabi olması
istenmektedir.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
25
Türkiye-ABD Serbest Ticaret Anlaşması’nda Öne Çıkabilecek Konular
ABD ile muhtemel bir STA müzakerelerinde ön plana çıkabilecek muhtemel
konular arasında tarım, hizmet ticareti, fikri mülkiyet hakları, yatırımların
korunması, devlet yardımları, kamu alımlarının yanında ilaç sanayi, tekstil ve hazır
giyim ürünleri ticareti sayılabilir.
ABD’nin daha önce tamamladığı STA’lar dikkate alındığında, sanayi
ürünlerinde tarife indirimleri, anti-damping ve korunma hükümleri gibi ticaret
politikası önlemleri; ticaretin kolaylaştırılması amacıyla gümrük mevzuatı ve
uygulamalarında ileri adımlar atılması; ve devlet yardımları konularının olası bir
anlaşmada yer alması beklenmelidir. ABD’nin ticarete konu olan imalat sanayi
ürünleri üzerindeki gümrük vergilerini ilk yıllar içerisinde önemli ölçüde sıfırlaması;
çok istisnai bazı ürünlerde ise birkaç yıla yayması beklenebilir. Örneğin G. Kore ile
yapılan STA’da 5-10 yıla yayılan indirimler söz konusu olmakla beraber bu tür
istisna ürünlerin sayısı toplam tarife satırlarının % 9’unu geçmemektedir.
ABD’nin diğer STA’larında üzerinde durduğu ve Anlaşma kapsamında
düzenleme yapılan diğer önemli alanlar arasında yatırımların korunması; hizmet
ticaretinin geliştirilmesi; kamu alımlarında yerli girişimcileri sağlanan imkânların
yabancılara da temini; ticarette teknik engeller oluşturan standartlara ilişkin
düzenlemeler dikkati çekmektedir. Bu alanlarda özellikle DTÖ kapsamında atılan
adımların ve mevcut anlaşmaların yetersizliği ABD’yi ikili ticaret ilişkilerinde (STA
vb.) daha ileri düzenlemeler için adım atmaya sevk etmektedir. ABD’nin, DTÖ+
olarak kabul edilen ve yukarıda daha önce bahsi geçen bu alanlarda STA
anlaşmalarında bağlayıcı hükümler koydurabildiği görülmektedir43. Buna göre ABD,
bugüne kadar yapmış olduğu 14 STA’dan tamamına yakınında 14 DTÖ+ konusunu
ve 7 DTÖ-X konusunu anlaşma kapsamına aldırmış olup bunlardan yaklaşık olarak
%90’ı hukuken yaptırımı olan hükümler içermektedir. ABD’nin bu bağlamda AB’ye
nazaran daha bağlayıcı hükümleri STA anlaşmalarına koydurabildiği (daha sıkı
müzakere gücüne sahip olabildiği) anlaşılmaktadır (Grafik 3).
Bu konulara ek olarak, yine ABD’nin üçüncü ülkeler ile yaptığı ticaret
anlaşmalarında özellikle DTÖ sisteminde yeterince ön plana çıkmayan ancak kendi
çıkar ve beklentileri açısından kayda değer başka bazı konuları da gündeme getirdiği
görülmektedir. Bunlar arasında, DTÖ TRIPs anlaşmasının kapsamadığı ve fikri
mülkiyet haklarının daha ileri düzeyde korunmasına yönelik düzenlemeler; çevre
standartları; çalışma yasaları; çocuk işçilik ve iş yeri sağlığı ve güvenliğine yönelik
konular ile yolsuzlukla mücadele gibi doğrudan ticaretle ilgili olmayan yeni konular
gündeme taşınmak istenebilir.
43
Horn, Mavroidis ve Sapir (2009), Beyond the WTO? An Anatomy of EU and US
Preferential Trade Agreements, Bruegel: Brussels.
M. SAİT AKMAN
26
Grafik 3. AB ve ABD’nin STA’larında DTÖ+ ve DTÖ-X konular ve bağlayıcılığı
Kaynak: Horn, Mavroidis ve Sapir (2009), s. 33.
EC-LE: AB’nin yaptırımı var
US-LE: ABD’nin yaptırımı var
EC-AC: AB’nin STA’sının kapsadığı alanlar
US-AC: ABD’nin STA’sının kapsadığı alanlar
ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde ticaret politikaları konuları dâhilinde
üzerinde durduğu bazı hususların ileride gündeme getirilmesi de beklenebilir. Bu
bağlamda:
-
AB ile Gümrük Birliği kapsamında yer almayan, ancak ticaret ilişkilerinde
önemli yer tutan tarım ürünlerinde serbestîye gidilmesi konusu muhtemel
bir STA içerisinde ele alınacak ve tartışılacaktır. ABD’nin, Türkiye’nin
uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri konusundaki çekincelerini ısrarla dile
getirdiği görülmektedir. Örneğin taze meyve, sebze ve meyve sularında
%130-140 oranlarına ulaşan tarifeler hassasiyet yaratabilmektedir. Alkollü
ürünlerde uygulanan ve %200’leri bulan tüketim vergileri ve et
ithalatındaki engeller de diğer öne çıkan noktalardır.
-
Gıda ürünleri bağlamında bir diğer ciddi müzakere konusu da sağlık ve
bitki sağlığı önlemlerine yönelik düzenlemeler alanında olacaktır. Bu
düzenlemeler kapsamında özellikle ABD’nin tarım ihracatı açısından
önemli başta soya, mısır gibi ürünleri ilgilendiren Bio-güvenlik yasası ve
son zamanlarda çok sık tartışılan ‘genetiği değiştirilmiş ürünler’ (GDO) de
gündemde önemli yer alabilecektir.
-
ABD ile olan iki taraflı ticaret ilişkilerinde patent ve ‘taklit mallar’ gibi
fikri mülkiyet haklarına ilişkin konular da önemini korumaktadır. Bilindiği
üzere ABD Başkanı’nın eski Ticaret Temsilcisi Büyükelçi Ron Kirk’in
Ofisi (USTR) tarafından yayınlanan ve ABD’nin fikri ve sınaî mülkiyet
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
27
haklarını ihlal eden ülkelere karşı hazırladığı Rapor’da44 Türkiye 2012
yılında İzleme Listesine (Watch List) alınan ülkeler arasındadır. Rapor,
bazı ilerlemelere rağmen Türkiye’de taklit ürünlerin hala yaygın olduğunu,
Türkiye’den ithal ürünler konusunda ciddi endişeler bulunduğunu ve başta
ilaç endüstrisi olmak üzere düzenlemelerin yeterince şeffaf olmadığı, bu
konularda gerekli adımların atılmadığı vurgulanmaktadır. İnternet
üzerinden telif haklarının ihlali de bir diğer önemli konu olarak
zikredilmektedir.
-
Hizmet ticareti konusu da ele alınabilecek önemli alanlardandır. Belki mal
anlaşmasından ayrı olarak ya da bir arada ele alınabilecek bu alanda
özellikle mali hizmetler, hukuk hizmetleri, telekomünikasyon, posta ve
dağıtım hizmetleri, görsel işitsel hizmetler vd. alanlar ABD açısından
önemli görülmektedir. ABD’nin gerek DTÖ çok taraflı Doha Turu
müzakereleri ve gerek halen devam eden ve Türkiye’nin de taraf olduğu
çoklu müzakerelerde (plurilateral) yabancı hizmet sağlayıcılarına yerli
şirketlere ve kişilere sağlanan hakların verilmesini öngören ‘negatif liste’
yaklaşımını öne çıkarması beklenebilir.
-
Kamu alımları konusu da özellikle Amerikan şirketlerinin yurt dışında
kamu ihalelerine girerken karşılaştıkları zorlukların dile getirildiği bir alan
olarak ABD STA’larında önemli bir unsur haline gelmiştir. Bu bağlamda
Türkiye’nin DTÖ Kamu Alımları Anlaşması’na dâhil olması konusu
muhtemel bir Anlaşma öncesi ABD tarafından gündeme getirilebilir.
Bu noktalardan hareketle, Türkiye’nin imzalayacağı bir STA’nın sadece sanayi
vb. ürünler üzerindeki gümrük vergilerinin kaldırıldığı ve ticareti kolaylaştıracak
geleneksel bir anlaşmanın çok ilerisinde ve ticaretle bağlantılı (beyond-the-border)
konuları içine alan daha kapsamlı ve ‘yeni nesil’ bir STA olacağı her zaman göz
önünde bulundurulmalıdır.
Sonuç
TTIP girişimi her şeyden once AB ve ABD arasında ticaretin ve yatırımların
serbestleştirilmesi yoluyla büyüme ve istihdamı artırmaya yönelik bir adımdır.
Bununla birlikte, dünya ekonomisinin bu iki başat aktörü arasında bu çerçevede
yapılacak düzenlemeler ve oluşturulacak kuralların küresel ticaret sistemine ve çok
taraflı DTÖ müzakereleri açısından da yol gösterici olacağı iddia edilmektedir.
Türkiye’nin Transatlantik ilişkileri (özellikle AB katılım süreci çerçevesinde
müktesebat uyumu, gümrük birliği ilişkisi, NATO üyeliği vb.) dikkate alındığında
TTIP sürecine başından itibaren müdahil olması artan şekilde önem kazanmaktadır.
Diğer taraftan TTIP süreci sonucunda oluşacak Ortaklığa taraf olmak; Türkiye için
tarım, hizmetler, fikri mülkiyet, kamu alımları gibi dünya ticaret gündeminde daha
ağırlıklı olarak yer almaya başlayan konularda ciddi ve sancılı bir dönüşüm
(transformasyon) sürecini de gerektireceği göz önünde tutulmalıdır. Türkiye’nin
44
ABD
Special
310
Raporu
için
http://www.ustr.gov/sites/default/files/2012%20Special%20301%20Report_0.pdf
(erişim tarihi: 4 Mayıs 2012)
bkz.
ss.49-50
28
M. SAİT AKMAN
Gümrük Birliği ile sanayi alanında yaşadığı zorlu ama olumlu dönüşüm sürecinin
ABD ile sağlanacak bir STA yoluyla veya TTIP’ye eklemlenmek suretiyle, bu
alanlarda da küresel ekonominin dinamiklerine uyum sağlamasına faydası olacağı
akılda tutulmalıdır.
Transatlantik dünyası ile daha istikrarlı bir ilişkinin kurulması, sadece ticaret
politikasıyla sınırlı bir tercih olarak görülmemelidir. Türkiye’nin TTIP vesilesiyle
Transatlantik ekonomisi içerisine entegre edilmesi, ABD ile iktisadi ve ticari
ilişkilerin bir ‘model ortaklık’ olarak gelişmesine yardımcı olurken aynı zamanda
Avrupa Birliği ile Türkiye arasında bulunan Gümrük Birliği’nin de daha işlevsel
hale gelmesine imkan sağlayacaktır.
Bu durum, aynı zamanda Türkiye’nin dünya ekonomisindeki konumunun da
geliştirilmesi ve gelişmiş ülkelerle ilişkilerini daha sağlam ve sürdürülebilir
temellere dayandırılması açısından da hayatidir. TTIP süreci Türkiye’nin ‘kurallara
uymaya zorlanacak’ ülkeler yerine ‘kuralları belirlemeye çalışan’ ülkeler arasında
yer almasında bir dönüm noktası oluşturabilir.
Kaynakça
Abramowitz, M. ve E. Edelman, From Rhetoric to Reality: Reframing U.S.
Turkey Policy, Bipartisan Policy Center, Ekim 2013.
Akman, M.S., ‘The European Union’s Trade Strategy and Its reflections on Turkey:
An Evaluation From the Perspective of Free Trade Agreements’, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2010, 12(2), ss.17-45.
Akman, M.S., ‘Dynamics of the European Union’s Trade Strategy and Its
Imperatives on Turkish Trade Policy: Prospects for a Functioning Customs
Union’, iç. Belgin Akçay and Bahri Yılmaz (der.), Turkey’s Accession to the
European Union: Political and Economic Challenges, Lexington Books:
Lanham, Boulder, New York, Toronto, 2013, ss.129-176.
Baldwin, R., 21st Century Regionalism: Filling the gap between 21st century
trade and 20th century trade rules, WTO Staff Working Paper, ERSD-201108, 2011.
Bhagwati, J., Termites in the Trading System: How Preferential Agreements
Undermine Free Trade, Oxford University Press, 2008.
Aran B., Global partnership quests: New contentious dynamics in trade and
prospects for Turkey in an age of TPP and TTIP, Turkey Policy Brief
Series, IPLI, 2013.
Francois, J. vd., Reducing Transatlantic Barriers to Trade and Investment: An
Economic Assessment, CEPR-Centre for Economic Policy Research, 2013.
Cooper W.H. vd, The US-South Korea Free Trade Agreement (KORUS FTA):
Provisions and Implications, Congresional Research Service, Washington
DC, Mart 2013.
ECORYS, Non-Tariff Mesaures in EU-US Trade and Investment-An Economic
Analysis, 2009.
AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI
29
Erixon, F., Whither the Transatlantic Trade and Investment Partnership, Policy
Brief 18, Norwegian Institute of International Affairs, 2013.
Erixon F. ve M. Bauer, A Transatlantic Zero Agreement: Estimating the Gains
from Transatlantic Free Trade in Goods, ECIPE Occasional Paper,
No.4/2010.
Felbermayr, G. vd., Dimensions and Effects of a Transatlantic free Trade
Agreement Between The EU and US, Ifo Institute, 2013.
Felbermayr, G., B. Heid ve S. Lehwald, Transatlantic Trade and Investment
Partnership (TTIP): Who benefits from a trade deal?, Bertelsmann
Stiftung-Global economic Dynamics, 2013.
Fontagne, L., J. Gourden ve J. Sebastien, Transatlantic Trade: Whither
Paretnership, Which Economic Consequences?, CEPII Policy Brief, Eylül
2013.
Hamilton, D. ve J. Quinlan, The Transatlantic Economy 2013, Washington DC:
Transatlantic Business Council and AmCham-EU, 2013.
Horn H., P. Mavroidis ve A. Sapir, Beyond the WTO? An Anatomy of EU and
US Preferential Trade Agreements, Bruegel: Brussels, 2009.
Kirişçi, K., Turkey and the Transatlantic Trade and Investment Partnership:
Boosting the Model Partnership with the United States, Brookings Turkey
Project Paper, No.2, Eylül 2013, s.20.
Kotzios ve Liacouras (der.), EU-US Relations: Repairing the Transatlantic Rift,
Palgrave Macmillan: Houndmills, 2006.
Langhammer, R., Why a Market Place Must Not Discriminate: The Case
Against a US-EU Free Trade Agreement, Kiel Working Papers, No.1407,
Mart 2008.
National Board of Trade/Sweden, Potential Effects from an EU-US Free Trade
Agreement: Sweden in Focus, 2012.
Petri P.A. ve M.G. Plummer, Trans-Pacific Partnership and Asia-Pacific
Integration: Policy Implications, Policy Brief PB12-16, Peterson Institute for
International Economics, Haziran, 2012.
Schott, J. S. ve C. Climino, Crafting a Transatlantic Trade and Investment
Partnership: What Can Be Done?, PIIE Policy Brief, PB 13-8 Mart ,2013.
Williams B.R., Trans-Pacific Partnership (TPP) Countries: Comparative
Trade and Economic Analysis, Congressional Research Service, Washington
DC, 2013.
WTO, World Trade Report 2012: Trade and Public Policies: A Closer Look at
Non-Tariff Measures in 21st Century, Temmuz, 2012.
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.31-54
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
Murat AKTAŞ
Özet
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte uluslararası politika önemli
değişimlere sahne olurken İslam, komünizm yerine en önemli düşman olarak ikame
edilerek, Medeniyetler Çatışması tezi, Batı ile Müslümanlar arasında çatışmayı
savunan en önemli araçlardan biri olarak kullanıldı. Bu teoriye göre Soğuk
Savaş’tan sonra gelişecek olan çatışmalar ideolojik değil kültürel nedenlerden
doğacaktır. 21. yüzyıl Batı uygarlığı ile diğer uygarlıklar arasında, özellikle de Batı,
İslam ve Konfüçyüs uygarlıkları arasında çatışmalara sahne olacaktır. Dünyada
büyük yankı uyandıran bu teori tartışılırken, istatistikler, Soğuk Savaş’ın sona
ermesi ile birlikte Avrupa ülkelerinde Müslümanlara karşı İslamofobi olarak
adlandırılan bir sosyal, kültürel, ekonomik ayırımcılık ve hoşgörüsüzlüğün
geliştiğini ortaya koymaktadır. Bu makale, Avrupa’da yükselmekte olan İslamofobi
ile Medeniyetler Çatışması tezi arasındaki ilişkiyi analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Medeniyetler Çatışması, İslamofobi, İslam ve Avrupa.
Rising Islamophobia in Europe and the Clash of Civilization Theory
Abstract
The end of the Cold War has included major changes in international politics
and Islam has rapidly replaced “communism” in the role of principal enemy of the
Western world. The Clash of Civilizations theory has been used as one of the main
instruments of the conflict between Islam and Western world. This theory contends
that in the post-Cold War world the crucial distinctions between people will be
cultural rather than ideological or economical. According to this theory the 21st
century will witness struggles between Western civilization and others, especially
the Western, Islamic and Confucian civilizations. Therefore, the statistics reflect that
a strong social, cultural and economic discrimination and intolerance against
Muslim inhabitants called Islamophobia has gradually spread to the European

Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm
Başkanı.
MURAT AKTAŞ
32
countries since the end of the Cold War. This article aims to analyze the
relationships between rising Islamophobia, in Europe and The Clash of Civilisations
theory.
Keywords: Clash of Civilizations, Islamophobia, Islam and Europe.
Giriş
Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı müttefikleri
ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve müttefikleri arasında iki kutuplu bir
çekişmeye sahne olan dünyada, her bir kutup öteki için bir nevi karşıt güç ve denge
unsuru oluşturmaktaydı. Ancak Berlin Duvarı’nın yıkılması, komünizmin çökmesi
ve liberalizmin zaferini ilan etmesiyle birlikte, ulus devletler önemli oranda
küreselleşmenin baskılarına boyun eğmek zorunda kaldı. Sınırlar ticaret ve finans
hareketleri açısından sınırlayıcı olma durumlarını yitirirken, yeni neo-liberal
ekonomik düzende, ABD’nin ticaret üzerindeki etkisi çok daha fazla hissedilmeye
başlandı. ABD ve Avrupa ülkelerinin bu düzeni sürdürebilmesi için Berzezinski’nin
deyimiyle; mevcut düzen kendisini koruyucu küresel bir siyasi ve askeri güce
ihtiyaç duymaktaydı.1 İşte bu yüzden yıkılan komünizmin yerine yeni bir düşman
gerekliydi. Böylece bazı Amerikalı düşünce kuruluşları ve medya organları yeni bir
düşman arayışına girerken, İslam ve Müslümanları, yıkılan komünist bloğun yerine,
Batı uygarlığına karşı düşman olarak işaret eden fikirler üretilmeye başlandı. Bu
görüşlerin en çok tartışılanı ise Batı ile İslam uygarlıklarını karşı karşıya getiren
Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi
olmuştur.
Böylece Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlara karşı 1990’lı yıllardan itibaren
gelişen ayırımcılık, dışlama ve fiziki saldırılar da giderek artmıştır. Özellikle 11
Eylül saldırılarından sonra ABD’de artmaya başlayan Müslüman karşıtlığı, ardından
Almanya, Avusturya, İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi Avrupa ülkelerde de giderek
yayılmıştır. Avrupa ülkelerinde yapılan anketler İslamofobi olarak adlandırılan bu
kaygı verici gelişmelerin son yıllarda daha da arttığını göstermektedir. Dolayısıyla
günümüzde Avrupa’da adeta bir salgın haline gelen İslamofobinin ortaya çıkışı ve
yükselişinin arka planındaki etmenlerin doğru tespit edilmesi büyük önem
taşımaktadır.
Bazılarının 11 Eylül saldırıları ve El Kaide gibi örgütlerin saldırılarına
bağladığı İslamofobinin tarihsel ve kültürel kökenleri nelerdir? Avrupa’daki bu
İslam karşıtlığının yükselmesinde Medeniyetler Çatışması Tezinin rolü nedir?
Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi doğrulanıyor mu? Bu sorulara cevap
arayarak Avrupa ülkelerinde gittikçe yükselmekte olan İslamofobi ve Medeniyetler
Çatışması tezi arasındaki ilişkiyi analiz etmeyi amaçlayan bu çalışmada, öncelikle
İslamofobi kavramı, tarihsel kültürel kökenleri ve ardından Medeniyetler Çatışması
tezi ele alınacaktır.
1
Zbigniew Berzezinski, Tercih, Küresel Hâkimiyet mi? Küresel Liderlik mi?, çev. Cem
Küçük, İstanbul, İnkılâp Yayınevi, 2. Baskı, 2005, s.14.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
33
Avrupa ve İslamofobi
Avrupa ülkelerinde yapılan kamuoyu yoklamaları, bu ülkelerde yaşayan
Müslümanlara karşı bir ayırımcılık ve nefretin gelişip yayıldığını göstermektedir.
Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinde 23,500 kişi üzerinde kapsamlı bir araştırma yapan
‘European Union Agency for Fundamental Fights’ (FRA) yayınladığı bir ankette bu
ülkelerde yaşayan her üç Müslüman’dan birinin sadece son bir yılda mutlaka
ayırımcılıkla karşılaştığını ve her on Müslüman’dan birinin de saldırı veya
aşağılanmaya maruz kaldığını göstermektedir. Ankete katılan her dört kişiden biri
ise son 12 ayda polis tarafından kontrol edildiğini belirtmektedir. Bunların yüzde
40’ı maruz kaldıkları bu ayırımcılık ve saldırıların sebebini kültürel kökenlerine
bağlamaktadır. Yaşadıkları ülkenin vatandaşı olan Müslümanların yüzde 27’si
ayırımcılığa uğradığını belirtirken, vatandaş olmayanlarda bu oranın yüzde 41
olduğu görülmektedir.2 Araştırmalar, alınan önlemlere rağmen Müslümanların
sosyal, kültürel, ekonomik alanda ve kamusal yaşamda ayırımcılığa uğradığını
göstermektedir.
Merkezi Washington’da bulunan PEW Araştırma Merkezi’nin dini temel
alarak dünyadaki nüfus artışını analiz ettiği “Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği:
2030 Öngörüsü” raporunda “20 yıl sonra her dört kişiden biri Müslüman olacak”
denilerek Hıristiyan dünyası uyarılmaktadır. Rapora göre; Avrupa’da 2010 yılında
44 milyon olan Müslüman nüfusun 2030 yılında 58 milyona çıkması
beklenmektedir. Müslümanlar 2010 yılında Avrupa nüfusunun yüzde 6’sını
oluştururken, 2030 yılında bu oranın yüzde 8’e ulaşması tahmin edilmektedir.
Müslümanlardaki nüfus artışının daha yüksek olduğu vurgulanan raporda, gelecekte
Müslümanların Avrupa’daki toplam nüfusun yüzde 10’unu oluşturabileceği
kaydedilmektedir. Belçika’da Müslüman nüfusun artışı yüzde 6’dan yüzde 10,2’ye
çıkarken, Fransa’da yüzde 7,5’tan yüzde 10,3’e çıkmaktadır. Almanya’ya bakacak
olursak, ülkede yaklaşık 4 milyon 100 bin Müslüman yaşamaktadır. 2030 yılında
Almanya’daki Müslüman sayısının 5 milyon 500 bine yükseleceği
öngörülmektedir.3
Bu tür anket ve araştırmaların sık sık yapıldığı Avrupa’da göçmenler, özellikle
de Müslüman göçmenler bir tür tehdit olarak işaret edilerek bunlara yönelik bir
kuşku ve korku oluşturulmaktadır. Kitle iletişim araçları ile yayılan bu korkular
toplumda bir İslam karşıtlığının yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle
göçmenleri siyasi malzeme olarak kullanan muhafazakar, popülist ve aşırı sağcı
siyasi partiler içerisinde yaygın olarak dillendirilen İslam karşıtlığı ve Müslüman
düşmanlığı gittikçe artmakta ve kaygı verici boyutlara varmaktadır. Zira ekonomik
krizle birlikte artan işsizlik ve güvenlik sorunundan Müslüman göçmenleri sorumlu
2
EU-MIDIS, “Enquête de l’Union européenne sur les minorités et la discrimination”,
http://fra.europa.eu/sites/default/files/fra_uploads/663-FRA-2011_EU_MIDIS_FR.pdf,
(10.01.2013).
3
PEW, “The Future of the Global Muslim Population Projections for 2010-2030”, Analysis,
January
27,
2011,
http://www.pewforum.org/The-Future-of-the-Global-MuslimPopulation.aspx, (10.01.2013).
34
MURAT AKTAŞ
tutan bu siyasi çevreler, İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığını sürekli bir
propaganda aracı olarak kullanmakta ve bu yolla oylarını arttırmaktadırlar.4 Bu
siyasi partiler sadece göçmenlere ve Müslümanlara karşı değil aynı zamanda Avrupa
Birliği’ne karşı da propaganda yaparak milliyetçi hatta ırkçı görüşler
yaymaktadırlar. Avrupa Birliği ülkelerinde son yıllarda yapılan seçimlere
baktığımızda Avrupa’daki aşırı sağcı, milliyetçi, popülist, göçmen ve Müslüman
düşmanı partilerin önemli oranda oylarını arttırarak siyasi aktör haline geldiği
görülmektedir.
22-25 Mayıs 2014 tarihlerinde tüm Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde
gerçekleşen Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçlarına genel olarak bakıldığında,
birçok ülkede aşırı sağ partilerin yüksek oy oranlarına ulaştığı görülmektedir.
Avrupa’daki en eski ve köklü aşırı sağ partilerden biri olan Fransa’daki aşırı sağcı
Ulusal Cephe (Front National) Partisi 2009’da yüzde 6.3 oy alırken, 2014 AP
seçimlerinde yüzde 24.95 oranında oy alarak birinci parti oldu. Avrupa
şüpheciliğinin en güçlü olduğu İngiltere’de de Bağımsız Parti (UK Independence
Party) 2009’da aldığı yüzde 16.09 oy oranını, 2014 AP seçimlerinde yüzde 26.77’e
çıkararak ülke genelinde birinci sıraya yükseldi. Almanya’da ise ilk defa AP
seçimlerine katılan aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) yüzde 7 oy
oranıyla 7 sandalye kazandı. Bu eğilim sadece Avrupa’nın göç alan merkez
ülkelerinde değil, çevre ülkelerde de görülmektedir. Yunanistan’da ekonomik kriz
sonrası öne çıkan aşırı sağcı Altın Şafak (Golden Dawn) partisi yüzde 9.38,
Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ise yüzde 19.7 oy oranına ulaşmıştır.
Macaristan’da ise aşırı sağ Jobbik Partisi 2009’da elde ettiği yüzde 14.77 oy oranını
korumuş ve 2014 seçimlerinde de seçmenin yüzde 14.68 oyunu almıştır.
Danimarka’da ise 2009’da sadece yüzde 14.8 oy olan Danimarka Halk Partisi (DPP)
2014’te oylarını yüzde 26.6’ya yükseltmeyi başarmıştır.5
Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin ilk belirtisi, Avusturya’da 1999 yılında Jörg
Haider liderliğindeki FPÖ -Özgürlükçüler Partisi’nin yüzde 26 oy alması ile
gündeme gelmiştir. Fransa’daki Ulusal Cephe’nin oy oranının 2002 yılında ilk kez
yüzde 16’ları bulması tehlikenin Avusturya’ya özgü olmadığını göstermiştir. Yine
Bulgaristan’da Türk karşıtı ve anti-semitik ATAKA’nın, İsviçre’de İsviçre Halk
Partisi’nin (SVP) oy oranı yüzde 26’ları bulmuştur. Danimarka’da Danimarka Halk
Partisi’nin (Dansk Folkeparti), oy oranı yüzde 12’leri aşınca dikkatleri üzerine
çekmiştir. Yine Norveç’te göçmenlere karşı politikaları ile tanınan Gelişim
Partisi’nin (Fremskrittspartiet), oy oranı zamanla yüzde 23’lere dayanıp ülkenin
ikinci partisi olurken, Hollanda’da liderleri Geert Wilders’le tanınan Özgürlük
Partisi’nin (PVV) oy oranı yüzde 15’leri aşınca ülkedeki çok kültürlülüğü tehlikeye
attığı yorumlarına neden olmuştur. Bu partilerin yükselişleri ve bazı ülkelerde
4
Murat Aktaş, “Avrupa’da İslamofobi ve Türkiye’nin AB’ye Üyeliği”, 2. Kriz ve Kritik
Konferansları, Avrupa Birliği’nin Krizi ve Kritiği Konferansı Bildiri, Sakarya
Üniversitesi, 25-26 Nisan 2012.
5
Yüksel Alper Ecevit, Özgür Ünal, Selcen Öner, Merve Özdemirkıran, Avrupa Parlamentosu
Seçimleri ve Aşırı Sağ Partilerin Yükselişi, Betam, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve
Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu, 14/167, 4 Haziran, 2014.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
35
hükümet ortağı olmaları, gidişatın vahametini gözler önüne sermektedir.
Almanya’da yaşanan “Dönerci Cinayetleri”6 ve Yunanistan’da zaman zaman şiddet
olaylarına da karışan Altın Şafak Partisi – Hrisi Avgi’nin seçimlerde oylarını
arttırması olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır.7 Avrupalı sağcı liderler de liberal
kanatlarının zayıfladığını ve aşırı sağın yükselişini önlemekteki başarısızlıklarını
itiraf etmektedirler. İlk olarak Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in 2010
Ekim’inde itiraf ettiği bu gerçeği, daha sonra Şubat 2011’de İngiltere Başbakanı
David Cameron ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de ifade etmiş
ve Avrupa’da çok kültürlülüğün sonunun geldiğini söylemişlerdir.8
Avusturya’da III. Reich dönemi nostaljisi ile siyaset yapan Avusturya
Özgürlükçüler Partisi, 2013 seçimlerinde yüzde 20 oranında oy alarak parlamentoya
42 milletvekili göndermeyi, Yunanistan’da açık açık AB karşıtı ve yabancı düşmanı
görüşler savunan Altın Şafak Partisi “Yunanistan Yunanlılarındır” sloganı ile Mayıs
2012’deki seçimlerde parlamentoya girmeyi başarmıştır. Tümü aşırı sağ çizgide olan
bu siyasi partiler, Hıristiyanlık ve Nazi sembolleri kullanarak, neo-popülist9 harekete
dönüşerek, siyasi tehdit oluşturmaktadırlar. Yeni kuşaktan yüzlerle sözcülerini
yenileyen bu hareketler, ajandalarını ve programlarını ise İslam’ı hedef göstermek
suretiyle güncellemiş bulunmaktadırlar.10
İslamofobi Kavramının Kökeni
İslamofobi olarak adlandırılan bu İslam karşıtlığı, İslam kelimesine phobia
kelimesi eklenerek türetilmiştir. Yunan mitolojisinde dehşet ve korku tanrısı olarak
bilinen “phobos” kelimesinden türetilen fobi (phobie veya phobia) genel olarak
korkuyu ifade etmekte ve eklendiği kelimelere korku anlamı yüklemektedir. Fobi
veya fobia, normal koşullarda korkulmayacak belli bir durum ya da nesne karşısında
ortaya çıkan olağan dışı korku halini anlatmaktadır11. Örneğin kapalı alan korkusunu
6
Murat Çiçek, “Avrupa’daki Sorunlar: Almanya’da Uyanan Dev”, Politika Akademisi,
http://politikaakademisi.org/avrupadaki-sorunlar-almanyada-uyanan-dev/, (25.12.2013).
7
George Iordanou (2013), “Golden Dawn is growing -Europe must help curb the rise of the
far right”, The Guardian, http://www.theguardian.com/commentisfree/2013/sep/19/goldendawn-europe-greek-cypriot, (25.12.2013).
8
Ozan Örmeci, “Avrupa’da Aşırı Sağın Önlenemez Yükselişi”, Politika Akademisi,
http://politikaakademisi.org/avrupada-asiri-sagin-onlenemez-yukselisi/, (25.12.2013).
9
Neopopülizm: Yeni popülizm veya medya popülizmi olarak da bilinen neopopülizm 21.
yüzyılın başında ortaya çıkan, başlangıçta özellikle Latin Amerika ülkelerinde etkili olan
siyasi ve kültürel bir harekettir. Neopopülizm aynı zamanda çalışan kesimin demokratik
ideallere yönelik taleplerini ifade eden ekonomik ve sosyal bir düzen olarak
yorumlanmaktadır. İmtiyazlı elitlere karşı halkını gücünü ve mücadelesini ifade eden yeni
popülizm 20. yüzyıl popülizminden farklı bir hareket olarak kabul edilir. Klasik sağ sol
tutumlardan ziyade günümüzde çeşitli sosyal medya ve elektronik ortamlarda propagandasını
yaparak kendisini duyuran bir hareket olarak bilinmektedir.
10
Nilüfer Göle, “La montée de l'islamophobie en Europe”, Bertrand Badie et Dominic Vidal,
(eds.), Puissances d’Hier ed Demain, L’Etat du Monde 2014, La Decouverte, Paris, 2013,
s.29.
11
Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara, 1992, s. 241.
36
MURAT AKTAŞ
ifade eden klostrofabia (clostrophobia) bu şekilde oluşturulmuştur. Burada anlatılan
korkunun semptomları psikolojik sıkıntının işareti olarak kabul edilmektedir. Genel
olarak çocuklarda ve yetişkinlerde yaşanabilen bir dizi farklı psikolojik sıkıntıyı
ifade eden kavram endişe ve histeri ile bağlantılı bir şekilde ele alınmaktadır. Endişe
bozukluklarının en yaygın biçimleri olarak ele alınan fobiler, genel olarak irrasyonel
bir korku ile karakterize edilmektedir. Korku düzeyinin kişinin kontrolünden çıkarak
rahatsızlık vermesi ve endişeye dönüşmesi ile korkular fobiye dönüşebilmekte ve
bazen panik atağa yol açabilmektedir. Dolayısıyla fobi tedavi edilmesi gereken bir
tür hastalık olarak görülmektedir. O halde “İslamofobi” de iyileştirilmesi gereken bir
rahatsızlık olarak tanımlanabilir.
Diğer yandan fobi veya fobia ayrıca eklendiği kelimelere korkunun yanı sıra
kelimenin anlattığı olgu, nesne veya duruma karşı bir tür kin ve nefret besleme
anlamı da yükler. Yabancı düşmanlığı anlamına gelen zenofobi (xenophobia) buna
örnek gösterilebilir. Dolayısıyla İslamofobi genel olarak: İslam ve/veya
Müslümanlara karşı kin, nefret veya düşmanlık besleme veya onlara güvenmeme,
onlardan şüphe duyma, İslam’dan korkma şeklinde tanımlanabilir. Aslında yapay
olan, yani Kentel’in söylemiyle Batı’da “inşa edilmiş” bir korku olarak ortaya çıkan
“İslamofobi” yeni zamanların ürünü olsa da, öncelikle, İslam korkusunun aslında
pek yeni ve özel bir durum olmadığını belirtmek gerekmektedir. Kuşkusuz Batı’da,
Arapların İspanya’yı fethinden beri ya da Osmanlı’nın Avrupa içlerine ilerleyişinden
bu yana İslam’a veya Müslümanlara dair bir korkudan söz etmek mümkün olsa da,
öncelikle burada “İslamofobi” kelimesinin içindeki “fobi” kısmına dikkat çekmekte
yarar vardır. “Fobi” somut bir durum karşısında duyulan “korku” olmaktan ya da
yani bir “gerçekliğe” tekabül etmekten ziyade, hayatı sürekli etkileyen ve bir
“takıntıya”, bir “hayale” işaret eden bir duygu haline tekabül etmektedir. “İslam” ve
“fobi” kelimelerinin yan yana gelmesi ise aslında İslam’ın yaratmadığı, İslam’dan
kaynaklanmayan bir korkuya, başka bir deyişle, “yaratılmış” ya da “icat edilmiş” bir
korkuya işaret etmektedir. Genellikle İslam dairesinin dışında kalan insanların,
İslam hakkında duydukları icat edilmiş bu korkunun temelinde ise çok daha basit ve
temel bir “öteki” korkusunun yeniden ve yeni biçimler altında üretilmiş olması
yatmaktadır.12
İslam ve Müslümanlara duyulan korku anlamında kullanılan İslamofobi
kavramının sık sık İslam karşıtlığı ile eş anlamlı olarak da kullanıldığına tanık
olunmaktadır. Literatürde her ne kadar İslamofobi ile anti-İslamizm kavramları eş
anlamlı ve geçirgen olarak kullanılıyor olsa da, Kadir Canatan, bu iki kavramın
tekabül ettiği olgular alanının birbirinden ayrılması ve dolayısıyla farklı anlamlarda
kullanılması gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre İslamofobi daha sosyolojik bir
kavram olarak, Batılı toplumların İslam karşısındaki korku, nefret, kınama,
küçümseme gibi tutumlarını dile getirmektedir. Bu duyguların temelinde aile, sosyal
çevre, eğitim ve medya gibi kurumlar aracılığıyla aktarılan ve yeniden üretilen
12
Ferhat Kentel, “İslamofobi” Vesilesiyle Türkiye’nin Fobilerine Bakmak”, İslamofobi
Kolektif Bir Korkunun Anatomisi, Sivas Kemal İbn-i Hümam Vakfı Sempozyum
Tebliğleri, 30 Nisan-1Mayıs 2010 Sivas, Ankamat Matbaacılık, Ankara, 2012, s. 133-134.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
37
tarihsel ve kültürel önyargılar yatmaktadır. Bu durumda İslamofobinin iki boyutunu
birbirinden ayırt etmek mümkündür: Tutum, kanaat ve davranışlarda görünür hale
gelen “güncel” boyutu (ki bu güncel İslamofobi olarak adlandırılabilir) ve bu
görünür olguları besleyen tarihsel ve kültürel kaynaklar yönü (bu boyut ön yargılar
ve basmakalıp yargılar olarak adlandırılabilir).13
İlgili literatür içerisinde akademisyenler tarafından kaleme alınan bilimsel
yayınlar ve araştırma merkezleri tarafından hazırlanan raporlar incelendiğinde,
İslamofobi’nin daha çok “önyargı” (prejudice), “ayrımcılık” (discrimination),
“dışlanma” (exclusion), “şiddet” (violence) gibi kavramlara atfen tanımlandığı
görülür. “Önyargı” ile Batı medyasında ve Batılıların gündelik hayatında
Müslümanlar aleyhine sergilenen tutum ve tavırlar kastedilir. “Ayrımcılık” kavramı
Müslümanların iş ve çalışma hayatında, eğitim ve sağlık hizmetleri alımında
karşılaştıkları farklı uygulamaları, zorluk ve sıkıntıları ifade eder. “Dışlanma” ile
anlatılan ise Müslümanların yönetim mekanizmalarına dâhil edilmemeleri, siyasi ve
demokratik haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmaları durumudur. Müslümanlar
tarafından yapılan sözlü sataşmalar ile fiziki saldırılar da “şiddet” kavramı içerisinde
değerlendirilmektedir. İslamofobi ile ilgili yapılan tanımlamalar da “ırkçılık”
(racism), “yabancı düşmanlığı” (xenophobia), “Yahudi düşmanlığı” (anti-semitizm)
ve “İslam düşmanlığı” kavramları da kaçınılmaz olarak gündeme gelmektedir.
Aslında aralarında oldukça yakın anlam ilişkisi olan bu kavramların ve olguların
birbiriyle karıştırılmaması, birbirinden ayırt edilmesi önem arz etmektedir. Bilindiği
gibi, İslamofobi kavramıyla sıkça zikredilen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı batı
ülkelerinde yaşayan daha geniş bir kitleyi ilgilendirmektedir.14
İslamofobi kavramının iyileştirilmesi gereken bir tür ruh hastalığını ifade
etmesi ve ırkçılığı çağrıştıran xenofobiyi (yabancı düşmanlığını) hatırlatması
nedeniyle, bu kelimenin kullanılmasından rahatsız olan bazı Avrupalı yazar ve
akademisyenler ise bu kavramın aslında 1970’li yılların sonunda İranlı İslamcılar
tarafından üretildiğini ve İslam’ı eleştiren Amerikalı feministlerin İslam’ı
eleştirmelerini engellemek için kullanıldığını savunmaktadırlar. Bu görüşü savunan
yazarlar; bu nedenle bu kavramın günümüzde yaygın olarak kullanıldığı şekli ile
İslam karşıtlığını ifade edemeyeceğini ileri sürmektedirler. Örneğin Fransız yazar ve
akademisyenler Caroline Fourest ile Fiammetta Venner’e göre İslamofobi
kelimesinin bir tarihi vardır ve bu kelimeyi “hafif bir şekilde” kullanmadan önce bu
tarihi bilmek gerekmektedir. Bu “kavramın ilk olarak 1979’da İran devriminden
sonra, İranlı İslamcılar tarafından kapanmayı reddeden kadınları “kötü
Müslümanlar” olarak tanımlamak amacıyla” kullanıldığını savunan bu yazarlar; bu
kadınların ‘İslamofob’ olarak suçlandıklarını yazmaktadırlar. Ardından Salman
Rüşdü olayı ile beraber 1989’da medyaya yansıyan kitap yakma olayları ile bu
kavramın tekrar gündeme getirildiğini yazan Fourest ve Venner’in iddialarına göre,
İslamofobi kavramı bu kez Londra’daki El Muhacirun ve Islamic Human Rights
13
Kadir Canatan, “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Kadir
Canatan ve Özcan Hıdır, (eds.), Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Eski Yeni
Yayınları, Ankara, 2010, s. 42.
14
Ali Kirman, “İslamofobinin Kökenleri: Batılı mı Doğulu?”, Journal of Islamic Research
2010; 21 (1), s. 21-39.
MURAT AKTAŞ
38
Commission gibi İslamcı dernekler tarafından gündeme getirilmiştir.15 Yazarların bu
görüşlerine yer veren İslamophobia kitabının yazarı Cristopher Allen de kitabında,
Chahdort Djavann ve Carla Amina Baghajati gibi yazarların da bu görüşleri
savunduğunu yazmaktadır.16
Özellikle Türkçe’deki birçok kaynak bu kavramın ilk defa İngiliz Düşünce
Kuruluşu Runnymede Trust’ın 1997’de yayımlanan Islamophobia: A Challenge for
Us All (İslamofobi: Hepimiz İçin Bir Meydan Okuma) adlı raporunda
kullanıldığını17 yazsa da, yukarıdaki İngilizce ve Fransızca kaynaklarımız bu
kavramın 1997’den çok daha önce kullanıldığını doğrulamaktadır. Ancak
Runnymede Trust’un 1997’de yayımladığı raporun İslamofobi kavramının
duyurulmasında önemli rol oynadığı belirtilebilir. Dinsel önyargıların nedenlerinin
araştırıldığı ve Müslümanların karşılaştığı sorunları ele alan Runnymede Trust’un
raporu büyük yankı uyandırmıştır. Müslümanlarla ilgili yürütülen tartışmalarda ve
Müslümanların karşılaştığı sorunlarda İslam karşıtı bir önyargının hâkim olduğunu
ifade eden rapor, bu önyargının iş ve eğitim alanında Müslümanlara yönelik
ayrımcılığı, onlardan nefret edilmesini, onların medyada ve günlük yaşamda yanlış
karakterize edilmesini körüklediğini dile getirmektedir.18
İslamofobiyi kendinden olmayanı dışlamanın ifadelerinden biri ve ırkçılığın
yeni biçimi olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır. Özellikle İslam’ın radikal
olaylarla ilişkilendirilerek bu dine mensup olanlara karşı önyargı, korku ve endişe
dolu tavırların ifadesine dönüşen biçimiyle İslamofobi, tüm dünyadaki özellikle de
Avrupa’daki Müslüman göçmenler aleyhine ırkçı bir zemin oluşturmaktadır.
Irkçılığın kişileri kategorize etme özelliğinden yola çıkarak Müslüman olanların
siyasi, etnik, kültürel referanslarla ortaya çıkan farklılıkları da tek bir kategoriye
yani İslam’a indirgenerek tanımlanmaktadır. Küreselleşme ve Avrupa Birliği’nin
oluşması ile göç olgusunun beraberinde getirdiği kültürel, sosyal ve dini çeşitlilik,
farklılıkları görünür kılarken; farklı dil, din ve ırklarla ortak ve birlikte yaşam sürme
konusunda zengin bir deneyime sahip olmayan Avrupa’nın geçmişten beri yabancı
olduğu bir din etrafında bu farklılıkları toplayarak kategorize etmesi, Avrupa
kimliğinin bir parçası olan ‘öteki’ için de kolaycı bir zemin sağlamaktadır.19
İslam Karşıtlığı ve İslamofobinin Kökenleri
Avrupa’daki İslam karşıtlığı ve İslamofobinin tarihi, siyasi, dini ve sosyokültürel pek çok sebebi bulunmaktadır. Hıristiyan ve Müslümanlar arasında tarih
boyunca sık sık savaşlar yaşandığı ve bu savaşların iki toplum arasındaki ilişkilerde
etkili olduğu bilinmektedir. Yunanlıların kendilerini “özgürlük aşığı” ve “uygar”
15
Caroline Fourest ve Fiammetta Venner,” Islamophobie?”, Prochoix, No : 26-27, AutomneHiver, Paris, 2003, s. 28.
16
Christopher Allen, Islamophobia, Ashgate Publishing Limited, England, 2010, s.9.
17
Erhan Akdemir, “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005 Terörist Saldırılarının
Adından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1
(Yıl: 2009), s.1-26.
18
Islamophobia: A Challenge for Us All, Runnymede Trust, Londra, 1997.
19
Fatma Yılmaz, Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı, Uluslararası Stratejik
Araştırmalar Kurumu Yayınları, Ankara, 2008, s. 86.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
39
insanlar olarak tanımlarken, kendilerine göre Doğu’da kalanları (Persleri) “barbar”
olarak tanımlamaları toplumların “Doğulu” ve “Batılı” olarak ötekileştirilmesi
tarihinin çok eskilere dayandığını göstermektedir.
Avrupalılar, başlangıçtan beri kendi kimliklerini kendi sınırları dışındaki
toplulukları esas alarak tanımlamışlardır. Onlar Asya’da yaşayan Arap ve Persleri
İslam’ın doğuşundan ve yayılışından çok önceki zamanlarda bile “alt, aşağı, ikinci
sınıf” toplumlar olarak görmüşlerdir. Mesela Antik Yunan ve Roma dönemindeki ilk
Avrupalılar, kendi hudutları yakınındaki bu Asyalı düşmanlardan korkmakta ve
nefret etmekteydiler. Yunanlar kendilerini “medeni” ve “özgürlük aşığı” insanlar
olarak tanımlarken, kendi kimliklerinin anti tezi olarak algıladıkları Persler gibi
Asyalıları “despot ve barbar” olarak tanımlamaktaydılar. Yine aynı şekilde Romalı
yazarlar, henüz Araplar Müslüman olmadan önce onları “Arabistan haydutları,
Arabistan’ın kurtları” şeklinde tasvir etmekteydiler. Yani Avrupalılar “barbar
öteki”ye karşı “medeni biz” anlayışını daha dördüncü yüzyılda çoktan tesis
etmişlerdi.20
Kendini öteki üzerinden tanımlamaya çalışma ve “ötekileştirme” sonucunda iç
ve dış düşman ya da tehditlerin işaret edilmesi suretiyle bir kimlik kurma girişimleri
çok eskilere dayanmaktadır. İnsanlık tarihinin erken dönemlerinden itibaren, kendini
kendisinden farklılık gösterenler üzerinden tanımlama çabasına giren toplumlar ve
örnekler mevcuttur. Avrupalıların da güvenlik saikıyla kendilerinden kültürel
anlamda farklı olan diğer toplumları “öteki” olarak göstermek suretiyle kendi
içlerinde birlik ve güç oluşturma girişimleri anlaşılabilir. Ancak dinin insanlık
tarihindeki belirleyici rolünü hesaba katarak, İslam’ın ötekileştirme konusunda etkin
bir unsur olarak kullanıldığını belirtmek gereklidir. Avrupa kimliğinin, gerçekten
ziyade bir imge veya düşünce olduğu, farklı dönemlerin farklı koşullarına göre
şekillendirilen tarihsel bir kurgu olduğu iddiasından yola çıkarak, İslam dininin
belirli dönemlerde farklı koşullar altında tekrar tekrar gündeme getirildiğini
söylemek mümkündür.21
İslam Karşıtlığı ve İslafomofobinin Tarihsel Kökenleri
İslam’ın ortaya çıkıp yayılmasının ardından, Müslümanların Hıristiyan
toplumların egemenliği altındaki toprakları fethetmesi ile İslam ve Müslümanlar,
Hıristiyan dünyası tarafından öteki olarak algılanmış, zaman zaman da kendileri için
tehdit ve düşman olarak görülmüşlerdir. Müslümanların Cebelitarık Boğazı’ndan
geçerek İspanya’ya yerleşmesi ve burada Endülüs Emevi Devleti’ni kurması
Müslümanları kendi varlıkları ve güvenlikleri için bir tehdit olarak algılayan
Hıristiyan âleminin bu İslam karşıtı reflekslerini iyice ortaya çıkarmıştır. İslam
ordularının 717-718 yıllarında güneybatı bölgesinde İspanya sınırında bulunan
Pirene Dağları’nı aşarak Fransa topraklarına girmesiyle, Fransızlar kendi
topraklarında Müslümanlarla karşı karşıya kalmış ve aralarında şiddetli çatışmalar
20
Alice Arslan, İslamophobia in Australia, Agora Press, Sydney, 2009, s. 9-10.
Fatma Yılmaz, Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı, Uluslararası Stratejik
Araştırmalar Kurumu Yayınları, Ankara, 2008, s. 86.
21
40
MURAT AKTAŞ
yaşanmıştır. Müslümanlar 721-726 yılları arasında Fransa’nın içlerine doğru
ilerleyerek Lyon ve Bordeaux’ya kadar ulaşmışlardır. Müslüman kuvvetlerinin bir
müddet sonra Frank kuvvetlerine yenilmesi ile daha ileri gitmeleri mümkün
olamamıştır. Ancak bir süre daha güney sahillerine ve Marsilya yakınlarına
yerleşerek buralarda 975 yılına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.22 Bu dönemden
Fransa’da kalan Müslümanlar süre içerisinde ya göç etmişler ya da Hıristiyan
toplum içerisinde eriyerek kaybolmuşlardır.
Diğer yandan İspanya’da yerleşerek burada uzun yıllar kalan Müslümanlar ile
Hıristiyanlar arasında yıllarca süren çatışmalar yaşanmıştır. Bu süre içerisinde
Avrupalılar Müslümanları, asırlarca ülkelerini işgal eden ve insanları kaçırarak
onları köleleştirip satan acımasız insanlar olarak anmış ve kuşaktan kuşağa bu
şekilde anlatmışlardır. Bu arada Ortaçağda Avrupa’daki Hıristiyanlar da Doğu’daki
zenginlikleri ele geçirmek, Kudüs gibi kutsal yerleri Müslümanların elinden alarak
bu bölgede yaşayan dindaşlarını İslam tehdidinden kurtarmak gibi gerekçelerle
Müslümanların yaşadığı Doğu ülkelerine haçlı seferleri düzenlemişlerdir.
Ortaçağda
Avrupa’da
Müslümanlar
“kâfirler”
olarak
etiketlenip
aşağılanmışlardı. Nitekim 1095’te I. Haçlı Seferi’ni ilan eden Papa II. Urbanus’a
göre, Müslümanlar şeytanın uşaklarıydı. Bu yüzden Müslümanlar ile savaş aslında
Tanrı’nın düşmanları ile dostları arasında yaşanan bir savaştı.23 Ardından Osmanlı
İmparatorluğu’nun Balkanları fethederek Avrupa’ya doğru yayılması ve burada
yüzyıllarca hüküm sürmesi Hıristiyan dünyasının İslam korkusunu iyice ortaya
çıkarmış ve pekiştirmiştir. Bu çatışmalar dışında Avrupalıların Müslümanlarla
ilişkileri yüz yıllar boyunca sadece bazı ticari faaliyetlerle sınırlı kalmış ve
Müslümanlarla ilgili bütün bildikleri de çok uzun yıllar boyunca bu savaşlar, olaylar
ve bir takım doğru veya yanlış kulaktan dolma söylentiler ve ön yargılardan ibaret
olmuştur.
Tarihte yaşanmış olaylar ile söylemlerin gerek İslamofobik davranışların ortaya
çıkmasında, gerekse İslam karşıtlığında oldukça önemli rolü bulunmaktadır. Bu
anlamda İslamofobi ve anti-İslamizmin tarihini özel bir tespit ile belirlemek zor olsa
da, onu “Haçlı Savaşları” yıllarına hatta İslam’ın başlangıç dönemlerine götürmek
mümkündür. Bu durumda İslam karşıtlığı/anti-İslamizmin, 1300 yıllık bir tarihe
sahip olduğu söylenebilir. Burada tarih boyunca benzer çatışmaların değişik dinler
ve uygarlıklar arasında da yaşandığını ve bu çatışmaların, savaşların
sorumluluğunun sadece Hıristiyan toplumlara mal edilemeyeceğini belirtmekte yarar
bulunmaktadır. Zira her ne kadar tarihte Müslümanların ortaya koyduğu fetih
hareketleri, Müslümanlar açısından meşru ve haklı gerekçelere sahip gösteriliyor
olsa da, karşı taraf açısından bir tehdit olarak algılanmış ve bu durum “İslamofobik”
ve “anti-İslamist” duyguları beslemiştir.24
22
Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, Cilt 1, İstanbul, 1996, s. 175.
Dominique Schnapper, Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki ile İlişki, çev., Aşegül
Sönmezay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 45.
24
Özcan Hıdır, “Anti-Semitizm” ve “Anti-İslamizm”: Benzerlikler ve Farklılıklar”, Kadir
Canatan ve Özcan Hıdır, (eds.) Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Eski Yeni
Yayınları, 2010, s. 83,70.
23
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
41
Kanuni Sultan Süleyman ve I. François’nın kurdukları ittifakla Fransızlar ile
Müslümanlar arasında ticari ve siyasi ilişkiler gelişirken, Osmanlılarla Fransızlar
arasındaki bu yakınlaşma, bir anlamda Fransa’nın bugüne kadar İslam ülkeleriyle
yürüttüğü ilişkilerin de temelini oluşturmuştur çünkü 1536 yılında Fransa’ya verilen
kapitülasyonlar ile Fransızlara Osmanlı sınırları içinde dini, ticari, hukuki sahalarda
önemli imtiyazlar tanınmıştır. Artık Fransız tüccar, misyoner ve diplomatlar
İmparatorluğun önemli merkezlerine yerleşerek, Müslümanları tanıma fırsatını
bulmuşlardır.25 Daha sonra Napolyon’un 1798 yılında Mısır’ı işgal etmesiyle
başlayan Fransa’nın İslam ülkelerine yayılma ve hâkim olma siyaseti, 1830’da
Cezayir ve ardından diğer Kuzey Afrika ülkelerinde ve Kara Afrika’sında devam
etmiştir.
Bu arada Osmanlıların Avrupa Kıtası’ndaki fetihleri buralarda yaşayan
toplumların hafızalarında önemli izler bırakmıştır. Bu yüzden birçok Batı dilinde
Türklerle ilgili ırkçı deyimler üretilmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze
kadar gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun dönemin İslam uygarlığı içerisindeki en
büyük güç olması ve Avrupa Kıtası’nda toprakları olması sebebiyle Türkler de
İslam’ın temsilcileri olarak ele alınmış ve birçok eserde olumsuz anlamlar yüklenen
Türk kavramı Müslüman kavramı yerine kullanılmıştır.
Avrupa’da kullanılan ırkçı deyimlerin bazıları şunlardır: İtalyanca’da
“Anneciğim, Türkler geliyor”, Türkleri korkunç olarak gösteren deyimin yanı sıra
"Türk gibi pis kokmak" deyimi de bulunmaktadır. Sırpça’da “Bir ite bir de Türk’e
güvenilmez” ve “Bir Türk gibi bencil” aralarında bulunduğu çok sayıda ırkçı deyim
bulunmaktadır. Ayrıca “Türk” kavramı Sırpça’da, kadınlara haksız ve eşit olmayan
bir şekilde davranan geleneksel ve maço erkek tipini betimlemek için ırkçı bir deyiş
olarak da kullanılmaktadır. Günlük dildeki kullanım yaygınlığı az olsa da, hakaret
etmek için kullanılan bu sözün anlamı herhangi açıklama gerektirmeden
anlaşılabilmektedir. “Öfkesinden Türk oldu” aşırı öfkelenen birini tanımlamak için
kullanılan yaygın bir ırkçı Yunanca deyimdir. “Seni Türk!” cahil birini betimlemek
için kullanılan ırkçı bir Rumence deyimdir. Fransızca’da da “Türk kafası” ve
“Gerçek bir Türk” gibi cahil, inatçı, kaba ve acımasız insanları betimlemek için
kullanılan ırkçı deyimler bulunmaktadır. Yine Flemenkçe’de “Türk” kelimesi, kirli,
barbar ya da kana susamış anlamında kullanılabilmektedir. Bu dilde de “Türk’e
benzemek” kirli ya da iğrenç anlamında kullanılmaktadır. İspanyolca’da “Türk”
kelimesi, birini aşağılamak için kullanılabilmektedir. “Türk” kelimesi Malta’da,
doğası gereği korkulan ve istenmeyen korkunç birini betimlemek için
kullanılabilmektedir. Onaylanmayan bir davranış şeklinin belli bir ulusal kimlikle
eşleştirilmesi, açıkça ırkçılık yapıldığını göstermektedir.26 Bütün bu deyimler bir
takım tarihsel söylenti veya efsanelere dayandırılarak, asırlardır tekrar edilmiş ve
toplumların hafızalarına kazınmıştır.
25
Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, s. 175.
“Türklere Yönelik Türkçe ve Yabancı Dillerde Ayrımcı Deyiş, Deyim ve Atasözleri”,
Ayırımcı Sözlük, http://ayrimcisozluk.blogspot.com/, ( 20.10.2013.)
26
42
MURAT AKTAŞ
Tarih boyunca bazı toplumlar ve medeniyetler arasında, büyük mücadeleler ve
kanlı savaşların olduğu bilinmektedir. Birçok toplum arasında tarihte yaşanan
mücadelelerin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra azaldığı bilinmektedir. Ancak
Batı’nın İslam’a karşı olan önyargısında bir iyileşme olduğuna dair pek veri
bulunmamaktadır. Bu durum Batı toplumlarında bu önyargıyı besleyen tarihsel
nedenler dışında başka etkenlerin de olduğunu akla getirmektedir. Lewis’e göre bu
etkenlerin başında bizatihi İslam dininin kendisi gelmektedir. Batılıların İslam ile en
uzun mücadelesi şüphesiz Osmanlılara karşı yapılmıştır. “Uzun yıllar boyunca
Batı’da Müslüman dendiğinde Türklerin (Osmanlılar) anlaşıldığı düşünülürse, bu
mücadelelerin sadece fiziki savaşlar olarak kalmadığı, ciddi manada bir medeniyet
çatışmasının yaşandığı da söylenebilir. Bu uzun mücadeleler boyunca Avrupalılar
Osmanlılar karşısında hep yenilgi almışlar ve onları büyük ve baş edilemez bir tehdit
olarak algılamışlardır. Bu tehdidin temel olarak iki boyutu vardır: birincisi bir inanç
sistemi olarak İslam’ın Hıristiyanlık için bir rakip olarak görülmesi, ikincisi ise
Avrupa’nın tümüyle Türkler tarafından fethedilip “zamanın korku simgesi (terör)
olan Türk (Osmanlı) İmparatorluğuna” katılma ihtimalinden doğan korku”dur.27
Türklerin amacının Hıristiyanlığı yok etmek olduğunu söyleyen Abercromby
ve Botero gibi yazarlar da, Hıristiyanların derhal birleşik bir güç oluşturup onlara
saldırması gerektiğini savunmuşlardır. Reform dönemi de bu birliğe olan inancı
tamamıyla yok edememiştir. Birliğin temeli olan din hala Hıristiyan dünyanın temel
içeriğini oluşturmaktaydı. Bu dönemde Hıristiyanlık ortak din, miras ve kader olarak
algılanmaktaydı. Din kavgaları ise iç savaş olarak lanetlenmekteydi. Türklere ve
Müslümanlara karşı görüşleri ile tanınan Luther ve La Noue gibi Protestan yazarlar,
Tanrı’nın Hıristiyanları Türkler aracılığıyla cezalandırdığına inanırken, “imansız”
Türk’e karşı savaşmayı ortak görev olarak ilan ediyorlardı. Hıristiyanların Türklere
karşı ortak ordu oluşturmasını isteyen La Noue, “eğer Hıristiyanlar birleşir ve
İslam’ın kirlettiği Hıristiyan ruhları Türklerin elinden, “olabilecek en kötü esaretten”
kurtarırsa belki de Tanrı’nın gazabı üzerimizden kalkar” demiştir. Bu dönemde
dünya, bir tarafta barışı ve doğru yolu temsil eden Hıristiyanlar, diğer yanda savaşı
temsil eden Türkler bağlamında ikiye bölünmüş olarak algılanmaktadır. Hıristiyan
Avrupa, Müslüman Türk çatışmasını sık sık dile getiren strateji uzmanları,
“Hıristiyan prenslerin ortak çıkarları Türklere karşı birleşmek ve Avrupa’yı
savunmaktır” veya “Avrupa, Hıristiyan prenslerin çıkarlarının Türklere karşı
toplamıdır” diyerek kamuoyunu kendi aralarındaki dini ve siyasi bölünmeleri
aşmaya davet etmişlerdir. 18. yüzyıl boyunca Avrupa, Avrupa olmayan ayrımı
birbirinden tamamıyla farklı hatta karşıt toplumsal ve siyasal yapıları ve ayrı
gelişme yolları olan iki ayrı öze gönderme yaparken, Avrupa’nın Avrupa olmayana
üstünlüğünü varsaymaya başladı. Bu dönemde Avrupa’nın kendi görüntüsünü
oluşturan özgürlük kavramı gibi ötekiyi tanımlayan kölelik kavramı da birçok farklı
ve çeşitli özelliği içinde barındırıyordu. Özgür olmak, akılcı, çalışkan, dinamik ve
ilerici olmayı; köle olmak ise bağnaz, tembel, cahil, durağan ve gerici olmayı içinde
taşıyordu. Özgürlük imgesi Avrupa’yı sahip olmak istediği tüm olumlu özelliklerle
donatırken, Avrupa’nın kaçınmak istediği neredeyse tüm olumsuzluklar ötekine
27
Bernard Lewis, Islam and the West, Oxford University Press, New York, 1993, s. 72.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
43
yükleniyordu. Fransız Devrimi’nden sonra da Ulusal Konsey Üyesi Volney,
özgürlüğün bir doğa yasası olduğuna inandığından Türklerin hiçbir zaman
özgürleşemeyeceğini çünkü kendilerini despotizme, bağnazlığa ve cehalete mahkûm
ettiklerini söyler. Hâlbuki doğa yasalarına (“kutsal doğrulara”) uyan Avrupalılar
özgürlüğü arzulayıp ele geçirmişlerdir. İşte bu nedenle Avrupa üstündür ve despot
Türklerin hâkimiyetinde yaşayan milletleri kölelikten kurtarmalıdır.28
Günümüzde Avrupa kültürü ve kimliğinin Antik Yunan, Helen, Roma, Yahudi
ve Hıristiyan uygarlıkları ile Aydınlanma değerlerinin bir tür sentezinden
oluştuğunu savunan Avrupalı aydınlar, Avrupa uygarlığı ve kimliğinin tarihsel
kaynağını da Yunan, Roma ve Helen uygarlıklarına dayandırmaktadır. Hz. İsa ve
Hıristiyanlık Ortadoğu kökenli olmasına karşın Avrupa uygarlığı köklerini Yunan ve
Roma uygarlıklarına dayandırmaktadır. Avrupalılar bilinçli olarak veya bazen
farkında olmadan Ortadoğu ve Mezopotamya uygarlıklarının Yunan ve Roma
uygarlıkları, dolayısıyla Batı uygarlığının gelişimi üzerindeki etkilerini görmezden
gelmiştir.
Aydınlanmanın önemli temsilcilerinin, Doğu’yu uygarlaşma ve ilerleme
yeteneğinden yoksun gördükleri ve gösterdikleri bilinmektedir. Oysa “İslam
toplumu, 17. yüzyıla kadar, diğer toplumlar üzerinde en fazla etkiye ve AfroAvrasya yarım küresindeki en yaygın alana sahip olan bir toplumdu. Bunun bir
sebebi ise İslam toplumunun merkezi konumuydu. Ama bu, aynı zamanda, adı geçen
toplumun daha eski ve daha merkezi olan topraklarında gelişen -kozmopolitik,
eşitlikçi (ve gelenek karşıtı)- belli kültürel tesirlerin etkin bir şekilde kendini ortaya
koymasından kaynaklanıyordu. İslam kültürü, birçok toplum için yarım küreye ait
ticari bağ ile bütünleştikleri oranda evrensel bir incelik normu sağlıyordu. Ayrıca bu
kültür gittikçe artan sayıdaki medenileşmiş topraklara da esnek bir siyasi saha temin
ediyordu. Böyle bir dünya rolünde İslam toplumu ve kültürü -bazı dönemler diğer
dönemlerden daha yaratıcı olmak üzere, modern döneme kadar uzanan- devamlı bir
yaratıcılık ve gelişme göstermiştir. Bundan sonra, gelişme bir çöküş ile değil, o
zamana kadar hiç görülmemiş olan dış gelişmeler neticesinde içten dumura
uğradı.”29
İslam Karşıtlığı ve İslamofobinin Kültürel Kökenleri
Avrupa kültürü, kendisini Doğu’dan ayırarak, Doğu ile karşılaştırarak “güç” ve
“özdeşlik” kazanmıştır. Avrupa kültürü, bu güç ve özdeşliği öncelikle Doğu’ya
ilişkin
anlatımlar,
raporlar,
üniversitelerin
oryantalistik
bölümlerinde
kurgulanan/geliştirilen
“Doğu
despotizmi,
Doğu
acımasızlığı,
Doğu
tensilliği/duyusallığı/cinselliği, Doğu görkemi” gibi ideler/genellemelerle
kazanmıştır. Bu bağlamda Asya karşıtlığı temelinde kendisini kültürel olarak
28
Aslı Çarkman, “Avrupa ve Öteki: Avrupa İmgesinin Osmanlı Aydınlanmasından
Yansıması”, E. Fuat Keyman, (der.), Türkiye’nin Yeniden İnşası, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 55-58.
29
Marshall G. S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, çev., Ahmet Kanlıdere,
Ahmet Aydoğan, Yöneliş, İstanbul, 2001, s. 167.
44
MURAT AKTAŞ
konumlandıran Avrupa’nın kültürel kimliği “dış belirlenimli” bir kimliktir. Hem
Hıristiyanlık hem de antik dönemde oluşturulan Helen kültür birikimi, coğrafi olarak
Avrupa dışında oluşturulmuş ve geliştirilmiştir. Hıristiyanlık, “Kutsal Topraklar”
olarak adlandırılan Kudüs’te ortaya çıkmış, Anadolu üzerinden Avrupa’ya geçmiştir.
Helen kültür birikimi (antik dönemde mimari, heykel ve edebiyat gibi sanat dalları,
felsefe ve bilim alanlarında sağlanan ilerlemeler) coğrafi olarak en batı noktası
Atina, en doğu noktası İskenderiye olan Akdeniz havzasında gelişmiştir. Batı
Anadolu, coğrafi olarak Helen kültür birikiminin odak noktasıdır.30
Avrupalı yazarların eserlerinde İslam ve Doğu’yu Batı uygarlığının düşmanı
olarak gösteren oryantalist görüşler, sürekli bu uygarlıklar arasında yaşanan tarihsel
sorunları ve çelişkileri canlı tutarak günümüze taşımış ve bu çelişkiler günümüzde
İslamofobi ve İslam düşmanlığının temel dayanakları arasında yer almıştır. İslam ve
Müslümanların Hıristiyan toplumunun en büyük rakibi olarak anlatılması suretiyle,
Hıristiyan toplumunun bir kimlik etrafında toplanmasını hedefleyen bu toplumun
ileri gelenleri, İslam karşıtlığını ihtiyaç duyulduğunda çok rahat uyanacak bir dozda
tutmuşlardır.
Erken dönem Aydınlanma felsefesinin en önde gelen filozoflarından biri olan
ve klasik Alman felsefesini ve Alman edebiyatını derinden etkileyen bir filozof olan
Wilhelm Leibniz Ortaçağın olumsuz Türk imgesinden etkilenmiştir. “Leibniz
akıldışı durumları anlatmak için sıkça kullandığı “fatum Mahometanum”
(Muhammet yazgıcılığı) kavramını Türklerle örneklendirmiştir. Bu amaca yönelik
olarak, söz konusu kavramın akıl dışılığını açıklamak için daha önce kullandığı
“Türkler, veba salgınının kasıp kavurduğu yerlerden sakınmazlar” önyargısını sıkça
yinelemiştir. Veba gibi ağır bir salgın hastalığın kasıp kavurduğu bir yerden uzak
durmamak, doğaldır ki akıldışı bir davranıştır. Leibniz’e göre Türkler, bu akıldışı
davranışı sergileyen Asyalı ve Müslüman topluluklardan biridir.”31
Avrupa’da Aydınlanma döneminde özellikle aydınlar arasında görülen ırkçı
görüşler sadece Müslüman ve Türklere karşı değil aynı zamanda Afrikalılara karşı
da son derece yaygındır. Örneğin David Hume, 1748’de yazdığı “Ulusların
Karakterleri” denemesinde, “Siyahlar ve öteki yaratıklar doğal olarak beyazlardan
daha aşağıdır” demiştir. Immanuel Kant, 1764’te “Yüce ve Güzel Olanı Hissetme
Üzerine Gözlemler” başlıklı eserinde Afrika siyahlarının doğadan zekâ almadıklarını
ileri sürmüştür. Hegel, siyahların insanlığın yüz karası olduğunu ve Afrika’nın
Dünya Tarihi’nin bir parçasını oluşturamayacağını çünkü bu yönde herhangi bir
gelişme sergilemediğini Tarih Felsefesi başlıklı yapıtında belirtmiştir. Bu eserlerin
yazıldığı tarihlerde üniversiteler ırkçılıklarla dolup taşıyordu. Irkçılık
Aydınlanma’nın bir ürünü olarak ortaya çıktı. Ancak sözü edilen bu üç filozofu ve
aydınlanma döneminin kendisini ırkçı ilan etmek ne kadar doğrudur?32 sorusu
30
Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.3-4.
31
Ibid, s.16.
32
Mehmet Taş, Avrupa’da Irkçılık, Aşırı Sağ Partiler ve Göçmenler, İmge Yayınevi,
Ankara, 1999, s. 40-41.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
45
sorulabilir. Fakat bugün Avrupa’da hala önemli oranda okunan ve etkileri bulunan
birçok aydınlanma filozoflarının eserlerinde İslam ve Türklerle ilgili olumsuz
görüşlerin açıkça ifade edildiği görülmektedir. Avrupa’da oldukça yaygın bir
olumsuz İslam ve Türk imgesinin olduğu 18. yüzyılda, Voltaire Türkleri “köle
ticareti yapan”, gayri Müslim tutsakları “gavur, köpek” diye çağıran insanlar olarak
anlatmaktadır. Voltaire’in anlatımına göre, Osmanlıda sürgün ve “kelle kesme”
sıradanlaşmıştır.33
Müslümanlar ve Türklere ilişkin oryantalist ve olumsuz önyargılı yaklaşımlar
Alman literatüründe de oldukça dikkat çekicidir. “Avrupa, dolayısıyla da Alman
kültüründe var olan söz konusu olumsuz imgelerin başında Türklerin çirkinliğinin
yanı sıra, baskıcılığı, yıkıcılığı ve başka halkların uygarlaşmasını önleme gibi
değerlendirmeler anılabilir. Türklerin özellikle “soylu” Yunanlıları uzun süre
egemenlikleri altında tutarak, onların daha da uygarlaşmalarını, yurttaşlaşmalarını
önledikleri ileri sürülür. Türklerin, daha doğru bir adlandırma ile Osmanlıların,
Avrupa kültürünün önemli kaynaklarından birini oluşturan Yunanlıları boyunduruk
altında tutmuş olmaları, Avrupa, özellikle de bazı Alman filozoflarınca ki bu
görüşün en belirgin temsilcileri Herder, Kant ve Hegel’dir, sürekli olarak onların
barbarlığının kanıtı olarak anlaşılmış ve anlatılmıştır. Daha soylu ve uygarlık
yaratan bir topluluk olarak nitelendirilen Yunanlıların, Türkler gibi yabanıllarca
uyruklaştırılması bu tür filozoflarca bağışlanamaz olarak değerlendirilmiştir.”34
Eserlerinde uzun uzun İslam ve Türklerle ilgili değerlendirmeler yapan Hegel,
Türklerin buluntu insan aklına sahip olduğunu ileri sürerek; “kaba saba Türklerin
buluntu insan usu ve doğal duygusu ölçüt alındığında, iğrenç ilkeler doğar”
demektedir.35
Denemelerinde zaman zaman Türklere atıfta bulunan Francis Bacon da
eserlerinde Türkleri acımasız, tiran, vahşi ve barbar olarak tanımlayan cümleler
kullanmıştır. Ona göre Türkler tarih boyunca bütün dönemlerde dünya görüşlerini
yaymak ve başkalarına kabul ettirmek için savaşlar yapmışlardır.36 Bacon
eserlerinde birçok kez Türk kavramını Müslüman kavramı yerine de kullanmıştır.
Yine aydınlanma çağının önemli düşünürlerinden Dante de “Hz. Peygamberi ve Hz.
Ali’yi cehennemin, bölücü ve bozguncuların alıkonulduğu sekizinci katına
yerleştirmiştir.”37
Yine Montesquieu doğrudan karşısına almaya çekindiği, Fransız monarşisini
eleştirmek amacıyla “doğu despotizmi”ni sıkça başvurduğu bir araç olarak
kullanmıştır. Montesquieu’ye göre, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki despotizm, açık
bir veraset kanununun olmayışından, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin üçünün
de sultanın sorumluluğunda oluşunun yarattığı karışıklıktan, “İslam’ın yayılması,
33
Voltaire, Candide ya da İyimserlik, çev. Server Tanilli, Cem Yayınları, İstanbul, 1994,
s.242.
34
Ibid, s.67-68.
35
Ibid., s. 140
36
Francis Bacon, Denemeler, çev. Elif Günçe, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s. 45111.
37
Galen Johnson, “Muhammad and Ideology in Medieval Christian Literature”, Islam and
Christian-Muslim Relations, XI-, 2000, s. 336-338.
MURAT AKTAŞ
46
çok eşlilik ve despotizme yol açan sıcak iklim koşullarından kaynaklanmaktadır.
Montesquieu sonunda, “ılımlı yönetim Hıristiyan dinine, despotik yönetim
Müslümanlığa daha uygundur” sonucuna varmaktadır.38
Philosophy of History isimli eserinde İslam’ı; “inançsız bir peygamber”
tarafından vazedilen “boş bir kibir ve anlamsız bir gurur” dini olarak tanımlayan
Scehlegel’e göre; İslam, uzlaşma, merhamet, sevgi ve saadet gibi bütün kurtuluş
unsurlarını göz ardı etmiş, bu sebeple bir medeniyet ortaya koyamamıştır. Yönetim
sistemi; insanlığı korkunç bir devletin otoritesine boyun eğdiren İslam, “ruhanî ve
maddî otoritenin Hıristiyan karşıtı bir karışımından ibarettir ve yakıp yok edici
coşkuyla, fethettiği ülkelerdeki antikitenin bütün kalıntılarını ve daha yüksek bir
uygarlığın her türlü kırıntısını ortadan kaldırmıştır.39
20. yüzyıla geldiğimizde Doğu ile Batı veya İslam ile Hıristiyan dünyası
arasındaki çelişkilerin karşılıklı bazı siyasi güçler eliyle devam ettirildiğini
görmekteyiz. 20. yüzyılda Ortadoğu’daki en önemli toplumsal siyasal hareketlerden
biri olan İslami örgütlenmelerin de bu çelişkilerin derinleştirilmesinde önemli etkisi
olmuştur. 19. yüzyılın sonunda modernleşme -sömürgeleşme üzerinden İslam’ı
yeniden yorumlayarak yaşanan toplumsal siyasal sorunlara bir çözüm üretme çabası
olarak ortaya çıkan İslamcı hareketler, başlangıçta İslam’ın modernist yorumu
biçiminde kendini ortaya koyarken, sömürgecilik deneyimi ile birlikte milliyetçi bir
çizgiye kaymıştır. 20. yüzyılın başlarında milliyetçi eksende şekillenen bu
hareketler, bağımsızlık sonrasında siyasal yapıların İslam temelinde şekillenmesi
gerektiğini savunurken, 1970-80’lere kadar hâkim olan milliyetçi ve sol hareket
karşısında en önemli muhalefet örgütlenmesi olarak yer almıştır. 1970’lerin
ortasından itibaren hızla radikalleşen İslami hareketler içindeki bu eğilim 2000’lerde
etkisini yitirirken İslami hareketler Ortadoğu’da en önemli ve örgütlü muhalefet
olma durumunu devam ettirmektedir.40 Hıristiyan ve İslam dünyası arasındaki
çelişkileri sürekli canlı tutarak propaganda aracı olarak kullanan bu radikal
örgütlerin kullandığı dil ve argümanların yanı sıra, Samuel Huntington’ın
Medeniyetler Çatışması tezi ile Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu gibi tezleri ve
çalışmaları bu çelişkilere teorik malzeme sağlamakta ve hatta entelektüel dünyada
zemin hazırlayarak bir tür meşruluk ve saygınlık sağlamaktadır.
Medeniyetler Çatışması Tezi
Uygarlıklar kendilerini savunmak ve propagandalarını yapmak için sürekli
kendilerine barbar ötekiler bulurlar. Bu anlamda İslamofobi insanlık açısından bir
ilk değildir. Soğuk Savaş boyunca Batı, siyasal ve kültürel kimliğini anti-komünist
eksende tanımlamaktaydı. Batı dünyası Doğu bloğunu işaret ederek kendini
demokratik ve özgürlükçü olarak ifade etmekteydi. Bu bağlamda iki kutuplu dünya
38
Alain Servante, “Batılıların Gözünde Türk İmajının Geçirdiği Değişimler”, Özlem
Kumrullar, (ed.) Dünyada Türk İmgesi, Kitap Yayınevi, 2. Basım, 2008, s.59.
39
Albert Hourani, Avrupa ve Orta Doğu, çev: Ahmet Aydoğan, Fahrettin Altun, İstanbul
2001, s.60.
40
Fulya Atacan, “Radikal İslam’ın Küresel Bir Tehdit’e Dönüşüm Süreci: Afganistan
Deneyimi”, YDU Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt/Volume I Sayı/Number 1 Nisan/April 2008,
s. 35-52.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
47
sisteminin son bulması, Batı için büyük bir meşruiyet eksikliği doğurdu. “Biz”i
meşru kılacak bir “öteki” antitezi, yani Doğu bloğu ortadan kalkmıştır. İşte tam bu
noktada “İslam tehlikesi” keşfedildi. Hatta bu bağlamda Ekim 1994 -Aralık 1995
tarihleri arasında NATO Genel Sekreterliği görevinde bulunan Willy Claes, 2 Şubat
1995 tarihinde Alman Sueddeutsche Zeitung gazetesine verdiği demeçte İslami
köktendinciliği NATO ittifakı için çok ciddi bir tehlike olarak gördüğünü41 ifade
etti. Bu çerçevede “komünizm tehlikesi” nin yerini “İslam tehlikesi” aldı. Sovyetler
Birliği yerini İran’a bıraktı. Nasıl ki komünizm sadece silahlı bir tehdit olarak
gösterilmekle kalınmayıp, Batı kültürünün ve değer yargılarının düşmanı gibi
gösterildiyse, İslam dünyasına da aynı işlev yüklendi.42 Bu çerçevede de Soğuk
Savaş dönemindeki ortak düşmana (Sovyetler Birliği) karşı birliktelik, yerini
güvensizlik ve düşmanlığa bırakmıştır. Bu bağlamda Soğuk Savaş sonrası dönem
siyasal İslam’ın kendini Batı’ya karşı tanımlayıp, küreselleşmesine yol açmıştır.
Buna karşılık Batı da İslamiyet’i bir güvenlik sorunu olarak algılamaya başlamış ve
11 Eylül ile beraber değiştirilmesi ve modernleşmeyle uyumlaştırılması gereken bir
“öteki” olarak görmeye başlamıştır.43
İngiliz The Economist dergisi, 26 Aralık 1992 ile 8 Ocak 1993 tarihli
sayılarında gelecek yüzyıl için yaptığı siyasi tahminlerde bazı ilginç senaryolar
ortaya atmıştır. Suudi Arabistan’da radikal İslamcıların bir darbe ile yönetimi ele
geçireceklerini yazan dergi, bu İslamcıların Balkanları işgal ederek Çin ile birlikte
eskiden SSCB’nin etkisinde olan alanı ele geçirecek önemli bir blok oluşturacağını
ileri sürüyordu.44 Yine 9 Eylül 1993 tarihinde “İslam fundamentalizmi hızlı bir
şekilde dünya barışı ve güvenliği için bir tehdide dönüşüyor” satırlarını yazan
International Herald Tribune bu tehdit “1930’lu yıllardaki nazizm ile faşizm
tehdidine ve 1950’li yıllardaki komünistlerinkine benziyor”45 diyerek İslam’ı açıkça
nazizm ve komünizmin yerine ikame ediyordu. Oysa nazizm Avrupa’nın en büyük
41
2 Subat 19954 Süddeutsche Zeitung’dan Aktaran Rienk W. Terpstra, “The Mediterranean
Basin
As A New Playing Field For European Security Organizations”, Helsinki Monitor, Vol. 8,
No. 1,
1997, s. 48 – 58., Aktaran, Erhan Akdemir, “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005
Terörist Saldırılarının Ardından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa
Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1 (Yıl: 2009), s.1-26.
42
Bihter Çarhoğlu, “Medeniyetler Çatısması ve Batı Medyasında İslâm Söylemi: Almanya
Örneği”, Doğu Batı Düsünce Dergisi Vol:10 No:41, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2007, s.
207213.
43
Rasim Özgür Dönmez, “Küreselleşme, Batı Modernliği ve Şiddet: Batı’ya Karsı Siyasal
İslam”,
Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2004, s. 81-114.
44
Dario Battistella, “Recherche ennemi désespérément..., Réponse à Samuel P. Huntington à
propos d'un affrontement à venir entre l'Occident et l'Islam”, Confluences Méditerranée,
2002/1 N°40, s. 81-94. DOI : 10.3917/come.040.0081,
45
“Another Despotic Creeds Seeks to Infiltrate the West”, International Herald Tribune, 9
Eylül 1993.
48
MURAT AKTAŞ
gücü Almanya’da, komünizm ise Rusya ve Çin’de gelişmiştir. Diğer yandan Alman
haftalık dergisi Die Zeit 2 Nisan 1993’te NATO güçlerinin Komutanı General
Galvin görevinden ayrılmadan önce yaptığı açıklamadan yaptığı alıntıda, “Soğuk
Savaşı kazandık. Yaklaşık 70 yıllık bu sapmalardan sonra, İslam ile aramızda 1300
yılı aşan eski çatışma durumuna geri döndük”46 ifadelerine yer vermiştir.
Bu görüşlerin en çok dikkat çekerek tartışılanı ise Samuel Huntington’ın
1993’te Foreign Affairs dergisinde yayımlanan ve daha sonra genişletilerek 1996’da
Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması adıyla kitap olarak
yayınlanan çalışması ile onun öğrencisi olan Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu
tezi olmuştur. Uygarlıklar kendilerini savunmak ve propagandalarını yapmak için
sürekli kendilerine barbar ötekiler bulurlar. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması
tezi de bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, İslam ile Batı arasında çatışmanın
kaçınılmaz olduğunu savunan, hatta bu çatışmaların normal olduğunu savunan
görüşler için bir tür dayanak noktası ve sığınılan bir teori olmuştur.
Hıristiyan ve İslam dünyasını karşı karşıya getiren tartışmaları tetikleyen
Medeniyetler Çatışması tezine göre, 21. yüzyıl medeniyetler arasındaki çatışmalarla
şekillenecektir. Uluslararası ilişkiler sisteminin 16. ve 17. yüzyıllarda doğuşundan
bu yana, ana hatlarıyla dört dönem geçirdiğini ifade eden Huntington’a göre, Fransız
Devrimi’ne kadar süren birinci dönemde; uluslararası ilişkiler temelde egemenler
arasında yürütülüyordu. Fransız Devrimi’nden sonra çok kutuplu hale gelen
uluslararası sistemde, savaşa ve barışa birlikte karar veren, birbirine aşağı yukarı eşit
durumda olan çok sayıda aktör bulunmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu
sistem sona ererken, önce komünizm, ardından faşizmin yükselişi, ideolojik
blokların çatıştığı bir uluslararası sistemi hazırladı. İkinci Dünya Savaşı ise
uluslararası ilişkiler tarihindeki en ideolojik süreci ve Soğuk Savaş dönemini
oluşturdu. Bu dönemde ülkeler, siyasi ve iktisadi durumlarına göre sistemde
yerlerini alırken “Doğu” ve “Batı”, dünya hâkimiyeti için yaptıkları mücadelede, ya
başkalarının çatışmasına izin verdiler ya da “üçüncü dünya ülkeleri” olarak
adlandırdıkları ülkeleri pasif bir savaş alanı olarak kullandılar. Huntington bu
dönemin sona ermesiyle birlikte ülkelerin artık siyasi veya iktisadi sistemlerine veya
ekonomik gelişmişlik düzeylerine göre değil, kültürel özelliklerine göre
sınıflandırılması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre artık ideolojiler çağının demir
perdesinin yerini kültürün kadife perdesi alacaktır. Dünyayı Batı’daki Katolik
Hıristiyan, Çin’deki Konfüçyüs, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika
ve Afrika olmak üzere sekiz medeniyet bölgesine ayıran Huntington, önümüzdeki
yıllarda bu medeniyetler arasındaki fay hatları boyunca bazı çatışmaların meydana
gelerek yayılacağını ileri sürmektedir. O’na göre eğer gelecekte bir dünya savaşı
çıkacaksa bu da medeniyetler arası bir savaş olacaktır. Huntington asıl büyük
çatışmanın ise, Batı ve İslam medeniyeti ile Çin’deki Konfüçyüs uygarlığı arasında
patlayacağını ileri sürmektedir. Son yıllarda tanık olduğumuz etno-kültürel çatışma
46
Dario Battistella, “Recherche ennemi désespérément..., Réponse à Samuel P. Huntington à
propos d'un affrontement à venir entre l'Occident et l'Islam”, Confluences Méditerranée,
2002/1 N°40, s. 81-94. DOI : 10.3917/come.040.0081.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
49
ve/veya işbirliği örnekleri göstererek hipotezini desteklemeye çalışan Huntington
İslam uygarlığının kanlı sınırlara sahip olduğunu, dolayısıyla çatışmanın onun
karakteristik özelliği olduğunu savunmaktadır.
Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi uzun dönemin medeniyet etkileşimi
sürecini stratejik bir hedef için nasıl bir manivela gibi kullanılabileceğinin çarpıcı ve
tehlikeli yüzünü göstermiştir. Batı-dışı medeniyet havzalarındaki kültürel
canlanmayı, stratejik bir tehdit gibi gösteren ve batılı stratejistlere bu medeniyet
havzaları arasındaki çelişkileri manipüle etmeyi öneren Huntington’ın yaklaşımı,
sadece Batı-dışı medeniyetlerin, özellikle de İslam ve Çin medeniyetlerinin ciddi
tepkilerine maruz kalmamıştır. Aynı zamanda West-Rest (Batı-Diğerleri) gibi
kategorik bir ayırımın doğuracağı riskleri sezen batılı seçkinler ve siyaset
yapımcıları nezdinde de ciddi kuşkular uyandırmıştır. Clinton’un 1999 yılı
sonlarındaki Türkiye ve 2000 yılı başlarındaki Hindistan ziyaretlerinde, bu ülkelerin
medeniyet geçmişlerinin insanlık birikimine yapabilecekleri katkılara özel atıflarda
bulunması, Medeniyetler Çatışması tezinin doğurduğu güvensizlik ortamını
gidermeye yönelik mesajlar olarak görülmelidir. Gerçekten dünya nüfusunun dörtte
birini oluşturan Çin’in ve dünya nüfusunun yaklaşık diğer dörtte birini barındıran ve
dünya jeopolitiğinin en hassas kuşağını ve geçiş yollarını elinde tutan İslam
dünyasını karşı-medeniyet kutupları olarak gören bir yaklaşıma dünya düzeni
oluşturmada ne derece riskli sonuçlar doğuracağı açıktır.47
Artık kültürel farklılıkların siyasal ve ideolojik karşıtlıklardan daha önemli
olduğunu ileri süren Huntington, insan ve Tanrı, birey ve grup, devlet ve vatandaş,
özgürlük ve otorite, çocuklar ve aileleri, eşitlik ve hiyerarşi gibi kavramların çok
yönlü üretim tarzının sonucu olduğunu ve yakın zamanda kaybolmayacaklarını
savunmaktadır. Bu ilişkilerin farklı yorumlarını gündeme getiren Huntington’a göre,
bunu belirleyenlerin içinde en güçlü olanı dindir. İnsanlar yarı Amerikalı, yarı Arap
gibi melez veya çoğu yerde iki ülkenin vatandaşı olabilmekte, ancak hem Katolik
hem de Müslüman olamamaktadır. Dolayısıyla bunlar arasında bir çatışma olması
kaçınılmazdır. Aydınlanma süreci ve onun ortaya çıkardığı bilimsel, kültürel ve
siyasal gelişmelerin Batı’da ortaya çıktığını dolayısıyla evrensel değil Batı’ya özgü
bir toplumsal kültürel, felsefi ilkeler ve değerler bütünü olduğunu savunan
Huntington’a göre “demokrasi”, “hukuk devleti”, “insan hakları”, “halk egemenliği”
ve “laiklik” gibi aydınlanma ilkeleri Batı medeniyetine aittir.48 Burada Aydınlanma
değerlerini, bilim ve teknolojiyi evrensel köklerinden kopararak sadece
Batılılaştırmak isteyen Huntington, diğer toplumlar ve değerleri dışlamaktadır.
Oysa Huntington’un öğrencisi olan Francis Fukuyama, dünyada büyük yankı
uyandıran Tarihin Sonu tezi ile Batı’nın üstünlüğünün kanıtlandığını ileri sürmüştür.
Batı medeniyetinin oluşturduğu liberal demokrasiyle insanoğlunun ulaşabileceği en
mükemmel siyasal ve ekonomik yapıya kavuştuğunu, ileri süren Fukuyama,
insanlığın siyasi ve felsefi anlamdaki arayışının sonuna gelindiğini iddia etmiştir.
O’na göre artık dünya Soğuk Savaş’tan zaferle çıkmış olan Batı’nın hegemonyasını
47
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 17. Baskı, İstanbul, 2004, s.542.
Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeninin Yeniden
Kurulması, çev. Mehmet Turhan ve Cem Soydemir, Okyanus Yayınları, İstanbul, 2006, s.
237-268.
48
50
MURAT AKTAŞ
kabul etmek zorundadır. Yani Batı’nın üstünlüğü kabul edildiğine göre artık Batı ile
çatışmaya girmeye cesaret edecek bir güç de kalmamıştır. Ancak Fukuyama’nın bu
tezleri boşa çıkınca, dünyadaki çatışmalar değişik yerlerde değişik amaçlarla ve
hatta çoğu zaman ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından kışkırtılınca, özellikle de
Balkanlardaki etnik çatışmalarda ABD ve Avrupa ülkeleri kamuoyu tarafından
suçlanarak zan altında kalınca, aslında Batı’nın bu çatışmalarda herhangi bir suçu
olmadığını ileri sürmek için bu kez Huntington’un tezleri ortaya atılmıştır.
Nitekim Fukuyama aldığı eleştiriler üzerine kitabının yeni baskısında şöyle
yazmaktadır: “Birçok kişi beni Medeniyetler Çatışması’nda çok farklı bir gelişimsel
model ortaya koyan hocam Samuel Huntington’la kıyasladı. Bence belli açılardan
dünyayı yorumlama yollarımız arasındaki farkı abartmak mümkün. Örneğin,
kültürün toplumların indirgenemez bir parçası olduğu ve gelişim ile politikayı
kültürel değerleri işin içine katmadan anlayamayacağımız konusunda onunla aynı
fikirdeyim. Fakat bizi birbirimizden ayıran çok önemli bir konu var. Bu konu,
aydınlanma döneminde geliştirilen değerler ve kurumların potansiyel olarak evrensel
mi olduğu ya da kültürel bağlama göre değişkenlik mi gösterdiği sorusu etrafında
şekillenmektedir. Huntington açıkça bizim Batı’da aşina olduğumuz çeşitli siyasi
kurumların, Batı Avrupa Hıristiyan kültürünün bir ürünü olduğuna ve onların bu
kültürün dışındaki bağlamlarda kök salamayacaklarına inanmaktadır. Bu durumda
cevaplanması gereken temel soru da Batılı değer ve kurumların evrensel bir anlamı
olup olmadığı ya da bugünün hegemonik kültürünün geçici başarısını mı temsil
ettikleri olarak ortaya çıkmaktadır. Aslında Huntington’ın modern, seküler ve liberal
demokrasinin tarihsel köklerini Hıristiyanlığa dayandırdığı, ona özgü olmayan savı
oldukça doğrudur.49
Bu açıklama dikkatlice okunduğunda hocası Huntington’dan farklı
düşündüğünü ileri süren Fukuyama, aslında bu temel konularda hocasının fikirlerini
benimsediği görülmektedir. Tarihin Sonu’na yapılan eleştirilerden dört tanesini en
ciddi eleştiriler olarak gördüğünü belirten Fukuyama, bunların ilkinin İslam’ın
demokrasiye bir engel olmasıyla ilgili olduğunu söylemektedir. O’na göre problemin
İslam’dan kaynaklandığını düşünmek pek gerçekçi görünmemektedir. Bugün
modern demokrasinin destekçisi olarak gördüğümüz Hıristiyanlık (pek de uzak
olmayan bir dönemde) köleliği ve hiyerarşiyi meşrulaştırmak için kullanılıyordu.
Nesilden nesile dini öğretiler, siyasi yorumlamalardan geçmektedir. Bu durum
Hıristiyanlık için geçerli olduğu ölçüde İslam için de geçerlidir. Bugün kültürel
olarak İslam’ı benimsemiş toplumların siyasi pratikleri arasında muazzam bir
çeşitlilik vardır. Seyyid Kutub’un yazıları ya da Usame Bin Ladin ve El Kaide’deki
ideologların devlet, devrim ve şiddetin estetikleştirilmesiyle ilgili politik
düşünceleri, İslami gelenekten ziyade faşizm ve komünizm gibi 21. yüzyıl
Avrupa’sının aşırı sol ve sağ ideolojilerinden beslenmektedir. Çok tehlikeli olan bu
öğretiler, İslam’ın hiçbir temel öğretisini yansıtmadığı gibi İslam’ı politik
amaçlarının bir aracı haline getirmektedir.50 Görüldüğü üzere Fukuyama bir yandan
bütün dinlerin siyasal amaçlara göre yorumlandığını söylerken, aslında siyasal
49
Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli Profil Yayınları,
2.Baskı İstanbul, 2011, s. 426-427.
50
Ibid., s. 431-433.
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
51
İslam’ın şiddete, dolayısıyla Batı ile çatışmaya müsait olduğunu da savunarak
Huntington’ın tezlerini desteklemeye çalışmaktadır.
Medeniyetler Çatışması tezi ile ihtiva ettiği anlam arasında önemli bir fark
olduğunu söyleyen Ahmet Davutoğlu’na göre ise Körfez Savaşı ve ardından yaşanan
Bosna Savaşı’nda 250 bin insanın bir etnik kıyıma kurban edilmiş olması, aslında
tarihin sona ermediğini ve Batı medeniyetinin değerlerinin de insanı tümüyle
kuşatan değerler olmadığını ortaya koymaktadır. Bu tablo karşısında Huntington’ın
Medeniyetler Çatışması tezi ortaya atılarak, Batı medeniyetinin o ideal
değerlerinden sapmasının onun suçu olmadığı ve bütün diğer medeniyetlerin
çatışmasından kaynaklanan yeni bir kaotik dönemin başladığı iddia edilmektedir.
Fukuyama “düzen”i vurguluyordu, Huntington “kaos”u; Fukuyama düzenin
arkasında Batı medeniyetini görüyordu, Huntington düzensizliğin arkasında bütün
diğer medeniyetleri gösteriyordu. Birbirine alternatif gibi görünen bu iki tez, aslında
siyasi stratejik arka plan açısından birbirini tamamlamaktadır. Bosna’da yaşananlar
sebebiyle, Fukuyama’nın tezi çökünce, Huntington’ın tezi öne çıkmaya
başlamıştır.51
Sonuç
İletişim ve ulaşım teknolojisinin geliştiği, küreselleşme süreci ile birlikte bir
taraftan farklı dil, din ve kültürlerden insanların internet üzerinden rahatça iletişim
sağlayabilmesi gelişirken, diğer taraftan Avrupa ülkelerinde İslam karşıtlığı,
milliyetçi ve ırkçı hareketlerin yükselişe geçmesi, son derece ilginç bir nokta olarak
dikkat çekmektedir. En ilginç olanı da aslında entelektüel dünyada ortaya atılan ve
sık sık gündeme getirilen “medeniyetler arası çatışma” teorilerinin ciddiye alınması,
taraftar bulması ve halen savunulmasıdır. Hıristiyan Batı ile İslam dünyası arasında
çatışmaların yaşanacağına dair ortaya atılan çatışma teorileri değişik sosyo-kültürel
ve ekonomik çelişkilerden muzdarip toplumların bazı kesimlerince
sahiplenilebilmekte ve tartışılmaktadır. İslam ve Hıristiyan dünyasını karşı karşıya
getiren önemli kamplaşmaları da beraberinde getiren Huntington’ın Medeniyetler
Çatışması tezi ve kitle iletişim araçlarında yer alan benzer görüşler etrafında
yürüyen tartışmalar, Avrupa ülkelerinde gittikçe yükselen bir İslam karşıtlığını
körüklemiş ve dünya adeta bir tür Hıristiyan-Müslüman kamplaşmasına doğru
yönlendirilmeye çalışılmıştır. Huntington’ın aydınlanma sürecini tamamen Batı’nın
değerleri olarak yansıtarak aydınlanma değerlerinin evrenselliğini reddetmesi, farklı
kültürler ve uygarlıklar arasında çatışmayı körükleyen görüşler için teorik bir
sığınma ve çatışmacı görüşlerin meşrulaştırılma alanı haline gelmiştir.
Avrupa’da yükselmekte olan İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve göçmenlere
yönelik saldırılar ile Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terörist saldırılar, Şarm El
Şeyh’te Batılı turistlere yönelik saldırılar, İstanbul’da Sinagog ve İngiliz Bankasına
yönelik saldırılar, Madrid ve Londra metrolarına yapılan terörist saldırılar,
Müslümanlar ile Batılılar arasında çatışma senaryoları ve teorilerini savunanların
görüşlerine hizmet etmektedir. Avrupa ülkeleri ırkçılıkla mücadele konusunda bir
51
Ahmet Davutoğlu, Küresel Bunalım, Küre Yayınları, 25. Baskı, İstanbul, 2011, s.221-222.
MURAT AKTAŞ
52
yandan önlemler alıp yaptırımlar uygularken, diğer yandan buralarda yayılan
dünyayı kamplaştıran söylemler, toplumlar arasında kin ve nefreti körükleyen
Medeniyetler Çatışması tezi ve buna benzer görüşlerin meşrulaştırılma çabaları,
bütün bu önlemleri boşa çıkarmakta ve/veya önemli oranda zayıflatmaktadır.
ABD eski Başkanı George Bush’un yeni bir Haçlı seferinden söz ederek
dünyayı kendi yanlarında ve karşılarında yer alanlar şeklinde ikiye ayırması da
Medeniyetler Çatışması tezinin resmi olarak kabulü ve bizzat bir devlet başkanı
tarafından ilanı anlamına gelmiyor muydu? 11 Eylül 2001’de Amerika terörizmle
vurulduğunda, İngilizler ve dünyanın pek çok ülkesi, Amerikan’ın küresel terörizme
karşı savaş ilan etmesini hızla kabul ederek desteklemiştir.52 “Hepimiz
Amerikalıyız” gibi dünya deklarasyonları sadece empati ifadeleri miydi? İngiltere,
İspanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinin Irak savaşında ABD’nin yanında yer
alması bunun sadece bir empati olmadığının göstergesi değil mi?
Kaynakça
Akdemir, Erhan, (2009), “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005
Terörist Saldırılarının Ardından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa
Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1.
Aktaş, Murat, (2012), “Avrupa’da İslamofobi ve Türkiye’nin AB'ye Üyeliği”,
2. Kriz ve Kritik Konferansları, Avrupa Birliği’nin Krizi ve Kritiği Konferansında
Sunulmuş Bildiri, Sakarya Üniversitesi, 25-26 Nisan 2012.
Allen, Christopher, (2010), Islamophobia, Ashgate Publishing Limited,
England, 2010.
Aslan, Alice, (2009), İslamophobia in Australia, Agora Press, Sydney, 2009.
Atacan, Fulya, (2008), “Radikal İslam’ın Küresel Bir Tehdit’e Dönüşüm
Süreci: Afganistan Deneyimi”, YDU Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt/Volume I
Sayı/Number 1 Nisan/April.
Battistella, Dario, (2002), “Recherche ennemi désespérément..., Réponse à
Samuel P. Huntington à propos d'un affrontement à venir entre l'Occident et
l'Islam”, Confluences Méditerranée, 2002/1 N°40.
Bacon, Francis, (2004), Denemeler, çev. Elif Günçe, Morpa Kültür Yayınları,
İstanbul, 2004.
Berzezinski, Zbigniew, (2005), “Tercih, Küresel Hâkimiyet mi? Küresel
Liderlik mi?”, çev. Cem Küçük, İstanbul, İnkılâp Yayınevi 2. Baskı.
Canatan, Kadir, (2010), “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel
Yaklaşım”, Kadir Canatan, Özcan Hıdır, (ed.) Batı Dünyasında İslamofobi ve Antiİslamizm, Eski Yeni Yayınları.
52
Zbigniew Berzezinski, “Tercih, Küresel Hâkimiyet mi? Küresel Liderlik mi?”, çev.
Cem Küçük, İstanbul, İnkılâp Yayınevi 2. Baskı, 2005, s. 13-14, 178
AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ
53
Çarhoğlu, Bihter, (2007), “Medeniyetler Çatışması ve Batı Medyasında İslâm
Söylemi: Almanya Örneği”, Doğu Batı Düşünce Dergisi Vol:10 No:41, Doğu Batı
Yayınları, Ankara.
Çarkman, Aslı, (2013), “Avrupa ve Öteki: Avrupa İmgesinin Osmanlı
Aydınlanmasından Yansıması”, E. Fuat Keyman (der.) Türkiye’nin Yeniden İnşası,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Davutoğlu, Ahmet, (2011), Küresel Bunalım, Küre Yayınları, 25. Baskı,
İstanbul.
Ahmet Davutoğlu, (2004), Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 17. Baskı,
İstanbul.
Fourest, Caroline ve Venner Fiammetta, (2003), “Islamophobie?”, Prochoix,
No : 26-27, Automne-Hiver, Paris.
Ecevit, Yüksel Alper, Özgür Ünal, Selcen Öner, Merve Özdemirkıran, Avrupa
Parlamentosu Seçimleri ve Aşırı Sağ Partilerin Yükselişi, Betam, Bahçeşehir
Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu,
14/167, 4 Haziran, 2014.
Fukuyama, Francis, (2011), Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli
Profil Yayınları, 2.Baskı İstanbul.
Göle, Nilüfer, (2013), “La montée de l'islamophobie en Europe”, Bertrand
Badie et Dominic Vidal, (eds.), Puissances d’Hier ed Demain, L’Etat du Monde
2014, La Decouverte, Paris.
Hourani, Albert, (2001), Avrupa ve Orta doğu, çev. Ahmet Aydoğan, Fahrettin
Altun, İstanbul.
Hodgson, G. S. Marshall G. S., (2001), Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek,
çev. Ahmet Kanlıdere, Ahmet Aydoğan, Yöneliş, İstanbul.
Huntington, Samuel, (2006), Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya
Düzeninin Yeniden Kurulması, çev. Mehmet Turhan, Cem Soydemir, İstanbul,
Okyanus Yayınları.
Islamophobia: A Challenge for Us All, Runnymede Trust, Londra, 1997.
International Herald Tribune, (1993), “Another Despotic Creeds Seeks to
Infiltrate the West”, 9 Eylül 1993.
Johnson, Galen, (2000), “Muhammad and Ideology in Medieval Christian
Literature”, Islam and Christian-Muslim Relations.
Kentel, Ferhat, (2012), “İslamofobi” Vesilesiyle Türkiye’nin Fobilerine
Bakmak, (iç.) İslamofobi Kolektif Bir Korkunun Anatomisi, Sivas Kemal İbn-i
Hümam Vakfı Sempozyum Tebliğleri 30 Nisan-1Mayıs 2010 Sivas, Ankamat
Matbaacılık, Ankara.
Kirman, Ali, (2010), “İslamofobinin Kökenleri: Batılı mı Doğulu?”, Journal of
Islamic Research.
MURAT AKTAŞ
54
Kula, Onur Bilge, (2005), Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Lewis, Bernard, (1993), Islam and the West, Oxford University Press, New
York.
Öztürk, Orhan, (1992), Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara.
Said, Edward, (1997), Orientalism, Seuil, Paris.
Schnapper, Dominique, (2005), Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki ile
İlişki, çev., Aşegül Sönmezay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Servante, Alain, (2008), “Batılıların Gözünde Türk İmajının Geçirdiği
Değişimler”, Özlem Kumrullar, (ed.) Dünyada Türk İmgesi, Kitap Yayınevi, 2.
Basım.
Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, (1996), Cilt 1, İstanbul.
Taş, Mehmet, (1999), Avrupa’da Irkçılık, Aşırı Sağ Partiler ve Göçmenler,
İmge Yayınevi, Ankara.
Voltaire, (1994), Candide ya da İyimserlik, çev. Server Tanilli, Cem Yayınları,
İstanbul.
Yılmaz, Fatma, (2008), Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı,
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayınları, Ankara.
İnternet Kaynakları
Ayırımcı Sözlük, Türklere Yönelik Türkçe ve Yabancı Dillerde Ayrımcı Deyiş,
Deyim ve Atasözleri, http://ayrimcisozluk.blogspot.com.
Çiçek, Murat, “Avrupa’daki Sorunlar: Almanya’da Uyanan Dev”, Politika
Akademisi,
http://politikaakademisi.org/avrupadaki-sorunlar-almanyada-uyanandev/.
EU-MIDIS, “Enquête de l’Union européenne sur les minorités et la
discrimination”,
http://fra.europa.eu/sites/default/files/fra_uploads/663-FRA2011_EU_MIDIS_FR.pdf.
Iordanou, George, “Golden Dawn is growing – Europe must help curb the rise
of
the
far
right”,
The
Guardian,
http://www.theguardian.com/commentisfree/2013/sep/19/golden-dawn-europegreek-cypriot.
Örmeci Ozan, “Avrupa’da Aşırı Sağın Önlenemez Yükselişi”, Politika
Akademisi, http://politikaakademisi.org/avrupada-asiri-sagin-onlenemez-yukselisi/,
PEW, “The Future of the Global Muslim Population Projections for 20102030” Analysis”, http://www.pewforum.org/The-Future-of-the-Global-MuslimPopulation.aspx.
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.55-74
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA
İHALE USULLERİ
VE İHALE UYGULAMALARI
Servet ALYANAK
Özet
2009 yılında, Avrupa Birliği (AB), sınır-aşırı savunma alımlarıyla ilgili yasal
bir çerçeve oluşturarak AB savunma ekipmanları piyasasının gelişmesine yardımcı
olmak amacıyla 2009/81/AT sayılı savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili yönergeyi
kabul etmiştir. Bu makale, AB içerisinde ortak bir savunma piyasasını oluşturmak ve
serbestleştirmek için 2009/81/AT sayılı yönergenin tam ve yeterli bir şekilde bütün
üye devletlerde uygulanmasını sağlamanın son derece önemli olduğunu vurgulamak
amacını taşımaktadır. Şu husus açıktır ki 2009/81/AT sayılı yönerge, AB içerisinde
sınır-aşırı savunma ihaleleri yönünden yasal bir çerçeve oluşturarak ortak bir
savunma piyasası oluşumu yönünden bir kilometre taşıdır. Bu makale üye
devletlerin söz konusu yönergenin ihlal edilmesi kuvvetle muhtemel olan
kurallarının analiz edilmesini amaçlamaktadır. Bu amaçla, yönergenin ihale
usulleriyle ilgili temel hükümleri ve ihalede değerlendirme dışı bırakılma ile offset
uygulamaları tartışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Savunma politikası, uyumlaştırma, AB savunma
piyasasında uyumlaştırma, rekabet ve şeffaflık, kamu ihalesi, ihale usulleri, offset
uygulamaları.
Awarding Procedures and Bidding Implementations in Defence and Security
Procurement
Summary
In 2009, the European Union (EU) has introduced the EU Defence and
Security Procurement Directive 2009/81/EC in order to foster the development of an
EU defence equipment market by establishing a legal framework for cross-border

Dr, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hukuk Anabilim Dalı.
SERVET ALYANAK
56
defence procurement. This essay intends to emphasize that it is highly important to
implement Directive 2009/81/EC fully and adequately in all Member States in order
to create and liberalize a common defence market within the EU. It is certain that
2009/81/EC Directive constitutes a milestone in creating a common defence market
by providing a framework for cross-border defence procurement in the EU. This
paper seeks to analyse the most likely violated rules of the concerned Directive by
the Member States. Accordingly, the main provisions of this Directive on contract
award procedures will be explained and the other relevant provisions such as
exclusion from the tendering process and offset implementations will be discussed.
Keywords: Defence policy, harmonisation, competition and transparency in
EU defence market, public procurement, bidding procedures, offset
implementations.
Giriş
Avrupa Birliği (AB) savunma alımlarına ilişkin 2009/81/AT sayılı Yönerge’yi1
21 Ağustos 2009 tarihinde kabul etmiştir. Bu yönerge ile savunma alımlarıyla ilgili
entegrasyonu hedefleyen Topluluk düzeyinde yasal bir uyumlaştırmaya gidilmiştir.
Savunma ve güvenlik alanında AB tarafından bir yönerge kabul edilmiş olsa
da, AB hukukunun savunma alanındaki temel kuralları ve ilkelerine ilişkin gerek
özel sektör gerekse kamu sektöründe hala bir bilinç eksikliği mevcuttur. Bunun en
önemli nedeni, savunma sektöründeki gizlilik kültürü ile ulusal kuralların ve
uygulamaların AB hukukuna aykırı bir şekilde bu gizliliğe tolerans göstermesidir.2
Bu makalede savunma ve güvenlik alımlarında ihale usulleri, ihale dışı bırakılma,
ihaleye katılım ve yeterlik kriterleri ile savunma alımlarıyla ilgili offset
uygulamalarına değinilecektir.
1
Directive 2009/81/EC of the European Parliament and of the Council of 13 July 2009 on the
coordination of procedures for the award of certain public works contracts, supply contracts
and service contracts by contracting authorities or entities in the fields of defense and
security, and amending Directives 2004/17/EC and 2004/18/EC, in OJ L/216 of August 20,
2009,
p.76.
Yönergenin
tam
metni
için
bkz.
<http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2009:216:0076:0136:EN:PDF>,10.10.20
10. Yönergeyle ilgili ayrıntılı analiz için bkz. Aris Georgopoulos, “The new Defence
Procurement Directive enters into force”, Public Procurement Law Review, 2010, 1, NA13. Aris Georgopoulos, “Commission's Communication on the Results of the Consultation
Process on European Defence Procurement”, Public Procurement Law Review, 15(4), 2006,
s. NA119. Aris Georgopoulos, “The Commission's Green Paper on defence procurement”,
Public Procurement Law Review, 2, NA34-38, 2005, s. NA36. EU Commission COM
(2004) 608 final “Green Paper on Defence Procurement”.
2
AB savunma sektörünün entegrasyonunda mevcut sorunlar ve bu sektörün
gelişimiyle ilgili AB Komisyonu Tebliği için bkz. “Towards a more competitive and efficient
defence and security sector” Brussels, 24.7.2013, COM(2013) 542 final.
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
57
Yönergenin Kabulü Neticesinde Oluşacak Ekonomik, Siyasal ve Hukuki
Faydalar
Savunma alımları kabaca, güvenlik kuvvetlerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere
gerçekleştirilen kamu alımları veya daha detaylı olarak silahlanmayla ilgili alımlar
ile bunlara ilişkin yapım ve hizmet alımlarını kapsamaktadır. Savunma ve güvenlik
alımları üye ülkeler açısından stratejik olduğu kadar ekonomik açıdan da önemlidir.
Çünkü savunma ve güvenlik alımları bütçenin en ciddi harcama kalemlerinden
biridir. 2012 yılı itibariyle savunma harcamaları yıllık 189,6 milyar Euro’luk bir
hacim oluşturmakta ve savunma sektörü açısından dünya üretiminin %30’unu teşkil
etmekte ve bu sektörde yaklaşık 300.000 kişiye istihdam sağlamıştır.3 Bu kadar
önemli bir ekonomik büyüklük arz etmesine rağmen, savunma alımları, kamu
alımlarının diğer sektörlerine nazaran ulusal sınırlar dahilinde kalan parçalı bir yapı
arz etmiştir. Bunun temel nedeni, üye ülkelerin savunma ihalelerinde tedarik
güvenliğini sağlamak düşüncesiyle, katı bazı kurallar benimsemeleri ve ulusal
savunma sektörü ile yerli firmalar lehine bazı uygulamaları, offset uygulamaları (bu
kavramla ilgili aşağıda detaylı açıklama yapılacaktır), hayata geçirmeleridir.
Savunma alımlarıyla ilgili diğer bir sıkıntı da bu tür alımların şeffaf ihale
usulleri ve süreçleri içerisinde gerçekleştirilmemesiydi.4 Bu bağlamda AB kamu
alımları kurallarının (2004/18/AT sayılı yönergenin) savunma ve güvenlik
alımlarının kendine özgü yapısına uygun düşmediği ve dolayısıyla genel kuralların
tatbikine uygun olmadığı, bu nedenle savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili ayrı bir
yönerge gerekliliği ifade ediliyordu.5
2009/81/AT sayılı Savunma ve Güvenlik Alımları Yönergesi bu ihtiyacı
karşılamak üzere, yukarıda da belirtildiği üzere şeffaf ihale usulleri ve süreçlerinin,
offset uygulamaları ile tedarik güvenliğini sağlamaya yönelik kuralların AB
içerisinde uyumlaştırılması (harmonizasyonu) amacıyla kabul edildi. Yönergenin
kabulü, Avrupa Birliği’nde savunma alanında faaliyet gösteren müteşebbislerin,
bütün AB üyesi ülkelerde kısıtlama olmadan ihalelere katılımını kolaylaştırarak,
ihalelerin daha şeffaf usullerle ve kurallara bağlı olarak gerçekleştirilmesinin önünü
açtı. Ayrıca, yönergenin yürürlüğe girmesi ile AB düzeyinde ortak bir savunma
sanayi piyasası oluşturulmasına yönelik önemli bir gelişme oldu.6
Savunma ve Güvenlik Alımları Açısından Olası İhlaller ve İhale Usulleri
Aşağıda belirtileceği üzere, savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili 2009/81/AT
sayılı Yönerge’de klasik kamu alımlarıyla ilgili 2004/18/AT sayılı Yönerge’den
farklı olarak ‘açık ihale usulü’ bir ihale usulü olarak belirtilmiş değildir. 2009/81/AT
3
European
Defence
Agency,
"Defence
Data
Portal",
<http://www.eda.europa.eu/DefenceData>, (30.05.2014).
4
Baudouin Heuninckx, “Security of supply and offsets in defence procurement: what's new in
the EU?”, Public Procurement Law Review, 2, 33-49, 2014, s. 33.
5
Aris Georgopoulos, “Commission’s Communication on the Results of the Consultation
Process on European Defence Procurement”, Public Procurement Law Review, 15(4),
2006, s. NA119.
6
Servet Alyanak, “Avrupa Birliği Hukukunda Savunma ve Güvenlik Alımları”, Ankara
Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt.12, No.2, 2013, s.1-26, s. 6.
SERVET ALYANAK
58
sayılı Yönerge ‘belli istekliler arasındaki ihale usulü’ ile ‘önceden ihale ilanı
verilerek gerçekleştirilen pazarlık ihale usulü’ arasında hangi ihale usulünün
seçileceği konusunda tercihi idarelere bırakmıştır. Bu tercih de facto ‘önceden ihale
ilanı verilerek gerçekleştirilen pazarlık ihale usulünü’ ‘belli istekliler arasındaki
ihale usulüne’ oranla daha fazla ön plana çıkartmıştır. Ayrıca, kurallara bağlanmış
bazı koşullar dahilinde, ‘önceden ihale ilanı verilmeden gerçekleştirilen pazarlık
ihale usulü’ de müracaat edilebilecek usuller arasında kabul edilmiştir.7
Mevcut durumda idarelerin hangi durumlarda hangi ihale usulünü tercih
etmeleri gerektiği ile savunma ve güvenlik alımlarında, doğru ihale usulünü
seçmeleri önem arz etmektedir. Yanlış ihale usulünün tercih edilmesi veya koşulları
oluşmadığı halde ‘önceden ihale ilanı verilmeden gerçekleştirilen pazarlık ihale
usulüne’ müracaat edilmesi, AB Komisyonunun ihlal soruşturmasına veya ulusal
denetim prosedürleri altında ihale iptallerine yol açabilecektir. Bu nedenle savunma
ve güvenlik alımlarında ihale usullerinin neler olduğu ve hangi durumlarda hangi
ihale usulüne müracaat edilebileceği önemlidir.
İhale Usulleri
2009/81/AT sayılı Savunma ve Güvenlik Alımları Yönergesi’nin V.
bölümünde idarelerin kamu ihalelerinin düzenlenmesinde uymaları gereken ihale
usulleriyle ilgili kurallar yer almaktadır.
2009/81/AT sayılı kamu ihale yönergesinde dört çeşit ihale usulü
bulunmaktadır. Bunlar; ‘belli istekliler arasındaki ihale usulü’, ‘önceden ihale ilanı
verilerek veya verilmeyerek gerçekleştirilen pazarlık ihale usulü (ilanlı pazarlık
usulü, ilansız pazarlık usulü)’ ve ‘rekabetçi müzakere’ usulüdür.8
Yönergenin 25(2) maddesinde yapılan düzenlemede; “ihaleci kurum ve
kuruluşların ihalelerini belli istekliler arasındaki ihale usulü veya ilanlı pazarlık
usullerinden birisiyle gerçekleştirme konusunda özgür oldukları” belirtilmiştir.
Yukarıda bahsedilen bu iki ihale usulünden birisinin seçilmesi, tamamen ve yalnızca
ihaleci kurum ve kuruluşların takdirindedir. İhaleci kurum ve kuruluşlar, kendi
ihtiyaçları ve gerekliliklerini dikkate alarak, yukarıda belirtilen ihale usullerinden
birisiyle alım konusunda iş yapabilir. Dolayısıyla, ihaleci kurum ve kuruluşlar,
yönergenin 28. maddesinde belirtilen sınırlı durumlarda ilansız pazarlık usulüne
başvurabilirler. Aynı şekilde, ihaleci kurum ve kuruluşlar rekabetçi müzakere
usulüne de yönergenin 27. maddesinde açık bir şekilde ifade edilen belli durumlarda
ancak başvurabilirler.
Bu yönergenin kapsamına giren ihaleler, karmaşıklık, bilgi güvenliği ya da
tedarik güvenliği bakımından özel koşullar içermektedir. İhalelerin
gerçekleştirilmesinde bu gerekliliklerin karşılanması, geniş kapsamlı müzakereyi
7
Martin Trybus, “The hidden Remedies Directive: review and remedies under the EU
Defence and Security Procurement Directive”, Public Procurement Law Review, 4, 2013,
135-155, s. 143-144.
8
Bkz. 2009/81/AT sayılı yönergenin 25-28. maddeleri
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
59
çoğunlukla gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, ihaleci kurum ve kuruluşlara ihalelerini
belli istekliler arasındaki ihale usulü veya ilanlı pazarlık usullerinden birisiyle
gerçekleştirme konusunda bir seçim serbestisi tanınmıştır.
Yönerge de ortaya konulan bu düzenlemeler, ilanlı pazarlık usulü ile belli
istekliler arasındaki ihale usulünün, idarelerin kamu ihalelerini gerçekleştirirken
normal şartlar altında başvurmaları gereken standart usuller olduğu anlaşılmaktadır.9
Bununla birlikte, 2009/81/AT sayılı yönerge de, yukarıda belirtilen ihale
usulleri temelinde gerçekleştirilen ‘çerçeve anlaşma’ ve yalnızca on-line elektronik
iletişim araçları kullanılarak gerçekleştirilen ‘elektronik açık eksiltme’ olarak tarif
edilen 2004/18/AT ve 2004/17/AT sayılı kamu ihale yönergelerindeki satın alma
tekniklerine de yer verildiğine değinmek gereklidir.
Pazarlık İhale Usulü
Yönerge, bu ihale usulünün iki farklı şekilde gerçekleştirilebileceğini
öngörmüştür. Bunlar, önceden ihale ilanının yayımlandığı pazarlık ihale usulü10 ve
önceden ihale ilanının yayımlanmadığı pazarlık ihale usulüdür.11
İlanlı Pazarlık İhale Usulü
Pazarlık usulü, idarenin tedarikçilere, yüklenicilere veya hizmet sağlayıcılarına
kendi seçimleriyle ilgili olarak danıştığı ve onlarla sözleşme koşullarını, örneğin,
teknik, idarî veya mali koşulları görüştüğü bir usuldür.12 Pazarlık usulünde, yönerge
idareye sadece ihaleyi karara bağladığı esnada değil, aynı zamanda o noktadan
önceki görüşmeler esnasında da esnek bir şekilde davranma olanağı tanır. Bu
şekilde, idareler, fiyatlar, teslim tarihleri, miktarlar, teknik özellikler ve teminatlara
özel atıfta bulunarak sözleşme şartlarının belirlenmesinde aktif bir rol oynayabilir.
Ancak, idarelerin bu usulde, özellikle, teklifleri ve tekliflerin sunduğu avantajları
etkin bir biçimde karşılaştırması, istekliler arasında eşit muamele ilkesini
uygulaması gerekir.
Önceden ihale ilanının yayımlandığı pazarlık ihale usulünde, idareler sadece
yönergenin bu usule ilişkin öngördüğü detay kurallarla değil, aynı zamanda eşit
muamele ilkesi, şeffaflık ilkesi ve rekabetin temini ilkesine de riayet etmekle
mükelleftir.13
İdare bu usulü uygularken, Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde (ABRG)
ihaleye ilişkin bir ihale ilanı yayımlamalıdır. İdare, bu usulde, isteklilerle sundukları
tekliflerin ihale dokümanında belirtilen gerekliliklere uyulması ve yönergenin 47.
9
2009/81/AT sayılı yönergenin giriş kısmının 47 no’lu paragrafı.
2004/81/AT sayılı yönergenin 26. maddesi
11
2004/81/AT sayılı yönergenin 28. maddesi
12
2009/81/AT sayılı yönergenin “tanımlar” başlıklı 1(20) maddesinde; “pazarlık usulü”,
ihaleci kurum ve kuruluşun ihale konusuna ilişkin kendi seçimiyle ilgili müteşebbisleri davet
ederek sözleşme şartlarından birisi veya birkaçı ile ilgili görüşme yaptığı usuldür.
13
2009/81/AT sayılı yönergenin 26(2) maddesi.
10
60
SERVET ALYANAK
maddesi kapsamında en uygun teklifi almak için müzakereler gerçekleştirir.
Böylece, bu usulde müzakere, tekliflerin alınmasının ardından gerçekleştirilir. İdare,
müzakereler esnasında tüm isteklilere eşit muamelede bulunmalıdır. Özellikle de
diğer istekliler aleyhine bazı isteklilere avantaj tanıyarak, ayrımcılık oluşturacak bir
şekilde bilgi vermemelidir. Ayrıca, daha önceden belirtilen teklif değerlendirme
kriterleri çerçevesinde, ihalenin sonuçlandırılması gerekmektedir.
Böylece, belli istekliler arasındaki ihale usulünde olduğu gibi, idareler bu
usulde isteklileri ilgi beyanına davet eden bir ihale ilanı yayımlamalı ve daha sonra
ihale ilanında belirtilen yeterlik kriterleri temelinde pazarlık (müzakere) yapmak
üzere davet edilecek adayları seçmelidir.14 Bu amaçla, yönergenin 26.3 maddesinde;
“idareler, ihale ilanında veya şartnamelerde yer alan ihale kriterlerini uygulayarak
pazarlığını (müzakere) yapacakları tekliflerin sayısını azaltmak için pazarlık
usulünü tedrici aşamalarda gerçekleştirmeyi tercih edebilirler” yönünde düzenleme
yer almıştır. Adayların sayısını azaltmakta kullanılması mümkün olan kriterler,
kişisel durum, mali kapasite, teknik kapasite, ilgili deneyim, uzmanlık ve adayların
yeterliliğiyle ilgili kriterlerdir.15 Bu madde metninde, ayrıca, bu imkânın
kullanılması halinde, ilan veya şartnamede bu seçeneğe başvurulmasıyla ilgili bilgi
verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
İdarelerin görüşülecek çözüm önerilerinin veya pazarlığı yapılacak tekliflerin
sayısını azaltma seçeneğini ihale ilanı, şartname veya açıklayıcı belgede belirtilen
ihale kriterlerini uygulayarak kullanması gerektiğini belirten Yönergenin 26(3)
maddesinin, yönergenin giriş kısmının 63 no’lu paragrafı ve yönergenin 38. maddesi
ile birlikte okunması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. İdare müzakere için belli
bir aralıkta (sayıda minimum ve maksimum sayıda) istekliyi davet etmeyi
öngörebilir. Ancak bu paragrafın son cümlesinde müzakere için davet edilecek aday
sayısının, gerçek bir rekabet ortamını sağlayacak sayıda olması gerekmektedir.
Örneğin, davet edilecek aday sayısının minimum 6 maksimum 8 aday
olacağının belirtildiği, ancak yapılan yeterlik değerlendirmesinde sadece 4 adayın
yeterlik değerlendirmesi neticesinde yeterli görüldüğü bir durumda idare, bu sayının
rekabet yönünden yeterli olduğu kanaatinde ise, ihaleye yeterli görülen bu adaylarla
müzakere aşamasını başlatabilir veya bu sayının rekabet yönünden yeterli olduğu
kanaatinde değilse, tekrar başlangıçtaki ihale ilanını yayımlayarak başvuru
yapılmasına imkan tanıyarak, hem yeterlik kriterlerini karşılayan yeni isteklileri,
hem de yeterlik kriterlerini daha önce karşılayan isteklileri müzakere aşamasına
davet eder.16
Nihayetinde, müzakere aşamasının başlangıcında, katılımcıların sayısıyla ilgili
olarak yönergenin 38(3) maddesi, önceden bir ihale ilanının yayımlanmasıyla
gerçekleştirilen pazarlık usulünde en az üç katılımcı olması gerektiğini belirtmiştir.
14
Sue Arrowsmith, The Law of Public and Utilities Procurement, London, Sweet & Maxwell,
2005, s.571.
15
2009/81/AT sayılı yönergenin giriş kısmının 62 no’lu paragrafı
16
2009/81/AT sayılı yönergenin 38.3 maddesi
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
61
Görüşmelere en az üç aday ile başlayan bir idare, müzakereler
tamamlandığında yönergenin adaylardan görüşmeler süresince sunulan ve açıkça
belirtilen çözüm veya çözümler üzerindeki son tekliflerini sunmalarını isteyecektir.
Bu teklifler projenin yerine getirilmesi için istenen ve gerekli tüm hususları
içerecektir. Müzakere aşamasından sonraki nihai teklif aşamasında ise en az kaç
aday bulunması gerektiği yönünde 26. maddede herhangi bir açıklama
bulunmamakla birlikte, yönergenin 38(5) maddesi bu konuda yol göstericidir.
Yönergenin 38(5) maddesi ihaleci kurumlara, tartışılacak çözümlerin sayısını veya
müzakere yapılacak istekli sayısını, yönergenin 26(3) maddesi ile 27(4) maddesine
göre azaltma seçeneğini kullanacağı durumlarda, müzakere aşamasından sonraki
nihai teklif aşamasında en az kaç aday bulunması gerektiğine ilişkin yapılan
açıklama yol göstericidir.
Bu nedenle, müzakere aşamasından sonraki son aşamanın,17 yönergenin 38(5)
maddesinde, “ulaşılan sayı, yeterli sayıda çözüm veya uygun aday olduğu sürece
gerçek rekabet oluşturacak düzeyde olmalıdır” düzenlemesi dikkate alınarak
gerçekleştirilmesi gerekir. Bu açıkça ifade edilmese de, yönergenin 38(5)
maddesinde belirtildiği üzere müzakere yapılacak istekli sayısının azaltılmasının
öngörüldüğü durumlarda, son aşamada nihaî sayının iki adaya kadar indirilebileceği
anlamına gelir. Bu düzenlemeden de anlaşıldığı üzere, bu aşamada da asgari bir
rekabet düzeyinin gerçekleştirilmesi istenildiğinden, son aşamada en az iki adaydan
nihai teklif vermesinin istenmesi gerekmektedir. Bu durum aslında rekabeti teşvik
eden asgarî istekli sayısı hakkında da bir ipucu vermektedir.18 Bu düzenlemeden
hareketle, pazarlık usulünde müzakere aşamasından sonraki nihai teklif aşamasında
en az iki adayın bulunması gerektiği söylenebilir.
İhale İlanı Yapılmaksızın Pazarlık Usulünün Kullanılabileceği Haller
Yönergenin 28. maddesine göre, idareler aşağıdaki durumlarda önceden ihale
ilanı vermeksizin pazarlık usulü yoluyla ihale düzenleyebilir.
1) Mal ve hizmet alımları ile yapım işlerine özgü olarak;
a) Belli istekliler arasındaki ihale usulünde, ilanlı pazarlık ihale usulünde
veya rekabetçi müzakere usulünde, hiç teklif ya da başvuru gelmemesi
veya hiçbir uygun teklif ya da başvuru gelmemesi ve ihalenin
başlangıçtaki koşullarının büyük ölçüde değiştirilmemesi şartıyla, ilan
yapılmaksızın pazarlık usulüne başvurulabilir. İhaleci kurum ve
kuruluşların bu gerekçelerle pazarlık usulüne başvurmaları halinde,
Komisyonun talebi halinde Komisyona rapor göndermesi gerekir.
Burada belirtilen durum tüm ihale türlerinde (yapım, mal ve hizmet
alımlarında) geçerlidir. Buradaki argüman, belli istekliler arasındaki
ihale usulüne, ilanlı pazarlık ihale usulüne veya rekabetçi müzakere
usulüne yanıt olarak hiçbir isteklinin ilgi göstermemesi, alınan
17
18
Yönergenin 26.4 maddesi
Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, s.578.
62
SERVET ALYANAK
tekliflerin de gerçek bir teklifin yokluğu nedeniyle kabul edilemeyecek
şekilde uygunsuz olması, zira verilen teklifin ihale dokümanında
belirtildiği üzere ihale dokümanındaki gerekliliklere açıkça
uymamasıdır (örneğin bilgisayar istenmesine rağmen televizyon
sunulması gibi). Burada teklif sunulmuş olması durumunda, bu usule
başvurabilmek için sunulan teklifin hiç teklif verilmemiş olarak
addedilmesi söz konusudur. İhaleyle hiçbir ilgisi olmayan ve
dolayısıyla idarenin ihale dokümanında yer alan ihtiyaçlarını
gideremeyecek olan tekliflerdir. Bu tür teklifler nihayetinde hiç
verilmemiş olarak varsayılır.
b) Belli istekliler arasındaki ihale usulünde, ilanlı pazarlık usulünde
veya rekabetçi müzakere usulü ile yapılan ihalede, usulsüz teklifler
veya yönergenin 5, 19, 21 ve 24. maddeleri ile 7. bölümünün II.
başlığa aykırı düşecek şekilde kabul edilemeyecek olan teklifler
alınması durumlarında bu usule başvurulabilir.19 Burada ihalenin
temel koşullarının büyük ölçüde değiştirilmemesi ve yönergenin 3946. maddeleri arasındaki hükümlerine uygun olarak teklif veren tüm
istekliler ile sadece önceki belli istekliler arasındaki ihale usulünde
veya rekabetçi müzakere usulündeki şekil koşullarına uygun teklif
veren isteklilerin, bu pazarlık usulüne katılımlarının sağlanması
gerekmektedir.
c) Ortaya çıkan bir kriz neticesinde oluşan acil durumlardan ötürü, belli
istekliler arasındaki ihale usulü ile önceden ihale ilanı yayımlamak
suretiyle yürütülen pazarlık usulü için (yönergenin 33(7) maddesinde
belirtilen kısaltılmış süreler tatbik edilse dahi) belirtilen sürelere
uyulamadığı ve ihtiyacın temininin gerektiği durumlarda bu usule
başvurulabilir. Yönergenin 23. maddesinin ikinci fıkrasının (d)
bendi, bu yönde bir duruma örnek olarak gösterilmiştir. Bu
düzenleme uyarınca, ihaleci kurum/kuruluşun herhangi bir kriz
sonucunda oluşabilecek ilave taleplerinin, kendisiyle sözleşme
yapılan yükleniciden üzerinde anlaşılacak şartlarda karşılanması bu
yönde bir alımdır.
d) İhaleci kurum/kuruluşlar tarafından öngörülmesi mümkün olmayan
olaylar nedeniyle, ortaya çıkan son derece acil durumlardan ötürü, belli
istekliler arasındaki ihale usulü veya önceden ihale ilanı yayımlamak
suretiyle yürütülen pazarlık usulü için belirtilen sürelere (yönergenin
33(7) maddesinde belirtilen kısaltılmış süreler tatbik edilse dahi)
19
Usulsüz tekliflere örnek olarak ihale kurallarına uygun olmayan teklifler, sunulan
fiyatların rekabetçi teklif verme ilkesinin bir sonucu olmadığının açıkça görüldüğü teklifler
verilebilir. Diğer taraftan, kabul edilemez tekliflere örnek olarak; tekliflerin sunulması için
belirtilen süreden sonra veya gerekli yeterlik koşullarına sahip olmayan istekliler tarafından
sunulan teklifler veya idarenin bütçesiyle karşılaştırıldığında çok yüksek ya da anormal
şekilde düşük fiyatlar içeren teklifler verilebilir.
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
63
uyulamadığı ve kesinlikle ihtiyacın temininin gerektiği durumlarda bu
usule başvurulabilir. Burada, son derece acil durumu gerekçelendirmek
için gösterilen koşulların hiçbir şekilde ihaleci kurum/kuruluşa
atfedilmemesi gerekmektedir. Bahsedilen öngörülemeyen olaylar,
normal ekonomik ve sosyal faaliyet alanlarının dışında kalan sel,
deprem gibi olaylardır. Bu usule başvurmanın, yalnızca o acil durumla
ilgili olarak temini gereken hizmet, malzeme veya yapım işi alımının
gerçekleştirilmesi gereken durumlarla sınırlı olduğu unutulmamalıdır.
Bu durumda acil durumu gerekçelendirmek için gösterilen koşullar
hiçbir şekilde idarenin eylemleriyle alakalı olmaması gerekir.
2004/18/AT sayılı yönergenin benzer mahiyetteki 31. maddesine göre,
idarelerin bu öngörülemeyen olaylara ilişkin önceden ihale ilanı
vermeksizin pazarlık usulüne başvurmalarıyla ilgili olarak gösterdikleri
gerekçeler, Adalet Divanı tarafından çok sıkı ve katı yoruma tâbi
tutulmuştur.20 Divan, acil durumla ilgili çok dar bir tanım yapmış olup,
bu usule başvurmanın, acil durumun öngörülemeyen olaylar sebebiyle
gerçekleşmediği durumlarda yasal olmadığını belirtmiştir. Bu usule
başvurulmasına ilişkin gerekli koşulların oluştuğunu ispat etmenin de,
idareye ait olduğu belirtilmiştir. Divan, bu istisnai usul ile söz konusu
acil durum nedeniyle yalnızca ihtiyaç duyulan hizmetlerin alımının
yapılması gerektiğini belirtmiştir.21 Dolayısıyla, 2009/81/AT sayılı
kamu ihale yönergesinde, bu usule söz konusu acil durumla ilgili
olarak yalnızca ihtiyaç duyulan mal, yapım ve hizmetlerin alımının
yapılması gerektiği unutulmamalıdır. Belirlenen asgari süre dikkate
alındığında bu, acil durumun devam ettiği bir dönemi kapsayan mal,
yapım ve hizmetler anlamına gelmektedir. İdare, bu süreden sonra
ihtiyaç duyulan mal, yapım ve hizmetlerle ilgili olarak, normal ihale
usullerine göre alım gerçekleştirmelidir.
e) Teknik nedenlerden ötürü veya münhasır hakların korunmasıyla ilgili
sebeplerden ötürü, ihalenin sadece belirli bir işletmeye verilebileceği
durumlarda bu usule başvurulabilir. Bir idarenin sadece tek bir ticari
işletme tarafından üretilen çok özel bir teknolojiye sahip ürünler satın
almasının gerektiği durumlarda da yukarıda bahsedilen madde hükmü
geçerlidir. Yerel olarak ve Topluluk düzeyinde söz konusu ekipmanı
temin edebilecek diğer ticari işletmelerin bulunup bulunmadığını tespit
etmek idarenin görevidir ancak bu durumu kanıtlamak oldukça güç
olabilmektedir.
20
Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, s.560. Örneğin, Case 199/85, Commission v Italy [1987]
E.C.R. 1039, parag. [14]; Case 71/92, Commission v Spain [1993] E.C.R. I-5923, parag. [36];
Case C-328/92 Commission v Spain [1994] E.C.R. I-1569, parag. [15]; Case C-57/94
Commission v Italy [1995] E.C.R. I-1249, parag. [15]
21
Case 194/88R, Commission v Italy [1988] ECR 4547; Case C-24/91, Commission v Spain,
[1992] ECR I-1989.
SERVET ALYANAK
64
2) Mal ve hizmet alımlarına özgü olarak;
a) Yönergenin 13. maddesi dışında kalan araştırma ve geliştirme hizmet
alımlarıyla ilgili olarak bu usule başvurulabilir.
b) Ticari faaliyetlerin devamlılığını sağlayacak seri üretim veya
araştırma ve geliştirme masraflarını karşılama amacı dışında, sadece
araştırma ve geliştirme amacıyla ihtiyaç duyulan ürünlerin temini
amacıyla bu usule başvurulabilir.
3) Sadece mal alımlarıyla ilgili olarak;
a) Mevcut malların veya ekipmanların kısmen değiştirilmesi veya
arttırılması için ilave teslimatlar yapılmasıyla ilgili olarak bu usule
başvurulabilir. Ancak, idarenin bu ilave teslimatlara ilişkin önceki
tedarikçinin değiştirilmesi durumunda, idarenin farklı teknik
özelliklerde malzeme almasına ve bunun sonucunda uyumsuzluk ya da
işletme ve bakımla ilgili orantısız teknik zorluklar yaşamasına sebep
olacağı durumlarda, idare asıl tedarikçiden bu yöndeki mal teminini bu
usule göre gerçekleştirebilir. Bu yöndeki bir sözleşmenin süresi ile
yapılan bir sözleşme neticesinde alınan ürünle ilgili süreklilik gösteren
alımların süresi, genel bir kural olarak beş yılı geçemez. Ancak teslim
edilen ürünlerin beklenen kullanım süresi ile bu ürünlerin kurulumu ve
işleyiş sistemi dikkate alındığında, bu ürünlerin alındığı tedarikçinin
değiştirilmesi neticesinde yaşanacak teknik zorlukların dikkate alındığı
çok istisnai durumlar bu süre kısıtlaması dışındadır.
b) Bir emtia piyasasında kote edilmiş ve satın alınmış mallarla ilgili
olarak da bu usule başvurulabilir.
c) Faaliyetlerini kesin olarak tasfiye eden bir tedarikçiden veya bir iflasın
tarafı ya da tasfiye memurundan veya alacaklılarla anlaşma yoluyla
veya ulusal hükümler ve kanunlar kapsamında, benzeri bir usulle son
derece avantajlı koşullar altında mal almak için de bu usule
başvurulabilir.
4) Yapım ve hizmet alımlarıyla ilgili olarak;
a) İlk başta proje kapsamında veya asıl sözleşmede yer almayan, ancak
öngörülemeyen koşullar nedeniyle daha önce açıklanan yapım işleri
ve hizmetlerin gerçekleştirilebilmesi için gerekli hale gelen ilave
yapım işleri veya hizmetleri belli koşullar altında mevcut yapım işi
veya hizmetini gerçekleştiren ticari işletmeye verilebilir. Bu koşullar,
ilave yapım işleri veya hizmetlerin, idareler açısından önemli bir sorun
yaratmaksızın asıl sözleşmeden teknik veya ekonomik olarak
ayrılamaması, bu yapım işleri veya hizmetlerin, asıl sözleşmeden
ayrılabilir olsalar da, işin tamamlanması için kesinlikle gerekli olması
lazımdır. Burada belirtilen durum, kamu yapım işleri ihalelerinde ve
kamu hizmet alımı ihalelerinde geçerlidir. Bununla birlikte, ilave
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
65
yapım işleri veya hizmetlerle ilgili olarak yapılan ihalelerin toplam
değeri asıl sözleşme bedelinin % 50’sini geçemez.
b) İdarelerin daha önce asıl ihaleyi verdikleri bir ticari işletmeye verilmiş
yapım işleri veya hizmetlere benzer ve tekrar niteliğinde olan yeni
yapım işleri veya hizmetler için de bu usule başvurulabilir. Ancak bu
hizmetler veya yapım işlerinin, asıl ihalesi belli istekliler arasındaki
ihale usulü, ilanlı pazarlık veya rekabetçi müzakere usulüyle verilen
temel projeyle uyumlu olması gerekmektedir. Dolayısıyla, ilk ihale
ilansız pazarlık usulüyle verilmişse, bu koşul yerine getirilmemiş
sayılır. Ayrıca burada bahse konu usule, asıl ihaleden sonraki üç yıl
içerisinde başvurulmalıdır. Asıl ihalenin yaklaşık maliyeti ile ilgili
tespit yapılırken, yönergenin uygulanması için gereken eşik değere22
ulaşılıp ulaşılmadığını tespit etmek amacıyla bu yöndeki müteakip
hizmetler veya yapım işlerinin (bu kurala göre verilebilecek iş ve
hizmetlerin) toplam tahmini bedelinin de asıl ihaleye ilişkin yaklaşık
maliyet hesabında dikkate alınması gerekir.
5) AB üyesi dışındaki başka bir ülkede konuşlandırılan veya konuşlandırılacak
olan bir üye devletin güvenlik güçleri ya da silahlı kuvvetleri için
gerçekleştirilecek deniz ve hava ulaştırma hizmetleri ile ilgili alımlar bu usule
göre gerçekleştirilebilir. Ancak böyle bir alım için isteklilerin kısa zaman
dilimlerini içeren süreler için geçerli teklif sunabilecekleri bir hal olması ve
belli istekliler arasındaki ihale usulü ile ilanlı pazarlık usulüne ilişkin süre
koşullarının (yönergenin 33(7) maddesinde öngörülen süre kısaltmasının dahi
yeterli kalmadığı) bu kısa süreler için uygun olmaması da gerekmektedir.
Ayrıca, ihaleci kurum/kuruluşun söz konusu alımı süre ile ilgili böyle bir
kısıtlaması olan isteklilerden gerçekleştirme zorunluluğu olması
gerekmektedir.
Belli İstekliler Arasındaki İhale Usulü
Belli istekliler arasındaki ihale usulü, yalnızca ihale ilanında belirtilen
koşullara uyan isteklilerin idareler tarafından teklif vermeye davet edildiği bir
usuldür.
2009/81/AT sayılı yönergenin “tanımlar” başlıklı 1(19) maddesinde verilen
tanıma göre, belli istekliler arasındaki ihale usulü, “ekonomik faaliyet gösteren
herhangi bir işletmenin katılma talebinde bulunabileceği ve sadece idare tarafından
davet edilen işletmelerin teklif verebileceği usuldür”. Belli istekliler arasındaki ihale
usulü, yeterlik ve teklif vermeye davet şeklinde iki aşamalı bir süreçtir.
İlk aşamada (yeterlik aşaması) ihaleyle ilgilenen her işletme, ihale ilanına
karşılık olarak bir katılım talebinde bulunabilir. İhale ilanı, istekli olabileceklerin
sunmaları gereken bilgileri belirtebilir. Bu durumda işletme veya kişiye ‘aday’ adı
22
2009/81/AT sayılı yönergenin 8. maddesinde belirtilen eşik değerler.
SERVET ALYANAK
66
verilir. Bu aşamada idare, kişi veya işletmenin uygunluğunu önceden belirlenmiş
yeterlik kriterleri doğrultusunda kontrol edecektir. Yeterlik aşamasındaki adaylar
için uygulanmasına izin verilen yeterlik kriterleri yönergenin 39-44. maddelerinde
belirtilmiş olup, sadece adayların kişisel durumu ile ekonomik ve mali yeterlik ile
teknik yeterliğe ilişkin kriterler (bu maddelerde belirtilen mali kapasite, teknik
kapasite, uygun deneyim, uzmanlık ve ehliyetle) ilgili olarak belirlenmesi
gerekmektedir.
İkinci aşamada (teklif vermeye davet), idare seçtiği adayları teklif vermeye
davet eder. Bu aşamada idare, ihaleyi ihale ilanında veya davet mektubunda
belirtilen kriterler doğrultusunda sonuçlandırır.
Belli istekliler arasındaki ihale usulü iki şekilde ele alınabilir. İdareler ihale
ilanında teklif vermeye davet edilecek aday sayısını belirtmezlerse, bu durumda
aranan şartlara sahip tüm adayları çağırmaları gerekmektedir. İdareler ihale ilanında
teklif vermek üzere, davet edeceği adayların sayılarını sınırlayabilir. Bu durumda
asgarî katılım kriterlerine sahip olan adayların listesi, adaylara bildirilmiş olan,
ayrımcı olmayan şeffaf kurallar ve kriterler aracılığıyla belirlenir. İdareler belli bir
aralıktaki sayıda (minimum ve maksimum) istekliyi davet etmeyi öngörebilir.23
Yönergenin 38(3) maddesi, önceden belli istekliler arsındaki ihale usulünde yeterlik
aşamasından sonraki teklif aşamasında en az üç katılımcı olması gerektiğini
belirtmiştir.
Davet edilecek aday sayısının belli bir aralıkta (sayıda minimum ve uygun
görülmesi halinde maksimum sayıda) olacağının belirtildiği ancak yapılan yeterlik
değerlendirmesinde öngördüğü minimum sayıdan daha az sayıda ancak üçten fazla
adayın yeterlik değerlendirmesi neticesinde yeterli görüldüğü bir durumda idare, bu
sayının rekabet yönünden yeterli olduğu kanaatinde ise, ihaleye yeterli görülen bu
adaylarla devam edebilir veya bu sayının rekabet yönünden yeterli olduğu
kanaatinde değilse, tekrar başlangıçtaki ihale ilanını yayımlayarak başvuru
yapılmasına imkan tanıyarak, hem yeterlik kriterlerini karşılayan yeni adayları hem
de yeterlik kriterlerini daha önce karşılayan adayları sürece dahil eder.24Ancak bu
usul bağlamında idare, katılım talebinde bulunmayan diğer işletmeleri veya gerekli
ehliyete sahip olmayan adayları sürece dâhil ederek ihaleye devam edemez.25
İhale Dışı Bırakılma
Yönerge, bir yüklenicinin 'kişisel durumuyla' ilgili olarak ihale dışı
bırakılmasına neden olabilecek durumları sınırlı sayma yöntemi ile liste halinde
belirtmiştir. 2009/81/AT sayılı yönergenin 39. maddesinin 1. fıkrasında, ihale
23
2009/81/AT sayılı yönergenin giriş kısmının 62 no’lu paragrafında, ihaleci kurum ve
kuruluşların ilanlı pazarlık usulü, belli istekliler arasındaki ihale usulü ve rekabetçi müzakere
usulünde davet edilecek aday sayısının aday sayısındaki azaltmaya ilişkin kıstasların ihale
ilanında belirtilmesi ve objektif temellere dayanması karşılığında belli bir aralıkta olacağını
öngörebilecekleri belirtilmiştir.
24
Yönergenin 38.3 maddesi
25
Sue Arrowsmith, op.cit., s.460-461.
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
67
dışında bırakılmanın zorunlu olduğu durumlar liste halinde belirtilmiştir. Burada
amaç, kamu ihalelerinin, bir suç örgütüne katılmış veya AB’nin mali çıkarları
aleyhinde bir unsur oluşturacak şekilde yolsuzluk ya da dolandırıcılık veya kara para
aklama suçlarından ötürü suçlu bulunmuş ticarî işletmelere verilmesinden
kaçınılması gerektiği anlamına gelir.26
Yönergenin 39. maddesinin 1. paragrafında belirtilen sebeplerden biri veya
birkaçı nedeniyle idarenin de haberdar olduğu şekilde kesin bir hükümle mahkum
olmuş adaylar veya isteklilerin ihale dışında bırakılması şart koşulmuştur. Yönerge
de belirtildildiği üzere, bir mahkumiyetin; bir suç örgütüne katılmak,27 yolsuzluk,28
dolandırıcılık,29 terörist faaliyetlerle alakalı suçlar ve terör suçları30 veya kara para
aklama ve terörün finanse edilmesiyle ilgili mali suçlardan31 alınmış olması halinde,
bu durumdaki isteklinin değerlendirme dışı bırakılması gerekir.32
2009/81/AT sayılı yönergenin 39. maddesinin 2. fıkrasında da herhangi bir
istekli aşağıda belirtilen nedenlerden ötürü ihale dışı bırakılabilir. Bunlar;
a) İflas edenler ya da tasfiye konumunda bulunanlar, ticari faaliyetleri
mahkeme tarafından yönetilenler, ticari borçları konusunda alacaklıları ile
düzenlemeye girenler, ticari faaliyetleri askıya alınan ya da ulusal yasa ve
düzenlemelere göre benzer durumlarda olanlar,
b) İflasın duyurulması ve zorunlu tasfiye işlemlerine muhatap olanlar ile
işlerinin mahkeme tarafından yürütülmesi ve borçları konusunda
alacaklıları ile bir anlaşmaya varılması işlemlerine konu olanlar ile ulusal
mevzuata göre benzer süreçte bulunanlar,
c) Savunma ve güvenlik teçhizatlarının ihracatıyla ilgili mer’i mevzuatın ihlali
gibi mesleki faaliyetleriyle ilgili herhangi bir eylemden dolayı kesin bir
yargı kararıyla hüküm giyenler,
26
Christopher Bovis, EC Public Procurement: Case Law and Regulation, Newyork, Oxford
University Press, 2006, s. 224.
27
98/733/JHA sayılı Konsey Ortak Eylem Belgesinin 2(1) maddesinde (OJ L 351,
29.12.1998, p. 1) tanımlandığı üzere.
28
26 Mayıs 1997 tarihli Konsey Tasarrufunun 3. maddesi (OJ C 195, 25.6.1997, p. 1.) ve
2003/568/JHA sayılı Konsey Çerçeve Kararının 2(1) maddesinde (OJ L 192, 31.7.2003, p.
54) tanımlandığı üzere.
29
Avrupa Topluluklarının Mali Çıkarlarının Korunmasına İlişkin Sözleşmenin (OJ C 316,
27.11.1995, p. 49) 1. maddesi kapsamında tanımlandığı üzere.
30
2002/475/JHA sayılı Konsey Çerçeve Kararının 1 ve 3. maddelerinde tanımlanan terörist
faaliyetlerle alakalı suçlar ve terör suçları ile 4. maddesi kapsamında bu suçlara azmettirme,
teşvik etme, teşebbüs, yardım ve yataklık yapma olarak ifade edilen suçlar için tanımlandığı
üzere.
31
26 Ekim 2005 tarih ve 2005/60/AT sayılı, kara para aklama veya terörün finanse edilmesi
amacıyla mali sistemin kullanılmasının önlenmesine ilişkin Yönergenin 1. maddesinde (OJ L
309, 25.11.2005, p. 15) tanımlandığı üzere.
32
Sue Arrowsmith, “Implementation of the new EC procurement directives and the Alcatel ruling
in England and Wales and Northern Ireland: a review of the new legislation and guidance”, Public
Procurement Law Review, 3, 2006, s.118.
SERVET ALYANAK
68
d) İhaleci kurum veya kuruluşa yaptığı önceki iş sırasında bilgi güvenliği veya
tedarik güvenliği ile ilgili yükümlülüklerini ihlal gibi meslek ahlakına ağır
aykırılık teşkil eden eylemlerde bulunduğu, ihaleyi yapan ihaleci kurum
veya kuruluş tarafından herhangi bir araçla ispat edilenler,
e) Korunmuş bilgi kaynakları dâhil, herhangi bir kanıt aracı temelinde üye
devletin güvenliğine yönelik riskleri dışarıda tutmak için gerekli olan
güvenilirliğe sahip olmadığına kanaat getirilenler,
f) Kendi ülkesi veya ihaleci kurum veya kuruluşun bağlı olduğu ülkenin
mevzuat hükümleri uyarınca, kesinleşmiş sosyal güvenlik prim borcunun
ödenmesi ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyenler,
g) Kendi ülkesi veya ihaleci kurum veya kuruluşun bağlı olduğu ülkenin
mevzuat hükümleri uyarınca, vergi borcunun ödenmesi ile ilgili
yükümlülüklerini yerine getirmeyenler,
h) Bu bölüm altında istenen ve bu türde olan bilgileri hiç sunmayanlar ile bu
bilgilerin sunulmasında ciddi yanlış beyanlarda bulunanlar,
Üye devletler, 2009/81/AT sayılı yönergenin 39. maddesinin 2. fıkrasında
belirtilen bu hükümlerin iç hukuka aktarımını kendi ulusal mevzuatı ile Topluluk
hukukuna uygun olarak belirleyeceklerdir.
Yeterlik ve Katılım Kriterleri
‘Yeterlik’ kavramı burada, tedarikçilerin ihale usullerine özellikle mali ve
teknik açıdan katılım için uygun olup olmadıklarının değerlendirildiği sürece atfen
kullanılmaktadır.33 Bu kavram, ister ihaleden önce, ister ihaleden sonra olsun, her
türlü değerlendirme sürecini kapsayacak kadar geniş bir şekilde kullanılmaktadır.
2009/81/AT sayılı kamu ihale yönergesinde yeterlikle ilgili ayrıntılı kurallar olmakla
birlikte, Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma’nın (ABİDA) genel ilkelerinin
bu süreçte önemli uygulamaları olduğu açıktır.
2009/81/AT sayılı kamu ihale yönergesinde; tedarikçinin, yüklenicinin veya
hizmet sağlayıcısının iyi bir geçmişe sahip olması, mesleki yeterlik ve nitelikleri,
ekonomik ve mali durumu ile teknik bilgi veya becerileriyle alakalı birtakım yeterlik
kriterleri listelenmiştir. Bu kuralların amacı, mesleki, ekonomik ve mali kapasite
oluşturmak için ne gibi referanslar veya kanıtlara gerek duyulabileceğini
belirlemektir.
Bir yeterlik sürecinin uygulanmasının sebebi, isteklinin ihale dokümanında
belirtilen işi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini tespit etmektir. Yeterlik
kriterleri, tedarikçi/hizmet sağlayıcısının ihale dokümanları ve koşullarına uygun
olarak, ihale konusu işi gerçekleştirmesine yetecek deneyim, araçlar, teşkilat yapısı
ve mali istikrara sahip olup olmadığını bulmaya yarar. Elbette ki yeterlik kriterleri
farklı ihalelerdeki çeşitli koşullara göre değişkenlik gösterir. Adalet Divanının
33
Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, s. 713.
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
69
birçok kararında belirttiği üzere, yüklenicilerin uygunluğu, sadece yönerge de
belirtilen yüklenicilerin ekonomik ve mali durumu ile teknik kapasitesi gibi
niteliksel seçim kriterleri temelinde incelenebilir.34
Yeterlik kriterleri, ihale belgelerinde açık bir şekilde belirtilmelidir. İstenen
koşullar isteklinin “kişisel durumuyla” (ticaret sicil kaydı, bir odaya kayıtlı olması
gibi),35 “ekonomik ve mali durumuyla” ya da “mesleki ve teknik kapasitesiyle” ilgili
olabilir. Bu koşulların ihale dokümanında, bir isteklinin yeterlilik kriterine sahip
olup olmadığını tespit etmeyi mümkün kılacak şekilde açıklanması gerekmektedir.
İdare, ihaleye katılacak olanların “kişisel durumuyla” alakalı olarak ihale
ilanında isteklilerin mesleki bir sicile veya ticaret siciline kayıtlı olduklarını
kanıtlamasını veya kurulu bulundukları üye devletin mevzuatında belirtilen
koşullara uygun olarak bir yeminli bildirim veya sertifika sunmasını36 isteyebilir.
Ancak, başka bir üye devlette kurulu bir yüklenicinin idarenin bulunduğu ülkedeki
bir mesleki sicile veya ticaret siciline kayıtlı olmasını şart koşmak hem açık bir
şekilde yönergeye aykırıdır, hem de Topluluk içerisinde serbest hizmet sunma
özgürlüğü ilkesinin ciddi bir şekilde ihlâlidir.
Bir tedarikçinin/hizmet sağlayıcısının “mali ve ekonomik kapasitesini ölçmeye
yönelik” kriterler, o şirketlerin yıllık faaliyet raporlarında birtakım anahtar rakamlar
olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda ekonomik ve mali kriterler; kabul edilebilir
asgarî borç ödeme gücü düzeyi (bilanço), asgarî likidite düzeyi (bankalardan alınan
referanslar) ve asgarî yıllık ciro şeklinde belirlenebilir.37 İdarelerin, ihale ilanında
veya teklif davetinde, bu hususlardan hangi belge ve unsurları seçtiklerini ve hangi
diğer belge ve unsurlara ihtiyaç duyduklarını belirtmesi gerekir.38
Geçerli bir sebepten ötürü yüklenicinin talep edilen belge ve unsurları
sağlayamaması durumunda, idare söz konusu yüklenicinin ekonomik ve mali
34
Peter Braun, “Selection of bidders and contract award criteria: the compatibility of practice
in PFI procurement with European law”, Public Procurement Law Review, 1, 2001, s.2.
Ayrıca bu yöndeki Divan kararları için bkz. Joined Cases 27 to 29/86 SA Constructions et
enterprises industrielles (CEI) v. Societe cooperative ‘ Association intercommunlae pour les
autoroutes des Ardennes’ [1987] E.C.R. 3347; C-31/87 “Beentjes”.
35
2009/81/AT sayılı yönergenin 40. maddesi.
36
Mesleki bir sicile veya ticaret siciline kayıtlı olunduğunun bir sertifika ile kanıtlaması
açısından 2009/81/AT sayılı yönergenin VII no’lu ekinde liste halinde ihale türlerine göre her
üye ülke makamının bu konudaki yetkili mercii ayrı ayrı belirtilmiştir. Buna göre bir üye
devlette kurulu istekli, mesleki bir sicile veya ticaret siciline kayıtlı olduğuna ilişkin olarak
yapım işleri ihalelerine katılırken yönergenin Ek-VII A kısmında, mal alımı ihalelerine
katılırken Ek-VII B kısmında, hizmet alım ihalelerine katılırken Ek-VII C kısmında, her üye
ülke açısından listede belirtilen makam veya merciden bu hususa ilişkin belgeyi sertifika
şeklinde sunabilir. 2009/81/AT sayılı yönergenin VII no’lu ekinde düzenlenen listeler bildirici
mahiyette olup, üye ülkeler, bu listelerde yer alan kayıtlarda ve kanıtlama araçlarıyla ilgili
herhangi bir değişiklik olduğunda, AB Komisyonunu ve diğer üye ülkeleri haberdar
etmelidirler.
37
2009/81/AT sayılı yönergenin 41(1) maddesinin (a), (b) ve (c) bentleri.
38
2009/81/AT sayılı yönergenin 41(4) maddesi.
70
SERVET ALYANAK
durumunu başka bir belge aracılığıyla kanıtlamasına olanak tanımalıdır. Bununla
birlikte, bu belgelerin uygun olup olmadığını değerlendirmek idarenin görevidir.39
Ekonomik ve mali yeterliğe ilişkin olarak Adalet Divanı tarafından geliştirilen
diğer bir prensip de, isteklilerin bir ihaleye ilişkin olarak karşılamaları gereken mali
yeterlilik belgelerindeki, örneğin ciro oranı veya belli bir hacme sahip olan bir
firmanın bir defa da üstlenebileceği azami iş taahhüdü gibi standartları belirlemek
tamamen idarenin takdir yetkisi içerisinde kalmaktadır.40
2009/81/AT sayılı yönerge de, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı kararları
doğrultusunda, bir ticarî işletmenin belirli bir ihale için ve koşullar uygun olduğunda
diğer işletmelerin kapasitelerine, bu iki işletme arasındaki bağların hukuki niteliği
ne olursa olsun, başvurabileceği belirtilmiştir.41 Bu durumda ilgili ticarî işletme,
örneğin bu işletmelerin kuracakları bir işletme vasıtasıyla, gerekli kaynakların kendi
kullanımında bulunacağını idareye kanıtlamalıdır.
İdarelerce, bir ihalede isteklilerin “mesleki ve teknik yeterliliğini belirlemek”
amacıyla sunulacak belgeler, 2009/81/AT sayılı yönergenin 42. maddesinde
belirtilmiştir. Bu belgeler; geçmiş iş deneyimi, personel durumu, araç gereçler gibi
isteklilerin becerilerini, verimliliklerini, deneyimlerini ve güvenilirliklerini ölçmeye
yönelik olmalıdır.42 İsteklilerin mesleki ve teknik yeterliliğini belirlemek amacıyla,
2009/81/AT sayılı yönergenin 42. maddesinde belirtilen yeterlik şartları dışında
başka yeterlik şartları öngörülemez.
Yönergede belirtilen sistemde, yüklenicilerin yeterlik kriterlerine
uygunluğunun incelenmesi ve ihalenin sonuçlandırılması, ihale sürecinin iki ayrı
adımıdır. Divan, Beentjes kararında,43 iki aşama arasında zaman yönünden kesin bir
kronolojik ayırım bulunmamasına rağmen, yönerge de yer alan, bir isteklinin
uygunluğunun kontrol edilmesiyle ilgili kriterlerle, ihalenin sonuçlandırılmasına
ilişkin kriterler arasında açık bir ayırım olduğunu vurgulamıştır.44 Dolayısıyla,
idareler teklifleri incelerken, örneğin, isteklinin mali kapasitesinden etkilenemezler
veya önceden belirlenmiş seçim kriterlerini haiz olmayan bir istekliye sırf teklifini
dikkate aldıkları için ikinci bir şans veremezler. Yönerge açısından, yüklenicilerin
ayrımcı sebeplerden ötürü elenmemesini sağlamak son derece önemli bir amaçtır.
Bu nedenle, yönerge sadece yüklenicilerin ihaleyi düzenleyen idare tarafından
süreç dışında bırakılmasında kullanılan seçim (yeterlik) kriterlerini belirtmekle
39
2009/81/AT sayılı yönergenin 41(5) maddesi.
Sue Arrowsmith , op.cit, 2005, s.717. Ayrıca bkz. Case C-27-29/86; C-31/87 Beentjes; C315/01 (GAT).
41
2009/81/AT sayılı yönergenin 41(2) maddesi.
42
Christopher Bovis, op.cit., s.227
43
Case 31/87, Gebroeders Beentjes BV v. Netherlands, 1988 E.C.R. 4635, 4657.
44
Peter Braun, “The use of qualitative award criteria and the difference between award and
qualification criteria: a note on T-4/01, Renco SpA v Council of the European Union”, Public
Procurement Law Review, 5, NA116-119, 2003, s.NA118.
40
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
71
kalmaz, aynı zamanda yüklenicilerin ilgili kriterlere uyduklarını kanıtlamakta
kullanabilecekleri yöntemleri de açıklar.45
Yönerge de belirtildiği üzere, standart bir usul olarak yeterlik kriteri olarak
istenecek bilgi ve belgelerin istenmesi yerine, her yeni ihale süreci için en başında
hangi kanıta ihtiyaç olduğu tespit edilmeli ve sadece uygun yükleniciyi seçmek için
gereken bilgi ve belgeler istenmelidir. Somut bir ihaleye katılımı azaltacak ve yerine
getirilmesi çok zor olan gereğinden fazla bilgi ve belgeler istenmemelidir.
Çalışmanın önceki kısmında açıklandığı üzere, orantılılık ilkesi gereği, bir ihalede
istenecek ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliğe ilişkin kriterlerin
ihale konusu ile bağlantılı ve alım konusu ihtiyaçla ölçülü olması gerekmektedir.46
Offset Uygulamaları
“Offset uygulamaları”; kamu kurum ve kuruluşları ile kamu ortakları ve kamu
iştirakleri tarafından yapılan ihalelerde çıkacak dövizi telafi etmek, ihracat
potansiyelini, kendi ulusal sanayi ve üretim alanlarını geliştirmek, kendi kalifiye
işgücünü oluşturmak, lisans ve know-how transferini gerçekleştirmek, ihale konusu
iş alanındaki eğitimi artırmak amacıyla ihaleyi kazanan yabancı firmadan, ihale
sözleşmesine ek olarak alınan taahhütlerdir. Offset uygulamaları savunma alanında
alım yapan hükümetlerin, yabancı yüklenicilere belirli yükümlülükler dayatmak
suretiyle yerli sanayilerini geliştirmek ve ulusal savunma sektörünü belli bir düzeye
getirmeyi amaçlayan uygulamalardır. AB ülkeleri arasındaki savunma ve güvenlik
alımlarındaki offset uygulamaları da oldukça yaygındır.
Bu taahhütler ihalede yeterlik koşulu olarak öngörülebileceği gibi ihalenin
karara bağlanması kriteri olarak da öngörülebilir. Yapılan bir savunma ihale
sözleşmesinin yerine getirilmesi sırasında, yüklenicinin ihalenin yapıldığı ülkeden
bir alt yüklenici kullanma zorunluluğu getirilmesi doğrudan offset uygulamasına
örnek olarak verilebilir. Bir savunma ihalesinin yüklenicisi olan bir şirketin, ileride
yapılacak ağır silahlara takılacak ‘radar uyarı’ kurulumuyla ilgili ulusal firmalardan
mekanik cihaz alma zorunluluğu getirilmesi dolaylı offset uygulamasına örnek
olarak gösterilebilir. Bunun dışında yapılan bir savunma ve güvenlik ihale
sözleşmesinde, ihale konusu savunma alımı dışında kalan ihaleyi yapan ülkeden
kağıt, gıda malzemesi, kıyafet malzemesi, fotokopi cihazı vs. alma zorunluluğu
getirilmesi de bir offset uygulaması olarak tanımlanabilir.
2009/81/AT sayılı yönerge, kapsamda kalan idarelerin ihalelerinde ihale
dokümanında, isteklilerin yeterliği ile tekliflerin değerlendirilmesi ve ihalenin karara
bağlanmasına ilişkin olarak “offset uygulanmasına” yönelik işlem ve uygulama
geliştirmelerini açıkça yasaklamamakla birlikte, anılan yönergenin ortaya koyduğu
45
Dimitri Mardas ve Dimitri Triantafyllou, “Criteria for qualitative selection in public
procurement: a legal and economic analysis”, Public Procurement Law Review, 4, 1995, s.
147. Bu konudaki Divan kararı için bkz. Case C-76/81 Transporoute et Traveaux SA v.
Minister of Public Works [1982] E.C.R. I-417.
46
Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, 12.5, s.719.
SERVET ALYANAK
72
amaçlar ve ABİDA’nın genel ilkelerinden (açıklık ve şeffaflık ile ayırımcılık
yapılması yasağı) hareketle, offset uygulamalarının yapılmasının mümkün olmadığı
değerlendirilmektedir. Nitekim AB Komisyonu savunma ve güvenlik alımlarında
offset uygulamalarıyla ilgili olarak bir Tebliğ kabul etmiştir.47
Offset uygulamaları ancak ABİDA’nın 346. maddesi bağlamında ileri sürülen
muafiyet kapsamında gerekçelendirilebilir. Bunun için de ABİDA’nın 346.
maddesinin uygulanma koşullarının ortaya konulması gerekmektedir. Bununla
birlikte Avrupa Birliği Adalet Divanı, istikrarlı bir şekilde kamu ihale yönergesi
kurallarından muafiyet sağlayan derogasyonların çok dar ve kısıtlı yorumlanması
gerektiğini her fırsatta ifade etmiştir.48 Adalet Divanının istisnaların dar
yorumlanmasına yönelik istikrar arz eden bu yaklaşımı, ‘istisnaların dar ve kısıtlı
yorumlanması ilkesi’ olarak adlandırılmıştır.49 Adalet Divanının askeri faaliyetlere
ilişkin güvenlik gerekçesiyle kamu ihale mevzuatının tatbikine ilişkin istisnanın
konu edildiği Komisyonun Belçika aleyhine açtığı C-252/01 sayılı dâvada50, bu
ilkeye değinmemesinin bu durumu değiştirmediği belirtilmiştir.51
Sonuç
Avrupa Birliği Adalet Divanı önüne kamu ihalesi alanında gelen
uyuşmazlıkların önemli bir kısmı kamu ihale usullerinin yanlış tercihi ve ihale
usullerine ilişkin uygulamada ABİDA’nın temel ilkelerine karşı yapılan ihlallerdir.
2009/81/AT sayılı savunma ve güvenlik alımlarının ihale usulleri ile yeterlik
kriterlerine ilişkin kuralların, üye ülkelerin ulusal mevzuatına tam olarak aktarımı ve
ABİDA’nın temel ilkeleriyle çelişmeyen uygulama yapılması, yönergenin
hedeflerine ulaşılması açısından son derece önemlidir.
Savunma ve güvenlik alanında hükümetlerin korumacı uygulamalarının ve
benzer düşünce yapısının devam ettirilmesi, bu sektörün AB düzeyinde
entegrasyonunun sağlanması açısından en büyük engeldir. 2009/81/AT sayılı
savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili yönerge bu açıdan çok önemli olup, üye
ülkelerin yönerge kurallarına aykırı davranmaları durumunda bu yönerge, AB
Komisyonunun ihlal prosedürünü başlatması açısından AB Komisyonunun elini
güçlendirmiştir.
47
EU Commission Directorate General Internal Markets and Services, “Guidance Note on
Offsets for Directive 2009/81/EC on the award of contracts in the fields of defence and
security”<http://ec.europa.eu/internal_market/publicprocurement/docs/defence/guideoffsets_en.pdf> (11.11.2013)
48
Adrian Brown “Grounds for failing to advertise a contract for a conveyor-belt system: a
note on C-394/02 Commission v Greece”, Public Procurement Law Review, 2005(c), 5,
NA111-113, s.NA 112;
49
Martin Trybus “Procurement for the armed forces: balancing security and the internal
market”, European Law Review, 2002, 6, s. 692-699.
50
Case C-252/01, Commission v. Belgium [2003] E.C.R. I-11859.
51
Adrian Brown, “The exemption for contracts accompanied by special security measures:
Case C-252/01 Commission v Belgium”, Public Procurement Law Review, 2004(c), 2, s.
NA33-35.
AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE…
73
Bir savunma ve güvenlik ihale sözleşmesinde offset uygulaması olarak ihale
konusu savunma alımı dışında kalan ihaleyi yapan ülkeden kağıt, gıda malzemesi,
kıyafet malzemesi, fotokopi cihazı vs. alma zorunluluğu getirilmesi, ABİDA’nın
temel ilkelerine aykırı düşmektedir. Böyle bir uygulamanın ABİDA’nın 346.
maddesi kapsamında değerlendirilmesi de mümkün değildir. Doğrudan savunma
odaklı olan bazı offset uygulamalarının ABİDA’nın 346. maddesi kapsamında
değerlendirilmesi mümkün olsa da, ABİDA’nın 346. maddesi uygulamasının
orantılılık ilkesi testine tâbi olduğunu da unutmamak gereklidir. Bu nedenle
ABİDA’nın 346. maddesi savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili otomatik olarak bir
istisna getirmemektedir.
Kaynakça
Makale
1)
Adrian BROWN “Grounds for failing to advertise a contract for a conveyorbelt system: a note on C-394/02 Commission v Greece”, Public Procurement
Law Review, 2005(c), 5, NA111-113,
2)
Adrian BROWN, “The exemption for contracts accompanied by special
security measures: Case C-252/01 Commission v Belgium”, Public
Procurement Law Review, 2004(c), 2, s. NA33-35.
3)
Aris Georgopoulos, “Commission’s Communication on the Results of the
Consultation Process on European Defence Procurement”, Public Procurement
Law Review, 2006, 15(4), s. NA119-127.
4)
Baudouin Heuninckx, “Security of supply and offsets in defence procurement:
what's new in the EU?”, Public Procurement Law Review, 2014, 2, s. 33-49.
5)
Dimitri MARDAS ve Dimitri TRIANTAFYLLOU, “Criteria for qualitative
selection in public procurement: a legal and economic analysis”, Public
Procurement Law Review, 4, 1995, s.145-158.
6)
Martin TRYBUS “Procurement for the armed forces: balancing security and
the internal market”, European Law Review, 2002, 6, s. 692-699.
7)
Martin Trybus, “The hidden Remedies Directive: review and remedies under
the EU Defence and Security Procurement Directive”, Public Procurement
Law Review, 4, 2013, s. 135-155.
8)
Sue ARROWSMITH, “Implementation of the new EC procurement directives and
the Alcatel ruling in England and Wales and Northern Ireland: a review of the new
legislation and guidance”, Public Procurement Law Review, 3, 2006, s.118.
9)
Peter BRAUN, “Selection of bidders and contract award criteria: the
compatibility of practice in PFI procurement with European law”, Public
Procurement Law Review, 1, 2001, s.2.
74
SERVET ALYANAK
10) Peter BRAUN, “The use of qualitative award criteria and the difference
between award and qualification criteria: a note on T-4/01, Renco SpA v
Council of the European Union”, Public Procurement Law Review, 5,
NA116-119, 2003, s.NA118.
11) Servet Alyanak, “Avrupa Birliği Hukukunda Savunma ve Güvenlik Alımları”,
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt.12, No.2, 2013, s.1-26.
Kitap
12) Sue ARROWSMİTH, The Law of Public and Utilities Procurement, London,
Sweet & Maxwell, 2005, s. 126.
13) Christopher BOVIS, EC Public Procurement: Case Law and Regulation,
Newyork, Oxford University Press, 2006, s. 224.
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.75-90
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA
OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR:
1973 ARAP-İSRAİL SAVAŞI VE AVRUPA BİRLİĞİ
Ersin EMBEL
Özet
Avrupa bütünleşmesinin başlıca temalarından bir tanesi de ortak dış politika
oluşturulması ihtiyacıdır. Soğuk Savaş’ın erken dönemlerinden itibaren çeşitli
tarihlerde konuyla ilgili bazı girişimler yapılmıştır. 1950’ler ve 1960’lardaki
başarısız girişimlerin ardından 1970’lerin başından itibaren bu konuda mesafe
alınmaya başlamıştır. Yumuşama döneminin yarattığı imkânlar çerçevesinde Fransa
önderliğinde gündeme getirilen bu süreç, İngiltere’nin örgüte üye olmasıyla hız
kazanmıştır. Konuyla ilgili olarak örgütün ilk somut başarısı ise 1973’teki Arapİsrail Savaşı sırasında ortaya konulan ortak tutum olmuştur. Söz konusu olayın
neden olduğu krizin ekonomik ve stratejik açılardan arz ettiği ciddiyet, AB’nin o
dönemdeki dokuz üyesinin de bir araya gelmesini sağlamıştır. Bunun yanı sıra Orta
Doğu ile tarihsel bağları nedeniyle İngiltere ve Fransa’nın yürüttüğü dış politika ve
bu iki devletin Avrupa’daki siyasi gücü söz konusu ortak tutumun benimsenmesinde
etkili olmuştur. Bu çalışma hem söz konusu süreci analiz etmek hem de AB’nin ortak
bir dış politika oluşturma sürecinin tarihsel dayanaklarını 1973 Arap-İsrail Savaşı
örnek olayı ekseninde irdelemek amacındadır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Ortak Dış Politika, Yumuşama Dönemi,
1973 Arap-İsrail Savaşı.
First Steps Towards A Common Foreign Policy for Europe: 1973 Arab-Israeli
War and the European Union
Abstract
Building a common foreign policy is a leading aspect in European unification.
Since the early years of the Cold War, there were several attempts in order to put
the process into progress. Following the failed initiatives in 1950's and 1960's, a

Dr, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih
Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi
ERSİN EMBEL
76
serious development was achieved with the 1970's. Thanks to the French leadership
along with the British membership process to the EU, the success was built on the
founding stones of the Détente Era. Here, the Arab-Israeli War in 1973 marked a
threshold, as the incident opened the path for initial steps in the building of a
common approach under the EU umbrella. The severity of the crisis from an
economic and strategic perspective not only harmonized the foreign policies of the
nine members of the organization, but also marked the accelarating elements that
constitute the EU's political power via the foreign policies of the British and the
French in connection with the historical ties of those two states to the Middle East.
Thus, this study aims at both dealing with the historical foundations of building a
common approach on foreign affairs within the EU context and handling the subject
on a case-specific basis by bringing the 1973 Arab-Israeli War in its focus.
Keywords: European Union, Common Foreign Policy, Détente Era, 1973
Arab-Israeli War.
Giriş
Günümüzde sui generis nitelikli bir yapı olarak değerlendirilen Avrupa
Birliği’nin (AB) federal devlet formasyonu kazanması sürecindeki en önemli
gündem maddelerinden birisi de ortak bir dış politika üretilebilecek kurumsal
mekanizmaların oluşturulması yolunda atılan adımlardır. Soğuk Savaş’ın sona
ermesiyle birlikte ortaya çıkan konjonktürün sunduğu imkânlar ve aynı zamanda
getirdiği yeni istikrarsızlık unsurları, sahip olduğu ekonomik güçle uluslararası
politikadaki etkinliği arasında belirgin bir açıklık bulunan AB’nin bu alanda kayda
değer bir ilerleme sağlamasına ilişkin ihtiyacını giderek keskinleştirmiştir. Soğuk
Savaş sonrası dönemde, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonundan beri süregelen
bölünmüş yapısının sona ermesiyle birlikte, kıtanın orta ve doğusunda yer alan
ülkelerin AB’ye dâhil edilmeleri imkânı doğmuş, özellikle Orta Doğu kaynaklı
sorunlar başta olmak üzere Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılmasının
doğrudan ya da dolaylı etkileri Avrupa’da hissedilmiştir.
Öte yandan AB’nin Soğuk Savaş sonrasında artan ortak bir dış politika
oluşturulması ihtiyacı çerçevesinde, önemli adımlar atıldığı da görülmektedir.
1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’ndan itibaren yapılan tüm
antlaşmalarda bu konuya yer verilmiştir. Söz konusu antlaşmada, AB’nin üzerine
bina edildiği üç sütundan ikincisi olan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (Common
Foreign and Security Policy/ODGP) benimsenmiş ve bu alandaki düzenlemeler
Lizbon Antlaşması’na uzanan birliğin derinleşmesi çalışmaları çerçevesinde giderek
güçlendirilmiştir. AB’nin ortak bir dış politika ve buna eşlik eden bir güvenlik

Sözkonusu örgütün adı 1957-1965 döneminde Avrupa Ekonomik Topluluğu, 1965-1993
döneminde ise Avrupa Topluluğu (AT) olsa da, Maastricht Antlaşması’ndan itibaren
kullanılan isim olması nedeniyle, bu çalışmada kurumsal sürekliliği vurgulamak amacıyla AB
adı tercih edilmiştir.
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR
77
yapılanması geliştirmesi o kadar merkezi bir tema haline gelmiştir ki, 2004’te
imzalanan AB Anayasası’nda öngörülen ilgili hükümlere atıfla, AB Anayasası’na
ilişkin olarak 2005’te Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlardaki hayır
oylarının bir nedenini de “AB bir süper güç olmaya çalışıyor” iddiasını
oluşturmuştur.
Bu makalede, AB’nin 2000’lerin başlarında giderek olgunlaştırdığı ortak bir
dış politika geliştirme sürecinin, 1970’lerin başlarına kadar kat ettiği aşamalara
kısaca değinildikten sonra, örgütün 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın yol açtığı kriz
karşısında verdiği tepki ekseninde ortak bir dış politikayı mümkün kılacak
unsurların tarihsel bir dönemeçte belirginleşen yönleri incelenecektir. Çalışmada,
AB üyelerinin, devlet egemenliğinin başlıca tezahürlerinden biri olan dış politika
alanında kendi ulusal pozisyonlarını ve hareket imkânlarını korumak konusunda
hassasiyet gösterirken, siyasi olduğu kadar ekonomik bakımdan da büyük etkiler
yaratabilecek bir kriz anında nasıl ortak bir tutum sergilemek durumunda kalmış
olduklarına işaret edilecektir. İncelenecek olan 1973 Savaşı özelinde bu kriz, Avrupa
ekonomisini temelden ilgilendiren petrole erişimin kısıtlanması ve sınai üretim için
ihtiyaç duyulan bu hammaddenin kesintisiz temininin riske girmiş olması gibi
yaşamsal çıkarların süreci inşada oynadığı rol ele alınacaktır. Yine bu kapsamda,
uluslararası politikada Yumuşama (Détente) sürecinin yarattığı imkânlar temelinde
olmak üzere, söz konusu ortak tutumun geliştirilmesinde Ortadoğu ile tarihsel
bağları bulunan İngiltere ve Fransa’nın önemli bir rol oynadığı iddiası
incelenecektir. Bu nedenle söz konusu iki ülkenin dış politika vizyonlarına özel
olarak değinilecektir.
Avrupa’da Ortak Dış Politika Geliştirmeye Yönelik İlk Girişimler
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinden itibaren Avrupa’da gerçekleşen
bölünme, kıtanın iki tarafında yer alan ülkeler bakımından farklı örgütlenmelere
gidilmesi sonucunu doğurmuştur. Batı Avrupa’da 1948 tarihli Avrupa Ekonomik
İşbirliği Örgütü ile başlayan örgütlenme, 1949’da NATO ve Avrupa Konseyi’nin
kurulmasıyla birlikte ortak bir siyasi-ideolojik zemini de içerecek şekilde
çeşitlenmiştir. 1950’de ortaya atılan Schuman Planı temelinde olmak üzere 1952’de
kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), nihai statüsü halen belirsiz
durumda olan Almanya’nın Batı Avrupa sistemine dâhil edilmesi sürecini başlatmış
ve siyasi boyutu da bulunan daha ileri bir bütünleşme için umutları artırmıştır.
Özellikle Haziran 1950’de patlak veren Kore Savaşı’nın etkisiyle gündeme gelen ve
yine Batı Almanya’nın Fransa’nın da rıza göstereceği biçimde Batı Avrupa
yapılanmasına dâhil edilmesi amacını taşıyan Avrupa Savunma Topluluğu ve
Avrupa Politik Topluluğu girişimleri 1950’lerin ilk yarısında başarısızlığa
uğramıştır. Söz konusu başarısızlığın önde gelen nedeni, özellikle Fransız
siyasetinde beliren ve sonraki dönemlerde de çeşitli vesilelerle görülecek olan, dış
politika ve savunma konularındaki ulusal egemenlik yetkilerinin ulus-üstü bir
yapılanmaya devri konusundaki güçlü itirazdır.1
1
Diğer nedenler, doğrudan Soğuk Savaş gelişmelerine bağlanabilir. Mart 1953’te Stalin’in
ölümü ve aynı yılın Temmuz ayında Kore’de ateşkes yapılmış olmasının yarattığı iyimserlik
ERSİN EMBEL
78
AB’nin kuruluş metni olan 1957 tarihli Roma Antlaşması’nda öngörülen
kapsam ve amaçlar, AKÇT’nin kuruluşu sonrasındaki süreçte Avrupa
bütünleşmesine siyasi bir içerik kazandırılmasına ilişkin olarak yapılan girişimlerin
uğradığı başarısızlık dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu bağlamda, Antlaşma da dış
politika alanına ilişkin olarak örgüt için ne bir amaç ne de bir mekanizma
öngörülmüştür. İmzacı devletler bakımından ekonomi alanında bütünleşme adımları
kapsamında bir gümrük birliği ve ortak pazar yaratılması hedefine dayandırılan
Antlaşma da, doğrudan siyasi içerikli olarak addedilebilecek belki de tek husus,
dibace kısmında Avrupa halkları arasında daha yakın bir birliğin temellerini atmak
amacının zikredilmiş olmasıdır.2
1960’lar AB için asıl kuruluş yılları olarak geçmiştir. Bu dönemde AB
mesaisini özellikle ortak bir tarım politikasının oluşturulmasına harcamıştır. Fransa
Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün damgasını vurduğu 1960’ların sonuna kadar,
Yumuşama sürecinin sağladığı imkânlara karşın ortak bir dış politika
geliştirilmesine yönelik olarak kayda değer bir mesafe alınamamıştır. İzleyen
kısımda, ortak dış politika oluşturulmasına temel oluşturacak süreç, Avrupa’nın iki
büyük devleti İngiltere ile Fransa’nın Avrupa politikaları çerçevesinde
incelenecektir.
İngiltere ile Fransa’nın Avrupa Politikaları
İngiltere’nin Yönünü Avrupa’ya Dönüşü
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere, önceki döneme ait küresel
konumunu ve “büyük güç” sıfatını sürdürmek istemiş; hem savaş sırasında kurulan
“özel ilişki” çerçevesinde başlıca müttefiki olan ABD’ye SSCB karşısında destek
olmak hem de kendi emperyal varlığını azami ölçüde korumak temelinde bir dış
politika benimsemiştir.3 İngiltere, Avrupa’ya yönelik politikasını da bu temelde
kurgulamıştır. Öte yandan Avrupa’yı istikrar içinde tutmak, ABD’nin stratejik ortağı
İngiltere için, küresel bir gereklilik olarak değerlendirilmiştir. İngiltere, kıtadaki
istikrara katkı sağlayacak bütünleşme çalışmalarını desteklemekle birlikte, bu
çabaların içinde doğrudan yer almamış ve kıtadaki siyasi rakibi Fransa’dan özellikle
farklılaşan bir çizgiyi izlemiştir.4 Fransa’nın “Avrupacı” olarak nitelenebilecek
havası, özellikle Fransız siyasetçilerinde, Almanya’nın pozisyonunu güçlendirecek böyle bir
örgütlenmeye söz konusu koşullarda gerek kalmadığını düşüncesini uyandırmıştır. Fransa
tarafından başlatılan bu girişimler, Ağustos 1954’te Fransız Parlamentosu’nun olumsuz
tutumu nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Söz konusu tutumun nedenleriyle ilgili olarak bk.:
Thomas Hörber, The Foundations of Europe: European Integration Ideas in France,
Germany and Britain in the 1950s, Weisbaden, VS Verlag, 2006, s. 104-108.
2
Treaty of Rome, s. 2.
http://ec.europa.eu/archives/emu_history/documents/treaties/rometreaty2.pdf, erişim tarihi
15/06/2014.
3
Nitekim 1945’te İngiltere, emperyal iddialarını devam ettirebilmek adına dünyanın çeşitli
yerlerindeki 40’tan fazla ülkede asker bulundurmaktaydı. Bkz.: David Sanders, Losing and
Empire, Finding a Role: British Foreign Policy since 1945, London, MacMillan, 1990, s.
50-51.
4
Stephen George, Britain and European Integration since 1945, Oxford, Blackwell, 1991,
s. 35.
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR
79
politikalarına karşılık, İngiltere bir yandan ABD ile geliştirdiği bağları çerçevesinde
Atlantik, diğer yanda da İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) ülkeleriyle
ilişkileri ekseninde görece küresel bir dış politika izlemiştir. İngiltere bu tercihleri
nedeniyle de 1960’lara kadar Avrupa bütünleşmesinin uzağında kalmış, gelişmeleri
belli bir mesafeden izlemekle yetinmiştir.5
Aynı dönemde İngiltere, Avrupa işlerinin dışında kalmasına karşın Orta
Doğu’da etkin bir politika izlemeye gayret etmiştir. 1945’te başlayan ve 1950’de
ABD’nin de dahil olduğu bir deklarasyon ile çözümlenen Levanten Devletler
(Suriye ve Lübnan) ile ilgili İngiliz-Fransız anlaşmazlığı,6 İngiltere’nin Fransa ile
sonraki yıllardaki örtük ihtilafı bakımından önemli bir etki yapmıştır. 1950’lerin ilk
yarısında İngiltere’nin gündeme getirdiği Orta Doğu Komutanlığı projesi ve
ardından ABD destekli Bağdat Paktı projesi de, İngiltere’nin bölgedeki etkinliğini
zayıflatmış, SSCB ile yakınlaşan Mısır başta olmak üzere Arap ülkeleri, İngiltere’de
büyük kaygı uyandırmıştır.
İzleyen dönemde gerçekleşen 1956 Süveyş Bunalımı7 ise, İngiltere’nin hem
Avrupa hem de Orta Doğu politikasındaki dönüşümü bakımından çok etkili
olmuştur. Fransa ile birlikte, bölgedeki çıkarlarını korumak üzere harekete geçen
İngiltere, ABD’nin tepkisini çekmiş ve sonuçta istediğini alamamıştır. Bu olumsuz
sonuç İngiltere’ye göstermiştir ki; ABD ile ilişkiler kurması, çıkarlarını mutlak
anlamda gerçekleştirmesine izin vermemektedir. Bunun yanında İngiltere gelinen
noktada Commonwealth ülkelerinden istediği desteği görememiştir. En önemlisi de
İngiltere’nin 1945’ten beri taşıdığı ve Avrupa’nın dışında kalmasının başlıca
nedenlerinden biri olan “büyük güç” iddiası darbe yemiştir. Böylelikle İngiltere bu
tarihten itibaren sömürgelerden çekilme, uluslararası sorumluluklarının bir kısmını
bırakma ve yanı başında giderek güçlenen Avrupa oluşumuna katılma yoluna
girmiştir. Tüm bu nedenlerle, İngiltere’nin AB’ye yönelerek ekonomi ve dış
politikasını yeniden güçlendirme girişimlerine başlamasında kırılma noktasının, bir
Orta Doğu gelişmesi olan 1956 Krizi olduğu söylenebilir.
1960’ların başlarından itibaren, gerek İşçi gerekse Muhafazakâr Parti
hükümetleri İngiltere’nin AB’ye üye olmasına çalışmıştır. 1961 ve 1967’de iki kez
De Gaulle’ün vetosuna maruz kalan İngiltere, savaş sonrası dönemdeki başbakanlar
arasında Avrupa yönelimi en güçlü olduğu iddia edilen Muhafazakar Edward Heath8
5
Stephen George, An Awkward Partner: Britain in the European Community, Oxford,
Oxford University Press, 1999, s. 15-16.
6
Bkz.: George Kirk, The Middle East 1945-1950, Oxford, Oxford University Press, 1954, s.
106-107.
7
İsrail’in Fransa ve İngiltere ile anlaşarak Mısır’a saldırması sonrasında, İngiltere ve
Fransa’nın Süveyş Kanalı’nın denetimini tekrar ele geçirmek üzere Port Said bölgesine asker
çıkarmaları başta ABD ve SSCB olmak üzere şiddetle kınanmış ve her iki ülke de birliklerini
bölgeden çekmek zorunda kalmıştır. Konuyla ilgili olarak bkz.: Fahir Armaoğlu, Filistin
Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, 1948-1988, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
1994, s. 162-170.
8
John W. Young, Britain and European Unity, 1945-1992, London, MacMillan, 1993, s.
107.
ERSİN EMBEL
80
döneminde, 1973 yılında AB’ye üye olabilmiştir. Özetle, AB üyeliğini elde ettiği
sırada İngiltere bir yandan Avrupa’da Fransa’ya karşı kaybettiği konumunu yeniden
kazanmak üzere örgüt bünyesinde etkin olma ihtiyacı içinde olmuştur. Söz konusu
etkinliğin gösterilebileceği başat alanlardan birisi de dış politikadır. Nitekim
İngiltere de 1956 sonrasında kaybettiği prestijini Orta Doğu’da patlak veren 1973
krizi vesilesiyle yeniden kazanmak üzere insiyatif alarak yeni üyesi bulunduğu
AB’nin daha etkin bir rol oynamasını sağlayacaktır.
De Gaulle ve Avrupa
İkinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’daki en önemli sorunun, Batı
Almanya’nın Batı sistemi içine nasıl alınacağı ve Fransa’nın bunu nasıl kabul
edeceği olduğundan yukarıda bahsedilmiştir. 1955’e gelindiğinde ise özellikle ABD
ve İngiltere’nin desteğiyle Batı Almanya’nın NATO’ya üyeliği kabul edilmiştir.
Böylelikle, Roma Antlaşması’nın boş bıraktığı bir diğer alan olan ortak dış politika
konusu tümüyle NATO’nun tasarrufuna bırakılmıştır. Fakat bu durum, Yumuşama
döneminin en önemli figürlerinden biri olan De Gaulle’ün 1959’da Fransa’da
cumhurbaşkanlığı görevine gelmesiyle birlikte değişmeye başlamıştır.
De Gaulle’ün İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde giderek artan AngloAmerikan karşıtı çizgisi, kısa sürede Fransız dış politikasına ve AB’ye yansımıştır.
Fransa önderliğinde olmak üzere, federatif değil hükümetlerarası niteliği haiz
bulunan, ABD etkisinden çıkmış, dolayısıyla uluslararası politikada bağımsız bir
üçüncü güç olarak birleşik Avrupa yaratma amacını güden De Gaulle, 1960 yazında,
AB üyesi altı ülkeye, dış politika ve savunma alanları da dâhil olmak üzere üyeler
arası eşgüdüm sağlamak üzere yeni bir hükümetlerarası örgüt içinde yer almaları
önerisinde bulunmuştur.9
Yapılan ilk görüşmeler üzerine Fransa’nın Kopenhag Büyükelçisi Christian
Fouchet başkanlığındaki bir komite tarafından öneriye ilişkin çalışma yapılması
kabul edilmiştir. Bu ön çalışma sonrasında ortaya çıkan plan (“Fouchet Planı”),
ortak bir dışişleri ve güvenlik politikası kurmak ve eğitim, bilim, kültür alanında
işbirliği yapmak hedefiyle bir Avrupa konfederasyonu önerisini içermiştir. Planda,
bakanlar konseyi, ulusal parlamenterlerden oluşacak bir danışma meclisi ve bir
komisyondan oluşan hükümetlerarası bir yapı öngörülmüştür. Avrupa’da Fransa ile
ilişkilerini iyi tutmasının Avrupa içerisindeki hareket imkânını artıracağını düşünen
Almanya dışındaki üyeler ve özellikle Hollanda ile Belçika, bunun bir FransızAlman hegemonyası anlamına geleceğinden endişe ederek plana olumsuz
yaklaşmışlardır. Aynı dönemde İngiltere’nin ilk başvurusunun De Gaulle tarafından
reddedilmesi, Fransa’nın Avrupa’yı etkisi altına alma olasılığı bağlamında ABD’yi
de endişelendirmiştir. Sonuçta, Nisan 1962’de görüşmeler başarısızlıkla
sonuçlanmış, bunun ardından da De Gaulle dikkatini iyi ilişkiler içinde bulunduğu
Hıristiyan- Demokrat Şansölye Konrad Adenauer yönetimindeki Almanya’yla ikili
ilişkileri geliştirmeye vermiştir. Nitekim De Gaulle’ün kendi Avrupa tasavvurunu
9
Desmond Dinan, Avrupa Birliği Tarihi, çev. Hale Akay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2013, s.
134-135.
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR
81
desteklemek üzere Almanya’yı yanına almak istemesi olarak yorumlanan bir
işbirliği antlaşması (“Elysée Antlaşması”) 22 Ocak 1963’te iki ülke arasında
imzalanmış ve kıtadaki Fransız-Alman ekseni güçlendirilmiştir.10
1960’lı yıllarda AB’yi, İngiltere’nin üyeliğine yönelik vetosu ve
hükümetlerarası Avrupa ısrarıyla sekteye uğratan De Gaulle’ün 1969’daki istifası
sonrasında yapılan seçimleri George Pompidou kazanmıştır. Pompidou, selefinin
aksine, İngiltere’nin üyeliğine sıcak bakmaya başlamıştır. Bu değişiklikte,
Fransa’nın AB’nin ekonomik pazarının genişlemesine duyduğu ihtiyaç kadar,
yaklaşık olarak aynı tarihlerde Almanya’da iktidara gelen Willy Brandt’ın izlediği
Ostpolitik’in Fransa’da yarattığı endişenin de payı vardır.11 İngiltere bu dönemde
giderek yükselen Almanya’yı dengeleyecek bir güç olarak değerlendirilmiştir. Bu
değerlendirme temelinde AB’ye üyeliği kabul edilecek İngiltere ise üyeliğinin ilk
yılında gerçekleşen büyük bir uluslararası kriz sırasında yürüttüğü politika ile örgüt
için gelecekte üstlenebileceği rolün altından kalkabileceğini gösterebilme imkânı
bulacaktır.
1973 Öncesinde AB’nin Orta Doğu’ya Bakışı
Akdeniz Ülkeleri İle Artan İlişkiler
AB’nin Orta Doğu’ya ilişkin politikaları, örgütün Akdeniz’in güneyindeki
Arap ülkeleri ile kurduğu ilişkiler temelinde şekillenmeye başlamıştır. Özellikle
İtalya ve Fransa, AB’nin Mağrip ülkeler ile ilişkilerinin geliştirilmesi önerilerini,
ağırlıklı olarak ekonomik nedenler ve stratejik gerekler çerçevesinde ortaya
atmışlardır. Ayrıca Fransa’nın, eski nüfuz alanı olan Kuzey Afrika ülkeleri ile
yakınlığını ve bu ülkeler nezdindeki etkinliğini AB çerçevesinde de sürdürme
gayretleri olmuştur. Bu çerçevede, 1960’lardan itibaren Fas, Tunus, Cezayir ile
başlayan ticaret anlaşmaları serisi, 1972’de Mısır ve Lübnan’ı da kapsamıştır. Söz
konusu ikili ticaret anlaşmaları, 1972’deki Paris Zirvesi’nde AB’nin ortak bir
Akdeniz politikası benimsemesine altyapı hazırlamıştır.
AB’nin Akdeniz ülkeleri ile daha kurumsal bir çerçevede ilişki kurmasında
çeşitli nedenler etkili olmuştur. Siyasal açıdan, Soğuk Savaş gelişmelerinin
etkisinden söz edilebilir. 1956 Süveyş krizi sonrasında, bölgede Avrupa etkisinin
azalması, buna karşılık ABD ve SSCB’nin etkinleşmesi, Avrupalı ülkelerde
huzursuzluk yaratmıştır. Özellikle SSCB’nin yükselişi, ABD’nin, Avrupa’nın
bölgedeki çıkarlarını ne derece koruyabileceğine ilişkin endişe yaratmıştır.
Avrupa’nın hemen yakınında bulunan ve ekonomik, stratejik önemi yüksek olan
bölgenin, büyük güçlerin mücadele alanı olmaktan çıkarılması, artan gerilimin
düşürülmesi ve nihayet Avrupa ile yakınlaşması, başta Fransa olmak üzere Avrupalı
ortaklar için güçlü bir siyasal motivasyon haline gelmiştir.12
10
Ulrich Krotz ve Joachim Schild, Shaping Europe: France, Germany, and Embedded
Bilateralism from the Elysée Treaty to Twenty-First Century, Oxford, Oxford University
Press, 2013, s. 54-56.
11
Dinan, op. cit., s. 164-165.
12
Haifaa A. Jawaad, Euro-Arab Relations, Reading, Ithaca Press, 1992, s. 28.
ERSİN EMBEL
82
AB’yi Akdeniz ülkeleri ile kurumsal bir ilişki kurmaya yönelten stratejik ve
ekonomik nedenler arasında petrol kaynaklarının öneminin yanı sıra, petrolün
ulaşım rotasının güvenliği de gelmektedir. Özellikle 1973’te İngiltere, Danimarka ve
İrlanda’nın örgüte katılacak olmasıyla Batı dünyasının en büyük ticari gücü haline
dönüşecek AB’nin artan pazar ihtiyacı ve bölgenin sunduğu olanaklar ise AB’nin
Akdeniz ülkelerine ekonomik bakımdan duyduğu ihtiyacı artırmıştır. Ayrıca, o
tarihlerde AB ekonomik bütünleşmesini tamamlayamamış ve ekonomi ve dış ticaret
rejimine ilişkin tam bir ortak politikayı henüz hayata geçirmemiştir. Bu durumda,
üçüncü ülkelerle yapılacak ticaret ve gümrük anlaşmalarının belirli bir çerçeveye
oturtulması daha da önem kazanmıştır.13
Arap-İsrail Sorunu ve AB’nin Tutumu
1970’lerden önce AB’nin Orta Doğu ile ilgili ortak bir politikasından söz
etmek mümkün değildir. Fransa ve İngiltere’nin 1956 sonrası bölge ile ilişkilerinin
kötüleşmesi, Federal Almanya ve Hollanda gibi ülkelerin İsrail yanlısı tutumu da
Avrupa’yı genel olarak Arap kamuoyu ve Orta Doğu nezdinde etkisiz bırakmıştır.
Bununla birlikte, 1967 Arap-İsrail Savaşı ve savaşın yol açtığı sorunlar, AB’nin hem
genel olarak ortak bir dış politika hem de Orta Doğu’ya ilişkin ortak politika
oluşturma girişimleri bakımından önemli bir başlangıç noktası teşkil etmiştir. Ortak
dış politika oluşturulmasına giden süreç, 2 Aralık 1969 tarihinde Lahey’deki AB
Zirvesi’nde alınan kararlar çerçevesinde başlatılmıştır. Söz konusu zirve
bildirgesinde,14 Ortak Pazar’da nihai aşamaya girilmesinin, aynı zamanda, “yarının
dünyasında sorumluluklarını alabilen birleşik bir Avrupa” bakımından da önem
taşıdığı vurgulanmıştır. Zirvede dışişleri bakanlarından, siyasi birliğin ilerletilmesi
için gerekenlerin ortaya konulacağı bir rapor hazırlanması da istenmiştir. Belçikalı
diplomat Eienne Davignon başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan bu rapor
(“Davignon Raporu”) Ekim 1970’te Konsey tarafından kabul edildi. Raporda,15
siyasi birliğin ilerletilmesi için üyelerin uluslararası faaliyetlerinin eşgüdümlü
olması ve bunun için de dış politika alanında işbirliği yapılması gereği belirtilmiştir.
Dış politikanın, devletlerin münhasır egemenlik yetkisine girdiğinden hareketle
resmi bir nitelik tanınmayan bu mekanizmaya Avrupa Siyasi İşbirliği (ASİ) adı
verilmiş, bu çerçevede üye ülke dışişleri bakanlarının yılda iki kez toplanmaları
fakat daha alt düzeylerde kurulacak komitelerin de daha sık toplanarak sürekli
çalışma yapması benimsenmiştir. ASİ, gayrıresmi pratik ve esnek oluşu nedeniyle
üyeler tarafından benimsenecek ve bu temelde başlayan süreç, dış politika
konusunda giderek bir “Avrupa refleksi” oluşmasını sağlayacaktır.16 1987’de
yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi (Single European Act) ile resmen AB
13
Ibid., s. 28-29.
Bildirinin tam metni için bkz.: Christopher Hill ve Karen E. Smith (der.), European
Foreign Policy, Key Documents, London, Routledge, 2000, s. 72-74.
15
Raporun metni için bkz.: http://www.cvce.eu/content/publication/1999/4/22/4176efc3c734-41e5-bb90-d34c4d17bbb5/publishable_en.pdf, son erişim tarihi 15/06/2014.
16
Trevor C. Salmon, “Avrupa Siyasi İşbirliği,” Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Cilt I, der.
Desmond Dinan, çev. Hale Akay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2005, s. 182-183.
14
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR
83
mevzuatına giren ASİ, Maastricht Antlaşması’ndan itibaren anılan adla ODGP’nin
öncülü olması bakımından büyük önem arz etmektedir.
İşte, bir Orta Doğu gelişmesi sonrasında başlatılan ve iki temel gündem
maddesinden birisi (diğeri ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı olmuştur)
Orta Doğu olan ASİ, Avrupa’nın bir bütün olarak dış politika üretmesine yönelik
temel çerçeveyi kurmaya başlamıştır. Gerek söz konusu temel çerçevenin kuruluşu
sırasındaki gerek AB’nin Orta Doğu’daki bunalıma yönelik politika oluşturması
kapsamında atılan adımlardan birisi, 13 Mayıs 1971’de AB Dışişleri Bakanları’nın
Paris’teki toplantılarında kabul ettikleri belgedir. Hazırlanmasında büyük etkisi olan
Fransız Dışişleri Bakanı Maurice Schumann’ın adıyla anılan belge, resmen
yayınlanmasa da AB’nin Orta Doğu sorununa nasıl yaklaştığına dair önemli bir veri
sağlamıştır. BM Güvenlik Konseyi’nin 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında aldığı
242 sayılı kararın esaslarını kabul eden belgede, İsrail’in işgal ettiği topraklardan
çekilmesi, tarafların sınırlarında askersizleştirilmiş bir alan ihdas edilmesi, bölgeye
BM güçlerinin konuşlandırılması, Kudüs’ün uluslararası bir yönetim altına alınması,
Akabe Körfezi ve Süveyş Kanalı’ndaki deniz taşımacılığının düzenlenmesi ve Arap
mülteciler sorununun çözümü talep edilmiştir.17 Dolayısıyla İngiltere, AB’ye
katıldığı dönemde, ortak bir dış politika oluşumuna yönelik uygun bir siyasal ve
kurumsal atmosfer bulacaktır.
1973 Arap-İsrail Savaşı ve AB’nin Tutumu
1973 Arap-İsrail Savaşı ve İlk Tepkiler
AB’nin Orta Doğu politikasını esas olarak başlatan gelişme Ekim 1973’teki
Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı) olmuştur. Arap tarafının, 1967 savaşında
kaybettikleri toprakları İsrail’den geri alma niyetiyle giriştiği sürpriz saldırı ile
başlayan savaş18 sonrasında Arapların Batı’ya yönelik tepkisi sertleşmiştir. Bu tepki,
petrol üreticisi olan Arap ülkelerinin, ham petrol fiyatlarını artırması ve ayrıca bazı
ülkelere yönelik bir petrol ambargosu uygulaması şeklinde gelişmiştir. Söz konusu
uygulama çerçevesinde ülkeler; düşman ülkeler (İsrail’e destek verenler ve
dolayısıyla ambargoya tabi olanlar), dost ülkeler ve tarafsız ülkeler olarak
sınıflandırılmıştır. ABD ve AB üyesi Hollanda, İsrail’e verdikleri destek nedeniyle
ilk grupta, İngiltere ise Fransa ile birlikte ikinci grupta değerlendirilmiştir.
Arap ülkelerinin, petrolü Arap davasında bir silah olarak kullanma girişimi AB
üyelerini de son derece kaygılandırmıştır. Orta Doğu’ya enerji alanındaki üst düzey
bağımlılık nedeniyle, bölgedeki bir siyasi çatışmanın, Avrupa’nın ekonomik
güvenliğini köklü biçimde tehdit edebileceği olgusu kendisini göstermiştir. 1945
sonrası dönemde ilk kez Avrupa, SSCB’nin askeri gücünden değil, gelişmekte olan
bir grup ülkenin ekonomi politikaları nedeniyle tehdit algılamıştır. Bu aynı zamanda
17
18
Bkz.: Jawaad, op. cit., s. 60-61.
Ayrıntılar için bkz. Armaoğlu, op. cit., s. 320-337.
84
ERSİN EMBEL
güvenlik konusunda Kuzey-Güney ayrışmasının da ilk tezahürlerinden biridir.19
Dolayısıyla AB karar-vericileri, ortak politika oluşturma eksikliğinin bir yansıması
olarak uzak durdukları Orta Doğu’daki siyasi sorunlara eğilmek, bu konuda kesin bir
tavır belirlemek zorunluluğunu hissetmişlerdir.
Böyle bir zorunluluğun bir diğer nedeni ise İsrail’e etkin destek veren ABD ile
aynı tarafta kabul edilerek Arap tarafının tepkisini çekmekten duyulan endişedir.
Özellikle petrol merkezli stratejik endişeler ile giderek gelişen ticari ilişkilerin
sekteye uğraması olasılığı, Avrupa’da genel bir huzursuzluk yaratmıştır. Fransa’nın
başını çektiği AB, bölge ile geçmişten gelen yakın ilişkilerini de kullanarak Arap
tarafı ile daha dengeli, hatta çoğu zaman İsrail karşısında Arap tezlerine yakın bir
tutum benimseyerek bölgede siyasi bir etkinlik sağlama arayışına girmiştir.
AB üyelerini endişelendiren bir diğer durum ise Soğuk Savaş’ın yeniden
alevlenmesi ve böylece Avrupa’nın bir çatışmanın ortasında kalması olasılığının
belirmesidir. Çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 338 Sayılı Karar uyarınca 22
Ekim’de başlayan ateşkesin korunamaması sonrasında ABD ile SSCB arasındaki
ilişkiler 1962’deki Küba Krizinden beri en kötü halini almış ve ABD Başkanı
Nixon, SSCB’nin gerekirse tek başına müdahale etme tehdidine, nükleer silahların
kullanılabileceği anlamına gelen alarm tedbirlerini yürürlüğe koyarak yanıt
vermiştir.20 Kısa süre sonra taraflar arasında uzlaşı sağlanmış olsa da yaşanan bu
gerginlik Avrupa devletlerine, Soğuk Savaş koşullarında durumlarının ne kadar
hassas olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Öte yandan, krizin ilk günlerinde AB üyeleri farklı tepkiler vermişlerdir.
Yelpazenin bir ucunda Arap yanlısı siyasetiyle Fransa, diğer ucunda ise İsrail yanlısı
tutumuyla Hollanda yer almıştır. AB’nin yeni üyelerinden olan İngiltere ise
Fransa’ya daha yakın bir tavır sergilemiştir. Nitekim savaşın başlamasından sonra,
savaşan tüm taraflara yönelik silah ambargosu uygulaması başlatmıştır. Ayrıca, Orta
Doğu’da soruna adil ve kalıcı bir çözüm getirilmesi ihtiyacı dile getirilmiş,
böylelikle de bir çözümün, İsrail’in işgal ettiği Arap topraklarını ele geçirmesi
üzerinden olmayacağı vurgulanmıştır.21
İngiltere’nin krize ilişkin bu tavrı, ABD ve AB ile ilişkilerinin o dönemdeki
seyri çerçevesinde değerlendirilebilir. ABD-İngiliz ilişkileri bakımından
düşünüldüğünde, İngiltere’nin 1973 Savaşı ile ilgili ABD politikasına sıcak
bakmadığı açıktır. Başbakan Heath, ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde önerdiği
ve İsrail’in avantajına olacak bir erken ateşkesi desteklememiştir. Ayrıca, ABD
uçaklarının İsrail’e silah götürmek üzere İngiltere’nin Kıbrıs adasındaki üssünü
kullanmasına da izin verilmemiştir.22 Üstelik Fransa ile birlikte, üs imkanı bulunan
19
Daniel Mockli, European Foreign Policy during the Cold War: Heath, Brandt,
Pompiduo and the Short Dream of Political Unity, London-New York, IB Tauris, 2009, s.
184-185.
20
Armaoğlu, op. cit.,s. 333-335.
21
Jawaad, op. cit., s. 70.
22
John Calabrese, “The United States, Great Britain, and the Middle East: How Special the
Relationship?,” Mediterranean Quarterly, Vol. 12, No. 3 (Summer 2001), s. 64.
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR
85
Avrupalı ülkeler nezdinde girişimlerde bulunarak bu ülkelerin de ABD’ye yardım
etmemesini sağlamıştır.23
İngiltere’nin ABD ile paralel bir politika izlemeyişinden de görüleceği gibi, iki
ülke arasındaki “özel ilişki”, sorunsuz ve mutlak bir uyuma dayalı olmamıştır.
Nitekim 1956 Süveyş Krizi’nde ABD İngiltere’nin karşısında yer almıştır. Yine,
1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında ABD’nin İsrail’e yönelik desteği İngiltere
tarafından, Arap-İsrail sorununda ABD ile ortak bir ittifak pozisyonu belirlenmesi
Ancak, İngiltere’nin
girişimlerinden bir kopuş olarak değerlendirilmiştir.24
1970’lerden 1980’lerin ilk yarısına dek tekrar edecek benzer çıkışları (örneğin İran’a
yönelik silah ambargosunu delmesi, İran-Irak Savaşı sırasında ABD yönetiminde
Körfez bölgesinde konuşlandırılan eskortluk görevine alt düzeyde katılması gibi),
bir istisnai dönem olarak nitelendirilebilir. Zira, 1970’lerden önce ve 1980’lerin
ortalarından itibaren İngiltere ile ABD’nin ayrı saflarda yer aldığı görülmemiştir.
Dolayısıyla İngiltere’nin bu ara dönemdeki “aykırı” politikası, 1970’lerin
yumuşayan uluslararası konjonktürü kadar, ülkenin AB içinde kendi konumunu
güçlendirmeye ve yeni ortaklarıyla yakınlaşmaya yönelik bir çabası olarak da
değerlendirilebilir.
AB’nin Krizle İlgili Tutumu
Kriz sırasında Fransa, İngiltere ve Federal Almanya, AB’nin Orta Doğu ile
ilgili ortak bir pozisyon benimsemesi gerektiği hususunda birleşmişlerdir. AB’nin bu
üç büyük ülkesinin ortak tavır takınması, AB’nin Orta Doğu’ya yönelik ilk ciddi
politikasının oluşturulmasını mümkün kılmıştır. Bu hava içinde atılan ilk adım, AB
Bakanlar Konseyi’nin 13 Ekim tarihinde yaptığı ateşkes çağrısı olmuştur. Bu
çağrıda, çatışmaların durdurulması ve BM Güvenlik Konseyi’nin ünlü 242 Sayılı
kararı temelinde görüşmelerin başlatılması gerektiği de belirtilmiştir. 17 Ekim tarihli
bir Avrupa Parlamentosu kararında ise bölgedeki çatışmaların dünya barışı için
büyük bir tehdit oluşturduğuna değinilmiş, AB’nin genelde küresel düzlemdeki,
özelde ise Akdeniz’deki sorumluluğu vurgulanmıştır.25 Bakanlar Konseyi’nin
ateşkes çağrısı kadar, Parlamento’nun bu kararı da son derece önemlidir. Zira bu
kararın, AB’nin Orta Doğu ile ilgilenmeye başlaması ile örgütün, kendisini küresel
bir aktör olarak görmeye ve öyle davranmaya başlaması arasındaki teorik ve pratik
bağlantıyı da gösterdiği düşünülebilir.
AB’nin Orta Doğu politikası ile ilgili bir dönüm hatta başlangıç noktası teşkil
eden gelişme, 6 Kasım 1973 tarihli AB Bakanlar Konseyi açıklamasıdır.26 Bu
açıklamada şu ifadeler yer almıştır:
“1. [AB Üyesi Devletler] Orta Doğu sorununda çatışan her iki tarafın
güçlerini de, Güvenlik Konseyi’nin 339 ve 340 sayılı kararlarına uygun olarak, 22
Ekim’deki pozisyonlarına dönmeleri gerektiği konusunda uyarmaktadır...”
23
Arap ülkelerinin tepkisinden de çekinen AB üyeleri üs vermezken, sadece, bir NATO üyesi
olan Portekiz ABD’ye havaalanlarını kullandırmıştır. Bkz.: Armaoğlu, op. cit., s. 332.
24
Calabrese, op. cit., s. 64.
25
Jawaad, op. cit., s. 73’ten European Parliament, Information, Parliament in Session,
Luxembourg, European Parliament, 1973, s. 23-24.
26
Hill ve Smith, op. cit., s. 300-301.
86
ERSİN EMBEL
“2. [Üyeler] umut etmektedirler ki, Güvenlik Konseyi’nin 22 Ekim tarihli ve
338 sayılı kararını takiben, Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararının bütün
unsurlarının uygulanması yoluyla Orta Doğu’da adil ve kalıcı bir barışın tesis
edilmesi için müzakereler başlayacaktır. [Üyeler] bu barışa tüm güçleriyle katkı
yapmaya hazır olduklarını ifade etmektedirler. Bu görüşmelerin BM çatısı altında
yapılması gerektiğine inanmaktadırlar...”
“3. [Üyeler] bir barış anlaşmasının (“agreement”) özellikle şu esaslara
dayanması gerektiğini düşünmektedirler:
i. kuvvet kullanımı yoluyla toprak kazanımının kabul edilmezliği;
ii. İsrail’in 1967 çatışmasından beri sürdürdüğü işgale son
vermesi gereği;
iii. bölgedeki her devletin egemenliğine, teritoryal bütünlüğüne ve
bağımsızlığına saygı ve bu devletlerin güvenli ve tanınmış sınırlar
dahilinde, barış içinde yaşama hakkı;
iv. adil ve kalıcı bir barışın yapılmasında, Filistin halkının meşru
haklarının tanınması.
“4. [Üyeler] 242 sayılı karar göre, barış düzenlemesinin uluslararası
güvenceye tabi olması gerektiğini hatırlatırlar. Bu güvencelerin, ..., 242 sayılı
kararın 2. Maddesinde öngörülen silahsızlandırılmış bölgeye barış-koruma
güçlerinin gönderilmesi aracılığıyla güçlendirilmesi gerektiğini düşünmektedirler.
Bu güvencelerin, ..., 242 sayılı karara uygun olarak Orta Doğu’daki sorunun
çözülmesinde başlıca önemi haiz olduğu konusunda hemfikirdirler...”
“5. [Üyeler] bu vesileyle, kendilerini Akdeniz’in güney ve doğusundaki kıyıdaş
devletlerle uzun süredir ilişkilendiren her türlü bağı hatırlatırlar. Bu bağlamda, 21
Ekim 1972 Paris Zirvesi Bildirisi’ni teyit ederler ve Topluluğun [AB] bu ülkelerle,
küresel ve dengeli bir yaklaşım çerçevesinde anlaşmalar müzakere etmeye karar
verdiğini hatırlatırlar.”
Yukarıda zikredilen karar, hem AB’nin dış politika konusunda işbirliğine hem
de Orta Doğu’daki AB etkisini sağlamaya yönelik önemli bir adım olmuştur. Bu
işbirliğinin sağlanmasında, İngiltere’nin Avrupa yönelimi hayati bir önem taşımıştır.
Avrupa’nın üç büyük ülkesi olan İngiltere, Fransa ve Federal Almanya’nın bir araya
gelmesi, o dönemdeki yapısı ve kapasitesi düşünüldüğünde AB için çok önemli bir
işin başarılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu üç ülkenin anlaşması ve bunun üzerinden
yürüttüğü diplomasi, AB’nin diğer üyelerinin de ortak çıkarlarını görmeleri ve ortak

338 sayılı karara göre taraflar 12 saat içinde ateşkes yapacaklar, 242 sayılı kararı tüm
unsurlarıyla uygulayacaklar, “uygun aracılık vasıtası ile” taraflar arasında müzakereler
başlayacaktı. 339 sayılı karar, 338’deki esaslara ek olarak, bölgeye BM gözlemcilerinin
gönderilmesini öngörmüştür. 340 sayılı karar ise, tarafların 22 Ekim’deki pozisyonlarına
dönmelerini, derhal savaşmayı durdurmalarını ve bir Barış Gücü’nün oluşturulmasını
öngörmüştür. Bkz.: Armaoğlu, op. cit., s. 333-335.
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR
87
bir Avrupa vizyonu çerçevesinde birleşmelerini sağlamıştır. Söz konusu birliğin
dikkat çekici yansımalarından birisi de başta Hollanda ve Danimarka gibi, İsrail’e
öteden beri yakın duran AB üyelerinin bile, İsrail’in sert biçimde kınadığı bu kararı
tümüyle desteklediklerini bildirmeleri ve de Amerikan çizgisinden açıkça çıkmaları
olmuştur.27 Böylelikle birliğin ortak dış politikasının oluşturulması adına kritik bir
merhale aşılmıştır.
AB ülkelerinin Arap ülkeleriyle yaşadığı bu yakınlaşma, kısa sürede etkisini
göstermiş ve bir başka önemli gelişmeye vesile olmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı
Georges Pompidou’nun önerisiyle, Orta Doğu sorunlarını görüşmek üzere 14-15
Aralık 1973’te o sırada dönem başkanı olan Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da
bir AB zirve toplantısı düzenlenmiştir. Toplantıda Fransa ve İngiltere, Arap dünyası
ile özel bir ilişki biçiminin geliştirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Söz konusu
ilişki, özellikle petrol ve ticaret konularında işlevsel ve gerekli sayılmıştır.
Burada, AB’nin Orta Doğu’ya yönelik politikasının, örgütün ortak dış politika
oluşturmada bir ilk adımı oluşturduğu saptamasını doğrular bir gelişme daha
yaşanmıştır. Ortak bir dış politikanın oluşturulmasını önceleyen husus “ortak”
olacak öznenin, yani “biz” mefhumunun belirlenmesidir. Ancak bu belirlendikten
sonra özü itibarıyla “biz” dışında kalacaklara ilişkin olan bir dış politika
benimsenebilecektir. İşte bu bağlamda AB ilk kez kendi kimliğini tanımlama
çabasına girişmiştir. Bu çerçevede örgüte üye olan dokuz ülkenin dışişleri bakanları
14 Aralık 1973’te Avrupa Kimliği Bildirisi’ni (Declaration on European Identity)
yayınlamışlardır.28 Bildirinin giriş kısmında, Avrupa kimliğiyle ilgili bir belgenin
oluşturulma zamanının geldiğini ve bu belge sayesinde üyelerin dünya politikasında
konumlandıkları yerin, diğer ülkelerle olan ilişkilerinin ve bu ülkelere yönelik
sorumluluklarının daha iyi tarif edilebileceği belirtilmiştir. Yine bu kısımda, Birleşik
Avrupa kurulması yolunda üyelerin daha ileri çalışmalarını sürdürme niyetinde
oldukları ifade edilmiştir. Bildirinin dış ilişkileri konu alan ikinci bölümünde ise
Orta Doğu ve Akdeniz bölgeleri özel olarak anılmıştır. Öyle ki, bu iki bölge, ABD
ile ilişkilere değinilen paragraftan bile önceye yerleştirilmiştir. Orta Doğu ve
Akdeniz ülkeleriyle ilgili paragrafta bölgeyle olan tarihsel bağların korunmak
istendiği ve burada barış ve güvenliğin korunması için işbirliği yapılacağı
kaydedilmiştir.
Kopenhag’daki zirveye, Kasım ayındaki Arap Zirvesi tarafından
görevlendirilen dört Arap ülkesinin dışişleri bakanları da sürpriz bir ziyarette
bulunmuştur. 6 Kasım Açıklaması sonrasında Arap dünyasının da AB’ye artan
yakınlığının bir göstergesi olarak Arap heyeti, AB ile diyalog kurularak daha
kapsamlı bir işbirliğine gidilmesi önerisini getirmişlerdir. Sonuçta, Kopenhag
Zirvesi’nde AB, Arap ülkeleriyle ekonomik, ticari ve sınai işbirliği çerçevesinde
kapsamlı düzenlemelerin yapılmasına yönelik müzakerelere başlama niyetini ortaya
27
Elena Aoun, “European Foreign Policy and the Arab-Israeli Dispute: Much Ado About
Nothing?,” European Foreign Affairs Review, Cilt 8 (2003), s. 291.
28
Bildirinin metni için bkz.: http://www.cvce.eu/content/publication/1999/1/1/02798dc99c69-4b7d-b2c9-f03a8db7da32/publishable_en.pdf, Son erişim tarihi: 15/06/2014.
ERSİN EMBEL
88
koymuş, böylelikle AB-Orta Doğu ilişkilerinde yeni süreç kurulan mekanizmayla
hayata geçirilmiştir.29
Sonuç
II. Dünya Savaşı sonrasında, Soğuk Savaş koşullarında başlayan Avrupa
bütünleşmesine ilişkin çabalar zor ve hassas bir süreçten geçerek belli sonuçlara
ulaştırılmıştır. Doğu-Batı bölünmesiyle beraber Batı Avrupa’nın en önemli üç ülkesi
olan İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki ilişkiler bütünleşmenin seyrini
etkilemiştir. Avrupa bütünleşmesinin en önemli unsurlarından biri olan dış politika
konusunda bir ortaklığın kurulabilmesinin Fransa’nın Almanya’ya ilişkin kaygıları
nedeniyle kısa süre içinde gerçekleştirilemeyeceğinin 1950’lerin başları itibarıyla
anlaşılmış olması, 1957 Roma Antlaşması ile kurulan AB’nin yapısını da belirlemiş
ve sonuçta dış politika, örgütün sorumluluk alanlarının dışında bırakılmıştır. Bu
dönemde Avrupa’nın diğer büyük gücü İngiltere ise bir yandan özel ilişki kurduğu
ABD’nin Soğuk Savaş politikalarının yürütücüsü konumundadır. Diğer yandan da
İngiliz Milletler Topluluğu’nu bir arada tutmaya ve savaş öncesindeki gücüne
ulaşmaya çalışan bir imparatorluk görünümü sergilemiş, bunun sonucu olarak da
ulus-üstü nitelikli bir Avrupa bütünleşmesi fikrine 1960’lara dek soğuk bakmıştır.
1960’lara gelindiğinde ise AB’nin kuruluş gerekçesi olan ekonominin en
hassas konusu olan Ortak Tarım Politikası tartışmaları ve De Gaulle’ün
ulusalcı/Avrupacı itirazlarıyla meşgul olan örgütün, Yumuşama döneminin getirdiği
dış politika imkânlarını değerlendirecek fırsatı bulamadığı görülmüştür. 1956
Süveyş Krizi sonrasında “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” ve büyük devlet
olma iddiası büyük yara alan İngiltere’nin rotasını Avrupa’ya çevirerek AB üyesi
olmak üzere yaptığı başvurular, De Gaulle’ün vetosuna takılmıştır. Bu vetonun esas
dayanağını İngiltere’nin ABD’nin Truva atı olduğu iddiası teşkil etmiştir ve özünde
de De Gaulle’nin ABD etkisinden sıyrılmış ve Fransa’nın siyasi liderliğinde bir
Avrupa yaratma isteği yer almıştır.
De Gaulle’den sonra cumhurbaşkanı olan Pompidou döneminde Fransa’nın
Avrupa politikasında gözle görülür bir değişiklik olmuştur. Hem ekonomik
gerekçeler hem de Almanya’nın AB içinde siyaseten dengelenmesindeki destek
ihtiyacı, İngiltere’nin üyeliği önündeki Fransa engelini ortadan kaldırmıştır. Bunun
yanı sıra Pompidou döneminde, siyasi niteliği haiz bulunan daha ileri bir birlik
amacı gündeme yeniden gelmiş ve 1969’daki Lahey Zirvesi’nden itibaren ortak dış
politika oluşturulmasına ilişkin olarak belli bir düzenlilik içinde adımlar atılmaya
başlamıştır.
Sürece eklemlenen İngiltere’nin üyeliğinin başladığı 1973 yılının Ekim ayında
patlak veren Arap-İsrail Savaşı, Londra’nın siyasi etkinliğini göstermesi için uygun
bir vesile olmuştur. Çalışmada incelenen 1973 krizi, üyeliğinin ilk yılında
İngiltere’ye, “Avrupalılığını” özellikle Fransa’ya “kanıtlamak” ve Avrupalı
ortaklarını Orta Doğu politikası oluşturma sürecinde yönlendirmek imkânı
29
Jawaad, op. cit.., s. 79-81.
AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR
89
tanımıştır. Atlantik ötesi bağlardan ziyade Avrupalı kimliğine yapılan vurgunun
artması, İngiltere’nin AB içindeki etkisini artırmıştır. Bunun yanı sıra İngiliz
diplomasisinin bu etkinliği, Orta Doğu ile ilgili AB politikasında da kendisini
göstermiştir. 1956’dan sonra hızlanan Avrupa yönelimine uygun olarak, Orta Doğu
ülkeleriyle AB’nin kuracağı ilişkiyi olumlu anlamda etkilemeye çalışmış ve olumlu
sonuç almış olan İngiltere’nin bunu, gerek AB içinde gerek Arap ülkeleri nezdinde
güçlü bir konuma sahip olan eski rakibi Fransa’nın politikalarına yaklaşarak
gerçekleştirebildiği de unutulmamalıdır.
Başta Fransa olmak üzere, Avrupalı devletlerin Orta Doğu ile
ilgilenmelerindeki öncelikli amaçlar; bölgenin olası bir Soğuk Savaş çatışmasına
sahne olmasını önlemek, Avrupa’nın özellikle ekonomik istikrarını güvenceye
almak ve bölge ülkeleriyle ABD kanalının dışında bir ilişki mekanizması
geliştirmektir. Kaybedilecek şey çok fazla olunca Avrupa ülkelerinin bir araya
gelmesi mümkün olmuş, İngiltere ve Fransa’nın etkili tutumu sayesinde AB ortak
bir ses verebilmiştir. Özellikle Arap-İsrail sorunu vesilesiyle gündeme gelen bu
ortaklık ASİ mekanizmasının kurulmasını sağlamıştır. Zamanla bir “Avrupa
refleksi” yaratacak olan bu mekanizma ise Soğuk Savaş sonrasında AB kurumsal
yapısında yer alacak ODGP’nin temelini oluşturmuştur.
Kaynakça
AOUN, Elena, “European Foreign Policy and the Arab-Israeli Dispute: Much Ado
About Nothing?,” European Foreign Affairs Review, Cilt 8 (2003), s. 289312.
ARMAOĞLU, Fahir, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, 1948-1988,
Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994.
CALABRESE, John, “The United States, Great Britain, and the Middle East: How
Special the Relationship?,” Mediterranean Quarterly, Vol. 12, No. 3
(Summer 2001), s. 57-84.
DEVEREUX, David R., “Britain, the Commonwealth and the Defence of the
Middle East 1948-56,” Journal of Contemporary History, Vol. 24, No. 2
(april 1989), s. 327-345.
DINAN, Desmond (der.), Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Cilt I, çev. Hale Akay,
İstanbul, Kitap Yayınevi, 2005.
DINAN, Desmond, Avrupa Birliği Tarihi, çev. Hale Akay, İstanbul, Kitap
Yayınevi, 2013.
Document on the European Identity Published by the Nine Foreign Ministers
on 14 December 1973, in Kopenhagen,
http://www.cvce.eu/content/publication/1999/1/1/02798dc9-9c69-4b7d-b2c9f03a8db7da32/publishable_en.pdf, Son Erişim Tarihi 15/06/2014.
90
ERSİN EMBEL
FRANKEL, Joseph, “Britain’s Changing Role,” International Affairs, Vol. 50, No.
4 (October 1974), s.574-583.
GEORGE, Stephen, An Awkward Partner: Britain in the European Community,
Oxford, Oxford University Press, 1999.
GEORGE, Stephen, Britain and European Integration since 1945, Oxford,
Blackwell, 1991.
GLUBB, John Bagot, Britain and the Arabs, London, Hodder and Stoughton,
1959.
GREENWOOD, Sean, Britain and European Cooperation since 1945, Oxford,
Blackwell, 1992.
HILL, Christopher ve Karen E. SMITH (der.), European Foreign Policy, Key
Documents, London, Routledge, 2000.
HÖRBER, Thomas The Foundations of Europe: European Integration Ideas in
France, Germany and Britain in the 1950s, Weisbaden, VS Verlag, 2006.
JAWAAD, Haifaa A., Euro-Arab Relations, Reading, Ithaca Press, 1992.
KIRK, George, The Middle East 1945-1950, London, Royal Institute of
International Affairs, Oxford University Press, 1954.
KROTZ, Ulrich ve Joachim SCHILD, Shaping Europe: France, Germany, and
Embedded Bilateralism from the Elysée Treaty to Twenty-First Century,
Oxford, Oxford University Press, 2013.
MELISSEN, Jan ve Bert ZEEMAN, “Britain and Western Europe, 1945-1951:
Opportunities Lost?,” International Affairs, Vol. 63, No. 1 (Winter 19861987), s. 81-95.
MOCKLI, Daniel, European Foreign Policy during the Cold War: Heath,
Brandt, Pompiduo and the Short Dream of Political Unity, London-New
York, IB Tauris, 2009.
Report by the Foreign Ministers of the Member States on the Problems of
Political
Unification,
http://www.cvce.eu/obj/davignon_report_luxembourg_27_october_1970-en4176efc3-c734-41e5-bb90-d34c4d17bbb5.html, Son Erişim Tarihi 15/06/2014.
SANDERS, David, Losing and Empire, Finding a Role: British Foreign Policy
since 1945, London, MacMillan, 1990.
Treaty of Rome, http://ec.europa.eu/archives/emu_history/documents/treaties/
rometreaty2.pdf, Son Erişim Tarihi 15/06/2014.
YOUNG, John Y., Britain and European Unity, 1945-1992, London, MacMillan,
1993.
YOUNGER, Kenneth, “Britain in Europe: The Impact on Foreign Policy,”
International Affairs, Vol. 48, No. 4 (October 1972), s. 579-592.
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.91-124
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN
TEKNOLOJİK YAPISI, REKABET GÜCÜ VE
ENDÜSTRİ-İÇİ TİCARET: AMPİRİK BİR
DEĞERLENDİRME
B. Ali EŞİYOK*
Özet
Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracat profili incelendiğinde,“yüksek teknoloji”
içerikli sektörlerin ihracat payının %4 eşiğini aşamadığı, yüksek teknoloji payının
marjinal kaldığı saptanmıştır. Çalışmada Türkiye’nin AB karşısında yüksek
teknoloji içerikli sektörlerde rekabet gücü düşük tespit edilirken, Türkiye’nin AB
karşısında sadece “düşük” teknoloji içerikli sektörlerde rekabet gücünün “yüksek”
bulunduğu gözlemlenmiştir. Diğer yandan Türkiye’nin AB karşısında sadece düşük
teknoloji içerikli sektörlerde dış ticaret fazlası verdiği (net ihracatçı olduğu),
“yüksek”, “düşük-orta” ve “orta-yüksek” teknolojilerde ise dış ticaret açıkları
verdiği (net ithalatçı olduğu) saptanmıştır. Son yıllarda imalat sanayiinde üretim
artışı ile ithal girdi kullanımı arasındaki ilişkiyi güçlendiren ve küreselleşmenin
hızlanması ile giderek ağırlık kazanan olgulardan birisi de endüstri-içi ticaretteki
gelişmelerdir. Başka bir ifadeyle, Türkiye ile AB arasındaki endüstri-içi ticaretin
temel olarak “düşük-orta” ve “orta-yüksek” teknolojilere dayalı geliştiği, söz
konusu kategoride yer alan sektörlerde hem ihracatın hem de ithalatın diğer
gruplarda yer alan sektörlere göre daha yüksek gerçekleştiği gözlemlenmiştir.
Türkiye’nin AB karşısında orta ve uzun dönemde ihracat başarımını sürdürmesi
teknolojide sağlayacağı gelişmelerle yakından ilgilidir. Bu ise ancak yeni bir
sanayileşme stratejisinin hazırlanıp uygulanmasına ve bu stratejinin en temel
bileşeni olarak uygulanacak teknoloji politikalarına bağlı gözükmektedir.
AnahtarKelimeler: Teknolojik yapı, rekabet gücü, endüstri-içi ticaret
Technological Structure of the Foreign Trade Between Turkey and
EU, Competitive Power and Intra-Industry Trade: An Empirical Evaluation
Abstract
When the exporting profile of Turkey as EU oriented is investigated, it has
been determined that the export share of the sectors including “high technology”
*
Türkiye Kalkınma Bankası’nda Kıdemli Uzman İktisatçı.
B. ALİ EŞİYOK
92
doesn’t exceed the threshold of 4%, and the share of high technology stays as
mariginal. In the study, while the competitive power of Turkey at the sectors
including high technology against EU is determined low, it has been observed that
Turkey’s competitive power against EU is “high” at only the sectors including
“low” technology. On the other hand, it has been determined that Turkey has got
foreign trade surplus against EU at only the sectors including low technology (that
it is the net exporter), but that it has got foreign trade deficits at “high”, “low-mid”
and “mid-high” technologies (that it is the net importer). Recently, one of the facts
that consolidates the relation between the speed-up at the production industry and
the usage of import input and that gains importance day by day through the
speeding globalization is the development at the intra-industry trade. In other
words, it has been observed that the intra-industry trade between Turkey and EU
has developed basically depending on “low-mid” and “mid-high” technologies, and
that both export and import has carried out higher at the sectors existing at the
mentioned category according to the sectors existing in the other groups. Turkey’s
carrying on the export success against EU at the mid and high term is closely
related to the developments it will perform at technology. However, it seems that it
depends on preparing a new industrialization strategy and applying it, and on the
technology policies which will get applied as the most fundamental component of
this strategy.
KeyWords: Technological structure, competitive power, intra-industry trade.
Giriş
Klasik dış ticaret kuramı, ülkelerin dış ticarette hangi sektörlerde
uzmanlaşacaklarına (gümrük tarifelerinin ve miktar kısıtlamalarının olmadığı bir
dünyada) ilişkin iki farklı yaklaşım getirmiştir: Bunlar; A. Smith’in1mutlak maliyet
üstünlüğü ve D. Ricardo2’nun göreli maliyet üstünlüğü yaklaşımlarıdır. Smith’in
yaklaşımında, bir ülkenin ihracat üstünlüğünün (rekabet gücünün) ve iç pazarda
yerli üreticilerin ithalata karşı rekabet güçlerini korumada maliyet (fiyat düzeyleri)
belirleyici olmaktadır. Smith’in aksine, göreli maliyet üstünlüğünü savunan
Ricardo, uluslararası ticaretin (uzmanlaşmanın) mutlak maliyet üstünlüğüne göre
değil, göreli maliyet üstünlüklerine dayanarak yapılması gerektiğini ileri sürmüştür.
Buna göre göre İngiltere hem şarabı, hem de kumaşı Portekiz’den daha ucuza (daha
az emek girdisiyle) üretiyor olsa bile, Portekiz şarap üretiminde uzmanlaşmalıdır.
İki ülkede kumaş üretimine göre şarap maliyetleri arasındaki fark görece daha azdır
(Ricardo’nun örneğinde kumaş üretimindeki üstünlük İngiltere lehine 8 kat iken,
şarap üretiminde 2 kattır). Bu yaklaşıma göre İngiltere şarap üretimine ayırdığı
işgücünü kumaş üretimine yönlendirse, her iki ülkenin toplam şarap ve kumaş
üretimleri artacaktır. Uluslararası uzmanlaşma göreli maliyet üstünlüğüne göre
1
Adam Smith, Wealth of Nations, New York, Prometheus Books, 1991.
David Ricardo, On the Principles of Political Economy and Taxation, 1817, (thirdedition
1821), Batoche Books, 2001.
2
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
93
düzenlenirse, dünya refahı da artacaktır. Başka bir anlatımla, günümüz dünyasındaki
uluslararası ticaret koşulları göz önüne alındığında ihracat (rekabet gücünde)
artışında birim üretim maliyeti etkili olmaktadır. Smith’in yaklaşımı reel uluslararası
ticareti açıklamaya yönelirken, Ricardo’nun yaklaşımı normatif (olması gereken) bir
dünya ticaretini ifade etmektedir.3
Avrupa Birliği’nin çekirdeğini oluşturan Almanya, Fransa ve İngiltere gibi
gelişmiş ülkelerin uluslararası rekabet güçlerinin temelinde yüksek teknolojilerin
öncelediği yüksek verimlilik düzeyi yatmaktadır.Yüksek verimlilik düzeyi sayesinde
birim işgücü maliyetleri düşürülerek rekabet gücü yükseltilebilmektedir. Türkiye ve
benzeri gelişmekte olan ülkelerin rekabet güçleri ise, sektörel düzeyde
farklılaşmakla ile birlikte, temel olarak göreli fiyatlara (düşük ücretler ve reel döviz
kuru hareketlerine) dayanmaktadır. Ancak verimlilik artışları ile desteklenmeyen,
sadece göreli fiyatlara dayalı bir rekabet gücü başarımı kalıcı olmamakta, iktisadi
koşulların değişmesi ile birlikte göreli fiyatlar da değişmekte (ücretler yükselerek ve
ulusal para değerlenerek), bu gelişmelerden rekabet gücü olumsuz etkilenmektedir.
Türkiye ile AB arasındaki dış ticaretin, rekabet gücünün ve endüstri-içi
ticaretin teknolojik yapısını incelemeyi amaçlayan bu yazı kısa giriş bölümü ile
birlikte beş bölüm altında kurgulanmıştır. Türkiye-AB arasındaki dış ticaretin
teknolojik yapısı girişi izleyen ikinci bölümde çözümlenirken, OECD’nin teknoloji
sınıflandırmasından hareketle Türkiye imalat sanayiinin AB-27 karşısındaki rekabet
gücü sektörel düzeyde üçüncü bölümde incelenmektedir. Bu bölümün sonunda
UNIDO’nun sanayi rekabet performans endeksi (Competitive Industrial
Performance Index) ve IMD’nin dünya rekabet gücü yıllığı (The World
Competitiveness Yearbook) çalışmalarından hareketle Türkiye ve AB ülkelerinin
sanayi ve ülke rekabet güçleri ele alınmaktadır. Teknoloji düzeyine göre TürkiyeAB arasındaki endüstri-içi ticaret dördüncü bölümde değerlendirilirken, beşinci ve
son bölümünde ise çalışmanın bulgularına yer verilmektedir.
Türkiye-AB Arasındaki Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı
Bu bölümde OECD4’nin ISIC Rev.3 teknolojik sınıflandırmasından hareketle
Türkiye-AB arasındaki dış ticaretin yapısının ortaya konması amaçlanmaktadır.
Bilindiği üzere AB’nin merkezinde yer alan ülkeler üretim yapıları itibarıyla
dünyanın en gelişmiş teknolojilerine sahip ülkelerden oluşmaktadır. Başta Almanya
olmak üzere, AB’nin çekirdeğini oluşturan ülkeler yaşadıkları sanayi devrimleri
sonucunda teknolojide önemli atılımlar yaparak, ABD ve Japonya ile birlikte
dünyanın en büyük teknoloji üretici ülkeleri arasına katılmışlardır. Bu bağlamda
Türkiye’nin AB ülkelerine yaptığı ihracatın teknolojik düzeyinin ortaya konması,
Türkiye ile AB arasındaki dış ticaretin niteliğini göstermesi açısından son derece
3
Korkut Boratav, “Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Rekabet Gücü Göstergeleri”, Selim İlkinOrhan Silier-Murat Güvenç (ed.), İlhan Tekeli İçin Armağan Yazılar, Ankara, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, 2004, s. 391.
4
OECD, ISIC Rev.3 Technology Intensity Definition, OECD DirectorateforScience,
Technology and Industry, Economic Analysis and Statistic Division, 2011.
B. ALİ EŞİYOK
94
önemlidir. Zira dış ticaret kuramı orta ve uzun dönemde dış ticaret hadlerinin birinci
malların aleyhine dayalı gelişeceğini5 ve bu üretim ve ihracat yapısına sahip
ülkelerin zamanla fakirleşerek büyüyeceğini ileri sürmektedir.6
İhracatın Teknolojik Yapısı
Türkiye’nin AB’ne yaptığı ihracatın sektörel değerlerini gösteren Tablo 1
incelendiğinde, ihracatın esas olarak “düşük” ve “orta-yüksek” teknolojilere dayalı
geliştiği görülmektedir. 2013 ihracat verileri göz önüne alındığında, Türkiye AB’ne
21,775 milyon dolar düşük teknoloji içerikli sanayi ürünleri ihracatı
gerçekleştirirken, 22,359 milyon dolar orta-yüksek teknoloji içerikli sanayi ürünleri
ihracatı gerçekleştirdiği görülmektedir.
Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatında yüksek teknoloji içerikli sanayi
ürünlerinin payı son derece düşük olup, 2013 yılı itibariyle 2,429 milyon dolar tespit
edilmiştir. Diğer taraftan yüksek teknoloji içerikli ihracat değerinde bir durağanlık
gözlemlenmekte, 2013 yılında AB’ne yapılan yüksek teknoloji içerikli sanayi
ihracatının 2008 yılına göre aşındığı izlenmektedir. Yüksek teknoloji içerikli
sektörler kategorisinde, Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatında öne çıkan en temel
sektörün radyo, televizyon, haberleşme teçhizatı ve cihazları sektörü olduğu
görülmektedir. 2013 yılında AB’ne yapılan 2,429 milyon dolarlık yüksek teknoloji
içerikli ihracatın 1,625 dolarlık bölümü (% 66.9’u) radyo, televizyon, haberleşme
teçhizatı ve cihazları sektörü tarafından karşılanmıştır.
Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatında öne çıkan en temel sektörlerin başında
orta-yüksek teknoloji içerikli sektör kategorisinde yer alan motorlu kara taşıtları ve
römorklar sektörü (2013 yılı verisine göre 12,887 milyon dolar) gelirken, bu sektörü
düşük teknoloji içerikli sektör kategorisinde yer alan giyim eşyası sektörü (2013
değerine göre 9,285 milyon dolar) ve aynı kategoride yer alan tekstil ürünleri (7,550
milyon dolar) sektörlerinin izledikleri görülmektedir.
5
Raul Prebisch, The Economic Development of Latin American and Its Principal
Problems, New York, United Nations, 1950; Hans W Singer, "The Distribution of Gains
Between Investing and Borrowing Countries", The American Economic Review, Volume
40, 1950, pp.473-485.
6
Jagdish Bhagwati, “Immiserizing Growth: A Geometrical Note”, Review of Economic
Studies, June , 1958, p. 201-205.
D23
D25
D26
D27
D28
D351
D2411
D2412
D2413
D2421
D2422
D2424
D2429
D2430
D29
D31
D34
D352
D359
D2423
D30
D32
D33
D353
Orta-Düşük
Teknoloji
Sanayii
Orta-İleri
Teknoloji
Sanayii
Yüksek
Teknoloji
Sanayii
Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER
BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI
RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI
TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT
HAVA VE UZAY TAŞITLARI
Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ)
KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER
SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER
PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR
BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN
SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M.
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER
SUNİ VE SENTETIK ELYAF
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR
MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR
DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI
Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR
PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ
METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER
ANA METAL SANAYİ
METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ)
DENİZ TAŞITLARI
Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ISIC3 Adı
GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK
TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TEKSTİL ÜRÜNLERİ
GİYİM EŞYASI
DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI
AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER
KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ
BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB.
MOBİLYA
Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır.
Genel Toplam
ISIC3 Kodu
D15
D16
D17
D18
D19
D20
D21
D22
D36
Data Grup
Düşük
Teknoloji
Sanayii
Tablo 1: İhracat Değerleri (Milyon $)
60,414
2,656
203
69
1,984
180
220
22,965
569
97
279
27
79
203
117
274
4,708
1,965
14,603
9
34
14,584
1,957
2,367
1,481
4,781
2,430
1,568
20,208
2,360
38
6,464
9,190
300
83
381
62
1,330
2008
44,361
2,175
200
51
1,685
140
98
16,438
402
28
196
14
62
198
74
180
3,726
1,514
9,999
11
34
8,753
771
1,900
1,220
2,199
1,734
930
16,995
2,083
30
5,536
7,688
214
53
309
67
1,014
2009
49,553
2,253
241
71
1,683
157
101
18,786
623
83
287
12
59
193
104
247
4,072
1,879
11,186
7
34
9,892
735
2,331
1,185
3,108
2,014
519
18,622
2,394
26
6,067
8,495
268
47
316
58
951
2010
59,095
2,396
208
63
1,791
187
146
21,810
753
114
388
9
70
236
94
286
5,106
2,102
12,608
11
33
13,903
1,509
3,090
1,266
4,678
2,753
607
20,987
2,755
46
7,103
9,227
308
51
367
64
1,067
2011
56,084
2,704
187
60
2,059
204
195
20,543
854
103
429
9
61
264
100
251
4,961
2,122
11,335
16
36
12,656
2,045
2,842
1,172
3,824
2,468
305
20,180
2,686
28
6,629
8,960
307
48
371
57
1,095
2012
59,455
2,429
191
71
1,625
234
308
22,359
809
55
397
8
72
288
113
295
5,140
2,173
12,887
70
52
12,892
1,957
3,083
1,158
3,685
2,611
398
21,775
2,865
11
7,550
9,285
391
50
416
55
1,152
2013
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
95
B. ALİ EŞİYOK
96
Teknolojik Düzeyine Göre İhracat Payları
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yönelik ihracat payında öne çıkan sektörlerin
başında Türkiye’nin iki geleneksel sektörü (tekstil ve giyim eşyası) yer almakta, bu
iki sektörüm 2008 yılında % 25.9 olan toplam ihracat payının, zaman içerisinde
artarak 2013 yılında % 28.3 oranına yükseldiği görülmektedir. Düşük teknoloji
içerikli geleneksel söz konusu iki sektör yanında öne çıkan diğer geleneksel bir
sektör de gıda ürünleri ve içecek sektörüdür. Söz konusu sektörün 2008 yılında %
3.9 olan ihracat payı zamanla artarak 2013 yılında % 4.8 oranına yükselmiştir.7
Türkiye’nin AB ülkelerine yönelik ihracatında öne çıkan diğer temel bir grubu
da düşük-orta teknoloji sanayi grubu oluşturmaktadır. 2008 yılında söz konusu
kategoride % 24.1 olan ihracat payı zaman içerisinde aşınarak 2013 yılında % 21.7
oranına gerilemiştir. Düşük-orta teknoloji sanayi ihracatı içerisinde en temel sektörü
ana metal sanayi oluşturmakta, sektörün 2008 yılında % 7.9 olan ihracat payının
2013 yılında % 6.2 oranına düştüğü izlenmektedir. Bu kategoride öne çıkan diğer bir
sektör de 2008-2013 yılları arasında ihracat payını % 3.9’dan % 5.2’ye çıkaran
plastik ve kauçuk ürünleri sektörüdür. Düşük teknoloji içerikli sektörlerin tersine,
düşük-orta teknoloji sanayi kategorisinde ihracat yoğunlaşmasının olmadığı, ihracat
paylarının sektörler arasında görece dengeli dağıldığı izlenmektedir.8
Orta-yüksek teknoloji içerikli sektörlerin 2008 yılında % 38 olan ihracat payının
ılımlı bir aşınmayla 2013 yılında % 37.6 oranına gerilediği izlenmektedir. Bu
kategorideki en temel sektör motorlu kara taşıtı, römork ve yarı-römork sektörü olup,
söz konusu sektörün 2008 yılında % 24.2 olan ihracat payı zamanla aşınmasına karşın
2013 yılında % 21.7 oranı ile görece yüksek bir düzeyde bulunmaktadır. Bu grupta yer
alan diğer önemli bir sektör de başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat
imalatı sektörüdür. Söz konusu sektörün 2008 yılında % 7.8 olan ihracat payı ılımlı bir
artışla 2013 yılında % 8.6’ya yükselmiştir. Başka bir ifadeyle, Orta-yüksek teknoloji
sanayi kategorisinde, Türkiye’nin AB-27 ülkelerine yaptığı ihracatın temel olarak iki
sektörde ve ağırlıklı olarak da motorlu kara taşıtı, römork ve yarı-römork üretimi
sektöründe meydana geldiği gözlemlenmektedir. Bu grupta yer alan sektörlerden
ihracat payı %1’in üzerinde olan diğer iki sektör de başka yerde sınıflandırılmamış
elektrikli makine ve cihazlar sektörü ile birlikte ana kimyasal maddeler sektörü olup,
diğer hiçbir sektörün ihracat payı %1’in üzerinde bulunmamaktadır.
Teknoloji düzeyine göre 2008-2013 yılları arasında sadece düşük teknoloji
sanayi grubunun ihracat payında bir artış izlenmekte, diğer üç grubun ihracat
paylarında ise ılımlı düşüşler görülmemektedir. Başka bir ifadeyle, düşük teknoloji
sanayi grubunun ihracat payı 2008-2013 yılları arasında % 33.4’den % 36.6’ya
yükselirken, orta-düşük sanayi grubunun ihracat payı % 24.1’den % 21.7’ye, ortaileri teknoloji sanayi grubunun payı % 38’den % 37.6’ya ve ileri teknoloji sanayi
grubunun ihracat payı ise % 4.4’den % 4.1’e düşmüştür.
Kısaca, Türkiye’nin AB ülkelerine esas olarak düşük ve orta profilli sektörler
temelinde ihracat yaptığı izlenmekte, teknoloji içeriği yüksek sektörlerdeki
ihracatının ise marjinal (önemsiz) kaldığı gözlemlenmektedir.
7
B. Ali Eşiyok, “Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı”, Türkiye Siyasi
Analiz ve Araştırma Merkezi, 2013a, s. 3.
8
a.k., s. 3.
D23
D25
D26
D27
D28
D351
D2411
D2412
D2413
D2421
D2422
D2424
D2429
D2430
D29
D31
D34
D352
D359
D2423
D30
D32
D33
D353
Orta-Düşük
Teknoloji
Sanayii
Orta-İleri
Teknoloji
Sanayii
Yüksek
Teknoloji
Sanayii
Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER
BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI
RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI
TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT
HAVA VE UZAY TAŞITLARI
Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ)
KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER
SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER
PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR
BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN
SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M.
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER
SUNİ VE SENTETIK ELYAF
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MAKİNA VE CİHAZLAR
MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR
DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI
Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR
PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ
METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER
ANA METAL SANAYİ
METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ)
DENİZ TAŞITLARI
Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ISIC3 Adı
GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK
TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TEKSTİL ÜRÜNLERİ
GİYİM EŞYASI
DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI
AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER
KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ
BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB.
MOBİLYA
Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır.
Genel Toplam
ISIC3 Kodu
D15
D16
D17
D18
D19
D20
D21
D22
D36
Data Grup A.
Düşük
Teknoloji
Sanayii
Tablo 2: İhracat Payları (%)
100.00
4.40
0.34
0.11
3.28
0.30
0.36
38.01
0.94
0.16
0.46
0.05
0.13
0.34
0.19
0.45
7.79
3.25
24.17
0.02
0.06
24.14
3.24
3.92
2.45
7.91
4.02
2.60
33.45
3.91
0.06
10.70
15.21
0.50
0.14
0.63
0.10
2.20
2008
100.00
4.90
0.45
0.12
3.80
0.32
0.22
37.06
0.91
0.06
0.44
0.03
0.14
0.45
0.17
0.41
8.40
3.41
22.54
0.02
0.08
19.73
1.74
4.28
2.75
4.96
3.91
2.10
38.31
4.70
0.07
12.48
17.33
0.48
0.12
0.70
0.15
2.29
2009
100.00
4.55
0.49
0.14
3.40
0.32
0.20
37.91
1.26
0.17
0.58
0.02
0.12
0.39
0.21
0.50
8.22
3.79
22.57
0.01
0.07
19.96
1.48
4.70
2.39
6.27
4.06
1.05
37.58
4.83
0.05
12.24
17.14
0.54
0.09
0.64
0.12
1.92
2010
100.00
4.05
0.35
0.11
3.03
0.32
0.25
36.91
1.27
0.19
0.66
0.02
0.12
0.40
0.16
0.48
8.64
3.56
21.34
0.02
0.06
23.53
2.55
5.23
2.14
7.92
4.66
1.03
35.51
4.66
0.08
12.02
15.61
0.52
0.09
0.62
0.11
1.80
2011
100.00
4.82
0.33
0.11
3.67
0.36
0.35
36.63
1.52
0.18
0.76
0.02
0.11
0.47
0.18
0.45
8.85
3.78
20.21
0.03
0.06
22.57
3.65
5.07
2.09
6.82
4.40
0.54
35.98
4.79
0.05
11.82
15.98
0.55
0.09
0.66
0.10
1.95
2012
100.00
4.09
0.32
0.12
2.73
0.39
0.52
37.61
1.36
0.09
0.67
0.01
0.12
0.48
0.19
0.50
8.65
3.66
21.67
0.12
0.09
21.68
3.29
5.19
1.95
6.20
4.39
0.67
36.62
4.82
0.02
12.70
15.62
0.66
0.08
0.70
0.09
1.94
2013
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
97
B. ALİ EŞİYOK
98
Teknolojik Düzeyine Göre İthalat Değerleri
Dışa açık bir ekonomide ihracat değerleri yanında ithalat profilinin de
incelenerek (söz konusu ülkenin hangi sektörlere dayalı bir ithalat yapısına sahip
olduğu belirlenerek), makro düzeyde uygulanacak olması kalkınma ve rekabet
stratejileri açısından son derece önemlidir. Bu bağlamda teknolojik düzeyine göre
Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı ithalat değerlerini gösteren Tablo 3
incelendiğinde, orta-yüksek teknoloji sanayi grubu ithalatının diğer sektörlere göre
öne çıktığı izlenmektedir. Başka bir ifadeyle, (2013 ithalat bulguları göz önüne
alındığında) 47,960 milyon dolar ithalat değeri ile orta-yüksek teknolojilere dayalı
ithalatın diğer kategorilere göre belirgin bir biçimde yüksek gerçekleştiği
izlenmektedir. Bu grupta gözlenen görece yüksek ithalat değerine dört sektörün
katkı yaptığı görülmektedir. Söz konusu bu sektörler; motorlu kara taşıtı ve
römorklar (2013 yılı itibariyle 16,224 milyon dolar), başka yerde sınıflandırılmamış
makine ve teçhizat sektörü (13,712 milyon dolar), sentetik kauçuk ve plastik
hammaddeler (5,178 milyon dolar) ve ana kimyasal maddeler sektörü (kimyasal
gübre ve azotlu bileşikler hariç) (3,103 milyon dolar) olarak belirlenmiştir.
AB’den yapılan ithalatta, iki uç kutupta bulunan düşük ve yüksek teknoloji
sanayi kategorilerinin en düşük ithalat değerlerine sahip kategoriler olarak öne
çıktıkları görülmektedir. Bu iki zıt kategoride izlenen düşük ithalat değerlerinin
nedeni, Türkiye’nin üretim yapısı ile ilgilidir. Başka bir anlatımla, Türkiye düşük
teknoloji içerikli sektörlerde kendi teknolojisini üretme kapasitesine (yetkinliğine)
ulaşıp, ithalat gereksinimi düşerken, bunun tam karşısında yer alan yüksek teknoloji
içerikli sektörlerde ise (sanayi üretim yapısının düşük ve orta teknolojilere dayalı
gelişmesi nedeniyle), sanayiinin yüksek teknoloji talebinin sınırlı olmasından
kaynaklanmaktadır.
Teknoloji düzeyine göre 2008-2013 yılları arasında Türkiye’nin AB’den
yaptığı toplam ithalat % 24.1 oranında artarken, orta-yüksek teknoloji sanayiinde %
25.6, orta-düşük teknoloji sanayiinde % 34.8, düşük teknoloji sanayiinde % 22 ve
yüksek teknoloji sanayiinde ise % 0.8 oranında arttığı izlenmektedir. Başka bir
anlatımla, sadece iki kategoride (orta-yüksek teknoloji sanayiinde ve orta-düşük
teknoloji sanayiinde) ithalat artışının, AB’den yapılan toplam ithalat artışından
yüksek gerçekleştiği izlenmekte, geleneksel sektörlerinden oluşan düşük teknoloji
sanayiinde gözlenen ithalat artışı da dikkat çekmektedir.
D21
D22
D36
ISIC3 Kodu
D15
D16
D17
D18
D19
D20
Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
69,212
8,680
3,398
629
1,894
1,898
861
38,199
Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER
BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI
RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI
TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT
HAVA VE UZAY TAŞITLARI
2,811
297
4,212
160
625
770
1,688
604
10,648
4,012
12,153
182
39
15,310
3,132
2,181
803
6,591
2,145
459
7,023
1,788
336
996
1,168
89
1,492
442
315
396
2008
ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ)
KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER
SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER
PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR
BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN
SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUV.MA.
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER
SUNİ VE SENTETIK ELYAF
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR
MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR
DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI
Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR
PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ
METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER
ANA METAL SANAYİ
METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ)
DENİZ TAŞITLARI
Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ISIC3 Adı
GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK
TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TEKSTİL ÜRÜNLERİ
GİYİM EŞYASI
DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI
AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN
MADDELER
KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ
BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB.
MOBİLYA
Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır.
Genel Toplam
Yüksek Teknoloji D2423
Sanayii
D30
D32
D33
D353
Orta-İleri
D2411
Teknoloji Sanayii D2412
D2413
D2421
D2422
D2424
D2429
D2430
D29
D31
D34
D352
D359
Orta-Düşük
D23
Teknoloji Sanayii D25
D26
D27
D28
D351
Data Grup Adı
Düşük Teknoloji
Sanayii
Tablo 3: İthalat Değerleri (Milyon $)
52,940
7,379
3,082
452
1,873
1,478
494
29,324
2,036
241
3,069
133
484
727
1,456
510
7,754
3,713
8,690
491
20
10,714
2,006
1,701
584
4,421
1,427
576
5,523
1,557
292
666
985
91
1,149
302
199
282
2009
66,600
8,690
3,354
559
2,145
1,767
866
37,730
2,607
245
3,965
160
565
871
1,638
582
9,620
4,144
12,824
481
27
13,404
2,781
2,089
711
5,896
1,751
176
6,776
1,929
271
789
1,461
84
1,235
334
230
443
2010
84,427
9,593
3,244
574
2,138
2,264
1,374
47,729
3,128
321
5,045
201
669
982
1,880
624
13,245
4,884
16,337
372
41
18,687
5,880
2,680
844
7,066
2,144
73
8,418
2,178
326
1,009
2,079
95
1,430
405
302
595
2011
80,487
8,516
2,880
628
1,500
2,094
1,414
43,390
3,054
454
4,758
203
666
964
1,728
642
12,457
4,210
13,973
239
41
20,451
7,439
2,636
803
7,374
2,044
154
8,130
2,113
308
978
1,895
118
1,320
398
293
709
2012
85,921
8,749
3,107
690
1,158
2,260
1,534
47,960
3,103
289
5,178
215
736
1,052
1,824
584
13,712
4,731
16,224
262
50
20,641
6,407
2,876
883
7,828
2,394
253
8,571
2,218
321
1,165
1,807
115
1,426
445
354
718
2013
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
99
B. ALİ EŞİYOK
100
Teknoloji Düzeyine Göre İthalat Payları
Teknolojik düzeyine göre Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı ithalat paylarını
gösteren Tablo 4 incelendiğinde, en temel kategoriyi “orta-yüksek” teknoloji içerikli
sektör kategorisinin oluşturduğu, söz konusu kategorinin 2008 yılında % 55.2 olan
ithalat payının ılımlı bir artışla 2013 yılında % 55.8 oranına yükseldiği
izlenmektedir. Bu kategoriyi oluşturan sektörler arasında ithalat payı en yüksek
sektörler olarak motorlu kara taşıtı, ve römork sektörü ile birlikte başka yerde
sınıflandırılmamış makine ve teçhizat imalatı sektörleri öne çıkmaktadır. Söz konusu
bu iki sektörün 2008 yılında % 32.9 olan toplam ithalat payı, küçük bir artışla 2013
yılında % 34.8 oranına yükselmiştir.
Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı sektörel ithalat payı sıralamasında iki uç
noktada yer alan düşük ve yüksek teknoloji sanayi kategorilerinin son iki sırada yer
aldıkları izlenmektedir. 2013 yılı bulguları göz önüne alındığında, “yüksek”
teknoloji içerikli sektörlerin ithalat payı % 10.2 oranında tespit edilirken, “düşük”
teknoloji sanayi grubunun ithalat payı % 10 oranında gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin AB ülkelerinde yaptığı ithalatta öne çıkan diğer temel bir kategori
de düşük-orta teknoloji sanayi kategorisidir. Söz konusu kategorinin 2008 yılında %
22.1 olan ithalat payı ılımlı bir artışla 2013 yılında % 24 oranına yükselmiştir. Bu
kategoride ithalat payı en yüksek sektörlerin başında ana metal sanayi ve kok
kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri sektörleri gelmektedir. Söz konusu bu iki
sektörün 2008 yılında % 14.1 olan toplam ithalat payları zaman içerisinde artarak
2013 yılında % 16.6 oranına yükselmiştir. 2013 yılında düşük-orta teknoloji içerikli
sektör kategorisinin toplam ithalat içerisindeki payının % 24 olduğu göz önüne
alınırsa, bu kategorideki gerçekleştirilen ithalatın esas olarak ana metal sanayi ile
kok kömürü ve rafine edilmemiş sektörler tarafından gerçekleştirildiği
(yoğunlaşmanın yüksek olduğu) anlaşılmaktadır.
D2411
D2412
D2413
D2421
D2422
D2424
D2429
D2430
D29
D31
D34
D352
D359
D2423
D30
D32
D33
D353
Orta-İleri
Teknoloji
Sanayii
Yüksek
Teknoloji
Sanayii
Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER
BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI
RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI
TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT
HAVA VE UZAY TAŞITLARI
Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ)
KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER
SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER
PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR
BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN
SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK, CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M.
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER
SUNİ VE SENTETIK ELYAF
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR
MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR
DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI
Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR
PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ
METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER
ANA METAL SANAYİ
METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ)
DENİZ TAŞITLARI
Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ISIC3 Adı
GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK
TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TEKSTİL ÜRÜNLERİ
GİYİM EŞYASI
DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI
AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER
KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ
BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB.
MOBİLYA
Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır.
Genel Toplam
D23
D25
D26
D27
D28
D351
Orta-Düşük
Teknoloji
Sanayii
Data Grup Adı ISIC3 Kodu
Düşük
D15
Teknoloji
D16
Sanayii
D17
D18
D19
D20
D21
D22
D36
Tablo 4: İthalat Payları (%)
100.00
12.54
4.91
0.91
2.74
2.74
1.24
55.19
4.06
0.43
6.09
0.23
0.90
1.11
2.44
0.87
15.38
5.80
17.56
0.26
0.06
22.12
4.53
3.15
1.16
9.52
3.10
0.66
10.15
1.69
0.13
2.16
0.64
0.46
0.57
2.58
0.49
1.44
2008
100.00
13.94
5.82
0.85
3.54
2.79
0.93
55.39
3.85
0.45
5.80
0.25
0.91
1.37
2.75
0.96
14.65
7.01
16.41
0.93
0.04
20.24
3.79
3.21
1.10
8.35
2.70
1.09
10.43
1.86
0.17
2.17
0.57
0.38
0.53
2.94
0.55
1.26
2009
100.00
13.05
5.04
0.84
3.22
2.65
1.30
56.65
3.92
0.37
5.95
0.24
0.85
1.31
2.46
0.87
14.44
6.22
19.26
0.72
0.04
20.13
4.18
3.14
1.07
8.85
2.63
0.26
10.17
2.19
0.13
1.85
0.50
0.35
0.66
2.90
0.41
1.18
2010
100.00
11.36
3.84
0.68
2.53
2.68
1.63
56.53
3.70
0.38
5.98
0.24
0.79
1.16
2.23
0.74
15.69
5.79
19.35
0.44
0.05
22.13
6.96
3.17
1.00
8.37
2.54
0.09
9.97
2.46
0.11
1.69
0.48
0.36
0.70
2.58
0.39
1.20
2011
100.00
10.58
3.58
0.78
1.86
2.60
1.76
53.91
3.79
0.56
5.91
0.25
0.83
1.20
2.15
0.80
15.48
5.23
17.36
0.30
0.05
25.41
9.24
3.28
1.00
9.16
2.54
0.19
10.10
2.35
0.15
1.64
0.49
0.36
0.88
2.62
0.38
1.21
2012
100.00
10.18
3.62
0.80
1.35
2.63
1.78
55.82
3.61
0.34
6.03
0.25
0.86
1.22
2.12
0.68
15.96
5.51
18.88
0.30
0.06
24.02
7.46
3.35
1.03
9.11
2.79
0.29
9.98
2.10
0.13
1.66
0.52
0.41
0.84
2.58
0.37
1.36
2013
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
101
B. ALİ EŞİYOK
102
Dış Ticaret Dengesinin Teknolojik Yapısı
Teknoloji düzeyine göre Türkiye ile AB arasında dış ticaret dengesini (net
ihracatçı ve net ithalatçı sektörleri ve kategorileri) gösteren Tablo 5 incelendiğinde,
Türkiye’nin AB karşısında sadece düşük teknoloji sanayi grubunda net ihracatçı
olduğu (dış ticaret fazlası verdiği), diğer üç kategoride ise net ithalatçı olduğu (dış
ticaret açığı verdiği) izlenmektedir. Türkiye’nin AB karşısında net ithalatçı olduğu
sektör kategorilerinin başında orta-yüksek teknoloji kategorisi gelmekte olup, söz
konusu sektör grubunun 2008 yılında 15,234 milyon dolar olan net ithalat değerinin
zamanla artarak 2013 yılında 25,601 milyon dolara yükseldiği görülmektedir.
Türkiye 2008 yılında düşük teknoloji içerikli sektörlerde 13,186 milyon dolar net
ihracatçı iken, 2013 yılında net ihracat değerinin küçük bir artışla 13,204 milyon
dolara yükseldiği izlenmektedir.
Tabloda göze çarpan bulgulardan birisini de, orta-düşük teknoloji sanayiinin
dış ticaret açığında gözlenen çarpıcı gelişme oluşturmaktadır. Buna göre Türkiye
2008 yılında orta-düşük teknoloji sanayiinde bir milyarın altında net ithalatçı iken
(özellikle kok kömürü, rafine edilmiş petrol ürünleri ve nükleer yakıtlar sektörü ile
birlikte ana metal sanayiinin dış ticaret dengesinde gerçekleşen bozulma
sonucunda), net ithalat değerinin 2013 yılında 7,749 milyon dolara yükseldiği ve dış
ticaret açığı ile cari açık üzerinde baskı oluşturduğu gözlemlenmektedir.
Kısaca, teknolojik düzeyine göre Türkiye ile AB arasındaki dış ticaret
dengesinin yapısı genel olarak değerlendirildiğinde; Türkiye’nin düşük profilli
sektörlerde net ihracatçı olduğu, buna karşın orta-yüksek, yüksek ve düşük-orta
teknoloji sanayi kategorilerinde ise net ithalatçı olduğu izlenmekte, sadece düşük
teknoloji sanayi grubunun cari açık üzerinde baskı oluşturmadığı izlenmektedir.
2013 bulgularına göre ileri teknoloji sanayi grubu 6,320 milyon dolar dış ticaret
açığı verirken, orta-ileri teknoloji sanayi grubu 25,601 milyon dolar ve orta-düşük
sanayi grubunun ise 7,749 milyon dolar açık verdiği izlenmektedir. Başka bir
ifadeyle, Türkiye’nin net ithalatçı olduğu sektör gruplarının başında orta-ileri
teknoloji sanayi grubu gelmekte, bu grupta verilen açıklar dış açıklar kanalıyla cari
açığı olumsuz etkilemektedir. Türkiye ekonomisinin temel makro-ekonomik
sorunlarından birisini oluşturan cari açık sorununun çözümünün enerji üretme
kapasitesinde sağlanacak gelişmeler yanında, orta-ileri teknoloji sanayi grubunda
gerçekleştirilecek sabit yatırımlara (bu grupta gerçekleştirilecek ithal ikamesi ile)
bağlı olduğunu özellikle vergulamak gerekiyor.
D23
D25
D26
D27
D28
D351
D2411
D2412
D2413
D2421
D2422
D2424
D2429
D2430
D29
D31
D34
D352
D359
D2423
D30
D32
D33
D353
OrtaDüşük
Teknoloji
Sanayii
Orta-İleri
Teknoloji
Sanayii
Yüksek
Teknoloji
Sanayii
Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER
BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI
RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI
TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT
HAVA VE UZAY TAŞITLARI
Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ)
KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER
SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER
PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR
BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN
SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M.
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER
SUNİ VE SENTETIK ELYAF
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR
MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR
DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI
Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR
PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ
METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER
ANA METAL SANAYİ
METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ)
DENİZ TAŞITLARI
Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK
TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TEKSTİL ÜRÜNLERİ
GİYİM EŞYASI
DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI
AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER
KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ
BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB.
MOBİLYA
ISIC3 Adı
Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır.
Genel Toplam
ISIC3
Kodu
D15
D16
D17
D18
D19
D20
D21
D22
D36
Data Grup
Adı
Düşük
Teknoloji
Sanayii
Tablo 5: Teknolojik Düzeyine Göre Türkiye AB Arasında Dış Ticaret Dengesi (Milyon $)
-6,024
-8,799
-3,195
-560
90
-1,718
-641
-15,234
-2,242
-200
-3,933
-133
-546
-567
-1,571
-330
-5,940
-2,046
2,450
-172
-5
-726
-1,175
186
678
-1,810
285
1,110
13,186
1,192
-51
4,973
8,748
-16
-313
-1,407
-274
334
2008
-5,204
-8,580
-2,882
-401
-188
-1,338
-396
-12,885
-1,634
-212
-2,874
-119
-421
-529
-1,381
-330
-4,028
-2,199
1,310
-480
13
-1,962
-1,235
198
636
-2,222
307
354
11,471
1,099
-62
4,387
7,386
14
-229
-1,248
-225
348
2009
-6,437
-17,046
-3,113
-488
-461
-1,610
-765
-18,943
-1,984
-162
-3,678
-149
-507
-678
-1,534
-335
-5,548
-2,265
-1,638
-474
7
-3,512
-2,046
242
474
-2,788
263
343
11,846
934
-58
4,833
8,161
38
-396
-1,613
-213
162
2010
-7,198
-25,332
-3,036
-510
-347
-2,076
-1,228
-25,919
-2,375
-207
-4,657
-192
-599
-746
-1,786
-338
-8,138
-2,783
-3,729
-361
-7
-4,784
-4,371
410
422
-2,388
609
534
12,568
676
-49
5,673
8,822
6
-544
-1,810
-263
57
2011
-5,812
-24,403
-2,693
-568
559
-1,890
-1,220
-22,847
-2,200
-350
-4,330
-194
-605
-700
-1,627
-391
-7,495
-2,088
-2,638
-223
-4
-7,795
-5,394
206
369
-3,550
424
152
12,050
791
-90
5,309
8,562
14
-660
-1,741
-251
117
2012
-6,320
-26,465
-2,916
-619
466
-2,025
-1,226
-25,601
-2,295
-233
-4,781
-207
-665
-764
-1,711
-288
-8,572
-2,558
-3,337
-191
2
-7,749
-4,450
207
276
-4,143
217
145
13,204
1,058
-104
6,124
8,840
37
-668
-1,802
-266
-14
2013
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
103
104
B. ALİ EŞİYOK
Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü
Bu bölümün konusunu teknoloji düzeyine göre Türkiye’nin AB karşısında
rekabet gücü analizi oluşturmaktadır. Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlük
(Revealed Comparative Advantage) yaklaşımı kullanarak hesapladığımız rekabet
gücü bulgularına geçmeden önce, belirtmek gerekir ki ülkelerin rekabet gücünün
ölçümünde açıklanmış karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımı dışında ölçüm
yöntemleri de bulunmaktadır. Bu çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler
(AKÜ) yaklaşımını tercih etmemizin nedeni, sektörel düzeyde rekabet gücünün
çözümlenmesinde daha elverişli bir yöntem olmasından kaynaklanmaktadır. Başka
bir ifadeyle, bir ülkenin diğer ülkeler karşısındaki rekabet gücünün ölçümünde AKÜ
tek yaklaşım olmadığı gibi, gerçekleşmiş gözlemlerden hareketle hesaplanan AKÜ’
ye dayalı bir rekabet gücü analizi ülkenin rekabet gücünün eğilimi hakkında ipuçları
vermekte, ancak rekabet gücünün tüm bileşenlerini içermemektedir.
AKÜ yaklaşımı ülkenin rekabet gücünün dış ticaret parametrelerine (ihracat ve
ithalata) dayandırmakta, ülkeler arasındaki karşılaştırmalı
üstünlüğün
farklılaşmasına neden olan yapısal parametreler üzerinde durmayarak salt sonuçlarla
ilgilenmektedir. AKÜ yaklaşımı Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin teknoloji
içeriği düşük sektörlerde uzmanlaşmasını, buna karşın gelişmiş ülkelerin ise ileri
teknoloji içerikli sektörlere dayalı bir dış ticaret yapısını zımnen önermektedir. Zira
çevre ekonomiler teknoloji içeriği düşük harcı alem sektörlerde (gıda, tekstil vb) dış
ticaret fazlası vermekte, buna karşın ileri teknoloji içerikli sektörlerde ise (dışa
bağımlı olmaları nedeniyle) dış ticaret açıkları gündeme gelmektedir. Başka bir
ifadeyle, AKÜ yaklaşımı örtük biçimde uluslararası işbölümüne dayalı sektörel
uzmanlaşmayı veri kabul etmekte, çevre ekonomilerin ancak avantajlı oldukları
düşük profilli sektörlerde uluslararası ticarete eklemlenmeleri halinde rekabet gücü
kazanabileceklerini varsaymaktadır. Oysa bugünün gelişmiş metropol ülkeleri ve
sanayileşmede önemli mesafeler kat etmiş Yeni Sanayileşmiş Ülkelerin (Newly
Industrialized Countries, NICs) kalkınma/sanayileşme deneyimleri incelendiğinde,
bu ülkelerin hiçbirinin statik rekabet gücüne dayalı bir sanayileşme politikası
uygulamadıkları, söz konusu ülkelerin başlangıçtaki doğal kaynak ve işgücü
maliyetlerini veri alıp sanayileşmelerini bu kaynaklara dayandırmadıkları
görülmektedir. Sanayileşmiş ülkeler başlangıçta sahip oldukları üstünlükleri
korumakta ısrar etmemişler, ekonomiye müdahale ederek dinamik rekabet gücüne
dayalı bir sanayileşme politikası izleyerek ihracatta önemli gelişmeler
sağlamışlardır.9 Bu bağlamda sadece ucuz emek rezervlerine ve doğal kaynaklara
9
G. Kore ve diğer Asya Pasifik ekonomilerinin kalkınmalarının temelinde kalkınmacı devletin
olduğunu ileri süren çalışmalar için bkz.Ha-Joon Chang ve Peter Evans, “Ekonomik
Değişimde Kurumların Rolü”, Neo-liberal Küreselleşme ve Kalkınma Seçme Yazılar,
Fikret Şenses (Der.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s.617–678; Peter Evans “Predatory,
Developmental and Other Apparatuses: A Comparative Political Economy Perspective on The
Third World State”, Sociological Forum, 4(4), 1989, p.561- 87; Chalmers Johnson MITI
and The Japanese Miracle: The Growth of Industrial Policy, 1925–1975, California,
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
105
dayalı bir sektörel uzmanlaşma ile ülkenin sanayileşmesi önünde önemli güçlükler
bulunmakta, dünya ekonomisinin çevresinde yer alan bir ülkenin uluslararası
ihtisaslaşmayı veri alan bir sanayileşme stratejisi ile yarı-sanayileşmiş bir ekonomik
formasyonu aşması neredeyse olanaksız hale gelmektedir.
Uluslararası rekabet gücünü belirleyen en temel parametrelerin başında
verimlilik düzeyi gelmektedir. Rekabet gücü üzerinde göreli fiyatlar başta olmak
üzere (reel kur ve ücret hareketleri) birçok parametre etkili olmakla birlikte, bir
ülkenin uzun dönemde rekabet gücünün kalıcı olmasının en temel koşulunun ülkenin
teknolojide (verimlilikte) sağlayacağı yapısal dönüşümlerle yakından ilgili olduğunu
özellikle belirtmek gerekir. Ulusal paraların devalüasyonuna dayalı bir rekabet gücü
sağlıklı bir yöntem olamayacağı gibi kalıcı da olmamaktadır. Başka bir ifadeyle, bir
ülkenin devalüasyona başvurarak rekabet gücü kazanma arayışı, rakip ülkelerinde
aynı yola başvurması ile ülkeler arasında bir kur yarışına neden olacağından başarılı
olma şansı orta ve uzun dönemde yok gibidir. Bir ülkenin rekabet gücü
kazanmasında başvurabileceği diğer bir seçenek de ücretlerin bastırılmasına dayalı
düşük ücret politikasıdır. Özellikle emek yoğun sektörlere dayalı düşük ücret
politikası kısa dönemde söz konusu sektörlerin rekabet gücünü artırıcı yönde etkide
bulunur. Ancak ücret bastırmalarına dayalı bir rekabet gücü politikasının da tıpkı
reel kur hareketlerine dayalı politikada olduğu gibi başarı şansı neredeyse yok
gibidir: Bir eğilim olarak ücret bastırmalarını, ücret patlamaları izlemekte
(konjonktürel hareketler izlenmekte), bu da ücretlerin bastırılmasına dayalı bir
seçeneğin orta ve uzun dönemde sürdürülebilir olmasını mümkün kılmamaktadır. Bu
bağlamda bir ülkenin rekabet gücü kazanmasının en temel koşulu ülkenin verimlilik
düzeyini yükseltmesine bağlı gözükmektedir. Özellikle imalat sanayi gibi ticarete
konu olan sektörlerde tempolu artan verimlilik düzeyi sonucunda ülkenin rekabet
gücü de artmakta ve kalıcı bir platoya yerleşmektedir. Ülkenin verimlilik
düzeyindeki artış ise sermaye stoku ile yakından ilgilidir. Oysa AKÜ yaklaşımı
yukarıda kısaca ifade edilen ve rekabet gücü üzerinde etkide bulunan parametrelerin
nedenleri üzerinde durmamakta, ülkenin üretim yapısının bir yansıması olarak
gündeme gelen dış ticaret ögelerinden hareketle rekabet gücünü hesaplamaktadır.
Kısaca AKÜ yaklaşımı herhangi bir ülkenin rekabet gücünü ölçerken olgunun
görünen yüzü ile ilgilenmekte, rekabet gücü üzerinde etkide bulunan (teknoloji, reel
ücretler, kur hareketleri gibi) bir dizi temel ögeyi göz ardı etmektedir. Oysa
günümüz dünyasında bir ülkenin rekabet gücünü artırmasının en temel, belki de
biricik yolu verimlilikte sağlayacağı tempolu gelişmelerle ilgilidir. Verimlilik artışı
ise ülkenin teknoloji üretme kapasitesi dahil, eğitim, kalifiye işgücü gibi bir dizi
faktörle ilintilidir.
Standford University Press, 1982; Chalmers Johnson, Japan:Who Governs? The Rise of the
Developmental State, New York, W.W Norton, 1995; Linde Weiss ve John M.Hobson,
Devletler ve Ekonomik Kalkınma, Ankara, Dost Kitabevi, 2009; Robert Wade, Governing
the Market:Economic Theory and The Role of Government in East Asian
Industrialization, New Jersey, Princeton University Press, 2003.
B. ALİ EŞİYOK
106
Metodoloji
Utkulu ve Seymen’in10 belirttiği gibi Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlüklerin
ölçümünde birçok göstergeden yararlanılmaktadır. Karşılaştırmalı üstünlükleri
ampirik olarak inceleyen ilk araştırmacı Liesner’dir.11 Liesner İngiltere’nin o
zamanki ismiyle Avrupa Ortak Pazar karşısında açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe
sahip olduğu sektörleri belirlemek için;
RCAj1=(Xj)/(Xja) endeksinden yararlanmıştır.
Formülde Xj ilgili ülkenin j-inci mal ihracatını gösterirken, Xja ise Ortak Pazar
ülkelerinin j-inci mal ihracatını göstermektedir. Kısaca Liesner İngiltere’nin ilgili
üründeki ihracatının Ortak Pazar ülkelerinin söz konusu ürün ihracatı içerisindeki
payı ile ilgilenmektedir. Balassa12ise karşılaştırmalı üstünlüğü (Karşılaştırmalı
İhracat Performans Endeksi olarak da adlandırılan) aşağıda 2 nolu formül
(Balassa’nın orijinal endeksi) yoluyla hesaplanması gerektiğini belirtmektedir.
RCAj2=(Xj/X)/(Xja/Xa).
Formülde X ülkenin toplam ihracatını, Xa ise orijinal ifadesiyle Ortak Pazar
ülkelerinin toplam ihracatını göstermektedir. RCAj2 katsayısının birden büyük
olması ülkenin söz konusu mal ya da sektörde açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe
sahip olduğu kabul edilmektedir.
Yukarıda ifade edilen rekabet gücü endeksleri salt ihracatı göz önüne almakta,
ithalatı analiz dışında tutmaktadır. Başka bir ifadeyle, RCAj2 herhangi bir malın
ülkenin toplam ihracat içerisindeki payının ilgili malın dünyanın ya da bölgenin
toplam ihracatındaki payına oranını ifade etmekte, ülkenin bir maldaki ya da
sektördeki uzmanlaşmasını dünyanın ya da bölgenin uzmanlaşmasıyla
karşılaştırmaktadır. Oysa günümüz dünyasında bir ülkenin ihracatı yanında
ithalatının da göz önüne alınması gerekir. Bu bağlamda Balassa tarafından revize
edilen ve ithalatı da analize içeren RCA3 formülü geliştirilmiş ve aşağıda
gösterilmiştir. Burada X ihracatı, M ithalatı, i bir ülkeyi, j bir ürün veya sektörü, t ise
bir ürünler seti veya sektörler setini temsil etmektedir.
RCAj3= ln [(Xij/ Xit) / (Mij/ Mit)] *100 ya da
RCAj3= ln [(Xij/ Mij) / (Xit/Mit)] *100 yazılabilir.
RCA3’nın alacağı değerlere göre; RCA3>50 ise rekabet gücünün yüksek
olduğu,-50<RCA<50 ise rekabet gücünün marjinal sınırda olduğu ve RCA3<-50 ise
rekabet gücünün düşük bulunduğu sonucuna ulaşılacaktır.
10
Utku Utkulu ve Dilek Seymen, “RevealedComparative Advantage andCompetitiveness:
EvidenceforTurkeyforvis—a’-visthe EU/15”, European Trade Study Group 6th Annual
Conference, ETSG, Nottingham, 2004.
11
H.H.Liesner, “TheEuropeanCommon Market and British Industry”, Economic Journal,
1958, V.68, p.302-316.
12
Bela Balassa, “TradeLiberalizationand ‘RevealedComparative’ Advantage”, The
Manchester School, 33,1965, p.99-123.
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
107
Diğer yandan Volrath13 karşılaştırmalı üstünlüklerin aşağıda belirtilen RCAj4;
RCAj5 ve RCAj6 formüller yardımıyla ölçülebileceğini belirtmektedir.
RCAj4= RXAj-RMAj
RXAj=(Xj/X)/(Xrj/Xr)
Burada Xrj j-inci malın dünya ihracatından söz konusu malın ilgili ülke
ihracatını çıkartarak elde edilen değeri göstermektedir. Xr ise toplam dünya
ihracatından ilgili ülke ihracatının çıkartılması ile elde edilen değeri göstermektedir.
RMAj=(Mj/M)/(Mjr/Mr)
RCAj5=ln (RXAj)
RCAj6=ln (RXAj)- ln (RMAj).
RCAj4, RCAj5 ve RCAj6 formüllerinde katsayılarının pozitif değer alması
karşılaştırmalı üstünlüğü, eksi değerleri ise karşılaştırmalı dezavantaja işaret
etmektedir.
Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücü ilk olarak OECD’nin teknoloji
sınıflandırmasından hareketle14 RCAj3 formülünden (ithalatı da içeren) hesaplanmış,
izleyen satırlarda ise rekabet gücü analizi Hufbauer ve Chilas’ın15 önerdiği sektör
sınıflandırmasından hareketle RCA2 (Karşılaştırmalı İhracat Performans endeksi
olarak da adlandırılan) formülü kullanılarak analiz edilmiştir.
Literatür Araştırması
Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne üye olması ile birlikte, Türkiye-AB arasındaki
dış ticaretin yapısını ele alan ampirik çalışmalarda artış izlenmekte, Türkiye’nin AB
karşısında rekabet gücü başta olmak üzere sektörel analizlere dayalı çalışmalarda
çeşitlilik görülmektedir. Bu çalışmalardan en temel olanı editörlüğünü Selahattin
Bekmez’in yaptığı “Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri16”
çalışmasıdır. Söz konusu çalışmada, Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücünü
genel olarak çözümleyen makaleler yanında, gıda, tekstil, kimya, makine ve teçhizat,
toprağa dayalı endüstriler, demir-çelik, elektronik sanayi, otomotiv, tarım, petrol
ürünleri, eğitim, madencilik ve sağlık sektörüne ilişkin rekabet gücü çözümlemeleri
de yer almaktadır. Çalışmadaki bulgulara göre, Türkiye’nin geleneksel sektörlerde
13
T.L.Vollrath. “A Theoretical Evaluation of AlternativeTradeIntensityMeasures of Revealed
Comparative Advantage”, Weltwirtschaftliches Archiv, 1991, p.265-279.
14
Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücünü aynı formülden hareketle çözümleyen bir
analiz için bkz. Dilek Seymen ve Özgül Bilici, “Türkiye-Avrupa Birliği Dış Ticaretin Yapısı
ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Pazarında Rekabet Gücü: Genel Bir Değerlendirme”, Türkiye
Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, SehattinBekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım,
2008, s.41.
15
C. G. Hufbauer ve J.C.Chilas,
“SpecializationbyIndustrialCountries:ExtentandConsequences”, in the International
Division of Labour: Problemsand Perspectives, International Symposium, H.Giersch,
J.C.B.Mohr, Tubingen, 1974, p.3-38.
16
Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, Selahattin Bekmez (ed.), Ankara,
Nobel Yayın Dağıtım, 2008.
108
B. ALİ EŞİYOK
rekabet gücünün yüksek, buna karşın teknoloji içeriği yüksek sektörlerde ise rekabet
gücünün düşük olduğu belirtilmektedir.
Seymen ve Bilici, Türkiye’nin hammadde ve emek yoğun ürünlerde AB
karşısında açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip bulunduğunu, buna karşın
sermaye yoğun, kolay taklit edilebilir ve zor taklit edilebilir Ar-Ge yoğun mallarda
ise açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip bulunmadığı sonucuna
ulaşmıştır.17Söz konusu çalışmada ayrıca Türkiye’nin AB pazarına entegrasyon
düzeyini çözümlemek için ticaret entropi endeksinden yararlanılmış, çalışmanın
sonucunda Türkiye’nin AB pazarına önemli ölçüde entegre olduğu saptanmıştır.
Çalışmada Türkiye ile AB ülkelerinin ihracat kompozisyonları karşılaştırılmış, eski
üyelerden Portekiz ve İtalya’nın yeni üyeler arasında ise Polonya ve Romanya’nın
rakip ülkelerin başında yer aldığı saptanmıştır.
Utkulu ve Seymen’in AKÜ yaklaşımı kullanarak Türkiye’nin AB-15 ülkeleri
karşısında rekabet gücünü çözümleyen çalışmada, Türkiye’nin AB karşısında
geleneksel sektörlerde rekabet gücüne sahip olduğu tespit edilmiştir.18 Yazarlar,
1990-2003 döneminde Türkiye’nin 7 sektörde rekabet gücüne sahip olduğu, buna
karşın 28 sektörde ise rekabet gücünün bulunmadığı sonucuna ulaşmışlardır.
Güran19’ın 1988 yılı için hesapladığı RCA analiz sonuçlarına göre ise
Türkiye’nin 17 mal grubunda AB karşısında rekabet avantajına sahip bulunduğu,
buna karşın 27 mal grubunda ise açıklanmış karşılaştırmalı avantaja sahip
bulunmadığı tespit edilmiştir.
Eşiyok,20AKÜ yaklaşımından hareketle Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet
gücünü çözümleyen makalede Türkiye’nin diğer birçok araştırmada elde edilen
bulguda olduğu gibi geleneksel sektörlerde rekabet gücüne sahip olduğu, yüksek
katma değer üreten sektörlerde ise açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip
bulunmadığını ortaya koymuştur.
Türkiye imalat sanayiinin AB ülkeleri karşısında rekabet gücünü ampirik
olarak inceleyen Kösekahyaoğlu ve Özdamar’ın21 bulgularına göre; kimyasal
ürünler, tıp-eczacılık-kozmetik ve plastik ürünlerinde Türkiye’nin genel rekabet
gücü oldukça düşük bulunmaktadır. Yine aynı çalışmada deri ve kauçuk, kağıt,
tekstil ve demir-çelik gibi hammaddeye dayalı ürünlerde Türkiye’nin rekabet gücü
17
Dilek Seymen ve Özgül Bilici, “Türkiye-Avrupa Birliği Dış Ticaretin Yapısı ve
Türkiye’nin Avrupa Birliği Pazarında Rekabet Gücü: Genel Bir Değerlendirme”, Türkiye
Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, SehattinBekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım,
2008, s.47.
18
Utku Utkulu ve Dilek Seymen, “RevealedComparative Advantage andCompetitiveness:
EvidenceforTurkeyforvis—a’-visthe EU/15”, European Trade Study Group 6th Annual
Conference, ETSG, Nottingham, 2004.
19
Nevzat Güran, Dışa Açılma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücü, DPT,
Yayın No:2231-AETB, Ankara, 1990.
20
B.Ali Eşiyok, “Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Türkiye Avrupa
Birliği Sektörel Rekabet Analizleri,SehattinBekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.86-87.
21
Levent Kösekahyaoğlu ve Gökhan Özdamar, “Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Türk
İmalat Sanayinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.14, S.1, S.17-30, 2009.
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
109
Finlandiya, Slovenya, Bulgaristan, İsveç ve Polonya karşısında Türkiye imalat
sanayiinin bir rekabet gücüne sahip olmadığı, Avusturya, İtalya, Portekiz, Letonya
ve Slovekya karşısında ise rekabet gücünün son yıllarda zayıfladığı belirtilmektedir.
Küçükahmetoğlu’nun22AKÜ yaklaşımından hareketle, Türkiye’nin AB
karşısında rekabet gücünü çözümlediği çalışmada, Türkiye’nin standart sanayi
mallarının yaklaşık % 50’sinde rekabet üstünlüğüne sahip olduğu, buna karşın ileri
teknoloji içerikli ürünlerde ise rekabet gücünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
1990-1999 arasında AKÜ yaklaşımını kullanarak Türkiye’nin rekabet gücünü
inceleyen bir diğer çalışmada ise, Türkiye’nin AB ülkeleri karşısında rekabet gücü
bulunan ürünlerin %80’nin sanayi kategorisinde yer aldığı gösterilmiştir. Özellikle
Türkiye’nin geleneksel sektörlerinin başında gelen ve sanayi ihracatı içerisinde
önemli bir ağırlığa sahip tekstil ve hazır giyim sektöründe sanayinin rekabet gücü
yüksek tespit edilirken, hazır giyim ürünlerinin bütününde Türkiye’nin AB ülkeleri
karşısında açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu belirlenmiştir.23
Sonuç olarak, farklı dönemler ve farklı sektör sınıflandırmaları altında yapılmış
olsa da, yapılan birçok çalışma Türkiye’nin AB karşısında temel olarak geleneksel
sektörlerde rekabet gücünün varlığını ortaya koymakta, yüksek katma değer üreten
ya da ileri teknoloji içerikli sektörlerde ise rekabet gücünün bulunmadığını
göstermektedir.
Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü
Teknoloji sanayi gruplarına göre Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücünü
gösteren Tablo 6 incelendiğinde, Türkiye’nin sadece düşük teknoloji içerikli
sektörlerde AB karşısında rekabet gücünün yüksek olduğu, orta-düşük ve ortayüksek teknoloji sanayi kategorilerinde ise marjinal sınırda bulunduğu tespit
edilmiştir. Diğer taraftan Türkiye’nin AB karşısında “yüksek teknoloji” içerikli
sektörde rekabet gücünün bulunmadığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, ISIC
Rev.3 baz alınarak yapılan teknolojik sınıflandırmasına göre, Türkiye’nin AB
karşısında sadece 5 sektörde rekabet gücü yüksek bulunurken, 20 sektörde düşük ve
8 sektörde de marjinal sınırda tespit edilmiştir.Türkiye’nin AB karşısında rekabet
gücü sektörlerin teknoloji içeriği yükseldikçe düşmekte, Türkiye’nin AB karşısında
temel olarak geleneksel sektörlerde (gıda ürünleri ve içecek, tekstil ürünleri, giyim
eşyası vs) ise rekabet gücünün yüksek olduğu görülmektedir.
Yüksek teknoloji içerikli sektör grubunda yer alan sektörlerden sadece radyo,
TV, haberleşme teçhizatı ve cihazları sektöründe rekabet gücü marjinal sınırda tespit
edilirken, bu grupta yer alan diğer tüm sektörlerin rekabet gücü düşük bulunmuştur.
Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin teknoloji içeriği yüksek hiçbir sektörde AB
karşısında rekabet gücü bulunmamaktadır. Orta-yüksek teknoloji grubunda rekabet
gücü marjinal sınırda bulunan iki sektör bulunurken (başka yerde sınıflandırılmamış
ulaşım araçları ile motorlu kara taşıtı ve römorklar) diğer 11 sektörde düşük tespit
edilmiştir. Düşük-orta teknoloji içerikli sektörlerde ise sadece deniz taşıtlarının
22
Osman Küçükahmetoğlu, “Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin İktisadi Etkileri”, İktisat
Dergisi, Sayı:408, S.34-37.
23
Dış Ticaret Müsteşarlığı, Türkiye Dış Ticaret Stratejisi (2005-2010-2015-2023), Ankara,
2003.
B. ALİ EŞİYOK
110
yapımı ve onarımı sektörü ile metalik olmayan diğer mineral ürünler sektörlerinde
rekabet gücü yüksek bulunmuştur.
Tablo 6: Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü (RCA
Değerleri) (2008-2013)
Grup Adı
Düşük
Teknoloji
Sanayii
ISIC3
Kodu
D15
D16
D17
D18
D19
D20
D21
D22
D36
OrtaDüşük
Teknoloji
Sanayii
Orta-İleri
Teknoloji
Sanayii
D23
D25
D26
D27
D28
D351
D2411
D2412
D2413
D2421
D2422
D2424
D2429
D2430
D29
D31
D34
D352
D359
Yüksek
Teknoloji
Sanayii
D2423
D30
D32
D33
D353
ISIC3 Adı
GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK
TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TEKSTİL ÜRÜNLERİ
GİYİM EŞYASI
DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE
AYAKKABI
AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB.
ÖRÜLEREK YAP. M.
KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ
BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB.
MOBİLYA
Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER
YAKITLAR
PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ
METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER
ANA METAL SANAYİ
METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ)
DENİZ TAŞITLARI
Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU
BİLEŞİKLER HARİÇ)
KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER
SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER
PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR
BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA
MÜREKKEBİ VE MACUN
SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MAD.; PARFÜM;
KOZMETİK VE TUV.M
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER
SUNİ VE SENTETIK ELYAF
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE
CİHAZLAR
MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR
DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI
Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL
KAYNAKLI ÜR.
BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI
RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI
TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT
HAVA VE UZAY TAŞITLARI
Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
Ortalama
RCA
Simgesel
Gösterim
78.9
-99.0
186.8
341.4
33.9
Y
D
Y
Y
MS
-193.4
D
-141.2
-134.8
45.8
127.4
-81.7
D
D
MS
Y
D
38.1
76.8
-29.8
44.7
129.1
-1.8
-116.7
MS
Y
MS
MS
Y
MS
D
-113.4
-232.3
-240.5
-194.4
D
D
D
D
-107.7
D
-255.5
-56.5
-59.5
-50.2
D
D
D
D
19.7
-280.9
34.1
-39.7
-246.0
MS
D
MS
MS
D
-193.1
31.2
-208.7
-154.4
-98.0
D
MS
D
D
D
Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle kendi hesaplamamız.
Tabloda simgesel olarak gösterilen “Y” ilgili sektörde rekabet gücünün yüksek olduğunu, D”
düşük olduğunu ve “MS” marjinal sınırda bulunduğunu göstermektedir.
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
111
Kullanılan Üretim Faktörüne Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet
Gücü: Kesit Analizi
Bu alt bölümde C. G. Hufbauer&J.C.Chilas’ın sektör sınıflandırmasından ve
RCA2 formülünden (Karşılaştırmalı İhracat Performans endeksinden) hareketle,
Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücü 2012 yılı için (kesit analizi) incelenmiş,
bulgular Tablo 7’de ana24 kategoriler olarak gösterilmiştir. Buna göre Türkiye’nin
AB karşısındaki rekabet gücü teknoloji yoğunluğu arttıkça düşmekte, zor taklit
edilen ve kolay taklit edilen Ar-Ge yoğun sektörlerde Türkiye’nin AB karşısında
açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadığı görülmektedir. Ancak
Türkiye’nin sermaye-yoğun, emek yoğun ve hammadde yoğun gibi görece düşük
teknolojilere sahip sektör kategorilerinde açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip
olduğu izlenmektedir.
Tablo 7: Kullanılan Üretim Faktörüne Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet
Gücü (2012) (SITC Rev.3, 2 Digit)
Kullanılan Faktörlere Göre Sektör Grupları
RCA2
Zor Taklit Edilen Ar-Ge Yoğun Sektörler
0.38
Kolay Taklit Edilen Ar-Ge Yoğun Sektörler
0.67
Sermaye-Yoğun Sektörler
1.27
Emek Yoğun Sektörler
2.25
Hammadde Yoğun Sektörler
2.59
Kaynak ve Notlar: C. G. Hufbauer &J.C.Chilas’ın sektör sınıflandırmasından ve UN
Comtrade veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. Hammadde yoğun sektörler kategorisinde
yer alan 42 nolu sektör ortalamadan önemli ölçüde saptığı için hesaplamada göz önüne
alınmamıştır.
Sanayi Rekabet Performans Endeksine Göre Türkiye ve AB Ülkeleri
Bu alt bölümde UNIDO tarafından hazırlanan Sanayi Rekabet Performans
Endeksinden (Competitive Industrial Performance Index) hareketle, Türkiye ve AB27 ülkelerinin dünya rekabet gücü içerisindeki yerlerinin çözümlenmesi
amaçlanmaktadır.25 Başka bir ifadeyle, önceki bölümde AKÜ yaklaşımı kullanılarak
sektörel düzeyde yapılan analiz bu kez UNIDO’nun sanayi rekabet performans
endeksi ve bileşenleri (Tablo 8) kullanılarak, Türkiye ve AB-27 ülkeleri bağlamında
çözümlenecektir.
24
Yerden tasarruf etmek amacıyla sektörel ayrıntı verilmemiştir.
UNIDO’nun sanayi performans endeksini hesaplarken kullandığı değişkenlere ve
metodolojisine ilişkin olarak bkz. B. Ali Eşiyok, “Türkiye Sanayileşmenin Neresinde?
Uluslararası Bir Karşılaştırma”, İktisat ve Toplum, Sayı:24,2013c, s.58-60.
25
B. ALİ EŞİYOK
112
Tablo 8: Sanayi Rekabet Performans Endeksinin (CIP) Bileşenleri
Göster
ge
Orijinal
Simge
Açıklaması
1
MVApc
Kişi başına imalat sanayi katma değeri
2
MXpc
Kişi başına imalat sanayi ihracatı
Orta ve yüksek teknolojilere dayalı imalat san. Yaratılan KD'in Toplam imalat
San. KD. İçerisindeki payı
3
MHVAsh
4
MVAsh
5
MHXsh
6
MXsh
İmalat sanayi ihracatının toplam ihracat içindeki payı
7
lmWMVA
Ülkenin Dünya imalat sanayi katma değerine etkisi
8
lmWMT
Ülkenin dünya imalat sanayi ticaretine etkisi
İmalat sanayi katma değerinin GSYH içindeki payı
Orta ve Yüksek teknolojilere dayalı imalat san. İhracatının toplam imalat
san.ihracatı içindeki payı
Kaynak: UNIDO, Competitive Industrial Performance Report 2012/2013.
Türkiye ve AB-27’ülkelerine ilişkin sanayi rekabet performans sıralamasını,
sanayi rekabet performans endeks değerini ve bileşenlerini 2010 yılı için gösteren
Tablo 9 incelendiğinde, Almanya 0.5176 endeks değeri ile AB-27 içerisinde en
yüksek sanayi performans değerine sahip ülke olarak öne çıkarken, dünya sanayi
performans sıralamasına göre ise ikinci sırada bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle,
Almanya gerek AB-27 içerisinde ve gerekse de dünya içerisinde sanayi sektörü en
rekabetçi ülkelerin başında gelmektedir. Almanya’nın dünya sanayi içerisindeki
yeri, tablonun son iki sütununda gösterilen; “ülkenin dünya imalat sanayi katma
değerine etkisi” ve “ülkenin dünya imalat sanayi ticaretine etkisi” göstergeleri
incelendiğinde daha da belirginleşmektedir. Buna göre, Almanya’nın dünya imalat
sanayi katma değerine etkisi % 5.317 oranında tespit edilirken, dünya imalat sanayi
ticaretine etkisi % 10.219 gibi yüksek bir oranda gerçekleşmiştir.
Tablo 9: Türkiye ve Avrupa Birliği (27) Ülkelerinin Sanayi Rekabet Performans
Endeksine Göre Dünya Rekabet Gücü İçerisindeki Yerleri, Rekabet Performans
Endeks Değeri ve Bileşenleri
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
CIP Sıra
CIP
End.
2010
2010
Ülke
MVApc
MXpc
113
MHVAsh
MVAsh
MHXAsh
MXsh
lmWMVA
lmWMT
(%)
(%)
(%)
(%)
(%)
(%)
10.219
2
0.5176
Almanya
4666.91
13397.43
56.76
18.57
72.34
86.81
5.317
9
0.3114
Belçika
3793.78
34137.53
42.28
14.99
54.95
87.38
0.552
3.326
10
0.3095
Fransa
2885.09
7237.36
45.41
12.16
65.77
88.42
2.492
4.189
11
0.2945
İtalya
2847.72
6935.05
39.33
14.94
53.93
91.62
2.325
3.791
12
0.2896
Hollanda
3324.63
22081.02
40.07
12.48
55.01
73.97
0.759
3.374
13
0.2850
İsveç
6559.37
15375.64
46.96
20.04
57.69
89.70
0.838
1.316
14
0.2782
İngiltere
3162.34
5247.64
41.99
11.44
63.22
79.54
2.691
2.989
15
0.2695
İrlanda
6506.68
23950.5
64.07
23.11
53.84
91.65
0.407
1.004
16
0.2436
Avusturya
4869.48
14926.31
41.74
18.43
59.97
86.97
0.569
1.167
18
0.2220
Finlandiya
6795.27
12001.19
45.36
24.72
48.98
91.10
0.500
0.592
19
0.1979
İspanya
1896.88
4571.87
34.28
12.01
57.40
83.74
1.183
1.910
20
0.1931
Çek Cumh.
2148.21
11816.28
44.62
28.15
67.94
90.99
0.302
1.113
24
0.1705
Danimarka
3887.02
12839.14
30.51
12.46
51.88
72.81
0.294
0.651
25
0.1696
Polonya
1489.98
3639.62
35.35
22.51
58.14
87.83
0.781
1.277
27
0.1562
Slovakya
2303.72
11125.34
43.32
27.43
66.26
93.80
0.172
0.556
29
0.1402
Macaristan
1210.31
8291.96
53.47
21.08
77.99
87.04
0.166
0.763
30
0.1283
TÜRKİYE
1012.73
1286.7
30.04
20.23
42.47
87.72
1.088
0.926
32
0.1152
Slovenya
2716.24
11094.26
45.52
20.89
62.96
90.83
0.075
0.206
34
0.1043
Portekiz
1503.64
4098.3
22.36
12.90
40.53
90.17
0.223
0.407
42
0.0761
Lüksemburg
3737.35
24557.2
4.97
6.59
38.04
85.76
0.025
0.110
46
0.0675
Romanya
341.552
2111.4
33.88
13.06
54.69
90.36
0.100
0.413
47
0.0674
Litvanya
964.003
5343.24
18.46
18.35
37.83
85.63
0.044
0.165
49
0.0653
Yunanistan
1289.68
1429.1
17.17
9.10
37.19
73.69
0.200
0.148
52
0.0583
Estonya
978.874
8360.44
25.66
15.47
42.28
86.22
0.018
0.102
59
0.0460
Bulgaristan
398.788
1958.22
25.57
15.52
35.40
70.99
0.041
0.135
61
0.0452
Malta
1257.27
8406.84
44.92
11.30
56.16
93.04
0.007
0.032
68
0.0367
Letonya
480.598
3190.16
20.77
9.61
35.18
80.85
0.015
0.066
88
0.0186
Kıbrıs
918.488
640.88
12.32
6.58
60.43
75.21
0.011
0.005
Kaynak: UNIDO,Competitive Industrial Performance Report 2012/2013, s. ix-x.
Almanya’dan sonra öne çıkan diğer AB-27 ülkeleri ise Belçika ve Fransa’dır.
Belçika ve Fransa, AB sanayi rekabet performans sıralamasında sırasıyla ikinci ve
üçüncü sırada yer alırken, dünya sanayi rekabet performans sıralamasına göre ise 9.
ve 10. sırada yer almıştır.
Türkiye dünya sanayi rekabet performans sıralamasında 0.1283 endeks değeri
ile 30. sırada yer alırken, AB sanayi rekabet performans sıralamasında 18. sırada yer
almıştır. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin sanayi rekabet performans endeksi AB-27
içerisinde yer alan 11 ülkeden daha yüksek gözükmektedir. AB-27’ye üye olup da
sanayi rekabet performansı Türkiye’den düşük olan ülkeler şunlardır: Slovenya,
B. ALİ EŞİYOK
114
Portekiz, Lüksemburg, Romanya, Litvanya, Yunanistan, Estonya, Bulgaristan,
Malta, Letonya ve Kıbrıs. Bu bulgulara göre AB-27 ülkeleri arasında 16 ülkenin
sanayi rekabet performansı Türkiye’den yüksek gerçekleşirken, 11 ülkenin sanayi
rekabet performansı Türkiye’nin altında tespit edilmiştir.
Sanayi rekabet performans endeks değerini oluşturan göstergeler daha
yakından incelendiğinde Türkiye bağlamında aşağıda belirtilen tespitleri yapmak
mümkün gözükmektedir26:
i)
“Kişi başına imalat sanayi katma değer (MVApc)” göstergesine göre
Türkiye AB-27 ülkeleri arasında 22. sırada yer alarak, sanayi rekabet
performansının altında bir başarı göstermiştir.
ii)
“Kişi başına imalat sanayi ihracatı (MXpc)” göstergesine göre Türkiye
AB-27 ülkeleri arasında sadece Malta’dan daha yüksek bir performans
göstermiştir.
iii)
“Orta ve yüksek teknolojilere dayalı imalat sanayiinde yaratılan KD’in
toplam imalat sanayi katma içerisindeki payı (MHVAsh)” göstergesine
göre Türkiye’nin AB-27 ülkeleri arasındaki yeri, % 30.04 pay ile 20.
sırada tespit edilmiştir.
iv)
“İmalat sanayi katma değerinin GSYH içindeki payı (MVAsh)”
göstergesine göre Türkiye % 20.23 pay ile 8.sırada yer almaktadır.
Başka bir ifadeyle, Türkiye imalat sanayiinin ulusal katma değer
(GSYH) payında son yıllarda gözlenen aşınmaya karşın Türkiye’nin
imalat sanayi katma değer payı 20 AB ülkesinden daha yüksek
gözükmektedir.
v)
“Orta ve yüksek teknolojilere dayalı imalat sanayi ihracatının toplam
imalat sanayi ihracatı içindeki payı (MHXsh)” göstergesine göre
Türkiye % 42.47 pay ile AB ülkeleri arasında 21. sırada bulunmaktadır.
vi)
“İmalat sanayi ihracatının toplam ihracat içindeki payı (MXsh)”
göstergesine göre Türkiye % 87.72 oranı ile 12. sırada yer alarak birçok
AB-27 ülkesinden daha yüksek bir performans ortaya koymuştur.
vii) Ülkenin “dünya imalat sanayi katma değerine etkisi (lmWMVA)”
göstergesine göre Türkiye % 1.088 oranı ile 6. sırada yer almaktadır. Bu
göstergeye göre Türkiye’nin üzerinde performans gösteren ülkelerin
Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya gibi AB’nin büyük
ekonomileri olduğu düşünülürse, Türkiye’nin söz konusu göstergeye
göre AB’nin çevresini oluşturan ülkelerden ziyade, çekirdeğini oluşturan
ülkelere (Almanya, Fransa gibi) daha yakın bir performans ortaya
koyduğu anlaşılmaktadır.
viii) Tablonun son sütununda gösterilen ülkenin “dünya imalat sanayi
ticaretine etkisi (lmWMT)” göstergesine göre ise Türkiye % 0.926 pay
ile AB-27 ülkeleri arasında 13.sırada yer alarak önemli bir performans
26
Bu yazıda AB sanayi rekabet performans sıralaması, Türkiye’yi de içeren 28 ülke
bağlamında yapılmıştır.
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
115
ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle, bu göstergeye göre 15 AB üyesi
ülkenin sanayi performans değeri Türkiye’nin altında tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, sanayi rekabet performans endeksini oluşturan bileşenlere göre,
Türkiye’nin birçok AB-27 ülkesinden daha yüksek bir performans ortaya koyduğu
izlenmektedir. Başka bir anlatımla, Türkiye’nin AB üyeliği söz konusu olduğunda,
sanayi sektöründe Türkiye’ye rakip olabilecek ülkelerin başında AB’nin çekirdeğini
oluşturan az sayıda ülke gelmekte, AB-27’nin çevresinde yer alan ülkelerin Türkiye
ile rekabet edebilecek kapasitede olmadıkları anlaşılmaktadır.
Türkiye ve Avrupa Birliği-27 Ülkelerinin Makro Rekabet Gücü
Bu alt bölümde Türkiye ile birlikte Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin makro
(ülke) rekabet güçlerinin çözümlenmesi amaçlanmaktadır. Farklı bir ifadeyle, önceki
bölümlerde Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlük (AKÜ) yaklaşımı ve Birleşmiş
Milletler Sınai Kalkınma Örgütü’nün (UNIDO), sanayi rekabet performans
endeksinden hareketle yaptığımız analizleri, bu alt bölümde IMD (Uluslararası
Yönetim Geliştirme Merkezi- International Management Development) isimli
kuruluşun, “Dünya Rekabet Yıllığı-The World Competitiveness Yearbook”
çalışmasından hareketle daha da genişletilerek, ülke rekabet güçlerinin analizi
amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye ve AB-27 ülkelerinin dünya rekabet gücü
sıralaması Tablo 10’da gösterilmektedir.27
Tablo 10: AB-27 Ülkelerinin ve Türkiye’nin Dünya Rekabet Gücü Sıralamasındaki
Yeri (2012)
Sıra
Ülke
5
İsveç
Skor Sıra
91.393 33
Ülke
Çek Cumhuriyeti
Skor
66.187
9
Almanya
89.257 34
Polonya
64.179
11
Hollanda
87.158 36
Litvanya
63.422
12
Lüksemburg
86.052 38
Türkiye
62.244
13
Danimarka
84.876 39
İspanya
61.118
17
Finlandiya
82.467 40
İtalya
60.641
18
İngiltere
80.142 41
Portekiz
60.380
20
İrlanda
78.465 45
Macaristan
57.340
21
Avusturya
77.673 47
Slovak Cumhuriyeti
55.667
25
Belçika
73.484 51
Slovenya
52.957
29
Fransa
70.003 53
Romanya
48.929
31
Estonya
66.947 54
Bulgaristan
48.450
58
Yunanistan
43.054
Kaynak: IMD.
27
IMD’nin Dünya Rekabet Yıllığını hazırlarken kullandığı metodolojiye ve kullandığı
değişkenlere ilişkin olarak bkz. B. Ali Eşiyok, Dünya Rekabet Gücü İçerisinde
Türkiye’nin Yeri, Türkiye Kalkınma Bankası Araştırma Müdürlüğü Yayını, GA-01-03-06,
Ankara, 2001a; B. Ali Eşiyok, Türkiye Ekonomisinde Yeniden Yapılanma Sürecinde
İhracat ve Rekabet Gücündeki Gelişmeler, GA-01-2-5, Ankara, 2001b.
116
B. ALİ EŞİYOK
Dünya Rekabet Yıllığı (The World Competitiveness Yearbook) çalışmasının
2012 bulguları göz önüne alındığında, Türkiye’nin 62.244 puan ile 38. sırada yer
aldığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin ülke rekabet gücünün İspanya,
İtalya gibi AB ekonomisi içerisinde önemli ağırlığa sahip ülkelerin üzerinde
bulunduğu izlenmektedir. Türkiye’nin genel rekabet gücü İspanya ve İtalya gibi
büyük ekonomiler yanında, AB-27’ye üye olan ve AB’nin çevresinde yer alan şu
ülkelerden de yüksek gerçekleşmiştir: Portekiz, Macaristan, Slovakya, Slovenya,
Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan. Dünya Rekabet Yıllığı sonuçlarına göre genel
rekabet gücü Türkiye’den yüksek olan AB ülkeleri ise şunlardır: İsveç, Almanya,
Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, Finlandiya, İngiltere, İrlanda, Avusturya,
Belçika, Fransa, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Litvanya.
Ülke rekabet gücü AB-27 içerisinde ilk üç sırada yer alan İsveç, Almanya ve
Hollanda’nın dünya rekabet gücü içerisindeki yerleri ise sırasıyla 5., 9., ve 11. sırada
tespit edilmiştir. Başka bir ifadeyle, AB-27 ülkeleri arasında ülke rekabet gücü en
yüksek ilk üç ülkenin, dünya rekabet gücü sıralamasındaki yerlerinin önemli ölçüde
aşındığı, 2012 dünya rekabet sıralamasında hiçbir AB-27 ülkesinin ilk dört sırada
yer almadığı izlenmektedir.
Ülke rekabet güçlerine ilişkin bu bulgular, Türkiye’nin dünya rekabet gücü
içerisindeki yerinin AB-27’ye üye olan birçok ülkeden daha iyi bir konumda
bulunduğunu ortaya koymakta, Türkiye’nin ülke rekabet performansının AB’ne
üyelik önünde iktisadi bir sorun teşkil etmeyeceğini göstermektedir.
Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye-AB Arasında Endüstri-İçi Ticaret
Son yıllarda imalat sanayiinde üretim artışı ile ithal girdi kullanımı arasındaki
ilişkiyi güçlendiren ve küreselleşmenin hızlanması ile giderek ağırlık kazanan
olgulardan birisi de endüstri-içi ticaretteki gelişmelerdir. Bu bağlamda bu bölümün
konusunu Türkiye ile AB arasındaki endüstri-içi ticarette meydana gelen gelişmeler
oluşturmaktadır. Ancak ampirik çözümlemeye geçmeden önce endüstri-içi ticaret
olgusuna kısaca değinmek gereklidir.
Günümüzde uluslararası ticaret, endüstriler arası ticaret ve endüstri-içi ticaret
şeklinde sürdürülmektedir. Geleneksel iktisat teorisi, ülkeler arasındaki teknolojik
veya faktör donanımları farklılıklarını ticaretin nedeni olarak ileri sürmektedir. Bu
varsayımın geçerli olduğu bir dünyada uluslararası ticaretin kompozisyonu bunu
yansıtacak şekilde, ülkelerin göreli olarak daha fazla sahip oldukları üretim
faktörlerini içeren malları ihraç etmelerini gerektirirdi. Oysa reel dünyada ülkeler
arasındaki dış ticaretin yapısı incelendiğinde, aynı endüstriye ait homojen veya
benzer malların iki yönlü ticaretinin; yani hem ithalatının hem de ihracatının
yapıldığı
görülmektedir.
Bu
olgu
endüstri-içi
ticaret
olarak
kavramsallaştırılmaktadır. Geleneksel iktisat kuramına göre bir ülkenin herhangi bir
üründe hem karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olması, hem de karşılaştırmalı
dezavantaja sahip olması mümkün olmadığına göre, endüstri-içi ticaret olgusu
geleneksel iktisat kuramının varsayımları ile çelişmektedir. Endüstri-içi ticaretin
oligopol veya tekelci rekabet piyasalarının hakim olduğu sektörlerde (otomobil,
elektronik, elektrikli makina-teçhizat vs) oldukça etkin olduğu, söz konusu
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
117
sektörlerde hem ihracatın hem de ithalatın yaygın olarak yapıldığı izlenmektedir.
Kuşkusuz endüstri-içi ticaretin artması ihracatın belli sektörlerde yoğunlaşmasını
azaltırken, ihracatın çeşitlenmesine katkıda bulunmaktadır.28
Endüstri-içi ticaretin temel nedenleri arasında ölçek ekonomileri ile ürün
farklılaşmasını özellikle belirtmek gerekir.29 Oysa geleneksel iktisat kuramı ticarete
konu olan malların homojen olduklarını varsaymaktadır. Başka bir deyişle, bu
varsayıma göre uluslararası ticarette herhangi bir ürünün hem ihracatının hem de
ithalatının olmaması gereklidir. Oysa reel dünyada (piyasalarda) ticarete konu olan
ürünlerin çoğu homojenlik varsayımına uymamaktadır. Görüntüleri, bileşenleri,
kaliteleri açısından birbirlerinden oldukça farklılık göstermektedir. Tüm bu
gelişmeler bize, sanayi malları üzerindeki doğru ve reel hayata yakın bir
açıklamanın ancak mal farklılaşması ile onun doğurduğu endüstri-içi ticaretin
etkilerini göz önüne alan yeni dış ticaret kuramı çerçevesinde ele alınmasını
göstermektedir. Bu bağlamda yeni dış ticaret teorileri, ölçeğe göre artan getiri, aksak
rekabet şartlarında çalışan piyasalara ve ürün farklılaşmasına dayanmaktadır.30
Endüstri-İçi ticaretin ampirik analizinde farklı yöntemler kullanılmakla birlikte,
yaygın olarak kullanılan yaklaşımların başında Grubel-Lloyd31 yaklaşımı
gelmektedir. Xi ihracat değerini, Mi ithalat değerini göstermek üzere endüstri içi
ticaret (IIT) aşağıdaki gibi ifade edilmektedir:
IITi={1-[(|X i-M i|) / (|X i+ Mi |)]}*100.
Formülde IITi katsayısı sıfır ile yüz arasında bir değer almakta, endüstri-içi
katsayısının 100’e yaklaşması sektördeki ticaretin daha fazla endüstri-içi ticaret
özelliği taşıdığını, IITi katsayısının sıfıra yaklaşması halinde ise ticaretin endüstrilerarası ticaret özelliği gösterdiğini ortaya koymaktadır. Tanım gereği, bir ülkenin
herhangi bir ürünü sadece ihraç ya da ithal ediyorsa IITi katsayısı sıfır değerini
alacak ve ilgili üründe endüstri-içi ticaretin olmadığı anlaşılacaktır. Tersi durumda,
yani ilgili üründe ihracat ve ithalat değerleri birbirine eşit olması halinde ise IITi
katsayısı 100 değerini alarak, ilgili üründe maksimum oranda endüstri-içi ticaretin
olduğunu gösterecektir.
Teknoloji sanayi gruplarına göre Türkiye-AB ülkeleri arasında endüstri-içi
katsayılarını gösteren Tablo 11 incelendiğinde, Türkiye ile AB arasında teknoloji
28
B.Ali Eşiyok, “Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Selahattin Bekmez
(ed.), Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım,
2008, s.57-94.
29
OECD, Intra-IndustryandIntra-FirmTrade and Internationalization of Production,
Economic Outlook, 2002.
30
Bu konuda bkz. A.K Dixitand Joseph Stiglitz, “MonopolisticCompetitionand Optimum
Product Diversity”, AmericanEconomicReview, 67, 1977, p.297-308; Paul R Krugman,
“IncreasingReturns, MonopolisticCompetitionand International Trade”, Journal of
International Economics, 9, 1979, p.469-479.
31
HerbertGrubel ve Peter Llyod, Intra-IndustryTrade: The Theory and Measurement of
International Trade in Differentiated Products, Holsted Press, 1975.
118
B. ALİ EŞİYOK
düzeyine göre endüstri-içi ticaretin en yüksek olduğu teknoloji sanayi gruplarının
başında düşük-orta teknolojilerden oluşan sektör grubunun geldiği görülmektedir.
Türkiye ile AB ülkeleri arasında endüstri-içi ticaretin en düşük gerçekleştiği
teknoloji sanayi gruplarının başında ise iki uç noktada bulunan yüksek ve düşük
teknoloji sanayi grupları gelmektedir.
Sektörel düzeyde endüstri-içi ticaretteki gelişmeler incelendiğinde, endüstri içi
ticaretin yüksek gerçekleştiği sektörlerin başında dabaklanmış deri, bavul, el çantası,
saraciye ve ayakkabı; plastik ve kauçuk ürünleri imalatı; metal eşya sanayi;
mobilya; motorlu kara taşıtı, römork; başka yerde sınıflandırılmamış ulaşım araçları
ve radyo, televizyon, haberleşme teçhizatı ve cihazları gibi sektörler gelmektedir.
Söz konusu sektörlerde Türkiye ile AB arasında hem ihracatın hem de ithalatın
yapıldığı izlenmekte, bunun sonucunda yaygın olarak endüstri-içi ticaret
gözlenmektedir.
Sektörel düzeyde endüstri-içi ticaretin görece düşük gerçekleştiği belli başlı
sektörler ise şunlardır: Giyim eşyası; başka yerde sınıflandırılmamış kimyasal
ürünler; eczacılıkta ve tıpta kullanılan kimyasal ve bitkisel kaynaklı ürünler;
demiryolu ve tramvay lokomotifleri ve vagonları; sentetik kauçuk ve plastik
hammaddeler; pestisit (haşarat ilacı) ve diğer zirai-kimyasallar; tıbbi aletler, hassas
ve optik aletler ile saat imalatı. Söz konusu sektörlerde Türkiye ile AB arasında
ağırlıklı olarak tek yönlü (ihracat veya ithalat) ticaret söz konusu olup, endüstri-içi
ticaretin gelişmediği izlenmektedir.
D23
D25
D26
D27
D28
D351
D2411
D2412
D2413
D2421
D2422
D2424
D2429
D2430
D29
D31
D34
D352
D359
D2423
D30
D32
D33
D353
OrtaDüşük
Teknoloji
Sanayii
Orta-İleri
Teknoloji
Sanayii
Yüksek
Teknoloji
Sanayii
Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER
BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI
RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI
TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT
HAVA VE UZAY TAŞITLARI
Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ)
KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER
SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER
PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR
BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN
SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M.
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER
SUNİ VE SENTETIK ELYAF
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR
MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR
DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI
BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI
Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR
PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ
METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER
ANA METAL SANAYİ
METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ)
DENİZ TAŞITLARI
Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı
ISIC3 Adı
GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK
TÜTÜN ÜRÜNLERİ
TEKSTİL ÜRÜNLERİ
GİYİM EŞYASI
DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI
AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER
KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ
BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB.
MOBİLYA
Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır.
ISIC 3
D15
D16
D17
D18
D19
D20
D21
D22
D36
Data Grup
Düşük
Teknoloji
Sanayii
Tablo 11 : Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye-AB Ülkeleri Arasında Endüstri-İçi Ticaret Katsayıları (IIT)
46.9
11.3
19.8
97.7
17.3
40.7
75.1
33.7
49.4
12.4
29.1
22.4
41.7
13.0
62.4
61.3
65.8
90.8
9.8
93.6
97.6
76.9
95.9
70.3
84.1
93.8
45.2
51.6
66.2
59.7
37.5
9.2
97.5
34.6
35.1
31.3
85.6
2008
45.5
12.2
20.3
94.7
17.3
33.1
71.8
33.0
21.2
12.0
18.7
22.8
42.8
9.7
52.2
64.9
57.9
93.0
4.3
75.6
89.9
55.5
94.5
64.7
66.4
90.3
76.5
49.1
64.2
49.2
34.4
7.6
96.5
31.7
33.1
37.5
79.3
2009
41.2
13.4
22.6
88.0
16.3
20.9
66.5
38.6
50.6
13.5
13.8
18.8
36.3
12.0
59.6
59.5
62.4
93.2
2.8
87.9
84.9
41.8
94.5
75.0
69.0
93.0
50.7
53.4
75.8
47.5
33.8
7.6
92.3
19.1
28.1
35.3
90.7
2010
40.0
12.1
19.8
91.2
15.3
19.2
62.7
38.8
52.4
14.3
8.5
18.9
38.8
9.5
62.9
55.7
60.2
87.1
5.9
90.1
85.3
40.8
92.9
80.0
79.7
87.6
21.4
57.3
86.0
65.0
33.5
8.4
99.0
15.7
28.9
32.6
97.2
2011
48.2
12.2
17.4
84.3
17.8
24.2
64.3
43.7
37.1
16.5
8.5
16.9
43.0
11.0
56.3
57.0
67.0
89.6
12.8
94.4
76.5
43.1
96.2
81.3
68.3
90.6
67.0
57.4
82.7
38.0
33.2
8.5
97.7
12.7
29.9
31.2
94.4
2012
43.5
11.6
18.7
83.2
18.8
33.4
63.6
41.3
32.2
14.2
7.4
17.7
42.9
11.6
67.2
54.5
63.0
88.5
42.4
97.6
76.9
46.8
96.5
86.5
64.0
95.7
77.7
56.5
77.4
18.0
31.8
9.1
95.1
13.0
31.6
29.2
99.4
2013
44.2
12.1
19.8
89.8
17.1
28.6
67.3
38.2
40.5
13.8
14.3
19.6
40.9
11.1
60.1
58.8
62.7
90.4
13.0
89.9
85.2
50.8
95.1
76.3
71.9
91.8
56.4
54.2
75.4
46.2
34.0
8.4
96.3
21.1
31.1
32.9
91.1
Ort
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
119
B. ALİ EŞİYOK
120
2008-2013 arasında Türkiye ile AB arasında endüstri-içi ticaretin en çok arttığı
sektörlerin başında demiryolu ve tramvay lokomotifleri ile vagonları sektörü
yanında metalik olmayan diğer mineral ürünler sektörleri gelmektedir. 2008-2013
arasında endüstri-içi ticaret katsayısı en fazla düşen sektörler ise şunlardır: Kok
kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri; pestisit (haşarat ilacı) ve diğer ziraikimyasallar ile kimyasal gübre ve azotlu bileşikler.
Sonuç
Türkiye’nin AB’ne yönelik dış ticaret (ihracat ve ithalat) paylarında Gümrük
Birliği’ni izleyen yıllarda önemli boyutlara varan aşınma izlenmektedir. Buna göre
1996 yılında Türkiye’nin ihracatında AB’nin payı % 54.1 oranında gerçekleşirken,
2012 yılına gelindiğinde 15.3 puan aşınarak % 38.8 oranına gerilemiştir. Aynı
dönemde ithalat payı ise 18.7 puan düşerek % 55.7 oranından % 37’ye düşmüştür.
Başka bir ifadeyle, Türkiye ekonomisinde son yıllarda cari açıkta meydana gelen
artışlar, esas olarak dış ticaret açıklarından32 kaynaklanmakta, dış ticaret açıkları ise
AB ile yapılan dış ticaretten değil, AB dışındaki ülkelerden yapılan ithalattan
(özellikle Çin, Hindistan, Rusya vs.) kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin ithalatında
Uzak Doğu Asya ülkelerinin artan ithalat payının nedeni, 1996 yılında yürürlüğe
giren Gümrük Birliği olmuştur.33 Türkiye Gümrük Birliği sonucunda gümrükler
üzerindeki hükümranlık haklarını devrederek, AB’nin ortak gümrük tarifesini
uygulamaya başlamış, bu da Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan büyük
ekonomilerden yapılan ithalatın hızla artmasına ve ithalatta Asyalaşma olgusunun
yaşanmasına neden olmuştur.
Gümrük Birliği ile birlikte, Asya ülkelerinden yapılan enerji ithalatının etkisini
ayrıştırmak için, Asya ülkeleri, enerji ihracatçısı ve sanayi girdisi ve mamul mal
ihracatçısı ülkeler olarak iki grup altında ayrıştırıldığında, Gümrük Birliği ile
birlikte AB’nin ortak gümrük tarifesine tabi olmayan Çin, Hindistan, Kore başta
olmak üzere Uzak Doğu Asya ülkelerinin Dünya Ticaret Örgütü’nün tanımladığı
kurallar çerçevesinde, Türkiye’ye karşı rekabet güçlerini yükselterek, iç piyasaya
büyük ölçüde nüfuz ettikleri, 1996 yılında sanayi girdisi ve mamül mal ihracatçısı
Asya ülkelerinden yapılan 4,3 milyar dolarlık ithalat değerinin hızla artarak 2012
yılında 44,6 milyar dolara yükseldiği görülmektedir.
Türkiye’nin ithalatında giderek öne çıkan ikinci grup Asya ülkesi ise Rusya
başta olmak üzere Azerbaycan gibi enerji ihracatçısı ülkelerdir. 1996 yılında bu
32
Bilindiği üzere cari işlemler hesabı mal dengesi, hizmetler dengesi, yatırım dengesi ve cari
transferlerden oluşmaktadır. 2013 yılının Ocak-Eylül dönemine ilişkin cari işlemler dengesini
oluşturan kalemler incelendiğinde; mal dengesinin 60,600 milyon dolar, yatırım dengesinin
7,434 milyon dolar açık vermesine karşın, hizmetler dengesinin 18,722 milyon dolar fazla
verdiği görülmektedir. Söz konusu dönemde cari transferlerin 762 milyon dolar olduğu göz
önüne alınırsa, 2013 yılının Ocak-Eylül döneminde cari işlemler dengesinde meydana gelen
açığın esas olarak dış ticaret açığından (mal ihracatı-mal ithalatı) kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
33
Bu konuda bkz. B. Ali Eşiyok “Gümrük Birliği Anlaşmasının Dış Ticaret (Cari Açık)
Üzerindeki Etkisi: İthalatta Asyalaşma”, İktisat ve Toplum, Sayı.35, 2013, s.45-57.
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
121
ülkelerden yapılan ithalat değeri 3 milyar dolar iken, 2012 yılında 34,7 milyar dolara
yükselmiştir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olması nedeniyle,
Gümrük Birliği’nden
bağımsız olarak düşünülmesi gereken enerji ithalat
değerlerine karşın, girdi ve mamül mal ihracatçısı Asya ülkelerinden (Çin,
Hindistan, Güney Kore vs) yapılan ithalat artışları esas olarak Gümrük Birliği’nden
kaynaklanmış, bu da dış ticaret açıkları kanalıyla cari açık üzerinde baskı
oluşturmaya başlamıştır.
Türkiye’nin AB ülkelerine yönelik ihracatında en temel kategoriyi düşük ve
orta-düşük teknoloji sanayi kategorileri oluşturmaktadır. 2013 yılı bulgularına göre
düşük teknoloji sanayi grubunun ihracat payı % 36.6 oranında tespit edilirken, ortayüksek teknoloji sanayi grubunun % 37.6, orta-düşük teknoloji sanayi grubunun
payı ise % 21.7 oranında tespit edilmiştir. Türkiye’nin AB’ne yönelik yüksek
teknoloji sanayi grubu ihraç payı % 4.1 ile sınırlı kalmıştır.
Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı ithalatın teknolojik profili incelendiğinde
ise temel olarak orta-yüksek teknolojilere dayalı geliştiği, 2013 yılı itibariyle ithalat
payının % 55.8 gibi yüksek bir oranda gerçekleştiği saptanmıştır. AB’nde yapılan
düşük teknolojilerin ithalat payı ise % 10’lar düzeyinde bulunmaktadır. Bu bulgular
Türkiye’nin üretim yapısının ve bu üretim yapısının gereksinimleri doğrultusunda
ithal teknoloji profilinin orta-yüksek ve düşük-orta teknolojilere dayalı gelişmesine
neden olmaktadır. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin düşük teknoloji içerikli
sektörlerde ithalat paylarının % 10’lar ile sınırlı kalması, Türkiye’nin düşük
teknolojilerde ithalata bağımlı olmadığının ya da düşük profilli teknolojilerde üretim
kapasitesinin yeterli olduğunu göstermektedir. Oysa Türkiye imalat sanayinin
yüksek teknolojilerde dışa bağımlı olmasına karşın ithalat payının sınırlı kalması
(2013 yılı itibariyle % 10.2), üretim yapısının yüksek teknolojilere dayalı
gelişmediğinin, üretim yapısının düşük ve orta teknolojilere dayalı geliştiğini ortaya
koymaktadır.
Teknoloji düzeyine göre Türkiye’nin AB karşısında sadece düşük teknoloji
sanayi kategorisinde rekabet gücünün yüksek bulunduğu, diğer kategorilerde ise
rekabet gücünün marjinal sınırda ya da düşük kaldığı gözlemlenmiştir. Başka bir
ifadeyle, Türkiye’nin AB karşısında yüksek teknoloji içerikli sektörlerde rekabet
gücü düşük tespit edilirken, düşük-orta ve orta-yüksek teknolojilerde rekabet
gücünün marjinal sınırda bulunduğu saptanmıştır. Yüksek teknoloji içerikli sektör
kategorisinde yer alan hiçbir sektörde rekabet gücü yüksek bulunmaz iken, sadece
radyo, TV, haberleşme teçhizatı ve cihazları sektöründe rekabet gücünün marjinal
sınırda bulunduğu gözlemlenmiştir. OECD’nin ISIC Rev.3 baz alınarak yapılan
teknolojik sınıflandırmasına göre, Türkiye’nin AB karşısında 33 sektörden sadece 5
sektörde (% 15.2) rekabet gücü yüksek tespit edilirken, 20 sektörde (% 60.6) düşük
ve 8 sektörde (% 24.2) de marjinal sınırda tespit edilmiştir.
Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücü yüksek sektörler şunlardır: Gıda
ürünleri ve içecek; tekstil ürünleri; giyim eşyası; metalik olmayan diğer minerallerin
imalatı ve deniz taşıtlarının yapımı ve onarımı.
122
B. ALİ EŞİYOK
Bu çalışmanın temel bulgularından birisini de, gerek UNIDO’nun sanayi
rekabet performans endeks değerlerine ve gerekse de IMD’nin ülke rekabet gücü
analiz sonuçlarına göre, Türkiye’nin AB-27 içerisinde yer alan birçok üye ülkeye
göre daha yüksek bir rekabet gücüne sahip olması oluşturmaktadır. Başka bir
ifadeyle, Türkiye’nin ülke ve sanayi rekabet gücü değerleri, AB-27’ye üye olan
(Almanya, Fransa gibi AB çekirdeğini oluşturmayan) birçok ülkenin üzerinde olup,
Türkiye’nin tam üyeliği açısından iktisadi bir kısıt oluşturmamaktadır.
Dünya ekonomisinde meydana gelen gelişmeler sonucunda imalat sanayinde
üretim artışı ile ithal girdi kullanımı arasındaki ilişkiyi güçlendiren ve dış ticarette
giderek ağırlık kazanan olgulardan birisi de endüstri-içi ticaretteki gelişmeler
oluşturmaktadır. Teknoloji düzeyine göre Türkiye-AB arasında endüstri-içi ticarette
meydana gelen gelişmeler çözümlendiğinde, yüksek ve düşük teknoloji sanayi
kategorilerinde endüstri-içi ticaret katsayıları 2013 yılı itibariyle sırasıyla % 56.5 ve
% 43.5 oranında tespit edilirken, düşük-orta ve orta-ileri teknoloji içerikli sektör
kategorilerinde sırasıyla % 76.9 ve % 63.6 oranında tespit edilmiştir. Yıllık ortalama
değerlere göre (2008-2013 için) endüstri-içi ticaret katsayıları incelendiğinde, düşük
teknoloji sanayi grubunda endüstri-içi ticaret katsayısı % 54.2 oranında tespit
edilirken, orta-düşük sanayi grubunda % 85.2, orta-yüksek teknoloji sanayi
grubunda % 67.3 ve yüksek teknoloji sanayi grubunda ise % 44.2 oranında tespit
edilmiştir. Başka bir ifadeyle, Türkiye ile AB arasındaki endüstri-içi ticaretin temel
olarak orta-düşük teknolojilere dayalı geliştiği, söz konusu kategoride yer alan
sektörlerde hem ihracatın hem de ithalatın diğer gruplarda yer alan sektörlere göre
daha yüksek gerçekleştiği izlenmektedir. Türkiye-AB arasında endüstri-içi
katsayısının yüksek gerçekleştiği belli başlı sektörler şunlardır: Giyim eşyası; başka
yerde sınıflandırılmamış kimyasal ürünler; eczacılıkta ve tıpta kullanılan kimyasal
ve bitkisel kaynaklı ürünler; demiryolu ve tramvay lokomotifleri ve vagonları;
sentetik kauçuk ve plastik hammaddeler; pestisit (haşarat ilacı) ve diğer ziraikimyasallar; tıbbi aletler, hassas ve optik aletler ile saat imalatı.
Sonuç olarak, Türkiye 1980’li yılların başında dünya ekonomisine teknolojisi
basit emek yoğun sektörler temelinde eklemlenmiş, sonraki yıllarda uygulanan
politikalar üretimin ve ihracatın teknoloji düzeyini yükseltmede başarılı olamamıştır.
Bu bağlamda Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatının teknolojik düzeyi esas olarak
düşük ve orta teknolojilere dayalı gelişmiş, yüksek teknoloji içerikli sektörlerde
rekabet gücü düşük kalmıştır. Bu çerçevede özellikle rekabet gücü düşük bulunan
sektörlerde rekabet gücünün yükseltilmesine yönelik bir sanayileşme stratejisinin
hazırlanıp uygulanması gerekmektedir.
Hazırlanacak sanayileşme stratejisi
çerçevesinde, imalat sanayi yüksek katma değer üreten, ileri teknoloji içerikli
sektörler temelinde yeniden yapılandırılmalı, üretimin ve ihracatın ithalata
bağımlılığı düşürülerek dış ticaret açıkları (dolayısıyla cari açık) azaltılmalıdır.
TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI…
123
KAYNAKÇA
Balassa, Bela. “Trade Liberalization and ‘Revealed Comparative’ Advantage”, The
Manchester School, 33,1965, p.99-123.
Bhagwati, Jagdish. “Immiserizing Growth: A Geometrical Note”, Review of
Economic Studies, June , 1958, p. 201-205.
Boratav, Korkut. “Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Rekabet Gücü Göstergeleri”, Selim
İlkin-Orhan Silier-Murat Güvenç (ed.), İlhan Tekeli İçin Armağan Yazılar,
Ankara, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2004, s.391-405.
Castells,Manuel. “Four Asian Tigers With a Rdagon Head: A Comparative Analysis
of the State, Economy, and Society in the Asian Pacific Rim”, in R.
Appelbaum and J.Henderson (eds.), States and Development in the Asia
Pacific Rim, London, Stage Publications, 1992, p.33–70.
Chang, Ha-Joon ve Peter Evans. “Ekonomik Değişimde Kurumların Rolü”,
Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma Seçme Yazılar, Fikret Şenses (der.),
İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s.617–678.
Dixit, A.K and Joseph Stiglitz. “Monopolistic Competitionand Optimum Product
Diversity”, American Economic Review, 67, 1977, p.297-308.
Eşiyok, B. Ali. “Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı”, Türkiye
Siyasi Analiz ve Araştırma Merkezi, 2013a, s.3.
Eşiyok, B. Ali. “Gümrük Birliği Anlaşmasının Dış Ticaret (Cari Açık) Üzerindeki
Etkisi: İthalatta Asyalaşma”, İktisat ve Toplum, Sayı.35, 2013b, s.45-57
Eşiyok, B. Ali. “Türkiye Sanayileşmenin Neresinde? Uluslararası
Karşılaştırma”, İktisat ve Toplum, Sayı:24,2013c, s.58-60.
Bir
Eşiyok, B.Ali. “Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Türkiye
Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, Selahattin Bekmez (ed.), Nobel
Yayın Dağıtım, 2008, s.57-94.
Eşiyok, B. Ali. Dünya Rekabet Gücü İçerisinde Türkiye’nin Yeri, Türkiye
Kalkınma Bankası Araştırma Müdürlüğü Yayını, GA-01-03-06, Ankara,
2001a.
Eşiyok, B. Ali.Türkiye Ekonomisinde Yeniden Yapılanma Sürecinde İhracat ve
Rekabet Gücündeki Gelişmeler, GA-01-2-5, Ankara, 2001b.
Evans, Peter.“Predatory, Developmental and Other Apparatuses: A Comparative
Political Economy Perspective on The Third World State”, Sociological
Forum, 4(4), 1989, p.561- 87.
Grubel,Herbert ve Peter Llyod. Intra-IndustryTrade: TheTheory and
Measurement of International Trade in Differentiated Products, Holsted
Press,1975.
Güran, Nevzat .Dışa Açılma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücü,
DPT, Yayın No:2231-AETB, Ankara, 1990.
124
B. ALİ EŞİYOK
Johnson, Chalmers. MITI and The Japanese Miracle: The Growth of Industrial
Policy, 1925–1975, California, Standford University Press, 1982.
Johnson, Chalmers. Japan:Who Governs? The Rise of the Developmental State,
New York, W.W Norton, 1995.
Krugman, Paul R. “Increasing Returns, Monopolistic Competitionand International
Trade”, Journal of International Economics, 9, 1979, p.469-479.
Küçükahmetoğlu, Osman .“Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin İktisadi Etkileri”,
İktisat Dergisi, Sayı:408, s.34-37.
Ricardo, David. On the Principles of Political Economy and Taxation, 1817,
(third edition 1821), BatocheBooks, 2001
OECD.Intra-Industry and Intra-Firm Trade and Internationalization of Production,
Economic Outlook, 2002.
OECD. ISIC Rev.3 Technology Intensity Definition, OECD Directorate for
Science, Technology and Industry, Economic Analysis and Statistic Division,
2011.
Prebisch, Raul.TheEconomic Development of Latin American and Its Principal
Problems, New York: United Nations,1950.
Seymen, Dilek ve Özgül Bilici. “Türkiye-Avrupa Birliği Dış Ticaretin Yapısı ve
Türkiye’nin Avrupa Birliği Pazarında Rekabet Gücü: Genel Bir
Değerlendirme”, Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri,
Selahattin Bekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.23-56.
Singer, Hans W., "The Distribution of Gains Between Investing and Borrowing
Countries", The American Economic Review, Volume 40, 1950, pp.473-485.
Smith, Adam. Wealth of Nations, New York, PrometheusBooks, 1991.
Utkulu, Utku ve Dilek Seymen. “Revealed Comparative Advantage and
Competitiveness: EvidenceforTurkey for vis—a’-visthe EU/15”, European
Trade Study Group 6th Annual Conference, ETSG, Nottingham, 2004.
Vollrath, T.L. “A Theoretical Evaluation of Alternative Trade Intensity Measuresof
Revealed Comparative Advantage”, Weltwirtschaftliches Archiv, 1991,
p.265-279
Wade, Robert. Governing the Market:Economic Theory and The Role of
Government in East Asian Industrialization, New Jersey, Princeton
University Press, 2003.
Weiss, Linde ve John M.Hobson. Devletler ve Ekonomik Kalkınma, Ankara, Dost
Kitabevi, 2009.
www.comtrade.un.org, Erişim Tarihi 5.9.21
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.125-145
COST-BENEFIT ANALYSIS
OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY
IMPLEMENTATIONS IN TURKEY
Bilge FİLİZ
Abstract
Welfare regime is composed of social and economic policies that are adopted
to protect and promote the economic and social well-being of its citizens. While
neoliberal principles extend through globalization, welfare regimes have been
suffering from these spreading principles focusing on individual empowerment and
equality of opportunity rather than collective security and shared welfare. This
perception has widened the inequalities in the society between empowered and
weakened individuals and the urgent need to call back the ‘social justice’ becomes
sino qua non. This is the base of how the concept of social inclusion and social risk
management policies has emerged. This article analyzes ways of the reflection of
this basis from EU to Turkey and its possible benefits/costs and
advantages/disadvantages for Turkish social policy development. The policy
approach suggested by Graziano that evaluates policies with four key dimensions:
“objectives, principles, procedures and instruments is applied to the analysis of EU
and Turkish social inclusion policy implementations”.1
Keywords: EU Social Policy, Social Inclusion, Poverty, Social Justice,
Equality
AB Sosyal İçerme Politikası Uygulamalarının Türkiye’deki
Maliyet-Fayda Tahlili
Özet
Refah rejimleri vatandaşların sosyal ve ekonomik menfaatlerini korumak ve
geliştirmek için yürütülen sosyal ve ekonomik politikalardan oluşur.
Küreselleşmenin yarattığı ivme ile neoliberal politikalar yaygınlaştıkça refah
rejimleri; sosyal durum güvenliği, toplu ve paylaşılan refah kavramları yerine
bireysel güçlenme ve fırsat eşitliği kavramlarına odaklanan bu neoliberal
prensiplerden olumsuz etkilenmektedir. Algıdaki bu değişiklik toplumda eşitsizliği
derinleştirerek güçlendirilen ve zayıflaştırılan bireyler arasında uçurum yaratmış,

T.C. Kamu Denetçiliği Kurumu Proje Danışmanı Yardımcısı.
Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic Policy
Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and France. Paper
presented at the IPSA International Conference Luxembourg, March 18-20 2010. Available
at: http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf
1
BİLGE FİLİZ
126
‘sosyal adalet’ kavramının geri çağırılma ihtiyacını zorunlu hale getirmiştir. Bu
durum sosyal içerme kavramının ve sosyal risk yönetimi politikalarının temelinin
nasıl oluştuğunu gözler önüne sermektedir. Bu makale, söz konusu temelin AB
yoluyla Türkiye’ye yansıma yolları ve Türkiye’de sosyal politikanın gelişiminde
olası fayda/maliyeti veya avantaj/dezavantajlarını tartışmaktadır. AB ve Türkiye’nin
sosyal içerme politikalarının analizinde Graziano’nun siyasaları: “hedefler,
prensipler, prosedürler ve araçlar olmak üzere 4 temel boyutta değerlendiren teorik
bakış açısı”2 kullanılmıştır.
Anahtar kelimeler: AB Sosyal Politikası, Sosyal İçerme, Yoksulluk, Sosyal
Adalet, Eşitlik.
Introduction
Within the severe capitalism, welfare regimes have evolved into a mix of social
and economic policies in order to somehow tame pure market capitalism and to
decrease or lighten its possible inhuman effects on the ‘social citizens’- if still exist
any in today’s capitalist world. Welfare states ‘were’3 usually characterized by their
comprehensiveness, inclusiveness, universalness and their emphasis on equality and
solidarity. 4 However, starting from 1980s, while neoliberal policies were
increasingly been globalized, the social policies in these welfare states have started
to lose all these functions and adapted purely individual achievement and
empowerment. This situation has widened the inequalities and therefore struggle in
the society between empowered and weakened individuals. Thus, the emergent need
to call back the ‘social justice’ becomes sino qua non. Even if it never serves to
bring social justice, the concept of social inclusion has been emerged in order to
avert the increasing social problems, restrain unemployment rates, prevent the
increasing immigration and revive the stagnant economies. 5 It converts social
policies to social risk prevention and/or risk management mechanism. These risks
can be divided into two groups: first, the risks of unemployment and unequal
distribution of income faced by the individuals during the times of financial crisis;
and second, the risks faced by the system itself when the amount of individuals that
encounter aforementioned challenges increase. 6 This social risk management
mechanism is fed by the fears and accusations of the so called ‘losers’ of the system,
tendency to profit from them (cheap labor) or mercy towards these people (through
charity organizations).7 However, if the objective is to obtain social justice, there is
2
Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic Policy
Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and France. Paper
presented at the IPSA International Conference Luxembourg, March 18-20 2010. Available
at: http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf
3
Added by the author
4
Lillesto, B. & Sandvin, J.T. (2014). Limits to vocational inclusion?: Disability and the social
democratic conception of labour. Scandinavian Journal of Disability Research, 16:1. Doi:
10.1080/15017419.2012.735203
5
Özcüre, G. (2010). Avrupa Birliği’nin Sosyal Politikası ve Türkiye. Derin Yayınları ISBN:
978-9944-250-93-1
6
Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk. Atılgan, G. &
Çakar,B.Y.(Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007
7
Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt). Op.cit
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…127
only one way to deal with the problems of poverty and social exclusion: the rightbased point of view. Moreover; the institutions should take the obligatory
responsibility through making these individuals the subject and listen to them
instead of being absorbed in the statistics, numerical information of the weakened
individuals.
From this point of view, this article examines the development of social
inclusion policies in EU and the critics of EU to social inclusion policies of a
candidate country, Turkey. The aim of the study is to perform cost-benefit analysis
for Turkey in the condition that EU perspective is fully internalized. The article goes
through three stages. At the outset, development of social inclusion in EU discourse
is analyzed briefly. Situation in Turkey is discussed at the second stage in order to
assess the level of development in social inclusion policies in Turkey. These two
steps that prepare a background for cost- benefit analysis are reviewed with the
policy approach that unpacks policies into four key dimensions: objectives,
principles, procedures and instruments as suggested by Graziano. 8 Finally, costbenefit analysis of the full harmonization of Turkey to the EU mechanism is
performed at the third section.
Development of Social Inclusion Policies in the EU
As the concept of social inclusion is assessed with the analysis of poverty, the
review on development of social inclusion policies in the EU starts with the
evaluation of the concept of poverty. European Union initiated to develop its
policies on poverty in 1970s. Geyer points out three main reasons why the EU did
not develop the perspective on poverty until 1970s:
“First reason is that in 1950s and 1960s, member countries had
growing and stable economies. Poverty existed but it was believed
that this problem could be overcome with the full employment policies
and welfare state regimes. The second reason is that EU focuses on
economic integration in its historical development and put social
policies subordinated position at EU level. Third one is the increasing
power of right wing parties in the majority of member states that did
not pay attention to poverty alleviation policies.”9
Therefore, it is seen that poverty did not emerge as a risk until 1970s due to
stable economies of Europe. However, it did not last long and the European
unemployment miracle came to an end in 1970s10 due to several crises in the world
8
Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic Policy
Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and France. Paper
presented at the IPSA International Conference Luxembourg, March 18-20 2010. Available
at: http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf
9
Erdoğdu, S. (2010). Avrupa Birliği’nde Sosyal Koruma ve Sosyal İçerme. Ataman, B. (Edt).
Türkiye’nin Adaylık Sürecinde Avrupa Birliği İstihdam ve Sosyal Politikası. Siyasal
Kitapevi. ISBN: 978-6055-782-50-4
10
Blanchard, J.O. (2004). Explaining European Unemployment. The National Bureau of
Economic
Researh.
Research
Summary.
Summer
2004.
Available
at:http://www.nber.org/reporter/summer04/blanchard.html
BİLGE FİLİZ
128
economy. As a response, first Social Action Programme of EU adopted in 1974
mentions ‘to implement, in cooperation with the Member States, specific measures
to combat poverty’ 11 besides other social policy priorities. Moreover, in 1989 a
Council Resolution stated for the first time (1) there is a need to put emphasis on
combating social exclusion’s being an important part of social dimension of the
internal market; (2) the process of exclusion is spreading in a number of fields and
(3) the reasons for this process lie in structural changes in the societies and that, of
these, difficulty of access to the labor market is a particularly decisive factor.12 It
shows that EU found the solution of social exclusion in access to labor market and
perceived it as an economic insufficiency in 1980s. After the recognition of its
importance, social inclusion has gained the legal basis with Amsterdam Treaty
through its articles 136 -that includes the combat with social exclusion as an
objective of the Union- and 137- that entitles the Council to develop creative
measures to combat with social exclusion and evaluate the related experiences in
this matter.13
Pursuing how the concept of social inclusion has developed in the EU context,
the policy approach of Graziano that unpacks policies into four key dimensions:
objectives, principles, procedures and instruments is applied to EU social inclusion
policy area14.
Objectives and Indicators
In Lisbon Council 2000, it has been decided that ‘The steps must be taken to
make a decisive impact on eradication of poverty because the number of people
living below the poverty line and in social exclusion in the Union is unacceptable’.15
These steps have been concreted by adapting 4 key objectives for social inclusion in
Nice Council 2000.
- “facilitating participation in employment and access by all to the
resources, rights, goods and services,
- preventing the risks of exclusion,
- helping the most vulnerable,
- mobilising all relevant bodies.”16
11
Council (1974). Council Resolution of 21 January 1974 concerning a social action
programme
OJ
C
13,
12.2.1974.available
at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31974Y0212(01):en:NOT
12
Council (1989). Resolution of the Council and of the Ministries for Social Affairs Meeting
within
the
Council
on
C
277/01,
available
at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:1989:277:0001:0001:EN:PDF
13
Erdoğdu, S. (2010).Op. cit
14
Graziano,P. (2009). Op. cit.
15
Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at:
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100-r1.en0.htm
16
Council (2001). Objectives in the Fight against Poverty and Social Exclusion. C 82/02.
Available
at:
http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2001:082:0004:0007:EN:PDF
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…129
The programme of action to encourage cooperation between Member States on
combating social exclusion that was adapted in 2001 for the years between 2002 and
2006 determines the objectives as follows:
- “improving the understanding of social exclusion and poverty with
the help in particular of comparable indicators;
- organising exchanges on policies which are implemented and
promoting mutual learning inter alia in the context of national action plans,
with the help in particular of comparable indicators;
developing the capacity of actors to address social exclusion and
poverty effectively, and to promote innovative approaches, in particular
through networking at European level, and by promoting dialogue with all
those involved including at national and regional level.”17
These comparable indicators have been defined in 2001 in Social Protection
Committee as primary and secondary indicators. Table 1 compiles them in detail.
As observed frankly, the reason behind the exclusion was related to economic
reasons and the majority of the indicators try to measure economic sufficiency.
Table 1: Indicators of poverty and social inclusion, 2001
Primary Indicators
Secondary Indicators
Low income rate after transfers with low-income
threshold set at 60% of median income (with
breakdowns by gender, age, most frequent activity
status, household type and tenure status; as illustrative
examples, the values for typical households)
Dispersion around the 60% median low income
threshold
Distribution of income (income quintile ratio)
Low income rate anchored at a point in time
Persistence of low income
Low income rate before transfers
Median low income gap
Distribution of income (Gini coefficient)
Regional cohesion
Persistence of low income (based on 50% of
median income)
Long term unemployment rate
Long term unemployment share
People living in jobless households
Very long term unemployment rate.
Early school leavers not in further education or
training
Persons with low educational attainment
Life expectancy at birth
Self-perceived health status
Source: Report on Indicators in the field of poverty and social exclusion, Social Protection
Committee
17
Council and Parliament (2001).Decision No 50/2002/EC of the European Parliament and of
the Council of 7 December 2001 establishing a programme of Community action to
encourage cooperation between Member States to combat social exclusion. L 010 ,
12/01/2002available
at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32002D0050:EN:HTML
BİLGE FİLİZ
130
Table 2: Latest version of indicators of poverty and social inclusion, 2008
Indicators
At-risk-of poverty rate
+ illustrative threshold values
Persistent at-risk of poverty rate
Relative median poverty risk gap
Long term unemployment rate
Population living in jobless households
Early school leavers not in education or training
Poverty risk by household type
Poverty risk by the work intensity of households
Poverty risk by most frequent activity status
Poverty risk by accommodation tenure status
Dispersion around the at-risk-of-poverty threshold
Persons with low educational attainment
Low reading literacy performance of pupils
Source: Web-site of EU Commission- Employment,
Social Affairs & Inclusion
These indicators have changed overtime and the latest version updated in 2008
can be observed in Table 2. Even if social exclusion should be analyzed by taking
into account economic, political, cultural and also spatial constraints, EU measures it
mostly with economic terms.
Principles
The main guideline to combat with social exclusion in the EU is to incorporate
the individuals in the labor market. It was highlighted in the Lisbon Council in 2000
that ‘the best safeguard against social exclusion is a job’18. Moreover, Commission
Recommendation has defined in 2008 following common principles and guidelines
on the active inclusion of people excluded from the labour market:
-
“Adequate income support
Recognize the individual’s basic right to resources and social assistance
sufficient to lead a life that is compatible with human dignity as part of a
comprehensive, consistent drive to combat social exclusion.
18
Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at:
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100-r1.en0.htm
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…131
-
Inclusive labour markets
Adopt arrangements covering persons whose condition renders them fit for
work to ensure they receive effective help to enter or re-enter and stay in
employment that corresponds to their work capacity.
-
Access to quality services
Take every measure to enable those concerned, in accordance with the relevant
national provisions, to receive appropriate social support through access to quality
services.”19
Procedures
The member states are invited to prepare NAPs (National Action Plan) on
social inclusion in line with the indicators mentioned above in every two years. The
Council and Commission work on the joint report to direct the member states in a
right position on common policies. Moreover, candidate countries are asked to
prepare JIM (Joint Inclusion Memorandum) which is a road map for the candidate
countries on their harmonization to social inclusion policies of the EU.
Instruments
The Commission works together with EU countries through the Social
Protection Committee using the Open Method of Co-ordination in the areas of social
inclusion.20 The social OMC is a voluntary process for political cooperation based
on agreeing common objectives and measuring progress towards these goals using
common indicators.21
In addition, IPA (Instrument for Pre-Accession Assistance) is an important
financial instrument used by candidate countries. The component of ‘Human
Resources of Development’ can be benefited for the development of social inclusion
policies.
Situation in Turkey on Social Inclusion Policy Area
Turkish economy has experienced a severe structural transformation in 1970s
when economic liberalization programmes were put into the agenda of Turkish
politics. Adapting to this transformation, Turkey has suffered from several crises
that were followed by structural adjustment programmes of the IMF. The results of
these programmes were highly serious for Turkey because they have worsened the
19
Commission (2008). Commission Recommendation of 3 October 2008 on the active
inclusion of people excluded from the labour market.L 307 , 18/11/2008. Available at:
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2008:307:0011:01:EN:HTML
20
Web
site
of
Employment,
Social
Affairs
&
Inclusion.available
at:http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750
21
Web
site
of
Employment,
Social
Affairs
&
Inclusion.available
at:http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750
BİLGE FİLİZ
132
Percentage
income distribution, decreased employment and deepened poverty problem.22 Even
though the problem of poverty, therefore social exclusion, has started to be a risk
(under capitalist terms) for Turkey starting from early 1970s, there is still no policy
objective, strategy or an action plan to combat with poverty today in 2014. As an
indication of poverty becoming a concern, TURKSTAT initiated to measure the rate
of poverty starting from 2002. Table 3 shows that poverty is measured in terms of
food and non-food poverty and the rate of both of them is almost 27% in 2002. The
method of measurement of poverty and the available data clearly indicate how much
importance is given even to measure the poverty level in the society. In addition, as
observed in Graphic 1, when the poverty is measured according to the criteria of
60% of the median income, the rate increases by almost 5 % more for each year.
Two statistics are contradictory even if the publisher is the same. Therefore, one can
easily claim that in addition to no existence of decent study on poverty and social
inclusion, even the measurement is not able to draw a real picture of the poverty
level in Turkey.
26
24
Poverty in
Turkey
22
20
2006
2007
2008
2009
2010
2011
Graphic 1: The level of poverty (according to the criteria of 60% of usable median
income
Source: Results of Poverty Study, TURKSTAT
Table 3: Percentage of poor individuals (%)
Source: Results of Poverty Study, TURKSTAT
22
Saner, F. (2011). Op.cit.
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…133
Moreover, the picture of Turkey’s distribution of income in 2012 can be
observed in Table 4 bearing in mind that it doesn’t reflect the high rate of informal
workers in Turkey. The most important point in the table is that 21, 5% of
individuals in lowest level depend on the casual income that can be lost in any time.
Besides informal workers, these people can also be named as unemployed workers
and as observed clearly the amount of them is very high. Furthermore, as indicated
in Table 5, when compared distribution of annual income by income levels in 2011
and 2012, almost no change is observed possibly due to lack of any efficient strategy
on fair distribution of income and on combat with poverty.
Table 4:Quintiles ordered by equivalised household disposable income and
distribution of annual incomes by types of income (Vertical % ) (Turkey)
Source: Results of Income and Living Conditions Survey, TURKSTAT
Table 5: Quintiles Ordered By Equivalised Household Disposable Income, 2011-2012
Source: Income and Living Conditions Survey, TURSTAT
BİLGE FİLİZ
134
Objectives and Indicators
Yalman states that it is difficult to say that there has been an acknowledgement
of the phenomena of poverty as a major policy concern in Turkey.23 Moreover, he
adds that there has been a tradition to develop policies to decrease the poverty level
but is seen as an instrument to decrease social risks rather than aiming of social
justice and he thinks that this spirit comes from the international agencies, World
Bank in particular.24
The best way to test this argument and present Turkey’s objectives- if exist- on
combating with poverty is to analyze National Development Plans.
In the part of spreading welfare policies, the seventh plan (1996-2000)
mentions for the first time the concept of poverty as follows: ‘The priority is given
to the issues of poverty alleviation, imbalance in income distribution and increase in
welfare by taking into account criteria of economic effectiveness. The policies of
increasing active labor and individual’s constructing their own businesses will be
fostered…Social Solidarity Fund is restructured in order to increase the welfare
level of poor people.’25 The ninth plan (2007-2013) includes for the first time the
concept of ‘social exclusion’. The statement is as follows: the life of the individuals
that face the risk of poverty and social exclusion will be improved through inclusion
policies and increasing their living standards.’26 In the tenth plan (2014-2018), it is
clearly remarked that Turkey aims to solve the poverty problem but the instruments
to reach this objective is still ambiguous. 27 Moreover, when the whole report is
evaluated, the perception of Turkey towards social exclusion is obvious: economic
insufficiency. Poverty and social exclusion are only stated as a risk rather than
evaluated from rights based point of view same as the poverty assessment reports of
World Bank.
There is no clearly defined objective or indicator for neither poverty alleviation
nor social exclusion in Turkish policy dimension. However, there is an evidence of
international organizations’ influence in mentioning these concepts in Turkish
documents.
Principles
In a similar way, Turkey doesn’t have a strategy and therefore principles to
improve poverty alleviation and social inclusion. However, there are some laws and
23
Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk. Atılgan, G. &
Çakar,B.Y.(Edt). Op.cit
24
Saner, F. (2011). Op.cit.
25
State Planning Organization (1996). Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996-2000. Ankara.
Available at: http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan7.pdf
26
State Planning Organization (2007). Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı 2007-2013.
Ankara. Available at: http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan9.pdf
27
State Planning Organization (2014). Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı 2014-2018.
Ankara. Available at: http://pbk.tbmm.gov.tr/dokumanlar/10-kalkinma_plani.pdf
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…135
acts that can be considered to be followed in line with some invisible objectives. All
has been done disorderly. Therefore, for the purpose of this article these acts will be
analyzed according to the recent criticism of the Progress Report 2013 of EU
Commission:
- In the area of social inclusion, an overall policy framework is still lacking.
- Income inequality remains considerable as compared with the EU and
social transfers have a limited impact in alleviating poverty.
- Social expenditures have increased further but are still low.
- The administrative capacity to design, implement and evaluate policies
tailored to the needs of the most vulnerable groups is increasing but
still insufficient.
- People with disabilities continue to face serious difficulties in
accessing employment in the private sector, though there is a limited
upward trend in the public sector. 28
The policy area of social inclusion requires to analyze social policy in Turkey
in several perspectives such as low rate of labor force participation of females, early
age of retirement, informality in Turkish labor force, activation policies of İŞKUR
(Turkish Employment Agency), recent social security reform, involving all relevant
actors, building a strong social dialogue…etc. However, analyzing all these factors
exceed the aim of this article. That’s why the social inclusion part of the progress
report 2013 is taken as a reference point.
Turkey is very far away from the direction that EU tries to pull over Turkey.
The situation of Turkey regarding poverty alleviation and unequal distribution of
income is drawn in the initial part of ‘Situation in Turkey on Social Inclusion Policy
Area’. Continuing with the remaining ones, in 2004 Progress Report of EU
Commission, it is stated that ‘Existing structures to promote social inclusion are
highly dispersed and there is insufficient coordination of activities. It is important to
promote an integrated approach mobilizing various governmental bodies and all
relevant stakeholders in the process’29 As a response to this criticism, it was decided
in 2011 to establish General Directorate of Social Assistance and Solidarity
(DGSAS) under Ministry of Family and Social Policies in order to gather under a
single roof all institutions that provides social assistance. This Directorate General
carries out its activities by using the Fund for the Encouragement of Social
Assistance and Solidarity through 973 social assistance and solidarity foundations
established in several provinces and sub-provinces. However, as observed in
28
CEC (2013). 2013 Regular Report on Turkey’s Progress towards Accession, Brussels.
Available
at:
http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2013/package/tr_rapport_2013.pdf
29
CEC (2004). 2004 Regular Report on Turkey’s Progress towards Accession, Brussels.
Available
at:
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2004/rr_tr_2004_en.pdf
BİLGE FİLİZ
136
Graphic 2, there are plenty of organizations that provide social assistance under
several institutions such as Directorate General of Services for Disabled and Old
People, Credit and Dormitories Institution, Ministry of Health, Ministry of
Education, General Directorate for Foundations, Municipalities…etc. The DGSAS
coordination role is highly limited and the share of other institutions on distribution
of social assistance is quite high compared with DGSAS.
The whole picture of the social expenditure in Turkey can be analyzed in
Annex I.
Millions
6
5
4
3
2
1
0
Graphic 2: The resources provided by some of social assistance institutions
1.000.000/TL, 2001
Source: Bulletin of DGSAS in social assistance statistics, 2012
The Incentive Law for Social Assistance and Solidarity (Law no: 3294) define
the target group of the DGSAS in its article 2 as ‘those who are poor, those who are
not covered by public social security schemes and not having pensions from those
institutions, and those who can become productive and beneficial for the society by
means of a little monetary support, or education and training’. 30 This article is
highly general and there is no standard mechanism to decide who fulfil these
requirements. This uncertainty creates discrimination and bad usage of the
resources. Similarly, municipalities in Turkey are a great supplier of social
assistance but there are several misfits with this assistance. For instance, the sources
of the municipalities are not transparent; and they could be and probably is carried
out in conformity with political interests in a way to maximize the chances of reelection of the party in power.31
30
Saner, F. (2011). Op.cit.
Buğra, A. & Keyder, Ç. (2005) Poverty and Social Policy in Contemporary Turkey. Report
of
Bogazici
University,
Social
Policy
Forum.
Available at:
http://www.spf.boun.edu.tr/docs/WP-Bugra-Keyder.pdf
31
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…137
Regarding the provision of social assistance to the most vulnerable part of the
society, Directorate General of the Social Services and Child Protection Agency
(Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü - SHÇEK)
affiliated to the Turkish Prime Ministry tries to promote the care at home model for
children and disabled people. Monitoring Platform of Social Expenditures,
composed of 30 several NGOs, believes that SHÇEK has a risk to be converted into
an institution that distribute aid rather than protect the vulnerable children. 32
Regarding the disabled people, the law nr. 5378 passed in 2005 regulates health,
education, rehabilitation, employment and care services for disabled people. 33
However, the implementation level is not satisfactory.
Procedures
Turkey initiated the preparation process of Joint Inclusion Memorandum in
2004 and the drafting period is estimated to be finished at the beginning of 2009.
However, due to the disagreements occurred between Turkey and the Commission
on the way how to insert Romany people in the document, the process has been
locked up. JIM is supposed to outline the principal challenges in relation to tackling
poverty and social exclusion, present the major policy measures taken by Turkey in
the light of the agreement to start translating the EU's common objectives into
national policies and identify the key policy issues for future monitoring and policy
review. Therefore, this process could benefit Turkey to define its own strategy on
combating poverty and to bring all related parties together. It seems that this
opportunity is missed due to a comparatively slight disagreement.
Instruments
In Turkey, there is no instrument in particular to tackle with social inclusion.
However, there are several public and private institutions (from Municipalities to
Union of Turkish Bar Associations) that provide social assistance in highly
fragmented mechanism. Even if there are plenty of organizations, they cannot reach
their aim due to lack of a strategy to direct them. Therefore, it is not surprising that
Yalman thinks that this incoordination problem resembles to rag bag
(yamalıbohça).34
Cost Benefit Analysis for Turkey
Given this background, it is obvious that Turkey should pay attention within
the shortest time on definition of its strategy on poverty alleviation by identifying an
objective; indicators; worthwhile principles; procedures; and instruments in order to
measure the fulfillment of the defined objectives and attain these targets. The basic
question is whether Turkey should follow the direction that EU pulls over Turkey.
32
Bianet (21.04.2010). SHÇEK Çocuğu değil Aileyi Koruyor. Available at:
http://www.bianet.org/bianet/toplum/121471-shcek-cocugu-degil-aileyi-koruyor
33
Turkish
Official
Gazette.
Law
nr.
5378.
Available
at:
http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5378.pdf
34
Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk. Atılgan, G. &
Çakar,B.Y.(Edt). Op.cit
138
BİLGE FİLİZ
First of all, it has to be underlined that EU focuses on market confirming rather
than market correcting policies in its historical development and put social policies
in the subordinated position.35 The main driving force of European integration is to
design European single market without interventions and not to protect but to
empower individuals through its judicial power: European Court of Justice (ECJ).36
Richard Münch explains the deficiency of satisfactory European social policy as
follows:
“The European law constructs a society from market citizen
point of view and, therefore, European Court of Justice takes into
account empowered, knowledgeable individuals and disregards the
others that do not fill the minimum standards for the competitive
economy. This social order is appropriate for market citizen of
liberalism rather than political citizen of republicanism or social
citizen of social democratic welfare state. In addition, the principle of
non-discrimination is designed to bring economic self-sufficiency for
individuals. It is applied frankly to remove trade barriers but it is
fostered as basic principles of justice. Therefore, it is perceived as
legitimate principle by competitive companies and individuals that
promote competition on European level and provide legitimate
framework for them.37
Therefore, the welfare regime that tame pure market capitalism and decrease or
lighten its possible inhuman effects on the ‘social citizens’ tries to be converted into
activation policies of the individuals, which creates a minority of empowered
individuals and a majority of weakened counterparts. This endangers the smooth
continuity of the capitalist system. With the aim of sustaining the wellbeing of the
system and decreasing the risks that are created by the system itself, social inclusion
policies in the EU follows the same logic and raises the ideas of flexicurity,
activation, partnership in order to convert social policy into an instrument for
optimizing the adjustment of effective social protection systems in member states to
international market forces.38 The concept of social inclusion is seen as a key to
developing ‘neoliberalism with a heart’, in which globally competitive free market
capitalism is not seriously challenged, but instead mitigated through social policies
heavily focused on education and the acquisition of skills for ‘employability’ in a
35
Bailey, D.J (2008). Explaining the underdevelopment of ‘Social Europe’: a critical
realization. Journal of European Social Policy, vol.18(3): 232-245 doi:
10.1177/0958928708091057
36
Münch, R. (2008). Constructing a European Society by Jurisdiction. European Law Journal,
vol.14, no.5: 519-541
37
Münch, R. (2008). Op. Cit.
38
Jepsen, M. & Pascual, S.A. (2005). The European Social Model: an exercise in
desconstruction. Journal of European Social Policy, 15:231 doi: 10.1177/0958928705054087
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…139
fast-changing knowledge economy.39 Moreover, Pichierri states in his article where
he analyzes European social model that European social model is – or at least has
become – a mere façade masking the steady rise of the neoliberal ‘penseé unique’
and he continues that it is simply maintained that the EU re-proposes and promotes a
‘stateless market’ where welfare is a cost to be cut in order to survive in a globalized
world. 40
This logic can be observed clearly in the design of recent social inclusion and
poverty alleviation policies in the objectives, principles, procedures and instruments
of EU institutions- as indicated above. Therefore, it can be concluded that EU, from
the beginning of its integration process, has removed itself from following a welfare
regime in which the political and economic organization takes an active role to
protect and promote the economic and social well-being of its citizens. That’s why
Özdemir believes that the concept of social inclusion creates an inhuman social
policy area and as it guarantees the continuity of this unequal system, she calls
social inclusion as a nocent concept.41 Therefore, it is obvious that the direction that
EU pulls over Turkey does not tend to benefit Turkey in order to define appropriate
strategy on poverty alleviation.
On the other hand, in the EU social platform, there are many powerful and also
highly effective civil society organizations on fighting with this logic. As an
example, EAPN (European Anti- Poverty Network) and FEANSTSA (European
Federation of National Organizations working with Homeless) can be given. EAPN
established officially in 1990 perceives the poverty problem as a challenge of not
being able to actualize the social rights. It presents itself as follows:
“EAPN is one of the main partners of the European institutions
on the European strategy to combat social exclusion and has a great
power to affect the policies of the Commission. It lobbies for
the integration of the fight against poverty and social exclusion into
all Community policies, ranging from Structural Funds and
employment policies through to economic and monetary policies.
EAPN builds alliances with relevant actors to create a stronger voice
in favour of social inclusion”.42
Moreover, it struggles for changing the idea that employment is the only
solution for poverty problem and suggests that every individual should have a right
39
Mulderrig, J. (2012). The hegemony of inclusion: A corpus- based critical discourse
analysis
of
deixis
in
education
policy.
Discourse
Society,
23:701
doi:10.1177/0957926512455377
40
Pichierri, A. (2012). Social cohesion and economic competitiveness: Tools for analyzing
the
European
model.
European
Journal
of
Social
Theory,
16:85
doi:10.1177/1368431012449234
41
Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum Değildir: Insandışılaşmanın
Reddi ve İnsanlaşmaya Dair. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Op.cit.
42
Web-site of EAPN. Available at: http://www.eapn.eu/en/who-we-are/what-is-eapn
BİLGE FİLİZ
140
to have minimum income and reach qualified services. Beside all, it takes its power
from working with the people who live in poverty.43 FEANTSA, on the other hand,
brings more than 130 NGOs from EU member states under a single roof. It also
works closely with the EU institutions, and has consultative status at the Council of
Europe and the United Nations. It engages in constant dialogue with the European
institutions, national and regional governments to promote the development and
implementation of effective measures to fight homelessness.44 Most importantly,
both of these organizations try to remind the responsibilities of public institutions;
insist on and monitor the realization of these responsibilities rather than acting as a
charity organization and assuming full social responsibilities of the political
organizations.45
Therefore, Turkish civil society should take these institutions as an example in
order to remind the government that the solution for poverty alleviation or social
inclusion stems from the lack of right-based approach in this policy area.46 Turkish
NGOs have been acting as a charity organization in order to diminish the burden of
social expenditures on state budget. As they do not have any obligatory
responsibility, they create further problems. The challenges of poverty and social
exclusion that society -not the system- face today can be lightened with the
responsibility and right-based point of view.
Conclusion
Social exclusion and poverty cannot be solved purely by activation of the
individuals in labor force. As Freire states, one cannot become an active person after
the process that s/he involves as an object. 47 The inhuman effects of the current
system can be overcome through accepting that sufferers of the system have a right
to live in a decent way and therefore regulations should be directed into definition of
individual social rights and of institutional responsibilities to implement them rather
than following unsustainable ways of activation policies. The capability to avoid bad
conditions (such as hunger, malnutrition, unsoundness, ignorance…etc.) should be
assured by authorized state organization for social justice in the society.48
Therefore, it can be concluded that social inclusion policies at the EU level are
not able to help Turkey to realize this objective. However, the struggle of many
European NGOs in combating poverty and social exclusion can contribute in a great
extent to tackle with these problems in Turkey.
43
Ekim, B. (2007). Sosyal Dışlanma ile Mücadelede Hak Temelli Yaklaşım: Avrupa
Yoksulluk ile Mücadele Ağı. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Op.cit.
44
Web-site of FEANTSA. Available at:http://www.feantsa.org
45
Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt). Op.cit
46
Buğra, A. (2007). Op. Cit.
47
Freire (2002) in Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum Değildir:
Insandışılaşmanın Reddi ve İnsanlaşmaya Dair… Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Op.cit
48
Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma.(Alogan, Y. Trans.) İstanbul. Ayrıntı Yayınları.
ISBN: 975-539-414-1
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…141
Annex I. Social expenditures in Turkey
The total amount of social assistance and service expenditures
19.595.000.000
The rate of social expenditures in GDP
%1,43
The number of households benefited from social assistance
2.101.611
The number of individuals benefited from social assistance
6.370.100
The number of right holders benefited from regular aids (such as conditional cash
transfer, widow allowance)
1.657.144
The number of right holders benefited from temporary aids
1.994.470
The amount transferred to the resources of the Fund of Encouraging Social Help and
Solidarity
3.099.582.115 TL
The rate of females benefited from social assistance
%70
The rate of males in the period of active working (age of 18-55) in all right holders
%28
The number of right holders of old age pension and pension of disabled
1.228.355
The total amount transferred to the resources of old age pension and pension of disabled
2.911.191.180 TL
The number of individuals whose general health insurance is paid by the state
9.099.059
The amount of health insurance paid by state
4.072.863.815 TL
The number of individuals undergone income test
14.493.157
The number of individuals employed through social assistance and employment
programs (Turkish Employment Agency)
21.755
The number of individuals directed to vocational training through social assistance and
employment programs (Turkish Employment Agency)
61.045
The rate of the individuals that live on below 2,15$ per day according to purchasing
power parity (2011)
%0,14
The rate of the individuals that live on below 4,30$ per day according to purchasing
power parity (2011)
%2,79
The number of households registered in the information system of integrated social
assistance services
6.768.126
The number of individuals registered in the information system of integrated social
assistance services
23.668.942
The number of associations of social assistance and solidarity
973
The number of personnel in the associations of social assistance and solidarity
8.607
The number of social assistance inspecting personnel in the associations of social
assistance and solidarity
3.301
Source: The Bulletin of Statistics of Social Expenditures- Directorate General of
Social Assistance and Solidarity (translated by Bilge FİLİZ)
http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/upload/Node/11873/files/SYGM_2012.pdf
142
BİLGE FİLİZ
REFERENCES
Bailey, D.J (2008). Explaining the Underdevelopment of ‘Social Europe’: A Critical
Realization. Journal of European Social Policy, vol.18(3): 232-245 doi:
10.1177/0958928708091057
Bianet (21.04.2010). SHÇEK Çocuğu Değil Aileyi Koruyor. Available at:
http://www.bianet.org/bianet/toplum/121471-shcek-cocugu-degil-aileyikoruyor
Blanchard, J.O. (2004). Explaining European Unemployment. The National Bureau
of Economic Researh. Research Summary. Summer 2004. Available
at:http://www.nber.org/reporter/summer04/blanchard.html
Bora, A. (2007). ‘Yoksulluk ve Kadınlar’ Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt).
Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007
Buğra, A. & Keyder, Ç. (2005) Poverty and Social Policy in Contemporary Turkey.
Report of Bogazici University, Social Policy Forum. Available at:
http://www.spf.boun.edu.tr/docs/WP-Bugra-Keyder.pdf
Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt).
Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007
Bulletin of Statistics of Social Expenditures (2012). Directorate General of Social
Assistance
and
Solidarity.
Available
at:
http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/upload/Node/11873/files/SYGM_2012.pdf
CEC (2013). 2013 Regular Report on Turkey’s Progress Towards Accession,
Brussels.
Available
at:
http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2013/package/tr_rapport_
2013.pdf
CEC (2004). 2004 Regular Report on Turkey’s Progress Towards Accession,
Brussels.
Available
at:
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2004/rr_tr_2004_
en.pdf
Commission (2008). Commission Recommendation of 3 October 2008 on the active
inclusion of people excluded from the labour market.L 307 , 18/11/2008.
Available
at:
http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2008:307:0011:01:EN:HT
ML
Council (1974). Council Resolution of 21 January 1974 concerning a social action
programme
OJ
C
13,
12.2.1974.available
at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31974Y0212(01):en:N
OT
Council (1989). Resolution of the Council and of the Ministries for Social Affairs
Meeting within the Council on C 277/01, available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:1989:277:0001:0001:EN:P
DF
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…143
Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at:
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100r1.en0.htm
Council (2001). Objectives in the Fight Against Poverty and Social Exclusion. C
82/02.
Available
at:
http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2001:082:0004:0007:EN:P
DF
Council and Parliament (2001).Decision No 50/2002/EC of the European Parliament
and of the Council of 7 December 2001 establishing a programme of
Community action to encourage cooperation between Member States to
combat social exclusion. L 010 , 12/01/2002available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32002D0050:EN:HTM
L
Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at:
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100r1.en0.htm
Ekim, B. (2007). Sosyal Dışlanma ile Mücadelede Hak Temelli Yaklaşım: Avrupa
Yoksulluk ile Mücadele Ağı. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Yoksulluk ve
Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007
Erdoğdu, S. (2010). Avrupa Birliği’nde Sosyal Koruma ve Sosyal İçerme. Ataman,
B. (Edt). Türkiye’nin Adaylık Sürecinde Avrupa Birliği İstihdam ve Sosyal
Politikası. Siyasal Kitapevi. ISBN: 978-6055-782-50-4
Freire (2002) in Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum
Değildir: Insandışılaşmanın Reddi ve İnsanlaşmaya Dair… Atılgan, G. &
Çakar,B.Y. Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007
Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic
Policy Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and
France. Paper presented at the IPSA International Conference Luxembourg,
March
18-20
2010.
Available
at:
http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf
Lillesto, B. & Sandvin, J.T. (2014). Limits to Vocational Inclusion?: Disability and
The Social Democratic Conception of Labour. Scandinavian Journal of
Disability Research, 16:1. Doi: 10.1080/15017419.2012.735203
Mulderrig, J. (2012). The Hegemony of Inclusion: A Corpus- Based Critical
Discourse Analysis of Deixis in Education Policy. Discourse Society, 23:701
doi:10.1177/0957926512455377
Münch, R. (2008). Constructing a European Society by Jurisdiction. European Law
Journal, vol.14, no.5: 519-541
Jepsen, M. & Pascual, S.A. (2005). The European Social Model: An Exercise in
Deconstruction. Journal of European Social Policy, 15:231 doi:
10.1177/0958928705054087
BİLGE FİLİZ
144
Özcüre, G. (2010). Avrupa Birliği’nin Sosyal Politikası ve Türkiye. Derin Yayınları
ISBN: 978-9944-250-93-1
Pichierri, A. (2012). Social cohesion and economic competitiveness: Tools for
analyzing the European model. European Journal of Social Theory, 16:85
doi:10.1177/1368431012449234
Saner, F. (2011). Tracing Domestic Change in Turkey’s Poverty and Social
Inclusion Regime: A Case in Europeanization? Master Thesis submitted to
Graduate School of Social Sicences of METU.
Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma. (Alogan, Y. Trans.) Ayrıntı Yayınları. ISBN:
975-539-414-1
State Planning Organization (SPO) (1963).Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 19631967. State Planning Organization, Ankara.
SPO (1968). İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1968-1972. State Planning
Organization, Ankara.
SPO (1973). Üçüncü BeşYıllık Kalkınma Planı 1973-1977. State Planning
Organization, Ankara.
SPO (1979). Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1979-1983. State Planning
Organization, Ankara.
SPO (1985). Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
Organization, Ankara.
1985-1989. State Planning
SPO (1990). Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı
Organization, Ankara.
1990-1994. State Planning
SPO (1996). Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996-2000. State Planning
Organization, Ankara.
SPO (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 2000-2005. State Planning
Organization, Ankara.
SPO (2007). Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007-2013. State Planning Organization,
Ankara.
SPO (2014). Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018. State Planning Organization,
Ankara.
Turkish
Official
Gazette.
Law
nr.
5378.
http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5378.pdf
Available
Website of Employment, Social Affairs & Inclusion.available
http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750
Website of EAPN. Available at: http://www.eapn.eu/en/who-we-are/what-is-eapn
Website of FEANTSA. Available at: http://www.feantsa.org
at:
at:
COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…145
Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk.
Atılgan, G. & Çakar,B.Y.(Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi,
Haziran 2007
Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum Değildir:
Insandışılaşmanın Reddi ve İnsanlaşmaya Dair… Atılgan, G. & Çakar,B.Y.
(Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007
Tables and Graphics:
Table 1: Council (2001). Report on Indicators in the Field of Poverty and Social
Exclusion
DG
J
13509/01
available
at:
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/misc/DO
C.68841.pdf
Table 2: Website of Employment, Social Affairs & Inclusion.available at:
http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750
Table 3 / Graphic 1: TURKSTAT, Results of Poverty Study. Available at:
http://www.turkstat.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1013
Table 4: TURKSTAT (2013), Results of Income and Living Conditions Study.
Available at: http://www.turkstat.gov.tr/VeriBilgi.do?alt_id=1011
Table 5: TURKSTAT (2013). Income And Living Conditions Survey, Bolletin No:
13594
23
September
2013.
Available
at:
http://www.turkstat.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13594
Graphic 2: Bolletin of 2012 of Directorate General of Social Assistance and
Solidarity, Turkish Ministry of Social Politics and Home Affairs. Available at:
http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/upload/Node/11873/files/SYGM_2012.pdf
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.147-162
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE
EU and TURKEY’S MEMBERSHIP TO THE EU?
Burak KÜNTAY
Abstract
The relationship between United States and the European Union, one which
consists of two economic, political and military giants, is arguably the most
important bilateral relationship in the world. The issues in this relationship involves
arguably covers the whole spectrum of the politics, including topics as disparate as
energy, social development, international trade, and environmental issues. This
relationship also occasionally involves issues related to third parties, from
neighbors and political allies, to neutral or unimportant actors who do not have
direct influence for either side.
One of the most important and frequently-discussed of these parties in the
relationship is Turkey. Turkey has a unique position between Southeast Europe and
the Middle East and Caucasus, in addition to another of other important
characteristics including its Muslim majority population, secular constitution and
political system, and close institutional ties to the West via its membership in the
Council of Europe, NATO, European Court of Human Rights as well as its
membership in various other European institutions.
This paper aims to scrutinize in detail the changing trends of American foreign
policy and the ways in which it has affected and shaped the relationship between
Turkey and the European Union.
Keywords: Turkey-US Relations, US Foreign Policy, EU-Turkey Relations
ABD’nin AB’ye ve Türkiye’nin AB’ye Üyelik Sürecine Yaklaşımı Farklılık
Gösterir mi?
Özet
İki ekonomik, siyasi ve askeri dev olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa
Birliği arasındaki ilişki dünyadaki en önemli ikili ilişki olarak tanımlanabilir ve de
dâhil olduğu konular genellikle enerjiden sosyal gelişime, uluslararası ticaretten
çevresel konulara politikanın tüm spektrumunu kapsamaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi
BURAK KÜNTAY
148
Bu ilişki genellikle komşular, siyasi/askeri müttefikler, tarafsız ülkeler, diğer
bölgesel bloklar ve hatta hiçbir tarafa direkt etkisi veya taraflar için önemi olmayan
uzak ülkeler gibi üçüncü partileri kapsar.
İkili görüşmelerde Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kafkaslar arasındaki
emsalsiz konumuyla, Müslüman nüfusuyla, laik anayasası ve siyasi sistemiyle;
Avrupa Konseyi, NATO, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve diğer pek çok
Avrupalı kurum yoluyla Batı’yla kurumsal bağlarıyla en çok bahsi geçen üçüncü
partilerden biri Türkiye’dir.
Bu makalenin amacı Amerikan dış politikasının Türkiye ve Avrupa Birliği
arasındaki ilişkiye bakışı ve bu ilişkiyi nasıl şekillendirdiği çerçevesinde değişen
eğilimlerini detaylı bir şekilde incelemektir.
Anahtar kelimeler: Türkiye-ABD ilişkileri, Amerikan Dış Politikası, ABTürkiye İlişkileri
Introduction
The global political order established in the following aftermath of World War
II has created strong political and economic relations between the United States and
the Western European countries. As one of the two superpowers that emerged in the
aftermath of the war, the United States controlled a dominating 50 percent of the
world economy, and boasted impressive military power particularly given its
acquisition of nuclear weapons. Furthermore, it experienced unprecedented
economic growth and a major population boom following the war.1 At the same
time, the European Union started as the European Coal and Steel Community,
becoming European Economic Community and finally the European Union after the
Maastricht Agreement in 1992.
Turkey has a special relationship with the European Union, one that stretches
from 1959 to 2014 in various forms, and has had ups and downs throughout its
course. In the second half of the 1990s, Turkey’s nominations for a candidate, its
achievement of official candidate status and the start of the accession talks sparked a
great deal of global attention. A number of countries supported Turkey’s bid to join
the E.U., most notably the United States.
As a strategic ally of the United States and a member state of the North
Atlantic Treaty Organization (NATO), Turkey enjoyed special relationship with the
United States since its earliest days in the Western camp. Thus, American influence
on the Turkish relationship the European institutions and potential membership in
the European Union has been highly discussed.
Following a brief presentation of Turkish foreign policy and the history of the
relationship between Turkey and the U.S., the paper will also briefly discuss the
1
Alex Woolf, A Short History of the World – The Story of Mankind from Prehistory to
the Modern Day, New York, Metro Books, 2008, pp.266.
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S…
149
relationship between Turkey and the E.U. in order to lay the framework on which to
conduct its main analysis.
This will primarily be an in-depth examination of American foreign policy and
the ways in which it has affected the Turkey-E.U. relationship in the administrations
of three successive presidents: Bill Clinton, George W. Bush and Barack Obama.
Upon concisely presenting the different administrations’ approaches and dominant
themes in their conduct of foreign policy, the main issue of the United States’
approach to Turkish membership in the European Union will be analyzed in a
detailed fashion.
In order to achieve this, the main body of the paper will consist of three
sections, followed by a conclusion that will summarize the findings of the paper, as
well as their future policy implications:
First, the U.S.-E.U. relationship will be briefly analyzed, followed by a short
analysis of Turkey’s relations with both these powers. In the following section, the
main analysis of the paper will consist of in-depth scrutiny of three successive eras
in the U.S.-E.U. relationships, that is, the Clinton, G.W. Bush, and Obama
administrations’ relationships with the E.U. vis-à-vis Turkish membership of the
E.U., to come up with a comparative result that will shed light on the development
and the ups and downs of such a topic.
U.S.-E.U. Relationship
The US-EU partnership is the largest economic relationship in the world, and is
likely to remain unmatched in the near future. This fact alone makes this relationship
a very important one on the global scale. Keohane argues that the primary
distinction between these two polities is their understanding of sovereignty.2 While
the United States has over time adopted a classic definition of sovereignty, the
European Union moved away from such this conception of external sovereignty,
attempting to make its member states delegate part of their governing power to the
higher institutions of the Union.
The beginning of the relationship between the European Union and the United
States goes back to 1950s. Overall, this is one of the most important bilateral
relationships in the world, since both parts are the biggest economic and military
(and arguably, diplomatic) powers in the world.
This fact leads these two entities to dominate international scientific
production, economic production, international trade, etc. Thus, the main theme,
course and changes of their relationship impacts not only these two parts but
arguably the whole global community at large.
The relationship is sometimes complicated, as the E.U. still does not function
as a completely integrated political and military power. For example, during the Iraq
2
Robert O. Keohane, “Ironies of Sovereignty: The European Union and the United
States”,Journal of Common Market Economics, Vol. 40, No. 4, 2002, pp. 743–765.
BURAK KÜNTAY
150
War in 2003, members of the E.U. took opposing stances. Similarly, not all member
states took the same position about critical issues such as E.U. enlargement, or the
ratification of the proposed European Union constitution, which was drafted in 2004
and later signed as the Treaty of Lisbon in 2007.
The relationship with Turkey remains one of the most important issues related
to the enlargement processes of the Union and continues to be a source of significant
disagreement among E.U. member states.
Turkey-U.S. Relations During the Post-Cold War Era
Turkey and the United States have been strategic allies since the end of the
1940s and have maintained an overall positive and cordial relationship; however,
this relationship was one subject to temporary crises and disagreements rather than
the uninterrupted alliance that is sometimes retrospectively imagined. During the
“Johnson letter” incident in 1964 and the Cyprus crisis between the 1950s and
1970s, especially when Turkey took military action in Cyprus in 1974, the
relationship became strained.3 Nevertheless, the two countries continued to share
above-average warmth in their relationship, one which begins with military ties and
extends to commerce, tourism and foreign policy.
In the post-Cold War period, however, the relationship was seriously tested in
new ways time outside the boundaries and the structure dictated by the necessities of
the Cold War. The first instance followed Iraq’s invasion of Kuwait and the
transition of the Gulf crisis turned into open warfare as coalition forces led by the
United States took military action in December 1990. Turkish-American cooperation
during this incident was seemingly very fruitful; however, the aftermath of the Gulf
War presented a new political landscape with both opportunities and threats to
bilateral cooperation.
Starting in the early 2000s, Turkey adopted an assertive stance and showed
significantly increased activism in its foreign policy regarding the Middle East.4.
This was perhaps to be expected: until the end of the Cold War, because of, Turkey
saw the former Soviet Union’s close relations with Middle Eastern countries such as
Syria as a threat and maintained a low-profile policy towards these countries. 5 With
its participation in the 1990 Gulf War, Turkey’s foreign policy towards the Middle
East changed considerably. Turkey became a member of the Allied coalition and
subsequently stopped the flow of Iraqi oil through the existing Kirkuk-Yumurtalik
pipeline, while simultaneously permitting the United States Air Force to use NATO
bases in Turkey, most notably İncirlik in Adana province in the south. The Turkish
3
E. J.Erickson, “Turkey as Regional Hegemon—2014: Strategic Implications for the United
States”,Turkish Studies, Vol. 5, No. 3, 2004,pp. 25-45.
4
Tarık Oğuzlu,“Soft Power in Turkish Foreign Policy”, Australian Journal of International
Affairs,Vol. 61, 2007, pp. 81-97; Bülent Aras, The Davutoğlu Era in Turkish Foreign
Policy, Policy Brief No. 32,Ankara, SETA Foundation, May 2009.
5
Alan Makovsky and Sabri Sayari, Turkey’s New World: Changing Dynamics in Turkish
Foreign Policy, Washington, D.C., The Washington Institute for Near East Policy, 2000.
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S…
151
president at the time, Turgut Özal, believed that this was an opportunity to
demonstrate and reassert Turkey’s geostrategic importance for the West, most
notably the United States.6
The Turkish-American relationship during the post-Cold War era can be
analyzed by looking into four main areas: regional security issues; energy
development and security; Turkey’s membership in the European Union which is
broadly discussed in the following sections; and domestic issues and developments.
The threat of the former Soviet Union was a point of consensus for Turkey and the
United States during the Cold War era. Consequently, the disintegration of the
Soviet Union and subsequent changes in the Eurasian region deeply affected
Turkish-American relations. With the collapse of the Soviet Union, the bipolar
international system gave way to a new unipolar world stage in which the United
States was the primary superpower, a change which nevertheless had significant
ramifications. In contrast to the Cold War era during which Turkey was the third
largest recipient of American foreign aid, military assistance drastically declined in
the post-Cold war period.7 With the increasing interest in human rights and
democracy, Greek and Armenian lobbies in the United States emphasized the
Kurdish issue and human rights problems in Turkey.
From a regional security perspective, the first major area of concern has been
the Middle East. Turkey’s had an active role during the First Gulf War and its
support for the United States illustrated that Turkey gave up its non-involvement
with regional conflicts. Another important issue in the region is the PalestinianIsraeli peace process, which, unlike the current situation, looked promising in the
1990s. The United States and Turkey agreed that this issue would determine stability
in the region. Therefore, the United States lend its support to the emergence and
development of Turkish-Israeli relations.
In the Caucasus, while Turkey and America had some common interests, there
were also extremely divergent elements of American and Turkish interests. Turkey
was worried about Russia’s influential policy over the former Soviet Union states. In
addition to regional security issues, energy development and security were an
important aspect of Turkish-American relations. With the demand growing for
domestic energy consumption, Turkey became increasingly interested in Caspian oil
as a new energy source. Concern about the routing of new pipelines to transport
Caspian oil and gas to towards the west also increased. In the 1990s, the most
significant of these was the Baku-Ceyhan pipeline project between Turkey,
Azerbaijan and Georgia; which also determined the nature of bilateral relations with
United States. At present, Turkish relations with the Caucasus are largely shaped by
topics such as energy sources and economic development, especially the Baku–
6
Cengiz Çandar, “Turgut Özal Twenty Years After: The Man and the Politician”, Insight
Turkey, Vol. 15, No. 2, 2013, pp. 27-36.
7
U.S. Agency for International Development (USAID), U.S. Overseas Loans and Grants:
Obligations and Loan Authorizations, 1 July 1945–September 30, 2012 <
http://gbk.eads.usaidallnet.gov/data/fast-facts.html > (29April 2014).
152
BURAK KÜNTAY
Tbilisi–Ceyhan pipeline.8 The energy resources in the Caspian region also increased
its importance for aspiring regional leaders such as Iran and Russia. Because of the
potential threats from these countries, the United States supported Turkey in the
region.
With the disintegration of the former Yugoslavia, ethnic conflicts surfaced in
the Balkans, even turning into civil wars. The tense regional instability was
especially concerning since these ethnic conflicts had the potential to spill-over into
neighboring states like Turkey. 9 The breaking point of regional order and stability
started with the Bosnian crisis and afterwards the Kosovo Conflict. Turkey was
against the fragmentation of Yugoslavia. They were worried about its implication
for Kurdish separatists. As we can see again how domestic policies affected. The
multilateral United Nations peacekeeping forces in Bosnia-Herzegovina included
Turkish troops. The Kosovo conflict in 1998 was also a critical issue. Even though
Turkey had forces in the region, Turkey did not vigorously take on diplomatic
efforts for the Kosovar Albanians. Also, Turkey did not seek to advocate them in
international organization. Turkey’s main goal in regards to the Balkan Policy was
to prove to Europe that Turkey had westernized characteristics.
Three Turkish domestic issues affected bilateral relations between Turkey and
United States. First of all, human rights have become a major element in post-Cold
War American foreign policy, and, Turkey’s efforts to address the Kurdish issue
were sometimes perceived as human rights violations.10 While the United States
recognized the PKK as a terrorist organization, it wanted Ankara to find a political
solution to the issues. At the same time, Anti-Turkey lobbies in the United States
have made use of this issue to pressure the American governments which were
expected, in turn, to pressure Turkey. Secondly, increasing political Islam and rising
Islamist parties were another issue in Turkish domestic policy that affected its
relationship with the U.S. For example, the United States saw the military ousting of
the Welfare Party in 1997 as an important human rights issue.11 Finally, as
mentioned above, Armenian and Greek lobbies in the United States are quite
powerful; therefore Cyprus and issues regarding the events of 1915 also became
important issues for Turkish-American relations.
The final key issue affecting the relationship between Turkey and America is
the transformation of Turkish domestic politics. The AKP has won three successive
elections in the years 2002, 2007 and in 2011, recently showing signs of turning into
8
Ziya Öniş, “Turkey and Post-Soviet States: Potential and Limits of Regional Power
Influence”, Middle East Review of International Affairs, Vol. 5, No. 2, 2001, p. 69.
9
Sabri Sayarı, “Turkish Foreign Policy in the Post-Cold War Era: The Challenges of MultiRegionalism,” Journal of International Affairs.Vol. 54, no. 1, 2000, pp. 176-77.
10
Hamit Bozarslan “Human rights and the Kurdish issue in Turkey: 1984–1999”, Human
Rights Review, October-December, 2001, pp. 45-54.
11
Umit Cizre-Sakallioglu and Menderes Çınar, “Turkey 2002: Kemalism, Islamism, and
Politics in the light of the February 28 Process”,The South Atlantic Quarterly, Vol. 102,
No. 2, 2003, pp. 309-332.
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S…
153
a dominant party and further consolidating its political power.12 The party stems
from Turkey’s Islamist movement and has maintained power in the Turkish
Parliament for the past decade. The AKP has a large number of officials who
possess negative views towards the United States; often these views stem from the
close alliance between America and Israel. Although these opinions rarely have
concrete policy implications, due to realpolitik considerations, they still affect the
tenor of Turkey and America’s relationship. In addition, AKP’s foreign policies are
designed to promote interaction with neighboring Muslim countries in the Middle
East. The AKP continues to spend considerable diplomatic energy and money to
raise the Turkish regional profile, with the goal of making Turkey the leading
country in the Middle East. The Davutoğlu foreign policy doctrine which calls for
‘Zero Problems with Neighbors’ ignored the fact that Turkish neighbors had
significant problems with Turkish Western allies, including the United States. In
addition to a host of additional issues, this made a peaceful Middle East a highly
ambitious dream. Turkish Prime Minister Erdoğan’s government also continues to
try to develop closer relations with Iran. Erdoğan’s administration holds a positive
attitude regarding the Iranian nuclear development program, which has at times
given the impression that Turkey values a relationship with Iran more than a
relationship with the west. In addition to Turkey’s attempt at developing an
allegiance with Iran, the AKP government’s policies toward Israel have been
another crucial point of resistance between Turkey and the United States.
A closer look at the relationship under different administrations will offer a
more detailed picture, enabling an analysis that captures the changes and continuities
in the established political relationship.
Clinton Administration’s Foreign Policy
As Robert Rubin says, President Clinton emphasized three issues: reducing the
deficit, investing in people and opening markets abroad while keeping U.S. markets
open at home.13 Bill Clinton began his presidency in an era when the European
Union was regarded as a project to secure peace and democratization. As one of the
post-Cold War presidents in the U.S., Clinton focused the importance of “economic
diplomacy” and maintained a foreign policy of integrating with global actors by
establishing economic and commercial ties in addition to diplomatic and military
relations.14 His tenure was one of intense American military and political action, yet
12
For a detailed account of the AKP’s success and transformation see Sabri Sayarı, “Towards
a New Turkish Party System?” Turkish Studies, Vol. 8, No. 2, 2007,pp. 197-210; Şebnem
Gümüşcü, “The Emerging Predominant Party System in Turkey”, Government and
Opposition, Vol. 48, No. 2, 2013, pp. 223-244.
13
Chris Bury, “The Clinton Years: Interview with Robert Rubin”, 2000,
< http://www.pbs.org/wgbh/pages/frontline/shows/clinton/interviews/rubin.html> (5 May
2014).
14
John Peterson and Maria Green Cowles, “Clinton, Europe and Economic Diplomacy: What
Makes the E.U. Different?” Governance: An International Journal of Policy and
Administration, Vol. 11, No. 3, July 1998, pp. 251-271.
154
BURAK KÜNTAY
also one that focused on creating multilateral ties and mobilizing the global
community, as well as global public opinion, on the necessity of preserving peace
and democracy.
Clinton established U.S. foreign policy on the idea that a stabilized world is
necessary to encourage U.S.’s economic integration with the rest of the world. In
order to achieve this stability, he argued, U.S. may use all the necessary foreign
policy instruments. For this reason, one can argue that the Clinton era was the most
demanding period of U.S. leadership with regard to peace-making and conflict
resolution. Actions by Clinton’s administration included initiatives to resolve
conflicts including those between Israel and Palestine, as well as those between
Jordan and Israel, conflict in Kosovo, between Eritrea and Ethiopia, India and
Pakistan, Peru and Ecuador, and Greece and Turkey.
E.U.-U.S. relations during Clinton era involved a great deal of cooperation on
“behind the border” issues15 such as competition policy, rules and regulations, and
trade liberalization. The United States’ relationship with the E.U. during this era
should also be regarded in terms of the economic expansion; the period is often
referred to as the “roaring 90’s”.16 Peterson and Cowles explains Clinton’s approach
to the E.U. mentioning nature of E.U.’s market as the most closest market to U.S. in
terms of maturity, impact of U.S. corporations that politically involved to the E.U.
via their economic activities namely the E.U. Committee of the American Chamber
of Commerce and finally impact of the same U.S. corporations both in U.S. and the
E.U. decision making processes.17
The year 1995 was an important turning point both in terms of E.U.-U.S.
relations and E.U.-Turkey relations. The Trans-Atlantic Business Dialogue (TABD)
was established as the official business sector advisory group for E.U. and U.S.
officials with purpose of nurturing continuing relations between business and
government at the highest levels. This initiative was unique as the first time the
private sector took an official role in transatlantic relations. TABD conference that
held in Seville, Spain and conference accomplished establishment of working
groups on standards and regulatory issues, trade liberalization, investment, and third
country relations.18 In the same year, Turkey and the E.U. signed the Custom Union
Agreement that is also important turning point of Turkey’s integration to the E.U. in
terms of trade liberalization and third country relations. Although, there was a lack
of enthusiasm from the E.U. Parliament to sign such an agreement with Turkey, with
an obvious support by U.S. officials influential lobbying activities, Turkey and the
E.U. signed the Customs Union Agreement in 1995. Another important turning point
15
Ibid.
Martjin Konings, “Neoliberalism and the American State”, Critical Sociology, Vol. 36, No.
5, 2010, pp.741-765.
17
John Peterson and Maria Green Cowles, “Clinton, Europe and Economic Diplomacy: What
Makes the E.U. Different?” Governance: An International Journal of Policy and
Administration, Vol. 11, No. 3, July 1998, pp. 251-271.
18
Transatlantic Business Council, <http://transatlanticbusiness.org/tabd/> (6 May 2014).
16
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S…
155
in Turkey’s E.U. membership process is recognition of Turkey’s candidacy for full
membership at Helsinki Summit in 1999. Likely Clinton administration made
significant efforts through both formal and informal channels, including telephone
calls by President Clinton to European leaders as well as by high-ranking Clinton
administration officials on their European counterparts during the recognition of
Turkey’s full membership candidacy process. 19
Many critical events for E.U.-Turkish relations occurred during the Clinton
presidency, including the signed a Custom Union Agreement in 1995 and E.U.
accepted Turkey’s candidacy for full membership in 1999. The Clinton
administration also encouraged Greek-Turkish rapprochement, fueled by the
“earthquake diplomacy” that appeared after two major earthquakes that took place in
1999 in Greece and Turkey.
Turkey was also affected by Clinton’s economic policies, which resulted in
more economic cooperation in the Western hemisphere. However, the success of the
European project had conflicting results for the United States. On the one hand, such
a major scale project was inspiring peace and prosperity around the globe, thus
bolstering the American discourse on the matter and adding to the legitimacy and
the political power of global economic institutions such as the World Bank and the
IMF. On the other hand, Europe retained the potential to become a larger economy
than the United States. Due to its geographical location, historical ties and its more
particular emphasis on democracy and human rights, it even threatens to undermine
American credibility in comparison. Furthermore, an assertive Europe is thought to
be likely to develop its own, independent security strategies and adopt a more
independent foreign policy approach towards the aforementioned conflict-ridden
regions and countries. Thus, it can be said that, during the Clinton administration,
America’s stance towards the E.U. oscillated between full cooperation and cautious
examination.
Bush Administration’s Foreign Policy
The power of the United States to shape international relations significantly
decreased under President Bush. Efforts to establish a new order in the Middle East
have largely failed, as did Washington’s influence in Russia and parts of Asia. The
partial renunciation of the neoconservative project during Bush’s second term in
office was not enough to repair the damage done to America’s reputation. Among
the challenges Bush left to his successor were reforming the global governance
framework, strengthening the transatlantic partnership, and pursuing a selective
strategic partnership with China and Russia.20
When Bush moved into the White House in January 2001, he had no visible
foreign policy experience. During the election campaign, his foreign policy team
19
Sabri Sayarı, “The United StatesandTurkey’sMembership in theEuropeanUnion”,
TheTurkish Yearbook¸ Vol. 34, 2003, pp. 167-176.
20
Andreas Wenger, “US Foreign Policy under Bush: Balance Sheet and Outlook”,CSS
Analysis in Security Policy, October Vol. 41, Issue: 3, 2008, pp. 1-3.
156
BURAK KÜNTAY
had distanced itself from the humanitarian interventionism of Bill Clinton and had
warned against overstretching U.S. military resources in the context of extensive
stabilization missions. This pragmatic realism was also dominant in the first foreign
policy statements of the new administration. Against this background, it seems
ironic that U.S. foreign policy in Bush’s first term was strongly marked by idealist
and interventionist elements.21
The terrorist attacks on September 11, 2001, in which nearly 3,000 Americans
were killed, transformed George W. Bush into a wartime president. The attacks put
many of Bush’s hopes and plans on hold, and George H. W. Bush, Bush’s father and
the 41st president, declared that his son “faced the greatest challenge of any president
since Abraham Lincoln.”22 Given the fact that the rapid change in Bush’s foreign
policy course was dependent upon 9/11, the infamous attacks marked the defining
moment in the so-called “Bush revolution” in foreign policy. The rise of the
neoconservative forces to become the dominant faction among Bush’s foreign policy
advisors was supported by two factors. At first, the 9/11 attacks revoked a
fundamental feeling of vulnerability in U.S. society that contradicted the national
self-perception as a safe haven free from conflict. Secondly, a dramatic realignment
of U.S. foreign policy seemed not just necessary, but also possible in the wake of
such an unprecedented event. The belief in the U.S. ability to eradicate evil
unilaterally was based on a new feeling of unique and unmatched power.23
In response to al-Qaeda’s attacks, Bush sent American forces into Afghanistan
to eliminate the Taliban, the fundamentalist Islamic group that had provided a safe
haven to al-Qaeda and Osama bin Laden. While the efforts to remove the Taliban
from power seemed successful, American troops failed to capture Bin Laden, who
remained at large as Bush began his second term. Following the attacks, the
president also formed a new cabinet-level position heading the Department of
Homeland Security, reforming the nation’s intelligence and military capability to
meet the new enemy.
The invasion of Iraq in 2004 is regarded as the most controversial act of the
Bush administration. The administration invasion justified on the belief that Iraqi
President Saddam Hussein posed a grave threat to the United States, due to his
possession of weapons of mass destruction. President Bush pledged during his 2005
State of the Union Address that the United States would help the Iraqi people
establish a fully democratic government because the victory of freedom in Iraq
would strengthen a new ally in the war on terror, bring hope to a troubled region,
and lift a threat from the lives of future generations.24 Instead, though Saddam
21
Ibid.
Freidel, Frank, and Hugh Sidey, “The Presidents of the United States of America”,
2006,<http://www.whitehouse.gov/about/presidents/georgewbush> ( 15.04.2014).
23
Andreas Wenger, “US Foreign Policy under Bush: Balance Sheet and Outlook”,CSS
Analysis in Security Policy, October Vol. 41, Issue: 3, 2008, pp. 1-3.
24
Freidel, Frank, and Hugh Sidey, “The Presidents of the United States of America”,
2006,<http://www.whitehouse.gov/about/presidents/georgewbush> ( 15.04.2014).
22
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S…
157
Hussein was captured, the damage to Iraqi society and the deaths of American
servicemen and Iraqis became a persistent challenge of Bush’s second term in
office. In hindsight, another of Bush’s comments may have been more telling: his
matter-of-fact statement about using American military force to “overthrow the
dictator”.25 However, this approach came with its downside, as the US prestige
considerably declined throughout the world, and especially in the Middle East and
North Africa region.
Figure1: US Global Prestige – 2002-2007
The Bush administration did successfully cruise through several major events
during their eight years in office. Today, Turkey would have been in a different
place had not Washington moved smartly in 2001 to organize the IMF/World Bank
package that checked the Turkish economy’s free fall and created the basis for its
dramatic recovery. The Bush White House repeatedly prevailed in resisting the
Armenian lobby’s efforts to pass a “genocide” resolution through Congress. In
addition, President Bush’s support for Turkey’s candidacy for European Union
membership was noteworthy and exemplary. Finally, Secretary of State
Condoleezza Rice deserves special credit for building strong personal relationships
with Turkish leaders early in her tenure as that more than once mitigated bilateral
tensions.
Nor can the Turkish side escape a degree of blame for recurrent tensions in the
relationship. Some of its contributions, notably the March 1, 2003 debacle over
25
University of Virginia Miller Center. “American President: A Reference Resource”,
<http://millercenter.org/president/gwbush/essays/biography/5> (16.04.2014).
BURAK KÜNTAY
158
authorizing U.S. forces to invade Iraq through Turkey and the surprise invitation in
early 2005 to Hamas’s military chief, were arguably more a function of inexperience
than ill-intent. Others, (notably what appeared to be a studied series of slights
throughout the winter of 2004-05 against the Bush administration, appeared less
benign.26
At the end, however, the burden of responsibility for what has been the most
problematic six years in Turkish-American relations since the Cyprus crises of the
1970s lies with Washington. Of its sins of commission and omission, the latter
stands out.27 As the facts clearly demonstrate, the policies and actions of the George
W. Bush administration decreased the favorability of the United States in Turkey,
and consequently weakened the historical and strategic friendship between the two
countries.
Given Turkey's strategic location and its ability to advance or impede
American freedom of action from the eastern Mediterranean to Central Asia, the
U.S. has been key stakeholder in the long-term process of Turkey’s membership
negotiation with the U.S. The Bush Administration wisely chose to take a low-key
approach to Turkish-E.U. negotiations. Given the troubled state of transatlantic
relations, anything else might have harmed rather than helped the Turkish case.
However, the Bush administration failed to grasp that the Turkish-American
relationship needed to reflect several realities, and capture some important
opportunities.28
Obama Administration’s Foreign Policy
Some of the main characteristics of President Obama’s foreign policy have
become commonly known as the “Obama Doctrine”. Principles of the doctrine,
while widely debated, generally include multilateral cooperation rather than
unilateral confrontation, and diplomacy rather than force, in international affairs.29
Indeed, critics and supporters alike recognize that from the Arab Spring and its
aftermath to the 2014 crisis in Crimea, the Obama administration has sought to
maintain commitment without overt intervention.
During his 2014 State of the Union address, the president promised to keep
minimal U.S. troops in Afghanistan after 2014 and veto any upcoming sanctions on
Iran that could risk derailing negotiations on Tehran’s nuclear program. He also
reasserted his desire to close Guantanamo Bay and put limitations on drone use. The
President claimed that U.S. strategy in Syria, one based on diplomacy and verbal
26
Parris, Mark R. “Common Values and Common Interests? The Bush Legacy in US-Turkish
Relations”, Insight Turkey, Vol. 10 No. 4, 2008, pp. 6.
27
Ibid.
28
Lesser, Ian. “Global Europe Program: Turkey in the E.U. Means a New Kind of USTurkish Relationship”,<http://www.wilsoncenter.org/publication/turkey-the-eu-means-newkind-us-turkish-relationship,< (12.04. 2014).
29
Juliet Eilperin, “Obama Lays out His Foreign Policy Doctrine: Singles, Doubles and the
Occasional Home Run”, Washington Post,28 April 2014.
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S…
159
condemnation, has been keeping pressure on the murderous Syrian regime and has
resulted in the elimination of Syrian chemical weapons.30 The Obama administration
exercised caution rather than boldness in such international crises and, in cases such
as Syria, the U.S. has refused to act without the support of regional partners.
Turkey has been one of the most important of these regional partners.
Consequently, since 2009, the Obama Administration has followed the Bush
Administration’s policy of supporting full Turkish membership in the European
Union. At the start of President Obama’s first term, deepened ties with Turkey
represented an opportunity to counter his predecessor’s alienation of Middle Eastern
countries. Supporting Turkey’s membership in the E.U. became another way to
promote a new trend of cooperation and reaffirm U.S. support for Turkey’s
aspirations to gain influence in the international arena.
Barack Obama’s presidency started at a time when the E.U. euphoria had
largely waned in Turkey. As a NATO ally, mediator between the West and the
Muslim world as well as being a regional economic powerhouse, Turkish
membership in the E.U. and strong Turkish-American relations have consistently
remained in line with U.S. interests. The Obama Administration continues to support
Turkey’s E.U. membership, although reactions from the major European powers and
Turkish policies have complicated these interests, so far originated most importantly
from France and Germany.
Conclusion
This paper has sought to trace the developmental path and the shifts either
temporary or long-term in the United States-European Union relationships
particularly with regards to Turkey’s candidacy and future membership in the
European Union.
It sought to accomplish this task through establishing the historical roots of the
U.S.’s approach to Turkey’s potential membership in the E.U. in terms of different
administrations’ stance, while at the same time considering the impact of political
developments that affected the course of the E.U.-Turkey relationship since the end
of 1960s. Furthermore, the relationship between the U.S. and the E.U. is analyzed
in-depth in order to assess how the historical and current status of Turkey’s
candidacy for full membership in the E.U. has been represented in the U.S.-E.U.
relationship.
As a result, this paper confirms the existence of consistent support from the
United States on Turkey’s journey to European Union membership. During the
Presidency of the three leaders, Bill Clinton, George W. Bush, and Barack Obama,
America has continued to support Turkey in its negotiations with the E.U, mainly
thanks to a dominant consideration based on security perspective, hence ascribing
30
HowardLaFranchi, “Top FiveForeignPolicyPoints in Obama'sState of theUnion Speech”, 29
January 2014<http://www.csmonitor.com/USA/Politics/2014/0129/Top-five-foreign-policypoints-in-Obama-s-State-of-the-Union-speech-video> (12 May 2014).
160
BURAK KÜNTAY
Turkey an important place in U.S.’s security concerns as the country is one of the
strongest allies of the U.S. and a regional power. This position, furthermore, did not
disappear or arguably even wane in the post-Cold War era, further contributing to
American support in various fields. Thus, despite short-term shifts in Turkey’s
regional position, its long-term importance does not decrease. As a result, three
different presidents with very different foreign policy approaches all demonstrated
their support for Turkey against the E.U.
While Clinton’s presidency saw a drastic rise in the usage and legitimacy of the
discourse of democratization, thus affecting the support for Turkey in a positive
manner, the Bush administration had to take a hard stance against what it perceived
and attacked as “global terror”, this time acting with an impulse to not let important
allies down, of which Turkey constitutes one of the best examples, especially with
its role of exemplifying a secular, democratic, liberal Muslim country that enjoy
close ties with the West, despite radical terrorist groups’ claim that call for a global
“jihad”. Finally, the Obama administration had to deal with the conclusion parts of
the U.S.’s military adventures in Afghanistan and in Iraq, while also having to deal
with the grassroots popular movements that swept through North Africa and the
Middle East, starting from late 2010. Thus, the Obama administration’s approach to
Turkey can be regarded as a mixture of the Clinton and G.W. Bush administrations’
approaches, since the considerations during Barack Obama’s tenure were mixed and
involved both counter-terror and democracy-building elements.
The United States has always recommended European leaders to show
goodwill towards the Muslim world through Turkish integration. Should Turkey
achieve European Union member-status, it would undoubtedly be viewed as a
constructive effort by the West to strengthen ties with the often-misunderstood
Islamic world. The opposition to Turkish membership argued that the Turkish
government needs to implement reforms on both domestic and international
problems, including the examination and potential improvement of laws protecting
human rights. For the most part, Turkey has acknowledged that some reforms are
necessary; however, for many areas including political, judicial, freedom of the
press and laws regarding the minority Kurdish population, changes may already be
imminent.
Meanwhile, The United States and Turkey have been shared a close and
mutually beneficial relationship for decades, as their cooperation in NATO shows
the strength of it. Their relationship however, was subject to temporary crises and
strains as in the case of the Cyprus crisis in 1963 and 1974, or when Turkey refused
to allow the United States to use its bases for the Iraq invasion in March 2003. The
American war in Iraq was also greatly opposed by many in Turkey. However, the
alliance was robust enough to overcome these crises. Turkey is undoubtedly a
crucial ally to the United States, in addition to being an important component
member of the European community. Both the United States and Turkey need to
stand together and cooperate to conquer the overwhelming and complex challenges
in our modern day, and that clear reality, which would be visible even to the least
informed individual if be presented with adequate facts, was of course not ignored
by successive American Presidents and their counselors.
DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S…
161
Bibliography
Aras, B. (2009). Davutoğlu Era in Turkish Foreign Policy. Ankara: SETA
Foundation.
Aruri, N. H. (Winter, 1999, Vol. 28 No. 2). The Wye Memorandum: Netanyahu's
Oslo and Unreciprocal Reciprocity. Journal of Palestine Studies, pp. 651678.
Bozarslan, H. (2001, October-December). Human rights and the Kurdish issue in
Turkey: 1984–1999. Human Rights Review, pp. 45-54.
Bury, C. (2000). The Clinton Years: Interview with Robert Rubin. Retrieved May
05,
2014,
from
PBS:
http://www.pbs.org/wgbh/pages/frontline/shows/clinton/interviews/rubin.html
Cizre-Sakallıoğlu, U., & Çınar, M. (2003, Vol. 102 No. 2). Turkey 2002: Kemalism,
Islamism, and Politics in the light of the February 28 Process. The South
Atlantic Quarterly, pp. 309-332.
Common Values and Common Interests? The Bush Legacy in US-Turkish
RelationsInsight Turkey 5-14
Çandar, C. (2013, Vol. 15 No. 2). Turgut Özal Twenty Years After: The Man and
the Politician. Insight Turkey, pp. 27-36.
Eilperin, J. (April 28, 2014). Obama Lays out His Foreign Policy Doctrine: Singles,
Doubles and the Occasional Home Run. The Washington Post.
Erickson, E. J. (2004, Vol. 5 No. 3). Turkey as Regional Hegemon—2014: Strategic
Implications for the United States. Turkish Studies, pp. 25-45.
Freidel, F., & Sidey, H. (2006). WhiteHouse.gov. Retrieved 04 15, 2014, from The
Presidents of
the
United
States
of
America:
http://www.whitehouse.gov/about/presidents/georgewbush
Gorelick, B. A. (2003, Vol. 9). The Israeli Response to Palestinian Breach of the
Oslo Agreements. New England Journal of International and Comparative
Law, p. 651.
Gümüşcü, Ş. (2013, Vol. 48 No. 2). The Emerging Predominant Party System in
Turkey. Government and Opposition, pp. 223-244.
Keohane, R. O. (2002, Vol. 40 No. 4). Ironies of Sovereignty: The European Union
and the United States. Journal of Common Market Economics, pp. 743–765.
Konings, M. (2010, Vol. 36 No. 5). Neoliberalism and the American State. Critical
Sociology, pp. 741-765.
Lesser, I. (n.d.). Global Europe Program: Turkey in the EU Means a New Kind of
US-Turkish Relationship. Retrieved April 12, 2014, from Wilson Center:
162
BURAK KÜNTAY
http://www.wilsoncenter.org/publication/turkey-the-eu-means-new-kind-usturkish-relationship
Makovsky, A., & Sayarı, S. (2000). Turkey’s New World: Changing Dynamics in
Turkish Foreign Policy. Washington, D.C.: The Washington Institute for Near
East Policy.
Official Website of President of Azerbaijan Republic. (n.d.). Joint Press Statements
of Presidents of Azerbaijan and Turkey. Retrieved May 10, 2014, from
http://en.president.az/articles/736/print
Oğuzlu, T. (2007, Vol. 61). Soft Power in Turkish Foreign Policy. Australian
Journal of International Affairs, pp. 81-97.
Öniş, Z. (2001, Vol. 5, No. 2) “Turkey and Post-Soviet States: Potential and Limits
of Regional Power Influence”, Middle East Review of International Affairs,
pp. 66-74
Peterson, J. (1994, Vol. 32 No. 3). Europe and America in the Clinton Era. Journal
of Common Market Studies, pp. 411-426.
Peterson, J., & Cowles, M. G. (1998, Vol. 11 No. 3). Clinton, Europe and Economic
Diplomacy: What Makes the EU Different? Governance: An International
Journal of Policy and Administration, pp. 251-271.
Sayarı, S. (2003, Vol. 34). The United States and Turkey’s Membership in the
European Union. The Turkish Yearbook, pp. 167-176.
Sayarı, S. (2000, Vol. 54, No. 1). “Turkish Foreign Policy in the Post-Cold War Era:
The Challenges of Multi-Regionalism,” Journal of International Affairs, pp.
169- 182.
U.S. Agency for International Development (USAID). (n.d.). U.S. Overseas Loans
and Grants: Obligations and Loan Authorizations, 1 July 1945–September 30,
2012.
Retrieved
April
29,
2014,
from
http://gbk.eads.usaidallnet.gov/data/fast-facts.html
University of Virginia Miller Center. (n.d.). American President: A Reference
Resource.
Retrieved
April
16,
2014,
from
millercenter.org:
http://millercenter.org/president/gwbush/essays/biography/5
US Foreign Policy under Bush: Balance Sheet and OutlookCSS Analysis in Security
Policy 1-3.
Woolf, A. (2008). A Short History of the World – The Story of Mankind from
Prehistory to the Modern Day. New York: Metro Books.
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.163-184
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ,
YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİ
Selcen ÖNER
Özet
Makalede ilk olarak aşırı sağ partilerin Avrupa’da yükseliş nedenleri, Batı
Avrupa’da aşırı sağ partilerin göçmenleri özellikle de Müslüman göçmenleri
“öteki”leştirmesi tartışılacak, ikinci olarak Avusturya’da aşırı sağ partilerin federal
parlamento seçimlerine yansıyan gücü, özellikle Avusturya Özgürlük Partisi
(FPÖ)’nün parti programı ve söylemi üzerinde durulacak, buna karşılık Almanya’da
aşırı sağ partilerin özellikle Alman Ulusal Demokrat Partisi (NPD)’nin daha çok
yerel düzeydeki gücü ve parti programı incelenecektir. FPÖ ve NPD’nin parti
programlarında özellikle göçmenlere, ulusal kimliklerine, Avrupa kimliğine ve
Avrupa Birliği (AB)’ye bakış açıları incelenecektir. Avusturya’da popülist aşırı sağ
partilerin federal düzeydeki gücü ile Almanya’da aşırı sağın daha çok yerel düzeyde
etkili oluşu, aşırı sağ hareketlerin ve göçmenlere karşı şiddet eylemlerinin yaygın
oluşu karşılaştırılacaktır. Üçüncü olarak Türk göçmenlerin yoğun olduğu Almanya
ve Avusturya gibi ülkelerde aşırı sağ söylemde özellikle Müslüman göçmenlerin
ötekileştirilmesi ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı söylem tartışılacak, son olarak
da Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin Avrupa’nın geleceğine ve Türkiye’nin AB
üyeliği sürecine etkileri tartışılacaktır.
Anahtar sözcükler: Aşırı Sağ, Göçmenler, Avusturya, Almanya, Avrupa
Birliği, Türkiye.
The Rise of Far Right in Europe, New ‘Othering’ of Immigrants and Turkey’s
EU Membership
Abstract
In this article firstly the reasons of the rise of far right in Europe, in Western
Europe “othering” of immigrants especially Muslim immigrants will be discussed.
Secondly, the rise of the far-right parties in Austria which can be seen at federal
parliament elections, the party programme of Freedom Party of Austria (FPÖ) and

Yrd. Doç. Dr, Bahçeşehir Üniversitesi AB İlişkileri Bölümü.
SELCEN ÖNER
164
discourse of its leaders and the strength of far-right at local level in Germany and
especially the party programme of National Democrat Party (NPD) will be analysed.
In the party programmes of FPÖ and NPD, especially their perceptions about
immigrants, national identities, European identity and European Union (EU) will be
examined. The strength of populist far right parties at federal level in Austria will be
compared with the influence of far right at local level in Germany, far right
movements and violent attacks against immigrants will be compared. Thirdly, in
countries such as Germany and Austria which have high number of Turkish
immigrants othering of Muslim immigrants by far right and discourse against
Turkey’s membership to the EU will be discussed and finally, the influence of the
rise of far right in Europe on the future of Europe and Turkey’s accession process to
the EU will be analysed.
Key words: Far right, Immigrants, Austria, Germany, European Union,
Turkey.
Giriş
Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin göstergeleri arasında, aşırı sağ partilerin
özellikle yerel seçimlerde, bazı ülkelerde ise ulusal seçimlerde aldığı oy
oranlarındaki artış, aşırı sağ örgütler ve aşırı sağ şiddet olaylarındaki artış, aşırı sağ
söylemin özellikle merkez sağ partilerin söylemine ve pek çok Avrupa ülkesinde
göç politikalarının sertleşmesine olan etkisi yer almaktadır. Nisan 2012’deki Fransa
seçimlerinin ilk turunda aşırı sağ Ulusal Cephe (FN)’nin % 181 oy oranıyla üçüncü
parti olması, Hollanda’da iktidardaki sağ azınlık koalisyon hükümetini dışarıdan
destekleyen aşırı sağ Özgürlük Partisi (PVV)’nin ekonomik önlemler üzerinde
uzlaşmaya varamayınca desteğini çekmesi sonucu 23 Nisan 2012’de hükümetin
düşmesi, aşırı sağın Avrupa siyasetinde artan etkisinin yansımalarıdır.
Aşırı sağ hareketler 1930’larda genelde ekonomik bunalımdan etkilenen
insanların desteğini kazanırken, günümüzde daha çok küreselleşme sürecinin
unsurlarından faydalanamayan, tam tersine bu süreçten ekonomik ve sosyal açıdan
olumsuz etkilenenlerin desteğini almaktadır.2 1930’lardakinden farklı olarak
günümüzdeki aşırı sağ hareketlerin demokrasiyi ortadan kaldırma gibi bir istekleri
yoktur ama onu “etnokrasi” olarak yeniden tanımlama istekleri vardır.3 Aşırı sağ
partiler arasında farklı düzeylerde otoriter, radikal, popülist, milliyetçi, hatta
bazılarında ırkçı eğilimler hakim olup, küreselleşmeye karşıdırlar. Her aşırı sağ
1
David Chazan, “Fransa Seçimleri: Le Pen Yandaşları Ne Düşünüyor?”, BBC Türkçe,
(02.05.2012)
<http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/05/120502_france_elections.shtml>,
(Erişim
tarihi: 04.11.2013).
2
Emanuel Godin ve David Hanley, “Introduction: No Enemies on the Right? Competition
and Collusion between Conservatives, Moderates and Extreme Right Parties in Europe”,
Journal of Contemporary European Studies, Cilt 21, Sayı 1, 2013, s.2.
3
R. Griffin, The Nature of Fascism, New York: St. Martin’s Press, 1991. Aktaran: Michael
Minkenberg, “From Pariah to Policy-Maker? The Radical Right in Europe, West and East:
Between Margin and Mainstream”, Journal of Contemporary European Studies, Cilt 21, Sayı
1, 2013, s.10.
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
165
partide bu özelliklerin bazıları farklı oranlarda bulunabilmektedir. Hâkim etnik ve
dini grubu “biz”, diğerlerini “öteki” olarak görmektedirler. Bazılarında antisemitism halen etkili olmaktadır. Yabancılara, göçmenlere karşı korku ve düşmanlık
söz konusudur. Çoğulcu demokrasiye karşıdırlar, dinin ve kültürel değerlerin
korunmasına çalışırlar, ülkelerindeki iş olanakları ve refah devletinin faydalarından
öncelikli olarak hâkim etnik grubun yani “biz”in faydalanması gerektiğini
düşünmektedirler.4 Aşırı sağ partilerin çoğunun dışlayıcı bir “ulus” anlayışı vardır.
Ulusun homojenliğinden yanadırlar.5 Göçmen karşıtlığı aşırı sağ partilerin temel
özelliklerindendir.6 Göçmenler “ötekileştirilerek” tüm sorunların kaynağı olarak
görülmekte ve “günah keçisi” olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.
Aşırı sağ partiler sadece Batı Avrupa’da değil, Doğu Avrupa’da özellikle
Bulgaristan ve Romanya’da da etkilidirler. Bulgaristan’da aşırı sağ parti Türk
azınlıkları, Romanya’da ise Roman azınlıkları “öteki”leştirmektedir. Doğu
Avrupa’da aşırı sağ partilerin çoğu 1990’larda hükümet ortağı olmuşlar, Batı
Avrupa’da ise çoğunlukla 21.Yüzyıl’ın ilk 10 yılında hükümet ortağı olmuşlardır.7
“Xenophobia” Yunanca yabancı anlamına gelen “xenos” ve korku anlamına
gelen “phobos” kelimelerinden oluşmaktadır. Yabancı etkilerin, içinde yer aldığı
hâkim kültürün homojenliğini bozacağından endişe edilmektedir. Eğer yabancı
korkusu Müslüman gruplara yönelikse “İslamofobi” olarak ifade edilmektedir.8 11
Eylül’den sonra İslamofobinin Avrupa’da yaygınlaşmasıyla aşırı sağ için de yeni
“ötekiler” Müslüman göçmenler olmaya başladı. Avrupa’nın 2008’den beri yaşadığı
ekonomik krizle birlikte artan işsizlik ve ekonomik sorunlar, göçmen karşıtlığını
daha da arttırmaktadır. Aşırı sağ partiler Avrupa dışından olan göçmenlerin özellikle
Müslüman göçmenlerin Batı Avrupa ülkelerindeki yoğunluğunu, buna karşılık kendi
ülkelerindeki düşük nüfus artışını vurgulayarak hem ulusal kimliklerinin hem de
Avrupa kimliğinin zayıfladığını ve bulanıklaştığını ileri sürmektedirler.
Bir yandan bazı aşırı sağ partiler tabanlarını genişletmek için merkeze
kayarken, aşırı sağ partilerin yükselişini gören merkez partiler, özellikle Hristiyan
Demokrat partiler de oy kaygılarıyla aşırı sağ partilerin söyleminden etkilenmekte
ve özellikle göçmen politikalarını sertleştirmektedirler.
4
David Gowland, vd., The European Mosaic, London, Prentice Hall, 2006, s. 428-429.
Michael Minkenberg, “The Radical Right in Europe Today: Trends and Patterns in East and
West”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?:
Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert
Stiftung, 2011, s. 42.
6
Douglas R. Holmes, “Experimental Identities (after Maastricht)”, Jeffrey Checkel ve Peter
Katzenstein der., European Identity, New York, Cambridge University Press, 2009.
7
Cas Mudde, “Radical Right Parties in Europe: What, Who, Why?”, Participation (Bulletin of
the International Political Science Association, Cilt 35, Sayı 1, 2011, s.14.
8
Kadir Canatan, “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Kadir
Canatan ve Özcan Hıdır der., Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Ankara,
Eskiyeni Yay., 2007, s. 26-27.
5
SELCEN ÖNER
166
Aşırı sağın yükselişinin göstergelerinden biri de aşırı sağ hareketler ve
örgütlerin artışı ve özellikle göçmenlere yönelik şiddet olaylarındaki artıştır. Diğer
yandan, Norveç’te 22 Temmuz 2011’de aşırı sağ görüşlü Anders Breivik’in, çoğu
İşçi Parti üyesi gençlerden 77 kişinin ölümüne yol açan terörist saldırısı, aşırı sağ
şiddet eylemlerindeki artışın sadece Avrupa’daki göçmenler için değil, tüm Avrupa
halklarının geleceği için 21.Yüzyıl’ın en önemli tehditlerinden biri olduğunu
göstermiştir.
Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı söylem de aşırı sağ partiler arasında
yaygındır. Özellikle Türk göçmenlerin yoğun olduğu Almanya ve Avusturya gibi
ülkelerde Türkiye’nin AB’ye üyeliğine kamuoyunun olumsuz baktığı görülmektedir.
Eurobarometre’nin yaptığı kamuoyu araştırmalarında en az istenen göçmenler
Müslüman göçmenlerdir, Türkiye ise AB’ye üyeliği en az istenen ülkelerdendir.
Aşırı sağ partiler Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin Avrupa’nın İslamlaşmasının önemli
bir aracı olduğunu iddia etmektedirler.
Bu makalede, Batı Avrupa’da yükselen aşırı sağ, özellikle de Türk göçmenlerin
yoğun olarak yaşadığı ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanların oranının en
yüksek olduğu ülkelerden olan Almanya ve Avusturya’daki aşırı sağ partiler
üzerinde durulacaktır. Almanya ve Avusturya, Türkiye’den göçmenlerin başlangıçta
“misafir işçi” statüsünde gittiği, ardından çoğunun yerleştiği ve Türk göçmen
nüfusun Avrupa’da en yoğun olduğu ülkeler arasındadır. Buradaki Türk
göçmenlerin pek çoğunun yaşadığı entegrasyon problemleri Türkiye’nin AB
üyeliğine de şüpheyle bakılmasına yol açmakta ve Türkiye’nin üyeliği durumunda
Avrupa ülkelerinin yeni göçmen akınlarına uğramasından korkulmaktadır.
Makalede ilk olarak aşırı sağ partilerin Batı Avrupa’da yükseliş nedenleri, aşırı
sağ partilerin göçmenleri “öteki”leştirmesi, ikinci olarak Avusturya’da aşırı sağ
partilerin federal parlamento seçimlerine yansıyan gücü, özellikle Özgürlük Partisi
(FPÖ)’nin parti programı ve söylemi üzerinde durulacak, buna karşılık Almanya’da
aşırı sağ partilerin özellikle Alman Ulusal Demokrat Partisi (NPD)’nin daha çok
yerel düzeyde artan gücü ve parti programı incelenecektir. Avusturya’da aşırı sağın
federal parlamento seçimlerine yansıyan gücü ile Almanya’da daha çok aşırı sağ
hareketlerin ve göçmenlere karşı şiddet olaylarının artışı şeklinde görülen aşırı sağın
yükselişinin göstergeleri karşılaştırılacaktır. Son olarak da Avrupa’da aşırı sağın
yükselişinin Avrupa’nın geleceğine ve Türkiye’nin AB üyeliği sürecine yansımaları
tartışılacaktır.
Aşırı Sağın Batı Avrupa’da Yükseliş Nedenleri
Avrupa’da aşırı sağdaki yükselişin göstergeleri arasında aşırı sağ partilerin
yerel, ulusal ve dönem dönem Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerindeki oy
oranlarındaki artış yanında, aşırı sağ örgütlerin ve hareketlerin artışı ve aşırı sağ
grupların ve bireylerin şiddet olaylarındaki artışı yer almaktadır.
1965 ile 1995 arası dönemde Batı Avrupa’da 19 aşırı sağ parti kurulmuştur.9
Aşırı sağ partilerin nüfuzu Batı Avrupa’da 1980’lerden itibaren artmaktadır. Henüz
hiçbir ulusal seçimde tek parti hükümetini oluşturabilecek çoğunluğu elde
9
Michael Minkenberg, “The Radical Right in Europe Today...”, s. 42.
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
167
edememişlerdir ama bazıları Avusturya’da, İtalya’da, İsviçre’de olduğu gibi
koalisyon hükümetlerinin ortağı olmuşlar ya da dışarıdan desteklemişlerdir.10 Bu da
aşırı sağın normalleşme sürecine katkıda bulunan unsurların başında gelmektedir.11
Avusturya’da 2000’de Jörg Haider’in liderliğindeki FPÖ’nün koalisyon ortağı
olması ve Fransa’da FN’nin lideri Jean-Marie Le Pen’in 2002’de Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde ikinci olması, Batı Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin en önemli
göstergeleri arasındadır.12
Aşırı sağ partilerin yükselişindeki ana nedenlerden biri küreselleşmenin sosyoekonomik olumsuz etkilerine karşı insanların kendini savunmasız hissetmesidir.
Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesinde başta gelir dağılımı adaletsizliğine yol açan
bölüşüm krizi, siyasi temsil krizi ve kimlik krizi olmak üzere sosyo-ekonomik ve
siyasi krizler etkilidir. Bu krizlerin üstesinden gelmeden aşırı sağın yükselişini
durdurmak zordur. Bu partiler genelde kendilerini “sokaktaki adam”ın temsilcisi
veya “halkın gerçek sesi” olarak göstermektedirler. Merkez sağ ve sol partileri elitist
olarak nitelendirmekte ve onların sadece kendi ekonomik çıkarlarını temsil
ettiklerini iddia etmektedirler.13 Yapılan kamuoyu araştırmalarında aşırı sağ partileri
destekleyen kişilerin çoğunlukla küreselleşmenin olumsuz sosyo-ekonomik
etkilerinden en fazla etkilenen, eğitim düzeyi düşük, işçi genç erkekler oldukları ve
genellikle alt ya da alt orta sınıflardan geldikleri görülmektedir.14
Eski Yugoslavya’daki savaşlar ve AB’nin Doğu Avrupa’ya genişlemesi sonrası
artan göçler ve merkez partilerin aşırı sağ partileri dışlama konusundaki
uzlaşmasının pek çok ülkede sona ermesi de aşırı sağ partilerin yükselişinde etkili
olan faktörler arasındadır.15 Bazı araştırmacılar göç düzeyi ile aşırı sağ partilere olan
destek oranı arasında pozitif ilişki olduğunu savunurken16, diğerleri de ikisi arasında
bir bağ olmadığını veya zayıf bir bağ olduğunu söylemektedirler.17 Avrupa’da artan
10
Neil Fligstein, vd., “European Integration, Nationalism and European Identity”, Journal of
Common Market Studies, Cilt 50, Sayı 1, 2012, p.115.
11
Michael Minkenberg, “From Pariah to Policy Maker?...”, s.17.
12
Daha
ayrıntılı
bilgi
için
bkz.
İKV
websitesi
(08.03.2012)
<www.ikv.org.tr/.../avrupada_asiri_sag_partiler_turkiyenin_ab_uyelig...>, (Erişim tarihi
17.05.2012).
13
Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg, “Introduction: An Anthology about the
Manifestations and Development of the Radical Right in Europe”, Nora Langenbacher ve
Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Rightwing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.12-15.
14
Zuhal Yeşilyurt Gündüz, “The European Union at 50: Xenophobia, Islamophobia and the
Rise of the Radical Right”, Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt 30, Sayı 1, 2010, s.40.
15
Marc Morje Howard, “ Can Populism be Suppressed in a Democracy?”, East European
Politics and Societies, Cilt 14, Sayı 2, 2001, s. 21.
16
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. R. Gibson, The Growth of Anti-immigrant Parties in Western
Europe, Ceredigion, Edwin Mellen yay., 2002; M. Golder, “Explaining Variation in Success
of Extreme Right Parties in Western Europe”, Comparative Political Studies, Cilt 36, 2002,
s.432-466; M. Lubbers, M. Gijsberts ve P. Sheepers, “Extreme Right-Wing Voting in Western
Europe”, European Journal of Political Research, Cilt 41, 2002, s. 345-378.
17
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. H. Kitschelt, The Radical Right in Western Europe: A
Comparative Analysis, Ann Arbor, MI, University of Michigan Press, 1995; D. Swank ve H.
SELCEN ÖNER
168
yabancı düşmanlığı, merkez partilerin sosyo-ekonomik problemleri çözme
konusundaki başarısızlıkları, yolsuzluğa karışmaları da aşırı sağın yükselişinde etkili
olmaktadır. 2008’den itibaren Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz ve artan işsizlik
oranları, göçmen karşıtı görüşlerin artışında etkili olmaktadır. Aşırı sağ partiler pek
çok sosyo-ekonomik sorunun olduğu Avrupa ülkelerinde göçmenleri “günah keçisi”
ilan ederek, göçmenlerin kendi ülkelerinin vatandaşlarının çalışma ücretlerinde
düşüşe yol açtıklarını iddia etmektedirler.
Avrupa’da göç ve İslam konusunda siyasilerin söylemleri ve medyada yer alan
söylemler de aşırı sağa olan destek oranını etkilemektedir. Medyanın özellikle
internetin kullanılması da aşırı sağ partilerin ve örgütlerin aralarındaki iletişimin ve
bağlantıların artmasında etkilidir. “İslamlaştırmaya karşı şehirler” oluşumu
Avusturya, Almanya, Belçika, Danimarka, İspanya, İtalya, Fransa, Hollanda ve
İngiltere’deki aşırı sağ gruplar arasındaki ulusaşırı işbirliği örneklerindendir.18
Sonuç olarak 21.Yüzyıl’da aşırı sağın Avrupa’da yükselişini hızlandıran
nedenler arasında 11 Eylül sonrası artan İslamofobi, 2004’te ve 2007’de AB’nin
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine genişlemesi sonrası Doğu’dan Batı’ya artan göç ve
2008’den itibaren Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz ve işsizlik oranlarındaki artış
yer almaktadır.
Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ ve Yeni “Ötekiler”
Aşırı sağ partiler genelde çokkültürlülüğe karşıdırlar. “Çokkültürlülük” farklı
toplulukların eşit şekilde yan yana yaşamaları, birbirleriyle pek etkileşime girmeden
kendi değerlerini ve geleneklerini koruyabilmelerini sağlar. Ancak birbirleriyle
karşılıklı etkileşime fazla girmemeleri, zamanla birbirlerinden yabancılaşmalarına
yol açabilmektedir.19 Aşırı sağ partiler çokkültürlülüğün ulusların dağılmasına yol
açtığını iddia etmektedirler. Aşırı sağ partiler, sıkı göçmen politikalarından
yanadırlar ve genellikle sosyal hakların göçmenlere verilmesine karşıdırlar.20
21.Yüzyıl’ın ilk 10 yılında merkez sağ partiler de çokkültürlülüğün başarısız
olduğu konusunda aşırı sağ partilerle hemfikirdirler. Almanya Başbakanı Angela
Merkel, 1 Ekim 2010’da “çok kültürlülük tamamen başarısız oldu. Almanya,
kapılarını göç dalgasına açmadan önce entegre olmayanlara karşı daha katı bir tutum
sergilemelidir” demiştir.21 İngiltere gibi çokkültürlülüğün hâkim olduğu ülkeler bile
çokkültürlülüğü sorgulamaya başlamıştır. İngiltere Başbakanı David Cameron 2
Betz, “Globalization, the Welfare State and Right-Wing Populism in Western Europe”, SocioEconomic Review, Cilt 1, 2003, s.215-245.
18
Langenbacher ve Schellenberg, a.g.e., s.22.
19
Nedret Kuran-Burçoğlu, “From Vision to Reality: A Socio-Cultural Critique of Turkey’s
Accession Process”, Esra Lagro ve Knud E. Jorgensen der., Turkey and the European Union:
Prospects for a Difficult Encounter, New York, Palgrave Yay., 2007, s. 152-153.
20
Fligstein vd., a.g.e., s.115.
21
Sezgin
Mercan,
“Avrupa’da
Aşırı
Sağın
Yükselişini
Anlamak”,
<http://www.21yyte.org/tr/yazi6465-Avrupada_Asiri_Sagin_Yukselisini_Anlamak.html>,
(Erişim tarihi 14.05.2012).
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
169
Şubat 2011’de “onlarca yıldır izlenen çokkültürlülük politikası, radikal İslam’ın güç
kazandığı ayrılıkçı topluluklar yarattı” demiştir.22 Çokkültürlülük giderek
entegrasyonun önündeki önemli bir engel olarak görülmektedir.23
Aşırı sağ partiler homojen bir toplumdan yanadırlar. “Öteki”lerin dışlanmasıyla
sosyo-ekonomik problemlerin çözülebileceğini iddia etmektedirler.24 Her ülke için
“öteki”leştirme farklı gruplara yönelik olabilmektedir. Örneğin Fransa’da özellikle
Kuzey Afrikalı göçmenler temel “öteki” grup olarak inşa edilmektedir.25
Milliyetçilik, aşırı sağ partilerin temel özelliklerinden biridir ancak giderek
Avrupa kimliğine de daha fazla vurgu yapmaktadırlar.26 Avrupa kültürünün
göçmenlerin etkisiyle yok olduğunu iddia etmektedirler. FN’nin lideri Marine Le
Pen şöyle demektedir: “bir dönüm noktasındayız, eğer medeniyetimizi
koruyamazsak yok olacak”.27 Zuquete, aşırı sağ partilerin giderek Avrupa kimliğine
daha fazla vurgu yapmasının “İslam”ın Avrupa’nın “öteki”si olarak inşa edilmesi
süreciyle paralel gittiğini ileri sürmektedir.28 Anti-semitizm iki savaş arası dönemde
aşırı sağ partilerin temel özelliklerindendir. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde
NPD gibi bazı aşırı sağ partiler dışında pek çok aşırı sağ partinin söyleminde bir
değişim yaşanmıştır. Williams, 21.Yüzyıl’da aşırı sağ partiler için yabancı
düşmanlığından çok İslamofobinin ön planda olduğunu iddia etmektedir. Williams’a
göre Türkler, diğer Müslüman göçmenler ve eski sömürge devletlerinden gelen
göçmenler, toplumun homojenliğine bir tehdit olarak görülmekte ve aşırı sağ partiler
için temel “öteki” olarak inşa edilmektedirler.29 Bazı aşırı sağ partiler, Müslüman
göçmenler arasında kadınlara karşı ayrımcılık yapıldığını, zorunlu evlilikler ve töre
cinayetlerini vurgulayarak kendi destekçileri dışında, toplumun farklı kesimlerinden
de destek sağlayabilmektedirler.30
Aşırı sağ partiler 2. Dünya Savaşı öncesinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve
Yahudi karşıtlığı üzerinde dururken, giderek Avrupa’nın Hristiyan ve Yahudi
geçmişine atıf yapmakta, Yahudilerin entegre ya da asimile edilebilir olmalarına
rağmen, Müslüman göçmenlerin entegre veya asimile edilmesi zor gruplar
olduklarını ileri sürmektedirler.31 Bazı araştırmacılar Avrupa’da “biyolojik
22
A.g.e.
Gerard Delanty, “Fear of ‘Other’s: Social Exclusion and the European Crisis of Solidarity”,
Social Policy and Administration, Cilt 42, Sayı 6, 2008, s. 685.
24
Langenbacher ve Schellenberg, a.g.e., s. 17.
25
Michelle Hale Williams, “Can Leopards Change Their Spots? Between Xenophobia and
Trans-ethnic Populism among West European Far Right Parties”, Nationalism and Ethnic
Politics, Cilt 16, 2010, s. 112-113.
26
Jose Pedro Zuquete, “The European Extreme-Right and Islam: New Directions?”, Journal
of Political Ideologies, Cilt 13, Sayı 3, 2008, s. 329.
27
Katrin Bennhold, “2 Personalities Clash on European Immigration”, International Herald
Tribune, 15.01. 2008.
28
A.g.e., s.332.
29
Williams, a.g.e., s. 128-129.
30
Zuquete, a.g.e., s. 333.
31
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Pierre-Andre Taguieff, The Force of Prejudice: On Racism and
Its Doubles, Minneapolis, University of Minnesota Yay., 2001.
23
SELCEN ÖNER
170
ırkçılık”tan “kültürel ırkçılık”a doğru bir dönüşüm yaşandığını, Avrupa’da “öteki”
olarak Müslümanların Yahudilerin yerini aldığını ileri sürmektedir.32 Fransa aşırı
sağının teorisyenlerinden biri olan Guillaume Faye, Avrupa kimliğini savunan
birinin Yahudi karşıtlığını bırakması gerektiğini söylemekte ve asıl tehdidin Üçüncü
Dünya ve İslam tarafından kolonizasyon olduğunu ileri sürmektedir.33 Hollanda,
Danimarka ve İsveç’te olduğu gibi bazı aşırı sağ partiler için anti-Semitizm artık söz
konusu değildir. Batı Avrupa’da özellikle 11 Eylül sonrasında aşırı sağ partiler için
“öteki” çoğunlukla Müslüman göçmenlerdir.34 11 Eylül sonrası göç konusu giderek
güvenlik çerçevesi içinde değerlendirilerek, Müslüman göçmenler ve terörizm
birlikte anılmaya başlanmıştır. Müslüman göçmenler giderek ulusal kimlik, ulusal
güvenlik ve Avrupa kimliği için bir tehdit olarak algılanmaktadır. Avusturya ve
Danimarka göç politikalarını daha da sıkılaştıran radikal değişiklikler yapmışlardır.
Bu ülkeler Avrupa’daki en sıkı göç hukuku düzenlemelerine sahip ülkeler
arasındadır.35
Avusturya ve Almanya’da Aşırı Sağ
Aşırı sağ partiler henüz tek başlarına hükümet olamadılar ama Avusturya,
Danimarka ve İtalya’da merkez sağ partilerle birlikte koalisyon hükümetlerinde yer
aldılar. Aşırı sağ partilerin hükümet ortağı olduğu ülkeler, göç kanunlarının en sıkı
olduğu ülkeler arasındadır. Aslında genel olarak tüm Avrupa’da böyle bir eğilim söz
konusudur. Diğer yandan hükümet ortağı olan aşırı sağ partilerin siyasi etkileri
sınırlıdır. Çünkü genelde hükümetin küçük ortağıdırlar ve liberal demokrasinin
koruyucusu olan yargı tarafından kontrol edilmektedirler.36
Aşırı sağ partilerin Avrupa siyasetine etkisi sadece ulusal ve yerel seçimlerde
artan başarılarıyla sınırlı değildir, dolaylı olarak siyasete etkileri de giderek
artmaktadır. Seçimlerde aşırı sağın yükselişini gören merkez partiler, özellikle de
merkez sağ partiler aşırı sağın söyleminden ve politikalarından etkilenmektedir.
2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Avusturya’daki merkez partiler
arasında aşırı sağ partiler ve hareketlerle işbirliği yapmamak, hatta tolerans bile
göstermemek konusunda bir elit uzlaşması söz konusuydu. Her iki ülkede de erken
savaş sonrası dönemden beri devam eden küçük aşırı sağ partiler vardı ve onlar da
dışlanmış durumda oldukları için siyasi parti sisteminde marjinal bir konuma
sahiptiler. Fakat bu süreç her iki ülkede farklı şekilde gerçekleştirildiği için farklı
sonuçlar doğurmuştur. Almanya’daki elit uzlaşması sadece isteğe bağlı değildi, aşırı
sağ örgütleri ve partileri kapatma yetkisi olan Anayasa Mahkemesi’nin kontrolü
altındaydı. Avusturya’da ise elitler arası uzlaşma Anayasa Mahkemesi tarafından
uygulanmamakta, iki temel parti olan Sosyal Demokratlar ve Halk Partisi potansiyel
32
Zuquete, a.g.e., s. 335. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Dominic Boyer, “Welcome to the New
Europe”, American Ethnologist, Cilt 32, Sayı 4, 2005.
33
Zuquete, a.g.e., s. 328-335.
34
Langenbacher ve Schellenberg, a.g.e., s. 18.
35
Yeşilyurt Gündüz, a.g.e., s. 42.
36
Mudde, a.g.e., s. 14-15.
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
171
rakiplerini dışlamak için işbirliği yapmaktaydı. Bu partiler işbirliğine devam ettiği
sürece aşırı sağ partilerin sistemin istikrarını tehdit edebilme şansı çok azdı.
Örneğin, Nazi sonrası “Bağımsızlar Kurumu”nun devamı olarak 1956’da kurulan
FPÖ, merkez partiler tarafından uzun bir süre dışlanmıştı. Ancak merkez partiler
arası bu uzlaşma 1970’lerin sonlarında Sosyal Demokrat Bruno Kreisky’nin Halk
Partisi’ni zayıflatmak için FPÖ’yü desteklemesiyle değişmeye başlamıştır. 1983 ve
1986 arasında Franz Vranitzky liderliğindeki Sosyal Demokratlar, FPÖ’yü küçük
ortak olarak koalisyon hükümetine dâhil etmişlerdir. FPÖ’nün hükümete ortak
olması onu meşrulaştırdı ve elit uzlaşması sona ermiş oldu. 1986’da Jörg Haider,
FPÖ’nün başına geçti. 1986 ve 1999 yılları arasında Sosyal Demokratlar ve Halk
Partisinin başarısız bir koalisyon hükümeti kurduğu dönemde, FPÖ ana muhalefet
partisi olarak gücünü arttırma fırsatı bulmuştur.37
1999 seçimlerinde FPÖ % 27 oy almıştır. Seçimlerden birinci çıkan Sosyal
Demokratlarla koalisyon görüşmeleri başarısız olunca, Hristiyan Demokrat
Wolfgang Schüssel, Haider’in liderliğindeki FPÖ’yü hükümette koalisyon ortağı
olması için davet etmiştir. FPÖ 31 Ocak 2000’de Avusturya hükümetinin koalisyon
ortağı olunca, AB üyesi diğer 14 ülke, Haider’in partisinin hükümete ortak olmasını,
Avusturya ile ikili ilişkilerini askıya alarak, Avusturya büyükelçileriyle iletişimi
azaltarak ve Avusturyalı adayların uluslararası pozisyonlara gelmesine karşı çıkarak
protesto edeceklerini bildirmişlerdir. AB’nin bu tepkisinin sembolik bir önemi vardı,
böylece aşırı sağ partilerin AB’nin ilke ve değerlerine aykırı olduğu gösterilmiştir.38
Avusturya Cumhurbaşkanı Thomas Klestil, koalisyon anlaşmasına ek olarak
Haider’in kurulacak hükümetin bütün Avrupa insan hakları sözleşmelerine ve diğer
uluslararası insan hakları sözleşmelerine bağlı kalacağına dair bir deklarasyona imza
atmasını istemiştir.39 AB’nin hazırladığı bir rapor sonrasında Eylül 2000’de diğer
üye ülkeler diplomatik yaptırımların kaldırılması konusunda ikna olmuş, böylelikle
AB’nin tepkisi amacına ulaşmıştır.40 AB’nin gösterdiği bu tepki, Avusturya’ya ve
diğer AB ülkelerine AB’nin aşırı sağa karşı tutumu konusunda uyarı niteliğinde
olmuştur. Bu arada Nisan 2005’te parti içi anlaşmazlıklar nedeniyle FPÖ’den ayrılan
bir grup “Avusturya'nın Geleceği için İttifak” (BZÖ) partisini kurmuştur.
FPÖ’nün parti programında, kimlik ve çevre başlığı altında “Avusturya
anavatanımızı, ulusal kimliğimizi ve doğayı korumaya bağlıyız” denilmektedir.
Avusturya’nın bir göç ülkesi olmadığı vurgulanmakta, entegre olmuş, Almanca
bilen, Avusturya’nın değerlerine saygı duyan yasal göçmenlere ülkelerinde kalma ve
vatandaşlığa geçme hakkı verilmesi gerektiği belirtilmektedir (2011). Güvenlik
başlığı altında ise “Avusturya’da suç işleyen yabancıların ülkelerine geri
37
Howard, a.g.e., s.22-24.
A.g.e., s.25-26.
39
Martin Schulz, “Combating Right-wing Extremism as a Task for European Policy
Making”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?:
Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert
Stiftung, 2011, s. 28.
40
Howard, a.g.e., s.31.
38
172
SELCEN ÖNER
gönderilmeleri gerektiği belirtilmektedir” (2011). Yani FPÖ, Almanca bilen, entegre
olmuş, yasalara uygun davranan göçmenlere karşı olmadığını belirtmiştir.
FPÖ’nün hükümetlerarası bir AB anlayışı vardır. Parti programında “Halkların
Avrupası” anlayışına bağlı oldukları, Avrupa’nın sadece AB siyasi projesine
indirgenmemesi gerektiği belirtilmektedir. AB hukuku, ulusal hukuklardan üstün
olmasına rağmen, egemen devletlerin hukuklarının AB hukukundan üstün olması
gerektiği savunulmaktadır (2011). FPÖ, AB’nin uluslarüstü yanlarına ve daha fazla
uluslarüstü bir yapıya dönüşmesine karşıdır.
Almanya’da ise 2. Dünya Savaşı sonrası aşırı sağ partiler için sınırlı bir siyasi
alan bulunmaktadır. Nazi geçmişinden dolayı Almanya, aşırı sağ partiler konusunda
diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha hassas konumdadır. Almanya’da aşırı sağ
partiler sık sık yolsuzlukla suçlanmakta ve yetersiz nitelikli elemanları olduğu
konusunda eleştirilmektedirler. Nazizmle olan bağlantılarından dolayı da
saygınlıkları azdır. Tüm bu nedenlerin etkisiyle diğer Batı Avrupa ülkelerine göre,
Almanya’da aşırı sağ partilerin özellikle federal parlamento seçimlerindeki başarıları
düşüktür. Hiçbir aşırı sağ parti federal parlamento Bundestag’a girememiştir. AP
seçimlerinde de Cumhuriyetçiler’in 1989’da aldığı % 7.1 oy oranı dışında pek
başarılı olamamışlardır. Buna karşılık Almanya’da aşırı sağ partiler yerel düzeyde
güçlüdürler. Alman Ulusal Demokrat Partisi (NPD), Alman Halk Birliği (DVU),
Cumhuriyetçiler ve Yabancıları Durdur (Stop Foreigners) ve Köln Yanlısı (ProCologne) gruplarından temsilciler bölgesel meclisler ve belediye meclislerinde
sandalyeye sahiptirler. 1990’ların ortalarına kadar aşırı sağ partiler, Batı
Almanya’da Doğu Almanya’ya göre daha iyi sonuçlar almışlardır. Ancak 1990’ların
ortalarından itibaren Doğu Almanya’da Batı’ya göre daha iyi sonuçlar almaya
başlamışlardır.41
1964 yılında kurulan NPD’nin başlangıçtaki programı Nazi yanlısı, komunizm
karşıtıydı ve Katolik unsurlar barındırmaktaydı. NPD organizasyon açısından pek
güçlü değildi ve finansal sorunları vardı. Ayrıca karizmatik bir lideri de yoktu.
1996’dan beri parti başkanı olan Udo Voigt’un liderliği döneminde parti marjinal
konumundan bir ölçüde kurtulabilmiştir. Voigt’un seçilmesinden sonra, halen
kullanılmakta olan yeni bir parti programı hazırlandı. NPD’nin parti programı
milliyetçi, popülist, bir tür nasyonal sosyalizmi destekleyen, kapitalizm karşıtı
unsurlar içermektedir. 1998’de partinin ulusal kongresinde 3 temel stratejik
kampanya hedefi belirlenmiştir. Bunlar “sokaklar için savaş”, “zihinler için savaş”
ve “oylar için savaş”tır. Bunlara ek olarak 2004’te “organize irade” için savaş da
eklenmiştir. Seçimlerin diğer aşırı sağ partilerle işbirliği içinde başarılabileceği
kabul edilmiştir. 2011’de parti başkanlığına Holger Apfel gelmiştir. 42
41
Britta Schellenberg, “The Radical Right in Germany: Its Prohibition and Reinvention,”
Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing
Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung,
2011, s.64-76.
42
A.g.e., s.58-59.
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
173
NPD küreselleşmeye ve çokkültürlülüğe karşı çıkarak, küreselleşmeyi
yabancılaşma ve kimlik kaybına eşdeğer olarak görmektedir. Yabancılar tüm sosyoekonomik problemlerin nedeni olarak görülmekte ve “günah keçisi” olarak ilan
edilmektedirler. Yabancılara karşı bir ayrımcılık söz konusudur ve yabancıların geri
gönderilmeleri hedeflenmektedir. Türk göçmenler Almanya’da aşırı sağın “öteki”
leri arasında bulunmaktadır.43 Almanya’da aşırı sağın sloganlarından biri “Almanya
Almanlarındır” (“Deutschland den Deutschen”) sloganıdır. Çocuk yardımlarından
sadece Alman ailelerinin yararlanmaları gerektiği, Alman sosyal güvenlik
sisteminden de göçmenlerin yararlanmaması gerektiği savunulmaktadır.
Voigt, Alman ailelerine ve aile yapısına yatırım ve destek talep ettiklerini
belirterek şöyle diyor: “Göçmen değil, Alman çocuklara ihtiyacımız var. Çocuk
sayısı arttırılmalı…”44 NPD’nin Müslüman göçmenlere bakışı konusunda ise Voigt
“biz NPD olarak Müslüman ve İslam düşmanlığı yapmıyoruz. NPD olarak zaten
göçmenleri ülkelerine gönderdiğimizde bu tartışmalar da son bulacak” demiştir.45
Voigt, göçmen politikaları konusunda “Almanlar işsiz dururken, göçmenlere iş
verilmesine karşıyız. Yabancılar bizim için misafirdir ve misafir tekrar evine gider.
Üst sınır şu anki göçmen oranının yüzde 10-15’idir. İktidara geldiğimizde 5 yıl
içinde göçmen nüfusu yüzde 80 oranında azaltmayı hedefliyoruz. Göçmen derken
sadece Türkleri değil AB vatandaşlarını da kastediyoruz” demiştir.46
Almanya’da 2003 yılında NPD’nin yasaklanması için girişimde bulunulmuş
ancak partinin kapatılması talebiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nden geri
dönmüştür. NPD’nin kapatılması özellikle artan “dönerci cinayetleri”nden sonra
yeniden gündeme gelmiştir. Özellikle Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD),
NPD’nin kapatılması gerektiğini düşünmektedir. Diğer yandan son yıllarda aşırı sağ
partiler olan NPD ve DVU’nun birleşmesi tartışılmaktadır fakat bu durum henüz
gerçekleşmemiştir.
Almanya’da göçmen karşıtı söylem sadece aşırı sağ partilerde değil, merkez
sağda da görülmektedir. Diğer yandan SPD kökenli Alman Merkez Bankası üyesi ve
eski Berlin Maliye Bakanı Thilo Sarrazin’in “Almanya Kendini Yok Ediyor” kitabı
Ağustos 2010’da basılmış ve büyük yankı uyandırmıştır. Sarrazin, kitabında
Müslüman göçmenlerin entegre olmak istemediklerini iddia etmektedir. Almanya’yı
göçmenlere verilen sosyal haklar konusunda fazla cömert olmakla suçlamıştır.
“Avrupa’da hiçbir din bu kadar talepkar değildir, hiçbir göçmen grubu refah
devletine bu kadar bağımlı değildir ve suçlarla bu kadar bağlantılı değildir”
demiştir.47 NPD eski başkanı Voigt, 2010’da kendisiyle yapılan bir mülakatta,
43
Williams, a.g.e., s.112.
“Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt: Sarrazin ve Uyum Tartışmaları, NPD’ye Olan Bakış
Açısını
Olumlu
Etkiledi”,
Zaman
Avrupa,
<http://eurozaman.com/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=54630>,
(Erişim
tarihi: 11.03.2012).
45
“Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt...”, a.g.e.
46
A.g.e.
47
“Book Sets off Immigration Debate in Germany”, The New York Times,
<http://www.nytimes.com/2010/09/03/world/europe/03germany.html>, (Erişim tarihi: 04.03.
2012).
44
174
SELCEN ÖNER
Sarrazin’in kitabını büyük bir memnuniyetle karşıladıklarını ve kendi partilerinin
yıllardır dile getirdiği şeyleri ifade ettiğini belirtmiştir. Aralarındaki farkın ise
Sarrazin’in Türkleri ve Arapları aptal gösterirken, Yahudi ve İranlıları zeki
gösterdiğini, kendilerinin ise hiç göçmen istemediklerini belirtmiştir. Voigt, aynı
mülakatta “Sarrazin’in kitabının çıkışından sonra öncesine göre NPD’nin internet
sitesine beş kat fazla tıklama oldu. Bize olan bakış açısını değiştirdi. Gelecek
seçimlerde bunun bize yansımalarını göreceğiz. Sarrazin’in kitabının daha fazla
insana ulaşması için çalışacağız. Seçim kampanyalarında kullanacağız. Saksonya ve
Doğu Almanya’da çok sorun yok ama Berlin ve Batı Almanya’daki seçimlerde
‘Sarrazin de bizim tezlerimizi seslendiriyor’ diye seçmenden destek isteyeceğiz”
demiştir.48
Almanya’da partiler arası uzlaşma aracılığıyla aşırı sağ hareketler dikkatli bir
şekilde bastırılmış, bir yandan da demokratik rekabet korunmuştur. Alman Anayasa
Mahkemesi Almanya’da aşırı sağ hareketin örgütlenmesi ve organizasyonunu
sınırlama konusunda başarılıdır.49 Ancak bu sınırlama aşırı sağ şiddet eylemlerini
önleme konusunda yetersizdir.
Almanya’da aşırı sağ şiddet olaylarının yaygın olduğu görülmektedir.
Almanya, Batı Avrupa ülkeleri arasında en fazla aşırı sağ şiddet olaylarının
görüldüğü ülkedir. Almanya’nın Türk mahallelerindeki kundaklama olayları50 ve
2000 sonrasında “dönerci cinayetleri” olarak adlandırılan çoğunluğu Türk esnafa
yönelik cinayetler bunun en önemli göstergeleridir. Hoyerswerda ve Rostock’ta
mültecilerin kaldığı hostellere yapılan saldırılar, Solingen ve Mölnn’deki ırkçı
cinayetlerden sonra Almanya’da bazı aşırı sağ örgütler yasaklanmıştır. Bunun
üzerine aşırı sağ gruplar resmi statü kazanmak için başvurmaktan vazgeçmişler,
bunun yerine 10-30 arasında kişiden oluşan daha esnek örgütlenmeleri tercih etmeye
başlamışlardır. Almanya’da bu tip yaklaşık 150 bölgelerarası ve bölgesel aşırı sağ
grup bulunmaktadır. Gevşek otonom yapılarından dolayı devlet kontrolünden
kaçabilmektedirler ancak yakın dönemde bu gruplardan küçük bir kısmı
yasaklanmıştır.51
2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişiyi öldürmek, 2 bombalı saldırı ve
soygun düzenlemekle suçlanan Nasyonel Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütü davası, 17
Nisan 2013’ten itibaren görülmeye başlanmıştır. Bu örgütün NPD ile de bağları
olduğu ileri sürülmektedir. Polis ve istihbarat teşkilatlarının aşırı sağ örgütlerle
mücadele konusundaki eksiklikleri, aralarındaki bilgi paylaşımı ve işbirliği
yetersizliği de Almanya’daki önemli tartışmalardandır. İstihbarat örgütleri
çoğunlukla İslamcı gruplar, anarşistler ve sol gruplardan gelebilecek tehditlere
odaklanmaktadır. Almanya Türk Toplumu (TGD) başkanı Kenan Kolat’a göre
48
“Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt...”, a.g.e.
Howard, a.g.e., s.18-29.
50
1993 Solingen, 2005’te Ludwingshafen’de kundaklama olayları yaşanmıştır. 2002’de
10,902 aşırı sağ saldırı varken, 2008’de 19,894 saldırı olmuştur. Die Zeit Almanya’nın
birleşmesinden bu yana 137 kişinin ırkçı saldırıda kurban olduğunu belirtmiştir.
51
Schellenberg, a.g.e., s.68-72.
49
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
175
devlet ve devletin bazı organları aşırı sağ örgütlere karşı kör olabilmektedir.
Avrupa’da Norveç’te 2011’deki saldırıya kadar polis ve istihbarat örgütlerinin aşırı
sağ örgütlerden gelecek tehditleri yeteri kadar önemsemedikleri öne sürülmektedir.
Bu tip örgütler genelde devlete tehdit olarak görülmemiş, insanların güvenliğine
tehdit oluşturmaları da pek önemsenmemiştir.52
Avrupa’daki aşırı sağ gruplar arasında işbirliği özellikle internet sayesinde
giderek artmaktadır. Aşırı sağ yanlısı Almanca internet sitesi sayısı giderek
artmaktadır. Alman hükümeti de bunları pek engelleyememektedir. Çünkü aşırı sağ
gruplar yabancı servis sağlayıcılarla işbirliği yapmakta, böylece Alman
yasalarındaki baskıya ve kontrole maruz kalmadan serbestçe hareket
edebilmektedirler. NPD de Avrupa’daki diğer aşırı sağ partilerle ilişkilerini
geliştirmeye çalışmaktadır. Ancak Avrupa’daki bazı aşırı sağ partiler, NPD’yi aşırı
sağ hareketin de aşırı ucu olarak gördükleri ve itibar kaybından korktukları için
genellikle bu tip partilere mesafeli durmayı tercih edebilmektedirler.53
FPÖ ve NPD’nin Federal Parlemento Seçim Sonuçları:
Tablo 1: “Elections to the German Bundestag” (2005, 2009),
<http://www.electionresources.org/de/>, (Erişim tarihi: 07.04.2012); “Federal
Elections in Austria” (1999, 2002, 2006, 2008),
<http://www.electionresources.org/at/>, (Erişim tarihi: 18.04.2012).
Avusturya-FPÖ
Almanya-NPD
1999- % 26.9
2002- % 10
2006- % 11.0
2008-% 17.5
2005- % 1.6
2009- % 1.5
Sonuç olarak, Avusturya’da aşırı sağ Almanya’daki aşırı sağa göre çok daha
merkeze yakın, daha popülist ve muhafazakar milliyetçi bir söyleme sahiptir.
Avusturya’da merkez sağ ve sol partiler arasında aşırı sağa karşı uzlaşmanın sona
ermesinden sonra aşırı sağ meşrulaşmış, federal parlamento seçimlerine yansıyan,
hatta FPÖ ve BZÖ54’nün koalisyon ortağı olabildiği bir siyasi güç kazanmıştır.
Diğer yandan Almanya’da NPD ve diğer aşırı sağ partiler federal parlamentoda yer
alamamaktadırlar.
Avrupa’da Aşırı Sağ Partiler ve Türkiye’nin AB Üyeliği
Aşırı sağ partilerin Avrupa’ya değil ama AB’ye genelde karşı olduğunu ya da
en azından AB şüphecisi oldukları görülmektedir. Marine Le Pen, Euronews’e
verdiği röpörtajda “AB’ye karşıyım, Avrupa’ya değil. Avrupa bir medeniyet, bir
52
Institute of Race Relations European Research Programme, “State Intelligence Agencies
and the Far Right: A Review of Developments in Germany, Hungary and Austria”, Sayı 6,
Nisan 2013, s.1-4.
53
Schellenberg, a.g.e., s. 77-78.
54
Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) 2000-2005 arası,
Avusturya’nın Geleceği için İttifak (BZÖ) ile de 2005-2006 arasında koalisyon hükümeti
kurmuşlardır.
176
SELCEN ÖNER
bölge, ben Avrupalı’yım. Fakat AB totaliter olarak değerlendirdiğim bir yapı...”
demiştir.55 Aşırı sağ partiler kendilerini devletlerinin AB’ye karşı savunucuları gibi
görmekte, hatta bazıları ülkelerinin AB’den ayrılması gerektiğini düşünmektedir.56
Aşırı sağ partilerin söylemleri ve politikaları, AB’nin çoğulculuk, tolerans gibi bazı
temel ilkelerini tehdit etmektedir.
Aşırı sağ partiler, çoğunlukla kültürel temelde ulusal kimlik ve Avrupa kimliği
anlayışına sahiptirler. Aşırı sağ partileri destekleyenler çoğunlukla kendilerini
Avrupa kimliğinden çok ulusal kimlikleri ile tanımlayan ve çoğunlukla Avrupa
entegrasyon sürecinden faydalanamamış kişilerden oluşmaktadır.57
1997’de AB Konseyi tüzüğü ile merkezi Viyana’da olan ‘Avrupa Irkçılık ve
Yabancı Düşmanlığı’nı İzleme Merkezi’ (EUMC) kurulmuştur. Bu tüzükte
İslamofobi’ye bir atıfta bulunulmamış, AB ülkelerinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı
ve anti-Semitizm eylemlerinin takip edileceği belirtilmiştir.58 EUMC 2001’den
itibaren “İslamofobiye dayalı ayrımcılık ve belirtileri” konusunda da ülkelerin
durumlarını karşılaştıran raporlar yayınlamaktadır. 2006 raporunda, Avrupa’da
Müslümanlara karşı ayrımcılığın yaygın olduğu, bunun “İslamofobik tavırlara,
bunun yanında ırkçılık ve yabancı düşmanlığına dayandığı, bunların genelde iç içe
geçtiği” belirtilmiştir.59 Bu rapora göre pek çok Avrupalı Müslüman, iş, eğitim ve
barınma alanlarında ayrımcılıkla karşılaşmaktadır. Müslümanların sözlü tehditlerden
fiziksel saldırılara kadar değişen İslamofobi eylemlerine maruz kaldıkları
görülmektedir. Avrupalı Müslümanların eğitimde başarı ortalamalarının altında,
işsizlik oranlarının ise ortalamaların üzerinde olduğu belirtilmiştir. Irkçılık,
ayrımcılık ve sosyal marjinalleşmenin toplumsal entegrasyona yönelik önemli
zorluklar oluşturduğu ifade edilmiştir.60 EUMC, Mart 2007’den itibaren AB Temel
Haklar Ajansı’na dönüştürülmüştür.
2005’te yedi aşırı sağ partinin temsilcileri, “Avrupa’daki Yurtsever ve
Milliyetçi Hareketler ve Partiler Viyana Deklarasyonu”nu yayınladı. Bu
deklarasyonda Avrupa dışı bölgelere doğru AB genişlemesine karşı çıktıklarını
belirtmenin yanı sıra göçün bir an önce durdurulmasını, göçmenlerin sosyal
haklarının sınırlandırılmasını ve AB Anayasası’nın reddini istediler.61
55
Marine Le Pen’le Röportaj, “Türkiye’nin AB’ye Girmesine Karşıyım”, Euronews
<http://tr.euronews.com/2011/02/18/turkiye-nin-ab-ye-girmesine-karsiyim/>, (Erişim tarihi:
09.03.2012).
56
Yeşilyurt Gündüz, a.g.e., s. 40.
57
Fligstein vd., a.g.e., s.114-120.
58
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. EC, Konsey Tüzüğü (1997), Sayı 1035/ 97, 2 Haziran 1997,
“Establishing a European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia”.
http://ec.europa.eu/employment_social/fundamental_rights/pdf/arcg/1035_97_en.pdf (Erişim
tarihi: 25.04.2012).
59
“The Annual Report on the Situation Regarding Racism and Xenophobia in the Member
States
of
the
EU”,
EUMC,
<www.raxen.eumc.eu.int/1/webmill.php?id=32835&doc_id=56129>,
(Erişim
tarihi:
18.02.2012).
60
“The Annual Report on the Situation...”, a.g.e., s.39-41.
61
Fligstein vd., a.g.e., s.115.
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
177
AP’de aralarında FN, Bulgaristan’dan Ataka and Romanya’dan Daha Büyük
Romanya Partisi (PRM)’nin bulunduğu aşırı sağ partiler, Ocak 2007’de Bulgaristan
ve Romanya’nın AB’ye üyeliği sonrası “Kimlik, Gelenek ve Güvenlik” (Identity,
Tradition and Sovereignty-ITS) adı altında yeni bir siyasi grup kurdular. Ancak bu
grup iç çekişmeler nedeniyle Kasım 2007’de dağıldı.62
Eurobarometre kamuoyu araştırmalarına göre Türkiye, aday ülkeler arasında
AB’ye üyeliği en az istenen ülkeler arasındadır. Türkiye’nin AB üyeliğine olan
destek, AB’ye aday ülke olmayan Ukrayna’dan bile daha düşüktür. Türkiye’nin AB
üyeliğini destekleyen partilerin daha çok merkez sol ya da Yeşiller’den olduğunu,
karşı çıkanların ise çoğunlukla aşırı sağ ya da merkez-sağ partiler olduğunu
görüyoruz.63 Avrupa’da aşırı sağ partilerin göçmen karşıtı ve Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı olan söylemleri merkez partilerin söylemlerini de
etkileyebilmektedir.64
Aşağıdaki ülkelerden her birinin gelecekte AB üyesi olmasını destekliyor
musunuz veya karşı mısınız?
Tablo 2:Standart Eurobarometre 74, Güz 2010, s. 62.
İzlanda
% 60
Hırvatistan
% 47
Ukrayna
% 37
Karadağ
% 36
Makedonya
% 35
Bosna-Hersek
% 35
Sırbistan
% 34
Türkiye
% 30
Arnavutluk
% 29
Kosova
% 29
Türkiye’nin AB üyeliğine desteğin en düşük olduğu ülkeler ise genellikle
Türkiye’den gelen göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Batı Avrupa ülkeleridir.
62
Schulz, a.g.e., s.34.
Daha fazla bilgi için bkz. Hakan Yılmaz, “Turkish Identity on the Road to the EU: Basic
Elements of French and German Oppositional Discourses”, Journal of Southern Europe and
the Balkans, Cilt 9, Sayı 3, 2007; Selcen Öner, Turkey and the European Union: The Question
of European Identity, Lanham, Maryland, Lexington Pub., 2011.
64
Cas Mudde, “The Single-Issue Party Thesis: Extreme Right Parties and the Immigration
Issue”, West European Politics, Cilt 22, Sayı 3, 1999.
63
SELCEN ÖNER
178
Türkiye’nin AB Üyeliğine Desteğin En Düşük Olduğu Ülkeler
Tablo 3: Standart Eurobarometre 62 (Güz 2004), Standard Eurobarometre 71
(Bahar 2009).
Eurobarometre Güz 2004
Eurobarometre
Bahar
2009
Almanya
% 36
% 27
Avusturya
% 28
% 25
Fransa
% 39
% 31
Lüksemburg
% 38
% 27
AB ülkelerinde aynı milliyetten olmayan insanların en fazla bulunduğu ülke
Almanya’dır. Almanya’da en fazla göçmen 2,5 milyon ile Türkiye kökenli
olanlardır.65 Almanya’ya Türkiye’den ilk göç, savaş sonrası iş gücü ihtiyacı
nedeniyle 1960’larda başlamıştır. Almanya Ekim 1961’de Türkiye ile işçilerin kısa
dönemli göçünü düzenleyen ikili anlaşmayı imzalamıştır.66 1964’te Avusturya ile
ikili anlaşma imzalamıştır. 1973’te ekonomik problemlerin de etkisiyle Türkiye’den
göçmen alımı durdurulmuştur. Kısa dönemli göç için yapılan düzenlemelere rağmen
göçmenlerin çoğu bu ülkelerde kalmayı tercih etmiş,67 aile birleşmeleriyle de göç
devam etmiştir.
Türkiye’nin AB’ye üyeliği ile ilgili tartışmalar diğer AB üyesi ülkelerle
kıyaslandığında, en fazla Fransa ve Almanya’da kimlik üzerinden yapılmaktadır.
Fransa’da merkez sağ parti Halk Hareketi Birliği (UMP), Almanya’da ise Hristiyan
Demokrat Birliği (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birliği (CSU), Türkiye’nin bir Avrupa
ülkesi olmadığını iddia ederek, Türkiye’nin tam üye olması yerine “ayrıcalıklı
ortaklık” verilmesini önermektedir. Fransa’da aşırı sağ FN’nin eski lideri Jean Marie
Le Pen, Türkiye’nin AB üyeliği ile “Avrupa’nın gerçek bir İslam istilasına”
uğrayabileceğini iddia etmiştir.68 FN’nin şu anki lideri Marine Le Pen, Euronews’e
verdiği röpörtajda “Türkiye’nin, AB’ye girmesine karşıyım” demiştir.69
Almanya’da merkez sağ CDU, Türkiye ile “ayrıcalıklı ortaklık”tan yanadır.
Ancak 2005-2009 arası Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ile 2009’dan itibaren
de Liberaller (FDP) ile koalisyon içinde olduğu için “ahde vefa” ilkesi temelinde
65
“Facts About Germany”, <http://www.tatsachen-ueber-deutschland.de/en/society/maincontent-08/immigration-and-integration.html>, (Erişim tarihi: 27.04.2012).
66
Almanya’nın ardından Hollanda, Fransa, İsviçre gibi bazı Avrupa ülkeleri de Türkiye ile
işçi göçü için ikili anlaşmalar imzalamıştır.
67
Johan Wets, “The Turkish Community in Austria and Belgium: The Challenge of
Integration”, Turkish Studies, Cilt 7, Sayı 1, Mart 2006, s. 85.
68
Zuquete, a.g.e., s.331.
69
Marine Le Pen’le Röportaj, a.g.e.
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
179
hareket etmekte, tam üyelikten yana olmasa da Türkiye ile AB arasındaki müzakere
sürecini desteklemektedir. Eylül 2013’te Almanya’daki federal parlamento
seçimlerinde de CDU birinci parti olmuştur, Merkel’in Yeşiller ve SPD ile koalisyon
görüşmeleri devam etmektedir.
Avusturya’da FPÖ, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu vurgulamaktadır.
BZÖ de başından beri Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlamasına karşı
çıkmıştır. Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) de Türkiye’nin tam üyeliğinden
ziyade, “ayrıcalıklı ortaklık” gibi farklı bir ilişkiden yanadır. Diğer yandan
Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ve Viyana Belediye Başkanı Michael
Haupl, Türkiye ile AB arasındaki müzakereleri desteklemiştir.70
Avusturya Halk Partisi (ÖVP)-FPÖ koalisyonunun oluşturduğu Avusturya
hükümeti 2005’te AB’nin Türkiye ile müzakerelere başlamasını istememiş, ancak
daha sonra Hırvatistan’la müzakerelerin de 3 Ekim 2005’te başlaması şartıyla
Türkiye ile müzakereleri kabul etmiştir. 23-24 Ekim 2010’da Viyana’da, FPÖ’nün
ev sahipliğinde Avrupa’nın bazı aşırı sağ partileri, AB’deki sağ partiler arasındaki
işbirliğini geliştirmek amacıyla bir toplantı düzenledi. Toplantıya Belçika,
Danimarka, İtalya, Slovakya ve İsveç’ten sağ partiler katılmıştır. Bu buluşmada
daha çok Hristiyan Demokrat Partiler etkili olmuş, Almanya, Fransa ve
Hollanda’dan aşırı sağ partiler katılmamıştır. Toplantıda Türkiye’nin AB’ye üyeliği
konusunda referandum kampanyası başlatma kararı almışlardır. Toplantı sonrasında
bir basın toplantısı düzenleyen FPÖ lideri Strache, “Avrupalı olmayan” ülkelerin
AB’ye girmesinin yanlış olacağını belirterek, böyle bir birleşimin Avrupa-AsyaAfrika Birliği’ni temsil edeceğini iddia etmiştir.71 Aşırı sağın Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı bu söylemleri göçmen karşıtı söylemlerle beraber kullanılmakta,
ayrıca merkez sağ söylemi ve politikaları da etkilemektedir.
Sonuç
21. Yüzyıl’da aşırı sağ, marjinal konumundan çıkarak, pek çok Avrupa
ülkesindeki etkisi giderek artmaya başlamıştır. Aşırı sağın yükselişi, Avrupa’da 60
yıllık barış ve huzur ortamının korunmasında büyük katkısı olan AB projesinin
geleceği açısından da önemli tehditlerden biridir.
Günümüzde aşırı sağ partiler klasik ırkçı söylemi kullanmayıp, daha çok
kültürel temelli bir dışlayıcılık yönünde bir eğilime sahiptir. Bu da çok tehlikelidir
çünkü halkın farklı kesimleri tarafından daha fazla destek sağlanabilmektedir.
Giderek aşırı sağ söylem, merkez sağ partilerin söylemini de etkilemektedir. Merkez
sağ partiler de Avrupalı ulusların göç ve demografik baskılar sonucu düşüşte
olduklarını vurgulamakta72 ve göç politikalarını katılaştırmaktadır.
70
Sabine Strasser, “Europe’s Other: Nationalism, Transnationals and Contested Images of
Turkey in Austria”, European Societies, Cilt 10, Sayı 2, 2008, s.180-181.
71
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. İKV websitesi (08.03.2012)
<www.ikv.org.tr/.../avrupada_asiri_sag_partiler_turkiyenin_ab_uyelig...>, (Erişim
tarihi:17.05.2012).
72
Zuquete, a.g.e., s.339.
180
SELCEN ÖNER
Aşırı sağ partilere olan desteğin temelinde, küreselleşmenin de etkisiyle
gelecek konusundaki endişeler etkili olmaktadır. Bu partiler göçmen korkusuyla, iş
olanakları ve refah devletinin imkânlarını ilişkilendirmektedir. Delanty’e göre
dayanışmanın temel dayanağı olarak sınıf ve ulus zayıflamakta, bundan kaynaklanan
geleceğe dönük endişeler de yabancı düşmanlığına dönüşmektedir. Bir yandan ulus
ve sınıf, kollektif kimliğin temel kaynağı olmaktan çıkarken, diğer yandan
küreselleşme ve Avrupalılaşma süreçleri Avrupa halkları arasındaki kimlikleri ve
gelecekleriyle ilgili endişeleri arttırmaktadır.73 Bu insanlar sözü edilen endişe ve
korkularla aşırı sağ hareketlere veya partilere sarılabilmektedir.
Almanya’da aşırı sağ partiler bölünmüş ve zayıf bir yapıya sahiptir, buna
karşılık daha çok esnek örgütlenmelere sahip aşırı sağ hareketler güçlüdür ve aşırı
sağ şiddet yaygındır.74 Avusturya’da ise aşırı sağ şiddet olayları pek
görülmemektedir. Avusturya’daki aşırı sağ partiler daha çok popülist özelliğe
sahipken, Almanya’da NPD aşırı sağın da en aşırı ucundaki partiler arasında yer
almaktadır. Avusturya’da aşırı sağ partiler oldukça güçlüdürler, hatta bunlar
hükümette yer alabilmişlerdir. Almanya’da ise devletin özellikle de Anayasa
Mahkemesi’nin çok sıkı bir gözetim ve kontrol mekanizması vardır. Almanya’da
aşırı sağ partiler ulusal seçimlerde başarılı olamamaktadır, ancak bölgesel ve yerel
düzeyde güçlüdürler. NPD özellikle eski Doğu Almanya’nın kırsal bölgelerinde
başarılıdır. Avrupa’da aşırı sağ giderek İslamofobi ve hatta İslam karşıtlığı75
üzerinde durmaktayken, Almanya’da aşırı sağ için bunlara ek olarak hala daha antiSemitizm devam etmektedir. Aşırı sağ gruplar interneti kullanarak ve ulusaşırı ağlar
kurarak Almanya’daki baskı ve kontrol mekanizmasından kaçmaya çalışmaktadırlar.
Buna karşılık Almanya’da aşırı sağ üzerindeki denetim ve bu partilerin kendi iç
sorunları nedeniyle bu partilerin yakın gelecekte federal seçimlerde başarılı olmaları
pek kolay görünmemektedir.76
Avrupa’daki göçmenlerin entegrasyon problemleri halk arasında yabancı
düşmanlığı ve göçmen karşıtı görüşlerin yaygınlaşmasına yol açmakta, bu da aşırı
sağ hareketlerin ve partilerin güçlenmesine uygun bir zemin hazırlamaktadır.
Hükümetlere ortak olan veya söylemleriyle hükümetleri etkileyen aşırı sağ partiler,
daha katı göç politikalarının ve vatandaşlık düzenlemelerinin yapılmasında etkili
olabilmektedirler.
Türk göçmenlerin yoğun olduğu ve pek çoğunun entegrasyon sorunlarıyla
karşılaştığı Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde, Türkiye’nin AB üyeliğine,
özellikle Türkiye’den daha fazla göçmen akını olacağı varsayımıyla karşı
çıkılmaktadır. Türkiye’den gelen göçmenlerin yoğunlukta olduğu Almanya ve
Avusturya’da yaşayan göçmenlerin özellikle de Müslüman göçmenlerin
“öteki”leştirilmesi ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı söylemler paralel olarak
73
Delanty, a.g.e., s. 685-689.
Minkenberg, a.g.e., s.47.
75
İslamofobi, İslam korkusu ve şüpheciliği anlamına gelirken, İslam karşıtlığı İslam
düşmanlığı anlamına gelmektedir.
76
Schellenberg, a.g.e., s.79.
74
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
181
yürümektedir. Aşırı sağ partilerin söylemleri, merkez partilerin özellikle de merkez
sağ partilerin Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik söylemini de olumsuz yönde
etkileyebilmektedir.
Avrupa’nın yaşadığı ekonomik krizin ve kimlik krizinin en önemli
yansımalarından biri Avrupa’da yükselen aşırı sağ partiler ve hareketlerdir.
Avrupa’da yükselen aşırı sağ ile başa çıkabilmek için yerel, bölgesel, ulusal ve
Avrupa düzeylerini kapsayan “çok düzeyli strateji” uygulanması gerekmektedir. Her
Avrupa ülkesindeki aşırı sağ eğilimin kendine özgü özellikleri vardır. Bu yüzden
Avrupa ülkeleri arasında daha fazla karşılaştırmalı analize ihtiyaç bulunmaktadır.77
Aşırı sağ hareketlerin ve siyasi partilerin güçlenmesi, AB projesinin üzerine
kurulu olduğu demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, “farklılık içinde birlik” ilke ve
değerleri için önemli bir tehdittir. Yaşlanan Avrupa’nın gelecekte daha da fazla
göçmene ihtiyacı olacağı düşünüldüğünde, aşırı sağın yükselişi, özellikle de aşırı sağ
şiddet olaylarındaki artış, sadece “öteki”leştirilen Müslüman göçmenler için değil,
21.Yüzyıl’da tüm Avrupa’nın barış ve huzurunu tehdit eden en önemli
sorunlardandır.
Kaynakça:
“Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt: Sarrazin ve Uyum Tartışmaları, NPD’ye Olan
Bakış
Açısını
Olumlu
Etkiledi”, Zaman
Avrupa,
25.11.2010,
<http://eurozaman.com/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=54630>
, (Erişim tarihi: 11.03.2012).
Bennhold, Katrin, “2 Personalities Clash on European Immigration,” International
Herald Tribune, 15.01.2008 .
“Book Sets off Immigration Debate in Germany”, The New York Times,
02.09.2010,
<http://www.nytimes.com/2010/09/03/world/europe/03germany.html>, (Erişim
tarihi: 04.03. 2012).
Canatan, Kadir, “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”,
Kadir Canatan ve Özcan Hıdır der., Batı Dünyasında İslamofobi ve Antiİslamizm, Ankara: Eskiyeni Yay., 2007.
Chazan, David, “Fransa Seçimleri: Le Pen Yandaşları Ne Düşünüyor?”, BBC
Türkçe,
(02.05.2012)
<http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/05/120502_france_elections.shtm
l>, (Erişim tarihi: 04.11.2013).
77
Britta Schellenberg, “Strategies against The Radical Right and for a Pluralist, ForwardLooking Europe”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right”
Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich
Ebert Stiftung, 2011, s. 317.
182
SELCEN ÖNER
Delanty, Gerard, “Fear of “Other”s: Social Exclusion and the European Crisis of
Solidarity”, Social Policy and Administration, Cilt 42, Sayı 6, 2008, s.676-690.
“Elections
to
the
German
Bundestag”,
(2005,
<http://www.electionresources.org/de/> (Erişim tarihi: 07.04.2012).
2009),
“Facts
About
Germany”,
21.04.2012,
<http://www.tatsachen-ueberdeutschland.de/en/society/main-content-08/immigration-and-integration.html>,
(Erişim tarihi: 27.04.2012).
“Federal
Elections
in
Austria,”
(1999,
2002,
2006,
<http://www.electionresources.org/at/>, (Erişim tarihi: 18.04.2012).
2008),
Fligstein, Neil, Alina Polyakova ve Wayne Sandholtz, “European Integration,
Nationalism and European Identity”, Journal of Common Market Studies, Cilt
50, Sayı 1, 2012, s.106-122.
FPÖ Parti Programı, 18.06.2011, <www.fpoe.at>, (Erişim tarihi: 12.02.2012).
Godin, Emanuel ve David Hanley, “Introduction: No Enemies on the Right?
Competition and Collusion between Conservatives, Moderates and Extreme
Right Parties in Europe”, Journal of Contemporary European Studies, Cilt 21,
Sayı 1, 2013, s.2-4.
Gowland, David, Richard Dunphy ve Charlotte Lythe, The European Mosaic,
London: Prentice Hall, 2006.
Holmes, Douglas R., “Experimental Identities (after Maastricht)”, Jeffrey Checkel
ve Peter Katzenstein der., European Identity, New York: Cambridge University
Press, 2009.
Howard, Marc Morje, “Can Populism be Suppressed in a Democracy?”, East
European Politics and Societies, Cilt 14, Sayı 2, 2001, s.18-32.
Institute of Race Relations European Research Programme, “State Intelligence
Agencies and the Far Right: A Review of Developments in Germany, Hungary
and Austria”, Sayı 6, Nisan 2013, s.1-11.
Kuran-Burçoğlu, Nedret, “From Vision to Reality: A Socio-Cultural Critique of
Turkey’s Accession Process”, Esra Lagro ve Knud E. Jorgensen der., Turkey
and the European Union: Prospects for a Difficult Encounter, New York,
Palgrave Yay., 2007.
Langenbacher, Nora ve Britta Schellenberg, “Introduction: An Anthology about the
Manifestations and Development of the Radical Right in Europe”, Nora
Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?:
Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin,
Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.11-25.
Marine Le Pen’le Röportaj, “Türkiye’nin AB’ye Girmesine Karşıyım”, Euronews,
18.02.2011, <http://tr.euronews.com/2011/02/18/turkiye-nin-ab-ye-girmesinekarsiyim/>, (Erişim tarihi: 09.03.2012).
AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN…
183
Mercan, Sezgin, “Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişini Anlamak”, 24.01.2012,
<http://www.21yyte.org/tr/yazi6465Avrupada_Asiri_Sagin_Yukselisini_Anlamak.html>,
(Erişim
tarihi:
14.05.2012).
Minkenberg, Michael, “From Pariah to Policy-Maker? The Radical Right in Europe,
West and East: Between Margin and Mainstream”, Journal of Contemporary
European Studies, Cilt 21, Sayı 1, 2013, s.5-24.
Minkenberg, Michael, “The Radical Right in Europe Today: Trends and Patterns in
East and West”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on
the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe,
Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.37-55.
Mudde, Cas, “The Single-Issue Party Thesis: Extreme Right Parties and the
Immigration Issue”, West European Politics, Cilt 22, Sayı 3, 1999, s.182-197.
Mudde, Cas, “Radical Right Parties in Europe: What, Who, Why?”, Participation
(Bulletin of the International Political Science Association), Cilt 35, Sayı 1,
Ekim 2011, s.12-15.
NPD Parti Programı, 2010, <http://www.npd-sh.de/index.php>, (Erişim tarihi:
16.02.2012).
Schellenberg, Britta, “The Radical Right in Germany: Its Prohibition and
Reinvention”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the
“Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe,
Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.57-81.
Schellenberg, Britta, “Strategies against The Radical Right and for a Pluralist,
Forward-Looking Europe”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is
Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism
in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s. 309-317.
Schulz, Martin, “Combating Right-wing Extremism as a Task for European Policy
Making”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the
“Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe,
Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.27-35.
Standart Eurobarometre 62, Brüksel, Avrupa Komisyonu, Güz 2004.
Standart Eurobarometre 71, Brüksel, Avrupa Komisyonu, Bahar 2009.
Standart Eurobarometre 74, Brüksel, Avrupa Komisyonu, Güz 2010.
Strasser, Sabine, “Europe’s Other: Nationalism, Transnationals and Contested
Images of Turkey in Austria”, European Societies, Cilt 10, Sayı 2, 2008, s.177195.
“The Annual Report on the Situation Regarding Racism and Xenophobia in the
Member
States
of
the
EU”,
EUMC,
2006,
184
SELCEN ÖNER
<www.raxen.eumc.eu.int/1/webmill.php?id=32835&doc_id=56129>,
tarihi: 18.02.2012).
(Erişim
Wets, Johan, “The Turkish Community in Austria and Belgium: The Challenge of
Integration”, Turkish Studies, Cilt 7, No. 1, Mart 2006, s.85-100.
Williams, Michelle Hale, “Can Leopards Change Their Spots? Between Xenophobia
and Trans-ethnic Populism among West European Far Right Parties”,
Nationalism and Ethnic Politics, Cilt 16, 2010, s.111-134.
Yeşilyurt Gündüz, Zuhal, “The European Union at 50: Xenophobia, Islamophobia
and the Rise of the Radical Right”, Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt
30, Sayı 1, Mart 2010, s. 35-47.
Zuquete, Jose Pedro, “The European Extreme-Right and Islam: New Directions?”,
Journal of Political Ideologies, Cilt 13, Sayı 3, Ekim 2008, s. 321-344.
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGĐSĐ
GENEL YAYIN ĐLKELERĐ
1. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi'ne gönderilecek olan yazılar, işlediği konuya yeni
bir boyut getirecek şekilde özgün ve daha önce hiçbir yayın organında yayınlanmamış
ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır.
2. Gönderilen makalelerin yayınlanmasından sonra dergi yayın kurulu tarafından uygun
görüldüğü takdirde, tüm yayın hakları Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları
Araştırma Uygulama Merkezi’ne (ATAUM) aittir.
3. Yayınlanan makalelerden alıntı yapılması halinde kaynak belirtilmesi zorunludur.
Makalelerin tamamının kullanılması derginin iznine bağlıdır.
4- Makaleler Türkçe, Almanca, Fransızca ya da Đngilizce dillerinden birinde yazılabilir.
5. Sunulan makale önce derginin editörlük kıstaslarını karşılayıp karşılamadığının
görülmesi için Yayın Kurulu tarafından incelenir. Kıstasları karşılayan makale hakeme
gönderilir. Kıstasları karşılamayan makale, istenen düzeltmeler için yazara geri
gönderilir.
6. Makale hakeme gönderildikten sonra, hakem, hakem raporu kıstasları çerçevesinde
makaleyi iki ay içinde değerlendirir ve kararını gönderir. Hakem kararına göre, makale,
yayınlanmaya uygun bulunabilir, makalede bazı düzeltmeler istenebilir ya da makale
yayınlanmaya uygun bulunmayabilir. Bundan sonra yazar, en kısa sürede, ekinde hakem
raporlu bir yazı ile karar hakkında bilgilendirilir.
7. Yayınlanan makalenin sorumluluğu yazara aittir. Makaledeki hiçbir görüş dergiye
veya ATAUM’a yüklenemez.
8. Yayınlansın ya da yayınlanmasın hiçbir makale iade edilmez.
9. Makalelerin sonuna kaynakça listesi eklenmelidir.
10. Yazarlar, yazılarını (makalelerini, kitaplarını vb.), 9. maddenin altındaki “Yazarlık
Formu”nu eksiksiz doldurarak ve istenilen diğer belgelerle birlikte, Ankara Üniversitesi
Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590
Cebeci/ANKARA
adresine
posta
yoluyla
göndermeleri
ve
ayrıca,
[email protected] veya [email protected] adresine de elektronik posta
olarak göndermeleri gerekmektedir. Eksik evrak ile gönderilen makaleler, işleme
alınamamaktadır.
11- Yazılar/makaleler, Microsoft Word programında, Times New Roman karakterinde
yazılacaktır. Satır aralığı 1,5 olmalıdır. Metin için 12 punto, dipnotlar için 10 punto
kullanılacaktır.
12. Makale, dipnotlar dahil 4.000 ila 10.000 kelime arasında olmalıdır.
13. Kitap incelemeleri 1500-2000 kelime arasında olmalıdır.
14. Olay incelemeleri dipnotlar dahil 3000-5000 kelime arasında olmalıdır.
15. Makale, Türkçe dilinde yazılmışsa Türkçe ve Đngilizce özet ve anahtar kelime, Yayın
Kurulu tarafından kabul edilen başka bir dilde (Đngilizce, Almanca, Fransızca)
yazılmışsa, Türkçe ve yazıldığı dilde özet ve anahtar kelime eklenmelidir. Özetlerin her
birinde ortalama 125’er kelime olmalı, anahtar kelimeler ise 5’er adedi geçmemelidir.
16. Makalelerde en fazla üçlü altbaşlık sistemi kullanılacaktır. Đlk altbaşlık koyu, ikinci
altbaşlık koyu ve italik yazılmalıdır. Üçüncü altbaşlık sadece italik olmalıdır.
Altbaşlıklarda harf ya da rakam kullanılmamalıdır.
17. Makale içinde çift tırnak kullanılmalıdır.
18- Makalenin yazılmasında kullanılan kaynakçaya ilk atıf, dipnot yazım ilkelerinde
belirtilen örnekler çerçevesinde yapılacaktır. Makalenin sonraki sayfalarında, aynı
kaynağa yapılan atıflarda ise yazarın soyadı ile Ibid., op.cit. vb. Latince terimler
kullanılacaktır.
“Dipnot Yazım Đlkeleri”ne üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
19- Yayınlanan makalelerin yazarlarına ilgili mevzuat çerçevesinde telif ücreti
ödenecektir.
20- Yayınlanan makalelerin 10 adet tıpkı basım ve 1 adet dergi yazara ücretsiz olarak
verilecektir.
THE GENERAL PUBLICATION PRINCIPLES OF THE
ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES
1. All papers sent to the journal should be original enough as they will bring a new
dimension to the topic in which they study and should not have been published or
presented to the editorial board of other publications in any kind.
2. If presented paper’s publication is approved by the Review’s Editorial Board, the
Ankara University ATAUM holds all publication rights of the paper.
3. Any other publication and paper that have used some parts of papers published in the
Ankara Review of European Studies as quotations should give the source paper of these
quotations in their bibliography. The complete usage of paper is a subject to the
permission of the review.
4. The language of papers to be presented to the review could be in Turkish, English,
French and German.
5. Presented paper will first be reviewed by the editorial board to see whether the paper
meets the editorial criterias of the review. The paper that meets the criterias will be sent
to the referee. Paper that do not meet the criterias will be sent back to the author for the
requested corrections.
6. After the sending of the paper to the referee, the referee will asses the paper in the
framework of the terms of referee report and send his decision about the paper within
two months. In the referee’s decision, the paper may be found eligible to the publication
or some corrections may be requested on the paper or the paper may be found ineligible
for the publication. Then the author is immediately informed about the decision in
writing with a copy of referee report.
7. The responsibility of the published papers belongs to the authors. All opinions in the
papers can not be ascribed to the review or ATAUM
8. All papers either published or not are not returned.
9. Authors who would like to sent their papers, books, etc. to ATAUM for the
publication assessment should fill up “The Author Form” and send it with other
requested document with their papers or books etc. by post to the following address:
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın
Koordinatörlüğü 06590 Cebeci /ANKARA. They should also e-mail the form, requested
documents and their papers or books etc. to one of the following e-mail addresses:
[email protected] or [email protected] . All applications with
incomplete document will not be admitted.
10. Papers should be written in one of the Windows for Word programmes with a 1.5
line matter and in the Times New Roman character. The size of the letters will be 12
points, for the text and 10 points, for the foot notes.
11. The total words at the paper including the foot notes should be between 4000 and
10000 words.
12. The total words in the book reviews should be between 1500 and 2000 words.
13. The total words in the case studies should be between 3000 and 5000 words.
14. If the paper is written in Turkish, English abstract and key words and also an abstract
and key words in the original language should be added to the paper. Each abstract
should comprise 125 words in average and the number of key words both in Turkish and
in original language should not be more than 5 words.
15. In the papers, maximum three subtitle system will be used. The first subtitle should
be bold the second subtitle should be bold and italic and the third subtitle should be italic
in character. Letters or numbers should not be used in the subtitle.
16. Quotation marks should be used in the paper.
17. In the first quotations for the bibliography used in the preparation of the papers, a
foot note procedure will be used in the framework of the Footnote Writing Principles.
In the following pages if the quotation is made to the same bibliography, the family
name of the author and terms in latin such as Ibid., op.cit,etc. will be used. All
quotations to the sources used in the writing of the paper will be made through footnotes
procedure in the framework of the examples given in the footnote writing principles
link.
You may download “Footnote Writing Principles”
18. Copy right priced will be paid to the author in the framework of the reliated
legistation.
19. The author will be given 10 (ten) blue print of his/her paper separately and also 1
(one) review that his/her paper has been published free of charge.
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGĐSĐ
DĐPNOT YAZIM ĐLKELERĐ
A-TEK YAZARLI KĐTAP YA DA MAKALE
i-Kitap:
Çağrı Erhan, Türk-Amerikan Đlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, Đmge
Kitabevi, 2001, s. 55.
ii-Makale:
Gökhan Çetinsaya, “Essential Friends and Natural Enemıes: The Hıstorıc Roots of
Turkish-Iranian Relations”, Middle East Review of International Affairs, Cilt 7, No3,
2003, s. 116-132.
B-ĐKĐ YAZARLI KĐTAP YA DA MAKALE
i-Kitap:
Gülten Kazgan ve Natalya Ulçenko, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya, Đstanbul,
Bilgi, 2003, s. 32.
ii-Makale:
Thomas G. Mahnken ve James R. FitzSimonds, “Revolutionary Ambivalance:
Understanding Officer Attitudes Toward Transformation”, International Security, Cilt
28, No 2 ,2003, s.122-135.
C-ÜÇTEN FAZLA YAZARLI KĐTAP YA DA MAKALE
i-Kitap:
Mehmet Gönlübol et al, Olaylarla Türk Dış Politikası, 1919-1995, Ankara
Siyasal Kitabevi, 1996, s. 129.
ii-Makale:
David Dranove et al., “Is More Information Better? The Effects of “Report Cards” on
Health Care Providers”, Journal of Political Economy, Cilt 11, No 3, 2003, s. 25.
D- KĐTAPTA MAKALE
Joseph Turow, “A Mass Communication Perspective on Entertainment Industries”,
James Curan ve Michael Gurevitch (der.), Mass Media and Society, Londra, Edward
Arnold, 1991, s. 160-167.
E- GAZETE YAZISI
Yazarı Belli Gazete Yazısı
Hasan Cemal, “Fiyasko ve Çıkış Yolu”, Milliyet, 18 Aralık 2003, s. 7.
Yazarı belli olmayan gazete yazıları:
“Başbakan Washington Yolcusu”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2003, s. 8.
Yazarı belli olmayan resmi ya da özel yayınlar, raporlar vb.
Enerji Teknolojileri Politikası Çalışma Grubu Raporu, Ankara, TÜBITAK, Mayıs
1998, s. 35.
ARŞĐV BELGELERĐ
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Hususi Kalem, 33218, 10 Aralık 1943.
ĐNTERNETTEN ALINAN KAYNAKLAR
Mustafa Aydın, “ABD Dünyadan Ne Đstiyor”, 23 Mart 2003,
<http://www.haberanaliz.comldetay.php?detayid=325> (19 Aralık 2003), s. 1.
YÜKSEK LĐSANS-DOKTORA TEZLERĐ
Mustafa Pulat, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası: Türkiye’nin Avrupa
Savunmasındaki Geleceği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002, s. 10.
SÖYLEŞĐ
Đlber Ortaylı, Ankara, 10 Ekim 2003, kişisel görüşme.
REVIEW OF EUROPEAN STUDIES
FOOT NOTE ORTHOGRAPHY PRINCIPLES
A – FOR A BOOK OR A PAPER WITH ONE AUTHOR
i – For a Book :
Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
ii – For a Paper :
Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
B - FOR A BOOK OR A PAPER WITH TWO AUTHORS
i – For a Book :
Author, Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
ii – For a Paper :
Author, Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
C - FOR A BOOK OR A PAPER WITH THREE OR MORE THAN THREE
AUTHORS
i – For a Book :
Author, et al, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
ii – For a Paper :
Author, et al, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
Ç – FOR A PAPER IN A BOOK
Author, “Title of article”, Author of book ed., Title of book, Location, Publisher, Year,
p. …. .
D – FOR AN ARTICLE ON A NEWSPAPER
With Author or Without Author, ‘Title of article’, Title of Magazine, Day Month Year,
p. .. .
E – FOR AN OFFICIAL OR FOR A SPECIAL ARTICLES OR REPORTS
WITHOUT AN AUTHOR
Title of article or report, Location, Publisher, Year, p. …. .
F – FOR A ARCHIVAL DOCUMENT
Title of document, Number of the document, Day Month Year.
G – FOR THE BIBLIOGRAPHY DOWNLOADED FROM THE INTERNET
Author “Title of article”, <addres of the webpage>, (Retrieved Day Month), p. … .
H – FOR A GRADUATE AND FOR A DOCTORATE THESIS
Author, Title of thesis, Thesis type, Location, Year, p. …. .
I – INTERVIEW
Author, Location, thesis, Day Month Year, interview

Benzer belgeler