www.tasamafrika.org

Transkript

www.tasamafrika.org
2. Oturum
21. Yüzy›lda A f r i k a
Oturum Baflkan›:
L. M. Sobizana MNGQIKANA
Güney Afrika Cumhuriyeti Büyükelçisi
G ü n ü m ü z A f r i k a ’s›na Genel Bak›fl
H›fz› Topuz
Uluslar aras› ‹liflkilerde A f r i k a
Doç. Dr. Bülent ARAS
A f r i k a ’ d a B ü t ü n l e fl m e H a re k e t l e r i
Awad Salih Burwin
Afrika’n›n Ekonomik Potansiyeli
Yrd. Doç. Dr. Sedat AYBAR
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda
D›fl Ya r d › m l a r›n Rolü ve Etkinli¤i
( S o r u n l a r ve Çözüm Önerileri)
Zahra NURU
D›fl Ya r d › ml a r ve A f r i k a ’ n › n K a l k › n m a s ›
Prof. Seithy Loth CHACHAGE
A f r i k a ’ d a G üvenlik So r u n l a r ›,
Av r u p a ’ y a Ya n s › m a l a r › v e Ç ö z ü m Ö n e r i l e r i
Yrd. Doç. Dr. Kenan DA⁄CI
110 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Afrika’ya Genel Bir Bak›fl
H›fz› Topuz
Nüfus:
Bugün Afrika ülkelerinde yaklafl›k 750 milyon kifli yaflamaktad›r. BM
araflt›rmalar›na göre bu say› 2050 y›l›nda 1,8 milyara yükselecektir. Avrupa’n›n nüfusu ise 750 milyondan 650 milyona düflecektir. Genelde Avrupal›lar›n say›s› azalmakta, Afrikal›lar›n say›s› artmaktad›r. Bunun bafll›ca nedenleri
flunlard›r: Uyku hastal›¤›, s›tma, çiçek, verem, frengi, cüzam, zatürree ve birçok baflka hastal›¤›n önemli ölçüde önlenmesi.
E t n i k Ya p › :
Afrika bir etnik topluluklar mozai¤idir. Afrika’da 2000 etnik topluluk yaflar. Yaln›z Kongo’daki topluluk say›s› 300, Nijerya’daki say› 200, Fildifli k›y›s›ndaki say› da 60’d›r.
Savafllar:
Nijerya, Sudan, Kongo, Angola, Mozambik, Ruanda, Liberya, Sierra
Leone, Burundi ve Somali’deki iç savafllarda bir milyonun üstünde insan ölmüfltür.
Moritanya, Gambiya, Gine-Bissau, Nijer, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Brazzaville Kongo’su (Kongo Cumhuriyeti), Cibuti’de büyük iç çat›flmalar olmufltu.
1996-1997 y›llar›nda iç savafl nedeniyle Ruanda ve Burundi’den 400,000
Tutsi göç etmek zorunda kald›. 200,000 kifli de çat›flmalardan, hastal›klardan
ve açl›ktan öldü.
Diller:
Afrika ülkelerinde bugün iki bin dil konuflulur. Dünyada konuflulan dillerin üçte ikisi Afrika’dad›r.
En çok konuflulan diller flunlard›r: Svahili (60 milyon), Wolof, Dioula,
Haoussa (Hevsa), Peul, Lingala, Kikongo, Malgafl, Amharik, Tigre, Berberi...
112 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Sömürgecilerin getirdi¤i ithal diller: ‹ngilizce, Frans›zca, Arapça, ‹spanyolca, Portekizce, Güney Afrika’da Hollanda kökenli bir dil (Afrikaan).
Genelde Afrikal›lar kendi anadillerinin yan› s›ra komflu gruplar›n dillerini ve ithal dillerden birini de konuflurlar.
Din-‹nançlar:
Müslümanl›k: 350 milyon. Kuzey bölgelerde egemendir. Araplar›n etkisiyle 13. yüzy›llarda geliflmeye bafllam›flt›r.
H›ristiyanl›k: Nüfusun yaklafl›k %40’›.
Animizm: 100-200 milyon kifli animist inançlar›n etkisi alt›ndad›r ve animizmin geleneklerini uygularlar.
Özellikle Botsvana, Gabon, Uganda, Benin , Togo, Mozambik, Malavi,
Zimbabve ve Fildifli K›y›s›’nda animizmin egemenli¤i görülür.
Animizmin ne bir peygamberi vard›r, ne kitab›, ne din adamlar›, ne de tap›na¤›. Animizm sözcü¤ü Animus (ruh) tan kaynaklan›r. Bunu Edward Bernett
Taylor (1832 - 1917) ad›nda bir ‹ngiliz uydurmufltur.
Sa¤l›k:
Çocuk ölümleri çok yüksektir. Ufak çocuklar›n 1000’de 175’i 5 yafl›na
gelmeden ölür.
Yaflam›n› yitiren çocuklar›n onda biri bir yafl›n› tamamlamam›flt›r.
Besin yoklu¤u yüzünden son y›llarda 30 milyon kifli ölmüfltür.
Doktor say›s› yetersizdir.
Ya fl a m u m u d u :
1965’te 43 yafl›n alt›nda
1992’de 52 yafl
2003’te 47’nin alt›nda
geliflme yolundaki ülkelerde bu yafl 64’e ç›km›flt›r.
AIDS:
Dünyadaki AIDS’li say›s› 422 milyondur, bunun 30 milyonu Afrika’da
bulunur. 2003’te 2,4 milyon kifli AIDS’ten ölmüfltür.
Göçler:
Afrika içinde 40 milyon insan kendi ülkesinden ayr›lmak zorunda kalm›flt›r. S›¤›n›lan ülkeler: Fransa, ‹spanya, ‹talya, Hollanda, ‹ngiltere
Afrika’ya Genel Bir Bak›fl 113
‹ç göçler: Çad’dan Orta Afrika Cumhuriyeti’ne
Sudan’dan Kongo’ya
Angola’dan Kongo’ya
Darbeler:
53 Afrika ülkesinde askeri darbe, iç savafl ve ülkelerin iflgali sonucu olarak görevlerinden ayr›lan devlet baflkanlar›n›n say›s› flöyledir:
1960-1969 – 27 Baflkan
1970-1979 – 20 Baflkan
1980-1989 – 22 Baflkan
1990-1999 – 22 Baflkan
2000-2005 – 5 Baflkan
Görevden ayr›lma nedenleri:
Do¤al ölüm ve kaza:
12
‹stifa:
19
Seçim yenilgisi:
19
Geçici hükümet kuruluflu: 33
Ordunun düzenledi¤i darbeler, Çad 4, Orta Afrika 3, Kongo 5, Senegal 1,
Togo 1, Ruanda 1, Fildifli K›y›s› 2, Eski Frans›z Kongo’su 2, Gabon 2, Komor
Adalar› 2, Cibuti 2.
Darbe nedenleri: yabanc› ülkelerin ç›karlar›, etnik çekiflmeler, yönetimin
baflar›s›zl›¤›.
Demokrasi:
Demokratik yollarla baflkanl›ktan ayr›lma: Benin, Orta Afrika, Kongo
(Brazzaville), Madagaskar, Mali, Moritus, Kenya, Senegal, Zambiya.
Baflkanl›k süresi: 53 devlet baflkan›n›n 21’i 15 y›ldan beri görevde bulunuyor
Ço¤ulcu rejimler: Moritus, Komor Adalar› , Nijer, Sudan, Botsvana, Namibya, Ruanda, Zimbabwe
Tek parti içinde demokratik uygulamalar: Güney Afrika, Benin, Kenya,
Madagaskar, Malavi, Mali, Zambiya
Askeri rejimler: Gana, Nijer (1993-1999), Nijerya.
Krall›k: Fas, Svaziland
114 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
P e t r ol:
Afrika’n›n petrol rezervleri 90 milyon varildir. (Libya 19,5, Cezayir 11,3)
Yeni rezervler bulundu
Ne var ki bütün bu rezervler Irak’tan daha az. Irak’›n rezervleri 112 milyon varil.
Üretim:
Dünyada petrol üretiminin
Angola
Nijerya
Ekvator Ginesi
Çad
Kongo
Gabon
%11’i
1,400
2,500
380
220
220
200
ABD 2003’te Afrika’n›n ham üretiminin %14.5’unu sat›n alm›flt›r.
2015’te bu oran %25’e yükselmifl olacakt›r.
Çin petrolün %20’sini Afrika’dan, %14’ünü Asya’dan sa¤l›yor.
Afrika’da Bölgesel Örgütler:
OUA, Organisation de l’Unité Africaine, Afrika Birli¤i Örgütü 1964’te
kuruldu. Baflar›l› olamad›.
UA, Union Africaine, Afrika Birli¤i, 2002’de kuruldu. Güçlü bir örgüt.
CEDEAO, Communauté Economique Des Etats de l’Afrique de l’Ouest,
Bat› Afrika Devletleri Ekonomik Toplulu¤u. 1975.
CEEAC, Communauté Economique de l’Afrique Centrale, Orta Afrika
Ekonomik Toplulu¤u, 1980
UM, Union du Maghreb Arabe , Kuzey Afrika Arap Ülkeleri Birli¤i, 1989
CEA, Communauté Economique Africaine, Afrika Ekonomik Toplulu¤u
Öteki örgütler: OEMAC, COMESA, SADC, SACU
11 Eylül, Dünya Siyaseti ve A f r i k a
Bülent A r a s *
Sovyetler Birli¤i’nin da¤›lmas›ndan günümüze kadar dünya siyasetinde,
muazzam etki uyand›rmas› bak›m›ndan, 11 Eylül sald›r›lar› benzeri bir geliflme yaflanmam›flt›r. Sald›r›lar dünya siyasetinin gündemi ve yap›s›yla ilgili birçok sorunun yüzeye ç›kmas›na sebep oldu. Uluslararas› iliflkiler disiplininde
bir anlamda Sovyetler sonras› uluslararas› sistem ve politikan›n yap›s›n› inceleyen çal›flmalar› and›racak flekilde benzer literatürün 11 Eylül sonras› ortaya
ç›kt›¤›na flahit olduk. Bu disiplinin mensuplar› için bir deja vu yafland›. Yaflanan ani floktan sonra “Dünya bir daha asla ayn› olmayacak” gibi argümanlar›n
yerini daha dikkatli analizler ald›. Bu tart›flmalar›n di¤er bir sonucu da Eylül
sald›r›lar›n›n ulus-devlet sistemini güçlendirdi¤i düflüncesidir. Gerek Vestfalya ruhunun reenkarnasyonu fleklinde, gerekse uluslararas› sistemde sekülerizm için ciddi bir darbe fleklinde ortaya ç›kan bu fenomen analiz edilmeyi ve
tart›fl›lmay› hak ediyor.
Klasik yaklafl›m uluslararas› sistemi anarflik bir yap› olarak aç›klar. Uluslararas› sistemin bu anarflik do¤as› düflük düzeyde bir nedensellik zincirini gerektirir. Gerçekten de nedensellik düzeyi uluslararas› siyasette son derece s›n›rlanm›flt›r. Öte yandan kaotik yada hesaplanamaz iç dünyaya karfl›l›k, modern uluslararas› sistemi nedensellik belirler. Durumu daha da karmafl›klaflt›ran olgu olaylar aras›ndaki karmafl›k nedensel ba¤lant›y› aç›klaman›n zorlu¤udur. Krasner’in daha önceden formüle etti¤i gibi uluslararas› sistem iç politikaya göre daha az kurumsallaflt›r›labilir. Ortada otoriter bir hiyerarflik iliflki
yoktur.1 Bu ba¤lamda uluslararas› iliflkiler analizleri birbirini takip eden geliflmeler ve öne sürülen ihtimaller üzerine yap›lan çal›flmalar olarak özetlenebilir. Bütün kavramlar hatta olaylar belirli ba¤lamlar›n sonucudur.
Uluslararas› sistemin do¤as› bir kez—ifade edilen yönde—tan›mlan›rsa,
bu sistem sadece birkaç önemli olayla analiz edilebilir hale gelir. Bir olay sistemin gizlenmifl yap›s›na ›fl›k tutabilir. Tan›mlanmas› gereken uluslar aras› iliflkilerde çok ciddi bir yer (to poi) problemi oldu¤udur. Uluslararas› iliflkilerin
gerçekleflti¤i yer neresidir? Muhayyel bir epistemolojik to poi’den baflka uluslararas› teriminin co¤rafi bir karfl›l›¤› yoktur. Dünya egemen devletler aras›n-
116 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
da bölüflülmüfltür. S›kl›kla ifade edilen uluslararas› bir bölge fiziksel olarak
yoktur. Uluslararas› terimi ile son derece tart›flmal› bir alandan bahsedilir.
Yukar›da ortaya koyulan teorik girifli göz önünde bulundurmak gerekirse,
birkaç olay bütün bir sistemin karmafl›k iliflki a¤›n› harekete geçirebilir. Araflt›rmac›lar bir sistemin nas›l tepki verece¤ini yada zamanla sistem düzeyinde
geliflmelerle kendini nas›l yeniden üretebilece¤ini ortaya koyabilirler. Akla gelen soru sistem düzeyinde bir olay›n ne oldu¤udur. Sistem düzeyinde bir olay,
uluslararas› bir vakad›r ve bütün bir sistemin kurumlar› ve kurulu ilkeleri üzerine do¤rudan sonuçlar üretir. Teorik olarak bak›l›rsa, her olay birbirine ba¤lant›l› bir flekilde dünya sisteminde çeflitli sonuçlar üretir. Fakat burada önemli olan do¤rudan olmas›d›r. Sistem düzeyinde olaylar, bütün bir sistemin kurumlar› ve kurulu ilkeleri üzerine do¤rudan ve kesin sonuçlar üretir. K›sa ve
uzun dönemli ba¤lamlarda etkiler ortaya ç›kar. Ayn› düzlemde ayd›nlat›c› olacak di¤er önemli bir nokta kurucu kurumlar ve ilkeler üzerinden ortaya ç›kar.
Bunlar aras›nda güç hiyerarflisi, hegemonik gücün rolü ve izledi¤i politika genel e¤ilimler ve di¤erleri yer al›r. Sistem düzeyinde geliflmeler önemlidir ve
sistemin nas›l çal›flt›¤›n› gösterirler. Baflka bir deyiflle, sistem düzeyinde geliflmeler uluslararas› sistemin karmafl›k do¤as›n› kolayca gözler önüne serer.
Uluslararas› iliflkiler uzmanlar› bu disiplindeki de¤iflimin hallerini ve anlamlar›n› çok iyi bilinen baz› çal›flmalarda sorunsallaflt›rm›fllard›r. Burada 11
Eylül sonras› ortamda uluslararas› iliflkiler ve dünya siyasetinin alg›lanmas›ndaki de¤iflime dikkat çekmek istiyorum. Geçmiflte küçük köyde yaflayan bir
insan›n dünya tahayyülünün sadece yaflad›¤› köyden ibaret oldu¤u söylenirdi.
Benzer flekilde uzun bir süredir ayn› ulus-devlet sistemi alt›nda yafl›yoruz ve
tahayyülümüz bunun ötesine gitmiyor. 11 Eylül, en az›ndan, Vesfalya sisteminin yap›land›rd›¤› egemenlik düflüncesini ve uluslararas› sistemi alg›lamam›zda bir de¤iflim yaratt›. Üçüncü Dünya’n›n statükocu seçkinlerinin ellerini güçlendirme ve otoritelerini pekifltirmenin yan›nda temel seviyede dahi olsa yeni
ufuklar açt›.
Ulus-devlet sisteminin yetersizlikleri ve zay›fl›klar› ortadad›r ve bu flimdi dünya ölçe¤inde, günlük siyasette giderek daha çok kabul edilmektedir.
Kozmopolitan demokrasi, Yeni Ortaça¤c›l›k ve di¤erleri bu anlamda ufuk aç›c› tart›flmalar olarak ortaya ç›k›yor. Birçok problemli demokrasi yeni siyasal
partiler ar›yor ve bu tahayyül ulus-devlet sisteminin ötesine geçiyor. “‹çerideki” bu de¤iflim “D›flar›s›” için olas› önemli imalar bar›nd›r›yor. Bu geliflmelerin Eylül sald›r›lar›ndan kaynakland›¤›n› düflünmenin abart›l› oldu¤u iddia
edilebilir, ancak süreci h›zland›r›c› etki yapt›¤›na ciddi itiraz olmayacakt›r. Örne¤in ulus-devlet sisteminin seküler do¤as› flimdi, 11 Eylül sonras›nda, teorik
ve pratik anlamlarda s›k› bir sorgulama alt›ndad›r.
11 Eylül, Dünya Siyaseti ve Afrika 117
ABD’nin en üst noktas›n› temsil etti¤i Vestfalya sistemi ve bu sistemin
içkin sekülerizm anlay›fl› 11 Eylül ile beraber ciddi bir meydan okumaya maruz kald›. Bu meydan okuman›n yayg›n uluslararas› iliflkiler yaklafl›mlar›n›n
öngörüleri d›fl›nda devlet olmayan dini karakterli ulus-ötesi bir oluflumdan gelmesi uzunca bir süredir küllenen uluslararas› sistem ve din iliflkisini yeniden
gündeme getirdi. “Otuz Y›l Savafllar›”n›n bitimiyle imzalanan 1648 tarihli
Vestfalya anlaflmas› sonras› ortaya ç›kan territoryal merkezi devlet anlay›fl› k›sa sürede Avrupa’ya yay›ld›. Avrupa Vestfalya sistemi, anarflik bir uluslararas› düzen ortaya ç›kard› ve dünya ölçe¤inde bir uluslararas› sisteme hegemonik
özelli¤i ile uzun olmayan bir zaman içerisinde evrildi. Din savafllar› ve kilisenin otoritesinin y›k›ld›¤› bir döneme tekabül eden yeni sistem seküler esaslar
üzerine kuruldu ve günümüze kadar bu niteli¤ini pekifltirerek korudu.
Avrupa’dan dünyaya yay›lan seküler uluslararas› sistem koloniyalizm sürecinde dünyan›n geri kalan›nda yay›ld› ve Müslümanlar›n ço¤unlukta yaflad›¤› ülkelerin de uluslararas› iliflkilerinde ayn› seküler ilkeler ile hareket etmelerini sa¤lad›. Vatikan uzunca bir süre uluslararas› hukuka karfl› mücadele yürüttü ve bu seküler sistemin hukukunu meflru kabul etmedi. Uluslararas› sistemin
aktörlerinin bir di¤erine müdahale etmemesi ve özellikle dinin kamusal alanda yeniden hakimiyetini sa¤lama yönünde müdahalesi söz konusu olmad›.
Ulus-devletlerin iç politikalar›na yön veren milliyetçilik, sosyalizm, liberalizm gibi ideolojiler zaman zaman nüfuz alanlar›n› geniflletmek için çabalar
harcam›fl olsa dahi sistemin seküler temellerini muhafaza ettiler. 11 Eylül ile
bir anlamda uluslararas› sistemin seküler karakterini koruyabilme limiti ortaya ç›kt›.
Ayn› flekilde hem akademik çal›flmalarda hem de Huntington gibi popüler alanda üretilen din-medeniyet unsurunun uluslararas› iliflkilerde artan oranda belirleyici olabilece¤i tezlerinin ciddiye al›nmas› gereklili¤ini do¤urdu.
Farkl› uluslararas› toplum düflünceleri olabilece¤i ve bu düflüncelerin çat›flabilece¤i bir vaka olarak karfl›m›zda duruyor. Vestfelya sistemine esasl› bir meydan okuma olarak “farkl›” uluslararas› sistem düflüncesi Vestfalya kurgusunun
temel aktörleri olan devletlerin dine nas›l bir rol verece¤ini belirlemek üzere
müdahale etmeyi dikte ediyor. Müdahalenin güç dengeleri, süper güç rekabeti benzeri süreçlerin d›fl›nda ve öngörülen ayg›tlardan tamamen farkl› bir tarzda gerçeklefltirilmesi uluslararas› iliflkilerin hakim paradigmalar›n›n sorgulanmas›n› gündeme getirdi.
Uzunca bir süredir Ortodoks önermeleri ciddi elefltiriler alan uluslararas›
iliflkiler disiplini halihaz›rda uluslararas› geliflmeleri öngörmek bir yana mevcut olaylar› izahta zorlan›yor. De¤erler ve normlar›n dikkate al›nd›¤›, kimlikkültür faktörlerinin belirleyicili¤ine önem veren yeni yaklafl›mlar›n daha fazla
118 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
kabul görmesi bir rastlant› de¤il. Vestfelya sistemi bir anlamda uluslararas›
iliflkiler disiplinin de dine karfl› önyarg›l› olmas› ve belirleyici faktörler aras›nda de¤erlendirilmemesine yol açm›fl olabilir. Bireyi analiz düzlemi olarak ele
alan ve uzunca süredir kurgulanan seküler(lefltirici) etkiye mesafeli bir yaklafl›m yeni dönemin dinamiklerini anlayabilecektir.
11 Eylül ile gözlemlenen de¤iflim ve Vestfalya kurgusunun seküler niteli¤ini sorgulayan etki dikkate al›nmak zorunda. Yeni bir sistem öngörüsü olan
köktendincilik say›sal olarak s›n›rl› bir kitle taraf›ndan temsil edilse de, etkisi
oldukça fazla. Uluslararas› sistemin öngördü¤ü egemenlik ve seküler ilkeler
köktendincilik d›fl›nda bir dizi meydan okuma ile de karfl› karfl›ya. Uluslararas› iliflkilerin do¤as›, aktörleri ve yap›s› de¤ifliyor. Uluslararas› iliflkiler disiplini ve ö¤rencilerinin (en genifl anlam› ile kullan›yorum) de mevcut teorilerin
Ortodoks önermeleri d›fl›na ç›kararak, söz konusu de¤iflimi yakalamalar› gerekiyor.
11 Eylül sald›r›lar› bize, ayn› zamanda ne kadar k›r›lgan bir uluslar aras›
sisteme sahip oldu¤umuzu gösterdi. ABD’nin teröre karfl› savafl› ve yeni Amerikan stratejisi; transatlantik gerilimlere ve Asya’da ittifaklar›n yön de¤ifltirmesine yol açt›. Jeopoliti¤in yön verdi¤i güç eksenli çat›flmalr› konuflmaktan
bile vazgeçti¤imiz bir ortama do¤ru gitti¤imizi düflünürken, ABD’nin Afganistan ve Irak sald›r›lar›, Avrasya’da geniflleme çabalar› bu beklentilere son
verdi. Ortado¤u ve Avrasya’daki ülkeler söz konusu oldu¤u genifl bir alanda,
güvenlik sorunlar›, bölgesel hesaplaflmalar, yön de¤ifltiren ittifaklar gibi siyasal söylemler mevcut literatüre hakim olmufltu So¤uk savafl›n sonu bu tart›flmalar› azaltm›flt› ve flimdi biz bu aç›dan yeniden bir déjà vu yafl›yoruz
Modern uluslararas› sistemin krizi ve sistem içinde “ötekiler” üreten fay
hatlar› geçmiflte olmad›¤› kadar belirgin halde. 11 Eylül sonras› dönemde sistem aktör tan›mlamas›, güç hiyerarflisi, prensipleri ve tarihsel meflruiyeti ba¤lamlar›nda sorgulan›r hale geldi. ‹fade etti¤im gibi bir anlamda tarihin geri dönüflüne flahit olarak, mevcut sistemin ne ilk, ne de son olmad›¤› bilinci bu sistem ile uzun süreli birliktelik ve aflinal›k duygular›ndan s›yr›lma sonucu ortaya ç›kt›. Bu durumun uluslararas› iliflkilerde pratik sonucu diplomasi, güvenlik ve d›fl politika gibi kurgular›n yeniden tan›mlanmas› oldu. Ulus-devletler
aras› iliflkiler yerini uluslararas› ve ulus-ötesi aktörler ile devletlerin çok yönlü yürüttü¤ü bir yap›sal kurguya b›rakmaya bafllad›. S›n›r alg›lamas› ve co¤rafi muhayyile belirlenmifl s›n›rlar›n ötesine geçmekte, ulus-devlet modelinin
vatan tan›m› yetersiz bir ifadeye dönüflmekte. Kendi s›n›rlar› içerisinde güvenli ulus-devlet modeli art›k tarihe mal oldu. S›n›r aflan güvenlik sorunlar› gün
geçtikçe artmakta.
11 Eylül, Dünya Siyaseti ve Afrika 119
Vestfalya sistemi tarihi ba¤lam›nda karfl›laflt›¤› meydan okumalara karfl›
kendini muhafazada baflar›l› olabildi. Uluslararas› sistemin güç hiyerarflisinin
zirvesindeki aktörler yap›da sistemik sonuçlar do¤uran geliflmelere karfl› hassas davran›rlar. 11 Eylül sonras› dönemde ABD’nin uluslararas› sistemi ve de¤erlerini koruma yönünde gösterdi¤i kararl› tav›r bu duruma bir örnek. Ayr›ca
zihinsel düzeyde sorgulanmas›na karfl›l›k, 11 Eylül ile birlikte bafllayan teröre
karfl› küresel mücadele politikalar› ulus-devlet yap›lar›n› en sorunlu bölgelerde güçlendirir bir etki yaratt›. Tekrarlamak gerekirse 11 Eylül sonras› dünya
uluslararas› sistem aç›s›ndan de¤iflim ve yerine oturman›n ayn› anda yafland›¤› bir yer oldu.
Uluslararas› güvenlikle ilgili bu yayg›n odaklanman›n ayn› zamanda iç
politika için de önemli imalar› vard›r. 11 Eylül sald›r›lar›, uluslararas› sistemde, dâhili anlamda ulusal güvenli¤i koruma ad›na di¤er ülkelerin ifllerine kar›flmama e¤ilimini güçlendirdi. Demokrasi, insan haklar› ve sivil toplum gibi
kavramlar tarihsel olarak insan varl›¤›n›n ortak üretimi olarak ortaya ç›km›flt›r. Bu normlar Bat›l› pratikler içinde yeniden üretildi. Bazen bu yeniden üretim mekanizmas› önceki ba¤lam›ndan ayr› düflebildi ve bütünüyle yeni anlamlar kazanabildi. Bu kavramlar küresel normlar olmalar› aç›s›ndan Üçüncü
Dünya denilen ülkelerdeki otoriteryen statükocu seçkinleri endiflelendirmektedir. Bu ba¤lamda 11 Eylül sald›r›lar› otoriter liderlerin ellerini d›fl bask›lardan
k›smen ba¤›s›kl›k kazanmalar› sebebiyle kendi halklar›n› dünya gerçekliklerinden uzak tutma kararl›l›klar› aç›s›ndan güçlendirdi. Bununla beraber, deste¤in ne kadar uzun süre hayatta kalaca¤› ve bu statükocu seçkinlerin ne kadar
baflar›l› olacaklar› konusunda soru iflaretleri vard›r. Teröre kaynakl›k etti¤i öne
sürülen co¤rafyalarda ciddi yap›sal de¤iflimler öngören formüllerin tart›fl›ld›¤›
bir dönemde söz konusu ba¤›fl›kl›¤›n uzun sürmeyece¤i söylenebilir..
ABD’nin BM sistemini ve uluslararas› hukuku zorlayarak dün uluslararas› sisteme a¤›rl›¤›n› koymas› ve ilgili bir çok geliflme dünyan›n geri kalan›na karfl› uygulanan yayg›n çifte standart düflüncesiyle birleflti. ‹srail’in Lübnan’a sald›r›lar›, Filistin sorunu ve Irak savafl› ‹slam dünyas›nda zaten var olan
antiemperyalist ve anti Bat›c› düflünceleri besledi. Afrika k›tas›n›n kronik
problemleri sürekli bir meflrulaflt›r›c› arkaplan› canl› tutmaya hizmet etmekte.
Tarihsel tahayyül (ve kollektif haf›za), dünyaya bak›fl aç›s› ve kimliklerin flekillenmesi aç›s›ndan önemlidir. Arap dünyas›nda birkaç kuflak Filistinliler ve
Irakl›lara karfl› ne kadar çifte standart uyguland›¤›na flahitlik ederek büyüdü.
Afika’da yaflayan milyonlar›n modern dünya ve yaflad›klar› flartlar hakk›nda
nas›l bir haf›za gelifltirdiklerini tamin etmek zor de¤il. Dünyan›n bir çok bölgesinde Kantç› bar›fl projeleri tart›fl›l›rken; k›sa sürede ortam› k›yamet ve yok
etme senaryolar›n›n belirledi¤i bir dünyan›n ortaya ç›kmas› gerçek bir kabustur.
120 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
11 Eylül sürecini tetikleyen ve bir anlamda de¤iflik co¤rafyalarda farkl›
11 Eylül’ler ortaya ç›karan olgu yeni uluslararas› terördür. El-Kaide, So¤uk
Savafl dönemi terör örgütlerinin mekanik yap›s›ndan farkl› organik bir yap›lanma ile sanal bir devlet gibi organize olmakta. Zay›f bir hiyerarflik yap›,
merkezi komutan›n olmamas›, flebeke türü küçük örgütlenmeler, da¤›n›kl›k ve
co¤rafi irtibat›n olmamas› gibi unsurlardan ötürü El-Kaide’ye yeni terör diyoruz. Ortak bir ideoloji ve operasyonel felsefesi terör flebekesini bir arada tutmakta ve güçlü bir yap› oluflturmas›na imkan sa¤lamakta. Yap›n›n organik oldu¤unu iddia etmem bu felsefe ile flebekenin farkl› co¤rafyalar›n farkl› yerel
ba¤lamlar›nda kendini üretme kabiliyeti olmas›. Ayr›ca net bir devlet, istihbarat örgütü gibi bir sponsor ba¤lant›s› olmamas›, flebekenin hareket özgürlü¤ünü ve tahmin edilemezli¤ini art›rmakta. Önemli bir baflka özellik eylemlerinde daha önce görülmedi¤i kadar çok insan› öldürme gücüne sahip olmas›.
fiekilsiz bir terör flebekesinin bu ölçüde güçlü yap› ile kendini ortaya koyabilmesi yeni dönemin en önemli meydan okumalar›ndan birisi. Tespit edilemeyen, görünmeyen ve cayd›r›lamayan bir küresel tehditten bahsediyoruz.
Benzer düflünceli radikal militanlar bir zincirin parças› gibi birbirine eklenen
faaliyetleri “operasyonel ideoloji” ile hayata geçiriyorlar. Terör flebekesi asl›nda melez bir dünya görüflüne sahip. Pragmatik bir eklektizmle dini, siyasal,
ekonomik, felsefik ya da fliddet içerikli kurgular ile Bat›l› ve onlarla iflbirli¤i
yapan Müslüman unsurlarla y›llard›r ‹slam dünyas›na karfl› sürdürdükleri sözde savafla karfl› bir cephe açt›klar› iddias›n› pazarlamaya çal›flmaktalar. ‹deolojinin melez karakteri farkl› yerel ba¤lamalarda mantar gibi türeyen flebekenin parçalar›n›n ortaya ç›k›fl›nda pratik bir fayda sa¤lamakta. Kimisi siyasal
düzeyde kal›rken, baz›lar› do¤rudan fliddete yönelebiliyor. El-Kaide kendisini
bir sistemik öteki olarak tan›mlamakta ve sistem ile k›yamet iliflkisine girmekte. Uluslararas› sistem kendini koruma güdüsü ile cayd›r›lamayan düflman›
yok etme giriflimi olan teröre karfl› küresel savafl ile karfl›l›k vermeye çal›fl›yor.
Dünya art›k geçmiflte olmad›¤› kadar güvensiz bir yer. Bu güvensizli¤e
terör flebekesinin eylemleri yan›nda, modern dünyan›n de¤erlerine alternatif
söylemlerle hareket etmesi ve zaman zaman global adaletsizlik ve eflitsizlik
ba¤lamlarda düflünsel meydan okumalar gündeme getirmesi yol aç›yor. Çeliflkili olarak hiç bir flekilde kabul edilmesi mümkün olmayan ve masum insanlar›n ölmesine sebep olan terör eylemleri ABD ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan’da giriflti¤i savafla zorunlu bir empati yap›lmas›na yol aç›yor. Medyada görüntülerden ibaret olan ölümler, yaral›lar, korku ve çaresizlik bir anda insanlar›n yan›na tafl›n›yor. Korku filmlerini and›ran bir flekilde televizyonlardaki savafl›n içine düflüyoruz.
11 Eylül, Dünya Siyaseti ve Afrika 121
Uluslararas› terör, finans-kapitalin global ak›flkanl›¤›n› ve teknolojinin
eriflilebilirli¤ini kullan›yor. Terör flebekesinin global eriflebilme kabiliyeti, örgütlenme, hedef tayini ve operasyonel manada fark›l›flan özellikleri, tespit edilememesi ve cayd›r›lamamas› gibi sebeplerle varl›¤›n› sürdürebildi¤ini söyleyebiliriz. Görünmez bir düflman›n nas›l ortadan kald›r›laca¤› sorusu cevap
bekliyor. Terör flebekesi hem kendi faaliyetleri, hem de kendisine karfl› manevralarla güçleniyor. Uluslararas› terör bir anlamda kendini uluslararas› sistem
içerisine yap›sal bir ur olarak yerlefltirme çabas›nda. Sistem içerisinde hemen
her aksakl›k bu flekilde terör flebekesinin güçlenmesine yol açacak. Uluslararas› sistemin aksakl›klar›n›n üzerinden kendini oluflturan terör sistemin kendisi ile bir k›yamet iliflkisine giriyor.
Modern ulus-devletin krizi ve kendini bir sistemik öteki olarak tan›mlayan terör flebekesinin tehdidi ciddi sonuçlar do¤urabilecek geliflmeler. Cayd›r›lamayan terörü alt etmenin yolu onu yok etmek olarak görülüyor. Ancak geçti¤imiz 11 Eylül sonras› döneme bak›ld›¤›nda bu yönde ciddi mesafe al›namad›¤› ve hatta terör flebekesinin çizdi¤i rotada cereyan eden çat›flman›n daha
fazla terör üreterek flebekeyi besledi¤i ortaya ç›k›yor. Sorunun merkezinde oldu¤u düflünülen ülke, grup ya da kiflilerin üzerine gidiliyor. Ancak terör örgütünün destekçi bulmas› ve yandafllar›n› motive etmesi için biçilmifl kaftan olan
birçok kronik sorunun nas›l çözülece¤i yönünde kafalar kar›fl›k.
‹slam’›n 11 Eylül sonras› dönemde uluslararas› politikan›n gündemine girifli oldukça problemlidir. ‹slam ile Bat› aras›nda s›kça oldu¤u vurgulana uyuflmazl›k karfl›l›kl› olarak birbirini anlama gayretlerinin önüne çekilen bir alg›lama duvar›na dönmüfltür. Bu kurgulanm›fl engeller flimdi neredeyse ‹slami de¤erlerle Bat›l› de¤erlerin uzlaflmas›n›n mümkün olmayaca¤› fleklinde sabit bir
düflünce haline gelmifltir. Eylül sald›r›lar› bu alg›lamay›, ‹slami de¤erlerle terörün iliflkili oldu¤u düflüncesiyle birlikte pekifltirmifltir. ‹slam ile Bat› aras›ndaki iliflki dünya siyasetinde hayati önemdedir ve bu iliflki karfl›l›kl› yanl›fl alg›lamalar üzerine bina edilmemelidir. Bununla birlikte, Bat› dünyas›nda yükselen ‹slam ilgisi tarafs›z bir ‹slam anlay›fl›yla sonuçlanabilir. Madalyonun
öbür taraf›nda,11 Eylül, Müslüman nüfusun yaflad›¤› bölgelerdeki siyasal ve
ekonomik geri kalm›fll›k gerçekli¤ini bir kere daha gözler önüne serdi. ‹slam
medeniyetinin içe dönük bir elefltirel süreç bafllatmas› ve muhasebe yapma ihtiyac› aç›k bir flekilde ortadad›r.
Bu süreç 11 Eylül’den daha önceye gitse de, medeniyetler içindeki ayr›mlar›n medeniyetler aras›ndaki ayr›mlar kadar önemli oldu¤u düflüncesi yayg›nl›k kazan›yor. Birden fazla Bat› ve homojen olmayan bir ‹slam dünyas› var.
Bat› dünyas›ndaki transatlantik bölünme ABD’nin yol açt›¤› “terörizme karfl›
122 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
savafl”tan bu yana daha fazla görünür hale gelmifltir. Amerikan politikalar› 11
Eylül sonras›nda, dünyay› “dostlar” ve “düflmanlar” olarak ikiye bölmekte.
ABD’nin Afganistan ve Irak’a sald›r›lar› sonucunda Atlantik okyanusunun iki
yakas›n›n stratejik alg›lamalar› oldukça farkl›laflm›flt›r.
ABD’nin El-Kaide’ye ve dünya sath›nda terörizme bir son verme giriflimlerini takiben bu amaç için neler yap›labilece¤i gittikçe büyüyen bir tart›flma. Ancak terörün de¤iflen niteli¤i karfl›s›nda yeni önlemlerin al›nabildi¤i ve
yeni yaklafl›mlar›n benimsenebildi¤ini söylemek zor. ABD’nin güçler dengesi
anlay›fl› ve reelpolitik yaklafl›m› üçüncü dünya ülkelerindeki birçok problem
ve çat›flmaya çözüm üretmede baflar›s›z olmufltur. Bush yönetimi için daha kötüsü, Clauswitzçi anlay›fl›n savafl›n diplomasinin bitti¤i yerde bafllamas› gerekti¤i önceli¤ini tersine çevirip, önce iflgal sonra diplomasi formülü ile hareket etmesi. ABD yönetimi diplomasiye çok az yer veriyor ve sadece ABD politikalar›n› kabul edenleri görüflme masas›na buyur ediyor. Güvenlik Avrupal›
anlam›nda bak›ld›¤›nda güç yönelimli olmayan ba¤lamlarda üretilebilir. Yumuflak güvenlik önlemleri BM sistemi ile daha uyumludur. Tekelci güvenlik
anlay›fllar›n›n yetersizli¤i ve katk› yapacak tüm kaynaklardan beslenme gereklili¤i ortadad›r.
Amerikan yönetimi, savafl alan› ve bar›fl alan› olarak isimlendirilebilecek
olan yeni bölünmede, kendi saf›n› oluflturan blo¤u birarada tutmada pek baflar›l› gözükmüyor. Bar›fl alan›n› birarada tutan daha çok savafl alan›ndan gelen
tehditler. Amerika’n›n gönüllü müttefikleri bu süreci bütün fliddeti ile hissediyorlar ve birbirini takip eden terör sald›r›lar› bu sürecin bir parças›. Uluslararas› terör söz konusu siyah-beyaz dünya tan›m›n› yeniden üretmektedir. Ortaya ç›kan sonuç uluslararas› terörle mücadelenin, global ölçekte iflbirli¤i, esnek
karar alma mekanizmalar› ve demokratik meflruiyet ilkeleri üzerinden kurulacak dinamik bir süreç olmas› gerekti¤idir
Af r i k a ’ n › n k o n u m u
Avrupa ulus-devlet sisteminin dunyan›n geri kalan›na ihraç etti¤i model
çeflitli sorunlarla de¤iflik co¤rafyalarda bu sistemin benzerlerinin ortaya ç›kmas›na yol açm›flt›r. Baz› durumlarda bu ihraç süreci Avrupal› beyaz adam›n
bir uygarlaflt›rma misyonu ile özdefllefltirildildi¤i için içkin bir Avrupal› üstünlü¤ü yada Avrupa-merkezcilik bu projede içkin olarak yer alm›flt›r. Bat› kaynakl› haritalarda Avrupa k›tas› daha büyük, Afrika ise oldu¤undan küçüktür.
Afrika ile ilgilenenler ve bu k›tay› tan›ma imkan› bulunlar›n ilk farketti¤i oldu¤u bu karfl›laflt›rmal› ölçek sorunudur. Hemen arkas›ndan farkedilen ise Afrika’n›n resmedildi¤inden daha fazla çeflitli¤ili¤e sahip oldu¤udur.
11 Eylül, Dünya Siyaseti ve Afrika 123
Asl›nda bu s›n›rlama ve monolitik kal›plara indirgeme bizzat uluslarars›
sistemin Afrika ile sorunlu iliflkileri tarihini özetleyen iki olgudur. Basit gözlemlerle anlafl›labilmeleri sorunlu iliflkilerin yap›sal özellik kazand›¤›n› ve
kendini yeniden üreterek devam etti¤ini göstermektedir. Gerek flimdi, tarihi
olan köle yollar›ndan güçlü, kuvvetli Afrikal› erkekleri ve güzel Afrikal› bayanlar› köle olarak “yeni dünyan›n” hizmetine sunma giriflimleri, gerekse günümüzde kaçak göçmenlik, AIDS gibi kronik sorunlardan ötürü kaplar› Afrikal›lara kapatma politikalar› sorunlu yap›sal iliflkinin do¤as› sonucudur.
Vesfalya anlaflmas› sonras› tesis edilen uluslararas› sistem, öncekilere nazaran daha kurumsallaflm›fl gözükse bile sistem içerisinde hiyerarflik bir meflrulaflt›rma ve bir anlamda bünyesinde bar›nd›rd›¤› problemler üzerinden kendini tan›mlama sorunlar› ile beraber üretilmifltir. Sistem içerisindeki hareketlilik halihaz›rda var olan sorunlar›n statükonun devam› için zaman zaman müdahaleye maruz kalmas› ile sa¤lan›yor. Bu durum özellikle alt sistemler oluflturulurken ortaya ç›k›yor. Uluslararas› sistemi tan›mlarken karfl›laflt›¤›m›z bu
sistemin olufltu¤u düflünsel evreni tan›lama zorlu¤u, bu sistemin alt sistemlerden ba¤›ms›zlaflmas› ve alt sistemler sorunlu oalrak lanse edilip, kendisinin
dokunulmaz ve sorunsuz olarak alg›lanmas›na yol açmaktad›r.
Afrika alt sistemi bu sorunlar›n hemen hepsinin derinlemesine yafland›¤›
bir alt evren olarak tan›mlanmakta. Modern uluslararas› sistemin baflat güçlerinin Afrika ile ilgileri insani müdahale, yard›m ve destek olarak lanse edilmekte. Tarihin 18. yüzy›lda bafllad›¤› yan›lg›s› ile hareket edenler için Afrika
bu sorunlarla do¤du. Ancak tarih modern uluslararas› sistemin öngördü¤ünden
önceye gitmekte. Avrupa’dan çok daha önce Afrika ve Asya, dünyan›n dört bir
yan›na uzanan medeniyetin dinamiklerini üreten unsurlara ev sahipli¤i yapm›flt›r. ‹nsanl›¤›n ortak birikimi olan insan haklar›, hoflgörü ve fark›l›l›¤a tahammül, yard›mseverlik gibi de¤erler bu co¤rafyalarda anlam kazanm›flt›r.
Bat› medeniyetinin di¤erleri ile iliflkisi, Afrika ve Asya toplumlar›n›n güçlü oldu¤u zamanlarda di¤erleri ile iliflkileri ba¤lam›nda karfl›laflt›r›ld›¤›nda Bat›n›n
oldukça sorunlu iliflkiler gelifltirdi¤i söylenebilir.
11 Eylül ile yaflanan zihni transformasyon modern uluslarars› sistemi ve
de¤er yarg›lar›n› sorgulan›r hale getirdi. Yeni bak›fl aç›s› düflünsel anlamda tarihin yani ötekinin geri gelmesi sonucunu dayatmakta. Uluslararas› sistemin
baflat gücü haks›z bir sald›r›yla vurulurken, al›flageldi¤imizin asl›nda al›flt›¤›m›z oldu¤u ve dünyan›n geçmiflten bu yana ayn› flekilde olmad›¤› zihinsel aç›l›mlar›n› getirdi. Modern uluslararas› sistemin bir anlamda ötekinin ötekisi
olarak alg›lad›¤› Afrika yeni zihinsel dönüflüm ile en fazla öne ç›kacak olgu
olarak karfl›m›zda duruyor. Bast›r›lm›fl›n geri dönüflü hakim alg›laman›n tüm
124 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
hatalar›n›, günahlar›n› ortaya koyacak flekilde gerçeklefliyor. Modern uluslararas› sistemin krizi Afrika ile girdi¤i sorunlu iliflkinin süreç içinde üretti¤i yap›sal döngüden farkl› bir olgu de¤il. Afrika’n›n sorunlar› bu anlamda bir turnusol ka¤›d› gibi. Vesfalya sistemi dünya üzerinde sömürgecilik üzerinden genifllerken öteki ile iliflkisi Derrida’n›n belirledi¤i gibi vahflice olmufltur. Geri
kalm›fll›k, her anlamda az geliflmifllik, kendi sorunlar›n› çözme kabiliyeti ve
imkan›n›ndan mahrum b›rakma bu fliddet içeren iliflkinin sonuçlar› oldu. Bütün sorunlar için d›fl faktörleri suçlama yayg›n bir hata ancak modern uluslararas› sistemin Afrika ile sorunlar yuma¤› haline gelen iliflkilerinde tarihin
yapraklar›na daha çok “geliflmifl” dünyan›n hatalar› yaz›l›. Gelinen noktada art›k hatlar› gizlemenin ya da yokmufl gibi davranman›n imkan› elimizden al›nm›fl durumda. Geçmiflle hesaplaflma yeniyi inflan›n en önemli önflart›. Geçmiflte hesaplar›n gözard› edilemeyecek büyüklükte bir bölümü Afrika ile ilgili. ‹nsanl›k Afrika’ya borçlu ve bu borcu ödemenin kaç›n›lmaz oldu¤unu 11 Eylül
sonras› geliflmeler olanca netli¤iyle ortaya koyuyor. Krizler ayn› zamanda f›rsatlar›n habercisidir. ‹nsanl›k Afrika’ya borcunu geri ödeme f›rsat›n› kaç›rmamal›d›r.
Notlar:
*Doç.Dr., Ifl›k Üniversitesi Uluslararas› ‹liflkiler Bölümü ve TASAM Ortado¤u Çal›flmalar› Proje Yönetcisi.
1
Stephen D. Krasner, Sovereignity Organized Hypocrisy (Princeton University
Press,1999), 42
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti
Awad Sâlih Bûrvîn
Çev. Ekrem Sert
Afrika ülkeleri haritas›
126 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
G enel Sunufl
Afrika k›tas› ile ilgili bilgiler
Alan›: Afrika k›tas› yaklafl›k olarak 30 milyon kilometrekaredir. Alan bak›m›ndan ikinci büyük k›tad›r. Afrika ve yak›n adalar yerkürenin %21’ini kaplar.
Nüfusu: 800 milyondur.
K › t a d evletleri say›s›: Afrika k›tas›nda 54 devlet vard›r.(Sahra Cumhuriyeti ile beraber)
Birlikteki ü ye d evlet say›s›: Birli¤e üye 53 devlet vard›r.
K › t a n › n k a y n a k l a r ›: Demir, bak›r, alt›n, uranyum, gümüfl, petrol, do¤al
gaz, elmas. Bunlara ek olarak; su kaynaklar›, ormanlar, hayvanlar vard›r.
K › t a n › n t oplam geliri: K›ta 300 milyar dolar gelir gerçeklefltirdi. Bu da
dünya mahalli üretiminin %1,3 üne tekabül ediyor.
U l u s l a r a r a s › t i c a ret h acmi: K›tan›n iki bin y›l›na kadarki pay› %7,3’dir.
G e l i r l e r h acmi (k apasitesi): 2001 y›l› için % 4,8’dir.
T i c a ret m a l l a r › ih r a c a t d e¤eri: 2000 y›l›na kadar 150 milyar dolar.
D›fl b o r ç l a r : 1999 y›l›na kadar 337,2 milyar dolard›r. 2000 y›l›nda 334,3
milyar dolara inmifltir.
Bo r ç l a r flemas›:
Resmi borçlar: % 70
Mali kurulufl ve banka borçlar›: %12
Özel sektör: % 18
Afrika k›tas›n›n temel, bölgesel ve uluslararas› örgütleri
Siyasi ör g ü t l e r :
1. Afrika Birli¤i (Fas d›fl›nda 53 ülke)
2. Sahil ve Sahra Ülkeleri Toplulu¤u(20 ülke)
3. Ma¤ribiler Birli¤i (5 ülke)
E k o n o m i k ör g ü t l e r :
1. Bat› Afrika Ülkeleri Para Birli¤i (U.M.O.A.)
2. Bat› Afrika Ülkeleri Ekonomi Grubu Toplulu¤u ( ECOWAS)
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 127
3.
4.
5.
6.
Güney Afrika Kalk›nma Toplulu¤u ( SADEC)
Do¤u ve Güney Afrika Ülkeleri Ortak Pazar› (COMESA)
Do¤u Afrika Toplulu¤u ( EGADD)
Orta Afrika Ülkeleri Ekonomi Ve Para Toplulu¤u (CEMAC)
Afrika k›tas›n› kaplayan bölgeler
Kuzey: 5 ülke
Güney: 10 ülke
Do¤u: 14 ülke
Bat›: 16 ülke
Orta : 8 ülke
Af r i k a k › t a s › n › n d i ¤ e r k›talarla iliflkisi
Afrika k›tas› di¤er k›talarla iliflki içindedir. Afrika devletleri baz› uluslararas› örgütlerin üyesidir. Devletlerin üye olduklar› örgütler flunlard›r:
28 Afrika devleti Frans›zca Konuflan Ülkeler Toplulu¤u (Francophonie)
üyesidir.
13’ü kurucu devlet olan 27 Afrika devleti ‹slam Konferans› Örgütü’ne
üyedir ve bunlardan 13’ü kurucu üyedir.
Afrika k›tas›-Avrupa Birli¤i iliflkisi
Avrupa Birli¤i Afrika k›tas›n›n en büyük orta¤› say›l›r. fiöyle ki, iki taraf›n 2000 y›l› itibar›yla karfl›l›kl› ticaret hacmi 135 milyar dolara ulaflt›. Bunun
% 59,250 sini ihracat, % 76,164’ünü de ithalat oluflturmaktad›r.
K ›tan›n baz› s›k›nt›lar›
K›ta ülkelerin ço¤u uzun süre emperyalizmin hegemonyas›nda kald›. Bu
da istikrars›zl›¤› beraberinde getirdi, tüm alanlara olumsuz etki yapt›. Buna ek
olarak Kurtulufl Savafllar› da - k›ta halk›n›n emperyalist devletlerden kurtulmak için yapt›¤› mücadeleler- bunlar aras›nda say›labilir. Afrika ba¤›ms›zl›¤›n› kazand›ktan sonra kendini; a¤›r borç yükü, geri kalm›fll›k, fakirlik, hastal›k
içinde buldu. Sosyal adaletsizlik, Afrika toplumlar› içindeki iç dengesizlikler
Afrika ülkelerini bütün bunlardan kurtulmak için d›fl dünya ile beraber olmaya itti. Tüm bu olumsuz geliflmeler Afrika k›tas›n›n küreselleflmede de geri
kalmas›na sebep oldu.
Afrika k›tas›n›n; geliflmifl-sanayileflmifl ülkeler, uluslararas› kurulufllar ve
mali kurulufllarla olan iliflkisine gelince, bu iliflkiler krediler ve yard›mlarla s›n›rl›yd›. Verilen bu krediler, k›ta ülkelerinin ço¤unda kifli bafl›na düflen milli
gelirin azalmas›na, kalk›nma gidiflat›n›n sekteye u¤ramas›na neden oldu. Yar-
128 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
d›mlara gelince; ortaya ç›kan problemlerden dolay› y›ldan y›la azald›. Yay›nlanan istatistiklerde Afrika k›tas›nda 340 milyondan fazla insan›n günlük bir
ABD dolar› alt›nda yaflad›¤› belirtiliyor. Befl yafl at› çocuklarda ölüm oran›
binde 140, ortalama yaflam süresi 54 y›ld›r. Halk›n sadece %58’i temiz su bulabilmektedir. 15 yafl üstü ümmilik oran› %41’dir. Afrika’da her bin kifliye 18
telefon hatt› düflerken, dünyada bu oran binde 146’d›r. Kalk›nm›fl ülkelerde ise
bu aran binde 56’d›r.
A f r i k a B i r l i ¤ i g ö l g e s i n d e A f r i k a k › t a s › n › n rolü
Afrika k›tas›, birli¤in kuruluflundan önce siyasi, ekonomik bak›mdan iç
sorunlarla, savafllarla, ehil kadro azl›¤›n›n verdi¤i s›k›nt›larla u¤raflan bir k›ta
idi. Bu sebeple k›ta küreselleflmenin olumsuz etkilerine karfl› birlik olmay›,
bütün s›n›rlar› kald›rmay›, ç›kar birli¤i oluflturmay›, k›saca Afrika’n›n tekâmülünü gerekli k›ld›. Libya lideri Muammer Kaddafi, Afrika ülkelerine kendine
dayanan, olup biten olaylara karfl› koyabilecek güçte olan bir birlik kurma ça¤r›s›nda bulundu. Bu birlik fikrinin Afrika Birli¤i Örgütü Sözleflmesi’nin önceliklerini içeren alternatif bir proje oldu¤u görülüyor.
Libya devrim liderinin çabalar›yla 2001 y›l› Mart ay›nda Sirte Zirvesi’nde liderler birlik kuruluflu ile kanuna onay verdiler. fiu an 53 üyesi bulunan birlik, bu zirveden bir ay sonra 26 May›s 2001 tarihinde Nijerya’n›n 36.
s›radaki imzas›yla bu anlaflmay› yürürlü¤e koydu. Bu da Libya’n›n Afrika diplomasisindeki en belirgin tarihi baflar›s› olmufltur.
L i b y a ’ n › n Afrika k›tas› ile iliflkisi
Libya, baz› Afrika halklar›n›n hürriyeti için d›fl müdahaleleri de engellemek maksad›yla onlara maddi ve manevi yard›mlar yapt›. Bu iliflkiler ilerledi ve geliflti, uluslararas› mahfillerde Afrika ülkeleri bundan övgü ile bahsettiler. Bunun son örne¤i bu devletlerin Libya’ya uygulanan ambargoyu k›rmalar› ve Libya’n›n yan›nda durmalar›yd›. Bu baflar› (Afrika Birli¤i’nin kurulmas›) k›tan›n birli¤i yönünde at›lan ad›mla da taçland›r›ld›.
Libya’n›n k›ta ülkelerindeki diplomatik olarak temsili afla¤›daki flekildedir:
Afrika’da Kardefllik ve Halk Bürolar›: 46 büro
Afrika’da Libya’n›n Konsolosluklar›: 9 konsolosluk
Libya’da Afrika Ülkelerinin Temsili Diplomatik Oluflumlar› Afla¤›daki
fiekildedir:
Libya’da 29 Afrika ülkesi büyükelçilik seviyesinde temsil edilmektedir.
Yine Libya’da 8 Afrika ülkesinin konsoloslu¤u bulunmaktad›r.
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 129
Libya’n›n k›tadaki d›fl yat›r›mlar hacmi 25 milyar dinar, bu da Libya’n›n
d›fl yat›r›mlar›n›n %20’si demektir. Libya, Afrika ülkeleriyle çeflitli alanlarda
anlaflmalar imzalad› ve Libya ile Afrika ülkeleri aras›nda ortak komisyonlar
kuruldu.
Afrika k›tas› ile di¤er ü l k e l e r aras›ndaki iliflkiler
Afrika k›tas› ile di¤er ülkeler aras›ndaki iliflkiler, karfl›l›kl› ç›karlar çerçevesinde çeflitli alanlarda geliflme gösterdi. Siyasî, ekonomik ve kültürel vb.
iliflkileri sayabiliriz. Bu ülkeler; Çin, ABD, Japonya, Kanada, Fransa ve di¤er
bat› ülkeleri. Bu iliflkilerden örnek olarak afla¤›dakileri s›ralayabiliriz.
Afrika - Çin iliflkileri
2000 y›l› Ekim ay›nda Afrika-Çin yard›mlaflma toplant›s› yap›ld›ktan
sonra Afrika-Çin iliflkilerinde olumlu geliflmeler oldu. fiöyle ki; karfl›l›kl› ziyaretler en üst düzeye geldi ve Çin, ad› geçen toplant›daki taahhütlerini uygulamaya koyarak ödenmesi gereken borç miktarlar›n› düflürdü. Ticari ve ekonomik yard›mlaflmada art›fl bafllad›. 2001 y›l› itibariyle iki taraf aras›nda 10 milyar dolarl›k ticaret hacmi kay›tlara geçti. Bu iliflkiler Çin Devlet Baflkan›’n›n
Libya, Tunus ve Nijerya’ya olan ziyaretleriyle daha da geliflti. Böylece iki taraf›n iliflkileri en iyi düzeye ulaflm›fl oldu.
Afrika - Japonya iliflkileri
Baz› Afrika ülkeleri Japonya ile olan iliflkilere önem verdiler. Yak›n zamanda dört Afrikal› lider Japonya’ya bir ziyaret gerçeklefltirdi. Japonya Baflbakan› da bir grup Afrika ülkesini kapsayan ziyaretlerde bulundu. Japonya k›taya olan deste¤ini vurgulamak için otuz Afrika ülkesine 2,62 milyar Yen (19
milyar dolar) tutar›nda kredi, ba¤›fl ve teknolojik yard›mlarda bulundu.
Am e r i k a - Afrika iliflkileri
Amerika’n›n Afrika k›tas›na bak›fl› üç farkl› amaca dayan›r. Bunlar flu flekildedir:
- E k o n o m i k a m a ç : Afrika’n›n küreselleflme ça¤›nda dünya ekonomilerine çabuk entegre olmas›n› sa¤lamakt›r. Özellikle de Dünya Ticaret Örgütü
eliyle Afrika ticaretini gelifltirmeyi hedeflemektedir.
- Siyasi a m a ç : Amerika, Afrika ülkelerinin kendisine olan bak›fl aç›lar›n› de¤ifltirmek istiyor. K›tadaki hayati ç›karlar›n› korumak ve bu ç›karlar›na
hizmet edecek flekilde iliflkiler gelifltirmek istiyor. Genelde Avrupa’n›n özelde
ise Fransa’n›n k›tadaki hegemonyas›n› sona erdirmek için Amerika’n›n yapt›¤› bu giriflimler bunun göstergesidir.
130 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
- Güvenlik Am a c › : D›fl tehditlere karfl› ABD’nin ç›karlar›n› himayesi
fleklinde kendini gösterir. Örne¤in: terörizm
Afrika Birli¤i Örgütü
Birli¤in kurulmas› için geçmiflte yap›lan çabalar
Afrika ülkeleri, emperyalizmden kurtulduktan sonra örgüt kurmak için
bir tak›m giriflimlerde bulundular. K›tadaki ba¤›ms›z devletlerden üçü olan
M›s›r, Etiyopya ve Liberya 24 Ekim 1945 tarihinde Birleflmifl Milletler Sözleflmesi’ne imza atarak bu birli¤e üye oldular.
1960’l› y›llar›n bafl›nda baz› Afrika liderleri birlik kürsüsü kurmay› düflündüler. Bununla; halklar aras›nda yard›mlaflma ve dayan›flmay› sa¤lamak,
emperyalizmin boyunduru¤u alt›nda yaflayan ülkelerin kurtar›lmas›n› sa¤lamak, kalk›nma için yard›mlaflmay› artt›rmak ve koordine etmek, Afrika meselelerini savunmak, Birleflmifl Milletler ile ifl birli¤i yaparak dünya bar›fl›n›
korumak ve dayan›flmay› güçlendirmek mümkün olabilirdi.
I . K o n f e r a n s : 1958
Birinci konferans; M›s›r’dan, Tunus’tan, Fas’tan, Sudan’dan, Etiyopya’dan, Liberya’dan delegelerin kat›l›m›yla 1958 y›l›nda Akra’da yap›ld›. Bu
toplant›da Birleflmifl Milletler Cemiyeti’nde kendilerini temsil eden sürekli bir
delege bulundurma karar› al›nd›.
I I . K o n f e r a n s : fi u b a t 1 9 5 9 D a k a r (Senegal)
Senegal’den, Sudan’dan, Yukar› Volta’dan (Burkina Faso), Dahomey’den
(Benin) temsilcilerin kat›l›m›yla aralar›nda bir birlik kurmay› kararlaflt›rd›lar.
Ancak bu birlik devaml›l›k göstermedi.
I I I . K o n f e r a n s : “ Uzlaflma Meclisi ”
6 May›s 1959’da Paris’te yap›ld›. Bu toplant›n›n devam› 29 May›s
1959’da; Fildifli Sahili’nden, Nijer’den, Yukar› Volta’dan (Burkina Faso) ve
Dahomey’den temsilcilerin kat›l›m›yla Fildifli Sahili’nde (Abidjan) yap›ld›.
Ekonomik kurumlar›n anayasaya dayanarak infla edilmesi için anlaflma sa¤land›.
IV. Ko n f e r a n s: Darü’l-Beyza (Kazablanka/Fas), 1961
Bu konferans, Fas Kral›’n›n davetiyle yap›ld›. Konferansa; Fas, Libya,
M›s›r, Gine, Mali ve geçici Cezayir Hükümeti kat›ld›. Darü’l-Beyza Sözleflmesi’nin kabulü bu konferansta oldu. Konferansta; Afrika kurtulufl hareketlerinin zaferi, k›ta birli¤i, tarafs›zl›k siyaseti, emperyalizmin tasfiyesi, Afrika ül-
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 131
keleri aras›nda ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal yard›mlaflma iliflkilerini
güçlendirme konular›nda öngörüde bulunuldu.
V. Ko n f e r a n s: M o n rovia (Liberya) May›s 1961
Bu konferans, 20 devletin kat›l›m›yla yap›ld›. Bu konferansta; ortak aç›klamada gelen ilkelerin gerçekleflmesi için dan›flma mahiyetli Genel Afrika Örgütü kurulmas› kararlaflt›r›ld›. Bu ilkeler; ba¤›ms›zl›kta eflitlik ve iç ifllerine
kar›flmama fleklindedir.
1962 y›l›nda Lagos’ta üye devletlerin kat›l›m›yla yap›lan oturumda Afrika Bölgesel Örgütü kurulmas› tasarland› ve bu tasar› Monrovia’da karara ba¤land›. Ancak bu giriflimde bir baflar› kaydedemedi.
VI. Ko n f e r a n s: Temmuz 1961, Afrika Ülkeleri Birli¤i
Gana, Gine, ve Mali’nin kat›l›m›yla yap›ld›.
VII. Konferans: A f r i k a M a l g a fl Ö r g ü t ü - M a d a g a s k a r
11 Eylül 1961’de Madagaskar’da (Tananariv) 12 devletin kat›l›m›yla Afrika Birli¤i Örgütü’nün kuruluflu ilan edildi. Daha sonra s›rf ekonomik örgüte
dönüfltü.
V I I I. K o n f e r a n s: 15 May›s 1963 Addis Ababa
Birçok Afrika ülkesinin ba¤›ms›zl›¤›na kavuflmas›ndan sonra Afrika ülkelerini; ya k›ta bölgelerinin birisi etraf›nda, ya kültür ve dil temelinde (Frans›zca konuflan ülkelerde oldu¤u gibi), ya da siyasi yönelifl temelinde ülkeleri
içine alacak bir araya getirecek bir örgütün kurulmas› arzusuyla tüm k›ta ülkeleri aras›nda haberleflmelere ve görüflmelere baflland›.
Bunun üzerine Addis Ababa’da ba¤›ms›z 30 Afrika ülkesi devlet baflkanlar›yla kurucu konferans çal›flma cetveli haz›rland›. 22 May›s 1962’de Afrika
Zirvesi Konferans› yap›ld›. Burada Afrika Birli¤i Örgütü kurulmas› kararlaflt›r›ld›. Birli¤in merkezi de Addis Ababa yap›ld›. 25 May›s 1963‘te örgüt sözleflmesine imza koyuldu. O zaman için üye devletlerin say›s› 51 idi. Örgütte temel resmi diller Arapça, Frans›zca ve ‹ngilizce olarak belirlendi.
Sözleflmeye göre Ö r g ü t ’ ü n h e d e f l e r i
1. Afrika ülkelerinde dayan›flma birli¤inin güçlendirilmesi,
2. Afrika halklar›n›n daha iyi yaflamas› için iflbirli¤i ve yard›mlaflma çabalar›n›n güçlendirilmesi,
3. Ba¤›ms›zl›¤› müdafaa, toprak güvenli¤i ve ba¤›ms›zl›k,
4. Afrika’da emperyalizmin tüm flekillerine son vermek,
132 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
5. Uluslararas› ‹nsan Haklar› Sözleflmesi ve Birleflmifl Milletler Sözleflmesini dikkate alarak uluslararas› yard›mlaflmay› desteklemek,
6. Üye ülkelerin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve güvenlik alanlar›nda aralar›nda uyumu koordine etmek.
P r ensipler
Sözleflme birçok prensip içerir. En önemlileri flunlard›r:
1. Üye ülkeler aras›nda ba¤›ms›zl›k konusunda eflitlik.
2. Üye ülkelerin iç ifllerine kar›fl›lmamas›
3. Ülkelerin ba¤›s›zl›¤›na ve toprak güvenli¤ine sayg› gösterilmesi, emperyalist dönemden kalan s›n›rlar›n korunmas›
4. Çekiflmelerin bar›fl içi yöntemlerle düzeltilmesi
5. Siyasi suikastlar ve y›k›c› faaliyetlerin k›nanmas›
6. Tarafs›zl›k siyaseti izlenmesi
Mülahazalar
Afrika Birli¤i Örgütü baz› alanlarda örne¤in; iflgal edilmifl bölgeleri kurtarma, ba¤›ms›zl›¤›n› destekleme, ›rk ayr›m› ile mücadelede baflar›l› oldu.
Borçlar meselesinin halli, uluslararas› ekonomik meselelere karfl› ortak tutum
sergileme konusunda ise çatlaklar verdi. Sosyalist ve kapitalist blok aras›ndaki So¤uk Savafl sonras›ndaki bölünmüfllük de bunlara eklenebilir. Bunlar›n sebepleri ›rkç›l›k, s›n›r anlaflmazl›klar›, dinsel sebepler olarak s›ralanabilir.
Afrika Birli¤i
Girifl
Afrika Birli¤i Örgütü kuruluflunun öncelikleri aras›nda; iflgal edilmifl bölgelerin kurtar›lmas›, ba¤›ms›zl›¤›na kavuflmas› ve ›rk ayr›mc›l›¤›yla mücadele geliyordu. Örgüt bu alanlarda baflar›lar elde etti. Ancak dünyadaki ekonomik, siyasi, kültürel, güvenlik ve çevre konular›ndaki flartlar ve durumlar örgütün kurulufl y›llar›ndaki gibi seyir göstermedi.
Bilimdeki ve haberleflmedeki yeni de¤ifliklikler dünya ekonomi yönetimine, ticarete, So¤uk Savafl’›n bitmesine hülasa hayat›n her alan›n etki yapt›.
Bu da uluslararas› büyük bloklar›n ortaya ç›kmas›n› sa¤lad›. Avrupa Birli¤i
gibi.
Dünya düzenindeki bu de¤iflikliklerin etkisi elbette Afrika k›tas›na yans›mal›yd›. Yeni durumlara cevap bulmak, dünyada meydana gelen de¤iflikliklere kay›ts›z kalmamak için içerdeki ve ikili iliflkilerdeki gereksiz didiflmelerden uzak durup bölgesel ve uluslararas› güçlerle beraber hareket etmek gere-
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 133
kiyordu. Zira ulusal devletler tek bafllar›na kendi ç›karlar›n› koruyacak güce
sahip de¤illerdi. Ç›karlar›n himayesi muhakkak güçlü, bölgesel bir blokla
mümkün olacakt›. Bu da Afrika Birli¤i kurulmas›n› gerekli hale getirdi.
Afrika Birli¤ini gerçeklefltirmek için at›lan ad›mlar
1. Afrika Birli¤i fikri 1999 y›l›nda Cezayir’de yap›lan toplant›da ortaya
at›ld›.
2. 7-9 Eylül 1999 tarihinde Libya’da ola¤anüstü bir zirve yap›ld›. Bu zirvede örgütün bakanlar kuruluna Afrika Birli¤i Kurulufl Kanunu haz›rlama görevi verildi. Bu husustaki aç›klama 9 Eylül 1999’da yap›lan tarihi Sirte Zirvesi’nde yap›ld›.
3. 2000 y›l›n›n 7. ay›nda Togo Cumhuriyeti’nde 36. zirvede oy birli¤iyle
Afrika Birli¤i Kurulufl Kanunu güvence alt›na al›nd›. 27 devlet baflkan› bu kanuna imza koydu. Di¤er üyeler ise daha sonra imzalamak üzere konuyu inceleme karar› ald›lar.
4. 23.03.2001 tarihinde Libya’da yap›lan ola¤anüstü zirvede Afrika Birli¤i Örgütü üyelerinin tamam› Kurulufl Kanuna imza koydu.
5. 26.04.2001 tarihinde Nijerya’da (Abuja) yap›lan ola¤anüstü zirvede
birli¤e üye ülkelerin üçte iki ço¤unlu¤uyla evraklar›n onay› tamamland›. Böylece Afrika Birli¤i kurulmas› kanunu yeterli say›ya ulaflm›fl oldu.
6. 26.05.2001 tarihinde Afrika Birli¤inin kuruluflu 28. maddenin tatbik
edilmesiyle ilan edilip birlik kanununa göre belgeye imza koyan üyelerin üçte iki ço¤unlu¤uyla bu anlaflma bir ay sonra uygulamaya girdi.
7. 9-11 Temmuz 2001 tarihinde Lusaka Zirvesi’nde Afrika Birli¤i için bakanlar kurulu komisyonu oluflturulmas› karar› al›nd›. Her y›l›n 2 Mart gününün de Afrika Birli¤i Kurulufl Günü olarak tüm k›tada kutlamalar yap›lmas›
kararlaflt›r›ld›.
8. 9-10 Temmuz 2002 de 38. Durban Zirvesi s›ras›nda (Birli¤in ilk zirvesi) örgütün birli¤e dönüfltürülmesi ve dokuz ayr› birlik kurumu oluflturulmas›
onayland›.
Bi r l i k k u r u m l a r ›
1. Birlik Kongresi
2. Yasama Meclisi
3. Genel Afrika Parlamentosu
4. Afrika Adalet Divan›
134 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
5. Komite
6. Daimi Temsilciler Komitesi
7. Uzman Teknik Komisyonlar
8. Ekonomik Sosyal Kültürel Kurul
9. Finans Kurumlar› (Afrika Merkez Bankas›, Afrika Para Fonu, Afrika
Yat›r›mlar Bankas›)
Di¤er A f r i k a s i s t e m i fl e m a l a r ›
Afrika Birli¤i içindeki di¤er flemalar k›ta düzeyindeki Afrika topluluklar› ve Afrika Ekonomik Toplulu¤u gibi oluflumlardan meydana gelir. Afrika’n›n
befl bölgesinde de asli ve fer’i topluluklar ve örgütler afla¤›daki flekildedir.
1. Do¤u ve Güney Afrika Ortak Pazar› ( COMESA)
2. Bat› Afrika Ülkeleri Ekonomik Toplulu¤u (ECOWAS)
3. Güney Afrika Kalk›nma Toplulu¤u (SADC)
4. Sahil ve Sahra Ülkeleri Toplulu¤u (S‹NSAD - 18 Afrika Ülkesi)
Bunun kuruluflu Libya’n›n giriflimiyle oldu. Bu topluluk çat›flmalar› çözmede etkili rol oynad›.
5. Orta Afrika Ülkeleri Ekonomik Toplulu¤u (ECCAS)
6. Ma¤ribi Arap Birili¤i
7. Afrika Kalk›nmas› ‹çin Yeni Ortakl›k (NEPAD)
Afrika bölgesel örgütleri, kurumlar›, federasyonlar› ve merkezleri
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 135
136 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 137
138 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Afrika’da bar›fl için Libya’n›n çabalar›
Libya’n›n Afrika k›tas›n›n baflar›s› ve sorunlar›n›n ciddi flekilde ele al›nmas› için sabit ilkelerinden hareketle bu raporda; baz› Afrika ülkelerinin sorunlar›n›n çözümü ve genel olarak da k›tan›n meseleleri için yapm›fl oldu¤u
katk›y› sunaca¤›z. Bunlardan baz›lar› flöyle s›ralanabilir:
Çad ile Orta Afrika Cumhuriyeti aras›ndaki uzlaflma
Genel olarak Afrika k›tas›nda özel olarak da (Sahil ve Sahra Ülkeleri
Toplulu¤u) için , L‹BYA devrim lideri Muammer Kaddafi’nin k›tada istikrar
ve güvenli¤in olmas›, kardefller aras› kavgan›n durdurulmas› için göstermifl oldu¤u istek ve arzusunu belirterek bafllayal›m. Devlet baflkan› (Orta Afrika
Cum.) Ange-Félix Patassé 9/8/1370 tarihinde Muammer Kaddafi’nin özel
temsilcisi Sahil ve Sahra Ülkeleri Genel Sekreteri’ni kabul etti. Genel Sekre-
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 139
ter Patassé’ye Muammer Kaddafi’nin Orta Afrika ve Çad aras›nda meydana
gelen anlaflmazl›klar›n diyalog ve silahtan uzak yollarla çözülmesi düflüncesini iletti. Afrika Birli¤i Genel Halk Konseyi Sekreteri Afrika Birli¤i Örgütü içerisinde yer alan anlaflmazl›klar› çözmek için kurulan merkezi kurum üye ülkelerinin d›fl iflleri bakanlar›na mektuplar gönderdi. Bu mektuplarda Orta Afrika’ya bar›fl gücü gönderilmesi için karar alm›fl olan Afrika Birli¤i Örgütü kararlar›n›n uygulanmas›n› istedi.
Bu çerçevede 6 A¤ustos 1970 tarihinde baflkan Patassé ile Muammer
Kaddafi Çad ile Orta Afrika Cumhuriyeti aras›ndaki anlaflmazl›k durumlar›n›
incelemek, iki taraf›n ç›karlar›na uygun çözüm yollar› bulmak için bir araya
geldi.
E t i y o p y a v e E r i t re
Etiyopya ile Eritre aras›nda 6 May›s 1988’de çat›flma patlak verince, Muammer Kaddafi 26 May›s 1988 tarihinde Sahil ve Sahra Ülkeleri Toplulu¤u
genel sekreteri ve yard›mc›s›n› derhal temsilci olarak bu iki ülkeye gönderdi.
Bu iki temsilci her iki ülke baflkan›na Muammer Kaddafi’nin 6/5/1988’de oldu¤u gibi asker kuvvetlerin yerlerine geri dönmesi, anlaflmazl›¤›n bar›flç› yollarla çözümü, Sahil ve Sahra ülkeleri toplulu¤undan askeri kuvvetlerin bölgeye yerlefltirilmesini hedefleyen düflüncesini baflkanlara ilettiler. Etiyopya hükümeti yap›lan bu ça¤r›y› önemseyerek 1988 y›l›n›n yaz aylar›nda D›fliflleri
Bakan›’n› Libya’ya gönderdi. D›fliflleri Bakan› Muammer Kaddafi ile görüfltü.
Devrim lideri Kaddafi’nin örgüt için yapt›¤› bu önemli görevler 1988 y›l›n›n ilk yar›s›ndan bafllay›p 2000 y›l›n›n ikinci yar›s›na kadar yapt›¤› onlarca
görev aras›nda yer ald›.
Bu çabalar›n sonuçlar›ndan
8 Temmuz 1999 tarihinde baflkan Eritre Devlet Baflkan› Isayas Afewerki
ile Etiyopya baflbakan› Meles Zenawi aras›nda yap›lan toplant› ile anlaflmaya
var›ld›. Yap›lan düzenlemelerle Trablus’ta dönemin Afrika Birli¤i Örgütü Baflkan›, Etiyopya Baflbakan›, Afrika Birli¤i Örgütü Genel Sekreteri Temsilcisi,
BM Genel Sekreteri’ni temsilen (Muhammed Sahnun) toplant› için haz›r bulundu. Ancak baflkan Afewerki’nin toplant›ya kat›lmamas› sebebiyle imzalanmas› beklenen anlaflma imzalanamad›. Libya liderinin 6 May›s 1988’den beri
her iki taraf aras›nda yürüttü¤ü çabalar sonucu Afrika Birli¤i Örgütü’nün haz›rlad›¤› uzlaflma anlaflmas› ile nihayet imzaland›.
Ç ad’da uzlaflma
Muammer Kaddafi, Çad’›n kuzeyinde hükümet güçleri ile Çad’da demokrasi ve adalet (MDJT) için savaflan Youssouf Togoimi liderli¤indeki hare-
140 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
ket aras›nda Temmuz 1988’de bafllayan çat›flmalar›n uzlaflma ile bitmesi için
meseleye özel bir önem verdi. Her iki taraf› bar›fl masas› etraf›nda toplamak
için büyük çaba harcad›. Bu yolda birçok temsilci görevlendirdi. Bu temsilciler aras›nda (Afrika Birli¤i Genel Halk Kongresi Sekreteri) (SIN-SAD ülkeleri genel sekreterini) sayabiliriz. Ayr›ca baflkan Idriss Deby taraf›ndan gönderilen elçileri de sayabiliriz. Yap›lan bu çabalar Çad Ulusal Uzlaflma komisyon
baflkan› ile Youssouf Togoimi’nin temsilcileri aras›nda 1999-2000 y›llar› aras›nda yap›lan toplant›larla olumlu sonuçlar al›nd›.
Yine Muammer Kaddafi’nin Çad’›n baflkent N’Djamena’da bulundu¤u
(2000) s›rada Sahil ve Sahra ülkeleri toplant›lar›n›n ikinci oturumunun toplant› aralar›nda Çad’da siyasi faaliyet gösteren bir çok parti liderini kabul ederek,
Çad’da uzlaflma için çaba harcamaya, dar çerçeveli flahsi ç›karlar› bir kenara
b›rakmaya genel bir uzlaflma yapmaya teflvik etti.
Ayr›ca Muammer Kaddafi Baflkan Deby ile eski Baflkan Goukouni Oueddei aras›nda 2000 y›l›nda direkt bir buluflmay› gerçeklefltirdi.
Yine Kaddafi 4-5/2/2000 tarihinde N’Djamena’daki Sahil ve Sahra ülkeleri toplulu¤u toplant›s›nda, Baflkanl›k Konseyi zirvesinden ç›kan Afrika’da
bar›fl› koordine eden gözetmen s›fat›yla Çad hükümeti ile muhalif gruplardan
MDJT hareketi aras›nda uzlaflt›rma toplant›lar› yapt›. Bu toplant›lar sonucunda 7/1/1370 tarihinde bir bar›fl anlaflmas› imzaland›. Anlaflman›n önemli baz› maddeleri:
*Ateflkes yap›lmas›,
*Genel af ç›kar›lmas›,
*Her iki taraftan tutuklu ve hapsedilenlerin sal›verilmesi,
*MDJT Hareketinin hükümet ve devlet kurumlar›na ortak edilmesi.
Bunun için alt komisyonlar oluflturuldu:
*MDJT Hareketi kuvvetlerinin toplan›p Çad Milli Ordusuna ba¤lanmas›
için üçlü askeri komisyon oluflturulmas›,
*Üç teknik alt komisyon (Siyasi-Hukuki,Askeri-Güvenlik,Sosyal –Ekonomik) oluflturulmas›.
Taraflar 21/3/1970-28/4/1970 tarihleri aras›nda yukar›daki anlaflman›n
maddelerini uygulamak için Libya’da seri toplant›lar gerçeklefltirdiler. Ancak
hükümet ve (MDJT) Hareketi bir bas›n toplant›s› ile uzlaflma yolunda çal›flacaklar›na, yak›n bir zamanda anlaflma için tekrar bir araya geleceklerine dair
taahhütte bulunmakla yetindiler. Bu aflamaya her iki taraf›n kendi flartlar›n› di-
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 141
¤erine dayatmak için inatlaflmas› sonucunda gelindi. Buna taraflar aras› güvensizli¤inde eklenmesi gerekir. M.Kaddafi’nin taraflar› ikna etmek için yapt›¤› görüflmelere ra¤men ortaya bu sonuç ç›kt›.
SIERRA LEONE
Muammer Kaddafi bu ülkedeki çat›flman›n halli için Devlet Baflkan› Ahmad Tejan KABBAH ile do¤rudan temas kurarak özel temsilcisini bu ülkeye
gönderdi.
Sierra Léoneliler’in Muammer Kaddafi’ye yapt›klar› sürekli ça¤r›lar neticesinde bu ülkedeki çat›flmalar›n sona ermesi için bizzat kendisi meseleye
müdahil oldu. Sierra Léone hükümeti ile Foday Sankoh’un liderli¤indeki Birleflik Devrim Cephesi (Le Front Révolutionnaire Uni-RUF) aras›nda uzlaflma
sa¤lamak için büyük çaba harcad›. Libya’dan bir heyet bu ülkeye giderek 17
Kas›m 1996 tarihinde bu ülke baflkan› ile bulufltu. Baflkan Kaddafi’nin bu meseleye özel önem vermesini memnuniyetle karfl›lad›. Yine bu buluflmada baflkan isyanc›lar›n liderinin silah› b›rakmas› ülkeye ve topluma geri dönmesi
ümidini ifade etti. Bu heyet 18 Kas›m 1996’da (RUF) Cephe lideri ile temas
kurdu. Sierro Léone D›fliflleri Bakan› 1997 y›l› bafl›nda Genel Halk Konseyi
Sekreterine bir mektup göndererek Muammer Kaddafi’nin 1996 y›l›nda Sierra Léone’de bar›fl›n gerçekleflmesi için harcad›¤› uluslararas› ve d›fl destekten
dolay› teflekkürlerini ifade etti¤ini belirtti.
Libya buradaki çat›flman›n sona ermesi için etkin rol oynamaya devam
etti. Defalarca bu Afrika ülkesinde çat›flman›n durdurulmas› için yap›lacak çal›flmaya haz›r oldu¤unu ilan etti. Bar›fl için her türlü giriflim ve yard›m› destekleyece¤ini de bildirdi. Bu çerçevede (LUMA)’da Afrika ‹flleri Sekreter Yard›mc›s› Foday Sankoh ile Birleflik Devrim Cephesi Lideri aras›nda 10 May›s
1999’da bir buluflma gerçeklefltirdi. Bu buluflma 18 May›s 1999’da hükümetle cephe aras›ndaki anlaflman›n ateflkese katk›s› büyük oldu.
Ayn› flekilde 24 May›s 1999’da Luma‘da hükümet ile cephe aras›ndaki
görüflmelerde Libya etkin rol oynad›. Bu etkin rolün karfl›l›¤› 7 Temmuz 1999
tarihinde karfl›l›kl› imzalanan bar›fl anlaflmas› ile taçland›r›lm›fl oldu.
Di¤er taraftan BM Genel Sekreteri Kofi Annan’n›n rehinelerin sal›verilmesi için yapt›¤› samimi ça¤r› üzerine Muammer Kaddafi Bat› Afrika ülke liderleriyle yo¤un telefon görüflmelerinde bulundu. Özellikle de Liberya Baflkan› Charles Taylor ile, bu kifli Bat› Afrika Ülkeleri Ekonomi Gurubu taraf›ndan
Hükümet ile Cephe aras›nda bar›fl görüflmelerinin devam› ve tutuklanan BM
Bar›fl Gücü askerlerinin sal›verilmesi için görevlendirilmiflti.
Bu alanda çal›flma yapmak için 6 May›s 2000 tarihinde Afrika Birli¤i Ge-
142 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
nel Halk Konseyi Genel Sekreteri Liberya’ya bir ziyaret gerçeklefltirdi. Bu ziyarette Liberya baflkan› ile Muammer Kaddafi’nin temsilcisi s›fat›yla en son
geliflmeleri de¤erlendirdiler. Ayr›ca Libya bu krizin sona ermesi için Liberya
devlet baflkan›na özel bir uçak tahsis etti.
26 Haziran 2001’de Afrika Bir. G.H.K.Sekreteri, Muammer Kaddafi’nin
özel mektubunu Sierra Léone Devlet Baflkan› Ahmad Tejan KABBAH’a teslim etti. Bu görüflmede Kaddafi’nin bölgedeki durumdan dolay› tedirgin oldu¤unu buradaki olaylardan mülteci ve göçmen durumuna düflmüfl olanlara insani yard›mda bulunmak istedi¤i düflüncesini iletti. Ayr›ca Manu Nehri liderlerine uzlaflma tavsiyesinde bulundu¤unu da bildirdi.
Sierra Léone devlet baflkan› taraf›ndan silahlar›n ve mühimmatlar›n toplan›l›p yok edilmesi iflleminin sona ermesi ile ülkede iç savafl›n bitiflini kutlamak için yapt›¤› davete Muammer Kaddafi ad›na Afrika Birli¤i Genel Halk
Komitesi Sekreteri kat›ld›.
Birleflmifl Milletler taraf›ndan Sierra Léone için baflkent Freetown’a yard›m gönderme konferans›na Libya’da kat›ld›.
Libya ve Nijerya Sierra Léone’nin imar ve kalk›nmas› için ortak bir giriflimde bulundular. 10-11 fiubat 1370 tarihinde Trablus’ta giriflim üyeleri bir
toplant› düzenledi. Bu toplant›da Sierra Léone’deki imar ve kalk›nma projelerinin desteklenmesi için ortak bir fon oluflturulmas› kararlaflt›r›ld›. Bu fonda
24 milyon dolar topland›.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti
Bu ülkede 2 A¤ustos 1988’de iç çat›flma ç›k›nca Muammer Kaddafi bu
sorunun çözümü için küçük bir Afrika zirvesi yap›lmas› için çal›flt›. Büyük
Göller bölgesinde bar›fl› koordine görevinin Muammer Kaddafi’ye verilmesiyle zirve sona erdi. (30 Eylül1988).
Muammer Kaddafi bu s›fat›yla Bar›fl› Koordine Genel Halk Konseyi Sekreterini uluslararas› ve d›fl yard›m için bir zirve toplamak üzere görevlendirdi.
26 Ekim 1988’de Lusaka’da bir zirve yap›ld›. Bu zirvede Muammer Kaddafi,
Afrika insan›n›n gelece¤i ile meflgul olmas›, bar›fl ve istikrar›n yerleflmesi arzusunu zirvede dile getirdi. Ancak bu zirvede gözle görünür bir ilerleme gerçekleflmeyince, M.Kaddafi tüm a¤›rl›¤›n› zirveye koyarak savaflan ülke liderleriyle görüflme yapmak için elçiler gönderdi ve bir çok küçük zirve yap›ld›.
Bunlar 1999’da yap›lan iki küçük Sirte Zirveleri’dir. Bu zirvelerin ikincisine
Afrika’n›n önde gelen liderlerinden (Museweni (Uganda), Kabila (Kongo Demokratik Cumhuriyeti), Biya (Kamerun), Burindi Devlet Baflkan›, Ruanda
baflkanvekili (daha sonra baflkan oldu.) kat›ld›lar ve zirve 18 Nisan 1999’da
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 143
Sirte Anlaflmas›’n›n imzalanmas›yla sona erdi. Bu anlaflmada 10 Temmuz
1999’daki Lusaka Anlaflmas› temel esas olarak ölçü al›nd›. M.Kaddafi bu anlaflman›n yürürlü¤e girmesi için çabalar›n› devam ettirdi. Bu çerçevede (Afrika Birli¤i Genel halk Kongresi Sekreteri ile Sahil ve Sahra Ülkeleri Toplulu¤u Genel Sekreterini ilgili ülkelere anlaflman›n uygulamas›na yap›lan itiraz ve
engelleri ortadan kald›rmak için görevlendirdi. Bu arada Muammer Kaddafi
Birleflmifl Milletler Genel Sekreteri ile bir çok telefon görüflmesi gerçeklefltirdi. Ayr›ca Libya’l› bir gurup gözlemciyi bölgeye gönderdi. Birleflmifl Milletler
o zaman baz› mali ve teknik engellerden dolay› bunu baflaramam›flt›. Muammer Kaddafi bölgede bar›fl›n gerçekleflmesi için çabalar›n› sürdürmektedir.
2000 y›l›nda baz› Afrika ülkelerinin kat›ld›¤› toplant›ya da baflkanl›k ederek,
Kongo’da bar›fl›n gerçekleflmesi ve ateflkesin denetlenmesi için Afrika Özel
Kuvvetleri tahsisi karar›n› ald›lar.
Kongo devlet baflkan› Joseph Kabila, Sirte flehrindeki 1-2 Mart 2001tarihindeki istisnaî Afrika Birli¤i Hükmet ve Devletbaflkanlar› zirve çal›flmalar›
s›ras›nda, eski Botsvana lideri Ketumile Masire’ye Kinflasa’y› ziyaret ettirdi
(Kinflasa’da Kongo’da bar›fl› yürütme görevini üstlenen kifli). Bu ziyarete uygun olarak 18 Mart 2001tarihinde ortak esaslara ulaflmak ve ulusal diyalogu
bafllatmak için tüm Kongo siyasi güçlerini kapsayacak bir karar al›nd›. Bar›fl›
daha da ileriye götürmek için yap›lan anlaflmalara 19 Nisan 1370 tarihinde yap›lan ittifaktan da söz edilebilir ki burada ülkedeki geçici hükümetin genel çerçevesi ve imzalanan ikili anlaflma tutana¤›n›n sona ermesi durumlar›nda Kongolularla, öte yandan çat›flmakta olan devletler ve Kinflasa hükümeti, Kongo
topraklar›ndan yabanc› güçlerin ç›kar›lmas› için görüflmelerde bulundular.
Tüm bu çabalar›n semeresi iki özel anlaflma olan (Lusaka ve Prétoria) anlaflmalar›yla büyük göller bölgesinde bar›fl›n yerleflmesine katk› sa¤land›.
Senegal (Casamance Bölgesi Meselesi)
Hedefe yönelik fonksiyonu çerçevesinde Muammer Kaddafi Afrika’da
uzlaflmalar›n gerçekleflmesi ve gerginlik bölgelerindeki ateflin söndürülmesi
için Afrika Birli¤i Genel Halk Kongresi Sekreteri ile SIN-SAD ülkeleri Genel
Sekreterini Senegal, Gambiya, Gine Bissau liderlerine elçi olarak görevlendirdi. Bu liderler bu bölge sorununa (Casamance) çare bulmak için teflvik edildi.
Zira bu bölgede hükümet güçleri ile ad›na Demokratik Güçler Hareketi denilen gruplar aras›nda çat›flmalar oluyordu. Demokratik Hareket bölgenin ayr›lmas›n› talep ediyordu. Bu sorun Senegal ile Gambiya aras›ndaki iliflkileri gerdi. Zira buras› bölge ile Senegal topraklar› aras›n› ay›rtan co¤rafik bir engel
durumunda idi. Gine Bissau hükümeti de bölgedeki muhaliflere silah deste¤i
yap›l›yor diye ithamlarda bulunuyordu. Muammer Kaddafi’nin iki ülke aras›
144 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
anlaflmazl›¤› çözmek için gönderdi¤i arabulucu Afrika Birli¤i Genel Halk
Kongresi Sekreteri’ni Devlet Baflkan› Abdoulaye Wade sevinçle karfl›lad›.
Muammer Kaddafi’nin temsilcisi 27 Nisan 2000 tarihinde Gine Bissau Baflkan› ile görüflürken meslektafl› Abdoulaye Wade’›n bölgedeki durumdan endifle
etti¤ini, iki ülke aras›ndaki iliflkileri iyilefltirmek istedi¤i yönündeki mesajlar›n› da iletti.
Ayr›ca Muammer Kaddafi’nin Abdoulaye Wade ve Gambiya Devlet Baflkan› Yahya JAMMEH’in iste¤i üzerine Güney SENEGAL’de bar›fl için çaba
harcayaca¤›n› ilettiler. Muammer Kaddafi’ye göre burada bar›fl›n ancak Gine
Bissau ile Baflkan Kumba Yala’n›n kiflisel çabalar› ile olabilece¤ini bildirdiler.
Elçilere Baflkan Kumba Yala Güney Senegal’de olup bitenlerle Gine Bissau’nun hiçbir alakas› olmad›¤›n›, isyanc›lara yap›lacak herhangi bir yard›mdan
dolay› da bunu yapanlar›n yarg›lanaca¤›n› bildirdi. Baflkan elçilerden Muammer Kaddafi’ye iletilmesini istedi¤i di¤er bir fleyde bizzat kendisinin Güney
Senegal’de ki sorunlarla ilgili olarak s›n›r bölgelerini ziyaret edece¤ini bölgedeki vatandafllar›ndan isyanc›lara herhangi bir yard›mda bulunulmamas›n› isteyece¤ini de ifade etti.
Bu çabalar Baflkan Abdoulaye Wade’›n 2 Kas›m 2000 tarihinde Senegal
hükümeti ile Demokratik Güçler Hareketi aras›nda 16 Aral›k 2000 tarihi, bafllang›ç kabul edilerek Casamance meselesine kal›c› ve nihai bir çözüm için görüflmeler yap›laca¤›n› ilan etmesi ile semereleri devflirilmeye baflland›. Görüflmeler Gambiya ve Gine Bissau temsilcilerinin kat›l›m› ile uzlaflmaya var›lan
tarihte bafllad›.
Ancak son zamanlarda geliflen baz› olaylar, iki taraf temsilcileri aras›ndaki olumlu ve uzlaflmac› havay› tersine çevirdi. Casamance’da hükümet güçleri ile Demokratik Hareket Güçleri aras›nda yeniden patlak verdi. Hareketin baz› liderleri tutukland›. Hareket liderleri aras›nda içeride ve d›flar›da uzun süre
devam eden ayr›l›klar bafl gösterdi. Hareketin da¤lardaki liderlerinin de farkl›
görüflte olduklar› ortaya ç›k›nca, durumun kontrol alt›na al›nmas› ve tekrar görüflme masas›na dönülmesi zorunlulu¤u ortaya ç›kt›. Dakar’da ki Halk Bürosu Sekreteri ile Gine Bissau’da ki Halk Bürosu Sekreteri iki ülke sorumlular›
ile temas kurmak üzere görevlendirildi. Bölgeyi saran bu gerginli¤in iyi anlafl›lmas›, ortak bir anlay›fl gelifltirmek için Libya’n›n harcad›¤› çabalar takdire
flayand›r.
O r t a Afrika Cumhuriyeti’nde Uzlaflma
Orta Afrika Cumhuriyeti son zamanlarda ve özellikle de Ange-Félix Patassé’nin yönetimi ele almas› ile beraber bir çeflit istikrars›zl›kla birlikte önceki dönemden devletin üzerine birikmifl olan d›fl borçlar, Bat› Afrika Frank›’n›n
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 145
de¤erinin düflmesi ile isyana benzeyen fliddet olaylar› ortaya ç›kt›. Bu durum
devlet bütçesinin aç›k vermesine, memurlar ve silahl› kuvvetleri mensuplar›n›n maafllar›n›n ödenmemesine kadar vard›.
Libya’n›n bu dost Afrika ülkesine yeniden istikrar kazand›rmak için büyük rolü oldu. Bu çerçevede maddi ve mali yard›mlarda bulunuldu. Yap›lan iki
askeri darbe giriflimin baflar›s›z olmas›nda da önemli rol oynad›. Krizi sona erdirmek için 80 askeri personelini buraya yollad›. Bunlara ek olarak Sahil ve
Sahra Ülkeleri Toplulu¤u’ndan çat›flmalar› sona erdirmek, bar›fl ve istikrar›n
temini için bir arabulucu komisyon bölgeye gönderildi. Komisyon üyeleri 7
Kas›m 2001 tarihinde Bangui’ye ulaflt›. Bu komisyonda; Afrika Birli¤i Genel
Halk Kongresi Sekreteri, Burkina Faso D›fliflleri Bakan›, Çad D›fliflleri Bakan›, Sudan’›n Libya büyükelçisi ve Afrika Birli¤i Örgütü Genel Sekreter Yard›mc›s› yer ald›lar.
Yine bu çerçevede Afrika Birli¤i Genel Halk Kongresi Sekreteri Çad ve
Bukina Faso’yu içine alan bir ziyaret gerçeklefltirdi. Bu iki ülkede askeri komisyona kat›lacaklar› onay›n› verdi. Ayn› kat›l›m onay›n› o gün için Sahil ve
Sahra Ülkeleri Toplulu¤u’na baflkanl›k eden Sudan da verdi. Afrika Birli¤i Örgütü Genel Sekreteri ile temas kurularak, Birleflmifl Milletler’in mali ve idari
sorumlulu¤unda bir Afrika gücü gönderilme karar› al›nd›. Orta Afrika Cumhuriyeti Baflkan› da Birleflmifl Milletler Genel Sekreteri’ne oluflturulacak olan bu
bar›fl gücüne onay verece¤ini bildirdi. Ayr›ca Patassé, Sudan ile Sahil ve Sahra Ülkeleri Toplulu¤u’ndan da bir güç gönderilmesi talebinde bulundu. Benzer bir mektupda Afrika Birli¤i Örgütü Baflkan’›na da gönderildi. Bunlara ilaveten Nijer, Mali, Sahil ve Sahra Ülkelerine de haber verildi. Gönderilecek bu
güce Mali, Nijer, Togo ve Uganda asker verebileceklerine dair onay verdiler.
Libya lideri Kaddafi’nin Afrika’da bar›fl ve güvenlik için giriflti¤i çabalar› daha da önemli hale getiren 4 Aral›k 2001’de Sudan’›n baflkenti Hartum’da
aralar›nda Ebu Bekir Yunus Cabir (General), dönemin Afrika Birli¤i Baflkan›,
Idriss Dedy, Ange-Felix-Patassé, Sahil ve Sahra Ülkeleri Toplulu¤u Genel
Sekreteri, Birleflmifl Milletler Özel Temsilcisi’nin de bulundu¤u küçük bir zirvenin yap›lmas›yd›. Zirvenin sonuç bildirisinde:
1) Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Muammer Kaddafi ve Sudan Devletbaflkan› General Ömer el-Beflir gözetiminde Baflkan Patassé ve Birleflmifl Milletler Genel Sekreteri Temsilcisi’nin koordinesinde bir bar›fl gücü oluflturulmas›.
2) Sudan, Çad, Burkina Faso devletlerinin D›fliflleri Bakanlar›, Afrika
Birli¤i Genel Halk Kongresi Sekreteri, Birleflmifl Milletler Genel Sekreteri
Temsilcisi, Sahil ve Sahra Ülkeleri Toplulu¤u Genel Sekreteri’nden oluflacak
siyasi bir komisyon kurulmas›.
146 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
3) Orta Afrika Cumhuriyeti’ne yard›m için acil bir fon oluflturulmas›.
4) Afrika Bölgesel ve Uluslararas› Kalk›nma Bankas›’na Orta Afrika’da
ekonomik durumun iyilefltirilmesini hedefleyen bir program bafllatma ça¤r›s›
yap›lmas›.
5) Bu ülkede genel af ç›kar›lmas› için Patassé’nin desteklenmesi.
6) Orta Afrika Hükümeti’nin d›flar›ya giden muhaliflere tekrar geri dönmeleri için bir ça¤r› yapmas›.
Bu çabalar Afrika Birli¤i Genel Halk Kongresi Sekreteri’nin Güvenlik
Konsey’indeki daimi ülke büyük elçileri ile buluflarak onlar› bu ülkedeki durum hakk›nda bilgilendirmesi ve Güvenlik Konsey’inden Orta Afrika’ya Bar›fl gücü gönderilmesi karar› ç›kartmay› hedefleyen çabalar olarak devam etti.
Yine bu çerçevede Sahil ve Sahra Ülkeleri Büyük elçileri ile bu toplulu¤un Genel Sekreteri aras›nda 19 Aral›k 2001’de bir görüflme gerçekleflti. Bu
görüflmede Orta Afrika’daki geliflmelerin takibi (Hartum’daki küçük zirvede
al›nan tavsiye kararlar›n›n, özelliklede geçici bir bar›fl gücü oluflturulmas›, bu
ülkeye mali destek için bir fon oluflturulmas› v.b) kararlar›n çabucak uygulamaya girmesi için ülkelerin teflvik edilmesi kararlaflt›r›ld›.
Bu çabalar›n tamamlanabilmesi için de Afrika Birli¤i Örgütü’ne ba¤l›
çal›flan (Çat›flmalar› Önleme, ‹dare ve Düzenleme Merkez Kurumu) bakanlar
düzeyindeki yedinci ola¤an toplant›s›n› 26 Ocak 1998 tarihinde Orta Afrika’daki durumu gözden geçirmek için Libya’da bir toplant› yapt›.
Afrika Birli¤i ve Libya’n›n Afrika Siyaseti 147
Afrika Ülkeleri ‹sim Listesi
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
Angola
Bat› Sahra
Benin
Botsvana
Burundi
Cezayir
Cibuti
Demokratik Kongo Cumhuriyeti
Ekvator Ginesi
Eritre
Etiyopya
Fas
Fildifli Sahilleri
Gabon
Gambiya
Gana
Gine
Gine Bissau
Güney Afrika Cumhuriyeti
Kamerun
Kap Verde
Kenya
Komor
Kongo Cumhuriyeti
Lesoto
Liberya
Libya
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
Madagaskar
Malavi
Mali
Maritus
Moritanya
Mozambik
M›s›r (Ülke)
Namibya
Nijer
Nijerya
Orta Afrika Cumhuriyeti
Ruanda
Sao Tome ve Principe
Senegal
Seyflel Adalar›
Sierra Leone
Somali
Sudan
Swaziland
Tanzanya
Togo
Tunus
Uganda
Zambiya
Zimbabwe
Çad
148 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri ve Eski
Engelleyici Söylem: A f ro - P e s i m i z m
Yrd.Doç.Dr. Sedat Ay b a r*
Çev. Hasret Dikici Bilgin
I. Girifl
Yak›n zamanda Afrika, daha bir kaç y›l önce akla gelmeyecek bir flekilde, Türkiye’nin uluslararas› gündemindeki yerini alm›flt›r. Televizyondaki belgeseller, gazete makaleleri, foto¤raf sergileri, konserler ve herfleyin ötesinde
hükümetin koflulsuz deste¤i Afrika’daki geliflmelere olan ilginin güçlenmesini sa¤lam›flt›r. Birçok Türk için Afrika turizm merkezlerinden biri haline gelmifltir. Türkiye’nin k›tadaki varl›¤›, özellikle de Kuzey Afrika’daki varl›¤›
uzun bir geçmifle dayanmas›na ra¤men, yak›n zamanda ilginin artmas›, alt›ndaki nedenlerin incelenmeye de¤er oldu¤u yeni bir süreçtir.
Afrika’ya yönelik ilginin yak›n zamanda art›fl›yla ilgili iki önemli geliflme öne sürülebilir.
Bunlardan birincisi d›fl kaynakl›d›r. Geçen y›l ‹ngiliz Baflbakan› Tony
Blair taraf›ndan kurulan ve 18 üyeden oluflan Afrika Komisyonu (CFA) raporunun ard›ndan dünyada ortaya ç›kan tart›flmalar Türk ayd›nlar›n›n dikkatinden kaçmam›flt›r. CFA raporu, G8 liderlerinin raporun tavsiyelerinden bir k›sm›n› olsun destekleyecekleri umuduyla Gleneagles’da (‹skoçya) Temmuz
2005’te yap›lan G8 Zirvesi’nden sonra yay›mlanm›flt›r. ‹kincisi ise iç kaynakl›d›r ve 2005 y›l› bafl›nda Türkiye Baflbakan› Recep Tayyip Erdo¤an taraf›ndan bu y›l›n “Afrika Y›l›” olaca¤›n› aç›klamas›yla ilgilidir. Bu sözlerinden k›sa süre sonra, Baflbakan Erdo¤an Etiyopya ve Güney Afrika’ya bir dizi ziyaret gerçeklefltirmifltir.
Türkiye’de yak›n zamanda Afrika’ya yönelik ilginin artmas›n›n bir tak›m
temel nedenleri bulunmaktad›r. Görünürdeki siyasi ve jeo-stratejik neden Baflkan George W. Bush liderli¤indeki ABD hükümetinin önerdi¤i “Büyük Orta
Do¤u ve Kuzey Afrika Projesi” fleklinde ortaya ç›kmaktad›r. Bu proje taraf›ndan öngörülen h›rsl› hedef bölgeye kamuya karfl› daha sorumlu ve fleffaf bir
150 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
yönetimi teflvik eden demokrasinin getirilmesidir. Di¤er temel neden ise Güneyden Güneye ticaretin art›fl› ve ileriki bölümlerde ayr›nt›l› olarak aç›klanaca¤› gibi, Türkiye ve Asya’daki di¤er h›zl› büyüyen ekonomilerin Afrika’n›n
hammadde üretim sektöründeki mallara olan talebinin artmas›d›r.
Bu çal›flma Türkiye’nin Sahraalt› Afrika ile yak›n dönem iliflkilerine
odaklanmaktad›r. Prof. John Sender’in (1999) seminer çal›flmalar›na dayanarak, Afrika deneyimini bir trajedi olarak de¤erlendiren Afro-pesimiziminin s›n›rlar› konusunda uyar›da bulunmaktad›r. Bat› dünyas›nda, gazeteciler, siyasiler ve kalburüstü akademisyenler Afrika’n›n geliflimi hakk›ndaki kötümser
tahminlerde uzlaflm›fl görünmektedirler. Güney Afrikal› akademisyen John
Sender’in (1999) sözleriyle “hepsi hayalk›r›kl›¤›, ahlâkî infial, tiksinti ve Afrika’n›n ‘barbarl›k’›na karfl› aç›kça de¤ilse de gizli sakl› da olmayan bir tür yukardan bak›fl› hat›rlatan bir dil kullan›yorlar. Yayg›n kullan›lan ve mide buland›r›c› metaforlar t›bbi/biyolojiktir: kan, çürüme, yaralar, kötürüm, veba, fenalaflma, açl›k ve patolojik krizlerin oraya özgü oldu¤u söylenmektedir.” Afrika
deneyiminin kötümser yorumu Bat›’da yayg›nd›r. Bat›l› hükümetlerin ço¤unlu¤u, Bretton-Woods kurumlar› (BWIs) ve Uluslararas› Finans Kurumlar›
(IFSs) böyle bir anlay›fl› benimsemektedir. Ne yazik ki, Afro-pesimizm Afrika’da da yayg›nd›r.
fiüphesiz Afrika’n›n kendi sorunlar› vard›r ve bunlar› görmezden gelmenin kimseye yarar› olmaz. Yolsuzluk, iç savafllar, kötü yönetim, hastal›k ve doland›r›c› liderler k›tadaki bir tak›m ülkelerde bulunmaktad›r. K›tan›n tarihi bize Afrika ve Afrikal›lar›n bu sorunlar›n tek nedenleri olmad›klar›n› anlatmaktad›r. Asl›nda sorun, t›pk› borç konusunda oldu¤u gibi, baflka bir yerde yatmaktad›r. Borç sorununun bu kadar ciddi hale gelmesi sadece doland›r›c› liderlerin varl›¤›n› de¤il, kötü emeller için muazzam miktarda borç verilmesini
de gerektirmektedir.
Bu makale Türkiye’de var olan Afro-pesimizmin Afrika ile daha yeni geliflmekte olan iliflkilere zarar verebilece¤ini iddia etmektedir. Burada, Prof.
Sender’in yaklafl›m›n› izleyerek, Afro-pesimist bak›fl aç›s›n›n ciddi bir ekonomik iliflki gelifltirmek için yetersiz bir bafllang›ç noktas› oldu¤unu iddia ediyorum. Bu uyar› zaman›nda ve gerekli bir uyar›d›r. Her ne kadar Türk yaz›n›n›n,
makalede daha sonra vurgulanaca¤› gibi, genel anlamda gerçekçi ve nesnel oldu¤u de¤erlendirilebilirse de, Afrika söz konusu oldu¤unda bir tak›m kötü niyetli kullan›mlara rastlanmaktad›r.
Türkiye için Afrika’n›n gelifliminin, performans›n›n ve ekonomik potansiyelinin Afro-pesimizm prizmas›ndan yans›yarak anlafl›lmas› hatal› olacakt›r.
Sender (1999, s.90) “bu yaklafl›m›n basitli¤inin; bulant›, marjinalleflme ve kü-
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 151
çümsemeye merakl› önde gelen kiflilerin kapitalist geliflimin yaln›zca itici dinamikleri üzerinde yo¤unlaflarak Afrika’n›n yak›n dönem ekonomik tarihinin
di¤er önemli yönlerini gözden kaç›rmas› nedeniyle sosyal ve ekonomik de¤iflimin karmafl›k süreçlerini de¤erlendirmekten uzak” oldu¤u konusunda bizi
uyarmaktad›r. Sender’e göre bu tür abart›l› yarg›lara elefltirel bak›fl Afrika’n›n
gerçek ekonomik potansiyelini anlamam›za yard›mc› olacakt›r.
Makale flu flekilde düzenlenmifltir: Bir sonraki bölüm Türkiye’nin Sahraalt› Afrika ile olan ticari iliflkilerinin boyutlar›n› de¤erlendirmektedir. 3. Bölüm Afro-pesimist bak›fl aç›s›n›n temel noktalar›n›n vurgulanmas› ve Türkiye’deki ortam üzerindeki tehlikeli yans›malar› ile bafllamaktad›r. Bu bölüm sadece sald›rgan bir tav›r oldu¤u için de¤il ayn› zamanda özellikle de siyasi ekonomi çerçevesinin somut temeli üzerine yap›lanm›fl tarihi bir bak›fl aç›s›n›n
prizmas›ndan incelendi¤inde bilimsel olarak da hatal› oldu¤u için, Afro-pesimizmden kaç›n›lmas›n› önermektedir. 4. Bölüm insani ilerleme, tar›m›n geliflimi ve ekonomik geliflmeye iliflkin tarihi bulgular› vermektedir. Bu bölümde
ba¤›ms›zl›¤›ndan bu yana 1950’li ve 1960’l› y›llarda Afrika’n›n gelifliminin
çok h›zl› gerçekleflti¤ini göstermektedir. Sömürge döneminin zararl› etkilerine
ve geç bafllang›ca ra¤men, di¤er bölgelerle karfl›laflt›r›ld›¤›nda Afrika’daki
üretim güçlerinin geliflimi oldukça etkileyicidir. Bu muhakeme çizgisi Afrika
deneyiminin geneline daha farkl› bir flekilde ›fl›k tutmaktad›r. Bu nedenle, Afro-pesimist bak›fl aç›s› temelinde uluslararas› örgütler taraf›ndan haz›rlanm›fl
olan politika önerilerinin sorgulanmas›na yard›mc› olmaktad›r. Son bölüm ise
bir tak›m dersler ç›kar›p sonuçlar de¤erlendirmektedir.
II. Afrika - Türkiye ticari iliflkileri
Kamuoyu taraf›ndan da bilinen çok miktarda kan›t yak›n dönemde Türkiye ile Afrika aras›ndaki ekonomik iliflkide art›fl oldu¤una iflaret etmektedir
(Çak›ro¤lu 2005, K›rbafll› 2005, Kara 2005). Yak›n dönemdeki bu ekonomik
iliflki kendini temelde ticaret hacminde göstermektedir. Ticari iliflkilerin incelenmesi ülkeler ve bölgeler aras›ndaki her türlü ekonomik iflbirli¤inin seviyesi ve yo¤unlu¤unu anlamaya yard›mc› olmaktad›r. Bu aç›dan, Türkiye’de ve
Afrika’da hem üretim niteli¤i hem de ticaretin gidiflat›nda yak›n zamanda gerçekleflen ve sürmekte olan de¤iflikliklerin etkisindeki farklar›n incelenmesi gerekmektedir.1
Bu bölümde Türkiye ile Afrika aras›ndaki ekonomik iliflkinin düzeyini
anlamak amac›yla ticari istatistikler ele al›nm›flt›r.
Ekonomik iliflkilerin art›fl› büyük oranda dünya ticaretinin ekonomik
döngüsünden kaynaklanmaktad›r. Geçti¤imiz y›llarda- Güneyden Güneye ticaretin öneminin art›fl›, baflta Çin ve Hindistan olmak üzere, geliflmekte olan
152 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
baz› büyük ekonomilerdeki üretim art›fl›yla gerçekleflmifltir. Güneyden Güneye ticaretteki bu art›fl Afrika’n›n ana ürünlerdeki pazar pay›n› tekrar kazanmas›n› sa¤lam›flt›r. UNCTAD (2005) raporu Güneyden Güneye yap›lan ana ürün
ihracat›ndaki art›fl›n “ticaretin yeni co¤rafyas›” olarak adland›r›lan fleyin esnek
özelli¤i haline gelebilece¤ini öngörmektedir.
Türkiye’nin d›fl ticaret verilerinin flöyle bir gözden geçirilmesi Sahraalt›
Afrika’n›n tüm ihracat ve ithalattaki pay›n›n artma e¤iliminde oldu¤unu, bunun da UNCTAD 2005 Ticaret Raporu’nun da belirtti¤i gibi, Güneyden Güneye ticaretteki yak›n dönem geliflme e¤ilimini yans›tt›¤› ortaya koymaktad›r.
2000-2004 döneminde Türkiye’nin toplam ihracat› %44 artarak 27,775
milyar dolardan 63.075 milyar dolara (tahmini) ulaflm›flt›r. Türkiye’nin Afrika’ya (Kuzey Afrika ve Sahraalt› Afrika) olan toplam ihracat› %46 artm›flt›r,
ki bu art›fl toplam ihracat art›fl›ndan daha h›zl› bir art›fl› yans›tmaktad›r. Afrika
k›tas›na yap›lan ihracat 1.372 milyar dolardan bu dört y›lda yaklafl›k 3 milyar
dolara yükselmifltir. ‹hracat niteli¤i bak›m›ndan, Türkiye’nin ihracat› temelde
imalat ürünleri ile ifllenmifl g›dadan oluflmaktad›r.
Tablo 1. Ülke gr u p l a r › n a gö re ih r a c a t ( m i l y o n d o l a r )
*Tahmini
Kaynak: Devlet ‹ s t a t i s t i k E n s t i t ü s ü ( D ‹ E ) , 2 0 0 4 , s . 2 8 4 .
Yukar›daki tablo Türk ürünleri için Sahraalt› Afrika’n›n öneminin Kuzey
Afrika pazarlar›na göre daha h›zl› artt›¤›n› göstermektedir. K›taya yap›lan ihracatlar toplam Türk ihracat›n›n yaklafl›k %5’ini tutmas›na karfl›n, ticaret hacminin büyüme oran›, yak›n dönemde imzalanan ikili ticaret anlaflmalar› ve uygun küresel e¤ilimler Afrika pazarlar›n›n Türk ihracat› için önemini art›racakt›r.
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 153
Türkiye’nin Afrika k›tas›ndan yapt›¤› ithalat, ihracat›ndan daha fazlad›r.
2000 y›l›nda Türkiye Afrika k›tas›ndan 2.714 milyar dolar de¤erinde mal ve
hizmet ithal etmifltir. Bu miktar Türkiye’nin toplam ithalat›n›n %5’ini oluflturmaktad›r. 2004 y›l›nda Türkiye’nin ithalat› 2000 y›l›nda 54.503 milyar dolar
seviyesinden %55 oran›nda artarak 2004 y›l›nda 97.362 milyar dolar seviyesine ç›karken, Afrika k›tas›ndan yap›lan ithalat›n oran› %5’te kalm›flt›r, ancak bu
oran 4.782 milyar dolara denk gelerek söz konusu miktarda ciddi bir art›fl oldu¤unu göstermektedir.
Tablo 2. Ülke gr u p l a r › n a gö re ithalat (milyon dolar)
* Tahmini
Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), 2004,s. 285.
Tablo 2 Türkiye’nin Afrika k›tas›ndan yapt›¤› ithalat›n 2000-2004 döneminde %56 oran›nda artt›¤›n›, bunun da toplam ithalattaki art›fltan daha h›zl›
bir art›fl oldu¤unu göstermektedir. ‹thalat›n niteli¤i bak›m›ndan, Türkiye Afrika’dan baflta hammade ve imalat ürünleri almaktad›r. Bu e¤ilim imalat sanayisine sahip geliflmekte olan ülkelerin Afrika ürünlerine olan talebindeki art›flla da uyum içindedir. Bu flekilde Afrika ile olan d›fl ticaret hadlerinin karfl›l›kl› refah ve gelire olan etkisinin, dünyan›n geliflmifl bölgelerinin ticari etkileriyle karfl›laflt›r›ld›¤›ndan daha yararl› olmas› beklenebilir.
Afrika genelinde ticaret rakamlar›na gelince, 1960’l› y›llardan bu yana
görülmedik bir flekilde, 1990’l› y›llarda ihracat hacminde art›fl gözlenmektedir. UNCTAD Raporu’na (2005) göre petrol, mineral ve maden ürünlerinin
yüksek fiyatlar›na ba¤l› olarak baz› Afrika ülkelerinin d›fl ticaret hacimleri iyileflmifltir. Afrika’daki baz› ülkelerde, fiyat hareketlerinin ihracata dayal› al›m
154 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
gücüne olumlu etkisi ihracat hacmindeki art›flla güçlenmifltir. Afrika’da ihracat kalemlerindeki çeflitlenme yavafl olmufltur ve ihracata dayal› al›m gücü
1996’da 1980 seviyesine yükselmifltir. 2000 y›l›ndan bu yana, Asya’n›n h›zla
geliflmekte olan ülkelerinin belirli ana ürünlere olan talebinin yükselmesi Afrika’n›n d›fl ticaret hadlerini di¤er bölgelere göre daha çok art›rm›flt›r. 1999 ile
2004 aras›nda bu mallar›n uluslararas› fiyatlar›ndaki de¤ifliklikler, Latin Amerika’da %58 ve Do¤u ve Güney Asya’da %11’lik düflüfle nazaran, Afrika’n›n
d›fl ticaret hadlerinde %30 oran›nda art›fla neden olmufltur.2
Afrika’daki olumlu duruma karfl›n, UNCTAD Raporu (2005, s.94) “küresel talebin h›z kesmesi nedeniyle bölgenin di¤er bölgelere göre halen tehlikelere daha aç›k oldu¤unu, sürdürülebilir bir iyileflmeden ziyade Afrika’n›n d›fl
ticaret hacimlerinde yak›n dönemde ortaya ç›kan olumlu de¤iflimin sadece di¤er bir geçici patlama” olabilece¤ini belirtmektedir. Herhangi bir ekonomik
düflüflte hangi bölgenin daha fazla yaralanma olas›l›¤› oldu¤u tam olarak tahmin edilemeyece¤i için Afro-pesimizm bu aç›dan de¤erlendirilmelidir.
Ticaret gelirlerinin da¤›l›m› ve kullan›m› d›fl ticaret hacimlerindeki art›fl›n en önemli yönüdür. 2002’den bu yana d›fl ticaret hacimlerinin iyileflmesi,
Sahraalt› Afrika istisna olmak üzere, geliflmekte olan ülkelerin büyük ço¤unlu¤unda ülkeiçi gelirler üzerinde, Fildifli Sahili’nde %10,3 ve Gana’da %5 olmak üzere, çok az etkili olmufltur. Mineral ve maden ürünleri ihraç eden Afrika ülkeleri olan Güney Afrika ve Zambiya’n› her ikisi de ülke içi gelire göre
daha fazla olmufltur.
Ticaretin iyileflmesi nedeniyle ortaya ç›kan gelir art›fl› Afrika’y› Türk ihracat› için önemli bir hedef haline getiren toplam talepteki art›fla yol açm›flt›r.
Bu durum Devlet Bakan› Kürflat Tüzmen’in sözlerinden de anlafl›lmaktad›r:
“Türkiye 2004 y›l›nda 3 milyar dolar seviyesinde olan Afrika ihracat›n› 2008
y›l›nda 10 milyar dolara ç›karmay› hedeflemektedir.” (Sabah, 2005).
Türkiye aç›s›ndan, Afrika’yla olan ticari ve ekonomik iflbirli¤indeki canl›l›¤›n artmas› k›tan›n hak etti¤i flekilde dengeli ve nesnel olarak de¤erlendirilmesini gerektirmektedir. Sonraki bölümde Afrika’y› anlamak için bir yöntem
olarak Afro-pesimizmin sorgulanmas›yla bu gerek yerine getirilmektedir.
I I I . A f ro - P e s i m i z m : “ U g a n d a ’ d a b i l e o l m a z ! ”
Genel anlamda Afrika konusunda Türk yaz›n› üstünlük gütmeyen müflfik
bir tav›r içindedir. Bir UNESCO görevlisi Türk kökenli öncü Afrika uzman›
Dr. H›fz› Topuz’un 1960’l› ve 1970’li y›llardaki gazete yaz›lar› ve bu yaz›lar›
izleyen k›tayla ilgili kitaplar› Afrika’yla ilgili insani duygular›n oluflmas›nda
etkili olmufltur. Bununla birlikte Türkler’in ço¤u için sempatik bak›fl aç›s› Af-
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 155
rika’n›n Bat› sömürgecili¤i deneyiminden kaynaklanan rahats›z edici olaylara
dayanmaktad›r (K›vanç, 1979). Ça¤dafl Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadafllar› önderli¤inde yap›lan ulusal kurtulufl savafl›yla sömürgeci sald›r› alt edilmemifl olsayd›, Türkiye’de neler olabilece¤i Afrika’daki sömürgecili¤in çirkin yüzünde ifade bulmaktad›r.
Türkiye’de sömürge karfl›t› unsurlar›n gücü belgelere dökülmüfl ve pek
çok çal›flmaya konu olmufltur. Birçok aç›dan, Türkler kendi sömürge karfl›t›
ulusal kurtulufl savafllar›n› Afrika’da 1960’l› y›llarda ortaya ç›kan özgürlükçü
hareketlerle iliflkilendirmektedirler. Bu bak›mdan, Dr. H›f›z Topuz’un sömürgeci Belçika taraf›ndan öldürülen Afrikal› kahraman ve ça¤dafl Kongo’nun kurucusu Lumumba üzerine çal›flmas› Türkiye’de bilincin artmas›na önemli bir
katk› olarak durmaktad›r.
Daha yak›n dönemde, Birikim isimli oldukça sayg›n entellektüel bir dergi bir say›s›n› Afrika’daki olaylara ay›rm›flt›r. Bu özel say›n›n ismi Afrika: Ayn›m›z, Aynam›z’d›r. Buradaki “bizim” Türk halk›n› kast etmektedir. Ayr›ca
Türkiye’de politik yelpazenin hem solunda hem de sa¤›nda sömürge karfl›t›
genifl bir yaz›n bulunmaktad›r. Bu çal›flmalar sömürge karfl›tl›¤› a¤›rl›kl› bir
bak›fl aç›s›yla Afrika deneyimini daha nesnel bir gözle yorumlaya çal›flmaktad›r.
Öte yandan, Türkiye’de Afrika üzerine bir baflka söylem daha bulunmaktad›r. Bu söylem iflah olmaz bir cehaletle donanm›flt›r, Afrika’y› karanl›k, savafllar ve yolsuzlukla parçalanm›fl bilinmeyen bir k›ta olarak görmektedir. Ayr›ca, bu söylem Afrika’y› “fakir, önemsiz, suçlu, cahil, geri kalm›fl, hastal›kl›,
umutsuz, gülünç vs.” olarak tan›mlamaktad›r. Bu söylemin dikkat çekici bir
özelli¤i tüm Afrika k›tas›n› büyük homojen tek bir ülke olarak görme e¤ilimidir. Bu görüfl, Kuzeyden Güneye Do¤udan Bat›ya k›y›dan çal›l›klara ülkeler
aras›nda var olan gözle görülür farkl›l›klara karfl›n, k›tada var olan 53 ülkenin
ekonomik, siyasi ve tarihi deneyimini ayn› tek deneyim oldu¤unu varsaymaktad›r.
Ne yaz›k ki, Afrika gerçeklerinden habersiz bu tür görüfllere birçok gazetecinin yaz›lar›nda, kitle iletiflim araçlar›nda, akademik camiada ve toplumda
rastlanmaktad›r. Baz›lar› Afrika’y› kabilelerden oluflan geri kalm›fl bir yer olarak görmektedir. Kötülük için bir k›stast›r.3 Bu onur k›r›c› söylem duyars›zl›k
ve s›n›rs›z cehaletle beslenen münasebetsiz bir söylemdir. Örne¤in, Türkiye’de olan korkunç ve i¤renç bir olayla ilgili k›zg›nl›¤›n› anlatmak istedi¤inde baz› sayg›n köfle yazarlar› yaz›lar›nda “Uganda’da bile Olmaz!” diyebilmektedirler. Afrika ile ilgili benzer görüfllere bazen popüler bas›nda, bazen popüler kültürde ve bazen de e¤itimli insanlar›n görüfllerinde rastlan›lmaktad›r.
156 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Türfkiye’de Afrika üzerine bu tür görüfller Bat› dünyas›n›n üretti¤i daha geliflmifl Afro-pesimist yaz›ndan etkilenerek güçlenmifltir.
Türkiye e¤er Afrika’daki ülkelerle eflit ortaklar olarak karfl›l›kl› yarar sa¤layan iliflkiler gelifltirecekse Afro-pesimist yaklafl›m›n kullan›m›ndan kaynaklanan tehlikelerin fark›nda olmak durumundad›r. Bu tür bir yaklafl›m düflmanca olup kolayca iliflkileri k›r›lgan hale getirebilir. Afro-pesimizm farkl›l›klara
sayg› göstermemektedir ve yönlendirmeye aç›kt›r. Afro-pesimist görüfl Türkiye’nin Afrika’yla yeni geliflen iliflkilerinin duyars›z siyasetçiler, ifl adamlar› ve
sözde ayd›nlar›n elinde zay›flayabilece¤i bir ortam oluflmas›na yard›mc› olabilir. Hatta Afro-pesimizm rekabet içindeki güçlerin elinde etkili bir silaha dönüflebilir.
Bat›’da Afrika ile ilgili görüfller alayc› ve ço¤unlukla yanl›flt›r. Örne¤in,
The Economist (13-19 May›s 2000) “Umutsuz K›ta” bafll›¤›yla Afrika’yla ilgili özel bir say› ç›karm›flt›r. Bu say›da, Afrikal› liderler ve buraya ba¤›fl yapanlar›n ahmak olduklar› söylenmifltir. Münferit durumlarda bu söz geçerli
olabilir, ancak tüm k›tay› bu flekilde tan›mlamak ve “Afrika toplumu”nu hepten suçlamak do¤ru olamaz. Bu yaklafl›m duyars›z ve münasebetsiz bir tak›m
kiflilerin düflünce yap›s›ndan kaynaklan›yor olabilir.
Bu tür insanlar için Afrika kötü beslenmektedir, fakir ve tozludur ve doland›r›c› diktatörler taraf›ndan yönetilmektedir. Örne¤in, bir grup Bat›l› paral›
askerin baflar›s›z darbe giriflimiyle ilgili olarak, sayg›n ‹ngiliz gazetesi “The
Guardian”, yak›n dönemde “Boeing 727-100 ile yolculuk eden kiflilerin, deniz
afl›r› petrolle kötü yollardan yeni zengin olmufl bir tiran taraf›ndan yönetilen
Bat› Afrika’daki küçük, s›tmal› bir ülke olan Ekvator Ginesi’nde darbe yapmak için yola ç›kt›klar› iddia edilmektedir.” fleklinde yazm›flt›r.
Uçaktaki adamlar kaç›n›lmaz olarak (!) 007 James Bond tarz› biri taraf›ndan yönetilmektedir: “Eski Estonyal› ve eski bir SAS askeri olan (dolay›s›yla
sayg›n bir beyefendi!) Mr. Simon Mann, AK47 silahlar›, havan topu ve 75.000
civar›nda cephane almak için ülkeye inen bir uçak dolusu paral› askerle birlikte ‹ngiltere’nin Afrika’daki bafl düflman› olan Zimbabwe’nin Harare Havaalan›’nda tutuklanm›flt›r.” Durumun ciddiyetini fark eden Mr. Mann yüksek güvenlikli Chikuribu hapishanesindeki hücresinden, baflta silah tüccar› olan eski
Baflbakan Demir Leydi Margaret Thatcher’›n o¤lu olan Mark Thatcher’›
(Mann’›n notlar›nda Scratcher denen) ima eden mektuplar yazmaya bafllam›flt›r. Mr. Mann daha sonra “ilk bak›flta Bat› Afrika’n›n unutulmufl bir köflesindeki mahkum bir çocu¤un kendi maceras›ndan fazla bir fleymifl gibi görünmeyen biriyken, daha sonra ‹ngilizlerin üst düzey çevrelerinde ba¤lant›lar› olan
sa¤ kanat ifl adamlar› zümresiyle iliflkilendirilmeye bafllam›flt›r.”4
Bu kadar “Beyaz Adam›n yükü” yeter.
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 157
Bu tür Afro-pesimist görüfller sadece düflmanca ve zararl› de¤ildir, ayn›
zamanda Afrika’n›n gerçek potansiyelini ve ekonomik performans›n› anlamay› da engellemektedir. Türkiye’nin Afrika’yla kendine özgü iliflkilerinden yola ç›karak bir söylem gelifltirmeye ihtiyac› vard›r. Ayr›ca, Türkiye Bat›’da gelifltirilen kurumsallaflm›fl Afro-pesimizmden kaç›nmal› ve Avrupa Birli¤i ile
tam üyelik müzaekereleri sürecinde kendini gösteren, dünya ile olan kendi deneyiminden yola ç›karak Afrika deneyimini de¤erlendirmelidir.
Bir sonraki bölüm öncelikle insani geliflmeye odaklanarak Afrika’n›n
ekonomik performans›n› ele almaktad›r. ‹nsani geliflmeyi OECD’nin yüksek
gelirli ülkelerinin ve Türkiye’nin de¤erleriyle karfl›laflt›rmaktad›r. Afrika’daki
tar›m ve kentleflme de ayr›ca di¤er geliflmekte olan ülkelerin deneyimleriyle
karfl›laflt›r›lm›flt›r.
IV. K a r fl › l a fl t › r m a l › b a k › fl a ç › s › n d a n Afrika’n›n geliflimi
Afrika’n›n ço¤unlu¤u ekonomik kalk›nmaya geç bafllam›flt›r. Birçok yönden, Afrikal›lar hala sömürge döneminin y›k›c› etkilerini üstlerinden atmaya
çal›flmaktad›r. 1950’lerde, yani Afrikal›lar’›n sömürgecileri yenerek kendi kaderlerini ellerine ald›klar›ndan bu yana insani geliflme ve refah aç›s›ndan güçlü geliflme kaydettikleri yönünde bulgular bulunmaktad›r.5
Afro-pesimizmin önde gelen karfl›tlar›ndan Prof. John Sender vurgulamaktad›r ki (Sender 1999, ss. 100 – 101).
“Afrika’daki geliflim hakk›nda düflünmek bir insan›n kafas›nda ayn› anda
en az›ndan iki tür düflünce olmas›n› gerektirir. Baflar›s›zl›k, kötü beslenmenin,
hastal›¤›n, soyguncu devletlerin ve savafl›n ayn› anda her yerde oldu¤unu vurgulamak veya halen birçok Afrikal›’n›n içinde yaflad›¤› sefalet karfl›s›nda nefretle alt üst olmak yeterli de¤ildir. Bunun yan›nda geçti¤imiz 50 y›l içinde milyonlarca s›radan insan›n yaflam›n›n baz› yönleri de¤iflti¤ini kabul etmek gerekmektedir. Ancak tüm bu süreçlerin karmafl›kl›¤› ve farkl›l›¤›n›n aç›kça anlafl›lmas› temelinde ve ayn› zamanda geçmiflteki ekonomik politikalar›n sonuçlar›n›n elefltirel analiziyle siyasi anlamda gerçekçi kalk›nma stratejileri gerçeklefltirilebilir.”
John Sender’in elefltirileri politika yapanlar›n entelektüel hatalar›na geçerli ve önemli bir anlay›fl getirmektedir. Politikac›lar›n kafalar›nda iki farkl›
düflünceyi ayn› anda tutabilme yeteneklerini baflta Afrika deneyiminin Afropesimist yorumlar› engellemektedir. Asl›nda Afrika’n›n hikâyesi yayg›n olarak
kullan›lan makroekonomik göstergelerin ve Afro-pesimizmin basitlefltirici yorumunun öngördü¤ünden çok daha karmafl›kt›r.
158 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Kalk›nmaya politik ekonomi yaklafl›m› insan refah›n›n iyilefltirilmesini
bunun alt›nda yatan nedensel ekonomik süreçlerle iliflkilendirmektedir. Buna
göre insan refah›n›n iyilefltirilmesi iflçilerin say›s›ndaki art›fl etraf›nda flekillenen s›n›f iliflkilerinin de¤iflmesinden kaynaklanan zenginlikle yakalanabilir.
Bu türden bir kalk›nma, toplumun k›rsal-tar›m toplumundan sanayiye dayal›
kent toplumuna dönüflmesine iflaret etmektedir. Vas›fl› iflçilerin, teknolojinin
ve üretimin di¤er araçlar›n›n iyileflmesi buna efllik eden süreçtir. Böyle bir dönüflüm daha dinamik üretim iliflkilerinin varl›¤›n› gerektirmektedir. Günümüzdeki kapitalist geliflmenin insan tarihinin ilerici dinami¤i oldu¤u görüflünün
Afrika’da kat edece¤i daha uzun bir yol vard›r ve bu süreç gittikçe daha çok
Afrikal› yerli kapitalist s›n›flar›n liderli¤inde gerçekleflmektedir. Bu süreç ekonomide tar›m›n rolünün görece azalmas›n› ve sanayi ve kentleflmenin artmas›n› öngörmektedir.
Sender’›n (1999) üretti¤i verilerin bu bölümdeki kullan›m› insani geliflme göstergelerine odaklanmaktad›r. 1950’lerde ortalama yaflam süresi 40 y›ldan azd›. 1995’te ise 1960’l› y›llardaki ortalama yaflam süresine göre bu süre
10 y›l artm›flt›r. 1950’lerden önce 5 yafl alt› bebek ölüm oranlar› Kenya ve
Zimbabwe’de do¤an bebeklerin yar›s›n›n do¤umdan sonra pek uzun yaflamad›¤›n› gösteriyordu. 1948’te Burkina Faso’da 5 yafl alt› bebek ölüm oran› her
1000 bebekten 400 tanesinin öldü¤ü yönündeyken, bu oran da yar›ya inmifltir.
1935’te Gana’da 5 yafl alt› ölüm oran› bugünkü oran›n üç kat›yd›. 9 Sahraalt›
ülkesinde ortalama yaflam süresi HIV-AIDS yüzünden %10 ya da daha fazla
azalm›flt›r. Di¤er bir deyiflle, HIV-AIDS olmasayd› ortalama ömür 5 y›l daha
uzayacakt›.6
Afla¤›daki tablo Sahraalt› sosyal verilerini Türkiye ve OECD ülkeleriyle
karfl›laflt›rmaktad›r. Türkiye’deki yaflam süresi ve bebek ölüm oranlar› Afrika’dakinden çok daha iyi bir duruma iflaret etmektedir.
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 159
Ta bl o 3: Kar fl › l afl t › r ma l › sosyal ve r i l e r
Kaynak: Dünya kalk›nma göstergeleri (2005)
John Sender (1999) kad›nlar›n ilkokul, ortaokul ve yüksek ö¤retim düzeylerindeki okuryazarl›¤›n› insani geliflme göstergesi olarak ele almaktad›r.7
Okuryazarl›k oranlar› bak›m›ndan, Sahraalt› Afrika’n›n nüfusunun %90’› elli
y›l önce okuryazar de¤ildi. Kad›nlar okula gidemiyordu. 1995’te, Sahraalt› Afrika’daki yetiflkin kad›nlar›n neredeyse yar›s›n›n okuryazar oldu¤u tahmin
edilmektedir. Bu durum Güney Asya, Orta Do¤u ve Kuzey Afrika’da geliflmekte olan birçok ülkenin yan›na yaklaflamad›¤› bir baflar›y› yans›tmaktad›r.8
Ayn› tarihte fiili’deki yetiflkin kad›nlar›n %80’i, Meksika ve Filipinler’dekilerin yar›s›ndan fazlas›, Tayland’dakilerin üçte birinden fazlas› ve Singapur’dakilerin beflte birinden fazlas› okuryazard›r. 19. yüzy›l›n ortalar›nda baz› ‹ngiliz ve Gal ülkelerindeki yetiflkin kad›nlar›n ancak üçte biri okuryazard›r.
1930’lu y›llar›n sonunda Tayvan’da ilkokula kay›t oran› %80’ler civar›ndayd›,
Kore’de ise %40’t›. 1949-1950’de Frans›z hâkimiyetindeki Bat› Afrika’da erkek ve kad›nlar›n ilkokula kay›t oran› %6, Tanzanya’da %10, Nijerya’da %16
idi. 1980-1993 aras›nda ilkokula kay›t oran› Sahraalt› Afrika’da on milyon artm›flt›r. Nijerya, Tanzanya ve Kenya gibi büyük Afrika ülkelerinde 1970’ten bu
yana k›z çocuklar›n›n y›ll›k ilkokula kay›t oran› 5 kat artm›flt›r.
160 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Ta bl o 4: Kar fl › l afl t › r ma l › sosyal ve r i l e r
Kaynak: Dünya Kalk›nma Göstergeleri (2005)
Sender’in (1999) kulland›¤› verilere göre, 1950’lilerin bafl›nda Afrika ülkelerinin ço¤unda befl yüzden az k›z çocu¤u ortaokula kay›t olmufltur. Mozambik’te 1930’da, bir tane ortaokul vard›, o da baflkentteydi ve kay›tlara göre sadece bir k›z çocu¤u kay›tl›yd›. 1950’de bu say› 321’e ç›km›flt›r ve 1990lar›n bafl›nda 66.000’den fazla k›z çocu¤u ortaokula kay›tl›d›r. K›z çocuklar›n
okullaflma oran› Sahraalt› Afrika’da 1960’lara kadar binde 1 ile %4 aras›nda
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 161
de¤iflen düflük düzeylerde kalm›flt›r ancak bu tarihten sonra ciddi yükselifl görülmektedir. Asl›nda, UNESCO rakamlar›na göre ortaokula giden çocuklar›n
aras›nda Sahraalt› Afrikal› k›z çocuklar›n›n oran› %44 olup, %37 ile Güney
Asya, %43 ile Çin’den daha yüksektir. 1960’lardan sonra ilk ve ortaokula kay›t oranlar›n›n ivme kazanmas› k›z çocuklar›n›n yüksek ö¤renime kay›t oranlar›n›n h›zla artmas›yla 1980’lerden bu yana da sürmektedir. Sahraalt› Afrika’da k›z çocuklar›n›n okullaflma oranlar› y›lda %12,4 olarak dünyadaki di¤er
bölgelerde olmad›¤› kadar h›zl› gerçekleflmektedir.
Ayr›ca Afrikal›lar iyileflen fiziki altyap›dan da yararlanm›fllard›r. Tablo
4’teki karfl›laflt›rmal› verilerden izlenebilece¤i gibi, k›rsal alanlarda içme suyuna eriflim iyileflmifltir. 1970’lerde oran %10’un alt›nda iken günümüzde Afrika nüfusunun yar›s›ndan fazlas›n›n temizlik ve temiz suya eriflimi vard›r. fioselerin uzunlu¤u 1000 km2’lik alanda 3,8 km’den 1990’da 8,9 km’ye ç›km›flt›r. Elektrik üretimi 1980 ile 1994 aras›nda %56 artm›flt›r. Ulafl›m ve güç a¤lar›n›n yayg›nlaflmas› Afrikal›lar›n di¤er önemli iletiflim araçlar›na, kültürel de¤iflim, radyo, televizyon ve yak›n dönemde de internet eriflimlerini sa¤lam›flt›r. 1914’te Nijerya’daki en önemli gazetenin, Lagos Weekly Record, tiraj›
700’dü. 1990’lar›n bafl›nda gazetelerin toplam tiraj› 2 milyona yaklaflm›flt›r.
Tab l o 5: Kar fl › l a fl t › r mal › b üyüme ve n üfus
Kaynak: Dünya Kalk›nma Göstergeleri (2005)
162 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Sahraalt› Afrika’da GSMH’nin yeterince iyi ölçülemeyen unsurlar›ndan
birisi tar›md›r. Afrika’da tar›m çok önemlidir ve toplam GSMH’n›n %30%55’ini oluflturdu¤u tahmin edilmektedir. Afrikal›lar›n neredeyse %70’i tar›mla geçinmektedir, çal›flanlar›n yar›s›ndan fazlas› kad›nd›r. Tar›m, yak›n dönemde 20 Sahraalt› Afrika ülkesinin toplam ihracat›n›n yar›s›ndan fazlas›n›
sa¤layarak döviz gelirlerinin en önemli kayna¤›n› oluflturmaktad›r. Afrika tar›m›n›n performans›yla ilgili kötümser düflünceler bulunmaktad›r ve genellikle iyi puan almamaktad›r.
Bununla birlikte, Sender (1999) varolan verilerin azl›¤› nedeniyle böyle
bir de¤erlendirmeyi elefltirmektedir ve en yayg›n kullan›lan tar›m istatistiklerinin daha iyimser bir analizini sunmaktad›r. Tar›mdaki geliflmelerin di¤er ilerleme göstergeleriyle tutars›zl›k içinde olmad›¤›n› göstererek var olan göstergeleri tarihsel bak›fl aç›s›yla incelemektedir.
“Azalan tar›msal üretim” iddialar›na ra¤men Afrika’n›n tar›msal büyümesi mant›ken beklenebilece¤i kadar h›zl› olmufltur. Sender’a göre (1999),
Sahraalt› Afrika’daki tar›msal üretimin bileflik büyüme oran› 1965 ile 1995
aras›ndaki 31 y›lda toplam %2,34 olmufltur. Sahraalt› Afrika’daki nüfusun neredeyse yar›s›n› içeren sekiz ülkede bileflik büyüme oran› y›lda %2,6 ile daha
da h›zl›d›r. Nijerya’da, y›lda %3, Fildifli Sahili’nde %4’ten fazlad›r. Bölge genelinde tar›msal üretimin büyümesi 1984’ten sonra h›z kazanarak 1996’da y›lda %3,1’e yükselmifltir. Japonya dâhil geliflmifl kapitalist ülkelerin büyüme
oranlar› sanayileflmelerinin ilk dönemlerinde uzun süre y›lda %1,5’in alt›nda
kalm›flt›r.
Tablo 6: Sanayi ve t a r › m
Kaynak: Dünya Kalk›nma Göstergeleri (2005)
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 163
Ayr› ayr› bak›ld›¤›nda her bir ürünün tar›msal üretimi daha da h›zl› büyümüfltür. Örne¤in 31 y›ll›k dönemde, m›s›r üretimi y›lda %3,4, kümes hayvanc›l›¤› %4,6, çay %5,6, meyve sebze ihracat› %5 ve k⤛t ve mukavva üretimi
%9 artm›flt›r. Bu büyüme oranlar›n›n h›zl› kentleflme ba¤lam›nda gerçekleflmesi dikkate de¤erdir. Bat› Afrika’da kentleflme sanayi devrimi s›ras›nda Bat›
Avrupa’daki kentleflmeden daha h›zl› olmufltur. Afrika’n›n di¤er bölgelerinde
kentleflme bu kadar h›zl› olmasa da, tar›mdaki iflgücü önemli üretkenlik getirisi baflarm›flt›r. Tar›mdaki ekonomik olarak aktif nüfusun artma h›z›n›n
(%2,2) üretimdeki büyümeden (%2,8) daha yavafl oldu¤u düflünüldü¤ünde bu
durum daha etkileyici olmaktad›r.
Afrika tar›m›nda emek üretkenli¤inin art›fl› teknolojideki de¤iflime ve
kullan›lan baz› tekniklerin de¤iflmesine ba¤l› olarak gerçekleflmifltir. 19651993 y›llar› aras›nda sulanan alan 2 milyon hektar artarak toplam alan›n
%75’ine ulaflm›flt›r. Gübre ve traktör kullan›m› önemli ölçüde artm›flt›r. Artan
üretkenlik ve teknik de¤iflim sonucunda hektar bafl›na düflen, m›s›r, pirinç,
bu¤day, patates, kasava ve çay gibi bir dizi üründe art›fl olmufltur. 19. Yüzy›lda hektar bafl›na büyüme oran› çok daha yavaflt›.
Baflka etmenler de tar›mdaki üretici güçlerin düzeyindeki de¤iflime katk›da bulunmufltur. Yeni tekniklerin kullan›m›yla vas›fl› iflçilerin kullan›m› artm›flt›r. Son 30 y›lda Sahraalt› Afrika’da ulusal tar›m araflt›rma sistemlerinde
üniversite mezunu bilim adamlar›n›n say›s› %600 artm›flt›r. Üniversitelerde
tam zamanl› çal›flan araflt›rmac›lar›n oran› y›lda %10 oran›nda artm›fl ve son
30 y›lda bu araflt›rmac›lar›n birço¤u doktora sonras› e¤itimlerini tamamlam›fllard›r. Ba¤›ms›zl›¤›n› kazand›¤› s›rada Tanzanya’da 15, Mozambik’te 4 üniversite mezunu araflt›rmac› vard›. 1960’ta Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde sadece bir lise bulunuyordu.
Hektar bafl›na düflen tah›l üretiminin daha yüksek oldu¤unu ve di¤er birçok geliflmekte olan bölgeye göre daha h›zl› artt›¤›n› belirtmek önemlidir. Ancak onlar›n bafllang›çtaki durumu Sahraalt› Afrika’dan çok daha farkl›d›r. Örne¤in, Tayland’›n ekilebilir arazisinin üçte biri sulan›yordu, bu da yüzy›llard›r
yap›lan yat›r›mlar›n arazi altyap›s›n› iyilefltirdi¤ini göstermektedir.
Genel olarak, tarihsel perspektiften di¤er bölgelerle karfl›laflt›r›ld›¤›nda
Afrika’n›n insani geliflmesi ve ekonomik büyümesi etkileyici ve dikkate de¤er
olmufltur. Kan›tlar burada Afro-pesimizm olarak adland›r›lan görüflü çürütmektedir.
164 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
V. Sonuç
Afrika’n›n ekonomik potansiyeli ile ilgili iddialar›n ço¤unun suça batm›fl
ve hanedanl›¤a dayal› devletleriyle, yozlaflm›fl bürokratlar›, baflar›s›z olmufl
pazarlar› ve toplumlar›yla yard›ma ba¤›ml› bir k›tan›n kötümser de¤erlendirilmesine odakland›¤›n› iddia etmifltim. Bir dizi tarihi ve istatistiksel veriye at›fta bulunarak burada Afrika’n›n ekonomik potansiyelinin heterojen, karmafl›k,
her türden soruya aç›k bir kafayla nesnel ve seküler bir çal›flma yürütmeyi gerektiren bir yap›da oldu¤unu göstermifl oldum.
Economist’in kibirli “Afrika: Bir Umutsuz K›ta” bafll›¤›na ve k›tan›n
benzer Afro-pesimist de¤erlendirmelerine cevaben, Afrika deneyiminin dünyada her yerde oldu¤u gibi kendilerine ait umuduyla, tarihi ve haf›zas›yla birçok insana sahip oldu¤unu söylemeye cesaret ediyorum. Afrikal›lar binlerce
y›ld›r varl›klar›n› güvence alt›na almak için kendi yollar›n› ve yöntemlerini
milim milim çizmifllerdir, ki bu varl›k onlar “Afrika’n›n peflindeyken” Bat›l›
sanayi devlerini beslemifl ve büyütmüfltür. Birçok insan s›tma, HIV-AIDS ve
di¤erlerinde oldu¤u gibi k›tan›n sorunlar›n›n çözümlerinin de, umut ve ilham›n da k›tan›n kendisinde oldu¤u konusunda benimle ayn› fikirde olacakt›r.
Yukar›da belirtilen ticaret yöntemleri ve d›fl ticaret hacimlerinin etkisi
Türkiye’nin Afrika ile daha yak›n ortakl›k gelifltirmesinin ülkemiz için faydal› olaca¤›na iflaret etmektedir. Bu nedenle, bu noktada karfl›l›kl› yarar sa¤layacak iliflkileri Afro-pesimizmin tehlikeli ve zehirli söyleminin yaralayabilece¤ine dikkat çekmekte yarar var.
Afrika k›tas›yla iliflkilerin geliflti¤i yeni bir döneme girerken Türkiye’nin
kendi sömürge karfl›t› tarihini hakk›yla aç›klamaya ve Afrika deneyimini hakk›yla anlamaya ancak bunu Afro-pesimizmin kibirli prizmas›ndan de¤il de
nesnel ve bilimsel çal›flmalarla yapmaya ihtiyac› vard›r. E¤er bu çal›flma bu
yönde bir ad›m at›lmas›n› sa¤l›yorsa baflar›l› oldu¤u kabul edilebilir.
K aynakça
Akyüz Y›lmaz and Charles Gore (2001) “African Economic development
in A Comparative Perspective”, Cambridge Journal of Economics, No: 25, ss.
265 – 288.
Arrighi Giovanni (2002), “The African Crisis, World Systemic and Regional Aspects”, New Left Review, No: 15, May – June, 2002, ss. 5 – 36.
Azam Jean Paul, Augustine Fosu and Njuguna S. Ndung’u (2002), Explaining Slow Growth in Africa, African Development Bank (ADB), Oxford:
Blackwell Publishers.
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 165
Birikim: Afrika: Ayn›m›z, Aynam›z, (Africa: Our Twin, Our Mirror), Kas›m – Aral›k, say› 175-176, Birikim Yay›nlar›, ‹stanbul 200..
Collier Paul and Jan Willem Gunning (1999), “Why Has Africa Grown
Slowly”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 13, Issue 3, ss. 3 – 22.
Commission For Africa (2005), Our Common Interest, (Afrika Komisyon
Raporu)
Çak›ro¤lu Perihan (2005), “Güney Afrikal› Türk Lokumunu Çok Sever”
(South African Loves Turkish Delight), Referans, (15.10.2005).
Kara Mehmet (2005), “Türkiye Tarihi Misyonunu Üstlenmeli”, (Turkey
Ought to Shoulder Her Historical Mission), Yeni Asya, (09.05.2005)
Karshenas Massoud (1998), Capital Accumulation and Agricultural
Surplus in sub-Saharan Africa and Asia, UNCTAD, Working Paper, Geneva.
K›rbafll› Ömür (2005), “Türkiye Afrika’ya ‹hracat Kap›s›n› M›s›r’la Açacak”, (Turkey Will Open Export Door to Africa From Egypt), Hürriyet,
(17.03.2005),
K›vanç Ümit (1979), Afrika Boynuzu’nda Ne Oldu?, (What Happened in
the Horn of Africa?), ‹stanbul: Birikim Yay›nlar›.
Mold Andrew (2005), Africa’s ‘Last Chance’? Reflections on the Commission for Africa and the Millenium Project Reports, Madrid: Real Instituto
Elcano, Working Paper No: 42/2005.
Sabah (2005), “Afrika’ya 10 Milyar Dolar ‹hracat Hedefleniyor”, (Exports Targeted to be $10 bn.), (14.06.2005).
Sender John (1999) “Africa’s Economic Performance: Limitations of the
Current Consensus”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 13, Issue 3,
pp. 89 – 114.
Sender John, Cramer Chris, Oya Carlos (2005), Unequal Prospects: Disparities in the Quantity and Quality of Labour Supply in sub-Saharan Africa,
The World Bank, Washington D.C.: Social Protection Discussion Paper No.
0525.
T.C. Baflbakanl›k, D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› (2004), ‹hracat 2004 – 2006
Stratejik ‹hracat Plan›, Ankara, p. 49.
T.C. Baflbakanl›k, D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› (2005, Turkey’s Foreign Tr ade 1990 – 2004, Main Developments in Turkey’s Foreign Trade, Ankara.
166 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Thandika Mkanwadire (2001), “Thinking About Developmental States in
Africa”, Cambridge Journal of Economics, No. 25, pp. 289 – 313.
The Guardian (26.08.2004), “Thatcher and The Very African Coup”, Jamie Wilson, David Pallister and Paul Lashmar.
T‹KA (Undated), Sahra-alt› Afrika Ülkeleri Raporu, (Sub-Saharan African Countries Report) T.C. Baflbakanl›k, Türk ‹flbirli¤i ve Kalk›nma ‹daresi
Baflkanl›¤› (Republic of Turkey, Prime Ministry, Turkish Co-operation and
Development Administration), Ankara.
Topuz H›fz›, (1970), Kara Afrika, (Dark Africa), ‹stanbul: Remzi.
Topuz H›fz›, (1987), Lumumba, ‹stanbul: Remzi.
Topuz H›fz›, (2005), Elveda Afrika, Hoflçakal Paris, (Audieu Africa, Good Bye Paris), ‹stanbul: Remzi.
UNCTAD (2003), Economic Development in Africa, Trade Performance
and Commodity Dependence, UN: New York, Geneva, p. 84.
UNCTAD (2005), Economic Development in Africa, Re-thinking the Role of Foreign Direct Investment, UN: New York, Geneva, p. 115.
UNCTAD (2005), Trade and Development Report 2005, New Features of
Global Interdependence, UN: New York, Geneva, p. 204.
Resmi ‹statistikler
(Dünya Kalk›nma Göstergeleri) World Development Indicators, 2005.
T.C. Baflbakanl›k, D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› ‹statistikleri (Republic of Turkey, Prime Ministry, Undersecretary for Foreign Trade Statistics), 2005.
Yeni Türk-Afrika Ekonomik ‹liflkileri 167
Notlar
*
Kadir Has Üniversitesi, ‹ktisat Bölümü, Ö¤retim Görevlisi, ‹stanbul.
1
Etkinin temel farkl›l›¤› farkl› emek piyasas› koflullar›ndan kaynaklanmaktad›r.
Sender John, Cramer Chris, Oya Carlos (2005). Türkiye’de, yak›n dönemdeki üretkenlik kazan›mlar› AB ile yap›lan gümrük birli¤i anlaflmas›ndan sonra ortaya ç›kan esnek
emek piyasas›na ve düflük ücretlere dayanmaktad›r. Türkiye’de düflük becerilere sahip
imalatç›lar için ücret belirlenmesi hammadde mallar›ndaki durumla oldukça benzerlik
göstermektedir. Afrika’da ise hammade ürünleri için ihracat fiyatlar›ndaki göreceli düflüfl talepteki fiyat esnekli¤inin daha düflük olmas› nedeniyle ortaya ç›kan düflük geliflme hacmiyle iliflkilidir (bu durumun tersi de geçerlidir. ‹hracat yönünden bak›ld›¤›nda,
etki imalatla hammade ürünlerinin paylar›na gore farkl›l›k gösterirken, ithalat k›sm›nda, özellikle ülkelerin gelirini belirleyen petrole ve sanayi hammaddelerine ba¤›ml›l›k
fark yaratmaktad›r. Bir tak›m ülke gruplar›n›n d›fl ticaret hadlerini gelifltiren ayn› unsurlar, özellikle de petrol, mineraller ve maden ürünlerinin yüksek fiyatlar› di¤er ülkelerin d›fl ticaret hadlerinde kötüleflmeye neden olmufltur.
2
2002 y›l›ndan bu yana, toplam ihracatlar› içinde petrol, mineral ve maden ürünlerinin daha yüksek pay› olan baz› Afrika ülkelerinin d›fl ticaret hacimleri iyileflmifltir.
Mineral ve maden ürünlerinin ihracat› bask›n olan ülkeler aras›nda, en güçlü geliflme
uranyum (Nijer) ve bak›r (Zambiya) ihracatç›lar›nda olmufltur. Boksit ve aliminyum ihracatç›s› Mozambik 2000 ile 2004 y›llar› aras›nda d›fl ticaret hadlerinde bir miktar kötüleflme yaflam›flt›r. Benin ve Burkina Faso gibi pamuk ihracatç›lar›, 2000-2004 döneminde genelde düflme e¤ilimi gösteren genifl de¤iflimlere maruz kalm›fllard›r. Malavi’de d›fl ticaret hadleri tütün ve flekerin fiyatlar›ndaki azalma nedeniyle 200 y›l›ndan
bu yana kötüleflmifltir. Kahve ihracatç›s› Burundi 2003 ve 2004’te d›fl ticaret hadlerinde hafif iyleflme yaflam›fl, Fildifli Sahili’nde, dünyan›n lider kakao ihracatç›s› olarak,
2000 ile 2004 aras›nda d›fl ticaret hacimleri %20 artm›flt›r. K›sacas›, 2000 y›l›ndan bu
yana belirli ana ürünlerine olan artan talep nedeniyle d›fl ticaret hadleri di¤er bölgelere
göre daha çok artm›flt›r.
3
Hürriyet gazetesinin en sayg›n ve duyarl› köfle yazar› olarak bilinen, hayvanlar›n refah›yla ilgili s›kça gerçeklefltirdi¤i kampanyalarla tan›nan Bekir Coflkun 27 Aral›k 2005’te flöyle yazm›flt›r: “Afrika kabilelerinde dahi ‘hukuk’ daha iyi ifllerken, böyle bir ülkeye nas›l ‘hukuk devleti’ dersiniz?”.
4
Olay›n anlat›m› 1968 yap›m›, Rod Taylor’un liderli¤inde bir Belçika flirketine
ait elmaslar› Afirkal› bir ulusal kurtulufl harekat›n›n eline düflmekten kurtarmaya (!) giden bir grup görevli askerin hikayesinin anlatan “The Dark of the Sun” filminden al›nm›fla benzemektedir. Hikaye “Wild Geese” isimli 1978 yap›m› ünlü filmin senaryosuyla neredeyse ayn›d›r. “Wild Geese”de çok uluslu bir ‹ngiliz flirketi Orta Afrika’daki kötü bir diktatörü devirmek ister ve bir grup paral› asker kiralar. Bu beyler hapisteki çok
168 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
hasta ve idam› bekleyen muhalefet liderini kurtarmaya gönderilirler. Paral› askerler baflar›l› bir kurtar›fl gerçeklefltirirler, ancak flirket kötü diktatörle bir anlaflma yapar ve paral› askerler güç durumda kal›rlar. Çok say›daki paral› asker filmlerinin Mr. Mann’› ve
arkadafllar›n› ne kadar etkiled¤ini kestirmek güçtür ancak giriflimlerinin sonucu diplomatik bir utanç ve ‹ngiltere’nin Tony Blair’i ve ‹spanya’n›n Mr. Mario Aznar’› için
uluslararas› bir skandal olmufltur.
5
Burada bir uyar›da bulunmak gerekmektedir. ‹statistiki verilerin büyük k›sm› ve
bu verilerin kalitesi oldukça sorunludur. Bununla birlikte baz› aç›k e¤ilimleri tespit etmek mümkündür.
6
Yüzy›l›n sonunda ‹ngiltere ve Galler’le, Rusya Federasyonu’nda ise 1989’dan
bu yana karfl›laflt›r›ld›¤›nda Sahraalt› Afrika’n›n performans› daha üstün gelmektedir.
‹ngiltere ve Galler’de kad›nlar›n ortalama ömrü 20. yüzy›l›n bafl›nda bundan befl y›l daha azd›, 1901’de 49 idi. Rusya Federasyonu’nda ortalama ömür 1989 ile 1995 aras›nda 6 y›l düflerken bebek ölüm oranlar› önemli oranda artm›flt›r.
7
Sender kad›nlar›n ortaokula devam›yla bebek ölüm oranlar› ve do¤urganl›¤›n
azalmas› aras›nda güçlü iliflki oldu¤unu düflünmektedir.
8
1995’te kad›nlar›n Güney Asya’da %36’s› (Pakistan %24, Bangladefl %26, Afganistan %15, Nepal %14) okur yazar de¤ildir. Di¤er geliflmekte olan ülkelerin okur
yazarl›k düzeyleri dikkate al›nd›¤›nda Sahraalt› Afrika’n›n okur yazarl›¤› art›rmas› oldukça etkileyicidir. Örne¤in kad›n okur yazarl›¤›nda 1950’li y›llar›n bafl›nda h›zl› sanayileflen ekonomilerin ço¤undan daha yüksek bir düzeye ulafl›lm›flt›r.
The New Tu r k i s h - African Economic Relations
and the Old obstructive Discourse:
A f ro - Pessimism
Sedat Ay b a r
I. I n t ro d u c t i o n
Africa has recently been firmly placed on Turkey’s international agenda
in a way that was perhaps unthinkable a couple of years ago. Television documentaries, newspaper articles, photo exhibitions, music concerts and above
all, current government’s unprecedented support have all helped invigorating
this recent interest on African ‘affairs’. Africa have become one of the main
tourist destinations for many Turks. Despite a long history of Turkey’s involvement in the continent, particularly in North Africa this recent upsurge of interest is a new one with a variety of underlying dynamics worthy of investigation.
Two particular developments can be put forward to claim central prominence for this recent rise in interest on Africa.
The first is external. The debates across the globe following the launch of
Commission for Africa (CFA) report set up last year by the British Prime Minister Tony Blair, compromising 18 commissioners, did not escape the attention of the Turkish intelligentsia. The CFA report was published in the month
before G8 Summit in Gleneagles, Scotland, in July 2005, with the hope that
G8 leaders might endorse some of the report’s recommendations. The second
is internal and relates to the announcement made in the beginning of 2005 by
the Turkish Premier Recep Tayyip Erdo¤an, that ‘this year is going to be the
Africa Year’. Soon after, following his words Prime Minister Erdo¤an carried
out official visits to Ethiopia and South Africa.
There also exist some fundamental reasons for the recent surge of interest
on Africa, in Turkey. The apparent political and geo-strategic reason comes in
the from of ‘Greater Middle East and North Africa Project’ proposed by the
US administration under President George W. Bush. The ambitious aim put
forward by that project, calls for the introduction of democracy that would
170 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
promote a more publicly responsible and transparent government in the region. The other fundamental reason is the rise of South-South trade and increased demand for African primary sector goods both by Turkey and other fast
growing economies of Asia which will be explained in detail later on in this
study.
This paper focuses on Turkey’s recent interaction with sub-Saharan Africa. It draws on the seminal study by Professor John Sender (1999) and warns
about the limits of Afro-pessimism, the perspective that presupposes African
experience as a tragedy. In the Western milieu, journalists, politicians and academics across the spectrum appear to agree on a pessimistic prognosis of Africa. In the words of a South African academic John Sender (1999) “they commonly use a language that evokes disappointment, moralistic outrage, repugnance and a barely concealed, if not overt, contempt for African ‘barbarism’.
The predominant and stomach churning metaphors are medical/biological:
blood, rot, scars, mutilation, plagues, deterioration, starvation, and pathological crises are said to be endemic.” The pessimist interpretation of Africa’s experience is prevalent in the West. Most Western governments, Bretton-Woods
Institutions (BWIs) and International Financial Institutions (IFSs) adopt such
understanding. Unfortunately, Afro-pessimism is also prevalent in Africa
Undoubtedly Africa has its own problems and turning a blind eye on
them helps no one. Corruption, civil wars, mismanagement, disease and crooked leaders exists in some countries across the continent. History of the continent tells us that, Africa and Africans are not the sole causes of these problems. In fact the problem lies somewhere else as is the case with debt. For the
problem of debt to become this severe requires not only crooked leaders but
also lending at enormous magnitude for some vile reasons.
This paper argues that influence of Afro-pessimism in Turkey can be damaging to the fledgling relations with Africa. Here, following Professor Sender’s approach, I argue that Afro-pessimist view is an inadequate starting point to develop a serious economic relationship. This warning is timely and necessary. Although Turkish literature can be viewed mainly as realistic and objective as highlighted later on in this paper there also exist the use of some malevolent vocalizations with reference to Africa.
It would be erroneous for Turkey to begin understanding African development, performance and economic potential through the prism of Afro-pessimism. Sender (1999, p. 90) warns us that “the simplicity of this approach fails to appreciate the complexity of processes of social and economic change by
focusing too exclusively on only unappealing dynamics of capitalist develop-
The New Turkish-African Economic Relations 171
ment while other important features of the recent economic history of Africa
that have been neglected by the protagonists of nausea, marginalization and
disdain”. For Sender, any critical view of such rushed judgments will serve us
to understand Africa’s real economic potential.
This paper is organised as follows; the next section establishes the dimensions of Turkey’s trade relations with sub-Saharan Africa. Section 3 then begins to highlight the underpinnings of the Afro-pessimist view and its dangerous reverberations on the Turkish milieu. That section suggested avoidance of
Afro-pessimism not only because it is offensive but also because it is scientifically flawed, particularly when analysed through the prism of a historical
perspective grounded on the solid foundation of political economy framework.
Then the following section 4 reports on the historical findings particularly those relating to human progress, agricultural development and economic growth.
In this section it is shown that African development since independence during
1950s and 1960s has been very rapid. Despite damaging impacts of the colonial period and despite being a late starter, when compared to the other regions, development of forces of production in Africa have been impressive. This
line of reasoning sheds a different light to the African experience, as a whole.
Hence, it helps interrogating the policy prescriptions by international organizations prepared on the basis of Afro-pessimist view. The last section draws
some lessons and concludes.
II. Africa - Tu r k e y t r a d e relations
Large number of publicly available evidence indicate a recent surge in
economic interaction between Turkey and Africa (Çak›ro¤lu 2005, K›rbafll›
2005, Kara 2005). This recent economic interaction demonstrates itself mainly
in the volumes of trade. Investigating trade relations help establishing the degree and intensity of any economic collaboration between countries and regions. In this respect, one needs to analyze the differences in influence of the recent and ongoing changes on both product composition and direction of trade
in Turkey and in Africa1.
In this section trade statistics are studied to establish the level of economic interaction between Turkey and Africa.
The rise in economic interaction largely comes from current economic
cycle in the world trade. During recent years, importance of South - South trade has increased considerably due to output growth in some large developing
economies, particularly China and India. The rise of South - South trade has
allowed Africa to recoup some of its market shares in primary products. UNCTAD (2005) report insinuates that the rise in South - South exports of primary
172 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
commodities is likely to evolve into the most resilient feature of what has come to be called the “new geography of trade”.
A quick scanning of Turkey’s foreign trade data reveals an increasing
trend in the share of overall exports and imports from sub-Saharan Africa reflecting the recent trend of improvement in the South – South trade as reported
by the UNCTAD 2005 Trade Report.
During 2000 - 2004 period Turkey’s total exports increased by 44% from
$27,775 bn to $63,075 bn (estimate). Turkey’s overall exports to Africa (North
Africa and sub-Saharan Africa) increased by 46% reflecting a faster growth
than overall export growth. Exports to the African continent increased from
$1,372 bn to nearly $3 bn in four years. In terms of export composition Turkish exports mainly consisted of manufactured goods and processed food.
Table 1. E x p o r t s b y g roup of countries ($ Million)
*Estimate
S o u rce: State Statistics I nstitute (D‹E), 2004, p. 284.
The above table 1 indicates that sub-Saharan Africa’s importance as destination for the Turkish products is rising faster than the North African markets. Although exports to the continent makes approximately 5% of total Turkish exports, the growth rate of trade volumes, the recently signed bilateral trade agreements and favorable global trends are set to improve importance of
African markets for Turkey’s exports.
Turkey’s imports from the African continent is larger than her exports. In
2000, Turkey imported $2,714 bn. worth of goods and services from the African continent that made 5% of total Turkish imports. In 2004, as Turkish imports grew by 55% to $97,362 bn from its 2000 level of $54,503 bn, imports
from the African continent remained at 5% reflected a figure of $4,782 bn reflecting a dramatic rise in the amounts involved.
The New Turkish-African Economic Relations 173
Table 2. I m p o r t s b y c o u n t r y g roups ($ Million)
* Estimate
S o u rce: State Statistical Institute (D‹E), 2004, p. 285.
Table 2 above shows that Turkey’s imports from the African continent
during 2000 – 2004 period increased by 56% reflecting a faster growth rate
than overall imports. In terms of composition of imports, Turkey mainly bought raw materials and primary products from Africa. This trend is also in line with the rise of demand for African products by developing countries with
manufacturing industries. As such mutual welfare and income affects of terms
of trade with Africa can be expected to be more beneficial when compared to
the trade affects of developed parts of the world.
When we turn to trade figures from Africa as a whole, it is possible to detect expansion in export volumes during 1990s, at a pace not seen since the late 1960s. According to UNCTAD (2005) report, terms of trade for some of the
African countries has improved especially due to the higher prices of oil, and
mineral and mining products. In some countries in Africa, the positive effect
of price movements on the purchasing power of exports was reinforced by an
increase in export volumes. Export diversification in Africa was slow and the
purchasing power of Africa’s exports recovered to its level of 1980, in 1996.
Since 2000, Africa’s terms of trade have risen more than those of the other regions as a result of higher demand from the fast growing Asian developing countries for certain primary commodities. Between 1999 and 2004, changes in
the international prices of these commodities have resulted in an improvement
of about 30% in Africa’s terms of trade, compared to some 8% for Latin America, and a decline of 11% for East and South Asia2.
Despite Africa’s positive stance, UNCTAD (2005, p. 94) report states that
“the region remains more vulnerable than any other region to a deceleration of
global demand,… the recent positive evolution in Africa’s terms of trade
174 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
might well be just another temporary boom rather than the beginning of a sustained recovery”. Since it can not be clearly predicted which region is more likely to be hit by any economic downturn Afro-pessimism glimmers through
these sentences.
The distribution and use of income gains from terms of trade changes is
the most important aspect of the rise in terms of trade. The terms of trade improvements since 2002, had little effect on the domestic incomes of most of
the developing countries with Côte d’Ivoire (10.3%), and Ghana (5.0%) but
from sub-Saharan Africa being the exception. The African exporters of minerals and mining products, South Africa and Zambia, both also had large relative gains in domestic income.
The rise of incomes as a result of improved terms of trade led to an increase in aggregate demand which made Africa an important destination for
Turkish exports. This situation can be captured in the words of Mr. Kürflat
Tüzmen, Minister of Trade and Industry that “Turkey aims to increase exports
to Africa to $10 bn, by 2008 from its $3 bn level in 2004” (Sabah, 2005).
From Turkey’s point of view, increased momentum of trade and economic collaboration with Africa requires a balanced and objective evaluation of
the continent that it deserves. In the next section this is done by questioning
Afro-pessimism as a method of understanding Africa.
I I I . A f ro - P e s s i m i s m : “ N o t E v e n I n U g a n d a ! ”
The Turkish literature on Africa is generally compassionate without being patronizing. It was journalistic writings of Dr. H›fz› Topuz during 1960s
and 1970s, a UNESCO official and a vanguard African specialist of Turkish
origin, and his subsequent books on the continent were influential for the benevolent feelings for Africa. However, for most Turks, sympathetic views are
based on the disturbing evidence derived from Africa’s experience with Western colonialism (K›vanç, 1979). In the sense that, the ugly face of colonialism
in Africa is the embodiment of what would have been in Turkey had they not
defeat the colonialist assault through a national liberation war led by the founder of modern Turkey Mustafa Kemal Atatürk and his associates.
The strength of anti-colonialist sentiments in Turkey is well documented
and studied. In many ways, Turks were able to relate their own experience of
anti-colonial nationalist war of independence with the African liberation movements of the 1960s. In this regard, Dr. H›fz› Topuz’s work on Lumumba, an
African hero and the founder of modern Congo murdered by the colonial Belgium, stands out as an important contribution in raising consciousness, in Turkey.
The New Turkish-African Economic Relations 175
More recently a highly respected intellectual magazine called Birikim dedicated one of its issues specifically to the African affairs. The title of this special issue reads “Africa: Our Twin, Our Mirror” (Afrika: Ayn›m›z, Aynam›z).
“Our” here refers to the people in Turkey. There also exists a large amount of
anti-colonial literature in Turkey from both sides of the political spectrum, left
and right. These studies try to interpret African experience with a more objective eye employing pre-dominantly a anti-colonial tone.
On the other hand, in Turkey there also exist another type of discourse on
Africa. This discourse equipped with irredeemable ignorance, sees Africa as a
dark, unknown continent, ripped by wars and corruption. Further, this discourse portrays Africa, as “poor, unimportant, criminal, ignorant, backward, diseased, hopeless, ridiculous etc.” One remarkable feature of this discourse is
the tendency to see the entire continent of Africa as one homogenous big country. This view assumes that economic, political and historical experience of
53 countries on the continent can be seen as an identical one, despite apparent
differences between each country from North to South, East to West, from Sahel to Savannah on the continent.
Unfortunately, such views, ignorant of the realities of Africa, can be found in the writings of many journalists, in the mass media, amongst academic
circles and in the broader community. Some view Africa as tribal and backward. A yardstick for the measure of malevolence3. This degrading discourse
is a tactless one fed with insensitivity and outright ignorance. For instance, a
popular dictum “Uganda’da Bile Olmaz!”, (Not Even In Uganda!) can appear
in the writings of some respectable columnists when they wish to describe their outrage with an appalling and dreadful event that took place in Turkey. Similar views about Africa can be found across the board, sometimes in the popular press, sometimes in the popular culture and sometimes in the opinions
of learned people. In Turkey, this type of views on Africa has been invigorated and influenced by more sophisticated Afro-pessimistic literature produced
in the Western world.
If Turkey is to develop mutually beneficial relations as equal partners
with the countries in Africa it should be beware of the dangers stemming from
the use of Afro-pessimist approach. This type of approach is venomous and
could easily render relations fragile. Afro-pessimism dis-respects differences
and it is open to manipulation. Afro-pessimist view help creating an environment where Turkey’s newly developing relations with Africa can be undermined easily in the hands of insensitive politicians, businessmen and pseudo - intellectuals. In fact, Afro-pessimism can turn into an effective weapon in the
hands of competing powers.
176 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Widespread view on Africa in the West, is a cynical and mostly inaccurate one. For instance The Economist (May 13 - 19, 2000) published a special
issue on Africa titled “Hopeless Continent”. In this issue Africa’s leaders and
donors are characterized as morons. This may well be true for isolated cases
but characterizing the entire continent as such and to blame it all on “African
society” can not be accurate at all. This approach probably comes from a
mindset of some insensitive and tactless individual.
According to such individuals Africa is malnourished, poor, dusty and
governed by crook dictators. For instance, referring to a failed coup attempt by
a group of Western mercenaries, ‘The Guardian’, respectable British daily, recently reported that “the men on board the Boeing 727-100 had allegedly been on their way to mount a coup in Equatorial Guinea, a small, malarial country in west Africa ruled by a tyrant but newly and filthily rich in offshore
oil”.
The men on board are inevitably (!) led by a James Bond 007 figure, “the
Old Etonian and former SAS officer” (hence a well established gentleman!)
Mr. Simon Mann who was arrested at Harare Airport, in Zimbabwe, UK’s arch
enemy in Africa, alongside a plane load of mercenaries who landed there to
pick up consignment of AK47 rifles, mortar bombs, and 75,000 rounds of ammunition.” Having realized the severity of his situation Mr. Mann began writing letters from his cell in maximum security Chikuribu prison firstly implicating Mark Thatcher (Scratcher in Mann’s notes), an arms dealer and former
Prime Minister Iron lady Margaret Thatcher’s son. Mr. Mann then linked
“what had at first seemed to be little more than a doomed Boy’s Own adventure in a forgotten corner of west Africa to a coterie of rightwing businessmen
with links to the highest echelons of the British establishment”4.
So much for “white man’s burden!”.
It is not only that such Afro-pessimist views are offensive and damaging
but they also hinder understanding the true potential and economic performance of Africa. Turkey needs to develop a discourse that emerges through its own
specific interaction with Africa. Turkey should also avoid established Afropessimism developed in the West and evaluate African experience by drawing
on its own experience with the world which is mainly manifesting itself in the
process of full membership talks with the European Union.
The next section looks at African economic performance by concentrating on primarily human progress. It compares human development with the
HICs (High Income Countries) of the OECD and Turkey. African agriculture
The New Turkish-African Economic Relations 177
and urbanization are also compared with the experiences of other developing
countries.
IV. A f r i c a n P ro g ress In Comparative Perspective
Most of Africa is late starter in economic development. In many ways,
Africans are still tackling with the devastating affects of the colonial era. Since the 1950s, when Africans began to take their fate into their own hands after defeating colonialists, there appears some strong evidence on human progress and improvement in their welfare5.
A staunch critique of Afro-pessimism Professor John Sender emphasizes
that, (Sender 1999, p. 100 – 101);
Thinking about development in Africa requires holding at least two sets
of ideas in one’s head at the same time. It is not sufficient to stress the ubiquity of failure, malnutrition, disease, predatory states and war, or to become
overwhelmed by revulsion in the face of misery still experienced by so many
Africans. In addition, it must also be recognised that some important aspects
of the lives of millions of ordinary people have been transformed over the last
five decades. It is on the basis of a clear perception of the complexity and unevenness of all these processes, as well as a critical analysis of the consequences of economic policies in the past, that politically realistic development strategies can be formulated.
John Sender’s criticisms provides a valid and important insight to the intellectual failures of the policy makers. Their ability to hold “two different ideas spontaneously together in their head” is hindered mainly by the Afro-pessimist interpretations of the African experience. In fact, Africa’s story is more
complex than the one suggested by the commonly used macro-economic indicators and the one interpreted simplistically by Afro-pessimism.
Political economy of development approach attempts to link human welfare improvements to the causal economic processes underlying such occurrence. This suggests that improvements in human welfare ought to be captured by a wealth of evidence emerging from changing class relations that are
crystallized around the increases in the numbers of wage earners. This kind of
development signifies transformation of a society from a rural – agricultural
one to an industrial – urban one. Accompanying process is the improvement
of the use of skilled workers, technology and other forces of production. This
type of transformation requires more dynamic relations of production. The view that present capitalist development as the progressist dynamic in the history of humanity is very much underway in Africa and this process is led increasingly by indigenous African capitalist classes. This process anticipates a
178 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
relative decline of the role of agriculture in the economy and the rise of industry and urbanization.
Using the set of data produced in Sender (1999) this section focuses on
human development indicators. During 1950s life expectancy at birth was less
than 40 years. In 1995, life expectancy was well over 10 years than it had been in the 1960s. Before the 1950s under – five mortality rates suggests that
half of the babies died not long after birth in Kenya and Zimbabwe. In Burkina Faso in 1948 under – five mortality rate was over 400 babies per thousand
but declined by about half on average. In 1935, in Ghana under – five mortality rate was three times greater than the present rate. HIV- AIDS prevalence
rate accounts for a 10% or more reduction on average life expectancy in 9 subSaharan countries. In other words if it was not for the HIV – AIDS African on
average would have lived 5 years longer6.
Table 3 below, compares sub-Saharan social data with Turkey and OECD
countries. A comparison Turkey’s life expectancy at birth and infant mortality
figures indicates a much improved situation from the African ones.
Table 3: Comparative Social Data
Source: World Development Indicators (2005)
John Sender (1999) focuses on female literacy at primary, secondary and
tertiary levels, as an indicator to human progress7. In terms of literacy rates,
90% of population in sub-Saharan Africa were illiterate fifty years ago. Women were unlikely to attend schools. By 1995, almost half of all adult females
in sub-Saharan Africa were estimated to be literate. This reflects an achievement that many other developing countries in South Asia the Middle East and
North Africa could not match8. In Chile 80% of adult females were literate at
that date, in Mexico and the Philippines more than 50%, in Thailand more than
The New Turkish-African Economic Relations 179
third and in Singapore more than 5th. In the mid-19th century only about a third
of adult females were literate in some English and Welsh countries. In late
1930s in Taiwan the primary enrollment rate was already close to 80% or in
Korea, 45%. In 1949 – 50 male and female gross primary enrollment rates were 6% in French West Africa, in Tanzania 10% and 16% in Nigeria. In sub-Saharan Africa between 1980 – 1993 primary school enrolment rate has increased by ten million. Larger African countries like Nigeria, Kenya, Tanzania have seen a five fold increase in the annual number of girls enrolled in primary
schools since 1970.
Table 4: Comparative Social Data
2000
2003
2002
2001
S C H O O L E N R O L L M E N T ( P R I M A RY % N E T )
OECD
95,42
96,27
-
95,55
SSA
63,67
-
-
Turkey
86,37
-
87,94
OECD
8.769,28
8.683,05
-
8.663,69
SSA
457,15
431,31
-
449,89
Turkey
1458,25
1422,03
-
1390,87
ELECTRIC POWER CONSUMPTION
S o u rce: World Development Indicators (2005)
180 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
According to the data used in Sender (1999), in the early 1950s most African countries had fewer than 500 girls enrolled at the secondary schools. In
Mozambique there was one secondary school in 1930, in the capital city and
the records show that only 1 girl was enrolled. By 1950 the number has increased to 321 girls and in the beginning of 1990s more than 66,000 girls were enrolled. Female enrollment rates remained low in the sub-Saharan Africa until
1960s, varying between 0.1% - 4% but increased substantially in every country. In fact according to UNESCO figures the proportion of all secondary
pupils who are female sub-Saharan Africa is now larger with a figure of 44%
than South Asia or China, 37% and 43% respectively. The accelerated provision of primary and secondary schooling after 1960s has been followed in the
period since 1980 by a very rapid overall growth rates of female enrollment in
tertiary education. The female enrollment rates in sub-Saharan Africa is the
fastest at 12.4% per annum than in any other region in the world.
Africans have also benefited from improved physical infrastructure. It is
possible to trace these improvements from the comparative social data presented in the Table 4 above that access to drinking water in rural areas has improved. Now more than half of African population have access to sanitation and
clean water whereas in 1970 the proportion was below 10%. The length of paved roads increased from 3.8 km per 1000 km2 to 8.9 km per 1000 km2 in
1990. Electricity production increased by 56% between 1980 and 1994. Expansion in transport and power networks facilitated African’s access to other
important means of communications, cultural exchange, radios, television and
more recently internet. The daily circulation of the most important newspaper
in Nigeria in 1914, Lagos Weekly Record had a total circulation of 700. In the
early 1990s total circulation of newspapers was close to 2 million.
The New Turkish-African Economic Relations 181
Table 5: C o m p a r a t i v e G ro w t h a n d P o p u l a t i o n
Source: World Development Indicators (2005)
In sub-Saharan Africa one of the poorly measured components of the
GDP is agriculture. Agriculture is very important in Africa and currently estimated to account for 30% to 55 % of the GDP. Almost 70% Africans live on
agriculture and more than 50% of employed are women. Agriculture is the
most important source of foreign exchange earnings, contributing over 50%
total exports in recent years in 20 SSA. Pessimistic ideas on the performance
of African agriculture exists and it does not generally receive good remarks.
However, Sender (1999) criticize such evaluation on the basis of the weaknesses of available data and presents a less pessimistic analysis of the most
widely used agricultural statistics. He shows that changes in agriculture is not
inconsistent with other evidence of progress and examines existing evidence
through a historical perspective.
Despite the claims about ‘declining agricultural output’ African agricultural growth has been as rapid as could reasonable be expected. According to
Sender (1999), the compound growth rate of agricultural production in subSaharan Africa as a whole over the 31 year period between 1965 and 1995 was
2.34%. In eight countries (containing almost half of the total population of
sub-Saharan Africa) compound growth rate over this period was even faster
above 2.6% per annum. In Nigeria it was 3% per annum and in Cote D’Ivoire
182 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
over 4% per annum. In the region as a whole the growth in agricultural output
accelerated after 1984, increasing to 3.1% per year between 1984 and 1996.
Growth rates of advanced capitalist countries including Japan during early stages of their industrialization were generally below 1.5% per annum for long
periods.
Table 6: I n d u s t r y a n d A g r i c u l t u re
Source: World Development Indicators (2005)
On a disaggregated level the agricultural output of individual crops grew
much more faster. For instance maize production increased by 3.4% per annum over the period of 31 years, poultry-meat production 4.6%, tea 5.6%, fruit and vegetable exports over 5% and paper and paperboard production 9%.
What is remarkable is that these growth rates were achieved in the context of
rapid urbanization. West African urbanization has been much faster that the urbanization in Western Europe during industrial revolution. Although urbanization was not so rapid in other parts of Africa, the agricultural workforce has
achieved significant productivity gains. This is most impressive particularly
when economically active population in agriculture was growing more slowly than the growth in output, 2.2% vs. 2.8%.
The rise in labor productivity in the African agriculture was due to technological change and changes in some of the techniques used. The area under
irrigation increased by over two million hectares about 75% during 19651993. Consumption of fertilizers and the use of tractors also increased significantly. As a result of rising productivity and technical change per hectare yields of a range of crops, including maize, rice, wheat, potatoes, cassava and te-
The New Turkish-African Economic Relations 183
a has increased. The rate in growth of per hectare yield during 19th century Europe was much slower.
Some other factors also contributed to the change in the level of the productive forces in agriculture. Relevant to the adoption of new techniques the
use of skilled workers also increased. The number of graduate scientists working in the national agricultural research systems in sub-Saharan Africa increased by 600% over the last 3 decades. The number of full time researchers
at universities has increased at an annual rate of 10% and in the last three decades many of these achieved post-graduate qualifications. Tanzania at the time of her independence had 15 graduates and Mozambique had 4. Democratic Republic of Congo had only one High School in 1960.
It is important to note that grain output per hectare was much higher and
has increased at a much faster rate in many other developing regions. But their initial conditions were much different than sub-Saharan Africa. For instance, 1/3 of Thailand’s arable land is irrigated, reflecting centuries of prior investment in improved land infrastructure.
Overall, compared with other regions in a historical perspective African
human progress and economic growth has been impressive and remarkable.
Evidence refutes the view named here as Afro-pessimism.
V. Conclusion
I have maintained that most arguments raised on the economic potential
of Africa tend to focus on a pessimistic view of aid-dependent continent with
criminalized and paternalistic states, corrupt bureaucrats, failed markets and
societies. I have presented here, by referring to a variety of historical and statistical data, that African economic potential is heterogeneous, complex and
requires objective and secular study carried out with a mind that is open to all
lines of inquiry.
So in response to the Economist’s arrogant title “Africa: A Hopeless Continent” and other similar Afro-pessimist evaluations of the continent, I would
dare to put forward that African experience is like any other in the world with
many people with a hope of their own, history and memory. Africans throughout thousands of years millimeter by millimeter devised ways and methods
to secure an existence that also fed and helped the growth of Western industrial giants while they ‘scrambled for Africa’. Many would agree with me that
solutions to the problems of the continent, the hope and inspiration lie within
the continent itself as is the case with fighting against malaria, HIV – AIDS
and other problems.
184 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
The trade patterns and the terms of trade effects reported above indicates
that it is beneficial for Turkey to develop closer partnership with Africa. Therefore, it is imperative at this point to draw attention to the perilous and toxic
discourse of Afro-pessimism which might damage mutually beneficial affiliations.
Turkey entering into a new era of improved relations with the African
continent needs to properly explain her own history of anti-colonialism and
understand African experience properly but not through the arrogant prism of
Afro-pessimism but through objective and scientific studies. This paper can be
consider successful if it provides one step towards that direction.
Bibliography
Akyüz Y›lmaz and Charles Gore (2001) “African Economic development
in A Comparative Perspective”, Cambridge Journal of Economics, No: 25, pp.
265 – 288.
Arrighi Giovanni (2002), “The African Crisis, World Systemic and Regional Aspects”, New Left Review, No: 15, May – June, 2002, pp. 5 – 36.
Azam Jean Paul, Augustine Fosu and Njuguna S. Ndung’u (2002), Explaining Slow Growth in Africa, African Development Bank (ADB), Oxford:
Blackwell Publishers.
Birikim (2003), Afrika: Ayn›m›z, Aynam›z, (Africa: Our Twin, Our Mirror), Kas›m – Aral›k, No: 175-176, ‹stanbul: Birikim Yay›nlar›.
Collier Paul and Jan Willem Gunning (1999), “Why Has Africa Grown
Slowly”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 13, Issue 3, pp. 3 – 22.
Commission For Africa (2005), Our Common Interest, (Report of the
Commission for Africa)
Çak›ro¤lu Perihan (2005), “Güney Afrikal› Türk Lokumunu Çok Sever”
(South African Loves Turkish Delight), Referans, (15.10.2005).
Kara Mehmet (2005), “Türkiye Tarihi Misyonunu Üstlenmeli”, (Turkey
Ought to Shoulder Her Historical Mission), Yeni Asya, (09.05.2005)
Karshenas Massoud (1998), Capital Accumulation and Agricultural Surplus in sub-Saharan Africa and Asia, UNCTAD, Working Paper, Geneva.
K›rbafll› Ömür (2005), “Türkiye Afrika’ya ‹hracat Kap›s›n› M›s›r’la Açacak”, (Turkey Will Open Export Door to Africa From Egypt), Hürriyet,
(17.03.2005),
The New Turkish-African Economic Relations 185
K›vanç Ümit (1979), Afrika Boynuzu’nda Ne Oldu?, (What Happened in
the Horn of Africa?), ‹stanbul: Birikim Yay›nlar›.
Mold Andrew (2005), Africa’s ‘Last Chance’? Reflections on the Commission for Africa and the Millenium Project Reports, Madrid: Real Instituto
Elcano, Working Paper No: 42/2005.
Sabah (2005), “Afrika’ya 10 Milyar Dolar ‹hracat Hedefleniyor”, (Exports Targeted to be $10 bn.), (14.06.2005).
Sender John (1999) “Africa’s Economic Performance: Limitations of the
Current Consensus”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 13, Issue 3,
pp. 89 – 114.
Sender John, Cramer Chris, Oya Carlos (2005), Unequal Prospects: Disparities in the Quantity and Quality of Labour Supply in sub-Saharan Africa,
The World Bank, Washington D.C.: Social Protection Discussion Paper No.
0525.
T.C. Baflbakanl›k, D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› (2004), ‹hracat 2004 – 2006
Stratejik ‹hracat Plan›, Ankara, p. 49.
T.C. Baflbakanl›k, D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› (2005, Turkey’s Foreign Trade 1990 – 2004, Main Developments in Turkey’s Foreign Trade, Ankara.
Thandika Mkanwadire (2001), “Thinking About Developmental States in
Africa”, Cambridge Journal of Economics, No. 25, pp. 289 – 313.
The Guardian (26.08.2004), “Thatcher and The Very African Coup”, Jamie Wilson, David Pallister and Paul Lashmar.
T‹KA (Undated), Sahra-alt› Afrika Ülkeleri Raporu, (Sub-Saharan African Countries Report) T.C. Baflbakanl›k, Türk ‹flbirli¤i ve Kalk›nma ‹daresi
Baflkanl›¤› (Republic of Turkey, Prime Ministry, Turkish Co-operation and
Development Administration), Ankara.
Topuz H›fz›, (1970), Kara Afrika, (Dark Africa), ‹stanbul: Remzi.
Topuz H›fz›, (1987), Lumumba, ‹stanbul: Remzi.
Topuz H›fz›, (2005), Elveda Afrika, Hoflçakal Paris, (Audieu Africa, Good Bye Paris), ‹stanbul: Remzi.
UNCTAD (2003), Economic Development in Africa, Trade Performance
and Commodity Dependence, UN: New York, Geneva, p. 84.
UNCTAD (2005), Economic Development in Africa, Re-thinking the Ro-
186 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
le of Foreign Direct Investment, UN: New York, Geneva, p. 115.
UNCTAD (2005), Trade and Development Report 2005, New Features of
Global Interdependence, UN: New York, Geneva, p. 204.
Official Statistics
World Development Indicators, 2005.
T.C. Baflbakanl›k, D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› ‹statistikleri (Republic of Turkey, Prime Ministry, Undersecretary for Foreign Trade Statistics), 2005.
The New Turkish-African Economic Relations 187
Notes
1
The main difference of influence comes from different labour market conditions
Sender John, Cramer Chris, Oya Carlos (2005). In Turkey recent productivity gains due to flexible labour markets and lower wages realized after the customs union agreement with the EU. Price formation for low-skilled manufactures in Turkey very much
resembles to that of primary commodities. In Africa relative decline in export prices for
primary products has been associated with lower volume growth (and vice versa), due to the much lower price elasticity of demand. On the export side, the impact differs
according to the shares of manufactures and primary commodities, and on the import
side, it is especially the dependence on fuels and industrial raw materials that determines the outcome for individual countries. The same factors that improved the terms of
trade of some groups of countries, especially the higher prices of oil and minerals and
mining products, led to a worsening of the terms of trade in others.
2
Since 2002, some of the African countries with a high share of oil, and minerals
and mining products in their total exports have improved their terms of trade. Among
the countries with a dominant share of exports of minerals and mining products, exporters of uranium (Niger) and copper (Zambia) saw the strongest improvements in their
terms of trade. Mozambique an exporter of bauxite and aluminium saw a slight deterioration in its terms of trade between 2000 and 2004. Cotton exporters, Benin and Burkina Faso, the terms of trade were subject to wide fluctuations around a declining trend
during the period 2000–2004. In Malawi, terms of trade declined dramatically since
2000, due to weakness in the prices of tobacco and sugar. Coffee-exporting Burundi
witnessed a slight improvement in the terms of trade in 2003 and 2004 and in Cote
d’Ivoire, the world’s leading cocoa exporter, the terms of trade rose by more than 20%
between 2000 and 2004. Briefly, since 2000, Africa’s terms of trade have risen more
than those of the other regions as a result of higher demand for certain primary commodities.
3
Mr. Bekir Çoflkun known as the most respectable and allegedly sensitive columnist of Hürriyet, notorious with his frequent campaigns for animal welfare wrote the
following words on 27 December 2005, “while the ‘legality’ works much better even
in the African tribes, how could you call a country like this (Turkey – S.A.) a ‘state of
law?’. (Afrika kabilelerinde dahi ‘ h u k u k ’ daha iyi ifllerken, böyle bir ülkeye nas›l ‘ h u kuk devleti’ dersiniz?).
4
The whole reporting of the plot seems like coming out of a 1968 movie called
“The Dark of the Sun” with Rod Taylor in it, leading a group missionary soldiers on a
mission to help rescuing (!) a Belgian company’s diamonds from falling into the hands
of an African national liberation movement. Or the plot is almost similar to the story-
188 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
line of a famous 1978 film the “Wild Geese.” In the “Wild Geese” a British multinational firms plots to overthrow a vicious dictator in central Africa and hires a band of
mercenaries. These gentlemen are sent to save the imprisoned virtuous opposition leader who is also critically ill and due for execution. The mercenaries organise an excellent rescue but the firm cuts a deal with the vicious dictator and leave mercenaries in
difficulty. It is difficult to predict to what extent these large number of mercenary films
influenced Mr. Mann and his colleagues but the outcome of their attempt certainly has
been a diplomatic embarrassment and an international scandal for Britain’s Mr. Tony
Blair and Spain’s Mr. Mario Aznar.
5
A note of caution is necessary. Much of the statistical data and its quality is problematic. Nevertheless it is possible to establish some clear trends.
6
When compared to England and Wales at the turn of the century and Russian Federation since 1989, sub-Saharan African performance has been superior. In England
and Wales female life expectancy in the early 20th century was five years shorter than
this, 49 in 1901. In the Russian Federation life expectancy at birth fell between 1989 –
1995 by 6 years while infant mortality increased significantly.
7
Sender follows the intuition that a strong correlation exists between the expansion of female secondary school provision with reduction in infant mortality and fertility.
8
In South Asia 36%, (24% in Pakistan, 26% in Bangladesh, 15% in Afghanistan,
14% in Nepal) of women were illiterate by 1995. When initial literacy levels of other
developing countries are taken into account sub-Saharan Africa’s performance in removing illiteracy is also impressive. For instance, female literacy had already reached
much higher levels by the early 1950s in the most rapidly industrializing economies.
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Ya r d › m l a r › n R o l ü
ve Etkinli¤i (Sorunlar ve Çözüm Önerileri)
Zahra Nuru
Çev. Hasan Öztürk
Afrika’da, k›tam›z› y›k›p geçen dört sorunla karfl› karfl›yay›z;
(1) Yoksulluk ve bunun sonucu olarak ortaya ç›kan hastal›klar, cehalet, suç
ve sosyal ayaklanmalar; (2) AIDS; (3) S›tma; (4) Verem. Afrika’n›n bol kaynaklara sahip olmas›na ra¤men hala yoksulluk ile mücadelede baflar›s›z oldu¤u söylenir. Bu durumu izah edecek birçok hipotezin oldu¤undan eminim. Bununla birlikte yoksulluk seviyesini azaltmak için bir an önce ekonomik adalet
düflüncesi ile somut ad›mlar at›lmal›d›r.
K›tam›z on y›llard›r savafllar ve çat›flmalara düçar olmufltur... Bu durumun
sonsuza kadar devam etmesine izin verilemez. Samimi ve tarafs›z bir tutum tak›nman›n zaman› gelmifltir.
Zambiya Cumhuriyeti eski Devlet Baflkan› Dr. Kenneth Kaunda’n›n (1964
- 1991) “fiahsi Ç›karlar› Aflma Gereklili¤i” üzerine yaz›s›ndan al›nm›flt›r.
Girifl
Evrensel ‹nsan Haklar› Beyannamesi ve Milenyum Beyannamesi, yeryüzündeki tüm insanlar›n sa¤l›k, e¤itim, bar›nma ve güvenlik gibi temel insani
haklara sahip olduklar›n› garanti alt›na almaktad›r. Milenyum Kalk›nma Hedefleri (MKH), zaman hedefi olan ve rakamlarla ortaya konmufl, farkl› boyutlar›yla afl›r› seviyedeki yoksullu¤u (cinsiyet eflitli¤ini, e¤itimi ve sürdürülebilir çevre bilincini desteklerken gelir yoksullu¤u, açl›k, hastal›klar, yeterli bar›nacak yer eksikli¤i ve ülke d›fl›na at›lma ile mücadele) yenmeyi amaç edinen
hedeflerdir. Birleflmifl Milletler, Afrika’da 34, Asya’da 14 ve Pasifik ve Arap
190 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
ülkelerinde bir, Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde bir tane olmak üzere
50 ülkeyi En Az Geliflmifl Ülke (EAGÜ - Least Developed Country, LDC) olarak tan›mlad›. Bu ülkeler, uluslararas› toplumun en yoksul ve en zay›f kesimini temsil etmektedir ve dünyada her on kifliden biri az geliflmifl bir ülkede yaflamaktad›r. Bu gruptaki ülkeler üç temel ölçüte göre tan›mlanmaktad›r; düflük
gelir, zay›f insan gücü ve ekonomik yetersizlik.
Genel olarak herkes taraf›ndan kabul edilmektedir ki, ulusal politikalar› hedef alan ortak gayretler sergilenmedikçe ve buna ek olarak Afrikal›larca d›fl
yard›mlar› çekmeyi amaçlayan tedbirler al›nmad›kça uluslararas› kalk›nma
hedeflerine ulafl›lamayacakt›r ve Afrika ve di¤er EAGÜ’lerin halklar› d›fllanma ve insanlar›n onurunu k›racak düzeyde bir yoksulluk içinde yaflamaya devam edeceklerdir. Afl›r› yoksullu¤u azaltmaya odaklanma, sürdürülebilir büyümeyi ve kalk›nmay› destekleyecek kurumsal ve insani kaynaklar gelifltirilmesi 2001’deki Brüksel Deklarasyonu ile tan›mlanan öncelikli tedbirlerden
birkaç›d›r. Bunlar›n yan› s›ra, arz taraf›ndaki engelleri ortadan kald›r›lmas›,
üretim kapasitesinin art›r›lmas›, büyümeyi h›zland›rmak için iç piyasan›n geniflletilmesi, gelir ve istihdam oluflturulmas›, dünya ticareti ile küresel maddi
ve yat›r›m ak›fllar›nda Afrika’n›n pay›n›n art›r›lmas›, çevrenin korunmas›, g›da güvenli¤i ve beslenme bozuklu¤unun önüne geçilmesi di¤er önceliklerdir.
A f r i k a ’ n › n k a l k › n m a ç›kmaz›
Afrika yaklafl›k 850 milyon nüfusa sahiptir. Afrika’n›n siyasi ve sosyo-ekonomik kalk›nmas›, sömürgeci ülkelerden kalan iktisadi mimari ve sosyal altyap›dan kaynaklanan ciddi ba¤›ml›l›k ve özgürlük ac›lar› ile geçti¤imiz otuz
y›l boyunca pek çok defa sekteye u¤rad›. Dünya nüfusunun % 13’üne sahip
Afrika, dünya üretiminin % 2’sini gerçeklefltirmektedir. Nüfusu yaklafl›k olarak Afrika’n›nkinin yar›s› kadar olan Kuzey Amerika, dünya GSY‹H’sinin
(Gayri Safi Yurt ‹çi Has›la) neredeyse 1/3’ünü karfl›lamaktad›r. Dünya toplam
GSY‹H’sinde Afrika’n›n pay› 1970’den beri % 2 seviyesinde sabit kald› ve
2020 y›l›na kadar da bu düzeyde kalaca¤› tahmin edilmektedir.
Demografik trendler Afrika’da nüfus art›fl› oran›nda art›fl oldu¤unu ortaya
koymaktad›r. Afrika’n›n nüfusu 1970 y›l›nda 364 milyon iken 1999’da yaklafl›k 800 milyon olmufltur ve 2020’ye kadar 1.3 milyar seviyesine ç›kmas› tahmin edilmektedir. Görüldü¤ü gibi 1970’den beri Afrika’n›n nüfusu iki kat›ndan fazla artt› ve y›lda yaklafl›k % 2.7 gibi (dünyada en h›zl› artan nüfus) bir
nüfus art›fl oran›yla artmaktad›r. Bu art›fl içinde en büyük paya sahip olan grup
% 40’a varan 15 yafl alt› genç insan grubudur ve genç nüfustaki bu art›fl Afrika’y› daha genç bir k›ta haline getirmektedir.
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Yard›mlar›n Rolü ve Etkinli¤i 191
2020’ye kadar Afrika’n›n reel GSY‹H’sinin nüfus art›fl h›z›ndan biraz daha
yüksek bir de¤erde, yaklafl›k olarak y›lda % 4 gibi bir oranda artmas› öngörülmektedir ve kifli bafl›na düflen gelirdeki art›fl›n bir sonucu olarak genelde, baz›
ülkelere göre farkl›l›k gösterse de, ortalamada hafif bir yükselifl beklenmektedir. Kifli bafl›na düflen gelir 1995’te $573 iken 1998’de % 3.8 artarak $576 seviyesine yükseldi. Cezayir ve Nijerya gibi Afrika’dan petrol ihraç eden ülkelerin ekonomik büyümeleri 1998 boyunca ve 1999 bafllar›nda dünya petrol fiyatlar›ndaki düflüflten olumsuz yönde etkilendi. Afrika ekonomisi, yo¤unlukla tar›m ve maden ham madde ihracat›na dayanmaktad›r. Ço¤unlukla petrol ithal eden Afrika ekonomileri artan küresel petrol fiyatlar›ndan etkilenmifltir.
E¤itim ve sa¤l›k hizmetlerinin baflta k›rsal kesimler olmak üzere daha genifl
kitlelere yay›lmas›na duyulan ihtiyaç ve artan beklentiler yüzünden hizmet talebi belirgin flekilde k›smen artt›. Bunun sonucu olarak birçok ülkenin sa¤l›k,
e¤itim, tar›m, içme suyu sa¤lanmas› ve sa¤l›k koflullar›n›n gelifltirilmesi gibi
temel hizmetlerde özel sektöre ba¤›ml› hale geldi¤i, tehlike çanlar› çalan bütçe aç›klar› ortaya ç›kt›.
Borç, birçok Afrika ülkesi için önemli bir sorun olmaktad›r ve Afrika’n›n
borçlar› 1980-1995 aras›nda neredeyse üç kat artt›. K›tan›n toplam borcu 300
milyar dolar› bulmaktad›r. YBFÜ (Yüksek Borçlu Fakir Ülke - HIPC) inisiyatifi alt›nda 2001 y›l›nda 1.4 milyar dolar borç silindi. Ticaret sapt›r›c› politikalar bu miktar› da geride b›rakacak kadar gelir elde edilmesini engelledi. YBFÜ
statüsündeki 15 ülkeden 13’ü Afrika’dad›r. Gelir yoksullu¤u üzerine yap›lan
incelemeler, Sahraalt› Afrika’da durgunlu¤u, gerilemeyi ve 2001 y›l›nda
1990’a göre 100 milyon daha fazla insan›n günde bir dolardan daha az bir gelirle yaflam›n› sürdürmekte oldu¤unu göstermektedir. Afla¤›da 1990’dan beri
seçilen bölgelerde kalk›nmakta olan ülkelerin durumlar›n› yans›tan ve de¤iflimleri gösteren tabloya bak›n›z;
192 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Tablo 1: 1990’dan beri bölgelere göre k a l k › n m a k t a o l a n ü l k e l e r i n i l e rleyiflleri (seçilmifl bölgeler)
Kaynak: Kalk›nmada Yat›r›mlar: MKH’ne Ulaflmak ‹çin Uygulama Plan›
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Yard›mlar›n Rolü ve Etkinli¤i 193
Tar›m birçok EAGÜ ekonomisinin belkemi¤i niteli¤indedir. Afrika’da tar›m, k›ta GSY‹H’n›n % 24’ü, döviz girdilerinin %40’› ve istihdam›n % 70’i
anlam›na gelmektedir. Tar›m alan›nda ana iflgücünü kad›nlar oluflturmaktad›r.
Sadece Uganda’da kad›nlar ülkedeki g›da üretiminin % 75’ini gerçeklefltirir ve
tar›m alan›ndaki iflgücünün % 80’ini oluflturur.
Ba¤›ms›zl›k sonras› dönemde, sürdürülebilir ekonomik büyüme ile kendisini yeniden aya¤a kald›ran bir Afrika yaratmak (ve siyasi ba¤›ms›zl›¤› ve gelecek vaat eden bir ekonomiyi destekleyecek kurumlar›n yarat›lmas›) için çok
çaba sarf edildi. O zamanki ismi ile Afrika Birli¤i Örgütü (ABÖ) ve BMAEK
(Birleflmifl Milletler Afrika Ekonomik Komisyonu-UNECA) taraf›ndan Addis
Abeba’da ve di¤er Afrika ülkelerinin baflkentlerinde toplanan, Afrika’n›n belirlenen hedeflere nas›l ulaflabilece¤inin, h›zl› kalk›nma yollar›n›n, tam ba¤›ms›zl›¤›n ve entegrasyonun sa¤lanmas›n›n ve geniflletilen Afrika birli¤i potansiyelinin hayata geçirilmesinin tart›fl›ld›¤› Devlet ve Hükümet Baflkanlar›’n›n
bir araya geldi¤i zirveler ve uzman toplant›lar› bu çabalara örnek olarak gösterilebilir.
Geçti¤imiz on y›llar Lagos Eylem Plan›, Afrika Kalk›nma Ony›l› ve günümüz Afrika Birli¤i planlar›nda, NEPAD’da (Afrika’n›n Kalk›nmas› ‹çin Yeni
Ortakl›k) Afrika’n›n kalk›nmas› için k›smen de olsa zemin haz›rland›. Afrika
Emsal Tarama Mekanizmas› (AETM, Africa Peer Review Mechanism) flimdiye kadar kutsal say›lan devlet yönetimi sorunlar›n› gündeme getiren benzersiz
ve dinamik bir sistem ortaya koydu. AETM, ülkelere yönetimde ve idari kurumlarda ülke tabanl› de¤erlendirmeler yap›lmas›na müsaade eden 25 civar›nda Afrikal› ülke taraf›ndan (neredeyse Afrika Birli¤i üyelerinin yar›s›) onaylanan elefltirel bir yönetim mekanizmas›d›r. AETM, kendi verimlili¤ini etkileyecek düzeyde özellikle çat›flma, iç savafl ve savafl durumda olan ülkeler ve savafl sonras› yeniden infla sürecinde olan ülkeler ile u¤rafl›rken ciddi meydan
okumalara maruz kalmaktad›r. Bunlar, halklar›n ihtiyaçlar›na cevap verebilen,
daha demokratik, istikrarl›, huzurlu ve yeni nesiller için daha iyi bir gelecek
haz›rlamak isteyen bir k›tay› infla ederken gerekli olan flartlard›r.
Geçen aylarda yay›nlanan ‹ngiltere Baflbakan› Tony Blair baflkanl›¤›ndaki
Afrika Komisyonu 2005 raporu sekiz endüstriyel gücün oluflturdu¤u G8 zirvesine meydan okudu. Rapor e¤er uluslararas› toplum MKH gibi Afrika’n›n kalk›nmas›n› amaçlayan hedeflerine ulaflmak istiyorsa G8’in Afrika’ya yard›m›
acilen gündemine almas› gerekti¤ini vurgulad›. (bkz. Tablo 1)
Tüm bu niyetler ve ileriye dönük stratejiler Afrika’n›n karfl›laflt›¤› sorunlar›n çözülmesi için yap›lacak yard›m›n parametrelerini belirlemeyi amaçlamaktad›r. Bu niyet ve stratejiler ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde vizyon sahibi li-
194 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
derli¤i ve adanm›fll›¤› gerekli k›lmaktad›r. Bunlar ile fakir ülkelerde insan
onurunu ön plana ç›karacak toplumlar›n sosyal ve ekonomik dönüflümü için
temel ortaya konmaktad›r. Bunun da Afrika’ya yap›lan yard›m›n niteli¤ini ve
niceli¤ini art›rarak, borçlar›n iptal edilmesi, insani yard›m ve acil yard›m sa¤lanmas›n› amaçlayan politikalar› destekleyerek ve kalk›nma deste¤ini maksimum seviyede faydal› hale getirerek baflar›lmas› öngörülmektedir. Bunlar baz› ülkelerde ulusal politika çerçevelerine de¤er eklerlerken di¤er ülkelerde insan ve gelir yoksullu¤unu azaltan bir motor görevi görmekte, çevre bozulmas›yla mücadele etmekte, AIDS ve di¤er hastal›klarla mücadele edenlere destek
olmakta ve idari kurumlara destek olmaktad›r. Politikalar›n icra edilmesi ve bu
yüce hedeflerdeki ilerlemenin takibi, Afrika’n›n kalk›nma denkleminin tümünde en çok bölücü rol oynayan ve geliflmelere meydan okuyan faktör olarak kalmaktad›r.
Sahraalt› Afrika’da baz› ülkelerin nüfusu, AIDS salg›n›n›n patlak vermesinden önce ortalama yaflam süresinin 50’yi aflt›¤› olumlu trendler göstermiflti.
Bununla birlikte AIDS’in ortaya ç›k›fl›n› takip eden on y›l içinde ortalama yaflam süresi baz› Sahraalt› ülkelerinde 39’a kadar düflerek endifle verici düzeylere ulaflt›. Bu demografik gerçek günümüzün en önemli tehlikelerinden birisidir. Baflta AIDS yüzünden olmak üzere k›tan›n nüfusu 25 y›l öncesinden daha kötü durumdad›r, ortalama yaflam süresi azalmaktad›r ve do¤um esnas›nda
ölen anne say›s› artmaktad›r. Befleri sermaye kayb›n›n makro ekonomik etkisi
ekonomik kalk›nmay› ciddi flekilde etkileyecektir. (Örne¤in Lesotho 2002
GSY‹H 714.4 milyon dolar ve kifli bafl›na düflen gelir 550 dolar idi. (Dünya
Bankas›, 2005) Ülkenin on y›l sonraki GSY‹H’s›n›n AIDS sorunu yüzünden
olmas› gerekenden 200 milyon dolar daha düflük olmas› ve kifli bafl›na düflen
gelirin ise 94 dolar daha az olmas› beklenmektedir.)
AIDS Zambiya’y› yavafl yavafl ele geçirmeye bafllarken, ülke ekonomisi
küçülürek GSY‹H 1980 – 1999 aras›nda % 20 düflerek 505 milyon dolardan
370 milyon dolara geriledi. Fakat AIDS’i bu gerilemenin tek sebebi olarak
görmek do¤ru olmayacakt›r. Örne¤in, UNDP, Burkina Faso’da yoksulluk içinde yaflayan insan oran›n›n AIDS dolay›s›yla 2010’a kadar % 45’ten % 60’lara
yükselece¤ini tahmin etmektedir.
Bugün Sahraalt› Afrika’da ortalama gelir 1990’dan daha düflüktür. Geride
b›rakt›¤›m›z y›llarda Burkina Faso, Gana, Mozambik ve Tanzanya gibi çeflitli
ülkelerde yeniden aya¤a kalkma ve yap›lanma çabalar›na tan›k olduk. Dolay›s›yla bu yeniden yap›lanmay› de¤erlendirecek olursak, 2000’den bu yana devam eden kifli bafl›na düflen gelirdeki % 1.2’lik bir büyüme ile sahra alt› ülkelerin ortalama gelirlerini 1980’deki haline getirmeleri 2012’yi bulacakt›r
(UNDP HDR, 2005, s.34).
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Yard›mlar›n Rolü ve Etkinli¤i 195
A f r i k a ’ n › n k a l k › n m a s › n d a d ›fl ya r d › m l a r
Afrika’da kalk›nma yard›mlar›n›n etkisini art›rmak için ne yap›lmas› gerekti¤i meselesi yeniden gündemde yer almaktad›r. Temel parametreler olan ne
tür ve ne kadar yard›m›n ve kalk›nma deste¤inin Afrikal›lar›n yaflam flartlar›n› de¤ifltirece¤i ve reformlar› destekleyece¤i, üretimi, ifllemeyi ve pazarlamay› art›raca¤› ve mikra-makro ba¤lant›lar sa¤layaca¤› kamu politikalar›na ve
ulusal plan ve programlara dayanmaktad›r. Yard›mlar›n etkinli¤i ve verimlili¤i meselesi, yard›m alan ülkenin benimseme kapasitesi, reform için koflullar›n
haz›r olmas› ve her fleyden önce ulusal makro-mikro politikalar, kamu sektörü reformlar›, mali ve parasal politikalar ile alakal›d›r. Di¤er tarafta donör konumundaki ülkelerin sa¤layacaklar› finansmanlar ve ödemeler bu ülkelerin
önerdikleri düzenleyici ve idari direktifler ve talimatlar ile do¤rudan alakal›
idi. Bu direktiflerin aras›nda belirli sektörlere müdahale edilmesi de bulunmaktad›r. Ayr›ca bu donör ülkeler ileri gidilerek bazen sunduklar› yard›mlar›n
nereye ve nas›l kullan›lmas› gerekti¤ine dair plan ve programlar da ileri sürmektedirler. Ödemelerin yap›lmas› s›ras›nda iki taraftaki bürokratik gerekliliklerden dolay› normalden fazla gecikmelerin olmas› kaç›n›lmazd›r. Baz› durumlarda donör ülkeler ödemeleri yaparken kur fark›ndan kaynaklanan dalgalanmalardan dolay› bütçe idaresinde s›k›nt›lar yaflad›. Kalk›nma yard›mlar›n›n
etkinli¤ini art›rmada verici ülkelerin ve ortaklar›n›n etkinli¤ini belirlerken, bir
tarafta donör ülkelerin politika ve uygulamalar›n›n çok boyutlu yap›s› üzerinde ve di¤er taraftan ise yard›m alan ülkenin plan ve yaklafl›mlar› üzerinde kafa yormak önem arz etmektedir. Yard›mlar›n koordine edilmesini, kaynaklar›n
zaman›nda ve etkin biçimde kullan›lmas›n› kolaylaflt›rmak için yo¤un bir diyalog ve ortak ekspertiz çal›flmalar› ile Resmi Kalk›nma Yard›mlar›n› (RKY)
daha iyi yönetmeyi teflvik edici do¤ru mekanizmalar›n oluflturulmas› gibi birtak›m tedbirler al›nmal›d›r.
Ya r d › m a k›fl›
1970’de Birleflmifl Milletler Genel Kurulunda al›nan bir karar ile geliflmifl
ülkelerin GSY‹H’lerinin % 0.7’sini kalk›nmakta olan ülkelere yard›m olarak
kullan›lmas›n›n onaylanmas›n›n üstünden 35 y›l geçti. Karar flöyle demektedir;
“Resmi Kalk›nma Ya rd›m› ile gerçeklefltirilebilecek rolün özel önemini anlarken kalk›nmakta olan ülkelere yap›lan finansal kaynak transferlerinin
önemli bir bölümü RKY olarak sa¤lanmal›d›r. Ekonomik olarak kalk›nm›fl her
bir ülke kalk›nmakta olan ülkelere yönelik yard›mlar›n› art›racak ve
GSY‹H’lar›n›n en az %0.7’sini bu on y›l›n ortas›na kadar bu ülkelere yard›m
olarak kullanacaklard›r. ” (BM 1970 Paragraf 43)
196 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Kabul edilen RKY’lar›n›n üzerinden on y›l geçti ve hedeflere ulafl›lamad›.
RKY 1980’de % 0.35’e ulaflt› ve 1990’a kadar donör ülkelerin GSY‹H’lerinin
% 0.34’ü seviyesindeydi. Ayn› y›l % 0.7 hedefi bütün ülkelerce para bak›m›ndan uyumda (OECD 2004) yeniden kabul edildikten sonra yard›m oran›
2002’de % 0.23’e düfltü. Avrupa Birli¤i 2006 y›l›na kadar GSY‹H’nin yard›m
olarak kullan›lan pay›n› % 0.33’ten % 0.39’a yükseltilmesinde karar k›l›nca,
uyumun taraflar› gerileyen RKY’lerindeki trendleri tersine çevirmek için kendilerini bu ifle adad›lar. OECD-DAC üyeleri, 2001’den 2002’ye kadar kalk›nmakta olan ülkelere yönelik RKY’lerini gerçek manada % 4.8 art›rarak 57
milyar dolara yükseltti. Bu oran üye ülke GSY‹H toplam›n›n % 0.23’ne eflittir. OECD tahminlerine göre Monterrey vaatlerini yerine getirmek RKY’ni reel olarak % 31 (16 milyar dolar) art›racak ve 2006’ya kadar RKY’nin
GSY‹H’ye oran›n› % 0.26 seviyesine getirecektir. Ancak, bu oran hala
1992’ye kadar düzenli olarak baflar›lan % 0.33 oran›n›n alt›ndad›r. GSY‹H’nin
% 0.7’sini yard›m olarak kullan›lmas›n› öngören uzun dönemli hedefin gerçeklefltirilmesi yak›n zaman içinde mümkün görülmemektedir.
fiimdiye kadar sadece befl ülke % 0.7 hedefine ulaflt› ve bu hedefi aflt›: Danimarka, Lüksemburg, Hollanda, Norveç ve ‹sveç. Geçti¤imiz iki y›l içinde
di¤er alt› ülke 2015 y›l›ndan önce bu hedefe ulaflmak için özel çal›flma takvimi haz›rlad›lar: Belçika, Finlandiya, Fransa, ‹rlanda, ‹spanya ve ‹ngiltere.
Böylece OECD-DAC üyelerinin neredeyse yar›s› 2015’e (MKH’nin gerçeklefltirilmesi için öngörülen tarih) kadar % 0.7 hedefine ulaflmak için plan ve
program yapm›fl durumda.
Kutu 1. Donör ülkelerin yard›mlar›n›n kalk›nma etkinli¤inin de¤erlendirilmesi: Çok boyutlu bir yaklafl›m
Kalk›nma etkinli¤ini art›rmada verici ülkelere gerçekçi bir rol belirlerken onlar›n çok genifl verici politikalar›n› ve uygulamalar›n› göz önüne almak önemlidir. RKY kapsam›nda yap›lan ödemeler çok önemli araçlard›r.
Ticaret, çevre, yat›r›m ve borçlar›n silinmesi politikalar› ve uygulamalar›
verici ülkelerin fakir ülkelerde kalk›nma etkinli¤ini art›rmak için önemli
yollard›r. Verici politikalar›n›n ve uygulamalar›n›n kalk›nmay› destekleyip
desteklemedi¤ini bu de¤iflkenleri göz önüne alarak yap›lacak bir de¤erlendirme dolay›s›yla sadece yap›lan ödemeleri hesaba katan de¤erlendirmelerden farkl› bir resim ortaya koyacakt›r.
Verici politikalar› ve uygulamalar›n›n daha kapsaml› bir de¤erlendirmesi için gerekli olan bu ihtiyac› vurgulamak ad›na Washington merkezli bir
düflünce kuruluflu olan the Center for Global Development 21 verici ülkenin kalk›nmay› hedefleyen RKY, ticaret, çevre, yat›r›m, göç ve bar›fl› koru-
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Yard›mlar›n Rolü ve Etkinli¤i 197
ma politikalar›n› ve uygulamalar›n› analiz etti. Bulgular›n temelini oluflturan (indeksi olufltururken kullan›lan de¤erlendirme sistemi yüzünden elefltirilmiflti) nokta ise, yukar›da sözü edilen de¤iflkenler göz önüne al›nd›¤›nda verici ülkelerin fakir ülkelerin kalk›nmas› için daha gayretli olduklar›n›
gösteren ve genel kan›dan çok farkl› bir resim ortaya ç›karmaktad›r.
Örne¤in, kalk›nmakta olan dünyaya en çok yard›mda bulunan iki ülke
ABD ve Japonya’d›r. Bu ölçüte göre kalk›nmay› teflvik etmek için as›l ifli
sadece bu iki ülkenin yapt›¤› söylenebilir. Halbuki RKY bu ülkelerin
GSY‹H yüzdeleri olarak de¤erlendirildi¤inde bu ülkelerin daha az cömert
olduklar› gözükecektir. Fakat politika de¤iflkenleri de analize kat›ld›¤›nda
ülkelerin s›ralamas› oldukça de¤iflmektedir; Hollanda, Danimarka ve Portekiz kalk›nmaya kendilerini en çok adam›fl ilk üç ülke olarak karfl›m›za ç›kacakt›r.
Kaynak: Millenium Project: Investing in Development adopted from
Center for Global Development, 2003, “Ranking the Rich”, Foreign Policy,
May›s/Haziran.
Dünya Bankas› istatistiklerine göre 2001 y›l›ndaki RKY ak›fl› EAGÜ’lerin
GSY‹H’lerinin % 8.1’ine ve di¤er düflük gelirli ülkeler GSY‹H’lerinin %
2.3’üne eflitti. Geliflmifl ülkelerin yard›mlar›n tahsis edilmesindeki siyasi, ekonomik ve stratejik ç›karlar› yo¤un bir tart›flma konusu olmaya devam etmektedir. UNKP’nin 2003 Kalk›nma Etkinli¤i Raporu, Dünya Bankas› taraf›ndan
yap›lan bir çal›flman›n sömürgecilik ba¤lar›, BM’de donör ülkelerle ayn› do¤rultuda oy kullanma (mesela M›s›r ve ABD aras›ndaki iliflki) gibi ekonomik
olmayan faktörlerin yard›mlar›n tahsis edilmesinde yoksulluk, ekonomik politikalar veya siyasi aç›kl›ktan daha fazla irtibatl› oldu¤unu ortaya koydu¤unu
yazmaktad›r. Ancak, yard›mlar›n giderek daha fazla oranda kalk›nma için kullan›ld›¤›n› gösteren deliller mevcuttur ve geçti¤imiz son birkaç y›l içinde özellikle EAGÜ’lere, düflük gelirli ülkelere ve Sahraalt› Afrika’ya yönelik trendlerde az da olsa bir yükselme oldu¤u kabul görmektedir. Afla¤›daki tabloya bak›n›z:
198 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Tablo 2. Bölgelere göre yard›m ak›fl›, 2001
Kaynak: Dünya Bankas›, 2002.
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Yard›mlar›n Rolü ve Etkinli¤i 199
RKY kaynak boflluklar›n›n doldurulmas›nda yard›mc› olabilece¤i gibi tekrarlanan harcamalardan sonra kalk›nma için daha fazla kayna¤›n kullan›labilir
olaca¤›n› da garanti alt›na alabilir.
Yard›mlar, Avrupa’da Marshall Plan› ile bir ifle yarad› ve 1975 ve 2000 y›llar› aras›nda kifli bafl›na düflen milli gelir art›fl› y›ll›k %5-6 olan Botsvana ve
Kore Cumhuriyeti gibi farkl› ülkelerde de etkili oldu. Bir yard›m sadece sa¤lad›¤› ödemeler bak›m›ndan de¤erlendirilmez, ayn› zamanda yard›m› alan ülkeye getirdi¤i yeni fikirler, bilgi ve uzman gibi ek faydalar bak›m›ndan da de¤erlendirilir. Birçok ülke bir zamanlar yard›mlara ba¤›ml› iken Botsvana ve
Kore Cumhuriyeti gibi ülkeler flimdi yard›mlar olmaks›z›n ba¤›ms›z olarak
varl›klar›n› sürdürmektedirler. Bunun yan› s›ra birçok ülke ise her zamankinden daha fazla yard›ma muhtaç durumdad›r. Yukar›daki analize göre yard›mlar en çok ihtiyaç sahibi ülkelerin kalk›nmas›na yard›mc› olacak flekilde yönlendirilmelidir ve bu ülkelerin yard›mlara olan ba¤›ml›l›¤›n› azaltmal›d›r.
2002 y›l›na Afrika’ya yap›lan RKY 22.23 milyar dolar› buldu. Ön bilgiler
OECD/DAC ülkelerinin 2002 ve 2003 aras›nda RKY’ni reel olarak % 3.9 oran›nda art›rd›¤›n› göstermektedir. Bu büyüme oran›n› kullanarak Afrika’ya
akan RKY tahmininde bulunursak 2003 y›l› için RKY ak›fl› yaklafl›k 23.09
milyar dolar civar›nda olacakt›r. 2002’de Meksika’da Monterrey’de gerçekleflen Uluslararas› Kalk›nma için Finansman Konferans› öncesinde ve sonras›nda yap›lan birçok çal›flma gösterdi ki, 2015 y›l›na kadar MKH’ne ulaflmak için
Afrika’n›n ek RKY’n›n neredeyse tahmin edilen 50 milyar dolarl›k k›sm›na
ihtiyaç duymaktad›r. Bu çal›flmalar, gerek duyulan ekonomik altyap›n›n inflas›n›n masraflar›n› aç›kça kapsamamaktad›r. Ayr›ca, Düzenlemeler üzerine Roma Deklerasyonu’nca örneklendirildi¤i gibi yard›mlar›n verimlili¤ini art›rmak, rapor verme sisteminin düzenlenmesi ve basitlefltirilmesi, yard›mda bulunanlar taraf›ndan talep edilen idari ve finansal prosedürler gibi meseleler Afrikal› ülkelerin omuzlar›nda ek yük oluflturmaktad›r.
Afrika’ya yap›lan uluslararas› yard›m içinde politika tutarl›¤›na olan ihtiyaç, Afrika’ya yönelik borç, yard›m ve ticaret politikalar›ndaki tamamlay›c›
ö¤elerin eksikli¤inden anlafl›lmaktad›r. Örne¤in, yirmi y›l› aflk›n süredir Afrika’ya yap›lan RKY ile borç servisi neredeyse ayn› düzeydedir. Afla¤›daki
Tablo 3’e bak›n›z.
200 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Tablo 3: Afrika’ya Yap›lan Net RKY ve Afrika’n›n Borç Servisi*BM
Genel Kurulu A/59/206 say›l› rapora ek.
Kaynak: OECD/Development Assistance Committee Statistics and Monitoring Division
* Uzun dönem borçlarda (kamu, özel garanti edilmifl ve özel garanti edilmemifl) Afrika’n›n borç servisini göstermektedir.
** OECD/DAC ‹statistik ve Denetleme Bölümü, Libya Arap Cumhuriyeti
1 Ocak 2000’deki listede 1.Bölüm’den 2. Bölüm’e ilerledi¤ini göstermektedir.
Bu flu anlama gelmektedir, bu tarih itibariyle, Libya Arap Cumhuriyeti, RKY
de¤il, resmi yard›m almaya uygundur.
*** Dünya Bankas› verileri üzerinde yap›lan hesaplamalar ile UNCTAD taraf›ndan aç›klanan rakamlard›r.
Ticaret ve borçlar›n silinmesine ek olarak RKY’de de tutars›zl›k örnekleri
apaç›k ortadad›r. 1970’ten bafllayarak yaklafl›k 25 y›ll›k bir süredir Afrika’n›n
piyasa pay›ndaki dramatik gerileme, y›ll›k 70 milyar dolarl›k gelir kayb›na efl
de¤erde oldu¤u tahmin edilmektedir. Ayr›ca ana ihraç mamulleri fiyatlar›ndaki bu ani düflüfl, 2010 y›l›nda yakalanmas› hedeflenen borçlar›n ihracata oran›n›n mevcut net de¤erindeki kötüye gidifli aç›klamaktad›r. YBFÜ kapsam›ndaki 15 ülkeden 13’ü Afrikal›d›r. Politikalar›n daha tutarl› hale getirilmesi,
ulusal mülkiyet ve stratejik odaklanma, geliflmifl ülkeler taraf›ndan Afrika’ya
yönelik artan ve etkin yard›m, düzenlenen ticaret politikalar› ve borçlar›n silinmesi silsilesinde yeni bir boyut ortaya koyacakt›r.
Küresel do¤rudan yabanc› yat›r›m ak›fl›n›n mutlak de¤eri ve pay› küçük
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Yard›mlar›n Rolü ve Etkinli¤i 201
kalsa da Afrika’ya yönelik do¤rudan yabanc› yat›r›m ak›fl› artmaya devam etmektedir. 2002 y›l›nda Afrika’ya do¤rudan yabanc› yat›r›m ak›fl› 11 milyar dolar iken, 2003’t 14 milyar dolara yükselerek küresel do¤rudan yabanc› yat›r›m
ak›fl›n›n % 2’sini oluflturdu. K›taya yönelik do¤rudan yabanc› yat›r›m ak›fl› birkaç ülkede ve petrol, alt›n ve alüminyum gibi birkaç madencilik endüstrisinde yo¤unlaflm›flt›r.
Düflünceler ve so n u ç l a r
Afrika’da ekonomilerin k›r›lganl›¤›, siyasi istikrar, yönetiflim ve ortaya ç›kan çat›flmalar hesaba kat›ld›¤›nda Afrika k›tas› insan gelifliminin dönüm noktas›ndad›r ve k›taya yap›lacak müdahalelerde belirli faktörler göz önüne al›nmal›d›r. Politika yap›c›lar ve onlar›n yanlar›nda olanlar nereye, ne zaman ve
ne tür yard›m sa¤layacaklar›na dair kritik kararlar ile yüzleflmektedir. Bu ba¤lamda Afrika’n›n karfl› karfl›ya kald›¤› meydan okuma sadece RKY ve yard›mlar›n idaresi ve seferberlik üzerine yo¤unlaflmak de¤ildir. Sürdürülebilir insani kalk›nma için ülke kapasitesinin ve kaynaklar›n›n etkili biçimde kullan›lmas› ve seferber edilmesi ile önleyici kalk›nma için ortam yaratmak as›l mesele
olarak Afrika’n›n önünde durmaktad›r.
K›ta, özellikle Sahraalt› Afrika, en yüksek yetersiz beslenme oranlar›na
sahne olmaktad›r. Tüm bölgelerin ilkokula kay›t oran›n›n en düflük oldu¤u ve
cinsiyet ayr›m›n›n yafland›¤› (0.86 gibi düflük bir oran) bölge durumundad›r.
HIV/AIDS krizi k›tan›n büyük ço¤unlu¤unu y›k›p geçerken canlar› ve ocaklar› yok etmektedir. Örne¤in, UNAIDS 2004 verilerine göre AIDS’ten her 10 erke¤e karfl› 13 kad›n›n etkilenmesi göstermektedir ki AIDS’ten daha çok kad›nlar orant›s›z flekilde muzdarip durumdad›rlar. Bu bölgede s›tma ve tüberküloz
vakalar› en yüksek düzeydedir ve do¤um s›ras›nda ölen anne veya çocuk say›s› geliflmifl ülkelerden 46 kat daha fazlad›r. Afrika’da birçok ülke Yoksullu¤u
Azaltma Stratejisi (YAS) bafllatt› ve temiz içme suyuna eriflimde ciddi anlamda mesafe kaydedildi ancak, Sahraalt› Afrika MKH yat›r›mlar›na en çok ihtiyaç duyan ve dünyada sürekli yoksulluk tuza¤›na girmeye en müsait bölgedir.
Milenyum Projesi taraf›ndan öne sürülen befl yap›sal neden vard›r; çok yüksek
ulafl›m masraflar› ve ufak piyasalar (bu durum karayla çevrili ülkelerde daha
da vahimdir), düflük verimlilikte tar›m, çok fazla hastal›k yükü, tarihten gelen
negatif jeopolitik tarih ve yurtd›fl›ndan teknolojinin çok yavafl getirilmesi. Yard›mlar, bu gerçekleri ve bunlar›n alt›nda yatan sebepleri hesaba katmal›d›r.
Yard›mlar›n etkin olmas›na mani olabilecek engeller (çeflitli kapasite ve sürdürülebilirlik eksikli¤i de dahil) uygulanabilir metotlarla, geçmifl tecrübelerden ders alarak ve taraflar›n genifl bir kesiminden fikirler alarak ele al›nmal›d›r.
202 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Önemli derecede etkili olan ve daha önce hedefi belirlenen bir yard›ma örnek vermek gerekirse, ortak ülkelerin dönüfltürülmüfl ekonomilerine destek
yaratan, statülerini orta gelirli ülke seviyesine ç›karan ve Do¤u Asya Mucizesini ortaya ç›karan Japonya’n›n Asya’ya yapt›¤› RKY’den bahsedebiliriz.
1991’den 2000’e kadar Japonya en büyük yard›m sa¤layan ülkeydi, 19902003 aras›nda Japon RKY’i 153.3 milyar dolard›. Bu neredeyse o periyotta yap›lan toplam RKY’nin beflte birine eflittir ve DAC üyesi ülkeler aras›nda birincidir. fiu anki mevcut yard›m hacmi bak›m›ndan, Japonya 2003’te 8.9 milyar
dolar (net ödeme) ve 13 milyar dolar (toplam ödeme) sa¤lad› ve bu dönemde
DAC ortalamas› 3.1 milyar dolar (net ödeme) idi. Asya kendisinin toplam çift
tarafl› RKY’sinin % 53.6’s›n›, 6 milyar dolar›n 3.2 milyar dolar›n› 2003 y›l›nda alm›flt›r (OECD-IDS online 4 CRS 2005’e göre). Japonya, temel insani ihtiyaçlar, altyap› ve tar›m gibi alanlada TICAD vas›tas›yla 12.7 milyar dolar›
aflk›n bir miktar› ikili yard›m ve kalk›nma yard›m› olarak Afrika’ya sundu.
Yard›mlardaki art›fl dikkate de¤erdir ve RKY 2002’den 2004’e kadar 12
milyar dolar artm›flt›r. Dünyan›n en büyük donörü olan ABD kendisinin ulusal
yay›n program›nda 1960’dan bu yana en büyük art›fllara gitti. ABD’nin art›fl›
8 milyar dolar civar›ndad›r. Her ne kadar bu art›fl ulusal gelir pay› olarak yard›m bak›m›ndan düflük tabanl› olsa da yard›m›n büyük bir bölümü Afganistan
(EAGÜ’lerden birisi) ve Irak’a gitti.
G8 (Endüstrileflmifl 8 ülke) 2005 zirvesi borçlar›n silinmesi ve yeni yard›m
sözü fleklinde kalk›nma yard›mlar›na bir ivme kazand›rd›. ‹ngiltere, Afrika
Komisyonu’na sa¤lad›¤› destek vas›tas›yla tüm borçlar›n silinmesini ve yap›lan yard›mlar›n ikiye katlanmas›n› savunarak AB’li meslektafllar›na Afrika’ya
yeni bir “Marshal Plan›” düzenleyerek yard›m etmelerini istemektedir. Bu giriflim Cape Town’da Afrika Komisyonu toplant›s›nda Afrikal› bakanlarca s›cak karfl›land› ve onayland›. Birçok AB üyesi ülke Komisyon’un fakirli¤i
azaltma inisiyatifine destek sözü verdi. Afrika’da kalk›nmaya yönelik yap›lan
yard›mlar›n etkisini gerçek anlamda maksimum seviyeye ç›karmak için bu çabalar, ticaret rejimlerinde yap›lan düzenlemelerde siyasi tutarl›l›¤› gerekli k›lmaktad›r. Tarla üretimi birçok ekonomide ihracat primlerinden, gümrük vergilerinin yükseltilip alçalt›lmas›ndan etkilenmektedir.
Afrika’da yoksulluk tuza¤›n› sona erdirmek kamu yat›r›mlar› ve yönetime
yönelik kapsaml› bir stratejiyi gerekli hale getirmektedir. Cinsiyet eflitli¤i ve
kad›n›n sosyal ve ekonomik statüsüne özel önem verilmelidir. Afrika’da kad›n,
g›da üretiminde, ifllenmesinde ve korunmas›nda geleneksel metotlar› kullanarak üç kat yük tafl›maya devam etmektedir (ço¤unlukla angaryaya olan ihtiyac› en az seviyeye indirecek teknolojiye ufak çapta sahiptirler yada hiç sahip
Afrika’n›n Kalk›nmas›nda D›fl Yard›mlar›n Rolü ve Etkinli¤i 203
de¤illerdir). Kad›nlar ayn› zamanda aile fertleri ve civardaki komflular› aras›nda hastalarla ve AIDS ma¤durlar›yla ilgilenmek dahil ailenin refah›ndan da sorumludur. Kad›nlar›n bu ilgi da¤›tan rolü vazgeçilmezdir. Afrika kalk›nma,
teknoloji ve yenilikler yar›fl›nda geride b›rak›lm›flken, odun ve yak›t temin etmek, ailesi için kovalarla su tafl›mak ve di¤er ayak ifllerini yapmak kad›n› ve
Afrika kad›n›n› k›tan›n kalk›nmas›nda merkezi bir konuma koymaktad›r. fiayet kalk›nma ve huzur Afrika’n›n gelece¤i için bir anlam tafl›yorsa k›taya yap›lan yard›m ve kalk›nma yard›mlar›na verilen destek, cinsiyet eflitli¤ine de¤er veren ve kad›nlar› da kapsayan politikalara yöneltilmelidir ve yöneltilmek
zorundad›r.
UNDP 2003 Kalk›nma Etkinli¤i Raporu’na göre idari yönetime e¤itim,
sa¤l›k, nüfus, su ve h›fz›s›hha çal›flmalar›ndan daha çok RKY ayr›lmaktad›r.
MKH’ne ulafl›lmas› sadece daha fazla yard›ma de¤il ayn› zamanda bu yard›mlar›n daha fazla etkin kullan›m›na da ba¤l›d›r. Ayn› zamanda rapor, Resmi Kalk›nma Yard›mlar›, kalk›nmaya engel olan ö¤eleri iyi tespit etti¤inde, daha iyi
hedefler belirlendi¤inde ve ülkenin kapasitesi, mülkiyeti ve politika ortam›ndaki boflluklar› doldurmak için daha iyi kullan›ld›¤›nda kalk›nma etkinli¤ini
art›rmaya yönelik RKY’lerini savunmaktad›r.
Yard›mlar›n yönetilmesi, yard›mda bulunan ülkelerin yan› s›ra yard›m alan
ülkeler aç›s›ndan da kritik idari sorunlar ortaya koymaktad›r. Bu di¤er taraftan
alg›lamalarda ikilik ç›karmaktad›r. Yard›m mülkiyetinin iyilefltirilmesi sorununda da düzenlemeler yap›lmas› gerekmektedir. Bu yap›l›rken iyilefltirilmifl
koordine yard›mlar, yard›mlar›n gelir ve insani yoksullu¤u hedef alan politika
ve programlara yöneltilmesi efl zamanl› götürülmeli ve bunlar›n yan› s›ra yard›m alan ülkelerdeki halklar›n gelirleri ve yaflam standartlar›n›n gelifltirilmesi
için çal›flmalar yürütülmelidir. Daha iyi bir yard›m yönetiminin sa¤lanmas›
için yard›m paketi, ihtiyaçlara cevap verebilmelidir ve hem yard›m veren, hem
de al›c› ülkelerin de¤iflen talepleri ve beliren yeni ihtiyaçlar›n› karfl›lamalar›na
izin verecek flekilde esnek olmal›d›r. Yard›mlar›n koordinasyonu için birçok
ülke taraf›ndan yönetilen inisiyatifler kural olmaktan ç›k›p istisna hale gelmifl
durumdad›r. Amaca uygun olmas› aç›s›ndan, hedeflenen sektörler için gerekli
kaynaklar›n birlefltirilmesi dahil befleri ve kurumsal kapasite talepleri, yard›mlar›n maliyetini düflürürken genellikle yard›mlar›n yönetilmesinde ölçek ekonomisinin yakalanmas› potansiyeline sahiptir. Afrika’n›n güneyinde icra edilen baz› inisiyatifler, dikkat çekecek flekilde kuzey ülkeleri, özellikle Norveç
ve ‹sveç ifllem masraflar›n› düflürme mülkiyetini geniflletme ve amaçlanan hedeflere ulaflma potansiyeline sahiptir. Birleflmifl Milletler, bir politika meselesi olarak ülkeler seviyesinde Ortak Ülke De¤erlendirmesi’ni bafllatt› ve kalk›nma deste¤ini koordine etmeyi ve ülkeler düzeyinde tutarl›l›¤› hedefleyen BM
204 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Kalk›nma Çerçevesi’ni ortaya koydu. DAC grubu ayr›ca koordinasyonun daha fazla sa¤lanmas›n› desteklemek için ülkeler aras›nda düzenli diyalog ortamlar› infla etti.
Sonuç olarak yard›mlar›n niteli¤ini, yard›m kaynaklar›n›n uygun flekilde
ak›fl› ve befleri kalk›nma için politika ve programlar›n net bir biçimde tasarlanmas›n›n iyilefltirilmesi ve buna ek olarak düzenlenen ölçüler yoluyla yard›mlar›n denetlenmesi yard›mlar›n etkinli¤i ve verimlili¤i için en iyi önlem olmaya devam etmektedir.
R e f e r ences
1. Investing in Development: A Practical Plan to Achieve the Millennium
Development Goals: Millennium Project 2005 Report to the UN SecretaryGeneral.
2. Population Challenges and Development Goals, UN Economic and Social Affairs.
3. Declaration and Programme of Action for the Least Developed Countries for the Decade 2001-2010.
4. Special Report: World Innovative Approaches to Peace – A Publication
of the Interreligious and International Federation for World Peace-the UN at
60 Challenge and Change.
5. Hoping and Coping: A Call for Action: The Capacity Challenge of
HIV/AIDS in Least Developed countries by UNDP/UN-OHRLLS.
6. Development Effectiveness Report 2003: Partnerships for Results, by
UNDP.
7. New Partnership for Africa’s Development: Second Consolidated Report
on Progress in implementation and International Support Report of the UN
Secretary-General to the UN 59the session of the UN General Assembly.
8. Business Day Africa, 24 Ocak 24, 2005, Is this the real deal for a new
Africa?
9. Reconstructing Governance and Public Administration for Peaceful, Sustainable Development, UN Economic and Social Affairs publication, 2004.
10. UNDP Human Development Report 2005, International Cooperation at
crossroads: Aid, tarde and security in an unequal world.
11. Dennis A.Rondinelli and G.Shabbir Cheema, Reinventing Government
for the Twenty-First Century: Capacity in a Globalizing Society, 2003.
T h e R o l e a n d E f f e c i e n c y o f F o r eign A i d i n
Africa’s Development
( P ro b l e m s a n d R e c o m m e n d a t i o n s )
Zahra Nuru
Extract from a paper on The Need to Transcend Special Interests by Dr
Kenneth Kaunda, Former President of the Republic of Zambia (1964-1991):
“ I n Africa we are confronted by four urgent problems that are ravaging
our continent: (1) poverty and its offshoots of disease, illiteracy, crime, and
social upheavals; (2) AIDS; (3) malaria (4) tuberculosis. It is sad that
despite abundant resources, the continent continues to languish in abject
poverty. I am sure there are many hypotheses as to why this is the case.
Notwithstanding these, positive steps must be taken to reduce these poverty
levels urgently, within the spirit of economic justice…our continent has
b e e n a fflicted by conflicts and wars for decades …….This situation cannot
be allowed to continue indefinitely. The time has come for a sincere, objective approach that will stand the test of time.”
I n t ro d u c t i o n
The Universal Declaration of Human Rights and the Millennium
Declaration pledged to safeguard basic human rights-the rights of each person
on the planet to health, education, shelter, and security. The Millennium
Development goals are world’s time-bound and quantified targets for addressing extreme poverty in its many dimensions-income poverty, hunger, disease,
lack of adequate shelter and exclusion, while promoting gender equality, education, and environmental sustainability. The United Nations has defined 50
countries as least developed (LDCs) of which 34 are based in Africa, 14 in
Asia and one each in the Pacific and in the Arab States and the Latin America
and Caribbean region. These countries represent the poorest and weakest segment of the international community and one in every ten persons on this planet is living in an LDC. Countries within this group are identified on the basis
of three important criteria of low-income, human resource weakness and eco-
206 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
nomic vulnerability.
It is widely acknowledged that, the international development goals will
not be achieved, and the populations of the vast areas of Africa and other
LDCs will continue to live in conditions of dehumanizing poverty and exclusion, unless concerted action directed at national policies is taken, as well as
targeted external support measures by their partners. The priority measures
identified by the 2001 Brussels Declaration include, focus on significant
reduction of extreme poverty, developing human and institutional resources to
support sustained growth and sustainable development. They also focus on
removing supply side constraints and enhancing productive capacity and
expansion of domestic markets to accelerate growth, income and employment
generation, and enhancing share of world trade and global financial and
investment flows, environmental protection and food security and reduction of
malnutrition.
The Africa Development Dilemma: The continent has a total population
of about 850million people that has historically contributed its enormous
human and natural resources to the wealth of nations far and wide. During the
last thirty years Africa’s political and socio-economic development has been
haunted by its past, with the pains of independence and a serious dependence
created by the inherited economic architecture and social infrastructure.
Africa, with about 13% of the world population, account for about 2% of
world economic output. North America, with about half as large a population
as Africa, accounts for about one-third of world gross domestic product
(GDP). Real GDP in Africa has remained constant as a share of the world total
since 1970 at about 2%, and is projected to remain around 2% through 2020.
The demographic trends in Africa show increased population growth
rates, from a population of 364 million in 1970 to nearly 800milion in 1999
and is expected to grow further to 1.3 billion, by 2020. As can be seen the population in Africa has more than doubled since 1970 and is growing at around
2.7% per year (the fastest in the world) with significant growth of younger
populations of under 15 years reaching 40% in some countries making Africa
a youthful continent.
African real GDP is forecast to grow slightly faster than the population
at about 4% per year through 2020, and as a result of real income per capita is
generally increasing slowly on average with significant variations by country.
In 1998 real GDP per capita grew 3.8% was US$576, up slightly from $573 in
1995. Economic growth in oil exporting countries likes Algeria and Nigeria
during 1998 and early 1999 were adversely affected due to sharp slump in
The Role and Effeciency of Foreign Aid in Africa’s Development 207
world oil prices. Africa is heavily reliant on export of primary products of agriculture and minerals. African economies that are mainly oil importers were
affected as a result of the rising global oil prices, the demand for services
markedly increased partly due expansion of education and health to reach larger population mainly in rural areas and to meet the raised expectations. This in
turn created alarming budget deficits as most countries still depended on the
public sector in the provision of basic services of health, education, agricultural extension, water and sanitation etc.
Debt service has been a major problem for many African countries and
African indebtedness nearly tripled between 1980 and 1995. The continents
total debt burden amounts to $300 billion. Debt relief under the Heavily
Indebted Poor Countries (HIPC) initiative was US$1.4 billion in 2001. At the
same time, trade-distorting policies have prevented the creation of incomes far
in excess of these amounts. Of the15 Heavily Indebted Poor Countries (HIPC),
13 are in Africa. Assessment of trends in income poverty has shown massive
reversals and stagnation in Sub-Saharan Africa with almost 100 million more
people living on less than US$1a day in 2001 than in 1990. See the table
below on t r a c k i n g c h a n g e s a n d reflecting developing countries pro g ress in
s e l e c t e d r egions since1990 .
208 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Table1. Tracking developing world pro g ress by region since 1990 –
( s e l e c t e d r egions)
Source: Investing in Development: A Practical Plan to Achieve the
Millennium Development Goals
Agriculture is an economic mainstay of many least developed countries.
In Africa, agriculture accounts for 24% of the continent’s GDP, 40% of its foreign exchange earnings, and 70% of its employment. Women constitute the
main workforce in agriculture, and in Uganda alone women produce 75% of
the country’s food and comprise 80% of agricultural labour force.
The Role and Effeciency of Foreign Aid in Africa’s Development 209
During post independence period, several efforts were undertaken to
shape an Africa that seeks to re-engineer itself through sustainable economic
growth, (and create institutions that support political independence and economic viability). These included expert meetings and summits of heads of
state and government which were convened by the then Organization of
African Unity (OAU) and UN Economic Commission for Africa (UN/ECA)
in Addis Ababa and other capitals in the continent to discuss how Africa can
attain its set targets and ambition, to fast track progress, bring real independence and integration, and realize the potentials of the continents people. The
political and military struggles of liberation of Southern Africa, and antiapartheid movements provided a strong rallying ground for the continent and
enhanced African unity. During the 1990s the OAU enacted key compacts for
sub-regional and regional integration that included the African Economic
Community. These compacts provided a strategy for modernizing African
economies and supported the transformation of the African body from being a
purely political voice of Africa to an organization that can seriously advocate
for the continent on matters of globalization that increasingly exhibited the
growing marginalization of the continent to contemporary global economic
issues and sustainable human development of the people of Africa.
The previous decades ushered in the Lagos Plan of Action, Africa
Development Decade and the current African Union’s (AU) blueprint, the
New Partnership for Africa’s Development (NEPAD). The Africa Peer Review
Mechanism (APRM) has brought in a unique and dynamic tool which puts on
the agenda issues of national governance that had always been sacrosanct.
This is critical governance mechanism that has been endorsed by almost half
of members of the AU which allows countries to conduct country-based self
assessments in governance and its governance institutions. The APRM is facing enormous challenges that have the potential to affect its effectiveness, in
especially in dealing with several countries in Africa that are facing situations
of conflicts, civil strife and wars as well as those that are in fragile conditions
of post-conflict, rebuilding and reconstruction. These are all pillars in the construction of a continent that seeks to be responsive to the needs of the population, that is more democratic, that is stable and peaceful and seeks to build a
better future for the coming generations.
The recent 2005 Commission for Africa report has challenged the G8
summit of industrial powers to make aid for Africa an urgent and issue of priority if the global community is to meet its development goals including the
S e e i n f o r m a t i o n o n t r a c k i n g d e v e l o p i n g w o r l d p r o g r e s s b y r egion
MDGs. (S
since 1990 (in selected regions).
210 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
All these intentions and forward looking strategies that are not mutually
exclusive are meant to outline parameters of how support to Africa could be
used to deal with the challenges that the continent is facing. They clearly
require visionary leadership and commitment, at the national, sub-national and
local levels. They provide the basis for social and economic transformation of
societies in the poor countries to bring about human dignity by increasing the
level and quality of aid to Africa, support policies that focus on debt relief,
humanitarian and emergency response as well maximize the impact of development assistance. While in some countries they catalyze and add value to
national policy frameworks, in others they serve as the engine of reducing
human and income poverty, combat environmental degradation, support
efforts to deal with diseases and HIV/AIDS and assist institutions of governance. Policy implementation and monitoring of progress of these noble goals
and targets, remain as the most divisive and challenging factor in the whole of
the development equation in Africa.
The continent’s population of Sub-Saharan Africa, prior to the onset of
the HIV/AIDS epidemic had shown positive trends of increasing life
expectancy to over 50 years in some of the countries. However, in the last
decade following the wave of the epidemic, life expectancy has plummeted to
an alarming level, reaching almost 39 years in some of the sub-Saharan countries. This demographic reality poses one of the most important challenges of
our time. The continent’s population is poorer than 25 years ago mainly due to
AIDS, life expectancy and the rate of infant and maternal mortality is clearly
worsening. The macro-economic impact of the loss of human capital will seriously affect economic development. (For countries such as Lesotho the 2002
GDP was 714.4million USD and GNI per capita of US$550(World Bank,
2005). In ten years the country’s GDP would be US$200 million lower than it
would have been without AIDS, and the country’s GNI per capita would be
$94 lower.)
As AIDS took hold in Zambia, the cost of human and institutional capacity has also translated into shrinking economies and falling of GDP by more
than 20% from US$505 to US$370 between 1980 and 1999. However not all
this decrease can be directly attributed to AIDS. In Burkina Faso, for example
UNDP estimates that the proportion of people living in poverty due to
HIV/AIDS will increase from 45% to nearly 60% by 2010.
Average incomes in Sub-Saharan Africa are lower today than in 1990.
Recent years have witnessed signs of recovery in several countries, including
Burkina Faso, Ghana, Ethiopia, Mozambique and Tanzania. However, to put
recovery into context, it will take SSA until 2012 just to restore average
The Role and Effeciency of Foreign Aid in Africa’s Development 211
incomes to their 1980 levels at the 1.2% per capita annual growth experienced
since 2000. (p 34 2005 UNDP HDR).
F o reign Aid in Africa’s Development
The issue of what needs to be done to enhance the impact of development
assistance in Africa has been raised time and again. Basic parameters of what
and how much aid and development assistance could support reforms and
change living conditions of Africans, improve production, processing and
marketing and provide micro-macro linkages remain linked to public policy
and national plans and programmes. Issues of aid effectiveness and efficiency
have been linked to recipient country’s absorptive capacity, conditions for
reforms and overall national macro-economic policies, public sector reforms
and fiscal and monetary policies. On the other hand, donor funding and disbursements have traditionally been linked to donor country’s policies that provide basic regulatory and management instructions and guidelines. These have
included preferences for specific sector interventions, geographical zone, area
or country and sometimes go further to outline where and in what programmes
in certain countries the donor support should be targeted or directed at. As can
be expected bureaucratic necessities of both parties give rise to delays in disbursements towards intended programmes. In some cases distortions have
been caused by foreign exchange fluctuations at the time of disbursements
which translated into budgetary management lapses/flaws. In determining the
roles of both the donor countries and its partners in enhancing development
effectiveness, it is essential to reflect on the multi-dimensional nature of donor
policies and practices on the one hand, and recipient country’s plans and
approaches on the other. In order to facilitate aid coordination and ensure timely and efficient utilization of resources some measures to be taken would
include creating appropriate mechanisms for promoting capacity to manage
official development assistance (ODA) through intensive dialogue and joint
appraisals.
Aid Flows
2005 marks 35 years since the international target of ODA of 0.7 percent
of developed countries’ national income was first affirmed by UN member
states in a 1970 General Assembly Resolution which states:
“In recognition of the special importance of the role that can be fulfilled
only by official development assistance, a major part of financial resources
transfers to the developing countries should be provided in the form of official
development assistance. Each economically advanced country will progressively increase its development assistance to the developing countries and will
212 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
exert its best efforts to reach a minimum net amount of 0.7 percent of its gross
national product at market prices by middle of the decade.” (UN 1970 paragraph 43).
The first deadline passed as ten years after the declared target ODA
reached 0.35 percent in 1980 and by 1990 ODA was at 0.34% of donor GNP.
It then fell to 0.23% in 2002, when the same year the 0.7% target was reconfirmed by all countries in the Monterrey Consensus (OECD 2004). Parties to
the Consensus committed to reversing the trends in declining ODA, when the
European Union had agreed to an average of 0.39% of gross national income
(GNI) by 2006 (from 0.33%). And OECD-DAC members had increased their
ODA to developing countries by 4.8% in real terms from 2001 to 2002, to $57
billion, equal to 0.23% of their combined GNI. According to OECD estimates,
fulfilling the promises of Monterrey would raise ODA in real terms by 31%
(about $16 Billion) and bring the ODA.-to-GNI ratio to 0.26% by 2006, still
well below the 0.33% consistently achieved until 1992. The commitment of
attaining the long-established target of 0.7% of GNI appears to be a long way
towards fulfillment.
So far only five countries have met and surpassed the 0.7% target:
Denmark, Luxembourg, the Netherlands, Norway, and Sweden. In the past
two years, however, six other countries have committed themselves to specific timetables to achieving the target before 2015: Belgium, Finland, France,
Ireland, Spain, and the United Kingdom. Thus nearly half of the membership
of OECD’s Development Assistance Committee has now set a firm timetable
for reaching 0.7% by 2015, (the target date for achieving the Millennium
Development Goals).
Box 1. Assessing donor contributions to development effectiveness:
A m u l t i d i m e n s i o n a l a p p ro a c h
When trying to determine the proper role for donor countries in enhancing development effectiveness, it is critical to consider a wide array of donor
policies and practices. Disbursements of official development assistance
(ODA) are very important instruments. Trade, environment, investment and
debt relief policies and practices are additional ways for donor countries to
influence development effectiveness in poor countries. Evaluations of the
development friendliness of donor policies and practices that explicitly take
these additional variables into account will therefore paint a very different picture from evaluations that merely consider amounts of aid disbursed.
The Role and Effeciency of Foreign Aid in Africa’s Development 213
Promoting this need for a more comprehensive appraisal of donor policies and practices, the Center for Global Development, a Washington, D.C.based think tank, analyzed the practices and policies of 21 donor countries in
official development assistance, trade, the environment, investment, migration
and peacekeeping to promote development. Underlying the findings (criticized because of the weighting system used for constructing the index) has
been the belief that taking these additional variables into account provides a
different picture of which donors are most committed to development.
For example, the two countries providing the highest absolute amount of
foreign aid to the developing world are the United States and Japan. By this
criterion alone these tow countries could be said to be doing the most to promote development (though both look less generous when ODA is viewed as a
percentage of their gross national income). But when the additional policy
variables are included in the analysis, the ranking of countries changed considerably; the Netherlands, Denmark and Portugal were regarded as the top
three countries committed to development.
Source: Millenium Project: Investing in Development adopted from
Center for Global Development, 2003, “Ranking the Rich”, Foreign Policy
May/June.
According to World Bank statistics, the flow of ODA in 2001 was equal
to 8.1% of gross national income in the least developed countries and 2.3% in
other low-income countries. Developed countries’ political, economic and
strategic interests in aid allocation continue to be issues of intense dialogue
and debate. According to the UNDP’s Development Effectiveness Report
2003, it is quoted that a World Bank study found that non-economic factors,
such as colonial ties, the likelihood of voting with donor countries in the
United Nations and special relationships, such as that between Egypt and the
United States, have far greater bearing on aid allocation than do poverty, economic policies or political openness. But there is evidence that suggest that aid
allocations are shifting more towards development, and a small upward trend
in the last few years has been acknowledged particularly ODA to the least
developed countries, low income and Sub-Saharan Africa. See table below
214 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Table 2. Aid flows by region, 2001
S o u r c e : Wo r l d B a n k , 2 0 0 2 .
ODA can help fill resource gaps and ensure that, after recurrent expenditures, more resources are available for development.
Aid has worked in Europe with the Marshall Plan, and has also worked
in countries as diverse as Botswana and the Republic of Korea, with GDP per
capita growth of 5-6% a year between 1975 and 2000. Aid is valued not only
for the funds it provides, but also for the additional benefits to the receiving
country, such as new ideas, knowledge and expertise. While a number of countries that were once dependent on aid now essentially do without it, such as
Botswana and the Republic of Korea, a far greater number are more dependant
than ever. The analysis implies aid should be better targeted to help the development of the most needy countries and reduce aid dependency.
ODA to Africa in 2002 reached $22.23 billion. Preliminary data show
that OECD/DAC countries increased their ODA by 3.9% in real terms
The Role and Effeciency of Foreign Aid in Africa’s Development 215
between 2002 and 2003. Using that growth rate to estimate ODA into Africa
would yield an ODA flow of approximately $23.09 billion for 2003.Both
before and since the international Conference on Financing for Development,
held in Monterrey Mexico in 2002, several studies have shown that Africa will
need about half of the estimated $50 billion of additional ODA, over 2001
ODA level, required to achieve the MDGs by 2015. These studies did not
explicitly incorporate the cost of building economic infrastructure needed.
Moreover African countries remain burdened by the issue of improving aid
effectiveness and harmonization and simplification of the complex reporting,
administrative and financial procedures as required by donors, as exemplifies
by the Rome Declaration on Harmonization.
The need for policy coherence in international assistance to Africa is
highlighted by lack of complementarities in debt, aid and trade policies
towards Africa. For example, period stretching back more than 20 years ODA
to Africa has been almost offset by debt service. See Table 3 below:
Table 3. Net ODA flows to and debt service1 of Africa
1990
1995
2000
2001
2002
Net ODA flows to Africa2
(billions of US$)
25.56
21.96
15.78
16.63
22.23
Debt service of Africa on long-term debt3
(billions of US$)
22.00
20.30
20.00
19.00
17.60
(including private non-guaranteed debt)
23.02
22.24
22.14
21.39
21.93
Annex to the UN General Assembly report A/59/206
Sources: OECD/Development Assistance Committee Statistics and
Monitoring Division
This refers to debt service of Africa on long-term (public, private guaranteed and private non-guaranteed) debt.
2
OECD/DAC Statistics and Monitoring Division indicates that the
Libyan Arab Jamahiriya progressed from part I to part II of the DAC list on 1
January 2000. This means that as of that date the Libyan Arab Jamahiriya is
eligible to receive official aid and not ODA.
3
UNCTAD, based on calculations from World Bank Data.
216 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Other examples of incoherence are evident in trade and ODA, as well as
trade and debt relief. For nearly a quarter of a century, starting in 1970, the
dramatic decline in Africa’s market share amounted to an estimated income
loss of $70 billion per year, almost five times the average annual amount of
ODA to Africa. Moreover the sharp decline in prices of key export commodities explains the deterioration of net present value of debt-to-export ratios projected at decision point for 2010. Of the15 Heavily Indebted Poor Countries
(HIPC), 13 are in Africa. Improved policy coherence, national ownership and
strategic focus provide a virtuous link in the chain of increased and effective
aid, reformed trade policies and debt relief by developed countries towards
Africa.
Flows of foreign direct investment to Africa continue to rise, although the
absolute value and share of global FDI flows remains small. FDI flows to
Africa increased from $11 billion in 2002 to $14 billion in 2003c accounting
to a mere 2% of global FDI flows. FDI flows into the continent are highly concentrated in a few countries and a few extractive industries, mainly oil, gold,
and aluminum.
Reflections and Conclusion
Africa is at crossroads of human development given the fragility of
African economies, political stability, governance and emerging conflicts,
interventions to the continent need to take certain factors into account. Policy
makers and their partners are facing critical decisions of what, where and
when to provide support. The challenge that Africa is facing in this context
would not only to focus on mobilization and management of aid and ODA but
create an environment that would pave the way towards preventive development through effective mobilization and utilization of internal capacity and
internal resources to build sustainable human development.
The continent, particularly Sub-Saharan Africa has the highest rate of
undernourishment, with one-third of the population below the minimum level
of dietary energy consumption, the lowest primary enrollment rates of all
regions with gender disparity at the primary level the lowest at 0.86. The
HIV/AIDS crisis is devastating much of the continent, destroying lives and
livelihoods, with women disproportionately affected, with 13 infected women
for every 10 infected men (UNAIDS2004). Malaria and TB incidences are
also the highest in the world with attendant high maternal and child mortality
ratios of 46 times higher than in developed world. A number of countries in
Africa have initiated Poverty Reduction Strategies, and there has been
progress in access to safe drinking water, but Sub-Saharan Africa is the region
The Role and Effeciency of Foreign Aid in Africa’s Development 217
with the greatest MDG investment needs and most vulnerable in the world to
a persistent poverty trap. There are five structural reasons given by the
Millennium Project: very high transport costs and small markets (this situation
is even more dire in the landlocked countries), low-productivity agriculture,
very high disease burden, a history of adverse geopolitics and very slow diffusion of technology from abroad. Aid has to take into account these realities
as well as their underlying causes. Constraints which could hamper the effectiveness of assistance (including lack of various capacities and sustainability)
should be addressed in practical ways, factoring in past experience and opinion of a broad spectrum of stakeholders.
As an example of targeted aid that has had substantial impact, is ODA to
Asia from Japan that created support to transformed economies of partner
countries and raised their status to middle income and provided the East Asian
Miracle. Japan was the largest donor from 1991 to 2000, its ODA between
1990 to 2003 was US$153.3 billion, which represents nearly one-fifth of total
ODA provided during that period and largest among DAC member countries.
For current volume, in 2003 Japan provided US $8.9 billion (net disbursement) and US$13.0 billion (gross disbursement) while the DAC average was
US$3.1 billion (net disbursement). Asia received 53.6% of its total bilateral
ODA-US$3.2 billion out of US$6.0 billion in 2003 (according to the OECD
IDS Online 4 CRS 2005). With regard to Africa Japan has provided bilateral
assistance and development assistance through the TICAD process amounting
to more than US$12.7 billion in areas such as basic human needs, infrastructure, and agriculture.
The rise in aid has been significant and ODA increased by US$12 billion
from 2002 to 2004. The world’s largest donor, the United States has
announced the biggest increases in its national aid programmes since 1960s.
Their increase in development assistance accounts to US$8 billion, although
the increase has been from a low base measured in terms of aid as a share of
national income, it includes large aid transfers for Afghanistan (which is an
LDC), and Iraq.
The Group of Eight (G 8 industrial Countries) summit in 2005 provided
a boost to development assistance in the form of additional debt relief and new
commitments on aid. The United Kingdom through its support to the
Commission for Africa is urging their European Union colleagues to assist
Africa through a new “Marshal Plan” for Africa’s revival advocating the doubling of aid and total debt write off. This initiative has been welcomed and
endorsed by African Ministers at the Cape Town meeting of the Commission
for Africa. A number of European Union members have pledged support to the
218 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Commission’s poverty reduction initiatives. In order realistically maximize
the impact of aid on development in Africa; these efforts require policy coherence in reforms of trade regimes. Farm production in many economies has
been affected by export subsidies, tariff peaks and escalation.
Ending the poverty trap in Africa will require a comprehensive strategy
for public investment and improved governance. Special consideration has to
be given to issues of gender equality and social and economic status of
women. Women in Africa continue to carry a triple burden of production of
food, processing and preservation using traditional methods (most times with
little or no access to technology that minimizes drudgery). They are also
responsible for family’s welfare including taking care of the sick and with the
advent of AIDS in households and communities, women’s roles in care-giving
has become central and indispensable. As Africa is left behind the development pendulum, technology and innovation, when introduced continue to
exclude women and the role of African women to fetch fuel-wood, portable
water for the family and many other errands that require drudgery make the
women of Africa the central locus of its development. Support in development
assistance and aid to the continent should and must be directed at policies that
are gender equal and women inclusive if the development and peace dividend
is make any mark for Africa’s future development
According to the UNDP Development Effectiveness Report, 2003, more
aid ODA goes to policy and administrative management than to education,
health, population, water and sanitation combined. Prospects for meeting the
Millenium Development Goals depend not just on more aid, but more on
effective aid as well. It also advocates for ODA that works towards enhancing
development effectiveness only when it recognizes the obstacles to development-only when it is better targeted and used to address the gaps in a country’s
capacity, ownership and policy environment.
Aid governance continues to present critical management challenges on
the part of donors as well as the recipient countries. It also exhibits duality of
perceptions. Needless to say the issue of improving ownership of aid needs to
be enhanced. However, this has to be accompanied by improved coordination
of aid, targeting of aid to policies and programmes that have the potential to
deal with income and human poverty, as well as to improve the livelihoods and
incomes of the people in recipient countries. In order to enhance better aid
governance, the aid package needs to respond to the needs, and be flexible
enough to allow both parties to cater for the evolving demands and emerging
needs that the aid policies are designed to meet. Various country led initiatives
for aid coordination are now becoming the rule rather than the exception. For
The Role and Effeciency of Foreign Aid in Africa’s Development 219
expediency human and institutional capacity demands including pooling of
needed resources for targeted sectors often have the potential meet economies
of scale in the management of aid, in addition to reducing the cost of aid. Some
of the initiatives implemented in Southern Africa, by the some donors notably
the Nordic Countries particularly Norway and Sweden have the potential to
reduce transaction costs, enhance ownership and realize the intended objectives. United Nations, has as a matter of policy introduced at the country level
the Common Country assessments and UN Development Frameworks that
seek to coordinate its development support and enhance coherence at the
country level. The DAC group has built also regular in country dialogue to
foster more coordination.
In conclusion improving the quality of aid, timely flow of aid resources
and clear design of policies and programmes to human development, as well
as clear monitoring of aid through coordinated guidelines, continue to provide
the best measure for aid effectiveness and efficiency.
R e f e r ences
1. Investing in Development: A Practical Plan to Achieve the Millennium
Development Goals: Millennium Project 2005 Report to the UN SecretaryGeneral.
2. Population Challenges and Development Goals, UN Economic and
Social Affairs.
3. Declaration and Programme of Action for the Least Developed
Countries for the Decade 2001-2010.
4. Special Report: World Innovative Approaches to Peace – A
Publication of the Interreligious and International Federation for World Peacethe UN at 60 Challenge and Change.
5. Hoping and Coping: A Call for Action: The Capacity Challenge of
HIV/AIDS in Least Developed countries by UNDP/UN-OHRLLS.
6. Development Effectiveness Report 2003: Partnerships for Results, by
UNDP.
7. New Partnership for Africa’s Development: Second Consolidated
Report on Progress in implementation and International Support Report of the
UN Secretary-General to the UN 59the session of the UN General Assembly.
8. Business Day Africa January 24, 2005, Is this the real deal for a new
Africa?
220 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
9. Reconstructing Governance and Public Administration for Peaceful,
Sustainable Development, UN Economic and Social Affairs publication, 2004.
10. UNDP Human Development Report 2005, International Cooperation
at crossroads: Aid, tarde and security in an unequal world.
11. Dennis A.Rondinelli and G.Shabbir Cheema, Reinventing Government for the Twenty-First Century: Capacity in a Globalizing Society, 2003.
D›fl Ya r d › m v e A f r i k a ’ n › n K a l k › n m a s ›*
P ro f . C h a c h a g e S e i t h y L . C h a c h a g e
Çev. Gökhan Yivciger
Genç devletin ekonomi kanallar› kaç›n›lmaz olarak yeni sömürgeci çizgiye batmaktad›r. Daha önceleri korunan ulusal ekonomi bugün teoride kontrol
alt›ndad›r. Her üç yada dört ayda önemli bakanlar›n kendileri veya di¤er hükümet gelegasyonlar› eski ana ülkelerine veya di¤er ülkelere sermaye aramaya giderlerken bütçe ba¤›fllar ve yard›mlarla dengelenmektedir.
Fanon (2001: 134)
Girifl
Afrika ülkeleri afla¤› yukar› son 45 y›ld›r az geliflmiflli¤in vermifl oldu¤u
çeflitli sorunlarla bafla ç›kmak durumunda kalm›flt›r. Oluflan sosyal ve siyasi
tahribata karfl› önlem olarak ço¤unlukla ekonomik sorunlar›n üstesinden gelmeye yönelinmifltir. Bu sorunlara ço¤u zaman sermaye ve teknoloji eksikli¤i
çerçevesinden bak›lm›flt›r. Buna istinaden Afrika ülkeleri geliflmifl ülkelerden
ve Bretton Woods Kurumlar›ndan yard›m aray›fl›nda olmufllard›r. Geçmifl y›llar içersinde bu ülkelerin ço¤unda finansal kaynak ak›fl› gerçekleflmifl olmas›na ra¤men, sosyo-ekonomik durum yine de daha fazla tahribata u¤ram›flt›r. Bu
durum dünya çap›nda lider kurulufllar olan IMF ve Dünya Bankas›’n›n deste¤iyle 1970’lerin sonlar›nda oluflturulan ve Afrika ülkelerindeki zay›f ekonomik koflullar› yeniden düzenleme arac›l›¤›nda olan Yap›sal Uyum programlar› (SAPs) ba¤lam›ndad›r. Bu kurumlar, sonunda ekonomik durumu daha da
kötülefltirmifl, yaflam standartlar›n›, sa¤l›k ve e¤itim imkânlar›n› düflürmüfl ve
d›fl borçlar›n daha da yükselmesine öncülük etmifl olan Ortodoks yaklafl›mlar›n›n ifle yaramad›¤› sonucuca varm›flt›r.
Bu uluslararas› yard›mlar hiçbir zaman tart›flmalar›n uza¤›nda kalmam›flt›r. Afrika ülkelerine 1960’lardan beri yap›lan ikili ve çok tarafl› kalk›nma yard›mlar›na, bu yard›mlar› alan hükümetler taraf›ndan y›ll›k ekonomilerine yap›lan bir katk› gözüyle bak›lm›flt›r. Yap›lan d›fl yard›mlar›n önemli bir k›sm›n›
oluflturan kalk›nd›rmaya yönelik pay, sonuçta dikkate de¤er bir kalk›nd›rma
hedefine ulaflamam›flt›r, çünkü gerçekte, kalk›nma yard›mlar› birçok bak›mdan devlet bütçesine yap›lan bir yard›m haline dönüflmüfltür (Arnold 1979:
19). Bu durumda ço¤u hükümet d›fl yard›mlar›n taraftar› olmufltur. Ancak
1980’lerde yaflanan kalk›nmalar›n bir sonucu olarak d›fl yard›m deste¤inin tehdit alt›nda oldu¤unun iflareti çoktan gözükmüfltü. Bu duruma dair gerçekleflen
en önemli belirti olarak ‹ngiltere ve di¤er baz› destekçi ülkelerin kalk›nma
deste¤i için verdikleri taahhütlerde azalmalar gerçekleflmifltir. Di¤er yandan,
222 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
birçok destekçi ülkenin (özellikle de OECD üyesi olanlar›n) geliflmekte olan
ülkelere yapt›klar› yard›m 1981–1991 y›lar› aras›nda her y›l yüzde 3 oran›nda
artm›flt›r (Watkins 1994: 517).
1980’lerin sonunda uluslararas› siyasette yaflanan en önemli de¤iflim Orta ve Do¤u Avrupa’da bürokratik devlet sosyalizminin çökmesiydi. So¤uk Savafl› sona erdirmesinin d›fl›nda bu de¤iflim serbest piyasa ekonomisinin de¤erlerini savunan liberal ideolojilerin zaferi ve genel anlamda sosyal yard›m sistemine ve d›fl yard›mlara tümden karfl› gelen Yeni Sa¤’›n hâkimiyeti anlam›na
geliyordu. Bu ba¤lamda, sanayileflmifl ülkeler aras›nda d›fl yard›mlar için bütçeden ayr›lan pay giderek azalmaya bafllam›flt›. “Kalk›nma” için geleneksel
bir araç olan d›fl yard›m yavafl yavafl yerini do¤rudan yabanc› yat›r›ma b›rakacak flekilde geliflmifl ülkeler taraf›ndan geri çekilmifltir. 1990’da resmi olarak
sa¤lanan d›fl yard›m 60 milyar USD civar›ndayken, do¤rudan yabanc› yat›r›m
miktar› 20 milyar USD’nin biraz üzerindeydi; do¤rudan yabanc› yat›r›m miktar› geliflmekte olan ülkelerde ilk defa 1992 y›l›nda d›fl yard›m miktar›n› geçmifltir. 1997 y›l›na gelindi¤inde, geliflmekte olan ülkelere sa¤lanan do¤rudan
yabanc› yat›r›m 160 milyar USD’ yi geçerken, di¤er yandan d›fl yard›m miktar› 40 milyar USD’ de kalm›flt›r (Hertz 2001: 34)
Azalan pay›na ve u¤ratm›fl oldu¤u düfl k›r›kl›¤›na ra¤men kalk›nd›rma
yard›mlar›n›n devam etmesi 1987 y›l›nda yay›mlanan Dünya Kalk›nma ve
Çevre konulu Brundtland Raporunda ve 1992 y›l›nda Kalk›nma ve Çevre üzerine yap›lan Rio konferans› sonuç bildirgesinde destekçi ülkelere önerilmifltir.
Sa¤ görüfllerden kalk›nd›rma yard›mlar› üzerine yap›lan elefltiriler piyasa kaynaklar›n›n bofla harcand›¤› ve yolsuzluklara yol açt›¤› konusundayd›. Sol görüfllerden gelen elefltiriler de bunun benzeriydi, ancak farkl› bir görüflle bakarak bu yard›mlar›n geliflmekte olan ülkeleri kapitalist dünyaya entegre etme
arac› olarak yeni-sömürgecilik çerçevesinde de¤erlendirmekteydi (daha fazla
ayr›nt› için bkz. Mosley 1987).
Yukar›da iflaret edilen tart›flmalar Atlantik Dünyas›na mensup bilimciler
ve lobiciler taraf›ndan yönlendirilmekteydi. Kendilerini genellikle, ulusal ve
uluslararas› kurumsal düzeye odaklanarak, ekonomik tart›flmalar zeminine
oturtmaktayd›lar. 1940’lar›n sonlar›ndan beri sosyal bilimler – iktisat, sosyoloji, siyaset bilimi ve tarih dikkate de¤er say›da “sosyal de¤iflim ve kalk›nma
teorisi” üretmifltir. Bu teoriler “de¤iflim”, “modernleflme” ve “ba¤›ml›l›k”tan
“kalk›nma” ve “küreselleflme”ye kadar uzamaktad›r. Temelde, bu teoriler ve
pratikler 1980’lerin bafl›ndan beri yaflanan ekonomik büyüme üzerine odaklanm›flt›r. Kalk›nma üzerine çal›flan akademisyenler aras›nda öne ç›kan izlenim, bu tür teorilerin ç›kmaza girmifl oldu¤u ve Afrika ülkelerinin gerçekleriyle bafl etmede baflar›s›z oldu¤udur (Spybey 1992; Zeleza 1997).
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 223
Afrika ülkelerine yap›lan d›fl yard›mlar›n tarihsel tart›flmalar›na mütevaz› bir katk› olan bu tebli¤in amac› “Afrika’n›n Kalk›nmas› için Yeni Ortakl›k”›
(NEPAD) formüle edenlerin aç›kça belirtti¤i gibi d›fl yard›m›n olumlu yönlerini kabul ederek, yap›lan d›fl yard›mlarla günümüz Afrika’s›ndaki kalk›nma
aras›ndaki ba¤lant›n›n aldat›c› yönlerini netlefltirmektir.
Kalk›nma için d ›fl ya r d › m n e d e m e k t i r ?
Modern anlamda d›fl yard›m, genelde askeri ve ekonomik olarak bir ülkenin di¤er bir ülkeye yard›m amac›yla yapm›fl oldu¤u destek fleklinde tan›mlan›r. Bu yard›m para, mal, hizmet ve teknik uzmanl›¤›n hibe edilmesini içerir.
Bir ülkenin di¤er ülkeye yard›m sa¤lamas› fleklinde iki tarafl›, ya da bu yard›m›n bir grup ülke taraf›ndan sa¤lanmas› fleklinde çok tarafl› olabilir. D›fl yard›m kavram› bir ülkedeki özel bir kuruluflun baflka bir ülkeye sa¤lam›fl oldu¤u deste¤i tan›mlamak amac›yla da kullan›l›r. Ülkelerin d›fl yard›mlar› insani
sebeplerden dolay› ve d›fl politika hedeflerinin gelifltirilmesi iste¤inden dolay›
verdikleri kabul edilmektedir. Ülkeler para, g›da ve di¤er baz› hizmetler sa¤layarak temel insani ihtiyaçlar› karfl›lamay› hedeflerler. Yard›mda bulunan ülkeler ayn› zamanda, yard›m sa¤lad›klar› ülkelerin d›fl tehditlere karfl› güvenlik
sa¤lamalar› için ve kendileriyle yak›n iliflkiler kurmay› teflvik etmek için askeri ve ekonomik yard›mlarda da bulunurlar.
‹mtiyazl› olarak emperyal devletler taraf›ndan sömürgelere “ba¤›fl yard›m›” veya “bütçe yard›m›” ad› alt›nda yap›lan para transferi 19. yüzy›l›n sonlar›nda bafllam›fl olsa da, “denizafl›r› yard›m” kavram› ‹kinci Dünya Savafl›’ndan
sonra ün kazanm›flt›r. ‹kinci Dünya Savafl›’ndan önce, sömürgeci devletler bu
yard›mlar› geçici kaideler temelinde ve ahlaki yükümlülük veya ‘kalk›nma”
için gerçeklefltirmifllerdir ki o dönemin kelime da¤arc›¤›nda bu sözcük bulunmamaktad›r (Mosley 1987: 20)
Ço¤u kez bu para transferleri sömürgelerin yerli halktan gelen isyanlar›
bast›rmak üzere giderlerini karfl›lamak maksad›yla yap›lm›flt›r. O dönemki
yard›mlar, yoksul ülkelerin kalk›nmas›n› hedeflemekten ziyade piyasalar›n›n
ve sermayelerinin düzgün bir flekilde ifllemesini amaçlayan yard›mlard›
(A.g.e: 21). 1930’lar›n büyük buhran›, uluslararas› sermayenin çekilmesiyle
sonuçlanm›flt›r. Bu buhran ayn› zamanda, Latin Amerika ülkelerinin korumac› politikalar gelifltirmesine ve borçlar›n› ödeyememesine de sebep olmufltur.
‘Kalk›nma için d›fl yard›m’ siyasi söyleve bu ba¤lamda girmifltir. 1919–1921
y›llar› aras›nda ‹ngiltere Sömürge Bakanl›¤› görevini sürdürmüfl olan Lord
Milner Observer gazetesine flu beyanatta bulunmufltur:
Bu ülkelerin iktisadi kalk›nmaya ihtiyac› vard›r – yollara, demiryollar›na,
motorlara, traktörlere ve baz› durumlarda özellikle Sudan’›n sulama sistemine
224 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
ihtiyac› vard›r. Bu ihtiyaçlar, içeride ve kalk›nmaya yönelik çal›flmalar›n yap›ld›¤› bu ülkelerde istihdam sa¤layacakt›r. Sömürge ülkelerin kalk›nmas› para ile; d›flar›dan gelen para ile ilgili bir sorundur. (A.g.e: 11)
Bu politikalar insani yard›m maksad›nda olan, hay›rsever, medeni ve geliflmifl örgütlerin oluflturmufl oldu¤u ve sömürgecili¤in bafllang›c›ndan beri Afrikal›lar›n direncini k›rma amac› tafl›yan bir düzenin devam› niteli¤indeydi.
19. yüzy›ldan beri yard›m sa¤layan bu örgütler aras›nda misyoner cemiyetler,
hay›rsever ve insani yard›m örgütleri bulunmaktayd›. Bunlar ço¤unlukla sömürgeci olan öncü elitlere mensup örgütlerdi, baz›lar› ticaret yapmak ve nihayetinde sömürgecilik için imtiyazl› ortakl›klar kuracakt›. Avrupa sömürgecili¤i ve dini fikirleri yayma durumu kilise önderli¤inde elden ele geçmifltir. Bu
cemiyetlerin temeli hay›rseverlik ve merhamet inanc›na dayanmaktad›r ve sömürgecilik sürecinin bir parças› olmalar› da ayn› temele dayanmaktad›r. Bu
yolla, e¤itim, sa¤l›k ve manevi destek sa¤lama faaliyetleri içerisinde yer al›rlarken; di¤er yandan emperyalist devlet, sömürge ülkenin insan ve do¤al kayna¤›n› talan edebilme koflullar›n› haz›rlam›flt›r.
Sömürgeci devlet içersindeki patronaj iliflkilerini kullanan Avrupal› ve
Amerikal› giriflimci misyonerler taraf›ndan kurulan bu cemiyetler temelde birer sosyal yard›m merciidir. 20. yüzy›l›n bafllar›nda kilise, 1917 Sovyet devriminde manifesto edilmifl olan komünizmin tehdidiyle karfl› karfl›yayd›. Komünist düflüncelerle din aras›nda cereyan eden ideolojik çat›flmalar, komünistlerin devlet egemenli¤ini ele geçirmifl olmalar›, dini cemiyetlerin uluslararas›
zeminde yeniden pozisyon almas› ve emperyal devletlerle iliflkilerini dönüfltürmesi anlam›na gelmifltir. Avrupal› ve Amerikal› devletler kilise cemiyetlerinin içeride veya sömürge ülkede emekçi ve sömürülen s›n›flarla olan çat›flmada siyasi bir güç olarak oynad›¤› hayati rolün fark›ndayd›. Dünya Kiliseler
Konseyi, hay›rsever gönüllü çal›flmalar› ve d›flar›daki misyoner faaliyetleri geniflletmek amac›yla 1925 y›l›nda ortaya ç›km›flt›r.
Savafl döneminde ortaya ç›kan gönüllü örgütler de bu modele dayanmaktad›r. Birinci Dünya Savafl› s›ras›nda Bat›’da 344 gönüllü örgütün oldu¤u saptanm›flt›r. Bu örgütlerin daha da artmas› ‹kinci Dünya Savafl›ndan sonra, emperyalizmin yeniden flekillenmesiyle ve Pax-Amerikana’n›n yeni- sömürgecilik biçiminde hâkimiyet kazanmas›yla gerçekleflmifltir. Misyon faaliyetlerinin
h›zl› biçimde genifllemesi d›fl›nda, British Moral Re-Armament veya Oxford
Grubu Hareketi gibi kiliseyle ayn› görevi üstlenen di¤er örgütler de ortaya ç›kmaya bafllam›flt›r. Bunlar›n d›fl›nda Rockefeller Standard Oil’e ait hay›rsever
bir cemiyet olan Rockefeller Vakf› kurulmufltur. Bunu takiben Birleflik Çelik
Ortakl›¤›’n›n sahibi olan Andrew Carnegie de, Carnegie Vakf›’n› kurmufltur.
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 225
Bu vak›f, “Latin Amerika’da Ekonomik Kalk›nma için Amerikan Cemiyeti”ni
kuran vak›ft›r. Ford Vakf›, Ford ‹mparatorlu¤unun Michigan’daki kârlar›ndan
bir parça olarak 1936’da kurulmufltur ve 1940’lar›n sonuna kadar yerel düzeyde faaliyetlerini sürdürmüfltür. 1950’lerde Amerikan hükümeti ‘komünist tehdit’ ile savafl›rken Ford Vakf› ulusal ve uluslararas› bir vakfa dönüfltürülmüfltür.
‹kinci Dünya Savafl› sonras› sömürgecilik ve emperyalizm muhaliflerinin
aray›fllar›na cevap verecek olan, ABD’de ve Avrupa’da tekel flirketlerin ve hükümetlerin fonlar›yla daha bir sürü benzeri örgüt kurulacakt› ve ‘hay›r’ kurulufllar› olarak sömürgecili¤in yol açt›¤› yoksulluk ve hastal›klara karfl› yard›m
ve rehabilitasyon faaliyetleri içerisinde yer alacakt›. Emperyalist devletler aç›s›ndan bu vak›flar›n çal›flmalar› vazgeçilemezdi. Bu suretle, sömürge ülkelerde iki türlü gönüllülük hizmeti veren cemiyetler bulunmaktayd›; dini olanlar
ve seküler olanlar. Geleneksel tarzlar› dikkate al›nd›¤›nda birbirlerinden ay›rt
edilmeleri son derece zordu, iki türde de devlete ya da bireyler, tekeller ve ortakl›klar gibi özel kaynaklara ba¤›ml›yd›lar. Fonlar› sa¤layan taraflar›n bu cemiyetlerin rollerini geniflletmesi, emperyalizmin yeni yüzü olmaya bafllayan
ve yeni- sömürgecili¤in koflullar›n› oluflturan çokuluslu ve uluslarüstü sermayenin sömürge ülkelerde do¤rudan d›fl yat›r›m yapt›¤› döneme rastlar. Ayn› koflullar 1944 y›l›nda Amerikan denetiminde Bretton Woods Anlaflmas›yla IMF
Dünya Bankas› gibi uluslarüstü finansal kurumlar›n, kalk›nma kurumlar›n›n,
ticari kurumlar›n ve 1947 y›l›nda Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaflmas›’n›n (GATT) oluflmas›n› gerekli k›lm›flt›r.
Uluslararas› siyasi güç çat›flmalar› (So¤uk Savafl dönemi dâhil) ba¤lam›nda bir süreç olan denizafl›r› yard›mlar üçüncü dünya ülkelerini ‹kinci Dünya Savafl› sonras› ideolojik taraflara çekmek aç›s›ndan önemli bir iktisadi araç
olmufltur. Bu yard›mlar, destekçi ülkelerin iç siyasetinin genifllemesi sonucu
olarak bir d›fl politika arac› haline gelmifltir. Bu yard›mlar ilk kez, savafl döneminin Bat› ve Do¤u Avrupa’da ekonomiye vermifl oldu¤u tahribat› iyilefltirme
program› olarak sunulmufltur. Bu 1948–1952 y›llar› aras›nda sa¤lanan Marshall Plan›’n›n bir tutumuydu. Bu Marshall Plan›’n› sonradan 1950’lerin bafllar›nda ikinci aflamaya geniflletilmifltir. Uluslararas› yard›m rejimi teknik, askeri ve ekonomik paketler halinde bu defa Yunanistan, Türkiye ve daha sonra
Kore gibi yoksul bölgeleri de içersine alarak ve bu ülkelerin ekonomik standartlar›n› yükselterek komünizm tehdidine karfl› ç›kmay› amaçlam›flt›r. Uluslararas› yard›mlar daha sonra, komünist olmayan, demokratik piyasa ekonomilerinin üstünlü¤ünü kan›tlama peflinde olmufltur.
Bu durum, ‹kinci Dünya Savafl› sonras› daha fazla telaffuz edilmeye bafllanan Bat›l› ülkelere ve 1960’larda ba¤›ms›zl›¤›n› kazanacak olan birçok sö-
226 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
mürge devlete para transferi ihtiyac›n› zorunlu k›lacakt›. Afrika ve Asya’da sömürge imparatorluklar›n›n sona ermesi d›fl yard›m rejiminin üçüncü aflamas›n›n bafllang›c›n› iflaret edecekti. Bu aflama asl›nda, önceki dönemlerde gerçekleflen desteklerin biraz daha geniflletilmifl haliydi. Önceki aflamalardan farkl›
olarak bu sefer eski sömürge ülkelerle askeri ortakl›klar ve diplomatik ba¤lant›lar kurulmas› yönünde çabalar gösterilmifltir. Bu süreç Afrika ülkelerinin kalk›nman›n tek yolu olarak gördükleri k›ta içersinde birleflme aray›fl›nda oldu¤u
döneme rast gelir. Bu ba¤lamda, denizafl›r› yard›mlar birleflmenin ve dönüflümün önünde duran engeller olarak görülmekteydi. Nyerere, Nkrumah, Sekou
Toure, Senghor ve di¤er ilerici liderler ihtiyaçlar› olmas›na ra¤men d›fl yard›mlar› yeni-sömürgeci entrikalar olarak alg›lamaktayd›.
Örne¤in, Nyerere 1960 y›l›nda Bat›’n›n Afrika’n›n birleflmesinden çok
parçalanmas›n› tercih edece¤ini, çünkü bölünmüfl bir Afrika’n›n birlik olmufl
bir Afrika’dan daha kolay yönetilece¤ini savunmufltur: “Do¤u Afrika’n›n bölünmüfllü¤ünü sürekli hale getirmek için bizleri ya¤layarak, rüflvetler vererek,
anlaflmazl›klar üreterek teknolojik deste¤e olan ihtiyac›m›z› sömürerek bizleri bölecektirler”. Daha da ötesi, “Afrikal› liderleri ay›rmak için onlar› rüflvete
ve yolsuzlu¤a itmektedirler. Daha önce de söylemifl oldu¤um gibi baflkalar›n›n
zay›fl›¤›ndan ve parçalanm›fll›¤›ndan prestij ve güç sa¤layan bu ülkelerin elçiliklerini baflkentlerimizde bulundurdu¤umuz sürece bu durum yo¤un bir flekilde devam edecektir...” (Nyerere 1969: 92).
Afrika Birli¤i 1963 y›l›nda kurulmufl olmas›na ra¤men, Afrika ülkeleri
Bat›dan gelen iltimaslar ve Kongo örne¤inde oldu¤u gibi kendi içlerindeki
gruplaflmalar (Kongo-Gana Birli¤i veya Gine-Mali-Gana Birli¤i gibi) yüzünden birleflmede pek baflar›l› olamam›flt›r. Önde gelen Keynesyen refah reçeteleriyle bu hay›r kurumlar› ve gönüllü kurulufllar›n binlercesi ‘kalk›nma’ ve ‘refah’ projeleri ad› alt›nda milyonlarca dolar harcayarak 1960’lardan itibaren
Afrika’da ve üçüncü dünyada faaliyetlerde bulunmufltur.
Bu kurulufllar Avrupal› ve Amerikal› hükümetlerin ‘resmi’ yard›m programlar› bünyesinde ço¤unlukla yer alm›flt›r. Bu sayede, daha sonra Birleflik
Devletler Uluslararas› Kalk›nma Ajans› (USAID) olacak olan Uluslararas› ‹flbirli¤i Yönetimi gibi yap›lar ortaya ç›kt› ve Her Alanda Amerikan Kooperatifi (CARE), Dünya Kilise Hizmetleri, Dünya Vizyonu ve di¤er benzerleri gibi
uluslararas› ba¤lant›lar› olan yap›lanmalarla iflbirli¤inde bulunmufltur. Birço¤u
ABD’de bulunun bu yap›lar fonunun yüzde 25’inin USAID taraf›ndan karfl›land›¤› ‘Özel Ajanslar›n ‹flbirli¤i’ (PACT) çat›s› alt›nda toplanm›flt›r. Gönüllü
ajanslar›n çal›flma alanlar›n›n geniflleten ve çeflitlendirenler Lyndon Johnson
ve Richard Nixon olmufltur. Johnson 1964 Ekonomik F›rsatlar Senedi esas›nda yoksullukla mücadele program›n›n bir parças› olarak ‘Amerika’ya Gönül-
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 227
lü Hizmet’ (VISTA) ajans›n› kurdu. Nixon, 1970 y›l›nda Ulusal Gönüllü Hizmet Merkezi’ni ve bütün ajanslar›n koordinasyonunu sa¤lamas› amac›yla
1971 y›l›nda bir flemsiye vazifesi üstlenen ACTION ajans›n› kurdu. Hükümet
fonlar›n›n d›fl›nda, gönüllü yard›m ajanslar› 1979 y›l›nda bireylerden ve ifladamlar›ndan 43.31 milyar USD ba¤›fl toplam›flt›r.
1960’larda ve 1970’lerde Amerikal› gönüllü yard›m ajanslar›yla iflbirli¤i
içinde olanlar Kanadal›lard›. 1960’larda Bat›l› ülkeler içinde bu ajanslara fon
sa¤layan hükümetler s›ralamas›nda Kanada hükümeti üçüncü s›rada yer almaktayd›. Amerikal› ajanslar›n çok benzeri olarak Kanada’da ‘Oxfam Canadian’, ‘CARE Canada’, ‘Kanada Üniversitesi Uluslararas› ‹flbirli¤i Konseyi’,
‘Dünya Kanada Vizyonu’ gibi ajanslar bulunmaktayd›. Almanya’da da bu tür
örgütler bulunmaktayd›, Dünya Bar›fl Hizmetleri, Ekonomik ‹flbirli¤i Ortakl›¤› (EZE), Dünya Dayan›flma Hareketi gibi. Di¤er Avrupa ülkelerindeki ajanslar›n baz›lar› flöyledir: Denizafl›r› Kalk›nma ‹flbirli¤i (‹ngiltere), ‹sviçre Kalk›nma Birli¤i, Norveç Kalk›nma ‹flbirli¤i Ajans› (NORAD), Hollanda Uluslararas› Kalk›nma ‹flbirli¤i Örgütü (NOVIB), ‹sveç Uluslararas› Kalk›nma Ajans› (SIDA), Finlandiya Uluslararas› Kalk›nma Ajans› (FINNIDA) gibi. Japonya da bile Sasakawa Bar›fl Vakf› ad›nda benzeri bir ajans bulunmaktayd›.
Denizafl›r› gönüllü yard›mlar›n artan faaliyetleri Bat›’n›n sömürge ülkelerde manevi ve maddi olarak yeniden kabul görmesinin bir parças›yd›. Sömürge ülkelere tan›nan self-determinasyon hakk› emperyalizme ve dünyan›n
siyasi ve ideoloji olarak modernleflmesine karfl› manevi bir kriz yaratm›flt›r.
Bat› karfl›t› milliyetçik, Bat› dünyas› için oldukça önemli bir tehditti; bu milliyetçilik, kendini Afrika ülkelerinin ‘modernite’nin gereklilikleriyle bafla ç›kabilme yetisini sorgulama çerçevesinde ifade etmifltir. Bat›’ya karfl› koyma
‘kültür çat›flmas›’ olarak tan›mlanm›flt›r. Bat›’ya karfl› koyma beyaz ›rk›n üstünlü¤üne karfl› bir devrim olarak tabir edilmifltir. So¤uk Savafl Bat› için daha
fazla tehdit oluflturmufltur, yeni oluflan birçok ulus öyle ya da böyle kendilerini Bat›yla z›t düflecek politikalar çerçevesinde tan›mlamaktayd›lar. Küba devrimi ve bu devrimi Afrika ve Latin Amerika’ya ihraç etme çabalar› (Che Guevera’n›n Kongo ve Bolivya gezileriyle simgeleflen) Bat›’n›n kendi aç›s›ndan
hakl›l›¤›n› göstermifltir.
Üçüncü dünya ülkelerinde emperyalizm ve onun yerel güçlerine karfl› yürütülen siyasi faaliyetler, iflçilerin, köylülerin ve ö¤rencilerin emperyalizm
karfl›t› militanl›¤› ve 1960 sonras› Portekiz sömürgelerinde kuvvetlenen özgürlük mücadelesi ABD’nin 1971 y›l› itibariyle Vietnam’da tecrübe etmifl oldu¤u
gibi askeri müdahaleyle bast›r›lamazd›. Bu tarz güçleri çevrelemek için reformist stratejiler gelifltirmek gerekiyordu. 1960’lar›n sonlar›nda ve 1970’lerin
228 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
bafllar›nda önceden yard›m ve refah sa¤lama faaliyetlerinde uzmanlaflm›fl baz› gönüllü ajanslar IMF ve Dünya Bankas›n›n fon sa¤lad›¤› projeleri uygulamak maksad›yla kendilerini kalk›nma örgütleri/ajanslar› olarak dönüfltürmeye
bafllam›flt›r. Dünya Bankas› baflkanl›¤›nda Robert McNamara dönemimi ile
birlikte bu yaklafl›ma kibarca “ifltirakçi kalk›nma” ad› verilmifltir. Bu yaklafl›m, k›rsal kalk›nma için en yoksul kesimin yarar›na olmas› umulan yeni stratejiler içermekteydi. McNamara’ya göre yoksullukla bafl etmenin tek yolu
buydu. fiebeke halinde ve koordinasyon içinde çal›flan Uluslararas› Alternatif
Kalk›nma Vakf› (IFDA) ve Uluslararas› Kalk›nma Hareketi Koalisyonu (ICDA) da ulusal ve uluslararas› kalk›nma için gönüllü hizmetler sa¤layan ajanslar›n›n rollerini biraz daha merkezilefltirmek suretiyle bu dönemde ortaya ç›km›flt›r.
1968 itibariyle McNamara yönetiminde Dünya Bankas› üçüncü dünya ülkeleri vatandafllar›ndan ifle al›m gerçeklefltirmek ve yönetimin üst kademelerine daha çok kad›n yönetici atamak suretiyle çeflitli reformlar yapm›flt›r. Banka, prensiplerine göre daha gevflek Ortodoks olarak nitelen, liberaller ve tek
tük Marksistler dâhil, bireyleri asimile edebilmekteydi. Bu dönem özellikle
Latin Amerika ülkelerinde ‘özgürlük teolojisi’ ile tan›mlanan Katolik taraftarlar› vas›tas›yla yerel gönüllü yard›m ajanslar›n›n ortaya ç›kmas›na denk düflmektedir. Ortaya ç›kan bu yerel cemiyetleri güçlendirme stratejisinin 1970’lerin sonu itibariyle aç›k hedefi, ABD’den kat›lan alt› gönüllü ajans›n kat›l›m›yla Afrika Üzerine Ekümenik Çal›flma Grubu ad›nda bir konsorsiyum oluflturmakt›. Bütün bunlar, “Afrika’n›n yeniden yap›lanmas› ve kalk›nmas› için yeni stratejiler”i sunmak amac›yla organize edilmiflti.
1970’lerin de¤iflen uluslararas› flartlar›, yard›m ve kalk›nma konusunun
Bat›l› anlay›fl›nda bu tarz dönüflümleri gerekli k›lmaktayd›. Petrol ‹hraç Eden
Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) kurulmas› Amerikan politikac›lar›n›n Üçüncü
Dünya’dan gelecek tehditlerin engellenmesi söylemini gelifltirmesine neden
olmufltur. OPEC’in kurulmas› daha önce çok uluslu petrol flirketleri taraf›ndan
kontrol edilen dünya ham petrol kaynaklar›n›n kontrolünün ele geçmesi anlam›n› tafl›maktayd›. Hammadde üreticilerinin kartelleflmesi ve eski borçlar›n
kabul edilmemesi gibi durumlar Bat› için endifle verici olarak tarif ediliyordu.
Baflkan Carter döneminde bütün vaziyet endüstrileflmifl uluslarla az geliflmifl
ülkeler aras›ndaki çat›flma tabirince tan›mlanmaktayd›, ABD’nin yap›flt›rd›¤›
yaftayla “yeni bir So¤uk Savafl”t› (Kristol 1975: 5)
1970’lerin bafllar›ndaki petrol krizi, Bat› ile ilifllileri ba¤lam›nda dikkate
al›nd›¤›nda Afrika’y›, baz› Asya ve Latin Amerika ülkelerini etkilemifl olan
birtak›m olaylarla ayn› zamana rastlam›flt›r. Bu olaylardan en önemlisi Filistin
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 229
sorunundan dolay› 1973 y›l›nda ‹srail ile iliflkilerin bozulmas› ve Afrika-Arap
iliflkilerinin geliflmesidir. 1976 y›l›nda Arap Birli¤i Afrika’ya yard›m sa¤lama
amac›yla alt› kurum oluflturdu. Bunlardan baz›lar› Siyah Afrikal› ülkelerle iflbirli¤i amac›yla kuruldu ve di¤erleri de Arap Birli¤i’ne ve buradaki Afrikal›
üyelere ba¤l›yd›. 1976 y›l› itibariyle, üç ana fon kuruluflunun toplam elde etti¤i 456 milyon dolard› ki bunun 200 milyon dolar› düflük faizli ve geri ödemesi elveriflli krediydi. Önde gelen kurulufllar aras›nda 1975’te kurulan Afrika
Ekonomik Kalk›nma Arap Bankas›, 1974’te kurulan Afrika için Arap Özel Fonu ve 1975’te kurulan Kuveyt Ekonomik Kalk›nma ve Yard›m Fonu gibi kurulufllar bulunmaktayd›. Bu ad› geçenlerden ikincisi Kifli Bafl›na Düflen Milli
Has›la çerçevesinde dünya çap›nda en çok yard›mda bulunan kurulufltu.
Arap ülkeleri yard›mlar›n› s›n›rland›rarak ‹srail ile iliflki içinde olan ve
Arap dünyas›na düflmanl›k gösteren devletlere yard›mda bulunmamaktayd›.
‹slami kurumlar ve Kuran e¤itimi verenler daha fazla göz önünde tutulmaktayd›. Afrika için Ekonomik Komisyon Arapçay› örgütün çal›flma dilleri aras›na
sokmay› bu dönemde karara ba¤lam›flt›r. Ayn› zamanda, 1973 sonras› Afrikal› ve Arap liderler aras›nda gerçekleflen ziyaretler giderek önem kazanmaya
bafllam›flt›. Bu dönemde cereyan eden baz› di¤er önemli uluslararas› geliflmeler Saygon’un kurtuluflu ve s›ras›yla 1975 ve 1976’da Mozambik ve Angola’da kurtulufl hareketinin zaferiydi ki bunu 1980 y›l›nda Zimbabwe’nin kurtuluflu takip etmifltir. 1979 y›l›nda, OPEC’in toplanmas›na öncülük etti¤i
77’ler Grubunun Bakanlar Konferans› Tanzanya’n›n Arusha kentinde gerçekleflmifltir. Konferans›n ana gündem maddesi Üçüncü Dünya ülkelerinin Yeni
Uluslararas› Ekonomik Düzene nas›l uyum gösterece¤ine iliflkindi. 77’ler grubunun daha önce, 1967 y›l›nda Cezayir’de gerçekleflen bir toplant›s›nda Üçüncü Dünya ülkelerinin BM Ticaret ve Kalk›nma Konferans›nda (UNCTAD) ve
dünya ekonomi sorunlar›n›n görüflüldü¤ü di¤er toplant›larda a¤›z birli¤i etmesi karar› alm›flt›.
1977’de Pakistan’da ‹slami söylemli askeri diktatörlük halkç› sosyal demokratik rejimin yerini alm›flt›r. 1978 ve 1979 y›llar›nda ‹ran ve Afganistan’da
gerçekleflen devrimler uluslararas› siyaset için dönüm noktas› olmufltur. Humeyni’nin bafla geçmesi, devrim ve karfl›-devrimin ayn› anda yo¤unlaflt›¤› ender konjonktürlerden biri olmufltur. ‹ran devrimi Amerikan deste¤inden fazlaca yararlanm›fl olan fiah rejimini devirmiflti. Ayn› zamanda tarih, ‘‹slami köktencili¤in’ ideolojik hegemonyas›n› iflaret ederek solun Ortado¤u’daki yenilgisini yazmaktayd›. Komünist deste¤iyle gerçekleflen Afganistan’daki devrimim
karfl›s›nda muhalefet olarak ABD destekli Taliban bulunmaktayd›. Bu devrim
COMECON (Council for Mutual Economic Aid) ülkelerinde sosyalizmin çöktü¤ünü ve Pereistoika’n›n önce Sovyetlerde, daha sonra da dünya ölçe¤inde
230 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
yolunun aç›ld›¤›n› iflaret ediyordu. ABD taraf›ndan dünyan›n birçok ülkesinden devflirilen (bin Ladin de dahil) ve askeri güç olarak organize edilen radikal ‹slamc›lar vas›tas›yla Afganistan’›n Rus sald›r›lar›ndan kurtar›lmas›
ABD’nin güttü¤ü as›l amaç de¤ildi, as›l amaç bu ülkeye bir kukla rejim yerlefltirmekti. Neticede Mücahiddin’in saltanat›n›n sonuçlar›yla yüzleflmek zorunda kalanlar Afgan halk› olmufltur.
Humeyni rejimi 1979–1981 y›llar› aras›nda 444 gün boyunca Amerikal›
diplomatlar› rehin tutmufltur. Bu s›rada 1988 y›l›nda sona erecek olan ‹ran-Irak
savafl› patlak vermifltir. Bir milyon insan›n öldü¤ü ve daha fazlas›n›n yaraland›¤› bu savafl Ortado¤u’daki en büyük insanl›k trajedilerinden biri olmufltur.
ABD yönetimi ‹ran’›n bütün Ortado¤u’yu ve Irak’›n petrol sahalar›n›n istila
edebilir korkusuyla, savafl boyunca Irak’a askeri istihbarat, ekonomik yard›m
ve mühimmat deste¤i vermifltir (ABD’nin ikiyüzlü do¤as›n› kan›tlayan 1986
‹ran-Kontra skandal›na ra¤men).
Bu olaylar önemli odaklardaki ülkelerde afl›r› derecede sa¤a kayma yaflan›rken gerçekleflmekteydi. Halkç›l›k ve refahç›l›k karfl›t› semboller – radikal
muhafazakârlar›n – iktidarlar› elde etti¤i dönemde gerçekleflmekteydi: Kilise’nin liberal reformlar›n› sonland›ran Papa John Paul (1978); liberalizm ve
sosyal demokrasiyi tersine dönüfltürenler olarak bilinen Margaret Thatcher
(1979) ve Ronald Reagan (1981). Ayn› zamanda ABD’de ›rkç› ve yabanc› düflman› hareketlerde yükselme söz konusuydu. 1980’lerin bafl›nda ‹ngiltere’de
maden iflçilerinin yenilgisi emekçi militanl›¤›n›n sonunun geldi¤inin iflaretiydi, bunun hemen arkas›ndan da çeflitli Avrupa ülkelerinde sosyal demokrasi
yenilgiye u¤rayacakt›. Ayn› dönemde, özellikle aflamal› olarak ilerleyen Üçüncü Dünya ve Afrika halklar› ve baz› liderler küresel kalk›nma stratejilerini reddetmekteydiler. Bu liderler aras›nda, en büyük muhalifler olarak Nyerere ve
Michael Manley de bulunmaktayd›.
1970’lerde, bu geliflmeler üçüncü dünya ülkelerinin 1960’lardan sonra
Keynes’e dayanan istatistik geliflme modellerinin baflar›s›zl›¤›ndan kaynaklanan sosyoekonomik krizler sonras›nda devletin sosyal ve altyap›sal haz›rl›kta
ve kalk›nma planlamas›ndaki ana rolünün önemini vurgulamaktad›r. Kalk›nma ve sosyal yap›lanma arac› olarak devlet itibar›n› kaybetti ve bir görüfle göre de yard›m kurulufllar devletle iliflkilerinde ihtiyatl› davranmaya bafllad›lar.
Gönüllü kilise temsilcileri örneklerini izleyerek, “cemiyetler” ile do¤rudan yerel/yerli kurulufl/kurumlar arac›l›¤›yla iliflki kurarken daha da hassas davranmaya bafllad›lar. Dünya sahnesi de¤iflmekteydi: Avrupa ve ABD’den artan
miktardaki giriflimciler yerel/yerli kurulufllar›n kat›l›mc› geliflim stratejisinde
“kat›l›mc›” olarak geliflmesine daha fazla vurguda bulundular. Birçok organi-
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 231
zasyon, Afrika’n›n kalk›nmas› için ‘yerel cemiyetlerin güçlendirilmesi’ olarak
adland›r›lan yola ve alternatif stratejilere yöneldiler. Gönüllüler aras›ndaki
kalk›nma söylevi flimdilerde “insana dayanan kalk›nma” sorgusundan “kalk›nma iflçileri” olarak adland›r›lan ana bafll›¤a dönmüfltür, araflt›rmac›lar ve dan›flmanlar giderek bu yöne kanalize edilmektedir.
Kavram olarak kalk›nman›n kendisi kolay tan›mlanamaz olmufltur. fiöyle
ki, üçüncü dünya ülkelerinin kalk›nmas›n›n son 40 y›l›nda bu kavram ‘geleneksel’ toplumlar›n ‘modern’ olanlara dönüflümü gibi bir anlamdan, “bir vaadin yönetimi olarak kalk›nma” ya da tasarrufun ana mant›k olarak benimsendi¤i metaya dayal› üretim yollar› ve kazançlar›n yoksullara aktar›ld›¤› bir alg›lay›fla do¤ru evrim sa¤lad›. Kalk›nman›n bu kavramlar› asl›nda ‘s›n›f’ çat›flmas›nda sakl›yd› ve vurgu ilerleme, evrenselcilik, do¤ay› fethetmek, rasyonelli¤i ölçmek ve bunun gibi ortak de¤erlerin varl›¤› üzerineydi
1960’lar›n sonunda ve 1970’lerin bafl›nda, bu tan›mlamaya karfl› Ba¤›ml›l›k Ekolü global eflitsizlik ve sömürü sorununu ortaya koymufltur. Kalk›nma
giderek daha fazla tehlikeye giriyor ve ciddi yaklafl›mlar kalk›nman›n karanl›k taraf›na odaklan›yordu. Bununla alakal› olmak kayd›yla, 1970’lerin sonlar›nda ‘yeni’ geliflim kavramlar› ortaya ç›kt›. Bu kavramlar›n erken dönem örnekleri aras›nda, popüler kat›l›m›n eksikli¤ine odaklanan “Alternatif Kalk›nma” ya da “Baflka Bir Kalk›nma” vard›. Bir di¤eri ise insana yat›r›m yapma
gere¤i sorusunu gündeme getiren “‹nsani Kalk›nma” idi. Bu kavramlar Ba¤›ml›l›k Ekolü, ekolojik elefltiriler ve eko-feminizm taraf›ndan ortaya at›lan
tart›flmalarda somutlafl›yordu. Bu ba¤lamda, kalk›nma kavramlar› kalabal›¤›
ortaya ç›km›fl oldu: “kendine ba¤›ml› kalk›nma”, “endojen kalk›nma”, “kat›l›mc› kalk›nma”, “entegre kalk›nma”, “otonom kalk›nma”, popüler kalk›nma”,
“adil kalk›nma”,” sürdürülebilir kalk›nma”, “yerel kalk›nma”, “mikro-kalk›nma”, “içkin kalk›nma” v.b.
Kalk›nmaya getirilen bu s›fatlar ister istemez sürecin temel mant›¤›n› -örne¤in biriktirme ve metaya dayal› üretim yollar› ve s›n›f farkl›laflmalar›- de¤ifltirmiyor. Bütün bu konularda, giriflimler kültür, do¤a, cinsiyet ve sosyal
adalet konular›yla ilgilenerek kalk›nman›n zararl› olarak düflünülmüfl olan etkileriyle (ya da bazen bozuk-kalk›nma denilen) ilgilenmek içindi. Kalk›nma
giderek nitelikli bir süreç haline geldi (insani, sosyal, politik, cinsiyete dayal›,
v.b.). Mesela Sürdürülebilir Kalk›nma 1992 Haziran’›nda Rio Konrefans›’nda
üçüncü dünya ülkelerinde Yap›sal Uyum Programlar›’n›n (SAPs) yürürlü¤e
konmas›n›n ortalar›nda ve yeni-liberalizmin dünya çap›nda zaferini yaflad›¤›
zamanlarda ortaya konmufltu. Burada yarat›lan en önemli mitoloji kalk›nman›n sadece Güney Ülkelerini de¤il ayn› zamanda kuzey ülkelerini de ilgilendirdi¤iydi. Bu mitin arkas›nda yatan ayn› ekonomik düflünüfltü ve ayn› zaman-
232 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
da sözde kalk›nmay› s›n›flara dayal› bir süreç olarak görmeyi hedefleyen bütün analizlere kuflkuyla bak›larak baflka bir yola sevk edilmeye çal›fl›l›yordu.
“Kat›l›mc› kalk›nma stratejisi”ni uygulama çabalar›n›n yan›nda, yeni-sömürgelerde artan bir gönüllü yerli ajanslar oluflturma çabas› da mevcuttu. Bu
ba¤lamda, sözde halk hareketleri bile uluslararas› ajanslar›n orta yol politikalar›na ve sivil toplum kavram›n›n (halk›n devlet uygulamalar›n› elefltirmesi)
yeniden gündeme gelme politikalar› (halka dayal› kalk›nma politikas›) yoluna çekiliyordu. 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin bafl›nda, Ford, Carnegie,
Rockefeller vak›flar› ve di¤er Bat›l› temsilcilikler kalk›nma profesyonelleri,
araflt›rmac›lar ve organizasyonlar sponsorlu¤uyla “halk›n kat›l›m programlar›”
teflvikine büyük ölçüde destek verdiler. 1970’lerin sonu itibariyle, Ford Vakf›
gibi organizasyonlar amaçlar›n›n bar›fl ve sosyal adaleti, e¤itimi, medyay›,
kültür ve sanat› desteklemek, bütün bunlar›n yan›nda dünya çap›nda yard›m
politikalar›n› da de¤ifltirmek oldu¤unu iddia ettiler. Bu flekilde sosyal ve politik faaliyetlerle ilgilenen yeni tür ‘aktivist’ STK’lar sistematik bir flekilde teflvik ediliyordu. Ford Vakf›’n›n “bar›fl ve sosyal adalet” anlay›fl› insan haklar›n›n (kiflisel haklar ve özel mülkiyetin korunmas›n› okuyunuz), özellikle kad›n
haklar›n›n; aç›k ve güvenilebilir devlet kurumlar› sa¤lamak; “sivil toplum”u,
gelece¤in planlanmas›nda bireylerin ve sivil organizasyonlar›n kat›l›m› yoluyla güçlendirmek; ve bölgesel ve uluslararas› flirketleri destekleyerek olaca¤›
yolundayd›.
Bu kavramlar ve uygulamalar yeni-sömürgeci hükümetlerin azla yetinme
önlemlerini Yap›sal Uyum Programlar›’n›n (SAPs) yürürlü¤e konmas› yoluyla dayatmaya zorland›klar› bir dönemde belirginlefliyordu. Bu önlemler devletin sosyal planlamadan ve kalk›nmadan genel olarak; kamusal mülkün özellefltirilmesi; yat›r›mc›lar için altyap› oluflturulmas›; iç ve d›fl pazarlar›n serbestleflmesi; devletin ekonomideki ‘kamusal’ ve bireysel desteklemedeki rolünün
azalmas›na veya çekilmesine izin verdi. ‘Kamusal’ roller gönüllü temsilcilerin, flimdilerde NGO/sivil toplum olarak tekrar adland›r›lan, himayesiyle teflvik edildi. Dolay›s›yla Britanya, Almanya, Kanada, ABD ve di¤er geliflmifl ülkelerde, kalk›nma ve araflt›rmada uzmanlaflan gönüllü temsilcilikler birçok irtibat komitesiyle, örne¤in Dünya Kalk›nma E¤itimi Merkezi (CWDE, Britanya), Kalk›nma Gruplar› Federal Kurultay› (BUKO, Almanya),v.b. bir araya
getirildiler. Kanada Uluslararas› Kalk›nma Temsilcili¤i (CIDSE), Toplumsal
Kat›l›m Program› (PPP), Avrupa’da ve ABD’de birçok dini kalk›nma temsilcili¤ini koordine eden ajans› kurdu.
Bu durum, o dönemlerde artarak devam ediyordu; resmi ve gönüllü sektör aras›nda irtibat komiteleri kuruluyordu. Böylece, 1970’lerin sonunda Av-
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 233
rupa’n›n üst merci ajans› olarak EEC/NGO ‹rtibat Komitesi kuruldu. Gerçekte bu çeflitli geliflmeler Dünya Bankas› ve IMF sponsorlu¤undaki SAPs’›n d›flavurumu ve güçlendi¤inin ifadesiydi. SAPs’›n yürürlü¤e konmas›yla,
STK’lar ve onlar›n kat›l›mc› yaklafl›mlar› insanlar›n güveninin kazan›lmas›nda oldukça önem kazand›. Asl›nda, bu yaklafl›mla, onlar verimsiz, bürokratik,
merkezileflmifl, yozlaflm›fl oldu¤u farz edilen devlete karfl› bir elefltiri yöneltiyor gibi gözüküyorlard›. Devletin yerel ve bireysel giriflimciler yarar›na sosyal önlemlerden, genel refahtan, kalk›nma planlamas›ndan çekilmesinin ajitasyonu için bu STK’lar çok temel kurulufllard›.
1970’lerin sonundan ve 1980’lerin bafl›ndan itibaren, finansör ajanslar›
taraf›ndan, gönüllü ajanslar›n (STK’lar), kalk›nman›n “yeni özellikler”in evrimi düflünüldü¤ünde Dünya Bankas› ve IMF’in “hedef kitle”ye ulaflmak için
direkt müdahalesine göre avantaj›n›n oldu¤u kabul edilmiflti. Onlar›n “temel
ihtiyaçlar”›n “insanlar›n kat›l›m›” süreci yoluyla karfl›lanmas› ve kalk›nmada
ortakl›k düflünceleri sayesinde; uluslararas› STK’lar kendi hükümetleri, özel
bireyler, çokuluslu flirketler, Uluslararas› Finansal Kurulufllar (IFIs), ve bunlarla beraber UNESCO, UNICEF, WHO, FAO gibi BM ajanslar› taraf›ndan finanssal destek al›yorlard› ve bu uluslararas› STK’lar yerli/yerel organizasyonlarla birlikte çal›fl›yorlard›. Hiç görülmemifl çabalar bunlar› gerçeklefltirmek
için harcan›yordu. Onlar›n iflleri resmi yard›m ajanslar› ve hükümetlerin görülmüfl ‘baflar›s›zl›k’› kapsam›nda teflvik ediliyordu. STK’lar “kalk›nma programlar›” aç›s›ndan, resmi olanlara göre giderek daha yararl› ve istenilen kurulufllar konumuna geldiler.
STK’lar global kalk›nma konular›nda yeni bir önem kazand›lar. STK’lar
devletle ve uluslararas› organizasyonlarla, politika oluflturma ve de¤erlendirme, yeni oluflturulan bu politikalar› halka benimsetme ve yürürlü¤e koyma konular›nda giderek yak›n bir iliflki içersine giriyorlard›. 1980 ve 1990’larda
STK’lara / sivil toplum kurulufllara yap›lan bat›l› ödenekler, bütün dünyada
sosyal ödenekler fon kesintileriyle karfl›lafl›rken, büyük ölçüde artm›flt›. Küresel H›ristiyanl›k D›fl Misyonu 1970’de 3 milyar USD al›rken, 1980’de 5 milyar USD, 1986’da ise 7,5 milyar USD alm›flt›r. 1981’de USAID 50 gönüllü
ajansa görüflmeler yaparak, açl›k ve yoksullu¤un nedenlerini araflt›rarak kamusal ve özel kalk›nma yard›mlar›n› artt›rabilme yolu bulmas› için 9 milyar
USD sa¤lam›flt›r. 1980’lerde, Birleflmifl Milletler STK ‹rtibat Servisi, STK’lar›n uluslararas› ba¤lay›c› ve koordine edici bir üst merci organ› olarak Cenevre’de kuruldu. O zamandan itibaren, birkaç NGO/sivil toplum organizasyonlar›/gönüllü ajanslar dan›flman olarak kabul gördüler. Bu organizasyonlar aras›nda Üçüncü Dünya A¤›, Uluslararas› Kad›n Bar›fl ve Özgürlük ‹ttifak›, Dünya Kiliseler Birli¤i, Uluslararas› Ö¤renci ve Gençlik Hareketi v.b. vard›r.
234 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
NGO/sivil toplum organizasyonlar›/gönüllü ajanslar, ayn› zamanda resmi
kalk›nma programlar›na Dünya Bankas› politikalar› vas›tas›yla da oldukça dahildirler. Özel flah›slar, çok uluslu flirketler, IFIs ve emperyalist devletler, bu
organizasyonlara büyük ölçüde para yard›m› sa¤lamaktayd›lar. SAPs yürürlü¤e konmas›yla, 1980’lerin ortalar›nda Dünya Bankas›, bir Dünya Bankas›/STK Komitesi (WB/NGO Committee) kurdu. Ayn› dönemde IFCA’n›n da
Dünya Bankas› ve uluslararas› STK’larla muhtemel ortakl›¤›na iliflkin bir teklif sunuldu. Oxfam-UK, Uluslararas› Yard›m Hareketi ve di¤er örgütler çal›flmalar›nda bu ba¤lamda belirgin olarak tutum de¤ifltirmifllerdir. 1980’ler itibariyle Oxfam Amerika dünya genelinde halklar›n, sosyal adaletin ve bar›fl›n teflvik edilmesi taraftar› olaca¤›n› belirtmifltir. CARE, Çocuklar› Koruma ve Do¤rudan Uluslararas› Yard›m gibi örgütler de lobicik ve yandafll›k arac›¤›yla kamu politikalar›na etki etmeye öncelik verecek flekilde ayn› konularla meflgul
olmaktayd›. Bu ajanslar›n ço¤u “kat›l›mc› kalk›nma” arac›l›¤›yla yoksullukla
mücadele programlar›yla meflgul olmaktayd›. Di¤er yandan 40 kadar ajans da,
Uluslararas› Yap›sal Uyum Hareketi Forumu’nun (IFAASA) bir parças› halindeydi. IFAASA, IMF ve Dünya Bankas› y›ll›k ortak toplant›lar›n›n arac›s› haline gelmifltir.
1980’ler ve 1990’larda, STK’lar yeni-sömürgelerde görülmeye de¤er bir
geliflim sa¤lam›flt›r. Hükümetlerin ve uluslararas› ajanslar›n faaliyetlerine bile
efllik eder olmufllard›r ki birço¤u devletin sosyal hizmet harcamalar›ndan çekilmesi durumundan faydalanm›flt›r. Bu NGO’lar›n / sivil toplum örgütlerinin
ço¤u kalk›nma konusunda yeni yaklafl›mlar gelifltirme iddias›nda bulunmufllard›r. Özünde yapt›klar›, bu bölgelere yard›m sa¤l›yor ve kalk›nd›r›yor gözükmek suretiyle SAPs’›n etkisini yeni-sömürgelerdeki halklara kayd›rmakt›.
Y›llar içinde ço¤u emperyalist devlet ve yeni-sömürgeci ülke, yeni-liberal düzenin sürdürülebilirli¤i aç›s›ndan bu örgütlerin vazgeçilemez oldu¤u sonucuna varm›flt›r.
Özetle, STK’lar›n Afrika’da h›zl› bir flekilde yay›lmas› hükümet kaynakl› sosyal yard›m programlar›n›n ve bölgesel kalk›nma (‘yerel düzeyde’ kalk›nma) taraftar› olan destekçi ülkelerin d›fl yard›m anlay›fl›n› yeniden yap›land›rma planlar›n›n 1970’lerde çökmesine zemin haz›rlad›. Bu STK’lar, destekçi
ülkelerin sa¤lam›fl oldu¤u yard›mlar›n yerel düzeyde fazlaca müdahaleye u¤ramas› sonucu ve yerel düzeyde bir orta s›n›f›n varl›¤›ndan dolay› h›zla ortaya ç›km›fllard›r. Giriflimcilikle ilgili rollerin birleflmesinin d›fl›nda, orta s›n›f›n
zuhur etmesi ifl dünyas› ve siyaset aras›ndaki ba¤› da güçlendirmifltir. STK’lar
genellikle ifl adamlar› ve kamu emeklileri taraf›ndan yönlendiriliyordu ve temel olarak yerel otoriteler/hükümetler arac›l›yla faaliyet görüyordu. 1980’lerin sonu itibariye Afrika’da yerel ve yabanc› olmak üzere sosyal ve ekonomik
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 235
kalk›nma, kad›n ve gençlik sorunlar›, dini sorunlar, çevre sorunlar›, sa¤l›k,
e¤itim ve AIDS konular›nda faaliyet gösteren binlerce STK bulunmaktayd›.
Bu STK’lar›n ortak özellikleri siyasi kimliklerinin olmay›fl›yd›. Bu y›llarda az
say›da örgüt bask› grubu rolü üstlenerek insan haklar›, cinsel haklar, do¤ru yönetiflim ve demokrasi konular›nda mücadele vermifltir. Bu örgütlerin, ço¤u Afrika ülkesinde çok partili siyasal siteme geçilmesinde etkileri olmufltur.
Tarihte STK’lar ne gibi roller oynam›flt›r? Toplumsal hoflnutsuzluklar›
yasal, bar›flç›l ve zarars›z yollara kanalize ederek ‘emniyet subab›’ vazifesi
görmüfllerdir. Daha da ötesinde, çok türlülükleri ve çok amaçl›l›klar› göz önüne al›nd›¤›nda sömürülenleri ve ezilenleri s›n›flara ve kimliklere ay›rma çabas›nda olduklar›na rastlan›r; cinsiyet, yafl, az›nl›k/ço¤unluk, etnik kimlik, cinsel
tercih gibi. Bu süreçte, ulusal ve uluslararas› düzeyde s›n›fsal bölünmeleri;
üretim araçlar›n› elinde tutanlarla bunlardan mahrum edilenler aras›ndaki toplumsal farkl›l›klar› istismar etmekteydiler. Varolan sistemi uygarlaflt›rabilecekleri inanc›yla kitlelere telkinde bulunmaktayd›lar ve bunu baz› ilerici çevrelere çekici gelecek flekilde devlet karfl›t› bir duruflla haricen yapmaktayd›lar.
Böylece Uluslararas› Finans Kurulufllar› ve uluslararas› sermaye devleti
ekonomiyi düzene sokma ve serbest piyasa ekonomisini dayatma zahmetinden
kurtar›rken, di¤er yandan STK’lar kendi kendine yetebilme, toplumsal kalk›nma, giriflimcilik vb. olgular› gündemde tutuyordu. Bu süreç, devleti topluma
karfl› olan sa¤l›k, e¤itim, su, elektrik, sulama, istihdam gibi bütün sosyal sorumluluklar›ndan kurtararak bu sorumluluklar› flah›slara ve özel gruplar›n kuca¤›na b›rakma sürecidir. Bu sayede, oluflan bu mekanizma imkânlardan mahrum b›rak›lm›fl halk›n tepkisini biraz olsun nötrlefltirmek amac›ndayd›. Sadece bu de¤il, STK’lar, halk› yüzlefltikleri sorunlar›n s›n›fsal ve siyasal kaynakl› olmad›¤› inanc› afl›lamak suretiyle depolitize etmeye çal›flmaktad›r. Bu tarz
sorunlarla bafl etmede politik olmayan stratejilerin oldu¤unu yans›tmaktad›rlar. Bu yolla, reformculu¤un en uygun araçlar›n› kullanarak halk› tepkisellikten uzak tutman›n yollar›n› aramaktad›rlar.
Birçok durumda STK’lar s›n›fsal örgütlerinin alt›n› oyarak bireyleri yat›flt›rmak suretiyle her kesimi içine alan, her türlü e¤ilime aç›k olan ve ço¤unlu¤un ç›kar›n› koruyan daha yumuflak örgütlenmelere angaje etmifltir. Bu süreçte ideolojik olarak asl›nda yeniden üretilmifl olan fley emperyalizm ve s›n›fsal hâkimiyetti.
Bu aflamada Dünya Bankas› ve di¤er çokuluslu ajanslar da programlar›n›
geniflletmifllerdir. So¤uk Savafl› sonland›rm›fl olan Orta ve Do¤u Avrupa’daki
bürokratik sosyal devletlerin çöküflü uluslararas› alanda piyasa ekonomisi ideolojisinin zaferi anlam›na gelmifltir. Finlandiya D›fliflleri Bakanl›¤›’n›n küresel
siyasette ve ekonomide yaflanan de¤iflimleri dikkate alan görüflüne göre:
236 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
So¤uk Savafl’›n sona ermesi ayn› zamanda, kalk›nma iflbirliklerinin bundan böyle geçmifl dönemlerdeki gibi, güvenlik politikalar› iddialar› temelinde
meflrulaflt›r›lamayaca¤› anlam›na geliyordu. Çünkü büyük güçler ve müttefiklerinin geliflmekte olan ülkeleri kendi kamplar›nda tutma veya karfl› taraf›n
kamp›nda yer almas›n› engellemek maksad›yla ekonomik olarak destekledikleri stratejilerin geçerli¤i kalmam›flt›. Geliflmekte olan ülkeler bundan böyle
siyasi ilgi, pazarlar ve en önemlisi kalk›nma fonlar› elde etme konusunda Orta ve Do¤u Avrupa ülkeleriyle ve Ba¤›ms›z Devletler Toplulu¤u’yla da rekabet etmek durumuna gelmifltir (Finlandiya D›fliflleri Bakanl›¤› 1993: 8-9).
Yukar›da da aç›k oldu¤u gibi d›fl yard›m rejiminin varl›¤›n› sürdürmesi
için art›k yeni gerekçeler aray›fl› vard›.
Kalk›nma yard›mlar› için yeni gerekçe aray›fllar› kayna¤› birçok Afrika
ülkesinin 1970’lerin bafl›nda karfl› karfl›ya kal›nan krizlerde buldu. 1960’lardan beri Afrika’ya akan yard›mlara ra¤men bu ülkelerdeki sosyo-ekonomik
durum bozulmaya meyilliydi. Bu durum dünya çap›nda lider kurulufllar olan
IMF ve Dünya Bankas›’n›n deste¤iyle 1970’lerin sonlar›nda oluflturulan ve
Afrika ülkelerindeki zay›f ekonomik koflullar› yeniden düzenleme arac›l›¤›nda olan Yap›sal Uyum programlar› (SAPs) ba¤lam›ndad›r. Bu dönemden itibaren yard›mlar hep elveriflli koflullara ba¤l› olarak sa¤lanacakt›r. So¤uk Savafl›n sona ermesi, her zaman için refahç›l›¤a ve genel anlamda yard›mlara karfl› duran yeni sa¤›n birleflmesiyle sonuçlanm›flt›r.
Destekçi ülkelerdeki yard›m bütçeleri 1980’lerde azalmaya bafllam›flt›r.
Bu durum destekçi ülkelerin yorgunlu¤u olarak tan›mlanm›flt›r. Bu dönem ‹ngiltere ve di¤er baz› destekçi ülkelerin yard›m taahhütlerini azaltmaya bafllad›¤› dönemdi. 1987 y›l›nda Dünya Kalk›nma ve Çevre konulu Brundtland Raporu’nun yay›mlanmas› ve 1992 y›l›nda Rio’ da gerçekleflen konferans›n sonuç bildirgesi yard›mlar›n devam etmesini desteklemifltir. Di¤er yandan Yeni
Sa¤, yard›mlar konusunda piyasa kaynaklar›n›n bofla harcand›¤› ve yolsuzluklara neden oldu¤u görüflündeydi. Yard›mlar› 1960’lardan beri, geliflmekte olan
ülkeleri kapitalist dünya ekonomisine entegre etme amac›nda olan yeni-sömürgecili¤in bir arac› olarak gören sol görüfller de yard›mlara muhalefet etmekteydi (Arnold 1979; Watkins 1994; Mosley 1987).
N E PAD ve ya r d › m iste¤inin yeniden or t a y a ç›k›fl›
Afrika’n›n Kalk›nmas› ‹çin Yeni Ortakl›k (NEPAD) geçmiflteki genellikle hiç uygulanmam›fl olan onlarca giriflimden sonra Afrika’n›n en son kalk›nma giriflimidir. “Afrika Kurtulufl Program› için Milenyum Eylem Plan›”
(MAP) ile “Omega Plan›” ve “Afrika ile Yeni Sözleflme”nin bilefliminden or-
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 237
taya ç›km›flt›r. NEPAD Japonya, Brüksel ve ABD gibi önde gelen sanayi ülkelerinde halk›n anlayaca¤› bir biçime sokulmufltur. Nijerya’n›n Abuja kentinde
çok say›da Afrikal› devlet baflkan›n›n bir araya gelmesiyle, Afrika’n›n ekonomik yenilenmesi için bir k›tasal plan olarak kendi giriflimi sonucunda ortaya
ç›km›fl olan Afrika Birli¤i’nin Temmuz 2001’de Lusaka’daki toplant›s›nda
onaylanmas›n›n ard›ndan 23 Ekim 2001’de bafllat›lm›flt›r. “fiubat 2002’de, küresel seçkinler NEPAD’› kendisini “ilerici” olarak tan›mlayan (ama yeni-liberal Tony Blair’in de dâhil oldu¤u) ulusal liderlerin Dünya Ekonomik Forumu
New York zirvesinden küresel bir Üçüncü Yol için Stockholm’deki toplant›ya
kadar bir dizi yerde kutlad›lar. NEPAD’›n yeterince büyük bir yara band› olaca¤› umuduyla seçkin gözlerin hepsi dünyan›n ‘yara’s›na (Blair’in Afrika tan›m›) dönüyordu.” (Bond 2002: 9). G8 ülkeleri Temmuz 2002’de Durban’da
Afrika Birli¤i’nin kuruluflunda müzakere ediliflinden önce Afrika Eylem Plan›’yla NEPAD’› Kananaskis’te onaylam›fllard›r.
NEPAD geliflmifl ülkeleri Afrika’n›n kalk›nma gayretine angaje etmenin
yollar›n› aram›flt›r. Bu ba¤lamda, Afrika’n›n fleffafl›k, s›n›rland›r›lm›fl hükümet, mülkiyet haklar›, hukukun üstünlü¤ü, serbest piyasa ve demokrasi konular›nda uluslararas› standartlar› yakalamas› gerekmektedir. NEPAD’›n baflar›ya ulaflmas› için Afrikal› liderler k›tan›n sürdürülebilir büyümeyi güvence alt›na alabilmesi için y›lda en az 64 milyar dolarl›k yat›r›ma ihtiyac› oldu¤unu
tahmin etmektedirler. Bununla birlikte, G–8 ülkeleri sadece 6 milyar dolarl›k
yard›mda bulunma sözü vermifllerdir. Monterrey Uluslararas› Kalk›nma ‹çin
Finans Konferans›’nda, Afrikal› liderler k›tan›n kalk›nmas› için gereken yard›m›n durumundan flikâyet etmifllerdir. NEPAD’›n ba¤›fl yapan ülkelerle al›c›
konumdaki ülkeler aras›nda hâlihaz›rda kalk›nma yard›m› konusunda var olan
gerilim ortam›nda kabul edildi¤i aç›kt›r.
Gerçek flu ki NEPAD, “kalk›nma yard›mlar›”n›n geliflmifl ülkeler taraf›ndan muntazaman azalt›ld›¤› bir zamanda kabul edilmifltir. NEPAD’›n düflünce
yap›s›n›n afla¤› yukar› arkas›nda yatan Uluslararas› Finans Kurulufllar›’n›n
(IFIs) mant›¤›yd›. NEPAD, Afrika’n›n bütün sorunlar›n›n kabahatini ve sorumlulu¤unu yine Afrika’n›n kendisinde yüklemifltir. Sömürgecili¤in, So¤uk
Savafl’›n ve uluslararas› ekonomik sistemin iflleyiflini Afrika’n›n mevcut sorunlar›nda rol oynad›¤› düflüncesine sahte bir ba¤l›l›k göstermifl ise de, esas
sorumlunun Afrika’daki yolsuzluk ve kötü iktisadi yönetimler oldu¤u görüflünü öne ç›kartm›flt›r. Ancak hiçbir flekilde, NEPAD’a cezbedici gözüken büyük
devletlerin daha kötü sonuçlar do¤urmufl olan yolsuzluklar›, kötü yönetimleri
ve sömürüleri dile getirilmemifltir. Bretton Woods kurumlar›n›n bask›s›n›n do¤urmufl oldu¤u sonuçlar bile hiç ele al›nmam›flt›r.
238 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Anlafl›lan o ki NEPAD, Yap›sal Uyum Programlar›’n› (SAPs) suçlu olarak itham etmekten ziyade, sadece onlar› benimsemekten fazlaca tedirginlik
duymaktayd›. E¤er NEPAD Kananaskis’te G–8 taraf›ndan onaylam›flsa, bunun nedeni bu uluslar› Afrika halklar›na yap›lm›fl olan bütün tarihi adaletsizliklerin sorumlulu¤undan kurtarm›fl olmas›d›r. NEPAD’› oluflturanlar Afrika’n›n LPA’n›n (Lagos Plan for Action) haz›rlamas›yla küresel kalk›nma stratejilerinin reddetti¤i faktörünü yok saym›flt›r. LPA’ya göre “Afrika en az geliflmifl k›ta konumundad›r. Afrika sömürgecilik, ›rkç›l›k ve apartheiddan do¤an
göçmen sömürüsünün feci sonuçlar›na karfl› korunmas›z bir yap›dad›r. Gerçekten de, sömürgecilik döneminde ve geçti¤imiz son 20 y›l içinde Afrika
do¤rudan sömürülmüfltür; bu sömürü Afrika ülkelerinin iktisadi politikalar›na
ve yönetimlerine nüfuz etme aray›fl›nda olan yeni-sömürgeci d›fl güçler vas›tas›yla gerçeklefltirilmifltir.” (Organization of African Unity 1980: 5)
1981 tarihi Abuja Antlaflmas› da SAPs’›n yeni-liberal hikmetini reddetmifltir. Ayr›ca, 1989 tarihli SAPs’›n Afrika alternatifi çerçevesine, 1990 Arusha Sözleflmesi’ni ve 1994 Kahire Gündemi’ni de ayn› flekilde reddetmifltir.
NEPAD kendisinin halefi olan politikalar› ve ABD Kongresi taraf›ndan
ç›kart›lan Afrika Büyüme ve ‹mkanlar Akdini (AGOA) destekleyece¤i sözünü
vermiflti. NEPAD Denizafl›r› Kalk›nma Yard›m›’n› tenkit eder bir konumda de¤il, hatta onu temel alan bir anlay›fltayd›. Bu sayede, sözde Yoksullu¤u Azaltma Stratejisi Programlar›n› (PSPRs) sorgulamadan SAPs paradigmalar›n›n
esaslar›n› kabullenmek durumunda kalm›flt›r.
Sonuç
D›fl yard›mlar asl›nda Afrika’da neye yaram›flt›r? Bu sorunun cevab› Graham Hancock’un Yoksullu¤un Efendileri (1989) adl› çal›flmas›na göre, az geliflmifl ülkelere yap›lan bütün yard›mlar birer felaket olmufltur. Hancock, BM,
Dünya Bankas› ve di¤er insani yard›m kurulufllar›n›n sa¤lad›¤› uluslararas›
yard›mlar›n suiistimallerine ve yetersizliklerine iliflkin çarp›c› örnekler sunmufltur. Hancock’a göre uluslararas› kurumlar arac›l›¤›yla sa¤lanan yard›mlar›n ço¤u asl›nda ulaflmas› gereken yerlere ulaflmam›flt›r, bunun yerine belirli
bürokratlar›n servetlerini ço¤altm›flt›r. Ço¤unlukla uluslararas› yard›mlar, kamu ç›kar›n› fazla gözetmeyen hükümetlerin yerlerini sa¤lamlaflt›rmas›na katk› sa¤lam›flt›r. Yard›mlar ulaflt›r›lmas› gereken yerlere aktar›lmaktansa, ekonomik kalk›nmaya hiçbir katk›s› olmayan projelerle bofla harcanm›flt›r. Hancock’un çal›flmas›n›n bir bölümünde flu ifadeler yer almaktad›r:
Yard›m sa¤layan örgütlerinin yap›s›n›n her seviyesine dolgun maafllarla
çare olmalar› beklenen azgeliflmiflli¤in gerçeklerinden bihaber yöneticiler yerlefltirilmifltir. Bu bürokratlar kendi ülkelerinde örne¤in ticaretten elde edebile-
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 239
cekleri kazanc›n kat kat fazlas›n›n bu mevkilerde elde etmifltir. Tam olarak
profesyonellik alanlar› “yard›mseverlik’ oldu¤undan, dolays›yla ‘sat›fl’, ‘üretim’ veya ‘mühendislik’ gibi çerçevelerde de¤erlendirilememifllerdir. Yapm›fl
olduklar› iflin anlafl›lmas› güç jargonuyla bu yoksullu¤un efendileri modern
ça¤›n egemenleri konumundayd›lar. (A.g.e: 32-33)
Buna ek olarak flu hat›rlatmada da bulunufltur: “Yoksulluk ve muhtaçl›k
ad›yla meflrulu¤u sa¤lanan uluslararas› yard›mlar›n geçti¤imiz yar›m yüzy›ldaki fonksiyonu zengin ve ayr›cal›kl› insanlardan oluflan güçlü bir s›n›f yaratmas› olmufltur. Ayn› zamanda, karanl›k ça¤lardan bu yana yaflanm›fl en büyük
insan haklar› ihlallerine göz yummak ve baz› durumlarda da yol açmak olmufltur”. (A.g.e: 192-193)
Klitgaar’›n Tropik Gangsterler (1991) adl› kitab› da ayn› flekilde IMF ve
Dünya Bankas›’n›n geliflmekte olan ülkelerdeki rolünü, 3-5 y›l kadar ekonomik istikrar yaflam›fl olan Ekvator Ginesi örne¤ini kullanarak etüt etmektedir.
Yazar daha önce bu kurulufllarda çal›flm›fl bir kiflidir ve kitapta anlatt›¤› da bu
kurulufllardaki bürokratik yetersizlikler ve tembel memuriyet düzenidir. Yazara göre, birçok ülke lideri verilen kredileri lüks tüketimleri için potansiyel olarak görmekteydi. Belirli politikalar›n de¤ifltirilmesi kofluluna ba¤lanan yap›sal
uyum kredilerini elde eden üçüncü dünya ülkeleri liderleri bu hususta kay›ts›z
flarts›z yetkili oluyordu. “Bu kifliler için para hiç bu kadar kolay elde edilebilir olmam›flt›: yönetmeleri gereken karmafl›k bir proje veya tutmalar› gereken
zor bir muhasebe olmaks›z›n mutlu bir flekilde bankan›n yolunu tutuyorlard›.
Onlar için yap›sal uyum, gerçekleflen bir rüya niteli¤indeydi.”
Temmuz 2005’teki G–8 toplant›s› ve Bob Geldof’un Afrika’n›n borçlar›n› silinmesi için dünya genelindeki Rock konserleri arac›l›¤›yla düzenledi¤i
eylemler, zengin ülkelerin isterlerse yoksul ülkeleri içinde bulunduklar› durumdan kurtarabilecekleri aldan›fl›n›n hala devam etti¤ini gösterdi. Bu bir aldan›flt›r, çünkü borçlar silinse bile bu geçici bir çözüm olacakt›r ve zaman içinde Afrika yeniden borçlanmak durumunda b›rak›lacakt›r. Nitekim, ABD ve ‹ngiltere afl›r› borçlanm›fl 18 ülkenin borçlar›n›n silinmesi konusunda anlaflt›lar.
ABD Afrika’ya yard›m›n› iki kat›na ç›kar›rken, ‹ngiltere de yeni bir Marshall
Plan› önerisini getirmifltir. Afrikal›lar özgüvenli ve ba¤›ms›z olarak yaflamaya
al›flt›r›lmak yerine dilencili¤e al›flt›r›lm›flt›. Yard›mlar, Afrikal›lara en çok ihtiyac› olan fleyi vermez ve yeteneklerini zay›flat›r. Bu yard›mlar, ifl gücü piyasalar›n› da altüst etmifltir; yard›m örgütlerinde ve STK’larda, verdikleri yüksek maafllardan dolay›, bio-kimya mühendisli¤i kalifiyesine sahip ama floförlük yapan birini görmek hiç de flafl›rt›c› de¤ildi. Bu kifli bölgeyi dolaflarak g›da da¤›tan ve ayn› zamanda da yerel çiftçilerin piyasadan silinmesini sa¤layan
bir yard›m kuruluflu çal›flan›n›n özel floförlü¤ünü yapm›fl oluyordu. Ayn› flekil-
240 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
de yard›m amac›yla ba¤›fllanm›fl eski giysileri da¤›tarak da tekstil endüstrisinde çal›flan iflçileri ifllerinden eden bir mekanizma içersinde yer al›yordu.
Yoksulluk, aç›k farkla Afrika’n›n en büyük meselesidir. Temmuz 2005’te
Gleneagles’te al›nan G8 kararlar›yla, yard›m ajanslar›, kalk›nma ajanslar›, ba¤›fl örgütleri ve STK’lar kendilerini yola ç›km›fl olan s›cak para f›rt›nas›na haz›rlamaktad›rlar. Bu kurulufllar›n, özünde yolsuzlu¤a ve kay›t d›fl›l›¤a yola
açan devasa bürokrasileri yoksullukla mücadele, kalk›nd›rma, cinsiyet dengesi, ticaretin kolaylaflt›r›lmas›, giriflimcilik vb. konularda daha fazla konferans
ve atölye çal›flmas› düzenlemeye bafllayacakt›r. Yap›lan tahminlere göre sa¤lanan yard›m miktar›n›n yüzde 70 gibi bir oran› STK’lar›n araba, maafl, ekipman
ve bütün o önemli atölye çal›flmas› ve seminer masraflar›na gitmektedir. ActinAid yoksullu¤u ortadan kald›rmaya yönelik kullan›lmas› gereken her
STG1’in yüzde 60’›ndan dan›flmanlar ve bat›l› flirketlerin yararland›¤›na dikkat çekerek ‹ngiliz hükümetini k›zd›rm›flt›r. Dünya Bankas› yak›n zamanda
dan›flmanlar›n küresel yard›m bütçesinden 20 milyar dolar ald›¤›n› ve üstelik
daha da fazla miktarda paran›n yerel uzmanlar›n bulundu¤u yerlerde bile d›flar›dan gelen uzmanlara verilen ifller yüzünden harcand›¤›n› kabul etmifltir.
“Yard›m” Afrika’n›n kalk›nmas›na yard›m edemez. Afrika’n›n ihtiyac›
olan fley kolektif özgüven projesinin yeniden canland›r›lmas› ve k›tan›n birleflmesi için daha çok çal›fl›lmas›d›r. Yard›m, her bir türüyle, ülkeler aras›ndaki
rekabet yard›m ve d›fl yat›r›mc›lar› kötüleme yönünde olsa da k›tan›n daha çok
parçalanmas› yönünde çal›flmaktad›r. 1960’tan bu yana Sahraalt› Afrika yaklafl›k 500 milyar dolarl›k yard›m alm›flt›r ancak geçmifl birkaç on y›lda k›ta daha da yoksullaflm›flt›r. Bugünün kuruyla dolar olarak, yard›m giriflimi 2. Dünya Savafl›’n› izleyen dört y›l içindeki 100 milyar dolara denk gelmektedir. Bu
nedenle Afrika halihaz›rda befl Marshall Plan› kadar yard›m alm›flt›r. Bu durumda, sanayileflme ve tar›mda devrim yerine Afrika’n›n emek, do¤al kaynaklar ve hammaddelerini daha çok sömürmeye yönelik çal›flan flimdiki kokuflmufl uluslararas› yard›m sistemi içinde borçlar›n silinmesi, daha fazla yard›m
ve yeni bir Marshall Plan› için ça¤r›da bulunmak yanl›fl olacakt›r.
Kaynakça
Anorld, Guy (1979): Aid in Africa, Kogan Page Ltd, London.
Berg, E.L. (Co-ordinator) (1993) Rethinking Technical Co-operation: Reforms for Capacity Building in Africa, United Nations Development Programme, New York.
Bond, Patrick (ed) (2002): Fanon’s Warning: A Civil Society Reader on
the New Partnership for Africa’s Development, African World Press, Inc, Trento, New Jersey.
D›fl Yard›m ve Afrika’n›n Kalk›nmas› 241
Chachage, C.S.L. (2000): Environment, Aid and Politics in Zanzibar, Dar
es Salaam University Press, Dar es Salaam.
Fanon, Frantz (2001): The Wretched of the Earth, Penguin Books, London.
Finland, Ministry of Foreign Affairs (1993): Finland’s Development Cooperation in the 1990s: Strategic Goals and Means, FINNIDA, Helsinki.
Hancock, Graham (1989): Lords of Poverty: The Power, Prestige, and
Corruption of the International Aid Business, The Atlantic Monthly Press,
New York.
Hertz, Noreena (2001): The silent Takeover: Global Capitalism and the
Death of Democracy, Arrow Books, London.
Kalyalya, D. et al (1988): Aid and Development in Southern Africa: Evaluating a Participatory Learning Process, Africa World Press Inc, New Jersey.
Klitgaard, Robert (1991): Tropical Gangsters, Tauris, London.
Kristol, Irving (1975): “The ‘New Cold War’”, Wall Street Journal, July
17, 1975.
Ministry of Foreign Affairs (1993): Finland’s Development Co-operation
in the 1990s: Strategic Goals and Means, FINNIDA, Helsinki.
Mosley, P (1987): Overseas Aid: Its Defense and Reform, Wheatsheaf
Books Ltd, Sussex.
Nyerere, J.K. (1969): F reedom and Unity/Uhuru na Umoja, Oxford University Press, Dar es Salaam.
Organization of African Unity (1980): Lagos Plan of Action, Addis Ababa.
Pieterse, Jan Nederveen (1997): “Equity and Growth Revisited: A
Supply-Side Approach to Deevelopment”, European Journal For Development Research, No 4.
Rugumamu, S.M. (1997): Lethal Aid: The Illusion of Socialism and Self
Reliance in Tanzania, African World Press, Trenton.
Spybey, Tony (1992): Social Change, Development and Dependency, Politity Press, Worcester.
Tomasevski, Katarina (1989): Development Aid and Human Rights, Pinter Publishers, London.
242 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Watkins, Kevin (1994): “Aid Under threat”, Review of African Political
Economy, No 66.
Zeleza, P.T. (1997): Manufacturing African Studies and Crises, CODESRIA, Dakar
*
23–24 Kas›m 2005 Tarihlerinde Türkasya Stratejik Araflt›rmalar Merkezi taraf›ndan ‹stanbul’da düzenlenen 1.Uluslararas› Türk-Afrika Kongresi için haz›rlanan tebli¤.
F o reign Aid and Africa’s Development*
P ro f . C h a c h a g e S e i t h y L . C h a c h a g e
The economic channels of the young state sink back inevitably into neocolonialist lines. The national economy, formerly protected, is today literary
controlled. The budget is balanced through loans and gifts, while every three
or four months the chief ministers themselves or else their governmental delegations come to the erstwhile mother countries or elsewhere, fishing for capital.
Fanon (2001: 134)
I n t ro d u c t i o n
African countries have had to tackle difficult problems of underdevelopment in their various forms in the last 45 years or so. Most of the emphasis has
largely been geared towards overcoming economic problems, at times to the
detriment of social and political considerations. These problems have, more
often than not, been viewed in terms of scarcity of capital and technology. It
is in this regard that African countries have sought assistance from developed
countries and the Bretton Wood institutions. Despite the flow of some financial resources over the years in many of these countries, it seems the socioeconomic situation has tended to deteriorate even more. It was in this context
that lending institutions such as the International Monetary Fund (IMF) and
the World Bank sponsored Structural Adjustment Programmes (SAPs) as a
means to redress the poor economic conditions of these countries starting from
the late 1970s. These institutions had come to the conclusion that orthodox
approaches do not work, since these had resulted into the worsening of the situation, which has led to fall in the standards of living, poorer health and education facilities and higher foreign debts.
These international aid flows have not been devoid of debates.
Development aid—multilateral and bilateral, to African countries since 1960s
had more and more become viewed by the recipient governments as an annual addition to their economies. In fact, development assistance in many
respects had become increasingly a budgetary assistance, to the extent that one
244 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
hardly encountered any real development which had taken place as a result of
a ”considerable proportion of aid inputs” (Arnold 1979: 19). In this case, most
governments became in favour of aid. But as a consequence of the developments in the 1980s, there were already signs that that aid provisions were
under threat. One of the indications by then was the fact that the United
Kingdom and some other donor countries had reduced their commitment to
development assistance. In reality, aid provision for most other donor countries (especially those in the Organization for Economic Cooperation and
Development—OECD) for the developing countries expanded by more than 3
per cent a year in real terms between 1981-1991 (Watkins 1994: 517).
One of the international political changes that was to take place in the end
of the 1980s was the collapse of bureaucratic state socialism in Eastern and
Central Europe. Besides resulting in the end of the Cold War, it also signalled
the triumph of the neo-liberal economic ideologies which championed the
virtues of free market economies and resulted into the consolidation of the
New Right which stood in opposition to welfarism and provision of aid in general. It was in this context that aid budgets in the industrialized countries
began to decline among the major donor countries. Aid, as a traditional tool
for ‘development’ was being steadily withdrawn by the developed countries in
favor of direct foreign investments (FDIs). While official development aid
totaled almost USD 60 billion in 1990 and FDI was just over USD 20 billion,
FDIs overtook aid for the first time in developing countries in 1992. By 1997,
FDIs in the developing countries had exceeded USD 160 billion, while aid in
that year stood at USD 40 billion (Hertz 2001: 34).
Despite its diminishing share and frustrations over what development aid
had been able to achieve, the publication of the Brundtland Report on World
Development and Environment in 1987 and the conclusion of the Rio
Conference on Development and Environment, has offered a challenge to the
donor community to continue giving more aid. This was despite the fact that
aid was being criticised. Critics of development aid on the Right were on the
whole condemning aid as a distortion of market forces and a waste of
resources which simply encouraged corruption. The Left critics of aid also
shared this view, but regarded it within the framework which viewed aid as an
element of neo-colonialism which aimed at integrating the developing countries into the capitalist world economy (Mosley 1987 for details).
The debates pointed out above were been conducted by both social scientists and lobbysts, mostly those from the Atlantic World. They mainly
grounded themselves in the economic arguments, mostly focusing at institu-
Foreign Aid and Africa’s Development 245
tional levels (nationally and internationally). Social sciences—economics,
sociology, political science and history have produced a considerable number
of ”theories of social change/development” since the late 1940s. These theories have ranged from those of ”change”, ”modernization”, ”dependence”, to
those of ”development” and and ”globalization”. Basically, these theories and
practices have focused on economic growth and since early 1980s, the general impression prevailing among development scholars is that such theories
have reached an impasse and they have generally failed to deal with the realities of the African countries (Spybey 1992; Zeleza 1997).
The goal of this paper, a very modest contribution to the historical
debates on aid in Africa, is to provide some clarification of certain deceptive
aspects of the link between aid and development in contemporary Africa,
given the uncritical acceptance of the positive role of aid, as clearly demonstrated by the formulators of the New Partnership for Africa’s Development
(NEPAD).
What is this thing called Aid for Development?
Contemporarily, foreign aid is popularly defined in terms of military or
economic assistance that one country gives to help another. It includes donations of money, goods, services, and technical expertise. It can be bilateral,
whereby, it is given by one country to another, or multilateral—given by a
group of countries. The term foreign aid is also sometimes used to describe
assistance given to a country by a private organization in another country. It is
acknowledged that countries give foreign aid for humanitarian reasons and to
advance their own foreign policy objectives. Countries provide money, food,
and other services to help meet basic human needs such as feeding the poor,
and assisting with economic development. Countries also give military and
economic aid to provide better security for another country against external
threats and to promote a closer working relationship with that country.
Even though, practices related to transfer money on concessional terms
to colonies under the label of ‘grant in aid’ or ‘budgetary subsidy’ by imperial powers began in the end of the 19th century, ‘overseas aid’ is a concept,
which gained prominence after the Second World War. Before the Second
World War, the colonial powers did those transfers, mostly on “temporary
basis and without the slightest connotation of moral obligation or aid for
‘development’, a word which itself was not part of the vocabulary of the
time.” (Mosley 1987: 20)
Often, such transfers were made because of the colonies’ expenditure
“arising from the suppression of revolts by indigenous people”. They were
246 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
meant to prop up the smooth functioning of markets and capital, rather than
interest in development of poor countries (ibid: 21). The great depression of
the 1930s had resulted into the contraction of international capital. At the same
time, this resulted into Latin American countries adopting protectionist policies and defaulting of loan payment. It was in this context that aid for development entered political discourse. Lord Milner, the British Colonial
Secretary from 1919 to 1921 is reported to have written to the Observer:
What these countries (i.e. the colonies) need…is economic development—roads, railways, engines, tractors, and in some cases, notably Sudan,
irrigation works. It would increase employment and purchasing power at
home as well as in countries where the work of development is proceeding…
Their development is a question of money—and money from outside. (quoted
in ibid: 11)
These policies were a continuation of those that had been set up by the
so-called humanitarian, philanthropic, civilizational and developmental organizations, which aimed at dampening the resistance of Africans since the commencement of colonialism. These were such as the missionary societies and
other philanthropic and humanitarian organizations including the abolitionists
and the royal geographical societies since the 19th Century. These were essentially organizations of the avante guard of the elites—mostly imperial ones,
some of whom were to form concessionary companies for trade and eventually for colonization. European colonization and the process of proselytization
led by the church went hand in hand. The basis of these organizations was their
belief that they were involved in philanthropy and charity; and their involvement in the process of colonization was on the same basis. In this way, they
were involved in the provision of education, health and spiritual upkeep, while
the colonial state organized production and plunder of the human and natural
resources of the colonies.
These organizations were essentially welfare agencies established by the
enterprising European and American missionaries enjoying the patronage of
the colonial powers. By early 20th century, besides the voluntary work, the
church was facing a formidable enemy in the form of the rise of communism,
as manifested in the revolution of the Soviet Republics of 1917. From mere
ideological battles between communist ideas and religion, the fact that communists had captured state power meant a new realignment internationally
among the religious associations and also a transformation of their relations
with the imperial states. The European and American states were aware of the
vital role that the church organizations were playing as a political force in their
Foreign Aid and Africa’s Development 247
fight against the working classes and other exploited classes whether at home
or abroad. The World Council of Churches (WCC) was to emerge in 1925, as
way to promote further activities of charitable voluntary work and expansion
of missionary posts abroad.
It was on this model that what were to be termed volunteer agencies were
to emerge during the inter war period. It is reported that there were 344 volunteer agencies in the West at the time of WWI. Further expansion of these
organizations was to be experienced after WW II with the reorganization of
imperialism and the eventual domination of Pax-Americana in the form of
neo-colonialism. Besides the rapid expansion of foreign missions, other organizations were emerging to do the same work as that of the church, such as the
British Moral Re-Armament or the Oxford Group Movement. Others were
such as the Rockefeller Foundation as a philanthropic organization, a child
brain of John Rockefeller of Standard Oil, which was one of the biggest oil
magnets and monopolies. Following the example of Rockefeller, Andrew
Carnegie, the owner of the monopoly United Steel Corporation, established
the Carnegie Foundation. It was this Foundation that was to create the
American Association for Economic Development in Latin America. The Ford
Foundation was set up in 1936 with a tax-exempt slice of the Ford Empire’s
profits in Michigan, where it mainly operated locally up to the end of the
1940s. In 1950, as the US government focussed its attention on battling the
‘Communist threat’; the Foundation was converted into a national and international foundation.
Many other secular organizations were to emerge in the US and Europe,
funded by monopolies and home governments after WW II as an answer to the
evolving opposition of the peoples of the colonies against colonialism and
imperialism. As ‘philanthropic’ organizations, they were involved in providing relief and rehabilitation; basically pandering on the human predicament
created by colonialism in the form of poverty and disease. Their work was
indispensable for the imperial states. Thus, two types of voluntary organizations were to be found in all the colonies, namely the religious and the secular
ones. They could be hardly distinguished from each other in so far as their traditions were concerned and they both depended on the state and private
sources, such as individuals, monopolies and corporations for funding. The
enlarged role of these organizations coincided with the period when direct
investments in the colonies by multinational and transnational capital were
increasingly becoming the dominant feature of imperialism, creating the conditions for neo-colonialism. It was such conditions that also necessitated the
emergence of supra-national monetary, developmental and trading organiza-
248 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
tions—the WB and the IMF through the Bretton Woods Agreement under
American supervision in 1944, and the General Agreement on Tariffs and
Trade (GATT) in 1947.
Overseas aid as a process within the context of international political
power struggles (including the Cold War and the division of the world into
three worlds) became the major economic instrument over the third world
countries to the contending ideological sides in the post World War II period.
It became an instrument of foreign policy as an extension of the internal politics of the donor countries. It was first introduced as a programme to facilitate
short-term war recovery (rehabilitation of economies temporarily damaged by
the War) of both Western and Eastern Europe. This was the spirit of the 19481952 Marshall Plan. This Marshall Plan was subsequently extended to a second phase in the early 1950s. The international aid regime began to focus on
technical, military and economic packages, which this time included poor
regions such as Greece, Turkey and later Korea in a bid to counter communism
and improve the economic standards of these countries. The latter was supposed to demonstrate the superiority of the virtues of non-communist, democratic market economies.
This need to transfer money in the form of aid for economic gains in
Western countries became more pronounced after the Second World War, and
more so with the gaining of independence of many colonies in the 1960s. The
demise of the colonial empires in Africa and Asia was to mark the third phase
of the aid regime. Fundamentally, it was an extension of the same motives as
previously. Here efforts were geared towards establishment of military
alliances and diplomatic alignments with former colonial masters and hence,
the development of bilateral aid programmes. This was at a time when independent African states where groping for ways to unite the continent as the
only way to enable development to take place. Within this context, overseas
aid was being viewed as an obstacle to the unification and transformation of
the continent. Progressive leaders such as Nyerere, Nkrumah, Sekou Toure,
Senghor, and others regarded aid, even though needed, as part of neo-colonial
machination.
Nyerere, for example, was to point out in 1960 that the West was for the
further balkanization of Africa rather than its unity, since it was easier to
manipulate a divided Africa: “They will flatter and bribe us and produce even
greater arguments for the perpetuation of the balkanization of East Africa and
exploit our need for technical assistance to keep us divided.” Furthermore,
“The flattery and corruption of African leaders in order to keep them separat-
Foreign Aid and Africa’s Development 249
ed has already started. As I said earlier it will be intensified a million times
when each of our capitals has the embassies of those countries in the world
which find their power and prestige in the weakness and disunity of others….”
(Nyerere 1969: 92)1
Although the Organization of African Unity came into existence in 1963,
African countries failed to unite, partly due to the competition among them for
favors from the West and also direct intervention from the same in some
instances, as it was the case with Congo, with the Congo-Ghana union or the
Guinea-Mali-Ghana union. Thus, alongside multilateral and bilateral aid to the
newly independent countries was further expansion of the activities the philanthropic and voluntary organizations (nowadays termed Non Governmental
Organizations—NGOs). With the dominant Keynesian welfare prescriptions,
thousands of these philanthropic and voluntary organizations were in operation in Africa and the third world countries by 1960s, spending millions of dollars in the name of aid and ‘development’ and ‘welfare’ projects.
These organizations had more or less been co-opted into the ‘official’ aid
programmes of many of the European and American governments. In this way,
bodies such as the International Cooperation Administration which was later
to become the United States Agency for International Development (USAID),
came into being, cooperating and working with bodies that had international
connections such as the Cooperative for American Relief Everywhere (CARE)
as it was known then, Church World Services, World Vision, and many others.
Many of these within the US had been brought together under the umbrella
organization called Private Agencies Collaborating Together (PACT), whose
25 percent of the funds were from USAID. It was Lyndon Johnson and
Richard Nixon who expanded and diversified further the work of voluntary
agencies. Johnson created the Volunteers in Service to America (VISTA) as
part of his anti-poverty programme based on the Economic Opportunity Act of
1964. Nixon facilitated the establishment of the National Centre for Voluntary
Action in 1970, and created the umbrella agency ACTION in 1971 to coordinate the work of all agencies like the Peace Corps and VISTA as part of the
government arm. Besides government funding, in 1979 for example, the voluntary agencies were collected USD 43.31 billion from private individuals and
businessmen.
Cooperating with the US voluntary organizations were the Canadian ones
by 1960s and 1970s. The Canadian government’s spending on voluntary
organizations whose operations were already global, ranked third by 1960s
among the western countries. It had counterpart US agencies such as Oxfam
250 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Canadian, CARE Canada, World Vision Canada, Save the Children of Canada,
etc. Other agencies were such as the Canadian University Council of
International Cooperation (CUSO), Canadian Council for International
Cooperation (CCIT), Canadian International Development Agency (CIDA)
and also coordinating agencies such as Partnership Africa Canada (PAC).
German had organizations such as World Peace Services, Association for
Economic Co-operation (EZE), Action for World Solidarity, etc. In other
European countries there were organizations such as Overseas Development
Cooperation (UK), Swiss Development Corporation, and Norwegian Agency
for Development Cooperation (NORAD), Netherlands Organization for
International Development Cooperation (NOVIB), Netherlands Development
Organization (SNV), Swedish International Development Agency (SIDA),
Finnish International Development Agency (FINNIDA), etc. and even coordinating agencies for the various countries. Even Japan had Sasakawa Peace
Foundation.
The increased activities of overseas voluntary and aid agencies were part
of the moral and material reaffirmation of the West in the colonies. The formal
acceptance of the principle of self-determination of the colonies by the West
had caused a moral crisis of imperialism and modernization of the world ideologically and politically. Non-Western nationalism was a predicament for the
West: it manifested itself in terms of questioning the ability of African countries to cope with the demands of ‘modernity’. Resistance to the West was a
described as a ‘clash of culture’—a revolt against white superiority, which
sought to change the racial and imperial mission and an indictment of the
white race. The ‘Cold War’ caused a further threat to the West in that many of
the emerging nations were in one way or another identifying themselves with
policies that were seemingly inimical to western civilization. The Cuban revolution and the attempts to export it to Africa and Latin America (typified by
Che Guevara’s move to Congo and later Bolivia) vindicated the West’s position.
The political activities and the militancy of the workers, peasants and students in the third world countries against imperialism and its domestic forces,
together with the intensification of the liberation struggles in the Portuguese
colonies after 1960s could not be put down by military intervention, as the
USA had leant from Vietnam by 1971. It was necessary to employ reformist
strategies to contain such forces. By late 1960s and early 1970s some voluntary agencies formerly specializing in relief and welfare activities began to
transform themselves into development organizations/agencies, to implement
the WB and IMF funded projects. With Robert McNamara (who had previ-
Foreign Aid and Africa’s Development 251
ously organized for the bombing of Vietnam) as President of WB, this
approach was euphemistically called “participatory development”. It involved
a new strategy for rural development that supposedly benefited the poorest by
laying down a strategic role for international and indigenous voluntary action
groups that were developmental and people oriented. According to
McNamara, this was the only way that poverty could be assaulted. It was during this period that two autonomous networking and coordinating agencies,
namely, the International Foundation for Development Alternative (IFDA) and
the International Coalition for Development Action (ICDA) came into being,
which brought the role of voluntary agencies to centrality in providing leadership for national and international development.
The WB under McNamara since 1968 had introduced various reforms,
including recruiting more third world nationals and also more women into senior levels of the Bank. The Bank was able to assimilate even those who were
less orthodox in terms of the Bank’s principles, including liberals and some
odd ‘Marxists’. The period itself coincided with the emergence of indigenous
voluntary agencies mostly in Latin American countries mainly organized by
catholic followers who were to be identified with ‘Liberation Theology’, and
establishment of the Commission on the Churches’ Participation in
Development (CCPD) by the Geneva based World Council of Churches
(WCC). With an avowed objective of “empowering local communities” these
were to constitute a new consortium—the Ecumenical Working Group on
Africa, with six voluntary agencies from USA by the end of the 1970s.2 These
were increasingly organizing local voluntary agencies, with the express aim to
explore and introduce “alternative strategies for African reconstruction and
development”.
The changing international economic context of the 1970s was necessitating such transformations in the in Western conceptions about aid and development. The formation of the Organization of Petroleum Exporting Countries
(OPEC) had made the US policy makers to begin sounding the world about the
impeding “threat from the Third World.” The formation of OPEC was accompanied with the seizure of control of the world’s crude petrol market, which
was formerly dominated by a handful of multinational oil companies—the so
called “Seven Sisters”. Raw material producers’ cartelization, take-overs of
multinational corporations and repudiation of debt obligations, it was claimed,
could hurt the West. By the time of the Carter regime the whole situation was
being described in terms of a conflict between the industrial nations and the
less developed countries—the “new Cold War” as the US labeled it (Kristol
1975: 5).
252 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
The international oil crisis of the early 1970s coincided with several
events, which had direct implications to Africa, and several Asian and Latin
American countries as far as their relations to the West were concerned. The
major one was the breaking of relations with Israel over the issue of Palestine
and the improved Afro-Arab relations in 1973. By 1976, the Arab League had
established six institutions for the provision of aid for African countries. Some
of these were established for the purposes of cooperating with Black African
states and others were restricted to the Arab League and its own African members. By 1976, the three main funding institutions had funds totaling USD 456
million of which USD 200 million was for soft loans. Among the leading institutions were such as the Arab bank for Economic Development in Africa
(established in 1975), Special Arab Fund for Africa (established in 1974) and
Kuwait Fund for Aid and Economic Development (established in 1975). The
latter was the leading donor on GDP per capita in the World by then.
The Arab countries had conditionally tied their aid, in that they did not
support countries that had ties with Israel or countries that showed any hostility to the Arab world. Special consideration was given to Islamic religious
institutions and Qoranic education. Thus it was during this period that the
Economic Commission for Africa decided to include Arabic in the list of
working languages of the organization. At the same time, visits between
African and Arab leaders increasingly became significant in the post October
1973 period. Other important events internationally during this time were the
liberation of Saigon and the victory of the liberation movements in
Mozambique and Angola in 1975 and 1976 respectively, which were followed
by the liberation of Zimbabwe in 1980. In 1979, the Ministerial Conference of
the Group of 77 was held in Arusha, Tanzania in the background of these
developments, with OPEC showing the way forward. The agenda of this conference was on how the Third World Countries could negotiate for a New
International Economic Order. The Group of 77, formed in a meeting held in
Algiers in 1967, had developed out of a felt need for the Third World
Countries to speak one voice at the UN Conference on Trade and
Development (UNCTAD) and other conferences concerned with world economic matters.
In 1977, a military dictatorship claiming to extol the virtues of Islam
replaced a populist social democratic regime in Pakistan. The two revolutions
of 1978-9, in Iran and Afghanistan were to form a watershed in international
politics. The Khomeiniite take-over was one of those rare conjectures in which
the revolution and counter-revolution were condensed in the same moment. It
overthrew the Shah regime, which had previously enjoyed tremendous
Foreign Aid and Africa’s Development 253
American support, and at the same time marked the defeat of the Left in the
Middle East, by signaling the ideological hegemony of ‘Islamic fundamentalism’. The Communist led Revolution in Afghanistan opposed by the Taliban
who were in turn supported by the USA, was to contribute significantly to the
collapse of socialism in the Comecon countries, helping to pave the way for
Pereistoika first in the Soviet Union, then on a global scale. The US recruited
radical Islamists (including bin Laden) from many countries and organized
them in military forces not to help Afghans resist Russian aggression, but to
install a puppet regime. It was the people of Afghan who had to finally face
the consequences of the reign of the Mujahedin.
The Khoimein regime had taken hostage American diplomats for 444
days in 1979-81, and meanwhile, a war between Iraq and Iran, which started
in 1980 was to end in 1988, had erupted. This war was one of the great human
tragedies in the Middle East in that as many as a million people died, and
many more were wounded, and millions were made refugees, and the
resources wasted exceeded what the entire Third World spent on health in a
decade. The American administration, fearing that Iran would overrun the
Middle East and its vital oilfields supported Iraq with military intelligence,
economic aid and covert supplies of munitions (in spite of the 1986 IranContra, which showed the double-faced nature of US policy).
These events were taking place when within the metropolitan countries,
increasingly, there was a shift of the balance to the Right. It was during this
time that there was a rise to power of anti-people and anti-welfare icons—the
radical conservatives, Pope John Paul (Karol Wojtyla—1978, who put an end
to the liberal reforms of the church), Margaret Thatcher (1979) Ronald Reagan
(1981), (who reversed liberalism and social democracy). There was also the
rise of racist and xenophobic movements after the defeat of the movements for
racial and social justice in the US. By early 1980s, the defeat of the miners in
Britain marked the end of labour militancy, and soon after that social democracy was to be defeated in the various European countries. Meanwhile, progressive third world and African people specifically and some leaders were
involved in the rejection of the global development strategies. Among those
who were in the forefront in rejecting these precepts were Mwalimu Julius
Kambarage Nyerere and Michael Manley.
•••
In the 1970s, these developments were taking place in a context whereby
most third world countries were facing a socio-economic crisis after the failure of the 1960s development statist models, which based on Keynesian pre-
254 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
cepts had emphasized the central role of the state in social and infrastructural
provision, and also in planning for development. The state as a vehicle for
development and social provisioning was being discredited; and there was a
view that donors were becoming wary in dealing with states (donor fatigue).
Instead, following the examples of the church volunteer agencies, they were
becoming increasingly keen to deal with “communities” directly, via
local/indigenous organizations/institutions. The world scene had changed:
there increasingly emerged initiatives from Europe and USA which put more
emphasis on developing of local/indigenous organizations as “partners” in
“participatory development strategy”. Many organizations had turned to what
was termed ‘empowerment of local communities’ and alternative strategies for
Africa’s development. The major theme in the development discourse among
volunteers now turned “development workers” was the question of “people
based development”, and researches and consultancies were increasingly
being channeled towards this direction.
The concept of development itself has been quite elusive, in that the last
four decades of development of the third world countries have seen it being
transformed from modernization, as that transformation of ‘traditional’ societies to ‘modern’ ones (i.e. western)3 to sensibilities of “development as a management of a promise”—of economic growth through adopting commoditybased forms of production with accumulation being the overriding logic and
possibilities of the outcomes of the benefits trickling to the poor. In these conceptions of development, ‘class’ antagonisms were on the main hidden and
emphasis was on the existence of shared ‘values’—progress, universalism,
conquering of nature, quantifying rationality, etc.
By the end of the 1960s and early 1970s, against this conception, the
Dependency School had raised the questions of global inequality and exploitation. Development was increasingly under attack, and critical approaches to
the process tended to focus on the dark side of it. In a bid to remain relevant,
‘new’ conceptions of development emerged by the late 1970s. Among the
early ones was Alternative Development or Another Development, which
focused on the lack of popular participation. Another one was Human
Development, which addressed the question of the need to invest in people.
These were taking up challenges that were posed by the Dependency school,
ecological critiques and eco-feminism. Within this context, a multitude of
development conceptions emerged: self-reliant development, endogenous
development, participatory development, integrated development,
autonomous development, popular development, equitable development, sustainable development, local development, micro-development, endo-development, etc.
Foreign Aid and Africa’s Development 255
These adjectives that were tucked to development did not necessarily
alter the fundamental logic of the process—i.e. accumulation and commodity
(market) based forms of production and class differentiations. In all these
instances, attempts were being made to deal with what were considered to be
the bad effects of development (or as some called it mal-development), by
involving issues of culture, nature, gender, and social justice. Development
had increasingly become a qualified process—human, social, political, engendered, etc. Sustainable development, for example was launched in the Rio
Conference in June 1992, in the midst of implementation of Structural
Adjustment Programmes (SAPs) in the third world countries and the triumph
of neo-liberalism throughout the world. Here, the most important mythology
that was created was: development did not only concern the South countries
but also the North. Behind this myth, was the same economic logic, while all
efforts were being directed towards discrediting any forms of analysis that
attempt to examine the so-called development as a class-based process.
With the efforts to implement the “participatory development strategy”
there was increased efforts to create indigenous voluntary agencies in the neocolonies. Within this context, even the so-called peoples’ movements were
increasingly being drawn in the mainstream politics of international voluntary
agencies and politics (people based development) with the resurfacing of the
concept of civil society (as peoples’ critique of state practices). By the late
1970s and early 1980s, foundations such as Ford, Carnegie, Rockefeller and
other western agencies were heavily involved in the promotion of “people’s
participation programmes”, through the sponsorship of development professionals, researchers and organizations. Since late 1970s, organizations such as
the Ford Foundation claimed that their objective was to promote “peace and
social justice” and “education, media, arts and culture”, in line with changes
in funding policy worldwide, whereby, a new type of ‘activist’ NGOs, engaging in social and political activity, were being systematically promoted. Ford
Foundation’s “peace and social justice” were in terms of promotion of human
rights (read individual rights and protection of private property), especially
those of women; ensuring open and accountable government institutions;
strengthening “civil society” through participation of individuals and civic
organizations in charting the future, and supporting regional and international
cooperation.
These conceptions and practices were crystallizing at a time when the
neo-colonial governments were being compelled to introduce austerity measures through the implementation of Structural Adjustment Programmes
(SAPs). These measures stood for the state withdrawal from social provision-
256 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
ing and development in general; privatization of public property; creation of
an enabling environment for investors; liberalization of both internal and
external (goods and financial) markets; reduction of the state’s role in the
economy and promotion of individual, private and ‘community’ roles; etc.
‘Community’ roles were being promoted under the aegis of voluntary agencies, which were now relabeled NGOs/civil society. Thus, in Britain,
Germany, Canada, USA and other developed countries, voluntary agencies
specializing in development and research were being brought together under
various liaison committees, such as the Centre for World Development
Education (CWDE in Britain), Federal Congress of Development Groups
(BUKO in Germany), etc. The Canadian International Development Agency
(CIDSE) established the Public Participation Programme (PPP), which coordinated several religious development agencies from Europe and the USA.
This was at time when increasingly, there were liaison committees
between official and voluntary sector. Thus there began the EEC/NGO Liaison
Committee as an apex-mediating agency of Europe in the late 1970s. In reality, these various developments were an expression and a reinforcement of the
WB and IMF sponsored SAPs. With the implementation of SAPs, NGOs and
their participatory approaches became extremely important to disarm people.
In fact, given this approach, they seemingly seemed to offer a critique to the
states, which were supposed to be inefficient, corrupt, bureaucratic and centralized. These NGOs were very central in the agitation of state withdrawal
from social provisioning, welfare in general and planning for development, in
favor of individualized and localized initiatives.
By late 1970s and early 1980s, it had already been established by these
sponsoring agencies that voluntary agencies (NGOs) had a comparative
advantage over the WB and IMF direct intervention in reaching the “target
groups” as far as the evolution of the “new ethos” of development were concerned. With their objectives of meeting the “basic needs” through the process
of “people’s participation”, and their notions of partnership in development,
international NGOs, backed by financial support of their governments, private
individuals, multinationals and International Financial Institutions (IFIs);
together with specialized UN agencies such as UNESCO, UNICEF, WHO,
FAO, etc, were now working with indigenous/local organizations. Where none
existed, efforts were made to create them. Their operations were boosted in a
context of a perceived ‘failure’ of official aid agencies and governments.
NGOs had become more desirable and efficient conduits for “development
programmes” than official ones.
Foreign Aid and Africa’s Development 257
NGOs/civil society acquired a new importance in global developmental
issues. They were increasingly developing an intimate relation with the states
and international organizations through their demand that they be involved in
policy formulation and evaluation, their popularization and implementation.
Western grant contributions to NGOs/civil societies increased tremendously in
the 1980s and 1990s, at a time when social services were facing funding cuts
throughout the world. The Christian Global Foreign Mission which had
received USD 3 billion in 1970, received USD 5 billion and USD 7.5 billion
in 1980 and 1986 respectively. In 1981, USAID had provided USD 9 million
to 50 voluntary agencies to generate discussions and analyze the causes of
poverty and hunger as a means to enhance public and private development
assistance. By 1980s, a UN/NGO Liaison Service, as an apex international
coordinating and networking body of NGOs was established in Geneva. Since
then, a number of NGOs/civil society organizations/voluntary agencies were
granted a consultative status. These included organizations such as Third
World Network, Women’s International League for Peace and Freedom, World
Council of Churches, International Youth and Student Movement, etc.
NGOs/civil society organizations/volunteer organizations were also fully
integrated in the official development programmes through WB policies.
Private individuals, multinational companies, IFIs and imperial states, were
massively funding them. With the implementation of SAPs, the WB was to
establish a World Bank/Non-Governmental Committee (WB/NGO
Committee) by mid-1980s. A proposal was floated during the same time for
the possible creation of an International Foundation for Community Action
(IFCA), as a joint venture between the World Bank and international NGOs. It
was within this context that organizations such as Oxfam-UK, ActionAid
International, and others began to significantly reorient their work. By 1980s,
Oxfam America had committed itself to promotion of empowerment of people, social justice and peace in the world through engagement in “policy analysis and advocacy”. Other organizations such as CARE, Save the Children,
Direct Relief International, etc. were also engaged in the same issues, putting
high priority on influencing public policy through “lobbying and advocacy”.
Most of these agencies were preoccupied with poverty eradication programmes through “participatory development”, and many (around 40 organizations) were to be part of the International Forum for Action Against
Structural Adjustment (IFAASA). IFAASA became instrumental in organizing
parallel meetings to the annual Joint World Bank/IMF meetings, raising criticisms and alternatives.
258 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
By 1980s and 1990s, there was a spectacular flourishing of NGOs in virtually all neo-colonies—from those that were developmental oriented to those
that were engaged in analysis, lobbying and advocacy. They had even become
concomitant of government and international agencies activities, since many
of them thrived on the situation created by the state’s withdrawal from social
services expenditure. Most of these NGOs/Civil society organizations,
claimed to be developing new approaches to development matters, through
slogans such as “community involvement and control”, “decentralization of
decision-making”, “micro-level planning”, “participatory development”, etc.
In essence, what they were doing was to shift the burden of the effect of SAPs
to the masses in the neo-colonies under the guise of aiding and developing
them. Over the years, most imperialist and neo-colonial countries have come
to the conclusion that these organizations are indispensable for the sustenance
of the neo-liberal order. Spearheaded by the World Bank and the IMF, governments have even put in place policies to govern their development (even
though some of the organizations have wrongly claimed that the aim of such
policies is to control them, when in fact these organizations are already an
extension of the government policies and practices).
In sum, the rapid emergence of NGOs in Africa fed off the collapse of
government social provisioning and donor restructuring of aid, which supported regional development plans (as “local level” development) in the
1970s. They emerged as a result of donor support being increasingly directed
to local levels, and the existence of a middle class within local levels who were
connected to those in other urban areas. The emergence of these middle classes, besides the consolidation of enterpreneural roles, also strengthened the link
between business and politics. NGOs were mainly dominated by business people and retired and retrenched civil servants and parastatal workers, and basically worked through local authorities/governments. Alongside this development, was the marked presence of donors in community development departments. There were thousand of NGOs in Africa by late 1980s, both local and
foreign, involved in social and economic development, matters of women and
youth, religious issues, environmental matters, health, education, AIDS and
professional interests. The main character of these NGOs was to be non-political. A few activist organizations also developed in these years, and played the
role of pressure groups in struggles for human and gender rights, good governance and democracy. These had an impact on the politics of transition to multiparty political system and the way it was to emerge in many countries in
Africa.
What role have NGOs been playing in history? They have acted as ‘safety valves’, by channeling popular discontent along constitutional, peaceful and
Foreign Aid and Africa’s Development 259
harmless ways. Moreover, given their multiplicity and multipurpose objectives, they have sought to divide the exploited and oppressed into sections and
identities (e.g. gender (women/feminists versus men), age (youth versus elders), minorities versus majority, ethnic issues, environmental issues, sexual
preferences (gays and lesbians versus heterosexuals), etc. in the process, obliterating and obfuscating class divisions nationally and internationally and differentiation of societies between those who own and control the means of production and reproduction and those who are dispossessed. They further instill
in the masses the belief that it is possible to humanize the existing system; and
this is done by outwardly taking an anti-state stance, which in some ways
seems attractive to some progressive circles.
Thus while the IFIs and international capital strip off the role of the state
in regulating the economy and force it to adopt the free market economy, the
NGOs agitate for self-help, community development, entrepreneurship, etc.,
in the process, irresponsibilizing the state and absolving it from all social
responsibilities towards the people in the provision of health care, education,
water, sanitation, electricity, irrigation, employment, etc. and placing them in
the hands of individuals and private groups. It is in this way that they have
evolved mechanisms of targeting the so-called vulnerable groups in a bid to
neutralize the reactions of the deprived people. That is not all: NGOs also tend
to depoliticize the masses by instilling the false belief that problems confronting the masses are non-class and non-political. They push the view that
there are possibilities of dealing with such a problems through non-political
strategies. In this way, they seek to demobilize the people by co-opting the
best elements into the establishment and reformism.
In sum, NGOs have become the medium through which opinions for the
people are molded and ideologies and illusions for the perpetuation of the
existing exploitative and oppressive system are concretized. In many
instances, NGOs have even worked hard to disarm the working people by
undermining their class organizations and substituting them with some woolly notion of amorphous organizations open to all and inclusive of all sorts of
trends on the pretext of being ‘inclusive’ and defending the interests of many.
In the process, what is actually reproduced ideologically through their campaigns is imperial and class domination.
The World Bank and other multilateral agencies also expanded their programmes in this phase. The end of the Cold War from 1989, as the beginning
of the forth phase has more or less altered the initial motives as they existed in
the past. The collapse of bureaucratic socialist states of Eastern and Central
260 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Europe, which ended the Cold War, had marked the triumph of the ideology
of market economies internationally. According to the Ministry for Foreign
Affairs of Finland, given the changes in global politics and economics:
The end of the Cold War has also meant that development co-operation
can no longer be justified by the same security policy arguments as before,
when the great powers and their allies often gave aid to developing countries
in order to keep them ‘in the same camp’ or prevent them from allying themselves with the other side. Developing countries also have to compete with the
CEE countries and the CIS for political attention, markets, and first and foremost development funds. (Finland, Ministry of Foreign Affairs 1993: 8-9)
As it is clear from the above, there was a search for a new rationale for
the existence of aid regime.
The new search for the rationale of development aid had its pedigree in
the crisis, which began to face most African countries by early 1970s. Despite
the flow of aid in Africa since 1960s, the socio-economic situation of these
countries had tended to deteriorate. It was in this context that lending institutions such as the International Monetary Fund (IMF) and the World Bank initiated the Structural Adjustment Programmes (SAPs) as means to redress the
poor economic performance of these countries starting from the late 1970s.
Aid was overtly tied to conditionalities henceforth. The end of the Cold War
had resulted into the consolidation of the New Right which had always stood
in opposition to welfarism and provision of aid in general.
Aid budgets in the donor countries began to decline in the 1980s. This
was to be expressed in terms of what has become known as donor fatigue, as
an expression over what development aid has been able to achieve. This was
the period when United Kingdom and some other donor countries started
reducing their commitment to development assistance. The publication of the
Brundtland Report on World Development and Environment in 1987 and the
conclusion of the Rio de Janeiro Conference on Development and
Environment in 1992, it seems, propped up the arguments for continued flow
of aid. Otherwise, the new right was of the opinion that aid is a distortion of
market forces and a waste of resources, which simply encouraged corruption.
Opposition to aid was also shared by Left critics, who since 1960s viewed it
as an element of neo-colonialism, aimed at integrating the developing countries into the capitalist world economy (Arnold 1979; Watkins 1994; Mosley
1987).
N E PAD and the Renewal of Appeal for Aid
The New Partnership for Africa’s Development (NEPAD) was the latest
Foreign Aid and Africa’s Development 261
Africa’s development initiative, after several initiatives in the past, which on
the whole were never implemented. It is a merger of the “Millennium Action
Plan for African Recovery Programme” (MAP), “The Omega Plan” and “The
New Compact with Africa”. NEPAD was popularized in all the leading industrial countries—Japan, Brussels and USA. It was launched in Abuja, Nigeria
by several African heads of state on October 23, 2001 after being endorsed by
the meeting of African Union as Africa’s own initiative in Lusaka as a continental plan for Africa’s economic regeneration in July 2001. “In February
2002, global elites celebrated Nepad in sites ranging from the World
Economic Forum meeting in New York City summit of self-described ‘progressive’ national leaders (but including the neo-liberal Tony Blair) who gathered in Stockholm to forge a global Third Way. All elite eyes were turning to
the world’s ‘scar’ (Blair’s description of Africa), hoping that Nepad would
serve as a large enough bandaid” (Bond 2002: 9).The G8 endorsed NEPAD at
Kananaskis through its Africa Action Plan, before being tabled at the launching of the African Union in July 2002 in Durban.
NEPAD sought to engage the developed countries to assist Africa in its
development endeavors. Within this context, Africa was supposed to meet
international standards for transparency, limited government, property rights,
the rule of law, free markets and democracy. For NEPAD to succeed, African
leaders estimated that the continent needs at least USD 64 billion annually in
investments to ensure sustainable growth. However, the G8 promised to contribute a mere USD 6 billion. At the Monterrey International Conference on
Financing Aid for Development, African leaders had bemoaned the state of aid
for the development for the continent. It is clear that NEPAD was adopted at
a time when there was already an atmosphere of tension regarding the relationship between donor and recipient countries on aid for development.
The fact is, NEPAD was adopted at a time when “development aid” was
being steadily reduced by the developed countries. Given such as situation, it
would seem that those who prepared NEPAD behaved like Rip Van Winkles4
as far as the historical experiences of Africa and the interrogation of the policies that had been advanced in the past to overcome underdevelopment are
concerned. It was more or less the logic of the International Financial
Institutions (IFIs) which was behind NEPAD’s thinking. NEPAD placed nearly all the blames for Africa’s problems and almost all the responsibility for
sorting them out on Africa itself. Although it paid lip-service to the fact that
colonialism, the Cold War and the “workings of the international economic
system” had contributed to Africa’s problems, it asserted that the primary
responsible rested with “corruption and economic mismanagement” in Africa.
262 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
No where did the document mention the more consequential corruption and
mismanagement and exploitation by the powerful nations—to whom NEPAD
sought to appeal. Even the consequences of the domination of the Bretton
Woods institutions and their policies were not taken to task at all.
It appears that, rather than denouncing them, they were only too anxious
to embrace the Structural Adjustment Programmes (SAPs). If the G8 endorsed
NEPAD at Kananaskis, it is because it absolved these nations from all responsibility of the historic injustices meted out on the people of Africa. Those who
prepared NEPAD ignored the fact that Africa rejected global development
strategies when it produced the Lagos Plan of Action (LPA), for example in
1980, a document that stood for “collective self-reliance.” LPA had pointed
out that Africa “remains the least developed continent….Africa is susceptible
to the disastrous effects of natural and endemic diseases of the cruelest type
and is victim of settler exploitation arising from colonialism, racism and
apartheid. Indeed, Africa was directly exploited during the colonial period and
for the past two decades; this exploitation has been carried out through neocolonialist external forces which seek to influence the economic policies and
directions of African States.” (Organization of African Unity 1980: 5)
The Abuja Treaty of 1981 had also rejected the neo-liberal wisdom of
SAPs, and other documents that were to do the same were such as the African
Alternative Framework to Structural Adjustment Programmes of 1989, the
African Charter for Popular Participation and Development (the Arusha
Charter) of 1990 and the Cairo Agenda of 1994. It even fell short of even the
initiatives of the World Conference Against Racism in Durban, South Africa,
in September 2001, when 6,000 delegates from 153 countries gathered to
expose the evil of racism or the Gorée Conference that condemned slavery
inflicted on Africa as a crime against humanity. No wonder that the document
made very few references to human rights, and even when these were made,
it was in a rhetorical manner. Hardly, did it make any efforts to guarantee selfdetermination for the people, and in a way it advanced some policies that are
incompatible with democracy and human rights.
NEPAD pledged to support its successor policies and the Africa Growth
and Opportunity Act (AGOA) passed by the US Congress. It was not even critical of the fact that Overseas Development Aid (ODA), are used to impose
economic and political conditionalities on the governments and peoples of
Africa. Instead it took ODA as a basis for Africa’s development. In this way,
it accepted the fundamentals of SAPs paradigm by uncritically endorsing the
so-called Poverty Reduction Strategy Programmes (PSPRs). The document
could not discern that poverty reduction strategies that are being currently
Foreign Aid and Africa’s Development 263
sponsored so heavily are part of the approach of “pursuing Darwinist economics and then sending in Florence Nightingale to tidy up” which is a “difficult and counterproductive approach to development.” (Pieterse 1997)
Summing Up
What has aid been actually doing in Africa? According to Graham
Hancock’s (1989) Lords of Poverty, virtually all sponsored aid to underdeveloped countries has been disastrous. Hancock provided numerous examples of
abuse and incompetence in the administration of international aid by the
United Nations, the World Bank, and other organizations engaged in “humanitarian” activities. According to him, much of the aid provided through international organizations has gone not to those for whom it was supposedly
intended, but rather to enlarge the fortunes of the aid bureaucrats themselves.
Most often, aid had also gone to entrench Third World governments that have
little or no interest in promoting the commonwealth of those they govern.
Where aid actually reached its intended destination, it usually was wasted on
projects that did nothing to contribute toward economic development: In
Hancock’s somewhat ponderous prose:
[A)t every level in the structure of almost all our most important aid-giving organizations, we have installed a tribe of highly paid men and women
who are irredeemably out of touch with the day-to-day realities of the ...
underdevelopment which they are supposed to be working to alleviate. The
over-compensated aid bureaucrats demand—and get—a standard of living
often far better than that which they could aspire to if they were working, for
example, in industry or commerce in the home countries. At the same time,
however, their achievements and performance are in no way subjected to the
same exacting and competitive processes of evaluation that are considered
normal in business. Precisely because their professional field is ‘humanitarianism’ rather than, say, ‘sales’, or ‘production’ or ‘engineering’, they are rarely
required to demonstrate and validate their worth in quantitative, measurable
ways. Surrounding themselves with the mystifying jargon of their trade, these
lords of poverty are the druids of the modern era wielding enormous power
that is accountable to no one. (ibid: 32-33)
Further on, he noted that “Garnered and justified in the name of the destitute and the vulnerable, aid’s main function in the past half-century has been
to create and then entrench a powerful new class of rich and privileged people. ...At the same time...it has condoned and in some cases facilitated—the
most consistent and grievous abuses of human rights that have occurred anywhere in the world since the dark ages.” (ibid: 192-3)
264 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Klitgaard’s (1991) book Tropical Gangsters, in a similar vein
explores the role of the IMF and World Bank in developing countries, using
the example of Equatorial Guinea, where the former concerned itself with
short term (1-2 years) economic stability, while the latter dealt with the medium term (3-5 years). The author worked for these organizations, and what he
did in this book was to show these institutions’ share of bureaucratic incompetents and lazy sinecures. According to him, many of the country’s leaders
saw the loans as a source of potential Mercedes and other luxuries. With structural adjustment loans, which are premised on conditionalities of policy
changes, third world leaders have been given carte blanche with the funds so
obtained: “For such people money has probably never been easier to obtain
than it is today: with no complicated projects to administer and no messy
accounts to keep, the venal, the cruel and the ugly are laughing literally all the
way to the bank. For them Structural adjustment is like a dream come true.”
(Hancock op cit: 59-60)
To cite an example from Tanzania on the above, in an attempt to
diversify the economy in 1977, the Zanzibar government had decided to
revive the rubber industry, which had been reduced to a mere 28 ha by then.
By that year, 30, 000 ha had been classified as forest lands. The government
planned to plant a total of 10,000 ha by 1987. Without any foreign assistance,
the government was able to expand the rubber plantations from 28 ha in 1977
to 1,270 ha by 1980. These plantations were expanded further to 1,750 ha by
1983 and experimental tapping started in 1985. The Finnish Development
Agency (FINNIDA) was approached by the Zanzibar government in 1979 for
assistance in the forestry sector. The project was funded by Finland for 18
years—from 1980 to 1997. The Zanzibar plans were completely recast: the
project started with “institutional building”, “systems development” and
“human resources development”. The first years were wasted in arguments
between the donors and the Zanzibar government on the standards of housing
for their staff. Thus, the initial years were spent on building houses and a
sauna, buy generators and import cars for the ‘expatriates’ for “the benefit of
the project”, as one of the project leaders remarked in those years (Chachage
2000: 173)
During the lifetime of the project, a total of 2,320 ha of plantations were
created and a total area of 8,623 ha gazetted for planting trees. The implementation of the project for the period of 18 years since it started in 1980 up
to 1997, cost a total of FIM 51,419 million (as Finland’s contribution) and
Tshs 295,141 million (as Zanzibar’s contribution). When the project begun in
the early 1980s, FINNIDA, instead of continuing with the implementation of
Foreign Aid and Africa’s Development 265
the plans initiated by the government, had the intention of introducing portable
sawmills from Finland. The government objected to this, but Finland insisted
that wood production and felling of trees was important. Under the project,
104 ha, 103 ha and 67 ha were cleared in 1983, 1984 and 1985 respectively.
The project also objected to fruit trees planting, since it lacked the necessary
horticultural techniques. In 1980 three expatriates were sent to Zanzibar: a
leader and two technicians who were later joined by two Peace Corps volunteers—a road building engineer and a forester. There were no roads to build
and the engineer was given the duty of supervising plantations while the
forester became a photographer of the project!
Rather than directing efforts to the initial objective of diversifying the
economy, as the Zanzibar government had envisaged, FINNIDA was more
concerned with issues of environmental degradation, and land use plans,
which finally led to the enactment of land laws that were in line with structural adjustments (titling, individualization and registration). It was the basically
Finnish companies and other private companies which benefited from the
project. All the evaluation reports indicated that the project, after all those
years, was successful!
The delusion that rich countries can pull poor countries out of poverty if
they so choose is still in display, as the 2005 July G 8 meeting, and Bob
Geldof’s rock concerts in cities around the world to push that idea demonstrated. Here was a plea for debt relief and massive increases in foreign aid to
save the world’s poor. The US and UK agreed to write off of 18 heavily indebted countries, and the US pledged to double its aid to Africa, with Britain calling for new Marshall Plan for Africa. Africans are made to be beggars and not
to be independent and self reliant. Aid weakens the local capacities: it does not
deliver what Africa wants most. It even distorts the labour markets, in that
those jobs with aid organizations and NGOs are very highly paying to the
extent that it is not surprising to find a chauffer driving an aid worker has qualifications in biochemistry. He is driving an aid worker distributing food and
forcing local farmers out of the markets. The same with those cheap donated
clothes which are forcing workers out of the textile industry.
Poverty is by far the biggest business in Africa. With the G 8 resolutions
in Gleneagles in July 2005, aid agencies, development agencies, donor organizations and NGOs are preparing themselves for a tsunami of fresh money
which is in the aid pipeline. Their huge bureaucracies, financed by aid, which
essentially promotes corruption and complacency, will be organizing more
workshops and conferences on poverty alleviation, projects, capacity building,
266 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
gender balance, facilitation, entrepreneurship, etc. There are estimates that
some 70 percent of all aid money raised usually goes to financing NGOs’
administration—cars, salaries, equipment and the all important workshops and
seminars. ActinAid infuriated the British government when it pointed out that
consultants and western companies benefited to the tune of 60 percent for
every STG 1 intended to go towards eradicating poverty. The World Bank
admitted recently that consultants were taking USD 20 billion from global aid
budgets, besides the fact that a lot more money is paid to the expatriates who
are provided with jobs in areas that local expertise exist.
Aid cannot assist in the development of Africa. What Africa needs is a
renewal of the project of collective self-reliance, and work harder on the unification of the continent. Aid, in all its forms is basically working towards further balkanization of the continent, through competition among countries to
woe aid and foreign investors. Since 1960, Sub-Saharan Africa has received
nearly USD 500 billion in aid, yet the region has become poorer in the past
several decades. In today’s dollars, that aid initiative disbursed roughly
USD100 billion over the course of four years after World War II. Africa thus
has already received the equivalent of about five Marshall Plans. In that case,
the call for debt relief, more aid and a new Marshall Plan is misplaced, under
the current corrupt international aid regime which is working towards the
facilitation of more exploitation of Africa’s labour, natural resources and raw
materials, rather than industrialization and revolutionization of agriculture.
Bibliography
Anorld, Guy (1979): Aid in Africa, Kogan Page Ltd, London.
Berg, E.L. (Co-ordinator) (1993) Rethinking Technical Co-operation:
Reforms for Capacity Building in Africa, United Nations Development
Programme, New York.
Bond, Patrick (ed) (2002): Fanon’s Warning: A Civil Society Reader on
the New Partnership for Africa’s Development, African World Press, Inc,
Trento, New Jersey.
Chachage, C.S.L. (2000): Environment, Aid and Politics in Zanzibar, Dar
es Salaam University Press, Dar es Salaam.
Fanon, Frantz (2001): The Wretched of the Earth, Penguin Books,
London.
Finland, Ministry of Foreign Affairs (1993): Finland’s Development Cooperation in the 1990s: Strategic Goals and Means, FINNIDA, Helsinki.
Foreign Aid and Africa’s Development 267
Hancock, Graham (1989): Lords of Poverty: The Power, Prestige, and
Corruption of the International Aid Business, The Atlantic Monthly Press,
New York.
Hertz, Noreena (2001): The silent Takeover: Global Capitalism and the
Death of Democracy, Arrow Books, London.
Kalyalya, D. et al (1988): Aid and Development in Southern Africa:
Evaluating a Participatory Learning Process, Africa World Press Inc, New
Jersey.
Klitgaard, Robert (1991): Tropical Gangsters, Tauris, London.
Kristol, Irving (1975): “The ‘New Cold War’”, Wall Street Journal, July
17, 1975.
Ministry of Foreign Affairs (1993): Finland’s Development Co-operation
in the 1990s: Strategic Goals and Means, FINNIDA, Helsinki.
Mosley, P (1987): Overseas Aid: Its Defense and Reform, Wheatsheaf
Books Ltd, Sussex.
Nyerere, J.K. (1969): F reedom and Unity/Uhuru na Umoja, Oxford
University Press, Dar es Salaam.
Organization of African Unity (1980): Lagos Plan of Action, Addis
Ababa.
Pieterse, Jan Nederveen (1997): “Equity and Growth Revisited: A
Supply-Side Approach to Deevelopment”, European Journal For
Development Research, No 4.
Rugumamu, S.M. (1997): Lethal Aid: The Illusion of Socialism and Self
Reliance in Tanzania, African World Press, Trenton.
Spybey, Tony (1992): Social Change, Development and Dependency,
Politity Press, Worcester.
Tomasevski, Katarina (1989): Development Aid and Human Rights,
Pinter Publishers, London.
Watkins, Kevin (1994): “Aid Under threat”, Review of African Political
Economy, No 66.
Zeleza, P.T. (1997): Manufacturing African Studies and Crises,
CODESRIA, Dakar.
268 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
Notes
*
Prepared for the 1st International Turkish-African Congress, organized by Turkish
Asian Center for Strategic Studies (TACSS), held in Istanbul, Turkey, 23rd-24th
November 2005.
1
In 1963 he was to pint out that “…The nation states we have inherited are inadequate organs for the development of the full potential of Africa. Indeed, in many cases
the present nations are so small or weak that they are in constant danger of the more
subtle forms of domination which are generally referred to as neo-colonialism. Some
national governments of Africa can only fulfill the minimum functions of government
if they receive subsidies from outside their borders. Under such circumstances complete freedom is difficult to maintain for any length of time. Furthermore, a weakness
of this type affects not only the country immediately concerned, it affects also her
neighbors and all the other countries of Africa. No one of us is safe if any of us gets
involved in the Cold War between East and West, or any otherworld conflicts which are
irrelevant to our own problems.
“African unity is essential to the continent as a whole and to every part of it.
Politically we have inherited boundaries which are either unclear or such ethnographical and geographical nonsense that they are fruitful source disagreements. And such
disagreements, if allowed to develop, would lead to a waste of scarce resources in the
building up of national armies…..” (Nyerere 1969: 212)
Again: “Further, many of the different African countries produce, or could produce,
the same kind of primary products or raw materials. We sell in competition with each
other, often to the same major consumer. Thus we are all in a desperately weak bargaining position and the triumph of one nation is frequently the at the expense of another. Individual attempts to rectify national economic imbalance frequently worsens the
position of another African country, and weakens Africa as a whole in relation to the
industrial areas of the world. Also in the process of diversification and the attempt to
build our economies, we are each of us competing against the other for small amounts
of available outside capital investment and economic aid. Our competition in this
respect again makes it easy for one of us to be played up against the other, and the need
for each African state taken individually makes that state vulnerable to offers of assistance which have explicit or implicit conditions attached. Through these means different African states are in danger of being involved on opposite sides in quarrels which
do not concern them. If there were real African unity moral blackmail would be impossible.” (ibid: 213)
2
These were: Catholic Relief Services, Church World Service, American Friends
Service Committee, Lutheran World Relief, Monnonite Central Committee and
American Jewish Joint Distribution Committee.
Foreign Aid and Africa’s Development 269
3
Walt Witman Rostow’s ‘Stages of Growth’ and his metaphor of ‘traditional’ societies of ‘taking-off’ to ‘modern’ ones—like an aeroplane was the best summation of
this conception.
4
Rip Van Winkle is a Dutch hero in a story under the same title by Washington
Irving. Van Winkle drunk liquor in a strange company, and fell asleep and did not
awake for twenty years!
270 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
A f r i k a ’ d a k i G ü v e n l i k S o r u n l a r › , Av r u p a ’ y a
Ya n s › m a l a r › v e Ç ö z ü m Ö n e r i l e r i
Kenan Da¤c›1
11 Eylüll 2002’den beri “güvenlik”” dünyam›zda en öncelikli konu haline
gelmifltir. Hem AB üyesi devletler, hem de Kuzey Afrikal› ülkeler büyük çapl› terörist sald›r›lardan muzdarip olmufllard›r. Vatandafllar›n güvenli¤i hem Afrika hem de Avrupa için en öncelikli konu haline gelmifltir. AB’nin temsil etti¤i idealist bak›fl aç›s›na göre güvenli¤in, hukukun üstünlü¤ünün, eflitlikle
birlikte, adalet ve insan haklar›na sayg›n›n sa¤lanmas› art›k temel paylafl›lan
öncelikler olarak kabul edilmektedir.
Güvenlik deyince akla ilk olarak askerî ya da polisiye güvenlik konular›
gelmektedir. Ancak, günümüzde küresel güvenlik, askerî ya da polisiye durufl
noktas›n›n daha ilerisine geçmektedir ve “düflmans›z tehdit” olarak bilinen fakirlik ve kirlilik gibi tehditler güvenlik çal›flmalar›n›n sorunsallar› olarak incelenmektedir.2
Fakirlik ve kirlili¤in sebeplerine indi¤imizde karfl›m›za “ekonomik nedenler” ç›kmaktad›r. Sokaklarda meydana gelen fliddet olaylar›, gösteri ve yürüyüfller, fakirli¤in kol gezdi¤i mekânlardan zenginlik ve refah›n oldu¤u mekânlara do¤ru büyüyen göç dalgalar› vb. olaylar›n kökenini “ekonomik” nedenlere ba¤lamak mümkündür.
Bu nedenle, baz› uzmanlar, sosyal hareketlere ve gösterilere kat›l›m› “ekonomik ve sosyal refah seviyelerini kaybetmek istemeyen insanlar›n aray›fl›”
olarak görmekte ve bunun “insanlar› motive eden birinci güç” oldu¤unu savunmaktad›r.
Yani bu perspektifte sosyal hareketlere kat›l›m; yönetimi düzeltmek ve güvenli¤i sa¤lamakta devletin kapasite eksikliklerini kapatmak için bireyler taraf›ndan gerçeklefltirilen giriflimler3 olarak kabul edilmektedir. Bundan sosyal
hareketlerin güvenlik araflt›rmalar› alan›na yerlefltirildi¤i sonucu ortaya ç›kmaktad›r.
O halde flunu söyleyebiliriz ki, genel anlamda dünyada meydana gelen gü-
272 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
venlik sorunlar›na sadece askeri ve polisiye aç›dan bak›lamaz. Çünkü bugüne
kadar, ne Afrika’da ne de dünyan›n di¤er mekânlar›nda güvenlik sorunlar›n›
sadece askeri yöntemlerle çözmek mümkün olmam›flt›r.
Günümüzde çat›flmalar›n ve fakirli¤in ele geçirdi¤i Afrika k›tas›nda istatistiklerin ortaya koydu¤u içler ac›s› durum her geçen y›l daha da kötüye gitmektedir.
Sadece bir tek örnek vermek gerekirse, 2001 y›l›nda Afrika’daki ülkelerin
%72’si (53 ülkeden 39’u) y›ll›k kifli bafl›na düflen milli gelir 745 dolar›n alt›nda olan anlam›na gelen “düflük gelirli” ülkeler s›n›f›nda yer alm›fllard›r.4
Günümüzde Sahra Alt› Afrika Bölgesi’nin tümünde etkili olan kar›fl›kl›k
ve istikrars›zl›k mültecileri daha genifl alanlara göçmeye zorlamaktad›r.
Birleflmifl Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu, 1999 y›l›nda dünyada
bulunan 22,3 milyon mülteciden- iltica talebinde bulunan- 6,3 milyonunun Afrika’da oldu¤unu rapor etmektedir.5
Bu flartlar alt›nda, Afrikal› Devlet Baflkanlar› Afrika’da devam eden ekonomik ve siyasi çöküfle çözüm bulmak için 2001’de “Afrika’n›n Kalk›nmas›
için Yeni Ortakl›k” (NEPAD)’› kurmufllard›r.
NEPAD ile Afrikal› Devlet Baflkanlar›, Afrika’n›n kalk›nmas› için do¤ru
siyasi ve ekonomik yönetimin temel ilkelerine uyma sözü verdiler. NEPAD’›n
özünü, Afrika ve geliflmifl ülkeler ile endüstrileflmifl sekiz ülke (G-8) aras›ndaki iliflkileri yeniden yap›land›rmak ve karfl›l›¤›nda demokratik ve serbest piyasa normlar›na uymak oluflturmaktad›r.
Her fleye ra¤men Afrika geliflmektedir. Uluslararas› toplumun Afrika’daki
bu geliflmelere ilgisi kayda de¤er bir flekilde artmaktad›r.
K›ta’dan gerçek bir de¤iflim momentinin yakaland›¤›n› dair iflaretler gelmektedir.
Afrika Birli¤i ve NEPAD’›n (Afrika’n›n Kalk›nmas› için Yeni Ortakl›k)
oluflumu, Afrika’n›n Bölgesel Ekonomik Topluluklar›n›n artan rolü, ve milli
devletler baz›nda yeni nesil liderlerin ortaya ç›kmas› Afrika’y› de¤ifltirmektedir. Böyle bir de¤iflim trendinin yaflanmas› Afrika-Avrupa aras›ndaki iliflkileri
de de¤ifltirmektedir.
Avrupa’n›n Afrika ile iliflkileri yeni de¤ildir. Avrupa-Afrika iliflkileri tarihi
köklere sahiptir. Ancak bu iliflkiler ço¤u kez sömüren-sömürülen iliflkisinin
ürünü üzücü uygulamalarla an›lmaktad›r. Günümüzde bu iliflki biçimi yerini
ortak ç›karlar temelinde eflit ortakl›k iliflkilerine b›rakmaktad›r.
Afrika’daki Güvenlik Sorunlar› 273
Avrupa ve Afrika’n›n sa¤lam ticari ba¤larla ba¤lanm›fl olmas›, Avrupa’y›
Afrika menfleli ürünler için en büyük ihraç pazar› haline getirmifltir.
Örne¤in, afla¤› yukar› Afrika’dan ihraç edilen pamuk, meyve ve sebzenin
%85’i AB taraf›ndan ithal edilmektedir.
Avrupa ve Afrika ayr›ca sa¤lam ve önceden belirlenen yard›m ak›fl› ile de
birbirlerine ba¤lanmaktad›r. AB’nin Afrika’ya kalk›nma yard›m› 1985’teki 5
milyar avroya karfl›l›k 2003’te toplam 15 milyar avroyu bulmufltur. Di¤er yard›mlar›n kat be kat üstünde olan bu yard›mlar AB’yi en büyük donör haline
getirmifltir6. AB’nin ODA’ya yapt›¤› yard›m Afrika’ya yap›lan toplam ODA
yard›mlar›n›n % 60’n› oluflturmaktad›r.
Ayr›ca, AB üyesi ülkelerin bir k›sm› göreceli olarak Afrika siyaseti ve kalk›nmas› ile yeni tan›fl›rken, baz›lar› ise, Afrika’n›n farkl› ülkeleri ve bölgeleri
ile uzun süredir devam eden politik, ekonomik ve kültürel ba¤lar›n› sürdürmektedir. Topluluk seviyesinde son birkaç on y›ldan beri Avrupa Komisyonu
kapsaml› bir tecrübe yaflam›fl ve bu tecrübeler Afrika’n›n farkl› bölümleri ile
ortakl›klar oluflturan bir dizi sözleflmelerle sonuçlanm›flt›r.
1975’te imzalanan Lomé I Anlaflmas›, Sahra Alt› Afrika ülkeleri ile Avrupa Toplulu¤u aras›ndaki ilk çerçeve anlaflmas› olmufltur. Afrika, Karayip ve
Pasifik(ACP) ülkeleri aras›nda imzalanan ve esas olarak kalk›nma ve iflbirli¤ine yo¤unlaflan LOME Konvensiyonu Haziran 2000’de Cotonou Anlaflmas›
ad›n› alarak, içerik ve yap›sal de¤iflikli¤e u¤ram›flt›r.
48 Sahra Alt› Afrika ülkesi ile 25 y›ll›¤›na imzalan anlaflma, 2005 y›l›nda
tekrar revize edilmifl ve anlaflmaya kalk›nma ve iflbirli¤inin yan› s›ra politik bir
boyut getirilmifltir.
Böyle bir yap›sal de¤iflikli¤e gidilmesinin birçok sebebi olmakla birlikte
bunlar aras›nda:
- Avrupa’n›n uzun y›llar Afrika ülkelerine yard›mda bulunmalar›na ra¤men
hedeflenen kalk›nman›n sa¤lanamamas›,
- So¤uk Savafl’›n sona ermesiyle birlikte AB’nin küresel aktör olmay› öncelikli bir hedef haline getirmesi, bu kapsamda; ekonomik bir birlikten politik
birli¤e do¤ru kaymas› ve bunun bir sonucu olarak da Ortak D›fl ve Güvenlik
Politikas›’na a¤›rl›k vermesi,
- 1999 y›l›ndan itibaren Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikas›’n›
(AGSP) oluflturmas›,
- 11 Eylül terör sald›r›lar›n›n meydana gelmesi,
274 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey
gibi benzer sebepler karfl›s›nda AB Cotonou Anlaflmas› ile geleneksel politikalar›ndan yap›sal bir de¤iflikli¤e gitmifltir. Görüldü¤ü gibi bunun en önemli sebebini “Güvenlik” sorunlar› oluflturmaktad›r.
AB günümüzde örnek bir güvenlik ve refah alan› oluflturmufltur. Bu alan›n
varl›¤›n› devam ettirebilmek için d›flar›dan gelecek “terör, göç vb.” tehditleri
önceden ortadan kald›rmak istemektedir.
Bu nedenle de ekonomik ve kalk›nma amaçl› iflbirli¤ine girdi¤i ortaklar›na yapaca¤› ekonomik yard›mlar› “demokrasi, hukukun üstünlü¤ü, adalet ve
insan haklar›na sayg›n›n sa¤lanmas›” gibi koflullara ba¤lamaktad›r. Bu sayede
kalk›nma ortam›n›n oluflturulabilece¤i düflünülmektedir.
Kuzey Afrika ve AB iliflkileri ise Avrupa-Akdeniz Ortakl›¤› ve Ortakl›k
Anlaflmalar›na; Avrupa Komfluluk Politikas› ve Komfluluk Politikas› Eylem
Planlar›na dayanmaktad›r.
Avrupa-Akdeniz Ortakl›¤› 1995’te Barselona Deklarasyonu ile bafllam›flt›r.
Barselona Deklarasyonu, üç ana amac›n› flöyle tan›mlamaktad›r:
(a) Politik ve güvenlik diyalogunun güçlendirilmesi ile ortak bir bar›fl ve
istikrar alan›n›n oluflturulmas›,
(b) Yavafl yavafl kurulacak bir serbest ticaret bölgesi ve ekonomik ortakl›k
vas›tas›yla refah›n paylafl›ld›¤› bir alan oluflturma ve
(c) Kültürler aras› diyalogu ve toplumlar aras› de¤iflimleri teflvik etmeyi
amaçlayan sosyal, kültürel ve insani bir ortakl›k oluflturarak halklar› birbirleri
ile kaynaflt›rmak.
Barselona Deklarasyonu’nda ifade edilen ortakl›klar, Avrupa Birli¤i ve her
bir ortak ülke ile karfl›l›kl› olarak yap›lan Ortakl›k Anlaflmalar› ile uygulanmaktad›r.
Bu platformun oluflturulmas› ile, Avrupa Komfluluk Politikas› bu ülkelere
Avrupa’n›n yak›n komflular›n›n refah, istikrar ve güvenli¤ini desteklemeyi
amaçlayan ortakl›k, farkl›l›k temeli üzerine oturmufl bir bak›fl içerisinde, kayda de¤er bir derecede ekonomik bütünleflme ve AB ile gittikçe artan iliflki biçimini sunmaktad›r.
Tunus ve Fas’›n da dahil oldu¤u befl Kuzey Afrika ülkesi, 2005’te bafllayan Avrupa Komfluluk Politikas›n›n ilk setinin benimsenmesi ile bu politikan›n uygulamalar›ndan faydalanmaktad›r.
Afrika’daki Güvenlik Sorunlar› 275
Öneriler:
Günümüzde göç, terör ve insan haklar› ihlallerinin en önemli sebeplerinden birisini “yoksulluk” oluflturmaktad›r. Afrika, yer alt› ve yerüstü kaynaklar› ile önemli bir potansiyele sahip olmas›na ra¤men, bu potansiyel ekonomiye
kazand›r›lamamakta dolay›s›yla da refah, zenginlik ve güvenli¤e dönüflememektedir. Afrika’da yer alt› ve yer üstü kaynaklar›n ç›kart›lmas›, bunlar›n ifllenmesi ve uluslararas› ticarete sunulabilmesi için baflta “beflerî sermaye” eksikli¤inin giderilmesi gerekir. Son otuz y›ld›r Avrupa’dan Afrika’ya önemli
miktarlarda yard›m yap›lm›fl olmas›na ra¤men bu yard›mlar›n etkinli¤inin sa¤lanamad›¤› görülmektedir.
Sadece Afrika için de¤il, ayn› zamanda Avrupa ve tüm dünyada bar›fl ve istikrar›n sa¤lanabilmesi ve Afrika kaynakl› göçün engellenebilmesi için Afrika’daki yoksullu¤un ortadan kald›r›lmas› gerekir. Bu nedenle Afrika’daki “befleri sermaye” eksikli¤inin kapat›labilmesi için e¤itim alan›nda ciddi yat›r›mlar›n yap›lmas› gerekmektedir. Ayr›ca, yolsuzluklarla mücadele edilmeli, çok
partili demokratik bir rejime kavuflabilmesi için Afrikal› ülkeler teflvik edilmelidir. Afrika devletlerin, piyasalar›n› liberallefltirmelerine daha fazla destek verilmelidir.
Notlar
1
Yrd.Doç.Dr., Kocaeli Üniversitesi ‹ktisadi ve ‹dari Bilimler Fakültesi Uluslararas› ‹liflkiler Bölümü Ö¤retim Üyesi.
2
Gwyn Prins, “Notes Toward the Definition of Global Security”, A merican Beha vioral Scientist, 38.6 (May›s 1995), s. 818-819.
3
Ellen Dorsey, “Expanding the Foreign Policy Discourse: Transnational Social
Movements and the Globalization of Citizenship”. The Limits of State A u t o n o m y :
Societal Gro u p s a n d F o reign Policy Formation. Der. David Skidmore ve Valerie
Hudson, Boulder, Westview Press, 1993, s. 242-243.
4
World Bank, Sustainable Development in a Dynamic Wo r l d : Tr a n s f o r m i n g
I n s t i t u t i o n s , G rowth, and Quality of Life, World Development Report 2003, New
York, Oxford University Press, 2003, s. 243.
5
United Nations High Commission for Refugees, The State of the Wo r l d ’s Refu gees 2000: Fifty Ye a r s o f H u m a n i t a r i a n Action. Bkz. http://www.unhcr.org
6
EU Commission, EU Strategy for Africa: Towards a Euro-African pact to accelerate Africa’s development, Brussels, 12.10.2005 COM(2005) 489 final.
276 Yükselen Afrika ve Türkiye / Rising Africa and Turkey

Benzer belgeler