Psikoterapide Bütünleşme Dergisi

Transkript

Psikoterapide Bütünleşme Dergisi
Psikoterapide Bütünleşme Dergisi
www.apa.org/pubs/journals/int
http://yayin.psikoterapi.com/psikoterapi-enstitusu-yayinlari/sureli-yayinlar
24. Cilt, 1. Sayı
Mart 2014
©2014
American
Psychological Association
İÇİNDEKİLER
Sorun Eşimde:
Eşlerden Biri Öbürünün Değişmesini İsterken Çiftlerle Çalışmak
Kieran T. Sullivan & Joanne Davila.................................................................................5
Kişilerarası İlişkilerde Bilişsel Çarpıtma:
Kişi Algısı Üzerine Yapılan Sosyal Bilişsel Araştırmaların Klinik Etkileri
Susan M. Andersen & Elizabeth Przybylinski .............................................................. 23
Konuşmacı-Dinleyici Tekniğinin Kullanım Sıklığı,
İlişki Memnuniyetini Etkiliyor mu?
Ryan G. Carlson & Daniel Guttierrez & Andrew P. Daire & Kristopher Hall ............ 41
İki Borderline Kişilik Bozukluğu Hastasının
Psikodinamik Terapide Yaşadığı Değişim Süreçleri
Geoff Goodman & Keiha Anderson & Marc J. Diener ................................................. 48
Duygudurumunu İyileştirmek için Kişisel Gelişim (Ödev) Etkinliklerinin
Karşılaştırması: Randomize Kontrollü Kısa Bir Çalışmanın Sonuçları
Jerry V. Walker, III & Georgios K. Lampropoulos ...................................................... 70
Psikoterapide İmgelerle Çalışmak: Oyun ve Metaforların Cisimleşmesi
Frank Faranda ............................................................................................................... 97
SUNUŞ
Yüz yılı aşkın süredir psikoterapi yoğun bir şekilde bilimin gündemindedir.
Yüz yıllık psikoterapi tarihinde 400’e yakın teknik yaklaşımın birtakım ruhsal
rahatsızlıkların tedavisinde kullanıldığına dair kanıtlar mevcuttur. Belirli kaynaklardan beslendiğini düşündüğümüz bu terapötik yaklaşım tarzlarının her biri
diğerinden daha üstün ve etkili olduğu iddiasıyla ortaya çıkmakta, bir nevi terapiler savaşı diyebileceğimiz bir alan yaratmaktadır.
Bir grup bilim adamı, 30 yıl kadar önce, Amerikan Psikoloji Birliği’nin (APA)
altında psikoterapilerin bütünleşmesine yönelik araştırmalara odaklanmak üzere
bir oluşum gerçekleştirdiler. APA’ya bağlı olarak kurulan Psikoterapide Bütünleşme Araştırmaları Derneği (SEPI) tarafından çıkarılan elinizdeki bu dergi 30 yıla yakın geçmişiyle psikoterapilerde etkin olan faktörlerin kanıta dayalı bir şekilde ortaya çıkarılması, çok sayıda psikoterapi ekolünün özünde yatan ortak faktörlerin bilimsel gerçeklere dayanarak bulunmasına yönelik bir gayretin temsilidir.
Biz de Türkiye’de Psikoterapi Enstitüsü olarak farklı farklı psikoterapi ekollerinin birbirleriyle terapi savaşı yapması yerine insana yararlı olan yönlerinin bilimsel kanıtlarla ortaya konması ve etkililiğin anlaşılması ve bununla ilgili karşılaştırmalı çalışmaların yapılması yönünde adımları teşvik etmek amacıyla Türkiye’deki bilim ve psikoterapi dünyasını bilgilendirmek istedik. Bu konuda en güzel bilimsel köprünün SEPI dergisinin Türkçeye kazandırılması olduğunu düşündük. Amerikan Psikoloji Birliği’yle zaman içinde kurmuş olduğumuz işbirliğine dayalı ilişkiler, bu bilimsel yayının Türkiye’de Psikoterapi Enstitüsü bünyesinde yayımlanmasını sağlarken, bu süreçte aynı oluşum içinde yer alan değerli
bilim adamlarımızı atölye çalışmaları ve uzun süreli eğitimlerle enstitümüzde
misafir etme imkanına sahip olduk. Onlarla kurduğumuz yakın temaslar çerçevesinde, SEPI dergisinin editörler kurulunda görev alan bu değerli bilim adamlarının çalışmaları bizlere ışık tuttu.
Amerikan Psikoloji Birliği ile kurmuş olduğunuz ilişkileri daha da sıkılaştırmak, psikoterapi ağırlıklı süreli ve kalıcı yayınları Türkçe’ye kazandırılması konusunda yaptığımız girişimleri içtenlikle teşvik eden, SEPI ve APA yönetim kurullarındaki müzakereler esnasında daha önce denenmemiş olan bu projenin ha-
yat bulmasına destek veren sayın Golan Shahar, Kenneth Levy ve George Stricker’a teşekkürlerimizi ifade etmek isterim.
Hem Psikoterapi Enstitüsü Derneği hem de Psikoterapi Enstitüsü Ltd. Şti. ile
yapılan karşılıklı anlaşmalar sonucunda elinize ulaşan bu derginin 2014 yılının 1.
sayısında yer alan çift terapisinde değişim ve kabul süreçleri, önemli ötekilerle
ilişkilerin sonraki ilişkileri nasıl etkilediği, konuşmacı-dinleyici tekniği, borderline kişilik bozukluğu hastalarının psikodinamik terapisi, kişisel gelişim etkinliklerinin psikoterapide kullanımı ve psikoterapide imgelerle çalışmak konulu makalelerin sizlerin de ufkunu açacağına inanıyorum.
Bu derginin hazırlanmasında emeği geçen, aracılık eden tüm personelime ve
çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyor ve sizden bu konudaki desteklerinizi bekliyoruz.
Dileğimiz, psikoterapide gelinen son noktayı yakından takip edebilmek adına
dünyayla bağlarımızı güçlendirmek açısından diğer süreli yayınların tıpkıbasımlarının da Türkiye’ye taşınmasıdır.
Saygılarımla,
Tahir ÖZAKKAŞ
Psikoterapi Enstitüsü
Başkanı
Sorun Eşimde:
Eşlerden Biri Öbürünün Değişmesini İsterken
Çiftlerle Çalışmak
Kieran T. Sullivan
Joanne Davila
Santa Clara Üniversitesi
Stony Brook Üniversitesi
Çift terapisine gelen eşler genellikle ilişkinin yürümesi için diğer eşin değişmesi gerektiği beklentisi içindedir. Bir başka deyişle, sorun eşindedir. Bu makalede, yazarlar insanların değişim kapasitesi, davranış değişimi ve kişilik değişimi süreci, özellikle de bağlanma kuramının rolü üzerine yapılan araştırmaları gözden geçirmektedir. Ardından çift terapisinde deneylerle doğrulanmış
yaklaşımlara dayalı teknikleri ve terapideki genel değişim ilkelerini incelemektedirler. Son olarak bir vaka çalışması sunarak değişim talep eden çiftlerle nasıl çalışılabileceğine dair önerilerde bulunmakta ve duygusal kabule odaklanmanın önemini vurgulamaktadırlar.
Anahtar sözcükler: çift terapisi, değişim, kabul
Ç
*
iftlerle çalışan klinisyenlerin karşı
karşıya kaldığı bir dizi çetrefilli sorun ve çift dinamiği vardır. Belki de
en güç (ve en yaygın) olanı, bir eşin sorunun kaynağı olarak öbür eşi gördüğü
ve eşinin değişmesini talep etmesidir. Bu
makalede “Bir eş öbür eşin değişmesinde
ısrar ediyorsa biz terapistler olarak ne
yaparız?” sorusunu ele alıyoruz. Bu özel
sayının amaçları doğrultusunda, bu sorunun yanıtıyla ilgisi bulunan temel psi*
Kieran T. Sullivan, Department of Psychology, Santa
Clara University; Joanne Davila, Department of
Psychology, Stony Brook University. Correspondence
concerning this article should be addressed to Kieran
Sullivan, Department of Psychology, Santa Clara
University, 500 El Camino Real Santa Clara, CA
95053-0333. E-mail: [email protected]
kolojik araştırmaları da tartışarak yapılacak müdahalelerin yönünü belirlemeyi
ve araştırılması gereken soruları tespit
etmeyi hedefliyoruz.
Sorun
“Eşimin değişmesini istiyorum! O
farklı olsaydı her şey daha güzel olurdu,
ben de mutlu olurdum!” Pek çok çiftten
duyduğumuz bir şeydir bu. O halde, sorun, eşinin değişmesi isteğidir ancak eşinin değişmesi çiftler için gerçekten ne
anlam ifade eder?
Eşler genellikle değişmesini istedikleri belli bir davranış tespit etmişlerdir.
Bu, öbürüne danışmadan tatil planları
yapması gibi kendisini rahatsız eden bir
6
SORUN EŞİMDE
alışkanlık olabilir. Evdeki işbölümüyle,
eşlerin iletişim biçimiyle, sağlığı ilgilendiren davranışlarla, yakınlık düzeyiyle,
birlikte daha fazla zaman geçirmekle,
daha fazla duygusal destek sağlamakla
ilgili olabilir. Hakikaten bu tür isteklerin
çift terapistlerinin gördüğü en yaygın sorunlardan olduğu araştırmalarda görülmektedir: iletişim, güç savaşları, eşinden
gerçekçi olmayan beklentiler, sevgiyi
gösterme, cinsellik, para yönetimi, ciddi
kişisel sorunlar, hane yönetimi (Whisman, Dixon, & Johnson, 1997).
Eşler genellikle değişmesini istedikleri kişilik tarzlarını veya diğer bireysel
özellikleri tespit ederler. Eşlerinin çok
duygusal, nevrotik yahut çok uzak, kayıtsız olduğundan yakınabilirler. Eşlerinin depresyonundan, kaygısından, öfkesinden, bu hisleri ifade etme veya yönetme biçiminden memnun olmayabilirler. Eşlerini çok muhtaç ve talepkar veya
çok uzak ve kendine yeter görebilirler.
Hakikaten insanların eşlerinde değişmesini istedikleri karakter kusurları gibi
gördüğü pek çok kişisel özellik vardır.
Elbette kişisel özelliklerle belli davranışlar bir arada görülür. Eşlerin hep
şöyle der, “Eşim benimle daha çok zaman geçirsin istiyorum ama geçirmiyor,
çünkü hiçbir şey hissetmeyen soğuk,
uzak biri!” Çift terapistleri olarak işimiz
bunun doğru olup olmadığını belirlemektir – belli bir davranış daha geniş anlamda bir kişilik özelliğini veya duygusal
durumu yansıtıyor mu? Yansıtıyor olabilir elbette. Örneğin, insanların bunalımda hissettiklerinde daha kendi içlerine
döndüklerini, cinsellikten uzaklaştıkla-
rını ve kilo alabildiklerini biliyoruz. Bir
başka örnek olarak, daha kaçıngan bağlanma tarzına sahip biri – yakın ilişkide
rahat olmakta zorlanır ve daha mesafeli
olmayı tercih eder – duygusal destek
verme konusunda daha isteksiz ve verimsiz olacaktır (Davila & Kashy, 2009).
Öte yandan, değişim isteyen eş de temel
yükleme hatasına düşüyor olabilir (Jones
& Harris, 1967); bu durumda kişi karşısındakinin davranışını içsel sebeplere
yükler – sinir eden davranışlar sinir bozucu kişilik özellikleri gibi yorumlanır.
Bu nedenle, çift terapistinin yapması gereken ilk şeylerden biri, tam olarak nasıl
bir değişimin istendiğini değerlendirmektir. Bir sonraki adım da o davranış
veya özelliğin değişip değişemeyeceğini
değerlendirmektir. Bir sonraki bölümde
bu konu tartışılacaktır.
Araştırma Bulguları
İnsanlar değişebilir mi? Değişebilirse,
ne kadar değişebilir? Bunlar bütün terapistler için önemli sorulardır; eşinin değişmesi talebinde bulunan çiftlerle uğraşan çift terapisti için özellikle önemlidir.
Peki verilerin bize ne diyor?
İnsanlar Ne Kadar Değişebilir?
Kişiliğin kararlılığı. Kişiliğin kararlılığı üzerine veriler, değişim kapasitesini anlama yönünde önemli bilgiler verir.
Burada hem iyi haber hem kötü haber
var. Kötü haber, en azından değişim isteyen eş için kötü haber, epey miktarda
verinin gösterdiğine göre, ister normal
kişilik özellikleri ister kişilik bozukluğu
olsun, kişilik oldukça kararlıdır ve zor
değişir. Güncel bir üst analizden (Fergu-
SULLIVAN ve DAVILA
son, 2010) görünen o ki sıralı kararlılık
katsayısı .60 düzeyindedir; bu üst analize dahil olan çalışmalar genel kişilik
özelliklerini de (nevrotiklik, dışa dönüklük, açıklık, vicdanlı olma, uyumluluk,
vs.) hem de genel olmayan özellikleri
(saldırganlık, sofuluk, vs.) kapsıyordu.
Bu üst analizde ayrıca kararlılık katsayılarının yaşla birlikte arttığı ve üç kişilik
değişkenine, cinsiyete, klinik olma olmama durumuna göre farklılık göstermediği tespit edilmiştir. Bir başka kötü
haber de, insanların kişilik kararlılığını
pekiştiren ortamları seçmesidir ki bu da
mevcut kişilik özelliklerini güçlendirir
(örn. Caspi, Roberts & Shiner, 2005;
Hopwood ve diğ., 2011). Bu kadar kötü
haber yetmediyse, insanın kendi özelliklerine uyan tipik davranışlarına karşıt
şekilde davranması çaba ve güç harcamayı gerektirir, bu çabanın sebep olduğu yorgunluk yine kendi özelliklerine
uygun şekilde davranmasıyla sonuçlanabilir (Gallagher, Fleeson, & Holye, 2010).
Yani, değişmek zordur – biz klinisyenler
için çok şaşırtıcı değil ama yana yakılan
eşlerinin değişmesini isteyen danışanlar
için şaşırtıcı ve hayal kırıcı olabilir.
İyi haberse değişimin mümkün olduğudur. Kişilik özellikleri üzerine yapılan
bir dizi geniş çaplı araştırmada, yetişkinlik boyunca değişimin meydana geldiğini ve bu değişimin çevresel etkenler karşısında oluştuğu tespit edilmiştir. Örneğin, ikizler üzerine yapılan bir araştırmada, Hopwood ve diğ. (2001) paylaşılmayan çevresel etkilere (ikizlerden her
birinin kendine özgü çevresel şartlarına)
bağlı olarak olumsuz duygusallığın artabileceğini veya azalabileceğini tespit et-
7
miştir. Specht, Egloff ve Schmukle (2011)
ise evlilik ve boşanma gibi belli başlı
olayların ardından kişilik özelliklerinin
değiştiğini tespit etmiştir.
Dweck (2008) inanç sistemlerinin de
zaman içinde yaşantıyı ve davranışı tutarlı bir şekilde yönlendirdiği için kişiliğin temelini oluşturan şeyler arasında
yer aldığını ortaya atmıştır. Hal böyle
olunca, inanç sistemleri değiştirilebilirse, yaşantı ve davranış da arkasından gelecektir. O nedenle, inançların hedeflenmesi kişilikte değişikliğe yol açmanın
ve uyum sağlayıcı işlevselliği artırmanın
bir yolu olabilir. Örneğin, Dweck ve
meslektaşları (inceleme için bkz. Dweck,
2008) insanların zekalarının ne kadar işlenip geliştirilebilir olduğuna dair inançlarını değiştirebildiklerini ve bu değişimin akademik başarıyı artırdığını tespit
etmişlerdir.
Bağlanmanın kararlılığı. Güvenli
bağlanmadaki kararlılık üzerine literatürün bulguları kişilik literatürünün bulgularıyla benzerlik gösterir ve özellikle
çift bağlamındaki kişilerarası değişim
bakımından önem taşır. Bağlanma kuramının öne sürdüğü ve araştırmaların
teyit ettiği üzere, ebeveyn-çocuk ilişkisinde geliştirilen işler ilişki modelleri
hayat boyu taşınır ve kişilerarası işlevselliği yönlendirir (bkz. Mikulincer & Shaver, 2007). Aşk ilişkileri, yetişkinlikteki
temel bağlanma ilişkileridir ve ilişkisel
sorunların altında genellikle bağlanma
dinamikleri yatar (bkz. Johnson & Denton, 2002). Yetişkinlikte, bağlanmanın
niteliklerini belirleyen şey, kişilerin eşleriyle ilişkilerinde ne ölçüde yakınlıktan
8
SORUN EŞİMDE
kaçındıkları ve terk edilme kaygısı yaşadıklarıdır. Kaçınma ve terk edilme kaygısı ne kadar fazlaysa o kadar güvensiz,
yakınlık kurmada rahatlık ve eşinin yanında olacağına dair güven duygusu
(düşük terk edilme kaygısı) ne kadar fazlaysa o kadar güvenli bağlanma söz konusudur. Bağlanma ilişkilerindeki kaçınma ve kaygı yetişkinlikle nispeten
daha kararlı ve dengeli olsa da belirgin
ve duygusal önem arz eden içsel ve kişilerarası deneyimler sonucunda değişim
meydana gelir – değişimi meydana getiren bu tür deneyimlere örnek olarak yaşamdaki belli başlı olaylar (örn. evlilik;
Davila, Karney, & Bradbury, 1999), ilişkilerde günbegün yaşananlar (örn. çatışma; Davila & Cobb, 2003), insanların yaşadıklarına yüklediği anlamlar (örn. belli
bir olay karşısında yaşanan kayıp hissi;
Davila & Sargent, 2003) verilebilir.
Bu sebeple, değişim kesin kural olmasa ve gerçekleştirmesi zor da olsa içsel ve kişilerarası yeni deneyimlerle bağlantılı olarak değişim yaşanabilir. Hakikaten, bağlanma ve kişilik üzerine elde
edilen bulgular çift terapisi için umut
vadetmektedir; çiftlerin hem bireysel
olarak hem de birbirleriyle yeni deneyimler edinmesine ve aynı zamanda yaşadıklarıyla ilgili yeni inançlar ve göndermeler geliştirmelerine yardımcı olmak değişim şansını artırabilecektir.
Kişiliğin ve kişilerarası davranışın
genetik temelleri sebebiyle kişinin sınırlı
ölçüde değişebileceğini belirtmek önemlidir (bkz. Caspi ve diğ., 2005). Danışanların bu olguyu ve bunun ilişkileri için
ne demek olduğunu anlamalarına yar-
dım etmek önemlidir. Örneğin, mizacen
tutuk davranan bir kişi hiçbir zaman
tamamen dışa dönük biri olmayacaktır
ancak biraz daha cana yakın hale gelebilir. Bu tür fikirleri danışanlarla doğrudan
konuşmak muhtemelen gerekli olacaktır.
Cinsiyet, kültür ve değişim. Kişinin cinsiyeti, etnik kökeni veya kültürü
değişim olasılığını etkiler mi? Araştırmalar etkilemediğini söylüyor: Kadınlarla
erkeklerin, farklı etnik kökenlerden gelen insanların ve değişik kültürlere sahip
insanların (örn. ortaklaşacı ve bireyci
kültürler; McCrae & Costa, 2006) değişim olasılığı benzer düzeydedir.
Ancak bir eşin değişim isteği ve değişim çabalarına direncinin cinsiyet ve
toplumsal yapıyla ilişkili olduğu yönünde hatırı sayılır kanıt vardır (Eldridge &
Christensen, 2002). Kadınların değişim
arzusu ve ısrarının erkeklerinkinden fazla olması muhtemeldir; bunun nedeni
kısmen erkeklerin ilişkilerinden daha
memnun olmaları (evli çiftlerle yapılan
araştırmalarda erkeklerin tatmin düzeyi
tutarlı olarak kadınlarınkinden daha
yüksektir; Fowers, 1991) ve ilişkiden kadınlara göre daha fazla fayda görmeleridir (Bianchi, Milkie, Sayer, & Robinson,
2000). Örneğin, ev dışında çalışan kadınların sayısı ciddi oranda yükselmiş
olsa da halen ev işlerinden ve çocuk bakımından büyük ölçüde kadınlar sorumludur. Dört binden fazla çiftle yapılan 10
yıllık ulusal bir araştırmada 6.740 kadın
ve erkeğin günlükleri incelendiğinde,
Bianchi ve diğ. (2000) evliliğin kadınların ev işlerinde haftalık 5 saatlik artışa
SULLIVAN ve DAVILA
neden olurken erkeklerin ev işlerinde
hiçbir artışa neden olmadığını tespit etmişlerdir. Ayrıca 12 yaş altı çocuğu olduğunda kadınların ev işlerine harcadığı
vakitteki artış erkeklerin harcadığı vakitteki artışın üç katından fazla olmaktadır.
Kadınların değişim yönünde ısrar
etmesinin daha muhtemel olmasının
yanı sıra, kadınlar ilişkideki sorunları ve
terapi ihtiyacını daha önce fark etmekte
ve terapistle ilk bağlantıya geçen kadınlar olmaktadır (Doss, Atkins & Christensen, 2003). Çift terapisi sırasında genellikle kadınlar değişim talep eder ve sorunları dile getirirken erkekler daha ziyade geri çekilerek statükoyu korumaya
çabalarlar. İlginç olan şudur ki eşlerin
özellikle anne-baba olduktan sonra eşitlikçi bir ilişki arzuladığı durumlarda bile
ev işleri ve çocuk bakımında dengesizlikler yaşanmakta, sonrasında da cinsiyetle ilişkili talep etme-geri çekilme davranışları görülmektedir (Cowan &
Cowan, 2000).
Davranış değişikliği. Hepimizin
bildiği bir espridir: “Bir ampulü değiştirmek için kaç terapist gerekir? Bir terapist yeter ama ampul değişmek istemelidir!” İşin aslı, bu şaka değildir. Literatür de bunu destekler – insan eşinin
yakındığı bir davranışı değiştirmek istemiyorsa muhtemelen değiştirmeyecektir. Esasen değişim aşamalar halinde
meydana gelir. Prochaska ve DiClemente (2005) tarafından geliştirilen teoriler
ötesi değişim modelinde (TÖM) değişimin dört aşamada gerçekleştiği öne sürülür: (a) düşünme öncesi – değişme niyeti yoktur, kişi sorunlar olduğunun ve
9
başkalarının değişime ihtiyaç duyduğunun/istediğinin farkında değildir; (b)
düşünme – kişi bir sorun olduğunun
farkındadır ve değişimin gerekli olduğunu ciddi ciddi düşünüyordur ancak herhangi bir adım atılmamıştır; (c) eylem –
kişi değişiklikleri uyguluyordur; (d)
idame – kişi kazanımlarını pekiştirmeye
ve sorunlu davranışın nüksetmesini önlemeye çalışıyordur. Bu modelden de anlaşıldığı üzere, insanlar düşünme öncesi
aşamadaysa değişim gerçekleşmez. O
nedenle terapinin ilk hedefi çiftlerineşlerin eylem evresine ilerlemesine yardım etmektir.
Bireylerin değişim aşamalarında ilerlemesine yardım etmek üzerine yapılan
araştırmalar, değişim aşamasındaki çiftlere faydalı olabilir. En iyi şekilde geliştirilmiş ve en etkili yaklaşımlardan biri
güdüleyici görüşmedir (GG; Miller &
Rollnick, 2002). Güdüleyici görüşme,
davranış değişikliğiyle ilgili kararsızlığı
irdeleme ve çözümlemeye odaklanır, kişinin kendi değerleri ve endişelerine uygun olacak şekilde değişimi destekler.
Bu yaklaşımda ifade edilen empati sayesinde danışan hayata bakışının terapist
tarafından anlaşıldığını hisseder, terapist
danışanın önceki başarılarına odaklanarak, becerilerini ve güçlü yanlarını vurgulayarak özyetkinliğini destekler, direnci kabullenir, danışanın mevcut durumlarıyla değerleri ve gelecek hedefleri
arasındaki uyuşmazlıkları incelemelerine yardımcı olur. Kullanılan başlıca teknikler açık uçlu soru, olumlama, üzerine
düşünme ve özetlemedir. Terapist ayrıca
değişimle ilgili konuşmaları da açığa çıkarır; örneğin, değişmenin ve aynı kal-
10
SORUN EŞİMDE
manın iyi ve kötü taraflarını, değişik
davranışların olumlu ve olumsuz yanlarını sorar.
Güdüleyici görüşme bireysel terapide
işe yaramakla beraber, çift terapisinde
kullanılması çetrefilli olabilir, özellikle
de bir eşin öbürünü değiştirme çabaları
geçmişte başarısız olmuşsa. Araştırmalar
göstermektedir ki bazı durumlarda eşi
bireyin değişime doğru ilerlemesine yardımcı olarak değişimin teşvik edilmesinde müttefik görevi görebilir (Lewis &
Butterfield, 2007). Bu durumlarda, bireyin eşinin yanında GG tekniklerinin kullanılması işe yarayabilir. Ne yazık ki eşlerin değişme çabalarının başarılı olmasının değişen eş ve ilişki üzerinde istenmeyen yan etkilerinin olabildiğini gösteren kanıtlar da mevcuttur (Lewis &
Rook, 1999). Yakınan eş istediği değişimi
elde edebilir ancak bunun bedeli eşinin
duygusal sıkıntı yaşaması ve ilişkiden aldığı tatminin azalması olabilir. Bu durumlarda güdüleyici görüşme, değişim
isteyen eşin potansiyel duygusal ve ilişkisel sıkıntıyı hafifletebilecek empati
gösterme ve olumlama gibi en uygun
teknikleri kullanması için örnek teşkil
etme gibi ek bir fayda sağlayabilir.
Ayrıca araştırmalar göstermektedir ki
bir eşin olumlu değişim çabaları (örneğin, karşılıklı konuşma) olumlu davranış
değişikliği olasılığını artırırken olumsuz
değişim çabaları (örneğin, söylenip
durma, yakınma) tam tersi yönde değişikliklere yol açar (Tucker & Anders,
2001). Ayrıca değişim çabalarındaki biçimsel farklılıklar da değişimin hedefi
olan eşin kişilerarası ilişki tarzına bağlı
olarak önem arz edebilir. Simpson ve
Struthers (2013) bir eşin öbürünün değişmesini istediği bir konuyu tartışan
çiftleri genel olarak gözlemledi. Ortalama olarak, kaçıngan bağlanma düzeyi
yüksek olan kişiler eşlerinin etkisine maruz kaldıklarında öfke ve geri çekilme
gösteriyor, bu da tartışmanın başarıyla
sonuçlanamamasına yol açıyordu. Ancak
eşler yumuşatma stratejilerini (umursadığını ifade etme, hak verme, iyimserlik)
kullandığında kaçıngan eşleri daha az
öfke ve geri çekilme gösteriyor, tartışmalar daha başarılı ilerliyordu. Çift terapisinde eşlerin olumlu ve tarz olarak hassas değişim çabaları göstermeyi öğrenmelerine yardım etmek çok faydalı olabilir.
Ancak çift terapisinde değişim üzerine çalışmanın iyi gelmeyebileceği zamanlar da olabilir. Bazı araştırmalarda,
eşlerin değişim çabalarının olumsuz sonuçlar doğurduğu bildirilmiştir. Örneğin, Franks ve diğ. (2006) altı aylık süre
zarfında daha fazla değişim çabası gösteren eşlerin sağlık davranışlarının gerilediğini ve ruh sağlığının kötüleştiğini tespit etmiştir. Değişim çabalarının başarılı
olup olmayacağını tahmin etmede yaşanan güçlüğü daha da vurgulayan niteliksel bulgulara göre, “eşin sağlıkla ilgili
davranışlarda bulunmasını isteme” en
etkili üç stratejiden biriyken aynı zamanda “bu strateji evli kadın ve erkekler
tarafından etkisiz olduğu en çok belirtilen strateji” olmuştur (Tucker & Mueller, 2000, s. 1125). O nedenle, çift terapisinde bir danışanla değişim yönünde çalışmak ters tepebilir ve çiftin arasını daha da kötüleştirebilir.
SULLIVAN ve DAVILA
O halde, eşlerden biriyle değişim
üzerine çalışmanın önemli olduğuna karar verdiğimizde eşleri ne ölçüde sürece
katacağımızı veya geride tutacağımızı
nasıl anlarız? Danışanla birkaç seans bireysel görüşme mi yapmalıyız? Danışanı
bireysel terapiye mi yönlendirmeliyiz?
Araştırmalara göre, eşlerin birbirlerinin
değişime hazır olup olmadığını doğru
ölçmesi ve mevcut değişim aşamasına en
uygun stratejileri kullanması, eşlerin değişim çabalarına verdiği karşılığı önemli
ölçüde etkileyebilir. Örneğin, bir eşin sigarayı bırakmayı düşünme öncesi aşamada olan eşine nikotin sakızı getirmesi,
aynı sakızı eylem aşamasında getirmesine kıyasla muhtemelen çok daha başarısız olacaktır. Ne yazık ki eşlerin değişim
aşamasını doğru tespit etmede veya en
uygun stratejileri seçmede pek de iyi oldukları söylenemez. İşin aslı, değişimi
arzulayan eşler, eşlerinin hazır olma derecesini olduğundan fazla görme ve uygun olmayan stratejileri seçme eğilimi
gösterirler (Sullivan, Pasch, Bejanyan &
Hanson, 2010).
Bu sebepten ötürü, çift terapisinde
bireysel davranış değişikliği üzerine çalışılıp çalışılmayacağına karar verirken
şunları dikkate almak gerekir: (a) danışanın hangi değişim aşamasında bulunduğu, (b) eşinin danışanın hangi değişim
aşamasında bulunduğunu düşündüğü,
(c) geçmişteki değişim çabaları ve bunların etkileri. En meşakkatli ve muhtemel senaryo, danışanın düşünme öncesi
aşamada veya düşünme aşamasında olduğu, geçmişte eşinin olumsuz değişim
çabalarıyla değişime direncinin arttığı
senaryodur. Bu durumda terapistin uğ-
11
raşması gereken iki zorluk daha baş gösterir: Öncelikle kişi hazır olmadan değişmeye zorlandığını hissettiğinden
içindeki değişme isteği sönmüş olabilir;
ikincisi de önceden bireysel bir mesele
olan şey artık bir çift meselesi halini de
almıştır. Bu durumlarda çift terapisinde
değişim yönünde çalışmak uygun değildir. Aslına bakılırsa, eşi değişim sürecinden en azından başlangıçta tamamen
uzaklaştırmak değişim için en uygun
şartları yaratabilir ve ilişkiyi koruyabilir.
Çift Terapisinde
Ne Kadar Değişim Sağlanır?
Çift terapisinden alınan sonuçlar
üzerine araştırmalar. Biz çift terapistleri biliyoruz ki çift terapisinden fayda
görülse de tedaviye gelen pek çok çift
yok denecek kadar az ilerleme kaydeder
veya zaman içinde kazanımları sürdüremez. Tedaviden alınan sonuçlar üzerine son otuz yıldır yapılan araştırmalar
da terapistlerin deneyimleriyle aynı doğrultudadır; çiftlerin yaklaşık %25-30’u
ilerleme göstermezken %30’u biraz ilerleme kaydeder ancak tedaviden sonra
halen ciddi sıkıntı yaşamaya devam eder
(Halford ve diğ., 2012). Ayrıca, ilerleme
kaydeden çiftlerin sorunlarının birkaç yıl
içinde nüksetme oranı epey yüksektir
(Snyder, Mangrum & Wills, 1993). Aşağıda mevcut deneysel destekli tedavileri
kısaca gözden geçirerek bunlardan çıkarılabilecek hangi tekniklerin değişim isteyen çiftlere yardımı olabileceğini tartışıyoruz.
Geleneksel davranışçı çift terapisi
(GDÇT; Jacobson & Margolin, 1979) dav-
12
SORUN EŞİMDE
ranış değişikliği üzerine odaklanırken şu
teknikleri kullanır. Davranış alışverişleri
tekniğinde, her eş bir değişiklik yapar ve
bu değişiklikler birbirlerinin yaptıkları
şartına bağlı olur. Örneğin, bir eş akşam
yemeğini yaparsa öbür eş de yemekten
sonra masayı kaldırıp bulaşıkları yıkamayı kabul eder, bir eş önceki akşam
masayı toplayıp bulaşıkları yıkadıysa
öbür eş de o akşam yemeği yapmayı kabul eder. Bu tekniğin işe yaraması için
terapistlerin nispeten kolay olan ve eşlerin değer verdiği değişikliklerle başlaması en etkili yoldur. İletişim becerileri eğitimi de eşlerin değişim arzularını veya
değişime karşı duruşlarını veya her ikisini de kışkırtıcı olmayan bir şekilde ifade etmelerine yardımcı olabilir (örneğin,
“ben” ifadeleri kullanma ve etkin bir şekilde dinleme). Sorun çözme becerileri
de –bütün olası çözümlerin listesini yapıp ardından birlikte karar vermek gibi–
çiftlerin güçlükleri nasıl yönetecekleri
konusunda yaratıcı düşünceler geliştirmelerine yardım edebilir.
Bilişsel davranışçı çift terapisi
(BDÇT; Baucom, Epstein, Sayers, & Sher,
1989) sıkıntıyı tırmandıran altta yatan
düşünce ve varsayımları hedefler. Bunun
içine, çiftlerin ilişkide meydana gelen
olaylara dair yorumları, doğru olmayan
varsayımlar (“erkekler tembeldir”), mantıksız standartlar (ne demek istediğimi
ben anlatmadan bilmelisin”), olumsuz
seçici dikkat (“eve gelince beni hiç öpmüyorsun”) ve yanlış yüklemeler (“beni
aptal bulduğun için bana işinden hiç
bahsetmiyorsun”) yer alır.
Duygu odaklı çift terapisi (DOT;
Johnson & Greenberg, 1987) ve içgörü
yönelimli çift terapisi (İYÇT; Snyder &
Wills, 1989) doğrudan değişime odaklanmaya alternatif yaklaşımları temsil
eder; DOT’ta terapistler çiftler arasındaki bağlanmayı vurgulayarak eşlerin kendi hislerine kucak açmalarını, birbirlerinin duygularına hak vermelerini (“Ya bu
benim başıma gelse ben de çok sinirlenirdim”) ve eşleri sıkıntılıyken bekledikleri rahatlatmayı sağlamalarını teşvik
ederler. İYÇT terapistleri bilinçdışı çatışmalara dair içgörü kazanma, danışanların olaylara yükledikleri anlamları irdeleme ve duyguları daha derinden hissetmeyi teşvik etme üzerine odaklanırlar. Mevcut duygu ve çatışmalarla altta
yatan dinamiklerle arasında bağlantı
kurmak için üzerine düşünmeyi (“Yani
eşin kavganın ortasında çıkıp gidinde
kendini terk edilmiş ve biraz da ümitsiz
hissediyorsun”) ve “duygulanımın yeniden yapılandırılmasını” kullanırlar (“Eşin
çıkıp gittiğinde yine o küçük kız gibi
hissediyorsun kendini, anne babasından
ilgi ve sevgi görmenin hasretini çeken
küçük kız gibi”; Wills, Levin Faitler &
Snyder, 1987).
Bütüncül davranışçı çift terapisi
(BDÇT) birçok yaklaşımın öğelerini bir
araya getirerek eşlerde empatiyi artırmaya odaklanır ki böylece birbirlerine
daha kabullenici bir şekilde karşılık verebilirler, bu da doğal olarak davranış
değişikliğine daha müsait bir ortamı geliştirecektir. Duygusal kabulü ve empatiyi kolaylaştırmak üzere kullanılan teknikler aşağıdaki “Değişmekten başka yol
var mı?” bölümünde ayrıntılı olarak an-
SULLIVAN ve DAVILA
latılmaktadır. Alternatif yaklaşımları anlatmaya geçmeden önce çift terapisi bağlamında genel değişim ilkelerinden söz
etmek istiyoruz.
Çift Terapisinde
Genel Değişim İlkeleri
Çift terapisinde değişimi başarmak
için kullanılan temel stratejiler, yukarıda
anlatıldığı gibi, büyük ölçüde araştırılmış olup pek çoğu öğrenme ve davranış,
biliş ve atfetme süreçleri, bağlanma kuramı alanlarındaki temel kuram ve araştırmalara dayanır. Hangi kuram kullanılırsa kullanılsın hepsinde ortak olan öğeler vardır ki bu öğeler de genel değişim
ilkelerinde görülmektedir (Norcross,
2011). Bunların çift terapisinde nasıl uygulandığına da dikkat ederek üstünden
geçeceğiz.
Terapinin faydası olacağı yönünde
beklentileri iyileştirmek. Çift terapistleri terapinin faydalı olacağına dair
olumlu beklentileri teşvik etme yönünde
pek çok güçlükle uğraşır. Çiftler terapiye
geldiklerinde genelde çok sıkıntılı, bazen de ilişkiden tamamen vazgeçmiş
olurlar, sadece daha yumuşak bir şekilde
bitirmeye gelmişlerdir. İlişkileri nispeten
dengeli olan çiftlerin bile istedikleri değişimin gerçekleşeceğine dair umutları
yok denecek kadar azdır. Bu nedenle terapistlerin en azından asgari düzeyde bir
güdülenme ve iyimserlik yaratma yönünde derhal çalışmaya başlaması çok
önemlidir; bu yönde kullanılabilecek
strajiler de güçlü yanları vurgulama, hedef belirleme, terapinin etkinliğine dair
psikoeğitim verme gibidir. Çok işe yara-
13
yan bir strateji, eşlere nasıl tanıştıklarını,
aşık olduklarını ve birlikte olmaya karar
verdiklerini anlattırmaktır. Böyle anımsamalar, ilişkilerinde bir şeylerin iyiye
gidebileceği umudunu beslemeye yardım edebilir.
Güçlü bir terapi ittifakı oluşturma. Çift terapisinde en uygun düzeyde
bir terapi ittifakının kolaylaştırılması
çetrefilli bir iştir, çünkü her bir eşle kişisel bir bağ kurulmalı ama bir eş terapistin öbür eşin tarafını tuttuğunu hissetmemelidir. Bunu kolaylaştırmak için terapistler özellikle terapinin başında her
bir eşe eşit zaman ve ilgi ayrılmasına
özel dikkat sarf etmeli, her bir eşin konumuna ve algısına empati duyduğunu
ileten stratejiler (örneğin, duyduğunu
geri ifade etme) kullanmalıdır.
Danışanın farkındalığını artırmak
için geribildirim kullanma. Geribildirimin terapide değişimin asli bir unsuru
olduğu yönünde hatırı sayılır kanıt vardır (örn. Owen, Duncan, Anker &
Sparks, 2012). Çiftlerle geribildirim kullanmanın önündeki önemli güçlüklerden biri, eşlerin geribildirimi kabul etme
ve öbürünün önünde onu işlemleme konusunda savunmacı tavır takınmasıdır.
Eşler kişisel sorunları olduğunu kabul
etmenin gelecekteki çatışmalarda malzeme olacağına dair endişe taşıyabilirler.
O nedenle geribildirimin, farkındalığı
artırmanın zamanlamasına ve bağlamına
özel dikkat gösterilmelidir. Öte yandan,
eşinin önünde geri bildirimin ustaca kullanılması, değişim isteyen eşin umutlanmasına yardım edebilir. Bu teknikte
farkındalığı artırırken suçlamadan anla-
14
SORUN EŞİMDE
yış ve empati hissettirecek şekilde farkındalık artırılabilir ki bu da değişim isteyen eşin daha empatik ve anlayışlı olmasına yardım edebilir.
Düzeltici deneyimleri destekleme. Düzeltici deneyimler, danışanların
olumsuz bir şey olacağını düşündüğü
için normalde kaçındığı davranışlarda
bulunmasını ve onun yerine olumlu bir
şey yaşamasını içerir. Belki de terapistlerin çiftlerle düzeltici deneyim ortamı yaratmasının en temel yolu, çatışmalar
üzerine yaşanan tartışmaların terapi seansında evdekinden farklı geçmesini
sağlamaktır. Çatışmanın tartışmalara,
olumsuz hislere ve karşılıklı kaçınmaya
yol açması yerine, çiftler başarılı bir şekilde fikir alışverişinde bulunmayı öğrenebilir ve yeni beceriler edinebilirler.
Çift terapistlerinin bunu yerine getirebileceği birtakım yollar vardır; örneğin,
iletişim eğitimi, sorun çözme eğitimi,
empatiyi artırma, sorun karşısında duygusal birlikteliği kolaylaştırma, kabulü
teşvik etme. Sorunları eşiyle birlikte halletmenin yeni yollarını yaşayan çiftler
daha tatmin olmuş ve önlerine çıkan
zorluklarla baş etme konusunda daha
güvenli hissederler. Kusur bulma, suçlama ve savunmaya çekilmenin yerini
güven ve birlikte çalışma duygusu alır ki
bu da ilişkiyi iyileştirerek bireysel davranış değişikliğini gerçekleştirme ve sürdürme şansını artırır.
Gerçekliğin sürekli sınanmasını
vurgulama. Burada vurgulanan, devam
eden bir süreç içinde farkındalığın artmasının düzeltici deneyimlere yol açması, bunun daha da fazla farkındalık sağ-
laması ve bunun bu şekilde sürüp gitmesidir. Bu süreç yoluyla terapide gerçekleşen değişimler veya elde edilen kazanımlar çiftin yaşamı içerisinde sağlamlaştırılır. Bunun için çiftlerin öğrendiklerini uygulaması, stres kaynaklarına veya
sorunlara hazırlıklı olması, yeni becerilerini kullanarak bunlarla etkin biçimde
nasıl baş edeceklerinin farkında olması
gerekir. Terapi seanslarının kademeli
olarak azaltılması veya destekleyici seansların ayarlanması da çiftlerin yeni
davranışları ortaya koymaya devam etmesinin yanı sıra sorunları gidermesine
yardımcı olabilir.
Değişmekten Başka Yol Var Mı?
Daha önce de belirttiğimiz gibi, çift
terapisinde her zaman değişim mümkün
olmayabilir. Aslında bazı terapi biçimleri
(örn. BDÇT) odak noktasını açıkça değişimden kabule doğru kaydırır. Ancak literatürde değişimin mümkün olmadığı
durumları ele alma stratejilerinin üstünde pek durulmadığı için – nihayetinde
terapistiz, insanların değişmesine yardım etmek isteriz – çift terapistleri olarak değişim yerine kabullenme üzerine
çalışmanın kabul edilebilir olduğuna
inanamayabiliriz ve hatta kabule dayalı
hedefleri destekleyen kanıtların farkında
bile olmayabiliriz.
Kabullenmenin gerekçesi. İronik
olarak, bazen bir eşin öbüründe değişim
meydana getirmesinin en iyi yolu bunun
için uğraşmayı bırakmasıdır. Mario ve
Emily’i ele alalım. Çift terapisine geldiklerinde Mario Emily’den daha fazla cinsellik istiyor, Emily ise Mario’nun sevgi-
SULLIVAN ve DAVILA
sini cinsellik içermeyen şekilde daha sık
ifade etmesini istiyordu, işten eve geldiğinde kendisi öpmesi gibi. Mario cinsel
ihtiyaçlarının karşılanmadığını hissettiği
için eşinin bu isteklerine içerliyordu; ne
yazık ki cinselliğin azalmasının nedeni
de kısmen Mario’nun süregiden talepleri
ve cinsellik için bastırmasıydı. Bir terapist bu çiftin sorunlarına yaklaşımında
değişimi teşvik edebilirdi; belki Mario
eve gelince Emily’i öper, Emily de haftada belli sayıda cinsel birlikteliği kabul
eder gibi bir anlaşmaya varılabilirdi.
Böyle terapist tarafından saptanmış
değişimler birkaç sebepten işe yaramayabilir. Öncelikle, davranış değişikliği
talimatı vermek direnci artırabilir.
Emily’nin durumunda, daha sık cinsel
birliktelik baskısı kendini suçlu hissettirerek genel cinsel arzularını daha da
azaltabilir. İkincisi, kurallarla belirlenmiş davranış, kendiliğinden ve doğal
olarak meydana gelen davranıştan farklı
hissettirir. Çift, kural olarak koyulmuş
öpüşme ve cinselliği kendiliğinden olan
fiziksel temas kadar tatmin edici bulmayabilir. Üçüncüsü, Emily ve Mario muhtemelen eve gelişteki öpmeleri ve cinsel
birlikteliği öbürünün fiziksel yakınlık
arzuladığından değil “anlaşmaya” uyduğundan yaptığı şeklinde yorumlayacaktır
(Dimidijian, Martell & Christensen,
2008). Öte yandan, her birinin yaşadıklarına karşı empatiyi artırmak ve birbirlerinin ihtiyaç ve arzularının doğal,
normal olduğunu kabul etmelerini sağlamak her ikisinin de sevgi ve arzularının kendiliğinden artmasıyla sonuçlanabilir. Davranış değişikliğini saptamaktansa empati ve kabullenmeye odaklan-
15
mak muhtemelen daha etkili bir alternatif olacaktır.
Kanıt temeli. Kabule dayalı müdahaleler BDÇT’de kullanılan davranışçı
yaklaşıma eklenirken davranışın keyfi
değil doğal olarak teşvikini inşa etmenin
bir yolu olarak görülmüştür. Keyfi teşvik, danışanın doğal ortamında bulunmayan veya çiftin kendi etkileşiminden
doğal olarak ortaya çıkmayan, terapist
tarafından sağlanan sonuçlar demektir
(Ferster, 1967). O nedenle keyfi teşvik
çifte sahte veya manipülatif gelebilir ve
direnç oluşturabilir. Ayrıca Koerner, Jacobson ve Christensen (1994) tarafından
da belirtildiği gibi, keyfi teşvik çiftlerde
samimiyeti azaltabilir, çünkü davranışın
kurala dayalı ve samimiyetsiz gibi algılanmasına yol açabilir. Mario ve
Emily’nin
durumunda,
Mario’nun
Emily’nin cinsel dürtülerinin daha düşük
olduğunu duygusal olarak kabul etmesi
ve böylece daha fazla birlikte olmak için
bastırmaktan vazgeçmesi Emily’i özgür
hissettirerek cinselliği daha sık kendisinin başlatmasını ve daha istekli bir cinsel eş olmasını sağlayabilir. Bu süreç,
davranış güdülenmesiyle ilgili bildiklerimizle tutarlıdır. Dışarıdan-denetlenen
güdülenmeyle kıyaslandığında içselözerk güdülenme çeşitli alanlarda daha
iyi performans ve ruhsal esenlikle ilişkilendirilmiştir (Deci & Ryan, 2008). Ayrıca, ÖBT’ye göre (örn. Ryan & Deci,
2000),
. . . davranışın özneleri davranışlarını
değiştirmek için kendi sebeplerini tespit etme yönünde destek gördükleri ve
belli sonuçlara doğru yönlendirildiklerini/baskılandıklarını hissetmedikleri
16
SORUN EŞİMDE
ölçüde davranışın özerkliği kolaylaşır.
Aslında kişi değişim sebeplerini ne kadar “sahiplenirse” o kadar özerk olur ve
davranış değişikliğinin başarıya ulaşma
olasılığı o kadar artar Ryan, Lynch,
Vansteenkiste &Deci, 2011, s. 231).
Kişinin duygusal eşi tarafından baskı
veya denetim altında hissetmesi özerk
güdülenmesi baltalar (bkz. Deci & Ryan,
2008), öte yandan olumlu bakış, ilgilenme ve anlayış özerk güdülenmeyi daha
da destekler (Ryan ve diğ., 2011). O nedenle Mario Emily’e cinsellik için bastırdığında Emily kendini, kendi cinsel arzularını gözden kaybeder ve bir şeyleri
değiştirme yönünde güdülenmesi azalır.
Halbuki Mario Emily’nin cinsel kendiliğini daha iyi anlayabilse ve o kendiliği
daha fazla kabul edebilse, Emily Mario’ya tepki vermekten kendi cinsel ihtiyaçlarına sahip çıkmaya doğru kayabilir
ve bazı değişiklikler yapmaya güdülenebilir.
Kabule dayalı müdahalelerle bu müdahalelerden beklenen sonuçlar arasındaki doğrudan bağlantıları inceleyen
araştırmalara ihtiyaç vardır ve bu araştırmalar yeni yeni başlamaktadır. Ancak
eşin (hem olumlu hem olumsuz) davranışının kabul edilmesinin evlilikte daha
fazla tatminle ilişkili olduğunu gösteren
bir çalışma vardır. Ayrıca eşin davranışıyla tatmin arasındaki ilişkiye aracılık
eden unsur kabullenmedir ki bu da kişinin tatmininin o davranışı kabullenmesine bağlı olduğunu öne sürer (South,
Doss & Christensen, 2010). Ayrıca, eşin
davranışıyla kişinin kendi davranışı arasındaki ilişkiye aracılık eden de kabullenmedir; yani, kabullenme arttıkça dav-
ranışın karşılığı daha az olumsuz, daha
çok olumlu olmaktadır (South ve diğ.,
2010).
Empatik katılma ve birlikte mesafe koyma. Jacobson ve Christensen
(1996) kabullenmeyi artırmaya hizmet
eden iki tekniği vurgulamıştır. İlk teknik
olan empatik katılmada, eşler birbirlerinin arka planını ve konumunun altında
yatan kişisel hassasiyetleri daha bütünlüklü olarak anlar. Eşler birbirlerinin yaşadıklarına daha fazla empati duyabildiğinde muhtemelen birbirlerinin ihtiyaçlarını kendiliğinden ve sevgiyle karşılayabilir hale geleceklerdir. Bu süreç, empatik isabet (eşinin duygu ve düşüncelerini çıkarabilme) literatürüyle de tutarlıdır ki literatürde empatik açıdan daha
isabetli olan çiftlerin birbirlerine daha
fazla uyabildiği ve ilişkiye daha bağlı hissettiği görülür (inceleme için bkz. Rollings, Cuperman, & Ickes, 2011). Gerçi bu
bulgular esasen yeni evli çiftlerde ortaya
çıkmıştır ama çift terapisinde özellikle
eşinin yumuşak, kırılgan duygularıyla ilgili olarak empatik isabetin yeniden ortaya çıkması eşe uyum sağlama ve ilişkiye bağlı hissetme yönünde yeni bir arzu
doğurabilir.
İkinci teknik olan birlikte mesafe
koymada, eşler sorunu çift ilişkisinin
içerisinden dışına çıkarır. Sorun “ötede
bir yerde” görülür ve ikisi birbirini suçlamak yerine sorunla baş etmek üzere
bir araya gelir. Böyle olunca, Mario ve
Emily’nin sorunu “senin cinsel dürtülerin çok fazla, senin cinsel dürtülerin çok
az” noktasından “Bizim bir sorunumuz
var, birimizin cinsel dürtüsünün öbü-
SULLIVAN ve DAVILA
ründen daha fazla olduğu bir ilişkimiz
var” noktasına taşınır. Sorun bu şekilde
kavramsallaştırıldığında, çift soruna
duygusal olarak mesafe koyarak her iki
eşin de ihtiyaçlarının karşılanması için
en uygun yolu bulmak üzere birlikte çalışabilir. Hakikaten bir ilişkide her iki insanın da karşılanmayı hak eden ihtiyaçları olduğunun ayrımına varabilmek ve
her ikisinin de ihtiyaçlarına yer vermeye
çalışan çözümler aramaya istekli olmak,
kişilerarası sorunların uyum sağlayıcı
çözümünün temelinde yatar. (örn., Selman, Beardslee, Schultz, Krupa, & Podorefsky, 1986).
Sonuç. “Değişmekten başka yol var
mı?” sorusunun yanıtı evettir; şurası
açıkça görülüyor ki kabule dayalı müdahalelerin kullanımı kabul edilir olmanın
ötesinde kuram, araştırma ve klinik deneyimle desteklenmektedir. Kabule dayalı stratejilerin başarılı olması sorunu
bir eşin üstünden alıp başka bir yere taşır, empatiyi artırır ve çiftlerin ilişkilerine dair daha iyi hissetmelerine yardım
eder. Paradoksal olarak, kabule dayalı
müdahaleler kendiliğinden değişime ve
doğal olarak meydana gelen pekiştiricilere zemin hazırlayarak istenen davranış
değişikliklerini bile doğurabilir.
Klinik Örnek
Şimdi çiftlerle yaptığımız çalışmalardan yararlanarak farazi bir vaka anlatacağız. Bu vaka tedavisini üstlendiğimiz
birkaç çifte dayanıyor; bu çiftlerde her
iki eş de değişim talep ediyordu. Dan ve
Lauren terapiye geldiklerinde boşanmanın eşiğindeydiler. On bir yıldır evlilerdi,
17
okul çağında iki çocukları vardı. Her ikisi de özel sektörde beyaz yakalı çalışandı. Sıkı sık, şiddetli kavgaları oluyor, birbirlerine fiziksel değil ama sözlü saldırgan davranışta bulunuyorlardı. İkisi de
son derece öfkeliydi ve sorunlardan ötürü öbürünü suçluyordu. Dan, Lauren’ı
düşmanca tavırlar içinde, her şeye kusur
bulan, aşırı duygusal tepkiler veren biri
diye tanımlıyordu. Lauren, Dan’i soğuk,
hiçbir şey anlatmayan, kayıtsız diye tarif
ediyordu. Her ikisi de öbürünün değişmesini istiyordu.
Bunun çift terapisinde sık görüldüğüne dikkatinizi çekeriz. Eşler birbirlerinin hassas noktalarını tırmandırmaya
hizmet eden farklı, görünürde karşıt kişilerarası tarzlara sahip olabilirler ve bu
tarzlar zaman içinde çatışmalar sıklaştıkça daha da kutuplaşır. Çiftlerdeki talep-geri çekilme örüntüleri (Eldridge &
Christensen, 2002) ve çiftlerdeki bağlanma örüntüleri (bkz. Mikulincer &
Shaver, 2007) üzerine literatür de bunu
yansıtır. Ayrıca kişilerarası tarzların etkileşim biçimleri de etkin işlevselliği azaltabilir. Örneğin, adamın yakınlıktan kaçındığı, kadınınsa terk edilme kaygısı
yaşadığı çiftlerde erkekler eşlerine yaklaşıp destek istemekte güçlük yaşarken,
kadınlar da eşlerinin sıkıntısını fark etmekte güçlük çeker (Beck, Pietromonaco, DeBuse, Powers & Sayer, 2013).
Terapi sırasında ortaya çıktı ki gerçekten Lauren’ın duygusal tepkiselliğe,
Dan’in de duygusal büzülmeye meyli
vardı ve bu dinamik onları kutuplaştırıyordu. Ortaya çıkan başka bir şey de Lauren’ın davranışının sorunlu olduğunu
18
SORUN EŞİMDE
kabul edebilmesi ve değişime açık olması, Dan’in ise ne davranışını sorunlu gördüğü ne de değişime açık olduğuydu.
Dan’in tarzının oldukça kökleşmiş ve
çok dar bir değişim aralığında bulunduğu da ortaya çıktı. Öte yandan, Lauren
daha geniş bir düzenleme stratejisi ve
kişilerarası davranış yelpazesinden faydalanabiliyordu. Böyle olunca karşımıza
ilginç bir ikilem çıktı – Dan’in değişmeyeceği açıkken Lauren’ın değişimini nasıl destekleyecektik? Lauren’ın kabullenme üzerine çalışması gerekiyordu,
Dan’in de öyle ama Dan ayrıca Lauren’ın
değişmesinin meyvelerini de topluyordu.
Sonunda bu ikilem hakikaten Lauren ve
Dan’in ilerleme kaydetmesinin önüne
geçti, zira Lauren Dan’in değişememesine sinir oluyordu. Bu arada çatışmalarının sıklığı ve yoğunluğu azaldı, ayrılmamaya karar verdiler. Kabullenme çalışmasındaki odak noktası her iki eşin de
öbürünün niye o şekilde davrandığını
anlamasını ve birbirlerine empati geliştirmesini sağladı.
terileri gayet sıradan şeylerdi ve kimse
durup bunları düşünmezdi. Lauren için
bu tür davranışlarda paniğe kapılacak
bir şey yoktu ve tabi ki, onun için, ilişkinin tehlikede olduğu anlamına gelmiyordu. Dan bunu anlayabildiğinde eşinin
duygusal tepkiselliğinden daha az
korkmaya başladı ama yine de kendisini
huzursuz eden bir şeydi.
Örneğin, Dan mantığın hakim olduğu, duygudan çok uzak bir ailede büyümüştü. Yoğun duygu gösterileri ona yabancı ve korkutucu geliyor, yargılandığını hissediyor ve ilişkinin kırılma noktasına geldiğini düşündürüyordu. Lauren’ı suçlamak yerine bunları ona ifade
edebildiğinde Lauren eşinin tepkisini ve
kendi davranışının onun üstünde nasıl
bir etki bıraktığını yeni bir şekilde anlayabildi. Bu da eşine karşı davranışlarını
değiştirme isteği duymasına yardım etti.
Son Söz
Lauren’ın ailesi aşırı duygusaldı. Bağırıp çağırma ve yoğun duygulanım gös-
Lauren ayrıca duygularını düzenlemenin kişisel faydalarını da görmeye
başladı ve böyle olunca daha içsel-özerk
bir değişim güdülenmesi geliştirdi. Bunun yukarıda bahsettiğimiz ikilemle baş
etmede epey faydası oldu, çünkü Lauren
kendisine iyi gelecek bir değişim yaşadığını hissedebiliyordu.
Sonunda çift birbirlerine uyum gösterme çabalarında bulundu ve elbette
ilişkiye bağlılıkları arttı ancak tedavinin
sonunda ikisi de hâlâ kabullenmeyle
mücadele ediyordu fakat birlikte ilerlemek için önlerindeki tek yolun bu olduğunun da farkındaydılar.
Çift terapisinde kabullenmeye odaklanılmasını destekleyen güçlü teori, klinik gözlem ve araştırmalar bulunuyor.
Ayrıca kabule dayalı müdahaleleri içerek
tedavilerin başarısını göstererek terapi
sonucu araştırmaları da umut vadediyor.
Ancak kabullenme sürecinin kendisi
üzerine çok az araştırma yapılmış durumda ve gelecekteki araştırmaların birincil odak noktası bu olmalı. Araştırmalar kabullenmenin iddia ettiği belli değişim türleriyle ilişkili olup olmadığını
odaklanmaya (South ve diğerlerinin 2010
SULLIVAN ve DAVILA
tarihli araştırmasında olduğu gibi) devam etmenin yanı sıra iki ayrı soruya
daha eğilmelidir. Birincisi, insanlar kabullenmeyi ne ölçüde gerçekleştirebilirler? Müdahalelerde terapistler insanların
kabullenme kapasitesi olduğunu varsayarlar ancak insanların kapasitesinin sınırları, kabullenmeyi sürdürmelerini
sağlayan içsel süreçler ve kabullenmeyi
teşvik eden şartlar (eşin davranışları gibi) net değildir. İkincisi, bir insanın veya
bir ilişkinin hangi nitelikleri kabullenmeyi kolaylaştırır veya zorlaştırır? Kabule dayalı müdahalelerin kimde daha çok
kimde daha az işe yarayacağını bilmek,
çiftlerin en çok faydalanacağı tedavileri
sunma yönünde önemli bir adım olacaktır.
Özet olarak, sorunun eşinde olduğu
ve eşinin değişmesi gerektiği inancı, çift
terapistlerinin sık karşılaştığı çetrefilli
bir meseledir. Bu meseleyle karşı karşıya
kalındığında şunların yapılmasını öneriyoruz:
 Tam olarak neyin değişmesi gerektiğini değerlendirin.
 O şeyin değişebilirliğini değerlendirin – karakter özelliği mi, davranış mı? Ne kadar kökleşmiş durumda? Değişimin önünde kültürel
veya cinsiyete dayalı engeller var
mı? Eş, değişmek istiyor mu ve değişimin hangi aşamasında?
 Değişimin mümkün olduğunu ama
zor olabileceğini eşlerin fark etmesini sağlayın – bunu duymaktan
hoşlanmayacaklarını unutmayın!
19
 Bireysel değişimin mümkün olduğu
görülürse, eşlerin değişim yolunda
destek mi köstek mi olacağını değerlendirin ve terapi kararlarınızı
ona göre verin.
 Değişim mümkün olmadığında kabule dayalı bir yaklaşım kullanın.
Çiftlerin terapiden bir şey kazanmadan ayrılmasının veya kazanımların kalıcı olmamasının sık görülen bir durum olduğunu unutmayın. Kabullenme teknikleri danışanların eşlerinin sorunlu davranışını anlaşılabilir veya en azından
dayanılabilir diye yeni bir çerçeveye oturtmasına ve her iki eşin de
ihtiyaçlarının karşılanması için birlikte çalışmalarına yardımcı olmada umut vadediyor.
 Değişim mümkün olduğunda bile
eşlerin birbirlerine karşı empati geliştirmelerine yardımcı olun, sorunun etrafında bir araya gelmelerine
yardım edin ve çok fazla terapist
eliyle saptanmış değişiklik belirlemeyerek içsel-özerk güdülenmeyi
destekleyin.

Odak noktası ister değişim ister
kabullenme isterse de her ikisi birden olsun, çiftin “sorun eşimde”
noktasından “sorun ortada” noktasına kaymasına yardımcı olmak
faydalı bir adım olacaktır.
20
SORUN EŞİMDE
KAYNAKLAR
Baucom, D. H., Epstein, N., Sayers, S., &
Sher, T. G. (1989). The role of cognitions in
marital relationships: Definitional, methodological, and conceptual issues. Journal of
Consulting and Clinical Psychology, 57, 31–
38. doi:10.1037/0022-006X .57.1.31
Beck, L. A., Pietromonaco, P. R., DeBuse, C.
J., Powers, S. I., & Sayer, A. G. (2013). Spouses’ attachment pairings predict neuroendocrine, behavioral, and psychological responses to marital conflict. Journal of Personality and Social Psychology, 105, 388–424.
doi:10.1037/a0033056
Bianchi, S. M., Milkie, M. A., Sayer, L. C., &
Robinson, J. P. (2000). Is anyone doing the
housework? Trends in the gender division
of household labor. Social Forces, 79, 191–
228.
Caspi, A., Roberts, B. W., & Shiner, R. L.
(2005). Personality development: Stability
and change. Annual Review of Psychology,
56,
453–484.
doi:
10.1146/annurev.psych.55.090902.141913
Cowan, C. P., & Cowan, P. A. (2000). When
partners become parents: The big life change for couples. Mahwah, NJ: Erlbaum.
Davila, J., & Cobb, R. (2003). Predicting
change in self-reported and interviewerassessed adult attachment: Tests of the individual difference and life stress models of
attachment change. Personality and Social
Psychology
Bulletin,
29,
859–870.
doi:10.1177/0146167203029007005
Davila, J., Karney, B. R., & Bradbury, T. N.
(1999). Attachment change processes in the
early years of marriage. Journal of Personality and Social Psychology, 76, 783–802.
doi:10.1037/0022-3514.76 .5.783
Davila, J., & Kashy, D. A. (2009). Secure base
processes in couples: Daily associations
between support experiences and attachment security. Journal of Family Psychology, 23, 76–88. doi:10.1037/ a0014353
Davila, J., & Sargent, E. (2003). The meaning
of life (events) predicts change in attachment security. Personality and Social Psyc-
hology
Bulletin,
29,
1383–1395.
doi:10.1177/0146167203256374
Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2008). Facilitating
optimal motivation and psychological wellbeing across life’s domains. Canadian Psychology/ Psychologie canadienne, 49, 14–23.
doi:10.1037/ 0708-5591.49.1.14
Dimidjian, S., Martell, C. R., & Christensen,
A. (2008). Integrative behavioral couple
therapy. In A. Gurman (Ed.), Clinical
Handbook of Couple Therapy (4th ed., pp.
73–106). New York: Guilford Press.
Doss, B. D., Atkins, D. C., & Christensen, A.
(2003). Who’s dragging their feet? Husbands and wives seeking marital therapy.
Journal of Marital and Family Therapy, 29,
165–177.
doi:10.1111/j.17520606.2003.tb01198.x
Dweck, C. S. (2008). Can personality be
changed? The role of beliefs in personality
and change. Current Directions in Psychological
Science,
17,
391–
394.
doi:10.1111/j.1467-8721.2008.00612.x
Eldridge, K. A., & Christensen, A. (2002).
Demandwithdraw communication during
couple conflict: A review and analysis. In P.
Noller & J. A. Feeney (Eds.), Understanding
marriage: Developments in the study of couple interaction (pp. 289–322). New York,
NY: Cambridge University Press. doi:
10.1017/CBO9780511500077.016
Ferguson, C. J. (2010). A meta-analysis of
normal and disordered personality across
the life span. Journal of Personality and Social
Psychology,
98,
659–667.
doi:10.1037/a0018770
Ferster, C. B. (1967). Arbitrary and natural reinforcement. The Psychological Record, 22,
1–16.
Fowers, B. J. (1991). His and her marriage: A
multivariate study of gender and marital
satisfaction. Sex Roles, 24, 209–221.
doi:10.1007/BF00288892
Franks, M. M., Stephens, M. A. P., Rook, K.
S., Franklin, B. A., Keteyian, S. J., & Artinian, N. T. (2006). Spouses’ provision of
health-related support and control to pati-
SULLIVAN ve DAVILA
ents participating in cardiac rehabilitation.
Journal of Family Psychology, 20, 311–318.
doi:10.1037/0893-3200.20.2.311
Gallagher, P., Fleeson, W., & Hoyle, R. H.
(2011). A self-regulatory mechanism for
personality trait stability: Contra-trait effort. Social Psychological and Personality
Science,
2,
335–342.
doi:10.1177/
1948550610390701
Halford, W. K., Hayes, S., Christensen, A.,
Lambert, M., Baucom, D. H., & Atkins, D.
C. (2012). Toward making progress feedback an effective common factor in couple
therapy. Behavior Therapy, 43, 49–60.
doi:10.1016/j.beth.2011.03.005
Hopwood, C. J., Donnellan, M. B., Blonigen,
D. M., Krueger, R. F., McGue, M., Iacono.,
W. G., & Burt, S. A. (2011). Genetic and environmental influences on personality trait
stability and growth during the transition
to adulthood: A three-wave longitudinal
study. Journal of Personality and Social
Psychology, 100, 545–556. doi:10.1037/
a0022409
Jacobson, N. S., & Christensen, A. (1996). Integrative couple therapy: Promoting acceptance and change. New York, NY: Norton.
Jacobson, N. S., & Margolin, G. (1979). Marital therapy: Strategies based on social learning and behavior exchange principles. New
York, NY: Guilford Press.
Johnson, S. M., & Denton, W. (2002). Emotionally focused couple therapy: Creating secure connections. In A. S. Gurman & N. S.
Jacobson (Eds.), Clinical handbook of couple therapy (3rd ed., pp. 221–250). New York,
NY: Guilford Press.
Johnson, S. M., & Greenberg, L. S. (1987).
Emotionally focused marital therapy: An
overview. Psychotherapy: Theory, Research,
Practice,
Training,
24,
552–560.
doi:10.1037/h0085753
Jones, E. E., & Harris, V. A. (1967). The attribution of attitudes. Journal of Experimental
Social Psychology, 3, 1–24. doi:10.1016/00221031(67)90034-0
21
Koerner, K., Jacobson, N. S., & Christensen,
A. (1994). Emotional acceptance in integrative behavioral couple therapy. In S. C. Hayes, N. S. Jacobson, V. M. Follette, & M. J.
Dougher (Eds.), Acceptance and change:
Content and context in psychotherapy (pp.
13–32). Reno, NV: Context Press.
Lewis, M. A., & Butterfield, R. M. (2007). Social control in marital relationships: Effect
of one’s partner on health behaviors. Journal of Applied Social Psychology, 37, 298–
319. doi:10.1111/j .0021-9029.2007.00161.x
Lewis, M. A., & Rook, K. S. (1999). Social
control in personal relationships: Impact
on health behaviors and psychosocial distress. Health Psychology, 18, 63–71.
doi:10.1037/0278-6133.18.1.63
McCrae, R. R., & Costa, P. T., (2006). Crosscultural perspectives on adult personality
trait development. In D. K. Mroczek & T.
D. Todd (Eds.), Handbook of personality
development (pp. 129– 145). Mahwah, NJ:
Erlbaum.
Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics, and change. New York, NY: Guilford
Press.
Miller, W. R., & Rollnick, S. (2002). Motivational interviewing: Preparing people for
change (2nd ed.). New York, NY: Guilford
Press.
Norcross, J. C. (2011). Conclusions and recommendations of the Interdivisional (APA
Divisions 12 & 29) Task Force on EvidenceBased Therapy Relationships. Washington,
DC: American Psychological Association.
doi:10.1037/e740432011-001
Overall, N. C., Simpson, J. A., & Struthers, H.
(2013). Buffering attachment-related avoidance: Softening emotional and behavioral
defenses during conflict discussions. Journal of Personality and Social Psychology,
104, 854 – 871. doi: 10.1037/a0031798
Owen, J., Duncan, B., Anker, M., & Sparks, J.
(2012). Initial relationship goal and couple
therapy outcomes at post and six-month
22
SORUN EŞİMDE
follow-up. Journal of Family Psychology, 26,
179 –186. doi: 10.1037/a0026998
Prochaska, J. O., & DiClemente, C. C. (2005).
The transtheoretical approach. In J. C.
Norcross & M. R. Goldfried (Eds.), Handbook of psychotherapy integration (2nd ed.,
pp. 147–171). New York, NY: Oxford University Press.
Rollings, K. H., Cuperman, R., & Ickes, W.
(2011). Empathic accuracy and inaccuracy.
In L. M. Horowitz & S. Strack (Eds.), Handbook of interpersonal psychology: Theory,
research, assessment, and therapeutic interventions (pp. 143–156). Hoboken, NJ: Wiley.
Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2000). Selfdetermination theory and the facilitation of
intrinsic motivation, social development,
and well-being. American Psychologist, 55,
68–78. doi:10.1037/0003-066X.55 .1.68
Ryan, R. M., Lynch, M. F., Vansteenkiste, M.,
& Deci, E. L. (2011). Motivation and autonomy in counseling, psychotherapy, and
behavior change: A look at theory and
practice. The Counseling Psychologist, 39,
193–260. doi:10.1177/0011000009359313
Selman, R. L., Beardslee, W., Schultz, L. H.,
Krupa, M., & Podorefsky, D. (1986). Assessing adolescent interpersonal negotiation
strategies: Toward the integration of structural and functional models. Developmental Psychology, 22, 450 – 459. doi:
10.1037/0012-1649.22.4.450
Snyder, D. K., Mangrum, L. F., & Wills, R. M.
(1993). Predicting couples’ response to marital therapy: A comparison of short- and
long-term predictors. Journal of Consulting
and Clinical Psychology, 61, 61–69.
doi:10.1037/0022-006X .61.1.61
Snyder, D. K., & Wills, R. M. (1989). Behavioral vs. insight-oriented marital therapy: Effects on individual and interspousal functioning. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 57, 39–46. doi:10.1037/0022006X.57.1.39
South, S. C., Doss, B. D., & Christensen, A.
(2010). Through the eyes of the beholder:
The mediating role of relationship acceptance in the impact of partner behavior.
Family
Relations,
59,
611–622.
doi:10.1111/j.1741-3729.2010.00627.x
Specht, J., Egloff, B., & Schmukle, S. C. (2011).
Stability and change of personality across
the life course: The impact of age and major life events on mean-level and rankorder stability of the Big Five. Journal of
Personality and Social Psychology, 101, 862–
882. doi:10.1037/a0024950
Sullivan, K. T., Pasch, L. A., Bejanyan, K., &
Hanson, K. (2010). Social support, social
control and health behavior change in spouses. In K. T.
Sullivan & J. Davila (Eds.), Support processes
in intimate relationships (pp. 219 –239).
New
York,
NY:
Oxford
Press.
doi:10.1093/acprof:oso/
9780195380170.003.0009
Tucker, J. S., & Anders, S. L. (2001). Social
control of health behaviors in marriage. Journal of Applied Social Psychology, 31, 467–
485. doi:10.1111/j .1559-1816.2001.tb02051.x
Tucker, J. S., & Mueller, J. S. (2000). Spouses’
social control of health behaviors: Use and
effectiveness of special strategies. Personality and Social Psychology Bulletin, 26, 1120–
1130. doi:10.1177/ 01461672002611008
Whisman, M. A., Dixon, A. E., & Johnson, B.
(1997). Therapists’ perspectives of couple
problems and treatment issues in couple
therapy. Journal of Family Psychology, 11,
361–366. doi: 10.1037/0893-3200.11.3.361
Wills, R. M., Levin Faitler, S., & Snyder, D. K.
(1987). Distinctiveness of behavioral versus
insight- oriented marital therapy: An empirical analysis. Journal of Consulting and
Clinical
Psychology,
55,
685–690.
doi:10.1037/0022-006X.55.5 .685
Kişilerarası İlişkilerde Bilişsel Çarpıtma: Kişi Algısı Üzerine
Yapılan Sosyal Bilişsel Araştırmaların Klinik Etkileri
Susan M. Andersen ve Elizabeth Przybylinski
New York Üniversitesi
Yeni insanlarla kurulan günlük etkileşimler genellikle bireyin kişilerarası
geçmişinin etkisi altında kalır ki bu geçmiş kişinin yeni insanları nasıl algıladığını, onlara nasıl davrandığını ve kendini o anda nasıl hissettiğini etkiler. Kişilerarası algıdaki önyargılar, bireyin yaşamındaki önemli ötekilere
dair zihinsel tasarımlar gibi ilişkisel bilgilerin harekete geçip kullanılmasından doğar ve böylece geçmiş ilişkiler yeni ilişkilere nüfuz eder. Bu sosyal-bilişsel süreç ve bu tür bağlamlarda etkinleşen ilişkisel kendilik üzerine yapılan araştırmalar, bunun terapi ortamı dışında meydana gelen ve
klinik olmayan “normal” bir süreç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sosyal-bilişsel sürecin günlük yaşamda ve tedavide nasıl (ve neden) tetiklendiği, iyi ya da kötü ne gibi sonuçlara yol açtığı gibi bulguları ve bu sürece
dair kuramsal çerçeveyi inceleyeceğiz. Ayrıca bu sürecin klinik yönden etkilerini de ele alarak bu şekilde ortaya çıkan sorunlu ilişki kalıplarının bireye sıkıntı verecek duruma gelmesi halinde nasıl değiştirilebileceğine
odaklanacağız.
Anahtar sözcükler: sosyal biliş, kişi algısı, bilişsel çarpıtma, önyargı, ilişkiler
G
eçmişteki ilişkiler insanların
kendilerini nasıl gördüğünü ve
nasıl davrandığını etkiler – bu
kavramın psikoloji alanındaki
geçmişi eskiye dayanır (James, 1890;
Mead, 1934) Yirmi yıldan uzun süredir sıradan insanlarla kişilerarası algıdaki sosyal-bilişsel süreçler üzerine yapılan araştırmalardan elde edilen kanıtlar göstermektedir ki özellikle önemli ötekiler bireyin yeni insanlara verdiği tepkileri etkiler (örn. Andersen & Glassman, 1996;
Chen & Andersen, 1999). Yakınındaki insanlarla ilgili bellekte depolanan bilgiler
genelde kişilerarası etkileşimlerde uyanır
ve yeni insanların nasıl algılandığını etkiler. Hemen ardından, bireylerin o anda
kendilerini nasıl kurguladıkları köklü biçimde değişimlere uğrar ki bu da bir dizi
duygusal ve güdülenmeyle ilgili etkiye
yol açar (Andersen & Chen, 2002).
Psikoloji biliminde yaptığımız basit
araştırmada, bu süreçlerin günlük hayatta “normal” bireylerde nasıl ortaya çıktığına odaklanıyoruz ancak bu olguların
net klinik anlamları olduğuna da inanıyoruz. Kanıtlar klinisyenlerin ilgi ve dikkatini haklı çıkarabilir, zira bu süreçlerin
bilişsel önyargılara yani bireyde yorumlama ve bellekle ilgili önyargılara yol açtığını göstermektedir. Eğer bu süreçlerin
kişi için acı verici veya sorunlu sonuçları
varsa, çatışmaya, eziyete veya uyum bozucu davranışa yol açıyorsa bu süreçler
24
KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE BİLİŞSEL ÇARPITMALAR
sıkıntı verici olabilir ve kişi onları değiştirmek isteyebilir. Geçmişten olumlu bir
ilişkinin uyarılmasının bazen yeni ilişkilere faydası dokunabilse de, geçmişteki
bu ilişkinin sıkıntılı olması halinde böyle
bir faydanın söz konusu olması pek
mümkün değildir.
Bu incelemede önce insanlarla karşılaşıldığında geçmiş ilişkileri ve bunlarla
ilgili önyargıları uyandıran sosyal-bilişsel
süreçleri tanımlıyoruz; ardından, konuyla ilgili deneysel bulguları ve görüngüleri
ana hatlarıyla inceliyoruz. Bu kanıtların
bireyin terapi ilişkisinde ve tedavideki
kişilerarası işlevselliği açısından nasıl anlamlar barındırdığını ele alarak incelememizi sonuçlandırıyoruz.
Önemli öteki tanımlarken, kişinin
üzerinde derin etkisi (olmuş) olan ve büyük duygusal yatırım yaptığı herhangi
birini kastediyoruz. Bunun içine aile üyeleri, eski veya mevcut sevgililer/eşler,
dostlar, yakın iş arkadaşları, vs. girer. Bizim modelimizde (Andersen & Chen,
2002), insanların kendilerine dair algıları
(ve aslında kişilikleri) önceki önemli ilişkilerinde saklıdır ki biz bu olguya ilişkisel kendilik diyoruz. Dolayısıyla insanların kendilerini algılama ve ifade etme biçimlerini barındıran bir dağarcığı vardır
ve bu biçimlerden her biri yaşamlarındaki belli bir önemli ötekiyle bağlantılı olarak gelişmiş ve öğrenilmiştir. Her biri
bellekte zihinsel olarak temsil edilerek
kişinin bu öteki kişiyle ilişkisine ve haliyle onunlayken yaşadığı kendilik hissine
bağlanır.
Kişi hayatındaki önemli birine (görünüşü, tavırları, insanlarla ilişkileri, inanç-
ları veya karakteri itibariyle) belli belirsiz
ve farkında olunmayan şekilde bile benzeyen yeni biriyle karşılaştığında önemli
ötekilerin zihinsel temsilleri etkinleşir.
Önemli ötekiyle olan ilişki ve buna karşılık gelen ilişkisel kendilik de bu süreçte
dolaylı olarak etkinleşir. O yüzden kişiler
bu yeni insanı önemli öteki tarafından
tanımlı bir mercekten algılama eğiliminde olup o kişiyi olduğundan daha fazla
önemli öteki gibi görürler. Bu yeni insanı
anımsayışları bellekte de benzer bir önyargı oluştuğunu gösterir. Yeni insanın
değerlendirilmesi, ondan beklentiler,
onunla hedeflenenler ve diğer açık davranışların yanı sıra belli duygulanım durumları da etkilenir – bu etkilemeler o
önemli ötekiyle olan ilişkide tipik olan
ne varsa ona paralel seyreder. Böyle
olunca, kişinin o andaki işler kendilik algısı ilişkisel kendiliğe kayar ki bu ilişkisel
kendiliğin dayandığı şey, ortamdaki benzerlik “işaretleriyle” etkinleşen önemli
ötekiyle ilişkili bilgilerdir. Nihayetinde
kişi bu yeni insanla iyi de olsa kötü de
olsa aynı ilişkiyi tekrar yaratabilir (Andersen & Chen, 2002).
Klinik ve Sosyal Bilişsel Temeller
Zihnin deneyimi örgütlemek için önceki bilgileri kullanarak algılama sürecini
basitleştirmesi üzerine yapılan araştırmalar temelinde uzun zamandır kişilikte
bilişin rolü anlaşılagelmektedir. Bilişsel
işlemlemedeki sınırlı kapasite düşünüldüğünde insanların az çok bilişsel cimriler olduğu söylenebilir (Fiske & Taylor,
1991) – bilgi işlemlemeye harcanan bilinçli çaba asgari düzeyde tutulur. Bilişsel temsiller kendileriyle ilgili tetikleyici
ANDERSEN ve PRZYBYLINSKI
işaretlerle dürtüldüğünde kişilerarası algıyı derinden etkiler ki bu bilgiler sık sık
akla gelen bilgilerde bu etki daha da büyük olur – önemli ötekilerle nispeten durumun böyle olduğunu söyleyebiliriz.
Her halükarda bir ortamdaki veya bir insanla karşılaşıldığında alınan işaretler
önceki bilgileri kısa süreliğine etkinleştirir, bilişsel olarak erişilebilir kılar ve bu
bilgiler muhtemelen yorumlamada kullanılır (örn., Higgins, 1996). Önemli ötekiyle ilgili bilgilerin kullanılması insanların çabadan (bilişsel bir kaynaktan) tasarruf etmesine olanak sağlar ve bu bilgiler kişisel yapıların etkinleştiği ve kullanıldığı temel bilişsel süreçler bağlamında
aşağı yukarı sosyal kategorilerle aynı işlevi görür. İster birinin bir özelliği ister
belli insanlara dair bir etiket isterse de
önemli bir ötekinin ismi olsun, süreç aynıdır; sadece önemli öteki kişinin kendiliğiyle de bağlantılı olduğu için önemli
ötekiyle ilgili bilgilerin etkinleşmesinin
kişinin kendilik algısı ve duygusal tepkileri üzerine de dolaylı etkileri olur. Karşılaşılan işaretler çok önemlidir zira kişinin önceden tasarlanmış kavramlarını ve
önceki bilgilerini ön plana çıkaran ve ardından davranışı etkileyebilen tetikleyicilerdir.
Bu tür bulguların günlük hayatta ne
kadar yer aldığı düşünüldüğünde, terapistlerin önceki ilişkisel bilgilerin insan
ilişkilerinde nasıl uyandırıldığına ve sahnelendiğine dair bir şeyler bilmesi önemlidir. Aslında bu psikoterapide de meydana gelir (Safran & Muran, 2000; Safran, Muran, & Eubanks- Carter, 2011; Safran & Segal, 1990). Elbette bilişseldavranışçı geleneğin ilk dönemlerinde
25
yazılanlar depresyonda şemaları (kendilikle, dünyayla ve gelecekle ilgili, Bec,
1977) ele almaktadır ancak tam olarak
ilişkisel bir açıdan değil. Bilişsel terapi
üzerine daha güncel çalışmalar (örn.,
Young, Klosko, & Weishaar, 2003) tedavide şema kullanımının yanı sıra hem insanların çektiği sıkıntılarda hem de psikoterapide ilişkisel süreçlerin yerini daha
fazla vurgulamaktadır. Bu gelişmelere
rağmen, bilişsel terapi halen bilişlerin
geçmişi olduğunu göz ardı etmekle eleştirilmektedir. Bireyin sıradan durumlarla
geçmişten gelen hangi bilgileri nasıl bağladığını anlamak elzemdir.
Elbette kendiliğin kişilerarası doğası
kişilik kuramcıları ve klinik psikologların
bilmediği bir şey değildir (örn. Bowlby,
1969; Sullivan, 1953/ 1997). Örneğin, Sullivan (1953/1997) kendiliği anlamanın en
iyi yolunun kişinin insanlarla ilişkilerinden geçtiğini ve bu tür ilişkilerden edinilen ilişkisel öğrenmenin yeni ilişkilerde
eski örüntüleri yeniden yaratmanın zeminini oluşturabileceğini öne sürmüştür.
Bireylerin temel güvenlik ve tatmin ihtiyaçlarını karşılama (önemli ötekilerle
ilişkisel ihtiyaçları karşılarken aynı zamanda yetkinliklerini geliştirme ve kullanma, algılarını, düşüncelerini ve hislerini ifade etme) arayışındayken birbirleriyle kurdukları etkileşimlerde tipik olarak görülen dinamikler (“dinamizmler”)
yoluyla önemli ötekilerin “kişileştirmelerini” ve bunların bellekte kendine dair
kişileştirmeyle bağlantılarını geliştirdiğini öne sürmüştür. Kişileştirmeler ve dinamizmler yeni insanlarla karşılaşıldığında parataksik çarpıtma olarak ortaya

Benzer belgeler