TOKUÇÇ Bildiriler Kitabını PDF olarak indirmek için tıklayınız.

Transkript

TOKUÇÇ Bildiriler Kitabını PDF olarak indirmek için tıklayınız.
8-9-10 EKİM 2015
TOKU
TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL
TOPLUMSAL VE KURUMSAL
ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
BİLDİRİLER KİTABI
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ
GÖLYAKA MESLEK YÜKSEKOKULU
© 2015 - Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu
Bu kitabın bütün hakları Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu’na aittir. Düzce
Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu’nun izni alınmaksızın kitabın tamamı veya bir kısmı
mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz,
basılamaz ve dağıtılamaz.
Bu bildiri kitabında yer alan bildirilerin içeriğine dair tüm sorumluluk yazarlara aittir.
1. Basım
Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu
Ekim 2015
Editoryal Kurul
Yrd. Doç. Dr. Oğuz KARA
Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM
Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ
Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT
Kapak Tasarım
Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT
Baskı Öncesi Hazırlık
Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT
Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM
Yayına Hazırlayanlar
Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT
Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM
Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ
Redaksiyon
Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ
Öğr. Gör. Tuba PALA
Baskı ve Cilt
Bizim Dijital Matbaacılık
İskitler ANKARA
Tel: 0 312 341 00 02
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ
GÖLYAKA MESLEK YÜKSEKOKULU
1. ULUSAL
TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER
KONGRESİ
8-9-10 EKİM 2015
BİLDİRİLER KİTABI
Kongre Onursal Başkanı
Prof. Dr. Funda SİVRİKAYA ŞERİFOĞLU
Kongre Düzenleme Kurulu
Yrd. Doç. Dr. Oğuz KARA
Yrd. Doç. Dr. Emel FAİZ
Yrd. Doç. Dr. Serap BULDUK
Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ
Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM
Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT
Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU
Kongre Sekreteryası
Öğr. Gör. Tuba PALA
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Nigar DEMİRCAN ÇAKAR
Prof. Dr. Melda CİNMAN ŞİMŞEK
Prof. Dr. Yasemin GİRİTLİ İNCEOĞLU
Prof. Dr. Filiz BALTA PELTEKOĞLU
Prof. Dr. Nilüfer SEZER
Prof. Dr. Nurhan BABÜR TOSUN
Prof. Dr. Özden CANKAYA
Prof. Dr. Naci İSPİR
Prof. Dr. Ebru GÜZELCİK URAL
Prof. Dr. Kahraman ÇATI
Prof. Dr. İdil SAYIMER
Prof. Dr. Recep KÖK
Prof. Dr. Orhan ÇOBAN
Prof. Dr. Mete ÇAMDERELİ
Prof. Dr. Nurçay TÜRKOĞLU
Prof. Dr. Kıymet ÇALIYURT
Prof. Dr. Füsun ALVER
Prof. Dr. İzzet BOZKURT
Prof. Dr. Işıl ZEYBEK
Prof. Dr. Nigar PÖSTEKİ
Prof. Dr. Jale SARMAŞIK
Prof. Dr. Rengin KÜÇÜKERDOĞAN
Doç. Dr. Erhan AKYAZI
Doç. Dr. Yeşim ULUSU
Doç. Dr. Necmi AKSOY
Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL
Doç. Dr. Derya TELLAN
Doç. Dr. Yıldız DİLEK ERTÜRK
Doç. Dr. Gülay ÖZTÜRK
Doç. Dr. Gözde YILMAZ
Doç. Dr. Ebru ÖZGEN
Doç. Dr. Birol ERKAN
Doç. Dr. Hakan KAHYAOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Emel GÜLER YILMAZ
Yrd. Doç. Dr. Hanzade URALMAN
Yrd. Doç. Dr. Yalçın YILMAZ
Yrd. Doç. Dr. Özgür SELVİ TAŞDAN
Yrd. Doç. Dr. Hakan POLAT
Yrd. Doç. Dr. Murat ÇOLAK
Yrd. Doç. Dr. M. Nurullah KURUTKAN
Yrd. Doç. Dr. Aslı YURDİGÜL
Düzce Üniversitesi Rektörü
Marmara Üniversitesi
Galatasaray Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Aydın Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Beykent Üniversitesi
Düzce Üniversitesi
Kocaeli Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Çukurova Üniversitesi
Trakya Üniversitesi
Kocaeli Üniversitesi
Üsküdar Üniversitesi
Kültür Üniversitesi
Kocaeli Üniversitesi
Giresun Üniversitesi
Kültür Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Bahçeşehir Üniversitesi
Düzce Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Uşak Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Aydın Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Okan Üniversitesi
Düzce Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Düzce Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
AMAÇ
Sağlık İletişimi, Siyasal İletişim, Tüketim, Sosyal Sorumluluk, Etik, Medya ve Kadın, Medya
Araştırmaları, Sanat İletişimi, Eğitim İletişimi, Bilgi Teknolojileri, Toplumsal ve Kurumsal
Nefret Suçları/söylemler, İnanç ve İletişim, Yeni Toplumsal Hareketlerin toplumsal ve
kurumsal çatışmalarda oynadığı/oynayacağı rol; çeşitli kurumlarca yapılan çalışmalar,
gelişmeler, uygulamalarda ortaya çıkan sorunlar, çözüm önerileri, yeni araştırmalar,
üretimlerin sunulması ve değerlendirilmesidir.
Kongrenin iletişim, sosyoloji, siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim, turizm, sanat, işletme,
sağlık uzmanlarının, bu alanlara ilgi duyan, çalışan, araştırmalar yapan, medyada görev alan
kişilerin buluştuğu güzel bir ortama ev sahipliği yapması beklenmektedir.
İÇERİK
Günümüzün modern toplumlarında çatışmalar toplum ve kurumlar için en hayati hususların
başında gelmektedir. Toplumsal ilgi ve dikkatin önemli bir bölümünün en azından dolaylı
olarak bireysel ve grupsal, toplumsal temele dayanan çatışmalara yönelmesine neden
olmaktadır. Dolayısı ile günümüzde çatışma algısı sözü edilen ilk varsayımların tam olası
yönünde değişmiştir. Buna göre, bugün modern ortamlarda çatışmaların kaçınılmazlığı
kabul etmekle birlikte, çatışmayı değişimin bir sonucu olarak görmektedir. Çeşitli toplumsal
tasarım şekilleri ve insan doğasına dayanan bu kaçınılmazlığın temel nedeni bilmekte ve
arz etmektedir. Çatışmaların yok edilmesi gerektiği düşüncesi yerine, çatışmaya yol açan
nedenlerin dikkatlice analizi sonucunda sakıncalı çatışmalarla başa çıkma, etkinliği ve verimi
arttırıcı yönde yönetilmesi fikrinde toplumların ve kurumların, toplumsal yaşam düzenlerini
sürdürebilmeleri sağlanabilir. Bu bağlam da, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel teknolojik
ve bilimsel değişmelere uyum sağlayabilmeleri için çatışmalar ve çözümlere ihtiyaç
vardır. Sistemsel değişimler, teknolojik gelişmeler ile küreselleşme bu durumu doğrudan
etkilemekte ve yeni söylemler üretmeye neden olmaktadır. Sağlık, ulaşım, sosyoloji, eğitim,
iletişim ve daha birçok alanda teknolojinin yaygınlaşması beraberinde toplumsal ve kurumsal
değişmeleri ve çatışmaları getirmektedir. Bireylerden başlayarak meydana gelen birçok
değişim çoğunlukla toplumsal ve kurumsal değişim olarak yaşanmaktadır. Toplumlarda
belli oranlarda görülen değişmeler sağlık, doğa, toplumların yaşam tarzı, kurumların varlığı,
yaşam tarzları ve davranışları, sosyal ilişkileri de etkilemektedir. Ve yeni biçimlerle topluma,
kuruma, bireye yeni süreçler yaşatmaktadır.
Bu bağlamda üniversitemizce düzenlenecek olan “1. Ulusal Toplumsal ve Kurumsal
Çatışmalar/Çözümler Kongresi” 8-10 Ekim 2015 tarihleri arasında, Düzce Üniversitesi
Gölyaka Meslek Yüksekokulu ev sahipliğinde Düzce’de düzenlenecektir.
Kongrede; toplumsal ve kurumsal çatışmalar/çözümler alanındaki yeni/özgün, orijinal,
araştırmaya dayalı, örneklemeli/uygulamalı bildirilere, yeni araştırma metodlarıyla yapılan
çalışmalara yer verilecektir.
x
SUNUŞ
Küreselleşme süreciyle ivme kazanan bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler,
toplumsal reflekslerin değişimine etki etmekte ve sürekli yeni söylemlerin üretilmesinde
aktif rol oynamaktadır. Eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim ve daha birçok alanda teknolojinin
yaygınlaşması beraberinde toplumsal ve kurumsal değişmeleri ve çatışmaları getirmektedir.
Bireysel düzeyde başlayan birçok değişim, zamanla toplumsal ve kurumsal değişime
dönüşmektedir. Çatışmayı değişimin bir sonucu olarak görmek mümkündür.
Bireylerin veya grupların, kendi ihtiyaç ve çıkarlarını korumak güdüsüyle birbiriyle uyumsuz
amaçlar taşımalarına, birbirleriyle uyuşamamalarına, anlaşamama, ters düşme durumlarına
“çatışma” denilmesi mümkündür. Çatışmalar normaldir, gereklidir, kaçınılmazdır ve çoğu
zaman ya ilişkilerin geliştirilmesine ya da ilişkilerin zarar görmesine yol açmaktadır. Farklı
duygu ve düşüncelere sahip olan insanların doğası, ister istemez çatışmaları da beraberinde
getirmektedir.
Çatışmaların tamamen yok edilmesi mümkün olmasa da en aza indirmesi bireysel,
kurumsal, kamusal ve toplumsal boyutta vereceği zararların minimize edilmesi mümkündür.
Çatışmaların yok edilmesi gerektiği düşüncesi yerine, çatışmaya yol açan nedenlerin
dikkatlice analiz edilerek sakıncalı çatışmalarla başa çıkma, etkinliği ve verimi arttırıcı
şekilde yönetilmesi mümkündür. Çatışmaya sebep olan halleri eğitimle izole etmek, iletişim
kopukluğunu gidermek, çatışmayı uzlaşmaya dönüştürmek toplumların ve kurumların yaşam
düzenlerini sürdürebilmelerine olanak sağlamak mümkündür.
Her toplumun, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, teknolojik ve bilimsel değişmelere
uyum sağlayabilmeleri için çatışmalara ve bu çatışmaların barışçıl çözüm yöntemlerine
ihtiyacı vardır. Pek çok çatışma türünün ve çözüm önerilerinin bilimsel düzeyde tartışılacağı
kongremizde, çatışma çözümlerine akademik bir anlayışla yaklaşılarak, çatışmaların barışçıl
çözümlerine yönelik katkı sağlamak ve bilgi üretmek amaçlanmıştır.
Kongremizde kurumsal ve toplumsal çatışmalar/çözümler alanındaki yeni/özgün, orijinal,
araştırmaya dayalı, örneklemeli/uygulamalı bildirilere yer verilmiştir. Düzce Üniversitesi
Gölyaka Meslek Yüksekokulu ev sahipliğinde düzenlenen “Toplumsal ve Kurumsal
Çatışmalar ve Çözüm Önerileri” temalı kongremize katılımınızdan dolayı teşekkür eder, tüm
katılımcılara Üniversitemiz, Yüksekokulumuz ve kongre ekibimiz adına saygılar sunarım.
Yrd.Doç.Dr. Oğuz KARA
Gölyaka Meslek Yüksekokulu Müdürü
xi
xii
İÇİNDEKİLER
BİLDİRİLER
Prof. Dr. Mehmet Ali KİRMAN - Ömer Faruk IŞIKLI
“Grup İçi Çatışmalar: Dini Gruplarda Kadın Ve Statüsü”..............................................................................1
Prof. Dr. Naci İSPİR - Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL
“Liberal Demokrasinin Ontolojik Ve Ahlaki Temellerine Yönelik Eleştirel Bir Yaklaşım”............................19
Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL - Prof. Dr. Naci İSPİR
“Ötekinin İnşa Edildiği Sorunlu Bir Alan Olarak Oscar Ödül Törenleri
(85. Akademi Ödülleri ve “Argo” Filmi Örneği)”.........................................................................................29
Yrd. Doç. Dr. Emel İŞTAR
“Türkiye’de Mobbing: Gazete Haberleri Üzerinde Bir İnceleme”................................................................45
Yrd. Doç. Dr. Halil MUTİOĞLU
“Büyük Grup Kimliği Farklılığından Doğan Bir Çatışma Alanı Olarak Pkk Terörü
Ve Bazı Sivil Toplum Örgütleri Açısından Çözüm Önerileri”.........................................................................59
Yrd. Doç. Dr. İsmail ÖZBAY
“Turizm Yönetiminde Bir Bakış Açısı: Çatışmalar Ve Çözümler”.................................................................73
Yrd. Doç. Dr. Kenan DUMAN
“Gustave Le Bon’un Sosyal Bulaşma Düşüncesinin Yeni Medyadaki: Yansıması:
Dijital Linç Kavramı Ve Twıtter İçerik Analizi”.............................................................................................87
Yrd. Doç. Dr. Serap BULDUK - Öğr. Gör. Esra USTA - Öğr. Gör. Yeliz DİNÇER - Öğr. Gör. Sevgi BAYRAM
“Demanslı Yaşlılara Uygulanan Sanat Terapi Yönteminin Bilişsel Durum Üzerine
Etkisinin İncelenmesi”..................................................................................................................................103
Uzm. Dr. Canay UMUNÇ
“‘Charlıe Hebdo’ Saldırısı Üzerinden Fransız Basınında İslamofobinin Yeniden Üretilmesi:
Le Monde Gazetesi Örneği”......................................................................................................................... 117
Dr. Osman SÜMER
“Çağdaş demokrasi: çoğulculuk mu? Çok seslilik mi?”..............................................................................135
xiii
Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU - Öğr. Gör. Tuba PALA
“Mobil Cihaz Teknolojisi İle Birlikte Gelişen Mobil Uygulamalar Ve Bunların İletişim Boyutunda
İncelenmesi Üzerine Bir Araştırma”............................................................................................................151
Öğr. Gör. Murat GÖRAL - Yrd. Doç. Dr. Öznur BOZKURT - Psikolog İlhan BOZKURT
“Örgütsel Çatışma Yönetiminin Tükenmişliğe Etkisi:
Çağrı Merkezi Çalışanlarına Yönelik Bir Araştırma”..................................................................................163
Öğr. Gör. Nurgül SOYDAŞ - Turgay YAVAŞ
“Sosyal Medyada Damgalama: Nihat Doğan Örneği”................................................................................183
Öğr. Gör. Oğuzhan KORKUT
“Grafik Tasarımın Meslek Olarak Tanımı Ve Sektörel Durum”...................................................................197
Öğr. Gör. Reyhan SÖNMEZ
“Konaklama İşletmesi Müdürleri Ve İşletme Sahiplerinin Çalışma Yaklaşımlarının Departman
Faaliyetleri Bazında Değerlendirilmesi Ve İşletme Üzerindeki Etkilerinin Araştırılması”.........................215
Öğr. Gör. Sağbetullah MERİÇ - Yrd. Doç. Dr. Öznur BOZKURT - Öğr. Gör. Kutbettin ERDURUR
“Örgütsel Çatışma Ve Kurumların Öğrenme Kapasiteleri Arasındaki İlişki:
Bir Kamu Kurumu Örneği”..........................................................................................................................233
Öğr. Gör. Tuba PALA - Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU
“Üniversite Öğrencilerinin Sosyolojik Profilinin Araştırılması Gölyaka Meslek Yüksekokulu Örneği”.........................................................................................................249
Öğr. Gör. Tuba PALA - Öğr. Gör. Hasan BİBEROĞLU
“Siber Dünyada Bireysel Güvenlik Ve Mahremiyet Bağlamında, İletişim Ve Sosyal Paylaşım
Platformlarından Olan Facebook, Twıtter Ve Instagram Kullanıcılarının, Sosyal Ağları Kullanımı
Esnasında Karşılaşabilecekleri Güvenlik Ve Risklerden Haberdar Olma Durumları
Üzerine Bir İnceleme”..................................................................................................................................265
Arş. Gör. Damla TOSYALIOĞLU
“Kriz Dönemlerinde “Duygusal Emek” Davranışının Ortaya Konulmasına İlişkin
Bir İnceleme: Bir Saha Çalışması”..............................................................................................................277
Arş. Gör. Yusuf Bahadır DOĞRU - Sema DOĞRU
“Bir Halkla İlişkiler Aracı Olarak Twıtter: Rektörlerin Twıtter Kullanım Analizi”....................................291
Aslı ÖZTÜRK
“Kurumsal Güveni Korumada Kriz İletişiminin Rolü”................................................................................309
Berkant YILMAZ
“Yeni Medya Ortamlarında Örgütlenme Ve Toplumsal Etkileri:
#Sendeanlat Örnek Olay İncelemesi”...........................................................................................................325
Bülent AYDIN - Doç. Dr. Yusuf YURDİGÜL
“Bir Sorun Olarak Boş Zaman Etkinliği Bağlamında Yeni Medya”............................................................341
Dzheylyan Y. HALIL (Ceylan HALİL)
“Kurumlarda Kriz Yönetimi Ve Kriz Yönetiminde “İç Denetimin” Önemi”................................................353
xiv
Esra BÜDÜN
“Kriz İletişimi Kampanyalarının Etik Boyutu: Kuş Gribi İletişim Kampanyası”........................................369
Fatih GÜNAYDIN
“Kemal Sunal Özelinde Komedi Filmlerinde Din Adamı Ve Dindarlık Olgusu”.........................................387
Gürbüz ÇİMEN
“Geçmişten Günümüze Türk Kadının Beyaz Perde Ve Televizyonda Temsil Sorunu”.................................415
Necibe AYDOĞDU
“Kentsel Hareketlerde Sosyal Medya’nın Rolü : Gezi Parki Örneği”.........................................................431
Oğuzhan GÖZEK
“Derin Beyin Egzersizleri İle Farklılıkla Öğrenme Ve Öğretme Metodu”...................................................445
Sena ÇUBUKÇU
“Karikatürler Bağlamında Kadın Temsili”..................................................................................................453
Sait KÖZOĞLU - Latif ERDOĞAN
“Sendikaların Tarihsel Gelişimi Ve Toplumsal Barışta Birliktelik Sağlanması,Sendikaların
Tarihsel Gelişimi Ve Toplumsal Barışta Birliktelik Sağlanması”.................................................................481
xv
16
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
GRUP İÇİ ÇATIŞMALAR: DİNİ GRUPLARDA KADIN VE STATÜSÜ
Mehmet Ali KİRMAN1
Ömer Faruk IŞIKLI2
Özet
Dini gruplar, toplumsal yapı içerisinde her zaman kendilerine yer bulmuşlardır.
Ancak sosyal bir realite olarak varlıklarını sürdürebilmek için toplum içine yönelerek
ve propaganda faaliyetleri yapmak ve yeni üye bulmak durumundadırlar. Bu noktada
özellikle yeni toplumsal hareketlerinen önemli toplumsal tabanı olarak bilinen kadınlar
üzerinden mesajlar verilerek gruplara katılım artırılmaya çalışılmaktadırAncak ister
batı toplumlarında ortaya çıksın ister doğu toplumların da dini grupların içerisinde
kadının varlığı ve statüsünün meşruiyeti her zaman tartışmalı bir konu olarak önemini
korumuştur. Dini gruplardakadının statüsü genellikle dinden ziyade mevcut sosyal ve
kültürel algı perspektifinde şekillenmiş ve kadınaona göre rol biçilmiştir.Bundan dolayı
dini gruplarda kadın üyeliğinin grup içinde,özellikle de dini cemaatlerde önemli bir
çatışma kaynağı olduğu da bilinmektedir.
Bu çalışmada yüz yüze görüşme ve gözlemlerden elde edilen veriler yardımıyla şu
sorulara cevap aranması amaçlanmaktadır:Dini gruplarda kadınlar üzerinden nasıl
mesajlar verilmektedir(?) Kadın algısı ve statüsü nasıl şekillenmektedir(?) Özellikle
İslami gruplarda kadınların dini metinler üzerinden öneminin vurgulanıp, gruba dâhil
olduktan sonra nasıl ikincil planda tutulmaktadır(?) Cinsiyet eşitsizliğine yine dini
metinler üzerinden meşruiyet kazandırılmasının nedenleri nelerdir(?) Ayrıca grup içi iş
bölümü, bu iş bölümü içerisinde statü farklılığı söz konusu mudur? Buna bağlı olarak
kadın üyeliği odaklı grup içi ne tür çatışmalar yaşanmaktadır(?)
Anahtar Kelimeler:Toplumsal grup, Yeni toplumsal hareketler, Dini cemaat,Grup içi
çatışma, Statü, Kadın ve Din
1 Prof. Dr. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. [email protected]
2 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İlahiyat Fakültesi. Yüksek Lisans
Öğrencisi, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1
INTRA-GROUP CONFLICTS: THE RELIGIOUS GROUPS AND
WOMEN'S STATUS
Abstract
Religious groups,have found place them selves in a socialone a every t ime.But they
have to find new member to continue their social reality in a society for their proffessionel
expenditure. At this point peopletry toadd the women to the society becauset hey are
know as the basic group of society. But both in thee astsocietyand west society, place of
women always argued in religious group, place of women a genarally dependson social
culture not religion. Sothe role of the women has been given accordingto culture not
depends on religion. It is know that membership of a women in a religious community
it a big conflict.
Thiswork’saim is try ingtofindan wers with the help of observationsand face of speech:
What kind of messages has been givento there ligious group abaut women(?) How is the
perpectionand status of women formed(?) Specially, in Islamic writings they giveim
portance to women rights but when the yadd the women their group stheydon’t give
sameim portance. And what is there a songivinglegalitytoune quality of sex depends on
religion? Besides, is there a statue difference between division of labour(?) And depends
on this what kind of confilict zarepossiple according to membership of wom
Keywords: Social groups, New social movements, Religious communities, İntra-group
conflict, Status, Women and Religion.
2
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Çalışmanın temel amacı, tarihsel süreç içerisinde dini grupların oluşumu ve sosyokültürel sebepleri, grup olgusunun ne olduğu, dini grupların çıkış nedenleri, buna
bağlı olarak dini grupların toplum içerisinde yaşayabilmesi için ne gibi faaliyetlerde
bulunmaları gerektiği, özellikle dini grupların “kadın olgusu” üzerinden çok fazla sosyal
içerikli mesajlar vermesinin nedenleri ve dini gruplarda var olan “kadının” rolü, statüsü
ve sınıfsal çatışmaların nedenleri gibi sorulara cevap aranmaktadır.
Tarihsel süreç içerisinde doğu-batı toplumlarında inanca dayalı pek çok din ve
mezhep ortaya çıkmıştır. Bu dinlerin ve mezheplerin süreç içerisinde farklı dini boyutlar
kazanıp, dini grupların ortaya çıkmasına neden olduğunu söylemek mümkündür.
Dini grupların kamusal alana çıkarak toplumsal taban bulması ve yaygınlaşmasının
özellikle 1950’lerden sonra olduğunusöyleyebiliriz Bunun nedeni dünyada oluşan siyasi
etkenler, ekonomik buhranlar ve en önemlisi ise dünya savaşlarıdır. Buna paralel olarak,
17.yüzyılda aydınlanmayla başlayan sanayileşme ve sonucunda oluşan şehirleşmenin
yayılması; şehirleşmenin getirdiği modernite ve küreselleşme gibi olguların etkisinin
olduğunu söylemek mümkündür.Bu sosyolojik durumun sonuncunda, insanların dine
dönüşü, ona sıkı sıkı bağlanma isteği, dini grupların ortaya çıkışı ve toplum nazarında
kabul görmesiyle birlikte sosyal hayatın içerisinde kendine yer edindiği söyleyebiliriz.
Dini grupların daha çok batı ve uzakdoğu ülkelerinde yaygınlık kazandığını ve dini grup
aracılığıyla dine dönüşün olduğunu görmekteyiz. Burada seküler paradigmaların çoğu;
sanayileşme ve modernleşmeyle birlikte insanların dinden uzaklaşacağı ve buna bağlı
olarak dinin yok olacağı teorileri ortaya atılmıştır. Ancak bu paradigmaların çürüdüğü
tarihsel süreç bağlamında görülmektedir. Dinin, dini gruplarla(cemaat) varlığını toplumsal
tabanda kabul görmesiyle birlikte varlığını sürdürebildiğini söyleyebiliriz, ki bu noktada
bazı seküler paradigmaların dinin yok olmasada, dinin farklı dini gruplara(cemaatlere)
bölünerek daha spesifik bir yapı içerisinde varlığını sürdüreceğini ve bunların dini
gruplar çerçevesinde olabileceği fikirleri de ortaya atılmıştır(bk. Kirman&Çapcıoğlu
2015). Bu nokta 21.yüzyılda bu tip dini grupların yaygın olarak varlığını sürdürmeye
devam ettiğini söyleyebiliriz.
Anadolu topraklarında ise dini gruplara tarihi süreçiçerisine baktıgımızda cemaatler,
tarikatlar ve tekkeler varlığından bahsedebiliriz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulmasıyla birlikte bu tip dini grup ve cemaatlerin(tekke ve zaviyeler kanunu, 1925)
resmi olarak kaldırıldığı bilinmektedir. Ancak Türkiye’de özellikle dini grupların 1980’li
yıllardan sonra görünür hale geldiğini,sosyal hayatın içinde kendi hissettirmeye başlayıp
taban bulduğunu ve yaygın bir şekilde sosyal hayata dahil olduğunu görmekteyiz (bk.
Kirman 2004).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3
2. Gruplaşma Olgusu
İnsan toplumsal bir varlı olarak İnsanlık tarihi boyunca insanlar birlikte bazı
ihtiyaçlarını daha kolay karşılayabileceklerinden dolayı toplum halinde yaşamakta,
ancak bu şekilde bütün ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Çünkü nüfusun yoğun olduğu
toplumsal kesimlerde insanlar, günlük ihtiyaçlarını ya da uzun vadeli maddi ve manevi
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendilerine daha yakın olan ve ilişki kurabilecekleri
kişilere ya da gruplara ihiyaç duymaktadır(Akyüz2013). Bu noktada gruplaşma
olgusunun toplumsal bir ihtiyaçtan mı kaynaklandığını yoksa insanın toplumsal hayatta
varlığını devam ettirmesinin bir realitesi olduğundanmıdır(?) bilinmez ama gruplaşma
olgusunun var olan tüm toplumlarda vazgeçilmez bir olgu olarak karşımıza çıkmaya
devam edeceğinide söylememiz mümkündür.
Grup ve dini grup olgusunun oluşumunun bu sebeplere bağlı olarak ortaya çıkması
bir çok sosyoloğun bu konuda farklı kavramlarıve tanımlamaları ifade etmelerine sebep
olmuştur. Grup denince akla bazı ortak özellikleri olan bireyler topluluğu gelmektedir.
Dış görünüş, dil, sosyo-ekonomik statü veya kültürel değerler ve uygulamalarla diğer
insan topluluklarından ayrılırlar. Bir grup çoğu zaman ortak bir kimlik duygusu, üyeleri
arasında paylaşılan çıkarlar ve hedefler ile karakterize olur. Fakat bir grup, üyeleri
bazı nesnel özellikleri paylaştıkları için var olabilir ve değerleriyle bir grup olarak
tanımlanabilir. Ancak sosyolojide yaygın bir kullanım alanı olan toplumsal grubu,
yığınlardan ve toplumsal kategorilerden ayırmak gerekir(Kirman2011).
Dini grup denince,din sosyolojisinde klasikleşmiş bir tipolojiye göre; tabii bir grubun
dinin taşıyıcısı haline gelmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda
doğrudan doğruya dini sebeplerle bir araya gelme veya gruplaşma hali görülmez;
önceden var olan grup bağının din aracılığıyla değişik bir şekil alması, bir anlamda
daha da güçlenmesi söz konusudur. Bu durumda din, grubun uyumluluğunu arttıran bir
işleve sahiptir. Tabii dini gruplar genellikle kabile dinlerine özgü olarak ortaya çıkarlar.
Hassaten ya da sırf dini gruplar olarak adlandırılan gruplar ise, üyelerinin özellikle
dini yönelişle bir araya gelmeleri sonucu oluşmaktadır. Dinin bizzat kendine özgü bir
takım sosyoljik görünümler oluşturma gücünün yansıması olarak ortaya çıkan bu tür
gruplar bireylerin önceden var olan grup bağlarının zayıflatarak, bazen hepten yok
ederek yeni bir bağ ile bir araya gelmeleri suretiyle yeni bir gruplaşma yaratmalarına yol
açar(Wach1987&Kirman2011).
Dini grup olgusunun farklı tanımlama yorumlama biçimlerinin de ortaya çıktığını ve
bu dini grupların çok yönlü ve karmaşık olan doğalarının anlaşılması için birbirinden
farklı tanımlamalar yapıldığı görülmektedir. Bunlar “yeni dinler”, “sekt”, “kült”,
“yeni dindarlık biçimleri”, “zararlı örgütler” , “yeni dini hareketler” gibi çok çeşitli
kavramlarla ifade edilmeye çalışıldığını ve türkiyede ise söz konusu gruplara “kült
grupları”, “tarikatlar”, “Yeni Çağ dinleri”, “yeni dini hareketler” gibi kavramlarla ifade
edilmektedir(Kirman2011).
4
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Gruplaşma olgusu, insan var olduğu sürece kendi iç düzeninde bir şekle bürüneceğini
ve tarihsel süreç içerisinde grup olgusunun toplum nazarında vazgeçilmez bir kurum
olarak kalacağını, bunu da tarihi tecrübe görüldüğünüve göstermeyede devam edeceğini
söyleyebiliriz.
3. Grup İçi Çatışma ve İş Bölümü
Her toplumsal yapıların içinde sınıfsal bir çatışmanın olması sosyal bir varlık
olan insanın realitesi haline geldiğini söyleyebiliriz. Bu sınıfsal çatışmanın daha
çok sosyolojide toplumsal gruplara ayırıp, bu oluşan grupların farklı sosyal boyutlar
içerisindeki sınıf mücadalelerisosyolojik bir vaka olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle
17.yüzyılda aydınlanmayla birlikte sanayileşmenin küresel hale gelmesi, şehirleşmenin
oluşumuyla birlikte toplum içinde farklı gruplaşmanın ortaya çıkmasına neden olduğunu
söyleyebiliriz. Bunun dışında insanın, varlığını sürdürebilir olması için sosyal yaşam
içerisinde kendine ait toplumsal bir iş bölümünün olması kaçınılmazdır. Bu sebepten
toplumsal iş bölümünün olması ve bu bölümlerin kendi içinde sınıfsal bölümler halini
almasıda süreç içerisinde görülmektedir.
Sınıfsal çatışma denince akla ilk olarak Marx, toplumsal iş bölümü denince akla
Durkheim gelmektedir. Marx’ın kavramı daha çok ekonomiklik ekseninde oluşan sınıfsal
bir mücadele olgusu çerçevesinde şekillenmektedir. Bu kuramın genel çerçevesinde
bulunançatışma iki düzeyde belirginleşir, bunlar iktidarı, gücü ve sermayeyi(üretim
araçlarını)elinde bulunduran burjuvazi ile bunlara sahip olmayan,sömürülen(ezilen)
işçi(proleterya) sınıflarıdır(Fındıkoğlu1975&Keskin2013). Sosyal sınıfları, toplumdaki
nesnel olarak yapılaşmış ekonomik eşitsizlikler temelinde, yani bireylerin üretim
ilişkilerindeki konumları içinde ele alır. Ekonomik ilişkiler sınıfların temelini
oluşturmaktadır. Tüm sınıf ilişkileri sömüren ve sömürülen gruplar arasında oluşmaktadır.
Sömüren bir artı değere sahip olurken sömürülenler ise iş-güçlerini satarak yaşamlarının
devam ettirmektedirler. Her cemiyet üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin neticesi olarak
ortaya çıkan sınıflar halinde organize olmuştur(Türkdoğan2004). Bu çerçevede çizilen
sınıfsal çatışmayı, çalışmamızda; iki grubun sınıf mücadelesi çerçevesinde oluşan
çatışmayı değil, var olan grubun kendi içinde oluşan kişilerin rol ve statüsünü koruma
için yaptığı mücadele üzerine şekillenecektir.
Durkheim, toplumsal iş bölümünde oluşan grupları daha çok mekanik iş bölümü
ve organik iş bölümü çerçevesinde ele almıştır. Bu iki kavramı toplum içinde oluşan
bir konsensüsü sağlamak toplumun bir arada yaşaması üzerinedir. Yani toplumsal bir
çatışmanın olmaması ve bir arada yaşamı sürdürelebilir olmasıdır. Mekanik dayanışma,
bir benzeşme dayanışmasıdır. Bu dayanışma biçimi bir toplumda egemen olduğu
zaman bireyler birbilerinden pek az farklıdırlar. Aynı topluluğun üyeleri aynı duyguları
hissettikleri, aynı değerlere katıldıkları, aynı kutsala inandıkları için birbirlerine
benzerler. Bireyler farklılaşmadığı için toplum tutarlıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
5
Organik ise karşıt dayanışma biçimi, düşünce birliğinin yani topluluğun tutarlı
birliğin farklılaşması ile doğduğu ya da anlatım bulduğu dayanışma biçimidir.
Bireyler artık benzer değil, farklıdır ve bir bakıma farklı oldukları için konsensüsü
gerçekleştirir(Aron2014). Amaçlar doğrultusunda gruplaşma olgusunun oluştuğunu ve
bu grupların kendi içinde aynı değer aynı amaç için oluşan aidiyet duygusuyla birlikte
grupların kendi içinde tutarlılığının olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca toplumsal
konsensüsün sağlanmaması durumunda,grup içi çatışmaya yol açabileceğinden dolayı dini
grupların kendi içinde bu konsensüsü sağlama zorunluluğu da ortaya çıkmaktadır. Şayet
konsensüsün sağlanamadığı takdirde dini grupta bölünmelerin olması kaçınılmazdır.
Bu çatışma unsurlarn kahirekseriyeti toplumsal cinsiyet bağlamında ortaya
çıkmaktadır. Bunun sebebi ise var olan dini grupların, çıktığı din olgusu ve kültürel
öğelerin baskın olmasından kaynaklanmaktadır. Dini grupların kendi içinde bazı
öğretileride bu minvalde oluşturmaktadır. Gruplar genellikle ister semavi dinler olsun
ister olmasın hemen hemen hepsinin erkek egemen(ataerkil) bir yapıya sahip olduğu
görülmektedir. Bu bağlamda oluşan dini grupların kadın olgusu konusunda problemli
olduğunu söylemek mümkündür. Bu probleminde kadının ikincil bir planda yer alması
buna bağlı olarak toplumsal cinsiyet ve grup içinde çatışma unsurlarına neden olmaktadır.
Bu toplumsal cinsiyet ayrımı ve çatışma unusuru olarak karşımıza “feminizm” olgusunu
ortaya çıkarmaktadır. Feminizm; kadın/erkek için “eşitlik” ve “adalet” olguları
çerçevesinde fikirlerini ortaya koymuştur. Buradaki kastımız kadınların erkek egemen
anlayışına karşı oluşturduğu birliktelik hareketidir. Bu hareket, dini grup hareketi olarak
düşünülmemelidir. Ancak kadın hakları konusunda dini grupların anlayışlarına da ciddi
bir etkiside oluğu yadsınamaz bir gerçekliktir.
Dini grupların kimliği ve özel mensubiyet duygusu, dini topluluklarla topluluk dışı
fertler arasında görünür veya görünmez, esnek ya da katı sınırlar çizmektedir. Grup
içindekiler için dahili bir arınma imkanı sunan dini gruplar, aynı zamanda müntesiplerini
grup dışı tehlikelere karşı koruyan bir kalkan/sığınak işlevi görmektedir. Kendi normatif
grup kimliğinden hareketle dışardakinin “ötekileştirilmesi” potansiyel dini çatışmanın
ilk basamağını oluştururken; grup dışı kimlikler “biz” ve “onlar” karşıtlığı içinde
algılandığında, çatışmanın zemini kendiliğinden oluşmaya başlamaktadır(Aydınalp2013).
Dini grupların kendi içinde kansensüsü saglaması ancak grupları öteki olarak
tanımlanması sınıfsal çatışmayı ortaya koymaktadır. Bu unusurlarla birlikte “biz”
anlayışı grup içi çatışamanın olmayacagı anlamınada gelmemektedir.
Grupların kendi içinde “biz” duyusu oluşsada çatışma unsurları bazı dini gruplarda
görülmüştür.Seventh-day (yedinci-gün) adventists’ler olarak bilenen yeni dini
gruplardandır. Bu grubun lideri olan kadının(Bayan Ellen White) ortaya attığı
kehanetlerinin gerçekleşmemesi grup içi çatışmalarına sebep olmuştur. Özellikle dini
konuların da etkili olmasıyla birlikte, liderin ölümünün grup içi çatışmaya bağlı olarak
grubun bölünmesiyle sonuçlanmaktadır (Köse2011).
6
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bu çatışmanın kendi içinde rol çatışmalarınıda tetiklemiş grup liderliği mücadelesine
dönüşmüştür. Bu sonuçla kendi içinde farklı dini grup isimleri ve inanç biçimiyle devam
etmiştir.
Bununu dışında ortaya çıkan bir başka dini grup Mormon’lardır. Yaygın olarak bilinen
bir dini gruptur; kadınlar konusunda temel olgusundan biri çokevlilik(poligami) olması
ve evlilik konusunda sınırın olmamasıdır. Hatta grup lideri çokeşlilik konusu kamusal
alanda doktorin olmasını ilanetmiştir (Mauss1998&Köse2011). Çokeşlilik konusuna
kutsal sayılan (The Book Of Mormon) mormon kitabının Alma kitabı:39:5 bölümü
dayanak gösterilmektedir.Buna rağmen grup içinde bu konu eleştirilmektedir. Bunun
dışında kadınların grup içinde verilen iş bölümü çoğunlukla ikincil bir statüye sahiptir.
Örneğin; kadına dini anlamda bir liderlik rolü ve statüsü olan kadın papaz unvanı
verilemez. Bu anlayışın olması kadına verilen rol ve çokevllik meselesi grup içinde
çatışma sebepleri olmuştur. Grup içinde kopuşlar olmuş, farklı mormon gruplar ortaya
çıkmıştır. Bu gruplarda içinde kadınlara haklar verilmesi gerektiğini veçokevliliğin de
yasaklanması gerektiğini söylemişlerdir(Köse2011). Bu farklı mormon grupların, grup
içi çatışmaya neden olan bu konularda, inanç biçimlerini çatışmaya mahaal vermeden
ortaya koymuşlardır. Buda kadının rolü, grup içinde statüsü tartışma ve çatışma vakası
olarak karşımıza çıkmaktadır.
İslami kökenli olup Türkiye’de oluşan dini gruplar, cemaatler ve tasavvufi tarikatlarda
karşımıza çıkmaktadır. Bu grupların, üye kazanma arzusu ve cemaatin üye kazanma
faaliyetlerinde bulunması reel gerekliliktir. Bu noktada, bu tip dini grupların kadının
kamusal alanda var olması konusunda sosyal mesajlar verilmektedir. Bu sosyal
mesajların verilmesi, kadının gruplara dahil olması, toplumsal hayat içerisinde varlığını
kabul ettirmesiyle birliktegrup içi çatışma unsurları karşımıza çıkarmaktadır. Örneğin;
dini gruba dahil olunmasına bağlı olarak, aile içi eşler arasında oluşan rol çatışmaları
gibi... Dini gruplar kendi içinde oluşan toplumsal iş bölümünün olduğu gözlemlerimiz
doğrultusunda görülmüştür. Bu bağlamda kadınların oluşturduğu(kadın cemaati) kendi
içinde-yine aynı dini grup liderine bağlılığına devam etmekle birlikte-özerk olarak
kadınlardan müstakil dini gruplar varolmuştur. Bu noktada kadınlardan oluşan grubun,
dini grup liderinin görev verdiği kadının çevresinde oluşan üst yapı(yönetici) şekli
görülmektedir. İşte bu durumda oluşan bu üst yapı, grup içinde rollere bağlı sınıfsal
çatışma durumları karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca üst yapı içersindekigörüşmelerimizde,
kadınların kendi içinde statüsel değişikliklerin olduğunu bu değişikliklerin genelde kadın
cemaat lideri olan kişi tarafından grup içinde başarı gösteren(eğitim alan) kadınların
(ablalık veya hocalık) statüsüne yükselmesi, kadının grup içinde üst kimlik kazandığını
göstermektedir. Buna baglı olarak grup içinde rollere bağlı çatışma durumlar da karşımaza
çıkmaktadır. Bu çatışmanın genellikle ablalık ve hocalık kimliğini kullanarak grup içinde
grup liderinin yerine kendini koyarak hareket etmesi sebebiyle rollere bağlı çatışmalar
görülmüştür. Süreç içerisinde bu tavrı sergiliyen kadınların grupdan ayrılmaları veya
uzaklaştırılmaları gözlemlenmiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
7
Bu durumun grupdan kopuşlara neden olduğunu söyleyebiliriz. Görüşmelerimizde grup
içinde ki kadınları bu duruma sebep olan kişinin grup içinde “fitne” olarak tanımladıkları
görülmüştür. Bu çatışma sonucunda grup içinde belli bir statüye yükselen kişinin ve ona
bağlı olan küçük kadın guruplarını yanına alarak grup içinde veya dışında ayrı özerk yapı
oluşturmak istemesiyle karşılaşılmıştır. Yani grubun bölünmesi, bölünmeye sebep olan
kişini etrafında farklı bir üst grup oluşturma şeklidir. Araştırdığımız kadın dini grupları(
tasavvufi gruplar “Kadirili ve Nakşilik”) gözlemlerimiz doğrultusunda grup içi sınıfsal
çatışma ve rol çatışmaları durumu gözle görülür bir durumdadır.
Yukarıda verdiğimiz örnekte kadının var olan bir dini gruba dahil olması ve grup içinde
kendine yer edinmesi toplumsal hayat içinde kendini gerçekleştirmiş olma hissi, kadının
gruba bağlılığını arttırmaktadır. İşte bu nokta sosyal bir kurum olan ailede eşler arasında
sınıfsal ve iş bölümüne (rollere) dayalı çatışmalar olduğunu görüştüğümüz dini gruba
üye olan kadınlardan aldığımız bilgilerde karşımıza çıkmaktadır. Görüşme yaptığımız
kişilerin kahirekseriyeti erkeklerin; gruptan ayrılması konusunda baskıya maruz
kaldıklarını dile getirilmektedir. Çünkü; “eşlerin ev işlerinide ben yapım, çocuklara da ben
bakim” vb. toplumsal iş bölümüyle (roller) alakalı argümanlarla uyarılarda bulunması,
kadınını gruptan kısmende olsa uzaklaşmaya itmektedir. Hatta görüşmelerimizde;
kadın mensubun eşi tarafından bazen bu dini gruba devam edersen “boşanırımtehdidi”
ile karşılaştığını beyan etmiştir. Ancak bu tip tehdit ve uyarılara rağmen grup içinde
kendisine düşen iş bölümünü(rolleri) en iyi şekilde yaptıklarını ifade eden kadınlarda
olmuştur. Ancak tam tersi durumlarda gözlenmiştir. Kadınlar, bu baskılardan dolayıda
eşler arasında çatışma olmaması için susup gruptan uzaklaştıklarıda görülmüştür. Bu
durumun kadında var olan ataerkil algının etkisi olduğunu düşündürmüştür. Görüldüğü
üzere var olan dini gruplar içinde sınıfsal çatışmanın yanında aile içi çatışma durumlarının
olduğunu söyleyebiliriz.Toplumsal iş bölümü(roller) hemen hemen sosyal hayatın
her noktasında görülmektedir. Ayrıca grup içi çatışma durumları sosyal hayatın içinde
konsensüsü sağlanmadığı takdirde sosyal ve sınıfsal çatışma vakalarıyla karşılaşılmaya
devam edeceğimizi söyleyebiliriz. Ancak burada akla gelen var olan toplumun sosyal
hayat içinde iş bölümünü belirleyici unsurlar ne olduğu veya bu iş bölümünü kimin
belirleyeceği sorusu da takılmaktadır.
4. Dini Gruplar ve Kadın
Dini grupların genellikle ortaya çıkışı bir çok nedene bağlı olduğunu giriş kısmında
belirtmiştik. Bu hususun en temel sebeplerinden biri toplumsal tabanın, bu dini gruplara
ihtiyaç duymasıdır. Dini grupların var oluşu, genellikle var olan dinler çerçevesinde
oluşmuştur. Toplumsal cinsiyet bağlamında dinin kadın konusunda ne söylediği ile
nasıl söylediğinin zaman içerisinde farklı okunup algılandığı, bu okuma ve algılamaların
ardındaki dinsel, sosyo-kültürel, bireysel, ekonomik, siyasal vs. faktörlerdir (Yapıcı2013).
Tarihsel süreç bağlamında boyut değiştirip farklı algılamaların oluştuğu vebunların
içinde dini öğreti ve kültürel olgularla iç içe girerek modernleşme ve sekülerleşme
olguların etkisidini grupların varlığını ortaya çıkardığı düşünülmektedir.
8
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bu dini gruplardan senkretik (çeşitli inanç unsurlarına bağdaştırılmasıyla meydana
gelen yapı) özelliğe sahip olanlar da mevcuttur. Burada dini grupları şu şekilde tasnif
edip sistemli bir şekilde ifade etmeye çalışacağız: 1. Hristiyan kökenli dini gruplar
ve kadın, 2. Uzak-Doğu ve Hint kökenli dini gruplar ve kadın, 3. İslami kökenli olup
Türkiye’deki dini gruplar ve kadın, şeklinde ifade edilecektir.
Sosyal hayatın içinde her bireyin kendine ait özellikleri ve iş bölümleri vardır. Sosyal
bir varlık olan insan toplum içinde bir dayanışma bağlamında yaşamını evrensel boyutta
sürdürmektedir. Dini grupların sosyal hayat içerisinde var olması ve kadınların kamusal
alanda varlığını bu gruplar aracılığıyla sürdürebilir olmasında özellikle dini grup ve
kuruluşların önemli derecede etkinliğinin bulunduğu görülmektedir. Toplumsal cinsiyet
bağlamında daha çok feminist hareketlerin etkinliği görüldüğünü ifade etmiştik. Burada
feministler; toplumun ve kültürün belirlediği, hatta zamanla erkek hakim bir yapının
oluşmasıyla kadınların sosyal, siyasal ve ekonomik hayattan uzaklaştırıldığı, neticede
onların sadece kocaya itaat etme, ev işlerini aksatmadan yürütme erkek neslinin devamı
için çocuk doğurma ve büyütme ile sınırlı rollere mahküm edildiği kanaatindedirler
(Berktay2012; krş.Yapıcı2013). Bu duyguda olmalarının genellikle var olan dinlerin
ataerkil yapısı ve dini metinlerin etkisi olduğu düşünülmektedir. Bu nedenlerden dolayı,
kadının ikincil duruma düşmesi ve erkek hegemonyası altında kalmasına karşın, kadının
kendini sosyal dini grupların aracılığıyla kamusal alanda varlığını ispat etme çabası,
grup içinde kendini gerçekleştirmesi, toplumsal tabanda statü kazanması ve gruba
aidiyet hissi ile bağlanmasını sağlamaktadır. Bu sebepten dini gruplarda kadınların rolü
ve statüsü ne olduğu sorusu ortaya çıkmaktadır.
4.1. Hristiyan kökenli dini gruplar ve kadın
Hristiyan kökenli dini grupların oluşumu ve ortaya çıkışı genellikle var olan dini
inanç esasları bağlı ve kültürel olgularla şekillenip farklı boyut kazanıp kültler veya
mistik bir boyuta dönüşerek sosyal hayat içerisinde toplumsal kabulle yerini almış ve
almayada devam etmektedir. Bu dini gruplar farklı şekillerde farklı isimlerde karşımıza
çıkmaktadır. Yaygın olarak bilinen adventist(evanjelik) akımlardır. Bu grubun kurucusu
“William Miller”dir. Süreç içerisinde grup içinde çatışmaya bağlı olarak kopuşlar
meydana gelmiştir. Bunlar kendi içinde üç farklı grup halini almıştır: 1.Yahova şahitleri.
2. Yedinci güm Adventistler ve.3.Branch Daviddians. Bu adventist gruplar içinde en
dikkat çekici olan Yedinci gün Adventistsleridir. Çünkü liderin kadındır(Bayan Ellen
White)(Köse2011). Dini gruplar içinde kadının varlığı toplumsal tabanda liderlik
vasıfları taşıması kadını bu gruptaki rolü ve statüsünü belirgin bir şekilde göstermektedir.
Dini gruplar içerisinde olan“Mormonlar”, kadın olgusu konusunda sınıf içi çatışma
unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Grup içinde kadının daha çok grup üyesi artışı
sağlamak için üreme ve çoğalma aracı olarak görülmüştür.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
9
Çünkü grubun temel doktorinel inanç biçiminde çok eşlilik mevcut olması nedeniyle
grup içindeki erkeklerin birden fazla kadınla evliliği tespit edilmiştir. Bununla beraber
kutsal mormon kitabında: zinayı, masum kanı dökmekten ve kutsal ruh’uinkar etmekten
sonra günahların en iğrenci’(Alma kitabı.39:5) olarak geçmesi çok evlilik konusunu
meşrulaştırmıştır. Buna bağlı olarak grubun kurucu kabul edilen Joseph Smith 27 ile
84 arasında eşi olduğu rivayet edilmiş ve sonra gelen diğer liderlerden olan Brigham
Young’ın 17 eşinden 56 çocuğu olduğu ifade edilmiştir(Köse2011). Bu grubun kadına
tanıdığı rol ve statünün sadece ‘eş’ olarak tanımlması kadının yalnızca üreme oracı
olarak kullanıldığı düşündürmüştür. Grubun tarihsel süreç içinde siyasi baskılardan
dolayıEylül 1890 yılında yeniMormon kilisesinin başkanı Wilford Woodruff bir bildiri
yayınlayarak çok evlilik uygulamasına son vermiştir. Ancak kırsal kesimlerde bu çok
evlilik uygulamasına devam edilmektedir. Bununla birlikte aile kurumununun önemi
çocuklardan kaynaklanmaktadır.Bir aileye ve çoluk-çocuğa sahip olmanın, çocuk
doğurmanın çok derin manevi anlamları vardır. Her şeyden önce, aile ve çocuk ezeli
bir varlık olarak görülür. Bu anlamda bu dünyada ezeli bir gelişim çizgisi için önemli
kabul edilen fiziksel bedenin, sadece önceden var olan çocukların ruhları için bir
ikametgâh vazifesi gördüğüne inanılmaktadır. Bu sebeple Mormon kadınlar, anneliği,
kendi hayatlarında en önemli yaşam rollerinden biri olarak görürler. Mormon kadınlar
hamileliğin, ezeli-manevi ilişkileri yarattığına ve bir Tanrısal annelik modelini takip
ettiğine inanırlar(Işık2006;bk.www.mormonum.org/mormonlar.html).Bu inanç şeklinde
kadına verilen rolün annelik vasfından öteye gidemediği ve burada çocuğa verilen
eğitimin öneminden dolayı kadın vurgusu karşımıza çıkmaktadır.
Hristiyanlığın içinde ortaya çıkan ve senkretikolan“moonculuk”dur, kurucu Sun Yung
Moon’dır. Grubla ilgili kadınlara yönelik pek bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak en yaygın
olarak bilinen grup içi evliliklerin yapılmasıdır.Moon kurtarıcı ve mesih olmasından
dolayı; birbirini belki hiç tanımıyan, hatta farklı milletlerden, farklı dilleri konuşan
çiftler Moon tarafından eşleştirerek evlendirilir (Bıyık2003;bk.Kirman2010;Köse2011).
Buradaki kişilerin eş tercihi değil, liderin eş tercihi, kadının grup içinde evlilik
konusunda sözsahibi olmadığını bize göstermektedir. Ancakbu durumun dışında grubun
üye sayısının artması özellikle ABD’de yaygınlık kazanması grubun kurduğu okullarda
genellikle eğitim kurumlarında üst yöneticilerin kadın olması ve bu yöneticilerin
oluşturduğu projeleri lidere sunmasıyla kabul edilmektedirBodur2015). Projelerin
sosyal hayata aktarılması, dini grubun bu konuda kadını çok da geri plana atmadığının
göstergesi olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.
Hristyan kökenli gruplar içinde dikkat çekici olan dini grup,“Chıldren Of God(Tanrının
Çocukları)” olarak bilinmektedir. Grubun kurucusu, Devid Berg’dir. Kutsal metin
olarak “Mo Mektupları (Mo Letters)” adı verilir. Grubun propaganda faliyetleri kadının
cinselliği üzerinedir. Grubun bu faaliyetine “Flirty Fishing” denmektedir. Bu yöntem
kadınların cinsel yönlerini kullanarak erkekleri harekete çekme veya onlardan bağış
alma yetkisi vermektedir.
10
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bu yönteme temel dayanak ise “Law Of Sove(Sevgi Kanunu)”adını verdikleri bu
öğretiye göre kadın ve erkek gönüllülük esası üzerine, istedikleri şekilde birlikte
olabilirlerdi. Ancak grup bu anlayış yüzünden kötü şöhret kazandırdığı için bu
yöntemden vazgeçilmiştir(Hunt2003&Köse2011). Ayrıca grup içinde rollere bağlı
çatışma unsurlarıda görülmektedir. Bu grup içinde onbeş yıl kalmış, gençlik yıllarını
büyük çoğunluğunu bu grubun öğretileri üzerine yaşamış olan “Miriam Willams”
gruptan ayrıldıktan sonra grubun içindeki yaşadıklarını kaleme almıştır. Grubun içinde
yaşanan cinsel istismarları kadına verilen statü ve rolleri ortaya koymuştur. Kadının
gruba üye kazandırmak için erkeklerle cinsel ilişkiyi kullanarak “bu sana tanrının bir
armağanı, kalbini İsa’ya açarmısın”(Williams:2003). Şeklindeki ifadeyle gruba yeni
katılımlar sağlanmaya çalışıldığını dile getirmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere kadının
rolü ve statüsü konusu, cinsellik ağırlıklı olarak karşımıza çıkmaktadır.
4.2. Uzak-Doğu ve Hint kökenli dini gruplar ve kadın
Uzak-doğu ve Hint kökenli ortaya çıkan grupların var olan dinlerden teşekkül olduğu
söylenebilir. Bunların içinde uzak doğuda yaşayan islami kökenli olan dini gruplarda
karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte bu gruplar batıda ve ABD de görülmektedir.
Yaptığımız teorik araştırmalarda uzak doğu kökenli dini grupların çoğunluğunun erkek
egemen bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Bu dini grupların liderlerinin erkek
olduğu ve kadına verilen statünün kahirekseriyetinin annelik rolünden öteye gitmediğini
görülmüştür. Ayrıca verilen bu rollerden dolayı grup içinde rollere bağlı çatışma
unsurlarıda görülmüştür. Ancak bazı istisnai dini gruplar kadını erkekle aynı statüye
getirip ve ona göre hareket ettiğide tespit edilmiştir.
Bu grupların içinde dikkat çeken grup, “Sai Baba” grubudur. Bu grup Hindu ve İslam
karışımı bir yapıya sahiptir. Grubun lideri bu iki dini grup içinde yaşamış bir kişidir.
Bu iki dinin öğretileri, Sai Baba grubunun öğretilerinin oluşumunda etkili olduğu
görülmektedir. Grubun içinde lidere Sai Baba ifadesi kullanılmaktadır. ‘Sai’ kelimesinin
evrensel anlamına geldiğini dolayısıyla Sai Baba’nn anlamının evrenin hem annesi
ve hem babası olarak tanımlanmıştır. Ayrıca Tanrı’nın erkeklik ve dişilik boyutunu
iddaa ederler. Buradan anlaşıldığı gibi dişilik(kadın) demek annelik özelliği demektir.
Grubun kadın olgusu konusunda ortaya çıkan anlayışı şu şekilde ifade etmiştir Sai Baba;
insanlar renk, ırk, din ve cinsiyet ayrımına tabi tutulamaz. Bununla birlikte kadının
erkek eşitliği konusunda feminist yaklaşıma karşı çıkar. Mesela “anneliğin Tanrı’nın bir
lütfu olduğunu, dolayısıyla annelerin iş hayatında bulunmaktansa çocukların gelişimiyle
meşgul olmaları gerektiğini” savunur(Köse2011). Bu sebepten kadının rolü grup içi
çatışmaya itmektedir. Kadını sosyal hayattan uzaklaştırıp kadını kamusal alanda rolü
ve statüsünün ikincil planda da tutmuştur. Liderin kadın konusunda sosyal hayatta
içerisinde var olması annelik vasfından öteye gidemeyeceğini, Erkek/Kadın eşitliğinde
kadının annelik özelliği konusunda tanrısal bir meşruiyet kazandırdığı görülmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
11
Bir başka dini grup ise “Rajneeshe(The Osho Movement)”dir. Grubun lideri hint
kökenli felsefe profösörü olan “Shree Rajnesh”tir. Yapısı ve kadına verilen statü
konusunda, erkek egemen ağırlıklı olduğu, liderin yine cinsellik merkezli bir anlayışı
olduğu tespit edilmiştir. Cinsellik konusunda her türlü serbestliği mazur görülüp, kürtaj
konusunda sınır tanınmamaktadır. Ayrıca grubun kadın müritleri ve Rolls Royce marka
arabalarıyla ünlenmiştir(Hunt2003&Köse2011). Grubun cinsellik üzerine söylemi
grubun kadın konusunda verilen statüsü cinsel bir meta olmaktan öteye gidememektedir.
Bunun dışında karşımıza Budist geleneğinden ortaya çıkan “Soka Gakkai(Nıchıren
shoshu budizmi)”dir. Bu dini grup Japonyada ortaya çıkmış, budist geleneklerine
bağlı hareket etmiştir. Dini grub üyeleri meslek, yaş veya cinsiyete göre gruplayıp,
periyodik olarak toplanılıp, kendileriyle ilgili konuları Budist fikirleri çerçevesinde
tartışırlar(Barker1989&Köse2011; bk. www.sgi.org). Grupta dikkat çekici olan grubu
cinsiyete göre belirlemesi, grubun kadına verilen müstakil yapısı olduğunu, bu çerçevede
kadının statüsel olarak bir yer edindiğini ve kendi grubu içinde tartışmaların yapıldığını
bize göstermektedir.
Uzak-doğu kökenli dini gruplarda da en dikkat çekici olan, kadının rolü ve statüsü
konusunda dünyada bir çok otoriteden destek alan dini grup; “Brahma Kumaris”dir.
Grubun kurucusu hindistanda yaşayan “Dada lekh Raj” dır. Bu grubun bu derece dikkat
çekmesi kadına verdiği rol ve statü belirginliğidir. Grup lideri 1969’da ölmeden önce
hareketin liderliğini kadın üyelere bıraktığını açıklamıştır. Şu anda hareketin liderliğini
hareketin başından beri yer alan Bayan Dadi Janki ve iki kadın yardımcısı üstlenmektedir.
Grupta “Raja Yoga” adlı meditasyon tekniği uygulanır ve meditasyon bir rehber eşliğinde
gerçekleştirilip ve rehberin bayan olmasıda tercih edilir. Grubun organizasyonlarında
kadınlara verdiği önemli roller ve kadınların statüleri ile ilgili görüşler batı kamoyunda
takdirle karşılanmaktadır.(Chryssides2001&Köse2011; bk. www.brahmakumaris.org).
Dini grubta kadının toplumsal hayat içerisinde rolü ve statüsünün net bir şekilde olduğu
görülmektedir. Bu sebepten sosyal hayatın içerisinde kadın üye kabulünün artmasını da
sağlamaktadır.
Mâmafih,yukarıda belirttiğimiz grupların dışında ve tespit ettiğimiz bir çok dini grubun
olduğu söyleyebiliriz. Bu gruplar; “Hare Krıshna(Iskcon)”, “Divine Ligt Mission(İlahi
Işık Misyonu)”, “Transcendetal Meditation(Transandantal Meditasyon”, “Ananda
Marga(Mutluluk Yolu)”, “Reiki(Evrensel Hayat Enerjisi)” gibi grupların olduğu,
bu grupların içinde İslami kökenli olan “Subud” grubuda dahil olmak üzere tespit
edilmiştir(Köse2011). Bu gruplarınkadın konusunda net bir statüsel bir belirginlik yoktur.
Sadece yapılan ibadetlerde gelenek olarak görülen giyim kuşam veya ibadet ritüellerinde
farklılık söz konusudur. Buda kadına verilen özel bir statüyü ifade etmemektedir.
12
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
4.3. İslami kökenli olup, Türkiye’deki dini gruplar ve kadın
Türkiye’de ortaya çıkan islami kökenli dini gruplar uzun yıllar bu toprak üzerinde
varlığını sürdürmüştür. Bu konuda bir çok tasavvufi oluşumlar olan tarikatlar ve cemaatler
ortaya çıkmıştır. Tarihsel süreç içerisinde Türkiye’de 1923’de rejim değişikliğine bağlı
olarak dini gruplara bakış açısı değişmiş ve bu grupların yasaklanması için hazırlanan
tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu(1925) çıkarılmış ve Türkiye’deki dini gruplar
görünürlüğünü kaybetmiştir.Dünyada oluşan modernleşme ve küreselleşme olgusu,
Türkiye’yi etkilemesiyle birlikte, 1980’den sonra dini gruplar sosyal hayatın içinde
belirginleştiğini, 1990’dan sonra görünür hale geldiğini söyleyebiliriz. Bu süreç içinde de
dini grupların yapısal ve fonksiyonel bir değişim ve dönüşümsürecine girmelerini zorunlu
kılan birçok sebebin varlığından söz edilebilir.Dini grupların böyle bir dönüşüm sürecine
girmelerinde en önemli etken,yeni şartlarda da varlıklarını sürdürmek istemeleridir.
Kuşkusuz bu arzunungerçekleşebilmesi, her şeyden önce kendilerine yeni üyeler
edinebilmeleri ve toplumsal tabanlarını genişletmeleriyle mümkündür(Kirman2004).
Türkiye’deki dini grupların islami kökenli olması ve dininde ataerkil yapıya sahip
olması dini gruplarda da kahirekseriyetinin bu şekilde bir algının ortaya çıkmasına
neden olmaktadır. Bu algının bir başka nedeni; toplumun kültürel kabullerinden
kaynaklandığını da söyleyebiliriz. Ancak modernleşmeyle dini grupların kadın
konusunda sosyal içerikli mesajın vermesi kur’an merkezli eşitlikçi vurgu, özellikle de
ayetler bağlamında: Ey insanlar! biz sizi bir erkek bir kadından yarattık(Hucurat49/13)
ve buna benzer bir çok ayette(Nisa4/1,Zariyat57/51 vb.) bu vurgu bulunmaktadır.
Bu sosyal mesajların kadının dini gruba katılmasıyla birlikte kadının kamusal
alan içinde var olması, kadının toplumsal hayatın içinde “bende varım” demesidir.
Görüşmelerimiz ve gözlemlerimizdeki dini grupların genelinde kadınlardan oluşan
bir alt birimi vardır, bunlar“kadın cemaati” şeklinde ifade edilmektedir.Fakat bazı dini
gruplarda erkek ataerkil yapının baskın gelmesi ve kadının ikincil planda tutmasını
sağlayan hadis literatüründe bulunan“Başlarına bir kadını geçiren bir topluluk asla
iflah
olmayacaktır”(Buhari,Meğazi82,Fiten18;Tirmizi,Fiten8;İbnHanbel,43,47,51
vb. bk.Toker2007).Benzerindeki hadislerle kadının grup içinde statüsel olarak ikincil
plana kalmasını sağlamaktadır. Buna bağlı olarak geleneksel din algısının etkisiyle
kadına çizilen bu alandan kaçıp farklı bir yapısal sisteme dönüşmektedir.Bu yapısal
dönüşümetkisiyle dini gruba benzer islamcı sivil toplum örgütleri(Gökkuşağı kadın
platformu ve KADEM vb. organizasyonlar) karşımıza çıkmaktadır. Bu grupların geneli
sadece kadın oluşumlarıdır. Bu grupların özelliği kendilerine özel alanlar tanımlayan
geleneğe eleştiriler getiren, islamcı hareketin aktörleri olarak da kamusal alanda yer
almaktadır(Çayır2009). Bu grubun kadının kamusal alanda var olması ve onlarında bir
sözü olduğunu kadının toplumsal alanda hem dini gruplarda hemde İslami sivil toplum
örgütlerinde görülmüştür, Göle’nin ifadesiyle kadınlar ikincil yedek aktörler değil, tam
tersi, hem modernist hem islamcı hareketlerin önemli simge taşıyıcıları ve toplumsalyaşam kurucularıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
13
Günümüz toplumunda kadının daha belirgin önem taşıdığı görülmektedir(Göle2009).
Toplum nazarında artık kadının var olduğunu her alanda kurucu olarak ortaya çıkacağını
söyleyebiliriz.
Görüşmelerimizdeki kadınların kahirekseriyeti tasavvufi dini gruplara(Kadirilik
ve Nakşilik vb.) üye olması, tasavvufun kadınının sosyalleşmesini sağladığını
düşündürmüştür. Tasavvufun temel anlayışının tasavvufta insaniyet, insaniyetli ve
insancıl olmak esas alındığından cevheri ve özü itibariyle erkekle kadın bir, eşit ve
aynı hak vesorumluluklara sahip olarak kabul edilir. İnsan olmalarıitibariyle aynı zata,
mahiyete ve öze sahip olduklarından aralarında fark gözetilmez.İki cins arasındaki
fark zatta ve mahiyette değil, ayrıntı ve görüntüdedir,şekildedir(Uludağ2012). Buradan
anlaşıldığı üzere tasavvufi yapılar kadın/erkeğe insan olduğu gözüyle bakmaktadır.
Görüştüğümüz kadın cemaatlerin(Kadrilik/Nakşilik grupları ve islamcı sivil toplum
kuruluşları vb. ) üye kadınların geneli gruba dahil olduktan sonra kendilerini sosyal
hayatın içinde var olduklarını hissetmeleri ve hayır işlerine dahil olmaları onların hem
dini bir vecibeyi yerine getirmenin huzurunu yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Özellikle
dini gruplarda yaygın olan kermes faaliyetlerinde kadının rolü daha belirgindir. Bu
organizasyonda kadının bu faaliyetlerde bulunması kadının sosyal hayatın içinde
kurumsal dini ibadetlerin genelinde erkeklere oranla ikincil pozisyonda kalmalarının
eksikliğini başka bir takım dini pratiklerle telafi ettikleri ifade edilmekte ve ayrıca bu
tip faaliyetler, sosyalleşme konusunda pek az imkanı olan kadınlar için yakın çevrenin
dışına çıkmalarına, kendine özel alanla tanımlayan geleneğin geleneksel din anlayışının
kalıplarını kırmalarına ve ev dışında kendilerine alan açmalarına imkan verme gibi bir
fonksiyonu icra etmektedir(bk.Raudvere2003;Çelik-Şahin2006;Macit2014). Bu durum
dini grup içinde toplumsal iş bölümü(rollerini) net bir şekilde gösterdiğini, üreten kadın
tipolojisnide karşımıza çıkarmaktadır. Kadının sosyalleşmesi ve bu konuda kadının
statüsünün grup içinde ne olduğuna dair bilgilerin belirgin olduğunu söyleyebiliriz.
Mâmafih, Türkiye’de ortaya çıkan dini gruplara kadın ve statüsü konusunda netlik
olmakla beraber ikincil durumlarda karşımıza çıktığı da görülmüştür.
Sonuç
Yaptığımız bu saha çalışması; görüşmeler,gözlemler ve teorik araştırmalarda dini
gruplar içinde “kadın olgusu” var olan dinlerin kadın algısı veya toplumun örf, adet ve
gelenekleri çerçevesinde şekillendiğini göstermiştir. Ancak bu dini gruplardaki kadının
toplumsal alanda var olmasınada engel olamamıştır. Semavi olan ya da olmayan tüm
dinlerden teşekkül olmuş dini gruplar kadını statüsü konusunda dinsel metinlerüzerinden
etki altına almıştır. Bu hemen hemen tüm dini gruplar için geçerli olduğunu göstermektedir.
Bu durum ortaya çıkan dini grupların kendi içindeki dini öğretilerinin oluşumunda da
görülmektedir. Tespit ettiğimiz tüm dini grupların kendi içinde farklı bir profil çizdiğini,
yine erkek egemen algının baskın gelmesi, dini gruplarda kadına çok farklı statülerin
verildiğini görmekteyiz.
14
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bu statüler kimi gruplar eşitlik ve adalet çerçevesinde oluştuğunu, kimi gruplarda
ikincil bir planda olduğunu söyleyebiliriz.
Dini grupların, grup içi çatışmaları tespitlerimizde kadın merkezli olmakla beraber
aile içi rol çatışmalar da tespit edilmiştir. Genellikle tespit edilen çatışma vakalarında
kadının rolü ve statüsü çerçevesinde olduğunu buna bağlı olarak grup içi rol çatışmasının
olması ve dini gruplarda bölünmelerin olduğu da görülmüştür. Kadınlardan müstakil
olan gruplarda ise grup içinde var olan roller ve statü farklılığının olması, var olan dini
gruplarda ki görüşmelerimizde de tespit edilmiş ve ortaya konmuştur.
Hristiyan kökenli dinlerde karşımıza çıkan dini grupların(hareketin) kadının statüsü
genellikle cinsellik üzerinden veya ikincil planda olarak görülmüştür. Bu durumun
olması toplumsal cinsiyet bağlamında feminizm hareketlerinin ortaya çıkmasının
nedenlerinden birisidir. Bu durum uzak-doğu ve hint kökenli dini gruplar içinde geçerli
olduğunu söyleyebiliriz. Bu gruplar içinde kadın lider olan dini grupların olduğuda
unutulmamalıdır. İslami kökenli dini gruplarda da kadının genellikle ikincil planda
kaldığını söyleyebiliriz. Ancak islami kökenli dini grupların çizdiği kadın tipolojisine
karşı gelmiş, kendi içinde farklı şekillerde ortaya gruplar çıkmıştır. Bu üç farklı kökende
ortaya çıkan dini grupların erkek egemen anlayışının olması yine bizim karşımıza
toplumsal cinsiyet farklılığı sorununu çıkarmıştır. Bu durumun oluşması her ne kadar
da dini gruplar içinde kadının rolü ve statüsü sorunu olsada bu problematiğin bizim
çalışmamızda var olan durumu tespiti olarak ifade edebiliriz. Sonuç olarak dini grupların
toplumsal tabanda varolacağını kadın ve statüsünün ne olacağı veya ne olması gerektiği
tartışma konusu hep var olmaya devam edeceğini söyleyebiliriz.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
15
Kaynakça
1. Akyüz N., Dini Gruplar Sosyolojisi, Din Sosyolojisi El Kitabı., Grafik Yayınları(ed.
N. Akyüz& İ. Çapcıoğlu)., Ankara.s.463-80.(2013).
2. Aron R., Sosyolojik Düşünce Evreleri., Kırmızı Yayınları( çev: K. Alemdar).,
İstanbul s229-290. (2014).
3. Aydınalp H., Sosyal Çatışma Sürecinde Din., Din Sosyolojisi El Kitabı., Grafik
Yayınları (ed. N. Akyüz& İ.Çapcıoğlu). Ankara.s.645-669 (2013).
4. Berktay F., Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın., Metis Yayınları. İstanbul (2012).
5. Bıyık M., Yeni Dünya Düzenine Küresel Bir Din Modeli: Moonculuk.,Milel ve
Nihal, yıl 1 sayı 1 s.93-114. (2003)
6. www.brahmakumaris.org.,28 Temmuz 2015.
7. Bodur H.E., Modern Türkiyede Dini Hareketler Ders Notları., (2015).
8. Çayır K., İslamcı Bir Sivil Toplum Örgütü: Gökkuşağı İstanbul Kadın Platformu.,
İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri. Metis Yayınları. s.41-67. İstanbul.(2009)
9. Çelik C.&Şahin İ.,Kadın Dindarlığı: Bir Paradoksun Söyledikleri., Toplum
Bilimleri Dergisi.,Ocak‐Haziran 1‐3: s.141‐166 (2009).
10. Göle N.,Modernist Kamusal Alan ve İslami Ahlak., İslam’ın Yeni Kamusal
Yüzleri. Metis Yayınları. s.19-40. İstanbul.(2009)
11. Hunt S.,AlternativeReligions, AldershotAshgate., (2003).
12. Işık R.,Mormonluk ve Mormon Kilisesi Üzerine Bir Araştırma.Cumhuriyet
Üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, cilt X/1, s. 165-190,(2006)
13. Kirman M.A&Çapcıoğlu İ., Sekülerleşme: Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar., Otto
Yayınları.Ankara.(2015)
14. Kirman M.A. Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü., Rağbet Yayınları.İstanbul.,(2011).
15. __________Türkiye’deToplumsal Değişme ve “Yeni Dini Cemaatler”.,Muhafazakar
Düşünce • Yıl: 1- Sayı:2, s.61-77(2004).
16. __________Yeni Dini Hareketler Sosyolojisi. Birleşik Yayınları. (2010).
16
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
17. Köse A., Milenyum Tarikatları., Timaş Yayınları., İstanbul (2011).
18. Macit M., Geleneksel Hayır Anlayışının Modern Görünümleri: Kermesler., Kültür
ve Din (ed. M. A. Kirman& A.Özbolat)., Karahan Yayınları. Adana. s.75-95
(2014).
19. www.mormonum.org/mormonlar.html., 24 Temmuz 2015.
20. Öztürk M., Kur’an-ı Kerim Meali; Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri. Düşün
Yayınları.İstanbul (2011).
21. Raudvere C., Çağdaş İstanbul’da Sufi Kadınlar., Çev; D. Acar. Kitap Yayınları.
İstanbul. (2003).
22. www.sgi.org., 26 Temmuz 2015.
23. Toker İ., Kadınların Peygamber Algısı Müslüman Kadınlar ve Hz. Muhammed.
Usûl İslami Araştırmalar., sayı 7. Ocak-Haziran., s.137-156. (2007)
24. Türkdoğan O., Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi., IQ Yayınları. İstanbul (2004).
25. Uludağ S., Tasavvufta Kadın., Din ve Toplumsal Boyutlarıyla Cinsiyet
II.,Tartışmalıİlmi İhtisas Toplantısı 26-27 Mayıs. Üsküdar/İstanbul. s.289-295
(2012).
26. Williams M.,Kutsal Fahişeler., Çev: M. B.Çevikus., Varlık Yayınları. İstanbul.
(2003).
27. Yapıcı A., Kimlik, Bilinç ve Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Din ve Kadın.,
Karahan Yayınları. (2013).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
17
18
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
LİBERAL DEMOKRASİNİN ONTOLOJİK VE AHLAKİ TEMELLERİNE
YÖNELİK ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM
Naci İSPİR1
Yusuf YURDİGÜL2
Özet
Herhangi bir siyasal ya da toplumsal sistem dayanmış olduğu ontolojik ve
ahlaki temellerden bağımsız olarak düşünülemez. Zira her siyasal sistem belli bir insan
doğası tanımlamasına, bu insan doğası tanımlaması da genel bir varlık tanımlamasına
bağlı olarak ortaya çıkar. İdealist bir ontolojiye dayanan insan doğası tanımlamasıyla,
pozitivist ya da materyalist bir ontolojiye dayanan insan doğası tanımlaması kuşkusuz
birbirinden farklı olacaktır. 19. Yüzyıl Avrupa’sında siyasal anlamda yaygınlaşan
liberalizmin kökleri son 300 yılda gelişen fikirler ve teorilere dayandırılmıştır. Liberal
fikirler, Avrupa’da feodalizmin çöküşü ve onun yerine gelişen bir piyasa toplumunun veya
kapitalist toplumun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bir çok açıdan liberalizm, mutlak
monarkların ve toprak sahibi aristokratların yerleşik iktidarı ile çatışma halinde büyüyen
orta sınıfın özlemlerini yansıtmaktadır. Sanayileşme batı ülkelerinde yaygınlaştıkça,
liberal fikirler zafer kazanmıştır. Böylece liberalizm sanayileşmiş Batı’da hakim ideoloji
haline gelmiştir. Bu da bize liberalizm ile kapitalizm arasında sıkı bir bağ olduğunu
göstermektedir. Öyle ki kapitalizm ayakta kaldığı sürece, liberalizm de alternatif
biçimleriyle ayakta kalacaktır. Bu şekliyle liberalizm, kapitalist toplumda mülkiyet
sahibi yönetici sınıfın iktisadi çıkarlarının koruyucusu olarak şekillenmiştir. Liberalizme
yönelik olumsuz tavırların temelinde, batının endüstriyel gelişim sürecinde, endüstride
çalışan insanları sömürmüş olmasının yattığı söylenebilir. Liberalizmin isteyerek ya da
istemeyerek esasta 19. Yüzyıl kapitalizmine ait “laisses-faire” ekonomik yöntemiyle
aynileştirilmesinin ona yönelik eleştirilere haklılık kazandırdığını söyleyebiliriz.
Siyasal anlamda liberalizmin, özgürlüğe dayalı rasyonel bireyi merkeze aldığı için
insanın kişiliğini birinci değer olarak kabul ettiği söylenebilir. Buna göre rasyonel bir
varlık olan birey kendi amaçlarını gerçekleştirirken hiçbir dış engel ve müdahale ile
karşılaşmamalıdır. Bu durum bireysel hak ve özgürlüklerin varlığını ve bunların eşit
dağılımını zorunlu kılar. Ancak liberal demokrasi dayanmış olduğu ontolojik ve ahlaki
temelleri ile bu iddiasını gerçekleştirmede büyük ölçüde başarısız olmuştur.
Biz bu bildiride, kapitalist üretim biçiminden bağımsız olarak düşünülemeyen
liberal demokrasiyi, materyalist ontolojiye dayanan sonsuz arzulayıcı, sınırsız sahiplenici
ve özellikle yararlılıkların tüketicisi olarak ele aldığı insan doğası tanımlaması ve bu
tanımlamaya bağlı olarak dayandığı utilitarist ahlak anlayışıyla bireysel faydanın
maksimize edilmesi iddiasını gerçekleştirmede neden başarısız olduğunu tartışmaya
açmaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Demokrasi, Liberal Demokrasi, Kapitalizm, Sahiplenici
Bireycilik, Utilitarizm
1 Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü, [email protected]
2 Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
19
A CRITICAL APPROACH FOR LIBERAL DEMOCRACY’S
ONTOLOGICAL AND MORAL BASIS
Abstract
Any political or social system can not be considered independently without their
ontological and moral foundation. Every political system have certain human nature
description and this human nature description also comes up with general being desription.
There are definetely dissimilarities between human nature description which based on
an idealist ontology and based on a materialist ontology. Liberalism’s roots spreading
as political in 19th century Europe based on ideas an theories which have developed in
last 300 years. Liberal ideas has emerged as a result of developing or capitalist society
or the collapse of feudalism in Europe and a market society devoloping in its place. In
many respects, liberalism, reflects the aspirations of the growing middle class in conflict
with the entrenched power of the aristocracy and absolute monarchs and landlords. In
western countries, as long as industrialization continue to spread, liberal ideas have
gained victory. Thus liberalism has become the dominant ideology in the industrialized
West. This shows us that there is a close link between capitalism and liberalism. As
long as capitalsim stands, libelralism will also stand with alternative forms. In this way,
liberalism has been shaped as the guardian of capitalist society property with the economic
interests of the ruling class. On the basis of a negative attitude towards liberalism, ın the
process of west ındustrialization improvement, it can be said that the west exploit the
labour class. We can say that liberalism willingly or unwillingly on the principles of
19th century capitalism “laisses-faire” to be reconciled with economic methods justify
critisim about liberalism. Potically ‘’Liberalism’’, because of taking a rational individual
freedom based centers, the personality of person can be said to be regarded as the first
value. According to these ideas, while person as rational being achieve his/her goals, he
or she shouldn’t encounter with any external obstacles and intervention. This makes it
necessary to the existence of individual rights and freedoms and the equal distribution.
However,based on ontological and moral foundations of liberal democracy has been
largely unsuccessful in achieving this claim.
Liberal Democracy which can not be thought without capitalist production form,
enldless desire based on materialist ontology , unlimited possessive and especially as
it addresses consumers’ utility identification of human nature and We will try to open a
debate on why we fail utilitarist morality is based on this definition, depending on the
individual to realize his claim to maximize benefits.
Keywords: Democracy, Liberal Democracy, Capitalism, Possessive individualism,
Utilitarism
20
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Siyasal otoritenin temsili ile hak ve özgürlüklerin dağılımı arasında bir denge kurmaya
çalışan liberal demokrasi anlayışı, günümüzde demokrasinin yegâne türü olarak
algılanmaktadır. En yalın haliyle bireysel özgürlüğün, hukuki savunmanın ve anayasacı
devletin teori ve pratiği olan “liberalizm” ile en basit tanımıyla, halkın halk için halk
tarafından yönetimi demek olan “demokrasi” sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle
oluşturulan liberal demokrasi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı toplumlarında var
olan siyasal kurumları, bu kurumların varoluşlarını güvence altına alan hukuk kurallarını
ve bu kurum ve kurallar içinde işlemekte olan siyasal süreci anlatmak üzere kullanılan
bir kavramdır (Köker, 1992: 29). 19. yüzyılda siyasal anlamda yaygınlaşan liberalizmin
kökleri, son üç yüzyılda gelişen fikirler ve teorilere dayandırılmıştır. Liberal fikirler,
Avrupa’da feodalizmin çöküşü ve onun yerine gelişen bir piyasa toplumunun veya
kapitalist toplumun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Birçok açıdan liberalizm, mutlak
monarkların ve arazi sahibi aristokratların yerleşik iktidarı ile çatışma halinde büyüyen
orta sınıfın özlemlerini yansıtmaktadır. Sanayileşme Batı ülkelerinde yaygınlaştıkça,
liberal fikirler de zafer kazanmıştır. Liberaller, yönetimin müdahalesinden bağımsız,
sanayileşmiş ve serbest piyasa çerçevesinde işleyen bir iktisadi düzeni savunmuşlardır.
Böylece liberalizm, sanayileşmiş Batı’da hâkim ideoloji haline gelmiştir. Bu da bize
liberalizm ile kapitalizm arasında sıkı bir bağ olduğunu göstermektedir. Öyle ki
Arblester’ in de ifade ettiği gibi kapitalizm ayakta kaldığı sürece, liberalizm de alternatif
birimleriyle ayakta kalacaktır(1984:7). Bu iddia, liberalizmi eleştirenler kadar liberalizm
taraftarlarınca da dile getirilmiştir. Örneğin, Marksistlere göre liberal fikirler, kapitalist
toplumda mülkiyet sahibi “yönetici sınıfın iktisadi çıkarlarının” yansımasından başka
bir şey değildir. Dolayısıyla Marksistler, liberalizmi, “burjuva ideolojisi” nin klasik
bir örneği olarak görmektedirler. Öte yandan Friedrich Hayek gibi düşünürler, iktisadi
özgürlüğün (özel mülkiyete sahip olma, kullanma ve elden çıkarma hakkı) siyasi
özgürlüğün zorunlu teminatı olduğu iddiasındadırlar. Bundan hareketle Hayek, liberal
demokratik sistemin ve sivil özgürlüklere saygının sadece kapitalist iktisadi düzen
bağlamında gelişebileceğini öne sürer(Vincent, 2006: 33).
Liberalizmin temelde, özgürlüğe inanan insanı, rasyonel bireyi merkeze aldığı
için insanın kişiliğini birinci değer olarak kabul ettiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle
liberalizmde insanın varoluşu ve amaçlara yönelmesi her türlü toplumsal ve siyasal
düzenlemenin çıkış noktasıdır. Buna göre rasyonel bir varlık olan birey, kendi amaçlarını
gerçekleştirirken hiçbir engel ve müdahale ile karşılaşmamalıdır.
Bu durum, bireysel hak ve özgürlüklerin varlığını ve bunların eşit dağılımını zorunlu
kılar. Bunun için bireyin dışında kolektif herhangi bir gücün bireye müdahale etmemesi
gerekir. Bu haliyle liberalizmin her şeyden önce siyasette, ekonomide, dini ve kültürel
hayatta farklılığın yanında yer alarak, plüralist toplumun tesisini ülkü edinmiş olan
fikirler manzumesini temsil ettiği söylenebilir. İnsana saygı ve hoşgörüyü temel felsefi
tavır olarak belirleyen liberalizmin öngördüğü sosyal-siyasal örgütlenme tarzı da
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
21
buna uygun bir şekilde, özgürlük ve eşitlik ideallerini mümkün en geniş anlamda etekemiğe büründürerek kurumsal yapı ve düzenlemeleri içermelidir. Bu bağlamda siyasal
liberalizmin dayandığı temel kavramlar, bireycilik, rasyonellik, özgürlük, hukuk devleti,
hoşgörü ve farklılık olarak ortaya çıkmaktadır.
Ontolojik Ve Ahlaki Temeller Bağlamında Liberal Demokrasi Tartışmaları
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız şekliyle siyasal liberalizm ile demokrasi arasında
temelde bir çatışma görülmemektedir. Birçok ad ve türü olmasına rağmen, bir
yönetim tarzı olarak demokrasinin bazı değişmezleri olduğu da bir gerçektir. Buna
göre demokrasi: Profesyonel siyasetçilere ihtiyaç duymaksızın, halkın kendi kendini
doğrudan veya dolaylı olarak yönettiği bir hükümet şeklini; hiyerarşi ve imtiyazdan
ziyade eşit fırsatlara ve bireysel liyakate dayalı bir toplum yapısını; temel belirleyici
kararların halkın çoğunluğu tarafından alındığı çoğunluk yönetimi ilkesine dayalı bir
karar verme sistemini; çoğunluğun iktidarının çoğunluğun tahakkümüne dönüşmesini
engelleyecek ve bu suretle azınlıkların hak ve çıkarlarını koruyup gözetecek bir kontrol
mekanizmasını; kamu görevlilerinin genel ve eşit oyun söz konusu olduğu serbest
ve rekabetçi seçimler yoluyla belirlendiği bir yönetim biçimini; kuvvetler ayrılığının
yürürlükte olduğu, düşünce ve ifade özgürlüğünün en temel insan hakkı olarak gören,
halkın yönetimi mümkün bütün yollarla denetleyebilen bir siyasal örgütlenme biçimidir
(Heywood, 2006: 96). Tıpkı demokrasi gibi liberal demokrasi de genel ve eşit oy
ilkesini, iktidarın düzenli aralıklarla yapılan gizli oy ve açık sayımlı rekabetçi seçimlerle
el değiştirebilmesini, halkın temsil edildiği parlamento gibi kurumların varlığını,
hukukun üstünlüğünü, dolayısıyla yargının bağımsızlığını, düşünce, ifade ve örgütlenme
özgürlüğünü savunur (Holden, 2007: IX).
Demokrasi düşüncesinin kökeni, liberalizmden çok daha eskilere dayanır. M.Ö. beşinci
yüzyılda ilk defa Antik Yunan’da ortaya çıkan demokrasi düşüncesinin iyi bir yönetim
biçimi olarak evrensel kabul görmesi yirminci yüzyılın ilk çeyreğine rastlamaktadır.
Demos’u kategorik olarak alt sınıfa yerleştiren anlayıştan ahlaki-niteliksel eşitliğe geçiş
için insanlık uzun bir süre boyunca beklemek zorunda kalmıştır. İnsanların doğuştan eşit
varlıklar olduğu ve bireyin özgür ve özerk bir varlık olarak aynı temel hak ve özgürlüklere
sahip olduğu düşüncesi ilk çağdaki sofistlerden sonra 17. yüzyıla kadar genel anlamda
kabul görmemiş ve başta Platon olmak üzere birçok düşünür tarafından eleştirilmiştir.
Bu anlamda ahlaki-niteliksel eşitliğin sistemli olarak ortaya konulması ilk önce Thomas
Hobbes, arkasından da John Locke tarafından gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz.
Hobbes’un eşitlik düşüncesiyle liberalizmin müjdecisi, John Locke’un da eşitlik,
özgürlük ve mülkiyet düşünceleri ve birey-devlet ilişkisi anlayışlarıyla liberalizmin
kurucusu olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Böyle bakıldığında liberal
düşüncenin ortaya çıkışıyla Antik Yunan’dan sonra demokrasi düşüncesinin gelişmeye
başlaması aynı dönemlere rastlamakta ve aynı düşünsel paradigmanın sonucu olarak
gelişmektedir. Dolayısıyla bugün liberal demokrasi olarak ifade ettiğimiz siyasal sistem
22
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ya da yönetim tarzının, bu iki düşünce yapısının birbirine eklemlenmesiyle tezahür etmesi
basit bir tesadüften ibaret değildir. Hem demokrasinin hem de liberalizmin 17. yüzyılda
ortaya çıkan yeni ontolojik anlayışa ve buna bağlı olarak gelişen yeni etik kuramla birlikte
biçimlendiğini söyleyebiliriz. Söz konusu yeni ontoloji, aydınlanma düşüncesine de
bağlı olarak insanın üzerindeki her türlü otoriteyi reddetmiş ve insanı otonom ve özgür
bir varlık olarak konumlandırmak için metafizikle olan bağını koparmıştır. Metafiziğin
elenmesiyle birlikte pozitivist bir varlık anlayışı ve bu anlayışa bağlı olarak yeni
bir insan doğası tanımlaması ve ahlaki yapı ortaya konulmuştur. Bireyin özerkliği,
özgürlüğü, rasyonelliği, eşitliği ve gelişimi de bu düşünsel yapı üzerine inşa edilmiştir.
Buna göre rasyonel bir varlık olan birey, kendi amaçlarını gerçekleştirirken hiçbir engel
ve müdahale ile karşılaşmayacaktır. Bu durum, bireysel hak ve özgürlüklerin varlığını ve
bunların eşit dağılımını gerektirir. Ancak bugün liberal demokrasinin dayanmış olduğu
bu ontolojik ve ahlaki temelleri ile bu iddiasını gerçekleştirebildiğini söylemek mümkün
değildir. Özellikle bireyin kendi yetenek ve kapasitelerini geliştirmesi ve toplumsal
refahın paylaşımı açısından ciddi sorunlar yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Liberal demokrasi, bireyin toplum içerisindeki statüsünü onun bireysel yetenek,
kabiliyet ve çalışmasına göre belirleyeceğini söyler. Bunu da fırsat eşitliği ilkesiyle
sağlamaya çalışır. Bugün bir bireyin binlerce, yüzbinlerce hatta milyonlarca insandan
daha fazlasına sahip olmasını da onun yeteneğine ve kabiliyetine bağlar. Bir insan
diğerlerinden ne kadar zeki, çalışkan ve kabiliyetlidir ki, milyonlarca insanın
toplamından daha fazlasını elde edebilsin? Tam da bu noktada liberalizmin kapitalizmle
olan ilişkisi devreye girmektedir. Zira ahlaki-niteliksel eşitler olarak kabul edilen ve aynı
doğal özelliklere sahip olan insanlar arasında bu kadar uçurumun olması rasyonel olarak
açıklanacak bir durum değildir. Ancak liberal demokrasinin dayandığı ontolojik ve
ahlaki temele bağlı olarak yapılan insan tanımlamasına göz attığımızda mevcut durumun
anlaşılması hiç de zor görünmemektedir.
Geçmişten günümüze kadar düşünce tarihi içerisinde farklı düşünce yapıları kendi
ontolojik anlayışlarına göre farklı insan doğası tanımları yapmışlardır. Bu tanımlamaları,
çok fazla detaya girmeden üç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, idealist ve
spiritüalistlerin yaptığı gibi insanı sadece tinsel bir varlık olarak ele alır ve onun ahlaki
yapısını da bunun üzerine inşa eder. İkincisi, daha çok realistlerin ortaya koyduğu
ontolojik yaklaşımdır. Bu yaklaşımda insan, hem bir beden varlığı hem de ruhsal bir
varlık olarak tanımlanır ve insan bu iki uç arasında bir denge varlığı olarak görülür.
Üçüncüsü ise pozitivistlerin ya da materyalistlerin yaklaşımıdır.
Bu yaklaşımda insan, sadece beden ya da cisimsel bir varlık olarak görülür. Böylece
insanın normatif yapısı da bu anlayış üzerine kurulur.
Liberal demokrasinin dayandığı ontolojik temel de bir indirgemeci yaklaşım olan
pozitivist-materyalist yaklaşımla insanı tanımlar. Buna göre insan, biyolojik ve
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
23
fizyolojik istekler yığını olarak tanımlanır. Bu anlayışta insan, sonsuz arzulayıcı,
sınırsız sahiplenici ve özellikle yararlılıkların tüketicisi olarak görülür. Böylece kadim
dönemlerdeki potansiyel olarak kendi vasıfların geliştiricisi olan ahlaki değerlerle insan
olma potansiyelini geliştiren insan tanımlamasından yalnızca tüketen bir varlık olmaya
indirgenir. Zira liberal demokratik sistemde birey olmanın değeri, tüketim değeriyle
ölçülür. Ne kadar fazla tüketirsen o kadar bireysin, o kadar insansın. Daha fazlasını
tüketmek için daha fazlasına sahip olmak gerekir. Bundan dolayıdır ki Kanadalı düşünür
Macpherson, liberal demokrasinin birey anlayışını (possessive individualism) sahiplenici
bireycilik olarak tanımlar (1962:9). Sahiplenici bireycilik anlayışına göre birey olmak,
bir şeye sahip olmaktır. Burada sahip olmak, birinin yalnızca kendi kişiliğine ve
yeteneklerine sahip olmasını değil, aynı zamanda sahip olduğu yetenekleri kullanarak
başka şeyleri de elde etme imkânına sahip olması demektir. Dolayısıyla bu anlayışta
özgür ve eşit olmak da bir şeye sahip olmaya bağlıdır.
Sahiplenici bireycilik anlayışı temel olarak iki nedenden dolayı sorunludur. Birincisi,
sahiplenici bireycilik kazanmayı ve tüketimi merkeze alarak insan hayatının daha derin
amaçlarını göz ardı ettiği için fakirleşmiş bir hayat anlayışı üretir. İkincisi ise, sahiplenici
bireycilik rekabetçi pazar yapısı içinde kaçınılmaz olarak tekelleşmeye yol açar. Bu
tekelleşmeyle birlikte çoğu insan emeklerini satmaya zorlanırlar. Bu durumda onlar,
yalnızca sözde özgür ve eşit bireylerdir. Gerçekte onlar, sermaye sahiplerine boyun
eğmek zorunda kalan kölelerdir. Bu kölelik, serbest piyasa kurallarıyla gerçekleştirilen
“net güç transferiyle” gerçekleştirilir. Eğer bir şirket her yıl iki kat büyüdüğü halde,
orada çalışanın geliri sabit kalıyorsa, bu net güç transferiyle köleleştirmekten başka bir
şey değildir.
Liberal demokrasinin dayandığı etik kuram, Bentham’ın sonsuz arzu ve sınırsız
sahiplenme şeklinde tanımlanan insan doğasına uygun olarak geliştirdiği utilitarizmdir.
Utilitarist ilke, “en çok sayıda insana en fazla mutluluğu sağlayacak” eylemi iyi eylem
olarak tanımlar. İki azami iddiayı bir arada dile getiren bu önerme mantıksal olarak
tutarsızdır. Zira elinizdekinin en çoğuna sahip olan en fazla mutluluğa sahip olacaktır.
Böyle bakıldığında yani mutluluk sahip olunanın çokluğuyla orantılıysa ancak en az
sayıdaki insana en çoğunu verebilirsiniz ve en az sayıdaki insanı mutlu edebilirsiniz.
liberal demokratik toplumlardaki gelir dağılımlarına bakıldığında tam da böyle olduğunu
görebiliriz.
Benthamcı biçimiyle liberal kuram, bireysel yararlılıkların en yüksek noktaya
çıkarılmasını iyi toplumun kriteri olarak ele almış ve bireyin yararlılıkları en yüksek
noktaya çıkarma arzusunun insan doğasının temel özelliği olarak ortaya koymuştur.
Bu anlayışa bağlı olarak arzuları tatmin etmeyi istemek, insanın doğasının tanımını
oluşturur. Bu haliyle yararcılık, bireysel çıkarları ve istekleri değerlendirmenin bir
ölçütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki bireylerin tercihleri birbirinden farklıdır
ve potansiyel olarak birbiriyle çatışma içindedir. Ancak eşit olmayan mülkiyet ve kâr
24
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
için maddi eşitsizliğin daha önemli olup olmadığına ilişkin tartışmada, yararcılık eşitliği
ikinci derecede düşünür (Bentham, 1931:120). Yararcılığın eşitliği ikinci derecede
düşünmesinin nedeni çok açıktır. Herhangi bir eşitlik sistemi, sermayenin biriktirilmesi
için teşvik ediciliği ortadan kaldıracaktır. Bu da bütün toplumun toplam faydası için elde
edilebilir maddi varlığın toplam artışını engelleyecektir.
Yararcı etik kuramda insanların refahı(mutluluğu) maddi eşyaların sınırsız artışıyla bir
araya getirilmesinde yatar. Yararcılığın, insanı ilk önce maddi yararlılıkların sahiplenicisi
ve tüketicisi olarak görmesinin nedeni de budur. Bu anlayışa göre maddi zenginliğin
artışıyla, mutluluğun artışı doğru orantılıdır. Eşit olmayan fırsatlarla iki bireyden hangisi
daha çok maddi zenginliğe sahipse, o daha çok mutludur. Dolayısıyla refahın en yüksek
seviyeye çıkarılması, mutluluğun en yüksek seviyeye çıkarılmasıdır (İspir, 2011:170).
Sonuç
Açıkça söylemek gerekir ki, liberal demokratik toplum, bireysel tatminini ve faydayı,
en üst noktaya çıkarmada ve bireysel seçim özgürlüğünü genişletmede liberal olmayan
toplumlara göre çok daha iyi gerçekleştirebilir. Bu iddia yalnızca bireysel arzuların
maksimize edilmesini değil, aynı zamanda bunun hakkaniyetle yapılmasını da içerir.
Ancak faydacılık, insanlara eşitler olarak davranmaya çalışsa da insanları eşitler
olarak değerlendirmenin gerçekte ne anlama geldiği yönündeki çok sayıda inancı hiçe
sayar. Bundan dolayı faydacılık, her insanın çıkarını eşit değerlendirme idealini yanlış
yorumlamış ve bunun sonucu olarak bazı insanlara yeterince eşit davranmamış, böylece
bu insanlara başka insanların amaçlarına yönelik birer araç olarak davranılmasına izin
vermiştir.
Eşitlik, her bireyin toplu ürüne yaptığı katkıyla orantılı dağılımı gerektirir. Kaynakların
ve gelirin dağılımı adil olmadığı takdirde, eşit yararı en yüksek seviyeye çıkarma
iddiası boş bir laftan ibaret olarak kalacaktır. Bu yüzden liberal demokrasilerin ahlaki
temelde garanti altına almak zorunda oldukları en önemli şey, her bir ferdin kendisi
için en iyi olanı gerçekleştirme hususundaki eşit özgürlük hakkıdır. Açıktır ki etik
manada bireysel kabiliyetlerin en yüksek seviyeye çıkarılması ile piyasa anlamında
bireysel güçlerin en yüksek seviyeye çıkarılması arasındaki çelişkiler çözülmediği
sürece, liberal demokrasinin ahlaki temeli sorunlu olmaya devam edecektir. Dolayısıyla
liberal demokratik teorinin iddialarını gerçekleştirebilmesi, hem ontolojik hem de ahlaki
temelinde yer alan bu sorunları çözmesine bağlıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
25
Kaynakça
1. Köker, L., Demokrasi Üzerine Yazılar. Ankara: İmge Kitabevi (1992).
2. Arblester, A., The Rise and Decline of Western Liberalism, Blackwell Oxford
(1984).
3. Vincent , A. , Modern Politik İdeolojiler, Çev. A. Tüfekçi. İstanbul: Paradigma
Yayınları (2006).
4. Heywood, A, Siyaset, Çev. B. B. Özipek, B. Şahin ve diğ. Ankara: Liberte
Yayınları (2006).
5. Holden, B. , Liberal Demokrasiyi Anlamak, Çev. H. Bal. Ankara: Liberte Yayınları
(2007).
6. Macpherson, C.B., The Political Theory of Possessive Individualism, Clarendon
Press. Oxford. (1962).
7. Bentham, J., The Theory of Legislation, Ed. C.K. Ogden. Londra (1931).
8. İspir, N., C.B Macpherson’un Liberal Demokrasi Eleştirisi, 2. Baskı . İstanbul:
Arı-Sanat Yayınları (2011).
26
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
27
28
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ÖTEKİNİN İNŞA EDİLDİĞİ SORUNLU BİR ALAN OLARAK OSCAR
ÖDÜL TÖRENLERİ
(85. Akademi Ödülleri ve “Argo” Filmi Örneği )
Yusuf YURDİGÜL1
Naci İSPİR2
Özet
Evrensel bir dil olduğu yolundaki bütün görüşlere rağmen sinema, öteki olanın
resmedilmesi için muazzam bir araç olarak iş görmektedir. Görüntü ve sesin uyumu
noktasında sinematografik anlatı herkesin anlayabileceği bir dille “biz” bilincini
rahatlıkla inşa ederken, diğer yandan “biz” olmanın görünümleri sayılan dil, gelenek,
simgeler, kültür, din, kader birliği, etnisite vb. ortak etkenlerin dışında kalanlar açısından
“biz” ve “onlar” ayrımına vurguda bulunmakta ve çoğunluğun kabul gördüğü toplumsal
ölçütlere, kabul edilmiş tutumlara, kanaatlere ve davranışlara “ötekinin” uygun
olmadığını rahatlıkla ilan edebilmektedir. Oscar ödül törenleri de filmler aracılığıyla
gerçekleşen bu lokal ilanların küresel düzeyde meşrulaştığı ve normalleştiği bir mecra
olarak iş görmektedir.
Çalışma; sinematografinin “öteki olanın” resmedilmesine olanak sağlayan bir sanat
formu olduğu ön kabulünden hareketle, batının öteki üzerinden kendi ulusal ve dini
kimliklerini tanımlama ve yansıtma aracı olarak kullanılan Oscar Ödül törenlerine eleştirel
yaklaşmaktadır. Bu amaçla Oscar Akademi ödüllerinde ödül alan filmler içerik itibariyle
tartışılmakta, yine ödül törenlerinde gerçekleştirilen uygulamalar irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sinema, Öteki, Oscar Ödül Töreni
1 Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü, [email protected]
2 Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
29
OTHER BEING BUILT, AS A PROBLEM AREA: OSCAR AWARD
CEREMONIES
(85th Academy Awards and the “ Argo “ Movie Example)
Abstract
Academy Awards are known as the most talked about and most prestigious awards.
This year academy awards are held for 87th. Red carpet ritual,humours announcers,
award speeches ,from best movie to best actor and every detail of the awards, people
all over the world lookng forward to watch these and ceremony. From the beginning
of these award ceremonies, these awards are manifest for modern western curiosity
to show itself to all its magnificence. These awards’ format is certain and awards are
based on western values. These values create an opposite east culture about national
and religous. We can define that this is process of othering people and cultures. West
describe itself as modern over East which is underdeveloped. This western idea attract
attention of academy which define the best. However, Instead of Nazi and communist
Soviet paranoias forming cold war, we can see saving ugly asians from monarch’s hand
or showing afroamericans as holding head hero who were sold as a slave by themselves
once upon time and they awarded these films and try to emphasize West image.
Working; cinematography “of the other” from the presumption that an art form that
allows depicting movement, which is used as the other via their national and religious
identity of western identification and mirroring tool is critical to the Oscar Awards
ceremony. According to Academy Awards’ purpose, Academy awards, seleceted as a
best films will be discussed because of their contents. Implementations at the awards
ceremony held will be discussed again.
Keywords: Cinema, Other, Oscar Awards Ceremony
30
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Sinemanın en çok konuşulan ve en prestijli ödülleri olarak bilinen Akademi Ödülleri
87. kez yapılmasına rağmen kırmızı halı ritüelinden esprili sunucularına, ödül
konuşmalarından ara şovlarına, en iyi film kategorisinden en iyi oyuncuya kadar pek
çok ayrıntısının tüm dünyada dört gözle beklendiği bir seremonidir. Ödül törenleri en
başından bu yana modern batının kendini bütün ihtişamıyla gösterme merakının da
önemli bir tezahürüdür. Törenlerin gerçekleşme biçiminden ödüllendirilen filmlere kadar
bu tezahür; batı değerleri üzerinden kurulmakta ve gerek ulusal gerekse dini anlamda bir
karşıt doğu yaratılması yoluyla ötekileştirici bir süreç olarak iş görmektedir.
Kendini “geri kalmış” Doğu üzerinden tanımlayan “medeni” Batı fikri eskiden beri
Hollywood’un yanı sıra en iyi olanı belirleyen Akademi’nin de ilgisini çekmektedir.
Ancak bir dönem komünist Sovyet paranoyasının ya da Nazi korkusunun şekillendirdiği
soğuk savaş konulu filmlerin yerine bugün; “çirkin” Asyalıyı monarşinin elinden
kurtararak “şekilsiz” Araba demokrasiyi müjdeleyen ya da dün köle olarak alıp sattığı
Afroamerikanı beyaz adama kafa tutan özgürlükçü siyahi bir kahramana dönüştüren,
ancak bu sefer üstünlük taslamayan “bizim batı” imajı ödüllendirilmektedir.
1. Ötekilik
Kimlik kavramının tanımı iki yönlü ele alınabilir. Biri sosyal bilimlerde yönteme ilişkin
bir tanımlama diğeri ise, siyasi ve ekonomik gücü temsil edecek şekilde bir karşıtlık
yaratarak “öteki”ne göre kimliği tanımlamadır (Sözen, 1999: 23). Yani ortak bir kimliğin
oluşabilmesi için bazı temel yapıların uyumluluk göstermesi gerekmektedir. Ekonomik,
politik ve etnik birlikteliklerden oluşan temel yapılarda bazı durumlarda uyumsuzluk
sorunu baş göstermektedir. Uyumsuzluk kimliğin oluşumunda yaşanılan ikinci aşamadır.
Bu aşamada kimlik etnik, politik, ekonomik ve kültürel birlikteliklerinde dağılma ve
sorunsallaşma eğilimlerini yaşamaktadır.
Entegrasyon ya da bütünleşme bu uyumsuzluğun yarattığı sorunlardan biridir.
Karşılaştığı kimlikleri entegre ederek, bir üst kimlik konumuna geçmek ve bunun
devamlılığını sağlamak için etnik, politik ekonomik ve kültürel farklılıklar yaratılır. Bu
farklılıklardan ortak bir kimlik yaratan toplum, dışarıya karşı yabancılık duygusu verir.
Bu yabancılık duygusu ortak kimliğin korunabilmesi için gerekli olduğu kadar, yabancı
düşmanlığı, başka halklara kin ve nefret gibi “öteki”nin yaratılmasını kolaylaştıran bir
çok duyguyu da beraberinde getirir (Assman, 2001: 144-147).
İlgili literatür incelendiğinde öteki, kimliğin mantığı içerisinde yer eden karşıtlıklar
ve farklılıkların yarattığı ayrı bir kimliktir aslında. Kişisel anlamda “ben”in karşısındaki
“onun”, sosyal anlamda, “biz”in karşısındaki “onların” kimliğidir. Öteki, bizim sahip
olduğumuz özelliklere sahip olmayan bir varlıktır. En basit haliyle, “kendi” (ben) olmayan
herkes “ötekidir”. Bir başkasına nekadar yakın olduğumuzu düşünürsek düşünelim, bu
başkası bizden ayrı, bizim tamamen dışımızda bir bedensel ve düşünsel yer işgal eder.
Kısacası her “ben”, bir başka “ben”i dışlar.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
31
Kimliğimiz yaşamımızdaki diğer bireylerden, toplumsal olaylar ve ortamlardan olduğu
kadar, ötekilerden de etkilenerek biçimlenmektedir. Günümüz iletişim ortamlarında
bireyin kendine ayırdığı, kendini değerlendirip gerçek anlamda duyumsadığı zaman
öylesine azalmıştır ki, bireyler zamanlarının tümünü neredeyse öteki ile geçirmektedirler
(Öcel, http: //www.istanbul.edu.tr/4boyut/nocel,öteki.htm, 2012).
Kelime anlamı olarak öteki, bilinenden ayrı, öbür, diğer anlamlarına gelmektedir.
“Tanımlanmış ve meşruiyet kazanmış” bir dairenin içinden bakıldığında, bu dairenin
dışında kalanlar, o dairenin içinde olanlara göre ‘öteki’ olarak adlandırılmaktadır
(Özmakas, http://www.anafilya.org/go.php?go=7d3c1e0280512, 2014). Dairenin dışında
kalıyor oluşu, ötekini sınırsız, kaçınılmaz, hatta ulaşılmaz yapmaktadır. Dairenin dışında
kalmasına neden olan sınır koyucu yapılar ise çoğu zaman kimliğin oluşturulması ve
ötekine karşı sergilenen tutumların belirleyicisi olmaktadır.
Ötekinin merkeze olan mesafesinin bilinememesi kaygıları attırmakta, ‘öteki’ ve
‘kendi’ arasındaki mesafe kaygısı da ötekilerle birlikte olmayı gerginleştirmektedir.
Kimliğin sınır koyucu yapısının bir ürünü olan kendi ve öteki arasındaki mesafenin
kimlik ve öteki açısından ne anlama geldiğini Bauman şu şekilde açıklamaktadır. “Bir
şehirde yaşamak, zihnimizi aşırı meşgul etmesin ve taşıyabileceğimizden ağır ahlaki
yükümlülükler dayatmasın diye fiziksel yakınlığın etkisini “sıfırlama” anlamına gelen
karmaşık bir sanatı gerektirir; bütün şehir sakinleri bu sanatı öğrenir ve uygular, fiziksel
yakınlığın sıfırlanması öteki kişilere uygulanır, mesafe arttıkça bu duygu zayıflar ve
tükenir” (Bauman, 1999: 50). Kimlik bu mesafenin ne kadar az farkındaysa, kaygılarda
o kadar sarsılmaz ve az olacaktır.
Heidegger ise ‘‘günlük insan ve onlar alanı’’ teziyle, günümüzde ben ve öteki arasındaki
mesafenin ortadan kalktığını ve kimliğin öteki ile olan ilişkisinin yüzyüzeleştiğini,
bireylerin artık zamanlarının büyük bir kısmını öteki ile geçirdiklerini söylemektedir.
Heidegger günlük yaşamı, bütün kimliklerin bir arada bulunduğu “kamusal alan” olarak
adlandırmaktadır. Günlük yaşamda, iletişim araçlarının kullanımında, haberleşmede her
öteki, diğer ötekinden farksızdır “kamusal alan”da. Ötekilerle birlikte olurken insanın
“kendi”si “ötekiler” içinde erir ve her ötekinin kendi farklılık ve özelliği artarak ortadan
kalkar. “Herkes” neden hoşlanır ve nasıl eğlenirse, biz de ondan hoşlanır ve öyle eğleniriz
(Heidegger, 1999: 9). Yani, günümüz kitle iletişim çağında bireyler zamanlarının tümünü
neredeyse öteki ile geçirmekte, bireylerin kendilerine dönük olabilme kabiliyetleri kitle
iletişim araçlarının etkisiyle azalmakta ve ‘herkes’ ‘bir’ olmaktadır.
Ancak Heidegger’in tespitiyle, bireyler normallik ve hak kazanmayla ilgili kamusal
standartlardan oluşan bu ‘herkes’ e dahil olabilmek için yaşamlarının büyük bir bölümünü
programlamak zorundadırlar. Bu da, yeni bir ötekilik durumunun ortaya çıkması için
ayrı bir süreçtir. Şöyle ki; eğer birey herkes in içinde bulunduğu kamusal standartların
oluşturduğu disiplinlerden birini (ya da daha çoğunu) yerine getiremezse, bunun sonucu
32
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
olarak ‘ötekilik’ kategorilerinden birine sıkışıp kalma riskine düşecektir. Bu sınırın biraz
ötesinde ise suçluluk, sorumsuzluk, bağımlılık, suç işlemeye yatkınlık, dengesizlik,
anormallik, modası geçmişlik, güvenilirlik riski, sapkınlık, kötülük, hastalıklı olma gibi
kategorilerden birinin tanımlandığı bir kişi haline gelecektir.
Bir anlamda sınır koyucu yapılar olarak da tanımlayabileceğimiz bu anormallik
kategorileri bürokratik yola getirme, disiplin, düzenleme, dışlama, yönetimi altına alma,
yardım, doğru yola döndürme, teşvik etme, harekete geçirme ve cezalandırma uygulama
gibi uygulamalara ruhsat çıkartmaktadır (Connolly, 1995: 39). Buna karşın birey ya
herkesin uyma taahhüdünde bulunduğu kurumların dayattığı disiplin ve gereklerinin
ince bir biçimde örülmüş ağı içerisinde kendine bir yol açarak “biz” de kalacaktır ya
da bütün kuralları reddederek, disiplin ve gerekliliklere karşı savaş açarak “onlara” /
ötekilere katılacaktır.
O halde kimlik ve öteki arasındaki ilişkide sınır koyucu yapıların olduğu kadar yaşanılan
alan (herkes) içerisindeki rollerin de etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu
roller için en önemli belirleyici etken ise özne/bendir. Kimliğin ilkesel algılanış biçiminde
ben (biz, yerli) kuralları koyan, konuşan, strateji geliştiren, planlayan, akılcı olan ve
sınırları belirleyendir. Bunun karşısında ‘öteki’ (onlar, yabancı) olan ise, benin/öznenin
yaptığı kurallara tabi olan, dinleyen, öznenin yaptığı planlamaya uyması beklenen, taktik
geliştiren, duygusal olan, sınırları değişebilir-muğlak olan ve özneye göre esnek olandır
( Demirtaş, 1966: 39).
Sosyal bilimlerdeki yönteme ilişkin kimlik ve öteki konulu incelemeleri/yaklaşımları
bu şekilde özetlemek mümkündür. Fakat, kimliğin sosyal bilimlerdeki yöntemlere ilişkin
bu tür diyalektik yaklaşımların yanı sıra bir de siyasi ve ekonomik gücü temsil edecek
şekilde bir karşıtlık zinciri yaratarak “öteki”ne göre kimliği tanımlama söz konusudur
( Sözen, 1999: 23). Bu anlamda ‘öteki’ kavramı, temellerini insanlık tarihiyle atmış
bir olgudur. İlkel-köleci toplumların bireyi açısından bir problem yaratmayan “kimlik”
olgusu, kendinden başka, ‘ötekiler’i keşfeden birey için problem konusu haline gelmiştir.
Çünkü dışa kapalı bir toplumda doğal olarak kendine ‘öteki’ni referans alma ya da kendini
‘öteki’ne göre tanımlama söz konusu değildi. İlkel-köleci/dışa kapalı toplumların bireyi
açısından bir problem yaratmayan kimlik konusu, modernite ve küreselleşmeyle birlikte
‘diğerlerini’ keşfeden birey için problem konusu haline gelmiştir (Poyraz, Arıkan, 2003:
62-67).
Sonuç olarak sosyal yaşamın ötekilerle birlikte olmayı zorunlu hale getirdiğini
söyleyebiliriz. Öteki bir yandan kaçınılan, uzak durulan, diğer yandan da hedeflenen,
özdeşleşilen konumdadır. Kişi, birincisi; “onların” bazılarıyla aynı kimliği paylaşmaktan
dolayı, ikincisi; kendindeki kendi kimliğini aşan, üzerine gidilmemiş olasılıkların
harekete geçirmesi yüzünden ve üçüncüsü; insanlık durumunun inatçı özelliklerine
hınç duyması yolundaki baskılarla uğraşması dolayısıyla ötekilerle iç içedir (Connoly,
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
33
1995: 214). Kimlik bunalımın ortadan kaldırılmasına yönelik anlamlı olan arayış
ise bir toplumda çatışma yaratmayan, dışlayıcı olmayan ‘öteki’ anlayışlarının nasıl
kurulacağıdır. Burada da anahtar kavram, ötekileri yaratan bizlerin bir üstünlük iddiası
taşımamalarıdır.
Bizler ve ötekiler hiçbir biçimde üstünlük ima etmeyen farklılıklar üzerinde
kurulduğunda, ya da, içten ve dıştan sürekli olarak eleştirilerek üstünlük iddialarından
arındırılarak sadece farklılıklara indirgendiğinde, bir sorun kalmayacaktır. Buradan
yola çıkıldığında ise, kimlikleşme sürecinde çatışmanın yerini uzlaşma ve işbirliğinin
almasını sağlayacak öğe olarak “biz” ve “öteki” arasındaki birlikteliğin bir tür zorunluluk
olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Kısaca, ‘öteki’nin olmadığı bir toplum arayışı
anlamsızdır (Tekeli, 1998: 87). Ötekinin kimliği ne bu, ne de şu kimse, ne insanın
kendisi, ne bazı kimseler ne de hepsinin toplamıdır. Ötekinin kimliği “kimse”sizlik ya
da “herkes” dir ( Heidegger, 1999: 127).
2. “ Biz” Bilincinin İnşaasında Kitle İletişim Araçları Ve Sinema
Bireylerin sahip oldukları kanaatler çoğu zaman kolaylıkla değiştirilmeleri mümkün
olmayan şeylerdir ve bireyler kabul etmeye hazır oldukları/olmadıkları görüşlerle
karşılaştığında etraftakilerden sosyal destek aramaktadırlar. Birey kendisinin kanaati
konusunda hangi düşünce ve inançta ise, aynı inanç ve düşüncelere sahip olan başkalarıyla
karşılaşmak istemektedir. Böylesi kimselerden yeter sayıda insan bulunduğunda ise
kendisine yeter derecede sosyal destek bulmuş olacak ve bundan itibaren de savunduğu,
kendisini ait hissettiği görüşün doğru bir görüş olduğunu iddia edecektir (Festinger,
2000: 69). Başka bir ifadeyle aynı ortak kültüre sahip olmak sınırları belirlenmiş
aynı topraklarda yaşamak, aynı ortak geçmişten gelerek aynı geleceği paylaşmak
arzusunda olan bireyler “bütün”/”ortak” oldukları bilincinin uyarıldığı zeminlerde
bulunmayı istemektedirler. Böylesi ortamlara girildiğinde/muhatap olunduğunda ise
birey kendisini unutacak ve bütüne bağlı olmanın sevincini yaşayacaktır. Çünkü, insan
sosyal bir varlıktır. Yalnız kalmak istememekte, gruba ait olmak hissini taşımakta ve
bir toplumun üyesi ya da parçası olmak istemektedir Guibernou, 1997: 141-143). Bu
şekilde birey, sahiplenilme güdüsünün yerine getirilmiş olmasıyla kendinde bulduğu ve
bunu paylaştığı özellikleri doğrultusunda yaşamayı kendisine güç saymayacaktır. Zira
kendini bir yerlere “ait” hissetmesi bireyin kimliği için son derece önemli bir konudur
ve varlığını “ait olma” duygusu/güdüsü ile toplumsala teslim eden birey, inandığı şeyler
uğruna aynı ortak özellikleri paylaşan toplumla daha mutlu olacak ve güven duygusunu
çok daha yoğun bir biçimde yaşayacaktır (Oran, 1997: 34-36).
Toplumsal kimlik olarak da adlandırılabilecek olan bu sosyal “aidiyet” bilinci, ortak bir
dilin konuşulması ya da daha genel bir ifadeyle ortak bir simgesel sistemin kullanımı ile
ulaşılan ortak bilgi ve belleğe katılıma dayanır (Assman, 2001: 139). Aidiyet bilincinde
ise önemli olan kullanılan dil, sınırları belirlenmiş toprak parçası, ortak tarihi geçmiş ve
gelecek, aynı kaderi paylaşıyor olma duygusu, gelenekler, korkular, yol ve sınır işaretleri
34
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
vb. gibi ortak simgesel anlamı olan gösterge yapılarıdır. Ortaklığa yönelik bu simgesel
gösterim dünyası kimliği, ötekini ve tanımlayıcı unsurları içinde barındırır. Dolayısıyla,
aidiyet duygusu, bu duyguyu yaşatan şartlar birlikte düşünüldüğünde aidiyet bilinci, onu
biçimlendiren/üreten belli bir göstergeler sistemine denk düşmektedir.
Yani, bireylerin içselleştirdiği aidiyet duygusu, ortak kimliğin dayandığı ve kuşaklar
boyunca sürdürdüğü bilince ulaşmalarında ya da bu bilinci “gereğince” taşımalarında
(Oran, 1997: 35) oldukça etkili bir araç durumundadır. Ancak, belli göstergeler
aracılığıyla belli simgesel aidiyet alanlarında gerçekleşen bu ortaklık, ortaklığın farkına
varılması ve bilince çıkarılması ile mümkün olur. Toplumun, kültürel tüm kodları/
normları, değerleri, kurumları, toplumsala ilişkin anlamlandırma ve algılama biçimleri
alternatifsiz bir dünya düzeni olarak normalleştirilir; böylece, herkes tarafından kabul
edilen bir göstergeler düzeneği olarak doğallaşır, kendine özgülüğü sağlanır ve “başka”
dünyaların varlığı görünmez hale getirilir.
Toplumsal kimliğin aidiyet bilincine çıkarılmasında ve bir göstergeler sistematiği
haline dönüşmesinde etkili olan yapı ise “toplumsal etkileşim” düzeneğidir. Yani, kimliği
tanımlayan ya da bireylerin o kimliktir varlık bulabilecekleri düşüncesini biçimlendiren
dil, toprak parçası, kader birliği, değerler, tarih, simgeler vb. ortak aidiyet alanlarının
bilinç düzeyine taşınabilmesi için birbirleriyle ilişki içerisinde olmaları ve karşılıklı
bir iletişim halinde bulunmaları gerekir. Kitle iletişim araçları bu unsurlar arasındaki
ilişkinin kurulmasında ve güçlenmesinde ve bir simgesel gösteri dünyası haline
dönüşmesinde etkileşimin önemli araçlarındandır. Bilincin oluşturulmasına yönelik
ortak aidiyet alanlarının kurulmasında, toplumsal yapıyı çerçeveleyen farklı kültürler
arasındaki ilişki ve etkileşimin sağlanmasında, toplumsal olarak üretilmiş simgelerin bir
değer olarak anlam kazanmasında, kimliğin temel dayanağı olan farklılıklar yaratma
politikasının gerçekleştirilmesinde önemli bir sosyalizasyon aracı sayılan kitle iletişim
araçları, tarih boyunca toplumsal etkileşim düzeneğinin önemli bir kurucusu olmuştur.
Yani toplumun belirli bir birikim neticesinde oluşan tanımlayıcı unsurlarını, değerlerini,
simgelerini vb. bilinç düzeyine çıkarmak ve aidiyet tasavvurunda bulunabilmek için tabi
olanlar içinde gerçekleşen bir etkileşim sistemine ihtiyaç duyar ve kitle iletişim araçları
da bu tasavvurun zihinlere kolaylıkla yerleştirilmesinde önemli bir araç işlevi görür.
Kitle iletişim araçları arasında sinema, aidiyet duygusunun bilinç düzeyine
çıkarılmasında ve böylece biz tasavvurunun benimsetilmesinde, kimliğe yönelik simge
ve sembollerin göstergesel düzeyde etkileyici anlamlar kazanmasında, kendine has
söylem ve sanatsal anlatısıyla biçimlenen yeni semboller ve konular yaratılmasında en
etkili zemin olmuştur. Topluma daha çok neyi düşünüp kabul etmek, neyi düşünmemek
gerektiği (Baker, 1995: 68-69), neyin normal davranış/kimlerin normal insan kabul
edilmesi ve gerçekte sapmış olarak adlandırılan hangi davranışların anormal olduğunu
tanımlayacak (Burton, 1995: 164) kadar ileri düzeyde bir etki alanına sahip olan sinema,
“biz” e yönelik kurgu zeminlerinin yaratılmasında etkili bir araçtır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
35
Kimliğin sinemanın sunduğu aidiyet yaratımındaki bu kurgulama sürecini Habermas’ın
kitle iletişim araçlarını ayırt edici iki boyutlu kategorisinde de görmek mümkündür.
Habermas’a göre medya, yönlendirici (steering) ve genelleştirilmiş iletişim biçimleri
(generalized forms of communication) olmak üzere iki biçimde ayırt edilmektedir.
“Yönlendirici medya eylemin eşgüdümünü dilde uylaşım oluşturmaktan tümüyle ayırır
ve bir anlaşmaya varma ya da varamama alternatifi hakkında onu nötralize etmektedir.
Diğer durumlarda ise yaşam dünyası ard yöresinin kaynaklarına başvurmaya bağlı kalan,
uylaşım oluşturmanın dilsel süreçleri bir uzmanlaşma ile uğraşmaktadır. Kitle iletişim
araçları bu genelleştirilmiş iletişim biçimlerine aittirler ve iletişim süreçlerini uzamsal ve
zamansal açıdan sınırlı bağlanmalarından kurtararak kamusal alanların oluşmasına izin
veririler.”( Kejanlıoğlu, 1995: 48)
Toplumsallaşmanın yoğun olarak yaşandığı ard alanlardan biri olan sinema, kimliğin
yukarıda bahsedilen tanımlayıcılarına yönelik olarak bir etkileşim sistematiğiHabernas’ın tabiriyle Kurallar Hiyerarşisi- kurar/oluşturur. Bu etkileşim sistematiği/
kurallar hiyerarşisi aynı zamanda aidiyet sürecinde belirli bir güç ve toplumsal
farklılıkların devam ettirilmesinde ya da yeniden üretilmesinde standartlaşma ve
kurumlaşma pratiğine yönelik olarak gelişir. Böylece, kurulan bu etkileşim sistematiği
içerisinde kimliğe yönelik olarak yukarıdan aşağıya ya da merkezden çevreye doğru bir
sosyal kontrol mekanizması kurulur ve bu mekanizmanın dışında kalmayı yeğleyenler
dışarıda bırakılır. Yani, çoğunluğun kanaatinin dışında gelişen bir davranış/tutum nadirdir
ve bu biçimdeki bir yapılanma dışarıda/azınlıkta kalmış kanaatlerin yok olmasına yol
açarak çoğunluğun kanaatinin hakim olmasını/güçlenmesini sağlayacaktır (Lazar, 2001:
109).
Toplumsal kanaatlerin oluşmasında ve bu kanaatlerin süreklilik kazanmasın da önemli
bir etkiye sahip bulunan sinema, kimliğe yönelik geliştirilen otoriter kanaatin sağlama
alınmasında ve süreklilik kazanmasında da etkilidir. Toplumsala / kamusala ait olan
kurallar hiyerarşisini ekrana taşıyarak bunu gerçekleştiren sinema bu kanaatten farklı
olmayı/kalmayı yeğleyenlerin yalıtıldığı mekanlardır aynı zamanda.
Sinema, bir yandan bilince yönelik aidiyet mekanizmasının bütün kodlarını kurarken
diğer yandan aynı ait olmanın görünümleri sayılan dil, gelenek, simgeler, kültür, din,
kader birliği, etnisite vb. ortak etkenlerin dışında kalanlar açısından “biz” ve “onlar”
ayrımına gider ve “onların” çoğunluğun kabul gördüğü toplumsal ölçütlere, kabul
edilmiş tutumlara, kanaatlere ve davranışlara uygun olmadığını ilan eder. Her şeye
rağmen bu mekanizma içinde yer almayı reddeden/seçen birey ya da gruplar yalıtılma
ve uyumsuzluk korkusuyla ya sessiz kalır ya da otoriter yapı karşısında kendi otorite
alınlarını bulmanın yollarını arar.
Özetle sinema, “biz” açısından sembolik ama güçlü bir aidiyet duygusu ve bu
duygunun bilince çıkarılmakta etkili bir kitle iletişim aracı olarak, ortak kanaatin
36
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
yaygınlaştırılmasında bir toplumsal katılım biçimi/yöntemi sunmanın/kurmanın yanı
sıra topluluğa katılım duygusu yaratmaktadır.
“Biz” düşüncesinin gerçek yaşanılan bir deneyime, duygusallığa ve gündelik bir
olguya dönüştüğü, yaşanılan bir deneyim olarak her gün milyonların katıldığı kitlesel
merasim ve geleneklerin temelini oluşturduğu bir ajan (İmançer, 2003: 248) olarak kitle
iletişim araçları ve sinema “öteki” ya da “biz” oluşumunu belirleyen unsurlar arasındaki
etkileşim sistematiğinin ve kurallar hiyerarşisinin kurulmasında da etkili bir araçtır.
3. Oscar Ödül Törenleri Ve Akademi
Amerika Sinema Sanatları ve Bilim Akademisi (Academy of Motion Picture Arts
and Sciences ) tarafından 1929 yılından beri sinema alanında verilen en prestijli ve eski
ödüller için gerçekleştirilen bir törendir. Sinema çevrelerince esasen Akademi ödülleri
olarak geçse de tüm dünya da görkemli törenlerin yapılması sürecinde törenlerde verilen
ödül olan “OSCAR” ismiyle itibar bulmaktadır. Törenlere adını veren OSCAR’ın ise bir
akademi çalışanının masa üzerindeki ödül heykelciği görüp amcası Oscar’a benzetmesi
sonucu ortaya çıktığı söylenmektedir.
Sinema dünyasının ticari açıdan en önemli ve prestijli görüldüğü tören kimilerine göre
Amerikan sinema endüstrisinin şişirilmiş en iyi balonu ve sanatsal açıdan bir değer ifade
etmemekte; film yapım, dağıtım ve gösterim üçlüsünün kurduğu sinema sektörünün
oldukça geniş bir kısmı içinse bu törenler olmasa olmaz ritüellerden biri sayılmaktadır.
Akademiye katılmak üzere önceden davet edilen 5830 üyeden oluşan akademinin
oyladığı filmlere ödülleri Board of Governors vermektedir. Ödül kazanılması akabinde
genel olarak davet alan üyelerin seçkin bir sinema kariyerine sahip olmakla birlikte
bir alanın önemli temsilcileri sayılmaktadırlar. Oyunculuk, Yönetmenlik, Görüntü
yönetmenliği ve Yapımcılık gibi 15 farklı alanda temsilcisi bulunan akademinin her
üyesi kendi alanında adayını önerir ve her üye oylamaya katılır ancak kimlerin ödül
aldığına ikinci bir oylamayla karar verilir ve her yılın şubat ayında ödülleri ilan eder.
En iyi filmden en iyi eser sahne tasarıma ödülüne kadar yaklaşık 25 farklı dalda verilen
ödüller sinema çevrelerince çok önemsenmesine rağmen oldukça önemli bir kesim
tarafından eleştirilmekte, verilen ödüller önemsiz görünmektedir. Kamuoyunun yakından
tanıdığı pek çok filme, oyuncuya ve yönetmene ödül verilmemesi ya da bir oyuncunun
ya da filmin birden çok ödüle layık görülmesi pek çok tartışmaya sebep olmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
37
4. Ötekileştirme Sürecinde Oscar Etkisi (85. Akademi Ödülleri ve “Argo”
Filmi Örneği)
Sinemanın en çok konuşulan ve belki de en prestijli ödülleri olarak bilinen Oscar
Akademi ödülleri her yıl büyük ve sansasyonel törenler, seremoniler eşliğinde sahiplerini
buluyor. Los Angeles’ta genellikle – son zamanlarda- Kodak Stüdyolarında düzenlenen
ödül töreni, ödüllerin hangi filmlere ya da kimlere gideceği konusunda ipuçlarının çok
önceden farklı mecralarda verilmesine rağmen her yıl bütün gözlerin üzerinde olduğu
bir tören olarak oldukça heyecanlı geçmektedir. Öyle ki bu seremoni 87. kez tekrar
edilmesine rağmen kırmızı halı ritüelinden esprili sunucularına, ödül konuşmalarından
ara şovlarına kadar pek çok ayrıntısının dört gözle beklendiği bir tören olmaktadır.
Ödül törenlerinde hemen her yıl aynı şeyler olmakta ve gelenek üzere filmlerden ziyade
tören ve törene dair ayrıntılar uzun bir süre konuşulmaktadır. Örneğin; 42.4 milyon
seyirciyle son yılların en çok izlenen törenine Twitter’da dakikada 8 bin tweet atılması,
“En Orijinal Müzik” dalında aday gösterilen John Williams’ın tam 48’inci kez aday
olması, En iyi belgesel dalında yarışan ‘’5 Broken Cameras’’ın yapımcısı Filistin asıllı
Emad Burnat’ın Amerika’ya girişine izin verilmemesi ve bu durumun “asi” belgeselci
Michael Moore tarafından sosyal medyada paylaşılması, Ben Affleck’in en iyi yönetmen
ödülüne aday gösterilmemesine rağmen yönetmeni olduğu filmle en iyi film ödülünü
kazanması, en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan şahsın merdivenlerde tökezlemesi,
Adele’in Oscar gecesinde şarkı söylerken heyecanlanmamak için aylar öncesinden
psikolojik destek alması, James Bond filmlerinin özel gösteriminde “James Bond 007”
filmindeki İstanbul sahnelerine de yer verilmesi, törende takılan mücevherlerin toplam
değerinin 14 milyon doları bulması, Oscar kazanan kadın oyuncuların yüzde 63’ünün
ödül almalarının üzerinden bir yıl geçmeden eşlerinden boşanması ve bu yüzden
gözlerin en iyi yardımcı kadın oyuncu seçilen yeni evli Anne Hathaway’in üzerinde
olması, Daniel Day Lewis’in en iyi erkek oyuncu’’ dalında aldığı 3. altın heykelcik ile
aynı ödülü üç defa alan ilk oyuncu unvanını elde etmesi ve 85. Törende Oscar’ı Beyaz
Saray mı seçiyor tartışmalarının alevlenerek sinema çevrelerine Oscar’a devlet eli mi
değdi sorusunu sordurtan en iyi film anonsunun Başkan Obama’nın eşi Michelle Obama
tarafından sunulması gibi konular, filmlerden ziyade konuşulan magazinler olarak
Oscar’ın popüler ruhunu her geçen gün şad etmektedir.
Bu magazinlerin başında yer alan; en iyi film ödülünün sinematografik kriterler
doğrultusunda bu ödülü hak edip etmediği sorgusu ya da en iyi film ödülünü alan filmin
yönetmenin jüri çevrelerinde yakın tanıdıklarının olması konuları her ne kadar sinema
çevrelerince de tartışılıyor olsa da her yıl esas tantana törenin dolayısıyla da Oscar’ın
militarize edilip edilmediği sorusu üzerinde kopmaktadır. Özellikle 85. Törende Michelle
Obama’nın arkasındaki tören kıyafetli askerler eşliğinde Amerikan halkına hitaben
yaptığı konuşması adeta Oscar cininin lambadan çıkmasına neden olmuştur.
38
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Üstelik büyük bir Obama destekçisi olduğunu birçok kez dile getirmiş olan Weisten
Kardeşlerden Harwey’nin törenden iki hafta öncesinden ödülü alacak filmi duyurması,
tartışmaları iyice alevlendirmekle kalmamış, gerek oylama sürecinin gerekse tören
hazırlıklarının büyük bir gizlilik içinde yürütüldüğü efsanesine de gölge düşürmüştür.
Weisten kardeşlere ait şirketin Oscar törenindeki organizasyon görevi de hesaba
katıldığında çoktan şişeden çıkmış olan cinin bir daha asla o şişeye girmeyeceğini akla
getirmiştir.
Oysa Akademi ilk defa politize edilmiş, militarist içerikli filmleri ödüllendirmemekte.
Kendini “geri kalmış” Doğu üzerinden tanımlayan “medeni” Batı fikri eskiden beri
Hollywood’un yanı sıra en iyi olanı belirleyen akademinin de ilgisini çekmekte.
Bir dönem Sovyet paranoyasının ya da Nazi korkusunun şekillendirdiği soğuk savaş
konulu filmlerin yerine bugün, “çirkin” Asyalıyı monarşinin elinden kurtararak ya da
“şekilsiz” Arabı demokrasiye duçar ederek, bu sefer üstünlük taslamayan “bizim batı”
imajı ödüllendirilmektedir. The Siege, Alexander, Body of Lies, Midnight Express ve 300
Spartan gibi “ezik doğu” imajı üzerinden kurulu sert oryantalist filmlere Hollywood son
zamanlarda çok fazla pirim vermektedir. Örneğin “Bir avuç 300” ün, sayıca kendilerinden
çok üstün aptal ve şekilsiz Pers ordularını yenerek adeta ahlaki bir zafer kazanması
Hollywood’un Antik Yunan’a yeni bir mitos hediye etme çabasının ürünüdür. FBI
ajanının bir yandan ayrılıkçı “terörist” Araplara yapılan işkenceye sesini çıkarmazken
diğer yandan gerektiğinde bu teröristlerin uysal “vatandaş” aileleri için pentagona kafa
tutan özgürlükçü siyahi bir kahramana dönüştürülmesi ise yine Hollywood’un artık klişe
haline gelmiş çok da samimi olmayan Batı eleştirisinin bir tezahürüdür.
52. Akademi ödüllerinde aday olduğu altı dalın ikisinden Oscar alan Midnight
Express’de de aşırı dincilik, fanatizm ve cehalet üçgeninde kurgulanan karanlık bir Doğu
bulunur. Karanlık doğu olarak bu kez Türkiye’nin seçildiği film Türk insanının dışarıdaki
imajını uzunca bir süre oldukça kötü biçimde etkilemiştir. Kitaptan uyarlama yazdığı
şeylerin çekim senaryosu aşamasında abartılmış olabileceği konusunda görüş beyan eden
ve bunun için Türkiye’den özür de dileyen Oliver Stone, bu kez yönetmenliğini yaptığı
bir diğer film İskender’i üstelik tam da özür dilediği yıl vizyona sokmuştur. Neredeyse
bütün doğu topraklarını yine bir Yunanlının ayakları altında ezdiren film, batı değerlerini
kendinden menkulmüş gibi sunarak doğunun canına ot tıkamıştır.
Peki, Oscar’ın en iyi film seçimlerinde neredeyse her zaman etkili olduğu aşikar bu
aşırı üstenci batıcı damar bu sefer Akademi tarafından “Argo” da taçlandırılınca kıyamet
neden koptu?
Çünkü Argo filminde Hollywood’un suret biçmeye çalıştığı İran, Amerikan halkı için bir
heyuladır aslında. Oysa İran Hollywood filmlerine konu olacak; ne Nazi Almanya’sının
yaptığı gibi bir Yahudi katliamı gerçekleştirmiş ne de Vietnam gibi bir ülke üzerinde hiç
denenmemiş silahları kullanmıştır. İran’da geçmişte bir devrim gerçekleşmiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
39
Bu devrimin bir İslam devrimi olduğu gerçeği ortalıklarda en sarih bir biçimde
duruyorken film 1979 yılında İran’da meydana gelen mevzunun ne olduğunu anlama/
anlamlandırma gayreti içerisine girmiştir. Rehine krizine odaklanmış gibi görünen film
aslında bir taraftan sözde dürüst bir yaklaşımla Batı eleştirisi yaparken, diğer taraftan
İran’a heyuladan öteye gidemeyen karanlık bir suret biçmiştir. Nasıl ki Amerikan
halkı Vietnam sendromuyla yüzleşmek için Hollywood yapımı filmler aracılığıyla
rehabilite edildiyse Argo filmi de 1979 yılında meydana gelmiş bir olayla Amerikan
halkını yüzleştirmeyi denemiştir. Ancak yüzleşmek bir yana seyirciye yansıyan -Batılı
eleştirmenlerin de ifade ettiği gibi – samimiyetsiz bir hesaplaşma olmuştur. Amerikalı
rehineleri çölün kavurduğu yanık tenli “çirkinlerden” kurtarmak ve bu kara-nlık
topraklarda parıl parıl parıldamak için gönderilen beyaz tenli (J.Goodman bir tarafa)
yakışıklı jönler, bir başka orta doğu fatihi Coolony’nin yapımcılığında Amerikan halkına
film içinde film çevirmiştir.
Bu türlü bir filme üstelik Amerikan başkanının eşinin anonsunu da katarak ödül
vermek şüphesiz Oscar’ı ve akademiyi bir şaibe altına sokmuş, sinema çevrelerinin
şimşeklerini üzerine çekmiştir. Örneğin Oscar ödüllerine en fazla sayıda aday gösterilen
kadın oyuncu unvanını da elinde bulunduran Merly Streep Oscar ödüllerinin giderek
siyasi kampanyalara dönüşmesini korkutucu bulduğunu söylemiştir. İranlıların zombi
gibi gösterildiğini ve filmdeki en iyi İranlının Kanada Büyükelçisinin hizmetçisi
olduğunu söyleyen The Guardian gibi pek çok kesim de filmi aşırı oryantalist bakış açısı
bağlamında eleştirmiştir. Filmin öldürmek hakkında bir hikaye olmadığı konusunda ikna
içerikli yazılar yayınlayan The New York Times ise, bir yazıda Hollywood’un Humeyni’yi
Argo ile zekice nasıl alt ettiğini film yönetmeni Affleck’e sıraladığı methiyeler eşliğinde
duyurmuştur.
Özetle, yılın en iyi filmi ve senaryo uyarlaması da dahil üç dalda ödül kazanan Argo,
Amerikan toplumunun pek hoşuna giden milliyetçilik ve vatanseverlik duygularını
tahrik ederek olası bir İran ya da Ortadoğu müdahalesinin meşru gösterilmesi sürecinde
kendisine düşecek görevi başarıyla yerine getirmiştir. Başkan Obama’nın eşinin
arkasındaki genç askerler eşliğinde, beyaz sarayda ve milliyetçi sayılabilecek bir havada
gerçekleştirdiği anonsun politize ettiği tören ise, sinematografinin ve başarı arzusunu
kamçılayan Oscar ruhunun önüne geçmiştir.
Sonuç
Hollywood film endüstrisinin bütün ihtişamıyla kendisini dünyaya gösterdiği Oscar
ödül törenleri, filmler aracılığıyla içten içe benimsetilmeye çalışılan üstün batı “biz”
inin küresel anlamda tezahürünün gerçekleştiği parıltılı bir mecradır. Çekim açıları, özel
efektler, ışık, kurgu ve basit repliklerden kurulu sinematografik anlatıyla “yapılmış”
filmler üstün batı fikrinin içeriğini kurarken, Oscar törenleri bu içeriğin ödüllendirildiği
mekanlardır.
40
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Oscar; siyahileri acımasız katiller, namus düşmanı ve hırsız olarak betimleyen
segregasyon politikalarıyla ulusal kimlik algısına vurgu yapan “Bir Ulusun Doğuşu”
türü filmlerden, kölelik tarihiyle hesaplaşıyormuş gibi görünerek ödül alan “12 Yıllık
Esaret” türü filmlere, sürekli bir “öteki” yaratılması ya da yorumlaması sürecinin
parçası haline dönüşerek Hollywood’un şirin yüzüne bürünmüştür. Kırmızı halı, takılar,
elbiseler, sinematografik karakterlerin kahraman edaları ve sosyal medya çılgınlığı
gibi magazinler de bu törenin birer ritüeline dönüşerek kitlelerin “öteki” hakkındaki
düşüncelerinin ekonomik, siyasal, sosyal ve estetik araçlar doğrultusunda şekillenmesine
katkıda bulunmaktadır.
Batı medeniyetinin canına ot tıkayacak olan fundamentalist Arap; şehirli masum
gençleri uyuşturucuyla zehirleyen insan kaçakçısı Latin Amerikalı; soğuk savaşın
komünizmini kutsal topraklara getirecek “dinsizden” zengin ama görgüsüz olana evrilen
kaba Rus; komplocu ve duygudan uzak sarı benizli Asyalı; zulüm altında kölelikten başka
çıkar yolları olmayan Afro- Amerikalı ve nihayetinde medeniyetten uzak toplumların
genel temsilcisi olarak Doğulu; Hollywood filmlerinin ürettiği “ötekiler” olarak filmlerde
sürekli rehabilitasyona tabi tutulmaktadır. Üstün “bizin” göstereni Amerika bu “ötekiler”
e kimi zaman demokrasi götüren üstün akıl, kimi zaman da girdikleri yollardan geri
döndürmek zorunda olan bir cezalandırıcı olarak ortaya çıkmakta ve yapıp ettikleriyle
de Oscar ile ödüllendirilmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
41
Kaynaklar
1. Assman, J., Kültürel Bellek – Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama, Politik
Kimlik. Çev. A. Tekin, İstanbul: Ayrıntı (2001).
2. Baker, U., “Medyaya Nasıl Direnilir?”, Birikim Dergisi, Medya ve Siyaset
Meydanı, Sayı: 68-69 (1995).
3. Burton, G., Görünenden Fazlası Medya Analizlerine Giriş, Çev. N., Dinç, İstanbul:
Alan Yayınları, (1995).
4. Connolly E. W., Kimlik ve Farklılık Siyasetin Açmazlarına Dair Çözüm Önerileri,
Çev. F. Lekesizalın, İstanbul: Ayrıntı Yayınları (1995).
5. Guıbernau, M., Milliyetçilik, 20. Y.Y.’da Ulusal- Devlet ve Milliyetçilikler, Çev.
Nur Domaniç, İstanbul: Sarmal Yayınevi (1997).
6. Heidegger, M., “Günlük İnsan ve Onlar Alanı” Çev. A. Atan, İstanbul: Ders
Belgeliği Felsefe Sanat Eğitim Dergisi (1999).
7. İMANÇER, D., “Çağdaş Kimliğin Yapılanma Süreci ve Televizyon”, Doğu Batı
Dergisi, Kimlikler, Sayı: 23, (2003).
8. Kejanlıoğlu, D., B., “Kamusal Alan, Televizyon ve Siyaset Meydanı”, Birikim
Dergisi, Medya ve Siyaset Meydanı, Sayı: 68-69, (1995).
9. Lazar, J., İletişim Bilimi, Çev. C. Anık, İstanbul: Vadi Yayınları (2001).
10. Oran, B., Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği- Kara Afrika Modeli, Ankara: Bilgi
Yayınevi (1997)
11. Oskay, Ü., Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş, İstanbul: Der Yayınları (2000).
12. Öcel, N., “Ötekine Doğru Giden Birey: İç İçe Geçmiş Kimliklerle Başkalaşım”,
(çevirimiçi) http://www.istanbul.edu.tr/4boyut/nocel.öteki.htm, 22.03.2002.
13. Özmakas, U. ‘‘Öteki’’, Anafilya, Türkçe Edebiyat Kültür ve Sanat
Dergisi, Aralık 2003, Sayı:30, s.40, Çevrimiçi: http://www.anafilya.org/
go.php?go=7d3c1e0280512, 03.10.2006.
14. Poyraz, T., Arıkan, G., ‘‘Avrupa Türkiye İlişkileri ve Dönemsel Olarak Değişen
‘Öteki’ Tanımları’’, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 20,
sayı: 2 (2003).
42
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
15. Sibel Demirtaş, S., Diken, B., Gözaydın, İ., B., “Mekan ve Ötekiler”, Defter,
Sayı:28, Yaz (1996).
16. Sözen, E., Demir Kafesten Plastiğe Kimliklerimiz Sekülerleşme Sürecinde
Kimliklerin İnşası. İstanbul: Birey Yayınları (1999).
17. Tekeli, İ., Tarih Yazımı Üzerine Düşünmek, Ankara: Dost Kitapevi Yayınları
(1998).
18. Zygmunt, B., Sosyolojik Düşünmek, Çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
(1999).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
43
44
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
TÜRKİYE’DE MOBBİNG:
GAZETE HABERLERİ ÜZERİNDE BİR İNCELEME
Emel İŞTAR1
Özet
Bu çalışmanın amacı gazete haberlerini dikkate alarak Türkiye’de mobbingin nasıl
ele alındığını tespit etmek ve mevcut durumun analizi yapabilmektir. Kişiye yönelik,
düşmanca ve ahlak dışı bir iletişim şeklinde ortaya çıkan ve bir çeşit psikolojik
savaş olarak nitelenebilen mobbing, yazında psikolojik taciz, yıldırma gibi adlarla
isimlendirilmektedir. Bu konu özellikle son 5 yıldır sıkça dile getirilen bir husus
olmuştur. Özellikle işyerinde yaşanan mobbing, bireyin, akıl ve ruh sağlığını bozmakta,
işe ve çalıştığı işyerine olan bağlılığını azaltmaktadır. Bu durum mobbinge tanık olan
diğer çalışanları da etkilemektedir. Böylece işyerlerinde devamsızlık yapma, düşük
performansla çalışma ve işten ayrılma durumları söz konusu olmaktadır. Diğer yandan,
ödenen tazminatlar, mahkeme masrafları gibi maliyetleri- arttırmakta ve şirketleri gerek
psikolojik gerek ekonomik yönden zarara sokmaktadır
Çalışmada mobbing öncelikle kavramsal çerçevede ele alınmıştır. Daha sonra ise
mobbing ile yapılan çalışmalara yer verilmiş, bilhassa işyerinde yaşanan sorunlar
üzerinde durulmuştur. Son bölümde ise, gazetelerde mobbing ile ilgili olan yayınlamış
haberler içerik ve metin analizi aracılığı ile incelenmiştir. Araştırmanın evrenini internet
üzerinde arşivlerini yayınlayan gazeteler oluşturmaktadır. En yüksek tiraja sahip
gazetelerden biri olan Sabah Gazetesi örneklem olarak ele alınmış ve burada 1 Ocak
2010 - 29 Mart 2015 tarihleri arasında konu başlığı içerisinde mobbing kelimesi geçen
haberler incelenmiştir. Tespit edilen 57 haber üzerinden araştırma gerçekleştirilmiştir.
Çalışmada haberler içerisinde en fazla, işyerinde uygulanan mobbingin konu alındığı
görülmüştür. Haberlerde ayrıca mobbing ile ilgili davalara ve cezalara sıklıkla yer
verildiği tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Mobbing, Yıldırma, Psikolojik Taciz, Gazete Haberleri, Türkiye
1 Yrd.Doç.Dr. Düzce Üniversitesi, İşletme Fakültesi, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
45
MOBBING IN TURKEY: A STUDY ON PAPER NEWS
The purpose of this study is to identify how mobbing is approached in Turkey and
to analyze the current situation by considering paper news. Mobbing which emerges
in an immoral and hostile way and which could be defined as a kind of psychological
warfare, is named as psychological abuse or intimidation in the literature. This issue
has been discussed specifically in the last 5 years. Especially mobbing at work destroys
psychology of the individual and decreases his commitment to work and work place.
The action of mobbing at work influences the other staff as well. As a result, the
cases of absence, poor performance, and resignations begin to occur. Additionally, the
compensations and court charges increases the costs for the companies and this affects
them both psychologically and financially.
In this study, mobbing was approached initially in a conceptual framework. Then, the
previous studies regarding mobbing were discussed and especially mobbing at work
was focused. In the last part, the paper news related to mobbing was analyzed through
content and textual analysis. The population of the study was composed of the online
papers which broadcast their archive. “Sabah” which is one of the newspaper with the
widest circulation was used as the sample and the news with the heading of “mobbing”
between January 1- March 29, 2015 were examined. The study was conducted on 57
news there was found. The news was found to be mostly in relation to mobbing at work.
Moreover, it was seen that the trails and punishments about mobbing were frequently
discussed in the news.
Key Words: Mobbing, Intimidation, Psychological Abuse, Paper News, Turkey
46
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
Mobbing kavramı, Leymann’ın ifadeleri ile “bir veya birkaç kişi tarafından, bir diğer
kişiye yönelik (nedeni, düşünce ve inanç ayrılığından kıskançlık ve cinsiyet ayrımına
kadar çok çeşitli olabilen) sistematik bir biçimde, düşmanca ve ahlak dışı bir iletişim
yöneltilmesi şeklinde ortaya çıkan bir çeşit psikolojik terör” olarak tanımlanmaktadır
(Tınaz, 2013: 24). Literatürde mobbing yerine psikolojik taciz veya yıldırma ifadeleri
de kullanılmaktadır.
Mobbing, mağdur veya kurban olarak ifade edilen kişiye yönelik duygusal saldırı
durumudur. Özellikle çalışma hayatında işyeri içerisinde maruz kalındığında, mağdurun
akıl ve ruh sağlığını bozmakta, işe ve çalıştığı işyerine olan bağlılığını azaltmaktadır.
Bu durum saldırıya tanık olan diğer çalışanları da etkilemektedir. Mobbingin görüldüğü
işyerlerinde tanıkların da devamsızlık yapma, düşük performansla çalışma ve işten
ayrılma durumları söz konusu olmaktadır.
Mağdurun ve tanıkların bu durumu, işyerlerini de hastalık izinlerinin artması,
çalışanlara ödenen tazminatlar, mahkeme masrafları gibi maliyetleri arttırmakta ve
şirketleri gerek psikolojik gerek ekonomik yönden zarara uğratmaktadır (Karatuna, 2013:
115). Mobbinge uğrayan mağdurun çalışma ortamından soğuması, veriminin düşmesi,
işe devamsızlığının artması ve nihayetinde işten ayrılması beklenmektedir. Özellikle son
yıllarda mobbing nedeniyle sonuçlanan bu işten ayrılmalar, sıkça dile getirilen bir konu
olmuştur.
Bir bireyin bazı özelliklere sahip olması onun mobbing mağduru olmasına sebebiyet
verebilmektedir. Bu özelliklerin başında bireyin başarılı olması gelmektedir. Başarılı
ve çalışkan bireyler, genellikle işyerindeki yöneticileri tedirgin etmektedir. Yöneticiler,
mağduru kendi yerine geçebilir endişesi ile bu bireyleri dışlamakta, mobbing uygulayarak
o işyerinden bir an önce kendi isteği ile gitmelerine çalışmaktadırlar. Başarılı bireyler,
işyerindeki diğer çalışanlar tarafından da mağdur konuma düşebilmektedir. Bunun
nedenleri arasında mağdurun güçlü bir rakip olarak görülmesi, iş hedeflerinin yukarıya
çekilmesine neden olması, yöneticinin çalışanlarından olan beklentilerini yükseltmesi
sayılabilmektedir. Diğer yandan bireyin diğer çalışanlar arasında “yalnız bir kişi”
konumunda olması da mağdur edilmesinin bir nedenidir. Burada yalnız kişi, erkeklerin
yoğun bulunduğu bir işyerinde çalışan kadın personel olabilmektedir. Bazen de “acayip
bir kişi” olarak nitelenen bireyler mobbing mağdurlarıdır. Bu bireyler, farklı tarzda
giyinen, engelli olan veya yabancı kişiler olduğu gibi, evlilerin çalıştığı bir işyerinde
çalışan bekar personel de olabilmektedir. İşyerlerinde genelde azınlık gruba dahil
kimselerin mobbing ile karşı karşıya kalma ihtimalleri daha yüksektir (Tınaz, 2006: 20).
Mobbingin bireyler üzerindeki etkilerini tespit eden, birçok akademik çalışma
bulunmaktadır. Nolfe ve arkadaşlarının çalışmasında (2007: 68) mobbing
uygulanılmasının mağdurda davranış bozukluklarına sebep olduğu hatta şizofrenik
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
47
rahatsızlıkların görülebildiği ifade edilmiştir. Aksakal-Kaymakçı’nın (2009: 79) tekstil
sektöründe çalışan 377 kişi üzerinde yaptığı araştırmasında, mobbingin performans,
verimlilik, fiziksel ve psikolojik sağlık ve sosyal yaşam üzerinde olumsuz etkilerini
gösteren bulgular tespit edilmiştir. Çalışma ayrıca, mobbingi uygulayan tarafın, daha
çok yönetici ve üstler olduğunu ortaya koymuştur. Filizöz ve Alper-Ay’ın (2011: 229)
138 çalışan üzerinde gerçekleştirdiği araştırma, mobbing ile tükenmişlik arasında
pozitif bir ilişkinin varlığını tespit etmiştir. Akça ve İrmiş’in (2006: 181-189) üniversite
öğrencileri üzerinde gerçekleştirdiği çalışmada, mobbingin öğrencilerin arasında
olmadığı, ancak öğretim üyelerinin öğrenciler üzerinde mobbing uyguladığı ortaya
çıkmıştır. Araştırma sonucunda mobbing mağdurlarının öğrenimleriyle ilgili düşük
tatmin düzeyine sahip olduğu görülmüştür. Pelit ve Kılıç’ın (2012: 122), 426 otel çalışanı
üzerinde gerçekleştirdiği araştırma, psikolojik taciz ile örgütsel bağlılık arasında negatif
korelasyon saptamıştır. Yani, artan psikolojik tacizin, işyerine olan bağlılığı azalttığı
tespit edilmiştir.
Demir’in (2009: 104-110) finans sektörü çalışanları üzerinde gerçekleştirdiği çalışmada
mobbing uygulamasının işyerindeki iş stresini arttırırken, iş performansında azalmaya
neden olduğu sonucuna varılmıştır.
Günümüzde psikolojik taciz, kamu kurumlarının, sendikaların ve sivil toplum
örgütlerinin gündeminde geniş yer tutmaktadır. Özellikle Başbakanlığın 19 Mart 2011
tarihli “İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi” konulu genelgesi,
ülkemizde bu hususun ne denli önem kazandığını göstermektedir. Diğer yandan Sosyal
Güvenlik Kurumu’nun yayınladığı “Mobbing’in Önlenmesine Dair Usul ve Esaslar”
adlı yönetmelik, Çalışma Bakanlığı’nın psikolojik taciz mağdurlarına destek vermek
için oluşturduğu ALO 170 telefon hattı ve ÇASGEM gibi kurumların gerçekleştirdikleri
eğitim ve bilgilendirme programları (Akgeyik, 2013: 308), psikolojik tacizin önlenmesi
yolunda önemli gelişmeleri oluşturmaktadır. Ayrıca, Mobbing ile Mücadele Derneği,
Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği gibi derneklerin yaptığı etkinlikler, sendikaların
konuyla ilgili yayın ve faaliyetleri, psikolojik taciz konusunda toplumun bilinçlenmesinde
önemli rol oynamaktadır.
Türk hukukunda psikolojik taciz davranışlarının önlenmesi ile ilgili İş Kanunu’nda
düzenlemeler mevcuttur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5., 24., 77. ve 83. maddeleri, psikolojik
tacize karşı çalışanı koruyucu ifadeler içermektedir. İş Kanunu’nun 5. maddesine göre,
işverenin çalışanına eşit davranma borcu bulunmaktadır. Bunun ihlal edilmesi çalışana,
işvereninden kötü niyet tazminatı, 4 aylık ücreti tutarında ayrımcılık tazminatı ve
yoksun bırakıldığı haklarını almak üzere dava açma hakkı vermektedir. Kanunun 24.
maddesine göre, çalışan şeref ve namusuna dokunacak söz veya davranışla karşı karşıya
kaldığında ihbar süresini beklemeden, iş akidini haklı nedenlerle feshedebilmektedir. Bu
fesih, çalışana ayrıca kıdem tazminatı alma hakkı da vermektedir. Kanunun 77. Maddesi
işçiyi gözetme borcunu düzenlemektedir. Buna göre işverenin çalışanına psikolojik
48
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
taciz uygulaması veya bunun diğerleri tarafından uygulanmasına göz yumması, işçiyi
gözetme borcuna aykırı düşmektedir. İş Kanunu’nun 83. maddesi ise, çalışana sağlığını
tehdit edecek bir unsurla karşılaştığında çalışmama hakkı vermektedir. Böylece
mağdur, psikolojik taciz ile karşılaşınca, İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kurumu’na başvurup
durum tespiti isteme ve tedbir alınıncaya kadar çalışmama hakkında sahip olmaktadır
(Mızrahi, 2013: 450). Hukukumuzda İş Kanunu dışında Türk Medeni Kanunu ve
Borçlar Kanunu’nda kişilik haklarının korunmasına yönelik hükümler bulunmaktadır.
Burada, çalışanların hak ihlallerine karşı koruma davaları ve maddi/manevi tazminat
davası önünde bir engel bulunmamaktadır. Bilhassa, 2012 yılında yürürlüğe giren 6098
sayılı Borçlar Kanunu’nda, ilk kez işverenin işçisini psikolojik tacize uğramaması için
korumak zorunda olduğu belirtilmiştir (Akgeyik, Delen & Uşen, 2013: 67).
2. Yöntem
Araştırmanın amacı gazetelerde konu başlığı içerisinde “mobbing” ifadesi bulunan
haberlerin içeriğini incelemektir. Ayrıca araştırma ile toplumsal yaşamda mobbingin
yazılı basında nasıl ve ne sıklıkla yer aldığı tespit edilmek istenmektedir.
Mobbing, sadece çalışma ortamlarında değil toplumsal yaşamın her alanında
görülebilen bir sorundur. Bu sorunun yazılı basında ne kadar yer aldığını görebilmek, bu
konuyla ilgili yazına önemli katkı sağlayacaktır. Ayrıca, mobbingin nasıl ve ne yönden
ele alındığının tespit edilmesi mağdurların sıkıntılarına dikkat çekmesi bakımından
önem da taşımaktadır.
Araştırmanın evrenini internet üzerinde arşivlerini yayınlayan gazeteler
oluşturmaktadır. En yüksek tiraja sahip gazetelerden biri olan Sabah Gazetesi örneklem
olarak ele alınmış ve burada 1 Ocak 2010 - 29 Mart 2015 tarihleri arasında konu başlığı
içerisinde “mobbing” ifadesi geçen haberler incelenmiştir. Tespit edilen 57 haber
üzerinden araştırma gerçekleştirilmiştir.
Bu araştırmada doküman incelemesi aracılığıyla toplanan verilerin içerik analizi
yöntemi kullanılmıştır. Nitel bir araştırma yöntemi olan içerik analizinde, taranan
gazete haberlerinin basılan haberlerin sistemli olarak incelenmesi sağlanmaktadır.
İçerik analizi, tümden gelim yöntemine dayalı bir okuma aracıdır. Bu analiz metinler,
konuşmalar, reklamlar hatta televizyon programları üzerinden dahi yapılabilmektedir.
Bu bağlamda içerik analizi, görünenin içeriğini değil arka planını da inceleme konusu
yapan, anlamlı çıkarımlar yapabilmeyi sağlayan bir bilimsel araştırma yöntemidir (Gürel
& Alem, 2010: 335-336). Bu yöntemi kullanarak yapılan görüşmelerin kategorik olarak
sınıflandırılması ve değerlendirilmesi sağlanmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
49
3. Bulgular
Gazetedeki haberlerin taranmasında, gazetenin internet sitesinde arşiv kısmına
girilerek son 5 yıllık (1 Ocak 2010 - 29 Mart 2015) veriler buradaki arama motoru
aracılığı ile taranmıştır. Tarama sonucu konu başlığında mobbing ifadesi bulunan
haberler, iki uzmanın görüşü alınarak kategorilere ayrılmış, böylece çalışmanın geçerlik
ve güvenirliği temin edilmiştir.
Şekil. 1. Mobbing İfadesi İçeren Bölümler
Başlıkları içerisinde “mobbing” ifadesi içeren haberlerin geneline bakıldığında,
konunun en fazla gazetenin “yaşam haberleri” kısmında yer aldığı görülmektedir.
Taranan 57 haberin 29’u bu bölüm altında ele alınmıştır. Başlığı içerisinde mobbing
bulunan haberlerin, daha sonra sırasıyla en fazla gazetenin Gündem (14 haber), Ekonomi
(6 haber), Güney (3 haber) ve Ankara Başkent (2 haber) bölümlerinde yer aldığı tespit
edilmiştir. Gazetenin diğer bölümleri olan İşte İnsan Haber, Avrupa’dan Futbol ve Sabah
Haberler bölümlerinde ise 1’er habere ulaşılmıştır.
50
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Veriler içerik analizi ile incelendiğinde, “mobbing” ifadesini başlığında barındıran
haberler üç alt kategoriye ayrılmıştır (bkz. tablo 1)
Tablo 1. Mobbing Konulu Haber Kategorileri
Haber Kategorisi
Eğitim Kurumlarında Mobbing
İşyerinde Mobbing
Cinsiyet Kaynaklı Mobbing
Mobbingle İlgili Gelişmeler
Diğer Haberler
Toplam
Haber Sayısı
15
17
12
7
6
57
Araştırmada, eğitim kurumlarında mobbingi konu alan haberlerin 6 tanesinin gazetenin
Gündem bölümünde, 9 tanesinin ise Yaşam Haberleri bölümlerinde bulunduğu tespit
edilmiştir. İşyerinde mobing konulu haberler, gazetenin Yaşam haberleri (13 haber),
Gündem haberleri (2 haber), Avrupa’dan Futbol (1 haber) ve Ekonomi (1 haber)
bölümlerinde yer almıştır. Cinsiyet kaynaklı mobbingi konu alan haberler sırasıyla
Yaşam haberleri (6 haber), Güney (2 haber), Gündem (2 haber), Ekonomi (1 haber) ve
Sabah haberler (1 haber) bölümlerinde bulunmaktadır. Mobbing ile ilgili farkındalığın
ve önlemlerin arttırılmasına yönelik gelişmelerin yer aldığı haberler, gazetenin Yaşam (2
haber), Ekonomi (2 haber), Ankara Başkent (2 haber) ve Güney (1 haber) kısımlarındadır.
Sayılan haber kategorilerinin dışında kalan ve başlıklarında mobbing ifadesi bulunan
diğer haberler ise sırasıyla Gündem (3 haber), Ekonomi (2 haber) ve İşte İnsan Haber
bölümlerinde yar almışlardır.
a. Eğitim Kurumlarında Mobbing
Ocak 2010- Mart 2015 arası dönemi kapsayan ve yaklaşık 5 yıllık zaman aralığında
çıkan haberler incelendiğinde ilk, orta ve yüksek öğrenim sırasında gerek öğrencilerin
gerekse eğitimcilerin mobbing ile karşı karşıya kalmış oldukları tespit edilmiştir.
Araştırmada eğitim kurumlarında mobbingi konu alan haberlerin 2010-2013 yılları
arasında yazılı basında yer aldığı, 2014 ve 2015 yılları arasında ise bu konuda haber
yayınlanmadığı görülmüştür.
Günümüzde mobbing sadece çalışma yaşamında değil, hayatın tüm safhalarında karşı
karşıya kalınabilen bir olgu halini almıştır. Bireyler henüz okul sıralarında iken mağdur
konumuna düşebilmektedir. Özellikle kişiler, çalışkan, başarılı veya diğerlerinden üstün
özelliklere sahip ise mobbinge uğrama ihtimalleri daha fazla olabilmektedir. Bu durum
“Dahi çocuktan ‘mobbing’ suçlaması” (Sabah, 5 Nisan 2011) ve “Dâhi çocuklar›ın
mobbing boykotu” (Sabah, 2 Haziran 2011) başlıklı haberlerde kendini göstermektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
51
Haberlerde üstün zekalı çocuklarına gelişimleri için daha fazla ders ve sosyal aktiviteler
talep eden velilerin ve öğrencilerin nasıl mağdur edildiği, daha yetkin öğretmenler ve
yoğun bir ders programı isteyen dahi çocukların, öğretmenler tarafından ne denli şiddet
ve hakarete uğratıldığı göz önüne serilmiştir.
Gazete haberlerinde eğitim kurumlarında mobbing uygulanan kişilerin sadece öğrenciler
olmadığı öğretmenler ve akademisyenlerin de mağdur konumunda oldukları ortaya
çıkmıştır. Üniversitelerde öğretim üyelerine yapılan mobbing haberleri çoğunluktadır.
Tespit edildiğine göre eğitim kurumlarında mobbingi konu alan 15 haberin 9’unda
mağdur kişiler akademisyenlerdir. Haberlerin içeriğinde mobbing uygulayan kişilere
verilen cezalar konu edilmiştir. “Profesöre “mobbing” cezası” (Sabah, 3 Temmuz 2012),
“Dekana mobbing cezası” (Sabah, 30 Temmuz 2010) ve “Mobbing’ci dekana 5 yıl
hapis” (Sabah, 4 Kasım 2011) başlıklı haberlerde görevi kötüye kullanmakla suçlanan
profesörlerin 3 bin lira manevi tazminata mahkum edildiği yazılmıştır.
Eğitim kurumlarında mobbing fiziksel ve psikolojik sağlık sorunlarını beraberinde
getirmektedir. Bu sorunlar kişinin kendine olan özgüven ve özsaygısının yitirilmesine,
işe yaramayan bir insan olma endişesine, hayattan kopmaya hatta intihar eğilimine neden
olabilmektedir. Bu durum otomobilini 250 metrelik uçurumdan denize sürerek intihar
eden yardımcı doçenti konu alan “Yardımcı doçentin intiharı için mobbing suçlaması”
başlıklı haberde yer almıştır (Sabah, 3 Nisan 2010). Haberde, sabahlara kadar çalışıp
ABD’de burs kazanan akademisyenin, rektörü tarafından yurtdışına çıkışına izin
verilmemesi ve hatta azarlanması üzerine bunalıma girdiği, bu nedenle intihar ettiği;
aynı fakültede mobbing nedeniyle 100’e yakın öğretim üyesinin de istifa ettiği veya
kovulduğu ifade olunmuştur.
b. İşyerinde Mobbing
Gazete haberleri üzerinde mobbing başlıklı haberler incelendiğinde büyük
çoğunluğunun (57 haberden 17’si) işyerinde mobbingi konu aldığı görülmüştür.
İşyerinde yaşanan mobbingin kişiler, kurumlar ve toplum açısından yüksek maliyetleri
ve olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Mağdur konumunda olan bireylerde yoğun stres ve
tükenmişlik görülürken, işe yabancılaşma, işten soğuma, iş doyumu ve örgüte bağlılıkta
azalış, çalışma ortamında huzurun kaçması ve örgüt olarak verimliliğin düşmesi söz
konusu olabilmektedir.
Son yıllarda mobbing konusunda farkındalığın artması ile beraber, bu konuda açılan
davalar da gazete haberlerinde sıkça yerini bulmaya başlamıştır. “Mobbing iddiasına
hakaret cezası” başlıklı haberde (Sabah, 9 Kasım 2013) bir oyuncunun kendisini mobbing
uygulamakla suçlayan ama iddiasını ispat edemeyen tiyatrocuya açtığı tazminat davasını
kazandığı, mobbing uygulayan tarafın 5 bin lira tazminat ödemesine karar verildiği ifade
olunmuştur. “Dokuz kere görevden alınan müdüre ‘mobbing’ tazminatı” (Sabah, 31
Temmuz 2010) başlıklı haberde 9 kez görevinden alınan 9 kez de mahkeme kararıyla
52
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
dönen müdüre 4 bin TL tazminat kararı verildiği belirtilmiştir. “Başkan mobbing için
tazminat ödeyecek” isimli başka bir yazıda da (Sabah, 25 Ekim 2013) tazminatın miktarı
daha da artmış, bir çalışanın belediye başkanının kendisini 7 kez görevden alarak
mobbing uygulaması üzerine mahkemeye başvurduğu ve mahkemenin de başkanı 10
bin lira tazminat ödeme ile cezalandırdığı belirtilmiştir.
İşyerinde mobbing sadece çalışanlar arasında veya çalışan - yönetici ilişkilerinde
olmamaktadır. Ortaklık şeklinde kurulmuş işyerlerinde ortaklar arasında da mobbing söz
konusu olabilmektedir. Bu hususta “Mobbing yapan ağabeyini öldürdü” başlıklı haberde
(Sabah, 14 Ağustos 2013) işyeri ortağı olan iki kardeşten birinin tüm malları üzerine
aldığı ve işyerinde baskı yaptığı için öldürüldüğü belirtilmiştir. Bu haberle mobbingin
sadece intihara değil cinayetlere de sebep olabileceği görülmektedir.
Mobbing, kamu ve özel sektörün önemli sosyal sorunlarından biridir. Gazete
haberlerinde mobbingin daha çok kamu sektöründe görüldüğü belirtilmiştir. Bununla
ilgili “Kamudaki mobbing özel sektörü solladı” başlıklı yazıda (Sabah, 12 Ağustos
2011) Mobbingle Mücadele Derneği ikinci başkanının, derneklerine başvuran kişilerin
çoğunlukla kamu sektöründen olduğunu, mobbinge uğrayan memurların ruh sağlığının
bozulduğunu ve intihara sürüklendiklerini ifade ettiği belirtilmektedir. İlgili haberde
işten çıkarılma riskinin düşük olduğu kamu sektöründe, çalışanların işlerini kolay kolay
bırakmadıkları için, özel sektöre göre daha fazla mobbinge maruz kaldığı; özel sektörde
yüzde 4 olan işyerinde psikolojik ve fiziksel şiddetle karşılaşma riskinin, kamuda
yüzde 6›ya yükseldiği belirtilmiştir. Buna göre özellikle hizmet sektöründe yaygınlaşan
mobbingten en çok sağlık sektörü ve üniversitelerde çalışan personel etkilendiği, sağlık
çalışanlarının, hizmet sektöründeki diğer meslek gruplarına göre 16 kat daha fazla
psikolojik şiddet görme riski taşıdığı ifade olunmuştur.
c. Cinsiyet Kaynaklı Mobbing
Günümüzde iş dünyasının yaşadığı en büyük gelişmelerden biri, kadınların giderek
artan bir biçimde iş yaşamına katılmaları olmuştur. Kadınların iş hayatının tüm sahalarına
girmesi ve üst kademelere ulaşması, kimileri tarafından istenmemiştir. Bu istenmeyiş,
çalışma ortamlarında cinsiyet kaynaklı mobbingin görülmesine neden olmuştur.
Araştırmada incelenen 57 haber üzerinden 12’sinin cinsiyet kaynaklı mobbing ile ilgili
olması toplumsal cinsiyetle ilgili sorunların ciddiyetini göstermektedir. Mobbing özellikle
okumuş, mevki sahibi olmuş kadınlarda iş hayatından çıkmaları için yapılmaktadır.
Bunun bir örneği “Kadın avukatların mobbing savaşı” başlıklı haberde (Sabah, 5 Mart
2015) geçmektedir. Haberde, bir partinin yönetim kademesinde olan kadın avukatların,
kendilerine toplam binden fazla dava dosyası verildiği, sudan sebeplerle ihtar çekilip
azar işittikleri, istifaya zorlandıkları ifade edilmiş; mağdurların il müdürüne şikayete
gittiklerinde ise kendilerinin azarladığını, idari olarak çözüm bulamadıklarını, yargı
yoluyla haklarını arayacakları belirtilmiştir. “Mobingi yazdı kendi başına geldi” başlıklı
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
53
haberde (Sabah, 16 Mayıs 2010) ise, bir sendikada çalışan bayan personele, uzun süre
mobbing uygulandığı ifade edilmiştir. Haberde mağdurun işyerlerinde ücret eşitsizliğine
maruz kaldığı, telefon bağlatılmadığı, işini yapıp yapmadığıyla ilgili baskı görmesi,
birilerinin adamı olup olmadığı hakkında söylentiler çıkarılması ve sonunda işten
çıkartılıp yerine erkek bir çalışanın getirildiği belirtilmiştir.
Yapılan araştırmada cinsiyet kaynaklı mobbinge maruz kalanların arasında erkeklerin
de olması dikkat çekicidir. Tespit edilen 12 haber arasında 4’ü kadınların erkeklere
mobbing uyguladığını konu almıştır. Bu hususta “Erkekler mobbingden daha çok
şikayetçi” haberinde (Sabah, 2 Aralık 2012) 19 Mart 2011’den Eylül 2012’ye kadar
Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi’nin 4 bin 28 mobbing çağrısı alındığı, bu
çağrıların 1890 adedinin kadınlardan, 2138 adedinin erkeklerden geldiğini aktarılmıştır.
Yaklaşık bir sene sonra yayınlanan benzer konudaki “Erkekler mobbing mağduru çıktı”
başlıklı haberde (Sabah, 6 Ekim 2013), 2011’de kurulan Alo 170’i arayarak mobbinge
maruz kaldıklarını söyleyenlerin yarıdan fazlasının erkek olduğu, özel sektörden gelen
şikayetlerin yüzde 58›inin erkek, yüzde 42’sinin kadın, kamudan gelen şikayetlerin ise
yüzde 49’unun erkek bireylere ait olduğu belirtilmiştir.
d. Mobbingle İlgili Gelişmeler
Son yıllarda insan haklarının önem kazanması çalışma yaşamında mobbingin
önlenmesine yönelik çalışmaların yapılmasını beraberinde getirmiştir. Bu husustaki
gelişmeler, incelenen 57 haberden 7’sine konu olmuştur.
Mobbing ile mücadeleyi güçlendirmek üzere yapılan en önemli gelişmelerden biri
Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi, ALO 170 üzerinden psikologlar vasıtasıyla
çalışanlara yardım ve destek sağlanmasıdır. ALO 170’e güne 50’den fazla çağrı geldiği
“Alo mobbing’e büyük ilgi” (Sabah, 11 Nisan 2012) başlıklı haberde belirtilmiştir.
Haberde gelen çağrılar arasında; aynı departmanda çalışan kişilerin özellikle farklı
zamanlarda çay isteyerek kendisini bilerek yorduklarını ve mobbing uyguladıklarını
söyleyen bir çay-kahve servis elemanı, akrabaların aynı şirkette çalışmasının yasak
olduğu bir şirkette, yöneticinin kuzeninin işe alınıp kendi kuzeninin kabul edilmediğinden
şikâyet eden bir kişi ve hediye kabulünün yasak olduğu bir şirkette, çalışma arkadaşının
ailesinden geldiğini inatla söylemesine rağmen kullandığı birkaç eşyanın tedarikçilerden
gelen hediyeler olduğunu iddia eden bir kişi örnek olarak verilmiştir.
Mobbing ile ilgili gelişmeler arasında farkındalık kazandırmaya yönelik eğitimler
bulunmaktadır. Bu husus “Üniversitede mobbing eğitimi” (Sabah, 13 Ocak 2015) başlıklı
haberde yer almıştır. İlgili yazıda üniversitede akademisyenlere ve idari personele
bilgilendirme eğitimi verildiği belirtilmiştir. Eğitimin yanı sıra kurumlarda yapılan
anketler de mobbing tespit edilmeye çalışmaktadır. “Personele mobbing anketi” (Sabah,
10 Mayıs 2015) başlıklı haberde de bu gelişme konu edilmiştir.
54
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kurumlarda mobbingin önlenmesi önemli bir husustur. Bu konu üzerinde kimi birim
yöneticilerinin çalışmaları olurken, kimi kurumlarda insan kaynakları departmanı
veya kurulan özel birimler hizmet vermektedir. Bir devlet üniversitesinde “mobbing
ofisi” kurulması bir habere konu olmuştur. “Üniversitede mobbing önlemi” (Sabah, 20
Ağustos 2013) başlıklı yazıda üniversite bünyesinde kurulan ofise yüzlerce başvuru
yapıldığı, 80’in üzerinde şikayete işlem yapıldığı belirtilmiştir. Kurumların bünyesinin
dışında topyekün mobbingin önlenmesi hususunda da çalışmalar mevcuttur. “Mobbing
genelgesi” (Sabah, 20 Mart 2011) başlıklı haberde işyerinde psikolojik tacize karşı 8
maddelik bir genelgenin Resmi Gazete’de yayımlandığı ifade edilmiştir.
Genelgede; iş verenlerin çalışanların tacize maruz kalmamaları için gerekli bütün
önlemleri alması, tüm çalışanların psikolojik taciz olarak değerlendirilebilecek her
türlü eylem ve davranıştan uzak durması, toplu iş sözleşmelerine işyerinde psikolojik
taciz vakalarının yaşanmaması için önleyici nitelikte hükümler konulmasına özen
gösterilmesi, ALO 170 üzerinden psikologlar vasıtasıyla çalışanlara yardım ve destek
sağlanması, “Psikolojik Tacizle Mücadele Kurulu” kurulması, denetim elemanlarınca,
psikolojik taciz şikâyetlerinin titizlikle incelenmesi, yürütülen iş ve işlemlerde özel
yaşamların korunmasına azami özen gösterilmesi ve mobbinge yönelik farkındalık
yaratmak amacıyla eğitim toplantıları düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Mobbing ile ilgili gelişmelerin konu alındığı diğer haberler ise çalışanına mobbing
uygulayan yöneticiye kredi verilmemesi ile ilgilidir. “Mobbing yapana kredi yok” ve
“Mobbing yapan patrona kredi yok” (Sabah, 7 Nisan 2011) başlıklı yazılarda mobbing
uyguladığı kesinleşen patrona kredi ve teşvik yasağı istendiği, tacizi yapana veya göz
yumana alt sınırı 2 yıl olmak üzere hapis cezası öngörüldüğü bilgisi verilmektedir.
4. Sonuç
Yapılan araştırmada, son beş yıl içesinde başlıklarında “mobbing” ifadesi geçen haberler
incelenmiş ve dikkat çekici bulgulara ulaşılmıştır. Gazete haberlerinde mobbinge her
kesimden bireyin maruz kalabileceği ortaya çıkmıştır. Eğitim kurumlarında mobbingin
durumuna bakıldığında, ilkokuldan yüksek öğrenime kadar eğitim alan veya veren olsun
her kesimin mağdur olabilme riski ile karşı karşıya kaldığı tespit edilmiştir. Özellikle
okullarda çalışkan ve zeki çocukların baskı altında olduğu, hatta velilerin dahi mağdur
edilebildiği görülmüştür. Diğer yandan üniversitelerde özellikle akademisyenlere yönelik
mobbingin sıklıkla haberlerde yer aldığı görülmüştür. Bu haberlerde akademisyenlerin
iş bırakmasına hatta intihar etmesine yol açabilecek baskı ve tehditler altında kaldıkları
göz önüne serilmiştir.
İşyerinde mobbingi konu alan haberler incelendiğinde, özellikle mobbing sonucu
açılan tazminat davalarının sıklığı dikkat çekmektedir. Haberlerde, bu davalarda baskı
uygulayan taraflara verilen 3 bin lira ile 10 bin lira arasında değişen para cezalarından
söz edilmiştir. Ayrıca işyerinde maruz kalınan mobbingin çeşitli psikolojik rahatsızlıklara
yol açtığı, intiharlardan cinayetlere kadar büyük toplumsal sorunların nedeni olduğu
ifade edilmiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
55
Çalışma yaşamında çalışanlar, kendilerinden zayıf olanı ezmeye çalışmakta, böyle
yaparak kendisini öne çıkartacağını düşünmektedir. İşletmelerde genç ve tecrübesiz
olan çalışanlara bilgilerini anlatmama, kadın işçilerin çalışmalarına değer vermeme,
terfi ve ücretlendirmelerinde haksızlıklar yapma gibi hususlar oldukça sık duyulan
problemlerdir. Özellikle kadınlar, duygusal yapıları nedeniyle arka plana itilmekte, çoğu
zaman ise görmezden gelinmektedir. Kadınların sadece cinsiyetleri nedeniyle mobbinge
maruz kalmaları 57 haberin 8’inde dile getirilmiştir.
Diğer yandan bu haberlerin 4’ünün erkeklere yapılan mobbing konusunda olması, bu
sorunun sadece kadınlara yönelik olmadığını da gösterir nitelik taşımaktadır.
Günümüzde mobbing sorunun önemi kavranmış, mücadele etme yolları aranır
olmuştur. Gazete haberlerinde bu mücadele yöntemlerinin bazıları dile getirilmiştir.
Haberlerde bu yöntemler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi ALO 170’in
hizmete sokulması, mobbingle ile ilgili genelge yayımlanması, kurumlarda bilgilendirme
eğitimlerinin düzenlenmesi ve durum tespiti yapan anketlerin uygulamaya konulması
olarak ifade olunmuştur.
Mobbing, cinsiyet, yaş, kıdem vb. farklılıklar gözetmeksizin herkesin başına
gelebilecek bir sorundur. Bu sorunla mücadele için çeşitli önlemler alınmış olsa da,
bu önlemlerin yeterliliğinden bahsetmek mümkün değildir. Çalışmada sadece bir
gazetenin son beş yılında yayınlanmış mobbing haberleri incelenmiştir. Oysa farklı
gazetelerde, daha uzun zaman aralığında çıkan haberlerin incelenmesine ihtiyaç vardır.
Diğer yandan mobbinge maruz kalan mağdurlar ile derinlemesine mülakatlar yapılması,
sorunların köküne inilmesine ve farklı çözümlerin ortaya çıkmasına sebep verecektir.
Araştırmacılara mobbing konusunda nicel tekniklerdense nitel araştırma metodlarını
kullanarak sorunların tespitine çalışmaları tavsiye edilmektedir.
56
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. Akça, B. & İrmiş, A., Yıldırma Davranışının Algılama Boyutu: Üniversite
Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma, 14. Yönetim Organizasyon Kongresi Bildiriler
Kitabı, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 181-189 (2006).
2. Akgeyik, T., Psikolojik Tacizle Mücadelede Sendikaların Rolü, 1. Çalışma
Hayatında Psikolojik Taciz (Mobbing) Panel ve Çalıştayı Bildiriler Kitabı,
Der. İsmail Aygün, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi
(ÇASGEM) Yayınları, Ankara, 307-316 (2013).
3. Akgeyik, T.,Güngör Delen M. & Uşen Ş., Çalışma Yaşamında Psikolojik Taciz,
ÇASGEM Yayınları, Ankara, (2013).
4. Aksakal-Kaymakcı, H., Yıldırma Davranışının Sakarya Tekstil Sektöründe
Çalışan İşgörenler Üzerindeki Etkileri, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 2/1, 79-107 (2009).
5. Demir, Y., Mobbing’in Kişisel Ve Örgütsel Etkileri Üzerine Bir Araştırma, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi Journal of the Institute of Social Sciences S. 3, Bahar,
99-111 (2009).
6. Filizöz, B. & AlperAy F., Örgütlerde Mobbing ve Tükenmişlik Olgusu Arasındaki
İlişkilere Yönelik Bir Araştırma, E-Journal of New World Sciences Academy, Vol.
6, No. 2, 229-241 (2011).
7. Gürel, E. & Alem J., Postmodern Bir Durum Komedisi Üzerine İçerik Analizi:
Simpsonlar, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3 (10), 335-336 (2010).
8. Karatuna, I., İşyerinde Psikolojik Tacizle Mücadele Yöntemleri, 1. Çalışma
Hayatında Psikolojik Taciz (Mobbing) Panel ve Çalıştayı Bildiriler Kitabı,
Der. İsmail Aygün, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi
(ÇASGEM) Yayınları, Ankara, 113-119 (2013).
9. Mızrahi, R., Çalışma Hayatında Mobbing ile Mücadele Yöntemleri, Sosyal ve
Beşeri Bilimler Dergisi, C. 5, No:2, 443-452 (2013).
10. Nolfe, G., Petrella C., Blası F., Zontını G. & Nolfe G., Psychopathological
Dimensions of Harassment in the Workplace (Mobbing), International Journal of
Mental Health, 36 (4), 67–85 (2007).
11. Pelit, E. & Kılıç İ., Mobbing ile Örgütsel Bağlılık İlişkisi: Şehir ve Sayfiye
Otellerinde Bir Uygulama, İşletme Araştırmaları Dergisi, 4/2, 122-140 (2012).
12. Tınaz P., İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing), Çalışma ve Toplum, 2006/4, 1328 (2006).
13. Tınaz, P., Çalışma Psikolojisi Boyutlarıyla Mobbing Tanım ve Tanı, 1. Çalışma
Hayatında Psikolojik Taciz (Mobbing) Panel ve Çalıştayı Bildiriler Kitabı,
Der. İsmail Aygün, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi
(ÇASGEM) Yayınları, Ankara, 21-33 (2013).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
57
58
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
BÜYÜK GRUP KİMLİĞİ FARKLILIĞINDAN DOĞAN BİR ÇATIŞMA
ALANI OLARAK PKK TERÖRÜ VE BAZI SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
AÇISINDAN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Halil MUTİOĞLU1
“Tarihte en nefret dolu ve gaddar suçlar din ya da asalet adına yapılmıştır”
M. Gandhi
Özet
Bu bildiride terör ve terörizm kavramları tanımladıktan sonra bir terör türü olarak
bölücü-ayrılıkçı (etnik) terörizm örneği olarak Partiya Karkêren Kurdistan/Kürdistan
İşçi Partisi (PKK) terörü ele alınacaktır.
Etnik terörizm kısaca herhangi bir devlet içinde etnik ayrıma göre bir başka devlet
kurma amacıyla uygulanan aşırı milliyetçi terörizm çeşidi olarak tanımlanabilir. Bu
ayrılıkçı terör, kimi zaman tarihsel süreçlere kimi zaman da ideolojik akımlara dayanır.
Hangi temele dayandığı önemli olmaksızın tüm ayrılıkçı hareketler bir şekilde kendi
kaderini tayin hakkı (self-determinasyon) ile ilişki kurar.
Bu terör türü açıklandıktan sonra Türkiye’de PKK sorununun tanımlanması ve ortadan
kaldırılmasına yönelik Türk kamu yönetimi dışında yer alan; Bilge Adamlar Stratejik
Araştırma Merkezi (BİLGESAM), Türk Ekonomi ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV),
Ankara Strateji Enstitüsü, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK),
Stratejik Düşünce Enstitüsü ve gibi bazı sivil toplum yapılanmalarının görüşleri üzerinde
durulacaktır.
Anahtar Sözcükler: Büyük Grup Kimliği, Çatışma, Terör, Etnik Terör, Sivil Toplum
Örgütü
1 Yrd. Doç. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
59
THE TERROR OF PKK AS AN AREA OF CONFLICT EMANATED FROM
LARGE GROUP IDENTITY DIFFERENCE AND SUGGESTIONS FOR
SOLUTION BY SOME NON-GOVERNMENTAL ORGANIZATIONS
Abstract
In this paper, after defining the concepts of terror and terrorism, the terror of PKK will
be scrutinized as a factious-separatist (ethnic) terrorism example.
Ethnic terrorism can basically be described as a type of nationalist terrorism aiming to
found a state within a state based on ethnic difference. This separatist terror is sometimes
based on historical processes or sometimes on ideological currents. On whichever they
depend, all separatist movements relates to the right of self-determination in a way.
After explaining this way of terror, the views of NGO’s such as Wise Men Strategic
Research Center (BİLGESAM), Turkish Economy and Social Studies Center (TESEV),
Ankara Strategy Institute, Turkish Revolutionist Worker Syndicate Confederation
(DİSK), Strategic Thinking Institute and pertaining to defining and resolving of PKK
terror will be analyzed.
Keywords: Large Group Identity, Conflict, Terror, Ethnic Terror, Non-Governmental
Organization
60
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Bu bildiride terör ve terörizm kavramları tanımlandıktan sonra büyük grup kimliği
farklılığından doğan bölücü ayrılıkçı (etnik) terörizm örneği olarak PKK terörü ve bu
teröre bazı sivil toplum örgütlerinin getirdikleri çözüm önerileri (yayınladıkları raporlar)
ele alınarak tartışılacaktır.
1)Kimlik-Kolektif Kimlik (Büyük Grup Kimliği)
Kimlik en açık ve basit tanımıyla “kişilerin, grupların toplum veya toplulukların
kimsiniz, kimlerdensiniz sorusuna verdikleri yanıt ya da yanıtlardır (Güvenç, 1993:
3). Tek bir kimliğimiz yoktur. Kimlik sosyal bir fenomendir yani kişinin kendi kendine
gerçekleştirdiği bir süreç olmayıp başkaları ile beraber ya da başkalarına karşı sosyal bir
çerçevede oluşan süreçlerdir. Bu bakımdan kimliğin sosyal olması bu olgunun başkalık
olgusu ile beraber var olduğunu gösterir. Derrida’nın dediği gibi “Bütün kimlikler
farklarıyla beraber vardırlar” (Derrida, 1992: 9-10).
Bu çalışmada kimliği bir insan topluluğunun kolektif kimliği olarak
kavramlaştırmaktayız. Kolektif kimlik, belirli bir alanda kök salmış bir takım grupların
(etnik toplulukların) diğer gruplardan farklarını ortaya koyma, vurgulama talebidir
(Bilgin, 1995: 59). Kolektif kimliğin oluşması daima onlara karşı “bizin” yaratılmasını
gerektirir.
Bu kimlikle ilgili tutumlar tutarlı bir fikirler sistemi veya ideoloji içeren bir söylemi de
ifade ederler. Aslında bütün bu özelliklerine dikkat ettiğimizde çağımızın kimlik sorunu
kolektif kimliklerdir. Özellikle devlet tarafından verilen resmi kimlik topluluğun aradığı
geleneksel kimliği ile uyuşuyorsa sorun çıkmamaktadır. Ancak bu iki kimlik arasında
bir çelişki ve karşıtlık var ise kimlik sorunu da kaçınılmaz olmaktadır. Bu kimlik
bunalımları iç savaşlara bile yol açabilmektedir. Bu bakımdan farklı kolektif kimliklerin
sorun olmaması ve çözülme yaratmaması için yasa üstünlüğü sağlayacak etkin, güçlü ve
dürüst bir kamu yönetimine ve ayrıca toplumsal yaşamda bireyde demokratik yurttaşlık
hak ve ödevler bilincinin gelişmiş olması gerekmektedir. Geleneksel toplumlarda da
bireyin kimliği vardır. Fakat kimlik, milli devletlerin ortaya çıkmasıyla güncel bir önem
kazanmıştır (Karpat, 1995: 23). Kolektif kimlik konusu farklı ideolojik sesler tarafından
yorumlanarak akademik tartışmaların ve siyasal retoriğin odak noktası haline gelmiştir.
Bütün bu ve benzeri tartışmalar Türkiye’de bir kimlik kutuplaşması2 yaşandığını
bize anlatmaktadır (Mutioğlu, 1997: 300). Hepimiz Türkiye toplumunun giderek
kutuplaşmakta ve ayrışmakta olduğundan şikayetçiyiz (Mahçupyan, 1996: 143).
Bugün Türkiye’nin en çarpıcı siyasal sorunu farklı kültürel topluluklar temelinde
ifadesini bulan siyasal taleplerden kaynaklanmaktadır. Bu talepler farklılıkların
korunmasından bağımsız bir devlet kurmaya kadar çeşitlenmektedir.
2 Kimlik siyaseti konusunda Yrd. Doç. Dr. Atakan Hatipoğlu’nun “Sola Yutturulmaya Çalışılan Zoka: Kimlik
Siyaseti” adlı çalışmasına bakılabilir. Bkz. Bilim ve Ütopya, Sayı 251, Mayıs 2015, s.2-27
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
61
Bu siyasal talepler Türkiye’de netleşmeye başlayacak olan bütün cevapların tayin
edici faktörü olarak kenti ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’de kent ahalisi tutunma ve
bunun gibi endişelere bağlı olarak sert ve çıplak mücadele sürecine yönelmekte ve
Türkiye’nin birçok kentinde şiddet için katılım artmaktadır. Bu durum günümüzde
küresel gündemin de etkisiyle yerellik, etniklik, mezhep, din veya ırk eksenli topluluk
biçimleri ve ilişki kurallarını kaçınılmazlaştırmaktadır. Bu yapı, tekçi ve imhacı
kimliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sosyo-kültürel ve siyasal kimliğin3
kendini yeni bir tek etrafında kurma arzusu içine bulunan durumun teklik için savaşmak
şeklinde algılanmasına ilham kaynaklığı yapmaktadır. Günümüz dünyasının entelektüel
siyasal iklimine zıt ve aslında birbiriyle bağdaşmayan iki ana eğilim hâkimdir. Bunlardan
biri evrensel olma iddiasındaki insan haklarının teşvik edilmesi, diğeri de etnik-dini
kimliklerin ve genellikle içerdiği kültürel kimliklerin teşvik edilmesidir (Kuçuradi,
1999: 44). Bu durum günümüz dünyasında etno-dini gelişmelerin savaş ve terörizme yol
açan en büyük faktör haline gelmesine de neden olmuştur.
2)Terörizm-Etnik Terörizm
Terör, terörizm, etnik terör ve savaş gibi olgular insanlık tarihi kadar eski ve önemli
olgulardır. Çünkü şiddet tarih boyunca insanlar arası ilişkilerde sorunların çözümünde
daima başvurulan yöntemlerden olmuştur (Kongar, 2001: 73). Terörü birey ve toplum
açısından değerlendirebiliriz. Toplum açısından değerlendirdiğimizde toplumsal yapı
kavramıyla karşı karşıya kalırız. Toplumsal yapı düzenli insan ilişkileri demektir.
Toplumlardaki kurumlar; siyaset, ekonomi, hukuk hep bu düzenlenmiş ilişkileri yansıtır.
Siyaset-egemenlik ilişkisi, ekonomi, üretim ve bölüşüm ilişkisi, hukuk-adalet ilişkisi
üzerine dayalıdır. Terör, sosyolojik olarak siyasal yapıda, yani egemenlik ilişkisi içinde
yer alan bir etkinliktir ve egemenlik ilişkisine saldırır. Birey açısından ise hangi duygu ve
düşünceler ve nasıl bir kişilik yapısı insanı terörist yapar sorusundan kaynaklanmaktadır.
Bu sorulara doğru dürüst bir yanıt verilmeden terör ve terörizm ile başa çıkma olanağı
yoktur.
Terör, dehşet, aşırı korku, dehşet saçma ve bu amaçla yaralama, yıkma öldürme
davranışları (Demirer, 2001: 26) olarak tanımlanabilir. Terör ve terörizm gibi sözcükler
Latince köklü olup “terrere” sözcüğünden gelmektedir. Korkudan titreme veya titremeye
neden olma anlamlarındadır (Alparslan, 1983: 4). Terörizm çoğunlukla siyasal sonuçlara
ulaşmak için şiddetin sistematik kullanımı olarak tanımlanmaktadır, ki bu çoğunlukla da
yönetimlerin davranış ve tutumlarını değiştirmek amacıyla korku yaratmaya yöneliktir
(Russett ve Starr, 1989: 174). Wardlaw terörizmin kontrol altına alınabilmesindeki en
önemli sorunu bu olgunun tanımlanması olduğunu ifade etmiştir (Wardlaw, 1982: 19).
Çünkü terörizm hükümet karşıtı bir eylem olarak sunulurken aynı zamanda hükümetler
kendi halklarına ya da başkalarının halklarına karşı da terörizme başvurabilmektedirler.
Bu çerçevede terörizm, aşırı derecede tartışmalı bir terimdir (Heywood, 2014: 341).
3 Siyasal Kimliğin Oluşumunu Kuramsal Boyutta Ele Alan Siyasal Kimliklerin Oluşumu: Yayına Hazırlayan
Ernesto Laclov, Çeviren Ahmet Fethi, Sarmal Yayınları, İstanbul, 1995
62
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Alex Schmid, 1936 ile 1981 yılları arasında terörizmi anlatmak için tam 109 ayrı tanım
yapıldığını ifade etmektedir. Bu tanımlarda ortak olan; şiddetin kullanılması, şiddetin
devreye sokulma tehdidi, belirlenmiş bir hedefe yönelik strateji veya savaş yöntemi
olması, kurban üzerinde korku yaratma amacı taşıması, acımasız ve insanlık dışı bir yapı
içermesi ve reklamın temel unsur olarak yer almasıdır (Türkdoğan, 1985: 305). Alex
Schmid’in bu tanımlarında öne çıkan beş öğe sırasıyla şöyle tespit edilmiştir (Aydınalp,
2008: 25):
a. Terörde şiddet ve zor kullanımı vardır
b. Siyasi bir amaç güdülür
c. Dehşet ve korku yaratılır
d. Tehdit içerir
e. Üçüncü kişilerde psikolojik etki uyandırarak toplumda reaksiyon uyandırma
beklentisi mevcuttur.
Bu açıdan terörizm, siyasi amaçlara ulaşma isteği taşıyan eylem ve örgütlülüğün
stratejik yöntemidir.
3) Etnik Kimlik-Etnik Terörizm
Günümüz dünyasında benzerlik ve farklılıklarıyla öne çıkan kimlikler bireylerin ve
toplulukların kendilerini tanımlarken en çok başvurdukları öğelerin başında yer almaya
başlamıştır.
Etnik kimlik, etnik grup gibi terimler genellikle kavim, budun anlamında kullanılır.
Kelimenin kökeninin eski Yunancadaki ethos’tan (halk, millet) geldiği varsayılmaktadır.
Bu kelimenin sıfat olarak kullanılan biçimi “etnicos” Latinceye “ethninus” olarak
girmiştir ve bu kelime 14.yüzyıla kadar ötekiler sözcüğü için kullanılmıştır (Karakoç,
2013: 133). Bu kavram 19.yüzyıla kadar geçirdiği sürede kendisine yüklenen anlamı
değiştirmiş ve ırksal özellikleri ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Cordell
etnikliği bir insan grubuna ortak bir bağlılık duygusu veren, kendisine has olan ve
diğerlerinden ayıran ortak geçmiş, kültür, dil, din ve bir toprak parçası üzerindeki
egemenlik gibi özellikler olarak tanımlar (Cordell, 1999: 4). Smith ise etnisiteyi ortak
soy, tarih ve kültür bir toprak parçası ile özdeşleştirildiğinde ve bu toprak parçası
üzerinde yaşayan insanlar dayanışma duygusuna sahip olduklarında ortaya çıkacaktır
(Smith, 1981: 26) der. Etnik kimlik çok farklı şekillerde tanımlanmıştır. Ancak bu
tanımlamaların içinde çoğunlukla ırk ve kültür alanlarında ortak bir görüş söz konusudur.
Irk kimliğini göz ardı etmemek gerekir. Çünkü ırk kimliği ideolojik bir ayrım kriterine
dönüşebilmekte ve diğerlerini aşağı görürken kendini üstün gören bir kimlik anlayışına
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
63
doğru evrilmektedir. Etno-milliyetçilik bir yandan etnikler arası yakınlığı yani akrabalık
ilişkilerine göre düzenlenmiş politika öncesi soy topluluklarını, diğer yandan, devletsel
ya da en azından siyasi bağımsızlık çabasındaki ulusları vurgular (Habermas, 2002: 3738). Etnik terörizmde kısaca herhangi bir devlet içinde etnik ayrıma göre bir başka devlet
kurma amacı ile uygulanan aşırı milliyetçi terörizm çeşidi olarak tanımlanabilir. Etnik
terör, genellikle bir etnik gruba mensup kişilerin terör örgütlerinde ya da eylemlerinde
çoğunlukla yer aldıkları terör türüdür (Çınar, 1997: 245). Bazı kaynaklarda etno-terörizm
olarak adlandırılan bu terörizm türü, kendince savunuculuğunu üstlendiği kategoriyi
siyasi amaçların merkezine yerleştirmiş bir terörizm ifade etmektedir. Diğer terörizm
çeşitlerinden farklı olarak bu terörizmin amacı devletten ayrılmak ve önceden belirlenen
bir ideolojiye dayanan bir devlet kurmaktır, fakat bu bazen özerklik ya da çeşitli tavizler
koparma şeklinde olabilmektedir. Etniklik, terör olarak kendini egemen gücün baskısı
altında gördüğünde görünür olmaktadır. Bunun nedeni etnik teröristlerin kendilerini
tehdit edilen kültürel kimliğin bekçileri olarak algılamalarından (Kışlalı, 2006: 47)
kaynaklanmaktadır.
Kimlik, terör, terörizm, etnik kimlik ve etnik terörizm konularını kavramsal düzeyde
ele aldıktan sonra şimdi de kısaca Türk kamu yönetimi içinde PKK terörü ve ardından
da terör ve terörizm ile mücadelede kamu yönetimi aygıtı dışında bazı sivil toplum
örgütlerinin getirdikleri çözüm önerilerini ele alalım.
4) Terör Ve Terörizm İle Mücadelede Türk Kamu Yönetimi Ve Bu Aygıtın
Dışında Bazı Sivil Toplum Örgütlerinin Getirdiği Çözüm Önerileri
Terörle mücadele ile terörizm ile mücadele birbirlerinden farklı konulardır. Terör
ile mücadelede amaç terörizmin varlığına yönelik çok yönlü ve aktörlü tasfiye, plan
ve uygulamaları olmaktan çok terörizmin ortaya çıkardığı şiddetle mücadele plan ve
uygulamalarıdır. Teröristle mücadelede salt silahlı mücadele esastır. Terörizm ile
mücadelede ise teröristlerle silahlı mücadeleden çok bireylerin terörist olmalarını
engellemeye yönelik olarak çok yönlü ve aktörlü bir koordinasyona dayalı mücadele söz
konusudur. Bu ayrım ışığında Türkiye’nin uzun yıllar boyunca terörizm ile değil terör
ile mücadele ettiğini söylemek mümkündür. PKK, 1978 yılından 2015 yılına gelinceye
kadar Ortadoğu gibi bir yerde varlığını sürdürebilmiş, üstelik bir ara gayri resmi olarak!
Devletin muhatabı olmuşsa PKK’nın başarısız olduğunu iddia etmek mantık dışıdır.
PKK’nın ülkede büyük etki yaratabilmesi için askeri zafere ihtiyacı yoktur, tek ihtiyaç
duyduğu varlığını sürdürmek ve davasının propagandasını yapabilmektir (Fuller, 2011:
196).
Türkiye’de kamu yönetimi yasama ve yürütme işlevleri çerçevesinde terörle mücadele
etmiştir. Türkiye’nin terörizm ile tanışması 1960 döneminde başlayan ve 1980 darbesine
denk süren öğrenci hareketleriyle oluşmuşsa da özellikle terörizme eğilen bir kanun PKK
terörizminin itici gücü ile çok daha sonra 12 Nisan 1991 tarihinde ortaya konulabilmiştir.
Teröre eğilen ilk kanunun bu tarihte doğduğunu söylemek doğru değildir. 1985 tarihinden
64
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
bu yana eve dönüş yasaları ile bireylerin terörist faaliyetlerde bulunması engellenmeye
çalışılmıştır. Terörle Mücadele Kanunu (TMK) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk
güvenlik güçleri ile PKK arasındaki çatışmanın zirveye çıktığı dönemlerde kaleme
alınmış, yürürlüğe konmuş ve devlet ile toplumun “güvenlikleştirmesi” alanındaki en
güçlü yasal araçlardan birisi olmuştur (Aytar, 2013: 1-2). Dönemin özellikleri itibariyle
bu kanunun katı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Türkiye’nin terörle mücadelede dönemsel
farklılıkları, PKK’nın dönemsel olarak kendisini dönüştürmesi bu kanunda değişiklikler
yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bir bakıma kanunun ilerleyen yıllarda yumuşatıldığını
söyleyebiliriz.
Özellikle soyunun bir tarafının Kürt olduğunu söyleyen Özal, Kürt Sorunu üzerindeki
gizlilik ve sessizlik perdesini kaldırma yönünde büyük atılımlar gerçekleştirmiş ve
bu sorunun güvenlik önlemleri dışında ciddi reformlar gerektiren bir gerçeklik olarak
ele alınmasında önemli olmuştur (Fuller vd., 2011: 198). Özal hükümeti ile başlayan
ve Özal’ın ölümü ile sekteye uğrayan değişim yanlısı paradigma nihayetinde 2002
seçimlerinde tek başına iktidar olan AKP ile devam etmiştir.
PKK, siyasallaşma, şiddet eylemlerinin sayısının azaldığı etkisini artırarak şiddet
eylemlerini yıldırma amacı yerine tehdit amacı haline getirmeye, pazarlık kozları
elde etmeye ve kendini bir ulusal cephe haline getirmeye çalışmıştır. Bu bakımdan
yürütmenin işlevi PKK’yı dağlarda bitirmek yerine bölgedeki PKK’ya destek verilmesini
engellemek biçimde yapılandırılmalıdır. Bu amaçla yürütme kanadı tarafından
siyasi/idari düzenlemelerin yapılmasını, bunların askeri düzenleme ve faaliyetlerle
korunmasını ve halkın da sosyal ve ekonomik düzenlemelerle refaha kavuşturulmasını
zorunlu kılmaktadır. Yürütme işlevi yasama işlevinin düzenlemelerini hayata geçirecek
gerekli alt yapıyı kurma ve bu düzenlemeleri devamlılığını sağlama konusunda önemli
bir yerde durmaktadır. Yine bu iki alan birbirlerini besler ve destekler mahiyette olmak
zorundadır. Yürütme işlevi yasama işlevi ile ters düşmemelidir. Bu iki erkin ters düşmesi
terörle mücadele konseptinin çöküşünü anlamına gelmektedir.
Türkiye’nin en önemli sorunu olan terörizme yönelik önerileri son 30 yıldır neredeyse
her kesim ortaya koymaktadır. Elbette sivil toplum kuruluşlarının (STK) terörizm
üzerine eğilmesi ve buna yönelik çözüm önerileri sunmaları bu sorunun çözümünde
toplumsal mutabakat ve farkındalığın sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır.
STK’ların çözüm önerilerinde terörle mücadeleden çok terörizm ile mücadele yoluna
gidildiği gözlemlenmektedir.
Bu STK’lardan biri Bilge Adamlar Kurulu’dur (BİLGESAM). Dünyadaki ve yurt
içindeki gelişmeleri takip ederek geleceğe yönelik önerilerde bulunmak, Türkiye’nin
ikili ve çok taraflı uluslararası ilişkilerini ve güvenlik stratejilerini, yurt içindeki siyasi,
ekonomik, teknolojik, çevresel ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik bilimsel
araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi, dinamik
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
65
çözüm önerileri, karar seçenekleri ve politikalar sunmak Bilgi Adamlar Stratejik
Araştımalar Merkezi’nin (BİLGESAM) kuruluş amaçları arasında yer almaktadır
(Sandıklı, 2011: iii). Bilge Adamlar Kurulu terörle mücadele stratejisi raporunu
demokratikleşme, sos-kültürel ve sosyo-ekonomik, güvenlik ve uluslararası ilişkiler
olmak üzere dört boyutlu bir strateji ile terörle mücadeleyi ele almıştır. Bu başlıklar
altında açıklanan projeler terörizm ile mücadelenin temel göstergeleri olmakla
birlikte PKK’yı bitirebilecek, bölgeyi güçlendirecek yeni ve ayrıntılı, spesifik öneriler
içermemektedir. Rapor, eğitimin, ekonominin ve sağlığın geliştirilmesi, diyaloğun
kurulmasını, demokratik değerlerin artırılmasını, Kürtlere çeşitli haklar verilmesini,
terör ile mücadelede eşgüdüme, güvenliğin artırılmasına ve toplumsa rehabilitasyona
vurgu yapmıştır. Bu öneriler terörle mücadele ile ilgisi yanında tüm ülkede yapılması
zorunlu uygulamaları içermektedir. Bu bakımdan rapor, bir temenni raporundan öteye
gidememektedir. Dahası bu öneriler, devletin temle hedeflerini zaten oluşturmaktadır.
Bu STK’lardan bir diğeri Türkiye Ekonomi ve Sosyal Etütler VAKFI (TESEV)’dir.
Cengiz Çandar tarafından hazırlanan “Dağdan İniş: PKK Nasıl Silah Bırakır” adlı
raporun köklü bir reformu dile getiren bir rapor olduğunu söyleyebiliriz.
Rapor, Kürt Sorunu ile PKK ve Öcalan’ın ayrılmazlığına vurgu yapmıştır. Raporun
öneriler başlığı altında şu maddeler (Çandar, 2011: 97-103) yer almaktadır:
Taraflar (Devlet ve PKK) arasında çözüm yönünde yol alabilmesi için öncelikli bir
güven ortamının yaratılması ve bu amaçla KCK Davası’nın düşürülmesi, PKK’nın
eylemsizlik halinin sürekli kılınması, Kürtlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde en
geniş ve gerçekçi temsilinin mümkün kılınması, Kürt Sorununa ilişkin hukuki çerçevenin
hayata geçirilmesi, Kürtlere Türkiye’de yeni bir statü kazandırılması, Abdullah Öcalan’ın
tutukluluk şartlarında yeni bir düzenleme yapılması ve dağdakiler için aşamalı bir af
uygulaması gibi öneriler bulunmaktadır.
Bu rapor ilgili maddelerden anlaşıldığı gibi Kürt Sorununun bitişini PKK’nın tepe
yöneticisi olan Öcalan’dan militanlara kadar tüm yapısının affına, Kürtlere çeşitli
haklar verilmesine ve Kürtlerin kısmi yönetilme mekanizmasına kavuşturulmasına
dayandırmıştır. Raporun çözüm bağlamında Kürt Sorununa mı yoksa PKK’nın affına mı
odaklandığı tartışılır vaziyettedir.
Bu alandaki bir başka STK’da Ankara Strateji Enstitüsü (ASE)’dir. Kürt Sorununun
çözüm mantığını anlamak adlı raporda terör sorunu ile Kürt Sorunu içi içe geçmiş
olsa bile bu ikisi arasında bir ayrıma gitmek kaçınılmazdır. Kürt Sorununun sosyal,
siyasal, ekonomik, temel ve kültürel haklar boyutunda ele alınması gerekliliği üzerinde
durulmuştur. Raporda çözüm için öne sürülen başlıklar şunlardır (Kurubaş, 2012: 20-68).
Çözümün ön koşulu olarak etnik milliyetçi paradigmalardan kurtulmak birinci derecede
önemlidir. Etnik sorunların kaynağı temelde bu ulus devletin etnik milliyetçi politikaları
ve ona karşı aynı mantıkla hareket eden etnik grupların başlattıkları milliyetçilikler
66
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
oluşturmaktadır. Buna göre devletin etnik milliyetçilik ve ulus devlet modelini revize
etmesi, gerçekçi olmayan “kültürel türdeşlik efsanesinden” ve bunun yansıması olan
norm ve uygulamalardan kurtulması çözümün ön koşulu olarak kendini dayatmaktadır.
Kürt Sorununun bu bağlamda en önemli sorun alanlarından birisi ulus devletin tek millet
dayatması ve buna tepki olarak ortaya çıkan ve şiddetlenen etnik milliyetçi paradigmadır.
İkinci olarak üstünde durulan konu kimlik ihtiyacının karşılanmasıdır. Çözüm
konusunda iki yanlış noktadan hareket edilmektedir. Bunlardan ilki Kürt Sorunu PKK’ya
endekslemek, bu devletin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasını imkânsız kılarak çözüm
yolunu tıkar. İkincisi de hakları terör ile mücadeleye endekslemektir. Bu da Kürtlerin
kimlik ihtiyaçlarının karşılanmasını imkânsız kılar. Aslında bu bakımdan sorunun
temelinde bir kimliğin algılanan bir tehdide karşı savunulması güdüsü yani toplumsal
güvenlik yatmaktadır. Bu sorun sadece grubun kolektif güvenlik sorunu değil aynı
zamanda ve her şeyden önce bireysel düzeyde hissedilen bir insani sorundur. Bu nedenle
çözüm çabalarının odaklanması gereken asli ve acil yön siyasi değil insani boyutta
yatmaktadır. Çözüm bekleyen temel sorun budur. Bu halledilirse PKK’nın varlık nedeni
de gerekçesi de ortadan kalkar. Belki bu sayede Kürt siyaseti de şiddetten arınabilir.
Buna rağmen terör devam ederse artık karşımızda hiçbir makul gerekçesi kalmayan saf
bir güvenlik sorunu var demektir.
Çözümüm olmazsa olmazlarından birisi de kültürel haklardır. İddiamız o ki, halen
herhangi bir muhataba ve müzakereye gerek olmaksızın tam ve eksiksiz gecikmeden
verilecek kültürel haklarla Kürt kimliğinin korunması ve güvence altına alınması
sayesinde Kürt Sorununun büyük oranda çözümü mümkündür. Kültürel hakların dört
aşamalı bir işlev görmesi gerekmektedir: toplumsal güvenliğin sağlanması, etkin
eşitliğin sağlanması, toplumsal bütünleşmenin sağlanması, katılımcı demokrasi ve
çoğulcu toplumun inşası.
Çözüm yolundaki zorluk Kürt milliyetçiliğinin statü talebidir. Kürt Sorunu, kimlik
ve kültürel haklar bağlamında çözüldüğünde PKK, varlık nedenini büyük oranda
kaybederek zayıflasa bile tamamen ortadan kalkmayacaktır. Çünkü PKK aynı zamanda
artık Kürt milliyetçiliğini de temsil etmektedir ve onun en güçlü damarlarından birisini
oluşturmaktadır. Milliyetçi hareketlerin en önemli ayraçlarından birisi ise kendine ait
olabildiğince bağımsızlaşmış bir yönetsel birim elde etme çabasıdır.
Türkiye’de PKK ile ilişkili ilk görüş önerilerini sunan STK’lardan biride Türkiye
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’dir (DİSK, 2010: 3-11). DİSK’in
raporunda özellikle dil kullanımı özgürlüğü, bölgesel istihdam ve gelişme, kültürel
haklar, demokrasi, koruculuğun kaldırılması ve bölgenin normalleşmesine anayasadaki
yurttaş tanımının değişime, PKK militanlarına af getirilmesine ve yerel yönetimlerin
daha özgür ve daha bağımsızlaşmasına vurgu yapıldığı görülmektedir. Raporda PKK’nın
oradan kalkması yönünde etkin bir öneri bulunmamaktadır. Rapor, Kürt Sorunu algısını
kültürel haklar ile ekonomik gelişmişlik ekseninde değerlendirmiş ve bu eksendeki
önerilerini Kürt Sorunu ve bu bağlamda PKK terörünün çözümü olarak sunmuştur.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
67
Kürt Sorunu ile ilgili görüş öneri süren bir başka STK ise Stratejik Düşünce Enstitüsü
(SDE)’dir. 22 Ocak 2011 tarihinde konuya yakın akademisyenler, siyaset ve kanaat
önderlerini bir araya getirmişlerdir. SDE’nin raporunda Kürt Sorununun esası üç aşamalı
olarak (SDE, 2011: 7) şöyle tarif edilmiştir:
a. Cumhuriyetin tek dilli-tek uluslu olarak kurulması ile ilgilidir
b. Bu bahsedilen duruma itiraz ile ilgilidir
c. Bu itiraza silahın müdahil olması ile ilgilidir
Rapor, Kürt Sorununu ve böylece PKK’yı bitirecek sürecin yönetiminde atılması
gereken adımlara ilişkin özetle şunları (SDE, 2011: 15-24) önermiştir:
a. Çatışmasızlık ortamının korunması ve şiddetsizlik halinin devamı
b. Perspektif ve dil: uzlaşma atmosferine zarar verecek tanımlamalardan kaçınmak ve
mümkün olduğunca değer yargısı içermeyen nötr bil dil kullanmak
c. Sorunu depolitize edecek üçüncü bir gücün inşası: sorunu siyasi öfke ve tarafgirlik
duygularının ötesinde serin kanlı bir zeminde ele alabilmeyi ifade eder.
d. Güven arttırıcı adımların atılması
e. Yerel yönetimler reformunun gündeme alınması
f. Anadilde eğitime ilişkin talep doğrultusunda irade ortaya koymak
Sonuç
Terörizm konusundaki en önemli sorun onun ortak tanımı konusundaki muğlaklıktır.
Terörizmle mücadele konusunda Avrupa ve Ortadoğu’daki en belirgin örneklerden biri
Türkiye’dir. Türkiye terörle mücadeleden terörizmle mücadeleye geçiş sürecinde pek
çok politik ve askeri hatalar yapmış ve bunların maliyetlerine de katlanmıştır. Bugün
kabul edilmektedir ki PKK, Kürt Sorununun en önemli çözüm ayağı olarak karşımızda
durmaktadır. PKK’yı siyasallaşmaya zorlayan ve böylece daha da etkili hale getiren yerel
ve uluslararası konjonktür aynı şekilde mücadelenin de terörizm ile mücadele biçimimde
evrilmesini zorunlu kılmıştır.
Yasama terörle mücadele konusunda oldukça düzenleme yapmıştır. Bunların en
önemlisi 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ve
2935 Sayılı Olağanüstü Hâl Kanunudur. Bu düzenlemeler terörle mücadele sürecinde
güvenlik politikalarının ağırlıklı olduğu dönemlerde oldukça önemli iken Kürt Sorunu,
68
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Türkiye’nin doğusunun geri kalması noktasında ekonomik, Kürtlere etniklik konusunda
yapılan kısıtlamalar ile sosyolojik, PKK ile mücadele eden devletin yaptığı hatalar
noktasında ise siyasi bir anlam taşımaktadır.
Teröre karşı mücadelede otoritenin sağlanması için yapıcı pasifleştirme yöntemlerine
başvurmak, acil askeri müdahale dışında askeri çözümlere başvurmaktan daima daha
ucuz ve avantajlıdır (Yılmaz, 1994: 77). Terörizmin başlıca amacı siyasal iktidarı ele
geçirmek isteyen güçlerin onu yıpratmak ve bu arada sindirdikleri yığınları da sahipsiz
kaldıkları inancına yöneltmek için şiddet eylemlerinden yararlanmaktır (Keleş ve Ünsal,
1982: 3).
Toplumsal yapılar farklı kültürel, dinsel kümeler barındıran sosyal yapılardır. Yeni
Dünya Düzen(siz)liği içinde bu sosyal yapılar önemli gerilimlere gebedir. Gerilimlerin
oluşmasını önlemenin en doğal yolu toplum içindeki farklılıkların bir sosyal gerçeklik
olduğu ve onlarla yaşanması gerektiğinin anlaşılmasıdır. Törer ile ilgili olarak alınan
önlemler ne olursa olsun bu hareketlerin geleceği ve nihai başarısının terörle mücadelenin
yapıldığı bölgedeki halkın tutumuna bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Etnik ve
dini terör örgütleriyle mücadele halkı onların yanına itecek girişimlerden kaçınmayı
gerektirir. Ayrıca devlet ve güvenlik güçleri etno-dini terör örgütlerinin devlete alternatif
bir otorite oluşturmasını mutlaka engellemelidir (Mutioğlu, 2000: 266).
Üniversitelerimizin ilgili bölümleri de Türkiye’de etnik problemlerin etno-dini terörün
ne olduğunu çözümlemeye ve gelecekteki muhtemel sonuçlarının ne olacağının ayrıntılı
ampirik bulgular ışığında dikkatli bir analize tabi tutmalıdır.
Bu sürece STK’ların verdiği raporlarda kültürel haklar, demokratikleşmeye vurgu,
şiddetin durması, insan hakları ve hukukuna vurgu yaptığın söyleyebiliriz. Raporların
en önemli farkı ise PKK ve Öcalan’ın çözümde aktör olup olmaması konusunda
düğümlenmektedir. Bir diğer fark ise yerel yönetimler reformunun özerkliğe doğru
eğilim gösterip göstermeyeceği konusudur. Başkanlık sistemi tartışmaları ile kamuoyu
nabzının yoklanmasının sebebi de acaba bu mudur?
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
69
Kaynakça
1. ALPARSLAN, M.Ş., (1983), Kriminoloji ve Hukuk Açısından Tetişçilik, Teknik
Yayınları, İstanbul
2. AYDINALP, H., (2008), “İntihar Eylemleri Ekseninde Din ve Terör İlişkisi”,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İlahiyat Ana Bilim Dalı Din Sosyolojisi Bilim Dalı), İstanbul
3. BİLGİN, N., (1995), Kolektif Kimlik, Sistem Yayıncılık, İstanbul
4. CORDELL, K., (1999)., Ethnicity and Democratization in the New Europe,
Routhledge, New York
5. ÇINAR, B., (1997), Devlet Güvenliği İstihbarat ve Terör, Sam Yayınları, Ankara
6. DEMİRER, T., (2001), “Terörist mi Dediniz” Küreselleşme ve Terör, Der.:
Mehmet Ali Civelek, Ütopya Yayınları, Ankara
7. DERRİDA, J., (1992), The Other Heading Reflections on Today’s Europe,
Çeviren: P. Brault ve MB Nans Bloomington, Indiana University Press
8. FULLER, F.G., BARKEY, H.J., (2011), Türkiye’nin Kürt Meselesi, Çev.:
H.KAYA, Profil Yayıncılık, İstanbul
9. GÜVENÇ, B., (1993), Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Kültür
Bakanlığı İnsanlık
Tarihi Dizisi 2, Tisamet Basımevi, Ankara
10. HABERMAS, J., (2002), Öteki Olmak Ötekiyle Yaşamak, Çev.: İ.Aka, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul
11. HEYWOOD, A., (2014), Küresel Siyaset, Çev.: Nasuh Uslu, Haluk Özdemir, 3.
Baskı, Adres Yayınları, Ankara
12. KARAKOÇ, J., (2013), “Konstrüktüvizmde Dış Politika ve Etnik Kimlikler”,
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 28/2
13. KARPAT, K., (1995), Kimlik Sorununun Türkiye’de Tarihi Sosyal İdeolojik
Gelişmesi Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Yay. Haz.: Sabahattin Şen, Bağlam
Yayıncılık, İstanbul
14. KELEŞ, R., ÜNSAL, A., (1982), Kent ve Siyasal Şiddet, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No.507
15. KIŞLALI, A.T., (2006), Siyasal Sistemler, İmge Yayınevi, Ankara
16. KONGAR, E., (2001), Küresel Terör ve Türkiye, 2. Basım, Remzi Kitabevi,
İstanbul
70
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
17. KUÇURADİ, I., (1999), “İnsan Haklarının Etnik Açıdan Çokluğu ve Dini Açıdan
Çokluğu Toplumlar İçin Getirdikleri”, Dünya İslam ve Demokrasi, Konrad
Adenauer Vakfı, Ankara
18. MAHÇUPYAN, E., (1996), İdeolojiler ve Modernite, Yay Yayınları, İstanbul
19. MUTİOĞLU, H., (1997), “Göç ve Bütünleşememe Sorunu”, Toplum ve Göç,
Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü ve Sosyoloji Derneği Yayınları, Ankara
20. MUTİOĞLU, H., (2000), “Yeni Dünya Düzen(siz)liğinde Terör ve Türkiye”,
Birinci Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur
Sempozyumu Bildiriler, 27-28-29 Mart, Elazığ
21. RUSSET, B., STARR, H., (1989), World Politics: The Menu For Choice, Freeman
and Company (Ed), New Heaven, New York
22. SANDIKLI, A., (2011), Bilge Adamlar Kurulu Raporu Terörle Mücadele Stratejisi,
BİLGESAM Yayınları, İstanbul
23. SMİTH, A., (1981), The Ethnic Revival, Cambridge University Press, Cambridge
24. TÜRKDOĞAN, O., (1985), Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, Mayaş Yayınları,
Ankara
25. WARDLAW, G., (1982), Political Terrorism: Theory, Tactics and Countermeasures,
Cambridge University Press
26. YILMAZ, A., (1994), Etnik Ayrımcılık, Vadi Yayınları, Ankara
İnternet Kaynakları
1. AYTAR, V., “Daha Karanlık Bir Geleceğe Doğru Mu? Terörle Mücadele
Konusunda Yapılan Değişiklikler”, http://www.tesev.org.tr/assets/publications/
file/TESEVTMKRaporu-VolkanAytar.pdf Erişim Tarihi: 08.05.2015
2. ÇANDAR, C., (2011), “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır?” http://www.
tesev.org.tr/dagdan-inis-pkk-nasil-silah-birakir/Icerik/378.html Erişim Tarihi:
16.05.2015
3. DİSK, (2010), “Kürt Sorunu ve Demokratik Çözüm Konusunda Görüş ve
Değerlendirmelerimiz,“http://www.disk.org.tr/content_images/D%C4%B0SK_
KurtSorunuYAZI.pdf, Erişim Tarihi: 30.06.2015
4. KURUBAŞ, E., (2012), “Kürt Sorununun Çözüm Mantığını Anlamak” http://
ankarastrateji.org/raporlar/kurt-sorununun-cozum-mant-n-anlamak-zorluklarzorunluklar-ve-i-dealler/ Erişim Tarihi: 15.06.2015
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
71
72
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
TURİZM YÖNETİMİNDE BİR BAKIŞ AÇISI: ÇATIŞMALAR
VE ÇÖZÜMLER
İsmail ÖZBAY1
Özet
Turizmin ekonomi ve dış ödemeler dengesi üzerine yapmış olduğu olumlu etkileri,
ülkeleri, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri, turizmin bir sektör olarak
ele alınması ve geliştirilmesi yönünde hareket etmeye itmiştir. Diğer taraftan turizmin
sosyal, kültürel, çevre üzerinde, tarihin ve turistik varlıkların korunmasında, toplumsal
yapıda olumlu değişimler, yerli halk için eğlence olanaklarının oluşturulması gibi pozitif
etkileri de bulunmaktadır. Ancak turizmin bu pozitif etkilerinin yanında sosyal, kültürel
alanlarda ve çevre üzerinde olan negatif etkilerinin varlığı da bilinmektedir. Turistlerin
ziyaret edilen ülkelerin insanlarının sosyo-kültürel yaşantıları ve alışkanlıkları üzerinde
de etkileri bulunmaktadır. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde geleneksel
yapı, yerel yaşam, yerel kültür, yerel dil ve alışkanlıklar ( aşırı ticari mantaliteye sahip
olmak, kötü alışkanlıklar edinmek.. ) ziyarete gelen turistlerden etkilenerek değişikliğe
uğrayabilmektedir. Önceleri hoş görülen, tolere edilen bu etkileşim zamanla ziyaret edilen
ülkenin yerli halkı ile ziyaret eden turist arasında bir çatışmaya neden olabilmektedir.
Dolayısıyla ziyaret edilen ülkenin yerli halkı ile ülkeyi ziyarete gelen turistler arasında
oluşan bu çatışmalar zaman içinde hem yerli halkın hem de ülkeyi ziyaret eden
turistin zararına gelişerek turizmin “sürdürülebilir” bir yapıdan uzaklaşmasına neden
olabilmektedir. Bu durumda turizmin bilinen pozitif etkilerinin artırılması ve negatif
yönlerinin azaltılarak ortadan kaldırılması için yapılması gereken; istekleri farklı ama
amaçları aynı ( turizmden maksimum ölçüde fayda-yarar sağlamak ) bu iki tarafın (
yerli halk ve turistler ) karşılaşmasıyla zamanla ortaya çıkabilecek bu önü alınması
zor çatışmaların “iyi yönetilebilmesi” turizmin gelişmesini engelleyecek zararların
tamamen ortadan kaldırılmasa da azaltılmasına neden olacaktır.
Bu önü alınması zor çatışmaların “iyi yönetilmesi” ile turizmin “sürdürülebilir” bir
şekilde gelişmesi sağlanarak her iki tarafın turizm olgusundan sürekli bir fayda-yarar elde
etmeleri sağlanabilir. Bu durum aynı anda turist kabul eden ülkelerin de menfaatlerine
olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Turizmin olumlu etkileri, Turizmin olumsuz etkileri, Sosyokültürel çatışmalar, Turizm yönetimi, Çözümler.
1 Yrd. Doç. Dr. , Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
73
A POINT OF VIEW ON TOURISM MANAGEMENT; CONFLICTS
AND SOLUTIONS
Abstract
The positive effects of tourism on economy and the balance of foreign payments
impelled underdeveloped and developing countries to approach tourism as a sector
to be developed. Furthermore, tourism has positive impacts on social, cultural and
environmental issues through preserving historical and touristic assets, creating new
entertainment facilities for local people and changing social structure positively. On
the other hand, in addition to these positive effects, it is known that it has negative
effects on social, cultural and environmental fields. Tourists have also influence on the
socio-cultural lives and habits of the people of countries they visit. Especially, traditional
structure, local life and culture, local language and customs in underdeveoped and
developing countries can be changed due to the influence of tourists ( e.g.acquiring
extreme commercial mentality, learning bad habits etc. ). Even if viewed pleasantly or
tolerated initially,this interaction creates a conflict between tourists and local people
in time. Therefore, the conflicts- among tourists who visit the country and local people
of the country visited evolve disadvantageously for both sides may cause tourism to
diverge from “ sustainability “. In this case, in order to increase the positive effects and to
eliminate the negative effects of tourism, ’’ the well management ’’ of these unavoidable
hard conflicts among two sides (local people and tourists) who have different demands
but the same purposes ( ensure maximum benefits from tourism ) is going to lead to
decrease the damages preventing the development of tourism.
It can be provided to get maximum for both sides from tourism by “ The well
management ’’ of these unavoidable hard conflicts which will give rise to the assurance
of “ sustainability ”. The countries receiving tourists will also benefit from this situation.
Key Words:Positive effects of tourism, negative effects of tourism, socio-cultural
conflicts, tourism management, solutions.
74
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Uluslararası turizm dünyada önemli bir aktivite sektörü haline gelmiştir. 2014 yılında
tüm dünyada 1 milyar 133 milyon uluslararası ziyaretler yapan turistler 1 trilyon 245
milyar Amerikan dolarını seyahatleri için harcamışlardır. Bu uluslararası turistlerin %
45,3 yani 513 milyonu gelişmekte olan ülkelere gitmişlerdir ve seyahatleri anında 430
milyar Amerikan dolarını yani dünya toplamının %34,5 ini gelişmekte olan ülkelerde
harcamışlardır ( e-unwto, 2015, ).
Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü verileri bize uluslararası turizmin önemini
açıkça göstermektedir.
Uluslararası turizm gerçekten, uluslararası ticaretin yanında döviz girdisi sağlama
açısından önemli bir kısım oluşturarak ülkelerin, özellikle gelişmekte olan ülkelerin dış
ödemeler dengesini olumlu etkilemektedir. Önemli derecede döviz girdisi sağlamanın
yanında, devletler, turizmin ülke ekonomisinin kalkınmasındaki yeri ve bu kalkınmaya
ne derecede katkıda bulunacağı ile ciddi bir şekilde ilgilenmekteler. Uluslararası turizmin
ülkelerin milli gelir üzerine etkileri, ülkede yaratılan istihdamdaki payı, ülke kalkınması
için gerekli döviz girdilerinin ne kadarının turizm tarafından sağlandığı ve uluslararası
turizmin ödemeler dengesi üzerindeki olumlu etkileri önem arz etmektedir.
Uluslararası turizmin bu önemli olumlu ekonomik etkileri yanında sosyal, kültürel,
çevre ve toplumsal yapı üzerinde de olumlu ya da olumsuz etkileri bulunmaktadır.
Ve uluslararası turizmin iki ana aktörleri olan uluslararası turistler ve onları misafir
eden yerel halk arasında, bazen kaçınılması zor, çatışmalar çıkmaktadır. Bu durumda,
çatışmaları ortadan kaldırarak ( en azından aza indirerek ), her iki taraf için vazgeçilmez
olan turizm olgusunun “sürdürebilir “ olması için “ iyi yönetilmesi” gerekliliği ortaya
çıkmaktadır.
Bu çalışmamızda, ilk önce, uluslararası turizmin önemini ortaya koymak için ülkelere
olan olumlu katkıları inceledikten sonra, ikinci olarak, uluslararası turizmin muhtemel
olabilecek olumsuz etkileri ortaya konacaktır. Son olarak da, uluslararası turizmin tarafı
olan uluslararası turistleri kabul eden yerel halk ile ülkeyi ziyarete gelen uluslararası
turistler arasında oluşabilecek muhtemel çatışmalardan her iki tarafında zarar görmemesi
ve “sürdürülebilir” bir turizm için iyi yönetilmesi gerekliliği işlenecektir.
2.Turizmin Ekonomi Üzerine Olumlu Etkileri
Uluslararası turizmin ekonomi üzerine olan olumlu etkilerini şöyle sıralayabiliriz:
1-Uluslararası turizmin ülkedeki milli gelir üzerine etkileri,
2-Uluslararası turizmin ülkede yaratılan istihdam üzerine etkileri,
3-Uluslararası turizmin ülkedeki dış ödemeler dengesi üzerine etkileri (Ünlüönen,
Tayfun, Kılıçlar, 2009, ss. 142-164 ) .
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
75
2.1.Uluslararası turizmin ülkedeki milli gelir üzerine etkileri
Yabancı ziyaretçilerin turizm adına yapmış oldukları harcamalar ve turizm endüstrisini
geliştirmeğe yönelik yabancı sermaye girişleri milli gelire katılmaktadır. Taşıma,
konaklama, eğlence, ekskürsiyonlar, hediyelik eşya satışı çalışanlarına ve sunucularına
mal ve hizmetleri karşılığı ödemeler ve ücretler verilir. Aşama aşama turizm endüstrisine
katılanların tüketim ve harcamalarının artması, turizm sektörünün hizmetinde olan kişiler
ve sektörler gelirlerinin artmasına neden olur. Böylece bu tekrarlanır. Biz buna turizmin “
çarpan etkisi “ diyoruz. Ancak turizm adına döviz çıktıları bu gelirleri zamanla azaltmaya
neden olur ve bu çarpan etkisinin kaçak katsayısını oluşturur: turistler ne kadar az yerel
ürünleri kullanırsa o kadar çok bu kaçak katsayısı büyük olur ( Lanquar, 1986, s. 108 ).
2.2.Uluslararası turizmin ülkede yaratılan istihdam üzerine etkileri
Turizmi desteklemek için ileri sürülen temel argümanlardan biri: bu hizmet sektörünün,
özellikle gelişmekte olan ülkelerde, kalifiye olmayan ve/veya yarı kalifiye istihdam
yaratmasıdır. Ancak turizm endüstrisi özünde sezonluk bir aktivite olduğu için, sezonda
sektörde çalışanlar sezon dışında ki istihdamdan, en az iki katı, daha fazladır. İstihdam
oluşturma kapasitesi turizm çeşidine göre değişiklik gösterir. Lüks oteller için yüksek
yatırımlarla oluşturulan ziyaretçi başı yaratılan istihdam yüzdesi birinci veya ikinci sınıf
otellere göre daha yüksektir( Lanquar, 1986, s. 109 ).
Turizm sektörü sayesinde sağlanan istihdam, istihdamın oluştuğu yere ve şekle göre,
üç şekilde ortaya çıkmaktadır:
1-Doğrudan istihdam; otel, restoran, taşıma, konaklama, eğlence, hediyelik eşya
satan yerler ve bakkal hizmetlerinde olduğu gibi doğrudan turistik mal ve hizmetlerin
ticaretinden oluşturulan istihdamdır.
2-Dolaylı istihdam; Turistik harcamalarının turistik işletmelere mal ve hizmet sunan
fabrikada ve toptancılarda oluşturduğu istihdam.
3-Uyandırılmış ( yatırıma bağlı ) istihdam; İnşaat ve diğer yatırım ekipmanı
endüstrilerindeki yapılan yatırımlarla oluşturulan istihdam. Turizmin gelişmesi sadece
turizm işletmelerinde yaratılan istihdam değil aynı zamanda inşaat ve ekipman gibi diğer
endüstrilerde de istihdam yaratılır; Mobilya, mutfak eşyaları, cam, porselen, fayans,
plastik malzemeler ve sıhhi tesisatlar imalatçılarında olduğu gibi ( Lanquar, 1987, s. 44 ).
2.3.Dış ödemeler dengesi üzerine etkileri
Uluslararası turistik gelirler, uluslararası ticaretin gelirleri kadar olmasa da devletlerin
dış ödemeler dengesi üzerinde önemli etkisi vardır. Dış ödemeler dengesi bir ülkenin
yabancı ülkelerle olan gelir ( kredi ) ve gider ( harcama ) durumunu gösterir, mallar,
hizmetler ve sermayeler üzerinden oluşan ticaretini parasal olarak kaydeder. Denge global
76
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
olmalıdır, fazlalıklar, bu dış ödemeler dengesinde, eksik olan kalemler için kullanılır. Bu
denge ülkeler için çok önemlidir, bir ülkenin dışarı ile ilgili ekonomik ve finansal ilişkisi
hakkında göstergeler sunar. Uluslararası turizm, bu dış ödemeler dengesinde, ya mal ya
da hizmetlerin cari işlemlerinde veya sermaye dengesi işlemlerinde etkili olmaktadır (
Lanquar, 1986, ss. 102-103 ).
3.Turizmin Sosyo-Kültürel Çevre Üzerine Olumlu Etkileri
Uluslararası turizmin sosyo-kültürel yaşam üzerine olumlu etkileri şöyle sıralanabilir:
1-Farklı toplumlardan gelen bireylerin birbirleri ile bilgi alışverişinde bulunmaları ve
kültürel yapılarını daha yakından tanımaları, oluşan dostluk ve arkadaşlıklar sonucunda
dünya barışının sağlanmasına katkıda bulunulması.
2-Turist kabul eden ülke halkının turistlerle daha yoğun bir iletişime girebilmek için
kendilerini daha fazla okuma ve araştırma zorunluluğunda hissetmeleri sonucunda
eğitim ve kültür düzeylerinin yükselmesi.
3-Farklı kültürleri tanımak, yeni yeni arkadaşlar oluşturmak ve bölgeye gelen turistlere
yardımcı olabilmek amacıyla bölge halkının yabancı dili öğrenme isteğinin artması.
4-Turizm olgusu tarafından bozulmasını önlemek amacı ile kültürel değerlere sahip
çıkılması ve bu değerlere gereken önemin verilmesi.
5-Turizmin kırsal bölgelerin kentleşmesini hızlandırması da bir başka olumlu etkiyi
oluşturmaktadır. Turizm endüstrisi tarafından kırsal bölgelerde yaratılan yeni iş alanları,
çağdaş endüstri toplumların kültürel değerlerinin benimsenmesi yoluyla kentsel
uygarlıkların bütünleşmesini sağlamaktadır. Kırsal bölgelerde turistik kuruluşların
ortaya çıkmasıyla, bu bölgelerdeki toplumsal tekdüzelik bozulmakta, toplumda değişik,
özellikleri ve yapıları olan kümelerin sayıları artmaktadır.
6-Turizm bir ülkede ulusal bilinci arttırmakta ve yerli halkın sahip oldukları kültür
değerleriyle övünmelerine neden olmaktadır.” ( Gürbüz, 2002, ss. 53-54 ).
7-Turizm gençlere, kadınlara ( kentleşmeyle, su, elektirik, ve kentte sunulan diğer
hizmetleri satın almak için ikinci, ilave bir maaşa ihtiyaç duyulduğundan, iş arayan
kadınlar otel ve benzeri turistik işletmelerde çalışmaya başladılar ) ve etnik gruplara
özellikle istihdam alanında avantajlar sağlamaktadır( Kadt, 1979, s. 47 ).
8-Turizm sayesinde yerel halk folklorları, el sanatları, mücevharat, çanak-çömlek
sanatları yeniden ortaya çıkarılmış, kaybolmaktan kurtarılmışlardır ( Lanquar, 1989, s.
118 ).
9-Kültür asimilasyonunun, negatif yönü bilinmekle birlikte ( bu çalışmanın, “turizmin
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
77
sosyo-kültürel çevre üzerine olumsuz etkileri” başlığı altında ele alınmıştır ), pozitif
yönü de bulunmaktadır; Turizm tarafından oluşturulan asimilasyon işlevinin önemli bir
yönü sosyo-ekonomik değişimdir.
Ekonomik alanda, turizm tarafından oluşturulan ekonomik işleve geniş bir şekilde
yerel halkın katılımının sağlanması yoluyla, kültür alanında, turizm bölgeyi dışa açar,
taşra tutuculuğunu kırarak yok eder ve çok dilliliği harekete geçirir. Turizm sayesinde
dış dünyaya açılma, özellikle, gelişmeden-ilerlemeden hoşlanan gençlerin dış dünyayı
tanıma olanaklarını artırır ( Kadt 1979, s. 144 ).
4.Turizmin Sosyo-Kültürel Çevre Üzerine Olumsuz Etkileri
Turizm genelde, barış ve değişim aracı olarak kabul edilmekle birlikte, dünyanın bazı
bölgelerinde ( Ortadoğu, Afrika, Asya, Avrupa gibi..), zaman zaman oluşan çatışmalara
engel olamamaktadır. Bununla birlikte, yine de turizm, halkların karşılaşmasına, karşılıklı
tanışmasına vesile olmakta ve dünyada barışçıl politikaların oluşumunu etkilemektedir.
4.1.Uluslararası turist ile yerel halkın karşılaşması
Uluslararası turistlerle, ziyaret edilen ülkenin yerel halkı karşılaşması teorik olarak
aslında kısa sürer, maksimum 3-4 haftadır. Ancak fiiliyatta bu süre birkaç saattir; dil,
karşılama şekli, turizm konsepti bu karşılaşmanın sınırlı olmasına sebep olmaktadır.
Turist en az zamanda en çok şeyi görmek ve yapmak istemekte ve turist kabul eden ev
sahibi yerel halk ile doğrudan ilişki için zamanı kalmamaktadır. Turistleri kabul eden
mekanların yerel halktan uzak ( yerleşim alanları dışında oluşturulan tatil köyleri ve
büyük turistik kopleksler gibi..) fiziki yapılanmaları, bu durumun oluşmasını kolaylaştırır,
böylelikle oluşan “ghetto” lar gerçekte karşılıklı anlaşmazlıkların artmasına neden
olmaktadır. Psikologlara göre, turistleri karşılayan kişilerin karakterlerine bağlı olarak
kötü bir davranış, normal durumda arkadaşça olacak bir teması, bir küçük düşürmeye,
bir anlaşmazlığa, hatta bir nefrete dönüşebilmektedir ( Lanquar, 1986. S. 115 ).
Genellikle, bir taraftan, yerel halkın kültüründen ziyade “ paketlenmiş “ paracı kültür
( lüks oteller etrafındaki düzgün mahallerdeki insanlar, restoran ve kabarelerde sunulan
gerçeğine uygun olmayan folklor ve dans gösterileri ), diğer taraftan, turist sayısının
çok olması yerel halkla temasın kurulmasına engel olmaktadır. Çok sayıda turist örf ve
adetlerin bozulmasına sebep olmakta ve “ mas kültürü “ ile aslında halklar kültürsüzlüğe
itilebilmektedir, yani yerel halk tarafından yabancıların kültürünün kötü bir şekilde
edinilmesine neden olunmaktadır.
En önemli sosyal dengesizlik, turizmin zamanda ve sahada yoğunlaşması ile
oluşmaktadır, bu da çok önemli düzeyde kalabalıklaşma ve yönetim problemleri
oluşturmaktadır. Az sayıda turist kabul eden yerlerde misafirperverlik ön planda
olmaktadır. Turist sayısı çok olunca bu misafirperverlik yerini ticari turizme bırakınca,
78
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
mantalite değişikliği oluşuyor ve turistlere karşı hisler değişmeğe başlıyor; yeterli bahşiş
bırakmadı…, genç kızlara ve kadınlara baktı…çok gürültü yaptı… gibi hoş olmayan
reaksiyonlar turistlere karşı oluşabiliyor.
Turistik sezon dışı normal yaşantı devam ederken, yeni sezon öncesi, yerel halk yeni
gelecek sezonun iyimi, kötümü olacağını merak ediyor ve sorgulamaya başlıyor. Yerel
halk tarafından, turist sayısının çok bulunması konusu bölgeden bölgeye mevcut yerel
halk sayısına göre değişmektedir. Bazı turistik destinasyonlar 20 defaya varan oranlarda
kendi nüfuslarından fazla sayıda ziyaretçiyi turizm sezonunda kabul etmek durumunda
kalabiliyorlar ( Lanquar, 1986, s. 116 ).
4.2.Turizmin taklit etkisi
Turizmin taklit etkisi, olumsuz bir etki olarak kabul edilir. Birleşmiş Milletler Dünya
Turizm Örgütü çoğu turistlerin yerel halkın tüketim alışkanlıklarını cesaretlendirme
eğiliminde olduğu ancak bunun yerel halka uygun olmadığı zira yerel halkın gelir
seviyesinin, turistlerin gelir seviyesinden çok daha düşük olduğunu tespit etmiştir.
Turistlere sınırsızca sunulan hizmetlerin yerel halk tarafından arzulanması, özellikle
turizm sektöründe çalışanların, gelir seviyeleri, beklentileri, yaşam biçimleri ile
ülkelerinde sosyal olarak aralarında var olan yaşam farkını artırmaya neden oldukları
gözlemlenmektedir. Bu da toplumda sosyal bir dengesizlik yaratarak yerel halkta
huzursuzluk, hoşnutsuzluk ve hatta çatışma ortamı oluşturabilmektedir ( Lanquar, 1986,
ss. 116-117 ).
4.3.Turizm gerçek suçlu mu?
Sanayileşmiş toplumun ayrılmaz parçası olan uluslararası turizmin teknik ve ticari
yapısı gerçekten turist ile ona ev sahipliği yapan yerel halk arasındaki olması gereken
ilişkisini yasaklıyor mu? Acaba seyahat acentelerinin temel fonksiyonlarından biri,
günümüzde, turist ile yerel halkın ilişkisini engellemek, sürekli yeni ve etkili araçlar icat
ederek turisti seyahat ettiği dünyasından soyutlamak mıdır? Bu sorulara, seyahat eden
turistin ve ziyaret edilen destinasyonun durumuna göre cevap verilmelidir. Genellikle,
turizmin olumsuz etkileri, gelişmiş büyük bir turizm endüstrisinin olmadığı durumlarda
görülmektedir. Turizmin taklit etkisinde, turistik bölgelerde bile suçlu uluslararası
turizmden ziyade televizyon, sinema ve ithal edilen programlardır.
Turizmin olumsuz etkileri konusundaki bu çelişki örneklerle gözlemlenebilir; bir
tarafta Bali ve Endonezya da Amerikalı araştırmacılara göre turizm yerel kültürü
güçlendirmiş ve eski örf ve adetleri yeniden canlandırmıştır. Diğer taraftan, Unesco’ nun
bir araştırmasına göre turistlerin davranışları ve ticari turizmin dayattıkları ile oluşan
olumsuz etkiler bulunmaktadır: yerel sanatsal objelerin yağmalanması, yerel sanatkarların
kültürlerinden uzaklaşarak ticarileşmeleri, yerel bayramlar ve dini seromoniler, bunlara
katılmak isteyen turistler tarafından dejenere edilmeleri. ( Lanquar, 1986, s. 118 ).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
79
4.4.Kültür alışverişi
Uluslararası turistler ile yerel halk arasındaki var olduğu düşünülen ilişkiler aslında
düşünüldüğü gibi değildir, zira;
1-Yabancı turistlerin yerel halk ile ilişkisi, düşünülenden daha az sayıda ve daha az
yoğundur.
2-Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ( Afrika ve Asya da ) turistlerle olan ilişki yerel
halkın kültürü üzerinde az etkisi vardır zira çok az sayıda yerel halk yabancı ziyaretçilerle
doğrudan ilişki kurarlar.
3-Yabancı turistler düşünüldüğünden daha az derinleştirilmiş kültür değişimi
konusunda isteklidirler ( Kadt, 1979, s. 136 ).
Buna rağmen, Uluslararası turist ile yerel halk arasında yadsınamayacak derecede bir
kültür alışverişi mevcuttur; sanayileşmiş gelişmiş ülkelerden turistler ekonomik olarak
az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere geldiklerinde iki toplum arasındaki tezat genelde
çok sert ve sonuçları çok derin olmaktadır. Uluslararası turistlerin harcamaları kendi
memleketlerindeki normal seviyelerini aşabilir ve bu kısa zaman boyunca turistler
tutumlu olmazlar. Ama bu geçici, düşünmeden yapılan harcamalar gelişmekte olan
ülkeler toplumunun yaşam savaşı verdiği bir ortamda yapılmaktadır. Yerel halkın temel
ihtiyaçlarının seviyesi, sanayi toplumlarında kabul edilen minimumunda altındadır.
Turistlerin harcama alışkanlıkları ile yerel halkın yaşam şartları arasındaki fark önemli
derecede artmıştır ( Kadt, 1979, s. 137 ).
4.5.Kültür alışverişi sonuçları
Hızlandırılmış kültür asimilasyonu; sanayi yatırımlarında olduğu gibi turizm merkezleri
de gelişmekte olan ülkelerin, genelde, en az gelişmiş, bakir bölgelerinde kurulurlar.
Buralardaki yerel halk sosyo-kültürel gelişmeye katılmazlar ve en yakın metropollere
göç etmenin yollarını ararlar.
Dış ülkelerden gelen yabancı turistler bu göçü yavaşlatır ve yerel halkın bölgede
kalmasını sağlarlar. Fakat, aynı anda bu yabancı turistler gelenekçi-tutucu örf ve adetleri
zayıflatabilirler ve böylelikle taşraya ait düşünce tarzının yok edilmesine katkıda
bulunurlar. Bu değişiklik, önceleri metropollere göç etmenin yollarını arayan yöre
gençleri tarafından çok iyi karşılanır ve kendi bölgelerinde kalmayı tercih ederler. Turizm
tarafından getirilen yeniliklerin sayesinde bu gençlerin ufukları genişler ve bölgesel
izolasyonları sona ermiş olur. Bu kültürel asimilasyon işlevi sürekli tekrar tekrar gelen
yeni turistler tarafından hızlandırılabilir, bu da şüphesiz yerel halkın, gelen turistlerle
kurulan ilişkinin derecesine sıkıca bağlıdır ( Kadt, 1979, s. 143 ).
80
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
4.6.Turizmin doğal çevre üzerine etkileri
Ekoloji alanında, turizm, çevre kirliliği ve kötü kullanma elemanı olarak eleştiriliyor:
en iyi siteleri, en kısa zamanda verimli olsun diye, kapatma, sahillerin betonlaşması,
arabaların ve uçaklarım egzoz gazları ile atmosferin kirlenmesi, arındırılmamış atıklarla
suların kirletilmesi, av, balık tutma, kontrolsüz meyve toplama ile, fauna ve floranın
zarar görmesi, ormanların yollar ve diğer alt yapıların yapılmasıyla yok edilmesi,
Hava kirliliği, gürültü kirliliği, görüntü kirliliği, kalabalık ve izdiham, saha kullanım
problemleri, tarihi ve arkeolojik alanlara verilen zararlar, uygunsuz atık yok etme,
ekolojik aksaklıklar ( Kahraman, Türkay, 2014, ss. 60-61 ).
Tüm diğer insan aktiviteleri gibi, turizm aktivitesi de çevre üzerinde değişikliklere
neden olmaktadır. Turizmin çevre üzerine etkileri; endüstri karakterli bir turizmi ya
da vahşi karakterli bir ulusal turizmi tercih edersek eğer yabancı turistleri kabul etmek
için iyi planlanmış bir turizme ihtiyaç vardır. Turistik projelerin ve turizm endüstrisinin
eksik ya da yetersiz planlanması ve kontrolü ile çevre, turizmin gelişmesinden zarar
görmektedir.
Her şey iyi düşünüldüğünde ve yapıldığında turizm çevre için pozitif bir faktör olarak
görülebilir. Uluslararası turist ( müşteri ) büyük oranda gezmeye, görmeye geldiği
ülkenin çevre kalitesine önem vermektedir. Hükümetler bu durumun bilincindeler.
Diğer faktörler arasında, uluslararası turizm, örneğin Afrika da, hükümetleri büyük av
rezervleri-sahaları, milli parkları oluşturmaya ve geliştirmeye itmiştir. Aynı anda iyi bir
ziyaretçi kontrolü ile çevreyi koruyarak ve uluslararası turizm safarisine olanak yaratmış
oldular ( Lanquar, 1986, s. 119 ).
5.Sonuç Ve Öneriler
Turizm son yıllarda hızlı büyümesiyle, önemli bir endüstri sektörü haline gelmiş,
milyonlarca insanın günlük yaşantısının bir parçası olan bir fenomene dönüşmüştür.
Günümüzde, turizm başta özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olmak üzere,
tüm dünya ülkeleri için önem arz etmektedir. Turizm, gerçekten, tüm ülkelerin sosyo
-ekonomik büyüme aracı haline gelmiştir.
Uluslararası turizm gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmalarına, milli geliri
artırarak, istihdam yaratarak ve döviz girdisi sağlayarak, dış ödemeler dengesinin
sağlanmasını destekleyerek, çok önemli bir katkı sunmaktadır.
İlaveten, uluslararası turizm olumlu toplumsal etkilere de sahiptir; hoş görü ortamı
sağlayarak barışı desteklemek, kırsal yerleşimleri geliştirerek kentleşmelerini
sağlamak, kadınları favorize ederek kadın haklarını geliştirmek, boş zamanların iyi
değerlendirilmesine olanak sağlamak, temizlik konusunda bilinç oluşturmak, yeni toplum
kurumları oluşturmak, yeni meslek türlerinin ortaya çıkmasına aracı olmak, yerel halkın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
81
kültür ve tarihi değerlerinin korunmasını sağlamak, aile bağlarını kuvvetlendirmek,
yabancı dil öğrenmeye teşvik etmek ( Kozak, Akoğlan Kozak, Kozak, 2014, ss. 8991 ). Diğer taraftan, Uluslararası turizm, yerel halk üzerinde bazı olumsuz toplumsal
etkilere de sahiptir; yabancı düşmanlığı oluşturmak, suçları artırmak, kültürü ticarete
dönüştürmek, turistlerin taklit edilmesi yoluyla bazı sapmalara neden olmak ( Kozak,
Akoğlan Kozak, Kozak, 2014, ss. 91-92 ).
Görüldüğü gibi, sonuçta uluslararası turizmin gelişmesinin olumlu ya da olumsuz,
ekonomik, politik, sosyal, kültürel, çevresel, tarihsel etkileri bulunmaktadır; döviz girdisi
sağlayarak, milli gelirin oluşmasına, istihdam yaratılmasına olanaklar sunmanın yanında,
genel olarak, uluslararası turizm sosyal, kültürel değişiklikler sağlar. Bu değişiklikler,
gerektiği gibi önlemler alınıp kontrol edilmezse, ciddi olarak uluslararası turistlerle,
yerel halk arasında çeşitli alanlarda çatışmalara, sürtüşmelere neden olabilmektedir.
Turizmi geliştirmeye ve onun olumlu etkilerinden, özellikle ekonomik kalkınmaya
katkısı olanlardan, yararlanmaya karar vermeden önce kamu otoriteleri, turizmin, net
olarak, ekonomiye getirdikleri olumlu etkilerini, tüm alanlardaki getireceği avantajları
ve dezavantajları iyi etüt edip, tanımak ve gerçekçi bir değerlendirme yapmalıdırlar (
Kadt, 1979, s. 110 ).
Turistlerle yerel halk arasındaki karşılaşma, genelde, üç şekilde olmaktadır; mal ve
hizmet satın alırken, plajda ve/veya gösteri yapılan yer ve alanlarda yan yana gelince,
bilgi ve fikir alışverişi yaparken. Bu şekillerde kontak-ilişki halinde olan, karşılaşan
yabancı turistler ile yerel halk uyum içinde olurlarsa, uluslararası planda anlaşma
oluşarak dünya halklarının kardeşliğini sağlayarak dünya barışına bir şekliyle olumlu
destek verilmiş olunur ( Kadt, 1979, s. 50 ).
Ancak, gerçek hayatta, fakirliğin hüküm sürdüğü az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerdeki, yabancı turist kabul eden toplumlarda, turizmin avantajlarından gerektiği
gibi yararlanamayan yerel halkın, uluslararası turistlerin zenginliklerinden ve sahip
oldukları konforlardan rahatsız olmalarıyla, yabancı turistlere karşı, maalesef, olumsuz
davranmalarına şahit olunmaktadır.
Bu ve buna benzer turizmin olumsuz toplumsal etkilerinden dolayı, uluslararası
turistler ile yerel halk arasında bir sürü çatışmalar gözlemlenebilmektedir. Bu çatışmalar
“ iyi yönetilmediğin” de her iki tarafın ( uluslararası turistler ve yerel halk ) yararlandığı
turizm sektörünün zarar göreceği açıktır.
İşte bu sebepten, turizmde “ sürdürülebilir “ bir kalkınma ve gelişme adına, bu tür
çatışmaların, hem yerel ( kamu ve özel sektör ), hem de uluslararası turistler tarafından “
iyi yönetilmesi “ mevcut mekanizmaları etkin kullanarak, gerekirse yeni mekanizmaları
da devreye sokarak sağlanmalıdır.
82
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
İşe, öncelikle mevcut mekanizmalar etkin kullanılarak başlanabilir. Bilindiği gibi
Dünya Turizm Örgütünün öncülüğünde, 1980 yılında, dünya çapında, 107 ülkenin
katıldığı, bir uluslararası turizm konferansı, Filipinler’in başkenti Manila’da yapılmıştır.
Bu konferansın sonunda yayınlanan “ Manila Deklarasyonu “ tüm dünya ülkelerini,
turizmin ekonomik, sosyal, kültürel, barışçıl önemine vurgu yaparak, karşılıklı yarar
çerçevesinde, turizmin faydalı yönlerini artırmak ve çatışmalara neden olabilecek,
zararlı yönlerinin, el birliğiyle, dayanışma içinde ortadan kaldırılmasına davet etmiştir
( Univeur, 2015a ). Bu çağrıya, tüm dünya ülkeleri cevap vererek, elbirliği ile gereğini
yaparak ulusal ve uluslararası seviyede tüm önlem ve tedbirleri almalıdırlar.
Hatta bu bağlamda, 1985 yılında, Bulgaristan’ın baş kenti Sofya’da toplanan Dünya
Turizm Örgütü genel kurulunda, “ Tourism bill of rights and tourist code - Turizm hakları
ve turist yasası ” kabul edilmiştir ( Univeur, 2015b ). Bu belgede, çatışmasız, süreklilik
arz edecek şekilde turizmin gelişebilmesi için, turizmin bileşeni olan turistlerin ve yerel
halkın, yöneticilerin ( kamu ve özel sektör ) hak ve ödevleri belirtilmiştir. İşte turizmin
çatışmalarla gelişmesinin engellenmesinden birinci derecede zarar görecek olan söz
konusu bu taraflar, “ Turizm hakları ve turist yasasında” belirtilen sorumluluklarını
yerine getirir ve haklarına da sahip çıkarlarsa, turistle yerel halk arasındaki bahsedilen,
muhtemel olabilecek “ çatışmalar “, “ iyi yönetilerek “ önlenip ya da aza indirililerek,
turizmin “ sürdürülebilir “ gelişmesi sağlanmış olur, yeter ki tüm ülkeler konunun gerçek
takipçisi olsunlar.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
83
6-Kaynakça
1. E-unwto,
(2015).
Tourism
highlights.
http://www.e-unwto.org/doi/
pdf/10.18111/9789284416899. ( Erişim: 03 Ağustos 2015 )
2. Gürbüz, A. (2002). Turizmin sosyal çevreye etkisi üzerine bir araştırma. Karabük
Üniversitesi: Jestech ( engineering science and technology ) an international
journal, cilt: 5, sayı: 1-2, Ocak-Haziran, 49-59.
3. Kadt, E. (1979). Tourism passeport pour le développement? Paris: Les Editions
Economica.
4. Kahraman, N., Türkay, O. (2014). Turizm ve çevre. Ankara: Detay yayıncılık.
5. Kozak, N., Akoğlan Kozak, M., Kozak, M. (2014). Genel turizm ilkeler-kavramlar.
Ankara: Detay yayıncılık.
6. Lanquar, R. (1986). Le tourisme international. Paris: Presses Universitaires de
France.
7. Lanquar, R. (1987). L’économie du tourisme. Paris: Presses Universitaires de
France.
8. Univeur, (2015a). Manila declaration on world tourism. http://www.univeur.org/
cuebc/downloads/PDF%20carte/65.%20Manila.PDF. ( Erişim: 29 Ağustos 2015 ).
9. Univeur, (2015b). Tourism bill of rights and tourist code. http://www.univeur.org/
cuebc/downloads/PDF%20carte/67.%20Sofia.PDF. ( Erişim: 29 Ağustos 2015 )
10. Ünlüönen, K., Tayfun, A., Kılıçlar, A. (2009). Turizm ekonomisi. Ankara: Nobel
yayın dağıtım.
84
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
85
86
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
GUSTAVE LE BON’UN SOSYAL BULAŞMA DÜŞÜNCESİNİN YENİ
MEDYADAKİ YANSIMASI: DİJİTAL LİNÇ KAVRAMI VE TWITTER
İÇERİK ANALİZİ
Kenan DUMAN1
Özet
Bireylerin kitle içerisine karıştıktan sonra verdikleri kolektif tepkiler çok geniş bir
alanın ve disiplinler arası yaklaşımların konusudur. Gustave Le Bon’un kitle psikolojisine
açıklık getiren çalışmaları bu anlamda önemli bir yerde tutmaktadır. Le Bon kitle ile
ilgili çalışmalarında ‘kalabalık’ kavramına yer vermiş ve bu durumun kendine özgü bir
gerçekliği barındırdığını belirtmiştir. Le Bon bireylerin kitle içerisine karıştıktan sonra
daha önce kendilerinde rastlanmayan bazı özellikler kazandığı görüşünü savunur. Bu
özellikler arasında kalabalık içerisinde bireyin kitlenin gücünü de bünyesinde hissederek
farklı bir güce sahip olma duygusuna kapıldığı ve duygu ve davranışların bulaşıcı bir
şekilde kitleden bireye geçtiği düşüncesi yer alır. Le Bon’un buradan yola çıkarak
kavramsallaştırdığı ‘sosyal bulaşma’ kavramı, topluluk içerisinde hâkim olan fikrin,
bireylere aktarılması ve bunun neticesinde kolektif eylemin ortaya çıkmasını anlatır. Le
Bon, sosyal bulaşmanın özellikle linç gibi bir anlamda bireylerdeki şiddet eğiliminin
kolektif yapıda tezahürüne açıklık getirir. Le Bon, Sosyal bulaşma ile bireylerdeki
şiddete yönelik eğilimi tek başlarına eyleme geçirmeyeceklerini ya da geçiremeyecekleri
görüşünü savunur. Son dönemde yeni bir kamusal alan olarak kabul edilen sosyal
medya platformlarında sosyal bulaşma kavramı farklı bir anlamda yeniden karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle kamuoyu tarafından bilinen kişiler tarafından oluşturulan
içerikler sosyal ağlarda çok hızlı bir şekilde yayılırken bu kişilere ait kimi görüşlerin bazı
kesimler tarafından tepki çekebilmesi durumu bu kişilere yönelik bir infial oluşturmasına
ve sonunda sosyal medyada ‘dijital linç’ olarak tanımlanacak bir duruma dönüşmesine
neden olabilmektedir. Bu çalışmada, sosyal bulaşmanın sosyal medyadaki yansıması
olarak kabul ettiğimiz ‘dijital linç’ olgusu kavramsallaştırılarak içerik analizi yöntemi ile
değerlendirilecektir. Bu amaçla, küresel bir mikroblog platformu olan twitter üzerinden
Türkiye’de sosyal medya ortamında ‘dijital linç’ vakalarının hangi boyutta olduğu
tespit edilerek, bu durumun gerçekleşme oranı incelenecektir. Bu amaçla çalışmanın
sorunsalının sınanması için Twitter da en çok yer alan konu başlıkları 01.05.201530.05.2015 tarihleri arasında bir aylık dönemde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: internet, yeni medya, sosyal bulaşma, dijital linç, twitter
1 Yrd.Doç.Dr. Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
87
THE REFLECTION OF GUSTAVE LE BON’S SOCIAL CONTAGION
THEORY ON NEW MEDIA: DIGITAL LYNCH CONCEPT AND TWITTER
CONTENT ANALYSIS
Abstract
The collective responses of individuals that they give after joining the crowd* are
the subject of a very large field* and interdisciplinary approach. Gustave Le Bon’s
studies clarifying the Crowd psychology holds an important place in this regard. Le
Bon included “crowd” concept in his works related to mass and stated that it hosts a
distinctive reality. Le Bon argues that individuals gain some features that they don’t have
when they join the crowd. The notion of having a different power by feeling the power
of the mass in the crowd and the notion that emotion and behaviours pass from crowd to
individual in a contagious way are among these features. The “social contagion” concept
that Le Bon has conceptualized by starting from this tells the transfer of a dominant idea
that is in a society to the individuals and emergence of the collective action as a result of
it. Le Bon clarifies the manifestation of violent tendencies in individuals in a collective
manner especially in the sense of lynching of social contagion. Le Bon argues that they
won’t or they can’t put into action the violence tendency caused by social contagion on
dividuals alone. Once again the concept of social contagion emerges in a different way
on the social media platforms which have been accepted a new public space recently.
The contents created by people especially known by public spread in social network
rapidly and some views of these can get reactions of some. And eventually it can cause
this to be a situation that can be called “digital lynching” against these people at social
media by causing public resentment. In this study “digital lynching” concept that we
accept as a reflection of social contagion at social media will be evaluated conceptually
by content analysis method. For this purpose, via Twitter which is a global social media
microblogging platform, the possibility of this situation will be analyzed by determining
at what scale “digital lynching” cases are at social media in Turkey. For this purpose,
in order to test the problematic of the study, top titles of Twitter between the dates
01.05.2015 and 30.05.2015 will be examined in one month period.
Key words: internet, new media, social contagion, digital lynching, twitter
88
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
Kitle psikolojisi, kitleleri oluşturan kişilerin sosyal, psikolojik davranış ve tutumlarını
kitle hareketleri üzerinden inceleyen çalışmalardır. 19. yüzyılda Fransız sosyal bilimci
Gustave Le Bon’un kitle psikolojisine açıklık getiren çalışmaları bu anlamda önemli bir
öncü çalışma olarak yer tutmaktadır. Le Bon’un yanısıra, Tarde, Freud, Mc Dougall,
Zimbardo vd. tarafından bu alanda önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Tarde; kitle
psikolojisi kavramı ve bireyin kitle içerisindeki tutum ve davranışlarına değinen ve
merkeze taklit kavramını alan çalışmalar hazırlamıştır.
Freud ise, Le Bon’a yakın bir bakış açısı ile incelediği sürü psikolojisinde
bireylerin mensubu oldukları topluluklarda “libidinal” ilişkiler şeklinde oluştuğuna
dikkat çekmiştir. Le Bon kitle ile ilgili çalışmalarında ilkel, alçak ve korkunç olarak
betimlediği ‘kalabalık’ kavramına yer vermiş ve bu durumun kendine özgü bir gerçekliği
barındırdığını belirtmiştir.
Le Bon kitle kavramını ırkları, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya
toplayan tesadüf her ne olursa olsun, rastgele bir bireyler topluluğunu ifade eder. (Le
Bon, 1999, 19) Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise kitle kavramı; bir yerde toplanmış, bir
araya gelmiş insan topluluğu, belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı
olarak tanımlanmaktadır. (http://www.tdk.gov.tr/) Aynı sözlük içerisinde “Kalabalık”
kelimesi ise; çok sayıda insanın bir araya gelmesiyle oluşan insan topluluğu anlamında
tanımlanmaktadır. Le Bon bireylerin kitle içerisine karıştıktan sonra daha önce
kendilerinde rastlanmayan bazı özellikler kazandığı görüşünü savunur. Bu özellikler
arasında kalabalık içerisinde bireyin kitlenin gücünü de bünyesinde hissederek farklı
bir güce sahip olma duygusuna kapıldığı ve duygu ve davranışların bulaşıcı bir şekilde
kitleden bireye geçtiği düşüncesi yer alır. Yazara göre kitle içerisindeki birey sayısal
çoklukla birlikte, kendisinde karşı konulmaz bir güç hissi taşımaya başlar ve bireyde
imkânsızlık mefhumunun kaybolmaya başlar. (Le Bon, 24 ) Le Bon, bireyden kitleye
dönüşüm sonrası ortaya çıkan üç yeni üç özellikten söz etmektedir. Bunlar; anonimlik,
bulaşma ve telkine yatkınlıktır. Le Bon isimsiz (anonim) ve dolayısıyla sorumsuz
bireylerin oluşturduğu kitlelerin sorumluluk duygularından tamamen uzaklaştırıldığını
ve içgüdülerine daha kolay teslim olduklarını söyler. (Le Bon, 24). Telkine yatkınlık
ile de bireylerin kitle içindeki kalabalıklarda bilinçlerini yitirmeye başladıklarını ve bu
nedenle sosyal etkiye açık oldukları ifade edilir. (Kayaoğlu, 2003, 207)
Anonimlik ve telkine yatkınlığın yanı sıra yeni ortaya çıkan üçüncü bir durumda zihni
sirayet, zihinsel yayılma diğer bir deyişle “bulaşma” (contagion) bulaşmadır. (LeBon,
24) Le Bon, bulaşma kavramını açıklaması zor bir mekanizma olarak görür. Bulaşma
ile kalabalıkta her tür duygu ve davranışın kolayca yayılabileceği hipnotik bir durumun
oluştuğunu kaydeder. Bulaşıcılık, kitlelere has olan özelliklerin oluşumuna sebep olan
bir durumdur. Kitle içerisinde, her türlü duygu, eylem bulaşıcıdır. Bu bulaşıcılık o kadar
etkin ve güçlüdür ki, birey çok kolay bir şekilde kişisel çıkarlarını kolektif çıkarlar
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
89
uğruna feda edebilmektedir. Le Bon’un buradan yola çıkarak kavramsallaştırdığı ‘sosyal
bulaşma’ kavramı, topluluk içerisinde hâkim olan fikrin, bireylere aktarılması ve bunun
neticesinde kolektif eylemin ortaya çıkmasını anlatır. Le Bon, sosyal bulaşmanın özellikle
linç gibi bir anlamda bireylerdeki şiddet eğiliminin kolektif yapıda tezahürüne açıklık
getirir. Le Bon, sosyal bulaşma ile bireylerdeki şiddete yönelik eğilimi tek başlarına
eyleme geçirmeyeceklerini ya da geçiremeyecekleri görüşünü savunur.(LeBon, 24)
2. Çevrimiçi Kitleler Ve Dijital (Siber) Linç Kavramı
Kitle kavramı, çok sayıda insanın bir özellikleri nedeniyle oluşturdukları bir bütündür.
Burada kitlenin birliğini sadece mekânsal birlik olarak algılamak doğru değildir. Kitle
zihni anlamda bir birleşme ve ortak paydaşıma durumudur. Kısaca düşünce birliği
sonucunda kitleler oluşur. Tarde kitle kavramını, esasen bedenlerin bir araya gelmesiyle
oluşan bir ruhsal ve zihinsel bağlantılar yığını olarak betimlemektedir. (Çebi, 2013,
4) 1995 sonrası dönem önce web 1 sonrasında 2004 yılında web 2 teknolojilerinin
gelişimi yine bu dönemin öncülü teknolojik gelişmelerle birlikte küresel anlamda
bilgi paylaşımının dönüşümü toplumsal yapıları da başkalaştırmıştır. Zaman ve mekan
kavramlarında ki dönüşüm bireysel ve toplumsal hayatın yeniden yorumlanmasını neden
olmuştur. Ağ toplumu içerisinde bireyler ve kitleler eş zamansız bir ortamda iletişim
içinde olma imkânı kazanırken mekân ve zaman kavramı esnemeye uğramış 1970’lerin
başında mail ile başlayan bu dönem günümüz itibariyle iletişim anlamında birey mekândan
çıkmayı başarmıştır. Geleneksel medya araçlarının ardılı bilgisayar tabanlı yeni medya
araçlarının belirgin temel özelliği etkileşim sağlamasıdır. Geleneksel medyaların yerine
kullanıcıların etkin bir şekilde iletişim eyleminin içerisinde yeni medyalar, özellikle Web
2 teknolojileri ile gündeme gelen sosyal medya siteleri kullanıcıyı mekân ve zaman sınırı
olmadan toplulukların içerisinde bulunabilme olanağı sağlamıştır.
Castells Ağ Toplumu’nun Yükselişi eserinde tarihte ilk kez insan iletişiminin yazılı,
sözlü, görsel-işitsel biçimlerini aynı sistem içinde bütünleştiren bir hipertext ve meta-dil
oluştuğunu, insan ruhunun, boyutlarını beynin, makinelerin ve toplumsal bağlamların iki
yanı arasında yeni bir etkileşimde birleştiğinden söz etmektedir. “(Castells, 2008, 440)
Castells bu durumu şöyle özetlemektedir, “….Giderek evrensel, sayısal bir dili konuşan
yeni bir iletişim sistemi, hem kültürümüzün sözcükleri, sesleri ve imgelerinin üretimini
ve dağıtımını küresel olarak entegre hale getiriyor, hem de onları bireylerin kimliklerinin
ve halet-i ruhiyelerinin beğenilerine uygun kılıyor. İnteraktif bilgisayar ağları, yeni
iletişim biçimleri ve kanalları yaratarak, hayatı şekillendirerek, aynı zamanda hayat
tarafından şekillendirilip katlanarak büyüyor. (Castells, 2008, 3 )
Sosyal paylaşım ağları sayesinde bireyler, diğer kişilere karşı kendini temsil edebilir
ve kullanıcıya hemen hemen bütün kişilik özelliklerini yansıtma olanağı sunma
imkânı buldular. Bireyler, bu sosyal paylaşım ağlarını, arkadaşları ve tanıdıkları ile
etkileşim içinde olmanın yanı sıra yeni insanlarla tanışma ve iletişime geçme amacıyla
da kullanmaya başladırlar. (Toprak, 2014, 29) Dijital çağda Le Bon ve Tarde’nin
düşüncelerini çevrimiçi kitleler üzerinden değerlendirirken yeni medya teknolojilerini
90
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
sağladığı imkânların zihinsel bağlantıları ağlar üzerinden sağladığını görmekteyiz.
Sosyal ağ çağında çevrimiçi kalabalıklar ilk dönemlerde ki bedensel ve mekânsal
yakınlık olarak temsiliyetlerinin ardından yukarıda da söz ettiğimiz gibi; daha esnek,
uyumlu, mobil işletmeler dizisine dönüştüğüne şahit olmaktayız. Online kalabalıklar,
sosyal medya araçları olan facebook ve twitter gibi çevrimiçi alanlarda geçici bir
kitlenin çevrim içi ya da çevrim dışı olmasına imkân sağlayan iletişim uygulamalarıyla
tasarlanmıştır. (Blackman 2012, 26, 27)
Le Bon’u düşüncesinden devam edersek mekânsal yakınlık bulunmayan belirli
bir grubun aynı zihinsel sirayet (bulaşma) etrafında bulunması durumu da online
kalabalıklar içerisinde tasavvur etmektedir. Onun için, kalabalık öncelikle duygusal
süreçleri paylaşımı ve zihinsel birlik olma konusunda ise; medya teknolojileri yayma ve
modülasyon etkiler tarafından, kalabalık oluşumunu sağlayan araçlar olarak çalışabilirler.
Sosyal medya platformlarında ki çevrimiçi kalabalıklar da sosyal bulaşma kavramı farklı
bir anlamda yeniden karşımıza çıkmaktadır. Özellikle kamuoyu tarafından bilinen kişiler
tarafından oluşturulan içerikler sosyal ağlarda çok hızlı bir şekilde yayılırken bu kişilere
ait kimi görüşlerin bazı kesimler tarafından tepki çekebilmesi durumu bu kişilere yönelik
bir infial oluşturmasına ve sonunda sosyal medyada ‘dijital linç’ ya da siber linç olarak
tanımlanacak bir duruma dönüşmesine neden olabilmektedir.
LeBon’un sosyal bulaşma düşüncesinde topluluk içinde hâkim olan düşünce, fertlere
“bulaşır” ve bunun neticesinde kollektif eylem belirir. Sosyal bulaşma ile bireyler
yaptıkları eylemlerin payını sorumluluğu üzerlerinden atarak azaltırlar. Dijital ya da siber
alanda da özellikle sosyal medya araçları ile bireyler benzer durumu gerçekleştirirler.
Bireyler sosyal medya araçlarında bir yandan sanal ortamda bir kimlik geliştirme ve
sosyalleşme çabası, içinde iken kin, öfke ve nefret gibi duygularla kullanım pratiği
geliştirilebilmelerine de olanak tanınmaktadır. Linç kelimesi sözlük anlamı olarak
Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı
ve yargılamasız olarak öldürmesi (http://www.tdk.gov.tr/) olarak tanımlanır. Bir başka
anlamı ile linç kavramı bir grup insanın, bir veya birkaç kişiye, sembolik veya fiziksel
olarak herhangi bir nedenle haksız bir şiddet eylemi gerçekleştirmesidir. Bu tanımı
kategori altında toplarsak siyasi ve fiziksel olarak nitelenen adi linç ve sosyal hayatın
içinde psikolojik olarak yürütülen sembolik linç olarak kategorelendirebiliriz.
Dijital ya da siber linç kavramı ise sosyal medya üzerinden bir kişi ya da kurumun
hedef gösterilerek ortak mesajlar ile hakarete uğraması olarak tanımlanabilir. Özellikle
sosyal paylaşım ağları 2004’de Facebook 2006’da Twitter’ın yayın hayatına başlamasının
ardından kullanıcı odaklı paylaşım ağlarında artan bu davranışta gruplar ya da özün
başına diyez işareti (#) eklenerek oluşturulan etiketler ile kişi ya da konularla ilgili başta
nefret söylemi olma üzere paylaşımlar yapılmaya başlanmıştır. Ne yazık ki, bireyler
genellikle düşünmeden aceleci ve sıcağı sıcağına diğer insanları kınamak için kitleler
içinden gelen mesajları ortak alanda paylaşmaktadır. ( www.medialiteracycouncil.sg)
Son yıllarda Türkiye’de kurbanı olan kişiler olarak Yavuz Bingöl, Mehmet Ali Alabora,
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
91
Tarık Akan, Oktay Kaynarca, Alev Alatlı, Nihat Doğan, Ersin Düzen, Cüneyt Özdemir,
Erkan Oğur, Murat Boz, Murat Dalkılıç, Ceyda Karan, başta olmak üzere çok sayıda
ünlü isim sayılabilir.
Dijital ya da siber linç kurbanları bir taraftan sosyal gruplar tarafından olumsuz
mesajlar ile hakarete uğrarken büyüyen bu nefret sarmalı gerçek dünyada ve geleneksel
medya araçlarında da karşılık bulmaktadır. Birçok mağdur iş ve sosyal yaşamında daha
sonraki dönemde sorunlar yaşamaktadır. 3. Araştırmanın Yöntemi ve Amacı
Bu araştırmada, ‘dijital linç’ olgusunun sosyal medya ortamlarında ne kadar bir alana
sahip olduğu sorgulanmaktadır. Bu amaçla, mikroblog platformu olan twitter üzerinden
Türkiye’de sosyal medya ortamında ‘dijital linç’ vakaların 1 Mayıs 2015-30 Mayıs 2015
tarihleri arasında düzenli olarak gün içerisinde trend topik olan gündem maddelerinin
tamamını niceliksel olarak inceleyen bu çalışmada içerik analizi tekniği kullanılmıştır
Araştırmada saatlere göre trend topik olan tüm konular incelenmiştir. İçerik analizi için
bir kodlama cetveli hazırlanmış ve bu cetvelde; İçerik analizi uygulaması doğrultusunda
toplam 3012 konu başlığı incelenmiştir. Araştırma kapsamında yapılan içerik analizinde
kullanılan kodlama cetveli oluşturulurken ilk olarak kategorisel bir ayrıma çalışılmıştır.
Twitter trend topik gündemlerinin tahmin edildiği gibi çok değişik konuları ve unsurları
kapsadığı görülmüştür. Burada oluşturulan ilk başlıklar gündem ve siyaset, ekonomi,
spor, magazin, medya dünyası, twitter camiası ve diğer gibi kategoriler şeklinde
belirlenmiştir. Araştırmada twitter kitlesinin linç vakalarına karşı nasıl bir tutum
sergilediği alt kategorilerinde gündem tarihi, konu başlığı, gündemin mesaj türü, tweet,
retweet, katılımcı sayısı, önemli kişi katılımı ve trend topik süresi, gündem maddelerine
kullanıcıların eğilimi (olumlu ve olumsuz olma durumu) şeklinde bölümlere yer
verilerek çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu araştırmada incelediğimiz trend topik kavramı
ise kullanıcılar tarafından popüler olan konular olarak tanımlanabilir. Günün en trend
popüler konuları twitter ana sayfasında kenar bölümde gösterilir.
Twitter İçerik Analizi uygulaması için dijital veri tabanı programlarından, twitter
mikro blog altyapısı ve starmetre, twitter trend analizleri ve analiz araçları açık kaynak
sonuçlarından yararlanılmıştır. Starmetre.com, ziyaretçi alışkanlıklarını incelemek için
statcounter.com uygulamaları kullanmaktadır. Bu, kullanıcıların sitede geçirdiği süre,
coğrafi konumu ve site kullanımlarına dair bilgi toplama imkanı sunmaktadır. Bu bilgi
piksel etiketleri ve/veya çerezler ile toplanmaktadır. Piksel etiketleri ve/veya çerezler
aracılığıyla toplanan bilgi anonimdir ve hiçbir kişisel veri ile bağlantılı değildir. Analiz
için gereken tüm bilgiler sunucularda depolanmaktadır. (http://www.starmetre.com/)
Yaklaşık bir aylık bir dönemde toplam 3012 gündem maddesinin incelendiği bu
çalışma çalışmayı hazırlayan kişi ve bir grup yüksekokul öğrencileri tarafından
hazırlanmıştır. Önce, içerik analizinde uygulanmak üzere oluşturulan kodlama cetveli
araştırma materyalinin yüzde 25’i üzerinde sınanmıştır. Bu süreçten sonra kodlama
cetveli araştırmanın amaçları doğrultusunda geliştirilmiştir. Daha sonra inceleme konusu
92
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
olan metinler kodlama cetveline aktarılmıştır. Yaptığımız araştırmanın hipotezleri ise
şöyledir;
1. Sosyal medya araçları bireylerin kitleler halinde kişilere linç uygulamaları için
ortam hazırlamaktadır.
2. Kitlelerin tahrik edilme yatkınlığında siyasal ve sosyal olaylar önemli yer
tutmaktadır.
3. Kitlelerin telkine yatkınlığında ve çabuk inanır lığında kalabalıkların önderleri
dijital alanın ünlüleridir.
4. Bulgular
Sosyal ağ siteleri bireylerin teknolojik alanda kendilerini kitleye “görünür” hae
getirdikleri ve paylaşım gerçekleştirdikleri platformlardır. 2006 yılında ortaya çıkan
Twitter, yapı olarak bakıldığında bir blog yazısı olamayacak kadar kısa, çok önemli
olmayan ya da kişisel bir takım gelişmeleri paylaşabilmek için geliştirilmiş ve bir “mikro
bloglama” servisidir. (Kahraman, 2010, 18) Twitter, kullanıcılarına 140 karaktere
sığacak kadar, “tweet” olarak adlandırılan metinler paylaşmalarına izin verir. (Kellsey,
2010, 182) Twitter’ın günümüzde (Mayıs 2015) 302 milyondan fazla aktif kullanıcısı
vardır. Kullanıcların günlük olarak gönderdikleri tweetler çoğunlukla mobil cihazlar
olan telefon ve tablet gibi elde taşınan cihazlardan gönderildiğinden, Twitter diğer sosyal
paylaşım ağlarına göre daha fazla “anındalık” özelliği taşımaktadır.
Tablo1: Tüm Zamanların Twitter Türkiye Gündeminde Yer Almış Başlıklardan
En Uzun Süre Gündemde Kalanlar (Net Süre Sıralaması)
Tarih
TT Süresi (dk)
#ozgecenarslan
13.02.2015
9804
#sonradedimki
19.10.2014
7744
#Osmanlıca
4.12.2014
6900
#sendeanlat
15.2.2015
4251
Yavuz Bingöl
3.12.2014
4229
Nihat Doğan
15.2.2015
4191
#neyapsamboş
22.11.2014
4027
#anlatmakistediğim
6.11.2014
3779
#sanaverceğimdeğer
11.11.2014
3035
VPN
21.3.2014
3025
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
93
Analiz çalışma için twitter üzerinde Türkiye kullanıcı davranışlarını daha iyi
betimlemek için tüm zamanların twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıklardan en
uzun süre gündemde kalanlar ve tüm zamanların twitter Türkiye gündeminde yer almış
başlıklardan en çok katılım almış olan konu ve kişilere ilk olarak dikkat çekilmiştir.
Twitter platformu yayın hayatına başladığı 2006 yılından itibaren Türkiye gündeminde
en çok dikkat çeken, katılımcı bulan ve konuşulan olay olarak Mersin’in Tarsus ilçesinde
11 Şubat 2015’te tecavüz girişimine direndiği için bir minibüste öldürülen üniversite
öğrencisi olan Özgecan Aslan olayı yer almaktadır. Özgecan Aslan cinayetinin ortaya
çıkmasının ardından sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlarla ülke çapında öfkenin
oluşmasına ve gösteriler düzenlenmesine yol açtı. Olayın ardından başta kadınlar olmak
üzere binlerce insan sokaklara dökülür. Özgecan Aslan olayı sosyal medyada da büyük
ilgi görür ve ülke çapında pek çok gösterinin düzenlenir. Bu gösterilerin düzenlendiği
16 Şubat 2014 günü ülkede “Kara Pazartesi” olarak anılır. Özgecan Aslan olayı
sonrası tepkilerini sosyal medyaya yansıtan kadınlar yaşadıkları taciz olaylarına sessiz
kalmayarak #sendeanlat etiketi ile anlatmaları istendi. #sendeanlat hashtag i de tüm
zamanların twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıkları sıralamasında 4251 dakika
trend topik olarak dördüncü sırada yer almıştır.
Tablo 2: Tüm Zamanların Twitter Türkiye Gündeminde Yer Almış Başlıklardan
En Çok Katılım Almış Olanlar
1
#ozgecenarslan
2
Flappy Bird
3
#soma
4
#berkinElvanOlumsuzdur
5
DNS
6
#gunkomurkarasi
7
#sendeanlat
Katılım
Tarih
Tweet
Sayısı
ReTweet Sayısı
Toplam TT
Süresi (dk)
884460
13.2.2015
4,295,856
3,165,599
9804
767051
7.2.2014
766,605
393,185
1118
708722
13.5.2015
2,021,648
1,392,580
1696
583452
11.3.2014
1805286
1217641
1740
427266
20.03.2014
1,035,662
722,342
4029
419042
14.5.2014
935,586
622,482
2007
320466
15.2.2015
1079791
774985
6062
Le Bon Kitleler psikolojisi eserinde oluşum halinde bulunan bir kitlenin ilk
vasıflarından olan, bilinçli bireysel kişiliğin kaybolması ve hislerin, düşüncelerin
aynı yöne doğru ilerlemesi durumu, aynı zamanda birçok kimsenin aynı yerde bir
araya gelmiş olmasını gerektirmez. Birbirinden ayrı binlerce kişi, günün birinde bazı
şiddetli heyecanların, meselâ bir millî olayın etkisiyle bir araya gelerek psikolojik bir
kitle meydana getirebilirler. Bunları bir araya toplayan her hangi bir tesadüf, bunların
davranışlarının kitlenin hareketlerine özel bir şekil almasına sebep olabilir. (Le Bon,
20) Özgecan Aslan olayı için sokaklarda ve sosyal medya içinde bir araya gelen kitleye
bakıldığında benzer durumu görmekteyiz. Olaydan 2 gün sonra 13 Şubat 2015 tarihinde
94
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
twitter da trend topik olan konu 8149 dakika en önemli konu olarak kalmıştır. Bu süre
içirişinde #ozgecenarslan hashtagi ile bu konu hakkında eylemde bulunan tweet ya da
re tweet atan kulanıcı sayısı 884460’dır. Bu kullanıcıların eylemlerine bakıldığında ise
4,295,856 tanesi tweet, 3,165,599 tanesi retweet’tir. Özgecan Alan olayında kullanıcı
başına eylem ortalaması 9 kat olarak gerçekleşmiştir. Her kullanıcıya ortalama 9 mesaj
eylemi düştüğünü ve toplumsal yada milli bir olay olduğunda kullanıcının buna tepkisinin
ne kadar şiddetli olduğunu göstermektedir.
1-30 Mayıs 2015 Twitter Trend Listesinin Konularına Göre Dağılımı tablosuna göz
atıldığında 3012 gündem maddesinin analiz edildiği görülmektedir. Belirtilen gündem
maddeleri yukarıda da söz ettiğimiz kategori ayrımına gitmiş ve sonrasında bu 3012
gündem maddesinin 1142 adedinin siyaset ve gündem, 667’nin spor, 840’nın twitter
camiası ve etiketler üzerine, 114’nün magazin ve ünlü kişiler, 153’nün medya dünyası,
40’nın ekonomi ve 56’sının kategori olarak belirtilmeyen diğer konular olduğu tespit
edilmiştir. Bu sayısal verilerin yüzdelik olarak oranları ise grafik 1’de gösterildiği gibi
yüzde 38 oranında siyaset ve gündem, yüzde 28 oranında twitter camiası, yüzde 22 spor
gündemi, yüzde 5 medya dünyası, yüzde 4 magazin ve ünlü kişiler, yüzde 1 ekonomi
olarak görünmektedir.
Timisi Twitter’ı “kimliklerin yeniden kurulduğu, kahramanlıkların ve egoların alanı”
(Timisi, 2015, 11) olarak niteler. Özellikle hashtagler ve twitter gündemleri üzerine yüzde
28’lik bir oranın ortaya çıkmasında bu durum önemli bir neden olarak görünmektedir.
Yine Hood’a göre, Twitter’ın hızla yükselmesine yol açan olgulardan biri olarak ünlülerin
istekli ve düzenli bir şekilde düşüncelerini paylaşmaları ve güncellemeleridir. Böylece
bireyler, daha önce mümkün olmayan bir biçimde ünlü kişilere erişebilir olmuşlardır.
Bu durum normal hayat şartlarında tanışılması olanaksız kişilerle ilişkide olma hissi
uyandıran ilginç bir sosyal fenomenin oluşmasını sağlamaktadır. Hâlbuki bu durum
daha önce kamuoyu için yasak bölgelerdi. Birdenbire daha önce mümkün olmayan bir
biçimde erişilebilir olmuştur. (Hood, 2014, 296) Analizimiz içerisindeki sonuçlarda bu
sonucu doğrular nitelikte verilere ulaşılmıştır. Mayıs 2015 tarihinde twitter gündeminin
yüzde 9’unu magazin, ünlü kişiler ve medya dünyası oluşturmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
95
Tablo 3: 1-30 Mayıs 2015 Twitter Trend Listesinin Konularına Göre Dağılımı
Siyaset ve
Gündem
Spor
Tw i t t e r
Magazin-Ünlü
Medya
Camiası
Kişiler
Dünyası
Ekonomi
Diğer
Topl
1.5.2015
30
6
34
3
7
0
7
87
2.5.2015
37
29
36
2
5
0
2
111
3.5.2015
30
33
35
1
7
0
3
109
4.5.2015
36
15
24
5
6
1
4
91
5.5.2015
46
10
16
3
7
3
2
87
6.5.2015
50
15
14
6
4
4
4
97
7.5.2015
37
10
12
-
4
1
2
66
8.5.2015
41
17
22
7
4
2
1
95
9.5.2015
38
32
30
2
7
1
3
113
10.5.2015
34
27
31
3
6
1
3
105
11.5.2015
46
18
24
2
9
3
4
106
12.5.2015
47
18
17
2
4
3
1
93
13.5.2015
43
24
22
8
8
1
2
108
14.5.2015
27
33
41
7
3
0
1
112
15.5.2015
43
33
26
2
3
0
4
101
16.5.2015
45
39
28
1
4
0
2
119
17.5.2015
29
33
34
6
5
0
0
107
18.5.2015
30
15
44
7
4
2
0
102
19.5.2015
28
15
49
5
3
0
1
101
20.5.2015
29
15
43
5
2
0
0
94
21.5.2015
31
23
40
7
2
0
0
103
22.5.2015
40
8
25
3
5
0
2
83
23.5.2015
30
18
24
6
9
1
4
92
24.5.2015
30
35
22
4
2
2
3
96
25.5.2015
44
23
18
1
3
1
3
93
26.5.2015
47
18
19
3
1
1
0
89
27.5.2015
33
17
28
1
3
4
0
86
28.5.2015
44
10
20
3
8
0
2
87
29.5.2015
34
18
24
1
5
6
3
91
30.5.2015
40
35
11
1
4
1
0
92
31.5.2015
23
25
27
7
9
2
3
96
Konu Dağılımı
2%
5%
1%
4%
siyaset ve gündem
spor
38%
28%
twitter
magazin-ünlü kişiler
22%
medya dünyası
ekonomi
Şekil 1: Twitter Trend Listesi Konu Dağılımı Yüzdelik Dağılımı
96
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Çalışmamızın bir önceki bölümünde söz ettiğimiz dijital linç yada siber linç kavramı
kısaca sosyal ağlarda özellikle kamuoyu tarafından bilinen kişileri hedef alan ve çok
hızlı bir şekilde yayılan olumsuz mesajlar topluluğu olarak tanımlanabilir. 1-30 Mayıs
tarihleri üzerine yaptığımız çalışmada 3012 gündem maddesi üzerinde bir içerik analizi
yapılmış ve bu analizler sonucunda 13 ayrı kişi hakkında dijital linç kampanyasının
oluştuğunu görüyoruz. 13 kişinin mesleki özelliğine baktığımızda 2 kamu görevlisi,4
medya çalışanı, 2 tiyatro ve sinema sanatçısı,3 siyasetçi, 1 devlet adamı ve 1 futbolcu
olduğu görülmektedir. Twitter bireylerin taşkınlıklarını aktarmak için önemli bir araç
haline gelmiştir. Bu sosyal medya aracı, kişilere acımasız ve kaba yorumlar yapma
ve onları yayma imkânı tanımaktadır. Avustralyalı gazeteci Karl Quinn bu durum
karşısında şu cümleleri söylemektedir, “Pek çoğumuz ünlülerin kanlı canlı insanlar mı
yoksa yalnızca şöyle güzel bir vuruşu hak eden insan boyutunda pinyatalar mı olduğu
konusunda kararsızız. Sorun şu ki çoğumuz bir kurban saptanır saptanmaz yapılan linçe
katılma konusunda düşündüğümüzden daha istekliyizdir.” (Hood, 297)
Tablo 4’de görüldüğü gibi, 4 Mayıs 2015 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Prof.
Dr. Mehmet Görmez, milyonluk makam aracı tartışmaları nedeniyle sosyal medyada
trend topik listesinde yer almıştır. Konu ile ilgili 6994 tweet atılırken, 3662 retweet
yapılmış ve 4208 kişi konu ile ilgili katılımda bulunmuştur. Bu konu ile ilgili ayrıca 14
ünlü kişi de paylaşımda bulunmuştur. Prof. Dr. Mehmet Görmez 290 dakika bu gündem
ile trend topik olmuştur. Paylaşılan mesajların içerikleri diğer linç vakalarına benzer
şekilde alaycı, küçük düşürücü ve argo içerikler ile dolu olduğu tespit edilmiştir.
Tablo 4: 1-15 Mayıs Twitter Dijital Linç Vakalarının Dağlımı
Günden
Tarihi
Konu Öznesi
Konu Kategorisi
Tweet
1.5.2015
---
---
--
--
--
2.5.2015
---
3.5.2015
Önemli
Kişi
Katılım
--
ReTweet Katılımcı
TT
Süresi
--
---
4.5.2015
Mehmet Görmez
Siyaset ve Gündem
6994
3662
4208
14
290 DK
5.5.2015
Orhan Öztürk
Siyaset ve Gündem
3003
1796
935
-
152 DK
6.5.2015
ACUN Ilıcalı
Medya Dünyası
32,055
18555
2941
-
1043
7.5.2015
Defne Halman
Magazin-Ünlü Kişiler
696
350
442
20
20
8.5.2015
Mehmet
Müezzinoğlu
Siyaset ve Gündem
6,905
1,652
2,710
--
---
9.5.2015
Kenan Evren
Siyaset ve Gündem
190,036
131,055
93,563
172
875
10.5.2015
Kenan Evren
Siyaset ve Gündem
101,129
75,064
45,787
97
20
11.5.2015
Duygu Çetinkaya
Magazin-Ünlü Kişiler
30,001
17,881
2,987
-
797
12.5.2015
Kenan Evren
Siyaset ve Gündem
37,055
23,229
22,768
101
1 DK
13.5.2015
Taner Yıldız
Siyaset ve Gündem
1327
1073
891
2
5 DK
14.5.2015
Emre Belezoğlu
Spor
22996
18648
14556
8
481 DK
15.5.2015
---
---
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
97
5 Mayıs 2015 tarihli incelemede Bitlis Valisi Orhan Öztürk’ün Diyarbakır üzerine
sözleri üzerine twiiter üzerinden trend topik olur. Bitlis valisi kelimesi ile gündem
olan vali hem web sitesi linkleri hem kullanıcı yorumları tartışılır. 6 Mayıs 2015
tarihinde medya patronu ve televizyoncu Acun Ilıcalı ve kurumu Acun Medya
#SurvivorÜtopyaSmsYokAcuna ve AcunMedya MerveyiKaralama hashtagi ile protesto
edilir.
7 Mayıs 2015 tarihinde ise bir başka sosyal medya linç kampanyası başlar. Tiyatro
oyuncusu Defne Halman, 20. Sadri Alışık Oyuncu Ödülleri törenindeki konuşmasında
“Rumelihisarı sahnesine mescit yapmak isteyenlere izin vermeyelim” sözleri üzerine
sosyal medyada karalama kampanyası başlatılır. Twitter’da Sosyal medyada, “Skandal
çağrı”, “ödül törenine gölge düşürdü” “Fetih’in sembölü camiye savaş açtılar”,
“Tiyatrocuların soyu Bizans olabilir”, “Tiyatrocuları Rumeli Hisarı’ndaki mescide
karşı sahneden örgütledi”, “Allah düşmanı” benzeri ifadeler kullanılarak Halman hedef
gösterilir. (t24.com.tr)
8 Mayıs 2015 tarihinde gündem belirleme şekli farklı bir kampanya başlatılır.
Çoğu linç kampanyalarında geleneksel medya araçlarının ardılları olarak devam eden
kampanyanın adresi bu sefer tamamen sosyal alandır. Sağlık Bakanlığı’nda memur
olmak için bekleyen kişiler Mueezzinoğlu15MayıstaİstifaET etiketi ile twitter üzerinden
örgütlenmiş ve trend topik olmuşlardır. Bu etiket altında Mehmet Müezzinoğlu aleyhinde
alaycı ve küçük düşürücü sözler yer almaktadır.
Mayıs ayının 9 unda 12 Eylül askeri darbesinin başındaki isim, 7. Cumhurbaşkanı
Kenan Evren yaşamını yitirince Twitter’da kullanıcılarından yorumları ile 4 gün trend
topik olduğu ve linç uygulandığı bir dönem oluşmuştur. Kenan Evren’in darbe yönetimi
döneminde 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 14 kişi
cezaevlerindeki açlık grevlerinde ölmüş, 171 kişi sorgularda ve cezaevi işkencelerinde
can vermiş, 49 kişi idam edilmişti. Kenan Evren için Twitter kullanıcıları ‘Kötü bilirdik‘
ve ‘Helal etmiyoruz‘ başta olmak üzere çok sayıda küçük düşürücü ve alaycı etiketlerini
kullanmışlardır. 11 Mayıs 2015 tarihinde Acun Medya ve Survivor yarışması nedeniyle
Duygu Çetinkaya linç kampanyası uğramış ve DuyguVarsa Tv8Boykot etiketi trend
topik olmuştur. Bu etikete karşı Seviyoruz Seni DuyguCetinkaya etiketi de aynı zaman
diliminde bu kampanyaya karşı gündeme gelmiştir. 13 Mayıs tarihinde Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız #SomaicinAyaktayiz, #Soma #SomayıUnutma etiketleri
başta olmak üzere farklı gündem maddeleri ile trend topik olmuş ve kullanıcıların
olumsuz mesajları ile karşı karşıya kalmıştır. Yine 14 Mayıs 2015 tarihinde futbolcu
Emre Belezoğlu feribotta rakip takım taraftarlarıyla karıştığı olay nedeniyle gündem
olmuş ve çok sayıda olumsuz mesajın hedefi olmuştur.
98
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tablo 5’de 16-31 Mayıs Twitter Dijital Linç Vakalarına göz attığımızda 19 mayıs 2015
tarihinde TRT spor genel yayın yönetmeni Derya Oruçoğlu bir futbol takımına daha
yakın olduğu düşüncesi ile #DeryaOruçoğlu İstifa etiketi ile 2 gün bir sosyal medya
kampanyasına tutulmuştur. DeryaOruçoğlu etiketini diğer etiketlerden ayıran nokta linç
kampanyasını yürüten kitlenin (1148 kişi) konu ile alakasız mesajlara #DeryaOruçoğlu
etiketini kullanmaları olmuştur. 21 Mayıs tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan ile televizyon söyleşisi gerçekleştiren Mehmet Barlas, 22 Mayıs 2015 tarihinde
tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy bir oyunu nedeniyle ve 25 Mayıs 2015 tarihinde
televizyon programına katılan Eski Bakan Kemal Derviş kitlesel mesajlar ile gündeme
gelmişlerdir.
Tablo 5: 16-31 Mayıs Twitter Dijital Linç Vakalarının Dağlımı
TARİH
16.5.2015
17.5.2015
18.5.2015
19.5.2015
20.5.2015
21.5.2015
22.5.2015
23.5.2015
24.5.2015
25.5.2015
26.5.2015
27.5.2015
28.5.2015
29.5.2015
30.5.2015
KONU BAŞLIĞI
TWEET
RETWEET
KATILIMCI
ÖNEMLİ KİŞİ
KATILIMI
---
TT SÜRESİ
--DERYA ORUÇOĞLU
2,639
3
982
-
10 DK
DERYA ORUÇOĞLU
2,088
73
1,148
-
1001
MEHMET BARLAS
17,464
11,798
10,091
29
520 dakika
FERHAN ŞENSOY
10,473
4,631
3,857
23
600 dakika
1,817
1,133
1,257
8
5 DAKİKA
-----KEMAL DERVİS
------------------
Tablo 1’de tüm zamanların Twitter Türkiye gündeminde yer almış başlıklardan En
uzun süre gündemde kalanlar ve Tablo 2’de tüm zamanların Twitter Türkiye gündeminde
yer almış başlıklardan en çok katılım almış olanlar listesi gösterdiği gibi kitlelerin
tahrik edilme yatkınlığında siyasal ve sosyal olaylar önemli yer tutmaktadır. Türkiye
gündeminde en uzun kalan 10 olaydan tamamına yakını siyasal ve sosyal olaylardır.
Yine aynı durum 2015 Mayıs ayı analizinde görülmektedir. 13 linç vakasının 6’sı siyasal
ve sosyal olaylardan oluşmaktadır.
Kalabalığa karşı koymaktansa ona katılmak daha kolaydır. Aynı durum Twitter
için de geçerlidir. Bireyler güruhun idaresine girerler ayrıca sosyal ağ sitelerine özgü
kutuplaşmayla ilgili sorun şudur: bizimle aynı fikirde olanların kışkırtmasıyla veya
daha yargılayıcı olma ihtiyacı duyduğumuzda tutumlar ve düşünceler doğal olarak
aşırılığa yönelecektir. Çarpık düşüncelerin, derin düşünmeye zaman bırakmayan hızlı
iletişimin ve anonimlik örneğindeki gibi uzaklık algısının birleşimiyle sosyal ağlar
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
99
gerçek hayatta olamayacak biçimde davranmamız için mükemmel platformlardır.
(Hood, 298) Hazırladığımız içerik analizi bize sosyal medya araçlarının bireylerin
kitleler halinde kişilere linç uygulamaları için ortam hazırladığı hipotezini doğrulayan
emareler vermektedir. 3012 gündem maddesinin analiz edildiği çalışmada 31 takvim
günü içerisinde 17 takvim günü birer örnek oluşturacak sonuca ulaşılmıştır. Çalışma
etiket çalışması olduğu ve sadece gün içinde ilk 10 da olan ve trend topik durumundaki
etiketleri incelediği için daha detaylı bir çalışma daha fazla veriler verebilecektir.
Daha çok insan basit sosyal araçları benimsedikçe ve bu araçlar gittikçe daha hızlı
iletişim olanağı tanıdıkça, grup eyleminin hızı da artar ve çok, farklı olduğu için hızı da
farklıdır.(Shirky, 2008, 143) Hızın arttığı bu sosyal ağ dünyasında doğrunun hangisinin
olduğu da bir başka sorudur. Burada kitlelerin bir referans noktası olarak dün ulaşılmaz
gördükleri ünlüler yer almaktadır. Bu yeni kamusal alanda kitlelerin telkine yatkınlığında
ve çabuk inanır lığında kalabalıkların önderleri dijital alanın ünlüleri yer almaktadır.
Dijital linç vakalarına bakıldığında en fazla katılımcı bulan Kenan Evren vakasında 370
ünlü kişinin katılımı yer almaktadır. Bu güçlü ünlü paylaşımı paylaşılan etiketin daha
geniş bir alana bulaşmasında ya da ulaşmasında etkin olmaktadır. Kısaca dijital alanda
mesajların sosyal bulaşma ile çok hızlı bir şekilde bireylere geçtiği ve benimsendiği
görülmektedir.
5. Sonuç
Modern hayatın yalnızlaştırdığı bireyler, sosyal alanda toplumsallaşabilmek ve
varoluşlarını anlamlandırabilmek adına sosyal ağ sitelerinde yer almakta ve bir nevi
modern kamusal alanlar oluşturmaktadırlar. Birey kitle içerisine karıştığı bu yeni alanda
kendi başınayken yapmadığı eylemleri gerçekleştirdiği ve farklı bazı hareketlerde
bulunduğu görünmektedir. Çalışmamızın başında da Le Bon üzerinden atıf yaptığımız
gibi bireyler kitle içerisine karıştıktan sonra daha önce kendilerinde rastlanmayan bazı
özellikler kazanmaktadır. Kalabalık içerisinde bireyin kitlenin gücünü de bünyesinde
hissederek farklı bir güce sahip olma duygusuna kapıldığı ve duygu ve davranışların
bulaşıcı bir şekilde kitleden bireye geçmektedir. Bulaşma ile kalabalıkta her tür duygu ve
davranışın kolayca yayılabileceği hipnotik bir durumun oluşmaktadır. Bulgularımızda söz
ettiğimiz gibi kitlenin etiket yoluyla ön plana çıkardığı gündem oluşturduğu düşüncenin
benimsenmesi ve bireyin de bu davranışa katılımı daha kolay olmaktadır. Sosyal
bulaşmanın dijital alanda bir örneğini incelediğimiz dijital linç kavramının yeni kamusal
alanların kitlelerinde bulaşarak yayıldığını görünmektedir. İncelediğimiz Mayıs 2015
tarihinde 3012 gündem maddesi üzerinde 13 linç vakası ile karşılaşılmıştır. Bunlardan
vakasının 6’sı siyasal ve sosyal olaylardan oluşmaktadır. Bu durumda kitlelerin tahrik
edilme yatkınlığında siyasal ve sosyal olaylar önemli yer tutmaktadır hipotezimizi
destekleyen önemli bir yüzdelik dilim bulunmuştur. Yine kitlelerin telkine yatkınlığında
ve çabuk inanmasında kalabalıkların önderleri dijital alanın ünlüleridir hipotezimizi
içerik analizindeki önemli kişi katılımı kullanıcı oranı yüzdeleri kıyaslamasında önemli
bir durum olduğu görülmektedir. Sonuç olarak sosyal medya araçlarının bireylerin
kitleler halinde kişilere linç uygulamaları için ortam hazırladığını bu içerik analizi
sonucunda söylememiz yanlış olmaz.
100
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
6. Kaynakça
1. Blackman, L. Immaterial Bodies. Affect, Embodiment, Mediation, London: Sage,
(2012)
2. Castells, M, Enformasyon Çağı: Ekonomi Kültür ve Toplum, Cilt 1, Ağ Toplumunun
Yükselişi, Çev: Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, (2008)
3. Çebi, M. S. Gabriel Tarde’ın İzinde Medyanın İşlev ve Etkilerini Yeniden Gözden
Geçirmek, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 36, Bahar Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi, (2013)
4. Hood, B, Benlik Yanılsaması: Sosyal Beyin, Kimliği Nasıl Oluşturur, (Çev.),
Eyüphan Özdemir 1. Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, (2014)
5. Kahraman, M, Sosyal Medya 101: Pazarlamacılar İçin Sosyal Medyaya Giriş, 1.
Baskı, , Mediacat Kitapları, İstanbul, (2010)
6. Kayaoğlu, A. G, Kitlenin psikolojisi ya da sosyal psikolojinin ‘kitle’si: kitlede
yeni bir anlayışa doğru, Kurgu Dergisi, ss; 205-218, (2003)
7. Kelsey, T, Social Networking Spaces From Facebook to Twitter and Everything In
Between, A Press, New York, (2010)
8. LeBon G., Kitleler Psikolojisi, Çev: Tolga Sağlam, Timaş Yayıncılık, İstanbul,
(1999)
9. Shirky, C, Herkese Örgüt, Çev: Pınar Şiraz, Optimist Yayınları, İstanbul , (2008)
10. Timisi, N, Önsöz, Twitter: İletişim Çalışmalarında Dijital Yaklaşımlar içinde (712), Ed: Selva Ersöz Karakulakoğlu ve Özge Uğurlu, 1. Baskı, Heretik Basın
Yayın, Ankara, ss, 7-12, (2015)
11. Toprak A, vd., Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: Görülüyorum Öyleyse Varım,
2. Baskı, Kalkedon, İstanbul, (2014)
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
101
102
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
DEMANSLI YAŞLILARA UYGULANAN SANAT TERAPI YÖNTEMININ
BILIŞSEL DURUM ÜZERINE ETKISININ İNCELENMESI
Serap BULDUK1
Esra USTA2
Yeliz DİNÇER3
Sevgi BAYRAM4
Özet
Demans küresel olarak önemli sağlık problemlerinden biridir (World Health
Organization, 2012). Demansta tedavi seçeneklerinin ve etkinliğinin sınırlı olması,
farmakolojik olmayan müdahaleler ile yaşam kalitesinin artırılması konusundaki
çalışmaları yönlendirmiştir (Baines, 2007). Bunlardan biri olan sanat terapisinin demanslı
yaşlıların duygu durum ve bilişsel özellikleri üzerinde ki etkileri çeşitli çalışmaların
kapsamında incelenmiştir (McFadden ve Basting, 2010; Peisah, Lawrence ve Reutens,
2011; Rusted, Sheppard ve Waller, 2006; Meguro ve Meguro, 2010). Bu doğrultuda bu
çalışma yaşlılara yönelik yürütülecek olan sanat terapi yönteminin hafif demansı olan
yaşlıların bilişsel durumu üzerine etkisini incelemek amacı ile yarı-deneysel olarak hafif
demansı olan 16 yaşlı birey yürütülmüştür.
Çalışmanın verileri, araştırmacılar tarafından hazırlanan “Bireysel Bilgi Formu” ve
“Standardize Mini Mental Test” (MMT) kullanılarak toplanmıştır. Çalışmada, bu sanat
eğitimi almış olan bir araştırmacı tarafından resim, heykel, nesne-canlı resmi boyama,
kolaj vb. teknikler kullanılarak “Sanat Terapisi” uygulanmıştır.
Katılımcıların yaş ortalaması 73,0±7.70’dır. Yaşlıların sanat terapisi etkinliği öncesi
MMT puan ortalaması yaklaşık 21 puan, etkinlikten üç ay sonrası ise 20 puandır. Bu
puanlar MMT için hafif demans referans aralığındadır ve etkinlik sonrasında anlamlı
bir değişim olmamıştır. Yaşlıların üç ay sonraki MMT puanlarının değişmemiş olması
hastalığın ilerleyici özelliği göz önünde bulundurularak makul bir sonuç olarak
değerlendirilmiştir.
Sanat terapisi demanslı yaşlı bireylerle küçük gruplar halinde düzenli olarak
sürdürüldüğünde onların sosyalleşmeleri adına önemli bir kazançtır.
Anahtar Kelimeler: Demans, Sanat Terapisi, Bilişsel Yeterlilik, Yaşlılık.
1 Yrd. Doç. Dr. Düzce Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Yaşlı Bakım Programı,
[email protected]
2 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Yaşlı Bakım Programı,
[email protected]
3 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Yaşlı Bakım Programı,
[email protected]
4 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Grafik Tasarımı Programı,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
103
INVESTIGATION OF THE IMPACT OF ART THERAPY
METHODOLOGY APPLIED TO THE ELDERLY INDIVIDUALS WITH
DEMENTIA ON COGNITIVE STATE
Abstract
Dementia is one of the most important health problems on a global scale World Health
Organization, 2012). The fact that the treatment options and their effectiveness led to
studies about enhancing the quality of life through non-pharmacological interventions
(Baines, 2007). The impacts of the art therapy, one of such interventions, on the mood
and cognitive features of the elderly with dementia has been investigated within the
scope of various studies (McFadden and Basting, 2010; Peisah, Lawrence and Reutens,
2011; Rusted, Sheppard and Waller, 2006; Meguro and Meguro, 2010). In line with
this, this study was conducted on 16 elderly individuals with slight dementia in order
to investigate the impact of art therapy technique that is applied to the elderly on the
cognitive state of elderly individuals with slight dementia as a quasi-experimental study.
The data of the study was collected through “Individual Information Form”, which was
prepared by the researchers and the “Standardized Mini-Mental Test” (SMMT). During
the study, “Art Therapy” was implemented by a researcher who received education on art
using such techniques as painting, sculpture, painting objects-living things, collage, etc.
The average age of the participants is 73.0±7.70. The mean score of the elderly from
the SMMT before art therapy implementation is 21, while this figure is 20 three months
after the implementation. These scores are in the reference interval of slight dementia
For the SMMT and no significant change was observed following the implementation.
Considering the progressive feature of the disease, the fact that the SMMT scores of the
elderly did not regularly in small groups of elderly individuals with dementia, it becomes
a significant acquisition for their socialization.
Keywords: Dementia, Art Therapy, Cognitive Competence, Old Age.
104
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Küresel olarak 36 milyon kişiyi etkileyen demans, önemli sağlık problemlerinden
biridir. Demansın global prevelansının 2030 yılında 66 milyon ile iki katına, 2050
yılında 115 milyon ile üç katına çıkması beklenmektedir (1). Demanslı kişiler ve bakım
vericilerinin yaşadığı en üzücü klinik özellikler nöropsikiyatrik semptomlardır.
Apati, depresyon, sanrılar, halüsinasyonlar, saldırganlık, psikomotor ajitasyon,
uygunsuz cinsel davranışlar ve uyku kalitesinin düşüklüğü yaygın olarak görülmekte ve
zamanla da artma eğilimi göstermektedir (2, 3). Bu hızlı bilişsel düşüş, günlük yaşam
aktivitelerini olumsuz etkilemekte, yaşam kalitesini düşürmekte, hastanede kalış süresini
uzatmaktadır (3,4).
Diğer taraftan, demansta tedavi seçeneklerinin ve etkinliğinin sınırlı olduğu
gösterilmektedir. Demansta farmakolojik olmayan birçok müdahalenin yaşam kalitesini
arttırdığına yönelik kanıtlar vardır. Bu kanıtlar içinde sanat terapisinin yararlı olabildiğine
yönelik kanıtlarda bulunmaktadır (5).
Sanat terapisi, sanat materyallerinin kullanıldığı dışavurumcu bir terapi biçimi
olarak belirtilmektedir. Yaratıcı sürecin psikolojik yönünü özellikle farklı sanat
materyallerinin duygusal özelliklerini anlama ile geleneksel psikoterapötik teori ve
tekniklerin birleşiminden oluşmaktadır. Sanat terapisinin tıbbi amaçlı kullanılması ile
kişilerde çeşitli zihinsel tasvirlerin yeniden hatırlanması ve dışa vurumunun sağlanması
amaçlanmaktadır (3, 4, 6,7).
Sanat terapisi günlük bakım/yatılı bakım ortamındaki yaşlıların duygu durum ve
bilişsel özellikleri üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Bir klinik veya bakım ortamında
demanslı hastalar ile sanat terapisi genellikle küçük gruplar ile sanat terapisti, sanatçılar
ya da kolaylaştırıcı kişiler tarafından yürütülebilir. Demanslı hastalarla yürütülen sanat
terapisi, hafıza kaybı olan bireylerin durumlarına ilişkin psikolojik ve manevi sorunlarını
çözmelerini, düşünmelerini, kişilik ve öz-değer duygularının bazı bölümlerini geri
kazanmalarını sağlayabilmektedir (4). Sanat terapisinin sonuçları çeşitli çalışmalarda
kalitatif veya kantitatif olarak değerlendirilmiştir. Gözlemler sanat terapisinin dikkati
(8,9), benlik saygısını, fiziksel yeterliliği, zihinsel keskinliği, sosyalliği (8), dinginliği
(9), iletişimi (8,10,11) ve olumlu duygu durumunu artırdığını (9,10,12); anksiyete (12)
ajitasyon, depresyonu ve stresle ilişki davranışları (13) zalttığını göstermiştir. Türkiye’de
yaşlılara yönelik yürütülen sanat terapisinin etkinliğinin değerlendirildiği araştırmalar
oldukça azdır. Özdemir ve Akdemir (14) çalışmalarında çoklu duyusal uyaran yönteminin
bilişsel durum üzerine etkisini MMT (Mini Mental Test) ile değerlendirmiş ve olumlu
yönde anlamlı olduğu saptamıştır.
Bu çalışma yaşlılara yönelik yürütülecek olan sanat terapi yönteminin hafif demansı
olan yaşlıların bilişsel durumu üzerine etkisini incelemek amacı ile yarı-deneysel olarak
planlanmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
105
Gereç Ve Yöntem
Araştırmanın tipi:
Bu çalışma, yarı deneysel tasarımına sahip olup, tek araştırma grubu kullanılmıştır.
Evren ve Örneklem:
Araştırmada xxx İlinde Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’ne bağlı ve toplam 111
yaşlı bireyin bulunduğu tek kurum olan bir huzurevi seçilmiştir. Bu yaşlıların yaklaşık
olarak yarısı rehabilitasyon bölümündedir. Araştırmaya alınma kriterlerine uyan 16 yaşlı
birey çalışma kapsamına alınmıştır.
Çalışmaya alınma kriterleri;
- Hafif düzeyde demansı olmak,
- İletişime açık olmak,
- Sanat terapisi etkinliklerine katılmaya istekli olmak.
Veri Toplama Araçları:
Çalışmanın verileri, araştırmacılar tarafından hazırlanan “Bireysel Bilgi Formu” ve
“Standardize Mini Mental Test” (MMT) kullanılarak toplanmıştır. Mini Mental Test
Güngen ve arkadaşları (15) tarafından hafif demans hastalarında geçerlilik-güvenilirliği
yapılmış, puan aralığı 0-30 arasında değişen, eşik değeri 23/24 olan bir ölçüm aracıdır.
Yönelim, kayıt-hafıza, dikkat-hesap, hatırlama, lisan yeteneklerini test eder. Veri toplama
formları hastalarla yapılan yüz yüze görüşmeler ile yaklaşık olarak 20-35 dakikalık bir
sürede toplanmıştır. Çalışmada sanat terapisi ile duygusal uyaran verilme yönteminin
bilişsel durum üzerine etkisi girişim öncesi, girişimden üç ay sonra yapılan ölçümlerde
MMT kullanılarak değerlendirilmiştir.
Sanat Terapisi Etkinlikleri:
Çalışmada, araştırmacılar içinde yer alan üniversitede grafik tasarımı bölümü öğretim
görevlisi tarafından resim, heykel, nesne-canlı resmi boyama, kolaj vb. teknikler
kullanılarak “Sanat Terapisi” uygulanmıştır.
Çalışmada uygulamalar için kurumda hobi odası olarak düzenlenen bir oda kullanılmış
olup sanatsal çalışmalar 24.02.2014-12.05.2014 tarihleri arasında her hafta bir tam gün
olacak şekilde yürütülmüştür.
106
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Verilerin değerlendirilmesi:
Çalışmadan elde edilen veriler kodlanarak bilgisayar ortamına aktarıldıktan sonra
bir istatistik programıyla değerlendirilmiştir. Sürekli değişkenler ortalama±standart
sapma veya ortanca [çeyreklikler arası genişlik]; kategorik değişkenler sayı ve yüzde
ile gösterilmiştir. Örneklem grubunun öntest ve sontest puanları arasında bir fark olup
olmadığını belirlemek amacıyla parametrik olmayan Wilcoxon-işaretli-sıralama testi
kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık için güven aralığı <0,05 olarak belirlenmiştir.
Etik Konular:
Araştırmanın yapılabilmesi için araştırmanın
katılımcılardan sözlü onam alınmıştır.
yapılacağı
kurumdan
resmi,
Bulgular
Yaş ortalaması 73,0±7.70 olan yaşlıların, %62.5’i kadın, %50’si bekâr ve %68,8’inin
çocuğu vardır. %43,8’i okur-yazar olup, sadece %12,5’si ilköğretim mezunudur ve
eğitim görenlerin toplam eğitim süreleri ise 3,33±2,12 yıldır. Yaşlıların %75’i erişkinlik
döneminde aktif olarak çalışma hayatında yer almışlardır. Çalışan yaşlıların çalışma yılı
ortalaması 18,5±13,29 yıldır. Ortalama huzur evinde kalış süreleri 28,63±20,18 ay olan
yaşlıların %56,3’ünün sosyal güvencesi bulunmaktadır (Tablo 1).
Yaşlıların sağlık durumları kendilerine sorulduğunda; %11’i bir ya da daha fazla sağlık
sorunu olduğunu ve en çok eklem-kas ağrısı (%37,5), diyabet (%37,5) ve hipertansiyon
(%18,8) hastalıklarının olduğunu bildirmiştir. Mevcut kronik hastalıkları doğrultusunda
%68,8’inin düzenli ilaç kullandığı ve en çok alınan ilaçların antidiyabetik (%37,5),
analjezik (%41,7) ve antihipertansif ilaçlar (%18,8) olduğu belirlenmiştir. (Tablo 2).
Yaşlıların %81,3’ü kurum içerisinde boş vakitlerini değerlendirdiklerini bildirmiştir.
Boş vakitlerini değerlendirmede yaptıkları aktiviteler arasında spor yapma (%37,5), el
işi yapma (%25), kitap okuma (%12,5), müzik dinleme (% 18,8), ibadet etme (%12,5),
bulmaca çözme (%6,3), televizyon izleme (%12,5) ve boyama yapma (%12,5) yer
almaktadır. Sağ ve sol el kullanımı açısından yaşlıların tamamı aktif olarak sağ ellerini
kullanmaktadırlar.
Örneklem grubunun ön test ve sanat terapi sonrası son testten aldıkları yönelim,
kayıt-hafıza, dikkat-hesap, hatırlama, lisan yetenek alanı puanları ve MMT toplam puan
ortalamaları Tablo 3’de verilmiştir. Grubun ön test MMT puan ortalaması 20,63 olup
standart sapması 3,40’dır.
Grubun son test MMT puan ortalaması ise 19,75 standart sapması 4,86’dır. Yaşlıların
yönelim, kayıt-hafıza, hatırlama, lisan yetenek alanı ve MMT toplam son test puan
ortalamalarında düşüş olduğu, dikkat-hesap yetenek alanından aldıkları son test puan
ortalamalarında ise bir artış olduğu belirlendi (Tablo 3).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
107
Yaşlıların ön test-son test MMT puanları arasındaki farkı test etmek amacıyla yapılan
Wilcoxon işaretli sıralama testi sonuçları Tablo 4’de verilmiştir. Test sonuçlarına
göre sadece MMT yönelim yetenek alanında son test puan ortancasının ön test puan
ortancasına göre daha düşük olduğu, diğer MMT yetenek alanları ve toplam MMT
puan ortancalarında herhangi bir değişimin olmadığı görüldü ve sonuçta ön test-son
test puanlarında istatistiksel açıdan anlamlı bir farkın olmadığı sonucuna varılmıştır
(p>0,05).
Tartışma
Bu çalışmanın genel amacı demanslı hasta bakımının temel niteliklerinden biri olan
yaşam kalitesini sürdürecek terapötik ortamın sağlanmasıdır (2). Bu doğrultuda sanat
terapisi, günlük bakım/yatılı bakım ortamındaki demanslı yaşlıların duygu durum ve
bilişsel özellikleri üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu ile ilgili sonuçların ağırlıklı
olarak ortaya konulduğu psikoterapötik bir tekniktir. Buradan yola çıkılarak bu
çalışma bir huzurevinde hafif demans hastalarına yönelik yürütülen sanat terapisinin
bilişsel durumları üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amacıyla 16 yaşlı bireyde
gerçekleştirilmiştir. Sanat terapisinde kullanılan pek çok yöntem olmakla birlikte bu
çalışmada resimsel sanat terapisi tercih edilmiştir. Nitekim resimsel sanat terapisinin
psikopatolojik durumlarda kullanımının daha yaygın olduğu belirtilmektedir (7).
Çalışmanın yapıldığı kurumda bulunan yaşlılar içinde çalışmaya alınma kriterlerini
karşılayan yaşlı sayısının yetersizliği nedeniyle çalışma sadece 16 yaşlı birey ile
yürütülmüştür. Bunun en önemli nedeni huzurevindeki yaşlı profilinin, çoğunlukla ağır
demans durumunda yaşlılardan oluşması ve yaşlıların çalışmaya katılma konusundaki
istekliliklerinin az olmasıdır. Diğer taraftan çalışmaya katılan yaşlıların büyük çoğunluğu
(%81) kurum içerisinde boş vakitlerini değerlendirdiklerini belirtmişlerdir. Bu aktiviteler
arasında ise sanatsal etkinlik olarak kabul dilebilecek müzik dinleme (%18), boyama
yapma (%13) da yer almaktadır. Ancak bu etkinlikler yaşlıların kendi kendilerine
organize ettikleri ve herhangi bir danışman tarafından düzenli olarak sürdürülmeyen
aktivitelerdir.
Ayrıca yaşlıların yaşlılık ile ilgili algılamalarının olumsuz olmasının da çalışmaya
katılım konusundaki istekliliği olumsuz bir şekilde etkilemiş olabileceği düşünülmüştür.
Bazı yaşlılar “Yaşlılık deyince aklınıza ilk ne geliyor?” sorusuna verdikleri cevaplar ile
olumsuz duygularını şu şekilde ifade etmiştir. “Yaşlılık ömrümü bitirdi, dünyadan hiç
umudum yok” (MA, Kadın, 74 yaşında), “Yaşlılık buruk bir acı, aynı kivi gibi” (HY,
Kadın, 68 yaşında),
“Yaşlılık deyince aklıma ilk ölüm geliyor” (İA, Erkek, 88 yaşında), “Halsizlik,
yorgunluk, çok yorgunum bir şey yapacak gücüm yok” (SE, Kadın, 81 yaşında), “Yaşlılık
deyince aklıma ilk gençlik geliyor, keşke genç olabilseydim”(HM, Erkek, 77 yaşında).
108
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Yaşlıların sanat terapisi etkinliği öncesi MMT puan ortalaması yaklaşık 21 puan,
etkinlikten üç ay sonrası ise 20 puandır. Bu puanlar MMT için hafif demans referans
aralığındadır ve etkinlik sonrasında anlamlı bir değişim olmamıştır. Yaşlıların MMT
alt boyutları açısından yönelim, kayıt-hafıza, hatırlama, lisan puan ortalamalarında
düşüş olduğu, dikkat-hesap yetenek alanından aldıkları son test puan ortalamalarında
ise bir artış olduğu belirlenmiştir. Ancak bu değişimler açısından da anlamlı bir fark
bulunmamıştır.
Özdemir ve Akdemir (14) çalışmalarında çoklu uyaran yöntemi ile yürütülen sanat
terapisinin yaşlıların müdahale öncesi (19 puan) MMT puanlarına göre müdahale
bittikten hemen sonra (28 puan) ve üç hafta sonrasında (27 puan) anlamlı olarak
artmış olduğunu saptamıştır. Söz konusu çalışmada ölçümlerin yapıldığı süreler, sanat
terapisinin etkinliğinin ölçümsel anlamda değerlendirilebileceği süreler açısından
oldukça kısadır. Bu çalışmada en az kısa dönem sonuçlarını ortaya koymak adına üç
ay sonra izlemsel ölçümler yapılmıştır. Yaşlıların üç ay sonraki MMT puanlarının
değişmemiş olması hastalığın ilerleyici özelliği göz önünde bulundurularak makul bir
sonuç olarak değerlendirilmiştir. Benzer şekilde Viola ve arkadaşları (16) orta düzey
Alzheimer ve demans hastalarında sanat terapisini de içeren multidisipliner bilişsel
rehabilitasyon programının etkinliğini değerlendirmiş (öncesi 23, sonrası 23) ve bilişsel
özellikler bakımından deney grubunun sabit olduğunu, hafıza alt boyutunda anlamlılık
sınırında bir azalma, dikkat alt boyutunda anlamlılık sınırında bir artış olduğunu
belirlemişlerdir. Rusted ve arkadaşları (10) demanslı hastalarda sanat terapisinin
etkinliğinin değerlendirildiği randomize kontrollü çalışmalarında bilişsel durum, hafıza
ve dikkat üzerinde etkinlikten 1 ay ve 3 ay sonrasında anlamlı bir değişim olmadığını
göstermişlerdir. Bu bulgulardan farklı bir şekilde Hattori ve arkadaşlarının (17) orta düzey
Alzheimer hastalarında yaptıkları çalışmalarında sanat terapisinin bilişsel ve psikososyal
etkileri kontrollü olarak incelenmiş etkinlik öncesi ve sonrası MMT sonuçlarında anlamlı
bir artış olduğu belirlenmiştir.
Sonuç
Sonuç olarak sanat terapisi demans hastalarında yaşam kalitesini yükseltmek için
önerilen bir yöntemdir. Sanat terapisi yaşlı bireylerle küçük gruplar halinde düzenli
olarak sürdürüldüğünde onların sosyalleşmeleri adına önemli bir kazançtır. Bu
çalışmanın sınırlılıkları, çalışma verilerinin çalışmaya katılan 16 yaşlı bireyi yansıtması,
çalışmada tek grup üzerinden sanat terapisinin etkinliğinin değerlendirilmesi, sadece hafif
düzeydeki demanslı yaşlıların alınması ve test yöntemi olarak sadece nicel yöntemlerin
kullanılmasıdır.
Gelecekte sanat terapisinin Türkiye’de yaşayan yaşlılardaki sonuçlarını ortaya koyacak
kontrollü ve uzun dönem izlemli çalışmalara gereksinim olduğu düşünülmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
109
Tablo 1. Yaşlıların Sosyo-Demografik Özelliklerinin Dağılımı (n=16)
Sosyo-Demografik Özellikler
n
%
Kadın
10
62,5
Erkek
6
37,5
Cinsiyet
Yaş (Ort±SS yıl)
Medeni Durum
73,0±7,70
(Min-Max: 60 - 88)
Bekar
8
50
Evli
1
6,3
Dul
7
43,8
Var
11
68,8
Yok
5
31,3
7
43,8
7
43,8
2
12,5
Çocuk Durumu
Okur-yazar değil
Okur-yazar
Eğitim Durumu
İlköğretim
mezunu
Eğitim Süresi(Ort±SS yıl)
3,33±2,12 Yıl
(Min-Max: 1-8)
Evet
12
75,0
Hayır
4
25,0
Aktif Çalışma
Çalışma Süresi(Ort±SS yıl)
Huzurevinde Kalma Süresi
(Ort±SS ay)
18,5±13,29
(Min-Max: 5 - 43)
28,63±20,18
(Min-Max: 5 – 72)
Var
9
56,3
Yok
5
43,8
Sosyal Güvence
110
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tablo 2. Yaşlıların Sağlık Sorunları ve Kullandığı İlaçların Dağılımı (n=16)
Sağlık Sorunları ve Kullanılan İlaçlar
Sağlık Sorununun
Olması
n
%
Evet
11
68,8
Hayır
Evet
5
4
31,3
25,0
Hayır
Evet
12
3
75,0
18,8
Hayır
Evet
13
6
81,3
37,5
Hayır
Evet
10
1
62,5
6,3
Hayır
Evet
15
1
93,8
6,3
Hayır
Evet
15
11
93,8
68,8
Hayır
Evet
5
3
31,3
18,8
Hayır
Evet
13
6
81,3
37,5
Hayır
Evet
10
5
62,5
41,7
Hayır
Evet
7
1
58,3
6,3
Hayır
Evet
15
1
93,8
6,3
Hayır
15
93,8
Diyabet
Hipertansiyon
Eklem ve Kas Ağrısı
Uyku Sorunu
Solunum
Problemleri
Düzenli İlaç
Kullanımı
Antihipertansif
İlaçlar
Antidiyabetik İlaçlar
Analjezik İlaçlar
Uyku İlacı
KOAH İlacı
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
111
Tablo 3. Yaşlıların Ön test-Son test MMT Puanları
MMT Yetenek Alanları
MMT Öntest*
MMTSontest*
Yönelim
8,06±2,14
7,38±2,03
Kayıt-hafıza
2,88±0,34
2,69±0,60
Dikkat-hesap
0,25±0,58
0,63±1,36
Hatırlama
2,06±1,06
1,81±1,11
Lisan
7,38±0,96
7,25±1,44
MMT Toplam
20,63±3,40
19,75±4,86
*Ortalama±Standart Sapma
Tablo 4. Yaşlıların Öntest-Sontest MMT Puanlarının Karşılaştırılması
Örneklem Grubu
genişlik]
Yönelim Ön test
8,50[2,75]
Yönelim Son test
8,00[4,0]
Kayıt-hafıza Ön test Kayıt-hafıza
Son test
Dikkat-hesap Ön test Dikkathesap Son test
Hatırlama Ön test Hatırlama Son
test
112
Ortanca[Çeyreklikler arası
3,00[0,0]
z
p
-1,933
0,05
-1732
0,08
-1,342
0,18
-0,877
0,38
-0,229
0,82
-0,949
0,34
3,00[0,75]
0,00[0,0]
0,00[0,75]
2,00[1,75]
2,00[2,00]
Lisan Ön test
7,00[1,00]
Lisan Son test
7,00[2,75]
MMT Ön test
21,50[4,75]
MMT Son test
21,50[8,75]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. World Health Organization and Alzheimer’s Disease International. Dementia:
A public .health priority, http://www.who.int/mental health/publications/
dementiareport 2012/en/Accessed October 22, 2012.
2. Akyar I. Demanslı hasta bakımı ve bakım modelleri. Sağlık Bilimleri Fakültesi
Hemşirelik Dergisi 2007; 79-88.
3. McMaster M. Integrating nature into group art therapy interventions for clients
with Dementia. Presented in Partial Fulfillment of the Requirements For the
Degree of Master of Arts. Concordia University 2013, Montreal, Quebec, Canada.
4. Baines P. Quality demantia care: nurturing the hearth: creativity, art therapy and
dementia. The Quality Dementia Care Series 2007; No: 3.
5. Chancellor B, Duncan A, Chatterjee A. Art therapy for Alzheimer’s Disease and
other dementias. Journal of Alzheimer’s Disease 2014; 39:1–11.
6. Aydın B. Tıbbi sanat terapisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2012; 4 (1): 69-83.
7. Utaş Akhan L. Psikopatolojik sanat ve psikiyatrik tedavide sanatın kullanılışı.
Yükseköğretim ve Bilim Dergisi 2012; 2(2): 132-135.
8. McFadden SH, Basting AD. Healthy aging persons and their brains: Promoting
resilience through creative engagement.Clin GeriatrMed 2010; 26: 149-161.
9. Peisah C, Lawrence G, Reutens S. Creative solutions for severe dementia with
BPSD: A case of art therapy used in an inpatient and residential care setting. Int
Psychogeriatrics 2011; 23: 1011-1013.
10. Rusted J, Sheppard L, Waller D. A multicentre rondomized control group trial on
the use of art therapy for older people with dementia. Group Analysis2006; 39 (4):
517-536.
11. Meguro M, Meguro K. Activated thalamic glucose metabolism after combined
donepezil and psychosocial intervention. Br J Neurosci Nurs 2010; 6: 176-180.
12. Safar LT, Press DZ. Art and the brain: Effects of dementia on art production in art
therapy. Art Therapy 2011; 28: 96-103.
13. Mimica N, Kalinić D. Art therapy may be benefitial for reducing stress-related
behaviours in people with dementia-case report. Psychiatr Danub 2011; 23 (1):
125–128.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
113
14. Özdemir L, Akdemir N. Hafif Alzheimer hastalarına uygulanan çoklu duyusal
uyaran yönteminin kognitif durum üzerine etkisi. Hacettepe Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2007; 1-11.
15. Güngen C, Ertan T, Eker E ve ark. Reliability and validity of the standardized Mini
Mental State Examination in the diagnosis of mild dementia in Turkish population.
Turk Psikiyatri Derg 2002;13:273-81.
16. Viola LF, Nunes PV, Yassuda MS et al. Effects of a multidisciplinar cognitive
rehabilitation program for patients with mild Alzheimer’s disease. Clinics 2011;
66 (8): 1395-1400.
17. Hattori H, Hattori C, Hokao C et al. Controlled study on the cognitive and
psychological effect of coloring and drawing in mild Alzheimer’s disease patients.
Geriatr Gerontol Int 2011; 11: 431-437.
114
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
115
116
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
‘CHARLIE HEBDO’ SALDIRISI ÜZERINDEN FRANSIZ BASININDA
İSLAMOFOBININ YENIDEN ÜRETILMESI: LE MONDE GAZETESI
ÖRNEĞI
Canay UMUNÇ1
Özet
İslam korkusu anlamına gelen İslamofobi, 11 Eylül saldırısından sonra batı ülkelerinde
yayılmaya başlamıştır. Özellikle son yıllarda Almanya, Danimarka ve Fransa gibi
ülkelerde yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve ırkçılık artmıştır. Avrupa’da Müslüman
nüfusun artışına duyulan korku ve tedirginlik yabancılara yönelik tepkiye dönüşmüştür.
Batı toplumları, Müslüman kültürlerle bütünleşme yönünde endişelidir. Stanley
Hoffman’ın dediği gibi bu fobiler, gerçekte kültürel çatışmalara ve ulusal kimliğe dair
endişelere dayanmaktadır. İslamofobinin etkisiyle “bizler” ve “onlar” arasında oluşan
iletişim çatlağı, “ötekilerin suçlanmasına” değin varmıştır. Batı, kendini insan hakları ve
demokrasi bağlamında etik bir özne olarak değerlendirmekte ve Batı dışında kalanlara
yani “ötekilere” bu değerlerin öğreticisi rolünü üstlenmektedir. Özellikle Fransa kendini
küresel değerlerin temsilcisi olarak görmektedir. Doğuluya ilişkin stereotip, önyargılı
bakışlar, haber diline etki edebilmektedir. Batı egemen küresel medyası, bu yaklaşımı
pekiştirmekte, farklı etnik kimliklere karşı çifte standartlı davranmaktadır. Batı medyası
“Öteki”yi tanımlarken ya da ötekileştirirken, “Biz” ve “Onlar” şeklinde karşıtlıklar
oluşturma ekseninde, kendi kimliklerinin olumlu taraflarına vurgu yaparken, geride
kalanlara salt olumsuz özellikler yüklemektedir. Etnomerkezci bakış açısına sahip
medya, stereotip, ırkçı bir söylem kullanarak etnik kimlikleri simgesel düzeyde yeniden
üretmektedir. Son olarak Fransa’da ünlü mizah dergisi ‘Charlie Hebdo’ ya radikal İslamcı
örgüt El- Kaide terör örgütü tarafından yapılan saldırı, Müslümanlara karşı önyargı ve
nefreti pekiştirmiştir. Fransız siyasası sahip olduğu ideolojik örüntü içerisinde, İslam
ülkelerine genellikle temkinli ve şüpheci yaklaşmaktadır. Bir kısım Fransız medyası
da egemen söylemlere zemin oluşturarak bu söylemlerin yeniden üretilmesine olanak
tanımaktadır. Bu çalışmada, Charlie Hebdo saldırısının üzerinden, Müslümanlara karşı
gelişen islamofobi, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve ötekileştirme kavramları bağlamında,
Fransa’nın önde gelen gazetelerinden Le Monde gazetesi’nin konuya yaklaşımı eleştirel
yöntemle ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İslamofobi, Yabancı düşmanlığı, Irkçılık, Etnik kimlik, Fransız
basını.
1 Hitit Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Öğretim Elemanı, Uzman Doktor, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
117
THE REPRODUCTION OF ISLAMOFOBIA IN FRENCH PRESS UPON
‘CHARLIE HEBDO’ ATTACKS : LE MONDE PRESS EXAMPLE
Abstract
Islamophobia, fear of Islam, has begun to spread in western countries after 11
September attack. Especially in recent years, xenophobia, discrimination and racism
have been increasing in countries like Germany, Denmark and France. Fear and anxiety
to the population for the increase of Muslims became reaction against to foreigner.
Western societies are worried for their integration with the Muslim culture. As Stanley
Hoffman said, these phobias are actually based on concerns about cultural conflicts and
national identity. Due to Islamophobia, lack of communication formed between ‘us’ and
‘them’ continued until accuse the others. West interprets himself as an ethical subject
in the context of democracy and human rights and takes part tutorial of these values for
namely outside the West, “the others”. France in particular sees itself as the representative
of the global value. The stereotypical and biased overviews against to Easterns, is
able to influence the news language. Western dominated global media reinforces this
approaches and acts with double standards towards different ethnic identity. Western
media while defining “the others” or othering, creates opposition axis between ‘we’ and
‘they’, emphasizes the positive aspects of their identity and attributes negative features
only to other people. Media has ethnocentric view, using race stereotypes and racist
discourse, reproduces ethnic identity at the symbolic level. Lastly, the attack by radical
Islamist terror organizations (El-Kaide), to the famous comic in France ‘Charlie Hebdo’
has reinforced the prejudices to Muslims. French politics in owned ideological pattern,
usually approaches to Islamic countries cautious and skeptical. Some French media,
creating the basis for the dominant discourse allows the reproduction of these discourses.
The goal of this thesis is to explore how the France’s leading newspaper Le Monde
approach this topic upon ‘Charlie Hebdo’ Attacks, in the context of Islamophobia,
xenophobia, racism, and otherize terms.
Keywords: Islamophobia, , xenophobia, racism, ethnic identity, French Press
118
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
“ ‘Charlie Hebdo’ saldırısı üzerinden Fransız basınında İslamofobinin yeniden
üretilmesi : Le Monde Gazetesi Örneği” adlı bu çalışmada son yıllarda Batı’da giderek
artan İslamofobi ve Fransız basınında bu “islam korkusu”nun yeniden üretimi Le Monde
gazetesi örneği ile analiz edilmiştir.
Radikal İslamcı El-Kaide terör örgütü Yemen kolu tarafından, 7 Ocak 2015
tarihinde Fransa’da ünlü karikatür dergisi “Charlie Hebdo” karikatüristlerine yönelik
gerçekleştirilen saldırı sonucu 7’si karikatürist ve gazeteci 12 kişinin yaşamını yitirmesiyle
sonuçlanan olay sonrası, Fransız sol kanat gazetesi Le Monde, 9 Ocak 2015 tarihindeki
gazeteyi tamamen bu olaya ayırmıştır. Bu tarihte çıkan görseller ve yazılı metinler
eleştirel söylem analizi ile incelenmiştir. Böylelikle haberlerdeki Müslüman imgesi,
kavramsallaştırmalar, sunum biçimini incelemek yoluyla dünya kamuoyunda nasıl bir
İslam imajı oluşturulduğu, haberi oluşturan aktörlerin arkasındaki ideolojik, toplumsal,
kültürel ve dinsel nedenler tartışılmıştır. Yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, ırkçılık ve
devamında İslamofobi ekseninde batı medyasının “öteki” olarak Müslümanlara yönelik
oluşturduğu algı ortaya konulmaya çalışılmıştır.
1. İslamofobi Kavramı ve Ortaya Çıkışı
İslamofobi bir diğer deyişle islam korkusu’nun uzun bir geçmişi vardır. İslamofobi
kavramı ilk olarak ortaya çıkıp kullanılmadan önce Haçlı Seferlerine değin aslında
batı toplumlarında yaygın izlenen bir olgudur. Haçlı Seferleri, Avrupalıları İslam’ı
ve Müslümanların yaşantılarını öğrenmeye sevk etmiştir. Haçlı seferleri ve cihad,
Hristiyanlık ve İslam dünyası arasındaki siyasi ilişkilerin bütün gerçekliğini kuşatmakta,
Hristiyanların İslam’a Müslümanların Hristiyanlara yönelik yaklaşımlarını kısmen
açıklayabilmektedir. İslam, Hristiyan dünyasınca tehdit olarak algılanmaya başlandığı ilk
andan itibaren Batılı Hristiyanların ona yönelik tavrı “korku” ve “dehşet” kelimeleriyle
tasvir edilmekteydi (Güner, 2008:68).
İslamofobi, 1990’lı yıllarda yayılmaya başlamıştır. Sebebi, Batılı olmayan göçmenlerin
Batılı toplumlara akınının giderek artmasıdır. Batılılar başka kültür ve dinlerden gelen
göçmenler tarafından istila edilmekte olduklarında ve bu göçmenlerin işlerini ellerinden
alacaklarından, ülkelerini ele geçireceklerinden, sosyal yardım sisteminin sırtından
geçineceklerinden ve yaşam biçimlerine tehdit oluşturacaklarından korkmaktadırlar.
Müslüman cemaatler, gerek Almanya’daki Türkler gerek Fransa’daki Cezayirliler olsun,
göç ettikleri bu ülkelerin kültürleriyle bütünleşmemektedir ve Avrupalıların endişesine
göre de, bu kültürlerle bütünleşecekleri yönünde hiçbir belirti göstermemektedir.
(Huntington, 2012: 294).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
119
İslamofobi kavramı ilk kez 1996’da İngiliz Müslümanları ve İslamofobi üzerine bir
araştırma komisyonu oluşturan, bağımsız, sosyal politika ve araştırma kuruluşu olan
“Runnymade Trust” tarafından kullanılmıştır. Komisyon, Şubat 1997’de İslamofobi’nin
özellikleri ve tehlikelerine ilişkin bir rapor yayınlamıştır. Bu rapor, geniş bir medyanın
ilgisini uyandırmıştır. Rapor’da islama açık ve kapalı görüşler kategorize edilmiştir.
Komisyonun raporu iki yönlüdür 2:
a. İslamın iç gelişim, farklılık ve diyaloglardan uzak tek başına monolotik bir sistem
olduğu islamofobik varsayımlara karşı çıkmak
b. İslamofobinin Müslüman toplumlar ve bütün olarak toplumun refahı açısından
yarattığı ve artırdığı temel tehlikelere dikkat çekmek
11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da İkiz kulelere yapılan saldırıdan sonra kavram
tekrar gündeme gelmiş ve bundan sonraki süreçte sıklıkla kullanılagelmiştir. Olay,
medyada büyük infial yaratmış ve İslamofobi özellikle İslam karşıtı, yabancı düşmanı ve
ırkçı çevrelerce pekiştirilmiştir.
Kendi gücünü erk ve kendini insan haklarının temsilcisi olarak gören Batı için,
“Barbar, cahil, haydut” nitelemeleri sadece Müslümanlara özgüdür. Örneğin 2005 yılında
Fransa’da Paris’te Kuzey Afrikalılar’ın yoğun olarak kaldığı mahallede, polisten kaçan
iki gencin ölmesi sonrası Afrikalı sakinlerin ayaklandığı olay, Avrupa basınına Müslüman
gençlerin terör estirmesi şeklinde yansımıştır (Özdemir,2012). Bir kaynağa göre, 3
göçmen gençten biri Türk’tür. Bu olay farklı sosyal sınıflardan insanların çatışmasına
sebep olmuştur. Dönemin İçişleri Bakanı Nicholas Sarkozy “Pislikleri sokaklardan
temizleyeceğim!” dediği için gerilimi artırmakla suçlanmıştır (Özer, 2011:199). Ayrıca
Sarkozy, olay çıkaranlar için “ayak takımı, haydut” benzetmesi yaparak toplumda
dışlanmışlığı ve ötekileştirmeyi derinleştirmiştir (Özdemir, 2012).
2. Le Monde Gazetesi’nin İslamofobi’yi Yeniden Üretimi
Le Monde gazetesi 2015 yılı Ocak ayında yaptığı ankette, Fransa’da ne kadar
Müslüman yaşadığını, ne kadar cami olduğunu ve ülkede İslamın ağırlığını tespit
etmeye çalışmıştır. Bu ankete göre, Fransa’da 2,1 milyon Müslüman yaşamaktadır fakat
Le Monde Fransa İçişleri Bakanlığı’nın 4-5 milyon civarında bir rakam verdiğini de
hatırlatmaktadır3. Fransa’da ne kadar radikal Müslümanın yaşadığı sorusunu konunun
uzmanı Sosyolog Samir Amghar,
2 http://www.runnymedetrust.org/uploads/publications/pdfs/islamophobia.pdf sitesinden 11.08.2015 tarihinde
alınmıştır.
3-http://www.lemonde.fr/les-decodeurs/article/2015/01/21/que-pese-l-islam-en-france_4559859_4355770.html
sitesinden 11.08.2015 tarihinde alınmıştır.
120
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
La Depeche gazetesine “Arka plan bilgilerine göre, Fransa’da 12.000 ile 15.000
arasında Selefi vardır, fakat selefi mücahitler oldukça azınlıktadır” şeklinde açıklamıştır4.
Fransa’da aşırı sağın yükselişe geçmesi İslamofobi’nin artışına etki etmiştir. Aşırı sağın
yükselmesinde Avrupa’daki konjonktürün aşırı sağ lehine gelişmesinin yanı sıra Fransa
Eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin uzun süredir “ulusal kimlik”, “İslam’ın
Fransa’da Yeri” gibi başlıklarla tartışma açması ve ülkenin Hristiyan köklerine sahip
çıkan konuşmalar yapması etkili olmuştur (Elmas, Kutlay, 2011).
Sol kanat gazete olan Le Monde gazetesi, sağ kanat bir basına nispeten daha az tutucu
bir çizgide de olsa dış politika ve farklı etnik kimliklere karşı genel konjoktüre uyum
göstermektedir. Edward Said, “Medyada İslam” adlı kitabında Le Monde için “Fransız
olmayan ülkeler söz konusu olduğunda misyoner, dinsel, devlet baba tavırlı, “kalp sahibi
bir sosyalizm”, onsekizinci yüzyıl Aydınlanması ve ilerici Katolik gibi muhtelif nitelikler
taşıyan bir siyaset izler” demiştir. (Said, 2008:199).
30 Eylül 2005’te Danimarka’nın Jyllands-Posten gazetesinin Hz. Muhammed’in
hicivsel karikatürlerini yayınlamasıyla başlayan ve Avrupa genelinde gazetelerin
olayı desteklemesiyle ortaya çıkan küresel kriz dünyayı etkiledi ve Post-Hristiyan
Batı Avrupası ve büyük ölçüde ikonoklastik Arap-İslam dünyası arasındaki çatışmaya
zemin hazırladı. 8 Şubat 2006’da Fransız haftalık mizah dergisi Charlie Hebdo, ifade
özgürlüğünü savunarak “Köktendincilerden bunalmış Muhammed” (Mohammed
Overwhelmed by Fundamentalists) başlıklı özel sayı yayınladı. Danimarka gazetesi
Jyllands-Posten’ın peygamber karikatürlerini yeniden üretti ve kendininkileri de kattı. Le
Monde gazetesi de bu çekişmeye katıldı. Danimarka gazetesinin karikatürlerinin ikisini
yayınladı, birine ön sayfada yer verdi ve online portföy oluşturdu. Fransa tartışmaların
ikinci merkez üssü oldu çünkü hem geniş bir Müslüman nüfusa sahipti hem de Galya
zekasının uzun soluklu geleneğinden gelen karikatürler Fransız kültürünün önemli bir
parçasıdır. Nitekim karikatürler, Fransız gazete ve dergilerini hem süsler hem de hiciv
misyonunu yerine getirir (Eko, Berkowitz, 2009).
Le Monde gazetesi, Fransız laik cumhuriyeti ideolojisi kadar gazetecilerin dini
karikatürler yapma özgürlüğünü desteklemektedir. Gazete, “Küfür, kutsal haktır”
(Blasphemy is a Sacred Right) diyerek, gazetecilerin Tanrı’yı karikatürize etme hakkına
sahip olduğunu savunmuştur. Gazete, laik demokratik toplumlarda en önemli ilkelerden
ifade özgürlüğünün yasaların koruması altında olduğunu vurgular. Arap-İslam ifade
özgürlüğü değerleri ile Batınınkiler birbirinden farklıdır. Le Monde’a göre, “Zihinsel
süreç batı ve islam’da aynı değildir.” (Eko, Berkowitz, 2009).
4 http://www.ladepeche.fr/article/2012/03/22/1312522-dans-les-banlieues-sensibles-le-jihad-seduit-une-ultraminorite.html sitesinden 11.08.2015 tarihinde alınmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
121
Le Monde gazetesi, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ne göre Jyllands-Posten
gazetesinin karikatürleri yayınlama hakkı olduğunu savunurken, gazetenin bir takım etik
ihlaller yaptığını da kabul etmiştir. Le Monde’a göre, bu ihlallerden biri, Terörizm ve
İslam arasında haksız ve incitici çağrışım yapmaktır. İkincisi, Hristiyan, Yahudi karşıtı
karikatürler yayınlamayıp, Müslümanların peygamberini çizip yayınlamakta sakınca
görmeyen çifte standartlı yaklaşımdır. Fakat, Le Monde bu eleştirinin sansürü haklı
göstermek için olmadığını belirtmiştir ve ifade özgürlüğünden yana durduklarının altını
çizmiştir. Le Monde, Charlie Hebdo’yu da aynı şekilde savunarak, Charlie Hebdo’nun
zorla alınan okunan bir dergi olmadığını, karikatürlerin düşünce ve ifade özgürlüğünün
araçları olduğunu söylemiştir.
2.1. Çalışmanın Yöntemi ve Çözümlemesi
“ ‘Charlie Hebdo’ saldırısı üzerinden Fransız basınında İslamofobinin yeniden
üretilmesi : Le Monde Gazetesi Örneği” başlıklı bu çalışmanın yöntemi eleştirel söylem
analizidir. Eleştirel söylem analizi egemen söylem yoluyla sosyal eşitsizliklerin nasıl
kurulduğunu inceler. Dolayısıyla söylem, sosyal gruplar arasındaki ilişkileri etkileyen
bir alandır. Eleştirel Söylem aynı zamanda sosyal iktidarın (gücün) makale ve yazılarda
nasıl yeniden üretildiğini inceler.
Farklı sosyal gruplar ve toplumsal olaylar hakkında benzer sosyal bilişler ortaya
konuyorsa, o zaman burada insanların aynı temel anlamlandırma sistemi, yani, aynı
ideoloji tarafından izlenildiğini söyleyebiliriz. Böyle bir ideoloji, temel normları, değerleri
ve hem grubun hedeflerinin gerçekleştirilmesi üzerinden ve hem de gücünün meşruluğu
ve yeniden üretimi üzerinden sistemi oluşturan diğer prensipleri ön plana çıkarır. (Van
Dijk, 1977:8 ).Van Dijk’ın sosyo-bilişsel yaklaşımı, söylemin kapsamında yer alan;
vurgu ve tonlama, sözcük düzeni, sözcük seçimi, tutarlılık, yalanlama, reddetme gibi
bölümsel anlamsal tutumlar, konu seçimi, retorik figürler gibi dilbilimsel göstergeleri de
çözümleme kapsamına dâhil eder (Van Dijk, 1999). Haber retoriği, abartma, metaforlar
ve rakamları sıklıkla kullanır.
Çözümleme kapsamında 9 Ocak 2015 tarihli Le Monde gazetesi alınmıştır. Gazetenin
1. Sayfa manşeti “Fransızların 11 Eylül”ü (Le 11 Septembre Français) şeklindedir.
Burada metinler arasılık yapılarak, Amerika’da 2001 yılında El-Kaide terör örgütü
tarafından ikiz kulelere yapılan terörist saldırıyı anımsatan başlık kullanılmıştır.
Böylelikle Amerika’da gerçekleştirilen terör olayı ile Fransa’daki saldırı arasında bağlantı
kurulmuştur. Amerika’daki olayın politik, bu olay ise elde edilen veriler incelendiğinde
dini gerekçeyle gerçekleştirildiği, dolayısıyla iki olay arasında doğrudan bir bağlantı
olmadığı düşünülmektedir. Kapak resmine baktığımızda “Ben Charlie’yim” (Je Suis
Charlie) pankartı taşıyan bir protestocu büyük bir kalabalığın ortasında durmaktadır.
Burada “Ben Charlie’yim” pankartlarıyla insanlar kollektif bir biçimde ideolojik bir
birlik mesajı vermek istemektedirler (Fotoğraf 1).
122
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2. Sayfada “Özgür, Ayakta, Birlikte” başlığı altında yine birlik mesajı verilmektedir.
Terör eylemcileri için “Fanatik İslamcılar” tanımlaması yapılması, İslam ve terörü
eşleştiren bir söylem olarak burada etik kod ihlali yapıldığı düşünülmektedir. Ayrıca Le
Monde düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan cümleler kullanmıştır, hayatını kaybeden
çizerler için “Silahları kalem olan düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadeleye devam
ettiler.” demiştir. “Plantu’nun gözüyle” köşesinde yer alan karikatürde, Charlie Hebdo
mizah dergisi, metonim yapılarak beyaz güvercine benzetilmiştir. Kuşun kanatları gazete
sayfası şeklindedir ve ağzında kalem tutmaktadır. Barışı simgeleyen beyaz güvercin
ile Charlie Hebdo’nun barış yanlısı bir dergi olduğu hissi verilmek istenmiştir. Oysa
ki Charlie Hebdo ifade özgürlüğüne dayanarak yayınladığı peygamber karikatürleriyle
Müslüman toplumunu incitmişti. Bu eylem, Müslüman ve batı toplumları arasında
çatışmaya zemin oluşturmuştu.
4. Sayfada yer alan ana başlık “Bedelini ödeyeceksiniz çünkü peygamberi aşağıladınız”
(Vous allez payer car vous avez insulté le Prophete) şeklindedir. Bu ifade, eylemin dinsel
bir amaçla yapıldığına işaret etmektedir.
6. Sayfada spot olarak geçen cümlede “Dünya, mizahın riskli bir meslek olduğu çok
hasta bir dünyaya dönüştü.” (Le monde est devenu si malade que l’humour est devenu uné
profession â risquies) ifadesine yer verilerek, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında,
karikatürlerin özgürce yayınlanması gerektiği ima edilmektedir.
7. Sayfada haber girişi şöyledir:
“8 Ocak Perşembe günü François Hollande’ ın Çarşamba günkü isteği doğrultusunda
ulusal yas ilan edildi. Kararname ertesi gün Resmi Gazete’de yayımlandı. Milli yaslar
Fransa’da çok nadir uygulanır. Bu 1958 yılından bu yana sadece beşincisidir. Bayraklar
3 gün boyunca Cumartesi dahil yarıya indirilecek. Bütün vatandaşlarımızın anmaya
katılması gerekir. İşverenler çalışanların katılmasına izin verecektir. İzin aynı zamanda
Resmi Gazetede yayımlanan Başbakanlık genelgesinde yayınlanacaktır”
1958 yılından bu yana toplamda 5 eylem gerçekleşmesi, olayın aslında marjinal
gruplar tarafından gerçekleştirildiğinin göstergesidir. Burada suç unsuru olarak sürekli
Batı ülkeleri tarafından hedef gösterilen Arap-İslam toplumlarının çok fazla olaya
karışmadıkları sonucu da çıkarılabilmektedir.
8. Sayfa’da Ara Başlık: “Hazırlıksız bir topluma barbar bir saldırı” (Un acte barbare
qui firappe une societe fragilisee) Alt başlık: Charlie Hebdo’nun öldürülmesi ABD’
deki 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi mi yoksa ortam paranoyası veya güvenlik
reflekslerinin alevlenmesi mi ? ifadeleri Fransa’da 1958 yılından bu yana bu çapta bir
saldırı olmayışından dolayı güvenlik zaafiyeti olduğunu göstermektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
123
9. Sayfa’da Fransız Cumhuriyeti’ne yönelik tanımlamalar yapılmıştır:
“Bugün bütün cumhuriyet saldırıya uğradı. Cumhuriyet, özgür ifade demektir. Aynı
zamanda cumhuriyet kültür, demokrasi ve çoğulculuk demektir. Katiller tarafından hedef
alınmıştır. Aynı zamanda birlikte yaşamın temel değerlerini oluşturan basın özgürlüğü ve
ulusal sahnede yer almasını sağlayan ideal adalet ve barıştır da.”
Le Monde gazetesi bu ifadelerle, Fransa’nın laik cumhuriyetçi ideolojisini ve aynı
zamanda özgür ifade hakkını, yeniden sunmaktadır.
9. Sayfa’da, “FN için radikal islama karşı savaş” (Pourle FN, la guerre est ouverte
contre l’islam radical) başlıklı haberin girişinde Ulusal Cephe Partisi lideri Marine Le
Pen’in Müslüman yuttaşlarla, teröristlerin denkleştirilmemesi gerektiğine dair ifadelerine
yer verilmiştir. :
Marine le Pen tutunulması zor bir tepede. 7 Ocak Çarşamba günü 12 kişinin ölmesiyle
sonuçlanan Charlie Hebdo saldırısından sonra her ne pahasına olursa olsun kazanç
suçlamasından kurtulmak isteyen Marine Le Pen “ İslam adıyla öldürmeye inananları”
ve “ değerlerine ve ulusumuza bağlı müslüman yurttaşlarımız” arasında herhangi bir
denklemi şiddetle red eder.
Marine Le Pen daha önce şöyle konuşmuştu:
“İnananlar, ister Müslüman, ister Yahudi veya Hristiyan olsunlar, inançlarına saygı
duyulma hakkına sahiptirler. Eğer Müslümanların incitici karikatürlerini ayıplarsak,
Hristiyanların tanrısını aşağılayan karikatürleri de ayıplamak zorundayız” (Gurrey,
2006).
13. sayfada “Karikatürler: Ateş içinde dünyanın on yılı” (Caricatures : dix ans
de fievre planétaire) ana başlıklı haber yer almaktadır. Bu başlıkla ilk olarak 2005
yılında Danimarka’da Jyllands-Posten gazetesinde Müslümanların peygamberinin
karikatürünün yayınlanmasından, 2015 yılına kadar geçen 10 yıllık süre kastedilmektedir.
Batıda aşırı sağın yükselişi ve bunun beraberinde batı basınında yer alan İslam dinine
yönelik karikatürler, 10 yılda İslam toplumlarıyla, batı toplumları arasındaki çatışmayı
artırmıştır. Bu çatışmanın haberin başlığına esin kaynağı oluşturduğu düşünülmektedir.
Alt başlıkta yer alan “Dünyadaki Müslümanların büyük bir kısmı Muhammed’in
karikatürlerini küfür olarak kabul ediyor.” (Une grande partie du monde musulman juge
blasphématoires les caricatures de Mahomet) ifadesi, Müslümanların çoğunluğunun
peygamberlerine yönelik karikatür çalışmalarının bir tür hakaret olarak görüldüğünü
bildirirken, bu yönde gazetenin farkındalığını ortaya koyuyor. Farklı kültür, etnik ve dini
özelliklere sahip toplulukların değer ve fikirlerini küçümseyen, aşağılayan ifadeler nefret
söylemini oluşturur.
124
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bizler-Onlar ötekileştirilmesi ekseninde Le Monde gazetesi Müslümanların
çoğunluğuna ait olduğunu ifade ettiği görüşe yer vererek dolaylı bir konuşma
gerçekleştirmektedir. Çoğu zaman gazeteci karşı çıktığı bir konuyu belirsiz bir şekilde
sunma eğilimindedir.
Doğrudan karşı çıktığını dile getirmez ve net kavramlar kullanmaktan kaçınır. Örneğin,
“ırkçılık” terimi yerine “yaygın hoşnutsuzluk” ya da “kin” gibi bulanık kavramları tercih
eder. Belirsizlik, ciddiyeti yumuşatma, örtmece ve dolaylı olarak da yadsıma anlamına
gelebilir (Van Dijk, 2003: 67). Le Monde gazetesi, 2005 yılında Danimarka’da JyllandsPosten gazetesinin peygamber karikatürünü yayınlamasını gazetecilerin dini karikatürler
yapma özgürlüğü olduğunu söyleyerek desteklemişti. Gazete, “Blasphemy is a Sacred
Right” (Küfür, kutsal haktır) diyerek, gazetecilerin Tanrı’yı karikatürize etme hakkına
sahip olduğunu savunmuştur (Eko, Berkowitz, 2009). “Karikatürler: Ateş içinde dünyanın
on yılı” (Caricatures : dix ans de fievre planétaire) adlı haberin girişinde Le Monde,
Danimarkalı karikatürist Kurt Westergaard’ın düşüncelerine yer vererek bu görüşünü bir
kez daha dile getirmiştir. Le Monde, Jyllands-Posten gibi Fransız mizah dergisi Charlie
Hebdo’nun ifade özgürlüğünü savunan yayınlardan biri olduğunu söyleyerek, ifade
özgürlüğü vurgusu yapmıştır. Haberle ilgili özet ve en önemli bilginin haber başlıkları
ve giriş olmasından dolayı, burada önceliğin ifade özgürlüğü’ne verildiği görülebilir.
Le Monde, Danimarkalı karikatüristin Müslümanlar tarafından tehdit edildiğini
söylerken, sahip olduğu ideolojik öngörü doğrultusunda “küfürle suçlanan çizer”
ifadesini kullanmıştır. Öte yandan, birçok Müslüman basınında “hakaret eden çizer”
veya “küfreden çizer” ifadesi kullanılması kendi kültürel kodlarından kaynaklıdır. Çizer’
in kafasına fiyat konulduğu şeklindeki ifadeler ise Müslümanlara yönelik islamofobi’yi
yeniden canlandırmaktadır:
“Danimarka radyosunda karikatürist Kurt Westergaard, , 7 Ocak Çarşamba günü birçok
meslektaşının öldürüldüğü “Charlie Hebdo” katliamı sonrasında, “Charlie Hebdo ve ben
ortak bir kadere sahibiz” dedi. Onların kaderi, Hz. Muhammed karikatürleri meselesi ile
birbirine bağlanmıştı. Çizer, 30 Eylül 2005’de, Danimarka gazetesi Jyllands-Posten’da
bomba şeklinde türban takan peygamber çizimini yayınlamakla Müslüman toplumunda
infial yaratmıştı. Küfürle suçlanan çizer, bir İslamcı grup tarafından kafasına fiyat
konulduğunu gördü. Dayanışma içinde, Şubat 2006’da, Avrupalı birçok gazeteci
Jyllands-Posten’ın karikatürlerini yayınladı. Fransiz mizah dergiusi, ifade özgürlüğünün
savunulmasına bağlılık gösteren gazetelerin ilkiydi.”
Haber fotoğrafı’nda (Fotoğraf 2) gösterilen kadınların üzerindeki peçe adı verilen
giysi, metaforik bir gönderge olarak İslam dinini temsil etmektedir. Bu fotoğrafta, editör
ve muhabirin biliş sürecinden geçerek, Müslüman imgesini temsilen birçok fotoğraf
içerisinden seçilmiştir. Şüphesiz, Müslüman imgesi için kullanılabilecek birçok fotoğraf
vardır; başörtülü veya başı açık şeklinde.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
125
Medyanın haberlerde kaynak olarak kullandığı, insanlar ve organizasyonlar nüfus
içerisindeki bütün sosyal grupları eşit şekilde temsil etmemektedir (Umunç, 2013).
Göstericilerin, Arapça ve İngilizce yazılı pankartlar taşıdıkları görülmektedir. “Kuran
Mücahidleri Model Okulu” (Minhaj ul quran model school)’na ait olan ve İngilizce
yazılı pankartta “Karikatüristler, ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır” (The Cartoonists
must be punished severely) cümlesi yer almaktadır.
Bu cümlede geçen “Cartoonists” (Karikatüristler) ifadesinde yer alan “O” harflerinin
şeytan şeklinde çizilmesi metaforik bir gönderge olarak, karikatüristlere “Şeytan”
denildiğine işaret etmektedir. Ayrıca, pankartta idam sehpası ve idam edilen insan
figürü kullanılmıştır. “2006’da, ‘Charlie Hebdo’ tarafından Muhammed karikatürlerinin
yayınlanmasından sonra İslamabad’da öfkeli gösteri” (Manifestation de colère à
Islamabad après la publication des caricatures de Mahomet par ‘Charlie Hebdo’ en
2006) fotoğraf alt yazısı ise, öfkeli Müslüman imgesini vurgulamaktadır. Le Monde’un
Beyrut ve Stockholm muhabirlerinin hazırladığı bu haber, batı basının oluşturduğu
İslamofobi’yi yeniden sunmaktadır. Resimdeki öfkeli kalabalık ve şiddet içeren ifadeler,
Le Monde gazetesinin Müslüman toplumların şiddet eğilimli oldukları yönündeki tezine
uygun olarak İslamofobi’yi dolaylı olarak yeniden üretmektedir.
Le Monde, haberlerinde sık sık düşünce ve ifade özgürlüğünü vurgulamıştır.
14. sayfada “Özgürlüğü ve doğal laik yapısının kalbinden vurulan Fransa” (La France
frappee au coeur ele sa nature laıque et de sa liberte) başlığıyla sunulan haberde , “Katliam
Fransız toplumunda, orta doğuda veya batılı ülkelerde baskının işaretidir.” denilerek,
Fransa ve diğer batılı ülkelerin İslam baskısı altında olduğu ima edilmiştir. 15. sayfa’da
“Savaşın ruhuna direniş” (Rezistans a l’esprit de guerre) adlı haberde meşru nedene
rağmen yüzünü değiştirmiş terörizmin Fransa’yı zorlamasını ve sürekli bir korkuyu
organize etmesini anlamak gerektiği, batı düşüncesiyle bir krize yanıt vermenin intihar
olabileceği belirtilmektedir. Bu ifadeler İslama duyulan mevcut korkuyu yaymaktadır.
Le Monde, Uluslararası IMPAC Dublin Edebiyat ödülü sahibi Fas’lı yazar’ın “Katillerin
kurbanı İslam (L’islam victime des tueurs)” adlı yazısına yer vermiştir. Yazar yazısında,
Fransız toplumunun temelleri saldırıya uğradığı, bununla birlikte Müslümanları
damgalayarak teröristlerin oyununa gelmekten kaçınmak gerektiğini söylemektedir.
Haberi oluşturan kişinin ideoloji ve görüşleri, haberi olduran bilişsel yapılar açısından
önemlidir. Bu yazıyı yazan kişi’nin Müslüman olması nedeniyle, Le Monde’un genel
ideolojik duruşu ve haber çerçevelendirmesinde bir değişiklik oluşturmamaktadır.
Le Monde, 22. sayfada Charlie Hebdo’nun, din’le ilgili bazı karikatürlerine yer
vermiştir. Haftalık mizah dergisi Charlie Hebdo’nun 8 Şubat 2006’da, “Köktendincilerden
bunalmış Muhammed” (Mohammed Overwhelmed by Fundamentalists) başlığıyla
yayınladığı özel sayıdaki karikatürleri burada tekrar yayınlamıştır. Charlie Hebdo
özel sayı’da Danimarka gazetesi Jyllands-Posten’ın peygamber karikatürlerini tekrar
yayınlamış ve kendininkileri de katmıştı.
126
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Le Monde gazetesi de Danimarka gazetesinin karikatürlerini tekrar yayınlayarak
bu kutuplaşmaya dahil olmuştu. Ötekileştirici ve ayrıştırıcı ideolojik söylemin sürekli
yeniden üretimi şeklinde gerçekleşen bu sarmalda Müslümanlar yani ötekilere kötü
örneklerle vurgu yapılmakta, İslama karşı duyulan korku ve öfke hiç durmaksızın
yaygınlaştırılmaktadır. Saldırıdan iki yıl önce Charlie Hebdo karikarüsti Stéphane
“Charb” Charbonnier “İslam en az Katoliklik kadar sıradan bir yoruma ulaşana kadar
devam etmeliyiz.”5 diyerek İslamı hedef aldığını açıkça ifade etmişti. Dergide yer alan
karikatürlerin hepsi İslam dinini hicvetmektedir. İçlerinde Museviliği, Hristiyanlığı vd.
hicveden bir karikatür yoktur. Dolayısıyla burada ideolojik kutuplaştırmaya yönelik
çiftestandartlı, iyi değerleri kendine, kötü değerleri ötekilere yükleyen bir söylem
kullanılmakta ve karikatürler yoluyla ötekilerin olumsuz temsili gerçekleştirilmektedir.
Bu karikatür ve ifadeler şu şekildedir:
Resim 1, Charlie Hebdo’nun özel sayısının kapağında, Hz. Muhammed’in yüzünü
iki elinin arasına aldığı karikatürdür. Burada “Muhammet, kökten dinciler tarafından
aşırılığa maruz kalıyor. Aptallar tarafından sevilmek zor iş” ifadelerine yer verilmiştir.
Daha sonra 2008 yılında, belgesele dönüştürülen bu karikatür, Müslümanlara “aptal”
denildiği için tüm Müslümanların tepkisini çekmişti. Burada öteki olarak Müslümanlar
inançları üzerinden aptal olarak simgeleştirilmiştir.
Resim 2, “Muhammedime dokunmayın!” yazısıyla dikkat çeken bu karikatürde,
Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık şeklinde 3 dinin temsilcisine yer verilmiştir.
Birçok kişinin “Muhammedime dokunmayın!” şeklinde okuduğu bu mesaj, 1980’lerde
popüler olan Fransız anti-ırkçı slogan “ Dostuma dokunmayın!” (Touche pas à mon pote)
ın bir varyasyonudur6. Çizer, ırkçılık karşıtı olduğunu dolaylı olarak ima etmektedir.
Resim 3’de, Resim 2’de olduğu gibi Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık
temsili çiziminde “Dini veba bulaşıcıdır” ifadesi yer almaktadır. Din, metaforik bir
göndergeye dönüştürülerek bulaşıcı hastalığa benzetilmiştir. “Muhammedin gerçek
yüzü” ifadesinin yer aldığı bir karikatürde tüm dünyada “happy face” (mutlu yüz
ifadesi) olarak bilinen simge, peygamberin yüzü olarak işaret edilmiştir ve ardından
“çok sempatik” denmiştir. Hz. Muhammed’in resminin çizilmemesi, karikatürize
edilmemesi Müslüman toplumlarında tabudur. Bu tabuya gönderimde bulunularak
“Muhammedi resmedemiyoruz fakat annesini yapabiliriz.” ifadesiyle, peygamberin
annesi olarak çizdikleri peçeli kadın figürünün vücudunun belli bölgelerine bomba
görünümü verilmiştir. Böylelikle peygamberin annesine ilişkin canlı bomba metaforuyla,
Müslümanlık ve terör ilişkilendirilmiştir.
Yerde serili Danimarka bayrağı üzerinde kambur ve çirkin olarak resmedilmiş, kandura
giymiş bir erkek figürü şöyle demektedir: “Bir seccadeye basmak yanlıştır.
5 “France even more fractured after the Charlie Hebdo rampage”, cbcnews. 19 Eylül 2012.
6-http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/france/9551831/French-magazine-risks-Muslim-ire-withMohammed-cartoons.html adresinden 11.08.2015 tarihinde alınmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
127
Bunun bir Danimarka bayrağı olduğunu sanıyordum.” Orada serili olan Danimarka
Bayrağı’dır. Bu şekilde, Müslüman kişinin bunu fark edemeyecek kadar aptal olduğu
imasında bulunulmuştur. Ayrıca, bu karikatürde Müslüman bir kimsenin seccadelere,
bayraktan daha fazla önem atfettiği imasında da bulunulmuştur. En altta, “İran
Cumhurbaşkanı Muhammed’den daha güçlü” ifadesinin yer aldığı karikatürde, çizilen
figür İran Cumhurbaşkanını temsil etmektedir. İran Cumhurbaşkanı kafasında füze
şeklinde bir şapkayla çizilmiştir. Müslüman bir ülke liderinin, kafasına füze çizilerek
resmedilmesi, terörün İslamla bağlantılandırıldığı algısı yaratmaktadır.
Sonuç
Batı’da aşırı sağın yükselişe geçmesi İslamofobi’nin artışına etki etmiştir. Batı
farklı din ve etnik kökenli insanların ülkelerine olan yoğun göçünden dolayı kültürel
ve toplumsal bir uyuşmazlık yaşamaktan korkmakta ve sorunların kaynağı olarak bu
insanları görmektedir. Müslümanların konumları ve kültürleri toplumun çıkarları ve
değerlerine tehdit olarak algılanmaktadır. İslamlaşma yani kendi kültürünü başkalarına
kaptırma korkusu, Müslümanlara yönelik bir stereotiptir. Batı basınında da ötekilere
karşı basmakalıp düşünceler hakim olmaya başlamıştır. Müslüman toplumlara, inanç ve
değerlerine yönelik düşünceler, hakaret, aşağılama, yaftalama halini almıştır.
Fransa’nın milli sloganı olan “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” kavramları, farklı din ve
etnik kökenli toplumlara karşı çifte standartlı tutumla çelişmektedir. Fransa’nın önde
gelen Le Monde gazetesi, Fransız laik Cumhuriyet ideolojisini, etik ihlallere karşın
koşulsuz, şartsız desteklemektedir. Le Monde, yayınladığı karikatürlerle genelde Arapİslam kültürünün batı kültürüyle karşılaştırılmasıyla ve özellikle Fransız kültürüyle
olan farklılığını gözler önüne serer. Başka kültüre ve dine sahip insanların, inanç ve
değerlerinin karikatüre malzeme edilmesi, duygularının incinmesi, kendi inanç ve
değerlerinin sürdürülmesi adına mübahtır. Le Monde’a göre, dini karikatürler ifade ve
düşünce özgürlüğünün bir tezahürüdür. Hatta biraz daha ileri giderek, küfürü kutsal hak
olarak görmektedir. 2005 yılında Danimarka’da Jyllands-Posten gazetesinin başlattığı
Müslüman dinine yönelik karikatürler, Le Monde ve Charlie Hebdo’nun içinde olduğu
diğer batılı gazetelerin de desteğiyle yeniden yayınlanmış, müslümanlara yönelik
olumsuz algılar, öfke, nefret, korku yeniden üretilmiştir. Görsellerde müslüman imgesi
kara peçeli, takkeli, kanduralı, asık suratlı, çirkin, kambur, aptal, barbar, terörist,
özgürlük düşmanı şeklindedir. Görseller ve söylem yoluyla Müslüman ve terörizm
eşleştirilmekte, öte yandan Yahudi ve Hristiyanlık gibi diğer dinlere yönelik karikatürler
yayınlanmamakta bu da Le Monde gazetesinin ifade özgürlüğü ve laiklik konusunda
çifte standartlılığını ortaya koymaktadır.
İster Yahudi, ister Müslüman, ister Hristiyan olsun insanlar dinlerine ve inançlarına
saygı duyulma hakkına sahiptirler. Evrensel insan hakları açısından Doğu’nun batı’dan
beklediği değerlerine saygı gösterilmesi ve inançlarına saldırılmamasıdır. Söyleme karşı
mücadele şiddet yoluyla değil, yine söylem yoluyla ve kitle iletişim araçları aracılığıyla
128
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
gerçekleştirilmelidir. Şiddet, olumsuz etiketlemeleri pekiştirmekten öteye gidemez.
Şiddetin ne kadar kabul görmemesi gerekiyorsa, şiddet üzerinden tüm inançlı ve masum
insanların genellenmesi de kabul edilemez. Bu da farklı dil, din ve renkteki insanlara
öfke ve önyargıyı doğuran şiddetin farklı türlüsüdür. Nefret söylemi ancak farklı kültür
ve değerlere sahip toplumların çatışmasını artırır ve bununla mücadele için evrensel bir
etik anlayışı benimsenmelidir. Küresel bir etik anlayışı ancak tüm insanlığı ve değerleri
kapsadığında anlam kazanır. Doğu medyası gibi Batı medyası da “adalet”, “denge”,
“tutarlılık” ve “kapsamlılık”ı etik kodları arasına almalıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
129
EKLER
Fotoğraf 1
130
Le Monde, 09 Ocak 2015
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Fotoğraf2Le Monde, 09 Ocak 2015
Resim 1 Le Monde, 09 Ocak 2015Resim 2
Le Monde, 09 Ocak 2015
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
131
Resim 3Le Monde, 09 Ocak 2015
132
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. Eko, L. Berkowitz, D. (2009). Le Monde, French Secular Republicanism And
‘The Mohammed Cartoons Affair’. The International Communication Gazette.
Vol. 71(3): 181–202.
2. Elmas, F.Y., Kutlay, M. (2011). “Avrupa’yı Bekleyen Tehlike: Aşırı Sağın
Yükselişi”, USAK Analiz,No:11.
3. Gurrey, B. (2006) ‘Embarras et inquiétude chez les responsables politiques
français’ [The Perplexity and Disquiet of French Political Leaders], Le Monde 4
February: 4.
4. Güner, S. (2008) Oryantalizmin Ortaçağ Avrupası’ndaki Düşünsel Kökenleri:
Batı’nın ‘Ötekileştirdiği’ Müslüman Doğu, Ankara: Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, 25(1).
5. Huntington, S. P. (2012). Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden
Kurulması, 10. Baskı, İstanbul: Okuyan Us Eğt. Yay. Dan.
6. Özdemir, Ö. B. (2012). “Fransa'da İslamofobik Söylemin Ana Akımlaşması ve
Arap Baharı'nın Etkisi”. Middle East Yearbook / Ortadoğu Yıllığı
7. Özer, Ö. (2011). “Haber, Söylem, İdeoloji” , Literatürk, Konya.
8. Said, E. (2008). Medyada İslam, İstanbul: Metis Yayınları.
9. Umunç, C. (2013). 1915 Ermeni Olaylarına Yönelik “Soykırım” Algısı Yaratmada
Kullanılan Görsel Materyallerin Eleştirel Söylem Analizi. 1.Uluslararası Medya
Çalışmaları Sempozyumu, Antalya, s.305.
10. Van Dijk, T. (1977). Haberlerin söylem olarak disiplinlerarası incelenmesi, (çev.
Ö. Çolak, E. Şahin).
11. Van Dijk, T. (1999). Critical discourse studies: A sociocognitive approach,
Methods of Critical Discourse, s. 69.
12. Van Dijk, T. (2003). Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, haz: B. Çoban, 7.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
133
134
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ÇAĞDAŞ DEMOKRASİ: ÇOĞULCULUK MU? ÇOK SESLİLİK Mİ?
Osman SÜMER1
Özet
Günümüzde medya ve kişiler arasındaki her ortamda tartışılan “çoğulculuk” ve “çok
seslilik” kavramlarının birbiri yerine kullanıldığı sorunsalından yola çıkılarak, yaşanan
kavram kargaşasının giderilmesi yönünde tartışma açılması gerekmektedir.
Bilindiği gibi “demokrasi”, katılım isteğine sahip insanlarla başlamaktadır. Ve bu
yüzden yönetenlerin siyasal kararlara katılımını sağlayacak yöntemler bulunmasını
gerekli kılmaktadır. Söz konusu “siyasal katılım” kavramı, toplum üyelerinin siyasal
sistemde karar alıcıların aldıkları ve alacakları kararlan etkilemek için giriştikleri faaliyet
ve eylemlerin tümünü içermektedir.
Oysa bilindiği gibi, “kamusal alan”, açık, görülebilir, kolektif ve herkesin rahatlıkla
girebildiği, görünme ve görüşme mekânıdır. Burada ortak çıkarın ve gerçeğin
konuşularak elde edilmesi söz konusudur. Yine toplum içerisinde, farklı görüşlere
saygı olduğunda, “siyasal iletişim” mekanizmasının etkinliğinde de önemli gelişmeler
meydana getirmektedir. Hatta siyasal iletişim, toplumsal sistem içerisinde yer alan çeşitli
gruplar arasında uzlaşma ve anlaşma sağlamaktadır.
Böylece modern toplumun çoklu karmaşık yapısı içinde oluşan farklı çıkarların ve
taleplerin kamusal ifadesi olan “çoğulculuk”, anılan çıkar ve taleplerin, siyasi karar alma
süreçlerine aktarılmasına imkân vermektedir. Öte yandan “çok seslilik” ise, toplumda
değişik görüşlerin, önerilerin ortaya atılabildiği toplumu ifade etmektedir. Zira “çok
seslik”, farklı kitlelere sesini duyurabilmeye ve farklı kitlelere seslenebilmeyi olanağını
sağlamaktadır.
Bu açıdan bakıldığında internet, siyasal katılım düzeyinin arttırmasında yararı
bulunmaktadır. Keza internet ortamında, “çoğulculuk” değil, “çok seslilik” söz
konusudur. Ne var ki demokrasi, karşıt seslerin birbirlerini duymasını ve iletişim kurmak
için uğraşmasını gerektirmektedir.
Çalışmamızda “çoğulculuk” ve “çok seslilik” ile ilgili kuramsal ve düşünsel altyapıyı
hazırlayan literatür taramasının ardından, çoğulculuk” ve “çok seslilik” arasındaki ilişki
teorik olarak tespit edilip, yeni iletişim teknolojileriyle birlikte oluşan “sanal demokrasi”
örneği üzerinden eleştirel boyutta sosyolojik bir bakış açısıyla tartışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Demokrasi, Siyasal Katılım, Kamusal Alan, Siyasal İletişim,
Çoğulculuk, Çok seslilik
1 Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Doktor, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
135
CONTEMPORARY DEMOCRACY: IS PLURALISM OR POLYPHONY?
Abstract
If it is considered that the concepts of pluralism and polyphony that are discussed
among the media and people today, it is required to make a debate to eliminate the
confusion concept.
As known democracy, starts with the people who are eager to participate in it. And
therefore, it is required to present methods by the the participation in the political
decisions of governing. When it is come to the concept of “political participation”, it is
included all the all the activities and actions of the community members’ decisions that
they have taken or are going to take in the future.
However, as it is known that, “public space”, is clear, visible, collective and everyone
can easily enter, and interviews. Here, the common interests and the fact is obtained by
talking. Among the community, when there is respect for different ideas, the important
improvements come to the surface in terms of “political communication”. Even the
political communication, reaches an agreement among the various groups involved in
the social system.
Therefore, different interests and demands that are formed in the multiple complex
of the modern community, refers to “pluralism” gives a chance to be transferred into
political decision-making processes. On the other hand, “polyphonic” expresses different
opinions ttat can put forward in the commnuity. In addition to this, “polyphonic”, enables
people to make their voices heard to the different audiences.
When viewed from this point of view, internet helps to increase the level of political
participation. Similarly, in the atmosphere of the internet, the important thing is the
concept of “polyphonic” not “pluralism”, but democracy is required to communicate of
people from different members of the society.
In this study, after the research of literature to prepare “pluralism” and “ polyphony”
related theoretical and intellectual infrastructure, the relationship between “pluralism”
and “polyphony”, is identified theoretically, is going to be discussed in the frame of
critical size with a sociological perspective on the example of “virtual” democracy which
is made with the new technologies.
Key words: Democracy, Political Participation, Public Space, Political Communication,
Pluralısm, polyphony
136
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Demokrasi özünde, yurttaşların kurallarıyla oluşan, bir yönetim şeklidir. (Sørenson,
2008:3) Zira devlet yönetimi için hazırlanan yasa yapımı sürecine katılan yurttaşlar,
kendi kurallarını yasalaştırır ve uygulamaya koyarlar. Dolayısıyla yurttaşların yasamaya
katıldığı bir sisteme demokrasi denmektedir. (Schmitt, 2009:193)
Oysa bilindiği gibi, insanın neden yönetilmek istediği ve bizi kim yönetmeli? Sorusu
Demokrasi ile uğraşan Antik çağın düşünürleri tarafından irdelenmiştir. Bu bağlamda,
Aristoteles’in zoon politikon’ u (Aristoteles, 2010:9), Ortaçağ’ın “Tanrı Devleti”
anlayışında erozyona uğramış gözükse de Hobbes ile tartışmalar başka bir boyuta
taşınmaktadır.(Hobbes, 2007:26) Dahası O, her insanda eşit şiddette olmasa da bir zarar
verme isteği olduğunu kabul eder.
Söz konusu “insan insanın kurdudur anlayışı”, doğal bir duruma karşılık gelir. Hobbes’
un “doğal durumu” birbirlerine güven duymayan insanların kendileri dışındakileri
baskı altına almaya çalıştığı, herkesin bir diğeriyle savaş durumunda olduğu, kendi
güç ve becerisiyle ayakta durabildiği, adalet ve adaletsizlik, doğru ve yanlış gibi
değerlendirmelere ve özel mülkiyete sahip olmaya imkân vermeyen bir durumdur.
(Hobbes, 2011:101-102)
Hobbes, devleti çok üstün bir güçle bezendirmesini haklı göstermek için, Antik
dönemden kalma bir kuram olan sözleşmeyi kullanır. Nitekim sözleşme, yalnızca
yurttaşlık statüsünü kazanacak bireyler arasında olur, yoksa bunlarla egemen arasında
değil. (Ağaoğulları ve Köker, 2009:213)
Şöyle ki, devlet kurmak için insanların, kendi istekleriyle toplandıkları için, onların
çoğunluğun vereceği karara bağlı oldukları varsayılır. (2007:100) Zira onun devleti,
rıza gösteren bireylerin yapay bir oluşumudur. Sözleşme yapıldıktan sonra devlet,
uygun gördüğü tarzda davranmada özgürdür. Onun otoritesine sınır konulmaz. Barışı ve
güvenliği gerçekleştirmede her güce sahiptir. Devletin amacı, yurttaşlarının güvenliğini
sağlamaktır.(Hobbes, 2011:136) Şöyle ki devlet, yurttaşlarının güvenliğini sağladığı ve
barışı koruduğu sürece meşru sayılır ve itaati hak eder.
“Doğal hak” kavramından hareketle demokrasi idealinin gerekçelendirilmesine katkıda
bulunan Locke’ un doğa durumu ise, insanların akılcı (rasyonel) varlıklar oldukları ve
onları toplum sözleşmesi yapmaya götüren temel nedenin de akılcılık olduğu varsayar.
Doğa durumundaki insanların bir sözleşme yapmak üzere bir araya gelmeleri ve
anlaşmaya varmaları için, bundan elde edecekleri çıkarları olması gerekir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
137
İnsanları sözleşme yapmaya iten çıkarlar, bizi doğa durumunda insanların sahip
oldukları bir başka öğeye, “akılcılık” a götürür.(Ağaoğulları ve diğerleri, 2009:168)
Dolayısıyla insanların akılcı olduklarını varsaymak, “çıkarlarını artırmak için” bir
anlaşma yapabilecekleri anlamına gelir.
Bu durumda insanın kendi kişiliğini ve mallarını kullanmakta denetlenmez bir
özgürlüğü olmakla birlikte, yine de onun yalnızca korunmasından önemli bir gerekçe
sunulmadıkça, kendini ya da sahip olduğu bir varlığı ortadan kaldırmak özgürlüğü
yoktur. Doğa durumunu yöneten ve herkesi bağlayan bir doğa yasası vardır. Bu
bağlamda, yasadan başka bir şey olmayan akıl, ona danışan bütün insanlığa, eşit ve
özgür oldukları, kimsenin başkasının yaşamına, sağlığına, özgürlüğüne ve mallarına
zarar vermemesi gerektiğini öğretir. Henüz devletin ortaya çıkmadığı doğa durumunda
her bireyin Tanrı tarafından bahşedilmiş, devredilemez, elden alınamaz nitelikte olan
hakları vardır. Locke, bunları hayat, özgürlük ve mülkiyet hakları olduğunu belirtmiş
ve tamamını genel mülkiyet hakları altında toplamıştır. Bunları doğal haklar olarak
kabul eder. Doğa durumunda doğal haklara sahip olan bireyler eşit ve özgür bir biçimde
hayatlarını sürdürürler. (Locke, 2004:5-6) Sözleşmenin temel nedeni, mülkiyetin doğa
durumunda olduğundan daha iyi bir biçimde korunacağı düşüncesidir. (Ağaoğulları ve
diğerleri, 2009:190)
Arendt’in sözleşme yaklaşımı, güvenlik elde etmek için değil, eylemi mümkün kılmak
için girişilen bir şeydir. Arendt’in eylem anlayışını göz önünde tuttuğumuzda, sözleşme
bir şey karşılığında başka bir şeyin elde edilmesi (pazarlıkçılık) değildir. Herhangi bir
çıkar elde etmek için verdiğimiz bir “rıza” hiç değildir.
Eylem dünyaya yeni bir şey gelmesinin yolunu açan yaratıcılık olduğundan, bu
sözleşme, hakların korunmasının ve negatif hakların güvence altına alınmasının çok
ötesinde, yeninin doğabilmesini sağlayacak kamusal alanı yaratır. (Berktay, 2011:67-68)
Zira “söz verme” ve “bağışlama”, Arendtçi sözleşmenin ayırt edici işaretleridir.
Onun klasik sözleşme teorilerinden farkını ortaya koyar. Klasik sözleşme, güvence
karşılığında özgürlükten vazgeçilmesini öngörür, rızayı vurgular. Arendt ise, kendi
sözleşme versiyonunun “rıza” dan farklı olarak “karşılıklı söz verme” ye dayandığını
söyler.(Berktay, 2011:67)
Dolayısıyla, günümüze gelene değin demokrasi konusu ile uğraşan düşünürler,
demokrasinin kaynağı probleminden çok demokrasinin uygulanmasına olanak veren bir
yaşam biçimi olması noktasında birleşirler.
Bu bağlamda, Antik Yunan’dan on sekizinci yüzyıla kadar ki iki bin yıl boyunca,
demokratik siyasal sistemlerdeki yurttaş topluluğunun ve yönetim biçiminin kent
ölçeğinde olması gerektiği egemen bir varsayım olarak kabul görmüştür.
138
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Ulus devletlerin doğuşunun bir sonucu olarak, on sekizinci yüzyıldan itibaren
demokrasi düşüncesi uygulamaya konulmasında, kent-devletinden ulusal devlete
dönüşmemiş olsaydı, demokrasinin uygulamada herhangi bir geleceği olmazdı. (Dahl,
1993:272-278)
Günümüzde demokrasi, bir ölçek sıçramasıyla ulus devletten bütün yer küreyle karşı
karşıya olmaktadır.(Hardt ve Negri, 2004:252-253) Bu nedenle de geleneksel, çağdaş
anlamı ve pratikleriyle arasındaki ipler çözülmüş bulunmaktadır.
Nitekim çağdaş anlamda demokrasiden söz etmek için, yurttaşlara kamusal özne
olma yolunun açık olması, bu yolun sadece siyasal partilerin içinde ve belli aralıklarla
yapılan seçimlerden geçmemesi gerekir. Yani toplum için, bir şeyler yapma ve bu yolla
hayatını anlamlandırma yolunu seçen yurttaşlara alternatif yolların açık olması gerekir.
Dahası sağlam ve sürdürülebilir bir demokrasi ve iyi işleyen bir devletin varlığı; birlikte,
karşılıklı, bağlantılı ve birbirini güçlendiren serbest ve canlı bir sivil toplumun gelişmesi,
otonom bir siyasal toplumun ortaya çıkması gerekir. (Hasanoğlu, 2001: 75)
Bu bağlamda David Easton, “siyasal sistemin talepler ve destekler olarak çevreden
gelen girdileri, toplum üyeleri arasında değerlere yerleştiren, çıktılara dönüştüren
süreçlerden oluştuğunun” altını çizmektedir. (Easton, 1965, 290) Ona göre girdiler;
toplumda sosyoekonomik ilişkiler sonunda oluşan toplumsal talep ve desteklerdir.
Talepler ve destekler ise, siyasal süreci harekete geçiren unsurlar olarak çevrenin
istekleri, değer yargıları ve davranışlarıdır. Girdilerin sonuçları çıktıları meydana
getirir. (Tokgöz, 2008:116) Şöyle ki, siyasal yapının kararları ve uygulamaları şeklinde
görülmektedir.
Ne var ki, demokrasiyi seçim ya da oy kullanma yoluyla karar vermekle özdeşleştirmek,
tercihler arasından bir seçim yapmakla sınırlamak ve etkili karar vermeyi onun tek
ölçüsü olarak düşünmek demokrasinin en cılızı dışındaki bütün özelliklerini göz ardı
etmektir. Demokrasiyi oy vermeye indirgemek, hiç kimsenin yapmadığı zaman bile
hazır bir gündemin var olduğunu ima eder. Özel çıkarların “çoğunluklar ve azınlıklar”
olarak adlandırıldıkların sonuçları, çok daha zararlı hale gelerek, çoğalmasına yol açar.
(Barber, 1995:249) Böylece özel çıkarları aşabilecek bir karşılıklılık siyaseti yaratma
yeteneksizliğimize neden olur.
Dolayısıyla, çağdaş güçlü bir demokrasinin ideali uzlaşmadır. Ortak tartışma, ortak
karar ve ortak çalışmadan doğan; bilinç ve siyasal yargı yoluyla etkin ve sürekli bir
biçimde katılmalarına dayandırılan bir anlaşma ile mümkündür.(1995:278)
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
139
Siyasal Katılım Olgusu
Demokrasi, katılım isteğine sahip insanlarla başlar. Keza her siyasal sistem, varlığını
devam ettirebilmek için asgari düzeyde bile olsa, toplumsal desteğe ihtiyaç duyar.
Toplumsal desteğin en önemli göstergelerinden birisi, “siyasal katılım” olarak tanımlanan
davranıştır.(Öz, 1992, 39)
Ne var ki siyasal katılmayı, yalnızca seçimlerde oy verme olarak ele almak yanlış
ve eksik bir yaklaşımdır. Siyasal katılma, siyasete olan basit ilgi ve meraktan başlayıp
siyasal eyleme kadar giden geniş bir tutum ve etkinlik alanını kapsamaktadır. (Tokgöz,
2008:177) Öyleyse katılım; “toplumsal düzenin kuruluşu, yönetimi ve denetimine ilişkin
politikaların saptanması, kararların alınması ve uygulanmasına ilişkin politikaların
saptanması, kararların alınması ve uygulanmasına ilişkin çabaların eylemli olarak içinde
bulunulmasıdır.” (Sezen, 2000: 52) Kısacası siyasal katılım, yönetilenlerin yönetimde
söz sahibi olmalarıdır.(Eroğul, 1991;13)
Aslında konusu katılım, kararların hazırlanması, olgunlaştırılması, alınması ve bu
kararların uygulanması aşamalarından birine, birkaçına ve ya bütününe, o karardan
doğrudan ya da dolaylı olarak etkileneceklerin katılım ve katkı sağlama imkânına sahip
olmalarını ifade eder.(Rhodes, 1997: 15)
Dolayısıyla amacı siyasal karar alma mekanizmasını etkilemek olan, otonom olarak bir
yöntemi benimseyip bunu uygulayan herkes siyasal katılma eyleminde bulunmaktadır.
(Kalaycıoğlu, 1983: 10)
Ama yine de katılma, kişinin kendi başı kendi hareketiyle, isteyerek katılması demektir.
Yani, katılma yalnızca taraf olmak demek değildir. İstemeyerek şeyin tarafı, ortağı haline
getirilmek ise hiç değildir. Katılma kendi kendine harekete geçmektir. Zira, başkasının
iradesiyle harekete geçmenin tam tersidir. (Sartori, 1996:124-125)
Diğer yandan siyasal katılım, kamusal ihtilafların ve çıkar çatışmalarının üstesinden,
onları hiç bitmeyen bir tartışma, karar ve eylem sürecine sokarak gelir.(Barber, 1995:196)
Dolayısıyla demokratik siyaset, doğal olarak var olmayan, işbirliğini ve bir bağdaşma
arayışını olası kıldığı için potansiyel olarak eşsiz bir açıklık, esneklik ve umut alanıdır.
(1995:161)
Kamusal Alan Kavramı
Kavram, sivil toplum içinde devlete karşı bireyin, siyasal kültürel haklarının özerkliğini
vurgulamaktadır. Zira özgür bireylerin, korunaklı bir toplumsal mekânda, siyasi ve
ticari otoriteden bağışık olarak, sansüre uğramamış bilgi aracılığıyla katılımlarının
kamusallaştırılması ve ortak iyinin tartışma yoluyla uzlaşıma kavuşması kamusal alanın
özünü oluşturmaktadır.(Timisi, 2003: 17)
140
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Şöyle ki kamusal alan, “toplum üyelerinin çeşitli medya (basılı, elektronik) yoluyla ve
de yüz yüze ilişkilerle, ortak ilgi konusu olan sorunları tartışmak ve böylece bu sorunlar
hakkında ortak bir anlayışa erişmek amacıyla bir araya geldikleri bir ortak alanı ifade
eder.(Taylor,1995:259)
Bu bağlamda Arendt, kamusal alanı yapısı itibariyle eşit olmayan, fakat siyasi açıdan
eşit olarak yapılandırılan bireylerin oluşturduğu çokluğu varsayar.(Cohen ve Arato,
2013: 165) Onun için kamu alan, görünürlüğün alanıdır. Anılan durumu, “...kamu
alanında gözüken her şey herkes tarafından görülebilir ve duyulabilir...” şeklinde olarak
tanımlar.(Arent:1994: 92)
Habermas’ın yaklaşımında ise Kamusal alan, yurttaşların toplanma ve katılma
özgürlüklerini kullandıkları ve bir kamusal bütünlük olarak bir arada günün sorunlarını,
özellikle siyasal sorunlarını tartışmak üzere bir araya geldikleri her an kurulabilir.
(Timisi, 2003: 64)
Dahası Habermas, yurttaşların eşit bir biçimde kamusal alanda kendilerini ilgilendiren
konularda eleştirel ve rasyonel bir biçimde tartışabilmesini demokrasinin temeli olarak
kabul etmektedir. (Göle, 2000:7) Zira ona göre, siyasal kamu; vatandaşların oluşturduğu
bir kamusal topluluğun müzakereye dayalı kanaat ve irade oluşumunu sağlayacak
iletişim koşullara uygun olarak, normatif bir demokrasi teorisinin temel kavramı
olmaya elverişlidir. (Habermas, 2012: 43) Bu bağlamda, Habermas için demokrasi,
kamusal iletişim içinde tartışmaya dayalı değer ve norm oluşturma süreçleriyle ilgili
olan normatif içeriği, elbette ki demokratik hukuk devleti düzleminde uygun kurumsal
düzenlemelerden ibaret değildir. Biçimsel bir düzenleme altındaki iletişim ve karar
süreçlerinin ötesindedir. (2012: 49)
Bu açıdan bakıldığında, katılım anlayışına dayalı kamusal alan, genel toplumsal
normlardan ve kolektif politik kararlardan etkilenenlerin, bunların düzenlenmesinde
ve benimsenmesinde söz sahibi olabildikleri süreçlerin yaratıldığı demokratik bir alan
olarak kavranmaktadır. (Berktay, 2011: 67-68)
Nitekim kamusal alanın mevcudiyeti, özgür bir kamusal iletişimin varlığına
dayanmaktadır. Böylece, kamusal bilginin ortaya çıkmasını, iletilmesini ve etkililiğini
sağlayacak belirli iletişim araçlarını gerektirmektedir. (Timisi, 2003: 65)
Siyasal İletişim Kavramı
Kavram, belli ideolojik amaçları, toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da
bloklara kabul ettirmek ve gerektiğinde eyleme dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere
siyasal aktörler tarafından çeşitli iletişim tür ve tekniklerinin kullanılması ile yapılan
iletişim olarak tanımlanabilir.(Aziz, 2003:3)
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
141
Aslında siyasal iletişim, bir yönüyle siyasal sistemin işleyişinin denetimini ve
şeffaflığını sağlamakta, diğer yönüyle de siyasetçilerin seçmenleri demokratik ikna
metotlarıyla etkilemelerine yardımcı olan bir araç görevi görmektedir.(Oktay, 1993: 77)
Siyasal iletişimdeki verilen mesajlar, siyasal amaçlıdır. Sonunda kısa, orta ya da uzun
soluklu bir eylem söz konusudur. Bu mesajların söylemi, alıcı kitlenin ilgi alanına giren
söylem türüdür. Söylemde kullanılan dil ile, hedef kitlenin anlayacağı dilin örtüşmesi
gerekir. Bir başka deyişle, mesajlara yüklenen simgeler, anlamlar ile hedef alıcı kitlenin
dil dağarcığında bulunan simge ve anlamlarla örtüşmelidir.(Aziz, 2003:6)
Çalışmamız siyasal iletişim kavramının, çağdaş demokratik siyasal sistemin işleyişinin
denetimini ve şeffaflığını sağlaması yönündeki işlevi değerlendirilmiştir. Bu bağlamda,
Kamusal görüşün ve siyasal kararların, yardımcısı siyasal tartışmadır. Tartışma eşduyumu
doğurur. Tartışmadan, ortak irade için yarışan sayısız görüş çıkarılır.(Barber, 1995:253)
Bu bağlamda Habermas, siyasal süreçler büyük ölçüde uzlaşmalara dayandığını
kabul eder. Ona göre, birbirleriyle çatışma içinde olan ve gelecekte konsensüse varma
umudunu vermeyen siyasal çıkar ve değer için söylemlerle bir dengelenmeye ihtiyaç
vardır. Çekişen çıkarlar arasında kurulmak istenen denge, birbirlerine karşılıklı tehditler
savurmayı esas alabilecek taraflar arasındaki bir uzlaşmayla gerçekleşir.(Habermas,
1999: 43) Keza gerçeğe sadece müzakereci bir tutumla ulaşılabileceği ve fikir birliğiyle
karar verilebileceği görüşü Habermas’ ın iletişim teorisinin esasını oluşturmaktadır.
(Delanty, 2015:121)
İletişimsel eylem kavramına yaptığı vurguda Habermas, tarafların bir dünyayla ilişki
kurarak karşılıklı kabul edilebilir ya da tartışılabilir geçerlilik iddialarında bulunduğu
anlaşma süreçleri içinde dili, araç olarak ön-gerektirdiğini ileri sürer.(Habermas,
2001:127) Onun için dil, anlaşmaya yarayan bir iletişim ortamıdır. Aktörler ise,
eylemlerini koordine etmek için birbirleriyle anlaşarak, her defasında belirli hedefleri
izlediğini kabul eder. Ayrıca iletişimsel eylemi, söz eylemleriyle örtüşen değil, onlarla
koordine edilen bir etkileşimler tipini şeklinde tanımlar.(Habermas, 2001:129)
Bu açıdan bakıldığında kamusal alanın iletişimsel yapıları öncelikle toplumun
bütününü ilgilendiren sorunlarından doğan baskılarına tepki gösteren ve etkili görüş
odaklarını harekete geçiren dalı budaklı bir alıcılar ağı oluşturur. (Habermas, 1999: 48)
O halde Benhab’ in belirtiği gibi, karmaşık toplumsal ve siyasal sorunlarda çoğu
zaman bireylerin görüşleri ve dilekleri olabilir. Ama sıraya konmuş bir tercihler dizisi
yoktur. çünkü böyle bir dizi, onların yalnız tercihler hakkında değil. Aynı zamanda
tercihlerinden her birinin ilerideki sonuçları ve göreli üstünlükleri hakkında önceden
aydınlanmış olmaları anlamına gelecektir.
142
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bireyi önceden sahip olduğu görüş ve kanıları üzerine eleştirel düşünmeye sevk
ederek böyle bir sonucu olasılıkla yaratacak olan aslında müzakere sürecin kendisidir.
(Benhab, 1999:107) Bu açıdan bakıldığında yurttaşlar, özel yararı en üst düzeye çıkarma
amacındaki bireyin bakış açısından akıl yürütmek yerine, kamusal müzakere aracılığıyla
tercihlerini kamusal amaçlara göre değiştirir. Söz konusu amaçların niteliği ile onları
gerçekleştirmek için en iyi araçlar hakkında birlikte akıl yürütürler. (Young, 1999:176)
Dahası yurttaşların, fikirleri ve deneyimleriyle etkileşime girdiklerinde, insanların
siyasal sorunlar hakkındaki fikirlerin çoğu zaman değişebilir. Diğer taraftan, kolektif
eylem veya kamusal politika hakkındaki bir kamusal tartışmada, insanlar herhangi bir
haklılık veya doğruluk iddiasını öne sürmeksizin yalnızca ne istediklerini söylerlerse,
ciddiye alınmayacaklardır. Ne var ki, haklı veya yararlı olduğunu ve başkalarınca kabul
edilmesi gerektiğini iddia ettikleri öneriler sunarak başkalarına hitap etmeleri gerekir.
(1999:182)
Anılan düşünceden hareketle çağdaş bir demokrasi, siyasal iletişim ve siyasal katılım
açısından yeni iletişim teknolojilerinin üstlenmiş olduğu sorumluluk, toplum içerisinde
çoğulcu bir mekanizmanın sağlanmasına yönelik olmalıdır. Ayrıca, gerçekleştirdiği
faaliyetlerle çoğulcu ve katılıma açık bir sistemin oluşması sürecinde önemli bir rol
üstlenmektedir.(Karaçor, 2009: 129-130)
Çoğulculuk-Çok Seslilik Olgusu
Antik Yunan demokrasi ile çağdaş demokrasi arasındaki fark, bir boyut farkı değil, bir
yapı farkıdır. En önemli farklılık, çağdaş demokrasinin oluşturucu öğesi çoğulculuğun
kabulünde yatar. Çoğulculuğun bu şekilde kavranması, toplumsal ilişkilerin derin bir
dönüşümden kaynaklanır. Aslında, farklıkların, ihtilafın ve bölünmenin meşrulaştırılması,
bireysel özgürlüğün ortaya çıkışı ve her için eşit özgürlüğün benimsenmesi söz
konusudur. (Mouffe, 1999:348)
Şöyle ki çoğulcu siyasal yapılarda, birbiri üzerinde baskı kurmayan, birbirinden ayrı
topluluklardan oluşur. her biri makul olan ayrı ve birbiriyle bağdaşmaz değer anlayışları
bulunur. Bahse konu anlayışları, kendi pratik akıllarını kullanmaya elverişli koşullarda
benimsemişlerdir.(Cohen, 1999:141)
Çağdaş bir siyasal demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru olan “çoğulculuk”,
günümüzde, özellikle iki boyutu ile ortaya çıkmaktadır. Bu boyutlardan biri, “temsili
demokrasi anlayışı çerçevesinde, devlet içinde, bazıları genel oya dayalı bir çok
kurumun bulunması ve devlet iradesinin, bu değişik kurumlar aracılığı ile ortaya
çıkarılmasını” ifade eden “kurumsal çoğulculuk” tur. Diğeri ise, “toplumsal yaşamda,
değişik görüşlerin, farklı ideolojilerin bir arada bulunması, kendilerini hiçbir engelleme
olmaksızın ifade edebilmeleri” ifade eden “ideolojik çoğulculuk” anlayışıdır.(Batum ve
Diğerleri, 2003: 10)
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
143
Tanımı yapılan anlayışlardan hareketle çağdaş bir demokratik siyasal sistemde
çoğulcu, çoğunluğu temsil eden siyasi iktidar her zaman hem siyasi hem de hukuki olarak
denetlenir. Ayrıca, azınlığın, çoğunluğu denetlemesi ve iktidar olmak için çalışması,
değişik görüş ve düşünceler ileri sürebilmesi sağlanır.(2003: 10)
Bu bağlamdan Arendt’ ın yaklaşımından hareketle, “eğer insanlar, doğası ya da özü
herkes için bir/aynı, ve başka herhangi bir şeyin doğası veya özü kadar da öngörülebilir
olan aynı modele göre sonsuz kere yeniden üretilebilir suretler olsalardı, eylem, genel
davranış yasaları bakımından gereksiz bir lüks, kaprisli bir müdahale olurdu. Çoğulluk,
insani eylemin koşuludur, çünkü hepimiz aynıyız; yani hiç kimsenin şimdiye dek
yaşayan, yaşayacak başka herhangi biriyle asla aynı olmayacağı tarzda insanız.”(Arendt,
1994: 37) Bu açıdan bakıldığında toplumsal yapı, çıkarları, öncelikleri ve beklentileri
farklılaşmış kesimlerden oluşmaktadır. Üstelik her zaman toplumsal yapıda meydana
gelen siyasal süreç, içiçe geçmiş, gönüllü ve özerk grupların çeşitliliğine dayanmayabilir.
(Scmitter ve Karl, 1995: 76)
Yine çoğulculuk anlayışında halk kavramı; çok çeşitli kurullarda, partilerde,
gruplarda, örgütlerde ve birliklerde bir araya gelen üyelerin farklılaşmış bir topluma
mensubiyetlerini ifade etmektedir. (Schmidt, 2002:150)
Bu bağlamda “çoğulculuk” olgusu çalışmamızda;
Toplumsal yapıdaki farklı özellikler taşıyan yurttaşların, diğerlerinin düşüncelerine
ve davranışlarına, azami düzeyde saygı gösterilmesi anlaşılmaktadır. Bahse konu
olgu, toplumsal birlikteliğin uyumlu bir şekilde sürdürülmesi yönünde, çatışmaların
ve problemlerin, eşitlik ve karşılıklı anlayış içerisinde, açık ve serbest biçimde ifade
edilmesi kabul edilmektedir. Yine kendi düşünce ve çözüm yollarını kabul ettirmeye
zorlamadan, hoşgörülü bir şekilde sorunlar ele alınarak, tartışması ve makul çözüm
yollarının bulunulması ön görülmektedir.
Ayrıca “çok seslik” olgusu çalışmamızda;
Toplumsal yapıda bulunan farklı özellikler taşıyan yurttaşların, diğerlerinin
düşüncelerine ve davranışlarına, asgari düzeyde dahi olsa saygı gösteremeyerek, kendi
çıkarlarını ön planda tutması anlaşılmaktadır. Bencillik boyutunda toplumsal düzen ve
uyumu hiçe sayarak, kendi düşüncelerinin benimsenmesi istenmesi varsayılmaktadır.
Toplumsal çatışma ortamlarını giderilmesi veya sorunların çözümünde, hiçbir şekilde
karşısındakinin haklarını hiçe sayarak, siyasal sistemin işleyişinin kendince oluşturmak
veya oluşturmaya çalışmak şeklinde değerlendirilmektedir.
144
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sanal Demokrasi Olgusu
Siyasal katılım açısından, sanal bir iletişim ortamı olan internetten çok şey
beklemektedir. Zira, İnternetin teknik alt yapısı ve gerekli yazılım potansiyeli
sayesinde, antik Yunan’ da ki doğrudan demokrasi özgü uygulamaları diriltmek için
kullanılabileceğini umulmaktadır. (Meyer ve Hincman, 2014:193)
Teknolojideki ilerlemeler internetin, siyasal iletişim forumlarına katılanlara neredeyse
sınırsız, esnek, kendi kendini belirleyen, geleneksel toplumsal sınıf ve fiziksel mekân
sınırlarından kurtulmuş etkileşim olanakları sunar. Öte yandan temsili demokrasi
kurumları öneminin azaldığı yönünde ki bakış açısı değerlendirildiğinde, pek çok yurttaş
için demokratik katılım ve karar alma olanaklarının çoğalacağını öngörülmektedir.
(2014:169)
Bu bağlamda çağdaş demokratik bir siyasal sistemlerde, seçimler ve seçimler dışında
ki siyasal iletişim çalışmalarının yapıldığı en önemli mecra kitle iletişim araçları ve
internet kullanımından kaynaklanan sanal ortamdır. (Karaçor, 2009: 124) İnternet ağı
sayesinde sanal ortam, tüm yurttaşlara kendilerini en çok ilgilendiren konularda söz
sahibi olma olanağı vermektedir.(Meyer ve Hincman, 2014:169) Böylelikle yurttaşalar,
düşüncelerini doğrudan birbirlerine aktarabilme olanağına kavuşmaktadırlar.
O halde Tomas’ ın belirtiği gibi sanal ortam, “...yeni iletişim teknolojileri üzerinde,
endüstri sonrası iş/çalışma mantığının bir uzantısı olarak bireylere potansiyel çalışma
mekânlarının paralel dünyaları arasında doğrudan ve bütünlüklü bir erişim sağlayan bir
alandır.” (Tomas, 1991: 35)
Dolayısıyla internet, yalnızca kamuoyunun biçimlenmesinde haber vb. bilgiyi taşıyan
bir araç olarak değil. Kendisi bizatihi üzerinde kamusal ilişkilerin gerçekleştiği bir alan
olma özelliği ile dikkat çekmektedir. (Timisi, 2003:140)
Ayrıca, yüz yüze toplanmalara dayalı konuşma biçiminin internetin dijital sembolleriyle
yer değiştirdiği bir noktada, kamusal ve özel alan arasındaki ayrım da giderek ortadan
kalkmaktadır.(2003: 24-25)
Sonsöz Yerine
Demokratik bir siyasal sistem, yurttaşlar arasında siyasi eşitliğin ve çeşitliliğin
var olduğu, siyasi bir toplumsal yapı gerekli kılmaktadır. Anılan yapı, doğal olarak
çıkarları, öncelikleri ve beklentileri farklılaşmış kesimlerden oluşur. Keza demokrasi,
hem farklılıkların korunması, hem siyasal katılım, hem de karar süreçlerinin sağlıklı bir
şekilde işlemesi öngörülür.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
145
Ayrıca, toplumsal çatışmalar ve sorunların çözülmesi yönünde demokratik siyasal
sistemler, toplumsal bağlayıcılığı olan kolektif kararların alınması ve uygulanması ile
ilgilidir. Hatta bütün kararlar, bir tartışma sürecinin izlerini taşımak durumundadır. Zira
tartışma, güçlü çağdaş bir demokratik siyasal sistemin merkezindedir.
Bu açıdan bakıldığında, internet ve yeni iletişim uygulamalarıyla oluşturulan sanal
demokratik ortam, siyasal sistemindeki açmazlara yönelik bir çözüm yolu olarak
düşünülmelidir. Nitekim, iletişim teknolojilerinde meydana gelen değişimler, toplumda
elde edilebilen enformasyon miktarını genişletmiş ve herkes için ulaşılabilir kılmıştır.
Dolayısıyla yurttaşlar, sanal ortamda düşüncelerini ve isteklerini duyura bilmek imkânı
bulmaktadır. Böylece, başkalarının fikirleri hakkın rahatlıkla bilgi sahibi olmaktadır.
Çağdaş demokratik bir toplumda yurttaşlar, yalnızca seçimlere katılmakla kalmayıp,
aynı zamanda en uygun gördükleri örgütlerde, siyasal partilerde ya da yasal gruplarda
kendi çıkarlarını ifade etmeleri ve savunmalarıdır.
Bu bağlamda, internet farklılıkların birliğini oluşturmaktadır. Sanal bir iletişim ortamı
olan internette, eşitlikçi katılım yoluyla; bütün yurttaşların, toplumsal çatışmalar ve
sorunlara akılcı-eleştirel bir tartışma ortamında dile getirdiği çözüm ve önerilerinin,
toplumsal bağlayıcılığı olan kolektif kararların alınması ve uygulanmasında mevcut
siyasal iktidarın kararlarında dikkate alması sağlanmaktadır.
Çağdaş demokratik bir siyasal sistemdeki sanal iletişim ortamında, farklı özellikler
taşıyan yurttaşların “çok seslik” adına, diğerlerinin düşüncelerine ve davranışlarına,
hoşgörü ve saygı göstermeyerek, kendi çıkarlarını ön planda tutması, toplumsal barışı
ve düzeni olumsuz yönde etkileyeceğine hiç şüphe yoktur. Belirtilen anlayışta, toplumsal
düzeni ve uyumu hiçe sayarak, kendi düşüncelerinin benimsenmesin istenmesi, toplumsal
çatışmaların derinleşmesine ve sorunların çözülmez bir yumak haline getirir. Yine,
karşısındakinin haklarını hiçe sayarak, siyasal sistemin işleyişinin kendince oluşturması
veya oluşturmaya çalışması şeklindeki davranışlar, karışıklıklarla sebebiyet vereceği
değerlendirilmektedir. Bu ortamda, demokrasinin gereği, toplumsal bağlayıcılığı olan
kolektif kararların alınması ve uygulanması mümkün görülmemektedir.
Buna karşın, sanal iletişim ortamında, farklı özellikler taşıyan yurttaşların “çoğulculuk”
adına, diğerlerinin düşüncelerine ve davranışlarına, azami düzeyde hoş görü ve saygı
göstererek, toplumsal birlikteliğin uyumlu bir şekilde sürdürülmesi için elinden geleni
yapması, çatışmaların ve problemlerin çözülmesine olumlu katkı sağlar.
Yine “çoğulculuk” anlayış içerisinde, yurttaşların, eşit ve karşılıklı, kendi düşünce ve
çözüm yollarını kabul ettirmeye zorlamadan, hoşgörülü bir şekilde sorunlar ele alınarak,
tartışması ve makul çözüm yollarının bulunulması, demokrasinin gereği, toplumsal
bağlayıcılığı olan kolektif kararların alınması ve uygulanması sağlayacağından hiç
şüphe yoktur.
Bu açıdan bakıldığında, çağdaş demokratik bir siyasal sistemin en temel unsurun
“çoğulculuk” olduğunu değerlendirmektedir.
146
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. Ağaoğulları, M.A. ve Köker, L. (2009). Kral-Devlet yada Ölümlü Tanrı. 4.Baskı,
Ankara: İmge Kitabevi.
2. Ağaoğulları, M.A. ve Zabcı, F.Ç. ve Ergün, R. (2009). Kral-Devletten UlusDevlete. 2.Baskı, Ankara: İmge Kitabevi.
3. Arendt, H. (1994). İnsanlık Durumu. (çev.) Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim
Yayıncılık.
4. Aristoteles. (2010). Politika. (çev.)Mete Tunçay, 13.Baskı, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
5. Aziz, A. (2003). Siyasal İletişim. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
6. Barber, B. (1995). Güçlü Demokrasi. (çev.)Mehmet Beşikçi), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
7. Batum, S., İnceoğlu, S., Öztezel, A., Tokuzlu L.B.(2003). Çoğulculuk. İstanbul:
Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı Yayını.
8. Benhab, S. (1999). Müzakereci Bir Demokratik Meşruiyet Modeline Doğru.
(çev.) Zeynep Gürata ve Cem Gürsel. Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin
sınırlarının tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya
Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi.
9. Berktay, F. (2011). Politikanın Çağrısı.
Üniversitesi Yayınları.
2.Baskı, İstanbul: İstanbul Bilgi
10. Cohen, J. (1999). Müzakereci Demokraside Usul ve Esaslar. (çev.) Zeynep
Gürata ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının
tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim
ve Demokrasi Akademisi.
11. Cohen, J.L. ve Arato, A. (2013). Sivil Toplum ve Siyasal Teori, İstanbul: Efil
Yayınevi.
12. Dahl, R.A. (1993). Demokrasi ve Eleştirileri. (çev.) Levent Köker, Ankara: Yetkin
Basımevi.
13. Delanty, G. (2015). Topluluk. (çev.)F. Bilge Atay, İstanbul: Everest Yayınları.
14. Eroğul, C. (1991). Devlet Yönetimine Katılma Hakkı. Ankara: İmge Kitabevi.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
147
15. Göle, N. (2000). İslamın Yeni Kamusal Yüzleri. İkinci Basım, İstanbul: Metis
Yayınları.
16. Habermas, J. (1999). Demokrasinin Üç Normatif Modeli. (çev.) Zeynep Gürata
ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının tartışmaya
açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve
Demokrasi Akademisi.
17. Habermas, J. (2001). İletişimsel Eylem Kuramı. (çev.) Mustafa Tüzel, İstanbul:
Kabalcı Yayınevi.
18. Habermas, J. (2012).Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü. (çev.) Tanıl Bora ve
Mithat Sancar, 12.Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.
19. Hardt, M. ve Negri, A. (2004). Çokluk İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi.
(çev.) Barış Yıldırım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
20. Hasanoglu, M. (2001). Küreselleşmenin Devlet Yönetimine Etkileri, Sayıstay
Dergisi, 43, 70-78.
21. Hobbes, T. (2007). Elementa Philosophica de Cive/ Yurtaşlık Felsefesinin
Temelleri. (çev.) Deniz Zarakolu, İstanbul: Belge Yayınları.
22. Hobbes, T. (2011). Leviathan.(çev.) Semih Lim, 9.baskı, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
23. Kalaycıoğlu, E. (1983). Karşılaştırmalı Siyasal Katılma: Siyasal Eylemin Kökenleri
Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları.
24. Karaçor, S.(2009) , Yeni İletişim Teknolojileri, Siyasal Katılım, Demokrasi,
Yönetim ve Ekonomi Dergisi,2, 121-131.
25. Locke, J. (2004). Hükümet Üzerine İkinci Deneme, (çev.)Fahri Bakırcı, Ankara:
Babil Yayıncılık.
26. Meyer, T. ve Hincman, L. (2014). Medya Demokrasisi. (çev.)Ahmet Fethi),
İstanbul: Köprü Kitapları.
27. Mouffe, C. (1999). Demokrasi, İktidar ve Siyasal Düzen. (çev.) Zeynep Gürata
ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının tartışmaya
açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve
Demokrasi Akademisi.
148
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
28. Rhodes, R.A.W,
University Press.
(1997). Understanding Governance. Buckingam: Open
29. Sartori, G.(1996). Demokrasi Teorisine Geri Dönüş. (çev.)Tunçer KaramustafaoğluMehmet Turan, Ankara: Yetkin Yayınları.
30. Schmidt, M.G. (2002). Demokrasi Kuramına Giriş. (çev.)M.Emin Köktaş, 2.Baskı,
, Ankara: Vadi Yayınları.
31. Schmitt, R. (2009). An Introduction to Social and Political Philosophy: A
Question-Based Approach, Plymouth: Rowman & Littlefield Publishers.
32. Scmitter, P.C. ve Karl, T.L. (1995). Demokrasi Nedir…Ne değildir, Demokrasinin
Küresel Yükselişi, (Edi.)Larry Diamond-Marc F.Plattner, (çev.)Levent Gönenç,
Ankara: Yetkin Yayınları.
33. Sezen, Saim.(2000). Seçim ve Demokrasi. 2.Basım. Ankara: Gündoğan Yayınları.
34. Sørenson, G. (2008). Democracy and Democratization. 3.rd Edi., BoulderColorado: Westview Press.
35. Öz, Esat. (1992). Türkiye’de tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım. Ankara:
Gündoğdu Yayınları.
36. Taylor, C. (1995). Liberal Politics and the Public Sphere, Philosophical Arguments,
Cambridge, Mass.: Harvard University Press.
37. Timisi, N. (2003).Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi.
38. Tokgöz, O. (2008). Siyasal İletişimi Anlamak. Ankara: İmge Kitabevi.
39. Tomas, D. (1991). Old Rituals for New Space: Rites de Passage and William
Gibson’s Cultural Model for Cyberspace, (yay. haz.)M. Benedikt. Cyberspace:
First Steps. Cambridge, MA: MİT Press.
40. Young, M.I. (1999). İletişim ve Öteki: Müzakereci Demokrasinin Ötesinde. (çev.)
Zeynep Gürata ve Cem Gürsel, Demokrasi ve Farklılık: Siyasal düzenin sınırlarının
tartışmaya açılması. (Yay.Haz.) Seyla Benhabib. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim
ve Demokrasi Akademisi.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
149
150
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
MOBİL CİHAZ TEKNOLOJİSİ İLE BİRLİKTE GELİŞEN MOBİL
UYGULAMALAR VE BUNLARIN İLETİŞİM BOYUTUNDA
İNCELENMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Hasan BİBEROĞLU1
Tuba PALA2
Özet
Mobil iletişim için kullandığımız cihazlarımızda multimedya içerikli (sesli ve
görüntülü) ve yazılı iletişim kurabileceğimiz ve ek olarak da bunu hızlı ve ekonomik
olarak gerçekleştirebileceğimiz, masaüstü veya taşınabilir dizüstü bilgisayar gibi
cihazlardan web tarayıcısını açarak erişebileceğimiz ücretli ve ücretsiz onlarca uygulama
bulunuyor.
Bunlardan bazıları ; Apple’ın iPhone ile duyurduğu Facetime, milyonlarca kullanıcısının
mobil platformlarda da her şart ve zamanda sohbet etmesini sağlamak için geliştirilmiş Facebook
Messenger, iş dünyasının, baş aktörü Skype, ooVooVideo Chat, TangoVideo Calls, Ustream,
Fring,Viber, Nimbuzz, whatsapp ve gelişmiş sohbet uygulamaları olarak Touch( Eski adıyla
PingChat), Kik Messenger , eBuddy, Meebo servisleri , BlackBerry’nin vazgeçilmezi olan
GSM şebekesinden bağımsız veri iletişimi sağlayan BBM (BlackBerryMessenger). Yine
sosyal ağ kapsamı içerisinde tanımlanan twitter, instagram, googleplus, linkedln, pinterest
gibi paylaşım platformları da sosyal boyutlu iletişim kapsamında geniş yer bulmaktadır.
Dünyaca tanınmış mobil mağaza platformlarından birinde chat kelimesini arattığımızda
sonuç olarak iki yüz elli adet olan uygulama sayısı ve bunların ek bileşenlerinin sayısı bu
söylemin kanıtı olabilir.
Sosyal ağ uygulamaları aktif kullanıcı sayıları, uygulamaların aktif kullanıcı değişim
grafikleri, sosyal ağ kullanıcılarının 2010-2018 yılları arasındaki kullanıcı sayıları,
2012-2018 twitter kullanıcılarının dünya üzerindeki dağılım istatistikleri, 2015 yılının
ilk çeyreğinde facebook kullanıcılarının dünya üzerindeki dağılım durumları, mobil
cihazlara mobil uygulama indirme istatistikleri, aylık whatsapp kullanım verileri, en
çok tercih edilen sohbet uygulaması ve nedenleri gibi birçok veriyi çalışmada içerik
olarak yer almaktadır.
Yapılan bu çalışmada, son yıllardaki mobil cihaz teknolojisindeki gelişmelerle aynı
doğrultudaki uygulama yazılımlarının gelişimi, bunların içerisinde multimedya iletişim
olanağı sağlayan chat ve sosyal ağ uygulamalarının gelişim ve kullanım süreçleri, günlük
yaşantımızdaki yeri incelenmiştir. Ayrıca bu konu çerçevesindeki yapılabilecek araştırmalara
destek olabilecek mahiyette olması için içerik geniş tutulmuş ve istatistiksel grafik ve
sonuçlarla desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler : Mobil Cihaz, Mobil Uygulamaları, Sohbet Uygulamaları, Sosyal
Ağlar, İletişim
1 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı,
[email protected]
2 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
151
A STUDY OVER MOBILE APPLICATIONS DEVELOPING WITH
MOBILE DEVICE TECHNOLOGY AND THEIR INVESTIGATION IN
TERMS OF COMMUNICATION
Abstract
Multimedia content on our devices we use for mobile communications (voice and
video) and can establish written communications, and in addition also can do so quickly
and economically, desktop or portable laptop has a paid and free dozens of applications
can access by opening a web browser from such devices.
Some of these ; Apple iPhone announced the Facetime, millions of users of the
developed to ensure that the conversation in any condition and time on mobile platforms
Facebook Messenger, the business world, the main actors of Skype, oovoovideo Chat
tangovideo Calls, Ustream, Fring, Viber, Nimbuzz, WhatsApp and advanced chat in
practice Touch (Formerly pingchat), Kik Messenger, eBuddy, Meebo services, which
is indispensable for BlackBerry’s BBM providing data communication independently
of the GSM network (the blackberrymesseng). Yet social network scope defined in
twitter, instagram, GooglePlus, linkedln, sharing platforms like pinterest finds wide
communication within the scope of the social dimension.
Find the word we chat as a result of one of the world-renowned platform mobile
application store, two hundred and fifty units, and the number of them can attest to snap
this discourse.
A lof of dataare involved in the study, including active user number of social network
applications, active user variation graphics, numbers of social network users between
2010-2018 years, variance statistics of 2010-2018 Twitter users over the world, variance
situation of Facebook users over the world in the first quarter of 2015, statistcs of
mobile application downloading, monthly Whatsapp usage data, the most preferred chat
application and reasons.
In this research, the investigated areas are application softwares’ development in
paralel with developments in mobile device technology in recent years, processes of
development and usage of chat and social network applications that prepare the way for
multimedia communication among them, and the role in our daily life. Also, the content
has a wide coverage in order to support the studies to be done about this subject and is
provided with graphics and results.
Keywords: Mobile device, mobile applications, chatapplications, socialnetworks,
communication.
152
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
Gelişen teknoloji ile birlikte gelişen iletişim cihazları , hızlı bir şekilde mobil hale
gelmekte ve bireylerin sürekli yanlarında bulundurmalarına yönelik geliştirmelerle
ilerlemesine devam etmektedir. İletişim cihazlarının mobil hale gelmesiyle,
uygulamaların kullanım sıklığı artmakta, bir başka deyişle uygulama kullanım sıklığı
artması için iletişim cihazları mobil hale getirilmektedir.
Mobil cihazlar içerisinde iletişim amaçlı, yazışma ve sosyal ağ uygulamalarının
yanı sıra oyun uygulamaları, video izleme, e-ticaret uygulamaları da kullanım sıklığı
açısından kullanıcılar arasında geniş yer bulmaktadır. Başka bir deyişle mobil iletişim
ve uygulama yazan firmalar kullanıcıların uzun süre uygulamalarda vakit geçirmesi için
geliştirmeler yapmaktadır.
2013 yılı için yapılan araştırmalar, kullanıcıların mobil cihazlarda geçirdikleri sürenin
% 80’inde mobil uygulamaları kullandıklarını belirtiyordu [1]. Bu oran 2014 yılının
ilk iki çeyreğinde düzenli bir artış göstererek % 86’ya ulaştı. Buna karşın mobil web
sitelerinde geçirilen süre de, % 20’lerden % 14’e gerilemiş durumda.
En çok tercih edilen uygulama türleri iOS ve Android kullanıcılarının mobil
cihazlarında ağırlıklı olarak kullandıkları bazı uygulamaların tercih edilme oranları 2013
için aşağıdaki şekilde gösterilmiştir [1] ;
Tablo 1. Mobil cihazlarda uygulama kullanım oranları
Oyun
Facebook
Mesajlaşma uygulamaları
Youtube
Twitter
Eğlence
Verimlilik uygulamaları
Haber uygulamaları
Diğer uygulamalar
% 32
% 17
% 9,5
%4
% 1,5
%4
%4
%3
%3
Aslında mobilite yani taşınabilirlik iletişim için faydalı bir özellik olsa da , toplumsal
olarak yüz yüze iletişimde geçirilen zamanlarda azalma, beraber vakit geçirememe,
mobil cihazlara harcanan paraların ölçüsüzlüğü gibi toplumsal birlikteliğe zarar
verebilecek ve sosyal çatışma ortamlarına da zemin hazırlayabilecek birçok faktöre de
sebep olabilmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
153
Milyar cinsinden Kullanıcı Sayıları
1.1. 2010 - 2018 Yılları Arası Sosyal Ağ Kullanıcı Sayıları
Şekil 1. Milyar Cinsinden 2010-2018 Yılları Arası Sosyal Ağ Kullanıcı Grafiği [2]
cinsinden Kullanıcı Sayıları
1.2. 2012 - 2018 Yılları Arası Twitter Kullanıcı Sayıları
Şekil 2. 2012 - 2018 Yılları Arası Twitter Kullanıcı Sayıları Grafiği [3]
154
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Milyon cinsinden Kullanıcı Sayıları
1.3. 2008 – 2015 Yılları Arası Çeyrek Dönemlerde Facebook Kullanıcı Sayıları
Şekil 3. Milyon cinsinden Kullanıcı Sayıları Grafiği [4]
1.4. Son Üç Ay İçinde İnterneti Kullanan Bireylerin İnterneti İletişim Amaçlı
Kullanımı
Tablo 2. Türkiye Geneli Bireylerin İnterneti İletişim Amaçlı Kullanım Oranları [
5]
İletişim İçeriği
Mesaj Gönderme – Alma ( % )
Video
Konferans,
Telefon
Görüşme ( % )
Sohbet amaçlı kullanım ( % )
Kullanım Bölgesi
Türkiye
Şehir Merkezi
68,8
71,4
6,0
6,4
Kırsal
52,9
3,5
40,5
44,3
39,8
2. Yöntem
Bu çalışmada anket tekniği kullanılmıştır. Çalışmada sunulan veriler, 22-28 Mayıs
2015 tarihlerinde Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulunda aktif olarak
devam eden öğrencilere bilgisayar ortamında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemi, aktif
olarak akıllı telefon ve uygulamalarını kullanan 40 öğrenciden oluşmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
155
3. Bulgular Ve Tartışma
3.1. Akıllı Telefonunuza Sahip Olmak Size Ne Kadara Mal Oldu ?
Şekil 4. Örneklemdeki kişilerin akıllı telefona harcadıkları maliyetler
Şekil 4’ ten görüleceği üzere, iletişimin mobil yönüne ulaşmak adına , kullanıcılar
farklı fiyat aralıklarında ürünler tercih ederek , iletişimin sürekli olması adına kendilerine
düşen giriş hamlesini yapmışlardır. Örneklemde yer alan kullanıcılar standart bir fiyat
aralığı denebilecek 501-1000 TL aralığındaki ürünleri tercih etmişler ve iletişimin
sürekli olması yönünde eğilim göstermişlerdir. Alım durumlarındaki fiyat anlamında
arada yüksek farklar olması durumunda toplumsal huzur ve birliktelik adına , ekonomik
sıkıntılarda ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu bağlamda bakıldığında ortalama bir
fiyat aralığında , örneklemin yarısından çoğu alım gücüne sahiptir. Bu da bu örneklem
topluluğu için sağlıklı bir durumdur.
3.2. İletişim İçin Mobil Uygulama Kullanıyor musunuz ?
Şekil 5. Mobil uygulama kullanma sıklığı
156
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
40 kişilik örneklemin bu yöndeki bir soruya verdiği yanıtlara baktığımızda ilginç olan
yanıtlardan biri de akıllı telefonları olmasına rağmen “hiç kullanmadım” seçeneğinin 2
kişi tarafından onaylanmış olmasıdır. Akıllı telefon sahibi olmak popüler uygulamaları ön
koşulsuz kullanıyor anlamına gelmemektedir. Fakat bu soruya verilen cevaplardan % 95’
nin olumlu olması , akıllı telefon sahibi olmanın mobil iletişim uygulamaları kullanma
amacıyla orantılı olduğu sonucuna büyük oranda varılabildiğini göstermektedir.
3.3. Mobil İletişim uygulamalarından hangilerini kullanıyorsunuz?
Şekil 6. Mobil iletişim uygulamaları tercihleri
Örneklem içerisindeki bu soruya ait verilen cevaplara bakıldığında yoğun olarak mobil
iletişim uygulamalarının kullanıldığı ve yine sosyal ağ kullanımı olan kişilerin direkt
olarak kullandığı platformun mobil uygulamasını tercih ettiği de görülmektedir. Bunun
yanında whatsapp gibi genelde android işletim sistemiyle yüklü olarak kullanıcılara
sunulan bu uygulamaların da kullanıcılar içerisinde populeritesinin olduğu gözler
önündedir. Örneklemdeki bazı kişilerin, bu konudaki soruya verilen cevaplardan, birden
fazla iletişim uygulamasını kullandığı da görülmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
157
3.4. Mobil İletişim Uygulamalarını Hangi Amaçla Kullanıyorsunuz ?
Şekil 7. Mobil iletişim uygulamaları kullanma amaçları
Tablo 3. Mobil iletişim uygulamaları kullanma amaçlarına ait oranlar
Kullanılma Amacı
Kişi Sayısı
YAZILI / GÖRÜNTÜLÜ MESAJLAŞMA
RESİM PAYLAŞIMI
ANLIK HABERLEŞME
DOSYA GÖNDERME / ALMA
ÇALIŞMA GR UPLARI ARASI DUYURU / İLAN
Other(Diğer)
36
29
33
27
22
0
Yüzde
Oranı (%)
90%
72.5%
82.5%
67.5%
55%
0%
Mobil iletişim uygulamalarından amaç sadece sohbet değildir. Örneklemin içerisinde
yer alan kişilerin verdiği cevaplara bakıldığında resim paylaşımı, anlık haberleşme, dosya
gönderme alma, çalışma grupları arası duyuru / ilan gibi seçeneklerin yüzdelik oranı
%74 ler seviyesindedir. Aslında bu durum , maille bilgilendirme veya dosya gönderme
işlemlerinin de artık yerini mobil iletişim cihazlarındaki uygulama içi özelliklerine
bıraktığı şeklinde yorumlanabilir.
158
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3.5. Günlük Olarak Mobil İletişim Uygulamalarında Geçirdiğiniz Süre Sizce Ne
Kadardır?
Şekil 8. Mobil İletişim uygulamalarında geçirilen süreler
Bir önceki soruya istinaden verilen cevaplar ile aynı doğrultuda , dosya göndermealma, resim paylaşımı, duyuru-ilan , yazışma, haberleşme gibi uygulama içi çalışma
ve iletişim için ortalama 1 saatten fazla zaman ayrıldığı görülmektedir. Normal gün içi
bireysel veya fiziksel çalışma süresinin 8 saat, uyku ve istirahat için 8 saat ayrıldığı bir
zaman diliminde 1saatten fazla mobil uygulamalarla iletişime zaman ayrılması oldukça
önemli bir süredir.
Aile veya sosyal hayat içerisindeki ilişkiler ve iletişime ayrılan zamandan kaybedilen
süreler olarak görülebilir.
3.6. Mobil İletişim Uygulamalarında, İfadelerinizde Yer Alan Kelimeleri Biçimsel
Olarak Nasıl Kullanıyorsunuz?
Şekil 9. Kullanılan İfadelerin Biçimsel Değerlendirilmesi
Örneklemde yer alan kişilerin %35 ‘ lik bir kısmının aslında Türkçe diline ait kelime
yazımı, cümle kurgusu gibi durumlara çok da hassas olmadığı ve biçimsel olarak dili
eksik ve hatalı cümlelerle kullandığı görülmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
159
Hiçbir kelime yazılmadan içinde bulunulan duygu durumu tek bir grafik simge ile
karşı tarafa aktarılması, örneğin; az harfle çok şey anlatma çabası ve MSN dili denilen
bir dilin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Anlatımı hızlandırmak amaçlı sık kullanılan
kelimelerde ünlü harflerin kullanılmaması (slm, nbr, cnm, by, tmm, kib), konuşma dilinin
olduğu gibi yansıtılması yazım kurallarının ve noktalama işaretlerinin öğrenilmesin de
ve kullanılmasında da sorunlara yol açtığı görülmektedir [6].
4. Sonuç ve Öneriler
Farklı bir çok alanda olduğu gibi teknolojide iletişim uygulamalarının çoğalması
toplumsal olarak iletişimin ve insanlar arasındaki ilişkilerin gelişmesini sağlamıştır. Hızlı,
görsel, ücretsiz olması gibi nedenlerden dolayı kullanılma sıklığı artan mobil iletişim
yazılımlarından olan facebook Messenger, twitter mobile, whatsapp gibi yazılımlar en
popüler iletişim ortamlarındandır. Yazılı ve multimedya içerik olarak karşılıklı iletişim
kurma imkanı sağlayan bu yazılımlar bireylerin geleneksel sohbet anlayışında dönüşüm
gerçekleştirmiş, bunun yanında farkında olmadan sosyalleşmelerine de katkı sağlamıştır.
Fakat iletişim amaçlı uygulama yazılımlarının olumlu yanları olduğu gibi olumsuz
yanları da mevcuttur. Bu ortamlar sebebiyle , kişilerin kimliklerini gizleme yoluyla
yalancılığı, ilişkilerde ve konuşmalarda ölçüsüzlüğü de beraberinde getirebilmektedir.
Ayrıca iletişim ortamları, kültürel ve toplumsal dil ve üslup bozukluklarına zemin
hazırlayabilmektedir.
Ayrıca , sanal dünya , sohbet, oyun, multimedya içerik izleme gibi birçok platformla
insanları kendine bağlamakta, bireyler bu şekilde sosyal yaşamdan kopmakta ve
zamanlarını büyük bir oranda buralarda harcayarak sosyolojik olarak iletişim anlamında
sıkıntılar ortaya çıkabilmektedir.
Bu problemleri ortadan kaldırmak ancak teknolojik cihazların , hangi amaçla
kullanılırsa kullanılsın sınırlı ve planlı kullanılmakla mümkün olabilir. Bu çalışmanın
devamı olarak, program bazlı özellikler ele alınıp, kişilerin uygulamalardaki eğilimleri
üzerine de araştırma yapılabilir.
160
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. İnternet,
yukseliste/
http://www.mobiroller.com/tr/mobil-uygulamalar-2014-yilinda-da-
2. İnternet, http://www.statista.com/statistics/278414/number-of-worldwide-socialnetwork-users/
3. İnternet, http://www.statista.com/statistics/303681/twitter-users-worldwide/
4. İnternet,
http://www.statista.com/statistics/264810/number-of-monthly-activefacebook-users-worldwide/
5. TÜİK Hane Halkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması, http://www.tuik.
gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1028
6. Şişman B.Öğr.Gör.Dr., Sayısal Kültür, Toplum ve Medya : MSN Örneği,
Gümüşhane Üniversitesi, İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Sayı 3, Mart 2012
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
161
162
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ÖRGÜTSEL ÇATIŞMA YÖNETİMİNİN TÜKENMİŞLİĞE ETKİSİ:
ÇAĞRI MERKEZİ ÇALIŞANLARINA YÖNELİK BİR ARAŞTIRMA
Murat GÖRAL1
Öznur BOZKURT2
İlhan BOZKURT3
Özet
Örgütsel çatışma kaçınılmaz olarak tüm kurumlarda ortaya çıkabilen bir olgudur.
Çatışmalar yönetim tarzlarına göre olumlu ya da olumsuz sonuçlar vermektedir. Bu
çalışmada çatışma yönetimi türlerinin çalışanların tükenmişliğine etkisi incelenmiştir.
Araştırmaya katılan telefon operatörü çalışanlarının orta düzeyde tükenmişliğe sahip
olukları ve bu tükenmişlik üzerinde çatışma yönetim türlerinin etkisi olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Özellikle hükmetme, kaçınma ve ödün verme şeklinde çatışmaların
çözümlenmesi tükenmişliği artırırken, tümleştirme ve uzlaşma şeklinde çatışmaların
çözülmesi tükenmişliği azaltmaktadır. Demografik özellikler açısından tükenmişliğin
yalnızca cinsiyet açısından farklılık gösterdiği ve bu farklılığında erkeklerin kadınlara
oranla daha yüksek oranda tükenmişlik yaşamasından kaynaklandığı bulunmuştur.
Düşük kişisel başarı kaynaklı tükenmişliğin en sık yaşanan tükenmişlik türü olduğu
ve çatışmaların çözümünde de en sık tümleştirme yönteminin kullanıldığı araştırma
sonucunda ortaya çıkan bir diğer bulgu olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çatışma, Örgütsel Çatışma, Çatışma Yönetim Türleri,
Tükenmişlik, Tükenmişlik Boyutları
THE EFFECT OF ORGANIZATIONAL CONFLICT ON BURNOUT: A
1 Öğr. Gör. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Turizm Bölümü [email protected]
2 Yrd. Doç. Dr. Düzce Üniversitesi İşletme Fakültesi Sigortacılık ve Sosyal Güvenlik Bölümü,
[email protected]
3 Psikolog, Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
163
RESEARCH ON CALL CENTER WORKERS
Abstract
Conflict is a case that may take place invitably in any institution and may cause positive
or negative results according to management styles. In this study, conflict management
types were examined as effect on the employee burnout. The sample of research has
a medium level burnout and reached the conclusion that the effect of type of conflict
management on the burnout. Especially, domination, avoidance and compromising
have been reasing burnout, while integration has been reducing. In context of
demographics,, only gender differs and it has been found that this difference arises from
males encounter burnout more than females. The most common type of burnout is low
personal accomplishment burnout type. The another finding of research results the most
common method of resolution of the conflict is integrating methot.
Keywords: Organizational Conflict, Methods of Conflict Management , Burnout,
Dimensions of Burnout.
1.Giriş
164
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Günümüze kadar çatışma ile ilgili yaklaşımlar incelendiğinde temel olarak üç görüşün
netleştiği söylenebilir. Bunlardan ilki geleneksel görüş, çatışmanın istenmeyen bir durum
olduğu işletmeleri daima negatif yönde etkilediği ve performanslarını düşürdüğü temeline
dayanmaktadır. Bu yüzden çatışma işletmelerin kaçınmalarının gerektiği bir durumdur.
Bu görüşte çatışma hep şiddet tahrip ve yıkım gibi kavramlarla ilişkilendirilmiştir.
Çatışma, kontrol edilmeli azaltılmalı ve en sonunda da tamamen yok edilmelidir. Bu
doğrultuda geleneksel görüş, yöneticiye olası çatışmaları önleme ve var olan çatışmaları
ise otoriter bir tavır sergileyerek bastırma sorumluluğunu yüklemiştir.
İkincisi olan davranışsal görüş ise 1940 lı yılların sonlarında ortaya çıkmış ve 1970 lere
kadar etkisi devam etmiştir. Bu görüş çatışmanın doğal ve işletmeler için kaçınılmaz bir
süreç olduğunu ayrıca çatışmanın sadece negatif etkilerinin bulunmadığını aynı zamanda
nasıl yönetildiğine bağlı olarak pozitif etkilerinin de bulunabileceğini ileri sürmüştür.
Çatışma belli bir düzeyde tutulabilirse performansı artıracaktır. Ancak bu düzey aşılır ve
ya çözümsüz bırakılırsa performansı düşürecektir. Bu yaklaşım çatışmanın kabulünü ve
ortaya çıkmasının rasyonelize edilebileceğini savunur. Çatışmanın olası getirilerinden
dolayı yöneticiler onu bastırmak ve yok etmek yerine onu etkin biçimde yönetebilmeye
odaklanmalıdır.
Etkileşimci yaklaşım olarak da tanımlanan son yaklaşım ise çatışmanın performansı
artırabilmek için gerekli olduğunu savunur.
Davranışsal yaklaşım çatışmayı kabul ederken etkileşimci yaklaşım kabul etmenin de
ötesinde sürekli ahengin, huzurun sakinliğin zamanla beraberinde statik ilgisiz durağan ve
yeniliğe cevap veremeyen bir sistemi getireceğinden çatışmayı teşvik eder. Bu yaklaşım
yaratıcılığın yenilikçiliği ve eleştirel bakışı geliştirmek için yöneticileri çatışmayı sürekli
kabul edilebilir bir düzeyde tutmaları konusunda cesaretlendirir.
Sinyalleri ve belirtileri fark edilmeyebilir ancak çatışma yine de vardır. Herhangi bir
organizasyon ya da birey farkında oldukları ve ya farkında olmadıkları bir çatışmanın
içinde rol sahibidir. hangi bir çatışmada rol alırlar. Çatışma yeniliği teşvik eden gücün
ana kaynağı olabileceği gibi örgütler için yıkıcı bir potansiyele de sahiptir(Hoelscher
ve Comer, 2002). Kuşkusuz bu yıkıcı etkinin sonuçlarından biri tükenmişliktir.
Tükenmişlik herkesin üzerinde birleştiği tek tanımı olan bir kavram olmamasına
karşın yine de psikolojik bir sendrom olduğu konusu genel kabul görmüştür. Bireyin
dış baskılarla mücadele edebilecek iç kaynaklarının yetersiz kalma durumu olarak
tanımlanabilir. Gerek fiziksel, psikolojik gerekse sosyal olsun bu dış baskıların türü
fark etmeksizin bireyi tükenme durumuna getirebilir. Bu bağlamda örgütsel çatışma da
türüne ve kaynağına bağlı olarak tüm bu dış baskıları meydana getirebilir bir niteliğe
sahiptir. Bu nedenle örgütsel çatışma bireylerin tükenmişlik sendromu yaşamasıyla
yakından ilgili olabileceği düşüncesinden hareketle bu çalışmada bu iki kavramın
birbiriyle ilişkisi incelenmiştir. Bu incelemenin verilerin analiz boyutuyla ilgili sonuçlar
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
165
verilmeden evvel her iki kavramında kaynakları, sonuçları ve türleri gibi noktalardan
bir literatür araştırması yapılarak kavramlar arasındaki ilişkiyi güçlendirecek bir zemin
hazırlanmıştır.
2. Örgütsel Çatışma
Örgütler için kaçınılmaz ola çatışma kaçınılması gereken bir süreç değildir. Eğer
kontrollü bir düzeyde tutulabilir ve yönetilebilirse performansı artırıcı bir işlev
görmektedir. Çatışmanın belirli bir düzeyde tutulabilmesi içinde birtakım stratejile9rin
ve tekniklerin kullanılması sürecine çatışma yönetimi denmektedir (Robbins ve Judge,
2007: 513). Çatışmayı bu şekilde ele aldığımızda, bu oluşumun, çatışma sayesinde
örgütlerde değişik içerikli davranış biçimlerinin ve karar seçeneklerinin ortaya çıkarılması
açısından bir esneklik sağladığı ve bireylerin yaratıcılığının güçlendirildiği, uzmanlık
alanlarının örgütün tüm düzeyine yayılmasına olanak sağladığı bir süreç olduğu ifade
edilebilir (Huczynski, 1991, s. 573-574).
Çatışma yönetimi sistematik bir süreç olmasına karşın çoğu zaman insanların çatışma
durumlarında yaklaşımları da çatışma yönetiminin birer unsuru olarak ele alınmaktadır.
Bu yaklaşımlar bu çalışma kapsamında, kaçınma, ödün verme, hükmetme, uzlaşma ve
tümleştirme olmak üzere beş başlık altında incelenmiştir.
2.1. Kaçınma:
Çatışmayı ortadan kaldırmak için kullanılan en doğal yol, çatışmadan kaçınılmasıdır.
Kaçınma yöntemini uygulayan taraf çatışma konusunda, bilinçli olarak, herhangi bir
eylemde bulunmaz ve çatışma durumunun dışında kalmaya çalışır (McKenna, 1995,
s.23). Kaçınılmaz bir biçimde çatışma çıkmış ise; ya bulundukları bu ortamı terk eder ya
da çok önemli uğraşıları varmış gibi, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyip, sadece yaptıkları
ise bakarlar. Aslında; çatışan taraflarla konuşulduğunda, sanki hiçbir anlaşmazlık yokmuş
gibi, sessiz kaldıkları ya da çatışmayı inkar ettikleri görülür. Kaçınma sonucu görmezden
gelinen sorunlar çözülmedikleri için zamanla etkileri daha yıkıcı çatışmalar yaratacak
forma dönüşebilirler. Çatışmadan sürekli kaçınanlar kendilerini zayıf hissederler,
engellemeler ve problemlerle mücadele için kendilerini güçlü hissetmezler (Sökmen ve
Yazıcıoğlu, 2005:6).
2.2. Uzlaşma:
Uzlaşma, çatışan tarafların kendi çıkarlarından vazgeçerek ortak çıkarlar doğrultusunda
birleşmeleridir (Robbins, 2003, s.169). Her iki taraf da karşılıklı olarak kabul edilebilir
bir düşünce oluşturabilmek için ortak fedakarlık yoluyla verip almayı ve paylaşmayı
kabul eder. Dolayısıyla kesin olarak kazanan ya da kaybeden bir taraf yoktur (Rahim vd.
2000, s.12).
2.3. Tümleştirme Stratejisi:
166
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tümleştirme(Bütünleştirme) stratejisinin temelinde, kartları ortaya konulması
vardır. Kabul edilebilir bir çözüm için her iki tarafta anlaşmazlık sebebi olan hususları
ortaya koyar ve problemi ortadan kaldıracak bir yapıcı bir sonuca ulaşmayı amaçlarlar
(Karip, 2003;65). Her iki tarafta problemin kaynağını, nedenlerini ve farklılıklarını
ortaya koyduğu için ne yapabilecekleri konusunda daha geniş bir bakış açısına sahip
olabilmektedirler (Karakuş ve Cankaya, 2010).
Keçecioğlu (1999), çatışmayı bu yöntemle seçecek yöneticinin dikkat etmesi gereken
bir takım hususları ifade etmiştir (Öztaş ve Akın,2009 ; 15). Bunlar;
•
Bilgi paylaşımı sağlamak
•
Çatışmaların çözümünde problemin kaynağına inmek
•
Çatışmanın tüm taraflarının kazanacağı bir çözüm geliştirmek
•
Bireyleri anlamadan yargılamaktan kaçınmak
•
Yeni yol ve tekniklere açık olmak
•
Alınan kararı gözden geçirerek doğruluğundan emin olmak
2.4. Ödün Verme:
Ödün verme(uyma) davranışı kişinin kendi istek ve ihtiyaçlarını göz ardı ederek karşı
tarafın istek ve beklentileri dikkate alınır. Bireyler özellikle ilişkilerinin bozulmamasını
ve devam etmesini istedikleri durumlarda bu davranışı sergiler (Tekkanat, 2009)Uyma
davranışı gösteren kişiler; karşı tarafla pozitif ilişkilerini sürdürebilme adına, kendi
hedeflerinden vazgeçmenin, çatışmanın çözümü için en iyi yol olacağını düşünürler.
Başka bir deyişle, bu stratejide; taraflardan birinin, karşı tarafın ilgi ve ihtiyaçların ön
plana çıkması karşılığında kendi ilgi ve ihtiyaçlarının doyumundan vazgeçmesi söz
konusudur. Kaçınma davranışı sergileyen bireyler gibi uyumlu bireylerin de düşüncesi,
çatışmanın olumsuz ve kötü bir durum oldu÷u yönündedir. Fakat söz konusu düşünceye
sahip bireyler; kaçınma tarzından farklı olarak, teslim olup, ilişkilerini sürdürmeye
çalışırlar (Baykal ve Kovancı, 2008). Birey çatışma durumunda, karşı taraf için
kendisinden daha fazla endişeleniyorsa çatışmayı uyma yoluyla çözmeyi isteyebilir. Aynı
zamanda yardıma hazır olmak ve karşı koymama şeklinde tasvir edildiği de görülmüştür.
(Öztaş ve Akın, 2009; 16) Geleneksel bürokrasinin hakim olduğu kurumlarda astlarla
üstler arasında güç mesafesi fazla olduğu için çoğu zaman astlar bu yöntemi seçmek
durumda kalmaktadır (Karip, 2003; 64-65)
2.5. Hükmetme:
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
167
Çatışmayı gidermenin bir yolu da yöneticilerin yetkilerini kullanarak çatışan tarafların
çatışmayı sonlandırmalarını sağlamak daha doğrusu sonlandırmaya zorlamak. Hükmetme
adı verilen bu yöntem yöneticinin otoritesini ve gücünü ifade etmektedir. Yöneticinin
kararı ne olursa olsun hatta çatışmanın çözümüne yönelik dahi olmasa uygulanacaktır.
Bu yöntem tarafların anlaşmasını sağlamayabilir ya da aradaki anlaşmazlığın kaynağını
ortadan kaldırmayabilir ancak çatışmayı sona erdirebilir. Yetki kullanımında çok dikkatli
olunmalı kullanılacak yetki çatışma taraflarının tümü tarafından onaylanmalıdır.
Söz konusu strateji günümüz işletmelerinin çoğunda sıklıkla kullanılmaktadır.
Taraflardan birinin pozisyonu diğer taraftan daha üst ise uygulanması kolay olan bu
yönteme başvurur. Bu yöntem de üst kademenin düşüncesi çatışmanın bir an önce
sonlandırılmasıdır. Çünkü, çatışma düzensizliği ve asiliği doğurur bu da otoriteyi tehdit
eder. Bu yüzden bu yöntemde ast üstün istediği doğrultuda harekete zorlanır.
3. Tükenmişlik Kavramı
Tükenmişlik kavramı ilk kez 1974 yılında H. Freudenberger tarafından kullanılmış
ve insanların aşırı çalışmaları sonucu işlerinin gereklerini yerine getiremez bir duruma
gelmeleri anlamını taşıyan “duygusal tükenme” durumu olarak nitelendirilmiştir(Köse
ve Gülova, 2006: 255).
Tükenmişlik ile ilgili günümüzde en yaygın kabul gören tanım, C. Maslach’a aittir.
Maslach’a (1982)göre tükenmişlik, “işi gereği insanlarla yoğun bir ilişki içerisinde
olanlarda görülen duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük kişisel başarı hissi”
şeklinde tanımlanmaktadır.
Kimi yazarlara göre tükenmişlik, stresle etkin şekilde başa çıkmadaki başarısızlığın
bir sonucu olarak değerlendirilmektedir (Friesen ve Sarros,1989:180; Torun,1997,43-44;
Kaçmaz,2005:29) Birey bir çok nedenden dolayı kendini sorunlarla mücadele edemez ve
tükenmiş hissedebilir. Tükenmede kimi sosyo-demografik verilerle ilgili değişkenlerin
önemli olduğu belirlenmiştir. Evli, yaşlı ve çocuklulara göre genç, bekar ve çocuksuz
kişilerde, daha uzun süredir çalışan ve daha deneyimlilere göre meslekte daha yeni ve
deneyimsiz olanlarda tükenmenin daha yüksek düzeylerde yaşandığı bildirilmektedir. İş
yükünün ağır, günlük çalışma süresinin uzun olup çalışma koşullarının olumsuz olarak
algılanması da tükenmeyi etkilemektedir. Kadınlarda, bekarlarda, meslekte daha yeni
ve deneyimsiz olanlarda tükenme daha yüksek düzeylerde yaşanmaktadır. Öte yandan
cinsiyet konusundaki araştırmalar tutarlı sonuçlar ortaya koymamıştır. Kimi çalışmalar
kadınlarda, kimileri erkeklerde iş stresi ve tükenmenin daha yoğun yaşandığını
bildirirken, kimilerinde cinsiyetler arası farklılıklar bulunamamıştır (Otacıoğlu, 2008).
Bunların dışında örgütsel faktörlerde tükenmede oldukça etkilidir. Tükenmeyi etkileyen
örgütsel faktörler şu şekilde sıralanabilir (Ardıç ve Polatcı, 2008)
•
168
Örgütsel çatışma
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Kararlara katılamama
Çalışma saatlerinin uzunluğu
Örgütsel iletişimsizlik
Sosyal desteğin olmaması
Rol çatışması
Rol belirsizliği
Çalışma alanının olumsuz fiziksel koşulları
İlerleme fırsatlarının olmaması
İşyerinde duygusal ve cinsel taciz
İş güvenliğinin olmaması
Örgüt yapısına uygun olmayan liderlik tipleri
İş standardizasyonunun olmaması
Örgüt kültürü
Yeniden yapılandırma
Küçülme (downsizing)
Tükenmişliğin Üç alt boyutu bulunmaktadır. Bunlar;
3.1. Duygusal Tükenme:
Tükenmenin en kritik boyutu olarak ifade edilen duygusal tükenme, tükenmişliğin
içsel boyutudur. (Arı ve Bal, 2008: 133). Ayrıca kişinin stresle mücadele etmedeki
başarısı onun duygusal tükenmeye giden süreçteki gücünü de gösterir. İnsan stresle ne
kadar iyi basa çıkabilirse tükenme sendromuna yakalanma ihtimali o kadar az olacaktır
(Tuğrul ve Celik, 2002: 2). Bu boyut, tükenmişliğin başlangıcı ve en önemli boyutudur.
Duygusal olarak tempo içerisinde çalışan birey kendi sınırlarını zorlamakta ve diğer
insanların istekleri altında kendini çaresiz hissetmektedir. Böylece duygusal tükenme
kişide bu duruma bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır (Maslach ve Jackson, 1981: 101).
Kişide tükenmişlik, duygusal tükenmede bir artış olduğunda ortaya çıkmaktadır.
Duygusal tükenme, çalışanlarda işlerine kendilerini eskisi gibi verememe, gergin olma
durumları oluşturmaktadır. Duygusal tükenme, tükenmişlik durumunun başlangıcı,
merkezi ve en önemli bileşenidir. Duygusal yönden yoğun bir çalışma temposu içinde
bulunan birey, kendini zorlamakta ve diğer insanların duygusal talepleri altında
ezilmektedir. Duygusal tükenme bu duruma bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır (Sat,
2011).
3.2. Duyarsızlaşma:
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
169
Tükenmişliğin ikinci boyutu olan duyarsızlaşmada birey, hizmet sunduğu kişilere
karşı birer insan yerine nesne gibi davranırken, hem hizmet sunulan kişilere hem de
çalışılan kruma karşı mesafeli, umursamaz, alaycı, küçümseyen, katı ve duygusuz bir
tutum içine girmektedirler. Duygusal tükenme, birey için tükenmişliğin içsel boyutunu
ifade ederken, duyarsızlaşma bireyler arası ilişkilere yansıyan sonuçlar içermektedir
(Arı ve Bal, 2010). Tükenmişliğin ilişkisel boyutu olarak da düşünülebilir duyarsızlaşma
boyutu.
Çalışanlar diğer iş arkadaşlarına karşı güvenlerini yitirdikleri için onlara karşı
soğuk ve uzak bir tutum sergilerler. İşe katılım ve katkıları azalır, eskisi kadar idealist
değillerdir. Bunun da sebebi duyarsızlaşmanın, kişinin hayal kırıklığına ve tükenmeye
uğrama ihtimaline karşı kendini koruma girişimi olmasıdır (Ören ve Türkoğlu, 2006:
2). Duyarsızlaşma yaşayan kişi, bireyler ile olan ilişkilerini işin yapılabilmesi için lazım
olan en düşük seviyeye indirir. Duyarsızlaşma duyguları yaşayan insanlar temas halinde
oldukları kişileri obje veya önemsiz görebilirler ve düşmanca tepki gösterebilirler.
Duyarsızlaşma kişinin kendisini korumak için dışarıya karşı alaycı bir bakış açısı
geliştirdiği bilişsel bir mesafe koymadır.
3.3. Düşük Kişisel Başarı:
Kişisel başarı hissi, kişinin bir başkasına olumsuz tepki vermesini ve kişinin bireysel
başarılarını depresyonla şekillendirmesini, düşük moral, kişiler arası anlaşmazlık, düşük
başarı duygularının eşlik ettiği düşük üretkenlik, baskılar ile başa çıkmada yetersizlik,
başarısızlığın getirdiği duygular ve benlik saygısının azalmasını içermektedir (İkiz, 2010:
27). Bireylerin kendileri hakkında olumsuz bu duygulara kapılması neticesinde; çalışma
ortamında ve işi gereği iletişim kurduğu insanlarla iletişimde başarısızlık ve yetersizlik
başlar. İkili ilişkilerde yetersizlik iş arkadaşları ile çatışma geri çekilme, hizmet alanlara
karşı sinirli, duyarsız yaklaşımı da beraberinde getirir.
Kişisel başarısızlık hissi temelde çalışanın işindeki yetkinlik ve verimlilik duygularının
azalması anlamına gelmektedir. Öz yeterlilik duygusu ile ilgili bu düşüş, iş talepleriyle
başa çıkmada yetersizlik ve depresyon ile ilişkilendirilebilmektedir. Sosyal desteğin ve
kişisel gelişme olanaklarının yetersiz olması da bu durumu daha da güçlendirmektedir
(Yürür, 2011: 41). Bireyin başkaları hakkında geliştirdiği olumsuz düşünceler, bir süre
sonra kendisi için de olumsuz düşünceler geliştirmesine neden olmaktadır. Tükenmişlik
yaşayan kişi işinde ilerleyemediğini, boşuna çalıştığını, zaman harcadığını düşünerek
suçluluk ve yetersizlik duygularına kapılmakta (Silah, 2005: 163).
4. Araştırmanın Amacı ve Önemi
170
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Türü ne olursa olsun çatışma bir uyuşmazlık ve karşıtlık durumudur. Bu karşıtlık
insanların birbirleriyle ilişkilerinin yönünü değiştirebilir. Bu durum ise kişinin iş
ortamının koşullarına ve iş ile ilgili zorluklara karşı direncinin yitirilmesine ve akabinde
de tükenmişlik sendromuna neden olabilir. Çatışmaların nedenini belirlemek ve çatışma
türüne ve çatışan kişilerin durumlarına göre uygun yöntem ile çatışmaya yaklaşmak
önem arz etmektedir. Çözümlenemeyen çatışmalar kurumlarda kutuplaşmalara ve
verimlilik düşüşüne neden olmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı, örgütlerde ortaya
çıkan çatışmaların çözümünde kullanılan yöntemlerin belirlenmesi ve bu yöntemlerin
tükenmişliğe olan etkisini ölçmektir.
5. Araştırmanın Yöntemi
Araştırma oldukça yoğun çalışma alanına sahip olan Bingöl İlindeki bir telefon
operatöründe çalışan müşteri temsilcilerine yönelik olarak kurgulanmıştır. Toplam
300 çalışana sahip olan GSM operatörü çalışanlarından kolayda örneklem yöntemi
ile 114 kişiden veri toplanmıştır. Araştırmada nicel araştırma yöntemi kullanılmış ve
veriler anket tekniği ile toplanmıştır. Tükenmişlik ile ilgili veriler, Maslach ve Jackson
(1981) tarafından geliştirilen ve Ergin (1993) tarafından Türkçe`ye uyarlanan Maslach
Tükenmişlik Envanteri ile toplanırken, örgütsel çatışma ile ilgili veriler ise Rahim
örgütsel çatışma envanteri II (ROCI II) kullanılarak toplanmıştır. Ölçekler 5 li likert tipi
ölçeklerdir. Çalışmada temel varsayım, örgütsel çatışma yönetimi tarzlarının tükenmişliği
etkileyeceği yönündedir.
6. Bulgular
Araştırma verileri öncelikli olarak güvenilirlik analizine tabi tutulmuş ve tükenmişlik
ölçeğinin%87, çatışma çözüm yöntemleri ölçeğinin ise %91 lik güvenilirlik kat sayısına
sahip olduğu görülmüştür. Bu oranlar anketin güvenilir olduğunu göstermektedir, ayrıca
veriler normal dağılım göstermektedir ve parametrik testler ile veriler analiz edilmiştir.
Öncelikli olarak araştırmaya katılanlara ait demografik özelliklere ait verilere yer
verilmiştir. Ardından ise çatışma çözüm yollarına ve tükenmişlik düzeylerine ilişkin
temel istatistiklere yer verilmiştir. Araştırmanın cevap aradığı temel soru olan çatışma
çözüm yollarının tükenmişliğe etkisi tespit edilmiştir. Aşağıda bu verilere yer verilmiştir.
Araştırmaya Katılanların Demografik Özellikleri İle İlgili Bulgular
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
171
Tablo 1. Demografik Özellikler
Cinsiyet
Medeni Durum
Çalışma Süresi
Kadın
Erkek
Evli
Bekar
1 yıldan az
1-5yıl
5 yıl ve üstü
70
44
14
100
83
29
Yaş
Eğitim
2
20-24
25-29
30-34
35 ve üstü
İlköğretim
Ortaöğretim
Önlisans
Lisans
84
18
11
1
3
42
52
20
Araştırmaya katılan 114 müşteri hizmetleri temsilcisinin demografik özelliklerine
bakıldığında çoğunluğun kadınlardan(%61) oluştuğu,%88’ nin bekar olduğu, %90’ının
30 yaş altında olduğu,%73’ünün 1 yıldan az çalışma süresine sahip olduğu ve %45’inin
önlisans mezunu olduğu görülmektedir. Kısacası müşteri temsilcileri bekar genç
bayanlardan oluşmaktadır.
Tablo 2. Çatışma Yönetim Türleri
Çatışma Yönetimi
Tümleştirme
Uzlaştırma
Hükmetme
Kaçınma
Ödün verme
Ortalama
Standart Sapma
3,80
3,77
3,51
3,45
3,34
,828
,874
,988
,767
,691
Araştırmaya katılan müşteri temsilcilerinin çatışma çözümü ile ilgili algılarına
bakıldığında, tümleştirme yöntemi ve uzlaştırma yöntemini diğer çatışma yönetim
türlerine göre yüksek olarak algıladıkları görülmüştür. En düşük ortalamaya sahip
olan çatışma çözüm yöntemi ise ödün verme şeklindedir. Kurumda çatışma çözüm
yollarının herbirinin orta düzeyde kullanıldığı görülmesine rağmen en sık tümleştirme
ve uzlaşmanın kullanılması kurumda biz duygusunun üzerinde durulmaya çalışıldığının
bir göstergesidir. Yöneticilerin veya çatışma yaşayan tarafların çatışmayı görmezden
gelmesi veya güç kullanarak karşı tarafın isteklerini yok sayarak çatışmanın çözülmesinin
düşünülmesi durumunun daha az ortaya çıkması çatışmanın sağlıklı çözülmesi için
önemlidir.
Tablo 3. Tükenmişlik Boyutları
172
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tükenmişlik
Düşük kişisel başarı
Duygusal tükenme
Duyarsızlaşma
Ortalama
3,52
3,18
2,74
Standart Sapma
,728
,897
1,068
Yukarıdaki tabloda araştırmaya katılanların orta düzeyde tükenmişlik yaşadıkları
görülmektedir. En sık yaşanan tükenmişlik durumu ise düşük kişisel başarı hissetmedir.
Bu durum kişinin işe yaramadığını düşünmesi ve çabalarının boşa olduğunun ve
kuruma ve çevresine karşı daha az verici olduğunun düşülmesi durumudur. Özellikle
işin monotonlaşması veya kişinin beklentileri ile işin uyuşmaması sonucunda ortaya
çıkmaktadır. Diğer bir tükenme boyutu olan duygusal tükenme en sık rastlanan tükenme
türü olmasına rağmen burada ikinci sırada çıkmıştır.
Kişinin stres ve aşırı iş yükü nedeni ile yaşadığı bu tükenme türünde görev
paylaşımında zor işlerin dağılımında aynı kişilere görev verilmesi veya yetenekleri
ile işin uyuşmamamı neticesinde ortaya çıkar. Araştırmaya katılanların duyarsızlaşma
şeklindeki tükenmişliklerinin ise düşük çıktığı görülmektedir. Bu durum olumlu
olarak değerlendirilebilir. Araştırmaya katılanlar kurumlarına, çalışma arkadaşlarına
karşı hassaslık göstermekteler ve işlerini en iyi şekilde yapmaya çalışmakta ve iş
zamanında gelmekte ve çeşitli bahanelerle işe devamsızlık yapma gibi bir eğilim
sergilememektedirler.
Tablo 4. Tükenmişlik ve Çatışma Yönetimi Arasındaki İlişki
1
1.
Tükenmişlik
2.
Ödün verme
3.
Tümleştirme
4.
Hükmetme
5.
Kaçınma
6.
Uzlaştırma
Pearson Correlation
2
3
4
5
6
1
1
Sig. (2-tailed)
Pearson Correlation
,256**
1
Sig. (2-tailed)
,006
Pearson Correlation
,085
,611**
Sig. (2-tailed)
,366
,000
Pearson Correlation
,205*
,543**
1
,649**
1
Sig. (2-tailed)
,029
,000
,000
Pearson Correlation
,254**
,539**
,635**
,461**
Sig. (2-tailed)
,006
,000
,000
,000
Pearson Correlation
,134
,578**
,774**
,720**
,549**
Sig. (2-tailed)
,155
,000
,000
,000
,000
1
**. Correlation is significant at the 0.01 level (2-tailed).
*. Correlation is significant at the 0.05 level (2-tailed).
Araştırma yapılan kurumdaki çatışma yönetim tarzları ile tükenmişlik arasındaki
ilişkiyi gösteren korelasyon analizine göre, ödün verme, hükmetme ve kaçınma
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
173
yoluyla çatışmanın çözülmesi ile tükenmişlik arasında pozitif yönlü orta düzeyde bir
ilişki mevcuttur. Çatışmanın karşılıklı anlaşma yerine bir tarafın kazanıp diğer tarafın
kaybettiği ödün verme ile çözme ya da tarafları güç ve otorite ile etkileyerek çatışmayı
çözme ve son olarak ta çatışmanın varlığını görmezden gelmeye dayalı kaçınma yöntemi
ile çözme eğilimi arttıkça tükenmişlikte artmaktadır. Bu tarz çözümler azaldıkça
tükenmişlikte azalmaktadır. Araştırmaya katılanların tükenmişliği üzerinde pozitif yönlü
orta düzeyde bir ilişkiye sahip olan ve çatışmanın etkin yönetilememesine neden olan
bu tarz çözüm yöntemlerinin tükenmişliğe neden olduğu için kurumda kullanılmaması
gerekliliği araştırmanın bir bulgusu olarak ortaya çıkmıştır.
Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Tükenmişlik Üzerindeki Etkisi
Tablo 5. Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Duyarsızlaşma Yolu İle Tükenme
Üzerindeki Etkisi
Standardize Edilmemiş
Model
1
Katsayılar
B
Std. Error
Standart katsayı
t
Anlamlılık
Beta
(Constant)
1,637
,539
3,040
,003
Ödün verme
,324
,188
,209
1,722
,088
Tümleştirme
-,425
,207
-,330
-2,051
,043
Hükmetme
,186
,146
,172
1,271
,206
Kaçınma
,399
,168
,287
2,369
,020
Uzlaştırma
-,104
,197
-,085
-,526
,600
F: 2,882, P:,018, R kare: 0,118, R: 0,343
a. Dependent Variable: duyarsızlaşma
Çatışma çözüm yollarının tükenmişliğe etkisini belirlemek üzere yapılan regresyon
analizine göre, çatışma çözüm yollarından tümleştirme ve kaçınma yöntemleri
duyarsızlaşma yolu ile tükenmeyi etkilemektedir. Bu etki kaçınma yönteminde pozitif
yönlü iken tümleştirme ile negatif yönlüdür. Yani tümleştirmeyi çatışma yönetiminde
kullanmak duyarsızlaşmayı düşürmekte iken kaçınma yöntemi tükenmişliği artırmaktadır.
Tablo 6. Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Düşük Kişisel Başarı Yolu İle Tükenme
174
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Üzerindeki Etkisi
Standardize Edilmemiş
Model
Katsayılar
1
Standardize
Katsayılar
t
Anlamlılık
5,406
,000
2,160
,033
,109
,699
,486
,096
-,073
-,561
,576
,001
,111
,001
,011
,992
,140
,130
,169
1,079
,283
B
Std. Error
Beta
(Constant)
1,922
,355
Ödün verme
,268
,124
,254
Tümleştirme
,096
,137
Hükmetme
-,054
Kaçınma
Uzlaştırma
F: 4,552, P:,001, R kare: 0,174, R: 0,417
a. Dependent Variable: düşük kişisel başarı
Yukarıdaki tabloya göre, ödün verme yöntemi ile çatışmaların çözülmesi düşük kişisel
başarıyı etkilemektedir. Kişiler çatışmada ödün verdiğinde düşük kişisel başarı hissi ile
tükenmeye doğru gitmektedirler.
Tablo 7. Çatışma Çözüm Yöntemlerinin Duygusal Tükenme Üzerindeki Etkisi
Standardize Edilmemiş
Model
Katsayılar
1
B
Std. Error
(Constant)
2,947
,447
Ödün verme
,108
,156
Tümleştirme
-,508
,172
Hükmetme
,292
Kaçınma
Uzlaştırma
Standardize
katsayılar
t
Anlamlılık
Beta
6,587
,000
,084
,695
,489
-,469
-2,948
,004
,121
,321
2,405
,018
,352
,140
,301
2,514
,013
-,117
,164
-,114
-,715
,476
F: 3,446, P:,006, R kare: 0,138, R: 0,371
a. Dependent Variable: duygusal tükenme
Çatışma çözümünde tümleştirmenin kullanılması duygusal tükenmeyi negatif yönlü
etkilerken, hükmetme ve kaçınma ile çatışmaların çözümlenmesi tükenmişliği pozitif
yönlü etkilemektedir. Yani tümleştirme duygusal tükenmeyi azaltırken, kaçınma ve
hükmetme duygusal tükenmeyi artırmaktadır.
Demografik Özellikler Açısından Tükenmişlik Yaşanmasındaki Farklılıklar
Yaş, eğitim, çalışma süresi açısından tükenmişlik farklılık göstermemekte. Cinsiyet
açısından ise tükenmişlik farklılık göstermektedir. Erkeklerin kadınlara oranla daha
fazla tükenmişlik yaşadıkları görülmektedir. Düşük kişisel başarı şeklinde ortaya çıkan
tükenmişlik en yüksek ortalamaya sahiptir. Duygusal tükenme ve duyarsızlaşma ise
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
175
kişisel başarıyı takip etmektedir. Bu üç boyutta da tükenme erkeklerde ortanın üstünde
seyrederken kadınlarda düşüğe yakın ortalamalarda seyretmektedir. Kadınların erkeklere
oranla tükenmişliği daha az yaşaması erkeklere oranla işi ikinci planda düşünmelerinden
veya sosyal paylaşım unsurundan erkeklere oranla daha fazla yararlanmalarından
kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca erkeklerin işlerini terk etme güçlüğü nedeni ile zorunlu
olarak işte kalmaya devam etmeleri
7. Sonuç
Tükenmişlik kavramı stres uzantılı bir sendrom olarak son yıllarda özellikle insan
kaynakları uzmanlarınca dikkatle ele alınan bir konu olmuştur. Tükenmişlik üzerinde
birçok unsurun etkisi vardır. Kişilikten çevre koşullarına kadar birçok etken az ya da
çok tükenmişliğe neden olmaktadır. Tükenmişliğin ortaya çıkması günümüz hızlı yaşam
koşullarında kaçınılmaz olarak görülmektedir. İş yükünün artması ve buna bağlı olarak
çalışanlardan daha fazla sorumluluk almalarının beklenmesi kişilerde tükenmişliğe
neden olmaktadır. Tükenmişlik organizasyondaki yönetimsel uygulamalardaki
adaletsizliklerden de kaynaklanmaktadır.
Özellikle kişiler arasındaki ayrımcılık tükenmişliği tetikleyen en önemli unsurdur.
Kurumsal anlamda tükenmişliğin ortaya çıkmasında ya da tükenmişlik ile mücadelede
yöneticilere büyük sorumluluklar düşmektedir.
Kurum içinde yaşanan çatışmaların ve bu çatışmaların çözüm yollarının da
tükenmişliğe neden olacağı varsayımına dayalı olarak yürütülen bu çalışmada, çatışma
çözüm yollarının tükenmişliği azaltma ya da artırma yönlü etkisinin olduğu görülmüştür.
Yöneticilerin seçtikleri çatışma çözüm yolları arasında kişilerin sorunlarının nedenini
bulmak ve ortadan kaldırmak yerine çatışan tarafları otorite kullanarak yatıştırma yolunu
seçmek tükenmişliğin artmasına neden olmaktadır. Ayrıca ödün verici çatışma çözümünü
tercih etmek çatışanlardan bir tarafın kazanmasına ve diğer tarafın kaybetmesine neden
olduğu için bastırılmış duygulara neden olmakta ve bu durumda tükenmişliği tetikleyici
bir etki yapmaktadır. Yine kaçınma şeklinde çatışmanın varlığını görmezden gelerek
çözümü erteleme ve çatışmayı yok sayma şeklinde bir çözüm yolu tercih edildiğinde
yine tükenmişlik artmaktadır. Bu üç yöntem yerine tümleştirme ve uzlaştırma şeklinde
çatışmaların çözümüne yaklaşıldığında tükenmişlik azalmaktadır. Birlik ruhunu
vurgulama ve ortak amaçlara yönelme şeklinde ve sadece bir tarafın değil her iki tarafında
kabul ettiği ve kazandığı bir uzlaşıyı sağlama tükenmişliği negatif yönde etkilemektedir.
Araştırmanın cevap aradığı temel soru olan çatışma çözüm yolarının tükenmişlik
üzerindeki etkisi araştırma bulgularında ortaya çıkan bir etki olmuştur. Ayrıca
tükenmişlik demografik özellikler açısından sadece cinsiyet açısından ortaya çıkmıştır.
Erkek çalışanların kadınlara oran ile daha fazla tükenmesi özellikle araştırma yapılan
Bingöl ilindeki alternatif iş olanaklarının olmaması nedeni ile kişilerin bu işyerinde
zorunlu olarak çalışmaları gösterilebilir. Ayrıca toplumumuzdaki erkeklerin çalışma
ve ekonomik getiri sağlama zorunluluğu şeklindeki rolleri nedeni ile işi daha fazla
önemsemeleri ve iş ortamındaki olumsuzluklardan daha fazla etkilenmeleridir. Kadın
176
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
çalışanlar işi geçici olarak düşünüp kolay iş bırakma eğilimi sergileyebilmektedirler. Yaş,
eğitim durumu, medeni durum ve çalışma süresi açısından kişiler arasında tükenmişliğin
farklılık göstermediği ve tüm gruplar için orta düzeyde tükenmişliğin olduğu araştırma
sonucunda ortaya çıkmıştır.
Bu çalışma Bingöl ilinde faaliyet gösteren bir GSM operatörünün çalışanlarına(müşteri
temsilcisi) yönelik olarak yapılmıştır. Araştırmanın yapıldığı il özellikle ekonomik
faaliyetlerin sınırlılığına ve iş olanaklarının azlığına sahip bir yerdir. İleride bu tür bir
çalışmanın iş olanaklarının daha bol olduğu bir bölgede yapılması ve iki çalışmanın
bulgularının karşılaştırılması önerilebilir. Ayrıca çatışma yönetim tarzlarının tükenmişliğe
etki ettiği bu çalışma ile ortaya konmuştur buradan yola çıkarak çatışma nedenlerinin
de tükenmişlik üzerindeki etkisinin araştırılması önerilebilir. Ayrıca araştırma yapılan
kuruma, çatışma yönetim tarzını seçerken çatışan tarafların isteklerine ve çatışma
konusuna göre farklı yöntemleri seçmeleri önerilebilir.
Özellikle yetenekli ve kendilerine üst amaçlar belirlemiş çalışanların olduğu kurumlarda
hükmetme tarzından uzak durulması önerilebilir. Ayrıca çatışmaları bastırmak yerine
çatışan tarafları dinlemek ve bu çatışmalardan öğrenme odaklı yaralanmakta araştırma
yapılan kuruma önerilebilir.
Kaynakça
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
177
1. Ardıç , K., Polatcı, S. Tükenmişlik Sendromu Akademisyenler Üzerinden Bir
Uygulama (GOÜ Örneği) , Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi 10 / 2. (2008)
2. Arı, G. S., Bal, E. C. Tükenmişlik Kavramı: Birey ve Örgütler Açısından Önemi,
Celal Bayar Üniversitesi İ.İ. B.F., Yonetim ve Ekonomi, 15/1, 131-148. (2008)
3. Arı, S. G., Bal, H., Bal, Ç. E. İşe Bağlılığın Tükenmişlik ve İşten Ayrılma Niyeti
İlişkisindeki Aracılık Etkisi, Yatırım Uzmanları Üzerinde Bir Araştırma, Süleyman
Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Sayı:3.
(2010)
4. Baykal,K., Kovancı, A. Yönetici Ve Astlar Arasındaki Anlaşmazlıkların Çözümüne
Yönelik Bir Araştırma, Havacılık VE Uzay Teknolojileri Dergisi , Cilt 3 Sayı
3.(2008)
5. Çaprı, B. Tükenmişlik Ölçeğinin Türkçe Uyarlaması: Geçerlik ve Güvenirlik
Çalışması, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, cilt 2, sayı 1,. 62-77.
(2006)
6. Demir, S. Rahim Organizatioanal Conflict Inventories Türkçe Geçerlik ve
Güvenirlik Çalışması, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. (2006)
7. Freudenberger, Herbert J. “Staff Burn-Out, Journal of Social Issues, Vol.30,
Number 1, 159-165. (1974)
8. Friesen,D., Sarros, J. C. Sources of Burnout Among Educators, Journal of
Organizational Behavior, 10 (2), April, 179-188. (1989)
9. Hoelscher DC, Comer RW. Conflict recognition- The case of the misdirected
faculty. Journal of Dental Education, 66(4): 526-532. (2002).
10. Huczynski, A. ve David A. Buchanan: Organizational Behaviour, Prentice Hall,
Second Edition, New York, s. 573-574. (1991),
11. İkiz, F. E. Psikolojik Danışmanların Tükenmişlik Düzeylerinin İncelenmesi, Ahi
Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 11 (2), 25-43 . (2010)
12. Kaçmaz, N. Tükenmişlik (Burnout) Sendromu ,İstanbul Üniversitesi İstanbul
Tıp Fakültesi Dergisi, Cilt.68, sayı:1,29-32. (2005)
13. Karakuş, M. ve Çankaya, İ.H. Okul Yöneticilerinin Kişilik Özelliklerinin
178
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Çatışma Çözme Stratejileri Üzerindeki Etkisi (The Influence of School
Managers’ Personality Traits on Their Conflict Resolution Strategies), Adıyaman
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Vol: 2, No: 3, pp. 111-118. (2010)
14. Karip E. Çatışma Yönetimi, Pegem Yayıncılık, Ankara. (2000).
15. Keçecioğlu, T. Örgütlerde Çatışma ve Yönetimi. Mercek Dergisi. 14. (1999)
16. Koçel, T. İşletme Yöneticiliği; Yönetim ve Organizasyon, Organizasyonlarda
Davranışı, Klasik-Modern-Çağdaş Yaklaşımlar, Beta Basım Yayım İstanbul.
(1999)
17. Köse, S. & Gülova, A.A. Tükenmişlik (Burnout): Türkiye’deki Genel Cerrahlara
Yönelik Bir Araştırma. 14. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler
Kitabı, 25-27 Mayıs, Erzurum. (2006).
18. Maslach, C., Jackson, S. E. Themeasurement of experienced Burnout. J. O.
Occupational Behavior, 2, 99-113. (1981).
19. Mckenna, S. The Business Impact of Management Attitudes Towards Dealing
with Conflict: A Cross-Cultural Assessment. Journal of Managerial Psychology.
10 (7). (1995).
20. Otacıoğlu, S.G. Müzik Öğretmenlerinde Tükenmişlik Sendromu Ve Etkileyen
Faktörler İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt: 9 Sayı: 15 s:103–116.
(2008)
21. Ören, N.Türkoğlu, H. Öğretmen Adaylarında Tükenmişlik, Muğla Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16 (2006).
22. Öztaş U., Akın, O. Örgütsel Çatışma Yönetiminde Cinsiyet Farklılıkları: Antalya
Serbest Bölgesinde Bir Araştırma,Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi,C.
1, S. 1. (2009)
23. Rahim, M. A., Magner, R. N. ve Shapiro, L. D. Do Justice Perceptions Influence
Styles of Handling Conflict With Supervisors?: What Justice Perceptions,
Precisely?. The International Journal of Conflict Management. 11 (1) (2000)
24. Robbins, S. P. & Judge, T. A. Organizational Behavior. Pearson Prentice Hall,
New Jersey, 513. (2007)
25. Robbins, S. P. Essentials of Organizational Behavior. (Seventh Edition). New
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
179
Jersey: Prentice Hall Inc, (2003)
26. Sat, S. Örgütsel ve Bireysel Özellikler Açısından İş Doyumu ile Tükenmişlik
Düzeyi Arasındaki İlişki: Alanya’da Banka Çalışanları Üzerinde Bir İnceleme
Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme
Ana Bilim Dalı, Adana, 28-93. (2011)
27. Silah, M. Endüstride Çalışma Psikolojisi, Seçkin Yayıncılık, 2. Baskı, Eskişehir.
(2005)
28. Sökmen, A., Yazıcıoğlu, İ.Thomas Modeli Kapsamında Yöneticilerin Çatışma
Yönetimi Stilleri Ve Tekstil İşletmelerinde Bir Alan Araştırması Ticaret ve Turizm
Egitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, 1-19. (2005)
29. Tekkanat, D.İlköğretim Okulu Yöneticilerinin Çatışma Yönetiminde Kullandıkları
İletişim Tarzlarına İlişkin Öğretmen Algıları (Edirne İli Örneği). (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). Sakarya: Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
(2009)
30. Torun, A. Stres ve Tükenmişlik, Endüstri ve Örgüt Psikolojisi içinde, Ed.Suna
Tevrüz, 2.Baskı, Türk Psikologlar Derneği ve Kalite Derneği Ortak Yayını,
İstanbul, 43- 53. (1997)
31. Tuğrul, B., Çelik, E. Normal Çocuklarla Çalışan Anaokulu Öğretmenlerinde
Tükenmişlik, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 12. (2002)
32. Yürür, S., Sarıkaya, M. Sosyal Çalışmacıların Sosyal Destek Algılarının
Tükenmişliğe Etkisi, Ege Akademik Bakış, 11-4 ss. 537-555. (2011)
180
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
181
182
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
SOSYAL MEDYADA DAMGALAMA: NİHAT DOĞAN ÖRNEĞİ
Nurgül SOYDAŞ1
Turgay YAVAŞ2
Özet
İnternet, kişilerin duygu, düşünce ve deneyimlerini paylaştığı, bilgi edinmek,
öğrenmek, araştırmak, eğlenmek amacıyla kullandıkları bir araçtır. Öyle ki sosyal medya
günümüz iletişim araçlarından en önemlisi olma yolunda hızla ilerlemektedir. Sosyal
medya ise internetin en çekici uygulamaları haline bürünmektedir. Sosyal medya sadece
bilgi, duygu, düşünce ve deneyimlerin paylaşıldığı alan haricinde bir tavır alma mecrası
haline de bürünmüştür.
Psikolojik damgalama (stigmatizasyon), kişinin içinde yaşadığı toplumun “normal”
saydığı ölçülerin dışında sayılması nedeniyle, toplumu oluşturan diğer bireyler
tarafından, kişiye saygınlığını azaltıcı olması halidir. Sosyal medya üzerinden yaşanan
deneyimlerini paylaşan insan bu tavır alma halini bir sosyal medya damgalaması şeklinde
ifade etmekte, bunu yapan kişiye toplumca tavır alınması, onların toplum dışına kadar
itilmesi sürecine kadar götürmektedir.
Bu çalışmada konu ile ilgili yapılacak literatür taramasının ardından kavramlar
tartışmaya açılacak ve sosyal medyada damgalama Nihat Doğan örneği ile ilgili bir alan
araştırmasına yer verilerek değerlendirme yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: “Sosyal Medya”, “Damgalama”, “ İletişim”.
1 Öğr.Gör.Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Halkla İlişkiler Bölümü,[email protected].
tr
2 Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo-Sinema-Televizyon Bölümü,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
183
WATERMARKING SOCIAL MEDIA: NIHAT DOĞAN EXAMPLE
Abstract
Internet, feelings of the people, sharing their thoughts and experiences that, to learn,
learn, investigate, is a tool they use to have fun. So much so that social media is rapidly
becoming the most important of today’s communication tools. Social media is morphing
into the most attractive applications of the Internet. Social media information only,
emotion is wrapped in a manner taking into channels other than space to share ideas and
experiences.
Psychological stamping (stigmatization), the communities where people live in
“normal” because the numbers that count than the measure by other individuals within
a society that is already reducing people to dignity. Experienced people who share their
experiences through social media to express this attitude take the form of a social media
version of the stigma, people who take this attitude by society, leads process to be pushed
up out of their community.
This work will be done in the following concept of literature on the subject will be
discussed and will be given a place in the field of research evaluation related stigmatization
Nihat Dogan example in social media.
Keywords: “Social Media”, “Branding”, “Contact”.
184
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sosyal Medya Kavramı Ve Damgalama
Giriş
Küçük iletişim aletleri ile büyük mesaj gönderimi devri başladığından beri yapılan
çalışma ve uygulamalar daha renkli hale gelmiştir. Zira uygulayıcılar için bu araçlar
ve sundukları imkanlarının sınırlılıkları sadece uygulayıcıların düşüncelerinin
sınırlılıklarından ibarettir. Artık ATM’ler gibi her sokak başında nasıl para çekme
imkanımız varsa şimdi de sokakta da internet erişim imkanına sahip olduğumuz bir
ürünle sosyal hayatımızı paylaşmaktayız ( Sarı, 13).
Sosyal medya sosyal hayatımızı paylaşmamız konusunda büyük bir ivme kazanırken,
bu vasıtayla zihinlerde oluşturmak istediğimiz algıyı şekillendirmemize yardımcı bir
araç haline de bürünmüştür. Sayısız imkan ve sağladığı faydalarının tartışmasız olarak
çok olduğu bu platform, tehlikelerini de beraberinde getirmektedir.
Öyle ki doğru yönetilemeyen bir sosyal medya algısı birçok felaketin de habercisi
olabilmektedir. İtibar kaybı, yalnızlaşma, damgalama bunlardan yalnızca birkaç tanesidir.
Bu çalışmada da sosyal medya ve damgalama teoremine bakış açısı geliştirilmeye
çalışılmıştır.
1. Sosyal Medya Kavramı
Roberts ve Kraynak, sosyal medyayı, basitçe işbirlikçi, kullanıcı yaratımlı online
içerik olarak ifade etmektedir (Roberts ve Kraynak,2008 ) . Blossom sosyal medyayı,
her bireyin diğer birey gruplarını kolaylıkla etkilemesini olanaklı kılan yüksek derecede
ölçeklenebilir ve erişilebilir iletişim teknolojileri ya da teknikleri olarak tanımlamaktadır
(Blossom, 2009).
Sosyal medya, kullanıcılara enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkânı
tanıyarak karşılıklı etkileşim yaratan çevrimiçi araçlar ve web siteleri için ortak kullanılan
bir tanımdır. İsimden de anlaşılacağı gibi sosyal medya katılımı ve ilgili olmayı teşvik
ederek topluluk ve ağ oluşturmaya aracılık etmektedir( Sayımer, s.123).
Sosyal medya, web siteleri, bloglar, postcast, mesaj panoları, içerik paylaşım siteleri
ve çok yaygın bir şekilde kullanılmakta olan sosyal ağ siteleri ile kullanıcıların dikkatini
çekmektedir. Kısaca sosyal medya yalnızlıklarını gidermek, farklılık yaratmak, ben
de olmak istiyorum diyen bireylerin ya da kurumların seslerini duyurmak istedikleri
platformları oluşturmaktadır (Aydoğan ve Akyüz, 2010, s.61).
Daha genel ve sade bir tanımla ise, sosyal medya, sosyalleşmek, diğer kişilerle
iletişimde bulunmak, tanıdıkların amaç, yaşam ve hedefleri gibi detayları birbirleriyle
paylaştığı anlık gelişmelerle aktarımların birçok kişi tarafınca bilinmesini sağlayan bir
iletişim ağıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
185
Sosyal Medya takip edilmeyi ve takip etmeyi, kısacası münferit platformda izlenilebilir
olmayı getirir. Sosyal Medya kişilere birbirlerinin hayatlarındaki en son gelişmeleri haber
veren bir habercidir (Özbal, 2011). En önemli insani vasıflardan biri olan sosyalleşme
olgusu, sosyal medya sayesinde yeni boyutlar kazanmış; kullanıcılarına getirdiği
özgürlük ve zaman-mekan kavramlarına getirdiği yenilikle vazgeçilmez olmuştur(
Adıgüzel, 2012, 3).
Web 2.0’ın ve sosyal medyanın belirlediği zamanın ruhu, insanların kendileri
hakkında daha önce hiç duymadığı kadar çok bilgiyi, daha önce hiç olmadığı kadar çok
sayıda insanla anında paylaşmanın insanlar için vazgeçilmez bir ihtiyaca dönüşmesiyle
mahremiyet anlayışında büyük bir kırılma yaşanmıştır.
Aşağıda sosyal medyanın bazı özellikleri sıralanmıştır:
•
Sosyal medya farklı türlerde (yazı, görüntü, video, ses, vb.) içeriğin son derece
kolay paylaşıldığı teknolojik bir ortamdır.
•
Sosyal medya klasik iletişim modellerinde anlatılan, kaynak ve alıcı kavramlarını
iki yönlü hale getiren uygulamalardır. Yani sosyal medyada yer alan herkes ileti
alışverişinde bulunabilir.
•
Sosyal medya, kurumların müşteriyle, paydaşlarıyla ve çalışanlarıyla en hızlı ve
etkin şekilde etkileşime geçebildiği bir ortamdır.
Günümüz sosyal medya araçlarını sınıflayacak olursak (Mangold ve Faulds, 2009, 52);
•
Sosyal ağ siteleri ( My Space, Facebook, Faceparty)
•
Yaratıcı Şeyler Paylaşma Siteleri:
•
Video paylaşım siteleri (Youtube)
•
Resim paylaşım siteleri ( Flicker)
•
Müzik paylaşım siteleri( Jamendo.com)
•
Destekle birleştirilmiş içerik paylaşımı (Piczo. com)
•
Genel entelektüel sermaye paylaşım siteleri ( Creative Commons)
•
Kullanıcı sponsorlu bloglar ( Resmi Apple Blogu, Cnet.com)
•
Şirket sponsorlu web siteleri/bloglar ( Apple.com, P&G’nin Vocalpoint’i)
186
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
•
Şirket sponsorlu haklı neden/yardım siteleri ( Dove’un Gerçek Güzellik (Real
Beauty) kampanyası, click2quit.com)
•
Davet Çağrılı sosyal ağlar ( AsmallWorld.net)
•
İş ağ siteleri (Linked In)
•
İşbirliği web siteleri (Wikipedia)
•
Sanal dünyalar (Second Life)
•
Ticari topluluklar ( eBay, Amazon.com, Craig’s List, iStockphoto)
•
Podcastlar (“For Ommediate Release: The Hobson and Holtz Report)
•
Eğitim materyallerini paylaşma ( Mozilla’nın spreadfirefox.com, Linux.org)
•
Kullanıcıların online haber, hikaye, müzik, video v.b. gibi öneriler yapmasını
imkanlı kılan sosyal işaretleme siteleri (Digg,del.icio.us, Newsvine)
Bütün bu sosyal medya özellikleri ve sosyal medya araçlarına baktığımızda; sosyal
medya, insanların bireysel olarak diğer kişi ve gruplarla iletişim kurmasını olanaklı
kılan bir hale bürünmektedir. Akranlar arası bir ortam olan sosyal medyada gerçekleşen
iletişimler, birden çoğa ya da çoktan çoğa olabilmekte ve sosyal medyanın gerçek etki
alanını önceden bilmek mümkün olmayabilmektedir (Akar, 2010a:18). Günümüzde
sosyal medya sayesinde bireyler kendi düşüncelerini, bakış açılarını yayınlama ve
bunu küresel ölçekte deneyimleme fırsatı bulmuşlardır. Sosyal medya, bireyleri yeni
etkileyiciler olma yönünde cesaretlendirmektedir (Solis ve Breakenridge, 2009, 12).
Sosyal medyanın anahtar unsuru, bireylerin bu medyada kullanım kontrolüne sahip
olmalarıdır. Daha da ötesi, insanlar sosyal medyayı çok az ya da sıfır maliyetle ve
büyük bir kolaylıkla kullanabilmektedirler. Dolayısıyla sosyal medya, büyük ölçekte
bakıldığında coğrafik bariyerlerin ötesine geçen bir iletişim ve işbirliğini mümkün
kılmasıyla çok güçlü bir demokratikleşme gücü olarak de ele alınabilir (Lai ve Turban,
2008,389). Sosyal medya, sürekli güncellenebilmesi, çoklu kullanıma açık olması,
sanal paylaşıma olanak tanıması gibi açılardan en ideal mecralardan biri olarak kendini
göstermektedir. İnsanlar sosyal medyada günlük düşüncelerini yazmakta, bu düşünceler
üzerine tartışabilmekte ve yeni fikirler ortaya koyabilmektedirler. Ayrıca kişisel
bilgilerin yanında çeşitli fotoğraflar, videolar paylaşabilmekte, iş arayabilmekte ve hatta
bulabilmekte ayrıca sıkılmadan gerçek dünyayı sanal ortamda yaşayabilmektedirler. Bu
durum gün geçtikçe tüm dikkatlerin bu alana yönelmesine sebep olmakta ve yenilenen
sanal dünyaya yeni bir kavramsal çerçeve çizmektedir (Vural ve Bat, 2010, 3349).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
187
2. Damgalama Kavramı
Psikolojik damgalama (stigmatizasyon), kişinin içinde yaşadığı toplumun “normal”
saydığı ölçülerin dışında sayılması nedeniyle, toplumu oluşturan diğer bireyler
tarafından, kişiye saygınlığını azaltıcı bir atıfta bulunulmasıdır. Bu konudaki ilk
araştırmaları yapanlardan biri olan Goffman stigmayı ‘daha az değer verme davranışı,
bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir ve neredeyse insan gibi idrak edilmemesi’
olarak tarif etmiştir (Soygür ve Özalp, 2005, 74-80). Damgalama, bazılarına karşı
toplumun tavır alması, onları toplumdan dışlamasına kadar giden davranışlar bütünüdür
(Kocabaşoğlu ve Aliustaoğlu, 2003, 190-192).
Damgalama teorisi Amerika’da 1960’lı yıllarda yaygın olmaya başlamıştır. 1938
yılında Frank Tannnbaum, ‘Kötülüğün Tiyatrosu’ (Dramatization of Evil) adlı makalesi
ile damgalama teorisinin kurucusu olarak gösterilmiştir. Tannebaum’e göre, kişinin
tutuklanması ve yargılamaya tabi tutulması bir kamusal tanıma işlemidir ve tutuklulardan
bir kimseye etiket yapıştırılması toplum tarafından o kimsenin suçlu olduğunu göstermeye
yarayan bir işarettir. Sembolik olarak ifadelendirildiğinde, kişi toplumdaki normallerden
soyutlanır ve şu şekilde markalanır: ‘bir kere hırsız her zaman hırsızdır’, ‘bir kere suçlu,
her zaman suçludur’ (Wickman ve Whitten a.Dursun, 309).
Goffman (1963), damgalamaya ilişkin bir tipoloji kurmuştur. Bu tipolojide damga
üç türde karşımıza çıkmaktadır. “Bedensel tiksinti/iğrenme”, “bireysel karakterin
kusurları” ve “ kabilesel damgalama”. Bunlardan ilki, fiziksel görünüşe yönelik olumsuz
yüklemeleri; ikincisi, kişisel karaktere yönelik olumsuz yüklemeleri; üçüncüsü ise, belirli
ırksal, dinsel özelliklere sahip bir topluluğa yönelik olumsuz yüklemeleri içermektedir.
Kısaca Goffman’a göre damgalama, belirli bir sosyal etkileşim içinde itibarı sarsıcı
yüklemelere işaret etmektedir.
Becker, davranış sapmalarını da işaret ederek; davranış sapmalarının özel olarak sosyal
durumdan kaynaklandığını belirterek göreceli bir politik çelişki modeli ile davranış
sapmalarını izah etmiştir. Toplum kurallarının damgalayanlar tarafında damgalananlara
karşı sınıf, meslek, cinsiyet ve yaşa göre farklı bir şekilde uygulandığı fikrindedir
(Wickman ve Whitten, 191).
Birey ya da toplum kendisini ürküten, rahatsız eden bir durumla karşılaştığında
sıklıkla onu kendisinden dışlayıp yabancılaştırma yoluna gider. Bu da ayrımcılığın
başlangıcıdır. Toplum açısından düzeni bozan, huzursuzluk yaratan ve toplumsal yaşantı
için tekin olmayan kişiler damgalanıp toplum dışına itilirler(BG, EL, vd., 2002, 201) ve
de damgalamaya maruz kalan kişiler bu durumdan dolayı yanlış anlaşılmış, farklı ya da
utanmış hissedebilir. Damgalama eninde sonunda damgalayanlarla sosyal etkileşimlerde
zorlanmalara yol açar ve rahatsız eder. Bu süreç yaşam kalitesinden ödün verme, düşük
benlik saygısı, depresif semptomlar, işsizlik ve gelir kaybı, sosyal çevrede daha fazla
daralma ile sonuçlanır (Taşkın, 2007, 17-30.)
188
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3. Sosyal Medya ve Damgalama
İletişim teknolojileri ve ulaşım araçlarının gelişmesiyle küreselleşmenin önündeki
engellerin ortadan kalktığını ifade eden David Harvey’e göre; zaman ve mekan
kavramlarının önemini yitirmesiyle, iletişim anlık olarak gerçekleşmektedir. Bu durum
zaman sıkışmasına neden olurken; bireylerin çevreleriyle dünyayla kurdukları iletişim,
teknolojiciyle aracılanmış bir iletişim biçimine dönüşmektedir. Ancak, modern yaşam,
her ne kadar bireysel ve toplumsal arasında daha fazla iletişime yol açsa da; ileri
teknoloji, hızlı toplumsal ve kültürel değişimler, gerçek dünyanın sanal alana kayması
gibi etkenler, bireylerin uyum mekanizmalarını bozmakta ve bireylerin topluma ve kendi
doğalarına uyumsuz hale gelerek sadece bireysel çıkarları doğrultusunda hareket etmeye
başlamalarına neden olmaktadır (Karagülle ve Çaycı, 2014, 1) ve bu süreçte sosyal
medya bütün bunların oluşumunda birincil rol oynamaktadır.
Sonuçta bireyler sosyal medyada, kimlik temsili, performans sergilemek, profil
oluşturmak, gözetlemek, gözetlenmek, teşhir etmek, sanal bedenler oluşturmak,
örgütlenmek, sanal uzlamda eylem/kampanya yapmak hatta çevrim dışı gündelik
yaşama taşımak gibi niyetler oluşturmaktadırlar( Toprak v.d., 2009). Bu niyetlerin
yanı sıra sosyal medya kişiler birbirleriyle etkileşimde bulunarak, yeni bilgi edinim ve
aktarımı sürecinde birbirleri hakkında fikir sahibi olabilmektedirler. Öyle ki, bireyler
kendi kimliklerini inşa edebilmekte, sosyalleşme olgusunu, imaj oluşturma ve itibar
yönetme arzularını da bu mecra aracılığıyla yaşamaktadırlar. Diğer insanların zihninde
kendileri hakkında fikir oluşturmak, bu fikre diğer insanları inandırmak ve de bunun
devamını arzu edebilmektedirler. Bireyler bu durumda, farklı kimlik sunum taktikleri
geliştirerek sadece diğer bireylerin kendi kimliğine ilişkin izlenimlerini yönetmemekte
aynı zamanda diğer bireylere ilişkin kendi davranış örüntülerini biçimlendirme olanağı
elde etmektedirler( Wayne ve Linden, 1995,260).
Sosyal medya aracılığıyla; birey fikir, duygu, düşünce, deneyimlerini, görüş ve
eleştirilerin paylaşırken ‘kendisi gibi olmayanların’ eleştiri ve davranış biçimlerine maruz
kalabilmektedirler. Öyle ki, sosyal medyada damgalama diye nitelendirebileceğimiz, bir
davranış örüntüsü meydana gelebilmektedir. Bu çalışmada da iletişimin hızlı bir şekilde
gerçekleşmesini sağlayan, etkili-çift yönlü etkileşimi sağlayan bir iletişim ortamı olan
sosyal medya araçlarından ‘ twitter’ üzerinden gidilerek sosyal medyada damgalama
açıklanmaya çalışılmaktadır. Çünkü, twitter bir mikro-bloggingdir. Kullanıcıları en fazla
140 karakter yazma imkânı tanımaktadır. Twitter cep telefonlarına sms le gönderilip, cep
telefonundan sms ile mesaj alabilen bir servistir.
Grup içinde yer alan kullanıcılar o anda birbirlerinin nerede, ne yaptığından haberdar
olabilir (Güçdemir, 2010, s.33).
Twitter’ın hayatımıza dâhil olması ile birlikte kısa ve anlık gelişmelerin paylaşımı da
günlük alışkanlıklarımız arasındaki yerini almaya başladı.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
189
Eğer hedef kitleniz tarafından takip edilebilir güncellikte ürün, hizmet ve şirket
bilgilerinizi Twitter.com aracılığı ile güncel tutmayı başarabilirseniz o zaman bu
size itibar ile birlikte güven kazandıracak ayrıca büyük kampanyalara gereksinim
duymaksızın yeniliklerden tüketici kitlenizi haberdar edebileceksiniz demektir (Özbal,
2011). Çalışmanın temeli de twitterin aslında imaj oluşturma, kimlik inşası ve itibar
yaratmada etkisinin yadsınamayacağı ve önemli bir mecra olduğunu ispat etmeye
yöneliktir.
4. Araştırmanın Amacı
Bu araştırma ile sosyal medya ve damgalama kullanımının ölçümlenmesi, bu alana
yönelik eğilimlerinin ve davranışlarını tespit etmek amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın uygulama kısmına örnek olarak Nihat Doğan’ın Özge Can Aslan
cinayetiyle sosyal medya araçlarından biri olan twitterde yapmış olduğu paylaşım ve
neticeleri örneklem seçilmiştir.
4.1. Araştırmanın Veri Toplama Yöntemi ve Aracı
Araştırmada Nihat Doğan’ın Özge Can Aslan cinayeti ile ilgili atmış olduğu tweet
ve sonuçlarının incelenmesi sürecinde içerik çözümlemesi kullanılmıştır. İçerik
çözümlemesi yöntemi, Berelson’un ifadesiyle; iletişimin görünen içeriğinin nesnel,
sistematik ve nicel yollardan betimlenmesidir (Bilgin, 2006, 2).
4.2. Kapsam ve Sınırlılıklar
Çalışma kapsamında incelenen olayın sosyal medyadaki etkileri incelenmekle birlikte,
konunun sosyal medyada yer alması ve ciddi tepkiler doğurmasıyla geleneksel medyada
da olaya kısmen de olsa yer verilmesi göz ardı edilmemesi gereken önemli bir konudur.
Nihat Doğan’ın 15 Şubat 2015 tarihinde kendi sosyal medya hesabından (twitter) “Siz
de mini etek giyip, taciz edildiğinizde bas bas bağırmayacaksınız” şeklinde yaptığı
paylaşım, konunun geniş kitlelere yayılmasına ve sosyal medyada önemli tepkiler
doğurmasına neden olmuştur.
Araştırmada değerlendirme kapsamına alınan veriler, arama portalları üzerinden
ulaşılarak oluşturulmuştur. Google arama motorunda 18 Haziran 2015 tarihinde “Nihat
Doğan Özgecan Aslan ” parametrelerinin girilmesiyle elde edilen verilerin incelenmesiyle
oluşturulmuştur. Bu bulgular ilgili tarih ve parametre kapsamında değerlendirilmelidir.
Başka bir tarihte yapılacak aramada ilgili sayfaların kaldırılması, sitelerin kapanması gibi
nedenlerden (Twitterde paylaşımı yaptıktan sonra, tweeti silmesi) ötürü bazı sonuçlar
paylaşım için ulaşılamayacağı gibi; ifade edilen parametreler nedeniyle bir kısım içeriğin
de yorumlama dışında tutulması gibi bir olasılığı da bulunmaktadır.
190
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Yapılan paylaşımın sanatçının aleyhine durumlar oluşturması büyük tepkiler toplaması
ve sosyal medyada damgalamaya somut bir örnek oluşturması bakımından Twitter
isimli sosyal medya aracı araştırma kapsamında değerlendirilmiştir; fakat ilgili aracın,
çalışmada en büyük kısıtını da geçmişe dair verilerin birçoğunun kayıtlı tutulamaması
ve sanatçının da kendi aleyhine sonuçlar doğuran paylaşımı silmiş olması oluşturmuştur.
4.3. Bulgular ve Değerlendirme
Bu çalışmada, ifade edildiği üzere Google arama motoruna “Nihat Doğan Özgecan
Aslan” kelimeleri yazılmak suretiyle yapılan arama sonucunda listelenen 37 sayfada
toplam 360 adet haber içeriği tasniflenmiş ve çalışma kapsamında, çalışma evrenini
oluşturan 150 adet haber içerik analizine tabi tutulmuştur.
Tablo 1. Sosyal Medya İçerik Analizi
Yorumlar
Twitter
350000
Uludağ sözlük
11
Ekşi Sözlük
10
Tablo 2. Geleneksel Medya İçerik Analizi
Kanallar
Tarih
SHOW TV
15.02.2015
HALK TV
15.02.2015
BEYAZ TV
16.02.2015
SAMANYOLU TV
19.03.2015
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
191
Tablo 3. İnternet Haberleri İçerik Analizi
Tarih
Haber Sayısı
İzlenme Sayısı
14.02.2015
1800
-
15.02.2015
1800
-
16.02.2015
1780
-
17.02.2015
1740
-
Olay 15.02.2015 tarihi akşamında sosyal medya üzerinden yayılmıştır ve insanlar
tarafından dikkat çekerek büyük etki yaratmıştır. 15.02.2015- 18.02.2015 tarihleri
kapsamında ekşi sözlükte, Uludağ sözlükte, twitterda,internet haber portallarında
etkisini sürdürmeye devam ederken, gazete manşetlerinde ilgili tarihler arasında sadece
7 gazetenin konuya yer verdiği belirtilmiştir.
Olayın televizyon görüntüleri incelendiğinde ise, 2 gün geçtikten sonra yayınladığı,
1 hafta sonra yayınlandığı tespit edilmiştir. Ayrıca haberle ilgili gelişmeler internet
üzerinden sürekli aktarılırken, geleneksel medyada böyle bir bulguya rastlanmamıştır.
Bu bulgular doğrultusunda sosyal medyada olay yaratan ve geniş kitlelere ulaşan olaya
geleneksel medyada yeteri kadar yer verilmemiştir.
Sosyal medyada patlak veren olay, çok kısa sürede geniş kitlelere ulaşmış, toplumsal
tepki “sosyal tepki” olarak sosyal medya aracılığıyla gösterilmiş, girilen yorumlar,
yapılan paylaşımlar sosyal medyada damgalamada somut ve canlı örnek sayılabilecek
Nihat Doğan’ı literatüre dahil etmiş, literatürde yer verilen tanımlamalarda ‘nerdeyse
insan gibi görülmeme durumu” nu bizzat yaşamış
“… Sen insan olamazsın, böyle bir paylaşımda bulunan kişi, toplumda barınmamalıdır..”
şeklinde olumsuz etiketlemeler ile damgalamayı destekleyici nitelikli paylaşımların
yanı sıra aleyhine başlatılan kampanyalar da araştırmayı destekler niteliktedir.
Sosyal medya üzerinden başlatılan dahil olduğu gruplardan ve o dönemde katılmak
üzere olduğu yarışma programından ihracının istenmesi, tamamen yalnızlığa itilmesi,
toplumdan ve toplumun gözünün önünden uzaklaştırılmasının talep edilmesi, dahil
olduğu grup ve üyesi olduğu birliklerden de soyutlanmasının istenmesi sadece birkaç
örnektir.
192
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Öyle ki, paylaşımların etkisiyle, Acun Ilıcalı tarafından Survivor takımından
çıkartılması, üyesi olduğu Galatasaray Spor Kulubü’nden oy birliği ile ihraç edilmesi,
menajerinin kendisiyle yollarını ayırması ve de en nihayetinde ünlü kişiliğine yönelik
aldığı olumsuz eleştirilerde doğrudan hedef gösterilmesi doğrudan araştırmanın ileri
sürdüğü görüşleri destekler niteliktedir.
Sonuç
Doğru ve etkili iletişim günümüz dünyasının olmazsa olmaz kavramlarından
birisi haline gelmiştir. Artık başarılar ve başarısızlıklar iletişim ve iletişimsizlikle
ilişkilendirilmektedir. Büyük başkanlık seçimlerinde, hükümetleri ezip geçen halk
devrimlerinde, büyük ve güçlü markaların bir gün içerisinde piyasadan silinmesinde en
büyük etkenin etkili iletişim olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
İletişim kavramının giderek önem kazanan, incelenen ve tartışılan bir konu olmasında
sosyal medyanın rolü büyüktür. Yeni iletişim teknolojileriyle iletişimin göz bebeği haline
gelen sosyal medya, internet ortamının sadece bilgilenmek için değil, iletişime geçmek
için de kullanılmasını mümkün kılmaktadır (Adıgüzel).
Özellikle günümüzde, “Teknoloji insanlığın bir uzantısı olmaktan çıkmış; insan
teknolojinin bir uzantısı haline gelmiştir”( Bookchin,1996). Bütün bu değişim ve
gelişim süreci teknolojinin doğasını değiştirip sosyal medyanın hayatımızdaki etkisini
de farkedilir ölçüde arttırmıştır. Öyle ki kullanıcılar gündelik hayatlarında da zamanının
çoğunu sosyal medya platformlarında geçirirken çok da dillendiremedikleri duygu,
düşünce ve görüşlerini bu platformla ifade edebilmektedirler.
İnsanlar artık haberleri sosyal medya platformlarından almakta ve aldıkları haberleri
yine aynı kanallar aracılığıyla dağıtmaktalar. Sosyal medya, insanların internet
ortamındaki rollerin pasif kullanıcı konumundan aktif üretici konumuna geçişini de
simgelemektedir.
Bu geçiş sosyal medyanın geribildirim döngüsünü de gündeme getirmektedir. Öyle
ki, paylaşımda bulunan kişi görüşleri, fikirleri, duygu, deneyim ve paylaşımları ile
taraftar toplayabilirken aleyhine durumlar da oluşabilmektedirler. Öyle ki kimlik inşası,
imaj oluşturma, itibar yönetme konusunda ağırlığı yadsınmayacak bir güç olan sosyal
medya aleyhi durumlarda da “damgalama” ile en ağır tahribatlara neden olacak sonuçlar
doğurabilmektedir.
O yüzden sosyal medya, gücü azımsanmayacak, doğru kullanıldığında etkin bir kanal,
doğru ve neredeyse ücretsiz itibar yaratma “sanal gönüllü elçiler yaratma” platformu;
kullanılamadığında ise en büyük “ zehirli sarmaşık” haline bürünebilen kişinin kendi
kendini yok etmeye yarayan bir damgalama aracı olabilmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
193
Kaynakça
1. Adıgüzel, İbrahim. Sosyal Medyanın Müşteri Memnuniyetine Etkisi, 2012, 3.
2. Akar, E. (2010), Sosyal Medya Pazarlaması, Sosyal Webde Pazarlama Stratejileri,
Efil : Ankara
3. Akar, Erkan. Sosyal Medya Pazarlaması, Ankara, 2010.
4. Aydoğan, Filiz ve Ayşen Akyüz. İkinci Medya Çağında İnternet, İstanbul: Alfa
Yayınları, 2010
5. Bilgin, N. (2006). Sosyal Bilimlerde İçerik Analizi. Ankara: Siyasal Kitabevi..
6. Bookchin, M. (1996). Ekolojik Bir Topluma Doğru. Abdullah Yılmaz (Çev.).
İstanbul: Ayrıntı Yayımları.
7. Dursun, Hasan. Damgalama Teorisi ve Suç.Türkiye Barolar Birliği Dergisi,
1997/3-4.
8. Goffman E (1963) Stigma: the management of spoiled identity.Harmondsworth:
Penguin. s. 168.
9. Güçdemir, Yeşim. Sanal Ortamda İletişim, 1. Baskı, İstanbul: Derin Yayıncılık,
2010.
10. Karagülle, Ayşe Elif., Çaycı, Berk. Ağ Toplumunda Sosyalleşme ve Yabancılaşma
The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication - TOJDAC January
2014 Volume 4 Issue 1
11. Kocabaşoğlu,N. Ve Aliustaoğlu, S. (2003)“Stigmatizasyon”. Yeni Sempozyum
Dergisi. S. 41 (4). ss. 190-192
12. Link BG, Struening EL, Neese-Todd S, Asmussen S, et al. On describing and
seeking to change the experience of stigma. Psychiatric Rehabilitation Skills
2002;6:201-31.
13. Mangold, W.G. ve D.J.Faulds (2009), Socail Media: The New Hybrid Element of
The Promotion Mix, Business Horizons 52.
14. Roberts, R.R. ve J.Kraynak (2008), Walk Like a Giant, Sell Like a Madman,
15. 12. Blossom,J. (2009), Content Nation-Surviving and Thriving as Social Media
Changes Our Work, Our Lives and Our Future, Wiley Publishing, Inc. : Indiana
194
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
16. Sarı, Hasan. Sosyal Medya ve Uygulamalarının Online Halkla İlişkiler Açısından
Değerlendirilmesi.
17. Sayımer, İdil. Sanal Ortamda Halkla İlişkiler, İstanbul: Beta Yayınları, 2008.
18. Soygür, H. ve Özalp, E. (2005). “ Şizofreni ve Damgalanma Sorunu”. Turkiye
Klinikleri J Int Med Sci Dergisi. S.1(12). ss: 74-80
19. Taşkın EO. Ruhsal Hastalıklarda Damgalama ve Ayrımcılık. İçinde: Taşkın EO,
editör. Stigma ruhsal hastalıklara yönelik tutumlar ve damgalama. İzmir: Meta
Basım ve Matbaacılık; 2007. s. 17-30.
20. Toprak, A., Yıldırım, A., Aygül, E. Binark, M., Börekçi, S. VE Çomu, T. (2009).
Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook. İstanbul: Kalkedon Yayınevi.
21. Wayne, S. & Linswn, R. (1995), Effects of Impression Management on Performance
Ratings: A Longitudinal Study , Academy of Management Journal, B8(6).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
195
196
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
GRAFİK TASARIMIN MESLEK OLARAK TANIMI
VE SEKTÖREL DURUM
Oğuzhan KORKUT1
Özet
20. Yüzyıl sonlarında medya teknolojilerinin gelişimi ve 21. Yüzyılda internet
teknolojilerinin gelişimi ile grafik tasarım mesleği köklü bir biçimde etkilenmiştir. Artık
grafik tasarım yerine görsel iletişim tasarımı deyimi kullanılmaktadır. Grafik Tasarımın
içeriğine, zaman, mekan, ses, hareket ve etkileşim unsurları eklenmiştir. Bu gelişim
sürecinde mesleğin yapısında oluşan değişimler, sektörde de çeşitli değişim ve ihtiyaçları
ortaya çıkarmaktadır.
Bu süreçte, Türkiye’de grafik tasarımın sektördeki yerini ve meslek olarak tanımını
-yeni gelişmeler ışığında- ele alarak bir tablo sunmak bu çalışmanın amacını
oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Grafik, Görsel, İletişim, Tasarım, Meslek, Sektör
1
Öğretim Görevlisi, Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Grafik Tasarım Bölümü,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
197
PROFESSION DEFINITION AS THE GRAPHIC DESIGN
AND INDUSTRY STATUS
Abstract
Profession of graphic design has radically affected by Development of media technology
end of the 20. Century and development of internet technology in 21. century. Instead
of graphic design, visual communication design statement is started using now. Time,
space, sound, motion and interactivity elements are added to the content of the graphic
design. Resulting changes in the structure of the profession in this development process,
uncovers a variety of changes and needs for the industry.
In this process, the graphic design in Turkey (with the new development), by taking
place in the sector and the definition of the profession is the objective of this study is to
provide a statement.
Keywords: Graphic, Visual, Communication, Design, Profession, Industry
198
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
20. Yüzyıl sonlarında medya teknolojilerinin gelişimi ve 21. Yüzyılda internet
teknolojilerinin gelişimi ile grafik tasarım mesleği köklü bir biçimde etkilenmiştir. Artık
grafik tasarım yerine görsel iletişim tasarımı deyimi kullanılmaktadır. Grafik Tasarımın
içeriğine, zaman, mekan, ses, hareket ve etkileşim unsurları eklenmiştir. Bu gelişim
sürecinde mesleğin yapısında oluşan değişimler, sektörde de çeşitli değişim ve ihtiyaçları
ortaya çıkarmaktadır.
Bu süreçte, Türkiye’de grafik tasarımın sektördeki yerini ve meslek olarak tanımını
-yeni gelişmeler ışığında- ele alarak bir tablo sunmak bu çalışmanın amacını
oluşturmaktadır.
1.2. Grafik Tasarım Kısa Tarihi
“Batı uygarlığında kabaca 1780 ve 1820 yılları arasında kalan tarihsel dönemde ve bir
dizi teknik buluşun, buhar makinesi ve lokomotifin icadının üretim sürecinde, insan gücü
ve emeğinin yerini mekanik enerjinin almasına olanak veren süreci başlatan “endüstri
devrimi” ortaya çıkmıştır” (Cevizci, 1999:298).
Endüstri devrimi ile gelen, sanayileşme ve modern yaşama geçiş, sosyal ve ekonomik
yapıda köklü değişikliklere yol açmış; tarım toplumundan endüstri toplumuna geçişin
itici gücü olmuştur. Toplumlarda sosyal yapının oluşumu ile iletişim ve ihtiyaçlarıda
çoğalmaya başlamıştır. İletişim konusunda ki bu ihtiyaçlara cevap vermek adına grafik
tasarım önem kazanmaya ve gelişmeye başlamıştır.
“Endüstri devrimi ile birlikte gelişen teknoloji karşısında, tüketici pazarları; dolayısıyla
rekabetin arttığı bir pazar ortamı doğmuştur. Dolayısıyla “Endüstri devrimiyle gelen seri
imalat ve pazarlama, görsel kimlik ve amblemlerin değer ve önem kazanmasına neden
olmuştur” (Bektaş, 1992: 161).
Avrupa’da bütün bu sosyal etkiler yaşanırken grafik tasarımı da bu
etkilenmeden payını almaya başlamış, yavaş yavaş sanatla olan bağını
kopartmıştır. Endüstrinin getirdiği rekabet ortamında kendine yeni bir
meslek olarak yer bulmaya başlamıştır. Bu dönemde, sanat ve grafik
tasarım konusunda çalışmalar yapanlar kendilerini, geleneğe dönüş ile
geleneğe baş kaldıran, estetik ve işlevi bir araya getiren anlayışların
içinde bulmuşlardır. Bu hareketlerin tasarım sürecini başlatmaları,
yeni teknolojilerin üretimde getirdiği kolaylıklarla birlikte, günümüz
kitle iletişim biçiminin ve çağdaş grafik tasarımın gelişme ortamını
hazırlamıştır. Modern sanat hareketlerinin de ilk tohumlarının atıldığı
bu dönemden başlayarak grafik tasarım, görsel anlatım yoluyla kurulan
kitlesel iletişimin başlıca unsuru olmuştur (Ketenci ve Bilgili, 2006: 238).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
199
Grafik tasarım, sanatların içinde en “aynı anda her yerde olan”da diyebiliriz. Yani, aynı
anda kişiye ve genele özel olan ihtiyaçlara cevap verir; hem ekonomik hem de estetik,
hem sosyal-kültürel bir çok kaygıyı içinde barındırır. Sanat ve mimari, felsefe ve etik,
edebiyat ve dil, bilim ve politika ve performansın da içinde bulunduğu birçok alandan
bilgi edinir.
“Grafik tasarım, görsel bir iletişim sanatıdır. Birinci işlevi de, bir mesaj iletmek ya da
bir ürün ya da hizmeti tanıtmaktır. Grafik tasarım terimi ilk kez 20. Yüzyılın ilk yarısında
metal kalıplara oyularak yazılan ve çizilen ve daha sonra da çoğaltılmak üzere basılan
görsel malzemeler için kullanılmıştır. Teknoloji geliştikçe, sadece basılı malzemeler
değil; film aracılığıyla perdeye yansıtılan, video ile ekrana gönderilen ve bilgisayarlar
yardımıyla üretilen görsel malzemeler de grafik tasarım kapsamı içine girmiş ve bu
terimin anlamı oldukça genişlemiştir” (Becer, 2006:33).
Bilgisayar ve iletişim teknolojileri geliştikçe, grafik tasarım için ihtiyaç duyulan
alanlarda coğalmıştır. Bugün iletişimin büyük bölümü artık internet ortamlarında
yapılmaktadır. Masaüstü ve dizüstü bilgisayarlar, cep telefonları ve tablet bilgisayarlar
internete ulaşmak için kullandığımız araçlardır. Hepsi farklı teknolojiler olmalarına
rağmen, internete ulaşımda aynı ortak ihtiyaca sahiptirler. Bu ortak ihtiyaç internet
sayfası tasarımıdır. Bugün kısaca web tasarım olarak ta anılan bu tasarım alanı, grafik
tasarım temel ilkelerine bağlı yeni bir alandır. (Korkut, 2012:29)
2. Günümüzde Grafik Tasarım, Ya da Görsel İletişim Tasarımı ?
Günümüzde reklam ürünleri ve kampanyalarının basılı ortamlarla sınırlı kalmayarak
masaüstü yayıncılık, televizyon reklamcılığı ve sosyal medya reklamcılığıyla bir arada
kullanılmaktadır. Özellikle sosyal medya gelişimi ile web tasarım alanına kendi alt
alanı olarak mobil web tasarım alanı eklenmiştir. Stabil (hareketsiz-sabit) tasarımları
barındırdığı kadar hareketli ve sesli tasarımlarıda barındıran web tasarım artık daha
çok evlerimizde bizi bekleyen masasüstü bilgisayarlara ve dizüstü bilgisayarlara ait
bir uygulama ve tasarım alanı olarak tanımlanmaya başlamıştır. Akıllı telefon ve tablet
cihazlar sürekli yanımızda taşıyabildiğimiz, herhangi bir yerde sunum ve bilgilendirme,
iletişim ve eğlence amaçlı kullanabildiğimiz için ve yazılım, mühendislik, kullanım
farklılığından dolayı kendine özgü tasarım ihtiyacı olan mobil web tasarım ya da mobil
tasarım türüne sahip olmuştur.
2015 yılı itibari ile, Windows, Mac, Android gibi işletim sistemi üreticilerinin yeni
araştırmalarının hedefi ve teknolojileri sonucu olarak internet kullanımı hem masaüstü ve
dizüstü bilgisayarlarda, hem de mobil cihazlarda tamamı ile aynı yazılım ve mühendislik
altyapısına sahip olacağı şeklindedir. Bir ürün yada etkinlik için hazırlanan web sitesi
ve tasarımı her tür bilgisayar ve mobil cihazda aynı şekilde çalışacaktır. Buna göre web
tasarım alanı da yavaş yavaş yerini mobil tasarıma bırakacaktır denilebilir.
200
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Grafik tasarıma basit bir şekilde, bir yüzeyin iletişim amaçlı tasarım için kullanılması
şeklinde bakarsak; bugün gelinen noktada yüzeylerin sayısının bundan yirmi yıl öncesine
göre farklı ve etkili bir şekilde arttığını görebiliriz. Bugüne kadar kullanıla gelen, kağıt,
plastik, metal ve kumaş, açıkhava reklamcılığın yüzeyleri olarak adlandırabileceğimiz
duvarlar, panolar, billboardlar, dev ekranlar ve projeksiyonlar, eletronik medya,
televizyon, beyaz perde... tasarımın sunulduğu ‘yüzeyler’ olarak örneklenebilir. Tüm
bu yüzeylerin grafik tasarıma eklediği özellikleri kısaca özetlemeye çalışırsak eğer,
günümüzde grafik tasarıma ‘zaman’, ‘mekan’, ‘ses’, ‘hareket’, ‘etkileşim’ özellikleri
eklenmiştir denilebilir.
Bu özelliklerin eklenmesi ile grafik tasarımın yenilikler ile köklü değişikliklere gittiğini
söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat temel grafik tasarım ilkelerinin ve elemanlarının
değişmediği gerçeği de unutulmamalıdır. Yine de Amerika ve Avrupa ülkelerinde grafik
tasarım için farklı tanımların oluşmaya başladığı görülmektedir.
“Jorge Frascara’nın “grafik tasarım”ı dar kapsamlı bularak
yerine önerdiği “görsel iletişim tasarımı” nın (visual communication
design) yeni tasarım alt alanlarını daha çok kapsamaktadır.” (Tuncer,
2007)
Tüm içerik zenginliğine rağmen meslek dalı olarak grafik tasarımın adını ‘görsel
iletişim tasarımı’ olarak değiştirmek ne kadar gerekli ya da işlevseldir tartışmaya açıktır.
Fakat işlevsel olanın kavram karmaşasından uzak tutmak olduğu kesindir. Örneğin
‘visual’ kelimesi Türkçe’de ‘görsel’ olarak çevirilmiştir. Visual kelimesi İngilizce’de 20.
Yy sonlarında ve 21. Yy da sık kullanılmaya başlanmış olan ve ‘direkt olarak’ teknolojik
içerikli ve temelli görüntü ve görseller için kullanılan bir kelimedir. Türkçe’de ‘görsel’
kelimesinin bu şekilde bir kullanımı yoktur. Genel kullanımı olan ve önüne ya da sonuna
ek alarak türü belirlenen bir kelimedir. Örn. ‘video görseli/görüntüsü’, ‘görsel şölen’,
vb. Görsel kelimesi, tasarım sektöründe fotoğraf, çizim ve resimlerin hepsini içine
alarak ifade etmek içinde kullanılmaktadır. Fakat, yine, kısıtlı bir öbeği tanımalamak
için kullanılmaktadır. Kısacası ‘görsel’ kelimesi Türkçe’de ‘grafik’ kelimesinin
kapsadığından daha fazlasını değil aksine daha azını kapsamaktadır.
Grafik tasarım tanımı ilk kullanıldığı günden itibaren iletişim ve mesaj iletme amacını
içinde barındırmaktadır. Bugün isimde böyle bir değişikliği yapmak tanımı yapılan
nesne/ismin yerine, tanımını koymak gibi olacaktır.
Bu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde de görülebileceği gibi, Türkiye’de grafik tasarım
sektörünün ihtiyacı olan asıl önemli nokta; grafik tasarımın meslek olarak tanımının daha
ulusal bir ortak noktada kabul edilmesi ve ünvanların oluşturulmasıdır. Bu bağlamda
Türkiye’de grafik tasarımın eğitim sürecinin inelenmesi ve düzenlenmesi ayrıca bir
çalışma konusu olarak ele alınmalıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
201
3. Reklam Sektörü ve Grafik Tasarım
Reklamcılık en dinamik ve rekabetçi sektörlerden birisidir. Uluslararası akımlar ve
farklı sektörlerden müşterilere hitap eden sektör, müşteri beklentilerini yeni teknolojileri
uygulayarak ürün çeşitliliğini arttırarak hızlı bir şekilde cevaplamaktadır. Reklam ajansı
kullanacağı medya kanallarını kararlaştırdıktan sonra geliştirdiği fikirler doğrultusunda
yeni ve revize edilmiş anahtar sembol, slogan, resim, video, katalog, afiş ve benzerleriyle
reklamı yapılacak olan ürünü hedef kitleye tanıtırlar (Malefyt & Morais, 2010, s. 333,
334).
Reklam sektörü grafik tasarım mesleğinin hizmet ettiği ana sektördür. Bu hizmet büyük
ajanslar aracılığı ile büyük marka ve kişilerin tanıtılması şeklinde de olabilir veya daha
küçük tasarım stüdyolarının tasarım ve tanıtım çalışmaları ile de olabilir. Hatta freelance
olarak adlandırılan bağımsız çalışma türünde bir kişi ya da 2-3 kişilik tasarımcı gruplar
olarak ta yine aynı sektöre hizmet verebilmektedir.
Reklam sektöründe, çalışanların, bu çalışmanın konusuna göre özellikle tasarımcıların
ünvanları, uzmanlaştıkları alanlara ve yapmakla yükümlü oldukları işlere göre farklı
olarak belirlenmektedir. Bir tasarım ajansının ve/veya tasarımcının uzmanlığına göre
hizmet vermesi ve anıldığı ünvanların, ayrımlarının uygulamada yapılıp/yapılmadığı
Türkiye’de ve diğer ülkeler olarak ayrı ayrı incelenmiştir. Çalışmamızda da iki ayrı
bölüm halinde verilmiştir.
3.1. Amerika ve Avrupa Ülkelerinde Grafik Tasarım Sektörü
Yurtdışında grafik tasarım sektörünü incelediğimiz zaman, farklı endsütrilerin
farklı mecralarda tasarım uygulamalarına ve bu uygulamaları icra edecek farklı alt
dallarda uzmanlaşmış grafik tasarımcılara ihtiyaç duyulduğunu belirlemiş oldukları
görülebilmektedir. Buna bağlı olarak bir grafik tasarımcının eğitim sürecini, sektördeki
farklı ihtiyaçları giderecek dengede kurmuşlardır. Örneğin, yurtdışında büyük sektörlerden
birisi olan video oyunları sektöründe çalışmak isteyebilecek kişiler için, oyun geliştirme,
animasyon ve karakter tasarımı okulları mevcuttur. Sektörde kullandıkları ünvanları da
incelediğimizde grafik tasarımı bir anadal, alt alanları da alt dallar (sub-fields) olarak
daha düzenli bir biçimde ayırdıklarını görebiliriz (Tablo 1).
202
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tablo 1. Amerika ve Avrupa ülkelerinde Grafik tasarım alt dalları ve ünvanları
Grafik tasarımcının kariyer yolu yaratıcı yelpazenin bütün uçlarını
kapsar ve bu uçlar genellikle örtüşmektedir. Grafik tasarım da, tasarımcılık,
yayıncılık, reklamcılık ve halkla ilişkiler gibi çalışanlar isitihdam edilir ve bu
çalışanlar yılda $ 44,150.00 medyan ücret almaktadır (Tablo 2). Bir grafik
tasarımcı ana iş sorumluluğu görsel öğelerin herhangi bir nedya yada mecra
üzerinde düzenlenmesidir. Sektör içinde iş unvanları değişir ve genellikle
ülkeye özgü olabilir. Grafik tasarımcı, sanat yönetmeni, yaratıcı yönetmen,
animatör ve giriş seviyesi üretim sanatçısı olarak adlandırılabilirler. Hizmet
edilen sektöre bağlı olarak, sorumluluk tipi “DTP Associate” (Masaüstü
Yayıncılık Tasarımcısı) veya “Graphic Designer” (Grafik Sanatçısı)
gibi farklı ünvanlar olabilir, ancak ünvandaki değişikliklere rağmen,
grafik tasarım ilkeleri tutarlı kalır. Sorumlulukları illüstrasyon, fotoğraf,
animasyon veya etkileşimli tasarım gibi, özel becerilere isteyebilir veya
gerektirebilir. Bugünün mezun grafik tasarım öğrencileri, aldıkları normal
grafik tasarım eğitimi içinde tüm bu alanları görmektedirler ve aynı zamanda
bu alanlarda rekabetçi olmaları gerektiği aşılanmaktadır. İş başvurularında
grafik tasarımcıları güçlü bir rekabet beklemektedir. Kuruluşlar aradıkları
pozisyonlar için, ikna edici yetenekleri olan ve üniversite düzeyinde eğitim
almış adaylar aramaktadır. Alan gereksinimleri güçlü bir portfolyo ve lisans
diploması gerektirmektedir. Teknolojinin de gelişmesiyle, bilgisayar kullanan
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
203
tasarımcıların işe alımları %35 yükselmesi, geleneksel tasarımcılarında daha
az bir oranla %16 veya daha düşük oranlarda işe alımları beklenmektedir.2
Tablo 2. Amerika’da Grafik Tasarımcı ve diğer tasarımcıları yıllık rotalama gelirleri3
Grafik tasarımcılar çeşitli ortamlarda çalışabilir. Birçoğu tasarım ajansları, marka
ajansları gibi özellikle reklam sektörüne yönelik kuruluşlarda çalışabilirken, bir
kısmı da yayınevleri, pazarlama firmaları ve çeşitli iletişim firmalarında çalışabilirler.
Özellikle piyasaya kişisel bilgisayarların sunulmasından bu yana, pek çok grafik
tasarımcı asıl amacı tasarım olmayan farklı sektördeki firmalar için dışarıdan sivil olarak
çalışabilmektedir. Grafik tasarımcılar ayrıca free-lance olarak çalışabilir ve kendilerinin
belirlediği şartlarda, fiyatlarda ve fikirler ile hizmet verebilirler.
2
https://en.wikipedia.org/wiki/Graphic_design#Crowdsourcing_in_graphic_design,
Erişim Tarihi: 12.06.2015
3
http://study.com/articles/Best_Schools_for_a_Graphic_Design_Bachelors_Degree_School_List.html, Erişim Tarihi: 12.06.2015
204
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bir grafik tasarımcı Sanat yönetmenine, yaratıcı yönetmene ya da kıdemli medya
yöneticisine bağlıdır. Bir tasarımcı daha kıdemli hale geldikçe, tasarıma daha az zaman
ayırarak marka geliştirme ve kurumsal kimlik geliştirme gibi daha geniş yaratıcı
etkinlikleri yönetmeye ya da diğer tasarımcılara liderlik etmeye doğru ilerleyebilir. Bu
durumda onlarda daha fazla müşterilerle direk ilişki içinde olmaları ve brifingleri alıp
hazırlamaları beklenir.4
3.2. Türkiye’de Grafik Tasarım ve Reklamcılık Sektörü
Ülkemizde grafik tasarım, 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi (Güzel Sanatlar
Akademisi)’nin kurulması, ardından Cumhuriyet’in ilk yıllarında İhap Hulusi Görey’in
öncü çalışmaları ile ve 1957 yılında İstanbul’da açılan Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar
Yüksek Okulu’nun açılması ile bugünkü geldiği noktanın temelleri atılmıştır. Devlet
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun endüstriyel sanatlar ve tasarım alanında
uzmanlar yetiştirme amacı bugün sahip olduğumuz örgün eğitim destekli sektöre yönelik
grafik tasarım eğtiminin başlangıç adımlarından sayılabilir.
Türkiye’de reklamcılık, 1840’da Osmanlı’da Türkçe olarak
yayımlanan ilk özel gazete olan Ceride-i Havadis gazetesinin ilanat
açıklaması ile ortaya çıkmıştır (Koloğlu, 1999). İlk reklam etkinlikleri
Batı kültürünün ve yaşam biçiminin Osmanlı’daki ilk taşıyıcıları olan
Rum ve Musevi azınlıklarca gerçekleştirilmiştir. İlancılık Kollektif
Şirketi’nin kurulması ile profesyonel bir kimlik kazanan reklamcılık,
Meşrutiyet’in ilanıyla canlanmıştır. Cumhuriyet döneminde, yabancı
firmaların verdiği ilanlarla yerli firmaların da hareketlendiği, harf devrimi
ve okuryazarlık seferberliğinin ise gazete tirajlarını artırarak reklamları,
gazeteler için önemli bir gelir kaynağı haline getirdiği bilinmektedir.
1950’li yıllarda, gazeteyi takiben radyo, etkin bir reklam kanalı olarak
görülmeye başlanmıştır. Türk reklamcılığı açısından asıl dönüm noktası
ise televizyonun yayına başlaması (Çetinkaya, 1992) ve 3 Mart 1972’de
reklam medyası olarak ilk kez kullanılmasıdır (Özgür, 1994).
Piyasa koşullarının egemen olmaya başladığı 1950’li yılları takiben 1961’de, reklam
alınmasını ve verilmesini serbest bırakan “Basın İlan Kurumu” kurulmuştur. Reklam
harcamaları ile birlikte reklam ajansların sayısını da artıran bu gelişme, reklamcılık
tarihi açısından önemli bir kırılma noktası olarak kabul edilmektedir.
1980 sonrasında uygulanan neo-liberal politikalar başarılı olmuş,
çokuluslu firmaların Türkiye’deki ajansların %51 hissesini satın almak
önkoşuluyla Türk reklamcılığına girmeleri sağlanmıştır. Bu gelişme Türk
reklam endüstrisi için yeni bir dönemi başlatmıştır (Çetinkaya, 1992). Bu
4
https://en.wikipedia.org/wiki/Graphic_design#Crowdsourcing_in_graphic_design,
Erişim Tarihi: 12.06.2015
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
205
yıllarda, televizyon da yaygınlaşmış ve televizyon izleme oranları %98’e
varmıştır. 1983 yılından itibaren renkli yayınların başlamasıyla birlikte
televizyon reklamcıların ufuklarını genişleten, reklamların dikkat çekmesi,
izlenmesi ve sürekli hatırlanmasını saglayacak bazı görsel efektler
için daha önemli bir araç haline gelmiştir (İnselberg, 2008). 1990’lara
gelindiğinde televizyon yayıncılığında devlet tekelinin kırılması ve özel
televizyon kanallarının sayısının artması reklamcılık alanında tam bir
rekabet ortamı yaratmıştır. Şüphesiz bu ilişkiler, eklenen yeni mecralarla
gelişmekte, reklam pastası büyümektedir (Töre, 2010).
Doksanlı yıllara kadar tv reklamcılığı gelişmeleri devam ederken, masaüstü
yayıncılıkta ve diğer basılı tasarım mecralarında olan gelişmelere dair fazla yazılı
kaynağa ulaşılamamıştır. Ancak TV reklamcılığındaki gelişmelerin grafik tasarıma ve
fotoğrafçılık gibi ilgili alt alanların gelişimine de ivme kazandırdığı bilinmektedir.
Bugün Türkiye’de reklam sektöründe işlevsel olarak kullanıla gelen ve yeni
kullanılmaya başlayan grafik tasarım mecralarına ve ünvanlar aşağıda verilmiştir (Tablo
3).
Tablo 3. Grafik Tasarım alt dalları ve ünvanları. Tabloda yanlış kullanımlar kırmızı ile belirtilmiştir.
206
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Türkiye’de Grafik Tasarım Eğitimi Veren Kurumlar
Türkiye’de grafik tasarım eğitimi örgün olarak, devlet üniversiteleri ve özel üniversiteler
bünyesinde, 4 yıllık lisans ve 2 yıllık ön lisans programları halinde verilmektedir. Lisans
eğitimi için adaylar çoğunlukla yetenek sınavına tabi tutulurken, önlisans programlarına
alımlarda yetenek sınavı yapılmamaktadır.
2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı ÖSYM Tercih Kılavuzundaki rakamlar itibari ile
ülkemizde grafik tasarım bölümü olan üniversite sayısı yaklaşık 40 adettir. Bu sayıya
özel ve devlet üniversiteleri dahildir. Bu bölümlerin isimleri ‘Grafik’, ‘Grafik Tasarım’,
‘Grafik Tasarımı’, ‘Görsel İletişim Tasarımı’ şeklinde üniversiteler arasında farklılık
göstermektedir. İsimlerinin farklı olması yaında bölüm içerikleri ve mezuniyet hedefleri
büyük miktarda aynıdır. Her bölüm ortalama 15-20 öğrenci almakta ve her yıl ortalama
10-15 öğrenci mezun vermektedir. Bu da ülkemizde yılda yaklaşık 600 adet lisans düzeyi
grafik tasarımcı mezun olmakta ve sektörde çalışmak üzere yola çıkmaktadır denilebilir.
2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı ÖSYM Tercih Kılavuzundaki 2 yıllık eğitim
veren grafik tasarım bölümleri olan Meslek Yüksekokullarında, Normal ve İkinci
öğretim olarak bulunan Grafik Tasarım programı sayısı yaklaşık 1505 adettir. Meslek
Yüksekokulllarında program kontenjanları 20 ile 40 arasında değişmektedir. Ortalama
kontenjan 30 olarak kabul edilirse, yılda 4000 civarında (varsayımsal olarak) mezun
verilmektedir. Bu bölümlerin mezunları da ayrıca grafik tasarımcı ve/veya grafiker
ünvanlarına sahip olmaktadır.
Liselerde de grafik tasarım ve matbaacılık bölümleri bulunmaktadır. Her yıl mezun
veren bu kurumların vermiş olduğu eğitim, öğrencileri sektöre hazırlamaktan ziyade,
alanlarında üniversite eğitimine hazırlamak yönündedir. Bu nedenle sektörde çalışan
olarak henüz etkin rolleri olmadığı düşünüldüğünden çalışmanın konusu dışında
tutulmuşlardır.
Üniversiteler haricinde ülke genelinde yıllardır grafik tasarım programları bulunan
bir çok özel mesleki kurs ta mevcuttur. Bu kurslarda grafik tasarım için verilen eğitim
akademik yapıda değildir. Bilgisayar programı eğitimi ağırlıklı müfredatlarında, temel
tasarım ilkeleri ve elemanları katılımcılara öğretilmemektedir. Bu kurumların sayıları
ve mezun kurisyer sayılarına dair elde somut belge bulunmamaktadır. Belediyelerin
kendi kursları ile beraber bu özel kurslardan hemen hemen her ilde bir tane olduğu
görülebilmektedir. Büyük şehirlerimizde bu sayı onlar ile ifade edilebilir. Bu kurumlarda
farklı sürelerde farklı içerikler ile eğitim vermekte ve mezunlarına grafik tasarımcı
ünvanı geçen sertifikalar vermektedir.
5
2015-2016 ÖSYM Tercih Kılavuzunda Meslek Yüksekokulları için, burslu, Yarı burslu vb.
programlarda bulunmaktadır. Bu programlar çoğunlukla 4-5 öğrenci kontenjanına sahiptirler. Ancak bir okulda
hem tam burslu hem yarı burslu gibi birden fazla burslu program kontenjanları bulunduğundan ve bu kontenjan
toplamları ortalama 20-30 değerlerine ulaştığından, gerçek program sayısı olan 170, 150 olarak ele alınmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
207
Bugün itibari ile Türkiye’de yalnızca bir özel kuruluşun akademik düzeye uygun yapıda
grafik tasarım eğitimi vermeye çalıştığı bilinmektedir. Bunun haricinde bu kursların
sadece bilgisayar programı eğitimi vermeleri, grafik tasarım ve yaratıcılık süreçlerini
katılımcılara öğretmemeleri, tasarım konusunda gerekli yaratıcı düşünce ortamını
sunmamaları, katılımcıların beklentilerini karşılamamakla beraber, bu konuda akademik
eğitim almış tasarımcılarında mesleki kalitelerini toplum görüşünde düşürmektedir.
3-6-9 aylık kurlar halinde eğitim veren bu kurslar, 4 yıllık akademik eğitim sürecinde
verilmeye çalışılan bilgiyi ve akabinde ‘grafik tasarımcı’ ünvanını katılımcılarına
verebildiklerini iddia etmektedirler.
Bu konu yıllardır kanayan bir yara olarak artarak devam etmekte.
Niteliksiz ve denetimsiz meslek eğitimlerinin nereye kadar bu şekilde
devam edecek. Yıllarını bu mesleğe vermiş, üniversitesinde okumuş
ya da bir ustanın yanında yetişmiş işinin ehli meslektaşlarımızın, iyi
bir eğitim vaadiyle niteliksiz eğitmenler tarafından yetiştirilerek işinin
ehli arkadaşlarımızla yer yer kıyaslamaya girilmiştir. Düşük ekonomik
şartlarda çalışmayı kabul ettiklerinden dolayı ücretlerin belirli bir seviyeye
gelmesini, sosyal hakların gelişip yerleşmemesinde nisbeten etkileri olan
bu arkadaşlarımız aslında kendi yaşamlarını daha da zorlaştırıyorlar
(Akgün, 2005).
Piyasa deneyemi olmayan, ciddi bir iş yerinde işler yapmamış, yalnızca masaüstü
yayıncılıkta kullanılan yazılımları tanıyan kişiler rahatlıkla kendilerine özel bir
eğitim kuruluşunda eğitmenlik işi bulabiliyorlar. Gazete ilanlarında rastladığımız
web tasarımı, grafikerlik kursları vb. eğitim kuruluşlarının ilanlarına baktğımızda,
grafik eğitimi verenlerin grafik bilgisinin ne düzeyde olduğunu rahatlıkla görebiliriz
(Görsel 1). Kullandıkları tanıtım metaryallerini çoğunlukla programın eğitimcilerine
hazırlattıklarından durumun ne olduğunu, bu işin eğitimini verenin elinden çıkmış işlerin
niteliksizliği, grafik tasarım alanında eğitimli herhangi bir kişi tarafından kolaylıkla
ayırtedilebilir ve tepki gösterilir şekildedir.
208
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Görsel 1. Bazı grafik tasarım kursu tanıtım afişleri
Grafik Tasarımcı ve Eğitmen Ceyhun Akgün çalışmasında, bu özel kurslar ile ilgili
şunları söylemektedir (Akgün, 2005):
‘Sözde verilen grafik eğitimlerini ele alalım. Bu eğitimi veren
hocanın niteliği, eğitim verilen konunun müfredatı, eğitimi alan öğrencilerin
düzeyi. Bunlar eğitimin niteliksel durumunu ilgilendiren ilk koşullar.
• Üniversitelerin Güzel Sanatlar F.’leri 4 yılda grafiker
yetiştiriyor. 4’yıllık bir eğitimi 60, 80, 100, 150 saatlerde nasıl verilebilir.
Karşılaştırmaya buradan başlayabiliriz. Çünki kursiyerlere verilen
vaatlerde buna benzer duyumlar aldım.
• Ardından müfredata gelelim. Hangi eğitim kuruluşu çok açık
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
209
olarak kurs müfredatını öğrencilerine veriyor. Öğrenci bu müfredata
baktığında bir bigisayar program eğitimi mi görüyor yoksa bir meslek
eğitimi mi görüyor!
• Öğrencinin niteliği bu ayrımı yapabilecek bir düzey de mi?
• Öğrenciye meslek seçiminde doğru tercih için rehberlik hizmeti
ne düzeyde veriliyor!
Mesleğimiz artık bilgisayar ve teknolojiyle özdeşleşmiş bir
durumda. Bir grafik tasarımcı için FreeHand, Illustrator, Quark, Photoshop,
Corel Draw neredeyse kaçınılmaz ve bilinmesi gerekiyor. Konu bilgisayar
program eğitimi değil, bir meslek eğitimi. Bu noktada kendi mesleğimiz
adına, verdiğimiz emekler adına burada bir ayrım olmalı. Bu işin eğitimini
verenlerin denetlenebileceği bir mekanizma olmalı.’
Tüm bu sürecin karmaşıklığının en başında grafik tasarımcının kim olduğunun ve
bir kişinin grafik tasarımcı olabilmesi için alması gereken eğitim sürecinin tanımının
oturmamış olması gelmektedir. Adı geçen kurumlardan –herbiri farklı eğitim vermesine
rağmen- mezun olan kişilerin tamamının ‘grafik tasarımcı’ ünvanı alabilmesi soru-nun
ve sorun-un başlangıcıdır. Kurumlar bu ünvanı verirken aynı zaman da toplum içerisinde
de grafik tasarım mesleğini icra eden kişilere ünvan olarak kullanılan hitap şekilleri de,
ünvan karmaşasını ve ardında yatan eğitim düzensizliğini kanıtlar biçimdedir. Bir grafik
tasarımcıya aynı zamanda şu kelimeler ile de hitap edilmektedir: Tasarımcı, Grafiker,
Tasarımcı Grafiker, Grafikçi, Logocu...
4. Araştırmanın Yöntemi
Bu çalışmada Türkiye’de grafik tasarım sektöründe kapsamlı çalışmalara imza atmış
firma örnekleri ve daha küçük çaplı çalışmalar yapan ajanslar ve kuruluşlar üzerinde
sistemsiz gözlem yöntemi kullanılmıştır. Çalışmanın kavramsal kısmını oluşturmak için
literatür tarama yöntemine başvurulmuştur.
5. Sonuç
Çalışmanın bu noktasına kadar Türkiye’de Grafik Tasarım’ın sektördeki durumuna
dair toplanan görüşler ve veriler bir araya getirilmeye çalışılmıştır. Ortaya çıkan tabloda
sorun teşkil ettiği düşünülen durumlar üç başlık halinde özetlenebilir.
1. Eğitim; birbirinden hem içerik ve yöntem hem de zaman olarak farklı kurum ve kuruluşlar tarafından verilen eğitimler sonucunda, aynı ünvanın kazanılıyor olması.
Diploma ve sertifika arasındaki fark akademik düzeyde biliniyor olsa da, sektörde ve
toplum içerisinde aynı değerde tutuluyor olması.
2. Ünvan ve kavram karmaşası.
210
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3. Grafik Tasarımın toplumda bir mimarlık veya mühendislik değerinde saygın bir
meslek olarak tanınmıyor olması.
Bu üç madde için öneriler şu şekildedir:
1. Grafik tasarımda ihtiyaç olunan ana alt dallara yönelik eleman yetiştirecek şekilde,
müfredatlar yeniden düzenlenebilir. Özellikle Lisans ve Ön lisans müfredatları yeniden
düzenlenerek; Lisans eğitimi ile ‘Grafik Tasarımcı’, Ön Lisans eğitimi ile ‘Grafiker’
yetiştirilmesi netleştirilebilir. Lisans eğitimi ve müfredatı yaratıcılığı ortaya çıkarmak ve
geliştirmek amaçlı olduğu için, lisans mezunlarına ‘Grafik Tasarımcı’ ünvanı verilebilir.
Ön lisans eğitimi, müfredatı ve kısıtlı süresi gereğince daha çok ‘teknik’ ara eleman
yetiştirmek amaçlıdır. Bu nedenle ön lisans mezunlarına ‘Grafiker’ ünvanı verilebilir.
Özel kurslar ve belediye kursları içinde ön lisans müfredatına benzer bir ortak müfredat ile
yeniden düzenleme yapılarak, bu kursların mezunlarına da ‘Grafiker’ ünvanı verilebilir.
Bu ünvanların açıkça yer alacağı diplomalar ve sertifikalar sayesinde tasarımcı ile teknik
eleman arasındaki ayrımı görmek kolaylaştırılabilir.
2. Grafik Tasarımcı: İletilmek istenen mesajı, söz konusu endüstri, çevre, hedef kitle
ve kültüre göre inceleyip, en doğru görsel yol ile iletebilen ve bu süreci
Grafiker: Grafik tasarımcı tarafından hazırlanmış olan tasarımı, gerekli mecralar
ve medyalar üzerinde uygulayacak kişidir. Bir afişin, mobil cihaz ekranlarında uygun
görüntülenebilmesi için yeniden ölçülendirilmesi gibi.
Tanımlar bu şekilde netleştirilebilir.
3. Grafik tasarımın sektörel kapsamı ve insan hayatında önemli bir meslek olarak
varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Reklam ve tanıtım ihtiyacı varoldukça gelişecek ve
süregidecek bir meslektir. Ve bu mesleği icra eden kişilerin, yaratıcılık yetisini kaznma
sürecinde ve eğitimlerinde duygusal ve fiziksel olarak meşakkatli yollardan geçtiğide
bilinmektedir. Grafik Tasarımcılar, bazen binlerce kelime ile anlatılabilecek bir mesajı
ya da olayı sade bir görsel ile bir daha uutulmayacak bir şekilde insan hafızasına
kazıyabilecek güce sahip insanlardır. Bu mesleğin ve bu insanların saygınlığını topluma
anlatarak tanıtacak sosyal sorumluluk kampanyaları düzenlenebilir. Bu kampanyalara
başta Çalışma Bakanlığı gibi devlet kurumları, ve ilgili dernekler destek vererek, bu
alanda yetişmek isteyen gençlere yol gösterebilir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
211
Kaynakça
1. Akgün, C. (2005). Kısa yoldan Grafiker olmak !, http://www.ceyhunakgun.com/
kutuphane/makaleler/grafikerolmak/, Erişim Tarihi: 13.06.2015.
2. Becer, E. (2006). İletişim ve Grafik Tasarım. (5. Baskı). Ankara: Dost Kitabevi
Yayınları.
3. Bektaş, D. (1992). Çağdaş Grafik Tasarımının Gelişimi. İstanbul: Yapı Kredi Yay.
4. Cevizci, A. (1999). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.
5. Çetinkaya, Y. (1992). Reklamcılık, Alternatif Üniversite 14, İstanbul: Ağaç
Yayıncılık.
6. Ketenci, H. F., Bilgili C. (2006). Görsel İletişim ve Grafik Tasarımı. İstanbul: Beta
Basım A.Ş.
7. Korkut, O. (2012). Çankaya İlçesi Milli Eğitim Müdürlüğü›ne Bağlı İlköğretim
Okullarına Ait Web Sitelerinin Grafik Tasarım Açısından İncelenmesi Ve Örnek
Web Sitesi Tasarımı Hazırlanması, Yayınlanmış Yüksek Lisan Tezi, Eğitim
Bilimleri Enstitüsü , Gazi Üniversitesi, Ankara.
8. Malefyt, T. de W. & Morais, R. J. (2010). Creativity, brands, and the ritual process:
Confrontation and resolution in advertising agencies, Culture and Organization,
16(4), 333–347, http://www.tandfonline.com/doi/pdf/10.1080/14759551.2010.51
9927#.VgiHO_ntlBc, Erişim Tarihi: 12.06.2015.
9. Özgür, A. Z. (1994). Televizyon Reklamcılıgı, İstanbul, Der Yayınları.
10. Töre, E.Ö. (2010). “İstanbul’da Kültür Ekonomisini Döndüren Çarklardan Biri:
Reklam Endüstrisi, Temel Yapısal Özellikler, Fırsat ve Tehditler, Politika Önerileri
Sektörel Araştırma Raporu”, İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi Envanteri
2010, İstanbul, [www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr adresinden erişilebilir].
11. Tuncer, A. S. (2007). ‘Grafik tasarım: İki boyutlu yüzeyde dört boyutlu bir evren
yaratmak...’, Makale, http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2007/02/grafik-tasarmiki-boyutlu-yzeyde-drt.html, Erişim tarihi: 24.06.2015.
212
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
213
214
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KONAKLAMA İŞLETMESİ MÜDÜRLERİ VE İŞLETME SAHİPLERİNİN
ÇALIŞMA YAKLAŞIMLARININ DEPARTMAN FAALİYETLERİ
BAZINDA DEĞERLENDİRİLMESİ VE İŞLETME ÜZERİNDEKİ
ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI
Reyhan SÖNMEZ1
Özet
Konaklama endüstrisinin ülkemizdeki gelişim eğilimine bakıldığında, özellikle Turizm
Teşvik Kanunu’nun 1980’lerin başında uygulamaya geçmesiyle beraber yatırımların
katlanarak arttığı görülmektedir. Türkiye’de turizmin geleceğine dönük üretilen proje
ve projeksiyonlarda, turist sayısı ve turizm gelirlerinde büyümenin artacağı beklentisi
güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşlarının da bu cazip
yatırım ortamını destekleyici eylemlerde bulunmaları, daha önce konaklama sektörü
ile işletmecilik boyutunda karşılaşmamış veya sektörle ilgili hiçbir deneyim ve bilgisi
olmayan girişimciler için de yatırım yapılabilir bir alan olarak ön plana çıkmasına neden
olmuştur. Ancak turizm sektörü hizmet temelli bir sektör olmasından dolayı, üretim
işletmelerine göre özel bir yapısının bulunduğu da şüphe götürmeyen bir faktördür.
Özellikle kalifiye yönetici azlığından ve yatırımcının turizm sektörünü tanımayışından
dolayı sektörün, hızlı bir büyüme yaşamasına karşın işletmecilik anlamında sağlam bir
zemine oturtulmasında güçlüklerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum konaklama
sektöründe oluşabilecek hassas yapının örneğini teşkil etmektedir.
Henüz kurumsal yapıya bürünememiş konaklama işletmelerinde, yönetim ve
girişimci arasında çeşitli sebeplerden dolayı anlaşmazlıkların, uyumsuzlukların çıkması
muhtemeldir. Bu araştırmada, konaklama tesisi müdürleri ile tesis sahipleri arasındaki
çalışma ilişkisinde, çatışma yaratan durumların tespit edilmesine öncelik verilerek, ilgili
sonuçlar çerçevesinde çözümlerin birbirleriyle paylaşılması amaçlanmıştır.
Araştırmada anket tekniği kullanarak, Düzce ilinde yer alan hem yatırımcı hem
konaklama tesis müdürünün aynı kişi olmadığı, sadece konaklama işletmesi müdürü
ünvanına sahip yöneticiler üzerinde çalışma yapılmasının daha etkin sonuçlar vereceği
düşünülmüştür. Uygulama ile birlikte konaklama tesisi müdürlerinden, işletme sahipleri
ile aralarındaki çalışma sürecindeki çatışmaların belirleyicisi olan faaliyet alanına giren
faktörlerde; yönetim, odalar, yiyecek-içecek, insan kaynakları, muhasebe, teknik servis,
pazarlama, güvenlik ve diğer faaliyet alanlarına dair fonksiyonların tatbikine ilişkin
tutumlar ortaya konmuştur. Ayrıca çatışma sürecinin işletme üzerindeki olumlu ve
olumsuz etkilerine ulaşmak araştırma ile mümkün kılınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Turizm, Konaklama işletmeleri, Konaklama işletmeleri
müdürleri, Konaklama işletmeleri sahipleri, Çatışma.
1 Öğr. Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Otel, Lokanta ve İkram Hizmetleri Bölümü,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
215
THE EVALUATION OF THE WORKING ATTITUDES OF
ACCOMMODATION BUSINESS MANAGERS AND OWNERS BY
THE PERSPECTIVE OF DEPARTMENT ACTIVITIES AND THE
INVESTIGATION OF IT’S EFFECTS ON THE BUSINESS
Abstract
With a glance to the development trend of accommodation industry in our country,
especially since the application of Tourism Promotion Law in 1980, it has been seen
that the investments have raised by doubles. In the projects and projections produced
towards the future of the tourism in Turkey, the expectation of the growth of tourist count
and tourism revenues strongly emphasized. With the supportive actions of govermental
organisations about this attractive investment environment, the accommodation industry
came forward for even to the investors that have never been faced the accommodation
industry as a business or has no experience and knowledge about the sector. However,
as a consequence that tourism is a service based sector, it has a spesific construction
compared to the manufacturing industry. Especially the lack of qualified managers and
the inexpertness of the investors about tourism sector, despite the fast growth of the
sector, it has been difficult to set up a strong grounding on business administration. This
situation is the example of the delicate construction that may occur at accommodation
industry.
At the accommodation firms that have not been institutionalized yet, for some reasons
there may be some inconsistencies between investors and management.
In this study, it has been mainly aimed to identify the situations that cause conflicts
between accommodation facility managers and owners and by the perspective of the
results, it is also aimed to share the solutions with each other. Survey method has been
used in the study and also it has been considered more effective that making the study
only on the managers that are not also the owners of the accommodation facilities.
In the study, the determinant factors that causing the conflict between owners and
managers of accommodation facilities; attitudes about appliance of management, rooms,
food and beverage, human resources, accounting, technical service, marketing, security
and other issues have been put forth. Also, the study makes it possible to reach the
positive and negative effects of the conflict process on the firm.
Keywords: Tourism, Accomodation businesses, Managers of accommodation
bussinesses, Owners of accommodation bussinesses, Conflict.
216
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
Turizm sektörünün gelişebilmesi için, bir çok faktörün bir arada hazır bulunması
gerekmektedir. Bu faktörler içerisinde yatırım yapmak, yatırımların kanunlarla
desteklenmesi ve kalifiye personellerin sektörde istihdam edilmesi öncelikler arasındadır.
Bu faktörler bağlamında, ülkemiz için turizmde gelişim adına atılan adımlara bakıldığında;
1955 yılında uluslarası turizm yatırımlarının Türkiye’deki temelini teşkil eden İstanbul
Hilton otelinin açılışı, turizm yatırımlarının bakanlık çapında sistemli olarak koordine
edilmesi açısından 1957 yılında Basın Yayın ve Turizm Vekaleti’nin kuruluşu, nitelikli
turizm personelinin hazırlanması açısından 1961-1962 eğitim öğretim yılında bugünkü
Ankara Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinin açılışı, turizm adına sistematik
temellerin atıldığı yıllara denk gelmektedir. Bu sürece bakıldığında 60 yıllık dönemde,
gerek Kültür ve Turizm Bakanlığının oluşturduğu gelişimi destekleme ortamı, yetişmiş
kalifiye turizm personelinin lise, lisans ve lisans üstü turizm eğitimi ile sektöre nitelikli iş
gücünün kazandırılması, gerekse yabancı konaklama zincirlerinin otelcilik standartlarını
dünya ölçeğinde belirleyerek, nitelikli hizmet eğilimlerini, ülkemizde de uygulamaları,
Türkiye turizminin bu güne gelmesinde etkili olduğu bir durumu oluşturmaktadır.
Her ne kadar yerli ve yabancı konaklama işletme zincirleri ve zincir haline gelmemiş
bazı konaklama işletmeleri kaliteli hizmet standartlarını oluşturmuş ve bu felsefe
üzerinden çalışanlarına bu hizmetleri adapte etmiş olsalarda, bu işletmelerin dışında
kalan ve modern konaklama işletmeciliği boyutunda bir takım eksiklikleri bulunan
işletmelerin varlığı ülkemiz turizminin bir gerçekliğidir.
Bu durumun meydana gelmesinde, işletmenin daha planlama aşamasında yapılan
hatalar ve devamında gelen hatalar birbirini desteklemektedir. Özellikle yatırımcı
boyutunda, turizm sektörü ile güncel yatırım fırsatları çerçevesinde ilk defa karşılaşan
girişimciler, turizm sektörü için dezavantaj yaratacak durumları oluşturabilmektedir.
Kendi uzmanlık alanına girmeyen işler konusunda fikir ve yöntemleri uygulamaya
geçirmeye çalışan yeni turizm girişimcileri, konaklama işletmesi müdürünü yönlendirme
çabalarına girmeleri, profesyonel yöneticilik anlayışı ile bağdaşmayan durumların
oluşumuna neden olabilmektedir. Bu durumun yöneticilerin iş değiştirmeleri ile sonlanan
olaylara zemin hazırlayan nedenlerin arasında gösterilmesi mümkündür.
Ortaya çıkabilecek bu durum, işletme sahibi ve işletme yöneticisi arasındaki çatışma
kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Çatışma sürecinin boyutu, sürdürülmesi,
çatışmanın ana sebeplerinin irdelenmesi ve departmansal boyutta incelenmesi, konaklama
işletmeciliğindeki varolduğuna inanılan bir sorunun işletmeye olan etkilerinin gün
yüzüne çıkarılmasına katkı sağlayacaktır. Bu çalışmada Düzce ilinde çalışan konaklama
işletmesi müdürlerinin, işletme sahipleri ile ilgili çalışma sürecinde çatışma yaşadıkları
konulara açıklık getirmeleri amaçlanmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
217
1.1. Çatışma Kavramına İlişkin Tanımlamalar
Çatışma sadece insan oğluna özgü bir kavram değildir. Yeri geldiğinde doğadaki
canlılar da hayatta kalabilmek adına, çevre ve çevresinde bulunanlarla başa çıkmak
adına bir mücadeleye girişmek durumundadır. Yaşamını sürdüren her canlı, gereksinim
duyduğu bir ihtiyaca erişemediğinde, tatminsizlik, hoşnutsuzluk ve sıkıntılı bir vaka
durumuyla karşı karşıya kalır. İnsanın içinde bulunduğu çatışma ortamı ve hali, kişinin
psiko-sosyal ve fiziksel manada huzursuz ve gergin halde bulunmasına neden olur. Bu
şekilde tezahür eden çatışma hali, iş yaşamında da varlığını devam ettirerek çalışma
gruplarında uyumsuzluk ve karmaşık ilişkiler bütünü olarak baş gösterebilmektedir
(Eren, 2010, s. 563). Bu tanımlardan yola çıkıldığında çatışmayı; en az iki kişi yada
daha fazla kişinin dahil olduğu, faklı sebeplerden doğan zıtlıklar ve uyumsuzluklar
olarak belirtmek mümkündür. Bu noktada çatışmaya neden olan taraflar, düşüncelerini
ve uygulamalarını karşı tarafa kabulettirme arayışına girebilirler. Tarafların çatışama
sürecinde galip gelebilmek için farklı enstrümanları kullanmaları da olasılık dahilindedir
(Koçel, 2010, s. 646). Klasik yönetim şeklinde çatışma, zararlı sonuçlar doğuran mümkün
olduğunca uzaklaşılması gereken bir olay olarak nitelendirilmiştir.
Diğer yandan etkileşimci yaklaşımı destekleyenler ise çatışmanın, kurumun en
kestirmeden amaçlarına ulaşmasında ve verimliliğine maksimum derecede pozitif etki
edecek bir güç olarak vurguladıkları görülmektedir (Akova, Kuşluvan, Çiftçi, 2015, s.
223).
1.2. Çatışma Konusunun Nedenleri ve Karşılaşılan Çeşitler
İyi bir yönetici öncelikli olarak kendi kurumu içerisinde çatışma unsurunun varlığını
araştırmakla işe başlar. Bu çerçevede çatışmaya ilişkin tespitlerin yapılabilmesi için
çatışmaya konu olabilecek nedenler aranabilir.
Bu nedenleri konaklama işletmeleri bazında ele aldığımızda; departmanlar arası sizbiz ayrımının yapılması, bazı departmanlar diğer departmanlara karşı kendi içerisinde
işbirliğine giderek diğerlerine karşı güç gösterisinde bulunması, departmanlar arası
iletişim zayıfsa ve verilen kısıtlı mesajlarında artniyet unsuru taşıyorsa, departman
içerisinde kayıplar ve kopmalar yaşandığında bunun nedenini bulmak adına departman
içinde suçlular aranıyorsa, departman kendi gücünü olağandan fazla, diğer departmanların
gücünüde olağandan az görüyorsa konaklama işletmesi içerisinde çatışmaya zemin
hazırlayan nedenlerin günyüzüne çıkması anlamına gelir (Koç, 2008, ss. 135-136).
Çatışmalar kurum içerisinde farklı nedenlerden dolayı meydana geldiği görülmektedir.
Ancak çatışma sebeplerini belirli bir düzen içerisinde gruplandırmak gerekirse, şu
şekilde ifade etmek mümkündür; Şahıs merkezli sebepler, iletişimsel kaynaklı sebepler
ve işletmenin türünden ve işleyişinden kaynaklı sebeplerdir (Sökmen, 2010, ss. 245246).
218
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.3. Konaklama İşletmelerinde Karşılaşılan Çatışma Ortamı ve Yönetimi
Eskiden çatışma insanların zihninde olumsuz bir olgu olarak karşılık bulmaktaydı.
Ancak günümüz profesyonel iş yaşamında kurumlar, çatışmanın örgütsel açıdan gelişimin
ve parlak fikirlerin açığa çıkmasında önemli bir argüman olduğunu savunmaktadır.
Aynı zamanda çatışma ortamını, işletme açısından faydalı bir yolda yürütmek,
yönetimin ve yöneticinin başarısının ortaya koymada bir gösterge olarak ele almakta
mümkündür. Öyle ki konaklama işletmeleri yöneticileri çatışma ortamını yokeden değil,
kurum için yaratıcı fikirlerin açığa çıkmasına vesile olan bir yaklaşımda bulunması
gerekmektedir (Güney, 2007, s. 51). Esasında bu durumu krizi fırsata çevirmek olarak
da değerlendirmek mümkündür. Hatta yöneticiler çatışma ortamını destekleyerek, kendi
görüşünü savunan tarafların görüşlerini kabul ettirebilmek için orjinal fikirler üretmek
durumunda kalacaklardır. Aynı zamanda yeni buluşların ortaya çıkarılması, araştırma
geliştirme faaliyetlerine hız kazandırılması anlamını da taşımaktadır.
Çatışan bireyler kendi kapasitelerini ölçme ve zayıf kalan yanlarını tespit edebilme
fırsatı yakalarlar (Eren, 2011, s. 586). Konaklama işletmelerinde özelikle müdürlerin
desteği ile kontrollü ve gelişime olanak sağlayan çatışma ortamı kurgulandığında, işletme
açısından verimli sonuçlar almak mümkün olur. Bu kapsamda işletme sahiplerinin de bu
yapıcı çatışma ortama dahil edilmesi, çatışmanın yıpratıcı etkisini daha ortaya çıkmadan
bertaraf edilmesi için atılmış önemli bir adım olarak kabul edilmesi gerekir. Öyle ki
çatışma ortamının baştan sona uyumlu bir şekilde, yönetim mekanizmasının kontrolünde
yapıcı bir ürün haline getirilmesinde, konaklama işletmesi yöneticilerine de çok büyük
işler düşmektedir. Konaklama işletmesinin yöneticileri bu çatışma ortamının faydalarını
hissetmesi ve gönüllü olarak desteklemesi, halinde çatışma ortamından verim alınabilir.
Aksi taktirde yöneticiler çatışmanın getirilerine inanmadıkları taktirde, işletme içerisinde
verimli çatışma ortamını yaşatmak mümkün olmaz.
1.4. Konaklama İşletmesi Tanımı
En önemli turistik ürünler içerisinde yer alan, turistler için çeşitli mal ve hizmet
üretimini gerçekleştiren ve bunları gerçekleştirebilmek için hizmet paydaşlarını uyumlu
bir biçimde bir araya getiren işletmelere konaklama işletmeleri denir (Usta, 2012, s. 42).
Konaklama işletmeleri turizm endüstrisi içerisinde yer alan temel unsurlardan biridir.
Konaklama işletmeleri arasında önplana çıkan hiç şüphesiz oteller gelmektedir. Bu
açıdan bakıldığında konaklama işletmeleri, konaklama ihtiyacını karşılayan ve niteliği
çerçevesinde vermesi gereken yeme-içme, eğlence gibi hizmetleride vermekle mükellef
olan işletmelerdir (Kozak, Akoğlan Kozak, Kozak, 2014, s. 49). Bu çalışmada kullanılan
konaklama işletmesi terimi, otel işletmelerini ifade etmede yararlanılanılacaktır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
219
1.5. Konaklama İşletmelerinde Yer Alan Departmanlar
Konaklama işletmeleri turizminde içeriğinde olan geçici konaklama vurgusunu, yerine
getiren işletmelerdir (Hazar, 2010, s. 93). Konaklama işletmeleri konsepleri gereği,
misafilerinin ihtiyaç duyduğu hizmetleri vermektedir. Ancak misafirler tarafından talep
edilen lüks, her konaklama işletmesinde olmayabilir. Genellikle lüks kategorisinde
yer alan beş yıldızlı konaklama işletmelerinde, üst düzey hizmet almak mümkündür.
Konaklama hizmet işletmelerinde günümüz dünyasının şartlarına uygun ve misafir
beklentileri çevresinde şekillenmiş, çalışma kısımları mevcuttur (Gökdeniz, 2014, s.
15). Konaklama işletmeleri, sınıfına, türüne, sahiplik durumuna, hizmet verdiği çevreye,
büyüklüğe göre farklılıklar gösterdiğinden dolayı, tek tip standart bir organizasyon
yapısında faaliyetlerini sürdürmeleri beklenemez. Fonksiyonları ve yerine getirdiği
hizmet çeşitliliği çerçevesinde konaklama işletmelerinde, belli bir departmanlaşmayı
sağlamak gerekmektedir (Akıncı, 2011, s. 83). Departmalaşma esnasında konaklama
işletmelerinde, benzer işlerin aynı çatı altında buluşturulması önemle ele alınmaktadır.
Homojen bir departmanlaşma sağlayabilmek için tüm faaliyetlerin aynı işlerden oluşması,
hetorojen bir departmanlaşmada ise tüm işlerin birbirinden farklı işleri bünyesinde
taşıması gerekmektedir (Efil, 2006, s. 324).
Bu kapsamda konaklama işletmelerindeki departmanları gruplandırdığımızda;
•
Yönetim departmanı,
•
Odalar departmanı, (Önbüro ve kat hizmetleri)
•
Yiyecek içecek departmanı,
•
İnsan kaynakları departmanı,
•
Muhasebe departmanı,
•
Teknik servis departmanı,
•
Pazarlama departamnı,
•
Güvenlik departmanı,
•
Diğer faaliyet alanlarına ilişkin departmanlar (Keskin, 2009, s. 40).
Bu departmanların özelliklerini ve uğraşılarını özetlemek gerekirse; Konaklama
işletmelerinde yönetim faaliyetleri sürecinde, konaklama işletmesi yöneticisi proaktif
bir yaklaşım sergileyerek, daha sorunlar meydana gelmeden, oluşabilecek problemleri
tespit edip önleme hususunda çalışmalar yapabilmelidir.
220
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Bu kapsamda da planlama, örgütleme, yürütme, koordinasyon ve denetim faaliyetlerini
etkin bir şekilde yürütebilmelidir (Nergis, 2012, ss. 30-31). Odalar departmanı,
konaklama işletmelerinin gelirleri açısından en yüksek ana kar oranına sahip kısmını
oluşturmaktadır. Bu departman içerisinde resepsiyon, üniformalı hizmetler ve kat
hizmetleri bir bütünün parçalarını oluşturmaktadır. Misafirler ve diğer departmanlar ile
ilişkisi yoğun olmakla birlikte konaklama işletmesinin konaklama faaliyetini sürdürür
(Medlik, 1997, ss. 47-48).
Konaklama işletmelerinde yiyecek içecek faaliyetlerinin, işletme gelir ekonomisine
katkısı %25 ile %50 arasında olmakla birlikte, müşteri ilişkileri açısından da odalar
departmanı ile ön sırayı paylaşmaktadır. Yiyecek içecek hizmetlerinde yiyecek üretim
ve sunumu mutlaka belli bir ahenk içerisinde gerçekleştirilmelidir (Sökmen, 2008, s.
271). İnsan kaynakları departmanı konaklama işletmeleri açısından, farklı hizmetlerin
çeşitli uzmanlık alanına sahip bireyler tarafından sürdürülebilmesini sağlamadaki temel
seçim ve gelişim sağlayıcı birim olarak ele alınmaktadır. Bu yaklaşım çerçevesinde
çalışan personelin memnuniyeti, misafir memnuniyetine doğrudan etki ettiğinden, insan
kaynakları departmanı bu uyumu sağlamada büyük bir sorumluluğun altındadır. Bu
departmanda daha personel seçim sürecinde kaliteli hizmetin nitelikli işgücü tarafından
karşılanması hedefi güdüldüğünden, verimliliği artıran bir birim olduğu söylenebilir
(Çolakoğlu, Kılınç, 2005, s.81).
Muhasebe departmanı, misafir hesaplarının doğru işlenmesi, kayıp kaçakların
önlenmesi, misafire yönelik indirim tutarlarının kontrolü ve zorunlu olmayan
harcamaları engelleyerek, işletme gelirlerini ve giderlerini kontrol altında tutmak
görevlerini yürütmektedir. Teknik servis departmanıda, konaklama işletmesinin sınırları
dahilinde bakım-onarım, arızaların giderilmesi ve araç-gereçlerin personel tarafından
sorunsuz kullanımı konusunda bilgilendirmede bulunur (Akgöz, 2006, s.16). Konaklama
işletmelerinin sunduğu turistik nitelikteki mal ve hizmetlerin pazarlanması ve satış
faaliyetlerinin sürdürülmesi, sanayi ürünlerinin pazarlama ve satışına kıyasla farklılıklar
içermektedir. Bu kapsamda hizmet pazarlaması bileşenlerinin ve pazarlama startejilerinin
etkin bir biçimde uygulanması, hem misafir memnuniyeti hemde konaklama işletmesinin
karını maksimize etmede önem taşımaktadır (Oral, 2005, ss. 183-185).
Güvenlik departmanı, konaklama işletmesi içerisinde, misafir ve personele otel içinden
veya dışından gelebilecek tüm tehlikelere karşı korumakla yükümlüdür. Sözlü ve fiziksel
taciz anlarında, eşya kaybında, yangın zamanında, kaza ve saldırı süreçlerinde emniyet
birimleri ile ortak hareket edebilme ve konaklama işletmesinin itibarını zedelemeyecek
yaklaşımlarda bulunmalıdır (Şener, 2009, ss. 311-317). Diğer departmanlar kapsamında,
misafir ilişkileri, halkla ilişkiler, çamaşırhane, finans gibi birimlerde konaklama
işletmesinin yapısına ve hizmet standartlarına göre bulunabilir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
221
1.6. Konaklama İşletmesi Müdürleri ve İşletme Sahipleri Arasındaki Çalışma
Şekli
Konaklama işletmelerinin en temel özelliklerinden biri hizmet üretiminden kaynaklı,
insan emeğine duyulan gereksinimdir. Bu kapsamda gerek işgörenin gerekse işletme
sahiplerinin düşünceleri ve kişisel özellikleri işletme başarısı ve müşteri memnuniyeti
açısından doğrudan etkili unsurları oluşturur. Konaklama işletmeleri müdürlerine düşen
en önemli görevlerden biride işletme sahiplerini ve işgörenleri algılamaktır. Konaklama
işletmesi müdürleri zaman zaman işletme sahipleri ve çalışanlarla yaşadıkları sorunlar
karşısında, hemen geri çekilip işletmeden uzaklaşmayı ya da sorunlara göğüs gerip,
problemleri çözme kararlılığı göstermeyi seçmektedirler. Müdürlerin iş yaşamında
işletme sahiplerine uygulamalarını aktarmaları ve işleyiş hakkında bilgi vermeleri
olağandır. Bu süreçte işletme sahibi ile müdür arasında yaşanabilecek çatışmada,
müdürün ortaya koyacağı çözümler önemlidir. Konaklama işletmesi müdürleri işletme
sahibi ile daha önce yaşadığı çatışmalardan ders çıkararak, aynı zamanda vereceği
tepkileri önceden sezip anlayabilirse, çatışma ortamı kazan kazan yöntemine aktarılabilir
(Şener, 2007, s. 99).
1.7. Konaklama İşletmesi Müdürleri ve İşletme Sahipleri Arasında Çatışma
Yaratabilen Unsurlar
Konaklama işletmeleri içerisinde görülen çatışmaların sonuçları, yapıcı ve yıkıcı olarak
tezahür edebilmektedir. Yıkıcı nitelikteki çatışmalar, kurum içerisinde stres katsayısını
yükseltmekte, yapıcı özellik taşıyan çatışma ortamı ise örgüt için değişimin, gelişimin
ve sorunların çözümü için itici güç olabilmektedir. Yöneticiler farklı nedenlerden
kaynaklanan çatışmaların çözülmesi ve olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılabilmesi için
iş yerinde geçen sürelerinin %20’sinden fazlasını zaman zaman bu konuya harcamaktadır.
Bu da iş yerindeki yöneticinin verimliliğini doğrudan etkilemektedir (Tortop, İsbir,
Aykaç, Yayman, Özer, 2007, ss. 251-254).
Konaklama işletmeleri müdürleri ve işletme sahipleri arasında meydana gelebilecek
çatışmaları ortaya çıkaran temel etmenleri aktarmak gerekirse; iletişimde yaşanan
uyumsuzluklar, pozisyon içeriğindeki tanımlamaların farklı algılanması, yetki ve
denetimdeki güç savaşı, konaklama işletmesi üzerinden diğer kurum ve kişilere menfaat
sağlama, kişisel mizaç yönünden çatışmacı bir yapıya sahip olma, kıskanma, biçimsel
olmayan iletişim kullanımı, hırslı bir çalışma sitili, personele iltimas, teknolojik
gelişmelere ve yeniliklere direnme, sorun çözme yöntemleri, ortak akıl ortamı ve
sinerji oluşturulaması (Güney, 2011, ss. 21-22). Tüm bu ifade edilenler ve daha fazlası
konaklama işletmesi müdürlerinin işletme sahipleri ile çatışma yaşamasına neden
olabilecek çalışma yaklaşımlarıdır.
222
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2. Yöntem
Yapılacak uygulama; Düzcede yer alan otel müdürleri ve işletme sahiplerinin çalışma
yaklaşımlarının departman faaliyetleri bazında değerlendirilmesi ve işletme üzerindeki
etkilerinin araştırılmasını içermektedir. Bu kapsamda araştırmaya konu olan problem,
amaç, kısıtlar, uygulamanın evreni, verileri toplama biçimi aktarılacaktır.
2.1. Araştırmaya Konu Olan Problem ve Amacı
Düzce ilinin Türkiye turizmindeki geçmişine bakıldığında, gerek turizm bilincinin
halka yayılmış olması, gerekse yatırım boyutunda girişimlerin oluşu, ilin turizme
yabancı kalmamasına katkı sağlamıştır. Ancak yatırımların ve özellikle yabancı turist
sayısının Akdeniz ve Ege bölgesindeki turizm destinasyonlarına oranla daha az olduğu
da görülmektedir. Bu nedenle turizm işletmeciliği açısından köklü kurum sayısıda
azdır. Ekonomik parametrelerin iyileşmesi ve turizm yatırım ortamının cazip oluşu,
birçok girişimcinin konaklama tesisi kurup, çalıştırmasına olanak tanımıştır. Yatırımı
yapan kişilerin daha önce turizm endüstrisi ve hatta hizmet sektöründe yer almaması,
ayrıca turizm eğitimi almamış olması işletmecilik boyutunda bir takım sıkıntılarıda
beraberinde getirebilme ihtimali bulunmaktadır. Öyle ki, bazı girişimciler bu sektörde
sorun yaşamamak için, profesyonellere otel yönetimini emanet etmektedirler. Her
ne kadar işletme sahipleri otel yönetimini otel müdürüne emanet etselerde, işleyiş
sürecinde birlikte hareket etme ortamı oluşmaktadır. İşte bu noktada, otel müdürleri
ile işletme sahipleri, turizm sektörü gibi birçok departman alanını kapsayan karmaşık
konularda birlikte çalışma ortamına dahil olurlar. Bu çalışma sürecinde ne derece ve
hangi alanlarda çatışma yaşanıp, yaşanmadığını ölçmek araştırmanın ana problemini
oluşturmaktadır. Bu araştırma ile elde edilecek veriler sayesinde, ilde otel müdürü ve
işletme sahiplerinin işletmelerini ileriye götürmek adına çatışmaların olumlu taraflarını
görmeleri ve işletmeye yansımalarını görmeleri amaçlanmıştır.
2.2 Araştırmanın Evreni, Örneklem Kitlesi
Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürülüğünden edinilen bilgiler ışığında 2015 yılı
Ağustos ayı verilerine göre ilde; 12 adet turizm işletme belgeli konaklama tesisi, 60 adet
belediye belgeli konaklama tesisi ve 6 adette turizm yatırım belgeli konaklama tesisi
mevcudiyeti bulunmaktadır. Daha öncede ifade edildiği üzere bu çalışma sadece, Düzce
ilindeki otel olarak adlandırılan işletmeler üzerinde uygulama yapılacaktır. Bu ayrımda
yatan temel neden, otel dışındaki tesislerde, yönetici ve işletme sahibinin aynı kişilerden
oluşmasının yoğunluğudur.
Bu açıdan değerlendirildiğinde 60 adet belediye ve özel idare belgeli konaklama
tesisinin içinde 24 adedi, Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce otel olarak
adlandırılmış, 1 adedi bungalov, 30 adedi pansiyon, 1 adedi kamping, 1 adedi motel, 2
adedi tatil köyü ve 1 adedi de apart oteldir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
223
Diğer yandan 12 adet turizm işletme belgeli tesisin 10 adedi yıldızlı otel, 1 adedi, köy
evi ve 1 adedi de turistik işletme olarak gruplandırılmıştır. 6 adet turizm yatırım belgeli
işletmede yatırım aşamasındadır.
Her nekadar otel işletmelerinin dışındaki tesislerin, işletme sahibi ile işletme müdürünün
aynı kişi olma oranı yüksek olsada, otel işletmelerinin içerisinde de işletme sahibi ile
işletme müdürünün aynı olma durumu söz konusudur. İşte bu kapsamda 24 adet belediye
belgeli otel işletmesi ve 10 adet yıldızlı otel işletmesi araştırmamızın evreni içerisindeki
örneklem kitle içerisinde yer almaktadır.
2.3 Araştırmada Verileri Toplama Biçimi ve Kısıtları
Anket tekniği kullanılarak verilere ulaşma hedeflenmiştir. Anketin ilk bölümünde
uygulamaya konu olan otel müdürülerinin demografik bilgilerini ölçmeye yarayan sorular
ve işletme ile işletme sahibine ilişkin verileri toplamaya yarayacak sorular, 21 maddede
geliştirilmiştir. İkinci bölümde 5’li likert usulüne göre şekillendirilen toplam 9 grupta
toplanmış 29 ifade ile departmansal bazda yürütülen çalışmalardaki çatışmaları ortaya
koyma amaçlı bir ölçek geliştirilmiştir. Bu ölçeğin ilk 5 ifadesi yönetsel açıdan çatışma
düzeyini ölçmekte, ardından gelen sırayla,3’er odalar, yiyecek içecek, insan kaynakları,
muhasebe, teknik servis, pazarlama, güvenlik ve diğer departman faaliyetlerine ilişkin
çatışma durumunu sorgulayan sorular olarak planlanmıştır. 5’li likert derecelendirmesine
göre, 1 kesinlikle katılmıyorum, 2 katılmıyorum, 3 kararsızım, 4 katılıyorum ve 5
kasinlikle katılıyorum anlamlarını vermede kullanılmıştır. Anketten elde edilen veriler
SPSS 16.0’a işlenmiş ve analizleri ilgili program aracılığı ile yürütülmüştür.
Araştırma evreni içerisinde yer alan otel işletmelerine araştırmacı bizzat giderek
yüz yüze görüşme olanağı bulmuştur. Ancak bazı otel işletmelerinin sahiplerinin aynı
zamanda otel müdürü olması, bazılarının da anketi cevaplamak istememeleri, ayrıca
birden fazla otele aynı kişilerin müdürlük yapması, farklı zamanlarda birden fazla aynı
otellere gidilmesine rağmen otel müdürlerine ulaşılamaması, araştırmanın kısıtları
kapsamında, ankete katılan otel müdürlerinin sayısını düşürmüştür. Bu kısıtlara rağmen
15 otel müdürü ankete cevap vererek, araştırmanın yürütülmesine katkı sağlamıştır. Her
bir ifade gerektiğinde açıklanarak, otel müdürlerinin net cevaplaması sağlanmıştır.
3. Bulgular
Öncelikle, otel müdürlerinin sosyo demografik özellikleri, işletme ve işletme sahibine
ilişkin bilgiler aktarılacaktır. Akabinde otel departman faaliyetleri çerçevesinde otel
müdürleri ile otel sahipleri arasındaki çalışma sürecinin çatışmaya yansıması ele alınarak
analizleri yapılacaktır.
Araştırmanın güvenilirlik analizlerine bakıldığında; ikinci bölümde yer alan
29 ifadeden oluşan departman faaliyetlerindeki çalışmalarda gözlenen çatışmaları
betimleyen ölçeğin, Cornbach Alfa güvenirlik oranı; .95 olarak tespit edilmiştir.
224
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3.1. Otel Müdürlerinin Özelliklerine İlişkin Veriler
Araştırmaya katılan otel müdürlerinin sosyo-demografik verileri incelendiğinde şu
sonuçlar ortaya çıkmıştır. Otel müdürlerinin 14’ü erkek (%93,3), 1’i kadındır (%6,7).
Otel müdürlerinin 13’ü evli (86,7) ve 2’si bekardır (%13,3). Katılımcıların yaş grupları
incelendiğinde; 25 ve altı yaş gubundan 1 kişi (6,7), 26-35 yaş grubundan 5 kişi (%33,3),
36-45 yaş grubundan 5 kişi (%33,3), 46-55 yaş grubundan 2 kişi (%13,3) ve 56 ve üstü yaş
grubundan da 2 kişi (%13,3) olduğu görülmektedir. Otel müdürlerinin eğitim durumları
irdelendiğinde; 5’inin ortaöğretim (%33,3) ve 10’unun (%67,3) üniversite mezunu
olduğu görülmektedir. İlköğretim ve lisansüstü eğitim seviyesinde bulunan otel müdürü
bulunmamaktadır. Otel müdürlerinin turizm eğitimi alıp almadıkları sorulduğunda, 4
tanesi (%26,7) turizm eğitimi aldığını, 11 tanesi de (%73,3) turizm eğitimi almadığını
belirtmişlerdir. Araştırmaya katılan müdürlerin sektörel bazda uzmanlık alanlarına göre
değerlendirilmesi yapıldığında, 2’si (%13,3) muhasebe, 8’i (%53,3) önbüro, 1’i servis
(%6,7), diğer alanlarda uzman olduğunu belirtenler ise 4 kişi (%26,7) olup, ankette
seçenekler arasında gösterilen mutfak ve pazarlama alanında uzmanlaşmış otel müdürüne
rastlanmamıştır. Otel müdürlerinin aylık otelden elde ettikleri gelirler incelendiğinde; 8’i
(%53,3) 3000 tl ve altı ücret aldığını, 5’i (%33,3) 3001 tl ile 5000 tl arasında kazandığını,
2’si (%13,3) 5001 tl ile 10000 tl aralığında otelden kazanç elde ettiğini belirtmişlerdir.
Araştırma kapsamında 10001 tl ve üstü kazancı olan otel müdürü bulunmamaktadır.
Otel müdürlerinin daha önce konaklama işletmelerinden en çok ayrılmalarına neden
olan sebebe ilişkin bulgular incelendiğinde; 1’i (%6,7) ailevi sebeplerden, 4’ü (%26,7)
daha iyi iş fırsatından, 1’i (%6,7) kurum içi çatışmadan, 3’ü (%20) maaş yetersizliğinden,
1’i (6,7) mesai saatlerinden, 2’si (%13,3) yoğun stresten ve 3’ü (%20) diğer nedenlerden
dolayı işten ayrıldıklarını belirtmişlerdir. Otel müdürlerine bir konaklama işletmesinde
çalışmaya başlamadan önce aradıkları temel niteliğin ne olduğunu belirlemeye yönelik
soruya, 2’si (%13,3) konum, 8’i (%53,3) kurumsallık, 1’i (%6,7) maaş, 4’ü (%26,7)
personel kalitesi, yanıtını vermiştir. Marka ve teknolojik donanım seçeneklerine göre
tercih yapan otel müdürüne rastlanmamıştır. İşletme yöneticilerinin şuan bulundukları
işletmede çalışma sürelerine bakıldığında, 7’si (%46,7) 1-3 yıldır çalışmakta, 4’ü (%26,7)
4-6 yıldır devam etmekte, 1’i (%6,7) 7-10 yıldır ve 3’ü (%20) 11 yıl ve üzeri bir süredir
işlerine devam ettikleri görülmektedir. Müdürlerin kaç yılda bir işletme değiştirdiklerini
belirlemeye yönelik ifade sonuçlarına göre; 1’i (%6,7) 1-3 yılda, 5’i (%33,3) 4-6 yılda,
2’si (%13,3) 7-10 yılda, 7’si (%46,7) 11 yıl ve üzeri bir sürede işletme değiştirdikleri
ortaya konulmaktadır.
Çalıştıkları işletmede hala neden devam ettiklerini tespit etmeye yönelik verilen ifadeye
yöneticilerin 2’si (%13,3) işletmeye karşı duygusal bir bağım var, yine 2 kişi (%13,3)
zor zamanımda bana iş verdiğinden, 1’i (%6,7) çok iyi para kazandığımdan, 3’ü (%20)
işletme sahibine saygımdan ve 7’si (%46,7) diğer sebeplerden dolayı devam ettiklerini
bildirmişlerdir. Çalışma arkadaşlarımı bırakamam ve daha iyi iş bulamam seçenekleri
ankete katılanlarca değerlendirilmemiştir. Otel müdürlerinin turizm sektöründeki
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
225
deneyim süreleri ölçüldüğünde 6’sının (%40) 1-3 yıl arası, 3’ünün (%20) 4-6 yıl arası,
1’inin (%6,7) 7-11 yıl arası, 1’inin (%6,7) 12-15 yıl arası ve 4’ünün (%26,7) 16 yıl ve
üstü turizm sektörü deneyimine sahip olduğu sonucuna varılmıştır.
3.2. İşletme Sahibi ve İşletme Özelliklerine İlişkin Bulgular
Anket verileri neticesinde, işletme sahiplerinin 1’i (%6,7) ilköğretim, 5’i (%33,3)
ortaöğretim, 8’i (%53,3) üniversite ve 1’i (%6,7) lisansüstü eğitime sahiptirler. İşletme
sahiplerinin en yoğun faaliyet gösterdiği sektörler tespit edildiğinde, 1’i (%6,7) enerji,
2’si (%13,3) gıda, 5’i (%33,3) inşaat, 1’i (%6,7) tekstil, 3’ü (%20) turizm ve 3’üde (%20)
diğer sektörlerde yoğun olarak yer almaktadır. İşletme sahiplerinin otelden beklentileri
ölçüldüğünde; 1’i (%6,7) istihdam yaratma, 9’u (%60) kâr, 4’ü (%26,7) prestij ve 1’i de
(%6,7) diğer sebeplerden dolayı bir beklentidedir.
Ankette yer alan güç beklentisi tercihler arasına girememiştir. İşletme sahibinin otel
yatırımından pişman olup olmadığına yönelik ifadeye katılımcıların 2’si (%13,3) evet,
11’i (%73,3) hayır ve 2’side (%13,3) kararsız yanıtını vermiştir. İşletme sahibinin
yakınlarının ve akrabalarının oteldeki işleyişe müdahil olup olmadıklarını belirlemeye
yönelik ifadeye verilen cevaplara bakıldığında; 8 kişi evet (%53,3), 6 kişi hayır (%40),
1 kişi (%6,7) kararsızım yanıtı vermiştir. İşletme sahibinin otelden kazandığı parayı
tekrar otele yatırıp yatırmadığına dair verilen cevaplara göre 11 kişi (%73,3) evet, 2 kişi
(%13,3) hayır ve 2 kişide (%13,3) karasızım sonucunu aktarmıştır.
Otel sahibi ile işletme müdürü arasındaki çalışma şeklinin kuruma yansımasına olumlu
değerlendirme veren 12 kişi (%80), olumsuz değerlendirme veren 1 kişi (%6,7) ve karasız
kalan 2 kişi (%13,3) olmuştur. Anket uygulanan müdürlerin çalıştıkları işletmelerin 7’si
(%46,7) turizm işletme belgeli ve 8’ide (%53,3) belediye belgeli konaklama tesisleridir.
3.3. Otel Müdürü ve İşletme Sahibi Arasındaki Çalışma Sürecinde Çatışma
Yaratabilecek Unsurların Departman Faaliyetleri Bazında İncelenmesi
Yönetim departmanındaki faaliyetlere göre, işletme sahibi ile otel müdürü arasındaki
işleyişteki çatışmaları incelemede kullanılan ifadelere göre; İşletme sahibi ile otele mal
ve hizmet alım sürecinde çatışma yaşanır ifadesine katılımcı müdürler 2,53 ortalama ile
kararsızım cevabında yoğunlaştıkları görülmektedir. İşletme sahibi ile otelin geleceğine
yönelik karar alımında çatışma yaşanır ifadesine işletme müdürleri 2,46 ile kararsızım
şıkkında karar kıldıkları görülmektedir.
İşletme sahibi ile iletişim bazlı çatışmalar yaşanır ifadesine katılımcılar 2,93 ortalama
ile yine kararsızım yaklaşımında bulunmuşlardır. İşletme sahibi ile sektörel adaptasyon
ve değişim sürecinde çatışma yaşanır ifadesine otel müdürleri 2,26 ile katılmıyorum
seçeneğini tercih etmişlerdir. İşletme sahibi ile aramızda çalışma stili konusunda çatışma
yaşanır ifadesine %40 ile katılıyorum seçeneği ağırlık kazanmış ancak genel orana
226
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
göre 2,73 ortalama ile kararsız kalınmıştır. İşletme sahibi ile otel odalarının konfor ve
teknolojik gereksinimleri hususunda çatışmalar yaşanır ifadesine yöneticiler 2,13 ile
katılmadıklarını belirtmişlerdir. İşletme sahibi ile önbüro ve kat hizmetlerinin çalışma
prensipleri konusunda çatışma yaşanır, işletme sahibi ile oda doluluklarını ve gelirlerini
artırma planları konusunda çatışma yaşanır ifadelerine otel müdürlerinin %33,3’ü
katılıyorum demiş, ancak 2,66 ile karasızlık belirten ortalamada buluşmuşlardır. İşletme
sahibi ile menü planlama sürecinde çatışma yaşanır ifadesine müdürler, 2,4 ortalama ile
katılmıyorum şeklinde yanıt vermişlerdir.
Yiyecek içecek departmanına ilişikin diğer ifadelerden; işletme sahibi ile yiyecek
içecek hizmet çeşitliliği sağlama konusunda çatışma yaşanır’ a 2,46 ve işletme sahibi ile
yiyecek içecek fiyatı belirlemede çatışma yaşanır ifadesine 2,66 ile kararsızlık belirten
bilgilendirmede bulunmuşlardır. İşletme sahibi ile personel alımında çatışma yaşanır
ifadesi, 2,46 ortalama, işletme sahibi ile personel çıkarmada çatışma yaşanır ifadesi, 2,26
oranı ve işletme sahibi ile personel motivasyon uygulamaları konusunda çatışma yaşanır
ifadesine de 2,80 ortalama ile kararsızlık ifade eden bir yaklaşım sergilenmiştir. İşletme
sahibi ile işletmeye dış kaynak temininde çatışma yaşanır ifadesine katılımcılar 1,73 ile
katılmadıklarını beyan etmişlerdir. İşletme sahibi ile gelir ve gider oranları konusunda
çatışma yaşanır ifadesine %40 ile katılıyorum yanıtı ağırlık kazanmış olmasına rağmen
genel ortalama 2,80’dir. İşletme sahibi ile yeni yatırım yapma sürecinde çatışma yaşanır
ifadesine de 2,60 oran ile kararsızım seçeneği ortalamada öne çıkmıştır. İşletme sahibi
ile otelin renovasyon kararı hususunda çatışma yaşanır ifadesinde 2,13 ortalama,
işletme sahibi ile otel araç gereçlerin bakımı ve yenilenmesi konusunda çatışma yaşanır
ifadesinde 2,00 oran ve işletme sahibi ile teknik servis ofis ve personeli gereksinimi
konusunda çatışma yaşanır ifadesinde 1,86 ortalama ile karşılık verilmiştir.
İşletme sahibi ile reklam ve tanıtım faaliyetlerinin sürdürülmesinde çatışma yaşanır
ifadesine otel müdürleri bu çalışmada 2,93 ortalama ile karşılık vermişlerdir. İşletme
sahibi ile kongre, fuar ve sergi katılımları hususunda çatışma yaşanır ifadesinde 2,26
ortalama, işletme sahibi ile hedef misafir bölümleri belirlemede çatışma yaşanır
ifadesinede 2,06 oran ile katılmıyorum ifadesinin benimsendiği görülmektedir. İşletme
sahibi ile otel güvenlik personel istihdamı konusunda çatışma yaşanır ifadesine 1,93
oran, işletme sahibi ile otel güvenlik önlemleri ve yöntemleri hususunda çatışma yaşanır
ifadesine 1,73 ortalama, işletme sahibi ile acil durum müdahale yöntemleri hususunda
çatışma yaşanır ifadesine de 1,33 ile kesinlikle ve kesinlikle katılmıyorum diyerek
karşılık verilmiştir.
İşletme sahibi ile misafir memnuniyeti sağlama çalışmaları ve uygulamaları
konularında çatışma yaşanır ifadesine otel müdürleri 1,73 ortalama, işletme sahibi
ile halkla ilişkiler faaliyetlerini sürdürme hususunda çatışma yaşanır ifadesine de
2,13 ortalama ile katılmıyorum yanıtı vermişlerdir. Son olarak da işletme sahibi ile
uygulanacak basın ilişkileri konularında çatışma yaşanır ifadesinde otel müdürleri 2,53
ortalama ile kararsızlık belirten bir oran ortaya koymuşlardır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
227
4. Sonuç Ve Öneriler
Araştırma verileri neticesinde ortaya çıkan sonuçları ve etkileri şu şekilde
değerlendirmek mümkündür; Araştırma kapsamında ankete katılan Düzce ilindeki
otel müdürlerinin arasında bayan otel müdürü sayısının az oluşu cinsiyet anlamında
bir dengesizliğin varlığına işaret etmektedir. 26 ila 45 yaş aralığındaki otel müdürü
sayısının çoğunluğu oluşturması, yönetimde yaşça genç ve dinamik bir yapının varlığını
göstermektedir. Uygulamaya katılan otel müdürlerinin eğitim seviyesine bakıldığında
üniversite eğitimi almış olanların çoğunlukta olduğu görülmekle birlikte bu oran
turizm eğitimi almış olan müdürlerde tersine dönmekte ve turizm eğitimi almış müdür
sayısı azınlıkta kalmaktadır. Araştıma kapsamında otel müdürlerinin çoğunluğunun
3000 tl ve altı bir ücrete çalıştığı ortaya çıkmıştır. Konaklama işletmesinde çalışmaya
başlamadan önce otel müdürlerinin işletmede aradıkları temel nitelik, kurumsallık
olarak ön plana çıkmaktadır. Araştırmaya konu olan otel müdürlerinin şuan çalışmakta
oldukları işletmedeki görev süreleri çoğunlukla 1 ila 3 yıl arasında değişmektedir.
Araştırma kapsamında otel sahiplerinin en yoğun faaliyet gösterdiği sektör olarak,
inşaat endüstrisinde faaliyet gösteren işletme sahiplerinin diğer sektörlere göre en büyük
grubu oluşturduğu görülmektedir. İşletme sahiplerinin büyük bir çoğunluğu otel yatırımı
yaptığından dolayı pişmanlık duymamaktadır. Otel sahibinin akraba ve yakınlarının otel
işleyişine müdahil olma oranı %50’nin üzerindedir. İşletme sahiplerinin ezici çoğunluğu
işletmeden elde ettiği gelirleri ihtiyaç duyulduğunda otele tekar yatırdığı görülmektedir.
Otel müdürü nazarında, işletme sahibi ile otel müdürü arasındaki çalışma şeklinin otele
yansıması büyük oranda olumlu olarak değerlendirilmiştir. İşletmeye mal ve hizmet alım
sürecinde, otelin geleceğine dönük karar almada ve iletişim bazlı işletme sahipleri ve
otel müdürleri arasında zaman zaman çatışma yaşanır.
Otel müdürleri ve işletme sahipleri arasında yiyecek içecekte çeşitlilik ve fiyat
belirlemede çatışmalar yer yer yaşanır. İşletme sahipleri ve otel yöneticileri arasında
personel alımı ve motivasyonu konusunda çatışmalar yaşanabilmektedir. İşletme sahibi
ile otel müdürü arasında gelir gider oranlarının incelenmesinde ve yeni yatırım kararı
sürecinde çatışmaların meydana gelmesi mümkündür. Otel müdürleri ve kuruluş sahipleri
reklam ve tanıtım faaliyetleri konusunda bazen çatışmalar yaşadıkları görülmektedir.
İşletme sahibi ve otel müdürleri arasında güvenlik önlem ve yöntemleri bazında çatışma
çıkmamaktadır. Otel sahipleri ve müdürleri arasında basınla ilişkiler konusunda dönem
dönem çatışmaların yaşanması söz konusudur.
Ortaya çıkan sonuçlar çerçevesinde Düzce ilindeki otel müdürü ve işletme sahiplerinin
özellikleri ve çalışma sürecindeki çatışmalara ilişkin veriler ışığında Düzce ili konaklama
işletmeciliği hakkında şu önerilerde bulunulabilir;
228
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
•
Otel müdürlerinin çoğunluğunun otelden kazanç durumuna bakıldığında, bu
ücretlere uluslararası deneyim ve tecrübeye sahip nitelikli genel müdürlerin Düzce
iline gelme ihtimali düşüktür. Otel müdürlerine verilen ücretler ve gelir kalemleri
artırılmalıdır.
•
Pazarlama alanında uzmanlaşmış otel müdürünün olmayışı, Düzce ilinin ihtiyaç
duyduğu yeni turist gruplarının önünü açmada bir eksiklik olarak görülebilir. Bu
nedenle elinde güçlü turist portföyü olan pazalama departmanında uzmanlaşmış
otel müdürlerine de Düzce’de şans verilmelidir.
•
İşletmelerde istikrarlı bir ekip kurulabilmesi için ve otel müdürü sirkülasyon
oranının azaltılması gerekmektedir.
•
Otel işletmelerinin çalışma düzenine, işletme sahibinin yakını ve akrabalarının
yoğun müdahil olması, yönetimde çok başlılığa neden olur. Bu durum verimliliğe
etki edeceğinden derhal uzaklaşılmalıdır.
•
İşletme sahiplerinin otelden kazandıklarını öncelikli olarak otele yatırmaya devam
etmelidirler.
•
İşletme sahipleri otel müdürlerine, mal ve hizmet alımında, otel geleceğine dönük
karar almada pozitif bir çalışma ortamı sunmalıdır.
•
İşletme sahibi ve otel müdürü yiyecek içecek faaliyetlerini sürdürme sürecinde
beklentilere göre rasyonel adımlar atmalıdır.
•
İşletme politikası olarak personel motivasyon uygulamaları konusunda aktif
olunmalıdır.
•
Yeni yatırım kararları aşamasında, bütçe ve kaynaklar gözardı edilmemelidir.
•
Reklam ve tanıtım faaliyetlerinin gücü hafife alınmamalı ve bütçe ayrılmalıdır.
•
Konaklama işletmeleri basınla ilişkileri geri planda tutmamalıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
229
5. Kaynakça
1. Akgöz, E. (2006). Önbüro işlemleri. (Gözden geçirilmiş 2. Baskı). Ankara: Nobel
yayın dağıtım.
2. Akıncı, Z. (2011). Otel işletmeciliği. Ankara: Nobel.
3. Akova, O., Kuşluvan, H., Çiftçi, İ. (2015). Turizm işletmelerinde örgütsel davranış.
O.
4. Akova, İ. Kızılırmak, H. Tanrıverdi, (Ed.). Turizm işletmeciliği temel kavramlar
ve uygulamalar. Ankara: Detay yayıncılık.
5. Çolakoğlu, Ü., Kılınç, U. (2005). Seçim. C. Demir, (Ed.). Konaklama işletmelerinde
insan kaynakları yönetimi: ilkeler ve uygulamalar. Ankara: Nobel yayın dağıtım.
6. Efil, İ. (2006). İşletmelerde yönetim ve organizasyon. (8. baskı). Alfa aktüel:
İstanbul.
7. Eren, E. (2010). Örgütsel davranış ve yönetim psikolojisi. (12. baskı). İsatnbul:
Beta.
8. Eren, E. (2011). Yönetim ve organizasyon (Çağdaş ve küresel yaklaşımlar).
İstanbul: Beta.
9. Gökdeniz, A. (2014). Butik otel işletmeciliği (Ayvalık Cunda Ortunç otel örneği).
Ankara: Detay yayıncılık.
10. Güçlü Nergis, H., (2012). Otel işletmelerinde yönetim. M. Akoğlan Kozak, (Ed.).
Otel işletmeciliği. Ankara: Detay yayıncılık.
11. Güney, S. (2007). Yönetim ve organizasyonun bazı temel kavramları. S. Güney,
(Ed.). Yönetim ve organizasyon. (Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş 2. Baskı)
Ankara: Nobel yayın dağıtım.
12. Güney, S. (2011). Örgütsel davranış. Ankara: Nobel yayın dağıtım.
13. Hazar, A. (2010). Meslek yüksekokulları için genel turizm. Ankara: Nobel yayın
dağıtım.
14. Keskin, G. (2009). Otel işletmeciliği ve iş tatmini. Ankara: Detay yayıncılık.
15. Koç, E. (2008). Turizm işletmelerinde çatışma yönetimi. F. Okumuş, U. Avcı,
(Ed.). Turizm işletmelerinde çağdaş yönetim teknikleri. Ankara: Detay yayıncılık.
230
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
16. Koçel, T. (2010). İşletme yöneticiliği. (Genişletilmiş 12. baskı). İstanbul: Beta.
17. Kozak, N., Akoğlan Kozak, M., Kozak, M. (2014). Genel turizm ilkeler kavramlar
(Gözden geçirilmiş 15. Baskı) Ankara: Detay yayıncılık.
18. Medlik, S. (1997). Otel işletmeciliği (Çev. Ömer L. Met). Bursa: Uludağ
üniversitesi güçlendirme vakfı yayın no:14.
19. Oral, S. (2005). Otel işletmeciliği ve verimlilik analizleri. Ankara: Detay yayıncılık.
20. Sökmen, A. (2008). Otel işletmelerinde yiyecek ve içecek hizmetleri. N. Kozak,
(Ed.). Otel işletmeciliği. Ankara: Detay yayıncılık.
21. Sökmen, A. (2010). Yönetim ve organizasyon. Ankara: Detay yayıncılık.
22. Şener, B. (2007). Modern otel işletmelerinde yönetim ve organizasyon.
(Geliştirilmiş 4. baskı). Ankara: Detay yayıncılık.
23. Şener, B. (2009). Konaklama işletmelerinde önbüro yönetimi. (3. Baskı). Ankara:
Detay yayıncılık.
24. Tortop, N., İsbir, E., Aykaç, B., Yayman, H., Özer, A. (2007). Yönetim bilimi.
(Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş 7. baskı). Ankara: Nobel yayın dağıtım.
25. Usta, Ö. (2012). Turizm genel ve yapısal yaklaşım. Ankara: Detay yayıncılık.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
231
232
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ÖRGÜTSEL ÇATIŞMA VE KURUMLARIN ÖĞRENME KAPASİTELERİ
ARASINDAKİ İLİŞKİ: BİR KAMU KURUMU ÖRNEĞİ
Sağbetullah MERİÇ1
Öznur BOZKURT2
Kutbettin ERDURUR3
Özet
Örgütlerde yaşanan çatışma ve örgütsel öğrenme arasındaki ilişkiyi incelemek üzere
Düzce İl Sağlık Müdürlüğü çalışanlarına yönelik yapılan bu çalışmada, kurumda orta
düzeyde bir çatışma ve yine orta düzeyde bir öğrenmenin varlığı tespit edilmiştir. Çatışma
nedenleri arasında en öne çıkan unsur ise kişiler arası farklılıklar nedeni ile ortaya çıkan
çatışmalardır. Yaşanan çatışmalar demografik özellikler açısından farklılaşmamakta
ve her bir grup için aynı düzeyde ortaya çıkmaktadır. Örgütsel öğrenmeyi oluşturan
boyutlardan ise en yüksek ortalamaya sahip olan, öğrenmeye olan istek ve kararlılık
olurken en düşük ortalamaya sahip boyut paylaşılan vizyon olarak ortaya çıkmıştır.
Demografik özellikler açısından örgütsel öğrenmenin farklılık gösterdiği sonucu da yine
araştırma sonucunda ulaşılan bir düğer sonuç olmuştur. Öğrenme ve çatışma arasında da
pozitif yönlü ilişkinin olduğu araştırma sonucunda orya çıkmıştır.
Anahtar Kelimeler: Öğrenme, Örgütsel Öğrenme, Çatışma, Çatışma Nedeni, Çatışma
ve Öğrenme İlişkisi
1 Öğr. Gör. Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Y.O. [email protected]
2 Yrd.Doç. Dr. Düzce Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Sigortacılık ve Sosyal Güvenlik Bölümü, oznurbozkurt@
duzce.edu.tr
3 Öğr. Gör. Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Gevaş MY.O. [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
233
THE RELATIONSHIP BETWEEN ORGAZINATIONAL CONFLICT AND
THE LEARNING CAPACITY OF THE INSTUTIONS: AN EXAMPLE OF
PUBLIC INSTUTIONS
Abstract
In this study which has been made to examine the relationship between the conflict
in the organizations and the organizational learning intended for the workers of Düzce
Provincial Health Directorate it has been identified that there is a moderate conflict and
again a moderate learning in this institution. The most prominent element among the
conflict reasons is the conflicts caused by interpersonal differences. Conflicts are not
differentiated in terms of demographics and are emerging at the same level for each
group. While the factors which have the highest average in organizational learning are
the desire of learning and determination; on the other hand the lowest averaged factor is
emerged as a shared vision. At the same time another conclusion based on this research
is that organizational learning shows differences in terms of demographic characteristics.
As a result of this research, it has been emerged that there is a positive relationship
between conflict and learning.
Keywords: Learning, Organizational Learning, Conflict,
Relationship Between Conflict and Learning.
234
Causes
of Conflict,
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Çatışmalar, toplu halde yaşayan insanoğlunun etkileşimlerinde ortaya çıkan
anlaşmazlıklar olarak insanoğlunun var olduğu günden günümüze kadar gelen bir
durumdur. Çatışmaların sadece bireysel anlaşmazlık kapsamında değerlendirilmeyip
çevreyi ve diğer kişileri de etkileyen bir olgu olduğu dikkate alındığında, çatışmaların
yönetilmesi toplumsal bir arada olmayı etkileyen önemli unsurlardan biridir. Günümüz
işletmelerinde yoğun olarak görülen insani ilişkiler, çatışmaların yönetimsel süreçte ele
alınmasına neden olmaktadır. Bu kapsamda yönetimsel olarak örgütler ve işletmeler için
kritik öneme sahip olan çatışma durumları ve ortaya çıkış nedenleri çalışma kapsamında
ele alınarak araştırılmıştır. Ekonomik ve sosyal yaşamdaki hızlı değişimler, işletmeleri
ve örgütleri bu hızlı değişime ayak uydurmaya zorlamaktadır. Bu değişimlere uyum
sağlamak adına öğrenme süreci stratejik öneme sahiptir. Öğrenmenin sürekli hale
getirilmesi ve kurum kültürünün içine yerleştirilmesi rekabet ortamında ayakta kalmak
için oldukça önemlidir.
Bu çalışma, örgütsel öğrenme kapasitesi ve kurumların yaşadıkları çatışmalar
arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla hazırlanmıştır.
Cevap aranan temel araştırma sorusu, “öğrenme düzeyi arttıkça çatışmalar azalmakta
mıdır, ya da tam tersine çatışmalardaki artışlar örgütsel öğrenmeyi olumsuz etkiler mi”
şeklindedir. Bu amaçla bir kamu kurumunun çalışanları araştırmanın yapılacağı alanı
oluşturmaktadır. Bu kapsamda öncelikle kavramsal olarak örgütsel çatışma ve örgütsel
öğrenme ile ilgili literatür incelenmiş, ve sonra da araştırma bulgularına yer verilmiştir.
2. Örgütsel Çatışma
Bireyler arasındaki farklılıkların yol açtığı anlaşmazlıkların bir ürünü olan çatışma,
bir kavram olarak ürkütücü gözükmektedir. Çatışma, genellikle olumsuzluklar,
acılar, düşmanlıklar ve hatta yakıcı savaşlarla birlikte insan algısında yer etmiş bir
kavramdır(Yatkın, 2008). Bireysel bakımdan olduğu kadar örgütsel açıdan da önemli bir
kavram olan çatışmaya yönetim biliminde ilk dikkat çeken Marry Parker Follett olmuştur.
Follett çatışmayı yönetmek için atılması gereken ilk ve önemli adımın farklılıkları kabul
etmek olması gerektiğini vurgulamıştır. Follett, çatışmayı yıkıcı bir savaş olarak değil,
farklılıkların bir görüntüsü olarak ifade etmiştir (Bakan vd., 2011).
Çatışma en genel ifadeyle, “iki veya daha fazla kişi veya grup arasındaki çeşitli
kaynaklardan doğan anlaşmazlık” olarak tanımlanabilir(Koçel, 2005: 664). Farklı bir
tanıma göre de çatışma, “Bir örgütte bireyler ve grupların birlikte çalışma sorunlarından
kaynaklanan ve normal faaliyetlerin durmasına veya karışmasına neden olan olaylar”
olarak ifade edilmektedir(Eren, 2000: 527).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
235
Belli bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş kişilerin oluşturduğu örgütlerde ortaya
çıkan çatışmalar, örgütsel çatışma olarak ifade edilmektedir. Örgütsel çatışma, “örgüt
içindeki birey ya da grupların, kendi içlerinde, birbirleri aralarında, örgütle aralarında,
çeşitli ve farklı nedenlere bağlı olarak uyuşmazlık, anlaşmazlık veya birbirine ters
düşme şeklinde ortaya çıkan değişken özelliklere sahip bir etkileşim süreci” şeklinde
tanımlanmaktadır(Sökmen ve Yazıcıoğlu, 2005: 3). Örgütlerde kişiler arası çatışma
durumları birey ile üstleri, birey ile astları ve birey ile aynı pozisyondaki meslektaşları
(denk olan kişiler) arasında gerçekleşebilmektedir(Zembat, 2012: 205).
Bir problemle karşılaşıldığında genellikle bir “suçlu” ve sorumlu arama eğilimi
görülür. Bu eğilim problemin karmaşık bir hal almasına ve problemle karşılaşan bireyin
çözümden çok suçlama üzerinde yoğunlaşmasına neden olur. Bir kez suçlamalara
başlandığında çözüm seçenekleri geliştirmek güçleşir(Karip, 2003). Bu durumda da
çatışma yönetiminin etkinliği önem arz eder. Çatışma, yönetilme durumuna göre örgüt
açısından yapıcı veya yıkıcı sonuçlar ortaya çıkarır. (Hakvoort, 2010).
Etkin bir şekilde yönetilemeyen çatışma, düşmanlık hislerine ve saldırganlık
davranışlarına, paranın ve enerjinin boşa gitmesine, güven duygusunun kaybına, işletmenin
verimliliğinin düşmesine ve örgütte işlerin aksamasına neden olabilir(Aşçıoğlu, 2007).
Ancak etkin bir şekilde yönetilen çatışma bireye ve örgüte, daha iyi ilişkilerin
oluşturulması, psikolojik olgunluk, bireyin kendisine saygısının geliştirilmesi, bireysel
gelişim, etkililiğin ve verimliliğin geliştirilmesi, problemlerin farkına varmak ve
problemleri tanımak, daha iyi çözümler oluşturmak, örgütsel değişimi sağlamak,
monotonluğu azaltmak, ahenkli bir takım çalışması oluşturmak gibi birçok yarar
sağlayabilir(Zembat, 2012).
2.1. Örgütsel Çatışmanın Nedenleri
Çatışmalar yaşamın doğal bir sonucudur. Çünkü aynı ortamda bir araya gelen her biri
farklı kültürlerde yetişen ve farklı kişilik yapılarına sahip olan bireylerin, düşünceleri,
değer yargıları, amaçları farklılık göstermektedir. Bu bireylerin her biri kendi çıkarlarını
gerçekleştirmek veya kendi görüşlerini hakim kılmak arzusundadır (Koçel, 2001:534).
Çatışmalar, tarafların kıt bir kaynağı paylaşımı, ortak bir eylem veya etkinlikte farklı
şeyler yapmak istemeleri, farklı değerlere, tutumlara ve inançlara sahip olmaları gibi
bir çok nedenden kaynaklanabilir(Karip, 2003). Bu araştırmada çatışma nedenleri
genel olarak dört faktör altında ele alınmaktadır. Bunlar örgütsel belirsizlikler,
iş ve personel uyumsuzlukları, yönetimsel nedenler ve kişisel farklılıklar olarak
sıralanmaktadır(Aşçıoğlu, 2007).
236
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.1.1. Örgütsel Belirsizlikler:
Örgüt yapısı ve örgütteki belirsizlikler nedeniyle çatışmalar ortaya çıkabilir. Örgüt
büyüklüğü ve örgütteki hiyerarşik yapı da çatışmalara neden olan bir diğer etkendir.
Küçük örgütlerde büyük örgütlere oranla çatışmanın daha az oluşu örgütsel belirsizliklerin
çatışmalara neden olduğunun en belirgin göstergesidir. Örgütsel belirsizliklerden doğan
çatışmalar; performans kriterlerinin ya da ödüllendirme sistemlerinin farklılığı, yetki ve
sorumluluk belirsizliği, yetki ve sorumluluk dengesinin olmaması, görev tanımlarının
belirsiz ya da yapılmamış olması, kıt kaynaklar için rekabet şeklinde sıralanmaktadır.
2.1.2. İş ve personel uyumsuzlukları:
Personelin yapılacak iş için uygun olmayışı veya personelin işe ve diğer personele
karşı uyumsuz oluşu örgütlerde çatışmalara neden olmaktadır. Bu uyumsuzluk sadece
yetenek kapsamında değil, çalışanların işyerindeki çalışma arkadaşları ile uyumsuzluk
ve anlaşamama hallerinde de ortaya çıkmaktadır.
İş ve personel uyumsuzluklarından doğan çatışmalar; iş doyumunun düşük olması,
hizmet içi eğitimin yetersiz olması, görevlerin yeteneklere uygun olmaması, görevlerin
alınan öğrenime uygun olmaması, etkin ekip çalışmasının uygulanamayışı şeklinde
sıralanmaktadır.
2.1.3. Yönetimsel nedenler:
Her yöneticinin, kendine özgü karar verme, planlama, organize etme, koordine etme,
yürütme gibi konularda, diğer yöneticilerden farklı yol ve yöntemleri bulunmaktadır.
Farklı yönetim biçimlerinin kullanılması ve problemlere her yöneticinin kendi algılama
biçimi ile bakması ve değerlendirmesi bazı anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden
olmaktadır(Eren, 2000). Bu anlaşmazlıklar sonucu ortaya çıkan çatışmalar yönetimsel
nedenler kapsamında ele alınabilir. Yönetimsel nedenlerden doğan çatışmalar iş bölümü
ve uzmanlaşma, değişim, bürokrasi, isletme içi güç mücadeleleri, yöneticilerin güç ve
uygulamalarındaki farklılıklar şeklinde sıralanmaktadır.
2.1.4. Kişisel farklılıklar:
Kişilik, kişinin zihinsel, bedensel ve ruhsal farklılıklarının hepsinin kendi davranış
biçimlerine ve yaşama tarzına yansımasıdır. İnsanlar arasında birtakım benzerlikler olsa
bile, kişilik kavramı, insanlar arası farklılıklar üzerine kurulmuş bir olgudur(Eroğlu,
1998; 139). Bu farklılıklar da dolayısıyla örgüt içinde çatışmalara neden olabilmektedir.
Kişisel farklılıklardan doğan çatışmalar; algılama farklılıkları, amaç farklılıkları ve çıkar
farklılıkları şeklinde sıralanmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
237
3. Öğrenen Örgüt
Örgüt ve kişilerin gelecek başarılar için, değişimi hayati bir unsur olarak kabullenmeleri
gerekmektedir. Örgütsel öğrenme değişimi, değişim de örgütsel öğrenmeyi gerektirir.
(Töremen ve Pekinci, 2011). Örgütler, değişime uyum sağlayabilmek için, değişen
koşullara uygun bilgiyi toplayıp değerlendirmek, gerektiği şekilde kullanmak ve yine
zamanı geldiğinde yenisiyle değiştirmek zorundadır(Erigüç ve Yalçın Balçık, 2008). Bu
nedenle işletme yöneticilerinin son zamanlarda en fazla üzerinde durdukları konulardan
biri, “hata tespit ve düzeltme süreci” olarak ifade edilen örgütsel öğrenmedir. Çünkü
günümüzde işletmelerin en önemli rekabet gücü, örgütsel öğrenme düzeyi, becerisi ve
öğrenmeye gösterilen uyumdur(Akdemir ve Çukacı, 2005).
Öğrenen Örgüt, kavramına ilk olarak Chris Argyris ve Donald Schön’un çalışmalarında
(1978) rastlanmış ve bu anlayış daha sonra Peter M. Senge (1990) tarafından
şekillendirilmiştir. Senge’e göre öğrenen örgüt, bulunduğu zaman ve ortamda ne olup
bittiğinin farkında olan, istedikleri sonuçları elde etmek için tüm potansiyelini kullanarak
kapasitesini genişletip becerilerini geliştirebilen, işine bağlı, takım arkadaşları ile anlamlı
bir hedefi ve vizyonu paylaşan kişilerden oluşan; yeni düşünce ve fikirlerin beslendiği ve
geliştiği, ortak beklentilerin serbest bırakıldığı, sürekli olarak ekip halinde öğrenmenin
nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğinin öğretildiği bir ortamı içeren ve kendi geleceğini
oluşturmada etkili olmak isteyen organizasyondur(Bayraktaroğlu ve Kutaniş, 2002).
Öğrenen örgütler, çalışanların yeni bilgi yaratmalarını, bu bilgiyi organizasyonun
bilgisi haline getirmelerini ve sorunların çözümünde kullanılmalarını esas
almaktadır. Süreç olarak bilen-anlayan-düşünen ve öğrenen organizasyon şeklinde
gelişmektedir(Koçel, 2005). Bir diğer ifadeyle; çalışanların bilgi, yetenek ve becerilerini
kullanarak çevrelerinden bilgi toplayan, bunu kullanarak yeni bilgiler üreten, bu bilgileri
geleceklerini şekillendirmek amacıyla kullanmak için örgütsel belleklerinde depolayan
örgütler, öğrenen örgüt olarak adlandırılmaktadır(Huber, 1991). Bireyler gibi örgütler
de öğrenirler ve belirgin öğrenme biçimleri geliştirirler. Öğrenme bireyde başlar, ancak
bireysel öğrenme örgütsel öğrenmeyi sağlamayabilir. Öğrenme ile örgütler değişime
adapte olur, hataları tekrarlamaz gerekli bilgileri depolar ve geliştirir. Örgütler değişimi
yakalayabilmeyi ve güncel kalabilmeyi öğrenme ile başarır(Avcı ve Küçükusta,
2009). Öğrenen örgütlerin tasarlanmasında dört temel öğe vardır. Bunlar öğrenmeye
olan kararlılık, paylaşılan vizyon, açık fikirlilik ve işletme içi bilgi paylaşımı şeklinde
sıralanmaktadır(Calantone vd., 2002).
3.1. Öğrenmeye olan kararlılık:
Öğrenen örgüt çalışanlarının, işletme faaliyetleri ve işletme çevresi ile ilgili
durumlardan bilgiler üretmesi, bilgileri diğer üyelerle paylaşması ve paylaşılan
bilgileri örgütsel amaçlardan sapmadan ve örgüt stratejisine destek sağlayacak şekilde
kullanması gerekmektedir(Avcı 2009). Bunun başarılması da, her çalışanın bireysel
olarak öğrenmeye kararlı ve istekli olmasına bağlıdır. Aksi durumda işletme düzeyinde
bir öğrenme oluşmayacak, öğrenme bireylerin öğrendikleri ile sınırlı kalacaktır.
238
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3.2. Paylaşılan vizyon:
Belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş bireylerden oluşan örgütün,
“ne ve nereye” sorusuna verdiği cevap örgütün paylaşılan vizyonudur. Vizyon, bir
örgütün çalışanlarını ortak bir kimlik ve kader duygusu etrafında toplayabilmesinin
araçlarındandır.
Eğer bir örgütün paylaşılan bir vizyonu ve amacı yoksa, insanları motive etmekte ve
onları öğrenmeye yöneltmede başarılı olması mümkün değildir. Dolayısıyla paylaşılan
vizyon, öğrenen örgüt olmada hayati bir öneme sahiptir, çünkü bu şekilde öğrenme
için gerekli olan odaklaşma ve enerji sağlanmış olur(Bayraktaroğlu ve Kutaniş, 2002).
Liderin veya yöneticinin sahip olduğu vizyon örgüt için yeterli değildir. Örgüt için tüm
çalışanların gerçekleştirmek istediği ortak bir vizyona ihtiyaç vardır. Eğer örgütlerinde
gerçekten paylaşılan bir vizyon varsa, çalışanlar sadece onlara emredildiği için değil
aynı zamanda kendileri istediği için öğrenme sürecine girerler.
3.3. Açık fikirlilik:
Açık fikirlilik örgütteki bireylerin fikirlerini ve düşüncelerini ifade etme düzeylerini
ifade eder. Öğrenme eğilimi gelişmiş örgütlerin, temel özelliklerinden birisi,
çalışanlarına fikirlerini geliştirebilecekleri ve kendilerini ifade edebilecekleri ortamın
varlığıdır. Ayrıca, öğrenme yönelimli örgütler açık fikirliliğe oldukça fazla önem
vermektedir(Calantone vd., 2002: 517). Açık fikirlilik ortamı, özellikle bireysel düzeyde
yaratıcılık üzerinde etkili olmaktadır. Bu ortamın yaratıldığı örgütlerde bireyler daha
farklı metotlar deneyebilmekte; bu deneme süreci yeniliğin ortaya çıkma olasılığını
arttırmaktadır(Avcı, 2009).
3.4. İşletme içi bilgi paylaşımı:
Bilgi paylaşımında, temel olarak bilginin belli bir kaynaktan çıkarak belli bir hedefe
ulaşması söz konusudur. Bilgi paylaşımı, her işletmede bireyler ve bölümler arasında
farklı seviyelerde farklı şekillerle gerçekleşir. İşletmelerde bilginin paylaşılması bilgi
kaynaklarının var olmasından daha önemlidir. Bilgi paylaşıldıkça değer kazanır. Bilginin
işletme içi paylaşımında, işletme politikaları ve stratejilerinin yanı sıra çalışanların tutum
ve davranışları da belirleyici olmaktadır(Yeniçeri ve Demirel, 2007). Bu da örgütsel
öğrenmeyi doğrudan etkilemektedir.
4. Araştırmanın Amacı ve Önemi
Çatışmalar, farklı fikirlerin çıkması ya da ileride sorun olabilecek konuların önceden
tahmin edilmesi gibi önemli yararlar sağlamaktadır. Ancak örgütlerde çatışmanın etkin
bir şekilde yönetilememesi olumsuz etkilere de neden olmaktadır. Bu sonuçlar bireysel
olarak çalışanları etkileyebileceği gibi bir bütün olarak kurumu da etkileyebilmektedir.
Çatışmanın yönetilmesinde çatışmaya neden olan unsurların belirlenmesi önemlidir.
Kaynağını bilmediğiniz sorunları etkin yönetmek ve ortadan kaldırmak mümkün
olmayacaktır. Bu çalışmada çatışma nedenleri bireysel ve örgütsel boyutları ile alınmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
239
Ekonomik ve sosyal yaşamdaki hızlı değişimler ve bu değimlere uyum sağlamak
adına öğrenme süreci stratejik öneme sahiptir. Öğrenmenin sürekli hale getirilmesi ve
kurum kültürünün içine yerleştirilmesi rekabet ortamında ayakta kalmak için kurumların
üzerinde ağırlıkla durmaya başladıkları bir konu olmuştur. Öğrenmeyi içselleştirmek ve
herhangi bir karar alma noktasında gerekli bilgileri zamanında ve eksiksiz edinmeyi
sağlayacak mekanizmaları oluşturmak gerekmektedir. Kurumların öğrenme kapasiteleri
arttıkça bilgi edinme ve bu bilgiyi organizasyonda paylaşma ve bu sayede sorun çözme
kabiliyeti kazanma olanakları da artacaktır. Bu çalışmada örgütsel öğrenme; öğrenmeye
olan bağlılık, paylaşılan vizyon, açık fikirlilik ve örgüt içi bilgi paylaşımı olmak üzere
dört boyutta ele alınmıştır.
Çalışmanın temel amacı, örgütsel öğrenme kapasitesi ve kurumların yaşadıkları
çatışmaların nedenlerini belirlemek ve örgütsel öğrenmeyi oluşturan boyutlar ile
çatışmayı oluşturan nedenler arasında bir ilişkinin olup olmadığını ortaya koymaktır.
Ayrıca çatışma ve örgütsel öğrenmenin demografik özelliklere göre farklılaşıp
farklılaşmadığını belirlemek şeklinde alt amaçları da mevcuttur.
5. Araştırmanın Yöntemi
Araştırma verileri, Düzce İl Sağlık Müdürlüğünde masa başında çalışan memurlardan
anket tekniği ile toplanmıştır. Valiliğe bağlı çalışan kurumda uygulama yapabilmek için
yazılı izinler alınmıştır. Tam sayım yöntemi ile evrenin tamamına ulaşılmaya çalışılmıştır.
Ancak anketi cevaplamak istemeyen veya yıllık izin nedeni ile kurum dışında bulunan
kişiler çıkarıldığında 98 anket toplanmıştır. Bu anketlerden de 7 tanesi çeşitli eksik ve
yanlışlardan dolayı analiz dışında bırakılmıştır. Çalışmada örgütsel öğrenme düzeyini
ölçmek için, Calantone, Cavusgil ve Zhao (2002) tarafından geliştirilen ve 17 ifadeden
oluşan örgütsel öğrenme ölçeği kullanılmıştır. Kurumlardaki çatışma nedenlerini
belirlemek için ise Aşçıoğlu’ nun (2007) de çatışma konusunda hastane çalışanlarına
yönelik olarak hazırladığı 31 ifadeli ölçek kullanılmıştır. Bu sorulara ek olarak demografik
özellikler açısından çatışma ve öğrenme arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri
belirlemek açısından ölçeğe demografik özelliklere ait 5 adet soru eklenmiştir. Çalışmada
toplanan veriler SPSS18 programı yardımı ile analiz edilmiştir. Ölçekler aslına uygun
olarak kullanılmış ve herhangi bir soruda değişiklik yapılmamıştır.
6. Bulgular
Araştırmanın verilerini analiz etmeden önce çalışmada kullanılan ölçeklere ait
güvenilirlik analizleri yapılmış ve ölçeklerin toplam güvenilirliği % 85 olarak
bulunmuştur. Bu ölçeklerden örgütsel çatışma nedenleri ile ilgili ölçeğin güvenilirlik
katsayısı %86, örgütsel öğrenme ile ilgili ölçeğin güvenilirlik katsayısı da %91 olarak
elde edilmiştir.
Araştırma kapsamında elde edilen verilerle ilgili öncelikli olarak ortalamalar sunulmuş
sonrasında analiz sonuçlarına yer verilmiştir. Tablo 1 de araştırmaya katılan kişilere ait
bilgilerin yer aldığı demografik özellikler sunulmuştur.
240
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tablo 1. Demografik Özellikler
Cinsiyet
Medeni
Durum
Kadın
44
25 yaş ve altı
12
İlköğretim
2
Erkek
47
26-35
32
Lise
42
Evli
74
36-45
38
Önlisans
24
Bekar
17
46 ve üstü
9
Lisans
22
Lisans Üstü
1
Çalışma
5 yıl ve
Süresi
altı
6-15yıl
15 yıl ve
üstü
Yaş
19
Eğitim
38
34
Araştırmaya katılan 91 kişinin %51’ i erkek % 49’u kadındır, % 83’ ü evlidir, %48’ i
35 yaşın altındadır ve %41’ i lise mezunudur. Tablodaki çalışma süresine bakıldığında
ise % 38’ i 6-15 yıl arasında çalışma süresine sahiptir. Kamu kurumu olması nedeni ile
uzun çalışma yıllarına sahip kişilerin kurumdaki mevcudiyeti normal bir durum olarak
görülmektedir. Eğitim seviyelerinin çoğunluklu olarak lise seviyesinde kalmış olması
kurumsal öğrenme açısından dezavantajlı bir durum olarak değerlendirilebilir.
Tablo 2. Örgütsel Çatışma Nedenleri
Çatışma Nedenleri
Örgütsel Belirsizlikler
Kişisel Farklılıklar
İs ve Personel Uyumsuzluğu
Yönetimsel Nedenler
Ortalama
St. Sapma
3.25
3,24
3,21
3,01
,671
,729
,729
,626
Araştırmaya katılanların yaşadıkları çatışmaların nedenlerinin yer aldığı Tablo 2’ye
bakıldığında, öncelikli olarak kurumda orta düzeyde de olsa bir çatışmanın varlığının
söz konusu olduğu söylenebilir. Bu çatışmaların nedenlerine baktığımızda örgütsel
belirsizliklerin en yüksek ortalamaya sahip olduğu görülmektedir. Bunu kişisel farklılıklar
ve iş kişi uyumsuzluğu takip etmektedir. Çatışma nedenler arasında en düşük değere
sahip olan ise yönetimsel nedenlerdir. Kısaca kurumsal mevzuattaki sık değişim iş yapış
şekillerinden kurumsal ilerlemeler ve görev tanımlarına kadar birçok konuda yeni bir
yapılanmayı getirmekte ve buda çalışanlarca belirsizlik olarak algılanmakta ve geleceği
net görememe nedeni ile çatışmaların zemini oluşmaktadır. Kurumda çalışanların kişilik
yapılarının birbirinden farklı olması ve özellikle işleri birbirine bağlı çalışan kişilerin
bu uyumsuzluğu yaşaması ve farklılıklara tolerans göstermemesi de çatışma nedenleri
arasında önemli bir olgu olarak görülmektedir. Bu konu ise işe personel alımında ve
terfilerde veya görev dağılımlarında kişilik testlerinin yapılmasının ve sonuçlarına göre
karar verilmesinin gerekliliğini göstermektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
241
Tablo 3. Örgütsel Öğrenme ve Boyutları
Örgütsel Öğrenme
Öğrenmeye olan kararlılık
Açık fikirlilik
İşletme içi bilgi paylaşımı
Paylaşılan vizyon
Örgütsel öğrenme
Ortalama
St. Sapma
3,40
3,24
3,16
3,10
3,23
,907
,860
,810
,817
,726
Örgütsel öğrenme ile ilgili bulgulara göre, araştırmaya katılanlar orta düzeyde örgütsel
öğrenmeye sahiptirler. Öğrenmenin boyutları arasında en yüksek ortalamaya sahip olan
ise kişilerin öğrenmeye olan kararlılık ve isteğidir. En düşük ortalamaya sahip olan
öğrenme boyutu ise paylaşılan vizyondur. Bu sonucun, özellikle kamu kurumlarındaki
hiyerarşik yapının etkisi ile ortaya çıkmış olabileceği söylenebilir. Kurum içindeki
çatışmaya rağmen örgütsel öğrenmenin kurumdaki varlığının ortaya çıkması çatışmaların
öğrenme ve gelişme odaklı kullanıldığının belirtisi olarak kabul edilebilir.
Tablo 4. Örgütsel Öğrenme ve Çatışma Arasındaki İlişki
1
1. Örgütsel öğrenme
2. Örgütsel belirsizlikler
3. İş ve personel uyumsuzluğu
4. Yönetimsel nedenler
5. Kişisel farklılıklar
Korelasyon
2
3
4
5
1
Sig. (2-tailed)
Korelasyon
-,175*
1
Sig. (2-tailed)
,046
Korelasyon
-,032
Sig. (2-tailed)
,766
,001
Korelasyon
,007
,414**
,330**
Sig. (2-tailed)
,944
,000
,002
-,216*
,319**
,432**
,261*
,040
,002
,000
,012
Korelasyon
Sig. (2-tailed)
,350**
1
1
1
Örgütsel öğrenme ve çatışma arasındaki ilişkiye ait korelasyon analizi sonucuna
göre örgütsel belirsizlikler ile öğrenme arasında negatif yönlü bir ilişki söz konusudur.
Ayrıca aynı ilişki örgütsel öğrenme ve kişisel farklılıklar arasında da mevcuttur. Örgütsel
belirsizlik ve kişisel farklılıkların neden olduğu çatışmalar arttıkça örgütsel öğrenme
azalmakta, kişisel farklılıkların ve örgütsel belirsizliklerin neden olduğu çatışmalar
azaldıkça örgütsel öğrenme artmaktadır. Diğer çatışma nedenleri ile örgütsel öğrenme
arasında anlamlı bir ilişki ortaya çıkmamıştır. Bunun dışında çatışma nedenlerinin kendi
arasındaki ilişkiye bakıldığında kişisel farklılıkların neden olduğu çatışma ile iş ve
personel uyumsuzluğunun neden olduğu çatışma arsında pozitif yönde bir ilişki vardır.
Yönetimsel nedenlerle ortaya çıkan çatışmalar ile örgütsel belirsizlikler nedeni ile
ortaya çıkan çatışmalar arasında da pozitif yönlü bir ilişki görülmüştür.
242
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tablo 5. Örgütsel Çatışmanın Örgütsel Öğrenme Üzerindeki Etkisi
Model
(Constant)
1
Kişisel
farklılıklar
Unstandardized Coefficients
B
Std. Hata
3,862
,314
-,197
,094
Standardized
Coefficients
t
Sig.
12,303
,000
-2,089
,040
Beta
-,216
F: 4.362, R: ,216, R kare: ,047
a. Dependent Variable: örgütsel öğrenme
Çatışma nedenlerinin her birinin örgütsel öğrenme üzerindeki etkisini incelemek üzere
yapılan regresyon analizi sonucuna göre çatışma nedenlerinden sadece kişisel farklılıklar
nedeni ile ortaya çıkan çatışmanın öğrenme üzerinde anlamlı etkisi olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Ayrıca öğrenmenin dört boyutu ile çatışmanın dört boyutu arasındaki
etkileşimde incelenmiş ve kişisel farklılıklar nedeni ile ortaya çıkan çatışmanın işletme
içi bilgi paylaşımını ve öğrenmeye olan kararlılığı etkilediği, örgütsel belirsizlikler
ve yönetimsel nedenlerle ortaya çıkan çatışmalarında öğrenmenin paylaşılan vizyon
boyutunu etkilediği sonucuna ulaşılmıştır.
Demografik özellikler açısından örgütsel çatışmanın farklılık gösterip göstermediğini
belirlemek üzere yapılan Anova ve T testi sonuçlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı
bir farklılık bulunamamış ve her bir grup için çatışma nedenlerinin tamamı orta
derecede ortaya çıkmıştır. Örgütsel öğrenmenin demografik özelliklere göre farklılığına
bakıldığında ise, yaş açısından öğrenmenin paylaşılan vizyon boyutu farklılık
göstermiştir. Bu boyut yaşı 45 in üzerinde olanlarda diğer yaş gruplarına göre(daha
küçük) daha düşük düzeyde çıkmıştır. Çalışma süresi açısından da paylaşılan vizyon
boyutu 20 yıl ve üstünde çalışma süresine sahip olanların diğer gruplara göre düşük
düzeydedir. Diğer boyutlar açısından anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Eğitim,
cinsiyet ve medeni durum açısından da anlamlı bir farklılık ortaya çıkmamıştır.
7. Sonuç
Çatışma konusu gerek bireysel anlamda gerekse toplumsal anlamda üzerinde önemle
durulan bir konudur. Kişiler arası veya kurumsal anlamda yaşanan çatışmalar bundan
yaklaşık on yıl öncesine kadar arzu edilmeyen ve mutlaka engellenmesi gereken bir
konu olarak görülmekte iken günümüzde çatışmalar yenilikçi fikirlerin ortaya çıkması
için teşvik edilmektedir. Çatışmanın kendisinin değil yönetilememesinin sorun olduğu
olgusuna sıkça vurgu yapılmaktadır.
Çatışmaların nedenleri kişilerden, kurumlardan veya çevresel unsurlardan
kaynaklanabilir. Bu çalışmada kişilerin sahip oldukları özellikler, yönetimsel nedenler, iş
ve kişilik uyumsuzluğu ve örgütsel belirsizlikler olarak dört başlık altında incelenmiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
243
Bu çatışma nedenlerinden kişisel farklılıklar nedeni ile yaşanan çatışmaların kurumda
en sık karşılaşılan çatışma nedeni olduğu görülmüştür. Yönetimsel nedenlerle yaşanan
çatışmaların ise en düşük düzeyde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çatışma ile ilgili
bulgular genel olarak değerlendirildiğinde kurumda orta düzeyde bir çatışmanın olduğu
görülmüştür. Kişiler arası farklılıkların ve iş kişilik uyumsuzluğunun çatışma nedeni
olması özellikle kamu kurumlarında personel tedarik ve yerleştirmesinde atama yöntemi
nedeni ile kişinin kurum ile veya iş ile olan uyumunun değerlendirilmemesinin etkisinden
söz etmek mümkündür.
Özellikle aynı ortamlarda birbirinin tamamlayıcısı olan işleri yapan kişilerin seçim
ve yerleştirmesinde kişinin iş ile uyumunun ve iş ortamı ile uyumunun göz önünde
bulundurulması gerekmektedir.
Çalışmada örgütsel öğrenme, bilgi paylaşımı, paylaşılan vizyon, açık fikirlilik ve
öğrenmeye olan isteklilik olmak üzere dört boyutta incelenmiştir. Araştırma yapılan
Düzce İl Sağlık Müdürlüğü çalışanlarının örgütsel öğrenme algılarının orta düzeyde
olduğu görülmüştür. Öğrenmeye olan isteklilik ve kararlılık en yüksek düzeyde ortaya
çıkarken paylaşılan vizyon en düşük ortalamaya sahip öğrenme boyutu olarak ortaya
çıkmıştır. Demografik özellikler açısından da paylaşılan vizyon, yaşı 45 ten büyük
olan ve çalışma süresi diğerlerine göre daha uzun olan kişilerin ki daha düşük olarak
bulunmuştur.
Örgütlerde yaşanan çatışma ile örgütsel öğrenme arasındaki ilişki incelendiğinde
bu iki değişken arasında anlamlı ilişkilerin olduğu sonucu bulunmuştur. Örgütsel
belirsizlikler nedeni ile yaşanan çatışma ile örgütsel öğrenme arasında negatif yönlü
bir ilişki araştırma bulguları sonucunda ortaya çıkmıştır. Buna göre kurumlar örgütsel
öğrenmeyi sağlıklı olarak gerçekleştirmek istiyorlarsa kurumsal anlamda belirsizlikleri
ortadan kaldırmalıdırlar. Ayrıca örgütsel öğrenme ve kişisel farklılıklar nedeni ile
yaşanan çatışmalar arasında da negatif yönlü bir ilişkinin olduğu görülmüştür. Kişisel
farklılıkların neden olduğu çatışmalar arttıkça örgütsel öğrenme azalmakta, kişisel
farklılıkların neden olduğu çatışmalar azaldıkça örgütsel öğrenme artmaktadır.
Kişisel farklılıklar nedeni ile çatışma yaşanmaması için kurumlarda kişilerin farklılıklara
toleransının vurgulanması ve farklılıklara olan saygının vurgulanması gerekmektedir.
Farklılıkların yenilikçiliği tetikleyici bir unsur olduğu sürekli vurgulanmalı ve kültürel
değer olarak kurum kültürünün içine yerleştirilmelidir.
Bu çalışma örgütsel öğrenme ve çatışma arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere bir kamu
kurumunda gerçekleştirilmiştir. İleride yapılacak olan çalışmalarda kamu ve özel sektör
karşılaştırmalarının yapılması ve aradaki farkların belirlenmesi önerilebilir. Ayrıca
öğrenme ve çatışma odaklı çalışmalarda çatışmaya müdahale ve çatışma yönetim tarzları
ile öğrenme arasındaki ilişkinin incelenmesi de önerilebilir. Özellikle liderin öğrenme
ve çatışmada ki kilit rolünün ana inceleme konusu yapılacağı çalışmaların yapılması da
önerilebilir.
244
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. Akdemir, B., Çukacı, Y. C., Örgüt Kültürü Değerleriyle Örgütsel Öğrenme Düzeyi
Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi ve Bir Araştırma, Sosyal Siyaset Konferansları
Dergisi, 50(1), 1173- 1192, (2005).
2. Argyris, C., Schön, D., Organizational learning: A theory of action perspective,
Reading, Mass: Addison Wesley, (1978).
3. Aşcıoğlu, V., İşletmelerde Çatışma Yönetimi ve Sağlık Sektöründe Bir Uygulama,
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı,
Yönetim ve Organizasyon Programı Yüksek Lisans Tezi, İzmir, (2007).
4. Avcı, N., Küçükusta, D. Konaklama İşletmelerinde Örgütsel Öğrenme, Örgütsel
Bağlılık ve İşten Ayrılma Eğilimi Arasındaki İlişki, Anatolia: Turizm Araştırmaları
Dergisi, 20(1), 33-44, (2009).
5. Avcı, U., Öğrenme Yönelimliliğin Yenilik Performansı Üzerine Etkisi: Muğla
Mermer Sektöründe Bir İnceleme, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 5(10), 121–138,
(2009).
6. Bakan, İ., Eyitmiş, A.M., Erşahan, B., Doğan, İ.F., Bulunmaz, G., Banka
Çalışanlarının İş Tatmin Ve Örgütsel Bağlılık Düzeyleri İle Çatışma Tür ve
Stratejilerine Bakış Açıları Arasındaki İlişkilere Yönelik Bir Alan Araştırması,
Hacettepe Üniversitesi Sosyolojik Araştırmalar E-Dergisi, 1-31, (2011).
7. Bayraktaroğlu, S., Kutanis, R.Ö., Öğrenen Kamu Örgütlerine Doğru, Kocaeli
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(1), 51-65, (2002).
8. Calantone, R. J., Cavusgil, T., Zhao, Y., Learning Orientation, Firm Innovation
Capability, and Firm Performance. Industrial Marketing Management, 31(1), 515524, (2002).
9. Eren, E., Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. İstanbul: Beta Basım Yayım,
(2000).
10. Erigüç, G., Yalçın Balçık, P., Öğrenen Örgüt Ve Hemşirelerin Değerlendirmelerine
Yönelik Bir Uygulama, Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 10(1), 75-106, (2008).
11. Eroğlu, F., Davranış Bilimleri. İstanbul: Beta Basım Yayım, (1998).
12. Hakvoort, I., The Conflict Pyramid: A Holistic Approach To Structuring Conflict
Resolution İn Schools. Journal of Peace Education, 7(2), 157-169, (2010).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
245
13. Huber, G. P., Organizational Learning: The Contributing Processes and the
Literatures, Organization Science, 2(1), 88-115, (1991).
14. Karip, E., Çatışma Yönetimi. Ankara: Pegema Yayıncılık, (2003).
15. Koçel, T., İşletme Yöneticiliği. İstanbul: Arıkan Basım Yayım, (2005).
16. Schein, E. H., Organizational and Managerial Culture as a Facilitator or Inhibitor
of Organizational Transformation, Working Paper 3831, 1-27, (1995).
17. Senge, P. M., The Fifth Discipline: The Art and Practice of Learning Organization,
New York: Doubleday, (1990).
18. Sökmen, A., Yazıcıoğlu, İ., Thomas Modeli Kapsamında Yöneticilerin Çatışma
Yönetimi Stilleri ve Tekstil İşletmelerinde Bir Alan Araştırması, Gazi Üniversitesi
Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, 5(1), 1-21, (2005).
19. Töremen, F., Pekince, D., Örgütsel Öğrenmede Grup Dinamizmi: Öğrenen
Takımlar, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(15),
389-406, (2011).
20. Yatkın, A., Örgütsel Çatışmanın ve Performans Değerlemenin İşgören
Performansına Etkileri, Fırat Üniversitesi Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları,
6(2), 6-18, (2008).
21. Yeniçeri, Ö., Demirel, Y., Örgüt İçi Bilgi Paylaşımına Yönelik Bireysel ve Örgütsel
Engeller Üzerine Bir Araştırma, Selçuk Üniversitesi Karaman İ.İ.B.F. Dergisi,
12(9), 221-234, (2007).
22. Zembat, R., Okul Öncesi Öğretmenlerinin Okul Yöneticisi, Meslektaşları ve
Aileler Bağlamında Algıladıkları Çatışma Durumlarının İncelenmesi, Eğitim ve
Bilim, 37(163), 203-215, (2012).
246
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
247
248
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN SOSYOLOJİK PROFİLİNİN
ARAŞTIRILMASI - GÖLYAKA MESLEK YÜKSEKOKULU ÖRNEĞİ
TUBA PALA1
HASAN BIBEROĞLU 2
Özet
Yaşadığımız yüzyıl, teknolojik gelişmeler ile birlikte teknolojik savurganlığın birlikte
görüldüğü bir yüzyıl olarak görünmeye başlamıştır. Aynı düzlemde yine yaşadığımız bu
zamanlar farklı enerji kaynaklarının ortaya çıkarılması ve bunun aksine enerji israfının,
bilgiye ulaşma yollarının kolaylaşması ile birlikte bilgi kirliliğinin olduğu bir zaman
olmuştur. Yine yaşadığımız bu dönemler küreselleşme ile ekonomik ve sosyal yönden
güçlü görünen toplumların diğer toplumlar üzerindeki baskısının arttığı zamanlar olarak
tarihteki yerini alacaktır.
Yaşanan tüm ekonomik ve sosyal gelişmelerin toplumun her kesimine yansıması
olduğu gibi gençliğe de yansıması olmuştur, oluyor ve olacaktır. Bu bağlamda gençlik
sosyolojisi, karşılaşacağı tüm olumlu ve olumsuz etkilere karşı nasıl bir profil ortaya
koyacağı sorusunun cevabı veya cevapları şüphesiz bireyden bireye değişiklik
gösterebilir. Bu değişiklik, kültürler arası, aile yapıları, cinsiyet, mesleki deneyimler,
ikamet edilen bölge, alışkanlıklar gibi farklı pek çok etkene bağlı olarak ortaya çıkabilir.
Bireylerin ekonomik durumları, teknoloji ile olan bağları, kişilerarası ilişkilerde aktif
olmaları veya pasif kalmaları, kültürel ve sportif anlamda aktiviteleri, alışkanlıkları ve
ailevi durumları sosyolojik açıdan oldukça önemlidir. Toplumsal yapı ve yaşam kalitesi,
toplum içi kalite ve huzur , bireylerin her yönüyle pozitif yönde gelişim göstermesi ile
mümkün olacaktır. Bu bağlamda bireylerin , ekonomik ve kültürel özellikleri, tüketim
eğilimleri, alışkanlıkları , hobileri, sosyal olaylara bakışları , ülke meselelerine olan
ilgileri, ailevi ve ahlaki değerlere bakışları, toplumsal dinamikler ve geleceği planlama
adına önemli sorular olarak gözükmektedir.Bu araştırmanın seyri bu sorulara cevap
bulma şeklinde gerçekleşmektedir.
Bu çalışmada sunulan veriler, 2015 yılında Düzce Üniversitesi Gölyaka Meslek
Yüksekokulunda aktif olarak devam eden öğrencilere uygulanmıştır. Gençliğin
Sosyolojik Profilini belirlemek ve toplumsal yapı ile ilgili fikir oluşması amacıyla yapılan
bu araştırmanın sonuçları gelecekte yapılacak farklı analizler için kaynak teşkil edebilir.
Anahtar Kelimeler : Sosyolojik profil, kimlik, üniversite gençliği, meslek yüksekokulu
1 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Bilgisayar Programcılığı Programı,
[email protected]
2 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu, Bilgisayar Programcılığı Programı,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
249
INVESTIGATION OF UNIVERSITY STUDENTS’ SOCIOLOGICAL
PROFILES - GÖLYAKA VOCATIONAL HIGH SCHOOL SAMPLE
Abstract
It seems that the century we live in has been a time period technological extra vagance
occurs together with technological developments. In addition, this period we live in has
been a time infollution is seen together with finding out different energy sources and
contrary to this, waste of energy and easiness of the ways to reach information. Again,
these times we live in claim their place in history as the times when the pressure of
societies, seeming to be powerful in terms of economy and society, on the other societies
is turning up.
All the economic and social developments have been reflected, are reclected and will
be reflected on the youth as they did on ever part of the society. In this sense, the answers
to the question ‘What profile will youth sociology present against all the positive and
negative effects it faces?’ can change from person to person. This change can be seen
depending on various factors like cultures, family structures, gender, job experiences,
residence, habits, etc.
Economic status of individuals, ties with technology, be active or passive stay in
interpersonal relationships, cultural and sporting sense, activities, habits and family
situation are very important from a sociological perspective. Social structure and quality
of life, quality and peace within society, individuals will be able to demonstrate a
positive development in all aspects. In this context, individuals, Economic and Cultural
Properties, consumer trends, habits, hobbies, gaze social events of interest in the country
issues, family and moral values glance, it seems to be the social dynamic and important
questions come in the name of planning. This course takes place in the form of research
to understand the answers to these questions.
The data presented in this study were practiced with the students who were active
attendants at Gölyaka Vocational High School, Düzce University in 2015. There results
of the study carried out to discover Youth’s Sociological Profile can be a source for
different analyses to be done in the future.
Keywords : sociological profile, identity, university generation, vocational high
school.
250
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
Gelecekte çok önemli yerlerde görev alacak, söz sahibi olacak olan üniversite gençliği,
bu değişimleri bireysel veya topluluk olarak yaşayan, ataerkil bir yapıya bağlı yaşama,
bir gruba veya bir topluluğa bağlı yaşama veya bağımsız birey düşüncesini de zihninde
sorgulayan sosyolojik bir çoğunluk olarak önemli bir değere sahiptir.
Bu denli önemli olan bu grup için geliştirilecek tüm stratejiler ve politikaların
sonuçlarının olumlu ve verimli olması, üniversite gençliğinin sosyal profilinin
belirlenmesi ve çeşitli yönlerden ele alınması ile mümkün olabilir.
Bu bildiri Yüksekokulında “Meslek Yüksekokulunda Okuyan Üniversite Gençliğinin
Sosyolojik Profili” araştırmasına dayanmaktadır. Araştırma içeriğinde uygulanan anket
sonucu ve çıkarılan yorumlar, tüm üniversite gençliğine genelleştirilemez fakat Türkiye’
nin kültürel olarak farklı bölgelerinden gelen öğrencilerin her biri aslında, bir aile ve
kendine özgü bir kültürü temsil ettiğinden, araştırma sonuçlarını değerli kılmaktadır.
1. Yöntem
Bu bildiride sunulan veriler, 22-28 Mayıs 2015 tarihlerinde Düzce Üniversitesi Gölyaka
Meslek Yüksekokulunda aktif olarak devam eden öğrencilere bilgisayar ortamında
yapılmıştır. Araştırmanın örneklemi 261 öğrenciden oluşmaktadır. Bu bildiride yer
alan anket sorularının oluşturulmasında “Gençlik Ve Postmodern Kimlik Örüntüleri Üniversite Gençliğinin Sosyolojik Profili [1]” yayınından yararlanılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
3. 1. Araştırmaya Katılanların Ekonomik,Kültürel ve Sosyal Özellikleri
Örneklemin 134’ü erkek 127’si kız öğrencidir. Yüzde oranı olarak ifade etmek
gerekirse; Örneklemin %49‟u kız ve %51‟i erkek öğrencidir.
Tablo 1.Örneklemin cinsiyetlere göre dağılımı
Cinsiyet
Erkek
Kız
Örneklemin Öğrenci
Sayısı
134
127
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Yüzde Olarak Dağılımı
(%)
51
49
251
Şekil 1. Örneklemin yaş dağılım grafiği
Yaş dağılımı yoğunlukla 18-22 yaş arasındadır. Öğrencilerin ailelerinin yaşadığı
bölgeler şu şekildedir: %54 Marmara , % 32 Karadeniz, %5 İç Anadolu , %3 Doğu
Anadolu , %3 Güneydoğu Anadolu, %2 Akdeniz ve %1 Ege Bölgeleridir.
Tablo 2. Öğrencilerin ailelerin yaşadığı bölgelerin yüzdelik dağılımı
Karadeniz
Yüzdelik
Dilim (%)
32
Akdeniz İç Anadolu Ege
2
5
1
Doğu
Güneydoğu
Marmara
Anadolu
Anadolu
3
3
54
Ankete katılanların %32‟sinin ya beş ya da daha fazla, %24‟ünün üç , %15‟inin iki
kardeşi, %19‟unun dört, %5‟inin bir kardeşi olmasına karşın %4‟ünün hiç kardeşi
yoktur.
Buradaki bireylerin %79‟unun sahibi olduğu bir evi, %60‟ının arabası ve %59‟unun
kişisel olarak kullanabilecekleri bilgisayarları vardır. Gençlerin %99‟u cep telefonuna
sahiptir. %91‟inin cep telefonu akıllı telefondur. Örneklemin en çok kullandığı uygulama
türü Sosyal medya uygulamaları ile chat(sohbet) uygulamalarıdır.
3.2. Tüketim Eğilimleri
Aldıkları ürünleri, örneklemde yer alanlar, %54‟ü fiyatına, %25‟i modaya %21‟i
de markasını daha çok önemsediklerini belirtmişlerdir. Kızlarda giysi alırken modayı
önemseme daha fazla iken; erkeklerde ise bu fiyat değişkeni şeklinde farklılık
göstermektedir.
252
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Buradan, kızların modayı takip etme yoluyla daha fazla beğenilmek istemeleri,
erkeklerin ise markalı ürünleri tercih ederek kendilerine göre saygınlık,beğenilme ve
statü sahibi olma gibi değişkenleri ön planda tuttukları görülmektedir (1).
Marka ve moda kavramları günümüz bireyleri ve özellikle genç bireyler arasında,
sosyal hayatlarında önemli bir yer tutmaktadır. Küreselleşme yoluyla değişen ve gelişen
dünyada tüketim,hemen hemen tüm ülkelerde benzer hayat tarzları ortaya çıkarmaktadır.
3.3. Madde Bağımlılığı ve Alışkanlığı
Çalışmaya katılan gençlerin %29‟u sigara, %18‟si alkol, %0‟ı uyuşturucu madde
kullandıklarını ifade etmiştir. Erkek öğrencilerin %37‟si, kız öğrencilerin %20‟si sigara
içmektedir. Erkek öğrencilerin %25‟i, kız öğrencilerin %10‟u alkol kullanmaktadır.
3.4. Çalışmaya Katılanların İnterneti Kullanma Alışkanlığı Ve Amaçları
Çalışmaya katılan gençlerin %99‟u internet kullanmaktadır. İnternet erişimlerini
öğrencilerin %75‟i Mobil (akıllı telefon, tablet, netbook), %24‟ü Bilgisayar (laptop veya
masaüstü) ile gerçekleştirirken , %1‟i İnterneti kullanmıyorum yanıtını vermişlerdir.
İnternet kullanım oranlarında en çok sosyal ağlardan Facebook, Twitter, Instagram,
MSN (%62) kullanım oranı ile karşılaşılmaktadır. %16‟sı araştırma yapmak,
%15‟i Mobil chat (sohbet), %3‟ü gazete okumak, %2‟si oyun ve %2‟si E-mail için
kullanmaktadır.
İnternet kullanma alışkanlığında, kullanıcıların %44‟ü günde 3-5 saat, %28‟i günde
1-2 saat internet kullanmaktadır. Yine çok uzun süreler olarak belirtebileceğimiz 6 saat
ve üzeri internet kullanım yüzdeleri günde 6-8 saat (%17) ile günde 9 saat ve üzeri oran
%11‟dir.
Aşağıdaki grafikler değerlendirildiğinde kız ve erkek öğrencilerin internet kullanım
süreleri benzerlik göstermektedir.
Şekil 2. Cinsiyete göre günlük internet kullanım süreleri
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
253
İnternete erişim yolları kız ve erkek öğrenciler için çoğunluklu olarak aynıdır.
Şekil 3. Cinsiyete göre İnternet erişimi için kullanılan kaynaklar
Şekil 4. Erkekler içerisinde internet kullanım amaçları
254
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Şekil 5. Kızlar içerisinde internet kullanım amaçları
Cinsiyete göre değerlendirildiğinde ise: İnterneti, erkekler de kızlar da aynı amaçlarla
kullanmaktadırlar. İnternet kullanmayanların oranı kızlarda ve erkeklerde eşit oranda
(%1) ve oldukça düşüktür.
3.5. En Fazla Beğenilerek Okunan Kitap Türü
Şekil 6. Katılanların tamamı için kitap okuma oranları
Ankete katılanlar en çok roman ve hikaye gibi türleri okuduğunu ifade etmişlerdir.
Katılımcıların %61‟i romanı ve hikayeyi daha çok tercih ettiklerini ifade etmişlerdir.
Toplumsal yapı içerisinde cinsiyete göre değerlendirildiğnde, kızlar erkeklere oranla
daha fazla hikaye ve roman okuyor iken; erkeklerin tarihi - siyasi türleri daha fazla tercih
ettikleri görülmüştür.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
255
3. 6. En Çok Tercih Edilen Müzik Türü
Şekil 7. Katılanların tamamı için müzik türü tercih oranları
En çok tercih edilen tür pop müziktir. Rap, arabesk, sanat ve halk rock müziği dinleme
oranları erkeklerde kızlardan daha fazla iken pop müzik dinleme oranı kızlarda daha
fazladır.
3.7. En Çok Tercih Edilip İzlenilen Televizyon Programı
Şekil 8. Katılanların tamamı için TV programı izleme oranları
Anket sonuçlarına göre kızlar erkeklere göre daha yoğun bir şekilde film, dizi,
müzik ve yarışma programı izlerken; erkekler de spor ve haber programını daha yoğun
izlemektedir.
256
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3.8. İlgi Duydukları Spor Türü
Anket sonuçlarına göre, gençler en çok futbola ilgi duymaktadır. Erkekler kızlara göre
futbol, basketbol ve boks alanlarına ilgi duyarken; kızlar da daha yoğun bir şekilde
voleybol ve tenis sporlarına ilgi duymaktadır.
Ayrıca bu örneklem de, hiçbir spor dalına ilgisi olmayanların oranı kızlarda daha
fazladır. Genel olarak toplum yapısı düşünüldüğünde futbol ve boksun erkek sporu
olarak görüldüğü gerçeği inkar edilemez (1).
Şekil 9. Örneklemin tamamı için spor dallarına ilgi oranları dallarına ilgi oranları
3.9. Toplumdaki En Saygın Meslek
Şekil 10. Örneklemin tamamı için en iyi ve saygın meslek grubu oranları
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
257
Çalışmaya katılanlara göre en iyi ve saygın meslek en fazla oranda %30 öğretmen ve
%29 doktordur. Buradaki sonuçlardan iki farklı yorum yapılabilir.
Birincisi doktorluk ve öğretmenliğin toplumdaki değerinden dolayı saygınlığı,
ikincisi de doktorlar için iyi gelir kazanıyor olmaları, en saygın meslek olarak doktor ve
öğretmenleri ön plana çıkarmaktadır (1).
3.10. Gençliğin Bakışıyla Kendilerinin ve Ülkemizin En Önemli Sorunu
Tablo 3. Örneklemin tamamı için Türkiye’ nin en önemli sorunu için oranlar
Yüzdelik
Dilim ( % )
Anarşi-Terör
EğitimSağlık
18
15
Cinsel Toplumsal Psikolojik Ekonomik
Sorunlar
Baskı
Sorunlar Sorunlar
8
19
18
22
Verilen cevapta en başta %22 ile Ekonomik Sorunlar gelmektedir. Diğer sorunlar şu
şekilde ifade edilmiştir: Toplumsal sorunlar %19, psikolojik sorunlar %18, anarşi – terör
%18, eğitim ve sağlık %15, cinsel sorunlar %8.
Ekonomik Sorunların içinde yer alan işsizlik sorunu gençler için en büyük sorun
olarak değerlendirilebilir. Cinsel sorunları ifade edenler en fazla kızlardır.
3.11. Yurt Dışında Yaşama Konusundaki Düşünceler
“Gelecekteki planlarınızda yurt dışına gitmek varmı?” sorusuna; ankete katılanların
%49‟i yurt dışına gitmeyi kısa süreli düşünürken, %37’ si kalıcı olarak gitmeyi, %14’ü
de tam aksine yurt dışına çıkma gibi bir düşüncesinin olmadığını ifade etmektedir.
Şekil 11. Örneklemin tamamı için yurt dışına göç etme isteği oranları
258
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Yurtdışına kalıcı olarak gitme oranı, kızlarda daha erkeklere göre daha fazladır.
Cinsiyet açısından erkeklerin kızlara oranla daha atak ve risk alma eğilimleri daha fazla
olması beklenirken günümüzde değişen şartlar kızların erkeklerden daha cesur, risk alma
eğilimlerinin daha fazla olduğunu göstermektedir (1).
Şekil 12. Erkek ve kız cinsleri olarak en saygın meslek grubu oranları
3.12. Ülkenizin en çok hangi ülke veya ülkeler ile işbirliği yapmasını istersiniz?
Bu soruya verilen cevaplar şu şekildedir: %41 AB, %25 İslam Coğrafyasında yer
alan Ülkeler, %10 ABD, %8 Orta Asya’da yeralan Türk Cumhuriyetleri, %3 Rusya, %11
ülkemizin başka ülkelerle işbirliği yapmasına gerek yok, %2 Türkiye‟nin ne olacağı
konusunda bir fikrim yok , ülkemin ne olacağı beni çok da ilgilendirmiyor.
Şekil 13. Örneklemin tamamı için ülke veya ülkelerle işbirliği isteği oranları
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
259
3.13. Katılımcıların Gelecekten Ümit Düzeyleri
Gelecekten ümitli olan gençlerin oranı %72‟dir. Genç kızlarda mutluluk oranı %71
iken, genç erkeklerde bu oran %72‟dir. Bu oranlar kız ve erkeklerin eşit düzeyde ümitli
olduklarını göstermektedir.
“İnsan önce toplumu değil, kendini düşünmelidir”
katılmazken; %49‟u katılmaktadır.
ifadesine örneklemin %51‟i
“Kendi kişisel prensiplerime ters düşse bile, çoğunluğun düşüncesine uyarım”
ifadesine örneklemin %55‟i katılmazken, %45‟i katılmaktadır.
“Kolay yoldan köşe dönmek iyidir” ifadesine örneklemin %58‟ i katılmazken; %42‟si
katılmaktadır.
3.14. Sizin İçin Hayatta En Önemli Şey Para Mıdır, Sorusu Hakkındaki Görüşler
“Hayatta en önemli şey paradır” düşüncesine , gençlerin %78‟i katılmazken; %22’ si
ise olumlu bakıp, katılmaktadır.
Örneklem cinsiyete göre değerlendirildiğnde, kolay yönden köşe dönme, sürü
psikolojisi, hayatta en önemli şey paradır görüşüne katılma oranları erkeklerde kızlardan
daha fazladır (1).
3.15. Evlilik Öncesi Flört
Araştırmaya katılanların %75‟i evlilik öncesi flörtü onaylarken, %25‟i onaylamamıştır.
3.16. “Carpe Diem (Günü Yaşa) Felsefesi” ile İlgili Düşünceler
“Günümüz şartlarında en iyisi gün ve gün yaşamak ve yarını yarına bırakmak şarttır”
ifadesine gençlerin %38‟i olumsuz; %62‟si olumlu bakmaktadır.
3.17. “Günümüzün gençliğini nasıl tanımlarsınız?” Sorusuna Verilen Cevaplar
“Günümüzün gençliğini nasıl tanımlarsınız sorusuna, örneklemin %44‟ü “ülke
sorunlarından uzak politikaya ilgisi olmayan” olarak tanımlarken, %28‟i “maddiyatçı
gençlik”, %10‟u “çağın gerektirdiği bilgi ve donanıma sahip”, %8‟i “sosyal konulara
duyarlı gençlik”, %5‟i “çalışkan ve hırslı bir gençlik”, %5‟i de “maneviyatçı gençlik”
olarak tanımlamıştır.
260
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tablo 4. Örneklemin tamamı için günümüz gençliğini nasıl tanımlarsınız sorusuna
verilen cevapların oranları
Yüzdelik
Dilim
Çağın
gerektirdiği
bilgi ve
donanıma
sahip
10
Sosyal
konulara
duyarlı
gençlik
8
Ülke
Çalışkan
sorunlarından
Maneviyatçı
Maddiyatçı
ve hırslı
uzak,
Gençlik
Gençlik
bir gençlik
politikaya
ilgisi olmayan
5
5
44
28
3.18. Sivil Toplum Kuruluşları (STK) Üyeliği
Şekil 14. Örneklemin tamamı için STK ‘ larda görev alma durumları oranları
“Herhangi bir sivil toplum kuruluşunda (dernek, vakıf vb.) görev aldınız mı/ görev
almak ister misiniz?” sorusuna; örneklemin %24‟ü “evet, görev aldım”, %31‟i “evet,
görev almak isterim”, %36‟sı “hayır, görev almadım”, %9‟u “hayır görev almak
istemem” şeklinde cevap vermiştir .
3.19. Güncel haberleri en çok hangi yöntemle takip ediyorsunuz?
Şekil 15. Örneklemin tamamı için günlük haber takip yöntemleri
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
261
“Güncel haberleri en çok hangi yöntemle takip ediyorsunuz” sorusuna, örneklemin
%56‟sı “Mobil telefonumdan uygulama yoluyla veya nete girerek” şeklinde tanımlarken,
%20‟si “Bilgisayardan internete girip haber sitelerini takip ederek”, %18‟i “TV’ den
haberleri takip ederek”, %3‟ü “Günlük gazete takip ederek”, %3‟ü “Güncel haberleri
takip etmiyorum”, olarak tanımlamıştır.
4. Sonuç
21.yy Türkiye’sinde tarımsal nüfusun, sanayi alanlarında yoğunlaşan nüfusun, bilişim
ve ofis tarzı iş ile uğraşan nüfusun bir araya getirilmesi zaruri şartlar ve ortak hedefler
dışında çok da mümkün olmayan bir durumdur. Buna istinaden ortak hedef bağlamında
eğitim önem taşımaktadır. Eğitimde ülke geleceğinde aktif rol üstlenen üniversite
gençliği kültürel ve küresel birliktelik adına önemli bir topluluktur.
Bu denli önemli olan bir sosyolojik topluluk , sosyal yönden olduğu kadar, vizyon
ve gelecek olarak da irdelenmelidir. Topluma ve sosyal olaylara bakış, bulunduğumuz
güzel ülkemiz Türkiyemizin jeopolitik konumuna bakış, avrupaya bakış, dünyaya bakış
oldukça önemlidir. Gençlik hem kültürel hem modern yapısıyla bu çağın sosyolojik
yapısını teşkil eder. Kültürel değerlere sahip çıkan gençlik , moderniteyi , teknolojiyi
ihmal etmemişse , toplum için değerlidir.
Araştırma sonuçlarına bakıldığında , geçmişle kıyaslandığında gerçekten farklılık
gösteren değer değişimleri göze çarpmıştır. Araştırma sonuçları içinde , teknolojiye olan
bağımlılık ve teknolojiyi takip eden bireylerin sayısının arttığı görülmüştür. Bu araştırma
sonuçları aslında teknoloji , bilişim ve sosyolojik hedefler açısından da araştırmacılara
bir yol gösterebilir.
262
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1.
Bayhan, Vehbi (2013): Gençlik Ve Postmodern Kimlik Örüntüleri - Üniversite
Gençliğinin Sosyolojik Profili (İnönü Üniversitesi Uygulaması) , Gençlik
Araştırmaları Dergisi
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
263
264
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
SİBER DÜNYADA BİREYSEL GÜVENLİK VE MAHREMİYET
BAĞLAMINDA, İLETİŞİM VE SOSYAL PAYLAŞIM
PLATFORMLARINDAN OLAN FACEBOOK TWITTER VE INSTAGRAM
KULLANICILARININ, SOSYAL AĞLARI KULLANIMI ESNASINDA
KARŞILAŞABİLECEKLERİ GÜVENLİK VE RİSKLERDEN HABERDAR
OLMA DURUMLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME
Tuba PALA1
Hasan BİBEROĞLU2
Özet
Bilgi teknolojileri ve mobil uygulamalar ile hayatımız giderek sanallaşmaktadır.
Böyle bir dönemde, kişilerarası görüşmeler, bireysel ve toplumsal ilişkiler, paylaşımlar,
aktarımlar, buluşmalar, sanal sohbetler, ağ üzerinde etkileşimli ve gruplu oyun oynama,
vb olaylar sosyal paylaşım siteleri üzerinden de gerçekleşebilmektedir.
Artık varsayılan olarak görülen gizlilik ve güvenlik gibi ayarların kullanıcılar tarafından
belli periyotlarla kontrol edilememesi nedeniyle , mobil iletişim platformlarında
kullanıcıların kendilerine ait verilerin bağlantı yaptığı ağ üzerinden , tanımadığı kişiler
tarafından da görülebiliyor. Verilerin sosyal ağlar üzerinde başka patformlara sızdırılması
anlamına gelen durumlar da ortaya çıkabiliyor.
Güvenlik ve gizlilik deyince aslında bilinen bazı noktalar bulunmaktadır. Bunlardan
biri, hem gizlilik hem de güvenlik ayarlarının kişilere özgün yapılıp yapılmadığıdır. Diğeri
de sosyal ağların kendi yazılımları içerisinde periyodik olarak değişen özel güvenlik
ve gizlilik ayarlarının tekrar varsayılan ve riskli durumuna geri dönüp dönmediğinin
kontrolü durumudur.
Yazılımsal olarak güvenlik ve gizlilik ayarları , bazı sosyal ağlarda karmaşık ve
kolay erişilemeyecek hale getirilmiştir. Bu durumda kullanıcıların istedikleri güvenlik
ayarlarını sağlıklı bir şekilde yapmaları engellenmektedir. Bu gibi durumlar , sosyal ağ
platformlarındaki bu sıkıntıların giderilip giderilmediğini kontrol eden sitelerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur.
Sosyal ağ platformlarının kullanıcıları , kendi kişisel ayarlarını güvenli bir şekilde
yapmaya çalışılmaktadır. Fakat bu platformların yazılım açıkları bilinemeyeceğinden ,
yapılması gereken ayarları gerektiği gibi yapamayacaklardır.
Bu da kullanıcıları özellikle güvenlik ve gizlilik bağlamında çok ciddi risklere maruz
bırakır. Bu problemleri çözme yolunda web tarayıcılara eklenti entegre edilmesi de
mümkündür.
1 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı,
[email protected]
2 Öğr.Gör. Düzce Üniversitesi, Gölyaka Meslek Yüksekokulu Bilgisayar Programcılığı Programı,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
265
Bu çalışmada küresel anlamda sıklıkla kullanılan facebook, twitter ve instagramın
mobil uygulamaları yoluyla kullanıcıdan talep ettikleri izinlerin risklerin bahsedilmiş,
sosyal ağ kullanımında karşılaşılabilecek güvenlik açıkları ve tehlikeleri sınıflandırılmış
ve sonuç kısmında da mobil uygulama üzerinde durularak güvenlik önerisi ve izinlerin
kısıtlanması anlamında öneriler getirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Güvenlik, sosyal ağlar, facebook, twitter, instagram
266
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
AN INVESTIGATION OVER THE ONES OF COMMUNICATION AND
SOCIAL NETWORK PLATFORMS, FACEBOOK, TWITTER, AND
INSTAGRAM USERS’ AWARENESS OF THE RISKS AND SECURITY
WHILE USING SOCIAL NETWORKS IN THE CONTEXT OF PERSONAL
SECURITY AND PRIVACY İN THE CYBER WORLD
Abstract
Our lives are getting virtual due to Information Technologies and mobile applications.
In such a period, interpersonal dialogs, personal and social relations, shares, transfers,
meetings, virtual chats, playing interactive and in-groups online games, etc. can take
place even on social networking sites.
Due to certain periods can no longer be controlled by user settings such as privacy and
security appear by default, in the mobile communication platform connecting users over
the network made of the data on their own, it can be seen by people who know. On social
networks means that data can be leaked to other situations in patform arise.
Security and privacy are actually speaking of some well-known spots. One of them
is whether there is genuine privacy and security settings to those of both. The other
is periodically changing the control of private security and privacy settings that again
and returned to the default risk in case the situation in their own software and social
networks.
As a software of security and privacy settings, some social networking has become
too complicated and easily accessible. In this case, the security settings that they want
users are prevented to a healthy way. In such cases, their social networking platform that
controls the site has led to the emergence of these problems has been resolved.
Users of social networking platforms, are trying to secure their own personal settings.
However, these platforms can not be known software vulnerabilities, as required by
regulation will not be done. This leaves users exposed to the very serious risk, especially
in the context of security and privacy. The way to solve these problems, it is also possible
to integrate a web browser plug-ins.
In the study, the risks of permission globally favorite Facebook, Twitter, Instagram
ask the user through mobile applications are mentioned, the security gaps and dangers
possible to meet while using social networksa re classified and in the results, focusing
on mobile application, some suggestions are presented in terms of security and limitting
the permissions.
Keywords: security, social networks, facebook, twitter, instagram.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
267
1. Giriş
Milyarlarca internet kullanıcısı sosyal ağları, bununla birlikte gelişen sosyal ağların
mobil uygulamalarını ve diğer eklentilerini düşünmeden cihazlarına kurup kullanmaktadır.
Sosyolojik yapı içerisinde eğitimli, eğitimsiz veya eğitimine devam eden ortaokul, lise
ve üniversite öğrencileri arasında kullanımı oldukça yaygın olan bu ortamların kullanımı
esnasında yazılımsal veya donanımsal olarak güvenli olup olmadıkları, risk taşıyıp
taşımadıkları konusu üzerinde durulmamaktadır. Sosyal ağların kullanımına ilişkin
karşılaşılabilecek güvenlik riskleri, bu risklere karşı alınabilecek tedbirler ve riskin
gerçekleşmesi durumunda mağduriyetin giderilmesine yönelik yapılabilecek çalışmalar
ve uygulamalardan haberdar olma kullanıcıların önemle üzerinde durması gereken bir
noktadır.
Bu bağlamda ele alınması gereken konuların temelinde, siber dünyada güvenlik
ve mahremiyet konusunun tüzel veya özel kişiliklerce ne kadar dikkat edildiği veya
edilmediği, önlemler, tedbirler gibi başlıklar yer almaktadır.
Sosyal Ağlar ve uygulamalarında bilinçsiz kullanım, özenme, bireysel rekabet gibi
başlıklar ön plana çıksa da aslında bunların temelinde merak duygusunun yattığı
ortadadır. Merak duygusunun da desteklediği bu duyguların etkisiyle bireyler, bireysel
anlamda cihazları ve uygulamaları vasıtasıyla bilinçsizce bir çok güvenlik riskine evet
demekte ve en üzücü olanı da bunların farkında olamamalarıdır. Bunun sebebi olarak
da, istenilene, özenti duyulan nesneye veya uygulamaya koşulsuz ulaşma isteğinden
bahsedilebilir.
Bireysel boyutta güvenme veya güven duyma isteği herkeste vardır fakat bilinçsizlik,
rekabet ve hırs gibi sebepler bu duygunun törpülenmesine sebep olmaktadır. Bu durum
güvenlik zaafiyeti ortaya çıkarabilmektedir.
Çalışmanın içeriğinde bireylerin, kullandıkları sosyal ağlar ve uygulamaların güvenlik
boyutundan ve risklerinden ne kadar haberdar oldukları konusu ön plana çıkarılmıştır.
Güvenlik boyutunda ise yazılımsal ve programlama açılarından bakılarak önlem alma
durumları ile ilgili öneriler ortaya koyulmuştur.
268
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.1. Sosyal Ağların Kullanılma Amacı
Arkadaş
çevresini
takip etmek
Fotoğraf
ve video
Gönderip
/ almak
Arkadaş
çevresi ile
irtibatlı
kalmak
Fotoğraf
ve video
Arkadaş
çevresinin
Gönderip
/ almak
Ne izlediğini
Ne dinlediğini
Takip etmek
Şekil 1. 16-24, 25-34 Yaş Aralıklarına Göre Sosyal Ağ Kullanım Amaçları (1)
2. Yöntem
Çalışmada yöntem olarak araştırma sonuçları, ulusal ve uluslar arası güvenlik yazıları,
makaleleri, analizler ve istatistiksel veriler incelenmiştir. Bu incelemeler sonucunda
yazılımsal, kişisel, toplumsal ve adli olarak farklı bakış açılarından yararlanılıp çıkarımlar
yapılmıştır.
3. Bulgular
Sosyal medya adı verilen platformların kullanımının aşırı yaygınlaşmasından dolayı,
günlük yaptığımız işlemlerin , paylaşımların aslında bir güvenlik açığı doğurabileceğinin
çok da farkında değiliz izlenimi oluşmuştur.
İnternette sıkça kullanılan sosyal ağlardan olan facebook, twitter ve instagram hakkında
kısaca bilgi verilmesinde fayda olacağı kanaati oluşmuştur.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
269
3.1. Facebook
Kullanıcılarının kişiye özel bilgilerinin yer aldığı (arkadaşlık bilgileri, kişisel yorumlar,
fotoğraflar, yer bildirimleri, ilgi alanları) bir sosyal ağ platformudur. Bu sosyal ağı
kullananların sayısının günümüzde 1 milyar 490 milyon civarında olduğu bilinmektedir
(2). Ayda 4 milyara yakın aramanın yapıldığı, günde 30 milyonun üzerinde fotoğraf ve
video eklenen, üzerinde bugün için 5 milyarın üzerinde fotoğraf bulunan bir sosyal ağ
platformudur.
3.2. Twitter
Kullanıcıları tarafından anlık ileti atılabilen, geniş kapsamlı içerik paylaşımı yapılabilen
sosyal ağ platformudur. Günlük olarak yayınlanan paylaşım arşivlerinin aksine twitter
anlık mesajların görüntülenebileceği ve kullanıcılar tarafından istenilen bağlantıların
paylaşılabileceği bir yapı sağlamaktadır. Kullanıcıların takip ettikleri diğer kullanıcı
sayfalarını ve kişilerin kendi sayfasını takip edilmesi için açmasına olanak tanıyan bir
kayıt mekanizması vardır. Twitter sitesinin 2015 yılı ilk 6 aylık döneminde 316 milyon
kullanıcıya ulaştığı bilinmektedir (2).
3.3. Instagram
Kullanıcılarının anlık fotoğraf paylaşımına izin veren, paylaşım sağlayan bir sosyal ağ
platformudur. Kullanıcılar anlık fotoğraf çekip yayınlayabildiği gibi daha önceden çektiği
fotoğrafları galeriden de ekleyip paylaşabilir, yorum yazıp beğenebilir. Bu platformun da
2015 yılı ilk 6 aylık döneminde 300 milyon kullanıcıya ulaştığı bilinmektedir (2).
3.4. Sosyal Ağ Platformlarında Bilgi Güvenliği Açısından Yapılan İhlaller
Daha önceki yapılan çalışmalar ve analizlerde tespit edilen bazı güvenlik ihlalleri şu
şekilde sıralanabilir:
•
Çocukların ve gençlerin kendileri ile ilgili pek çok bilgiyi farkında olmadan
paylaşıma açtıkları
•
Küçük çocukların çocuk istismarına maruz kaldıkları
•
Şifrelerin kolay tahmin edilebilecek seviyede olması
•
Şirketlerin tüketici eğilim bilgileri topladıkları, bunları reklam ve satışlarda
kullandıkları
•
14 yaş altı çocuklara bu platformlar yasak olmasına rağmen kullandıkları
•
Kişilerin ad, soyad, telefon, adres gibi özel bilgilerinin herkese açık olduğu
270
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
•
Kişilerin farklı yollarla sosyal medya üzerinden maddi olarak dolandırıldıkları
veya soyuldukları
•
Sosyal ağ üzerinden gelen reklam, tanıtıcı program, yama uygulamalara “evet”
denilerek kişisel bilgisayarlara kuruldukları
•
Kişilerin tanımadıkları kişilere güvenerek kamera, mikrofon gibi multimedya
araçları yoluyla görüntü ve ses ile iletişim kurdukları görülmüştür.
3.5. Facebook ve Twitter Platformlarının Bilgi Güvenliği Açısından
Karşılaştırılması
Tablo 1. Facebook-Twitter, Güvenlik Karşılaştırma Tablosu [3]
Yukarıdaki tabloda K-kısıtlı, E-evet, H-hayır, ABD-Amerika Birleşik Devletleri
anlamlarını taşır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
271
3.6. Özelde Sosyal Ağlarda Genelde İnternet Ortamında Karşılaşılabilecek
Tehditler
Bu tehditler şu şekilde listelenebilir:
•
Casus yazılımlar
•
Veri toplama amaçlı düzenlenen saldırılar
•
Tüm klavye hareketlerini kaydeden key logger uygulamaları
•
Kötü amançlı arka planda çalışan yazılımlar
•
Zararlı amaçlara yönelik sahte linkler
•
Siteler Arası Kod Çalıştırma (XSS) ve Siteler Arası İstek Sahteciliği (CSRF)
Saldırıları
•
Kullanılan sitenin ara yüzünü taklit ederek veri çalma – phishing
•
İstenmeyen e-postalar ile veri çalma
•
İstenmeyen reklam penceresi ve sitelerin açılması ile sistem performansını
düşürme
3.7. Sosyal Ağlarda Harcanan Zamanın Masaüstü ve Mobil olarak Dağılımı
Şekil 2. Sosyal Medyada Harcanan Zamanın Mobil / Masaüstü Olarak Dağılımı [1]
272
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Yukarıdaki grafikten de görüleceği gibi facebook, twitter ve instagram için mobil
cihaz üzerinden kullanım oldukça yaygınlaşmıştır. Bu kadar bariz olarak görünen
yaygın kullanıma karşın, bireylerin mobil cihazlara uygulama kurarken nelere dikkat
edip etmediği sorgulanmalıdır.
3.8. Facebook, İnstagram ve Twitter Mobil Uygulamalarının Bireylerin Mobil
Cihazlarına Kurulurken Verilen izinler
•
Cihaz ve uygulama geçmişi: Çalışan uygulamaları alma
•
Kimlik: Bilinen hesapları keşfetme, hesap ekle veya kaldır, profil verilerinizi okur
•
Takvim: Takvim etkinliklerinizi ve gizli bilgilerinizi okur, ev sahibi bilgisi
olmadan takvim olaylarını ekleyin veya değiştirin ve konuklara e-posta gönderin
•
Kişiler: Kişi bilgilerini okuma, kişi bilgilerini yazma
•
Konum: Hassas GPS konum, genel ağ tabanlı konum
•
SMS: SMS veya MMS i okuma
•
Telefon: Telefon numaralarını doğrudan arama
•
Fotoğraf / Medya / Dosyalar: Korunan depoya erişimi test etme, USB depolama
birimi içeriğini değiştirme, silme
•
Kamera: Resim ve video çekme
•
Mikrofon: Ses kaydet
•
Kablosuz Bağlantı Bilgileri: Wi-Fi durumunu görüntüleme
•
Cihaz kimliği ve çağrı bilgileri: Telefon durumu ve ID sini oku
•
Diğer…
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
273
4. Sonuç Ve Öneriler
Genel kanı olarak kullanıcıların günde en az 1-9 kez sosyal ağ hesaplarını kontrol
ettiğini düşünürsek, hayatımızda ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Kullanıcılar,
sosyal ağlara erişmek için kullandıkları interneti, laptop, akıllı telefon, tablet gibi
cihazlar yoluyla edinmektedirler. Yine genel bir kanı olarak PC veya masaüstü cihazlar
mobil telefon ve tabletlere göre daha güvenlidir diye düşünülmektedir.
Garip ve korkutucu olan, kişilerin akıllı telefonları güvenli bulmadıkları halde erişim
kolaylığı açısından sıklıkla kullanıyor olmalarıdır. Başka bir sebep olarak da mobil
cihazlarda güvenlik anlamında neler yapılabileceğinin bilinmiyor olması da etkilidir.
iOS tabanlı IPhone ve IPad gibi cihazlarda web tarayıcısı olan Safari ayarlarında
‘Dolandırıcılık Uyarısı’ ve ‘Pencereleri Engelle’ gibi seçeneklerinin aktif olmasına
dikkat edilmeli, Android işletim sistemi yüklü cihazlarda da GPS kullanılmadığında
devre dışı yapılmalı ve sosyal ağ uygulamalarının kurulmasında ve kullanılmasında
istenen izinlere dikkat edilmelidir. Bu noktada bu izinler verilmezse kurulum veya
kullanım gerçekleşmiyor denebilir. Fakat Apps Ops adındaki izinleri düzenleyebilme
işlevini etkinleştirmek için Permission Manager uygulaması yardımıyla izinleri kendiniz
ayarlayabilirsiniz.
Kaynakça
1. İnternet, http://www.statista.com
2. İnternet,http://www.statista.com/statistics/272014/global-social-networksranked-by-number-of-users/
3. Yavanoğlu U., Sağıroğlu Ş., Çolak İ., Sosyal Ağlarda Bilgi Güvenliği Tehditleri ve
Alınması Gereken Önlemler, Politeknik Dergisi, Gazi Üniversitesi, Cilt 15, sayı.1,
sayfa 15-27, 2012
274
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
275
276
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KRİZ DÖNEMLERİNDE “DUYGUSAL EMEK” DAVRANIŞININ ORTAYA
KONULMASINA İLİŞKİN BİR İNCELEME: BİR SAHA ÇALIŞMASI
Damla TOSYALIOĞLU1
Özet
Son yıllarda önem kazanan “duygusal emek” kavramının yükselişi, küreselleşme
ile birlikte rekabet ortamının oluşması ve hizmet alan müşterilerin çalışanlarla
etkileşiminin artması ile gerçekleşmiştir. İşletmeler için olağanüstü bir dönem olan kriz
dönemlerinde ise işletme çalışanlarının her zamankinden daha fazla duygusal emek
davranışı göstermesi gerekmektedir. Ancak kriz sürecinin çalışanlar üzerinde yarattığı
baskı unsuru duygusal emek davranışının gösterilmesini zorlaştırmaktadır. Duygusal
emek davranışı altında “yüzeysel davranma” ve “derinlemesine davranma” olmak üzere
iki tür davranış biçimi şekillenmektedir. Kriz dönemlerinde duygusal emek davranışı
sergilenmesinin rutin iş dönemlerine göre daha zor olması çalışanların yüzeysel davranış
eğiliminde bulunmalarına yol açarken, krizin başarılı bir şekilde atlatılabilmesi içinse
derinlemesine davranış biçiminin gerçekleşmesi gerekmektedir. Derinlemesine davranış
biçiminin ortaya konulmasının ise işletmelerin uzun dönemde çalışanlarına sundukları
hizmet ve işe bağlılıkla yakından ilgili olduğu tespit edilmiştir.
Bu çalışma, rutin iş dönemlerinde ve kriz dönemlerinde duygusal emek davranış
biçimlerinin farklılaşmasını ve bu farklılıkların işletmenin kriz sürecini atlatma
başarısı üzerindeki etkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada, deniz yolu
konteyner taşımacılığı sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın müşteri temsilcilerine
Grandey’in (1999) doktora tezi için Brotheridge ve Lee’nin (1998) çalışmasından aldığı
“Duygusal Emek Davranışları” Testi uygulanmıştır. Katılımcıların rutin iş dönemlerine
ek olarak kriz dönemi duygusal emek davranışlarının ölçümlenebilmesi için ek sorular
geliştirilmiştir. Test, iki tür duygusal emek davranışı olan “yüzeysel davranma” ve
“derinlemesine davranma” olmak üzere 25 soru içermektedir. Elde edilen sonuçlar,
kriz dönemlerinde çalışanlar tarafından müşterilere ağırlıklı olarak yüzeysel davranış
biçiminin sergilendiğini ve bu durumun davranış samimiyetsizliği olarak karşılanması
sebebiyle olumsuz sonuçlara yol açtığını göstermiştir.
Kriz dönemlerinde derinlemesine duygusal davranış biçimi sergilenmesi yapılan anket
çalışması sonucunda istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kriz; Kriz Süreci; Kriz Yönetimi; Duygusal Emek; Duygusal
Emek Davranış Biçimi
1 Arş. Gör. İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Kişilerarası İletişim Ana Bilim Dalı,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
277
AN EXAMINATION REGARDING MANIFESTATION OF “EMOTIONAL
LABOUR” BEHAVIOUR IN TIMES OF CRISIS: A FIELD STUDY
Abstract
Rise of concept of “emotional labour” that has gained importance in recent years, has
actualised with arising competition environment along with globalism and increasing
interaction of customers who get service with emloyees. Employees have to show more
“emotional labour” behaviour than ever during crisis periods that have extraordinary
importance for businesses. But element of oppression on employees created by crisis
period makes manifestation of “emotional labour” behaviour complicated. Two
courses of action take form, “superficial behaviour” and “profound behaviour”, under
“emotional labour behaviour”. While manifesting emotional labour behaviour is more
difficult than rutin business periods and this causes employees to manifest superficial
behaviour, to get over crisis with success, profound behaviour is needed to be actualised.
And manifestation of profound behaviour is detected that it is closely associated with
what companies provide their employees service in long-term and work commitment.
This study aims to manifest differentiation of emotional labour behaviour types in rutin
business periods and crisis periods and impact of these differences on achivement of
company about getting over crisis. In this study, customer representatives of a company
in sea container transportation field has been tested via emotional labour behaviours test
which Grandey (1999) took from Brotheridge and Lee’s work for his phd dissertation,
In addition to rutin business period, follow-up questions have been developed to survey
participants’ emotional labour behaviours in times of crisis. The test consists of 25
questions as “superficial behaviour” and “ profound behaviour” that are two kinds of
“emotional behaviour”. Obtained results has shown that employees having worked in
times of crisis predominantly showed superficial behaviours to customers and for it was
perceived as behaviour disingenuousness, this situation caused to adverse outcomes.
To Show profound emotional behaviour in times of crisis has been found meaningful
statistically in consequence of survey study.
Key words: Crisis, crisis process, crisis management, emotional labour, emotional
labour behaviour
278
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Günümüzde küreselleşme ile birlikte bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan
gelişmelere ayak uyduramayan işletmeler örgüt içi ve örgüt dışı bir takım faktörler
nedeniyle “kriz” durumlarıyla karşı karşıya kalmaktadır.
İşletmelerin zaman zaman karşılaştıkları bu olağanüstü durumlar, kurumun varlığını
ve devamlılığını tehdit altına sokan bir unsur olarak başarılı bir kriz yönetim sürecini
gerektirmektedir. Kriz sürecinin başarılı bir şekilde atlatılabilmesi ise çalışanların
duygusal emek davranışı sergilemelerini zorunlu kılmaktadır. İlk defa Hochschild
tarafından gündeme getirilen duygusal emek kavramı çalışanların, hizmet sunarken
duygularını kurum politikalarıyla uyumlu bir şekilde yönetmelerini ifade etmektedir.
Son yıllarda duygusal emek kavramının ivme kazanması, müşteriler ile birebir ve
çoğunlukla yüz yüze iletişimde olan çalışanlar arasındaki etkileşimin öneminin
artmasıyla gerçekleşmiştir.
Kriz süreci, işletme çalışanlarının her zamankinden daha fazla duygusal emek
davranışı göstermesi anlamına gelmektedir. Bu süreçte çalışanın duygusal emek
davranışı sergileyebilmesini sağlamak ise işletmenin uzun dönemde çalışanlara yaptığı
yatırımların bir karşılığı olarak geri dönmektedir. Kriz dönemlerinin başarılı bir
şekilde atlatılabilmesi için önemli olan noktalardan biri ise çalışanın derinlemesine ve
yüzeysel davranış biçimlerinden hangisini ortaya koyduğu ile ilgilidir. Kriz döneminin
işletme yararına sonuçlanabilmesi derinlemesine duygusal emek davranışı sergilemeyi
gerektirirken, kriz dönemlerinde çalışan üzerindeki baskılar daha çok rol yapma olarak
da adlandırılabilecek olan yüzeysel davranış biçiminin sergilenmesine yol açmaktadır.
2. Kriz ve Duygusal Emek Kavramlarının Kuramsal Çerçevesi
2.1. Kriz Kavramı ve Yönetimine Genel Bir Bakış
Kriz kavramının etimolojik kökeni, Yunancada “krinein” kökünden gelen ve karar
vermek anlamını taşıyan “krisis” sözcüğüne dayanmaktadır (Yakar: 2002, 93). Çeşitli
alanlarda karşımıza çıkan kriz kavramı ile ilgili olarak ortak bir değerlendirme
beklenmedik bir an ve zamanda umulmadık bir şekilde ortaya çıkmasıdır.
Kriz kavramına ilişkin yapılan tanımlardan bir tanesi şu şekildedir: “Kriz, örgütün
önlem ve uyum mekanizmalarını yetersiz hale getirerek mevcut değer, amaç ve
varsayımlarını tehdit eden beklemediği ve sezemediği gerilim durumudur. Yani kriz; bir
örgütün rutin sistemini bozan ve aniden ortaya çıkan istikrarsız bir durumdur” (a.g.m.).
Bir başka tanıma göre kriz, bir örgütün öngörme ve önleme mekanizmalarını yetersiz
bırakan, üst düzey hedeflerini ve işleyiş düzenini tehdit eden, bazen örgütün yaşamını
tehlikeye sokan, karar verilip uygulamaya geçilmeden tepki süresini kısıtlayan ve
oluşumuyla da karar vericiler için sürpriz niteliği taşıyarak örgütte gerilim yaratan
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
279
durumdur (Pira ve Sohodol: 2004, 25). Krizlerin temelinde sahip olduğu bazı ortak
özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz: Krizler önceden tahmin edilemez, örgütün amaç
ve varlığını tehdit eder, plan yapabilmek için yeterli zaman yoktur, acil müdahale
gerekmektedir (Akat, Budak ve Budak: 1999, 335).
Kriz kavramına ilişkin tanımlamaları toparlayarak genel bir tanım yapacak olursak
kriz; beklenmedik bir anda ortaya çıkan, nasıl bir etki bırakacağı tahmin edilemeyen,
işletmenin devam etmekte olan olağan düzenine zarar veren ve varlığını tehdit altına
sokan, olabilecek en kısa sürede cevap verilmesi gereken bir durumdur.
Örgütlerde krize sebep olan birbirinden farklı birçok etmen bulunmakla birlikte,
genel olarak krizin ortaya çıkma nedenlerini örgüt içi ve örgüt dışı faktörler olarak
iki başlık altında toplayabiliriz. Örgüt çevresi dinamik ve sürekli değişen yapısı ile
örgütün kriz durumuna sürüklenebilmesine yol açmaktadır. Krizle karşılaşmamak için
örgüt yönetimlerinin tüm çevresel koşulları sürekli ve sistemli bir biçimde takip etmesi,
değişiklikleri takip ederek örgütün yönünü bunlara göre ayarlaması gerekmektedir
(Dinçer: 1998, 386-387). İşletmelerde krize yol açan bir diğer önemli alan ise örgüt
içi problemlerdir. Krize kaynaklık eden pek çok faktör o örgütün işleyişi, yönetim
tarzı, örgütün sahip olduğu insan kaynaklarının özellikleri gibi kendi iç dinamikleriyle
ilişkilendirilebilir (a.g.e.:387-389).
Krizden kurtulma ve kriz ile mücadele etmeyi amaçlayan bir yapı olarak kriz yönetimi;
krizin teknik anlamda yönetimine yoğunlaşırken, kriz yönetiminin en temel araçlarından
biri olan kriz iletişimi; yaşanmakta olan kriz gerçeği ve alınan önlemlerin algılanmasına
yönelik stratejilerin geliştirilmesi ve uygulanmasıdır (Narbay: 2006, 34).
Kriz yönetimi, kurumun ileride karşılaşabileceği sorunları önceden belirleyerek,
gerçekleşmesi durumunda etkisini azaltmak ya da denetim altına almak için kullanılacak
olan iletişim yöntemlerinin planlanmasıdır (a.g.e.).
Eğer öngörülü olabilmek için geç kalınmışsa, mevcut sorunlara karşı etkin çözümler
üreterek kriz durumunu en az kayıpla atlatabilmek adına gerekli önlemlerin alınması
gerekmektedir. Tutar’a göre kriz yönetim süreci işaretlerin alınması, hazırlık, krizi
denetim altına alma, krizi çözme ve öğrenme şeklinde beş aşamayı içeren uzun ve
kapsamlı bir süreçtir (Tutar: 2000, 96). Bu noktada örgütün çevresine olan duyarlılığı,
çevreden gelebilecek uyarıları algılayabilecek ve yorumlayabilecek bir yöneticinin
varlığı, kurum içi analizin başarılı bir şekilde yapılabilmesi krizin başarılı yönetimi için
büyük önem taşımaktadır.
Özellikle kriz dönemleri işletmenin rutin dönemlerinden farklı olarak olağanüstü bir
durumu temsil ettiğinden uygulanacak yönetim ve iletişim politikaları her zamankinden
daha hassas ve farklı olacaktır.
280
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.2. Duygusal Emek Kavramı, Özellikleri ve Kavrama Bakış Açıları
Pek çok farklı alanı (psikoloji, reklam, yönetim, moda vb.) doğrudan ilgilendiren
bir kavram olarak karşımıza çıkan duygu, genel olarak bireyin bir olaya tepki vermesi
durumu olarak anlaşılmaktadır (Sığrı ve Gürbüz: 2014, 74).
Örgütlerde tutum ve davranışların oluşmasının temelinde duygular yer almaktadır.
Bu sebeple özellikle yöneticiler, çalışanların duygularını şekillendirme çabası içine
girmektedirler. Buna bağlı olarak gelişen çalışanların duygularını yönetme ve kontrol
altına alma çabaları ise “duygusal emek” kavramını ortaya çıkarmıştır.
İlk defa Hochschild (1983) tarafından kullanılan duygusal emek kavramı; kendisi
tarafından “müşterilere iyi hizmet vermek için çalışanların müşterilerle etkileşim
içindeyken, duygularını yönetmeleri ve bu yönetme sırasında gösterdikleri emek”
şeklinde tanımlanmıştır (Hochschild: 1983, 7). Hochschild, duygusal emek kavramıyla
ilgili olarak iki tür kontrol üzerinde durmaktadır. Bunlardan birincisi “yüzeysel
davranma”, yani hissedilen duyguyu değiştirmeden sadece verilen tepkinin ayarlanmasını
kapsamaktadır. Bir diğeri ise “derinlemesine davranış”, yani bireyin davranış kuralları
gereği sergilemesi gereken duyguları gerçekten hissetmeye çalışmasıdır. Hochschild,
özellikle yüzeysel davranmanın hissedilen duygu ile gösterilen duygu arasında bir fark
yaratmasının “duygusal çelişki” oluşmasına sebep olduğu için derinlemesine davranışa
kıyasla daha tahrip edici olduğunu söylemektedir.
Hochschild, duygusal emek ihtiyacı duyan meslek gruplarının üç özellik taşıdığını
ifade etmiştir. Bu özellikleri, duygusal emek gösteren çalışanların müşteriler ile yüz yüze
ya da telefonla etkileşim içerisine girmesi, bu çalışanların müşterilerin duygularını ön
planda tuttukları, örgütün, bu çalışanların müşteriler ile gerçekleşen aktiviteleri üzerinde
kontrolü olduğu şeklinde sıralayabiliriz.
Bu özelliklere göre Hochschild, altı meslek grubu çıkarmıştır. Bu meslek grupları ise
serbest meslek çalışanları, işletmeci ve yöneticiler, satış görevlileri, memurlar, evde
çalışan ve ev dışı çalışan özel hizmetliler olarak karşımıza çıkmaktadır. Hochschild,
yaptığı bu gruplandırmanın duygusal emek kavramının anlaşılabilmesi adına başlangıç
olduğunu, ileriki dönemlerde duygusal emeğe farklı tanım ve ölçümler bulunabileceğini
söylemiştir (Öz: 2007, 5).
Ashforth ve Humphrey ise Hoschschild’den farklı olarak davranışların altında yatan
nedenler yerine gözlenebilen davranışa odaklanmışlardır.
Duygusal emek davranışının bir tür izlenim oluşturma olduğunu savunmuşlar, ayrıca
daha önce değindiğimiz yüzeysel davranış ve derinlemesine davranışa ek olarak samimi
davranışları da üçüncü bir boyut olarak değerlendirmişlerdir. Samimi davranışları
eklemelerinin nedeni ise, çalışanların bazı duyguları zaten doğal olarak hissedebilecekleri
ve bu şekliyle müşteriye yansıyabileceği görüşüdür.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
281
Morris ve Feldman ise duygusal emeği, kişilerarası iş süreçlerinde örgütün arzu ettiği
duyguları yansıtmada gerekli olan çaba, planlama ve kontrol olarak tanımlamışlardır
(a.g.e.: 8-9). Örgüt tarafından gösterilmesi beklenen her duygu için belirli bir çaba
düzeyi gerektiğini düşünmektedirler.
Duygusal emek davranış biçimlerinden ziyade duygusal emek boyutları olarak ifade
ettikleri değişkenleri incelemişlerdir. Morris ve Feldman’a göre duygusal emek davranışı,
o an içinde bulunulan koşullara göre değişebilmektedir.
Morris ve Feldman tarafından tanımlanan duygusal emek boyutlarından ilki duyguların
gösterilişindeki sıklıktır. Çalışanların müşteri ile ne kadar sık karşılaştığına bağlı olarak
duygusal emek ihtiyacı artış göstermektedir. Aynı şekilde çalışanların duygularını
sergileme süreleri ve bu duyguların yoğunluğu da gerekli duyguları gösterebilmek
için daha çok çaba gerektireceğinden duygusal emek de artacaktır. Bunların yanı
sıra çalışanlar, ne kadar çok çeşitli duygu göstermek zorunda kalırlarsa o kadar fazla
duygusal emek ihtiyacı doğacaktır. Morris ve Feldman tarafından duygusal emeğin bir
başka boyutu ise “duygusal çelişki” olarak tanımlanmıştır. Kurumun sergilenmesini
istediği duygu ile çalışanın hissettiği duygu arasındaki fark ne kadar genişse o kadar çok
duygusal emek ihtiyacı doğacaktır.
Grandey (1999) ise duygusal emek kavramını “duygu ayarı” konusu ile birleştirerek
farklı bir pencereden bakmıştır. Buna göre duygu ayarlama süreci iki kategoride
toplanmaktadır. İlki karşılaşılacak duyguların oluşmasından önce yapılan öncel-odaklı
ayarlama, ikincisi ise duyguyu yaşadıktan sonra yapılan ayarlama türü olan tepki-odaklı
ayarlamadır.
Öncel-odaklı ayarlama süreci, çalışanların kendilerini müşterilere karşı gösterilmesi
gereken duyguyu yaşamaya teşvik etmelerini kapsamaktadır ve duygusal emek
teorisinde yer alan derinlemesine davranışa karşı gelmektedir. Tepki-odaklı ayarlama
ise duygusal emek teorisinde yer alan yüzeysel davranma kavramına karşı gelmektedir.
Bu aşamada hizmet çalışanı gerçekte hissetmediği bir duyguyu hisseder haldeymiş gibi
yansıtmaktadır (a.g.e.: 13-14).
Duygusal emek konusu üzerinde ilk araştırma Hochschild tarafından Delta
Havayolları’nın kabin görevlileri üzerinde gerçekleştirilmiştir. Hostes eğitim
merkezindeki kurslara katılan Hochschild, burada hosteslerin duygusal emek süreçlerini
izlemiştir. Bu eğitimlerde hosteslere gülümsemeleri söylenirken, Hochschild bunun
aslında hosteslerin kendi gülümsemeleri olmadığını ve hosteslerin sık sık şikâyet
ettiklerini belirtmiştir (a.g.e.).
282
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3. Kriz Dönemlerinde Duygusal Emek
3.1. Kriz Dönemlerinde İnsan Duygularının Önemi
Kriz dönemlerinde özellikle örgütsel bağlılığı artırıcı insan kaynakları uygulamalarının,
çalışanların bozulan morallerinin psikolojik olarak düzelmesine katkıda bulunacağı
ortaya konulmuştur.
Ayrıca kriz dönemini en az zararla atlatabilmek için, çalışanları örgütle bütünleştirmeye
yönelik olan kurum içi ve kurum dışı faaliyetler de çalışanların kurumlarına bağlılıkla
sarılmalarını sağlama konusunda olumlu sonuç vermektedir.
Krizler, çalışanlarda stres, depresyon, ruhsal durumun bozulması gibi bir takım olumsuz
sonuçlar doğurabilmektedir. Çalışanların yaşadığı bu olumsuz süreç iş performanslarını,
verimliliklerini ve örgütsel bağlılıklarını da etkileyebilmektedir. Başarılı bir kriz
yönetiminin önemli gereklerinden biri çalışanların morallerinin ve motivasyonların
korunması ile psikolojik yapılarının da göz önünde bulundurulmasıdır.
Kriz dönemlerinde yönetimin en önemli görevlerinden bir tanesi çalışanların da bu
krizden etkilendiklerini göz önüne alarak duyarlı davranmaktır. Kriz dönemlerinde
çalışanların performansını da korumakla sorumlu olan yöneticilerden beklenen
davranışları şu şekilde sıralayabiliriz (Baltaş ve Baltaş: 2002, 35): Birlikte çalıştığı
personelin motivasyonunu yüksek tutmak, çalışanların, yaptıkları işin örgüte olan
katkısının ne olduğunu tam olarak anlamalarını, amaç belirleme ve karar alma süreçlerine
katılmalarını sağlamak, çalışanlara başarılı olacakları yeni işler yapma fırsatı vererek,
kendilerini başarılı ve yeterli hissetmelerini sağlamak, en önemlisi yeni bir bilinç
düzeyine geçmek için, kendi beceri düzeyini ve yeteneklerini değerlendirmek, karar
verme yeteneğine güven duymak.
3.2. Kriz Dönemlerinde Duygusal Emek Davranışı ve Önemi
Rutin iş dönemlerinden farklı olarak olağanüstü durumları ifade eden kriz dönemlerinden
çıkabilmek için çalışanların duygusal emek göstermelerinin gerekliliği kaçınılmazdır.
Çalışanların bu dönemde, belirsizlik, stres, depresyon, işini kaybetme korkusu gibi birçok
negatif duygunun etkisi altında olmalarına rağmen; her zaman gösterdikleri duygusal
emeğe oranla daha fazla fiziksel ve duygusal emek ortaya koymaları gerekmektedir.
Kriz dönemlerinde kurumla ilgili her gelişme çok önemli olacağından medya ilişkileri
de hassas bir süreç yönetimini gerektirmektedir. Kurumu medya karşısında temsil edecek
olan üst düzey yöneticiler, kurum sözcüleri ve medya temsilcisi bu süreçte duygusal
emek davranış biçimlerinden yüzeysel davranış göstererek kriz sürecini yönetmeye
çalışmaktadır. Kriz süresi boyunca medya ile sürekli iletişim halinde olup medya
temsilcileri ile olumlu ilişkiler geliştirilmesi gerekmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
283
Kurumun diğer çalışanları içinse süreç biraz daha farklı işlemektedir. Bu dönemde
çalışan verimliliği ve motivasyonu önemli olmakla birlikte çalışanların dış güçlere
gösterecekleri samimiyet de sürecin gelişimi açısından ayrıca önemlidir. Bu durum ise
çalışanların duygusal emek davranış biçimlerinden derinlemesine davranış sergilemesini
gerekli kılmaktadır. Çünkü müşteriler kriz dönemlerinde ilgili kurumdan güven,
samimiyet ve pozitif davranış beklemektedirler.
Ancak bu dönemde çalışanların üzerindeki baskılar, işten çıkarılma korkusu, endişe
ve kaygı gibi olumsuz duygular işe olan bağlılıklarını olumsuz etkilemekte ve yeterli
duygusal emek davranışının sergilenmesinin önünde de bir engel oluşturmaktadır.
Kriz dönemlerinde duygusal emek davranışının bir boyutu da yöneticiler üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Bu dönemde yöneticiler, çalışanlarla aynı kaygı ve endişeleri taşısalar
bile kurumdaki birliği sağlama ile moral ve motivasyonu yüksek tutma görevlerinden
dolayı kurum dışında olduğu kadar kurum içerisinde de duygularını yönetme gayret ve
çabası içine girmektedirler.
3.3. Kriz Dönemlerinde Duygusal Emek Davranışının Sağlanması
İşletmeler için kriz döneminde insan faktörünün etkililiği ile kriz sürecinin başarılı
tamamlanması arasında doğru orantılı bir ilişki görülmektedir. Ancak bu başarıyı
sağlamak için sadece kriz dönemlerinde uygulanacak politikalar yeterli olmayacaktır.
Kurumun uzun vadede insan kaynağına yaptığı yatırım, çalışanın örgüte ve yönetime
olan güveni, çalışanın işe bağlılığı gibi uzun dönemde kazanılan birçok faktör süreci
etkileyecektir.
Çalışanların bağlı oldukları örgütleri pozitif değerlendirmeleri, örgütsel güven duyguları
üzerinde olumlu etki oluşturarak çalışanın uzun dönemde verimli performansına katkıda
bulunup işe olan bağlılığının artmasını sağlayacaktır. İşletmelerin çalışanlara karşı
yerine getirmekle yükümlü oldukları temel sorumluluklardan bir tanesi emeklerinin
karşılığı olabilecek ücret sisteminin kurulmasıdır. Çalışanın aldığı maaş üzerinde işletme
içi ve dışı eşitlik sistemi sağlanarak adil bir dağılım gerçekleştirilmelidir. İşletmelerin
çalışanlarına karşı olan önemli sorumluluklarından bir diğeri ise çalışanlar için güvenli
çalışma ortamının sağlanabilmesidir. Bugün özellikle sık sık karşılaştığımız iş kazaları
işletmeleri açıklanamaz, telafisi olmayan ve duygusal emek davranışı sergilemenin
mümkün olmadığı krizlerle karşı karşıya bırakmaktadır.
Bunların yanı sıra çalışanların yönetim ve karar alma süreçlerine katılım sadece uzun
dönemde örgütsel bağlılık anlamında değil aynı zamanda çalışan motivasyonunun
korunmasında da önemli bir yere sahiptir.
Örgüt içinde cinsiyet, ırk, din ayrımcılığı yapmamak, eğitim ve kariyer geliştirme
faaliyetlerinde tüm personele fırsat eşitliği tanımak, insan kaynağının seçiminde
284
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
adaletli davranmak, çalışan başarı değerlendirme sistemini objektif bir şekilde
gerçekleştirebilmek, sözlü ya da fiziksel cinsel tacizlere engel olmak çalışan personelin
uzun dönemde işe bağlılığını sağlayacak etmenler arasında yer almaktadır.
Kurumların çalışanlarının güvenini kazanmaları ve çalışanların kuruma sadık bir
personel olarak görev alması; ancak karşılıklı sorumlulukların yerine getirilmesi ile
mümkün olabilecektir.
Kriz döneme kadar işletme tarafından hakları ve ihtiyaçları sağlanamamış olan
çalışanlar kriz dönemlerini bir fırsat olarak yakalayıp işletme hakkında kamuoyuna
yansıttıkları olumsuz haberlerle yeni bir gündem de oluşturabilmektedir. O halde kriz
sürecinde duygusal emek davranışının sergilenmesi uzun dönemde örgütsel güven ve
bağlılığın sağlanmasını gerektirmektedir.
4. Araştırma
4.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi
Araştırmanın temel amacı, deniz yolu konteyner taşımacılığı sektöründe faaliyet
gösteren bir firmada müşteri temsilcisi olarak görev alan personelin, rutin iş
dönemlerinde ve kriz dönemlerinde duygusal emek davranış biçimlerinin farklılaşmasını
ve bu farklılıkların işletmenin kriz sürecini atlatma başarısı üzerindeki etkisini ortaya
koymaktır. Yapılan literatür incelemesinde böyle bir çalışmaya rastlanmaması nedeniyle
söz konusu çalışma kapsamında elde edilecek verilerin literatüre sağlayacağı katkının
yanı sıra gerek yöneticiler gerekse de konuyla ilgilenenler için yararlı sonuçlar içereceği
düşünülmektedir.
4.2. Araştırma Hipotezi
Kriz dönemlerinde endişe ve kaygı oranlarının artması, hizmet performansını artırma
gibi pozitif sonuçlar doğuran derinlemesine davranış biçimi yerine duygusal tükenme
ve davranış samimiyetsizliği gibi negatif sonuçlara sebebiyet veren yüzeysel davranış
biçiminin sergilenmesine neden olmaktadır.
4.3. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi
Araştırma evrenini söz konusu firmada müşteriler ile sürekli olarak iletişim içerisinde
olan Müşteri Temsilcileri oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise 30 “Müşteri
Temsilcisi” temsil etmektedir. Araştırma örnekleminin “Müşteri Temsilcileri” olarak
belirlenmesinin sebebi kriz dönemlerinde müşterilerle birebir iletişim içinde olan grubu
oluşturmalarıdır. Örneklem ayrıca, Hochschild’ın duygusal emek ihtiyacı duyan meslek
gruplarının taşıdığını ifade ettiği üç temel özellik dikkate alınarak belirlenmiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
285
4.4. Araştırmada Yararlanılan Veri Toplama Araçları
Araştırmada Grandey’in (1999) doktora tezi için Brotheridge ve Lee’nin (1998)
çalışmasından aldığı Duygusal Emek Davranışları Testi’nin soruları kullanılmıştır.
Katılımcıların rutin iş dönemlerine ek olarak kriz dönemi duygusal emek davranışlarının
ölçümlenebilmesi için ek sorular geliştirilmiştir. Sorular iki tür duygusal emek
davranışı olan “yüzeysel davranma” ve “derinlemesine davranma” olmak üzere 25 soru
içermektedir.
4.5. Araştırmanın Yöntemi
Araştırma, anket tekniğine dayanan bir örnek olay çalışmasıdır. Anket iki bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölüm araştırmaya katılanlara ilişkin tanımlayıcı bilgileri
içermektedir. İkinci bölümde ise rutin dönemlerde ve kriz dönemlerinde duygusal emek
kavramına ilişkin ifadeler yer almaktadır. Anket bilgisayar ortamında hazırlanmış ve
katılımcıların elektronik posta adreslerine mail yolu ile ulaştırılmıştır.
4.6. Kullanılan İstatiksel Analizler
Duygusal emek davranışı ölçeği, excel dosyası üzerinde pivot table programı
yardımı ile ortalama değerlere vurulmuştur. Rutin dönemlerde ve kriz dönemlerinde
gösterilen duygusal emek davranışları ayrı iki tablo halinde hesaplanarak yorumlaması
karşılaştırmalı şekilde gerçekleştirilmiştir.
4.7. Araştırma Kapsamı
Araştırma kapsamında örnek olay incelemesi için küresel pazarda da var olan bir deniz
nakliye şirketi seçilmiştir. Firma yetkilileri ile görüşülmüş ve şirketin karşılaştığı kriz
durumlarına ilişkin detaylı bilgi alınmıştır. Firmanın en sık karşılaştığı kriz durumları
aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır:
•
Satıcı ve alıcı firmalar arasındaki ikili sözleşmelerde yaşanan problemlerden
dolayı yaşanan krizler.
•
Aktarmalı giden yüklerde, çeşitli sebeplerden dolayı ya da kar amaçlı olarak
firmanın güzergâh değişikliği yapması ve mağdur durumuna düşen alıcı firmaların
işletmeye olan tepkileri.
•
Belirli meridyenin altına düşülmesi halinde yapısal olarak bozulabilecek ürünlerde
güzergâh sıkıntısı yaşanması.
•
Ülkemizden aşırı derecede metal ihracatı yapılması ve metallerin gemilere ful
olarak yüklenmesi sonucu hava sıcaklığından genleşen metallerin konteynerleri
parçalaması.
286
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
•
Konteynerlerde fark edilemeyen deliklerden sızan yağmurdan dolayı buzdolabı
vb. ürünlerin zarara uğraması.
•
Suudi Arabistan’ın Yemen’i bombalamasının bir sonucu olarak son dönemde
Mısır, Yemen ve Libya yönüne giden yüklerin iptali ile ilgili olarak yaşanan krizler.
4.8. Değerlendirme
Söz konusu firmada görev alan müşteri temsilcilerine uygulanan “Duygusal Emek
Davranışları Testi” sonucunda, kriz dönemlerinde müşterilerle etkileşim içerisinde
bulunan bu çalışanların, artan endişe ve kaygılarının duygusal emek davranış biçimini
etkilediği ortaya konulmuştur. Rutin iş dönemi için cevaplanan soruların ağırlıklı yüzdesi
derinlemesine davranışın sergilendiğini gösterirken, kriz dönemleri için cevaplanan
soruların sonucu yüzeysel davranış eğiliminin ağır bastığını göstermektedir.
Önceki bölümlerde ortaya koyduğumuz üzere, kriz dönemlerinde çalışanların
müşterilere güven verebilmek adına samimi ve içten davranmaları büyük önem
taşımaktadır. Ancak söz konusu firma için yapılan bu değerlendirme, kurumun
çalışanlarının kriz dönemlerinde davranışın samimiyetsizliği ile ilgili olan yüzeysel
davranışa ağırlık vererek rol yapma eğilimi gösterdiklerini ortaya koymuştur. Çalışanların
pozitif duyguları sergilemek için derinlemesine, negatif duyguları bastırmak için
yüzeysel davranışa başvurmaları düşünüldüğünde bu sonucun kriz döneminin başarılı
bir şekilde atlatılmasında bir engel teşkil etmesi söz konusudur.
Yüzeysel davranış, duygusal çelişki ile benzer bir yapıyı ifade ettiğinden, kriz
dönemi içerisinde bu davranış eğiliminde olan çalışanların duygusal tükenme yaşaması
beklenmektedir. Duygusal olarak tükenmiş çalışanlarla kriz sürecinin başarılı bir şekilde
atlatılması mümkün değildir. Daha önce yapılan araştırmalardan elde edilen bulgulardan
yola çıkılarak yüzeysel davranışın duygusal tükenmeye yol açması, duygusal tükenmenin
de işten ayrılma niyetini artırması beklenebilir (Yürür ve Ünlü: 2010, 88). İşten ayrılma
niyetinin ise örgütsel ve bireysel açıdan birçok olumsuz sonucu bulunmaktadır. İşten
ayrılma niyeti yüksek olan bir çalışanın iş performansı da düşük olacaktır. Ayrılma niyeti
taşıyan bir çalışanın kriz dönemlerinde işletme için gerekli duygusal emeği sergilememesi
ise muhtemel bir sonuç olarak karşımıza çıkacaktır.
5. Sonuç
Kriz dönemlerinde, müşteri ile yüz yüze ya da telefonla doğrudan hizmet sunan
çalışanların fiziksel emeklerinin yanı sıra duygusal emeklerini de işlerine katmaları,
sürecin başarıyla sonuçlandırılmasının kaçınılmaz şartlarından bir tanesidir.
Kriz dönemleri, müşterilere karşı her zamankinden daha anlayışlı ve daha dostça
davranmayı gerektirmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
287
Bu da çalışanların üzerindeki duygusal emek davranışı yükünü rutin iş dönemlerine
göre artırmaktadır. Ancak çalışanlardan kriz dönemlerinde duygusal emek göstermelerini
beklemek, uzun dönemde işletmelerin çalışana karşı sorumluluklarını yerine getirmelerini
gerektirmektedir. Çalışanların kuruma duydukları güven ve işe olan bağlılıkları, kriz
dönemlerinde şirkete sadık kalmalarının yanı sıra kurumları için gerekli duygusal emeği
göstermelerinin de bir sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kriz dönemlerinde duygusal emek davranışının sağlanması kadar hangi davranış
biçiminin ne aşamada sergileneceği de büyük önem taşımaktadır. Medya ile ilişkilerde
yüzeysel davranma biçimi başarılı sonuçlar getirse bile, çalışanlar tarafından
müşterilere bu davranış biçiminin sergilenmesi davranış samimiyetsizliği olarak
da karşılanabilmektedir. Bu da çalışanların müşterilere derinlemesine davranış
göstermelerinin önemini ortaya koymaktadır.
Çalışmada belirtildiği gibi kriz dönemlerinin yönetimi uzun dönemde insana yapılan
yatırımlarla doğru orantılı olmakla birlikte ve kurum – çalışan arası karşılıklı fayda
anlayışına dayanmaktadır. Kriz dönemleri içerisinde duygusal davranış biçimleri de
önemli yer tutmaktadır.
288
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
Kitaplar:
1. Akat, İ., Budak G. ve Budak G., İşletme Yönetimi, Barış Yayınları, İzmir (1999).
2. Baltaş, Z., Baltaş, A., Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitapevi, İstanbul
(2002).
3. Dinçer, Ö., Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Beta Yayıncılık, İstanbul
(1998).
4. Hochshild, A. R., The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling,
University Of California Press, Berkeley (1983).
5. Narbay, M. Ş., Kriz İletişimi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara (2006).
6. Ünler, E. Ö., Duygusal Emek Davranışlarının Çalışanların İş Sonuçlarına Etkisi,
Beta Yayınları, İstanbul (2007).
7. Pira A., Sohodol Ç., Kriz Yönetimi: Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme,
İletişim Yayınları, İstanbul (2004).
8. Sığrı, Ü., Sait G., Örgütsel Davranış, Beta Yayınları, İstanbul (2014).
9. Tutar, H., Kriz ve Stres Ortamında Yönetim, Hayat Yayıncılık, İstanbul (2000).
Makaleler:
1. Yakar, G., “Konaklama İşletmeleri Yönetiminde Krizin Etkileri”, T.C.Turizm
Bakanlığı II. Turizm Şurası Bildirileri, Ankara (2002).
2. Yürür S., Ünlü O., Duygusal Emek, Duygusal Tükenme ve İşten Ayrılma Niyeti
İlişkisi, “İŞ, GÜÇ” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, Yalova (2010).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
289
290
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
BİR HALKLA İLİŞKİLER ARACI OLARAK TWITTER: REKTÖRLERİN
TWITTER KULLANIM ANALİZİ
Yusuf Bahadır DOĞRU1
Özet
Sema DOĞRU2
Halkla ilişkiler uygulama alanlarında iletişim kanalı olarak kullanılan yeni medya,
geniş kitlelere ulaşma ve karşılıklı iletişim kurma konusunda önemli bir yere sahip
olduğu düşünülmektedir. Sosyal medya araçları üniversitelerdeki yöneticiler için
iki yönlü iletişim ortamı sunabilen önemli bir araçlardan biri haline gelmiştir. Sosyal
medya kullanımının en yoğun olduğu 18-25 yaş grubunu, üniversite öğrencilerinin
oluşturduğu bilinmektedir. Bu sebeple üniversite yöneticilerinin sosyal medyayı aktif
bir şekilde kullanması gerektiğinin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu konudan yola çıkarak
Türkiye’de Twitter hesabında en çok takipçisi bulunan iki rektör ve en çok tweete sahip
olan iki rektör olmak üzere dört rektörün tweetleri, 01-15 Mayıs 2015 tarihleri arasında
incelenmiş ve paydaş gruplarına yönelik ne tür paylaşımlar yaptığı ortaya çıkarılmaya
çalışılmıştır. Bu bağlamda, rektörlerin hangi konularda mesajlar paylaştığı, öğrencilerin
sorunlarına yaklaşımı ve iletişimi güçlendirme konusunda takipçileri ile nasıl etkileşim
kurduğu, on iki farklı kategoride yapılan Twitter içerik analizine göre incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Üniversite, Rektörler, Çift Yönlü İletişim, Twitter
Abstract
PR new media used in application areas as the communication channel is considered
to have an important role in achieving a wide audience and to establish mutual
communication. Which can provide two-way communication environment for university
executives in social media tools it has become one of the most important tools. 18-25 age
group was the most intensive use of social media, it is known that university students.
For this reason, university administrators of social media is emerging importance of the
need to use actively. Two presidents and most having tweeter two presidents, including
four rector of tweets with the most followers starting about it on his Twitter account in
Turkey, May 1 to 15, 2015 period were examined between and stakeholders what for a
type of group shares his has been uncovered. In this context, the issue in which messages
are shared by the rector, the students how they interact and communicate with followers
in strengthening approach to the problem was analyzed according to the Twitter content
analysis conducted in twelve different categories.
Keywords: Social Media, University President, Two- Way Communications, Twitter
1 Araştırma Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, yusufbd@
hotmail.com
2 Doktora Öğrencisi, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Programı ,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
291
Giriş
Günümüzün yeni iletişim teknolojileri kullanıcıları tarafından bir alışkanlık haline
gelen sosyal medya kullanımı, her kültürden ve her kesimden geniş kitlelerin, sosyal
taleplerine yanıt vermektedir. Yeni iletişim ortamlarının gelişmesi, her kesimden bilgi
iletişim teknolojilerine olan ilginin artması, sosyal medyanın gücünü arttırmakta,
sosyalleşme kavramına da yeni bir boyut kazandırmaktadır. Yeni iletişim teknolojilerinin
ortaya çıkması ve gelişmesiyle birlikte yeni medya ortamları iletişim faaliyetlerinin odak
noktası haline gelmiştir. Tüm dünyada artan sosyal medya kullanımı karşılıklı iletişime
olanak tanıması, zaman ve mekan gibi kavramlardan bağımsız olması, farklı temsillere
yer vermesi ve kitlelerin seslerini duyurması açısından önemli bir araçtır. Ayrıca sosyal
medya kullanımının en yoğun olduğu 18-25 yaş grubunu, üniversite öğrencilerinin
oluşturduğu bilinmektedir (Kara, 2015). Bireylerin demokratik süreçlere katılımı ve
bireyler arası ilişkileri kuvvetlendirmesiyle Twitter, son yıllarda toplumun iletişim
kurma alışkanlıklarında büyük dönüşüm oluşturmuştur.
Etkisi hem ticari, hem ekonomik, hem de toplumsal yaşamda yoğun biçimde hissedilen
Twitter, her geçen gün artan kullanıcı sayısıyla da dünya toplumlarının her kesiminde
yaygınlaşmaya başlamıştır.
1.Yeni İletişim Teknolojileri Bağlamında Yeni Medya Kavramı
Yeni medya kavramını açıklayabilmek için medya olgusunun içeriğinin bilinmesi
gerekmektedir.
Türkçe’de medya olarak kullandığımız kelime İngilizce ’de media sözcüğünün
karşılığı olup; araç veya ortam olarak ifade edebileceğimiz medium sözcüğünün
çoğuludur. Kavram genel olarak kitle iletişim araçlarını ifade etmekte olup, kitlelere
ulaşılabilen her türlü yazılı, basılı, görsel metin ve imgeleri bünyesinde barındırırken;
dergi, gazete, kitap, radyo, televizyon, internet gibi geniş bir iletişim araçları yelpazesini
içine almaktadır (Nalçaoğlu, 2001, s. 51-52) Yeni medya ifadesi geleneksel medyadan
farklı olarak dijital kodlama sisteminde temellenen eş zamanlı, yoğun yüksek hızda
ve multimedya ortamlarına dayanan bir iletişim süreci ve araçlarını tanımlamak için
kullanılmaktadır. Bu bağlamda dijital bir platform olarak da ifade edebileceğimiz yeni
medya kavramı gündelik hayatın her alanında karşımıza çıkan bir kavram olup, iletişim,
sağlık, kariyer, politika, ticaret gibi insanlığın temel ilgi alanlarında varlık göstermektedir
(Binark, 2007, s. 5)
Yeni medya internetten, web sitelerine, bilgisayar oyunlarından, DVD’lere kadar sanal
gerçekliğin inşa edilmesinde kullanılan bütün unsurları içine almaktadır.
Yeni medyanın içerisine dijital formatta çekilen TV programları, bilgisayar
üzerinde tasarlanan illüstrasyonlar, reklamlar ya da yeni teknolojileri kullanarak
292
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
çekilen fotoğraflar gibi farklı öğelerin dahil edilip edilemeyeceği bir tartışma konusu
olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel geçer yeni medya tanımları enformasyonunun
üretiminden çok teknolojik imkanlar aracılığı ile dağıtılması üzerine yoğunlaşmakla
beraber; bilgisayar teknolojileri aracılığı üretilen ürün ve bilgi kavram çerçevesinde
değerlendirilebilmektedir (Manovich, 2001, s. 20-21)
1.1. Yeni İletişim Teknolojileri Bağlamında Sosyal Medya Kavramı
Sosyal medya kavramı gündelik dilde kabul edilmiş sosyal ve medya kelimelerinin
birleşiminden meydana gelen bir ifade olup; sosyal sözcüğü insanların birbiri ile iletişim
kurmasını ve etkileşim içerisine girmesini karşılayan bir terimdir. Medya kelimesi
ise geleneksel olarak dergi, gazete, televizyon gibi kitle iletişim araçlarını kapsayan
bir kelimedir. Kitle iletişim araçlarına ek olarak medya sözcüğü haberin oluşturulma
ve dağıtım sürecinde etkin olan video, ses ve fotoğraf gibi öğelerinin tamamını da
bünyesinde toplamakta olup, sosyal medya kavramının oluşmasında medya kelimesinin
bu özellikleri doğrudan etkilidir (Safko & Brake, 2009, s. 3). Sosyal medya kavramı ile
ilgili olarak literatürde birbirinden farklı kavramlar ve yaklaşımlar mevcuttur.
Sosyal medya, kullanıcılarına enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkanı
tanıyarak karşılıklı etkileşim oluşturan çevrimiçi araçlar ve web siteleri için ortak
kullanılan bir terimdir (Sayımer, 2008, s. 123). En geniş anlamı ile sosyal medya, Web 2.0
teknolojileri üzerine kurulan, sosyal etkileşim, sanal toplulukların oluşumu, içerik üretimi
gibi alanlarda kullanıcıları bir araya getiren web siteleri olarak ifade edilebilmektedir.
Web 2.0 ve sosyal medya kavramı arasında ki fark ise “Web 2.0” ifadesinin teknolojik
bir vurguyu bünyesinde taşımasına karşın, sosyal medyanın kullanım ve sosyalizasyon
süreçlerini ifade etme amaçlı kullanılması noktasında karşımıza çıkmaktadır.
Bu bağlamda Web 2.0 teknolojileri yüksek düzeyde kişiselleştirilmiş, esnek bir web
deneyimi sunan RSS, AJAX gibi veri tabanları ve uygulamaları içerirken, sosyal medya
kavramı, Facebook, Twitter, Instagram gibi genel sosyal ağları ya da LinkedIn gibi
profesyonel iş ağlarını anlatmak için kullanılmaktadır (Bruns & Bahnisch, 2009, s. 7).
Sosyal medya kullanıcıların gönüllü olarak video, ses, resim gibi multimedya
içeriklerini paylaşmasına izin veren bir yapıda olup, terim yapı itibari İnternet
kullanımının teknolojik boyutuna vurgu yapmakla birlikte; içeriğin üretim ve paylaşım
aşamalarına kadar uzanan sosyal rolleri de kapsayan bir yapıyı içermektedir. Sosyal
medya, kullanıcılarının meydana getirdiği topluluklar ve sosyal ağlardan meydana
gelen bir oluşum olup, bu yapı içerisinde bireyler içerik üreticisi, dağıtıcısı gibi farklı
roller üstlenerek sanal bir topluluğun doğrudan parçası olabilmektedirler. Sosyal medya
kavramı üretilen içeriğin büyük bir çoğunluğunu kullanıcıların oluşturduğu ve diğer web
sitelerinden içerik toplayan bir internet hizmeti olarak da tanımlanabilir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
293
Sosyal medyanın geleneksel medyaya benzer bir biçimde bir okuyucu/izleyici/dinleyici
kitlesi olmakla birlikte hedef kitleler arasındaki temel fark içeriğin üretilme ve paylaşılma
sürecinde; kullanıcın pasif değil aktif bir rol alması noktasında karşımıza çıkmaktadır.
Sosyal medyada alıcı iletiye anında bir geri bildirim sağlayabilmekte, kendisi tarafından
üretilen veya başka bir kullanıcıdan kopyaladığı içeriği paylaşabilmektedir (Lietsala &
Sirkkunen, 2008, s. 17-20).
Sosyal medya kavramı çevrimiçi ağlar ve paylaşım olgusu üzerinden tanımlanırken
terim beş temel özellik üzerinden değerlendirilebilmektedir (Mayfield, 2008, s. 5)
•
Katılım: Sosyal medya, herkesi katkı sağlama ve geri bildirim konusunda
cesaretlendirerek medya ve izleyici arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmaktadır.
•
Açıklık: Sosyal medya ağlarının büyük bir bölümü katılım ve geri bildirime açık
bir durumdadır.
•
Diyalog: Geleneksel medya içeriğin izleyiciye iletildiği veya dağıtıldığı bir
yayıncılık biçimi olarak karşımıza çıkarken, sosyal medya iletişim alıcıyı da
sürece dahil ederek iki yönlü bir iletişim biçimi gerçekleştirmektedir.
•
Topluluk: Sosyal medya, toplulukların etkili ve hızlı bir biçimde iletişim kurmasına
imkan tanırken, ortak ilgi alanlarının paylaşan bireylerin sanal ortamda bir araya
gelmelerini sağlamaktadır.
•
Bağlantılık: Sosyal medya sitelerinin büyük bir çoğunluğu bağlantılı olma temel
özelliği ile başka sitelere, kaynaklara ve insanlara erişim imkanı sunabilmektedir.
1.2. Halkla İlişkiler Ortam ve Aracı Olarak Sosyal Medya Kullanımı
Halkla ilişkiler, özel ya da tüzel kişinin, yani bir insanın, derneğin, özel ya da kamu
kuruluşunun karşılıklı iş yaptığı gruplarla ilişkiler kurması ve ilişkilerini geliştirmesi
için çaba gösterilmesidir (Asna, 2012, s.17). Grunig ve Hunt akademik çalışmalarında
halkla ilişkileri, organizasyon ile kamuları arasındaki ilişki yönetimi olarak
tanımlamışlardır (Sayımer, 2008, s.59). Halkla ilişkiler, demokratik toplumlara özgü bir
kamuoyu oluşturma, güven, onay, rıza veya saygınlık elde etme yöntemi olarakta kabul
edilmektedir (Biber, 2009). Bu tanımlar ışığında halkla ilişkilerin ana işlevini kişi/kurum
ve hedef kitle arasında karşılıklı/çift yönlü bir iletişim olduğu söylenebilir.
İnternet, halkla ilişkiler adına birçok şeyi değiştirmiştir. Kuruluşlar/kişiler sadece
kullanışlı olan önemli bilgileri internetle sağlamakla kalmaz aynı zamanda sürekli olarak
hedef gruplarla iki yönlü iletişim sağlayan bir ortam sunar. Halkla ilişkiler uygulayıcıları
interneti kullanarak çok farklı gruplardaki kişilere bloglar, wikiler ve özellikle sosyal
medya ağları ile kolaylıkla ulaşabilirler.
294
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sosyal medya araçları, kişi ya da kurumun direkt olarak hedef kitlesi ile iletişime
geçmesine olanak sağlamaktadır. (Breakenridge, 2008, s. 14)
Sosyal medya; kullanıcılara kamusal veya yarı kamusal bir profil oluşturmaya izin
veren, kullanıcıları belli sistemler içinde birbirine bağlayan ve birbirleriyle etkileşim
kurmasını sağlayan hizmetler olarak tanımlanmaktadır.
Sosyal medya, tüm bireylerin katılımına olanak tanımasının yanında karşılıklı etkileşim
kurma, topluluk oluşturarak kaynaşmayı sağlama, linklerle farklı multimedya içerikleri
paylaşma ve içerik üretimine imkân sağlamasıyla diğer medyalardan ayrılmaktadır
(Boyd & Ellison, 2008: 2).
Sosyal medya zaman ve mekan sınırlaması olmadan, paylaşımın, tartışmanın esas olduğu
bir insani iletişim şeklidir. Teknoloji, telekomünikasyon, sosyal iletişimin kelimeler,
görseller, ses dosyaları yolu ile sağlandığı bir yapıya sahiptir. İnsanlar hikayelerini ve
tecrübelerini bu bağlamda paylaştığı bir çerçeveye de sahiptir. Genel olarak bireylerin
internette birbirleriyle yaptığı diyaloglar ve paylaşımlar sosyal medyayı oluşturur. Sosyal
medyada, sosyal ağlar ve toplu gruplar yer alır. İnsanlar, kurumlarını tanıtırlar, arkadaş
ilişkileri kurarlar, ürün servis, fikir ve nesnelerin içeriğine ilişkin bağlılık gösterirler
Avatarlar, profil fotoğraflarımız, renklerimiz bizim online ortamlardaki kimliklerimizi
belirlemektedir. (Solis, 2010)
Günümüzde hem özel sektör hem de kamu kuruluşları için sosyal medya, varlık
gösterilmesi ve etkin kullanılması zorunlu iletişim ortamları haline gelmiştir.
Sosyal medya araçları şirketlerin hem tüketicileri hakkında çok daha detaylı bilgi
edinmelerini hem de ürün ve hizmetleri hakkında yapılan yorumları, tüketicilerin
tutumlarını, tercihlerini, yaşamlarını ve isteklerini eş zamanlı olarak takip edebilmelerini
sağlamaktadır (Güçdemir, 2010, s. 29).
Sosyal ağ web sitelerinden bloglara, sosyal medya; bütünleşik iletişim kampanyalarının
önemli bir bileşenidir. Bu araçlar iletişim profesyonelleri için, daha önce var olmayan
değerli iletişim yöntemleri sunmaktadır (Evans, Twomey, & Talan, 2011, s. 6).
Kaliteli ürün ve hizmet sunan kurum/kuruluşlar insanların bu konular hakkında
konuşmalarını isterler. Ve geleneksel anlamda ağızdan ağza iletişim kurum/kuruluşun
kendini anlatabilmesi açısından yeterli olmayacaktır. Eğer kurum/kuruluşların doğru
yeni medya stratejileri varsa, temel araçları ve taktikleri kullanıyorsa, yeni medyayı
kullanmak bir avantaj olacaktır. Tamamıyla kontrolü elinde bulundurmak pek mümkün
olmasa da; önemli bir etki ve tüketiciyle/ hedef kitleyle, çalışanlarla, tedarikçilerle,
paydaşlarla, ailelerle, rakiplerle başarılı ilişkiler kurulmasına olanak tanımaktadır. Dikkat
edilmesi gerekilen konu; yeni medya, her türlü konuşmalara ve bilgi akışına imkan verir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
295
Bu konuşmaları kontrol etmek mümkün olmamakla birlikte onları etkilemek
mümkündür. Ve bu etki, en alt seviyeden başlayarak her türlü kademedeki ilişkiyi inşa
edebilir (Özgen, 2011, s. 99-100).
İnternet halkla ilişkiler disiplini açısından önemli bir medyadır ve kurumlar
sadece internet üzerindeki bilgi akışını yöneten ve denetleyen medya yöneticileri
bulundurmalıdırlar. İnternetin hayatımıza girmesiyle başlayan etkileşimli iletişim
ortamları olan “yeni medya” Facebook, Twitter, Youtube, Instagram vb. gibi
ortamlar kurum ve kuruluşların itibar yönetim araçları içinde önemle yer almaktadır.
Sadece kurumlar değil bireyler de kendi imaj ve itibarlarını bu ortamlar üzerinden
yönetebilmektedirler. Bu alanda uzman kişileri çalıştırarak, doğru, yerinde bir strateji
ve doğru bir planlama ile yönetilmesi gereken ortamlar olduğu önemle vurgulanmalıdır.
Dolayısıyla internetin kullanımı kuruluşlar için bir web sitesi kurmak ve bu siteyi sürekli
olarak güncellemenin çok ötesine geçmiştir. Ya da diğer bir açıdan internet, bir e-mail
zinciriyle yönetilebilecek bir medya değildir (Özgen, 2011, s. 100).
Son yıllarda, sosyal ağ sitelerine, on milyonlarca internet kullanıcısı talep gösterdi ve
böylece sosyal ağlar hem yetişkin hem de genç kullanıcılarla değerini artırdı.
Bu noktada sosyal ağlarla ilgili sayısal verilere bakıldığında büyük önem arz eden
rakamlarla karşılaşılmaktadır (Mary Madden vd, 2013);
•
Gençlerin Twitter kullanımı 2011’ yılındaki araştırmaya oranla %24 artış
göstermiştir.
•
Tipik bir genç Twitter kullanıcısının ortalama 79 varken, ortalama 300 tane
Facebook arkadaşı vardır.
•
Gençlerin %91’i profillerinde fotoğraf kullanmaktadır.
•
Gençlerin %71’i okul isimlerini ve yaşadıkları şehirleri profillerine yazmaktadırlar.
•
Gençlerin %92’si gerçek isimlerini kullanmaktadırlar.
Son yıllarda gittikçe popüler bir hale gelen Twitter, 140 karakterlik mesaj sınırıyla
hedef kitlelere ulaşmada farklı bir sosyal ağ olarak karşımıza çıkmaktadır.
Twitter, insanın gerçek hayatta içinde bulunduğu anda ne yaptığını, onu takip
edenlere(followers) kısa mesajla özetlediği, durumunu paylaştığı bir platformdur. “şimdi
kahve içiyorum”, “deniz kenarındayım”, “kitap okuyorum” gibi mesajlarla o andaki
durumunu internete duyurmak söz konusudur. “Ne yapıyorsun” sorununun yanıtını
sanki insanlar bir aradalarmış gibi anında yanıt verebilen bu teknolojide iletişim kurmak
için erişim kolaylığı açısından Twitter web sitesine girmeye bile gerek olmayabiliyor.
296
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Yazıların mesajları SMS (kısa mesaj servisi) yoluyla veya Google Talk yoluyla da
yollamak mümkün olabilmektedir. Twitter’in mesaj servisi parti duyuruları, şirketlerin
müşterilerine ulaşmaları gibi alanlarda ilgi görmektedir (Sayımer, 2008, s. 128) GentArt
ve Nielsen şirketlerinin yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de Twitter kullanıcılarının
yüzde 60’ını erkekler, yüzde 40’ını kadınlar oluşturmaktadır. Kullanıcıların yüzde 64’ü
34 yaşın altında ve yüzde 50’sinin eğitim düzeyi üniversitedir.
Twitter’ın Türkiye’de, kendini geliştirmek isteyen, dünyadaki gelişmeleri olduğu
kadar modayı da takip eden ve diğer kültürlerle ilgilenen bir kitlesi bulunmaktadır. Mart
2014’te 30 gün süresince 1,000 Twitter kullanıcısının davranışları izlenerek yapılan
ankete göre, Twitter’ı her gün kullanan kişilerin oranı yüzde 76’dır. Kullanıcıların yüzde
56’sı ise günde birkaç kez Twitter üzerinde etkileşimde bulunmaktadır. Kullanıcıların
yüzde 66’sı da trend haline gelen konuları (TT) kontrol ettiğini söylemekte ve
kullanıcıların 5’te 3’ü Twitter’ı en az iki cihaz üzerinden kullanmaktadır. Mobil bir
cihazdan Twitter’ı kullandıklarını söyleyenlerin oranı ise yüzde 73’tür. Bu kullanıcıların
yüzde 56’sı için Twitter’a öncelikli erişme yöntemi mobil ağlardır. Bu kullanıcılarınsa
yüzde 59’u Twitter’ı TV izlerken kullandığını söylemektedir (webrazzi.com/2014/07/17/
genart-ve-nielsenin-turkiyede-twitter-kullanici-istatistikleri/ ET:28.04.2015) Bir başka
araştırmaya göre ise Türkiye’de Twitter kullanıcı sayısı yaklaşık olarak 11.5 milyondur.
Bu kullanıcılardan yaklaşık olarak 5,6 milyonu aktif kullanıcı durumundadır. Türkiye’de
saniyede ortalama 152 tweet atılmaktadır. Günde yaklaşık olarak 13,1 tweet atılmaktadır
(http://www.digitalage.com.tr/twitterin-2014-turkiye-karnesi/ET: 28.04.2015).
1.3. Rektörlerin Sosyal Medya Kullanımı
Sosyal medyanın giderek yaygınlaştığı ve üniversitelerin hedef kitlesinin sosyal
medyayı en çok kullanan bireylerin oluşturması, üniversite yöneticilerini sosyal medya
kullanmaya teşvik etmektedir. Fakat üniversite yöneticileri Twitter kullanmaktan
çekinmektedirler. Bu çekincelerin nedenleri şu şekilde açıklanabilmektedir
(www.mstoner.com/blog/uncategorized/why_college_presidents_arent_more_social
ET: 28.04.2015);
•
Zaman: Rektörlerin üzerlerinde birçok sorumluluğun ve yapacak işlerinin olması
sebebiyle sosyal medyaya yeterince zamanının olmaması.
•
Kontrol: Sosyal medya kamuya açık bir mecra olduğu için verilen mesajların,
başka yönlere çekilerek olumsuz bir hale dönüşebilmesi ve bunun kontrolünün
zor olması.
•
Risk: Rektörler gönderdikleri Tweetlerle veya kendisine atılan Tweetlere verdikleri
yanıtlarla zor durumda kalabilmektedir. Rektörlerin hukuk danışmanları bu tarz
durumlarda kalmamaları için sosyal medyadan uzak durmalarını söylemektedirler.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
297
•
Sosyal Baskı: Rektörler çeşitli konularda öğrenciler, aileler ve diğer kişiler
tarafından baskı altında tutulmaya çalışılabilir.
•
Yaş: Bazı rektörler yaşları gereği sosyal medyanın kendine özgü normlarından
rahatsız olmaktadırlar. Kendilerini rahat hissetmemektedirler.
•
Performans Kaygısı: Bir sosyal platformda ilk adımların atılması oldukça zor
olmaktadır. Atılan bir Tweet’ in yanlış anlaşılması, yapılan bir hata takipçiler ve
kamuoyu nezdinde olumsuz durumlara yol açabilmektedir.
2011 yılında gerçekleştirilen Pew Araştırma şirketinin verilerine göre; Üniversite
rektörlerinin %91’i dizüstü bilgisayar, aynı zamanda %87’si masaüstü bilgisayar,
%88’i akıllı telefon ve %49’u tablet kullandıklarını belirtmişlerdir. Rektörlerin %50’si
Facebook kullanmakta iken Twitter kullanım oranı ise %18’dir. Rektörlerin %18’i
günlük olarak Facebook sayfasını kontrol ederken, Twitter sayfasını kontrol edenlerin
oranı ise %5’tir.
2.1.Araştırmanın Konusu
Türkiye’de üniversite yönetiminde en üst mevkide yer alan rektörlerin, sosyal medya
araçlarından biri olan ve kullanımı son yıllarda popüler hale gelen Twitter’ı kullanım
pratikleri bu çalışmada incelenecektir.
2.2.Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı; tüm dünyada etkinliği, etkisi ve önemi artan sosyal paylaşım
ağı Twitter’ın, Türkiye’de ki Üniversite Rektörleri tarafından nasıl kullanıldığını ortaya
koymaktır. Twitter’a üye olan ve paylaşımda bulunan rektörlerin, bu mecrayı ne derece
etkin kullandıkları, ne amaçla kullandıkları ve hangi iletişim düzeyinde etkileşim
kurdukları açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda gerek yurtiçi, gerekse yurtdışında
yapılan birçok çalışmada sosyal medya araçlarının öneminin arttığı, özel ve kamu
kurumlarının bu araçlarla hedef kitlelerine doğrudan ulaştığı ve geleneksel medyaya
göre daha sıcak ve samimi diyalog kurduğu belirlenmiştir.
2.3.Araştırmanın Varsayımları
•
-Öğrenciler ile olan iletişimde Devlet Üniversitesi ile Vakıf Üniversitesi Rektörleri
arasında farklar bulunmaktadır.
•
-Rektörler, öğrencilerin sorunlarına sosyal medyadan cevap vermektedir ve çözüm
aramaktadırlar.
•
-Rektörler ve öğrenciler Twitter üzerinden interaktif iletişim kurmaktadırlar.
298
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.4.Araştırmanın Kapsamı
Bu çalışmada; arama motoru Google, Twitter ve kurumların web sitesi aracılığıyla
yapılan araştırmalar sonucu Türkiye Cumhuriyeti Devletine bağlı 184 Üniversite
Rektöründen 80 Rektörün Twitter’da hesabı bulunmasına karşın, 93 Rektörün Twitter’da
hesabı bulunmamaktadır. 11 üniversitenin ise YÖK’ün (Yüksek Öğretim Kurulu) resmi
sayfasında meslek yüksekokulu olarak ismi geçtiği için rektörleri bulunmamaktadır.
Buna bağlı olarak en çok takipçisi olan ve en çok Tweet atan iki rektör olmak üzere
toplam dört rektörün Twitter hesapları araştırmaya dahil edilmiştir. Araştırma
kapsamında devlet ve vakıf üniversitelerinin rektörlerinin Twitter hesapları arasında
anlamlı bir farkın olup olmadığının sorgulanması adına her iki kategoriden de 1 Devlet
Üniversitesi Rektörü ve 1 Vakıf Üniversitesi Rektörü çalışmaya dahil edilmiştir. En çok
takipçisi olan Rektörler içinde Vakıf Üniversitelerinden, Üsküdar Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Nevzat Tarhan (@drnevzttarhan) 101 bin takipçi ile araştırmaya dahil edilirken,
Devlet Üniversitelerinden Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü (@
ProfDrHulagu) 37 bin takipçi ile bu kategoride araştırmaya dahil edilmiştir. En çok Tweet
atan Rektörler arasında İstanbul Aydın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın
(@ProfDrMaydin) 13.700 Tweet ile araştırmada yer alırken, Devlet Üniversitelerinden
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal (@pbattal) 13.900 Tweet ile
araştırmaya dahil edilmiştir. Dört Rektörün 1 Mayıs-15 Mayıs tarihleri arasında Twitter
aracılığıyla göndermiş olduğu Tweetler içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir.
2.5.Araştırmanın Metodu
Araştırmada, içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. İçerik analizi kavramı 1940’lı
yıllardan beri kullanılmaktadır. Ancak kavramın kökeni, insanoğlunun dili iletişim
aracı olarak kullanmasına kadar gitmektedir. Genel olarak sembolik ve çok anlamlı
olan bir söylemin altında gizlenen anlamı, sezgi ve sabırlı gözlem yoluyla yorumlamayı
amaçlayan bu yöntem, retorik ve mantık üzerine kurulmuştur. İçerik analizinin 19.
Yüzyılın başında, Columbia Gazetecilik Okulu’nun gazetelerin nicel analizine ilişkin
çalışmalarıyla ortaya çıktığı söylenmekle birlikte, esas gelişiminin 1940’lardan sonraki
yıllara dayandığı genel olarak kabul görmektedir (Gökçe, 2001: 22)
Bu çalışmada kullanılan kodlama yöntemi, Louisiana Üniversitesinden Haley Edman’ın
2007 yılında “Twittering to the Top: A Content Analysis of Corporate Tweets to Measure
Organization-Public Relationships“ başlıklı tezde kullandığı kodlama sisteminden
uyarlamıştır. Kurum tarafından hedef kitlelere gönderilen tweetler; mesaj türü, tek
yönlü ve çift yönlü iletişim dağılımı, etkileşim düzeyi ve tweet içerikleri olmak üzere
4 kategoride incelenmiştir. Alt kategoriler ise 12 farklı bölüme ayrılmıştır. Mesaj türü,
4’e ayrılmaktadır; orijinal mesaj, retweet, cevap ve tweeti alıntıladır. Orijinal tweetler,
kurumun/kişinin kendi gönderdiği tweetleri işaret etmektedir. Retweetler, kurumun/
kişinin takipçilerinden gelen tweetleri paylaşması anlamına gelmektedir. Cevap,
kurumun/kişinin bir başka kullanıcıya ismiyle işaret ederek geri dönüşte bulunmasıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
299
Tweeti alıntıla ise, yorum yaparak retweet’leme özelliği diyebileceğimiz “Tweet’i
Alınıtla” özelliğinde kullanıcılar bir başka Tweet’e yer verebilecekler. Twitter’ın test
ettiği dönemde URL’in kopyalanıp yapıştırıldığı veya bir başka bir Tweet’ in ekran
görüntüsünü alarak üstüne yorum yapma yerine, kullanıcılar direkt olarak o Tweet
atabilme imkanı sunulmuştur. Tek yönlü iletişim ve çift yönlü iletişim ise kurumun/kişinin
gönderdiği tweetlerin karşılıklı iletişime dayanıp dayanmadığını ortaya çıkarmak için
kullanılmıştır. Tek yönlü iletişim, kurumun/kişinin kendi gönderdiği, herhangi bir cevap
veya ...@ işareti içermeyen tweetler için kullanılmaktadır. Bir tweetin çift yönlü iletişim
olarak belirlenmesi için tweetlerin retweet olması veya cevap içermesi gerekmektedir.
Etkileşim düzeyi kategorisi; düşük düzey, orta düzey ve yüksek düzey olmak üzere
3’e ayrılmaktadır. Düşük düzey etkileşim, kurumun/kişinin göndermiş olduğu tweette
herhangi bir fotoğraf, video, link gibi öğeler kullanmadığında işaretlenmiştir. Orta düzey
etkileşim, kurumun/kişinin tweetlerinde fotoğraf, link ve video gibi öğeleri kullandığı
veya RT edildiğinde” işaretlenmiştir. Yüksek düzey etkileşim ise, kurumun/kişinin
tweetlerinde bir başka kullanıcıyı …@ işaretiyle belirterek cevap verdiği tweetler için
kullanılmıştır (Yıldırım, 2014, s. 241-242). Tweet içerikleri kategorisinde ise, Tanıtım,
duyurum bölümünde, atılan tweetlerin etkinliği, üniversiteyi ya da bir duyuru içeriği
taşıyıp taşımadığına bakılmıştır. Yine aynı kategoride soru-cevap bölümünde ise
rektörün öğrencilere ya diğer paydaşlara verdiği yanıtlar değerlendirmeye alınmıştır,
diğer kategorisinde ise rektörün göndermiş olduğu özel gün, dini ve milli bayramlarla
ilgili tweetler, kişisel tweetler ele alınmıştır.
2.6.Araştırmanın Bulguları
Tweet Türleri
Yapılan araştırma sonucunda 01 Mayıs 2015- 15 Mayıs 2015 tarihleri arasında atılan
tweetlerde, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın 60 adet orijinal
tweeti, 46 adet retweeti, 6 adet cevap tweeti bulunmaktadır. Tarhan, alıntı özelliğini
kullanmayıp toplamda 112 adet tweet göndermiştir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Sadettin Hülagü’nün göndermiş olduğu 22 tweetten, 10 tanesi orijinal, 9 adeti retweet
ve 3 adeti cevaptır. Hülagü, alıntı özelliğini kullanmamıştır. Kadir Has Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın göndermiş olduğu 296 tweetten, 36 adeti orijinal
tweet, 188 tanesi retweet, 14 tanesi alıntı ve 58 tanesi cevaptan oluşmaktadır. Yüzüncü
Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal’ın göndermiş olduğu 328 tweetten, 52
adeti orijinal tweet, 247 adeti retweet ve 29 tanesi cevaptan oluşmaktadır. Battal, alıntı
özelliğini kullanmamıştır. Bu sonuçlara göre, Twitter’ın “retweet” özelliği rektörler
tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Uygulamaya yeni giren alıntı özelliği ise
henüz aktif bir şekilde kullanılmamaktadır.
300
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tweet Türleri
350
300
250
200
150
100
50
0
Nevzat Tarhan
Sadettin Hülagü
Mustafa Aydın
1: Tweet
Orijinal Tweet Tablo
Retweet
AlıntıTürleri
Cevap
Peyami Battal
Toplam
İletişim Biçimi
Tablo 2, rektörlerin Twitter üzerinden gerçekleştirdiği iletişim biçimini ortaya
koymaktadır. Araştırma sonucuna göre, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat
Tarhan’ın göndermiş olduğu 112 tweetten 60 adeti tek yönlü iletişimi(%54) içermekte,
52 adeti ise çift yönlü iletişimi(%46) içermektedir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü Sadettin
Hülagü’nün göndermiş olduğu 22 tweetten 10 adeti tek yönlü iletişimi(%45) içermekte
iken, 12 adeti çift yönlü iletişimi(%55) içermektedir. Kadir Has Üniversitesi Rektörü
Mustafa Aydın’ın göndermiş olduğu 296 tweetten, 30 adeti tek yönlü iletişimi(%10)
içermekte iken, 266 adeti çift yönlü iletişimi(%90) içermektedir. Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Rektörü Peyami Battal’ın göndermiş olduğu 328 tweetten, 49 adeti tek
yönlü iletişimi(%15) içerirken, 279 adeti çift yönlü iletişimi(%85) içermektedir.
Bu bağlamda, rektör Prof. Dr. Nevzat Tarhan Twitter üzerinden ağırlıklı olarak tek
yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektör Prof. Dr. Mustafa Aydın ve Prof. Dr.
Peyami Battal ise yoğun olarak çift yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektör Prof.
Dr. Sadettin Hülagü’ de çift yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır.
Tablo 2:Rektörlerin Twitter Üzerinden İletişim Biçimleri
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
301
Etkileşim Düzeyleri
Tablo 3’te Twitter üzerinden Rektörlerin etkileşim düzeyleri incelendiğinde, dört
rektöründe ağırlıklı olarak orta düzey etkileşim kurduğu görülmektedir. Orta düzey
etkileşimin büyük bir bölümünü retweetler oluşturmaktadır.
Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın diğer rektörlere oranla daha
fazla(%25) yüksek düzeyde iletişim kurduğu görülmektedir. Prof. Dr. Mustafa Aydın
öğrenci ve paydaşlarla çift yönlü iletişim kurarak, Twitter üzerinden sorulan soruları
aktif bir şekilde cevaplandırmaktadır. Üniversite ile ilgili gelişmeleri, sempozyumları,
kongreleri ve çalıştayları Twitter üzerinden takipçilerine duyurmaktadır. Üsküdar
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın ağırlıklı olarak orta düzey iletişim
kurduğu görülmektedir. Üniversite ile ilgili gelişmeleri, sempozyumları ve bu
sempozyumlardaki önemli konuşma başlıklarını retweetlemektedir. Ayrıca Üsküdar
Üniversitesi resmi Twitter hesabının göndermiş olduğu tweetleri de retweetlemektedir.
Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü ağırlık olarak orta düzey etkileşim
kurmaktadır. Öğrencilerin sorunlarına ve sorunlarına cevap vermektedir. Üniversite
ile ilgili gelişmeleri, alınan kararları Twitter üzerinden takipçileri ile paylaşmaktadır.
Ayrıca özel gün ve geceleri Twitter üzerinden kutlamaktadır. Türkiye gündemi ile ilgili
gelişmeleri de retweet yaparak takipçileriyle paylaşmaktadır. Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal, Twitter üzerinden öğrencilerin ve diğer paydaşların
sorduğu sorulara cevap vermektedir. Öğrencilerin sorunlarının çözümüne yönelik
tweetler göndermektedir.
302
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Ayrıca üniversitede düzenlenen veya düzenlenecek olan çalıştay, sempozyum ve
kongrelerin duyurumunu ve bilgisini vermektedir. ” Van Gölü Kirlenmesin” sosyal
sorumluluk kampanyasına da Twitter üzerinden hashtaglerle ve göndermiş olduğu
tweetler ile yoğun bir şekilde destek vermiştir. YÖK başkanı, bakanların paylaşmış
olduğu tweetleri retweetleyerek takipçilerinin dikkatine sunmaktadır.
Tablo 3:Rektörlerin Twitter’daki Etkileşim Düzeyleri
Etkileşim Düzeyleri
300
250
200
150
100
50
0
Nevzat Tarhan
Sadettin Hülagü
Düşük Düzey
Mustafa Aydın
Orta Düzey
Peyami Battal
Yüksek Düzey
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
303
Tweet İçerikleri
Tweet içerikleri incelendiğinde, Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Prof. Dr. Mustafa
Aydın Twitter paylaşımları çoğunlukla tanıtım, duyurum şeklindedir. Üniversitede
gerçekleştirilen kongrelerin, sempozyumların duyurumları ve tanıtımları yapmaktadırlar.
Prof. Dr. Sadettin Hülagü ve Prof. Dr. Peyami Battal farklı türlerde paylaşımlar
gerçekleştirmektedir. Bu paylaşımlar, özel gün ve gecelerin kutlanması, ülke gündemi
ve ülkede ki öne çıkan kişilerin sözleri ve haberleri ile ilgili paylaşımlar olarak göze
çarpmaktadır.
Resim 1: Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın Tweet örneği
Kocaeli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü ve Kadir Has Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa Aydın ağırlıklı olarak öğrencilerin sorularına cevaplar vermektedir.
Prof. Dr. Mustafa Aydın ve Prof. Dr. Sadettin Hülagü öğrenciler ile karşılıklı olarak sıcak
iletişim kurmaktadır, esprili yanıtlarla cevap vermektedirler.
Resim 1: Prof. Dr. Sadettin Hülagü’nün Tweet örneği
304
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Tablo 4: Tweet İçerikleri
Sonuç
Araştırma 01 Mayıs 2015 ve 15 Mayıs 2015 tarihleri kapsamında devlet ve vakıf
üniversitelerinin rektörlerinin Twitter hesapları arasında anlamlı bir farkın olup
olmadığının sorgulanması adına her iki kategoriden de bir Devlet Üniversitesi Rektörü ve
bir Vakıf Üniversitesi Rektörü çalışmaya dahil edilmiştir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Sadettin Hülagü, Kadir Has Üniversitesi Rektörü Mustafa Aydın, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Peyami Battal ve Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Nevzat Tarhan’ın paylaşmış olduğu tweetler içerik analizi kullanılarak incelenmiştir.
Araştırmaya dahil edilen tüm rektörler, Twitter’ı aktif bir şekilde kullanmaktadır.
Araştırma sonuçlarını özetlemek gerekirse, tweet türleri bağlamında incelendiğinde
Twitter’ın “retweet” özelliği rektörler tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Uygulamaya yeni giren alıntı özelliği ise henüz aktif bir şekilde kullanılmamaktadır.
İletişim biçimi bağlamında incelendiğinde ise, rektör Prof. Dr. Nevzat Tarhan Twitter
üzerinden ağırlıklı olarak tek yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektör Prof. Dr.
Mustafa Aydın, Prof. Dr. Peyami Battal ve Rektör Prof. Dr. Sadettin Hülagü yoğun
olarak çift yönlü iletişim biçimini kullanmaktadır. Rektörlerin öğrenciler ve paydaşlar
ile interaktif iletişim kurma yönünde ki çabası, yeni iletişim teknolojilerinin olumlu
katkıları arasında sayılabilecek, önemli bir etkisidir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
305
Yeni iletişim teknolojileri ile daha kolay hale gelen interaktif iletişim, yeni medya
araçlarından Twitter ile hedef kitleye kolay ve hızlı ulaşma açısından avantajlar
sağlamaktadır. Twitter üzerinden Rektörlerin etkileşim düzeyleri incelendiğinde, dört
rektöründe ağırlıklı olarak orta düzey etkileşim kurduğu görülmektedir.
Orta düzey etkileşimin büyük bir bölümünü retweetler oluşturmaktadır. Rektörlerin
tweetleri, genellikle üniversiteleri tanıtmak, üniversitelerde yapılmış ve yapılacak olan
çalıştay, kongre ve vb. organizasyonlar hakkında gelişmeleri sunmak ve takipçileri
bilgilendirmek amacıyla kullandığı ortaya çıkmıştır.
306
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. Binark, M. (2007). Yeni Medya Çalışmaları. Ankara: Dipnot Yayınları.
2. Breakenridge, D. (2008). PR 2.0: New Media, New Tools, New Audiences. New
Jersey: FT Press.
3. Bruns, A., & Bahnisch, M. (2009). Social Media: Tools for User-Generated
Content Social Drivers behind Growing Consumer Participation in User-Led
Content Generation. Smart Services CRC, 1.
4. Digital Age. (2015, Nisan 28). Digital Age: http://www.digitalage.com.tr/
adresinden alındı
5. Evans, A., Twomey, J., & Talan, S. (2011). Twitter as a Public Relations Tool.
Public Relations Journal, 5(1), 1-20.
6. Güçdemir, Y. (2010). Sanal Ortamda Halkla İlişkiler Bir Halkla İlişkiler Perspektifi.
İstanbul: Derin Yayınları.
7. Lietsala, K., & Sirkkunen, E. (2008). Social Media: Introduction to the tools and
processes of participatory economy. Finland: University Of Tampere.
8. Manovich, L. (2001). The Language of New Media. USA: MIT Press.
9. Mary Madden, A. L., & Beaton, M. (2013, Mayıs 21). Teens, Social Media, and
Privacy. Nisan 28, 2014 tarihinde http://www.pewinternet.org/2013/05/21/teenssocial-media-and-privacy/ adresinden alındı
10. Mayfield, A. (2008). What is Social Media? iCrossing .
11. Nalçaoğlu, H. (2001). Medya ve Toplum İlişkisini Anlamak Üzere Bir Çerçeve.
Bianet Yerel Medya Eğitim Programı.
12. Özgen, E. (2011). Halkla İlişkiler ve Yeni Medyanın İşaret Ettiği Sorunlar Üzerine
Bir Tartışma. Global Media Journal(2), 84-105.
13. Safko, L., & Brake, D. K. (2009). The Social Media Bible: Tactics, Tools, and
Strategies for Business Success. New Jersey: John Wiley and Sons.
14. Sayımer, İ. (2008). Sanal Ortamda Halkla İlişkiler. İstanbul: Beta Yayınları.
15. Sayımer, İ. (2008). Sanal Ortamda Halkla İlişkiler. İstanbul: Beta Yayınları.
16. Solis, B. (2010, Mart 22). Behaviorgraphics Humanize the Social Web. Nisan 28,
2015 tarihinde http://www.briansolis.com/2010/03/behaviorgraphics-humanizethe-social-web/ adresinden alındı
17. Yıldırım, A. (2014). Bir Halkla İlişkiler Aracı Olarak Twitter: T.C. Sağlık Bakanlığı
Twitter Örnek İncelemesi. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik
Dergisi, 2(4), 234-253.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
307
308
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KURUMSAL GÜVENİ KORUMADA KRİZ İLETİŞİMİNİN ROLÜ
Aslı ÖZTÜRK1
Özet
Krizler, çeşitli iç ve dış etkenin bir araya gelmesi ile meydana gelen ve kurumların
yok olmasına kadar varan bir süreci ifade etmektedir. Bu durum kurumsal güveni tehdit
etmekle birlikte hedef kitlenin zihninde oluşan kurum imajını ve kuruma yönelik iyi niyeti
de ortadan kaldırma riskini taşır. Kurumlar için güven, oluşturulması zor, zedelendikten
sonra yeniden oluşturması ise daha da zor olan bir kavramdır. Toplumun gözünde
kurumsal güveni zedelenmiş bir firma, rakiplere karşı, rekabet, ekonomik kazanç,
insan kaynakları, itibar gibi pek çok avantajını kaybetmektedir. Bu bağlamda, krizlerin
etkilerinin en aza indirilmesi ve kurumsal güveni korumaya yönelik önlemlerin alınması
etkili bir kriz iletişimi ile mümkün olmaktadır. Bu çalışmada kurumlar varlıklarını tehdit
edebilecek bir kriz ile karşı karşıya kaldıklarında, etkili bir kriz iletişimi gerçekleştirerek,
kurumsal güveni nasıl koruyabileceklerine dönük bir model önerilmiştir.
Bu çalışmanın ilk bölümünde, kriz kavramı, etkenleri, özellikleri, güven kavramı,
kurumsal güvenin önemi ve bu konuda geliştirilen bazı modeller konusunda literatür
araştırması yapılmıştır. İkinci bölümde, yapılan araştırmanın sonucunda, kurumların
krizle karşı karşıya kaldığı durumlarda güvenilirliğini kaybetmemeleri için uygulamaları
gereken kriz yönetim sürecinden söz edilmiştir. Çalışmanın devamında, Türk medyasında
geniş yankı uyandıran Türk Kızılayı’nın ülkemizde yaşadığı, AIDS’li kanın üç hastaya
enjekte edilmesiyle başlayan kriz süreci kurumsal güveni korumada kriz iletişimi
bağlamında analiz edilmiştir. Çalışmada içerik analizi yönteminden yararlanılmıştır.
Yapılan analizin sonucunda, Türk Kızılayı’nın krizi yönetme konusunda başarısız olup,
toplumun gözünde güven kaybettiği görülmüştür.
Çalışma, gerek toplumsal, gerekse kurumsal anlamda büyük bir kaosa sebep olan bu
kriz üzerinden önerilen model vasıtasıyla, kurumlara, kurumsal ve toplumsal çatışmalara
sebep olan kriz durumlarına karşı, kendilerine rekabet ve pazar avantajı sağlama yönünde
çözüm önerisi getirerek sektöre yarar sağlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Kriz, Kriz iletişimi, Güven, Kurumsal güven, Türk Kızılayı
1 Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler Bölüm, Yüksek Lisans Öğrencisi,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
309
THE ROLE OF CRISIS COMMUNICATION IN PROTECTION OF
INSTITUTIONAL TRUST
Abstract
Crisisrefers to a process that occurs with various internal and external factors and lasts
by the destruction of institutions. In this case, institutional trust is threatened and poses
a risk of removing the positive image and good intention of target population towards
to the institution. Trust for businesses is a concept which is difficult to build confidence
and even more difficult to rebuild after any damage. If trust of an institution has been
damaged in the eyes of society, it loses its many advantages, such as competition,
economic benefits, human resources, reputation against its opponents. In this context,
minimizing the effects of the crisis and the measures taken to protect the institutional
trust can be achieved by an effective crisis communication. In this study, a model has
been proposed to explain how institutions can perform an effective crisis communication
and protect their institutional trust in case they are faced with a crisis that could threaten
their existence.
In the first part of this study, literature researches about the concept of crisis, agents,
properties, the concept of trust, importance of institutional trust and some models
developed regarding to this subject have been made. In the second chapter, as a result
of the research, the crisis management process that should be applied to avoid losing
credibility in case the institutions faced with the crisis. In the next parts of the study, a
crisis process which occurred in our country and also had a great influence on Turkish
media, began with three patients who were injected AIDS infected blood by Turkish Red
Crescent. And it was analyzed in the context of crisis communication in the protection
of institutional trust in this study. Content analysis was used for this study. As a result of
the analysis, it has been observed that the Turkish Red Crescent has failed to manage the
crisis and lost confidence in the eyes of society.
The study offers solutions in maintaining competition and market advantage to
institutions for the benefit of the sector against crisis which causes institutional and
social conflicts. It is offered by model through this crisis caused a huge mess for both
social and institutional sense.
Key Words: Crisis, Crisis Communication, Trust, Institutional Trust, Turkish Red
Crescent
310
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Kurumların, varlıklarını sürdürebilmek için bulundukları iş çevresinde meydana gelen
değişim ve gelişmeleri sürekli ve yakından izlemeleri gerekmektedir. Yaşanan değişimlere
ayak uyduramayan kurumlar, çevresiyle uyumlu ilişkiler geliştirememeye başlarlar. Bu
durum da, kurumların yönetsel ve örgütsel açıdan önemli kayıplara uğramalarına neden
olmaktadır. Bu kayıplardan belki de en önemlisi kurumların hedef kitlesinin gözünde
güvenini kaybetmesidir.
Çalışmanın ilk bölümünde, güven kavramı ve kurumsal güvenin kriz ortamında
kurumlar için önemi incelenmiş ve bu konuda ortaya atılmış güven modellerinden söz
edilmiştir. İkinci bölümde, krizin kavramsal olarak ne ifade ettiği ve etkenleri araştırılarak,
kriz iletişiminin kurumlara sağladığı fayda üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde,
kurumsal güveni korumak için kriz iletişiminin planlanma aşamaları oluşturulmuştur.
Çalışmada yapılan tüm bu incelemeler sonucunda kriz durumunda güveni korumak için
yapılması gerekenlerin belirlendiği bir model tasarlanmıştır.
Bu bağlamda yapılan örnek olay incelemesinde, Türk Kızılayı’nın bir kriz durumunda
gerçekleştirdiği kriz iletişim çalışması ele alınarak kurumsal güveni korumada kriz
iletişiminin önemi değerlendirilmiştir.
a. Güven Kavramı
1.1.Güven ve Güven Modelleri
Güven, insanlar arası ilişkilerde olduğu gibi, kurumlar arası ilişkilerin de sağlıklı
gelişmesinin temelidir. Carnevale ve Wechsler (aktaran Demircan ve Ceylan, 2003:140)’a
göre güven, bir grubun veya kişinin davranışları veya niyetlerine inancı ve bağlılığı,
ahlaki kurallara dayalı, adil ve yapıcı davranış beklentilerini ve başkalarının haklarını
düşünmeyi içermektedir.
Güven kavramı ile ilgili yapılan diğer tanımlamalara bakıldığında, bir kısmının
diğer taraftan beklentiye, bir kısmının da diğer tarafa karşı savunmasız kalma isteğine
yoğunlaştığı görülmektedir. Rousseau’ya göre güven, ‘Bir tarafın karşı taraftan kişisel
olarak yarar göreceğine veya en azından istismara ya da zarara uğramayacağına yönelik
olumlu beklenti içinde olma özelliği’ olarak tanımlanmaktadır. Shaw’ın tanımlamasına
göre güven, ‘Bağlı olduğumuz bireylerin onlardan beklediğimiz şekilde davranacaklarına
ve olumlu anlamda beklentilerimizi karşılayacaklarına duyduğumuz inançtır.’
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
311
Diğer tarafa karşı savunmasız kalma isteğine yoğunlaşan tanımlar şöyle sıralanabilir:
Mayer, Davis ve Schoorman’ın tanımına göre; ‘Güven bir tarafın (birey, grup veya
örgüt), onun doğrudan denetleyemeyeceği, gözlemleyemeyeceği ve kendi çıkarları ile
ilgili olan konularda kendisinden beklediği gibi davranacağı konusunda diğer tarafa
karşı kendi isteğiyle savunmasız hale gelmesidir’ (Neveu, 2000: Erişim:2015). Güven
kavramıyla ilgili yapılan tanımlamaların ortak özellikleri arasında yardımseverlik,
fedakarlık, tutarlılık, tahmin edilebilirlik, motivasyon, uzmanlık gibi kavramların ön
plana çıktığını görebiliriz.
Bu özellikleri destekleyen güvene dair bazı modeller geliştirilmiştir. Mishra Modeli
ve Bromiley ve Cummings modelleri bunlarından bazılarıdır. Mishra (1996:114-139),
hem örgütler hem de bireyler için geçerli dört boyutlu bir güven modeli oluşturmuş
ve bu dört boyutun güven algılamasını yarattığını söylemiştir. Bunlar; yeterlik, açıklık,
ilgililik, itimat edilirlik boyutlarıdır. Bromiley ve Cummings (1996:302-319) ise,
bireysel ve örgütsel güven ayırımını yapmıştır. Bireysel güven, kişinin ilişkilerinde
ve davranışlarındaki beklentileri ifade ederken, örgütsel güven, kişilerin örgütsel
ilişkilerden ve davranışlardan beklentilerini ifade etmektedir. Bromiley ve Cummings
güveni, “duygusal, bilişsel ve niyetsel” parçalardan oluşan bir olgu olarak tanımlamıştır.
Bu tanıma göre güven, açıkça ya da gizli olarak birisi için iyi inanca sahip olma
çabasını, dürüst olmayı, şartlar elverse bile diğerinden avantaj sağlamayı beklememeyi
beraberinde getiren bir kavramdır. Tüm bu araştırmalar neticesinde güven kavramının
kurumlar açısından giderek daha çok önem kazandığı görülmektedir.
1.2. Güven Kavramının Kurumlar İçin Önemi
Kurumların yaşamı, tıpkı insan hayatında olduğu gibi, güvene, samimiyete, şeffaflığa,
dürüstlüğe vb. dayanan bir süreçtir. Günaydın’a göre (2001:48); ‘Kurum içerisinde
güven yaratmak; sorumlulukları ve sözleri yerine getirme, dürüstlüğü paylaşarak açık
iletişim, dinleme, güveni muhafaza etme, açık olma, doğru söyleme, saygı gösterme, adil
ve tutarlı olma, işbirliği ve yardım için hevesli olma, mazeretlerden ve suçlamalardan
kaçınma, yaptığı işten sorumlu olma davranışlarının yerine getirilmesiyle gerçekleşir.’
O halde diyebiliriz ki, kurumsal güven kavramı, kurumlara, paydaşların zihninde güven
yaratabilmek, karlılığa katkı sağlanma imkanı ile birlikte, insan kaynaklarının kalitesinin
arttırılmasına, müşteri ve dış paydaşlarla olumlu ilişkiler geliştirmesine, kurumun
saygınlık ve itibar kazanmasına ve rakiplere karşı rekabet avantajı elde etmesine olanak
tanır. Kurumsal güvenin yaratacağı tüm bu olumlu etkiler, kurumların kriz anında ayakta
kalmasını sağlayan yegâne unsurdur.
Çünkü kriz dönemleri, kurumun güven vermeye hedef kitlenin ise güven duymaya en
çok ihtiyaç duyduğu dönemlerdir. Bu güveni sağlamak, hedef kitle ile kurum arasında
geliştirilecek etkili iletişim ile mümkündür. Kriz döneminde uygulanan etkili iletişim
stratejileri kriz iletişimi kavramı olarak karşımıza çıkmaktadır.
312
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2. Kriz ve Kriz İletişimi Kavramları
2.1. Kriz Kavramı
Kriz, beklenmeyen bir anda ortaya çıkan, kurumun hayati varlığını tehdit eden
dolayısıyla hızlı kararlar almayı ve uygulamayı gerektiren bir durumdur. Demirtaş
(2000:359)’a göre, ‘Örgütsel anlamda kriz, örgütün amaçlarını ve varlığını tehdit
eden, örgütün risk önleyici önlemlerini yetersiz kılabilecek nitelikte, örgütün ani
tepkisini gerektiren beklenmedik ve hızlı değişikliklerin söz konusu olduğu, planlama
ve karar mekanizmalarını olumsuz biçimde etkileyen, gerilimli bir durum olarak
değerlendirilmektedir.’
Gün geçtikçe değişen çevresel koşullar, kurumlar ile çevresi arasında belirsizlik ortamı
yaratmaktadır. Bu durum, önlem alınmadığı takdirde kurumların planlama ve karar alma
mekanizmalarını etkisiz hale getirerek kriz ortamına girmelerine sebep olmaktadır.
Kurumları krizle karşı karşıya bırakan bu kaos ortamı, ülkenin içinde bulunduğu sosyal,
siyasal, ekonomik ve güvenlik sorunlarından kaynaklanabileceği gibi doğal afetler
veya çalışandan, yöneticilerden, teknik sorunlardan da kaynaklanabilmektedir. Krize
sebep olan bu gibi etkenler karşısında, kurumun güven kaybetmeden varlığını devam
ettirmesini sağlamak için doğru tedbirlerin alınması ve uygulanması gerekmektedir. Bu
da ancak etkili bir kriz iletişimi uygulamasıyla mümkündür. Peltekoğlu (2007,445)’na
göre; ‘Kriz yönetiminin başarılı olabilmesi önceden hazırlanmış kriz ve kriz iletişim
planlarının varlığına bağlıdır. Karşılaşılması olası krizler için senaryolar hazırlanılması,
iç ve dış uyaranlara karşı tedbirli olunması krizin önlenmesine ve de krize hazırlıklı
olunmasına katkı sağlamaktadır.’
2.2. Krizle Mücadelenin Temel Unsuru Olarak Kriz İletişimi
Krizi etkili bir iletişim planıyla yönetmek, kurumun imajı ve hedef kitleyle iletişimin
zedelenmemesi için son derece önemlidir. Aydemir (2001:75)’e göre; ‘Kriz iletişimi,
esas olarak, bir birey ya da organizasyonun, planlanmamış ya da beklenmedik biçimde
ortaya çıkan kaza ya da tehdit sonrasında bir kriz durumuyla karşı karşıya kaldığında,
toplum ya da kamuoyuna bu birey ya da organizasyon tarafından belirli mesajların
iletilmesi anlamına gelmektedir.’
Krizle karşı karşıya kalan bir kurumla ilgili olarak kamuoyunun zihninde pek çok soru
belirecektir. Bu kafa karışıklığını gidermek, kurum ile hedef kitle arasında kurulacak
etkili iletişim ile mümkündür. Bu noktada, krizi yönetmenin en önemli araçlarından
birinin iletişim olduğu görülmektedir. Kriz iletişimi, hedef grubun zihninde, krizin
etkilerinin en aza indirilerek kendileri lehine sonuçlanacağı algısı yaratmakta ve kuruma
olan güvenin korunmasına yardımcı olmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
313
3. Kurumsal Güveni Korumada Kriz İletişimi
Kurumlar, beklenmedik bir kriz durumu ile karşı karşıya kaldıklarında kamuoyunun
gözünde güven kaybetmemek için, etkili kriz bir iletişim planı uygulayarak bu süreçten
en az zararla kurtulmaya çalışmaktadırlar. Başarılı oldukları durumlarda, kurumsal
güveni korur aksi takdirde güvene zarar verirler.
Aşağıdaki şekilde, kriz dönemlerinde kurumsal güvenin korunduğu ve zarar gördüğü
durumlarda kurumların ne gibi sonuçlarla karşılaşacağı belirtilmiştir.
Şekilde de görüldüğü gibi, güveni koruyan kurumlar maddi ve manevi pek çok kazanım
elde ederken, güveni koruyamayan kurumlar üstesinden gelmesi oldukça zor bir sürece
girerler. Doğacak bu sonuçlar dikkate alınarak, güven kaybı yaşamadan krizi atlatmak
için, kriz öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılması gerekenlerin belirlendiği bir kriz
iletişimi planı hazırlanması gerekmektedir. Bu doğrultuda düşünülerek, çalışma modeli
şu şekilde oluşturulmuştur:
314
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Şekil 1. Başarılı Kriz İletişimi Planı
Tabloda yer alan başarılı kriz iletişim planını ayrıntılarıyla açıklamak gerekirse;
3.1. Kriz Öncesi Kriz İletişimi
Nedeni ne olursa olsun, krize karşı hazırlıklı olunabilir ve önlemler alınabilir.
Modelimize göre, kriz öncesi yönetim süreci etkinlikleri, planlama ve örgütlenme
başlıkları altında toplanmaktadır. Planlama aşamasında (Öztürk, 2010:32), krizin kötü
etkilerinden sakınmak için engeller ve zayıf noktalar tespit edilmeli ve daha sonra
bunlarla başa çıkma yolları belirlenmelidir. Ardından kaynak planı oluşturulmalı, mevcut
krizi çözmek için neye ihtiyaç duyulabileceği, bunların nasıl elde edileceği ve kimin bu
işten sorumlu olacağı üzerine düşünülmelidir.
Örgütlenme aşamasında ise, yapılması gerekenlerden bütün yönleriyle sorumlu olacak
bir kriz takımının oluşturulmalıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
315
Slavitt (1997:39-41)’e göre, ‘Bu takımda, bir kriz takımı yöneticisi, bir sözcü, bir
halkla ilişkiler sorumlusu, finansal ve ticari konularda karar alacak bir kişi, bir hukukçu
ve çevreden elde edilen bilgileri değerleyen bir uzman, can kayıpları ve yaralanmalar
söz konusu ise, bu kişilerin ailelerine ve yakınların haber verecek biri bulunmalıdır.
Oluşturulan bu takımın gereksinim duyacağı tüm bilgiler, kriz odası vb. sağlanmalıdır.
Önemli bilgilerin hazırlanması da örgütlenme aşamasının önemli bir bölümüdür. Kriz
durumunda, örgüt içinde ilişki kurma gereksinimi duyulabilecek kilit insanların tamamını
içeren bir liste yapılmalıdır. Bu listeye medya üyeleri, ilgili ajanslar ve yetkililer dahil
edilmelidir. Kriz sırasında, hedef kitlenin samimi, dürüst ve etkili şekilde mesajlar veren
bir muhatabı olması için bir sözcü belirlenmelidir. Kurumsal bir aktör olarak hedef kitle
ile ne kadar doğru iletişim kurulabilirse kurumsal güven o oranda korunacaktır.’
3.2. Kriz Sırasında Kriz İletişimi
Kriz sırasında ilk olarak, ‘Bu bir kriz mi?’ sorusuna yanıt aranarak kriz tanımlanmalıdır.
Daha sonraki adımda, krizin boyutları hesaplanır. Bunun için; Kaç kişi bu işin içindedir?
Bunlar kimlerdir? Sağlık, para ve itibar açısından şimdiden ortaya çıkan maliyetler
nelerdir? Krizi kimin bilmesi gerekmektedir? vb. soruların cevaplanması gerekmektedir
(Öztürk, 2010:33). Bir sonraki adımda, kriz kontrol altına alınmalıdır. Bu aşamada SWOT
analizi, risk listesi oluşturmak ve kriz takımını harekete geçirmek gerekmektedir. Öztürk
(2010:34)’ün söylediği gibi, ‘Artık krizin kontrol altına alınması planlı ve organize bir
çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu aşamada kurumun hedefi, acilen kanamayı durdurmak
olmalıdır. Hızlı bir şekilde karar alınmalıdır. Kriz kontrol edildikten sonra ise, yoğun
bir içsel denetimin varlığı söz konusu olmalıdır. Süreci denetleyen yönetici krizin
olumsuz sonuçlarını önleyecek eylemlerden hangilerinin, hangi ölçüde uygulandığını
denetlemelidir.’
3.3. Kriz Sonrası Kriz İletişimi
Kriz ortamında yapılan müdahalelerin etkili olması durumunda kurum krizden güven
kaybı yaşamadan çıkacak, yapılan müdahalelerin yetersiz olması durumunda ise sistemin
yaşama şansı azalacaktır. Krizi atlatan kurum, kriz döneminde bozulan düzeni ve var olan
kaos ortamını tamir etmelidir. Denge durumuna dönüldükten sonra kriz değerlendirilerek
krizden alınan derslerin ve çıkarılan sonuçların ortaya konması, kayıp ve zararların
saptanması ve yaşanan krizin tekrar etmemesi için gerekli önlemlerin eksiksiz olarak
alınması gerekmektedir. Öztürk (2010:37)’e göre; ‘Kriz atlatılıp, örgüt üzerindeki
olumsuz etkileri giderildikten sonra, öğrenme ve değerlendirme aşamasına ulaşılır.
Kriz yönetimi sürecinin son safhasında o ana kadar yapılan faaliyetler değerlendirilir
ve geleceğe yönelik dersler çıkarılır.’ Kriz iletişim sürecinde sergilenecek olan tüm bu
tutumlar, hedef kitlede samimi, dürüst, duyarlı ve şeffaf bir yönetim algısı yaratarak,
kurumun, krizi fırsata dönüştürmesine ve güveni koruyarak hayatına devam etmesine
olanak tanıyacaktır.
316
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Çalışmamız göstermektedir ki, kriz dönemlerinde bilgi akışı her zamankinden daha
büyük önem taşımaktadır. Bu akışı sağlayacak olan kriz iletişimi, krize, öncesinde,
sırasında ve sonrasında nasıl müdahale etmemiz gerektiğini tarif etmektedir.
4. Örnek Olay İncelemesi
4.1. Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı
4.1.1. Yöntem
Kriz, her kurumun kendine özgü bir yöntem uygulayarak en az hasarla atlatmak
istediği bir dönemi ifade eder. Bu kapsamda, Türk Kızılayı’nın, kendi kurumundan
alınan AIDS’li kanın üç hastaya enjekte edilmesi ile ortaya çıkan krizi, nasıl bir yol
izleyerek çözmeye çalıştığı ele alınmıştır.
Kurum yetkilisiyle, soru-cevap tekniğine göre yapılan görüşme sonucunda Kızılay’ın
kriz öncesinde, sırasında ve sonrasında izlediği kriz iletişim adımlarının neler olduğu
tespit edilmiştir. Yapılan görüşme, içerik analizi yönteminden yararlanılarak incelenmiştir.
İçerik analizi, sözel, yazılı ve diğer materyallerin nesnel ve sistematik bir şekilde
incelenmesine olanak tanıyan bilimsel bir yaklaşımdır (aktaran Serti Kurtoğlu, Akıncı
ve Seferoğlu, 2012:353). Aziz (1990, s.119)’e göre ‘İçerik analizi, yazılan ve söylenenin
hazırlanan açıklayıcı yönergeye göre ne kadar sıklıkla bulunduğunun saptanmasıdır.’
4.1.2. Örneklem
Araştırmanın örneklemini, 2012 yılı Şubat ayında medyaya konu olan Türk Kızılayı’nın
yaşadığı, AIDS’li kan bağışı krizi oluşturmaktadır. Olayın özetine ve basına yansıyan
bazı açıklamalara kısaca değinecek olursak;
‘Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı’
Türk Kızılayı, kar amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan, kamu yararına
çalışan, gönüllü bir sosyal hizmet kuruluşudur. 2012 tarihinde, Kızılay tarafından temin
edilen kanın, HIV pozitif bir donörden almış olması ve bu kanın üç hastaya enjekte
edilmesi söz konusu olmuştur. Hastaların (Böbrek yetmezliği tedavisi gören bir hasta,
by-pass ametliyatı geçiren bir hasta ve erken doğum sırasında hamile bir kadının bebeği)
ölümü ile sonuçlanan bu vak’a neticesinde Kızılay yetkilileri hakkında “taksirle adam
öldürme ve AIDS virüsü bulaştırma” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur.
Hastaların ölümünün ardından açılan davanın üzerine, Türk Kızılay Genel Başkanı
Akar tarafından bazı açıklamalar yapılmıştır.
Çalışmamız göstermektedir ki, kriz dönemlerinde bilgi akışı her zamankinden daha
büyük önem taşımaktadır. Bu akışı sağlayacak olan kriz iletişimi, krize, öncesinde,
sırasında ve sonrasında nasıl müdahale etmemiz gerektiğini tarif etmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
317
4. Örnek Olay İncelemesi
4.1. Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı
4.1.1. Yöntem
Kriz, her kurumun kendine özgü bir yöntem uygulayarak en az hasarla atlatmak
istediği bir dönemi ifade eder. Bu kapsamda, Türk Kızılayı’nın, kendi kurumundan
alınan AIDS’li kanın üç hastaya enjekte edilmesi ile ortaya çıkan krizi, nasıl bir yol
izleyerek çözmeye çalıştığı ele alınmıştır.
Kurum yetkilisiyle, soru-cevap tekniğine göre yapılan görüşme sonucunda Kızılay’ın
kriz öncesinde, sırasında ve sonrasında izlediği kriz iletişim adımlarının neler olduğu
tespit edilmiştir. Yapılan görüşme, içerik analizi yönteminden yararlanılarak incelenmiştir.
İçerik analizi, sözel, yazılı ve diğer materyallerin nesnel ve sistematik bir şekilde
incelenmesine olanak tanıyan bilimsel bir yaklaşımdır (aktaran Serti Kurtoğlu, Akıncı
ve Seferoğlu, 2012:353). Aziz (1990, s.119)’e göre ‘İçerik analizi, yazılan ve söylenenin
hazırlanan açıklayıcı yönergeye göre ne kadar sıklıkla bulunduğunun saptanmasıdır.’
4.1.2. Örneklem
Araştırmanın örneklemini, 2012 yılı Şubat ayında medyaya konu olan Türk Kızılayı’nın
yaşadığı, AIDS’li kan bağışı krizi oluşturmaktadır. Olayın özetine ve basına yansıyan
bazı açıklamalara kısaca değinecek olursak;
‘Türk Kızılayı’nın AIDS’li Kan Skandalı’
Türk Kızılayı, kar amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan, kamu yararına
çalışan, gönüllü bir sosyal hizmet kuruluşudur. 2012 tarihinde, Kızılay tarafından temin
edilen kanın, HIV pozitif bir donörden almış olması ve bu kanın üç hastaya enjekte
edilmesi söz konusu olmuştur. Hastaların (Böbrek yetmezliği tedavisi gören bir hasta,
by-pass ametliyatı geçiren bir hasta ve erken doğum sırasında hamile bir kadının bebeği)
ölümü ile sonuçlanan bu vak’a neticesinde Kızılay yetkilileri hakkında “taksirle adam
öldürme ve AIDS virüsü bulaştırma” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur.
Hastaların ölümünün ardından açılan davanın üzerine, Türk Kızılay Genel Başkanı
Akar tarafından bazı açıklamalar yapılmıştır.
Kriz basına yansıdığında; herhangi bir kriz iletişim planı oluşturulmamıştır. Kriz
sırasında atılan adım basın toplantısı düzenlemek olmuştur. Kamuoyuna verilen mesajlar,
hatanın bağışçıdan kaynaklandığı, kan bağışlarının hastalık bulaşma riski barındırdığı ve
kurumun konu hakkında herhangi bir sorumluluğunun ve ihmalinin olmadığı yönünde
olmuştur.
318
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kriz sonrasında ise; kurum bir iç değerlendirme yaparak, sosyal medya üzerindeki
iletişimini kuvvetlendirilme girişiminde bulunmuş, kriz ekibi oluşturmuş, kriz
durumunda muhatap listesi hazırlamış, kurum dışından bilim ekibi oluşturularak
inanırlık sağlanmaya çalışmış ve kanaat önderleri ile daha sıkı bir diyalog ortamı
yaratmaya yönelik girişimlerde bulunmuştur. Bunların dışında alınan tedbirlerden bir
diğeri de bağışçı sorgulama formunun eksiksiz doldurulması konusunda doktorlara da
sorumluluk getirilmesidir. Böylece kurum krizden öğrenerek çıkmış ve yeni bir krizle
karşılaşmamak için gerekli tedbirleri almaya başlamıştır.
Bu bulgular doğrulusunda hazırlanan tabloda, çalışma modelinde belirlenen kriz iletişim
adımları ile Kızılay’ın kriz sürecinde izlediği kriz iletişim adımları karşılaştırılmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
319
Tablo 1. Kriz iletişim süreci bağlamında Kızılay’ın kriz yönetim stratejisi
Kriz İletişim Süreci
Kriz İletişim Adımları
Kızılay’ın Gerçekleştirdiği
Kriz İletişimi
Kriz Öncesinde Kriz İletişimi
Planlama
Engeller ve zayıf noktalar tespit edilmeli ve
bunlarla başa çıkma yolları belirlenmelidir.
Muhtemel krizlere karşı
herhangi bir öngörüde
bulunulmamış ve önlem
alınmamıştır.
Örgütleme
Kamuoyunun ve krizin mağdurlarının soru ve
sorunlarının çözümüne katkı sağlamak için kriz
takımının oluşturulması gerekmektedir.
Herhangi bir kriz yönetim
ekibi mevcut değildir.
Kriz Sırasında Kriz İletişimi
Krizin Saptanması
Hangi hedef kitlenin ne ölçüde etkilendiğinin
ve krizin yol açtığı hasarın boyutlarının
hesaplanması gereklidir.
Kurum, kriz ile ilgili
sorumluluk kabul etmemekte
ve bağışçı sağduyulu olmadığı
takdirde kendileri tarafından
alınacak bir önlem olmadığını
belirtmektedir.
Krizin Kontrol Altına
Alınması
Medya ile olumlu diyalog kurulması, yalın ve
etkili mesajların doğru kanal ve doğru zamanda
iletiminin sağlanması sürecin önemli bir
parçasıdır.
Kriz sırasında geleneksel
mecralara dönük bir medya
iletişimi gerçekleştirilmiştir.
Basın toplantısı yapılarak
kriz ile ilgili açıklamalarda
bulunulmuştur.
Denetleme
Süreci denetleyen yönetici tarafından, hangi
eylemlerin kriz sırasında ne ölçüde uygulandığı
denetlenmelidir.
Kriz ortaya çıktığında,
kurumun herhangi bir
kriz iletişim eylem planı
bulunmamaktadır.
Kriz Sonrası Kriz İletişimi
Denge Durumuna Dönüş
Öğrenme –
Değerlendirme
-1-
Öğrenme –
Değerlendirme
-2-
320
Krizin ardından çevre koşullarına uyum
sağlamak için gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır.
Söz konusu kriz ile ilgili
olarak hukuki ve yönetsel
önlemler alınmıştır.
Kriz süresince yapılan tüm çalışmaların
ve bundan sonra yapılması gerekenlerin
tartışılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Medya ile ilişkilerin
geliştirilmesi, kriz ekibinin
gerekliliği ve bağışçı
sorgulama formunun ciddiyeti
gibi konularda tedbirler
alınmakta ve çalışmalar
yapılmaktadır.
Kayıp ve zararlar saptanarak bunların
giderilmesi için gerekli önlemler alınmalıdır.
Kurum, kan bağışlarında
herhangi bir düşüş
yaşanmadığını, belirlenen
hedeflere ulaşıldığını
belirtmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sonuç ve Öneriler
Yapılan bu çalışmada, yaşanan krizlere müdahale etmek için önce kriz olgusunu doğru
anlamak gerektiği düşünülerek, krizin kavram olarak ne ifade ettiği incelenmiştir. Bu
inceleme sonucunda krizlerin, kurumları yalnızca maddi kayıplara uğratmadığı aynı
zamanda kurumsal güveni de olumsuz yönde etkileyen bir kavram olduğu görülmüştür.
Kurumların, kriz dönemlerinde yaşamlarına devam edebilmeleri için hedef kitlenin
zihninde yaratıkları sadakat, dürüstlük, tutarlılık, açıklık ve yeterlilik gibi değerleri
de içinde barındıran güven kavramını koruyabilmeleri gerekmektedir. Yapılan
literatür araştırması doğrultusunda, kurumların krizden en az hasarla kurtulmak ve bu
süreçte güven kaybı yaşamamak için bir kriz iletişim planı oluşturulmaları gerektiği
düşünülmektedir. Bu bağlamda, kurumların kriz sürecinde, hangi adımları izlemeleri
gerektiği çalışma modeli ile belirlenmiştir.
Yapılan örnek olay incelemesinde, çalışmanın modelini oluşturan adımlarla, Türk
Kızılayı’nın
kriz sürecinde izlediği, yönetim adımları karşılaştırılmıştır. Elde edilen bulgulardan
hareketle görülmüştür ki, Kızılay, ölümle sonuçlanan bu vak’ayı kriz yaşanmadan önce
öngörebilmek için herhangi bir çalışma yapmamıştır. Kriz basına yansıdıktan sonra ise,
bir basın açıklaması yapılmış ve açıklamanın içeriği sorumluluk kabul etmemek üzerine
kurgulanmıştır. Ancak kriz sonrasında kurum iyi bir öğrenme aşamasından geçmiş
ve eksiklerini tespit ederek düzeltme yönünde adımlar atmıştır. Krizden sonra kurum
tarafından, toplumdaki güven kaybını tespite dönük bir ölçümleme yapılmamış ancak
kan bağışlarında herhangi bir düşüş yaşanmadığı görülmüştür. Kurum yetkilisinden
alınan bu bilgiler ışığında, Kızılay’ın söz konusu krizi yönetmek konusunda, bir kriz
iletişim planının bulunmadığı ve gerekli stratejik önlemlerin alınmadığı görülmektedir.
Kurumlar, kriz iletişim planını uygulamaları halinde, krizden güveni koruyarak
çıkmayı başarabilirler. Aksi halde krizi başarılı bir şekilde yönettiklerini söylemek
mümkün değildir. Çalışmada söz edilen kriz iletişim adımları da kurumların krizi
güvenle atlatmayı başarabilmeleri için zemin oluşturmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
321
Kaynakça
Kitap Kaynakları:
1. Aziz, A, Araştırma Yöntemleri, Teknikleri ve İletişim, İlad İletişim Yayınları,
Ankara (1990).
2. Bromiley, P. ve Cummings L.L. The Organizational Trust Inventory (OTI).
Roderick M. Kramer ve Tom R. Tyler (Der.), Trust in Organizations: 302-319.
Thousand Oaks: Sage (1996).
3. Mishra, A.K. ‘Organizational Responses to Crisis: the Role of Trust’, Roderick
M Kramer ve Rom T.Tyler (Der), Trust in Organizations: Frontiers of Theory and
Research, 114-139, sage Publications, London (1996).
4. Peltekoğlu, F.B. ‘Halkla İlişkiler Nedir?’, 5.baskı, Beta Yayınları, İstanbul (2007).
Dergi Kaynakları:
1. Demircan, N. ve Ceylan, A. ‘Örgütsel Güven Kavramı: Nedenleri ve Sonuçları’,
Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 2, Erişim: 2015, http://www2.bayar.
edu.tr/yonetimekonomi/dergi/pdf/C10S22003/ndac.pdf (2003).
2. Demirtaş, H. ‘Kriz Yönetimi’, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi Dergisi,
Celal Bayar Üniversitesi, Sayı: 23 (2000).
3. Sert,G, Kurtoğlu, M, Akıncı ,A, Seferoğlu, S, ‘Öğretmenlerin Teknoloji Kullanma
Durumlarını İnceleyen Araştırmalara Bir Bakış: Bir İçerik Analizi Çalışması’,
Erişim: 2015, http://yunus.hacettepe.edu.tr/~sadi/yayin/AB12_Sert-KurtogluAkinci-Seferoglu_IcerikAnalizi.pdf (2012)
Makale Kaynakları:
1. Slavitt, E. ‘Company Crisis Management: A Varying Role for the Lawyer’, Boston
Business Journal, Nov. 7 (1997).
Tez Kaynakları:
1. Aydemir, E.‘Uluslararası İlişkilerde Kriz ve Kriz İletişimi’, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi (2001).
2. Günaydın, S.C. ‘İşletmelerde Örgütsel Adalet Ve Örgütsel Güven Değişkenlerinin
Politik Davranış Algısı ve İşbirliği Yapma Eğilimine Etkisini İnceleyen Bir
Çalışma’, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi
(2001).
3. Öztürk, B. ‘Kriz Yönetimi ve Örnek Bir Uygulama’, Yıldız Teknik Üniversitesi,
Endüstri Mühendisliği Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi (2010).
322
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
WEB Kaynakları:
1. Neveu, V. ‘Organizational Trust: Definition and Measurement’, Erişim: 2015,
www.agrh.org/english/neveu.uk (2000).
2. Haberturk.com, ‘Yine HIV’li kan’, Erişim: 2015, http://www.haberturk.com/
saglik/haber/714069-yine-hivli-kan
3. Kanalb.com, ‘Kızılay’da AIDS’li kan skandalı büyüyor’, Erişim: 2015, http://
www.kanalb.com.tr/haber.php?HaberNo=39470#.VZaP-Pntmko
4. Hurriyet.com, ‘Hata söz konusu değil.’ Erişim: 2015 , http://www.hurriyet.com.tr/
kelebek/saglik/19880906.asp
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
323
324
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
YENİ MEDYA ORTAMLARINDA ÖRGÜTLENME VE TOPLUMSAL
ETKİLERİ:
#SENDEANLAT ÖRNEK OLAY İNCELEMESİ
Berkant YILMAZ1
Özet
Bilişim teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak emek toplumunun yerini bilgi
toplumuna bırakmasıyla bireylerin toplumsal sorunlara vermiş olduğu tepkinin ve
eylemlerin boyutu da değişime uğramıştır. Sahip olduğu etkileşimlilik, zaman mekan
sınırının olmayışı vb özellikleri sayesinde Sosyal Medya, başta Twitter olmak üzere bu
değişim sürecinde toplumsal örgütlenmenin en önemli mecrası konumuna gelmiştir.
Bu örgütlenmelere, ülkemizde yaşanan ve toplumun vicdanında derin yaralara
yol açan Özgecan Aslan cinayeti sonrası başlatılan #sendeanlat kampanyasını örnek
gösterebiliriz. Bu kampanyanın ışık tutacağı çalışma ile sosyal ağların etkili kullanımın
bireylerin örgütlenmesindeki rolü ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Örgütlenme, Sosyal Medya, Twitter, Özgecan Aslan, #sendeanlat
1 Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Öğrencisi, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
325
ORGANIZATION IN SOCIAL MEDIA AND ITS SOCIAL EFFECTS:
#TELLYOURSTORY CASE STUDY
Abstract
Society structure turned into from labor community to information society depending
on development of information technology. Thereof people behaviour and size of the
action are altered towards social issues. Thanks to Social Media’s features which are
interaction, simultaneity etc had been most important factor of society organization
during in this alteration process. Especially Twitter has major impact.
We can illustrate that organization with Twitter campaigne one sadness event in Turkey.
After killing one of University student who is Özgecan Aslan people have initiated
#sendeanlat (tellyourstory) hashtag campaign which have been wide-spread participants.
This study aims that how to obtain major effect from social media with effective usage.
Keywords: Organization, Social Media, Twitter, Özgecan Aslan, #sendeanlat
326
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
Bilişim teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak emek toplumunun yerini bilgi
toplumuna bırakmasıyla bireylerin toplumsal sorunlara vermiş olduğu tepkinin ve
eylemlerin boyutu da değişime uğramıştır. Artık bireyler, sorunlu gördüğü durumlara
karşı tepki göstermek için sosyal ağları tercih etmektedir. Sosyal paylaşım ağları
milyonlarca insanı örgütleyerek yeni bir kamusal alan sağlarken, muhalif seslerin de
yükseldiği yeni agoralar gibi değerlendirilmektedir.
Kullanım maliyetinin düşüklüğü, yer ve zaman sınırlandırılmasının olmayışı,
milyonlarca kişinin eş zamanlı iletişime geçmesi, sosyal paylaşım ağlarını toplumsal
örgütlenmenin en önemli mecrası konumuna getirmiştir.
Bu örgütlenmelere, ülkemizde yaşanan ve toplumun vicdanında derin yaralara
yol açan Özgecan Aslan cinayeti sonrası başlatılan #sendeanlat kampanyasını örnek
gösterebiliriz. Twitterda başlatılan #sendeanlat hashtag’i ile birçok kadın sosyal
medyanın birleştirici gücünü kullanarak başından geçen taciz anılarını paylaşma ve
toplumsal farkındalık yaratma fırsatı bulmuşlardır. Bu kampanya ile birlikte birçok imza
kampanyası başlatılmış ve milyonlarca imza toplanmıştır.
Bu çalışmanın literatür kısmında yeni medya ortamlarında örgütlenme ve sosyal
medyanın örgütlenmede sağladığı kolaylıklar ele alınacaktır.. Litaratür çalışmalarının
ardından çalışmanın ise 14 Şubat 2015 tarihinde paylaşılan #sendeanlat hashtag’i
üzerinden yapılan paylaşımlara yönelik içerik analizi ve toplumsal etkilerine yönelik
örneklendirmeler yapılacaktır.
Ayrıca kampanyanın aracı olduğu Change.org üzerinden başlatılan online imza
kampanyaları ve bu kampanyalara katılım davranışları incelenecektir.
2. Yeni Medya Ortamlarında Örgütlenme
Örgütlenme, belirli amaçlara ulaşmak için bir araya gelmiş insanların işbirliği
ve koordinasyon içinde ortak hedeflere yönelik çabalarından oluşan gruplar olarak
tanımlamaktadır (Karakaya ve Kızıloğlu, 2014: 553). İnsanlar veya gruplar belirli
bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmeleri, örgütlenmeleri ve sonuç almaları
1990’lı yılların başlarına kadar uzun bir zaman alırken, 90’lı yıllardan sonra internet
teknolojilerinin gelişmesiyle bu süreç daralmış ve insanlar amaçları doğrultusunda daha
kolay örgütlenebilme fırsatı elde etmiştir.
İnternetin iletişim aracı olmasının yanında yeni bir iletişim ortamı da yaratması,
bireyleri günlük hayatın fiziki sınırlılıklarından arındırmış ve onlara alternatif bir yaşam
alanı sunmuştur.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
327
Bu durum, bireyler arası iletişim ve etkileşimin farklı bir boyut kazanmasını ve yeni
örgütlenme biçiminin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
İnternet yalnızca kamuoyunun biçimlenmesinde haber ve bilgiyi taşıyan bir araç
olarak değil, kendisi üzerinde kamusal ilişkilerin gerçekleştiği bir alan olma özelliği ile
de dikkat çekmektedir (Timisi, 2003: 140).
Wellman, ulaşım araçları (araba, uçak vb.) ve iletişim araçlarının (telefon ve bilgisayar
ağları) uzak mesafelerdeki insanların birbirleriyle sosyal ilişki kurmasına imkan
tanımaya başladığını ifade etmiştir. Buradan hareketle Wellman, sosyal ağları; “sosyal
kimlik ve aidiyetin bulunduğu, sosyalleşme ve bilgi paylaşımına imkan veren sosyal
örgütlenmeler” şeklinde tanımlamıştır (Wellman, 2001: 228).
Teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin sunduğu iletişim olanakları bireylerin
çevrelerini algılama ve kritik yapabilme gücünü artırmıştır. Yeni medya, internetin
etkileşimli iletişim gücünü anlatmak için kullanılan soyut bir kavramdır ve bu gücü
kullanan araçlar da sosyal medya araçları olarak adlandırılmaktadır. Bireyin çevresinde
ortaya çıkan sosyal, kültürel, ekonomik, yönetsel gelişmeler sosyal medya araçları
üzerinden hızlıca yayılmakta ve insanların bu içerikleri tartışabilmeleri mümkün
olmaktadır (Aydın ve Eren, 2014: 197-198).
Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlar, kullanıcılarına tanışma ve mesajlaşmanın
ötesinde, organizasyon kurma, organize olma, bilgi ve fikir paylaşma, inanç ve düşünceler
etrafında gruplaşma imkânlarını da vermiştir (Boyd & Ellison, 2008: 213).
Başka bir ifade ile sosyal ağlar, yalnızca kamuoyu oluşumuna katkı sağlamakla
kalmamakta, ayrıca sosyal hareketlerin planlandığı, organize edildiği, başlatıldığı ve
yönetildiği önemli araçlara dönüşmektedir.
Alternatif medya başat temsil pratiklerinin karşısında baskılananların, alt kültürlerin ve
toplumda öteki olarak konumlandırılanların kimlik politikalarını, değerlerini, sözlerini
ifade eden metinleri dolaşıma sokmaktadır (Binark ve Gencel Bek 2007:186).
Geleneksel medyanın tek yönlü iletişimiyle, kendisi gibi düşünen insanlarla iletişimini
kaybeden ve sistemin yarattığı suskunluk sarmalında kaybolan bireyler, sosyal medya
sayesinde yalnız olmadıklarını keşfederek, birlik olmanın gücünü kullanmaktadırlar
(Acar, 2014: 204).
Sosyal medyanın bilgiyi bu şekilde kolay erişilebilir ve paylaşılabilir kılması, bireylere
eriştikleri veya kendilerine iletilen bilgilerle ilgili tartışma ortamı oluşturabilmesi, diğer
bireylerin konuyla ilgili düşüncelerini anlık izleyebilmesine ve bunlara kendilerinin de
katılabilmesine imkân sağlaması gibi özellikleri, onun kamuoyu oluşturmadaki rolünü
tartışmasız biçimde güçlendirmiştir (Aydın ve Eren, 2014: 197-198).
328
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kullanım maliyetinin düşüklüğü, yer ve zaman sınırlandırılmasının olmayışı,
milyonlarca kişinin eş zamanlı iletişime geçmesi, sosyal paylaşım ağlarını toplumsal
örgütlenmenin en önemli mecrası konumuna getirerek, farklı amaçlar ve hedefler
doğrultusunda bir araya gelen gruplar ve örgütlenmeler yaygınlaşmaya başlamıştır
(Demirtaş, 2012: 85).
Bu sosyal paylaşım alanlarının başında ise Twitter gelmektedir. Twitter, kullanıcılarına
140 karakterle sınırlı metin, video ve fotoğraf paylaşabilmesini sağlayan mikro blogdur.
Twitter sistemi içerisinde yazılan mesajlara verilen genel isim Tweet’dir. Metin, video
ya da fotoğraf ayırt etmeksizin paylaşılan her bir mesaja tweet denir. Retweet, başka
bir kullanıcı tarafından gönderilen bir tweet’in, kendi hesabınızdaki kişilere aynen
iletilmesidir. Herhangi bir tweet’in yaygın hale getirilmesi için kullanılır ve birçok
kişinin takip etmesi sağlanır (www.sosyalmedyakulubu.com.tr).
Twitter’da yayımlanan bir tweet haber ya da görüş bir anda gündeme oluşturabilmekte
ve konuşulabilmektedir. Bunda elbette ki tweeti atan kişinin şahsı konumu ve mevkisi
de önem taşımaktadır. Örneğin bir siyasetçi, bir oyuncu, şarkıcı gibi toplumun tanınan
bilinen kişilerinin tweetleri gündem olabilmektedir. Artık sosyal medya bir haberin
duyurulup yayılması açısından en hızlı mecra olarak kabul edilmektedir. Bir tweet ya da
mention gönderildiğinde çok hızlı bir şekilde retweet yapılarak yayılmakta ve son derece
de kısa bir sürede süratle kullanıcılar arasında dağıtılmaktadır.
Örgütlenme açısından değerlendirildiğinde ise iletilmek istenen mesajı hızlı bir
biçimde daha çok kişiye ulaştırmak ve bu kişilerin örgütlenerek sonuç alabilmeleri için
Twitter’ı teknik açıdan da etkili kullanmak gerekir bu yollardan biri de etkili hashtag
kullanımıdır.
Twitter’da başına # işareti konularak yazılan sözcüklerle ifade edilir. Tweet
gönderilirken ana başlık gibi konumlanan “hashtag” kullanıcıların ilgilendiği konularda
hızlı bilgi yayması ve mesajın doğru kitleye ulaşmasını sağlar. Konu başlığı ya da etiket
olarak da nitelendirilebilir (www.sosyalmedyakulubu.com.tr).
3. #Sendeanlat Örnek Olay İncelemesi
Mersin’de üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesi tüm Türkiye’de
adeta infial yarattı. Kadına yönelik hız kesmeyen, bir türlü dur durak bilmeyen şiddetin
ardından yaşanan bu cinayet de büyük tepkiye yol açtı.. Özgecan cinayeti Türkiye’nin
dört bir yanında protesto edilirken sosyal medyada da dikkat çekici bir kampanya
başlatıldı. Özgecan Aslan adlı genç bir kadının cinsel saldırıya uğrayarak öldürülmesi kadınlar
arasında bir “itiraf devrimi” ve “terapi” seansına, erkekler arasındaysa bir “utanca”,
hemcinsleri adına “yerin dibine geçiren” bir farkındalığa yol açtı. Bu farkındalıkta en
büyük pay #sendeanlat etiketine aittir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
329
#sendeanlat tag’i 14 Şubat günü Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, hukukçu İdil Elveriş
tarafından başlatılmıştır.
Görsel 1. İdil Elveriş’in #sendeanlat Etiketini Başlattığı Twitter Paylaşımı
Tag açıldıktan 48 saat sonra bile yazılanların yaklaşık 1/3›ü orijinal, yani RT’ler hariç
tutulduğunda dahi yüz binlerce taciz mağduru kadının hikayesini paylaşmış ve buna
erkeklerden de ciddi bir biçimde destek gelmiştir. Tag’in bu denli yayılmasında ünlü
oyuncu Beren Saat’in yapmış olduğu paylaşım ön ayak olmuştur.
#sendeanlat tag’i hem kısa, hem “sen” hitabıyla samimi bir dile sahip olması ile
herkesi katılmaya davet ediyor. Bu yönden oldukça başarılı bir iletişim stratejisini ortaya
koymaktadır.
Daha sonra ise oyuncu Beren Saat’in kendi başına gelenleri anlattığı bir yazıyı sosyal
medyada paylaşmasının ardından Twitter’da #sendeanlat etiketiyle yüzlerce kişi,
kendisinin veya yakınlarının başlarına gelen taciz ve şiddet olaylarını anlatmaya başladı.
330
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Görsel 2. Beren Saat’in Twitter Hesabından Yaptığı Paylaşım
Ünlü oyuncu Beren Saatin Twitter hesabında takipçi sayısının çok yüksek bir sayıda
olması yapmış olduğu paylaşımın daha fazla kişi tarafından görülmesine, RT edilmesine
ve yüzbinlere ulaşmasını sağlamıştır. Akademisyen İdil Elveriş’in başlattığı kampanyanın
bu denli yayılmasında paylaşımı yapan kişinin ününün etkisi de önemli bir faktördür.
Beren Saat’in dışında bir çok oyuncu, müzisyen, sporcu bu kampanyanın yayılmasına
ön ayak olmuş ve yapılan araştırmalar sonucunda #sendeanlat etiketine toplamda
1.079.791 tweet gönderilmiştir.
Grafik 1. #sendeanlat Etiketine Katılım Rakamları (www.starmetre.com.tr).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
331
Twitter analizleri yapmakta olan Star Metrenin raporuna göre #sendeanlat etiketi
1.079.791 kez tweetlenirken, 774.985 kez ise retweet edilmiştir. Toplam katılım ise
320.466 kişi olarak belirlenmiştir.
Grafik 2. #sendeanlat Etiketinin Sayısal Verileri (www.starmetre.com.tr).
#sendeanlat etiketi oluşturulduktan 246 dakika sonra 15 Şubat 2015 tarihinde Trend
Topic (En çok konuşulan) olmuştur. Toplamda 4251 dakika Trend Topic kalan başlık
1.079.791 kez tweetlenmiş, 774.985 kez ise retweetlenmiştir.
Taciz mağduriyeti yaşamış bazı kişilerin duygularını ifade ettiği bazı paylaşımlar şu
şekildedir;
Görsel 3. Twitter Kullanıcılarının #sendeanlat Aracılığıyla Yaptığı Paylaşımlar
332
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
#sendeanlat etiketi İlkay, Nur Yılmaz ve Özleyen Kadın isimli kullanıcıların korkularını,
hissiyatlarını ve başından geçen talihsiz anıları paylaşmalarına aracılık etmiştir.
Tüm bu tweetlerin, paylaşılan duyguların kalıcı hale gelmesi ve sorunun çözümüne
temel olan sorunları tespit edebilmek amacıyla atılan adımlardan birisi de sendeanlat.
com web sitesinin kurulmasıdır.
3.1. Sendeanlat.com Web Sitesi
Sen de Anlat, Özgecan Aslan cinayeti sonrasında sosyal medya üzerinden bir araya
gelen tümüyle gönüllü bir ekip tarafından oluşturulan, tüm editörlerinin kadın olduğu bir
farkındalık projesidir. Cinayeti izleyen günlerde #sendeanlat etiketi üzerinden yapılan
paylaşımları, sahiplerinden izin almak kaydıyla bir sitede toplayıp arşivlemek ve geniş
kitlelere yaymak için kurulmuştur (www.sendeanlat.com).
Görsel 4. sendeanlat.com Web Sitesinin Ana Sayfa Ekran Görüntüsü
Kadınların, paylaşmak istediklerini, paylaşmak istedikleri anda, kimliklerinin gizli
kalması teminatı ile sitede paylaşabilmeleri için [email protected] e-posta adresi
açılmıştır. Böylelikle kadınlar başından geçen olayları açılan e-posta adresine göndererek
duygularını paylaşabilme imkanına kavuşmuşlardır.
Tüm bunların yanı sıra sanal ortamlarda tepki çığ gibi büyümeye devam etmiş online
imza kampanyaları yürüten sitelerde duruma kayıtsız kalamamış ve geniş katılımlı bir
kampanya başlatılmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
333
3.2. Change.org İmza Kampanyası “#ÖzgecanYasası çıksın, yasalar kadınları
korusun!”
“Dünyanın değişim platformu” olarak kendilerini niteleyen change.org sitesinde
insanlar rahatsızlık duydukları herhangi bir konuda kampanya başlatabilmekte ve yeterli
sayıda imza toplandığında, bunları gerekli mercilere iletmektedirler (Furuncu, 2014: 41).
Tüm dünyada ses getiren ve ‘imza toplama sitesi’ olarak bilinen Change.org’da
“Özgecan Aslan’a tecavüz edip vahşice katledenlere en ağır cezai yaptırım uygulansın.
Özgecan son olsun, kadın cinayetleri durdurulsun!” ismiyle bir imza kampanyası
oluşturuldu (www.milliyet.com.tr). Ege Üniversitesi öğrencisi Gözde Salur’ın Özgecan
Aslan’ın öldürülmesini protesto etmek amacıyla change.org’da 1 milyon imza hedefiyle
başlattığı kampanya tarihi bir desteğe ulaştı.
Ege Üniversitesi öğrencisi Gözde Salur change.org üzerinden Türkiye’yi yönetmeye
aday 4 partinin liderlerine açıktan mektup yazarak, #ÖzgecanYasası çıksın, yasalar
kadınları korusun! taleplerini iletmiştir. Bu kampanya toplamda 1.173.665 kişi tarafından
imzalanmıştır (www.change.org).
Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkların Demokrasi Partisi bu kampanyaya destek vererek
7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bu yasayı meclise getireceklerine söz vermişlerdir.
Bu söz üzerine CHP yasa teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuştur.
3.3. #ÖzgecanYasası Mecliste
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Gülay Yedekçi, kamuoyunda
“Özgecan Yasası” olarak bilinen kanun teklifini, 1 milyondan fazla kişinin imzasıyla
Meclis Başkanlığı’na sundu.
Türk Ceza Kanunu’nun cinsel saldırı suçlarını düzenleyen teklif, 102’nci maddede yer
alan ‘iyi hal ve haksız tahrik’ indirimlerinin kaldırılmasını öngörmektedir.
Yedekçi’nin sunduğu yasa teklifinde 18 yaşından küçük çocukların evlendirilmesinde
‘rıza‘ kavramının da tamamen ortadan kaldırılması, ayrıca cinsel istismarda şikayet
hakkı ve cezaların caydırıcılığının artırılması talep edilmektedir (www.imctv.com.tr).
334
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Görsel 5. Change.org Web Sitesi Üzerinden #ÖzgecanYasasının Mecliste Olduğunun Duyurulması
Oyuncu Mert Fırat’ın yer aldığı bir video kampanya esnasında çekilmiş ve de change.
org sitesinde sürekli yayınlanmıştır. Bu kamu spotu diyebileceğimiz video aracılığıyla
mahkemede takım elbise giyip, kravat taktığı için ceza indirimi alan, pişmanlık veya
tahrik yasasından faydalanan kişiler ve hukuki aksaklıklar tasvir edilmeye çalışılmıştır.
Bir diğer tepki de bu hazin olaya karşı toplum tarafından genel kabul görmeyen
düşüncelerin sanal ortamlarda paylaşımıyla yarattığı infiali arttıran kişilere karşı
oluşturulan tutum olmuştur. En bilinir örneği ise ünlü şarkıcı Nihat Doğan’nın talihsiz
paylaşımı sonucunda karşı gelişen tepkilerdir.
3.4. Sosyal Medyanın Tutum Belirleme Gücü: Nihat Doğan Örneği
Genç üniversite öğrencisi Özgecan Aslanın katledilmesinin hemen ardından ünlü
şarkıcı Nihat Doğan Twitter platformu üzerinden @ahusungur1 kullanıcısı ile girdiği
tartışma sonucunda paylaşmış olduğu tweet ile gündeme gelmiş ve toplum tarafından
büyük bir tepkiyle karşılaşmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
335
Görsel 6. Nihat Doğan’ın Twitter Paylaşımı
Twitter başta olmak üzere sosyal ağların hızla yayılma ve kartopu gibi büyüyerek
geniş bir etki yaratma özelliği ile kısa bir sürede tepkiler çığla büyümüş hatta o dönemde
yeni başlayacak olan Survivor adlı programda yarışacak kişilerden biri olan Nihat Doğan
aleyhinde imza kampanyaları başlatılmıştır. Acunn Medyaya hitaben başlatılan imza
kampanyasına binlerce kişinin katılması, Survivor programına karşı boykot mesajlarının
verilmesi, programın reytinglerini ve itibarını düşürebileceği göz önüne alınarak
yarışmacı olacak Nihat Doğanın yarışma başlamadan kadrodan çıkartılmasına neden
olmuştur.
4. Sonuç
Sosyal medya kullanım maliyetinin düşüklüğü, etkileşim olanağı sağlaması zaman ve
mekandan bağımsız olma özelliği ile dünya üzerinde milyonlarca kullanıcıya sahiptir.
Dolayısıyla örgütlenme açısından da geleneksel yollara alternatif bir mecra haline
gelmiştir.
Tüm bunların yanı sıra kitle iletişim araçlarındaki gibi eşik bekçiliğinin olmayışı,
kontrolün ve içerik oluşturmanın kullanıcılara bağlı olması, mesajların daha rahat
yayılmasını sağlamaktadır. Bu durum ise bireylerin örgütlenmesini kolaylaştıran bir
faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Belli bir amaç doğrultusunda örgütlenen bireyler amaçlarını gerçekleştirmek ve
istedikleri sonucu alabilmek için sosyal medyayı etkili bir biçimde kullanmaları
gerekmektedir.
#sendeanlat örnek olayı da bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir. Özgecan
Aslan’ın vahşice öldürülmesi sonucunda başlatılan bir Twitter kampanyası çok kısa sürede
geniş kitlelere yayılmış, bir çok ünlü simanın desteğini kazanmış, imza kampanyalarına
ön ayak olmuş hatta Türkiye Büyük Millet Meclisine yasa teklifine kadar önemli bir
adım haline gelmiştir.
336
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Ülkemizde şiddet, taciz, tecavüz ve cinsel içerikli suçlar yıllardan kadınlar için
önemli bir sorundur. Fakat bu kampanyanın bu kadar geniş katılıma sahip olmasının
ve bu kadar büyük bir etki yaratmasında #sendeanlat etiketinin başlatıldığı dönemin de
önemi büyüktür. Sıradan bir zamanda böyle bir etiket belki gündeme bile gelmeyecek
iken toplumda infial yaratan böylesi hazin bir olaydan sonra etiketin oluşturulması geniş
kitlelerin desteğini sağlamıştır.
Ayrıca mesajların daha çok kişiye ulaşması için hashtag (#) kullanımı ve dilin samimi
bir biçimde seçilerek “sen” gibi içtenlik duygusu hissettirmesi, katılıma yöneltmesi de
önemli bir başarı faktörüdür. Ayrıca sosyal ağlarda takipçi sayısı yüksek olan kişilerin
konu ile ilgili retweet yapması veya başından geçen olayları anlatarak takipçileriyle
paylaşması da katılımın artmasında ve kısa sürede trend topic olmasında önemlidir.
Ülkemizde kadına karşı şiddet, taciz ve diğer cinsel saldırılara karşı yeterince
koruyucu ve caydırıcı yasaların olmayışı, tecavüz zanlılarına tahrik indirimi adı
altında çeşitli cezai indirimler sağlanması bu suçlara karşı kişileri caydırmanın tam
tersine cesaretlendirmektedir. #sendeanlat etiketini takip eden süreçte başlatılan imza
kampanyalarıyla da bu noksanlığa dikkat çekilmiş ve de siyasilere #ÖzgecanYasası
çıkartılması için online imza kampanyası başlatılmış 1 milyondan fazla destek gören
kampanya sonucunda ise yasa teklifi meclise gelmiştir.
Sonuç almak için öncelikle teşhisi tam olarak ortaya koymak, durumun ne kadar
ciddi olduğunu göz önüne sermek gerekir. İşte bu noktada #sendeanlat etiketi kadınların
başından geçen çirkin ve talihsiz olayları anlatarak durum tespitine katkıda bulunması,
etkili ve hızlı bir çözüm için vahim tabloyu gözler önüne sermesi açısından başarılı bir
projedir.
Toplum baskısıyla susan, kendini korumak ve daha kötü şeyler olmaması için
duygularını bastıran durumdan mağdur kadınlarımız bir nevi suskunluk sarmalına
itildiği bu ortamda alternatif bir medya olan sosyal medya aracılığıyla kendilerini ifade
edebilme ve örgütlenme fırsatı bularak seslerini duyurma şansını elde etmiştir.
Tüm bu olgular bize sosyal medyanın gücünü göstermektedir..
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
337
5. Kaynakça
1. Aydın, A. ve Eren V. (2014). “Sosyal Medyanın Kamuoyu Oluşturmadaki Rolü
ve Muhtemel Riskler”, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 16 (Özel
Sayı I), 197-205.
2. Acar N. (2014). ”Özgürlük Alanı Olarak Sunulan Sosyal Medya ve Taksim Gezi
Parkı Eylemleri” , Akdeniz İletişim Dergisi, 202-217.
3. Timisi N. (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi, Dost Kitabevi
Yayınları, Ankara.
4. Wellman B. (2001). “Physical Place and Cyberplace: The Rise of Personalized
Networking”, International Journal of Urban and Regional Research, c. 25 (2)
5. Binark M. (2007). “Yeni Medya Çalışmalarında Yeni Sorular ve Yöntem Sorunu”,
M. Binark(der), Yeni Medya Çalışmaları, Dipnot Yayınları, Ankara, 21-44.
6. Boyd, D. ve Ellison N. (2008). “Social Network Sites: Definition, History, and
Scholarship”, Journal of Computer-Mediated Communication, 13, 210-230.
7. Demirtaş, M. (2012). “Sosyal Paylaşım Ağlarının Dünya Barışına Katkı Amacıyla
Yürüttükleri Faaliyetler : “Facebook’ta Barış Örneği”, (Re) Making and Undoing
of Peace/Conflict 3th International Conferance in Communication and Media
Studies, Eastern Mediterranean University, 76-90.
8. Furuncu, D. (2014). “Yeni Toplumsal Hareketler, Küreselleşme Ve Dijital
Aktivizm: Gezi Parkı Örneği” , Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Maltepe
Üniversitesi, İstanbul.
9. Karakaya E. ve Kızıloğlu S. (2014). “Küçükbaş Hayvancılık İşletmelerinin
Örgütlenme Yapısı Bingöl İli Örneği”, Türk Tarım ve Doğa Bilimleri Dergisi 1(4):
552–560.
10. #ÖzgecanYasası İmza Kampanyası, https://change.org/ozgecan 28.05.2015
11. Özgecan Aslan İçin Rekor Katılım, http://www.milliyet.com.tr/ozgecan-aslanicin-rekor-katilim-gundem-2014301/
28.07.2015
12. Özgecan Yasası Teklifi Meclise Sunuldu, http://www.imctv.com.tr/ozgecanyasasi-teklifi-meclis-baskanligina-sunuldu/ 24.08.2015
13. Sendeanlat.com Hakkımızda, http://sendeanlat.com/#stories.
24.08.2015
14. #sendeanlat
Gündem
Analizi,
http://www.starmetre.com/ttbytime.
php?qdate=2015-08-27&qtext=sendeanlat&qtextbutton=Listele 21.07.2015
338
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
339
340
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
BIR SORUN OLARAK BOŞ ZAMAN ETKINLIĞI BAĞLAMINDA YENI
MEDYA
Bülent AYDIN1
Yusuf YURDİGİL2
Özet
​Sosyolojik evrede yeni ve belirleyici bir kavram olarak ortaya çıkan boş zaman
etkinliği, farklı kullanım ve değerler ile birlikte ön plana çıkmaktadır. Modern toplumla
birlikte ortaya çıkan boş zaman etkinliği çağdaş bireyin yaşamında önemli bir yer
tutmaktadır. Fakat günümüzde boş zamana yüklenen anlamlar ve ticari belirlenim
faktörleri boş zaman etkinliği üzerinde tahakküm kurmuştur. Bu alanı bir yaşam hakkı
olmaktan çıkarmıştır. İdeolojik bir sömürü sahası haline getirmiştir. Bu bağlamlarda boş
zamanın anlamı değişmiştir.
​Küreselleşme evresi dünyayı tek merkezli bir yer haline getirmenin yanı sıra
bireysel kimlikleri, farklılıkları ve tüketimi de ön plana çıkarmıştır. Dünya tamamen
metalarla örtüşmüş bir mekân haline gelmiştir. Bu bağlamada medya, çalışma saatleri
dışında bireyleri kendi ekonomi politiği doğrultusunda etkilemeye başlamıştır. Diğer
taraftan kitle iletişim araçlarının çeşitlenmesi ve sosyal medyanın ortaya çıkması bilinç
ve eğlence endüstrisinin nüfuzunu artırmıştır. Sosyal medyaya dayalı aktiviteler, bireyin
günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bireyler gündelik yaşamın içindeki
pratiklerin büyük bir bölümünü sosyal medya üzerinden gerçekleştirmektedir. Özellikle
sosyal medyanın boş zaman etkinliği içinde aldığı pay bireyin bu alanla olan ilişkisini
bilgi edinme bağlamından kopararak, bu ilişkiyi müzik, sanat, edebiyat, yemek kültürü,
moda, sinema gibi beğenilme kaygısının ön planda olduğu bir platforma taşımıştır.
Sosyal medya birçok içeriği eğlenceli olarak sunup gençliği iyice kendine çekmiştir. Bu
bağlamda sosyal medya boş zaman etkinliğini yapılandırmada işlevsel bir kimliğe
bürünmüştür. (Topçuoğlu,1996:16-21)​
Genel tablodan bakacak olursak bireyler kendileri için değil, başkaları için giyinirler,
aç olduklarından dolayı yemezler, başkaları görsün diye yemek salonu seçerler, bilgi
sahibi olmak için gezip dolaşmazlar, başkaları görsün diye gezerler. Sonrasında bu
eylemleri sosyal medyada paylaşırlar.
Nihayetinde kimliklerin inşa edilmesinde ve yıkılmasında aktif rol oynayan moda
kavramı kimliklere ilişkin görüşleri etkilemektedir. Elektronik medya kültürü kamusal
alanı tek tip bir alan haline getirmektedir.
Bu bağlamda küresel kültür biçimi olan moda günümüzde yeni medya olanaklarıyla
daha etkindir. Bu sebeple yeni medya boş zaman etkinliği oluşturmada birinci
sıradadır. (Harvey,1999:23)
Anahtar Kelimeler: Tüketim, Kapitalizm, Boş zaman, Yeni Medya, Küreselleşme 1 Atatürk Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü-Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı, (2015) Erzurum
Yüksek Lisans Seminer Çalışması, [email protected]
2 Danışman: Doç. Dr.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
341
Abstract
The term ‘leisure activity’ in the sociology stage has emerged as a new and decisive
concept and come into prominence together with different uses and values. The leisure
that emerged with modern society has an important place in the life of modern person.
But nowadays assigned meanings to the leisure and commercial determination factors
establish domination over the leisure. This has caused the leisure go beyond it be the
right to the life. It has changed to an ideological exploitation field. In these contexts, the
meaning of leisure has changed.
Globalization process has featured the world as a single center as well as the individual
identity, differences and consumption. The world has become a place that is completely
overlapped with the commodities. In this context, the media has begun to affect people at
out of working hours in line with their political economy. On the other hand, diversification
of mass communication devices and emerge of social media have increased influence
of the consciousness and the entertainment industry. Social media based activities, has
become an inseparable part of daily life of people. Individuals have carried out through
social media a large part of practical’s inside of daily life. Especially, the taken share in
the leisure of social media has carried a platform to this relationship to be at the forefront
of favor concerns such as music, art, literature, culture, food, fashion, cinema; breaking
off the relation from the obtain information context to the relationship with this field
of the individual. Social media has offered many contents as fun, thoroughly attracted
toward itself the youth. In this context social media has taken a functional identity in the
configuration of leisure.
If we look from a general view, individuals not for themselves but dress for others,
they choose the dining hall for others, not because of being hungry, they don’t stroll as
to have knowledge about, they stroll for others.
After then they share these actions on social media. Ultimately the fashion concept
which plays an active role in the construction and the abolition of identity has influenced
the opinion related to identity.
Electronic media culture has deprivatized the public space and has turned this field into
one type field.
In this context, the fashion as the global culture form is today more efficient with
new media opportunities. Therefore new media is in the first queue in creating leisure
activities.
Keywords: Consumption, Capitalism, Leisure, New Media, Globalization
342
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Kapitalizm günümüzde, gerçek yaşamın saatleri dışındaki boş zamanda olduğu
gerçeğini topluma yayarak, emek süreci üzerindeki kontrolünü, boş zaman süreçleri
üzerindeki kontrolüyle tamamlamaya çalışmaktadır. (Held, 1989: 91) Fabrikalarda
çalışan işçilerin, kazandıkları paraları harcamaları, ürettiği ürünleri ve diğer üretim
metalarını satın alabilmeleri ve tüketime katkıda bulunabilmeleri için boş zamana
ihtiyaçları olmuştur. Kapitalist endüstri bu boş zamanı oluşturmak için hafta sonunu tatil
gününe yani tüketime ayırmıştır. Tüketimin teşvik edildiği tatil günlerinin günümüze
kadar uzanan açılımı özel günler (anneler günü, sevgililer günü… vs) olmuştur. Bu
bağlamda bireylerin üzerinde evrensel bir baskı oluşmuştur. Özel günlerde tüketim
yapmak gerekçesiyle kurmaca olarak ortaya konulan bu tatil günü retoriği kapitalizmin
işlemesinde işe yarayan önemli stratejilerden biridir.
Çağımızın gençlerinin kendisini düşünsel, sosyal ve fiziksel anlamda geliştirip,
yaşamını anlamlı ve heyecanlı kılması noktasında önemli bir “zaman ve mekân” alanı
olarak boş zaman; tüketim boyutu ile yeni sosyal ilişkilerin, etkileşim biçimlerinin ve
yeni yaşam tarzlarının geliştirilmesinde etkili olmaktadır. Boş zaman, yeni ekonomik
dinamiklerin sürekli kılındığı bir inşa alanıdır ve bu alan tüketimin farklı ve çeşitli
biçimleriyle şekillendirilmektedir. Aynı zamanda gençlerin ihtiyaçlarını, arzularını ve
ilişkilerini şekillendiren, farklı türden düşünüş ve davranış biçimlerinin sergilenmesine
yol açacak nitelikler içeren bu alan, (Hibbins 1996, s. 22) daha çok seçim, kaçış,
kendiliğindenlik ve özgürlükle ilişkilendirilmektedir.
Teknolojik olarak gelişen ve değişen kitle iletişim araçları boş zaman doldurmak için
günlük hayatta sürekli büyüyen rol oynamaktadır. İletişim araçları kendi diyalektiğini
oluşturmanın yanı sıra; bireylerin boş zaman etkinliklerini belirlemektedir. Bu bağlamda
bireylere popüler kültür, eğlence, hayal dünyası ve çeşitli fanteziler oluşturmada daha
fazla malzeme sunmaktadır.(Kellner,2010,21-22) Böyle bir ortamda medya tüketim
ilişkilerini belirleyen en temel yaratıcı haline gelmektedir. (Talimciler,2006:175)
Boş zamana ilişkin kuramsal çalışmalar konuya daha çok çalışma ilişkileri-boş zaman
ikilemi açısından yaklaşırlar.
Çalışmanın insan hayatındaki merkezi rolü ve çalışmanın dinlenme, eğlenme,
rahatlama ile organik irtibatı, boş zamanı çalışmayla ilintili ele almaya götürmektedir.
Çalışmanın yüceltilmesi, kapitalist düzenin sürekliliği için bir önkoşul olarak kabul
ediliyorsa da, toplumbilimciler en az çalışma kadar boş zamanın da önemsenmesi
gereğini vurgularlar. (Aytaç 2002: 231-260)
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
343
Adorno ve Horkheimer’e göre, kültür endüstrisi; film, müzik (caz/pop), tv, radyo,
diziler, magazin, çizgi roman gibi kitlesel tüketime göre hazırlanmış eğlence ürünlerinden
oluşur. Kültür endüstrisi, kitlelerin boş vakitlerini eğlenceli kılmak, her şeyin yolunda
gittiği yanılsaması yaratarak, dizgeyle uyumcu bir bütünleşiklik hali meydana getirmek
üzere faaliyet gösterir. Kültür endüstrisi, kültürel üretimin tecimsel/ standart/ kolay
tüketilebilir tarzda hazırlanarak kitle tüketimine açılmasını sağlar. (Rojeck, 1995: 17).
Boş zamanın içeriklendirilmesine ilişkin farklı kuramsal yaklaşımlardan söz
edilebilir. Örneğin, bir yandan, boş zamanın çalışmanın bir ürünü, onun tamamlayıcısı
ve çalışmaya bağımlı bir zaman dilimi olduğu bundan dolayı da bağımsız bir serbest
zaman teorisinin düşünülemeyeceğini ancak genel bir çalışma teorisi içinde varlığının
makul görülebileceğini savunan “anakronistik çalışma” teorisine karşılık, bir boş zaman
uygarlığından sözeden, “çalışmanın sonunun geldiğini” ileri süren, üretim, emek ve işçi
sınıfı gibi kavramların önceligini yadsıyan ütopik yaklaşımlar bulunmaktadır (Argın,
l992:30).
Marxist kuram için boş zaman, toplumun temel bir sorunsalını oluşturmak yerine daha
çok alt yapısal sorunların çözümü ile gerçeklik kazanacak bir boyutunu içerir. Çalışmaya
yönelik sorunların aşılması dolaylı olarak bağımlı sınıfın lehine sonuçlanacaktır. Marx’a
göre, “artı-emek yaratmak için gerekli emek-zamanı azaltmak değil, toplumun gerekli
emeğini belirli bir asgari dereceye düşürmek söz konusudur artık. Bu azalmanın dolaylı
sonucuysa, toplumun tüm üyelerinin, herkese tanınmış olan boş zaman ve olanaklar
sayesinde, sanat, bilim vb. alanlardaki eğitimlerini geliştirebilmeleridir” (Marx,1997:
26).
Marx, boş vakti insan gelişiminin alanı olarak görür. Ona göre, “boş zamanı olmayan,
tüm yaşamı uyku, yemek ve benzeri şeylerin getirdiği fiziksel kesintiler dışında kapitalist
için çalışmakla geçen kişi, yük hayvanından bile aşağıdır. Kendi dışına yönelik zenginlik
üreten bir makinedir yalnızca” (Marx, 1997: 27).
Lafargue’ın “Tembellik Hakkı” (1883) adlı eserinde çalışma denilen çılgınlığa karşı
insanoğlunun karşı koyması gerektiğini savunur. Çalışmanın tümüyle yadsınması yerine
herkesin çalışmasını, buna karşın çalışma sürelerinin günde en fazla 3 saatle sınırlı
tutulmasını önerir. Geriye kalan zaman ise, insanların yaratıcı etkinliklerde bulunmaları
için serbest bırakılmalı, baskıcı ve müdahaleci etkilerden arındırılmalıdır.
Burjuvazinin ancak çalışanın yaşamaya hakkı olduğu şeklindeki “çalışma hakkı”
prensibine karşı koyan Lafargue, “Tembellik Hakkı” adı altında “boş zaman hakkı’nı
savunur.
Lafargue’nun temel amacı bireyin fiziksel ve zihinsel potansiyelini başkası için
tüketmesi yerine kendine özgü yaratıcılıklarını sergileyebilecekleri faaliyetler içine
girmek suretiyle bilinçleri üzerinde denetimi ortadan kaldırmak ve bireyin kendisini
ikamesine olanak tanımaktır (Lafargue, 1999).
344
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Çalışmamızın temelini oluşturacak olan yaklaşım ise Veblen’in “Aylak Sınıf
Kuramıdır.”Boş zamana ilk kez sistematik şekilde yaklaşan Veblen, “Aylak Sınıfın
Kuramı” adlı eserinde boş zamanı varlıklı sınıfın kendini sunum alanı, boş zaman
etkinliklerini de bir tüketim metası olarak görür. Soruna, “gösterişçi tüketim” olgusu
açısından yaklaşan Veblen, modern toplumda her şey gibi boş zaman eylemlerine
katılımın da nesneleştiği, alınır satılır hale geldiğini ve tüketim toplumunun ilkelerince
belirlendiğini ifade eder. Veblen’e göre egemen/aylak sınıfın malları emek verilerek elde
edilmemiştir; “şiddet ve hile” ile kazanılmıştır. Gösteriş için tüketim zenginlerin boş
yaşam tarzının belirticisidir (Veblen, l995: 68-87).
Veblen, gelişmiş endüstriyel toplumlarda, lüksün, ihtiyaç dışı tüketimin bireyin
kendisini gösterişçi/kıskandırıcı tatmin isteğinin bir sunumlama yolu olarak öne
çıktığını belirtir. Bunun için de, tüketmek, normal bir tavır olmaktan çıkarak, çılgınca
yapılan, bireyin yeni imgeler, statüler, saygınlık göstergeleri edindiği, bunu başkalarını
kıskandırma içgüdüsüyle yaptığı bir eyleme dönüşmüş olmaktadır.(Aytaç 2002: 231260).
2. Boş Zaman Etkınlığı Ve Tüketım Olgusu
Boş zamanı değerlendirme pratiklerinden “ciddi boş zaman” enformasyonun, çeşitli
kabiliyetlerin, sistemli ve disiplinli kazanımına dayanan amatör hobiler ya da parasız
hizmet aktivitelerini içermektedir. Hayat boyunca bu aktivitelerin, programlı başarı
değerlendirmelerini içerecek şekilde kariyer olarak düzenlenmesi söz konusudur. Ciddi
boş zaman etkinliğinde gönüllü olarak seçilmiş aktiviteye karşı güçlü bir özdeşim vardır.
“Geçici boş zaman” ise, içten gelen ödül, haz ya da fırsatçılık arayışlarıyla başlanan
amatör gönüllü aktivitelerdir. Sistematik ve disiplinli örgütlenmeler içermez; katılım,
programlanmış bir kariyer kavramına bağlı değildir. Gönüllü zaman bütçeleme
kaynaklarının dağılımını, “anlık memnuniyeti” belirler. Gönüllü seçilmiş aktivite alanı
ile özdeşim, stratejik ya da tesadüfî olabilir. (Rojek, 2005, s. 178)
Gerek ciddi gerekse geçici boş zaman etkinliklerinin sürdürüldüğü boş zaman coğrafyası
rasyonel bir araç, yatırım, kaynak ve idari kararlar için düzenleyici mekanizma olma
işlevini üstlenmiştir. Boş zaman mekânlarda oluşur, üretilir ve tüketilir. Bu mekânlar
materyal ve somut yerler olabilir. Fakat boş zaman coğrafyaları metaforik hatta hayali
de olabilir. Hayali mekânlar, sadece sanal yerlerde değil; aynı zamanda tüketicinin
hayalinde de (Crouch, 2006, s. 125-127) yer alabilir.
Mekânları deneyimleme süreçleri ise, günlük yaşam organizasyonunun önemli bir
parçası haline gelmiş “tüketim odaklı bir yaşamın (Van der Poel, 2006, s. 102) çeşitli
görünümlerine sahiptir. Hatta bireylerin, tüketici olarak eylemleri ve tüketim odaklı
yaşantıları, günümüzde bireyleri topluma bağlayan bir unsur (Warde 2005, s. 54) olarak
belirginleşir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
345
Boş zamanın değerlendirilmesi yönünde oldukça etkili olan tüketim birçok amacı
ve eğilimi içerir, çok yönlü bir belirleyicidir. Bu bağlamda toplumları değiştirir ve
dönüştürür. Bireylerin biyolojik gereksinimlerini ticari ve siyasi sermayeye dönüştürür.
Tüketim olgusu, daha çok “boş zaman” üzerinden dönüşmektedir. Yaşanılan bu süreç,
boş zaman etkinliğini, bireylerin kendi özerk temsiliyetinden çıkarmaktadır. Boş zaman
etkinliğini değerlendirme pratiklerinin giderek tüketimci bir niteliğe bürünmesi ise, (Kart
2014) kapitalist yapının emek karşılığında verdiği ücreti geri alma ve ürettiği ürünleri
daha çok boş zamanda tüketime sunma amacından kaynaklanmaktadır.
Yaşadığımız çağda boş zaman etkinliklerinin tüketim kültürüne bürünmesi (Aytaç,
2006) ve bu boş zaman etkinliklerinin geldiği noktada tüketim kültürü ile ilişkilendirilmesi
(Rojek, 2005, s. 109) yeni bir etkileşimi, kültürü, kaynaşmayı, bu bağlamda yeni bir
toplumu ortaya çıkarmıştır. Bu toplum tüketim toplumudur. Jean Baudrillard’a göre
gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı tüketim
toplumunda birey, tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal
bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. İnsan bu süreçte bir yandan kendini toplumsal
olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla
bütünleşir. Dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüşür. İnsani ilişkiler
yerini maddelerle ilişkiye bırakır. Artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir.
Günümüzde dönüşümünü hızlandıran toplumsallık biçimi boş zaman etkinliklerini
değerlendirme pratiklerini ve tecrübelerini ortaya koyma açısından yapılan analizin
önemini artırmaktadır. (Kart, 2014)
Boş zaman etkinliğinin literatürel olarak incelenmesinde karşımıza çıkan bir diğer
referans noktası ise din ve ideolojilerdir. Örneğin protestan mezhebinin temelini oluşturan
Püritanizm ahlakına göre boş zaman “başıboşluk” ve “israf” zamanı olarak görülmüştür.
Püritanizm, aylaklığı, hedonizmi, harcamayı, başıboşluğu günah olarak nitelendirmiştir.
Çalışmaya, tasarrufa, çileciliğe, hazzı ertelemeye kutsiyet atfederek sermaye oluşumunu
teşvik etmiştir. Avrupa’da ve devamında Amerika’da ticaretin ilerlemesinin baş faktörü
Püriteryan ahlak olmuştur.
İslam’a göre ise “Zaman” lügat açısından “uzun veya kısa vakit” anlamına gelir.
Kur’an, zaman yerine daha çok vakit kelimesini tercih eder ve kullanır. Bu kelime lugat
yönüyle “bir iş için belirlenen zamanın nihayeti ”demektir. Kur’an-ı Kerim’de zamanla
alakalı gün, hafta, yıl, asır, vakit, saat kelimeleri bir fert için hangisi daha önemli ise
önem miktarı o kadar tekrar edilmiştir.
Fert için en ehemmiyetli gün olduğundan Kur’an’da en çok zikredilen “Yevm” yani
“Gün” kelimesidir ki 475 defa zikredilmektedir. Kur’an-ı Kerim ilk sayfalarından
itibaren, en son sayfalarına kadar, hiç fasıla vermeden, okuyucusuna zaman mefhumunu
hatırlatmaktadır. Hadisi şeriflerde boş zaman anlatılır. Hazreti Muhammed Mustafa
(Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hadislerinde der ki “İki şey vardır, insanların çoğu onun
346
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit” “Dünya hayatı bir anlık zamandan ibarettir. O
halde onu Allah yolunda geçiriniz.” “Hz Muhammed (SAV) mescide giderken bir adamın
boş oturduğunu ve hiçbir şey yapmadığını görür, kendisine selam vermez; döndüğünde
yeri eşelediğini görür ve selam verir.” Her şey imanda düğümlenmektedir. Bu sebeple,
İslam dini kuru iman ve tatbikatı olmayan ilme itibar etmemiştir. Tatbikatı olmayan ilme
“faydasız ilim” demiştir. (Canan 1988: 179)
3. Yeni Medya
İnternet, uydu kanalları ve diğer araçlarla dünyayı daraltan, siyasi sınırların ötesine
geçerek dünyayı birbirinden haberdar hale getiren küreselleşmeyle birlikte iletişim
teknolojileri de gelişerek geleneksel medya yapılanmalarında büyük değişimler meydana
getirmiştir. “Yeni” olarak adlandırılan iletişim teknolojilerine bağlı olarak yeni medya
politikaları da şekillenmeye başlamış ve insanlara istediklerine erişebilme, istediklerini
paylaşabilme imkânı sağlayan bir medya ortamı doğmuştur. Etkileşim ve sanallık
üzerine kurulu olan yeni medya zaman ve mekân kısıtlamaları olmayan yeni bir alan
olarak karşımıza çıkmaktadır.
İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte mobil iletişim, internet tabanlı medya
ve sosyal ağlar gibi yeni medya araçları ortaya çıkmıştır. Yeni iletişim teknolojilerinin
sunduğu yenilikler ve muazzam imkânlarla haber ve gazetecilik de bir dönüşüme
uğramıştır. Yeni medya teknolojilerinin kullanımına dönük gelişen medyanın henüz
emeklemekte olduğunu söyleyebiliriz. En yaygın kullanım alanı olarak görülen
internet gazeteciliğinin yanı sıra sosyal ağlar (google, facebook, twitter, e-book v.b.)
ile yine diğerlerine göre çok daha yeni fakat hızla yaygınlaşmaya başlayan -televizyon
haberciliğinde son zamanlarda önemli ölçüde kullanılmakta olduğunu gördüğümüz- 3G
teknolojisi ön plana çıkmaktadır. (Yurdigül: 2012)
Çağımızın iletişim aracı olan yeni medya, özelde internet, sosyolojik ve ekonomik
koşulların şartlarını, geleneksel medya araçlarından daha fazla hissettirmektedir. Yerel
ve küresel ölçekte, ekonomik, sosyal ve kültürel karşılıklı etkileşimi hızlandırarak,
herhangi bir toplumsal gelişmenin, aynı zaman dilimi içinde, toplumların büyük bir
bölümünde etkili olmasını sağlamaktadır. Yaşamın tüm alanlarında, zaman ve mekâna
ilişkin sınırlamaların anlamsız hale gelmesi, bireyler üzerinde benzer etkiler yaratmakta;
benzer tepkilerin geliştirilmesine neden olmaktadır.
Özellikle internet, dünya üzerinde tüketime sunulabilecek her şeyin görünürlük
kazanmasında etkin bir araç konumundadır. Çoklu tüketimin bir mekânı olarak internet,
tüketimi giderek bireyselleştirme, özelleştirme ve farklılaştırma temelinde yeniden
üretmektedir. Bir taraftan “beğenilerin küreselleştirilmesi” (Kumar, 2010, s. 79) diğer
taraftan, “farklılaştırma”, “bireyselleştirme” ve “başkalaştırma” söylemleri bağlamında
dönüştürülen ve yeniden üretilen söz konusu mekânlar, günümüzün sosyo-ekonomik
ve kültürel düzeneğin her boyutunda yaşanılan gelişmelerle kurduğu ilişki temelinde,
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
347
boş zamanın ekonomik içeriğini, organizasyonunu ve bileşenlerini belirlemektedir. Boş
zaman giderek bir piyasa alanı olmaktadır. (Aytaç: 2006, s. 66)
İnternet kullanıcıları, “eş zamanlı” olarak ev ortamındayken, sanal da olsa, bölgesel,
ulusal ve ulus ötesi mekânlarla ilişki ve etkileşim kurabilmektedir. Sosyal hayatın
içindeyken de yine “eşzamanlı” olarak, hem internette hem sosyal ilişkisi içinde
olabilmektedir. Örneğin, bir birey, arkadaşlarıyla kafede otururken, o kafede oturduğuna
ilişkin bir paylaşımı diğerlerine sunabilmektedir. Aynı zamanda sunduğu paylaşıma
yönelik gelen tepkileri ölçebilmekte, hesaplayabilmekte ve ona göre bir strateji
belirleyebilmektedir. (Kart, 2014)
4. Yenı Medya Kımlıklerı
Kitle iletişim araçlarının insanlığı taşıdığı son nokta olan yeni iletişim araçları ile
birlikte gözetim toplumu (voyörizm) ve beğenilme kaygısı güden (Look) toplumu ortaya
çıkmıştır.
Voyörizm kavramı, başkasını gizlice izlemekten alınan hazzı ifade etmektedir. Aynı
zamanda “dikizcilik” de diyebiliriz. (Köse - ‎2008)
Başta gençler olmak üzere büyük bir kitle boş zamanını yeni medya araçlarını
kullanarak harcamaktadır. Bu bağlamda; ticaret, teknoloji, sinema, yemek, oyun,
sohbet, siyaset, sanat gibi birçok alan yeni medyaya taşınmıştır. Bu süreçle birlikte
yeni bir kimlik, yeni bir kültür oluşmuştur. Bu değişim ve dönüşüm neticesinde ihtiyaç
olmayan metalar bireyin zihninde algı oluşturularak ihtiyaçmış gibi gösterilmiştir. Yüz
yüze iletişimin yerini sanal iletişim almıştır. Homojenlik kasaba ve kentlerden tüm
evrene ulaşmıştır. Aynı giysiler, aynı yemekler, aynı müzikler dünyanın her tarafında
tüketilmeye başlanmıştır.
4.1. Voyörizm ve Look Olmak/Kalmak
Bireyler internetten yaptığı alışveriş neticesinde takibe alınmıştır. Açtıkları her sayfada
ilgili olduğu ürünler reklam banneri olarak belirmiştir. Sosyal medyada paylaşılan
kimlik bilgileri listelenerek birçok ticari kuruma satılmış, bireylerin kimlik bilgilerine
ve ilgililik bağlamındaki çeşitli seçimlerine ulaşan kurumlar tüketimi artırmak için bu
potansiyeli kullanmıştır.
Beğenilme kaygısıyla yaşayan Look toplumu; yediği yemeği, satın aldığı yeni elbiseyi,
cihazı, gezi yaptığı bölgeyi veya bireysel hayatındaki yeni bir gelişmeyi sosyal medyada
paylaşma gereği duymuştur. Paylaşımın sosyal medyada kalma süresi yapılan beğeniyle
eş değerde olmuştur. Az like alan bir fotoğraf kullanıcı tarafından genelde kaldırılmıştır.
348
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
4.2. Sahte Kahramancılık
Boş zaman etkinliği bağlamında yeni medya araçlarında tüketilen ilginçlik ve absürtlük
olumsuz kahramanları ortaya çıkarmada etkili olmuştur. Olumsuz kahramanların diğer
kullanıcılar tarafından rağbet görmesi bu kahramanların sayısını artırmıştır. Tutarsız
üslupları ile popüler olan olumsuz kahramanların iletileri yeni bir söylem oluşturmuştur.
Bu bağlamda sosyal medyadaki takipçiler kahramanın dili ile espri yapmaya başlamıştır
(Şekil.1).
5. Sonuç
Bireyin diyalektik sürecinde boş zaman etkinliği yaşanılan çağın ekonomik, sosyal
ve kültürel olanaklarına göre şekil almıştır. Dinlenme zamanı olan boş zaman etkinliği
sanayileşme sonrası kitle iletişim araçlarının da gelişmesi ile birlikte toplumları değişim
içine sokmuştur. Dinlenmenin yerini tüketim almıştır. Kapitalist üretim boş zamanı
tüketimin doruklara ulaştığı büyük bir fırsata çevirmiştir. Bu bağlamda yeni beklentiler,
gereksinimler, algılar, tercihler, eğilimler... Her şey değişime uğramıştır. Değişimden
en çok etkilenenler gençler olmuştur. Artık tüketim ihtiyaca göre değil, modaya ve
beğenilme kaygısına göre şekillenmiştir. Bu süreçle birlikte boş zaman etkinliği kapitalist
sermayenin ürettiği fazla malın tüketimini yapacak bir toplum olmuştur.
Küresel sermaye internet vasıtasıyla kar amaçlı organizasyonların temelini oluştururken
diğer taraftan da, istediği bağlamda bir birey inşa etmiştir. Günümüzde, enformasyon
teknolojisi alanındaki devrimsel gelişmeleri yorumlayan Kumar’a (2010, s. 187-188)
göre, en dolaysız ve dramatik etki, iş ve üretim alanından ziyade, boş zaman kullanımı
ve tüketim alanında kendini göstermiştir. Bütün büyük iş dünyasının çıkarlarınca
yönlendirilen enformasyon teknolojisi, git gide “ev-temelli tüketim”in hizmetine
sokulmuş ve bunun en bariz örneği ise, “eğlence” olmuştur. Yine Kumar (2010, s. 188),
“dışarı çıkmanın” yerini “evde oturma” almıştır, şeklinde belirterek, yeni bir toplumsal
ilişki düzleminin gelişimine dikkat çekmiştir.
Yeni iletişim araçlarının ortaya çıkması ile birlikte boş zaman tüketimi yeni kimlikler
ve yeni kültürler üretmiştir. Bu yeni kimlik ve kültürleri oluşturan ana unsurlardan biri
beğenilme kaygısı güden look tolumu olmuştur. Bu süreç problemlerini de birlikte
getirmiştir. Bireyler, gereksinim ve ihtiyaçlar yerine beğeni kapsamlı, markaya, modaya
ve yeni mitlerin öncüllük yaptığı kapsama göre tüketim yapmaya başlamıştır. yüz yüze
yapılan iletişimin yerini sanal iletişim almıştır.
Genç bireyler emeğe daha çok yabancılaşmıştır. Yer bildirimleri ve özel paylaşımlar
gözetim olgusunu güçlendirmiştir. Bireylerin bütün bilgileri açık ve net bir şekilde
gözetlenebilir hale gelmiştir. Beğenilme kaygısı internette fenomen olan absürt içeriğin
öncüllük ettiği olumsuz kahramanları popüler yapmıştır. Sosyal medya kullanıcıları
absürt söylemlerden yeni bir dil üretmiş ve bu dili sanal platformdan toplumsal hayata
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
349
taşımışlardır. Neticede yeni medya boş zaman tüketimi bağlamında hızla değişen ve
dönüşen yeni bir nesil oluşturmaya başlamıştır.
Şekil.1
350
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. Aralık (2012) Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi Sayı 18 ISSN 1304 3846
2. Aytaç Ö. (2006). “Boş Zamanın Değişen Yüzü: Yaşam Deneyimleri ve Kimlik İnşası”,
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, sayı:15, İzmir: 57-90
3. Crouch D. (2006). “Geographies of Leisure”, A Handbook of Leisure Studies(içinde),
Chris Rojek, Susan M. Shaw ve A. J. Veal (ed.), Palgrave Macmillan: 125-139.
4. Elif K. (2014) Boş Zamanın Çoklu Tüketim Mekânı Olarak İnternet Ve Yeni Yaşam
Tarzlarının İnşası
5. Sinem G. (2011) Jean Baudrillard ve Tüketim Toplumu
6. Held, D. (1989), Political Theory and The Modern State, Polity Press.
7. Hibbins R. (1996). “Global Leisure”, Social Alternatives, vol 15, No 1:22-25.
8. Hüseyin K. (2008) İnternette “Açık” ve Demokratik Yayıncılık: “Sanal Ortam
Günlükleri” ve “Wiki”ler
9. Kumar K. (2010). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma: Çağdaş
Dünyanın Yeni Kuramları, Mehmet Küçük (çev.), Ankara: Dost Kitabevi
10. Rojek C. (2005). Leisure Theory: Principles and Practices, Palgrave Macmillan.
11. Rojek C. (2006). “Identity”, A Handbook of Leisure Studies (içinde), Chris Rojek,
Susan M. Shaw ve A. J. Veal (Ed.)., Palgrave Macmillan: 475-491.
12. Topçuoğlu N. (1996). Basında Reklam ve Tüketim Olgusu, Ankara: Vadi Yay
13. İbrahim C. (1988) İslamda Zaman Tanzimi
14. İbrahim K. (2007) Yüksek Öğretim Gençliğinin Boş Zaman Etkinlikleri: Ksü Örneği
15. İbrahim T. Salih G. Rengim S. Türkiyat Araştirmalari Dergisi • 301 Boş Zaman
Aktivitelerinin Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Medyada Temsili-(Harvey, 1999: 23),
(Talimciler,2006:175)
16. Ömer A. (2002) Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 12, Sayı: 1, Sayfa:
231-260, Elazığ- Boş Zaman Üzerine Kuramsal Yaklaşımlar. (Argın, l992:30),
(Marx,1997: 26).
17. Van der P. H. (2006). “Sociology and Cultural Studies”, A Handbook of Leisure
Studies(içinde), Chris Rojek, Susan M. Shaw ve A. J. Veal (Ed.), Palgrave Macmillan:
93-108.
18. Yusuf Y. (2012) Yeni Medyada Haber Dili (Ayşe Paşalı Olayı Üzerinden Geleneksel
Medya Ve İnternet Haberciliği Karşılaştırması)
19. Warde A. (2005). “Consumers, İdentity and Belonging Reflections on Some Theses
Ofzygmunt Bauman”, The Authority of the Consumer (içinde), Russell Keat, Nigel
20. Whiteley and Nicholas Abercrombie (ed.), Routledge, London and New York: 53-68
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
351
352
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KURUMLARDA KRİZ YÖNETİMİ VE KRİZ YÖNETİMİNDE
“İÇ DENETİMİN” ÖNEMİ
Dzheylyan Y. HALIL (Ceylan HALIL)1
Özet
Küreselleşmeyle beraber, ülkeler arasındaki ticari sınırlar ortadan kalkmaya başlamıştır.
Bu durum, işletmelerin hem ulusal rakipleriyle hem de uluslararası rakipleriyle sürekli
rekabet içinde olmalarına zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla işletmeler günümüzde daha
sıkı ve zorlu bir rekabet ortamı içinde gelişimlerini ve devamlılıklarını sürdürmek
zorundadırlar. İşletmelerin başarılı olmaları için küresel rekabet stratejilerini etkin
bir şekilde kullanabilmelerinin yanı sıra krizlerle de mücadele etmek zorundadırlar.
Krizler bir yandan kurumların varlıklarını ve örgütsel kaynaklarını tehdit etmekte iken
diğer yandan da kurumun ilişkili olduğu alanlara da yayılmakta ve önüne geçilmesi
zorlaşmaktadır.
Günümüzde henüz pek fazla yaygın olmayan; ancak büyük kurumlar tarafından
uygulanan “iç denetim” faaliyetleri sayesinde kurumlar krizleri daha kolay çözümlemekte
ve bazen de engellemektedirler. İç denetim uygulaması kurumun iç kontrol, risk tespiti
ve mevcut durum değerlendirmesini yapmakta ve kurumun karşılaşabileceği iç ve dış
tehlikeleri ortaya koymaktadır. Bir nevi kurumların eksik yanlarını tamamlayan ve
koruyan bir mekanizması bulunmaktadır.
Bu çalışmanın amacı kurumlar için iç denetimin önem ve gerekliliğini ortaya koymaktır.
Sadece kriz dönemlerinde değil; günlük hayatta rutin faaliyetlerin sürdürüldüğü dönemde
de iç denetim kavramı gereklidir, çünkü kurumlar için yol gösterici danışma hizmeti
sunmaktadır.
Kriz kavramı beklenmedik bir anda kurumun üst düzey hedeflerini etkileyen ve kuruma
zarar veren bir durumdur. Bu çalışmada krize sebep olan kaynaklar; kriz yönetim araçları
ve iç denetim standartları irdelenmiştir. İç denetim uygulaması esnasında ele alınması
gereken ilkelere ve kurallara yer verilmiştir.
Kurumlara gerek kriz esnasında gerek ise normal faaliyet alanında iç denetim
olgusunun sağladığı faydalar ele alınmıştır ve iç denetimin fonksiyonları ile kurumlara
katkıları ortaya konulmuştur.. Krizleri çözme ve engelleme potansiyeli olan “ iç denetim”
kurumlar için adeta can kurtarıcı ve faaliyetlerini daha verimli ve etkin sürdürmeleri için
ne kadar gerekli olduğu vurgulanmıştır.
İç denetimin kurumlara etkisini göstermek adına günümüzde uygulama ve uygulamama
sonuncunda kurumların karşılaştığı durumlar incelenmiş; kriz esnasında ve öncesinde
uygulanan iç denetim faaliyeti sonucunda krizden kurtulan ve iç denetimin bir kriz
engelleme aracı olduğunu bize gösteren “TOYOTA” örneği ele alınmıştır. Konuyla ilgili
gerekli literatür taraması ardından konu bağlamında vaka çözümlemesi yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kriz; Kriz Yönetimi; Kriz İletişimi; İç Denetim; İç Denetim
Standartları
1 Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi,
E-mail: [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
353
AN İMPORTANCE OF CRİSİS MANAGAMENT AND “İNTERNAL
AUDİT” İN CRİSİS MANAGAMENT İN THE İNSTİTUTİONS
Abstract
Along with globalization, trade barriers between the countries began to disappear. In this
case, businesses have been laying the groundwork for being in constant competition with
both national competitors with its international competitors. Therefore, enterprises must
maintain their current more stringent and development and continuity in a challenging
competitive environment. Being able to use strategies to succeed in global competition,
businesses must deal effectively with the crisis as well. While on the one hand, the crisis
threatens the existence of institutions and organizational resources are associated with
the spread to areas where it is difficult to prevent the institutions and on the other hand.
Today, not so uncommon; but it applied by large institutions “internal audit” activities
of institutions to resolve the crisis through more easily and are sometimes blocked.
Internal audit practices of the entity’s internal control, risk assessment and to evaluate
the current situation and reveals the institution may face internal and external dangers.
There is a mechanism of some sort of institution as missing complementary and efficient.
The aim of this study is to show the importance and necessity of internal audit for
the institution. Not just in times of crisis; the period in which it is necessary to continue
the routine activities of daily life, the concept of internal control, because they offer
guidance counseling services for institutions.
To show the impact on the organization and implementation of internal audit to today
examined the situation faced by the latter institution; survived the crisis and during the
crisis as a result of internal audit activities performed before and showing us that there
is a crisis prevention instrument’s internal audit “TOYOTA” sample has been analyzed.
In the context of the following topics essential literature on the subject of case studies
will be conducted.
Keywords: Crisis; Crisis management; Crisis Communication; Internal Audit; Internal
Audit Standards
Giriş
354
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Küresel rekabet içinde sürekli büyüme ve gelişmeyi hedefleyen şirketlerin, kontrol,
denetim ve risk yönetimine öncelik vermeleri gerekmektedir. Sermaye ve kardan çok
itibar ve sürdürebilirlik kavramlarına önem veren kurumlar günümüz koşullarında sürekli
olarak tehlike ve krizlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu önlemek adına kurumsal
kaynaklarının ve yönetim stratejilerinin eksiksiz olması gerekmektedir. Ancak bunun tam
tespiti yapılması için tarafsız be bağımsız bir iç denetim hizmeti almaları gerekmektedir.
Bu sayede hem kurumlarına değer katabilirler hem de karşılaşabilecekleri tehlikelerin
risk tespitini görmüş olacaklardır.
Bu çalışmada kurumlar için iç denetimin rolü ve etkisi açıklanmaya çalışılmaktadır.
Bu nedenle birinci bölümde kurumların karşı karşıya kaldıkları kriz kavramının tanımı;
krize sebep olan kaynaklar ve iç denetimi kavramsal anlamı ele alınmaktadır. İç denetçiler
ve denetim için belirlene standart ve kurallara da yer verilerek iç denetimin objektifliği
vurgulanmaktadır.
İkinci bölümde iç denetim olgusunun kurumlara gerek kriz esnasında gerek ise
rutin faaliyetlerini sürdürürken sağladığı faydalar ve fonksiyonları ele alınmaktadır.
Kurumlara hem mevcut durum analizi yani “iç kontrol” hem de ileriye dönük “risk
tespiti” danışmanlığını sunmaktadır. Bu kavramlar ve ilintiler sayesinde kurumlar için iç
denetimin olgusunun ne kadar gerekli ve elzem olduğu vurgulanmaktadır.
Çalışmanın son bölümünde kurumlar üzerinde daha etkili ve inandırıcı olması
açısından iç denetimin uygulandığı ve uygulanmadığı zaman kurumların karşı karşıya
geldikleri durumlar ele alınmıştır.
İç denetim sayesinde bir krizi engelleyen ve itibarını yükselten kurum olarak TOYOTA
ele alınmakta ve vaka analizi yapılmaktadır.
Kriz Yönetimi Ve İç Denetim Kavramlarının Tanımı
1- Kavramsal Giriş
I. Kriz Yönetimi
1.1. “Kriz” Kavramının Anlamı
Çevresel koşulların sıkça değiştiği, teknolojilerin ilerlediği ve küreselleşmenin hakim
olduğu bir ortamda örgütler yaşamları boyunca tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır.
Yaşam ve faaliyetlerini etkileyen bu tehditler birer kriz olarak kurumlarda işlemektedir.
Kriz kavramı Yunanca “crisis” kelimesinden dilimize gelmektedir ve Türkçe “buhran”,
“bunalım” olarak karşılık bulmaktadır.
Kriz, kurumların üst düzey hedeflerini etkileyen, beklenmedik ve zamansız olarak
meydana gelen, acil müdahale edilmesi gereken bir durumdur (Güçdemir:2012, 108).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
355
Kurumun rutin faaliyetlerini bozar ve örgütün kaynaklarını ve örgütsel yaşamını tehdit
etmektedir. En genel anlamıyla kriz, kurumların yaşamlarını ve amaçlarını doğrudan
etkileyen, ivedilikle cevap verilmesi ve kontrol altına alınması gereken bir kavramdır
Genellikle krizler kurumların yetersiz kalan ve denetleyemediği iç ve dış kaynaklardan
dolayı meydana gelmektedir(Sumer ve Pernsteiner: 2009, 6).
Örgütsel anlamda kriz, örgütün amaçlarını ve varlığını tehdit eden, örgütün risk önleyici
önlemlerini yetersiz kılabilecek nitelikte, örgütün ani tepkisini gerektiren beklenmedik
ve hızlı değişikliklerin söz konusu olduğu, planlama ve karar mekanizmalarını olumsuz
biçimde etkileyen, gerilimli bir durum olarak değerlendirilmektedir.
1.2. Krize Neden Olan Kaynaklar
Kurumlarda krize neden olan kaynaklar başlıca ikiye ayrılmaktadır. Bunlar örgüt
içi ve örgüt dışı faktörlerdir (Sumer ve Pernsteiner: 2009, 6). Örgüt dışı faktörler
grubuna çevresel değişiklikler, devlet politikasındaki değişiklikler, teknoloji alanındaki
gelişmeler, ekonomik krizler, doğal afetler gibi dışsal faktörler yer almaktadır. Örneğin
bir deprem veya da ekonomik bir kriz kurum dışı kaynaklardan dolayı meydana gelmiştir
ve yönetilmesi ve kontrol altına alınmadı daha zordur. Yani kurumun kontrolü dışında
gelişen kriz faktörüdür ve bu gibi durumlarda müdahaleler sınırlıdır. Bu tip krizlerde
birçok sektör etkilenmektedir ve genel bir kriz olarak adlandırılmaktadır.
Krize neden olan örgüt içi faktörler olarak yöneticinin eksikliği ve yönetim açısından
yetersiz kalması, satışların azalması ve kurumun karlılığının düşüşü, kurum içindeki
çalışanlar arasında çatışma, uygun planlamayı yapamama vb. örgüt içi faktörlerdir.
Bu tip krizler örgütsel faaliyetler sonucu meydana gelmektedir ve müdahale edilebilir
krizlerdir.
1.3. Kurumlarda Kriz Yönetimi
İşletmeler günümüzde, geçmişte işlediklerinden daha az sosyal suç işlemektedirler.
Hatta, kazalardan ve felaketlerden korunma konusunda daha başarılıdırlar. İşletmeler,
ürün güvenliği ve üründen beklenen ahlaki standartlar konusunda daha bilinçli ve bilgili
hale gelmektedirler. Buna rağmen devamlılıklarını tehdit edebilecek kriz durumlarıyla
karşılaştıkları görülmektedir. Kriz yönetimi kavramı kurumlar açısından bir karar
alma aşamasıdır. Kurum içinde başlayan krizleri analiz ederek krizden kurtulma ve
kriz ile mücadele amaçlamaktadır(Akım:2010, 30). Denetlenemeyen ve kurumun
kontrolü dışında meydana gelen krizlerin ele alınması ve kuruma en az zarar vermesi
amaçlanmaktadır. Kriz dönemlerinde kurumlar normal dönemlerdeki kadar seri iş alma
ve karar verme potansiyeline sahip değildirler. Bu nedenle kriz yönetimi sürecinde
kurum farklı strateji ve politikalar uygulamak durumundadır.
356
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.4. Temel Kriz Yönetim Aracı: Kriz İletişim
Kriz yönetiminin temel aracı kriz iletişimidir. Doğru zamanda, etkili bir kriz iletişimi
ile kurumlar krizlerden daha başarılı bir şekilde arınmaktadırlar. Kriz dönemlerinde
kurumlarda uygulanan geleneksel uygulamalar ne yazık ki yetersiz kalmaktadır. Bu
süreçte kurum medya ile sıkı ilişkiler kurarak doğru bir iletişim kurmalıdır. Gerek kamu,
gerek paydaşlar gerekse medya mensupları kriz dönemlerinde kurumlardan şeffaf ve
doğru bilgiler almayı beklemektedirler (Mengü:2013, 52). Bu nedenle kurumun başlıca
görevi bu sorumluluğun farkına vararak doğru bir kriz iletişim stratejisi uygulamaktır.
Krizler kurumların sadece maddi kaynaklarını tehdit etmez; aynı zamanda piyasadaki
güçlerini, kurum itibarlarını ve hedef kitledeki algılarını zedelemektedir.
Çoğu kurum yanlış bir kriz iletişim nedeniyle kriz içinde kriz yaşamaktadırlar.
Sorumluluklarını üstlenmekten kaçmakta; zaman konusunda gecikmekte ve krizi
görmezden gelerek yayılmayacağını düşünmektedirler. Oysa medya ve kamu önünde bir
kriz sözcüsü seçerek ve durumun bir ihmal değil de kontrolleri dışında kalan bir durum
olduğunu belirtseler çok daha başarılı bir kriz yönetim süreci yaşayacaklardır.
Bu tip durumlarda şeffaf ve dürüst olup sorumluluktan kaçmayarak hatayı üstlenmek
kurumlara güç ve itibar katar ve krizi fırsata dönüştürebilmektedir
II. İç Denetim
1.5. İç Denetim Nedir? İç Denetimin Amacı ve Özellikleri
Yönetimin beş temel fonksiyonundan birisi olan denetim örgütlerin başarısı açısından
önemli işlevler üstlenmektedir. Denetim, yönetimin planlama, örgütleme, yöneltme
ve koordinasyon, eşgüdümleme fonksiyonlarından sonra gelmekle birlikte, esas
itibariyle bu dört fonksiyonun birleşmesi sonucunda meydana gelen çıktı üzerinde bir
değerlendirme yapılması ve yeni stratejilerin, politikaların ve hatta yeni bir yönetim
felsefesinin belirlenmesi açısından önemlidir. Hem yönetim faaliyetinin geribildirimini
sağlayan, hem de mevcut örgüt yapısının dinamik bir yapıya kavuşmasına katkı sağlayan
önemli bir yönetim kontrol aracıdır. Bu bakımdan denetim, yönetimin sorumluluğunda
olan bir yönetim faaliyetidir.
Belirli bir amaç doğrultusunda faaliyet gösteren örgütler/işletmeler, karşı karşıya
bulundukları riskleri en aza indirmek zorundadırlar. Bu bağlamda, ileriye dönük
kararlarda etkili olması için, genellikle geriye dönük mali tablolar üzerinde duran
dış denetimin yanında muhtemel risklerin önüne geçilmesini sağlayacak farklı bir
denetim anlayışı gereklidir. İç denetim, kurumun faaliyetlerine değer katmak ve bunları
geliştirmek amacıyla tasarlanmış bağımsız, nesnel güvence sağlama ve danışmanlık
faaliyetidir (Sumer ve Pernsteiner: 2009, 494-495).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
357
İç denetim süreç odaklı bir faaliyettir birey odaklı değildir. Bütünüyle kurumun
performansını, ekilklerini ve karşılabileceği riskleri saptamak üzere yapılan bir
denetimdir. Kurumların riskler karşısında almaları gerek tedbirleri, bulundukları durumu
ve ilerlemek için gidermeleri gereken eksikleri ortaya koymaktadır.
İç denetim risk esasına dayanmaktadır risklerin tanımını ve derecelendirmesini
yaparak en uygun çözüm önerilerini üst yönetime sunan bir faaliyettir. Bu riskler başlıça:
•
Operasyonel ve finansal bilgiler güvenilmez, yanlış veya eksik olabilir;
•
Operasyonel faaliyetler verimsiz olabilir ve etkin olmayabilir;
•
Varlıklar ve bilgi veya insan gibi finansal ve diğer varlıklar manipüle edilmiş veya
kurumdan çıkartılmış olabilir;
•
Kurum kanunları, yönetmelikleri veya iç politikaları ihlâl edebilir;
•
Etik dışı, yasadışı eylemleri veya uygun olmayan davranışları destekliyor olabilir.
İç denetimin amacı, örgüt varlıklarının her türlü zararlara karşı korunup korunmadığını,
faaliyetlerinin saptanmış politikalarla uyum içinde yürütülüp yürütülmediğini
araştırmaktır.
İç denetimin özelliklerini başlıca sıralayacak olursak bağımsız bir şekilde, kuruma
değer katma, güvence sağlama, risk yönetimi ve yönetişim süreçlerine katkı sağlama,
danışmanlık ve standartlara göre yürütme olarak nitelendirilmektedir (Cengiz:2013,
420). İç denetim faaliyeti, denetlediği faaliyetlerden bağımsız olmalıdır. İç denetim
faaliyeti, görev kapsamının belirlenmesi, görevlerin yerine getirilmesi ve alınan
sonuçların raporlanarak iletilmesi konularında da her türlü müdahaleden uzak olmalıdır.
1.6. İç Denetim Standartları ve Uyulması Gereken Meslek Ahlak Kuralları
İç denetim standartları bağımsız ve objektif bir şekilde her kuruma eşit olarak
uygulanmaktadır. Ülkeler arası fark eden hukuki ve yasal boyutlar çerçevesinde
değişiklikler olsa da ülke çapında her alanda kurumlara uygulanan ve denetlenen
stand artlar aynıdır. Söz konusu standartlar kurumun performanslarını teşvik etme,
değerlendirme ve geliştirme doğrultusunda düzenlenmişlerdir. Standartlar, nitelik,
performans ve uygulama olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.
358
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2- Kriz Yönetiminde “İç Denetimin” Kurumlar Üzerindeki Etkisi Ve
Faydaları
2.1. Kurumun Hedeflerini Gerçekleştirme Açısından İç Denetimin Etkisi
Kurumlardaki mevcut durumu analiz ederek, kurumları gelecek risklere karşı uyarmak
ve kurumsal kaynakları ve hedefleri korumak adına uygulanan iç denetim faaliyeti
kurumlara risk değerlendirmesi, iç kontrol ve kurumsal yönetim hizmeti vermektedir. İç
denetim faaliyetleri kurumların daha sistemli ve disiplinli ilerlemelerine yardımcı olur
ve danışmanlık etmektedir (Sumer ve Pernsteiner: 2009, 500).
2.1.1. İç Kontrol
İç kontrol kuruluşun hedeflerini yerine getirmesi açısından kuruluşun kendi kendiniz
analiz etmesi ve bulunduğu durumu görmesine yardımcı olmaktadır. İç kontrol
sayesinde kurum hedeflerini gerçekleştirmek üzere ihtiyaç duyduğu bütün plan, politika,
prosedür ve uygulamaları kapsayan bir yönetim aracıdır. İç kontrol sistemi ile, işletme
fonksiyonları alt fonksiyonlara ayrılmakta, her fonksiyona farklı kişiler tahsis edilerek
kişilerin birbirlerini kontrol etmeleri sağlanmakta, iyi bir belge, kayıt ve rapor sistemi
ile kişilerin sorumlulukları belirlenmekte, hata ve hile yapmaları önlenmekte, varlıklara
erişim sınırlanarak örgütte kayıplara ve kötü niyetli davranışlara izin verilmemektedir.
Bu yönüyle iç kontrol sistemine, farklı önlemlerden oluşan bir oto kontrol sistemi olarak
bakılabilmektedir. İç control kurum içi etkinlik ve verimliliği, mali raporlama yani
finansal durum ve güvenirliği ölçmektedir. İç kotrol kurumlarda üç temel amacı yerine
getirmektedir. Bunlardan ilgi örgüt içi göredağılımı ve sorumlulukların tanımlanması;
ikincisi etkinliği ve faaliyeletleri ölçümlemlek; üçüncüsü de kurum içi yolsuzluk ve
hilelerin bir kanıtı olarak mali raporlama güvenirliğidir.
Kısaca iç kontrolun temel amacı kurum içi ve kurum dışı kurallara uygunluğunu
değerlendirmek ve güvence sağlamaktır.
İç denetim sayesinde kurumlar üzerinde iç kontrol sistemi uygulanır ve kurumların
karşılaşabileceği tehlikeler tespit olurken bir yandan; bir yandan da kurumun mevcut
durumu ve varmak istediği hedefler doğrultusunda yapması gerekenlerin analizi
yapılmaktadır. İç kontrolü bu durumda kurumlar için bir check- up değerinde olduğunu
ve kurumların kendi analizlerini görme açısından faydalı olduğu söylenebilmektedir.
2.1.2. Risk Yönetimi
Kurumlar sık sık değişen toplumsal koşullara ayak uydurmakta zorlanmakta ve farklı
tehlike ve krizlerle karşı karşıya kalmaktadır. İç denetim kavramı sayesinde kurumlar
karşılaşabilecekleri risk ve tehlikeleri saptama fırsatı bulur ve iyi bir durum analizi
yapmaktadırlar. Risk kavramı kurumlar açısından oldukça ağır bedelleri ve kayıpları
olan bir kavramdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
359
Yaşadığımız dönemde sermayeden çok itibar ve imaj güçlendirmeye yönelik çalışmalar
sürdüren kurumlar karşılaştıkları riskler karşısında verimli bir çalışma yürütemedikleri
takdirde ne yazık ki kurumsal itibarlarını ve örgütsel yaşamlarını tehlikeye atmaktadırlar
(Aslan:2009, 75). İç denetim risk yönetim ile doğrudan bağlantılıdır; çünkü kurumların
dış çevre ve iç çevrede karşılaştıkları veya da karşılaşacakları tehlikeleri saptar ve
nedenlerini inceleyerek telafi yolları göstermeye çalışmaktadır.
İç denetim işletmedeki risk yönetim sistemine ilişkin yaptığı denetim çalışmaları ve
değerlendirmeleri ile bu sistemi etkinleştirmede çok önemli bir role sahiptir. İç denetimin
tespit ve bulgularının dikkate alınması, risk yönetim sisteminin etkinleştirilmesine imkan
tanıyarak işletmenin faaliyetlerini daha güvenli bir şekilde gerçekleştirilebilmesini
mümkün kılacaktır.
2.1.3. Kurumsal Yönetim
Son dönemlerde işletmelerin karşılaştıkları olumsuz dış ve iç faktörler neticesinde
yaşadıkları kriz durumları ve yüz yüze geldikleri riskler nedeniyle kurumların en alt
birimden en üst birime kadar sürdürdükleri yönetim ve stratejileri de etkilenmektedir
(Mengü:2013, 112). Adeta bir virüs niteliğinde olan krizler hızlıca yayılır ve tüm örgütü
ve örgütün ilişkili olduğu kişi ve kuruluşları etki altına almaktadır. Krizler literatürde
aslında bir yönetim eksikliği ve dış çevreye uyumsuzluk sonucunda ortaya çıktığı
belirtilmektedir. Bu nedenle kurumsal yönetimin etkilenmemesi mümkün değildir. Bu
durumda da imdadına kurumların iç denetçiler yetişmektedir. İç denetim sayesinde
kurumlar sadece kurumu tehlikeye sürükleyen riskleri saptayıp finansal performanslarını
ve etkinliklerini onarmazlar bunun yanı sıra kurumların olmazsa olmazı olan kurumsal
yönetimlerine de katkıda bulunur ve değerlendirirler.
Yönetimin beş temel fonksiyonundan biri olan denetim aslında tüm kurumlar
tarafından uygulanması gereken bir adımdır. İç denetim sayesinde kurumlar süreçlerin
iyileştirilmesi, insan kaynağının gelişimi, kurumsal performans ve verimlilik yönetimi, iç
iletişim, iyi uygulamaların paylaşılması, katma değer yaratılmasında önem taşımaktadır.
İç denetimin temel amacı kuruma değer katmak olduğu göz ardı edilmezse kurumsal
yönetim açısından olduğu görülecektir.
Her kurum şeffaflık, adillik, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerine uyum
sağlamalıdır. Ancak bu doğrultuda hem paydaşlar hem de tüketicilerle doğru bir iletişim ve
yönetim stratejisi uygulamış olur. Kurumsal Yönetim; şirket yönetiminde, iş süreçlerinde
ve paydaşlarla ilişkilerde, eşitlik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk yaklaşımıyla
şirket faaliyetlerinin etkinlik ve verimliliği, raporlama güvenirliği, yasal düzenlemelere
uygunluk, paydaşların hak ve çıkarlarının korunması için güvence sağlayan yaklaşım ve
ilkelerin ifadesi olarak, şirket ve kurumların varlıklarının sürekliliğini hedeflemektedir. 360
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
İç denetim, işletmenin kurumsal yönetim uygulamalarına yönelik yaptığı etkinlik ve
verimlilik değerlendirmeleri ile bu uygulamalardaki eksikliklerin giderilmesi, yönetimin
bilinçlendirilmesi, adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerine uygun
yönetim uygulamalarının geliştirilmesi ve bu şekilde işletmenin kurumsal devamlılığı ve
itibarının arttırılarak, amaçlarının gerçekleştirilmesine önemli rol üstlenmekte, şirket ve
kurumlarda yönetsel hesap verebilirliğin yerleşmesine katkı sağlamaktadır.
2.2. İç Denetimin Fonksiyonları ve Kuruma Sağladığı Faydalar
2.2.1 Güvence
İç denetim, gerek kurum yönetimine gerekse kurumla ilgili olanlara, kurum içerisinde
etkin bir iç denetim sisteminin var olduğu; kurumun risk yönetimi, iç kontrol sistemi
ve işlem süreçlerinin etkin bir şekilde işlediği; üretilen bilgilerin doğruluğu ve tamlığı;
varlıklarının korunduğu; faaliyetlerin etkili, ekonomik, verimli ve kurum politikalarına
uygun bir şekilde gerçekleştirildiği konusunda yeterli güvence vermektedir. İç denetim
biriminin vereceği güvence mutlak anlamda bir güvence değildir. Çünkü, hem bütün
kurum faaliyetlerine nüfuz edilmesinin mümkün olmaması, hem de geleceğin pek çok
belirsizlikler içermesi, mutlak bir güvencenin verilmesini imkansız kılmaktadır. İç
denetim faaliyetinin iç denetim standartlarına uygun bir şekilde yerine getirilmesi ve
bu faaliyeti gerçekleştiren denetçilerin de mesleki ahlak kuralları çerçevesinde hareket
etmiş olmaları durumunda iç denetimin makul bir güvence verdiği kabul edilmektedir.
2.2.2. İç Denetim Danışmanlığı
İç denetim, kuruma güvence sağlamanın yanında kurumun hedeflerini
gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerinin ve işlem süreçlerinin sistemli ve düzenli bir
biçimde değerlendirilmesi ve geliştirilmesine yönelik önerilerde de bulunmaktadır.
Yapılan öneriler bir denetim faaliyeti sonunda düzenlenen denetim raporunda yer
aldığı gibi, doğrudan iç denetim biriminden istenen danışmanlık faaliyeti kapsamında
düzenlenen raporlarda da yer almaktadır.
Herhangi bir idari sorumluluk üstlenmeden usul ve yol göstermek, tavsiyede
bulunmak, işleri kolaylaştırmak ve eğitim vermek, bu kapsamdaki faaliyet örnekleridir.
İdari sorumluluğu olmaması çok önemlidir danışmanlık hizmetleri, tabiatı gereği
tavsiye niteliğinde olup genellikle görevlendirmeyi talep edenin özel talebi üzerine
gerçekleştirilir. Bu durum da aslında kurumlar üzerinde bir baskı ve yaptırım olmadığını
göstermektedir; sadece öneriler ve yapılması gerekenler gösterilir ve karar aşaması idari
yöneticiye kalmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
361
2.2.3. Objektif ve Süreç Odaklı Faaliyet
En önemli iç denetim fonksiyonu ve özelliği birey değil de süreç odaklı olmasıdır.
Ayrıca iç denetim pro-aktif bir yaklaşıma sahiptir. Kriz dönemlerinden çok kriz
yaşanmadan önce müdahale ve stratejiler geliştirmekte ve uygulamalarda bulunmaktadır.
İç denetimin kurumun bütünüyle hatalarını ve karşılaşabileceği riskleri ortaya
koymaktadır. Kurumlarda iç yönetimden kaynaklı olarak meydana gelen bir kriz olmuş
olsa da bireyler üzerinden süreci değerlendirmemektedir. Herhangi bir suçlama, küçük
düşürme, becerisizmiş gibi hissettirme durumu söz konusu değildir. Aksine oldukça
profesyonelce kurumun mevcut durumunu analiz eder ve yapılması gerekenleri ortaya
koymaktadır. Tamamen yaşanacak sürece odaklanır ve kurumun bulunduğu durumu
nasıl atlatması gerektiğine vurgu yapar; kurumun faaliyetine ve yaşamsal döngüsüne
değer katma amacını gütmektedir (Cengiz:2013, 450).
2.2.4. Kurumun Mevcut Durum Analizi: “SWOT” Analiz Etkisi
Her geçen gün kullanımı ve uygulaması artan SWOT Analiz kurumların fırsat ve
tehditlerini; güçlü ve güçsüz yanlarını yani üstünlük ve zayıflıklarını görmesinde
yol gösterici olmaktadır. Kurumlar genelde swot analizlerini bir kurul toplantısı
sonucu mevcut durum analizi sonucunda ve varmak istedikleri noktayı belirleyerek
saptamaktadırlar (Okay ve Okay:2011, 230). Swot analizi için kurumlar kendileri
kadar rekabet ortamlarını da iyice tanıyor olmaları gerekmektedir. Doğru saptanmış
bir hedef kitle ve hedef kitlenin kurumdan beklentisi ortaya koyulmalıdır. İç denetim
aslında kurumlara swot analizlerini vermiş olur. Tek fark bunu dışarıdan; bağımsız
bir kontrol sonucu biri veya bir aç kişi tarafından ortaya konulmasıdır. İç denetim;
kurumların mevcut durum analizi; iç kontrol; hedef analizi; rekabet analizi; faaliyet alanı
ve kar durumu; risk değerlendirmesi ve yönetimi; çevresel tetkikler doğrultusunda yol
göstermektedir. Yani adeta bir swot analiz niteliğinde kurumların analizini yapmakta
ve yaşamlarını sürdürmeleri için dikkat etmeleri gereken hususları vurgulamaktadır.
Benzer fonksiyona sahip olsa da iç denetim standartları yasal ve hukuki olarak ortaya
konulmuştur ve kurumdan bağımsız denetçiler tarafından sürdürülmektedir.
Swot analiz ise kurum çalışanları ve yöneticileri tarafından yapıldığı için objektif
tarafsız olması biraz daha zorlaşmaktadır ve ayrıca swot analizi için saptanmış standartlar
bulunmamaktadır.
2.3. İç Denetim Eksikliğinin Kurumlardaki Etkileri ve Gerekliliği
İç denetim uygulaması ülkemizde ne yazık ki zorunlu bir boyuta tabii değildir;
kurumların gönüllülük ve isteklerine bağlı olarak bu hizmet sunulmaktadır.
İlk olarak Avrupa ve A.B.D’de gelişim göstermeye başlayan bu kavram ülkemizde
henüz çok yeni ve uygulama alanı daha yaygın değildir.
362
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Özel sektör açısından Türk Ticaret Kanunu’nda öngörülen bir denetim komitesi
söz konusu olsa da, bu kapsamda yapılan denetimleri modern anlamdaki iç denetim
kapsamında değerlendirmek pek mümkün değildir. Ancak, her ne kadar yasal bir
zorunluluk olmasa da, piyasada faaliyet gösteren büyük ölçekli pek çok işletme kendi
bünyesinde modern anlamdaki iç denetim sistemini kurmuş bulunmaktadır. 2000’li
yıllara doğru bankacılık alanında yaşanan iflas ve el koymalar sonrasında bu sektöre
ait iç denetimle ilgili bazı düzenlemelerin yapılmasının bir zorunluluk arz etmesi
karşısında, mevcut Bankalar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır ve bankalar için iç
denetim konusunda yasal bir zorunluluk getirilmiş ve “Bankaların İç Denetim ve Risk
Yönetimi Sistemleri Hakkında Yönetmelik” çıkarılmıştır. İç denetim sistemiyle ilgili
yapılan ve yapılması öngörülen bu değişiklikler sadece özel sektörle sınırlı kalmamış,
özellikle ülkemizde yaşanan ekonomik krizle birlikte karşılaşılan yolsuzlukların yanı
sıra, Avrupa Birliği uyum ve müzakere süreci sayesinde kamu mali yönetiminde de
köklü değişikliklere gidilmiştir. Bu kapsamda çıkarılan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanunu ile ilk defa kamuda iç kontrol sistemi, iç denetim ve risk yönetimi ile
ilgili uluslararası standartlara uygun yasal düzenlemeler yapılmıştır. İç denetim eksikliği
sonucunda kurumlarda meydan gelebilecek durumlar şöyle sıralanabilmektedir:
•
Etik dışı eylemler «Whistleblowing»
•
Çalışanlar üzerinde baskı ve statüden faydalanma «mobbing»
•
Ürün ve hizmetlerin toplum faydası ve sağlığına zarar vermesi ve gereken
standartlarda üretilmemesi;
•
Kurumun yasa dışı faaliyetler sürdürmesi;
•
Kurumsal yönetimin çökmesi, kurumun güven ve itibar kaybı.
3- Kurumlarda İç Denetimin Başarısını Ve İç Denetim Eksikliğinin
Başarısızlığını Gösteren Örnekler
3.1 “TOYOTA- İç Denetimin Krizi Engelleme Etkisi”
3.1.1 Durum Değerlendirmesi
Toyota otomotiv sanayi sektöründe önde gelen isimlerdendir. Piyasada uygun fiyatlı,
kaliteli ve tercih edilir konumları ve algıları bulunmaktadır. 2006 -2008 yılları arasında
üretilen bazı Toyota Yaris, Auris, Corolla, araçlarında bir iç denetim faaliyeti neticesinde
sorun olduğu saptanmıştır. Araçlarda elektrikli camlarda kontrol sorunu ortaya
atılmıştır ve elektrikli cam ana anahtarının üretimi esnasında koruyucu yağın (gres) her
noktaya düzenli olarak yayılamaması sebebiyle kontak noktalarında zaman içerisinde
aşınmalar meydana gelmekte ve bu aşınmalar takılma veya zaman içerisinde anahtarın
çalışmamasına sebebiyet verebilmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
363
7.4 milyon araçta olabileceği düşünülen bu sorun büyük bir kriz ve müşteri
memnuniyetsizliğini engellemesi adına tüm araçlar TOYOTA tarafından geri çağırılmış
ve bizzat onarım ve değişimleri sağlanmıştır. Avrupa; Türkiye; Kanada; Çin ve
Avustralya’da olduğu araştırılan araçlar iyi bir iletişim çalışmasıyla araç sahiplerine
ulaşılmıştır. Toyota’nın kararı, Ford’un 1996’daki 7.9 milyonluk çağırma operasyonundan
sonra en yüksek geri çağırma olarak dikkat çekmiştir.
Buna benzer olarak Toyota 2014 yılında yapılan yazılı açıklamada, araçlarda
tespit edilen fabrika hatasının hidrolik direksiyonu devre dışı bırakarak, kaza riskini
artırabileceği belirtmiştir. Şirket, geri çağırmaya neden olan hatanın şimdiye kadar
bilinen herhangi bir kaza ya da yaralanmaya yol açmadığını ve çağrılan araç sayısının
112 bin 500 olduğunu bildirmiştir. Sadece bir denetim e ön tedbir olduğunu belirten
kurum; ilgili; yenilikçi ve müşteri odaklı çalıştığını bir kez daha göstermiştir.
3.1.2 Araştırmanın Amacı ve Yöntemi
Çalışmada içerik çözümlemesi yöntemi kullanılmıştır; veriler toplanarak analiz
edilmiştir. Çalışmanın amacı kurumlar için iç denetim kavramının önemini vurgulamak;
kriz dönemlerinde de hayat kurtarıcı olduğunu ortaya koymaktır ve kriz yaklaşımının
işlevlerinden biri olan engelleme fonksiyonuna yerine getirdiğini göstermektir.
3.1.3 Araştırmanın Hipotezi
İç denetim kavramı sayesinde kurumlar risk tespiti ve durum değerlendirmesi
yapmaktadırlar; iç kontrol ve sağladığı danışmanlık faaliyeti sayesinde krizleri engelleme
işlevine sahiptir.
3.1.4. Örneklem ve Evren Tespiti
Araştırmanın evreni Türkiye; örneklem ise Toyota araba satış temsilcilikleri.
3.1.5 Bulgular
Kriz yönetiminde var olan iki yaklaşımdan yola çıkarak; kriz engelleme ve kriz çözme
yaklaşımı; iç denetimin aslında kurumları önceden bilgilendirerek ve risk değerlendirmesi
yaparak onların krizleri yaşamasını engellemektedir. Bu dayanağı ise var olan iç denetim
fonksiyon ve kuruma sağladığı yararlardan yola çıkarak söyleyebiliriz.
3.1.6 Veri Toplama Araçları
İçerik çözümlemesi yöntemi kullanılan bu araştırmanın veri toplama araçları dijital
ortam olmuştur. Günümüzde krizin hızlı yayılmasına neden olan dijital ve sosyal ortam
araştırmanın veri toplama aracını oluşturmaktadır. Cnn türk; ntv; hürriyet; sabah vb.
siteler ve haber içerikleri ele alınmıştır.
364
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3.1.7 Araştırma Sonucu
Bir denetim sonucu firma kendi hatasını görerek müşterilerinde bir güven oluşturarak
araç toplama işlemini başlatan Toyota hem müşteri açısından firmanın dikkatli ve
sorumluluk sahibi olduğunu göstermekte hem de kurum açısından olumlu bir itibar;
müşteri sadakati; rekabet avantajı ve kar payında yükselme sağlamıştır. Sermayeden
çok itibarın önemli ve değerli olduğu günümüzde kuruma çok pahalıya mal olacak olan
krizi ortadan kaldırmasına iç denetim sayesinde mümkün kılmıştır. Sorumluluk bilincine
sahip; güvenilir bir şirket algısı oluşturmuştur. Tüm haberlerde “Toyota Kriz Yaşıyor”
haberi yerine “Toyota Araçlarında Hata ve Sorun Tespit Etti ve Tüm Müşterilerine
Çağrıda Bulunuyor” haberleri yer alması firmaya itibar kazandırmıştır. Otomotiv
sektöründe rekabet üstünlüğü kazandırmıştır. İç denetimin kurumlarda krizi engelleme
işlevine sahip olduğunu da gösteren bir örnek olmuştur. Bu uygulama sonucunda Toyota
satışlarını %25 arttırmıştır.
Sonuç
21. yüzyılda yaşanan değişimler ile kurumlar ayakta kalabilmek adına daha dikkatli
olmak zorundadırlar. Rekabetin karşısında ayakta kalabilmek adına yenilikçi ve farklı
olmak gerekirken; karşılaştıkları krizler ile başa çıkmak için daha dikkatli; tedbirli ve
taktiksel davranmak durumundalar. Kimi zaman krizleri birer fırsata dönüştürürken
kimi zamanda bu kadar şanslı olmayıp varlıklarını sürdüremezler. Sürekli olarak bu tip
durumlarla karşılaşmamak adına kurumlar iç denetim olgusuna başvurmalıdırlar.
İç denetim kavramı kurumların sadece krize maruz kaldıklarında başvurmalarını gerek
bir uygulama değildir; tam aksine krizler tekrarlanabilen ve hızlı yayılan bir özelliği
sahip oldukları için kurumlar sürekli takipte ve tetikte olmalılar bu nedenle sürekli bir
iç denetim çalışması sürdürmeleri gerekmektedir. İç denetim sayesinde daha güvenli ve
sağlıklı ilerlemenin yanı sıra; kurumlar rekabet avantajı sağlamaktadırlar.
İç kontrol ve denetim sayesinde onlar sadece mevcut durumdan nasıl kurtulurum
değil de ileriye dönük daha emin nasıl ilerlerim sorularına yanıt almaktadırlar, çünkü iç
denetim aynı zamanda kurumlara bir danışma hizmeti sağlamaktadır.
Çalışmada da incelenmiş olan örnek sayesinde kurumların bu konuda daha tedbirli
ve bilinçli davranarak bundan böyle iç denetim uygulamalarına kurumlarında yer
verileceğine ve bu kavramın daha çok gelişeceğine inanılmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
365
Kaynakça
Kitaplar
1. AKIM, F.(2010) Halkla İlişkilerde Stratejik Karar/ Halkla İlişkiler Uygulayıcı
Rolleri, Derin Yayınları, İstanbul
2. GÜÇDEMİR, Y.(2012) Sanal Ortamda İletişim Bir Halkla İlişkiler Perspektifi,
Derin Yayınları, İstanbul
3. MENGÜ, S.(2013) Kurumsal İletişim Yönetimi ve Profesyonel Markalar, Derin
Yayınları, İstanbul
4. OKAY, A. ; OKAY, A.(2011) Halkla İlişkiler Kavram ve Strateji Uygulamaları,
D&R Yayınları, İstanbul
5. SUMER, H & PRENSTEİNER, H. (2009) Kriz Yönetimi, Bilgi Üniversitesi
Yayınları, İstanbul
Makale ve Dergiler
1. ASLAN, B. “Bir Yönetim Fonksiyonu Olarak İç Denetim” Sayıştay Dergisi,
Sayı:77; 2009
2. CENGİZ, S. “Kurumlarda Kurumsal İletişimin Kapsamında İç Denetimin Yeri ve
Önemi, Afyon Kocatepe Üniversitesi/İİBF Dergisi; Cilt: 15, Sayı: 2, 2013
3. SAĞYAN, S. & BEDÜK, A. Whistleblowing ve Etik İklimi İlişkisi Üzerine Bir
Uygulama, Dokuz Eylül Üniversitesi/ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi;
Cilt:28, Sayı: 1, 2013
Seminer
1. AYDIN, Ayşenur “ Kurumlarda Kriz ve Kriz Yönetimi, İstanbul/ OPET Kurumsal
İletişim Direktörü, İstanbul Üniversitesi, 2013
366
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
367
368
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KRİZ İLETİŞİMİ KAMPANYALARININ ETİK BOYUTU: KUŞ GRİBİ
İLETİŞİM KAMPANYASI
Esra BÜDÜN1
Özet
Kriz iletişim sistemi şirketlerin erken uyarı sistemi olarak işlev göstermektedir.
Şirketlerin temel değerlerini, hayati fonksiyonlarını ve itibarını korumada öncelikle önem
verilmesi gereken bir unsurdur. Kriz iletişimi kampanyaları ise, hedef kitleler nezdinde
ikna edici iletişim stratejilerini kapsamaktadır. Bu bağlamda kriz iletişimi kampanyaları
algıyı değiştirmede ve dönüştürmede vazgeçilmez bir enstrüman olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kriz iletişimi her ne kadar şirketlerin erken uyarı sistemi görevi görse de
uygulanma aşamasında yaşanan etik sorunlar iletişim sürecine gölge düşürmektedir.
Bu süreçte belirlenen iletişim stratejileri etik dışı yollarla uygulandığında kriz içinden
çıkılamaz bir hal almakta ve örgütün temel değerlerini tehdit etmeye başlamaktadır.
Kriz dönemlerinde insanlar her zamankinden daha fazla bilgiye ihtiyaç duymaktadır.
Bu yüzden kriz iletişimi süresince, medya kuruluşları, paydaşlar ve ilgili kesim uyumlu
ve dengeli şekilde bilgilendirilmeli ve şeffaflıktan ödün verilmemelidir. İlgili iletişim
stratejileriyle oluşturulan kriz iletişim kampanyaları da etik kodlarla biçimlendirilmelidir.
Bu çalışmada, kriz iletişimi kampanyalarının etik boyutu, Kuş Gribi vakası bağlamında
ele alınmıştır. Bu vaka ile ilgili yapılan iletişim kampanyalarının ardında yatan etik dışı
uygulamalar ve insanların sağlıklı bilgilendirilememeleri nedeniyle ortaya atılan komplo
teorileri tüm yönleriyle irdelenmiştir. Çalışmada ilgili literatürün taranmasının ardından,
yazılı ve basılı materyallerin incelenmesinde içerik analizi yöntemi kullanılmıştır.
Çalışmanın amacı, 2005 yılından itibaren Türkiye’yi etkileyen Kuş Gribi vakası ile ilgili
yapılan iletişim kampanyalarıyla birlikte kamuoyunda çeşitli etik kaygılar uyandıran;
hayvan hakları, mülkiyet hakları, insan hakları ve hatta çocuk haklarını içeren hususları
tespit etmek ve o dönemde gerçekleştirilen Kuş Gribi İletişim Kampanyalarını da bu
bağlamda irdelemektir.
Araştırma Türkiye’de görülen Kuş Gribi vakasına ilişkin olarak yapılan iletişim
kampanyalarının başarısına değil, bu iletişim kampanyalarının etik boyutuna
odaklandığından bu bakış açısını konu edinen çalışmalara yarar olacağı umulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kuş Gribi, Etik, Etik Sistemler, Kriz İletişimi, Kriz İletişim
Kampanyası
1 MA.Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,Halkla İlişkiler Anabilim Dalı[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
369
ETHICAL ASPECTS OF CRISIS COMMUNICATION CAMPAIGN: BIRD
FLU COMMUNICATION CAMPAIGN
Abstract
Crisis communication system works as an early warning system of the companies. It is
a factor that should be given priority and importance in maintaining the core values, vital
functions and reputation of companies. The crisis communication campaigns include
convincing communication strategies in the eyes of the target audience. In this context,
crisis communication campaigns emerge as indispensable instrument to change and
transform the perception. Although the crisis communication works as an early warning
system of the companies, ethical problems encountered in the implementation phase
damage the communication process. When communication strategies defined in this
process are applied in unethical ways, the crisis become inextricable and threaten the core
values of the organization. People need information more than usual during crisis process.
That’s why media organizations, stakeholders and related sectors should be informed in
a harmonious and balanced way and should not be compromised transparency during the
crisis communication process. The related crisis communications campaign created with
the appropriate communication strategy must be formatted with the ethics code.
In this study, the ethical dimension of the crisis communications campaign is discussed
in the context of cases of Bird Flu (Avian Flu). The conspiracy theories which were come
up with unethical activities lying behind the communication campaigns related with this
case and lack of information shared with people examined with all aspects. In this study,
the method of content analysis was used to examine the written and printed materials
right after scanning the related literature. The aim of this study is to reveal the various
factors create ethical anxiety at public opinion with the communication campaigns
related with Bird Flu case affecting Turkey since 2005, to make firm the factors consist
of animal rights, property rights, human rights and children’s rights and to examine Bird
Flu Communication Campaigns performed in that period, in this context.
This research focuses on the ethical dimension of communication campaigns –not
focuses on the success of the communication campaign related with Bird Flu case; so it
is expected to be beneficial for the researches subjects to this perspective.
Key Words: Bird Flu, Ethical, Ethical Systems, Crisis Communication, Crisis
Communication Campaign
370
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Hayatın her alanında hızlı değişimlerin meydana geldiği bir çağı yaşanmaktayız. Bu
değişimlerin neden olduğu belirsizlik ve karmaşıklık ise insanlar ve kurumlar açısından
birer tehdit unsuru olmaktadır. İster kamu olsun ister özel tüm kurumlar gerek iç gerekse
dış çevreden kaynaklanan bu değişimlerden büyük ölçüde etkilenmekte ve kendisini
plansız bir şekilde bu değişimin içinde bularak kriz ortamına sürüklenmektedir.
Bu kriz ortamında, kurumlar açısından kriz iletişimi proaktif bir anlayışın ürünü olarak
birer erken uyarı sistemi şeklinde görev yapmakta ve olası bir krize karşı kurumları
koruma altına almaktadır. Böylelikle kurumun hayati fonksiyonları ve temel değerleri
korunabilmektedir. Ancak kriz iletişim süreci yürütülürken işletmelerin yaptıkları ve
bazı etik kaygı oluşturan unsurlar, krizi büyütebilmekte ve içinden çıkılamaz bir hale
getirebilmektedir.
Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel bir giriş yapıldıktan
sonra ikinci bölüme geçilmiş; kriz, kriz iletişimi, kriz iletişim yönetimine kavramsal bir
giriş yapılmıştır. Üçüncü bölümde etik kavramı ile etik sistemlerin özellikleriyle kriz
iletişiminin etik boyutu üzerinde durulmuş ve çalışmanın devamında da, kriz iletişim
kampanyaları etik sistemler ve kamuoyu açısından değerlendirilmiştir. Son bölümde ise,
Kuş Gribi vakası üzerinden kriz iletişim kampanyalarının etik boyutu irdelenmiştir.
2. Kriz Ve Kriz İletişimi
2.1. Kriz Kavramı
Yunanca ‘crise’ sözcüğüne dayanan ve ayırt etme, ayrılmak anlamlarına gelen kriz
sözcüğü hakkında yapılmış birçok farklı tanımlama bulunmaktadır. En genel tanımıyla
kriz, beklenmedik bir anda ortaya çıkan, örgütün olağan işleyişini bozan ve acil önlem
gerektiren bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır (Tüz, 2001:13).
Örgütsel anlamda krizler, kriz öncesi dönemde ortaya çıkan acilen çözüm gerektiren bir
takım belirtiler ile başlamaktadır. Yaşanılan belirsizlikler gün geçtikçe artmakta ve kriz
kendini daha belirgin bir halde hissettirmektedir. Kriz, örgütlerin temel hedeflerini, işleyiş
düzeni ve bir takım önemli değerlerini tehdit etmektedir. Önlem alınmakta geç kalınan
krizler örgütün üst düzey hedeflerini tehdit edebileceği gibi doğrudan varlığını da tehdit
edebilmektedir. Özellikle bu dönemlerde örgütün önleme ve öngörme mekanizmaları
yetersiz kalmakta ve zaman baskısı da kendisini hissettirmeye başlamaktadır. (Pira,
2004:23-26).
Kurumun temel değerlerini tehdit eden krizlerin temel nedenini; örgütün değişen
çevre koşullarına ayak uydurmaması ve kendini geliştirememesi olarak genellemek
mümkündür.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
371
Bunların dışında örgütlerde krize neden olan örgütün iç çevresi ile ilgili olan örgüt içi
faktörler bulunmaktadır. Bunlar tamamen örgütsel yapı ile ilgili olup, krizlerin ortaya
çıkışında önemli rol oynamaktadırlar (Halil, 2005: 395 ). Diğer bir etmen ise işletmenin
dışında kalan ve tamamen kontrol edilemeyen unsurları olan örgüt dışı faktörlerdir. Bu
faktörlere sürekli değişen çevre koşulları ve belirsizlik hakim olduğundan krizi önceden
tahmin etmek zorlaşmaktadır (Dinçer, 1998: 385-386).
Örgütlerin iç ve dış çevresi dolayısıyla maruz kaldıkları bu krizlerin üstesinden, doğru
planlanmış bir kriz iletişim sistemi ve bu kriz iletişimin etkin bir şekilde yönetilmesiyle
gelinebilmektedir.
2.2. Kriz İletişimi ve Kriz İletişim Yönetimi
Kriz iletişimi kavramı ilk kez 1986- Çernobil kazasını takip eden süreçte Avrupa’da
gündeme gelmiştir. Kazanın ardından hükümetin kriz ile ilgili hiçbir bilgi vermemesi,
ardından da eksik ve spekülatif bilgi vermesi ve bunun neden olduğu kötü sonuçlar,
krizlerde iletişimin öneminin anlaşılmasını sağlamıştır (König,1991: 30-43’den akt:
Genç, 2008:165).
Peltekoğlu’na göre(2007:17), kriz iletişimi olası kriz dönemlerinde izlenecek iletişim
stratejileri ve taktikleri ile ilgilidir. Krizin gerektiği şekilde yönetilmesi hususunda
önemli bir araç olan kriz iletişimi, yalnızca kriz dönemlerinde kullanılan tek seferlik bir
araç değil süreklilik arz eden ve işletme faaliyetlerinde her zaman yer verilmesi gereken
bir süreç olarak değerlendirilmelidir.
Başarılı bir kriz iletişiminin göstergeleri, kriz süresince yürütülen iletişim faaliyetlerinin
sonucunda krizden minimum zararla kurtulma ve erken uyarı sistemleriyle krizi fırsata
çevirebilmektir. Fırsatlar, işletmelerde tüketici güvenini sağlamalı, diğer işletmelerle
karşılaştırıldığında itibarını yükseltmeli, çalışanların çalıştıkları işletmeyle gurur
duymalarını sağlamalı ve rekabette avantaj getirmelidir. Bu bağlamda, krizi güçlü
bir şekilde yönetebilme yeteneğinin, etkin iletişim stratejilerine bağlı olduğu açıkça
görülmektedir(Aydede,2008:162).
Sözü geçen stratejik iletişim tekniklerinin kullanıldığı kurumsal değerlerin korunmaya
çalışıldığı bu süreç, kriz iletişim yönetimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz iletişimi
yönetimindeki en önemli amaç; kriz ortamında kurumun güvenilir olduğunu ortaya
koymak ve kanaatleri bunun etrafında buluşturmaktır. Bu amaçla ‘bağımsız’ kimliklerin
ağzından verilecek mesajların kamuoyu üzerinde daha olumlu sonuçlar doğuracağı
kesindir. Kurum sözcülerinin söyledikleri ile kişilerin güvendikleri, inandırıcılıkları
konusunda şüphe oluşturmayacak kişilerin söyledikleri buluşursa bu kanaat oluşumu
daha farklı bir yönde oluşacaktır (Kadıbeşegil,2003:138’den akt: Özkan,2010:54).
Bu tür kanaat oluşturma çalışmalarında ve kriz iletişim sistemi çerçevesinde yapılan
uygulamalar etik bağlam çerçevesinde şekillendirilmelidir.
Aksi takdirde toplumsal değerlerin bir yansıması olan etik anlayışından uzaklaşan bir
iletişim uygulamasının başarıya ulaşması mümkün gözükmemektedir.
372
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
3. Etik Kavramı
Etik sözcüğü Yunanca’daki ‘ethos’ sözcüğünden gelmekte ve kullanım olarak ikiye
ayrılmaktadır. İlk kullanımda etik, alışkanlık ve töre anlamlarını taşımakta, eylemlerini
geçerli töreye uygun olarak eğitim yoluyla düzenlemeye alışkın kişi, genel kabul gören
“ahlak yasası” normlarını izlediği sürece etiğe göre davranmaktadır. İkinci kullanımında
ise, eylemde bulunan ve davranan kişi, aktarılan eylem kurallarını ve değer ölçülerini
sorgulamadan uygulamayıp; aksine kavrayarak ve üzerine düşünerek talep edilen iyiyi
gerçekleştirmek için onları alışkanlığa dönüştüren kişidir. Bu kullanıma göre etik kavramı
“karakter” anlamını da almakta, “erdemli olmanın temel tavrı” olarak pekişmektedir
(Uzun,2009:19).
Bir diğer tanımlamaya göre ise etik; “yarar, iyi, kötü, doğru, yanlış gibi kavramları
inceleyen, bireysel ve grupsal davranış ilkelerinin hangisi doğru hangisinin yanlış
olduğunu belirleyen ahlaki ilkeler, değerler ve standartlar sistemidir”. Türkçede günlük
kullanımda etik ve ahlak sözcükleri çoğu zaman aynı anlamda kullanılmaktadır. Ancak
bu iki sözcük arasında ayrımlar bulunmaktadır. Ahlak bir insanın yaradılışı gereği
gerçekleştirdiği davranışları anlatmakta ve huy, adet, alışkanlık anlamına gelmektedir.
Etik ise insan davranışlarını ahlakilik kuralları içinde araştıran ahlak bilimi anlamındadır
(Odabaşı ve Oyman, 2007:342). Ahlaki değerler sistemi olarak karşımıza çıkan etiğin,
dört farklı boyutu bulunmaktadır. Bu boyutlar kurum açısından faaliyet gösterdiği
çevrenin tanınması ve anlaşılması bakımından büyük önem taşımaktadır.
3.1. Etiğin Sistemleri
Genel olarak ele alınan etik, toplumsal olarak benimsenmiş değerler sistemi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan etik, insanların meydana getirdiği topluluğun türüne
göre bireysel etik, meslek etiği, örgüt etiği, yönetim etiği gibi bölümlere de ayrılmıştır
(Kınay, 2005’den akt: Orhan, 2007,22).
Bireysel etik, bireylerin neyin doğru ya da iyi olduğu konusundaki değerlerine
ve inançlarına dayalı uygulamalı etik kurallarına dikkati çekmektedir. Bu etik türü,
kişilerin diğer bireylerle ilişkilerini yönlendiren bireysel standart ve değerlerden
meydana gelmektedir. Bireysel etiğin kaynağını genel olarak kişinin ailesi, arkadaşları
ve aldığı terbiye ve hayat boyu kazanılan deneyim ve sosyal çevre belirlemektedir
(Karakaş,2002:22’den akt:Orhan 2007:22).
Örgüt etiği, bireylerin istek ve ihtiyaçlarının örgütün iyi durumuna bağımlı kılınmaları
anlamına gelmektedir. Örgütsel etikte birey, bulunduğu örgüte bağlı olmalıdır
(Karakaş,2002: 18-19’den akt: Orhan 2007:22).
Diğer taraftan örgütsel etik, ortak karar alma sürecinde değerlerin yansıtılma kapasitesi
olarak da tanımlanabilmektedir (Şimşek vd., 2003:399). Örgütsel etikte önemli olan
örgütün hem iç hem de dış çevresinde dürüstlüğü, güveni, adaleti ilke edinmek ve
toplumsal normlar ve standartlarla tutarlı olmasıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
373
Meslek etiği, belirli bir mesleği icra ederken karşılaşılan her durumda, bireyin yapması
ya da yapmaması gereken, etik ve hukuksal normlarla ilgili konular üzerinde durur. Bu
etik ve hukuksal normlar; uluslararası bildirgeler, sözleşmeler ve meslek ahlakı kodları
olarak karşımıza çıkmaktadırlar (Kuçuardi,200:17-20’den akt:Orhan,2007:22).
Yönetsel etik ya da kamu hizmeti etiği kavramı ise, hükümetin idari alanında, doğru
davranışlara ulaşmak için gerekli olan ilke ve standartları ifade etmektedir. Bu anlamda
yönetsel etik, bir yandan kamu yöneticilerinin ahlâk dışı davranışlarda bulunmamaları
ile ilgilenirken, diğer yandan yöneticilerin karşılaştıkları çıkar çatışmaları ve ikilemlerin
çözümünde onlara yardımcı olacak ilke ve standartların oluşturulmasıyla ilgilenmektedir
(Jandarma Etiği Meslek Ahlakı, 2001:11-12’den akt: Orhan,2007).
Etik sistemler kurumların hem iç hem de dış çevre değerlerinin anlaşılması bakımından
önem taşımaktadır. Dolayısıyla bir kriz ortaya çıktığında etkin bir kriz iletişimi için etik,
mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
3.2. Kriz İletişimi ve Etik
Örgütler kriz öncesi, kriz sırası ve kriz sonrası dönemlerde iç ve dış çevre ile
iletişimlerini güçlü tutmak zorundadırlar. Çünkü temelleri sağlam atılmış iletişim stratejisi
oluşturan bir kurum, kriz dönemlerinde rakiplerine nazaran daha güçlü olmaktadır.
Kurumun imajı ve itibarı bu iletişim stratejileri sayesinde olumlu ya da olumsuz şekilde
biçimlenmektedir. Bu bağlamda kurumun varlığının tehdide girmemesi, imaj ve itibarını
koruması için kriz iletişiminde dikkat etmesi gereken ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkeler
(Moore,2004:30’dan akt:Akdoğan ve Cingöz:2009:21):
•
Yaşanan şeyler bizzat firma sözcüleri tarafından ilgili gruplara aktarılmalı,
paydaşlar yaşanan krizi ve boyutlarını medya ya da diğer araçlar vasıtasıyla
öğrenmemelidirler,
•
Medya ile iyi ilişkiler kurulmalı ve işbirliği yapılmalıdır,
•
Olan olayla ilgili sorumluluk alınmalıdır. Bu durum suçu kabul etmekten farklıdır,
•
Öncelikle krizden direk etkilenenlerle iletişim kurulmalıdır ve tutarlı açıklamalar
yapılmalıdır,
•
İş görenler, yatırımcılar, müşteriler, bağımsız uzmanlar, diğer paydaşlar ve
topluluk liderleri ile sürekli ilişkiler kurulmalı ve kritik mesajlar direk olarak bu
gruplara iletilmelidir.
Bahsi geçen ilkeler kurumlarda kriz iletişim sistemi oluşturulurken dikkat edilmesi
gereken unsurlar olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kriz durumlarında hem iç hem de dış
374
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
çevrede fazlaca belirsizlik ve kaos ortamı ortaya çıkmaktadır. Bu da insanlarda büyük
ve bir o kadar da kritik bir bilgi ihtiyacına neden olmaktadır. Bu ilkelerin uygulanma
aşamasında kurumların kendilerini savunma veya koruma süreçlerinde etik yönden
tartışmalı durumlar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, yaşanan olaylarla ilgili bilgilerin
kamuoyundan saklanması, verilen mesajların doğruluk ve tutarlılık içermemesi ve
manipüle edici yanlış bilgiler verilmesi, sorumluluktan kaçınılması veya sorumluluğun
başkalarına yıkılmaya çalışılması gibi yanlış uygulamalar kamuoyunda kurumun yanlış
algılanmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla bu şekilde bir tavır içerisine girildiğinde
kriz iletişim sistemi, krizi önlemede bir araç olarak değil, krizi büyüten ve kurumun
hayatını tehdit eden bir hal almaktadır.
Krizlerin tehdit edici bir unsur olmasından öte, birer fırsat olarak görülebilmesi,
kurumların kriz ile ilgili algılamalarını olumlu yönde etkilemektedir. Böylece kriz
iletişim ilkeleriyle biçimlendirilmiş bir kriz iletişim kampanyası başarının anahtarı
olacaktır.
4. Kriz İletişimi Kampanyaları Çerçevesinde Etik
4.1. Kriz İletişim Kampanyaları
Amacı bakımından planlı bir ikna etme sürecini kapsayan iletişim kampanyaları;
çoğu zaman önceden saptanan belirli bir süre içinde yürütülen, hemen her zaman çok
sayıda iletişim aracının kullanıldığı ve özgül bir mesaj türünden yararlanmak suretiyle
halka ulaşmak ve halkı güdülemek üzere tasarımlanmış, önceden planlanmış bir iletişim
etkinlikleri dizisi olarak karşımıza çıkmaktadır (Mutlu, 2004:143-144).
Kriz iletişim kampanyaları ise, çoğu zaman önceden belirlenen stratejilerle ve en iyi
iletişim teknikleri ile kriz dönemlerinde, kurumsal hedeflere ulaşmak, krize neden olan
konu ile ilgili bilgilendirmede bulunmak ve olumsuz algılamaları olumluya çevirebilmek
için hedef kitlenin bilgilenme ihtiyacına uygun, doğru, mesajları hedef kitlelere aktarmak
suretiyle yapılmaktadır.
4.2. Etik Sistemler ve Kamuoyu Açısından Kriz İletişimi Kampanyaları
Kriz iletişimi kampanyaları hedef kitleleri belli bir konuda ikna etme süreçlerini
kapsayan çok yönlü iletişim stratejilerinin kullanıldığı planlı çalışmalar bütünüdür. Bu
açıdan bakıldığında kriz iletişim kampanyalarında hedef kitleleri ikna ederken bir takım
etik ikilemlerin de ortaya çıkabileceği görülebilmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
375
Dolayısıyla kriz iletişim kampanyaları da bu etik boyutlar çerçevesinde şekillenmektedir.
Aşağıda verilen tabloda kriz iletişim sistemleri ve kriz iletişim kampanyalarının etik
boyutu çerçevesinde bir model önerisi yapılmıştır:
Örgütsel ve toplumsal yapıyı etkileyen krizler, beklenmeyen durumlarda aniden ortaya
çıkma eğilimindedir. Bu yüzden kurumların kriz ortaya çıkmadan önce proaktif süreçleri
göz önüne alarak kriz iletişim sistemine önem vermeleri gerekmektedir. Krizler, kriz
iletişim sistemini zorunlu kılmaktadır. Etkin bir kriz iletişimi ve yönetimiyle de krizler
şekillenmektedir. Krizlere neden olan iç ve dış çevre koşulları dikkatle izlendiğinde,
en önemli sorunlardan biri de etik boyut olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz iletişim
sisteminin etik kodlarla şekillendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hem kurumsal
hem de toplumsal açıdan etik sorunlar ortaya çıkabilmektedir.
Etiğin boyutları olan örgüt etiği, meslek etiği ve yönetsel etik birbirini destekler
nitelikte olsa da bireysel etik bu etik boyutlardan farklı bir anlam taşımaktadır. Çünkü
bireysel etik, bireysel anlamdaki değer ve inançları kapsamaktadır.
376
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Fakat diğer etik boyutlar tamamen örgütsel yapı ile ilgili olmakta ve bireysel etiğin
arka planda kalmasına neden olabilmektedir. Bu noktada kriz döneminde kurumların
gerçekleştirdiği uygulamalar sırasında ortaya çıkan etik ihlallerle ilgili kamuoyundan
ve sivil toplum kuruluşlarından pek çok eleştirinin yöneltildiği hatta bazı tepkilerin
oluştuğu da görülebilmektedir. Örneğin Kuş Gribi Vakası’nda, toplumsal açıdan bir
meşruiyet krizinin de ortaya çıktığı söylenebilir. Gerek toplumsal boyutta gerekse sivil
toplum örgütleri nazarında, itlaf çalışmaları pek çok huzursuzluk ortaya çıkarmış ayrıca
toplumda kanatlı hayvanlara karşı bir önyargı oluşmasına da neden olmuştur. “beyaz et
sağlıktır” algısı yerini “beyaz et yemek hasta olmaya neden olur” algısına bırakmıştır.
Tüm bunlar ışığında Kuş Gribi vakasında izlenen iletişim kampanyalarındaki bilgi
boşluklarının olması, kurumsal hedeflerin toplumsal ihtiyaçlardan ve beklentilerden
önce gelmesi, iletişim çalışmalarında kamuoyuna verilen mesajların aşırı kurumsal kaygı
taşımaları gibi pek çok neden, etik açıdan eleştirel pek çok durumun ortaya çıkmasına
neden olmuştur.
5. Örnek Olay İncelemesi
5.1. Kuş Gribi İletişim Kampanyasının Etik Boyutu Üzerine Bir Araştırma
5.1.1. Araştırmanın Amacı
Kamuoyunda, Kuş Gribi Vakası’nın başarılı bir kriz iletişim kampanyasıyla yürütüldüğü
yönünde bir algı mevcuttur. Oysa bu vakanın kamuoyuna yansıyan bu görünümünün
ardında, medyada pek yer almayan arka yüzünde hayvan hakları, mülkiyet hakları,
insan hakları ve hatta çocuk haklarını kapsayacak şekilde ortaya çıkan etik problemler
mevcuttur. Çalışmanın amacı da kamuoyuna yansımayan ancak kurum ve kuruluşlar
açısından asla göz ardı edilmemesi gerektiğini düşündüğümüz bu hususların yarattığı ve
ileride yaratabileceği etik problemleri irdelemektir.
5.1.2. Araştırmanın Hipotezleri
Araştırmanın hipotezleri genel olarak beş bölüme ayrılmıştır:
1. İtlaf çalışmaları ile hayvan hakları arasında negatif bir ilişki mevcuttur.
2. Kriz anında kamuoyunun sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmemesi, bilgi boşluğu
ortaya çıkartır ve bu boşluğu dedikodu ve söylenti doldurur.
3. İtlaf çalışmaları ile hayvan sahiplerinin duygu durumları arasında travmatik bir bağ
vardır.
4. İtlaf çalışmalarının medyada sansürsüz şekilde yayınlanması ile hasta, çocuk ve
yaşlıların psikolojik durumları arasında negatif bir ilişki vardır.
5. Yapılan iletişim kampanyaları ile hayvanların itlaf edilmesinin, gayet doğal, yerinde
bir tedbir biçimi olarak algılanması arasında pozitif bir ilişki vardır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
377
5.2. Yöntem
Bu çalışmada Kuş Gribi Vakası ilgili literatürün sistematik bir şekilde taranmasının
ardından, yazılı, basılı ve görsel vb. materyallerin incelenmesiyle oluşturulan içerik
analizi yöntemi kullanılmıştır. İçerik analizi, sözlü veya yazılı materyallerin sistemli bir
biçimde analize tabi tutulup, yazılan ya da söylenilenlerin belirli kurallar doğrultusunda
kodlanarak, kategorileştirilerek sayısallaştırılması ve ne sıklıkla kullanıldıklarını veya
tekrar edildiklerini tespit etme sürecidir (Gökçe,2006:18-27).
Araştırma ikincil kaynaklardan elde edilen verilerle, yargısal veri toplam tekniği
ile oluşturulmuştur. Web tabanlı veriler ve diğer ilgili dokümanlar kullanılan yöntem
doğrultusunda incelenmiştir. Kuş Gribi vakası ile ilgili literatür araştırmasının ardından
elde edilen bilgiler, kriz iletişim kampanyası bağlamında değerlendirilmiş ve kamuoyu
açısından etik boyutu incelenmiştir.
5.2.1. Örneklem ve Sınırlılıklar
Araştırma evrenini Türkiye yaygın basını ile web tabanlı dokümanlar oluşturmaktadır.
Bu evren içerisinden ise, amaçlı örneklem bağlamında Türkiye’de yayın yapan ve Kuş
Gribi’nin en yoğun şekilde ülkemizi etkilediği 2006 yılının ilk bir aylık (30 gün) süreç
içerisinde Kuş Gribi vakası ile ilgili haber yapan gazeteler seçilmiştir. Hürriyet, Milliyet
ve Zaman gazeteleri olmak üzere toplamda 3 gazetenin Kuş Gribi içerikli haberleri analiz
edilmiştir. Amaçlı örneklem, örnekleme seçilen kişilerin ya da objelerin araştırmacının
amaçlarına en uygun yanıtı verebilecek birey ve objeler arasından seçilmesidir (Aziz,
2008:55).Araştırmanın genel amacına uygun olarak gazeteler, tiraj oranlarına ve genel
yayın politikalarına göre seçilmiştir. Bunların dışında Kuş gribi vakası ile ilgili içerik
barındıran web tabanlı dokümanlar incelenmiştir. Bahsi geçen gazetelerde amaca uygun
şekilde yalnızca Türkiye’deki Kuş gribi vakası içerikli yazılı ve görsel haberler analiz
edilmiştir. Gazete haberleri dışında, www.sesonline.com adlı haber sitesinin 2006 yılının
Ocak ayında yayınlanan 9 adet haber içeriği de incelenmiştir.
Kuş Gribi Nedir?
Günümüzde Influenza virüs A (H5N1) olarak bilinen Kuş gribi, influenza virüsünün,
moleküler yapısındaki farklılıklara göre A, B ve C olmak üzere 3 tipi bulunmaktadır.
Kuşların yakalandığı virüs tipine göre hastalık, hafif, ağır ya da ölümcül seyredebilmektedir.
Hastalığın çevreden insana bulaşması; enfekte hayvanların gözyaşına, burun ve boğaz
akıntılarına veya dışkılarına temasla, enfekte salgı ve dışkılarla kontamine olmuş
yüzeylere ve eşyalara temasla ve enfekte tozların solunmasıyla olmaktadır. Kuş gribinin insandan insana bulaştığına dair kanıtlanmış vaka yoktur ancak, virüsün
insandan insana geçme özelliği gösteren bir dönüşüme uğrama ihtimali bulunmaktadır
(Sağlık Bakanlığı, Kuş Gribi Projesi).
378
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
5.2.2. Veri Toplama Aracı
Araştırmaya yönelik veri toplama çalışmaları sırasında, öncelikli olarak araştırma
içeriğine uygun şekilde konuyla ilgili daha önceden yapılmış çalışmalar incelenerek
literatür taraması yapılmıştır. Araştırma verileri, yayınlanmış yazılı ve görsel kaynaklar
ile vakaya ilişkin haber içeriği bulunan ve örneklem seçilen gazetelerin arşivlerindeki
haberlerden elde edilmiştir.
5.2.3. Verilerin Analizi
Türkiye’yi 2005 yılından itibaren etkilemeye başlayan ve en yoğun etkiyi 2006 yılında
yaratan Kuş Gribi Vakası örnek olay kapsamında ele alınmış, elde edilen veriler etik
bağlamda incelenmiştir.
5.3. Bulgular Ve Tartışma
Tablo 1. Gazetelere göre haber dağılımları
Gazeteler
Hürriyet
Milliyet
Zaman
Toplam
Haber sayısı
163
69
135
367
Kuş Gribi Vakası ile ilgili gazetelerde yayımlanan haberler Tablo 1.’de yer almaktadır.
Elde edilen verilere göre vaka ile ilgili belirlenen sınırlılıklar dahilinde en çok haber
içeriği olan gazete 163 haberiyle Hürriyet gazetesi iken, en az haber yapan gazete
Milliyet’tir. Gazete haberleri dışında incelenen www.sesonline.com adlı haber portalında
ise toplamda 9 adet haber yer almıştır.
Araştırmanın hipotezleri ve bulgular şu şekilde sıralanmıştır:
1.Hipotez: İtlaf çalışmaları ile hayvan hakları arasında negatif bir ilişki mevcuttur.
Hayvanların itlaf ediliş biçimi oldukça rahatsızlık verici olmuştur. Hayvanlar canlı canlı
poşetlerin içine koyulmuş ve ağızları sıkıca kapatılarak boğulmuştur. Canlı tavukların
üzerlerine greyderlerle toprak atılmış; hayvanlar, gaz sobalarının içine doldurulmuş;
daha da vahimi bazı yerlerde tavuklar diri diri yakılmıştır.
Hayvanların saygıya layık varlıklar olduğu hiç düşünülmemiş; onlara karşı hiçbir
ahlakî değere sahip değillermiş gibi muamele edilmiştir (Başdemir,2006:2).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
379
Anayasa’nın 56/2 maddesi ne göre “...çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak
ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir...” ilkesi yer
almaktadır. Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre; 1-”Bütün hayvanlar yaşam
önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler. 2- Bütün hayvanlar saygı
görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü olan insan, öbür hayvanları yok edemez. Bu
hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla
görevlidir. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır. 3Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylem yapılamaz. Bir hayvanın
öldürülmesi zorunlu olursa, bu bir anda, acı çektirmeden ve korkutmadan yapılmalıdır.
4- Zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi yaşama karşı suçtur. 5- Çok sayıda
yabani hayvanın öldürülmesi demek olan her davranış bir soykırım, yani bir suçtur. 6Hayvan ölümüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanın öldürüldüğü şiddet sahneleri
sinema ve televizyonda yasaklanmalıdır…”
Hayvanları Koruma Yasası’na göre; 28. maddenin (j) bendine göre; 13 üncü madde
hükümlerine aykırı davrananlara, öldürülen hayvan başına beş yüz milyon lira idari para
cezası, aykırı davranışların işletmelerce gösterilmesi halinde öldürülen hayvan başına bir
milyar iki yüz elli milyon lira idari para cezası verilir. Türk ceza Kanunu’na göre; sahipli hayvanın öldürülmesi Mala Zarar Verme hükmü ile
koruma altına alınmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 151. maddesine göre; “ (1) Başkasının
taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan,
kullanılamaz hale getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan üç
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Haklı bir neden olmaksızın,
sahipli hayvanı öldüren, işe yaramayacak hale getiren veya değerinin azalmasına neden
olan kişi hakkında yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır” (Cangi, 2006).
Yapılan kriz iletişim çalışmalarına rağmen tespit ettiğimiz ve doğrulanan risk noktaları
ile ilintili olarak, sivil toplum örgütleri ve medya tarafından gündeme taşınan pek çok
etik tartışma ve iddiaların gündeme geldiğini görmekteyiz.
2. Hipotez: Kriz anında kamuoyunun sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmemesi, bilgi
boşluğu ortaya çıkartır ve bu boşluğu dedikodu ve söylenti doldurur.
İddia 1: Kuş Gribi Vakası köy tavukçuluğunu bitirmek ve hibrit tavuk (sanayi tipi)
üretimi yapan büyük işletmelerin çıkar sağlaması için ortaya atılmış yapay bir olaydır.
Dönemin bir bakanının Hürriyet Gazetesi’ne verdiği röportajdan bir kesit: “…kümes
hayvancılığı mutlaka gündemden düşürülmelidir. Artık köy yumurtası, köy tavuğu
kavramı tarihe karışmak zorundadır” sözleri bu iddiayı destekler niteliktedir (Hürriyet,
2006).
İddia 2: İlaç firmalarına çıkar sağlamak.
Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un listesindeki acil önlemler arasında öncelikli
konularından biri Kongre’yi, Kaliforniya’da geliştirilen bir ilaç olan Tamiflu için ek 1
380
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
milyar dolarlık harcamayı kabul etmeye çağırtmaktır. Bu ilaç, Washington ve Dünya
Sağlık Örgütü tarafından, genel veya mevsimsel gribin belirtilerini azaltan tek
uygun ilaç olarak ciddi bir şekilde önerilen ilaçtır. O dönemde İsviçre’deki büyük
ilaç firması Roche, Tamiflu üretim lisansına sahip tek firmadır. Kuş gribi virüsünün,
öldürücü H5N1 türü ve insandan insana bulaşması hakkındaki korkunç hikâyelerin
uluslararası ve ABD’deki basın yayınında gittikçe artması, Roche Şirketi’nde siparişlerin
birikmesine sebep olmuştur. 2004 yılında Rumsfeld halen Savunma Bakanı iken,
ona bağlı olan Sağlık İşleri Sekreter Yardımcısı; Kuş Gribi’ne yönelik bir önerge
yayınladı. Bu belgede; “...oseltamir (Tamiflu), kuş gribini önlemede ve tedavi etmede
kullanılacaktır. H5N1’in oseltamire duyarlı olduğu konusunda kanıt mevcuttur. Bununla
birlikte ilacın temini dünya genelinde sınırlıdır ve kullanımına öncelik verilecektir” diye
belirtmektedir.2004 Pentagon önergesi, dünya genelindeki hükümetler tarafından panik
halinde Tamiflu alınmasına önemli bir katkıda bulunmuştur (Nevruzoğlu,2009).
“Bir Milyon İlaç Siparişi” başlıklı haber
“Kuş gribi hastalığının insanlarda görülme olasılığını dikkate alan Sağlık Bakanlığı
bir milyon kutu antiviral ilaç siparişi verdi. Bütün dünyada hükümetler ilaç stoklarını
artırırken, üretici firma da üretimini iki katına çıkartıyor…”(Milliyet,2005).
3. Hipotez: İtlaf çalışmaları ile hayvan sahiplerinin duygu durumları arasında travmatik
bir bağ vardır.
İtlaf edilen hayvanların sahiplerinin duygusal tepkileri, yapılan işe yüklenen
doğruluğun modalitesinden dolayı, hiç göz önünde bulundurulmamıştır. Hatta itlafa
değil; ama itlaf biçimine karşı çıkan bazı insanların üzüntüleri anlaşılamadığı için bu
insanlar, “bilinçsiz”, “geri kalmış” olarak nitelendirilmişlerdir. İnsanların çevre ve
hayvanlarla olan duygusal bağları tamamen göz ardı edilmiştir (Başdemir, 2006).
Fotoğraf 1.Çevre halkı ve itlaf çalışmaları
Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/
fotogaleri/33205-sicakhaber-kus-gribi-turkiyede/4
Fotoğraf 2. Çevre halkının çalışmalara şahit oluşu.
Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/33205sicakhaber-kus-gribi-turkiye-de/6
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
381
3.Hipotez: İtlaf çalışmalarının medyada sansürsüz şekilde yayınlanması ile hasta,
çocuk ve yaşlıların psikolojik durumları arasında negatif bir ilişki vardır.
Hayvanları itlaf görüntüleri, ailelere her hangi bir uyarı yapılmadan ana haber
bültenlerinde yayınlanmıştır. Hayvanların yakılma görüntülerinin yanı sıra çocuklar ve
yaşlılar başta olmak üzere birçok insan gaz sobalarını algılayamadıkları için genel olarak
insanlar, hayvanların diri diri yakıldığını düşünmüşlerdir. Bu tür görüntüler, insanlarda
gereğinden fazla kaygı ve korkuların ortaya çıkmasına neden olmuş ve özellikle
çocuklarda hayvanlara ve doğaya mesafeli bir yaklaşımın oluşmasına neden olmuştur.
Çocuklukta yaşanan travmalar, hayatın geri kalanında insanların olaylara ve sorunlara
karşı tutumunu etkileyeceği düşünülmektedir (Başdemir, 2006:2).
Hayvanların itlaf edilme biçimleri, sivil toplum kuruluşları dahil toplumun pek çok
kesimi tarafından, hayvan hakları çerçevesinde etik açıdan eleştiriye maruz kaldığı
görülmüştür. Bu türden görüntüler toplumda korkuyu pompalayabileceğinden dolayı da
yine etik olarak eleştirildiği gözlemlenmiştir.
Fotoğraf 3.İtlaf çalışmalarından bir kare.
Kaynak:http://arsiv.ntv.com.tr/news/356497.asp
Fotoğraf 4.İtlaf edilen hayvan sahiplerinden bir kare.
Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/33205sicakhaber-kus-gribi-turkiye-de/9
5. Hipotez: Hayvanların itlaf edilmesinin, yapılan iletişim kampanyaları dolayısıyla
insanların zihninde gayet doğal, yerinde bir tedbir biçimi olarak yer edinmesi.
Vakanın Türkiye’yi etkilemeye başlamasının ardından yapılan iletişim çalışmalarınca
insanların algıları itlafların doğru bir karar olduğu yargısına dönüştüğü söylenebilmektedir.
Çünkü iletişim kampanyalarının kanatlıların hastalık taşıyabileceği, bu yüzden itlaf
edilmeleri gerektiğine dikkat çekildiği görülmektedir.
Çalışmalar sırasında itlaflar, hayvanlara karşı olan toplumsal duyarlılığın ve çocuklarda
hayvan sevgisini geliştirme çabasının arka planda kalmasına neden olduğu görülmektedir.
Hayvanların saygıya layık varlıklar olduğu hiç düşünülmemiş; onlara karşı hiçbir ahlakî
değere sahip değillermiş gibi muamele edilmiştir (Başdemir, 2006:2).
382
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Değerlendirme
Çalışma kapsamında gerçekleştirilen analizde, araştırma hipotezlerinin doğrulandığı
görülmektedir. Hipotezlerin doğruluğu yayınlanmış fotoğraflar ve haber içerikleri ile
konu ile ilgili daha önceden yapılmış bazı çalışmalarca desteklendiği görülmektedir.
Yapılan iletişim çalışmalarının araştırma kapsamında sunulan hipotezler bağlamında
eksiklik içerdiği söylenebilir. Kuş Gribi Vakası kapsamında yapılan çalışmaların kurumsal
iletişim boyutunun güçlü ancak toplumsal insani boyutunun etik açıdan bir takım riskler
taşıdığını söylemek mümkündür. Yapılan iletişim çalışmalarında etik boyut dikkate
alınmadığı takdirde, kurumun ve toplumun etik kayıplarından söz edilebilmektedir.
Toplumsal ve insani çerçeveden bakılırsa, ortaya atılan iddiaların çalışmamızı destek
nitelikte olduğu görülebilmektedir.
Sonuç Ve Öneriler
Krizlerin, kurumsal ve toplumsal açıdan daima zorlu bir süreç olduğunu söylemek
mümkündür. Kriz iletişim kampanyaları ise bu zorlu süreci en az hasarla atlatılmasını
sağlayan ve krizlerin fırsata çevrilmesine ön ayak olan eşsiz birer enstrümandırlar. Kriz
iletişim kampanyalarında kurumsal boyuta verilen önemin toplumsal ve insani boyuta
verilmesi gerekmektedir ki burada karşımıza etik anlayışı çıkmaktadır. Etik boyut
kurumların yalnızca kriz anlarında değil, kriz öncesi, kriz sırası ve kriz sonrasında
da önem vermeleri gereken vazgeçilmez bir unsurdur. Etik boyuta önem verilmesi;
toplumsal güven kazanımı veya sürdürülmesi, toplumsal uyum ve dengenin kurulması
veya devam ettirilmesi gibi önemli kazançlar elde edilmesini sağlamaktadır.
Sonuç olarak bu bilgiler ışığında, kriz iletişim kampanyalarında etik boyuta önem
verilmediği durumlarda örnek olay kapsamında ele alınan Kuş Gribi vakasında olduğu
gibi çeşitli etik endişelerin ortaya çıkabileceğinin söylenmesi mümkündür. Olası bir
krize karşı ise şu önerme geliştirilebilir: Krizler de birer fırsat olarak görülebilmeli
ve kriz iletişim kampanyalarında etik boyut dikkate alınarak, hem kurumsal hem de
toplumsal fayda göz önünde bulundurulmalıdır. Böylelikle krizle mücadele daha etkin
şekilde yürütülebilir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
383
Kaynakça
Kitap Kaynakları
1. Aziz, A., Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri ve Teknikleri, Ankara: Nobel
Yayınları, (2008).
2. Can H.,Organizasyon ve Yönetim, 7. Basım, Ankara: Siyasal Kitabevi (2005).
3. Dinçer Ö., Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, 5. Basım, İstanbul: Beta Basım
Yayım Dağıtım,(1998).
4. Gökçe O.,İçerik Analizi Kuramsal ve Pratik Bilgiler, 1. Baskı, Ankara: Siyasal
Kitabevi,(2006).
5. Mutlu E., İletişim Sözlüğü, Ankara: Bilim Ve Sanat Yayınları,.(2004).
6. Odabaşı Y., Oyman, M., Pazarlama İletişimi Yönetimi, İstanbul:Mediacat
Kitapları,(2007).
7. Peltekoğlu F. B., Halkla İlişkiler Nedir, Genişletilmiş 5. Baskı, İstanbul: Beta
Yayınları, (2007).
8. Pemsteiner H.,Kriz Yönetimi, Der. Haluk Sumer, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları,(2009).
9. Pira A., Çisil S., Kriz Yönetimi-Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme, 1.
Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları,(2004).
10. Şimşek, M. Ş., Akgemci T. ve Çelik A.; Davranış Bilimlerine Giriş Ve Örgütlerde
Davranış, Konya: Adım Matbaacılık ve Ofset,(2003).
11. Tüz M., Kriz ve İşletme Yönetimi, İstanbul: Alfa Yayınları,(2001).
12. Uzun R., İletişim Etiği: Sorunlar ve Sorumluluklar, Ankara: Dipnot Yayınları,
(2009).
Dergi Kaynakları
1. Aydede Ceyda, “Krizi İletişimle Fırsata Dönüştürmek Elinizde” Inc Türkiye
Dergisi, Sayı 1, (2008)
2. Genç Fatma Neval, “Kriz İletişimi ve Marmara Depremi Örneği” Selçuk
Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, Temmuz, (2008).
384
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Makale Kaynakları
1. Başdemir Hasan Yücel, “Kuş Gribi, İtlaf ve Hayvan Hakları”,II. Uygulamalı Etik
Kongresi, 18-20 Ekim 2006 Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, (2006).
Tez Kaynakları
1. Orhan Fatih, Sağlık Hizmetlerinde Etik Boyut: Hastanelerde Çalışan Personelin
Etiksel Sorunlara Yaklaşımlarının Belirlenmesine Yönelik Bir Alan Çalışması,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, (2007).
2. Özkan Güneş, İtibar Yönetiminde Kriz İletişiminin Önemi ve Thy İle Atlasjet
Örneklerinin Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,
(2010).
Web Kaynakları
1. Cangi A. Ali, İzmirli avukatlar: ‘Hayvan katliamı durdurulsun!’http://www.
sesonline.net/php/genel_sayfa.php?kartno=40988, Erişim tarihi: Nisan 2015.
2. Hürriyet, Bakan Akdağ: ‘Köy Yumurtası Artık Tarihe Karışmalı…’
3. http://www.hurriyet.com.tr/index/arsivnews.aspx?id=3761696,
Nisan 2015.
Erişim tarihi:
4. “Kuş Gribi’nden Üçüncü Ölüm” http://arsiv.ntv.com.tr/news/356497.asp, Erişim
Tarihi: Nisan 2015.
5. Milliyet, Bir Milyon İlaç Siparişi, http://www.milliyet.com.tr/bir-milyon-ilacsiparisi/ekonomi/haberdetayarsiv/13.10.2005/131195/default.html, Erişim tarihi:
Nisan 2015.
6. Milliyet, Kuş Gribi Türkiye’de, http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/33205sicakhaber-kus-gribi-turkiye-de/1, Erişim Tarihi: Nisan 2015.
7. Nevruzoğlu Hilal, Ölüm Tohumları, http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/
genetik/olum_tohumlari.asp, Erişim tarihi: Nisan 2015.
8. Sağlık Bakanlığı, Kuş Gribi Projesi,http://pydb.saglik.gov.tr/index.php/2014-0904-11-16-56/kus-gribi-projesi-tamamland.html, Erişim tarihi: Nisan 2015.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
385
386
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KEMAL SUNAL ÖZELINDE KOMEDI FILMLERINDE DIN ADAMI VE
DINDARLIK OLGUSU
Fatih GÜNAYDIN1
Özet
Teknolojik gelişmeler, kitle iletişimini etkilemiş ve sinema gibi araçlarla birey ve
toplumun sembolik çevresini değiştirmeye başlamıştır. Bunu gerçekleştirirken sinema,
toplumsal gerçeklikten yararlanarak dış dünyadaki gerçekliği kaydetmektedir. Dolayısıyla
sinema, dine ve dini öğelere yer vermiş ve bunları çeşitli şekillerde kullanmıştır. Fakat
sinema, yaşadığımız sosyal hayatın inanç temelli gerçekliğini objektif olarak topluma
sunmaktan uzak kalmıştır. Böylece sinema ile üretilen bu yeni gerçeklik, çok kültürlü bir
toplum yapısının oluşmasına katkı sağlaması beklenirken sinemanın, ülkemizde inanç
temelli toplumsal çatışma alanlarına zemin hazırladığı görülmektedir. Bu çalışmayla,
Türk sinemasında dini unsurlara nasıl yer verildiğini ortaya koymak ve özellikle Kemal
Sunal komedi filmlerinde dinin, dindar karakterlerin nasıl yer aldığını, hangi kalıplarla
dindarlık olgusunun ortaya koyulduğu göstermek amaçlanmıştır. İncelememizde belirli
başlı bazı filmler yerine bireyi ve toplumu diğer film türlerine göre daha fazla etkileyen
ve televizyonun yaygınlaşmasıyla da etkisi artan komedi filmleri örneklem alınmıştır.
Komedi filmleri, sinema filmleri arasında en çok hâsılat rekorları kıran ve insanlar
üzerinde en fazla etkili olabilen bir formata sahiptir. Komedi filmlerinin bu noktada
önplana çıkması, komedi filminin, insanların, olayların, durumların gülünç yanlarını ele
alan; kişileri, olayları, durumları gülünç bir açıdan işleyen film türü olması nedeniyledir.
Kemal Sunal filmleri gösterimde olmasa bile çeşitli televizyon kanallarında günün
her saatinde yayınlanması, toplumsal bellekteki tekrar sayısını artırarak toplumsal
çatışmayı sürdürmektedir. Sinema, bu kültürel etkiyi yaparken, model alma yoluyla
öğrenme ilkesini kullanmakta ve kimlik oluşturma sürecindeki ergen gençleri, komedi
filmlerindeki rol modellerle fazlasıyla etkilemektedir. İnceleme sonucunda 82 filmden 45
filmde din adamı ve dine karşı olumsuz durumlar tespit edilmiştir. Bu olumsuz durumlar
bildirimizde betimsel analiz yöntemiyle sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sinema, Komedi, Kemal Sunal, Din, Dindar, Çatışma.
1 Doktora öğrencisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
387
Abstract
Technological developments, had influenced the mass media and started to change
with tools such as cinema to the symbolic surroundings of the individual and society.
In doing so cinema, has been recording the outside world taking advantage of social
reality.Therefore cinema, had given place to religion and religious items, and used
them in various ways.But the cinema, remained far from the reality of faith-based of the
social life that we live in as objektive to offer to the community.Thus, this new reality
produced by cinema, while is expected to contribute to the creation of a multicultural
community structure cinema is seen as laying the groundwork for faith-based social
conflict in our country. İn this study, it is intended to put forth in the turkish cinema
how the religious element gived place to and especially in Kemal Sunal comedies how
they were involved in religion, religious characters and which set out the facts of the
piety with mold. Our investigation has been headed some sample movies instead of
specific individuals and society affecting more and more according to the type of film
comedies in effect increased with the widespread television. Comedy movies, breaking
the record for the most revenue from cinema films and has a format that can be most
effective on people. To go at this point forefront of comedy, the comedy, people, events,
addressed the ridiculous side of the status area; people, events, situations are due to the
type of film running through a ridiculous angle. Even if not the publication of Kemal
Sunal movies any time of day display on various TV channels continues to increase the
number of social conflicts again in the collective memory. Cinema, while making this
cultural influence, using the principles of learning by making models and adolescents in
the process of identity formation is greatly influenced by role models in comedy films.
In the outcome of the Review, negative cases against clergy and religious in 45 of the 82
films were identified. This is our report adverse events will be presented by descriptive
analysis method.
Keywords: Cinema, Comedy, Kemal Sunal, Religion, Religious, Conflict.
388
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Sanayileşme ile birlikte modern dönemde teknolojik imkânların gelişmesi ve buna
bağlı olarak iletişim teknolojilerinin ilerlemesi, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasını
da beraberinde getirmiştir. Sinema ve televizyon gibi görsel iletişim araçlarının
yaygınlaşmasıyla, artık kitap ve gazete gibi yazılı iletişim araçlarının yerine geçmesi,
duyu organları arasında diğerlerine göre bazılarının ön plana çıkmasına sebep olmuş
ve “düşünen insan”dan “gören insan” merkezli bir toplum hayatının oluşmasına neden
olmuştur.
Bu nedenle birey ve toplum, sözlü bir kültürel yapıdan yazılı bir yapıya, basılı
yayınlardan da televizyon ve sinema gibi görüntülü yapılara kaydıkça, gerçeklik ile ilgili
fikirleri değişmeye başlamıştır.
Yazılı bir söze dayanan bir epistemolojiden ayrılıp fotografi ve sinemaya dayanan
bir epistemolojinin yükselmesi kamusal yaşam açısından çeşitli sorunlar ve sonuçlar
doğurmuştur (Postman, 2012:34).Bu nedenle modern dönemde görme merkezli temel
yapısal değişimlere maruz kalan bireyin ve toplumun sosyo-kültürel hayatını modern
medya araçları olarak radyo, televizyon ve sinema gibi zamanın ruhuna uygun araçlar ve
formlar etkilemekte ve yeni bir sembolik çevrenin oluşmasına neden olmaktadır.
İnsanoğlu, “doğa” düzeninden kültürel bir düzene geçerken hızla gelişen bilim ve
teknolojik imkânları kullanmış ve bu imkânlardan aynı zamanda etkilenmiştir. Üretilen
her teknolojik araç, içinde doğduğu kültür havzasından beslenmekte ve kültür havzasının
rengini ve kokusunu taşımaktadır. Bu nedenle üretilen her teknolojik araç ve ürün içinde
saklı bir kültürel kodla topluma verilmektedir. Dolayısıyla tüketim piyasasına sürülen
her yeni ürün ve araç, üretildiği toplumun kültür yapısını yansıtmaktadır. Böylece içinde
bulunduğu toplumun sembolik çevresini yapılandırarak yeni bir “kültür” oluşmasına da
neden olmaktadır (Bauman, 2014:162).
Bu noktada kitle iletişim araçlarının önemli bir rol oynaması, toplumda farklı
kültürlerin tanınmasına ve onlardan etkilenerek farklı bedenlerin ve düşüncelerin
kamusal hayatta var olmasına ve “çok kültürlü” bir toplum yapısına neden olmaktadır.
Fakat kapitalist sistem, postmodernist bir yaklaşımla kendini korumak ve sisteme uyumlu
bireyler oluşturmak amacıyla üretim ilişkileri yanında buna uygun olarak kültürel bir
sistem geliştirmiştir. Kendini bu şekilde sağlama alarak oluşturmaya çalıştığı kültürel
sistemi ise kitle iletişim araçlarıyla desteklemektedir. Kitle iletişim araçlarının kültür
endüstrisinin piyasa yönelimli sosyal mekanizmalarını şekillendirmesi, toplumsal ve
kültürel bir operasyonun alt yapısı olarak görülmektedir (Gerbner, 2014: 115). Bu durum
ise, demokrasinin teori ve pratiği açısından yeni çatışma alanları doğurmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
389
Kitle iletişim araçlarından sinema, birey ve toplum için yeni çatışma alanlarının
oluşmasında hızlandırıcı bir fonksiyona sahiptir. Sahip olduğu farklı içerik ve yöntemle
birey ve toplumun, sinemasal bir bakışın simgesel olarak konumlandırıldığını fark
etmesi mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla sinema filmiyle yaşanan deneyim, hakikat
gibi algılanmaktadır. Bu açıdan sinemanın bir “İdeoloji vantriloğu” olarak işlev gördüğü
söylenmektedir (Diken ve Laustsen, 2014:31).
Sinema, birey ve topluma bir yol haritası çizerek onun her türlü korkularını şekillendirme,
en mahrem veya aleni arzularını yönlendirme gücüne sahip olmuştur. Aynı zamanda
modern yaşamın önünde engel olan ve seküler bir sosyal hayatın varlığına tehdit olarak
algılanan aile, ahlak, değer ve din gibi kültürel direnç noktalarının zayıflatılmasında ve
sosyal yapıdaki etkinliğinin azaltılmasında sinemanın kullanıldığı bilinmektedir.
Dolayısıyla sinema, icat edildiği dönemden günümüze kadar her türlü filmlerinde dini
inanç, pratik, uygulama, sembol ve karakter tiplemelerini içeren unsurları da kullanmıştır
(Yenen, 2011:12).
Bundan dolayı komedi filmlerinde de dine ait unsurların bulunmasının, olası bireysel
ve toplumsal çatışmayı oluşturabileceği düşünülmektedir. Yeşilçam’ın din öğelerini nasıl
kullandığını ve komedi filmleri özelinde beyazperdeye nasıl yansıttığını bu çalışmayla
incelemek bu alana bir katkı sağlayacaktır.
Bu çalışmayla, Türk sinemasında dini unsurlara nasıl yer verildiğini ortaya koymak ve
özellikle Kemal Sunal komedi filmlerinde dinin, dindar karakterlerin nasıl verildiğini,
izleyiciye hangi kalıplarla dindarlık olgusunun sunulduğu incelenmeye gayret edilmiştir.
İncelememizde belirli başlı bazı filmler yerine bireyi ve toplumu diğer film türlerine
göre daha fazla etkileyen ve televizyonun yaygınlaşmasıyla da eskimeye yüz tutmayan
komedi filmleri örneklem alınmıştır.
2.Sinemanın Topluma Etkisi
Bireyin ve toplumun hayatında vazgeçilmez bir nokta oluşturmuş kitle iletişim
araçlarından sinema, icat edildiği günden itibaren dikkatleri üzerinde toplamış ve
toplumsal hayatın ayrılmaz bir parçası konumuna gelmiştir. Bu durum sinemanın,
sosyo-kültürel hayat üzerinde toplumsal yapıyla bir etkileşim içerisine girmesine olanak
sağlamıştır. Çünkü sinema, zamanın ruhuna uygun bir araç olarak, toplumsal gerçeklikten
yararlanarak dış dünyadaki gerçekliği kaydetmektedir. Sinema, toplumu yansıttığı kadar
toplumdan etkilenerek yeniden kurgulanmaktadır. Böylece toplumsal belleğe katkıda
bulunarak bir “anlam fazlalığı” da üretmektedir (Diken ve Laustsen, 2010:25 ).Böylece
sinema; senaryosu, dili, kostümü, oyuncuları ve çekildiği mekanlarla toplumdan
aldıklarının üzerine ticari ve ideolojik kaygılarla yeniden yükleme yapmaktadır. Bu
durum sosyal yapıdaki sağlık, ekonomi, siyaset, eğitim, din ve aile gibi kültürel direnç
noktalarını ve kurumlarını derinden etkilemektedir.
390
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Ne var ki sinema, yaşadığımız sosyal hayatın gerçekliğini olduğu gibi objektif olarak
topluma sunmaktan uzak kalmaktadır. Sinema ile üretilen bu yeni gerçeklik, topluma
adım adım çeşitli türdeki sinema filmleriyle verilmektedir. Bu özelliğiyle sinema,
bireye ve topluma yönelik yapımlarla gündelik hayat, kişisel tutum ve davranışlarını
kültürleme, gündem oluşturabilme ve ikincil sosyalleşme potansiyeli gibi geniş bir
yelpazede etkinlik alanı meydana getirmektedir (Yenen, 2011:12).
Modern dönemde birey ve toplum sürekli bir iletişim ve etkileşim içerisinde
olduğundan hayatın her döneminde sosyalleşme devam etmektedir. Bireyin hayatın
ilk dönemlerindeki etkileşimi aile ve okul iken sonraki dönemlerindeki yaşanan benlik
dönüşümleri “ikincil sosyalleşme” olarak isimlendirilmektedir. Ailede ve diğer sosyal
çevredeki birincil sosyalleşmenin yetersizliği ve eksikliği, kitle iletişim araçlarının ve
sinemanın bireyin hayatındaki yerinin ve süresinin artması ikincil sosyalleşme durumunun
yaşanmasına ve önceki sosyalleşmenin kazanımlarını devre dışı bırakılmasına neden
olmaktadır (Bauman, 2014: 44).
Diğer taraftan kitle iletişim araçlarından televizyon, sinemaya göre ucuz ve pratik
olması sebebiyle, neredeyse her çeşit toplumsal tabakaya ve yaş aralığına rahatlıkla
ulaşabilmektedir. Böylece sinemanın olumlu olumsuz her türlü sosyal etkisi televizyonun
ulaşabildiği tüm toplumsal yapılara ulaşmakta ve sinemanın etkileri sosyal yapı içinde
kolaylıkla dağılmaktadır.
Sinema sahip olduğu görüntü, müzik ve çeşitli animasyonlarla “büyülenmiş” bir
dünya oluşturarak birey ve toplum üzerindeki etkisini artırmaktadır. Bu etkiyi yaparken
sinema, sanal ve sentetik bir gerçeklik üreterek ve “simüle” edilmiş yapay bir mekan
kullanarak insanları büyülü bir atmosfer içerisine sokmakta ve karar alma süreçlerine
etki etmektedirler. Bireyin ve toplumun karar alma süreçlerine etki yapması, sinemanın
imge üretmesi kapasitesi ile ilgilidir.
Böylece sinema, imge üreterek kişinin sembolik çevresini değiştirerek başkalarının
yaşamlarına katılmayı ve onlarla özdeşleşmeyi mümkün kılar. Diğer bir ifadele sinema
insanın yaşadığı dünya arasında etkileşim kapasitesini artırarak ona rol model olmaktadır.
Sinema da diğer kitle iletişim araçları gibi bireyin ve toplumun kimlik inşa etme
sürecinde aktif rol oynamaktadır. Modern dönemde bireyin anlam arayışına cevap
vererek onu piyasa ilkesi gereği ticari reklamlarla oyalayan ve bireye yeni bir kimlik
oluşturan sinema, oluşturduğu karakterlerin sosyal bağlamlarının üretilmesini de
gerçekleştirmektedir. Böylece sinemanın sunduğu bu kimliklerin getirisi, sosyal onayları
alınmış hazır paket olmaları ve toplumsal kabul arayışlarının sıkıntılarının ortadan
kolaylıkla kaldırılmış olmasıdır. Sinemanın sağladığı sosyal onay, pazarlanan ürünün
ya da ideolojinin kendisinde adeta baştan var olduğu kabul edilmekte; farklı olanın
toplumda müzakere edilmesine ihtiyaç kalmamaktadır. (Bauman, 2014:115).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
391
3.Komedi ve Kemal Sunal
Kitle İletişim araçlarından sinema, birey ve toplumu sosyo-kültürel açıdan etkisi altına
alarak yönlendiren en önemli araç olma özelliğini taşımaktadır (Güçhan:62).Sinema
bu özelliğini müzik, ses ve pek çok görüntü efektleri gibi çeşitli teknolojik imkânlarını
kullanarak sosyal gerçekliği çok güçlü ve inandırıcı bir şekilde sunmaktadır. Ne var ki
sunulan bu toplumsal gerçeklik, değişime ve dönüşüme uğratılmış bir sinemanın yeniden
ürettiği gerçeklik olarak kalmaktadır (Monaco, 2009:249).
Sinema, bu toplumsal gerçekliği birçok farklı türleriyle, topluma sunsa da komedi
filmleri, sinema filmleri arasında en çok hâsılat rekorları kıran ve insanlar üzerinde
en fazla etkili olabilen bir formata sahiptir. Komedi filmlerinin bu noktada önplana
çıkması, komedi filminin, insanların, olayların, durumların gülünç yanlarını ele alan;
kişileri, olayları, durumları gülünç bir açıdan işleyen film türü özelliğine sahip olması
nedeniyledir (Özön, 2008:226).
Aynı zamanda komedi filmleri bireye ve topluma vermeye çalıştıkları mesajlarını
eğlenceli bir ortamda, didaktik bir dil kullanmadan vermektedirler. Böylece komedi
filmlerini izleyenler film içeriğine karşı bir savunmaya geçmemekte ve filmi önyargısız
bir şekilde izlemektedirler. Bu nedenle toplumun her kesimine hitap etmekte, insanlar
üzerinde daha fazla etkili olabilmekte ve mesajlarını daha fazla kişiye ulaştırmaktadırlar
(Yorulmaz, 2011:101).
Türkiye’de en çok rağbet edilen ve vizyona girdikten sonra gişe rekorları kıran
filmler komedi filmleri olmuştur.(Sunal, 2005:27). Halen ülkemizde en fazla izlenme
sayısı ile komedi filmleri liste başındaki yerlerini korumaktadır. Bu konudaki istatistiki
veriler, Türkiye’de en çok izlenen 10 filmden 6 tanesinin komedi türünde olduğunu
göstermektedir (Boxoffice, 2015).
Türkiye’de sinema filmlerinde komedi türünün tarihi seyri, “Bican Efendi’nin Mektep
Hocası (1921)” ile başlamış ve “Bican Efendi Vekilharç (1921)” ile devam eden ilk
serial komedi filmi olarak kayıtlara geçmiştir. Geçiş yıllarından sonra sinemacılar çağı
olarak bilinen 1950-1960 arasında komedi türü değer kazanmaya başlamış ve böylece
Türk sinema tarihinde komedi filmlerinin temeli atılmıştır (Sunal, 2012:520). 1958–1964
yıllarına gelince arasında Osman F.Seden’in “Cilalı İbo” ile “Adanalı Tayfur”u ve Hulki
Saner’in “Turist Ömer”i güldürü sinemasının “üç büyükler”i olarak ortaya çıkmıştır
(Özgüç, 2005: 67). 1970’li yıllarda ise Türk Sineması’nın Keloğlan ve Nasreddin Hoca
geleneğini devralan Kemal Sunal filmleri, Türk Sineması’nda komedi türünün modern
versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır (Sunal, 2012:524).
Türk sinema tarihinde Kemal Sunal, güldürü kahramanlarının öncülerinden biri
olmuştur. Kemal Sunal, 1972 yılından 1999 yılına kadar toplam 82 filmde rol alarak
komedi dünyasında bir fenomen olmayı başarmıştır. Kemal Sunal’ın komedi filmlerindeki
392
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
bu başarısında genel olarak köy-kent arasındaki çatışmayı ele alması etkili olmuştur.
Üst kültür ve gelir seviyesine sahip kentli insan ile alt tabakayı oluşturan köylü insanın
sosyal yapı içerisindeki mücadelesini filmlerinde işlemiştir.
Kemal Sunal komedisinin temelinde toplumsal olgular, mücadeleler, problemler ve
çatışmalar bulunmaktadır. Bireyin ve toplumun üzerindeki sıkıntıların sinemayla dile
getirilmesi, Kemal Sunal komedisinin ayrıcalığını ortaya koymaktadır (Sunal, 2012:525).
Bu nedenle sinema içeriği toplumun hayatında bir özdeşleşme sağlayabilmekte ve bu
durum bireyi ve toplumu “Katarsis” e (duygusal boşalmaya) götürmektedir. Böylece
komedi filmlerini seyrederek vakitlerini eğlenerek geçirdiklerini düşünen insanlar, bir
yandan da biriktirdikleri enerjilerini bu şekilde boşaltarak rahatlamaktadırlar.
Bu durum ise, Kemal Sunal komedisinin defalarca bıkmadan seyredilmesi olgusunu
beraberinde getirmiştir.
Kemal Sunal filmlerinin toplum tarafından defalarca seyredilmesinin ve toplumsal
yapıda bir karşılık bulmasının birçok nedeni bulunsa da öncelikle ifade edilmelidir
ki bu duruma Türk toplumunun gündelik hayatında televizyonun yer edinmesi etkili
olmuştur. 1980’li yıllardan itibaren televizyonun ülkede yaygınlık kazanması, sinema
filmlerinin bu arada Kemal Sunal Komedi filmlerinin izleyici kitlesini artırmıştır.
Günümüz Türkiye’sinde sayısal veri iletimi, internet ve sosyal medya gibi çeşitli iletişim
imkânlarının olmasına rağmen halen televizyon programlarında Kemal Sunal komedi
filmlerinin yayınlanmaya devam edildiği görülmektedir.
4.Araştırma Yöntemi
Türk sinemasındaki komedi filmlerinde olduğu gibi Kemal Sunal filmografisinde de
çoğunlukla din adamına ve dine karşı olumsuz bir tavrın var olması komedi filmleri
aracılığıyla topluma verilen mesajları incelemeyi gerektirmektedir. Bu nedenle
çalışmamızda Kemal Sunal’ın rol aldığı filmler, youtube.com, dailymotion.com, vimeo.
com adlı video sitelerinden izlenmiş ve içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. İçerik
analizi sürecinde bulunan negatif durumlara göre tema oluşturulmuş ve bu temalara göre
frekans tabloları kodlanmıştır. Daha sonra frekans tablolarındaki temalar 7 üst temada
toplanmıştır. İnceleme sonucunda 82 filmden 45 filmde din adamı ve dine karşı olumsuz
durumlar tespit edilmiştir. Bu olumsuz durumlar bildirimizde betimsel analiz yöntemiyle
sunulmuştur.
5.Bulgular ve Değerlendirme
Araştırmamız sonucunda Kemal Sunal komedi filmlerinde din ve dindarlık olgularının
olumsuz bir çerçevede ele alındığını görmekteyiz. Çalışmamızda 82 film izlenmiştir ve
45’inde olumsuz içeriğin olduğu tespit edilmiştir. İçerik analizi ile 45 filmde toplam 8
üst tema ve 174 frekans elde edilmiştir. Bu bulgular, kategorize edilerek belirli başlıklar
altında verilmeye çalışılacak, ardından ise sosyolojik yorumlarla çözümlenecektir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
393
1
2
3
4
5
6
7
ÜST TEMALAR
FREKANS
Din adamı ve dindar karakterle alay edilmesi
49
Dini öğelerin küçümsenmesi
38
Din adamı ve dindar karakterleri olumsuz rolde gösterme
21
Dini isimlerin ve sıfatların olumsuz kullanımı
20
Din adamının ve dindar karakterin fiziksel görüntüleri
18
Din adamının ve dindar karakterin ahlaki zaafları
15
Dini bilgi eksiklikleri
13
Tablo-1, İncelenen filmlerde tespit edilen üst temalar ve frekansları
5.1.Din adamı ve dindar karakterle alay edilmesi
İncelenen filmlerde din adamının ve dindar kişilerin yapılmamasını öğütlediği ve dinen
haram ve günah olan davranışların yapılmasıyla dini kimlik ve statüyle alay edildiği
görülmektedir. Rüşvet alan imam (Kibar Feyzo, 12:00), (Şark Bülbülü, 20:00), (Üç
kağıtçı (06:40) bu konudaki en çarpıcı örneklerden birisi olmuştur. Müezzinin gıybet
etmesi, (Postacı, 54:00), içki masasında müezzinin bulunması ve bardak tokuşturması,
(Postacı, 38:15), (Postacı, 38:40) ve imama defin sonrası para verilmesi, (Canım
Kardeşim, 28:00) Müezzinin derisini yüzelim, o ırz düşmanının demesi (Postacı, 46:50)
İmamın cenazede sopayla adam kovalaması, (Gülen Adam, 11:30) diğer örneklerdir.
İncelediğimiz Kemal Sunal komedi filmlerinde dindar kişilere bahis oynatılması (Üç
Kağıtçı, 22:30), içki içmeyen kişilerle dalga geçilmesi (Köşeyi Dönen Adam, 13:00),
(01:04:50), hacı olan kişiye içki içirilmesi, (Deli Deli Küpeli 55:00), (Köşeyi Dönen
Adam, 01:06:00), kızını İtalyan asıllı bir yahudiyle evlendiren Hacı tiplemesi, (Kiracı,
24:00), hacı olan birisinin ailesiyle mahallede giydikleri kıyafetlerle rezil edilmesi,
(Köşeyi Dönen Adam, 49:00), hacı ve dindar kişinin süte su katması, (Yüz Numaralı
Adam, 32:00), çocukları içki içen hacı tiplemesi, (Kiracı, 47:00), dindar insanın ahlaksız
olması, (Kanlı Nigar, 06:30), verebileceğimiz örnekler arasındadır.
İncelenen filmlerde tespit edilen diğer bir farklılık ise batıl inanç ve hurafelerin din
adamı ve dindar kişiliklerden doğduğu şeklindeki sahne yüklemeleridir. Bu konuda, batıl
inançları hocaların söylediği (Salako (56:00); yatıra, türbeye kurban kesilmesi gerektiği
(Şark Bülbülü, 20:25), “Hortlak! Hortlak!” diyerek imamın mezarlıktan kaçması, (Şark
Bülbülü, 01:43:25), Cin defetme töreni, (Sosyete Şaban, 42:00) Tedavi için hocalara
ve yatırlara götürmek, (Gülen Adam, 11:00), Dini öğelerin dilek adamada kullanılması,
(Şendul Şaban, 56:15), Cinci kadından medet umma, (İbo ile Güllüşah, 09:00), Başörtülü
kadının büyü bozma töreni, (Hanzo, 46:00) örneklerini verebiliriz.
394
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
5.2.Dini öğelerin küçümsenmesi
Dini öğeler, dini hatırlatan dinin sembolleridir. Bu nedenle dini bir sembol ya da öğe
ile alay edilmesi sosyo-kültürel yapıdaki fonksiyonunun yitirilmesine neden olacaktır.
İncelediğimiz filmlere göz attığımızda dini öğelerin kullanımını bazen direkt bir
görüntü ile bazen bir diyalog ile bazen de mizahla harmanlanarak filmin alt metnine
yedirildiğini görmekteyiz. Bu konuda bazı örneklerin paylaşılması yerinde olacaktır:
Kuran İslam dinin temel kaynağıdır. Sadece kötü rolde oynayan kişinin evinin kapısında
kuran harfleriyle yazı bulunması, (Kibar Feyzo 24:00), Kuran’ın çarpılma kitabı olarak
gösterilmesi (Salako,19:00), Piyango biletinin Kuran-ı Kerim’in içine saklanması (Talih
Kuşu, 13:00) Kuran’a karşı bir önyargını olduğunu göstermektedir.
Dini öğelerin küçümsenmesi ibadetlerin temeli olan namazda da karşımıza çıkmaktadır.
Tefecilik yapan ve kötü karakterde rol alan kişilerin namaz kılması, (İyi Aile Çocuğu,
01:09:40), (Salako (52:44), iki yüzlü sahtekar birisinin kaçmak amacıyla namaza
gidiyorum demesi (Keriz, 01:03:00), ölmemek için kişinin namaz kılması (Zübük,
27:00), namaz kılan babaannenin geğirmesi (Kiracı, 01:01:01) ya da söz ile namaz
ibadetini aşağılama (Zehir Hafiye, 33:00), namaz kılan kişinin evi yıkılırken bile namaz
kılmaya devam etmesi (Salak Milyoner, 01:18:40) verilebilecek örnekler arasındadır.
İslam dinin sembollerinden biri de şüphesiz kadınların kıyafetleri olmuştur. İncelenen
filmlerde kadının kıyafetlerinin çağdışı olduğu, kadının modernleşmesi ve güzelleşmesi
için başörtüsünün çıkarılması gerektiği (Boynu Bükük Küheylan, 39:00), Abuk Sabuk bir
Film (36:40), Başörtülü kadınların da alkol aldığı (Gülen Adam, 35:00) ve flört yaptığı
(Köşeyi Dönen Adam, 5:45), rol gereği başörtü takan babasına çocuğun “Öcü” demesi
(Şendul Şaban, 57:00), yine aynı şekilde başörtüsü için karakterin “yüreğimi karartıyor”
demesi (Köşeyi Dönen Adam, 46:30), verilebilecek psikolojik örneklerdir. Toplumsal
yapıda başörtü kullanan kadınların sosyo-kültürel açıdan alt düzeyde bulunduğu ve fal
bakan, cincilik, dilencilik ve hırsızlık yapan, kurşun döken kadınların başörtülü olmaları
(Tokatçı, 23:00), (Şendul Şaban, 54:00 / 56:00), (İbo ile Güllüşah,17:00), (Zehir Hafiye,
39:50), (Boynu Bükük Küheylan, 35:00), (Sevimli Hırsız, 17:00), (Abuk Sabuk bir Film,
45:35), aynı şekilde başörtüsünün sosyal yapıda üst düzeyde temsil edilemeyeceği ve
kadının eşinin aday olması sebebiyle sahne arasında başörtüsünü çıkarması, (Zübük,
01:05:50), (Abuk Sabuk bir Film, 29:50), verilebilecek sosyolojik örneklerdir. Diğer
taraftan başörtüsünün mahalle baskısı nedeniyle takıldığı (Yakışıklı,12:00), Çarşafla
kimliğin gizlenmesi ve insanların kandırılması (Davaro, 1.05.10), (Zübük, 07:11), (Zehir
Hafiye, 39:00) bu konuda verilebilecek diğer örneklerdir.
Dindar insanların en belirgin fiziksel görünüşlerinde sakallı olmaları kabul edilmiş
sosyal bir gerçekliktir. Fakat incelediğimiz filmlerde görülmektedir ki sakallı olmak
olumsuz gösterildiği gibi sakallı olan kişilere de kendilerinden beklenmeyen ve dindar
insanın yapmayacağı işler yaptırılmaktadır. Bu nokta bazen sakallı insanlarla dalga
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
395
geçilmiş, (Kanlı Nigar, 06:50), bazen sakallı, dindar tipleme için “sakallı, sizi aldatıyor”
(Üç kağıtçı, 18:20) diyerek aşağılanmış bazen de randevü evine yapılan baskında sarıklı
ve sakallı imamın katılmasıyla (Kanlı Nigar,11:30) gerçekleştirilmiştir.
Dini nikahın olumsuz gösterilmesi , (Köşeyi Dönen Adam, 01:00:00), Yemin , kurban
, zikir, namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerle alay edilmesi, (Şark Bülbülü, 20:25), (Kanlı
Nigar, 20:25), Mezarlıkta içki içilmesi (Zübük, 27:57), Karakterin filmde “Selamün
Aleyküm” diyerek kaçması (Zübük, 36:40), Hacı olan karaktere eski kafalı denmesi,
(Kiracı, 21:00), fal bakmaya besmele ile başlanması, (Boynu Bükük Küheylan, 35:00),
dini öğelerin küçümsenmesine örnek olarak gösterilebilir.
5.3.Din adamı ve dindar karakterleri olumsuz rolde gösterme
İncelenen filmlerde, din adamı ve toplumun dindar kesimi sosyal hayattan kopuk
yaşayan, gelişmeye ve teknolojiye uzak olarak gösterilmiştir. Bu noktada, geleneklere
bağlı olmanın toplumda yeri olmaması, (Boynu Bükük Küheylan, 46:00), Müezzin
Efendinin videoya gavur icadı demesi (Postacı, 16:00), yine aynı şekilde sinema ve
televizyona karşı bir dindar tiplemesi, (Yüz Numaralı Adam, 28:00) örneklerdir.
Din adamı ve dindar insanların maddi çıkar peşinde koştuklarını ve maddiyat için
yapmayacakları şeyin olmadığını anlatan sahneler çalışmamızda tespit edilmiştir. Bu
konuda imamın başlık parası pazarlığında taraf olması ve başlık parasını dini göstermesi,
(Kibar Feyzo, 20:30), (01:05:30), (Zübük (49:40), paragöz, menfaatçi ve ikiyüzlü dindar
tiplemesi, (Devlet Kuşu, 16:00), dinin siyasete ve ticarete alet edilmesi, (Zübük, 59:30),
(Köşeyi Dönen Adam, 12:40), bir kızın dindar ve sakallı bir kişiyle evlendirilmek
istenmesi, (Meraklı Köfteci, 06:20), para karşısında değişen dindar tiplemesi, (Yüz
Numaralı Adam, 28:30), dindar karakterin evliyaya rüşvet vermesi (Kanlı Nigar,
01:12.00) verilebilecek örneklerdendir.
Bu konudaki diğer örnekler ise “Evimde istemem böyle insanları..” diyerek müezzinin
aşağılanması, (Postacı, 17:35), müezzinin kovulması, (Postacı, 54:00), köyün imamının
üfürükçü olarak gösterilmesi (Gülen Adam, 05:00), (Zehir Hafiye, 01:16:20), Veli ve
evliya türbelerine gitmekle dalga geçilmesi, (Şendul Şaban, 17:00), evliya ile alay
edilmesi (Kanlı Nigar, 01:11:30), hocanın yağmur yağdıracağını söylemesi, (Üç Kağıtçı,
06:20),
Okuyan hocanın tükürmesiyle (Zehir Hafiye, 01:18:25)alay edilmesidir.
5.4.Dini isimlerin ve sıfatların olumsuz kullanımı
Çocuklara isim vermek Müslümanlar için dini bir vecibe olarak algılanmakta ve
çocuklarına güzel isim vermek için gayret gösterildiği bilinmektedir. İzlediğimiz
filmlerde dini açıdan değerli olan ve sembolik anlamı olan isimlerin olumsuz rolde
396
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
oynayan kişilere verilmesi saptanmıştır. Bu konuda tespit edilen örnekler şunlardır:
Fatma isminin sahtekar ve düzenbaz bir kadına verilmesi (Sakar Şakir, 21:00), Ömer
isminin çıkarcı, ikiyüzlü, sahtekar bir hacıya verilmesi, (Köşeyi Dönen Adam, 48:30),
eşeğe Abdullah isminin verilmesi, (Canım Kardeşim, 23:30), cinci bir kadına Emine
isminin verilmesi (İbo ile Güllüşah, 17:00), Üfürükçü hocanın isminin Arif olarak (Üç
Kağıtçı, 06:10) verilmesidir.
Hac ibadetini yapan kişiye yaygın olarak “Hacı” denilmektedir. Aynı zamanda dindar
bir kişilik olarak verilen “Hacı” sıfatına incelediğimiz filmlerde olumsuz yüklemeler
yapıldığı görülmektedir.
Çıkarcı, menfaatçi bir hacı tiplemesi (Köşeyi Dönen Adam, 02:00), hacı olan kişinin
karaborsacılık yaparak bakkal işletmesi, (Deli Deli Küpeli,10:00), hacı olan kişinin at ve
eşek eti keserek kasaplık yapması, (Deli Deli Küpeli, 17:00), ikiyüzlü Hacı tiplemesi,
(Köşeyi Dönen Adam, 21:00), Hacı olan kişinin başlık parası pazarlığı yapması (İnek
Şaban, 12:00), düzenbaz hacı tiplemesi (Sakar Şakir, 03:05), (Yüz Numaralı Adam,
42:00), hacı Teyzenin parayı görünce sözünden dönmesi, (Tarzan Rıfkı, 04:00),
paragöz hacı tavrı (Kiracı, 35:10), dindar ve hacı olan kişinin ailesinin soğuk ve tuhaf
gösterilmesi (Kiracı, 24:00), kadınlarla konuşmayan hacı tiplemesi, (Kiracı, 20:00,
21:12)verilebilecek örnekler arasındadır.
5.5.Din Adamının ve dindar karakterin fiziksel görüntüsü
Kemal Sunal filmleri, komedi filmleri arasında bir fenomen olmayı başarsa da Türk
sinemasının dine, din adamına ve dindara karşı olan mesafesini aşamadığı görülmektedir.
İlk dönem Türk sinemasındaki Muhsin Ertuğrul ile başlayan din adamı stereotipleri
1960’ lı yıllarda da bir değişikliğe uğramamıştır.
Buna göre din adamının fiziki görüntüsü bazen topal bir hoca (Kibar Feyzo, 14:00),
bazen şaşı bir kişi (Yoksul, 25:30) bazen çirkin bir kişi (Davaro, 03:18) bazen de şişman
(Postacı, 07:10) bir insan olarak karakterize edilmiştir. Din adamı profilinin sürekli
düşük tutulduğu ve görsel açıdan sempatik olmayan bir kalıpla filmlere yedirildiği ortaya
çıkmaktadır.
Sosyal dokuya uyumlu olmayan yaşlı (İyi Aile Çocuğu, 00:26), üfürükçü, halkı
kandıran ve sevimsiz sakalı olan imam (Üç Kağıtçı (06:00), (Varyemez, 01:11:00), olarak
resmedilmektedir. Yine aynı şekilde toplum karşısında ezik (Keriz, 07:00), kendinden
emin olmayan (Canım Kardeşim, 25:40) beden dili ve kıyafet olarak itici olan (Deli
Deli Küpeli, 01:13:55), (Üç kağıtçı (06:00), bir durumda gösterilmiştir. Bu olumsuz
kalıplar sadece din adamı için değil aynı zamanda filmde dindar (Kanlı Nigar, 05:00),
(Kiracı, 21:12), (Devlet Kuşu, 16:00), (Yoksul, 25:30). olarak bilinen insanlar içinde
kullanılmıştır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
397
5.6.Din adamının ve dindar karakterin ahlaki zaafları
Sinema filminde din adamının ve dindar karakterin fiziki görüntüsünün önemli olduğu
kadar kişilik özellikleri ve ahlaki yapısı da önemlidir. Din adamının toplumu sürükleyen
toplumun bir aydını olma özelliğini filmlerdeki imam ve dindar tiplemeleriyle
azaltmışlardır. Topluma güzel ahlak bakımından örnek olması beklenirken imamın,
incelediğimiz sinema filmlerinde bazen evinde misafir olduğu kişinin kızına bakan
(Postacı, 07:10) bazen karşı cinse imalı ve şehvetli bakışlar atan bir kişi (Postacı, 39:30)
olarak küçük düşürülmektedir. Aynı şekilde filmlerde toplumda dindar olarak tanınmış
kişiler de cinsellik konusunda zaafı olan bireyler olarak verilmektedir.
Yoldan geçen kadınlara sakallı bir dindar kişinin “Maşallah, maşallah” demesi (Kanlı
Nigar, 06:20), (21:40), yine aynı filmde aynı tiplemenin şehvetli bir yüz ifadesiyle
kadınlara bakış atması (Kanlı Nigar (21.15), başka bir filmde dindar bir esnaf olduğu
belli olan bir kişinin dükkanının önünden geçen kadına laf atması (Şabaniye, 21:00),
başında takke olan dindar dedenin erotik kadın resimlerine ilgi duyması ve yaşı ilerlemiş
olmasına rağmen azmış bir şekilde evlenmek istemesi (Yakışıklı, 01:30), Hacı olarak
bilinen ev sahibinin kiracısının kayınvalidesinin elini tutmak istemesi (Kiracı, 49:45),
Almanya’da yaşayan dindar görünümlü bir kişinin cinsel içerikli konuşma yapması
(Polizei, 04:00), yine dindar ve köylü bir kişinin kadın ve para karşısındaki zafiyetleri
(Abuk Sabuk bir Film, 40:00) bu konuda örnek verilebilecek örneklerdir.
5.7.Dini bilgi eksiklikleri
Türk sinemasındaki göze çarpan en büyük eksiklik dini konulardaki bilgi yetersizlikleridir.
Bu durum sıklıkla günümüzde de yaşanmaktadır. Sadece komedi filmlerinde değil
tüm Yeşilçam’da bu eksiklik hissedilmektedir. İncelenen filmlerde imamlar cenaze
hizmetlerinde sorumlu, ölümü ve ölüyü hatırlatan ve sürekli cenaze namazı kıldıran bir
görünüme sokulmuşlardır.Fakat bu konuda da dini bilgi yetersizliklerinin giderilmediği
ortadadır.Bir cenaze namazında imamın cemaate arkasını dönerek helalleştirme yapması
(Davaro, 32:55) dini pratiklere uygun değildir.
Yine aynı filmde mevtanın kabire yaklaştırıldığında imamın “Hadi, gömün!” demesi
(Davaro, 34:00) bu konuda hiçbir bilginin olmadığını göstermektedir. Kibar Feyzo
filminde imamın ve Kemal Sunal’ın yanlış abdest alması (Kibar Feyzo,12:00), Diğer bir
filmde ise namaz kılan kişinin namazı yanlış kılması (Zübük, 27:45), namazda öldürülen
kişinin şehit gidebileceği (Zübük, 27:30), Kesilen kurban kanının alna sürülmesi (Postacı,
38:00), Aşırı yağmurda cenaze defini yapılması (Canım Kardeşim, 25:50), Ramazan
bayramı yerine şeker bayramı denilmesi (Öğretmen, 01:09:00), Dileklerin Allah’tan
değil de evliya ve yatırdan istenmesi (Kanlı Nigar, 01:11:50), (Şendul Şaban, 57:20),
Sabah ezanının güneş doğduktan sonra okunması (Öğretmen, 52:20), (İnatçı, 38:21),
(Garip, 40:25) öne çıkan dini bilgi eksikliklerinden bazılarıdır.
398
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
6.Sonuç ve Öneriler
Kitle iletişim araçlarından sinema, sahip olduğu farklı özellikler sebebiyle popülerliğini
korumaya ve toplumu yavaş da olsa etkilemeye devam edecektir. Bu nedenle toplumsal
çatışmanın yine kitle iletişim araçlarıyla ortadan kaldırılabileceği öngörülmektedir.Türk
sineması kurulduğu günden günümüze kadar dine, dindar kesime ve din adamı olgusuna
mesafeli yaklaşmış ve belli bir şablon üzerinden filmlerde din olgusuna yer vermiştir. İlk
komedi filmleriyle başlayan din olgusu da Yeşilçam’ın genel yaklaşımından nasibi almış
ve dindar kesimle aralarındaki buzları eritmekte zorlanmıştır.
Yaptığımız çalışmada güldürü sinemasındaki Kemal Sunal’ın filmlerinde de dine ve
dindarlık olgusuna karşı bir duruşun olduğu görülmektedir. Dinin asli unsuru bireyi ve
toplumu birleştirmek ve çatışmalardan kurtararak ötekine saygı duymayı sağlamak ve
çok kültürlü bir ortamda beraber yaşama kültürünün oluşturulmasına katkı sağlamaktır.
Dinin bu birleştirici unsurunun sinema filmlerinde ve özellikle de eskimeyen, her zaman
ve her toplumsal grup ve yaş aralığında televizyon nedeniyle hala seyredilebilen Kemal
Sunal güldürülerinde bulunmadığı, aksine dinin ve dini öğelerin sosyal hayatta mizah
konusu ve unsuru olarak verildiği sonucuna ulaşmış bulunmaktayız. Bu durum ise
kültürleme kuramına göre televizyon programları izlendikçe ekranda görünenin gerçeği
yansıttığına olan inancı artmakta ve toplumsal çatışmayı ortadan kaldırmamaktadır. Bu
sebeple, Kemal Sunal filmleri sinema salonlarında artık gösterime sokulmasa bile çeşitli
televizyon kanallarında günün her saatinde yayınlanması, toplumsal bellekteki tekrar
sayısını artırmakta ve bu olumsuz etkilenmeyi sürdürmektedir. Sinema, bu kültürel
etkiyi yaparken, model alma ve özdeşim kurma yoluyla öğrenme ilkesini kullanmakta
ve özellikle de örgün eğitimde kimlik oluşturma sürecindeki ergen gençleri, komedi
filmlerindeki rol modellerle fazlasıyla etkilemektedir.
Sinemanın filmlerinin toplumsal çatışmaya sebep olan etkisinin tahribat oranında
tamirat gücüne de sahip olunduğu unutulmamalıdır. Uzun yıllar boyunca din ve dini
değerlere sinemayla yapılan olumsuz etki, yapılacak olumlu filmlerin yapılmasıyla ortadan
kalkabilir. Çünkü sinemanın yol açtığı toplumsal çatışma yine sinemanın gücünden
faydalanılarak giderilebilir. Türk sinemasında dini bilgi eksiklikleri aslında toplumsal
bir çatışma alanı olarak kendisini göstermektedir. Ötekiye ait değerlerin bilinmesi, saygı
gösterilmesi ve iletişim dilinin ona göre yapılandırılmasını gerektirmektedir. Medyada
kameramanından yönetmenine ve yapımcısına kadar görev yapan herkes minimum
olarak içinde yaşadığı değerleri tanımalı ve kendisini dini değerlere zarar verici bir
tutumdan uzaklaştırmalıdır.
Bu sebeple yazılı ve görsel medyamızın, tüm birimleriyle birlikte ve hangi dini,
ahlaki, felsefi düşünce ve yaklaşım olursa olsun hepsine eşit yakınlıkta olması, toplumun
değerlerini tanıması, bilmesi ve toplumun değerlerine saygı göstermesi ve yine buna
göre bir yayın politikası belirlemesi yerinde olacaktır.Senaryo yazım aşamasında ve
setlerde film çekilirken alanında uzman bir danışmanın bulunması, abdest alma ve
namaz kılma gibi konularda bile sıkça hata yapılmasının önüne geçecektir. Bu nedenle
2013 yılında medya çalışanlarına ve yöneticilerine Diyanet İşleri Başkanımız Prof.Dr.
Mehmet GÖRMEZ’in çağrıda bulunarak her televizyon kanalının bir “Din danışmanı”
na ihtiyacı olduğunu söylemesi anlamlıdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
399
7. Kaynakça
1. Bauman, Z.(2014). Sosyolojik Düşünmek. 10. basım, İstanbul: Ayrıntı.
2. Diken B., Laustsen C. B. (2014) Filmlerle Sosyoloji. Çev.: Sona Ertekin, 3.basım.
İstanbul:Metis.
3. Enderun, M.(2014) Sinemamızda aşağılanan dini isimler. Sızıntı Dergisi, 430/477479.
4. Gerbner, G.(2014).Medyaya karşı. Der.:Michael Morgan, Çev.:Ayas ve Batmaz ve
Kovacı, 1. basım, İstanbul:Ayrıntı.
5. Güçhan, Gülseren. “Sinema-Toplum ĠliĢkileri”, Kurgu Dergisi, sy. 12.
6. http://www.boxofficemojo.com/intl/turkey/opening/ ; Erişim:15.08.2015.
7. Monaco, James. (2009).Bir Film Nasıl Okunur?, İstanbul: Oğlak.
8. Özgüç A., (2005), Türlerle Türk Sineması, 1.basım, İstanbul:Globus.
9. Özön, Nijat (2008). Sinema Sanatına Giriş, 1.basım, İstanbul: Agora Kitaplığı.
10. Postman, N.(2012).Televizyon: öldüren eğlence.4. basım, İstanbul: Ayrıntı.
11. Sunal,Gözde (2012). Kemal Sunal güldürülerinde karakterlerin temsili. İstanbul
Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 11 Sayı: 21.
12. Yenen, İ.(2011). Toplumsal tezahürleri bağlamında Türk sinemasında din dindarlık
ve din adamı olgusu. Yayınlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enst., Ankara.
13. Yorulmaz, B. (2011). Sinema ve din eğitimi. Yayınlanmamış doktora tezi, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
400
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KAHİRE ‘SİNE-KENT’
Gizem UYANIK1
Özet
Kent sadece maddi yapılardan ibaret değildir. Fiziksel bir bütünlüğe ve somutluğa
sahip en büyük toplumsal birim olmasının yanı sıra, kent geniş bir toplumsal ilişkiler
ağının hem yaratıcısı hem de düğüm noktasıdır. Kahire yüzyıllardır farklı medeniyetlerin
karşılaşmış olduğu bir yerdir ve bu özellik şehirde farklı bir iz bırakmıştır. Bu
etkilerin kaynaşması ve farklı görüntüler Kahire’nin doğal tarihinin bir parçasıdır
ve bununla her sokak köşesinde karşılaşılır. Mısır toprağı her dönem egemenler için
sahip olunası bir cazibe merkezi olmuştur. 17 milyonu aşan nüfusu, iç göçün neden
olduğu sorunlarıyla, çok değişik ve zengin bir insan malzemesi sunan, yaşamın tüm
çelişkilerini, geri kalmışlığın tüm sorunlarını bağrında taşıyan bir kenttir. Arap ülkeleri
arasında en gelişmiş sinema endüstrisine sahip olan Mısır’da sinema sanatı 20. yüzyılın
başından bu yana her daim toplumla sıcak ilişkiler içindedir. Şehir çok üretken bir film
endüstrisine sahiptir ve ‘Orta Doğu’nun Hollywood’u takma adına layık olacak kadar
geniş bir hayal gücü vardır. Sinema filmlerinde yaşamdan kesitler ve parçalar, kısa
zaman ve mekanlar içinde sıkıştırılıp izleyiciye sunulur. Böylece fiziksel mekan sosyal
veriler ışığında kolayca okunur hale gelir. Bu bakımdan filmler, kentin kendisi kadar
mekan oluşumunda da modeldir. Sıradışı yaşantılar, olaylar karakterler ve eylemler,
filmsel anlatıya renk katan öğelerdir. Mekan oluşumunda insan ilişkileri ve kapitalist
üretim süreçlerinin etkisi vardır. Kapitalist toplumlarda kentsel mekan, insan ve toplum
ilişkilerinin düzenlenmesini sağlayan bir araca dönüşür. Büyük metropoller farklı kültür
gruplarını ve sosyal eşikleri birarada tutan yerler olarak karşımıza çıkar. Bu bölgelerde
yaşayan insanlar etnik yapılarıyla ve zaman içinde oluşturdukları yeni yaşam tarzlarıyla
kültürel çeşitlilik yaratırlar. Sinema filmleri alternatif yaşamlar, ilişkiler ve mekanlar
hakkında izleyiciye fikir sunar.
Anahtar Kelimeler: Kahire, Orta Doğu, Mısır, Sinema, Kent.
1 Yüksek Lisans Öğrencisi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sinema Bilim Dalı ,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
401
CAİRO ‘CINE-CITY’
Abstract
Do not only comprise the material structure of the city. The largest social unit with the
concreteness and physical integrity, in addition to being both the Creator and the wider
network of social relationships is the crux of the city. In Cairo, this property is a place
where you are encountering different civilizations over the centuries has left a mark in the
city different. These effects and the fusion of different images on every street corner and
with it is a part of the Natural History of Cairo can be seen. The land of Egypt, a center
of attraction for the rulers of each semester has been owned. A population of more than
17 million, with the problems of Internal Displacement, rich and very varied material,
offering all of life’s contradictions, is a town of bosom problems of backwardness.
Among Arab countries, which has most advanced the art of cinema a cinema industry
in Egypt 20. since the beginning of the century, always a warm relationship with the
community. The city has a very prolific film industry, and the ‘Hollywood of the Middle
East so as to be worthy of the nickname has a broad imagination. From life in the
film and parts sections, short, compressed, and is presented to the viewer in time and
space. Thus, in the light of social data in physical space, it easily becomes read only. In
this regard, the movies, as much space as a model for the formation of the city itself.
Unusual experiences, events, characters, and actions, are items that add color to the
filmic narrative. The venue in the formation of human relations and the capitalist process
of production has no effect. In capitalist societies, urban space, is a tool that enables the
regulation of human and social relations. The great metropolis stands out as the place
that holds together different cultural groups and social thresholds. People who live in
these regions and over time they created a new lifestyle with the ethnic structure of the
cultural diversity they create. Movies alternative lives, relationships, and offers ideas to
the viewer about the places.
Keywords: Cairo, Egypt, Middle East, Cinema, City.
402
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Kahire ya da Arapça ifadesiyle El- Kahire “Galip” anlamına gelir ve bu isim birçok
çatışmanın karşısında olduğu halde yalnızca ayakta kalmakla yetinmeyip pozitif başarılar
da elde etmiş bir şehir için çok uygundur. Kahire Afrika’da en büyük ve en kalabalık
başkenttir; Orta Doğu’nun uzun süredir kültürel merkezidir ve Akdeniz toplumunda
önemli bir role sahiptir (Levy, 2011: 6).
Coğrafi ve kültürel bağlantı noktası olan şehir, 21. yüzyılın aceleci alışveriş
merkezlerinin meydanlarını ve kalabalık nüfusun mevcut gerçekleri olan gürültüyü ve
kalabalık insan yığınlarını kapsayan, dramatik tezatların karışımının yaşandığı bir yerdir
(Levy, 2011: 6).
Karmaşık olmayan hayatın erdemleri burada takdir görür. Kahire’de aile hala önemlidir
ve modern hayatın baskısına karşı bir tampondur. Burada inanca olan pratik istekler
yaşam tarzını da etkilemektedir (Levy, 2011: 16-17).
Mısır sinemaya aşina bir ülkedir, Mısırlılar da sinemayı seven insanlardır. Bir zamanlar,
Amerika ve Hindistan’dan sonra, dünyanın en çok film yapan üçüncü ülkesi olarak
bilinen Mısır, “televizyon icat oldu sinema bozuldu” cümlesinin taşıdığı gerçeklikle,
o geçmişteki büyük film endüstrisini, Kahire’deki ünlü film stüdyolarını kaybetmiştir.
Geçmişte, Şam’dan Bağdat’a, Beyrut’tan Amman’a kadar tüm büyük Arap kentlerinin
sinemalarında gösterilen, hatta bize kadar gelen melodram, müzikal komedi ağırlıklı
Mısır filmleri, bir dönemin en çok tercih edilen filmleri arasında yer almıştır (Tuna,
2005: 115).
Mısır’a 1920’li yılların başında giren sinema endüstrisi, kısa zamanda büyük gelişme
göstererek, üst üste çekilen filmlerin ardından 1936 yılında, dönemin Başbakanı
Talat Harp tarafından açılışı yapılan Kahire’deki “Misr Film Stüdyoları”nın hizmete
girmesiyle, büyük bir atılım gerçekleşir ve 3000’den fazla film yapılır (Tuna, 2005: 115).
Krallık döneminin son yıllarında ise ekonominin dibe vurmasıyla birlikte 1947’de
çıkarılan sansür yasası, yoksulluk içinde yüzen mahallelerde, köy evlerinde, sosyal
yaşamın acı gerçeklerini yansıtan mekanlarda film çekimlerine sert yasaklamalar getirir.
Ancak 1950’li, 60’lı yıllarda Mısır film endüstrisi, altın yumurtlayan tavuk misali,
olağanüstü bir yükselişle Arap ve Afrika dünyasının film tekelini tamamen ele geçirir
(Tuna, 2005: 116).
1952 ihtilalinden sonra gelen Nasır dönemi de, Mısır sinemasında büyük sinemacı
ve sanatçıların yetişmiş olduğu bir rönesans dönemidir. 1970’li yılların başlarından
itibaren Kuveyt prenslerinin kendi ülkelerinde açtıkları son teknoloji ile donatılmış
stüdyolar, her ne kadar Mısır film endüstrisini etkilemiş olsa da, Mısırlılar için sinemanın
düşüşünü getiren asıl etken televizyondur. Televizyonda gösterilen filmler, pembe
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
403
diziler, büyük Mısır filmciliğinin sonunu getirmiştir. Şimdilerde Mısırlılar, bir zamanlar
Kahire sinemalarında kapalı gişe oynayan, eskinin o unutulmayan tatlarını, masum aşk
öykülerini, televizyon ekranlarından izler.
Eski Mısır filmlerinde, o eski Türk ailesi teması da oldukça önemli bir yer tutar.
Günümüzde eskisi kadar fazla film çekilmese de, Kahire ve İskenderiye kentleri, her yıl
yinelenen, iki büyük uluslararası film festivaline ev sahipliği yapar (Tuna, 2005: 117).
Kahire’de Sinema
Mısır’da ilk sinematograf gösterisi 5 Ocak 1986 tarihinde İskenderiye’deki Zawani
Kahvesi’nde yapılır (Teksoy, 2005: 593). 1910’a kadar on tane gösteri salonuna kavuşan
Mısır’da, aynı yıl batılı yapımcıların desteğiyle ilk görüntüler kaydedilmeye başlanır.
Umberto Dores, Mario Volpi, Victor Rossito, Stelio Chiarini gibi İtalyan sinemacılar
Mısır sineması içinde çalışmaya başlar. İlk Mısırlı yönetmen olarak Orfanelli’den
bahsedilir. Mısır’da 1907 ile 1930 arasında 150’ye yakın sessiz film yapılır.
Yabancı yapımcılar da bu dönemde kısa kurmaca filmler çeker ancak Mısırlı izleyiciler
anlaşılmaz buldukları bu Batılı filmlere ilgi göstermediler. Yabancılar da zaman içinde
Mısırlıların hoşlanacağı folklorik özellik taşıyan filmler yapmaya başladılar (Oylum ve
Sivaslıoğlu, 2011: 53-54).
1920’li yıllarda hala devam eden İngiliz mandası altında yaşayan Mısırlılar, her
şeye rağmen sinemaya ilgi göstermeye devam ettiler. Bu dönemde yerel yapımcı Talat
Harp’ın çabalarıyla Mısır sinemasında yerel stüdyoların sayısı oldukça artar. Yerel yapım
şirketleri kurulmasını sağlayan Talat Harp, yerel bir zengindir ve Mısır sinemasının kendi
ayakları üzerinde durmasını ister. Genç yeteneklerin Batı ülkelerine eğitim almaları için
yollanmasına da katkı sağlayan Harp, yerel bir Mısır sineması kurulmasında ilk dönemin
en önemli isimlerinden biridir. Devletin bağımsızlığını sağlayamadığı bu dönemde
sistemli bir devlet politikasıyla yapılabilecek birçok yatırım Talat Harp’ın çabalarıyla
oluşturulur (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 54).
Bu dönemde iki tür ortaya çıkar; melodramlar ve basit güldürüler. Bu yılın melodramları
Kouka isimli kadın oyuncuyla tanınır. 1960’lara kadar varlığını devam ettiren bu
melodramlara bedevi melodramları da denir. Kadınların sinema içindeki yerinin arttığı
bu dönemde; birçok kadın oyuncu, hatta yönetmen sinema sektöründe yerini alır (Oylum
ve Sivaslıoğlu, 2011: 54-55).
“Mısır’da stüdyoda film çekme pratiğiyle güçlenen ve uzun bir süre devam eden ‘filme
alınan tiyatro’ gayretinin ardından sinema, yalnızca tren garı, hayvanat bahçesi, piramitler
vb. Herkes için tanıdık mekanların kullanımıyla değil, aynı zamanda stüdyodaki çekim
pratiğini dış mekanın koşullarına da sistemli bir şekilde taşıyarak kenti fethetmiştir. Kente
404
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
doğru yoğun göçün yaşandığı yıllarla ve taşradan gelen göçmenlerin de içerisinde yer
aldığı bir kent üzerine kafa yorulmasıyla birlikte yönetmenler bir kent tasavvuru ortaya
çıkarmıştır. Bu sayede Kahire’nin geleneksel sinematografik imajı yenilenmiş ve 1980’li
yıllarda kentsel dış koşullara eklemlenme ısrarıyla şekillenen, ‘yerel’ bir özgünlük vücut
bulmuştur (Besnard, 2008: 240).”
Kahire’de özellikle aristokratlar arasında çok tutulan şarkıcılar, sinemanın sesli hale
gelmesiyle beraber beyaz perdeye transfer olmaya başlar. Mısır toplumunun sinemayla
bağlarının güçlenmesini sağlayan bu ortaklık, zaman içinde bütün sinemayı etkisi altına
alır. Başta ünlü şarkıcı Ümmü Gülsüm olmak üzere Muhammed Abdülvahab, Leyla
Murad ve Asmahan gibi dönemin en ünlü şarkıcılarının başrol oynadığı filmler inanılmaz
bir etki yapar. Filmlerin hemen hepsi müzikli hale gelir. Dramdan komediye konular ne
olursa olsun şarkıcılar, dansözler Mısır sinemasından uzun süre eksik olmadılar. Mısır
filmlerinin ihracatı da bu dönemde başlar (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 55-56).
“Mısır sinemasının son 20 yılında gerçekçiliğin hakim bir eğilim olarak karşımıza
çıktığını söyleyebiliriz. Bu eğilimde film, çoğu zaman kent içerisinde kolektif ve oturulan
bir halde, arkadaşlar arasında veya aile arasında olması itibariyle korunaklı nitelikler
taşıyan bir gezinme biçiminde akmaktadır. Sinema böylece otobüsten daha konforlu,
bir kent içi ulaşım aracına dönüşmektedir. Ve insanlar, tıpkı otobüsteki gibi sinemada
da arzularının o tekil ve biricik hallerinden uzak tutulmaktadır (Besnard, 2008: 241).”
Sinemasal Üretim
Bu döneme kadar basit güldürüler ve müzikli filmlerle varlığını devam ettiren Mısır
sineması, özellikle İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden etkiler taşıyan yönetmenlerin filmleriyle
farklı yapımlara da ev sahipliği yapar. Toplumsal konular sinemada yer almaya başlar,
sınıf farklılıklarının toplumdaki yeri sorgulanır (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 57).
“Mısır sinemasında mekanlar, hikayelerin iskeletini ve görsel varlık nedenini teşkil
etmektedir. Kurgusal yapının gücü ve yarattığı hakikat etkisi, tanıdık mekanlara
başvurulmasından ileri gelmektedir.
Bu sayede hayatın büyük akışı, ekranda küçük hikayeler olarak belirmektedir. Bu
küçük hikayelerin senaryo yanları oldukça zayıftır ama bunun hiçbir önemi yoktur. Zira
seyirci, akıp giden hayatın bir eşanlamlısını görebilmenin zevkini öyle dolu dolu yaşar
ki senaryoya aldırmaz. Seyirci, ayrıca filmin zamanının etkisiyle, filmin karakterleriyle
aynı kentsel çevreye ait olduğuna dair bir yanılsamaya kapılır (Besnard, 2008: 242).”
Toplumsal filmlerin filiz vermeye başlamasını bir kenara koyarsak Mısır sineması
bilindik temalarla yükselişi sürdürmeye devam eder. Paris’teki film okullarında yetişen
Ahmet Badrakhan bu dönemin sinemasının yegane endüstri unsurudur. Bu dönemde 2.
Dünya Savaşı’nın etkisiyle ithal filmlerin ülkeye girişleri oldukça azalır. Bu da Mısır
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
405
sinemasının gelişmesini ve yaygınlaşmasını oldukça kolaylaştırır. Aldıkları yabancı
filmleri de dublajla ve filmlere verdikleri fon müzikleriyle olabildiğince yerelleştiren
Mısırlılar, en çok ithal filmi Hollywood sinemasından yapıyorlardı. Gelişen Mısır
sineması için en büyük rol model kuşkusuz Hollywood olmuştur. Mısırlı seyirciler de
zaman içinde önemli değişmeler geçirir. Savaş döneminin etkisiyle kara borsacılığın
yarattığı zenginler ve zamanla oluşan orta sınıf şehirliler, Mısır sinemasının doğal
izleyicileridir. Büyük şehirlerde özellikle Kahire ve İskenderiye’de nüfusun artması
sinemayla ilgilenen insanların sayısını da oldukça arttırır. Bu ilgiyle sinema salonlarının
sayısı da artar. Kahire’de 1936’da 100 salon varken, 1945’te 400’den fazla sinema salonu
faaliyet gösterir hale gelir (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 58-59).
“Sokak sahnelerinin kullanımına fazlaca başvurulması, kent kimliğinin yeniden
üretilmesinden duyulan keyfe hizmet etmektedir.
Merkez, kentin tanıdık cephelerini, su kemerlerini, ayakkabı mağazalarının ve plasik
mankenlerin çıplak tenlerinde iç çamaşırların teşhir edildiği kadın giysileri satan
dükkanların vitrinlerini keşfetmemize yarar. Filmler, tüm kozlarını üzerimizde bir
ayna etkisi yaratma üzerine oynamakta, hem ‘orada’ bulunmanın zevkini sunmanın
hem de temsil ettiği unsurları içinde eriyip gitmenin yollarını aramaktadır. Şayet Mısır
filmlerinden bir zevk alınabilecekse bunu sağlayan, filmin bünyesinde yerel ortama ait
öğeler bulundurmasıdır. Mısır sineması, esas olarak iç tüketime dayanmaktadır (Besnard,
2008: 243).”
Arap milliyetçiliğinin sembol isimlerinden biri olan Nasır’ın uzun süren iktidarı
boyunca Mısır, Ortadoğu’nun lider ülkesi olarak öne çıkar. Sinema sektörünü de yeniden
dizayn eden Nasır, salonları ve stüdyoları devleştirir. Bu yeni dönemde eski tarz filmlerin
yapımına devam edilmekle beraber yeni temalar da sinemada yer bulmaya başlar. Kadın
hakları, köylüler, işçi dünyası, Arap milliyetçiliği bu dönemin yeni konuları olur. Laik
bir yönetimi önemseyen Nasır, kadınların toplumdaki varlığının artmasını, çalışanların
üretim gücünü ve Arap milliyetçiliğinin gelişmesini arzular. 1957’deki sinema sektörünü
desteklemek için Sinemaya Destek Kurumu kurulur. Aynı yıl Kahire Film Okulu da açılır.
Devlet destekli ve devlet kontrollü bir sinema için devletin bütün imkanları kullanılmaya
başlanır. 1963 yılında ise Genel Yapım ve Dağıtım Örgütü kurularak filmlerin dağıtımında
da devletin desteği ve kontrolü başlar (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011:60).
Demokrasi kültürünün yerleşemediği ülkede Nasır’dan sonra asker kökenli Enver
Sedat dönemi başlar. Sinema sektörü yeniden yapılanmak zorunda kalır. 1972 yılında
Sinema Destek Kurumu kapatılır. Böylece sinema sektöründe yeniden liberal piyasa
şartları egemen olmaya başlar. Devletin desteğini çekmesiyle film yapımlarında önemli
bir düşüş yaşanır. Said Marzuk, Salah Ebu Sayf ve Yusuf Şahin’in çalışmaları bu dönemin
önemli ürünlerindendir (Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 62-63). Mısır sinemasının öncü
yönetmeni Yusuf Şahin, 1970’lerde çektiği filmlerle filmografisinin nitelikli ürünlerini
406
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
vermeye başlar. Devlet desteğinin olmaması geniş izleyici sayılarını hedefleyen sıradan
yapımların da yeniden sektöre egemen olmalarına olanak sağlar (Armes, 2011: 451).
Dar sokakların dikkat çekiği Arap kentlerinde sokak, her zaman hareketli bir yaşamın
sahnesi, kendini dışa vurmayı, teşhir etmeyi seven bir halkın buluşma yeri olmuştur. Bu
alan sadece yetişkin erkeklerin değil, aynı zamanda kadın ve çocukların da haberleşme
ve iletişim hattıdır. Kent sokaklarında meddahlar, ozanlar, yılan oynatıcıları, soytarılar,
şarlatanlar, berberler, domino oynayanlar, sokaklara canlılık katarlar (Öztürk, 2005: 73).
“Mısır sinemasında senaryo, sanatsal gereklilikler bakımından pek yetkin değildir:
Biçim ya hiç yoktur ya da çok az ölçüde kullanılır, anlatım birbirini izleyen durumlara, bir
o kadar da durak noktaları üzerine kurulur; ama karakterler, salt sanatsal müdahalelerin
haricinde hiçbir şekilde geliştirilemez.
Mesela anlatım, eylemin başlamasından, bir anlatıma ve yazarın yorumunun meyvesi
halindeki özerk bir evrene dahil olmamızdan önceki bir geçmiş zaman ölçeğine göre
yoğurulur.
Bunu senaryonun inşasındaki bir zayıflıktan ziyade sinematografik eğlencenin kente
has bir beğenisi olarak görmek gerekir (Besnard, 2008:243).”
Seksenlerle beraber Mısır sinemasında bariz bir çeşitlilik göze çarpar. Film sayılarında
önemli bir düşüş yaşansa da; ticari filmler, sanat filmleri, politik ve dini filmler birlikte
varlığını devam ettirir. Kahire Sinema Enstitüsü’nden gelen yeni sinemacılar, eski
sinemacılara taze bir soluk getirir. Mısır toplumu sinema tutkusundan bu dönemde de
vazgeçmese de, sinema o eski ışıltılı günlerinden çok uzaktadır. 1942 doğumlu yönetmen
Muhammed Khan ise 60’larda kısa filmler çekerek sinemaya adım atar. Yönetmen, Yusuf
Şahin’den sonra uluslararası arenada tanınan ikinci Mısırlı yönetmen olmuştur (Oylum
ve Sivaslıoğlu, 2011: 64-65). Henry Barakat ve Salah Abu Sayf, Mısırlı sinemacıların
duayenleridir. Çoğunlukla melodram ve komedi filmleri çekmiş olan Barakat’ın elliye
yakın filmi vardır (Braudeau, 2004: 196).
Bir Kent Deneyimi
Bağdat, İskenderiye, Beyrut, Halep, Şam gibi “dünyevi” kentler düşünülmediğinde,
Arap-İslam dünyasının hayati yönden bir çöl olduğu öne sürülebilir. Ortadoğu kentleri,
İslamiyet’in görsel kültürü yasaklayan zihniyetinin de etkisiyle son derece cılız kalmıştır.
Batı Beyrut, Binbir Gece Masalları ile Yusuf Şahin’in filmleri ise kurtuluşun imgeleridir
(Öztürk, 2005: 81-83).
İnsanların sinema salonlarında toplanmasına Arap dünyasında nadiren rastlanırken
Kahire’de bu alışkanlık varlığını sürdürmektedir. Burada sinema erkek nüfusa özgü bir
gündelik pratik değildir. Aksine salonlara ailece gidilmektedir. Sinemaya yönelik ilgideki
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
407
bu direnç, Kahire üzerinde yaşanılan, o esnada geçilen ve ikamet edilen kent olarak üç
güçlü ortak referansta buluşan kentli izleyicilerden beslenen bir canlılığı kanıtlamaktadır.
Seyirci salondan çıktığı zaman az evvel beyazperdede gördüğünü şimdi sokakta tekrar
gördüğünde hem perdede hem de sokakta gördüklerinin aynı kent, aynı dizgeler, aynı
meyve suyu satıcıları, aynı ayakkabı vitrinleri ve aynı şamata olduğunu teyit eder. Zaten
kendisi de gizli bir biçimde filmin kahramanıyla özdeşleşmiştir; kaldırıma döndüğünde
aslında hala filmin içindedir. Burada sokaktan perdeye ve perdeden sokağa geçip durma
hali söz konusudur (Besnard, 2008: 243-244).
Kahire yüzyıllar boyunca, nerdeyse tüm Ortaçağ’da dünyanın en zengin, kozmopolit
ve kalabalık yerleşmelerinden biri olmuştur (Altın, 2003: 107).
Global ve geleneksel bir bütün olarak kent, varlığın özgünlüğünün önüne geçmekte ve
onu tanımlanmış bir tutumlar akımı içerisine sevk etmektedir.
Göstergeyle gösterilen arasındaki ayrımı anlama yetisinden yoksun, düşük eğitim
seviyesindeki ‘halkları’ için çalışma iddiasındaki yönetmenler, diğer halkları göz
ardı eden sinematografik bir sansür ve oto sansür etkisi meydana getirmektedir. Mısır
sineması sinematografik bir tema olarak ‘büyük kent’in çekiciliğine sık sık başvurmakla
birlikte seyirciyi filme fazlasıyla dahil etmekte, ona filmi gözlemlemesi için pek bir
mesafe bırakmamaktadır. Sinema, seyircinin kentiyle iç içe geçmiştir ve kent seyirciyle
birlikte, onun eylemlerini belirleyen bir çerçeve haline gelmiştir.
Şu halde artık kenti seyirciye göstermeye gerek yoktur (Besnard, 2008: 245).
Sinemada insan öznesi, kendisini sarıp sarmalayan ve aşan bir kentsel dekor içinde
tekilliğini yitirmiştir ve bundan böyle dekorla ve dekora aitliğiyle şekillenen bir
karakterden ibarettir. Sinema salonunda toplanma eylemi, kentsel hayatın ortak biçimleri
içerisinde akıp giden merkezileşmiş arzularını salonla iyice bütünleşerek belli belirsiz
bir şekilde tatmin eden bir seyirci kitlesinin üretilmesine neden olur. Burada artık ortak
bir alanda her biri kendi yolunu açan kişisel arzular değil, tarihiyle ve akışıyla arzuları
yönlendiren bir kent söz konusudur. Filmlerin gerçekçilik yönü, ortak tatmin biçimleri
üzerindeki düşsel öğeyi etkisiz hale getirmekte ve böylece kentin kurulu akışına göre
işleyen teskin edici bir öğe vazifesi görmektedir (Besnard, 2008: 247).
Kent sakinleri, merkezin baş döndürücü yoğunluğuna ve çalkantısına karşı daha sakin
alanlara, Nil kıyısına, bahçelere, hisarların ve Golf kulübünün yeşilliklerine, aşıkların
kaçamak ettikleri, bunlardan biraz yaratıcı olanlarının da Nil’e girdikleri taraçalara
kaçmaktadır. Nil kıyıları gündüz başka, gece başkadır. Buralar gündüz vakti huzur dolu
ve sakinken gece her türlü tehlikeye müsaittir. Kent sakini, bu tehlikelerden ancak kentin
zamanını doğru bir şekilde kullanarak kaçınabilir. Ayrılma, kenti terk etme ve göç etme
arzusu ise filmlerdeki ifadesini seyirciyi süratle kent merkezinin konsolosluklarına,
bunların önünde vize alabilmek için bekleşenlerin görüntülerine sürükleyerek bulur
(Besnard, 2008: 247-248).
408
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Ortaçağ Avrupa kent merkezlerinde kilise yer alırken, Arap-İslam kentlerinde cami
göze çarpar (Öztürk, 2005: 75). Kent merkezinin kaldırımlarındaki yoğunluk, temas
ve sürtüşme bölgelerinin sınırlarını durmaksızın yeniler. Sinema, bu temaslardan ve
bununla birlikte izdihamın beraberinde getirdiği, kentin kent sakinleri için çekim gücü
ve iticiliği arasındaki karşıtlıktan faydalanır.
Mısır sinemasındaki birçok kamera kaydırma hareketi örneği, Kahire’nin merkezindeki
mağazaların vitrinleri önünde gezinip duran kitleleri görüntüler. Büyük merkezlerin
anonimliği, bir yandan özneyi kitle içinde eritirken bir yandan da arzuya herkesin
birbirinin gözetimi altında yaşadığı mahalledekine kıyasla daha serbest bir dolaşım
imkanı verir (Besnard, 2008: 248).
“Braudel’e göre, Müslüman kentlerinin Batı’ya nazaran özgünlükleri, daha erken
belirmeleri ve daha büyük boyutlu olmalarıdır. Bu kentler İslam uygarlığının özüne
bağlıdır ve yollar, gemiler, kervanlar, hac ziyaretleri, kentlerin hareket demetlerini,
dinamik öğelerini dile getirir (Braudel, 1990: 140).”
Müslüman kentlerin kendine özgü yazgısı meydanın işlevlerini dağıtır ve mekana
farklı bir düzenleme getirir. Kentin merkezinde camiden, cami avlusundan ve bunları
çevreleyen medreselerden hanlardan ve hamamlardan başka insanların toplanabileceği
yer yoktur (Mumford, 2007: 95).
Mısır sineması sürekli ve ısrarlı bir biçimde ikamet edilen yerle gezinme yeri arasındaki
farkı vurgular. Hikayelerde şiddetli arzunun karşılığını bulduğu nihai durak, mahalle
mahremindeki erkek veya kadın komşudur. Kahramanların oluşumları, sıkı sıkıya kentin
baskınlığı tarafından belirlenmektedir (Besnard, 2008: 250).
2011 yılında 30 yıllık Mübarek yönetimi Mısır halkının ısrarlı çabalarıyla sonlanır.
Seçilmemiş bir yöneticinin rahatlığı ve yöneticisini seçememenin huzursuzluğu uzun bir
süre bir arada yaşandıktan sonra koşullar değişir. Bu dönemde meydanlarda sabahlayan
Mısırlıları konu alan belgesel tadında bir kurmaca yapım olan 18 Gün festivalleri
dolaşmaya başlar. Mısır’daki değişim esnasında kendilerini aniden olağandışı olayların
içinde bulan sıradan Mısırlıların hayatlarını yansıtan yapım, on kısa filmden oluşur. Bu
dönemde çekilen filmlerin çoğu, oldukça düşük maliyetlidir. Bu yüzden birçoğunda
profesyonel oyunculardan ziyade amatör insanlar rol yapar. Bu da filmlere ayrı bir
gerçekçilik ve samimiyet katar. Bütün Ortadoğu’ya film ihraç edilen günler eskide kalır
(Oylum ve Sivaslıoğlu, 2011: 68-69).
“Modern Mısır sinemasında filmler, kentteki dönüşümü izlememekte ve ona cevap
vermemektedir. Ama yine de kentin içindeki yeni kentler bomboş vaziyette de değildir.
Buralar, çölün konuk sevmez havasına, henüz tamamlanmamış ve yerleştirilmemiş
apartmanlara indirgenmemiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
409
Zaten sinemacıların türlü türlü anlatımlara destek sağlayabilecek böylesine belirsiz
mekanlara tamamıyla kayıtsız kalabilmeleri mümkün değildir (Besnard, 2008: 252).”
Kahire ‘kenti’ sakinlerinin ondan ürettiklerinden çok daha zengin bir yayılma ve temsil
potansiyeli taşımaktadır. Büyük Kahire’de inşa edilen evlere talip çıkmaması, sinema
perdesindeki karşılığını bir temsil eksikliğiyle bulmaktadır. Anlaşılan o ki bu yani
evlere yönelik talep eksikliği, kaçınılmaz olarak temsilde de bir eksikliği beraberinde
getirmektedir. Madem ki sinema bir zaman ve mekan sanatıdır, şu halde Mısır sineması
halkın kente dair bu yeni zihniyetini kendisine model almalıdır (Besnard, 2008: 252).
Mısır sineması toplumsallaşmanın bu yeni biçimlerini temel alarak seyirciye aşina
olmadığı yeni unsurları, değişen kentsel dekoru, varlıklar arasında ortaya çıkan yeni
alanı sunmalı, ona yeni atmosferleri, mekanları ve bağları başka türlü hissetme olanağı
vermelidir. Madem ki sanatçı, halkın bir adım önünde yer alarak yaşadığı dönemin
ruhunu anlama ve dönüşümlere tepki vererek bunları sarsma yetkinliğine sahiptir; o
halde sinema da kentsel havanın değişimi üzerine daha dikkatlice eğilmelidir (Besnard,
2008: 254).
“Mısır sinemasının sunduğu arzu biçimi, Mısır toplumunun hiçbir şeyin
değişmeyeceğine yönelik inancını kuvvetlendirmekte ve yeniden üretmektedir.
Bu sinema, uçsuz bucaksız bir kent içinde, dekorlar yeni olsa bile, aynı durumlara
yerleştirilmiş aynı tip kişilikleri kullanarak statükoyu merkez-çevre, zengin-fakir, kenttaşra, dürüst-ikiyüzlü şeklindeki ikili ortak sunumların bölünmüşlüğü içerisinde tekrar
etmektedir (Besnard, 2008: 254).”
Dolayısıyla Kahire’de ki bu sinema, kentsel yaşamı keşfederek onun yaşam anlarını,
mekanlarını, atmosferlerini, manzaralarını ve yeni varoluş biçimlerini görünür kılmaktan,
yaşanılan alana yönelik alışılmış algıyı dönüştürmekten uzaktır ve bu nedenle özcü ve
donuktur. Mısır’da sinema şimdiki zamana karşı daha iyi direnmek için eski biçimlerin
tekrarında ısrar ettikçe içine kapanmaktadır ve seyirciye peçeden olan bir beyaz perde
önermektedir. Doğu Avrupa, İran ve Uzakdoğu sinemaları, olanakları kısıtlı olmasına
rağmen adeta bunları yağmalayarak yükselişe geçerken, Mısır sinemasının içerisinden
çıktığı kentin gelişimine ayak uyduramaması ve yaratıcı gücünün zayıf kalması hayli
üzücüdür (Besnard, 2008: 254-255).
410
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sonuç
Sinema filmlerinde yaşamdan kesitler ve parçalar, kısa zaman ve mekanlar içinde
sıkıştırılıp izleyiciye sunulur. Böylece fiziksel mekan sosyal veriler ışığında kolayca
okunur hale gelir. Bu bakımdan filmler, kentin kendisi kadar mekan oluşumunda da
modeldir. Sıradışı yaşantılar, olaylar karakterler ve eylemler, filmsel anlatıya renk
katan öğelerdir. Mekan oluşumunda insan ilişkileri ve kapitalist üretim süreçlerinin
etkisi vardır. Kapitalist toplumlarda kentsel mekan, insan ve toplum ilişkilerinin
düzenlenmesini sağlayan bir araca dönüşür. Büyük metropoller farklı kültür gruplarını
ve sosyal eşikleri birarada tutan yerler olarak karşımıza çıkar. Bu bölgelerde yaşayan
insanlar etnik yapılarıyla ve zaman içinde oluşturdukları yeni yaşam tarzlarıyla kültürel
çeşitlilik yaratırlar. Sinema filmleri alternatif yaşamlar, ilişkiler ve mekanlar hakkında
izleyiciye fikir sunar.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
411
Kaynakça
1. Altın, E. (2003). Kahire 641-2000. İstanbul: Boyut Yayınları.
2. Armes, R. (2011). Üçüncü Dünya Sineması ve Batı (çev. Z. Atam). İstanbul:
Doruk Yayımcılık.
3. Besnard, M. C. (2008) Sinematografik Kentler. İçinde M. Öztürk (der.) Kahire:
Arzu Nesnesi. İstanbul: Agora Kitaplığı.
4. Braudeau, M. (2004). Kentte Sinema Sinemada Kent. İçinde M. Öztürk, N.
Türkoğlu ve G. Aymaz (der.) Kahire: İmamlar, Sansür ve Video. İstanbul:
Yenihayat Kütüphanesi.
5. Braudel, F. (1990). Akdeniz: Mekan ve Tarih (çev. N. Erkurt). İstanbul: Metis
Yayınları.
6. Levy, P. (2011). Kahire (çev. E. Özsoy). İstanbul: Pozitif Yayınları.
7. Mumford, L. (2007). Tarih Boyunca Kent (çev. G. Koca. ve T. Tosun). İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
8. Oylum, R. ve Kemal, S. (2011). Ortadoğu Sineması. İstanbul: Başka Yerler
Yayınları.
9. Öztürk, M. (2005). Sine-masal Kentler. İstanbul: Donkişot Yayınları.
10. Teksoy, R. (2005). Dünya Sinema Tarihi. İstanbul: Oğlak Yayınları.
11. Tuna, T. (2005). Ahlan ve Sahlan Kahire. İstanbul: MB Yayınevi.
412
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
413
414
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK KADININ BEYAZ PERDE
VE TELEVİZYONDA TEMSİL SORUNU
Gürbüz ÇİMEN1
Özet
Türkiye Cumhuriyeti ilanı sonrasında, Türk toplumunda ciddi oranda ve büyük çapta
değişimler yaşanmıştır. Harf devriminden, kılık-kıyafet devrimine kadar pek çok alanda
farklılıklar olmaya başlanmıştır.
Cumhuriyetin ilanı sonrasında, toplumsal değişimleri inceleyen rahmetli sosyolog
Nurettin Topçu’nun tezine göre, devletin yapısı ve milletin iradesi ve hatta demokrasinin
işleyişi açısından, devletin yapısının seçkincilerden oluşması gerektiğiydi. Nurettin
Topçu’ya göre, Anadolu ve sol kavramları birbirleriyle etkileşerek, “Anadolu Sosyalizmi”
şeklini almıştır. Ancak, milletin iradesi, altı yüz yıllık gelenek halinde olan imparatorluk
kimliğinden henüz yeni çıktığı için, irade ve yapı aynı şekilde olamayacağından,
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında seçkinci ve seküler yapıda olması gerektiğiydi.
Pek çok alanda yapılan değişiklikler sonrasında, seçkinci kadrolar, ülkenin gidişatına
yön verebilmek adına, sanat ve edebiyat alanında bir takım yeni gelişmelere ön ayak
olmuşturlar.
Sanat dallarından tiyatronun Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri var olması,
Cumhuriyet sonrası Muhsin Ertuğrul’un da çabaları ile sinema kültürünün başlamasına
katkı sağlamıştır.
İkinci dünya savaşı sonrasında, 1950 yıllarından itibaren Türk Sineması gelişmeye
başlamış, 1960-1970 yılları arasında da “Altın Çağ” olarak nitelenen ve sinemada en çok
istihdamın yaşandığı döneme girilmiştir.
Pek çok gel-git yaşayan Türk Sineması, tarih boyunca, hem beyazperdede hem de özel
televizyon kanallarının da kurulmasından bugüne dek, pek çok temsil sorunu yaşamıştır.
Büyük çapta temsil sorunu da kadınların beyazperde ve televizyonda temsil sorunuydu.
Gerek beyazperde gerekse özel televizyon kanallarında kadınlar belirli çerçeveler
düzeyinde temsil edilmiştir.
Bu bağlamda, bu araştırmada, toplumsal cinsiyet adaleti teması üzerinden, postmodern feminist ve post-modern psikanalist bakış açılarıyla, geçmişten günümüze Türk
kadınının medyada nasıl temsil edildiği incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Beyazperde, Televizyon, Post-modern Feminizm, Post-modern
Psikanaliz, Türk Kadını
1 Filolog, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
415
FROM PAST TO PRESENT REPRESENTATION ISSUE OF TURKISH
WOMEN ON THE CINEMA AND THE TELEVISION
Abstract
After the announcement of Turkish Republic, there were many kinds of variations
which were felt seriously and substantially by the whole Turkish society. From the
alphabet revolution to appearance revolution, it was started to become new changes in
numerous fields.
After the publicity of republic, according to the deceased sociologist Nurettin Topçu’s
thesis, who investigated social changes, in terms of state’s structure and national will
and even functional of democracy, structure of state was needed to compose elitists.
According to Nurettin Topçu, the concepts of Anatolia and left, which integrated with
each other, took the shape of “Anatolian Socialism” However, national will had just got
rid of the identity of emperorship which was a six times of centennial, and because will
and structure were not the same shape, it was needed to be elitist and secular structure
in founding years of Turkish Republic. After the alterations which were taken in many
fields, elitist staffs started to ball rolling the new and the number of developments on art
and literature fields in order to dominate course of events.
Being a theatre as the one of the art branches since the Ottoman Emperorship has
supplied with beginning the cinema culture and of course within the efforts of Muhsin
Ertuğrul.
After WW2, within the 1950s, Turkish Cinematography started to develop, and, it
was entered the term which was defined and described as “Golden Age” between the
1960s-1970s. And, at that time, there were employment in cinematography.
During history, Turkish Cinematography has been in two minds. It has suffered from
a lot of representation issues both on private television channels and cinema up to the
present. Women have been the issue of representation on cinema and television on a
large scale. Women have been represented specific frames level both on cinema and
televisions.
In this context, in this research, on the basis of the justice of social gender theme, it
will be investigated how the women have been represented on media from past to present
with the postmodern feminist and postmodern psychoanalytical perspectives.
Key Words: Cinema, Television, Postmodern Feminism, Postmodern Psychoanalysis,
Turkish Woman
416
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Geçmişten Günümüze Türk Kadının Beyaz Perde Ve Televizyonda Temsil
Sorunu
Türk siyasal kültürü ile ilgili yapılan önemli çalışmaların ortak vurgusu, devlet
kavramının Türk siyasal kültüründe özel bir öneme sahip olmasıdır. Söz konusu yazarlar,
Türkiye’deki devlet algısının oluşumunda ağırlıklı olarak Osmanlı mirasına dikkat
çekmişlerdir. Osmanlı mirasının Cumhuriyet dönemi devlet algısının oluşumundaki
etkisi tartışılmaz olsa da, Cumhuriyet sonrası şekillenen ve gelişen, Kemalizm
dışındaki düşünsel hareketlerin ortaya koydukları devlet tahayyüllerinin söz konusu
algıya etkisi, mezkûr çalışmalarda çok fazla gündeme gelmemiştir. Oysa Türkiye’de
toplum ve devlet ilişkisinin şekillenmesinde, Kemalizm kadar öteki ideolojilerin de
etkili olduğu, Türkiye’nin siyasi tarihi göz önüne alındığında görülebilir. Bu bağlamda
siyasal yansımaları itibariyle değerlendirilmesi gereken ideolojik yaklaşımlardan biri de
muhafazakârlıktır. Felsefi bir düşünce ve siyasal bir tavır olarak muhafazakârlık, mevcut
siyasal, sosyal ve ekonomik düzenin değerine ve bunların mümkün olduğunca korunması
gerektiğine inanır. Bu düzen, nesiller boyunca yaratılan gelenekler ve kurumlar, zamanın
ve deneyimin zorlu sınavından geçmiş kendini ve doğruluğunu ispatlamıştır. Dolayısıyla
muhafazakârlara göre, var olan toplumsal kurumların, doğal bir meşruiyetleri vardır.
Değişim ise yavaş ve tedricidir. Muhafazakârlar toplumu süreğen ve karmaşık bir
organizma olarak tasavvur eder. Toplumsal kurumlar tedrici bir şekilde, yüzyıllar
boyunca yaşanan çeşitli değişim ve deneme – yanılmalar sonucu bugünkü halini
almıştır. Karşılaştırıldığında Avrupa’daki muhafazakârlık ana damar itibariyle devletçi
bir yaklaşıma sahipken, Türkiye’de muhafazakâr – sağ partilerin siyasi bir pratik
olarak devlete daha mesafeli bir duruşu temsil etmeleri ilginç bir konudur. Daha da
ilginç olanı devletin toplum üzerindeki etkisini eleştiren Demokrat Parti, ANAP ve son
dönem AKParti’nin, paradoksal bir biçimde iktidarlarının ilerleyen yıllarında muhalefet
tarafından hep bir otoriterlik eğilimi ile suçlanmış olmalarıdır.
Bu suçlamalar ideolojik bir çekişmede dayanılmaz bir çekiciliğe sahip olmaktan
kaynaklanabileceği kadar, “Sünni – İslamcılık” ifadesi altında dile getirilen, düşünsel
miras siyasal pratikle de alakalı olabilmektedir.
Muhafazakârlık, modern zamanlarda doğan ve ona karşı ortaya çıkan bir fikri ve siyasal
bir harekettir. Muhafazakâr doktrin, Avrupa uluslarının geleneksel siyasal ve toplumsal
düzenini savunmayı amaçlamış ve bununla alakalı olarak anti – modern bir tavrı
benimsemiştir. Fransız ihtilalinin sonucunda, özellikle milliyetçiliğin muhafazakârlıkla
eklemlenmesinden sonra, devlet milletin cisimleşmesi olarak da kutsiyet kazanmıştır.
Türkiye’de muhafazakârlığın, Osmanlı modernleşmesine bir tepki olarak ortaya çıkan
kökenlerine rağmen, Cumhuriyet döneminde Kemalizm’e karşı şekillenmiş olması,
anlatacağım konuya da derli toplu bir bakış açısı mümkün kılmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
417
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile birlikte devletin öncelendiği militan bir
vatandaşlık kimliği tanımlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte millet, devlet ve
hükümet aynılaştırılmış, milletin iradesine sınırsız bir güç tanınmaması ön görülmüş ve
sonuç itibariyle hâkim devlet ve vatandaşlık anlayışında, vatandaş devletin vesayeti ve
velayeti altında görülmüştür.
Türk muhafazakârlığının Cumhuriyet döneminde devlet eliyle tepeden modernleşme
çabalarına cevabı, son zamanlara kadar, devlete atfedilen anlamın eleştirilmesinden öte,
daha çok tepeden inmeci modernleşmeyi gerçekleştirmeye çalışan kadrolara yöneliktir.
AKParti’nin temsil ettiği muhafazakâr – dindar kitlenin liberal kapitalizme eklemlenmesi
hem görece yeni hem de teori ve pratiğin birlikte tecrübe edildiği bir süreçtir. Bu ise Türk
muhafazakârlığının değişen siyasal konjonktürde devlet algısıyla ilgili olarak nasıl bir
siyasal tepki vereceği sorusunu da beraberinde getirmektedir.
Nurettin Topçu hocanın düşüncelerine ilgi gün geçtikçe giderek artmaktadır. Bunun
Topçu’nın fikirlerinin Türk düşünce tarihi içinde ayrıksı bir konumu temsil etmesine
ve Türk düşünce geleneğine yönelik artan ilgiye bağlamak mümkündür. Topçu bazı
yönleriyle özgün, birçok yönüyle eklektik bir düşünürdür. Özellikle onun otoriter devlet
algısı, elitizmi, milliyetçiliği, anti – semitizmi, sol ve sosyalizm anlayışı ve demokrasi
karşıtlığı, düşüncesinin kökenleri konusunda çeşitli tartışmalara ve bununla ilgili olarak
farklı iddiaların ortaya atılmasına sebep olmaktadır.
Topçu hocanın devlet düşüncesine tek bir pencereden bakmanın mümkün olmadığı
pek çok perspektifte incelenmesi gerektiği aşikârdır. Topçu’nun fikirlerinin oluşumunda
“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin” getirdiği sorunların yarattığı zaafları ve
arayışları bulmak mümkün. Nurettin Topçu’nun devlet anlayışında bir nevi devrimci
muhafazakârlık literatüre girmiş bulunmakta, zira ona göre, cumhuriyet sonrası ülkenin
yönetimi seçkinci kadrolarda oluşması ve seküler yapıda olması gerektiğidir.
Buradan yola çıkarak, cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte günümüze kadar uzanan
toplumsal dinamikler de göz önüne alındığında, devletin ve toplumun kadına beyaz perde
ve televizyonda nasıl baktığının toplumsal cinsiyet açısından perspektifleri ele alınmış
olacaktır. Makalenin bundan sonraki bölümü örneklerle daha da belirgin hale gelecektir.
Ancak konu itibariyle modernizmden post-modernizme geçiş sürecinde kimliğin yapısal
sorunları ve dönüşümleri ile ilgili ufak bir hatırlatma yapmak isterim.
Kimlik kavramı toplumun sosyal sisteminin en temel ve en önemli kökenini
oluşturmaktadır. Kimlik, bireylerin gerek kültürel gerekse yaşadıkları çevrelerdeki
sosyal konum ve statülerinin karşılığı olan çok boyutlu, inanç, tutum, değer yargıları
gibi yaşam biçimini sembolize eden bir kapsama sahiptir.
418
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kimlik oluşumu çocukluğun ilk yıllarında başlar ve aşamalı bir şekilde bir ömür
boyu devam eder. Öncelikle aile içi etkileşimlerle şekillenen kimlik, kendine güven,
özsaygı değerlilik duygularıyla olumlu ya da olumsuz bir biçimde gelişmeye başlar.
“Ben kimim?” sorusunun dayanağı olan “ben”in tanınması ve tanımlanması, kimliğin
sosyal psikolojik temeline işaret eder. Buna, kişinin varlığıyla ilgili tüm değerleri içine
alan öznel bir duygu olarak “kişisel kimlik” diyebiliriz.
Jacques Lacan, ayna aşamasını, kimlik arayışını oluşturan en önemli aşama olarak
nitelemiştir. Ona göre çocuk, aynadaki görüntüsünü, çoğu kez bir tür hayranlıkla ve
zevkle seyretmektedir; bu görüntü, ben’in diğeriyle özdeşleşmenin diyalektiğinde
objeleşmeden önce temel bir biçime girdiği sembolik bir matristir. Çocuk, bu biçim
vasıtasıyla, bireyselliğini ve bedensel birliğini keşfeder ve yavaş yavaş kendini
tanımayı ve dolayısıyla özdeşleşmeyi öğrenir… Aynayla ilişki, çocukluk yıllarında
çocuğun aynada yansıyan görüntüsüyle, daha sonraki yıllarda ise, diğer insanların
bireye ilişkin değerlendirmelerinde yansıyan görüntüyle ilişki biçimini almaktadır. Ayna
benlik kavramını ortaya atan Cooley, çocuğun çok erken yaşta kendi hareketlerine bağlı
olarak diğerlerinin değişimini fark ettiğini ve anne babası üzerindeki kontrol gücünü
keşfettiğini, tıpkı bir el veya oyuncağını yaptığı tarzda, onların davranışlarını da kendi
malı bir araç gibi sahiplenip kullandığını öne sürer.
Kimlikler ve onları kuşatan makro yapılanmalar (kurumsal pratikler ve zihniyetler)
toplumsal cinsiyet kalıplarının oluşmasında önemli bir yere sahiptir. Sadece geleneksel/
modern, köylü/ kentli ikilikleri ile anlaşılamayacak derecede kompleks bir sürecin ürünü
olan kimlikler, ilişkisel olarak diğerlerinin tanımlanması yoluyla kurgulanır. Toplum
yapısı içinde bireylerin sosyal davranışlarını belirleyen unsurlar (değerler, normlar,
statüler, roller) sosyal kimlik belirleyicileri olarak sosyal kategorizasyona ait özelliklerle
ilişki halindedir. Değerlerin kaynağının kültürde yer alması, mesleklerin aynı zaman da
bir rol ve statüye denk gelmesi gibi. Bireyler, kadın ve erkek ya da farklı mesleklerden
olmalarına göre ya da farklı kültürlerin mensubu olarak birbirlerini tanımlar ve sosyal
yaşam içerisinde konumlandırırlar. Post-modernistlere göre insan sürekli bir oluşum halindedir; o hem her an çevresinden
etkilenir, duyularıyla çevresini algılar, duygulanır, yorumlar ve anlar, hem de çevresini
kendi eylem, tavır ve görüşleriyle etkiler. Böylece insandan özgün ve özgür kişiymiş gibi söz etmek, yaşam gerçeğini çarpıtmak olur. Post-modernistler bu nedenle “kişi”
sözcüğü yerine “özne” sözcüğünü kullanırlar. Laclau ve Mouffe’nun post yapısalcı ve
post Marksist söylem teorisine göre, kimlikler belirsiz ve akışkandır. Kimlikler, söylem
farklılıkları tarafından aşırı derecede belirlenmekte ve özne konumları, kimlikleştirmenin
çokluğuyla ilgili seçenekler sunmakta, böylece kişilik, temsiliyet ve insan öznelliğinin
imkânı garanti altına alınmış olmaktadır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
419
Yapısalcı dilbilime paralel olarak Levi-Strauss’un modelinde de, özne homojen ve
kendi kendini denetleyebilir olmaktan uzaktır; özne, varlığının bile farkında olmadığı
bir yapı tarafından inşa edilir; yapının ve bu yapıdaki dönüşümlerin nesnesidir. Öznenin
yapı, daha doğrusu simge tarafından inşa edilmiş ve ona tabi kılınmış olması yapısalcı
çözümlemelerin en çok eleştiri alan noktasıdır.
Michel Foucault’ a göre, kimliğin hammaddesi söylemler içinde oluşmakta, sonra
bireyler tarafından benimsenip içselleştirilmekte ve süreç içinde bir kimlik duygusu şekillenmektedir. Bireyin çok katlı kimlikleri içselleştirdiğini belirten Foucault, sınıf,
etnik köken, ırk, cinsiyet ve cinsellik gibi farklı kimliklerin, birbirleriyle etkileşim halinde
olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla postmodern dönemde her şey söylem çerçevesinde
açıklanır ve kimlik de dil aracılığıyla oluşur görüşü hâkimdir. Bütün bu teorik bilgiler ve fikirler dâhilinde bahsetmeye çalışacağım, geçmişten
günümüze Türk Kadınının beyazperde ve televizyonda temsil sorununa örnekler vererek
sunumumu tamamlamaya çalışacağım.
Türkiye’de beyazperde denilince kadının temsili düşünülünce 1930’lu yıllardan 90’lı
hatta 2000’li yıllara taşımamız gerekir gelişim sürecini.
“Türk sinemasını ülke sorunlarından, ülkenin gidişatından soyutlamak imkânsızdır.”
tespitinden yola çıkılarak, kadının sinemadaki yerini sunumun merkezine koyarken aynı
zaman da toplumsal formasyonun ve toplumsal formasyondaki değişim ve dönüşümlerin
genel bir özetini de vermeye çalışacağım.
1960’tan itibaren Türk sineması toplumsal ve siyasal olaylara, buhranlara, çalkantılara,
hükümet değişikliklerine ve bunların getirdiği özgürlüklere – daha çok sınırlamalaradaha duyarlı olmaya başlıyor. Olmak zorunda kalıyor ve kaçınılmaz bir paralellikle her
türlü buhran, umut, hatta en belirgin ve etkin ‘moda’, ‘akım’ ister dolaylı ister dolaysız,
-sendikal olaylardan cinselliğe, 12 Eylül öncesinden feminizme kadar- beyazperdede
yankısını buluyor.
Kadının temsili sorunu temasına bakıldığında Türk Sinemasında kadın üzerine otuz
filme imza atan Muhsin Ertuğrul’u görebilmekteyiz.
Bu dönemde çekilen filmlerin adlarına baktığımızda bu filmlerin yarısının evlilik,
aşk ve kadın temaları üzerine kurulduğunu görürüz. “Mürebbiye” ilk cinsellik taşıyan
filmlerimizden birini oluşturduğu gibi, bir kadının kişiliği çevresinde kurulan öyküye
de sahip ilk uzun filmlerimizdendir. İlk yıllarda Türk Sinemasında rol alan kadın
oyuncuların tamamı yabancı uyruklulardır. Buraya bakıldığında, sinemada yabancı
uyruklu bir kadının rol alması muhafazakârlıktan modernizme geçiş noktasında kadının
nasıl dönüşüme uğraması gerektiği belirtilmek istenmiştir haliyle Mürebbiye filminde
oynayan kadın sinema tarihimizin ilk vamp kadın rolüyle hatıralarımıza kazınmıştır.
420
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Dönemin Türk asıllı en önemli ismi ve sinemamızın ilk kadın oyuncusu Söz Bir Allah
Bir filmiyle beyaz perdeye adım atan Cahide Sonku’dur. Cahide Sonku, bir yıl sonra
1934’te kadın kahraman üzerine kurulu Bataklı Damın Kızı Aysel’le parlamıştır. Agâh
Özgüç’e göre bu filmde ince, saf bir çocuk kadın dişiliği sergilemiş olan Sonku, daha
sonraki filmi Şehvet Kurbanı’nda ise 1940’ların sinemasına baştan çıkarıcı, iç gıcıklayıcı
ve de uğursuz bir vamp güzelliğini getirmiştir. Ayrıca Ertuğrul’un “Mavi Melek” filmiyle
Türk Sinemasına ilk ve önemli erotizm örneğini kazandırmıştır.
1930’lardan 40’lara Türk sinemasında kadının yerindeki değişimin görülmesi açısından
Sonku’nun oynadığı filmler önemlidir. Bu dönemde ele alınan temaların başlıcaları
sosyete çevresi, düşen kızlar, metres hayatı yaşayan kadınlar ve bu çevrenin sosyete
rezaletlerinin tiplerinin oluşturulduğu kadın motifleridir. Dönemde kırsal kesimdeki
kadın tiplemesini anlatan film ise yok denecek kadar azdır. Geneli salon filmleri hafif ve
baştan çıkarıcı biçimde ele alınmış kadınların yer aldığı aşk ve melodram filmlerinden
oluşur. Kadının temsil biçimi melodram anlatısı içinde erkek egemen ideolojinin
kendisine biçtiği değerler ve sembollerle yer almaktadır. 1960’lara kadar kadınlar
melodram kalıpları içinde ‘faziletli anne’ ve ‘dokunulmamış sevgili’ olarak idealize
edilmektedir. Bunun dışında kalanlar ise kötü kadın, seks bombası, erkekleşmiş kadın,
isterik kadın, gizemli cinsellik örneği kadın olarak tek boyutlu, iyi ya da kötü kadınlardır.
1950-60 yılları arasında köy melodramlarında ele alınan kadın temasında ise köy
kadınları çileli, bir sürü dert sahibi, bir sürü sorun sahibi, babasından, ağasından,
kayınpederi-kayınvalidesinden çeken, masum, ezik, suskun bir tip çizmektedir. Bunun
yanı sıra şarkılı-türkülü diye adlandırılan filmlerdeki kadın tipi ise, ezik, erkeğe bağımlı,
acılar içinde ya da göz yaşartıcı durumların kahramanı olarak verilmektedir. Dönemde
yine ele alınan belli başlı konular, erkek evlat fanatizmi ve kısırlığın neden olduğu kadını
hor görme ve ezme, tecavüze uğramış köy güzeli, pavyona düşen kadınlardır.
60’lı yıllarda sosyal ve ekonomik etkenlerle birlikte toplumsal yapıda köklü değişimler
olmuştur. Bu değişimin önemli dinamiklerinden biri olan kırdan kente göç ve göçle
birlikte değişen yaşamlar Türk sinemasında yer alan konulardan biridir. Göç filmleri
aileyi konu alan toplumsal içerikli filmler olmuştur.
Bu filmlerde göç eden insanların büyük şehirde karşılaştıkları sorunları çözmede,
tutunabilme çabalarında; ailenin ayakta tutulması gerektiği, bu nedenle geleneklerin ve
değerlerin önemli olduğu belirtilmekte ve yeni oluşumların eskiden beslendiği ortaya
konulmaktadır. Gurbet Kuşları’nın da içinde yer aldığı göç filmlerinin ilk örneklerinde,
şehrin yozluğu anlatılır. Örneğin bu filmde, şehre gelen aile şehrin karmaşasında
savrulur. Ailenin kızı heveslerinin kurbanı olur ve kötü yola düşer, ailenin kirlenen
şerefini kurtarmak için kendini öldürür. Halit Refiğ’in tüm filmlerinde kadının ayrı bir
önemi vardır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
421
Bu film büyük kentin yoğurduğu kadın tiplerinin bir tür resmi geçidi içerirken aynı
yıl çektiği İstanbul’un Kızları ve Şehrazat filmleri de 1980’lerin ikinci yarısında bir tür
moda haline gelen kadın ve cinsellik konusuna öncülük yapan çalışmalardır.
Her ne kadar Refiğ filmlerinde kadınlar önemli olmuşsa da, bu filmler kadın filmi
olmaktan çok uzaktır. Kadınlar daha çok anlatılan olayları etkileyici kılmak için fon
olmuştur. Göçü ve şehir yaşamının yozluğunu konu edinen filmlerin dışında, toplumsal
yapıda önemli değişimlerin yaşandığı bu dönemde, sinemada, yeni toplumsal sınıfları
ve farklı kadın kimliklerini temsil eden tiplemeler yaratılarak toplumsal yapı içinde
kadının durumunu ortaya koyan filmler de yapılmıştır. “O dönemde yapılan filmlerde,
kadına iki kadın tipi imajı gösteriliyordu. “Erkeksi Kadın” tipi ve ‘’Hanım Hanımcık
Kadın” tipi. Erkeksi kadın tipi ilk başta erkek egemen toplum yapısına bir karşı çıkış
gibi görülmekteyse de aslında her iki tipleme ile yaratılmak istenen imaj, o dönemin
siyasal, ekonomik ve ideolojik yapısına paralel imajlardır ve geleneksel ataerkil yapıdan
bağımsız düşünülmemelidir.
1960’lı yıllarda Türk sinemasında erkeksi kadın tipinin yaratılması bir anlamda
sanayileşme ve kentleşme olgularının etkisiyle üretim ilişkilerinin değişmesi ve tüketim
toplumuna dönüşümün sonucu olarak statüleri değişen kadınların en belirgin, en abartılı
yansımalarıdır. Ancak bu filmlerde kadın kahramanın hayat şartlarının zorlamasıyla
erkeksi kıyafetleri ve davranışları sergilemek zorunda kaldığı, bütün bu görünüşün
altında çocuksu, sevecen, duygusal bir kadın olarak sunulduğu dikkati çekmektedir.
Erkeksi kadın tipini Şoför Nebahat temsil ederken, “hanım hanımcık” kadın tipini ise
‘Küçük Hanımefendi’ serisinde Belgin Doruk’un canlandırdığı ‘Neriman’ tipi çok iyi
bir örnektir. “ Neriman; güzelliği, erkeğe uyumu ve sadakatiyle, sorumlulukları ve aile
kurma kararıyla biten aşklarıyla, toplumsal yapıyla çelişmeyen bir kadın konumundadır.”
Popüler sinema filmlerinde sergilenen aile yapısı gerçek hayatta olduğu gibidir. Kadın aile
kurumu içinde, edilgen, özverili ve yapıcı, erkek koruyucu ve aile reisi konumundadır.
70’lerle birlikte Türkiye’de kırdaki ve kentteki aile yapısı değişmekte, bu değişim
aile içi ilişkilerin ve rollerin değişimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Üretim ilişkilerinin
değişmesi sonucu dışa açılan aile yapısı içinde kadının ailedeki konumu güçlenmekte,
baba-oğul dayanışması ise çözülmektedir. Göç ile birlikte erkekler tarım dışı sektörde
çalışmakta, köydekine oranla üretime katılma zorunluluğu değişen kadın ise daha iyi bir
statüye sahip olmaktadır.
Bu dönemde çekilen Gelin, Düğün, Diyet filmlerinden oluşan üçlemede Lütfi Akad
büyük kente göç sorununu değişik kişilerin ve ailelerin mücadelesini izleyerek ele alır.
Örneğin; Diyet (1974) filminde Anadolu’dan gelen, bir fabrikada çalışan ancak sendikaya
girmeyen bir işçi ailesinin dramı anlatılmaktadır. Filmde kocasını desteklemesi ve
gösterdiği direnişiyle bilinçlenmeye başlayan bir kadın çizilmektedir.
422
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Böylece kırsal kökenli olup işçi ailesi içinde yer alan kadının bilinçlenme öyküsü,
toplumdaki ve aile içindeki değişen konumu ortaya konulmaktadır. Bu dönemdeki
kadın-erkek rollerinin toplumsal değişimiyle paralel olarak, bu filmlerde Akad, Hülya
Koçyiğit’in canlandırdığı kadın karakterleri birleştirici bir güç ya da olayları toparlayıcı
bir unsur olarak kullanmış ve kadın kahramanı olayların akışında daha etkin bir rolde
tasvirlemiştir.
Yine 1970’lerin ortalarından başlayarak kalıpların dışına çıkıldığı ve iyi kadın tipini
temsil eden masum kızların soyunduğu görülmektedir. Kadının kişiliğinin yok edildiği ve
vücudunun bir nesne olarak erkeklere sunulduğu bu filmlerde, erkekler egemenliklerini
ve güçlerini kadını kişiliği ve bedeniyle yöneterek, hatta örseleyerek ortaya koymaktadır.
Şiddete dayalı bir cinsel yaklaşım sergilenmektedir. Erkeğin kadın üzerindeki egemenliği
ve güç gösterisi , bu duruma kadının tepkisizliği ile kadın ve erkeğin toplumdaki konumu
sürdürülmekte , hatta kadınlara uygulanan baskı ve şiddet olağan gösterilmektedir. Aynı
dönemde televizyonun evlere girmesi, videonun yaygınlaşması ve ekonomik krizin
etkisiyle sinemaya olan ilginin azalmasıyla şirketler ciddi bir maddi kayıp yaşadı. Atilla
Dorsay’ın deyimiyle, sokaktaki adamı sinemaya çekmek için, bir yandan sansürün
izin verdiği ölçüde açık filmler çevrilir veya getirtirilirken, diğer yandan da fazla açık
bölümler içermeyen ‘normal’ filmlerin arasına Avrupa’dan ithal edilen veya burada
ayaküstü çekilen 8 veya 16 mm’lik porno-filmlerden parçalar eklenmeye ve bu filmler
tüm yurdu sarmaya koyuldu…bir zamanların aile sinemaları yoktur artık.
80’li yıllara geldiğimizdeyse bir yandan şarkıcı filmleri ve arabesk filmler, diğer
yandan da toplum sorunlarını, özellikle de kadın sorunlarını isleyen filmler yapıldığını
görmekteyiz. Genel olarak arabesk filmlerdeki kadınlar, 1960’ların ticari filmlerinin
tiplemelerine uygun özellikler taşımaktadır. Kadınlar ya namuslu, evinin kadını,
çocuklarının anası, cinselliği olmayan( kendi cinsel tercihleri olmayan ) , sevgi dolu,
sürekli bağışlayan, ezildiğini hissetse de gözyaşlarını içine akıtıp evin mutluluğunu
bozmayan kadınlardır ya da cinselliğinden başka bir şeyi olmayan, kötü, mutlu yuvalara
düşman, erkekleri kötü yollara sürükleyen vamp kadınlardır.
Ancak bu dönemde toplumsal gerçekçi yönelimin ürünü olarak ortaya çıkan bazı
filmlerde kadının bu kalıpların dışında ele alındığı görülmekte, yaşadığı sorunlara
ve toplumsal konumuna ilişkin açımlamalar yapılmaktadır. Kadını anlatan ve kadın
sorunlarına değinen filmlerin Özellikle 1982-1987 yılları arasında çok sayıda çekildiği
gözlenmektedir. Kadın sorunlarını isleyen filmlerde, kadın insan olmasından kaynaklanan
tüm özellikleri taşımakta; düşünen, üreten, karsı çıkan, cinsel istek duyan, aynı zamanda
iyi bir anne olmaya çalışan bir kadın olarak yansıtılmaktadır.
Yazının bu kısmında incelediğimiz 80’li yıllarda çekilen ve kadın sorunlarını konu alan
filmlerden örnekler vererek ve filmlerin konularını genel hatlarıyla anlatarak dönemle
ilgili değerlendirmeler yapmaya çalışacağız.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
423
Ömer Kavur filmi olan, Kırık Bir Aşk Hikayesi adlı filmde, aydın sayılan, Anadolu’da
bir ilçede öğretmenlik yapan , sevgisi uğruna bu küçük çevrenin baskısına direnmeye
çalışan , ancak sevgilisinin yeterince güçlü olmadığını görmesiyle sevdiğinden
vazgeçerek kaçmayı yeğleyen bir kadının hikayesi anlatılmaktadır.
Yavuz Turgul filmi olan, Fahriye Abla adlı filmde, sevdiği ve cinselliği yaşadığı
adamın hayırsız çıkmasından sonra hapislere düşen ve vücudunu satmaktan kıl payı
kurtulan Fahriye, bir yudum Sevgi’nin Aygül’üne benzer biçimde, kurtuluşu bir
fabrikada çalışmakta, işçileşmekte ve emeğini satarak geçinmekte bulacaktır. Cinsel
özgürleşme Fahriye’ye gerçek özgürleşmenin kapılarını açacaktır. Özgür kadın; cinsel
nesne olmaktan cinsel özne olmaya, yani cinsel seçimlerini erkeği beklemeksizin kendisi
yapmaya eğilimli kadın imajı bu filmde somutlanmaktadır.
Halit Refiğ filmi olan, Teyzem adlı filmde, İstanbul’da, komşuluk ilişkilerinin sürdüğü,
çevrenin denetiminin egemen olduğu, tutucu bir mahallede, genç bir kızın tüm heyecanına
rağmen aile ve çevre baskısıyla kıskaç altına alınması ve sonunda içine kapanarak
şizofren davranışlara sürüklenmesi anlatılmaktadır. Film, kadının çaresizliğini, yasadığı
hayatın boğuculuğunu izleyicisine hissettirebilmektedir. Filmle beraber izleyici de ana
karakterin ruh haline bürünür ve karakterin üstündeki baskıyı neredeyse birebir yaşar,
bütün bir film ‘kadının’ gözünden kadının yaşadığı baskıyı anlatır.
Bilge Olgaç filmi olan, Yarın Cumartesi adlı filmde, Nurten (Duygu Asena), kocası
hapisteyken kocasının (Erdal Özyağcılar) erkek kardeşi Fikret’le (Bülent Bilgiç) beraber
olur ve ondan hamile kalır.
Nurten, kocasını bekle(ye)meyip, ona sadık kal(a)mayıp, cinselliğini dizginle(ye)
mez. Birbirlerine âşık oldukları için değil, bir sıcaklık aradıkları ve yan yana oldukları
için beraber olurlar. Cinselliğini dizginle(ye)meyen kadının, kocası tarafından
cezalandırılmaması Yeşilçam geleneğinin uylaşımlarından farklılık gösterir. Tarık,
Fikret’e, “Hiç tanımadığım bir kızla da yirmi gün evli kaldım. Bu yirmi günlük evli
olduğum kız beni altı yıl bekleyemezdi. Bunu ondan istemek hakkına sahip değildim.
Döndüm ve her şeyi umduğum gibi buldum”, “Çünkü bu altı yıl içinde Nurten’i değil
bir kadınla, dişi bir köpekle aldatabileceğim gün oldu. Acılar çeke çeke, utana utana
bir kadını çağırdığım geceler yaşadım. O beni bir erkekle aldatmış, evet” gibi sözlerle
bu durumu kabul ettiğini ve doğal karşıladığını ifade eder. Film, Tarık ve kardeşi
Fikretarasında geçen bu konuşmayla erkek egemen söylemi sorgular ve Nurten’i filmin
anlatısı içerisinde haklı kılar. Bilge Olgaç’ın 1988’de yönettiği filminde de evlenmek ve
çocuk doğurmak bir kadın için mutlak değerlermiş gibi sunulmaz.
Çocuk ve kadın sağlığına ilişkin projeler, aile planlaması kampanyaları, 1980’lerde
gündeme gelmiştir Filmin ana kadın karakteri Nurten’in çocuğunu aldırmasıyla, ilk
bölümde bahsedildiği gibi, 1983’te yasal olarak da ifadesini bulan gebeliğin kürtajla
sona erdirilmesine izin verilmesi konusuna değinilir.
424
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Yeşilçam melodramlarında boşanmış bir esas kadın karakter yer almazken, Yarın
Cumartesi’de Nurten ve Tarık boşanırlar. Filmdeki boşanmış bir kadın karakter
aracılığıyla toplumda boşanmış kadınlar olduğu gerçeği ifade edilmiş olur.
Atıf Yılmaz filmi olan, Kadının Adı Yok adlı filmde, Mine filmi gibi Atıf Yılmaz’ın
Kadının Adı Yok filminde de evlilik kurumuna olumsuz yaklaşılır. Işık (Hale Soygazi)
küçük bir çocukken babası annesini evdeki hizmetçi kadınla, evlendiğinde de kocası
Gürkan (Arif Akkaya) onu başka bir kadınla aldatır. Işık da kocasını is yerinden arkadaşı
olan evli ve çocuk sahibi Mehmet’le (Tarık Tarcan) aldatır. Filmde aşk idealize edilmez.
Işık asık olduğu Mehmet’e “Ben değiştim görmüyor musun? Her şey değişiyor” diyerek
ondan ayrılmak ister ve Yeşilçam melodramlarında olduğu gibi bir ömür tek bir aşk
yasamaz. Filmin ana kadın karakteri Işık’ın annesi, “Babalar para kazanır, eve getirir.
Çocuklarını en iyi biçimde okutur büyütürler”, “istesek biz de çalışırız ama vakit yok.
Sonra sizi kim büyütecek?” gibi sözlerle Işık daha küçük bir çocukken ataerkil söylemin
bir kadından beklediklerini kızına aktarsa da, Işık genç bir kadın olduğunda kadına
dayatılan geleneksel rolleri annesi gibi kabul etmez ve sorgular.
Görüldüğü üzere, kadın idealize, gerçeklikten uzak, “kurgulanmış” bir sinema malzemesi
olmaktan çıkıp ayakları yere basan, gerçekçi bir karakter olarak yansımaya başlamıştır
beyazperdeye. Bu dönem içinde bazı filmlerde kadını toplumsal yapıdan kopuk, sınıfsal
bir bağlanımı olmayan, belli noktalarda gerçeklikten kopuk karakterler olarak görsek de
kadının iç dünyasının açıklıkla beyazperdeye yansıması, kadın sorunlarının erkek gözü
dışından aktarılması açısından büyük önem taşımaktadır bu filmler. Bununla birlikte,
özellikle ana akım film üretim sürecindeki klişeler üzerine farklı yaklaşımlar getiren
Claire Jonston ve Laura Mulvey feminist sinema kuramı ve pratiği üzerine ilk makaleleri
kaleme alan isimler olmuştur. Genel olarak erkek egemen anlayışı koruyan ve devamını
sağlayan ana akım sinemaya karşı çıkarlar ve ataerkil düzeni dolayısıyla da onu yansıtan
sinema anlayışını reddedecek, erkek egemen bakışı yıkacak bir sinema üretimine
yönelinmesi gerektiğini savunurlar. Feminist film teorisine psikanalizin özellikle de
Sigmund Freud, Jacques Lacan, yapısalcılar, post – yapısalcılar ve Marksist kuramın
etkileri olmuştur. Laura Mulvey ‘in psikanalitik kavramlar üzerinden çözümlemeler
yaptığı ve sinemanın nasıl hem içeriksel hem de biçimsel olarak eril bakışın hizmetinde
olduğunu anlattığı görsel haz ve öykülü sinema adlı makalesi 1970’lerden günümüze
kadar bu alandaki çalışmalar için önemli bir referans kaynak olmuştur.
Türkiye’de sinematografik anlatıda kadın, cinselliğinden sıyrılmamışsa toplumsal
cinsiyet kodlarının dışında kurgulanması söz konusu olamamıştır.
Türkiye’de sinema kadınları bu anlamda sadece güzel nesneler olarak kurdurmuş,
uzun yıllar boyunca kadının kendi içine dönük hiçbir hikâyenin odağına yerleşmesine
izin vermemiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
425
Aslında Türkiye’de sinema genel anlamda hiçbir karaktere birey olma fırsatı vermemiş,
toplumsal ahlakın taşıyıcı unsuru olarak kurgulamayı, genel anlamda kaçışçı bir sinemayı
ya da Zeynep Tül Akbal Sualp’in deyimiyle ‘ima ile geçiştirmeyi’ uygun bulmuştur.
Türkiye’de beyazperdede yansıtılan kadınlar düşünüldüğünde, Türkan Şoray, her ne
kadar döneminde birinci oyuncu olarak yükselse de, bu kadın toplumda ikincil bir kadın
temsilini bizlere göstermektedir. Bu nedenledir ki, kadınlar iç dünyasız yaratılmışlardır.
Bizim sinemamızın ne bir Antigone’si ne bir Medea’sı, hatta Rosa Lüksemburg’u hiç
olmamıştır.
Kadına sinemamızda isyankârlık değil, itaat yakıştırılmıştır. Daha da önemlisi kadın
filmsel metinde isyan etmesi durumunda bile, bu kirlene namusu kurtarmak ya da
kirlenmeden önce engellemek, ikincisi ise bozulan nizamı yeniden tesis etmek içindir.
Düzen sağlandığında, kadın ikincil karakter rolüne rahatlıkla dönebilecektir.
Filmlerimizde kadın için ‘namus’ çok önemli bir sınırı çizer, kadının hareket alanını
daraltır, erkek için ise, sonradan kadir kıymetini bilmek ve dahası her zaman tövbe
kapısını çalıp, yeniden tam bir adam olmak mümkündür. Ancak kadın sınırı aşınca tövbe
değil, Allah affetsinle sınırlı, benden uzak olsun da, bari bundan sonra ıslah olsun anlayışı
vardır. Kadınlar filmlerimizde, genellikle erkeklerin tebelleş oldukları, yoldan çıkarmak
için çok ciddi uğraştıkları insan olarak çizilir. Aynı şekilde, filmlerimizde kötü kadınlar
genel olarak cinselliklerini kullanarak kötülüklerini yaparlar. Filmsel metinde iktidar
alanından kadın özellikle uzak tutulmuştur, bu alana girdiğinde kadın ‘kadın kimliğini
kaybetmekte’, falluslu etekli bir kimliğe bürünmektedir.
Bununla birlikte akıllı ekran olarak tabir edebileceğimiz, televizyonlarda ise
kadınlar daha da rahat metalaştırılmaya müsait ortamlara girmiştir. Örneğin, özel TV
kanallarında yer alan “Vasiyet”, “Zerda”, “Gurbet Kadını”, “Toprağa Kan Düştü” gibi
Doğu ve Güneydoğu’da geçen televizyon dizilerinde, kuma, kan davası, berdel, başlık
parası, imam nikâhı, recm, ağalık, marabalık gibi toplumsal gelişim ve değişime ket
vuran törelerin yeniden üretilerek, toplumsal kabul görmesine neden olunmaktadır. Öte
yandan kentte yaşayan kadına yansıması ise, biraz daha farklıdır. Kitle iletişim araçları
ile oluşturulan kadın imajı, şehirli kadında bir de reklam kadınları ile rekabet etme
duygusunu aşılamaktadır. Reklam kadınları, 30 yaşın altında, güzel, bakımlı, becerikli,
mutlu, fedakâr, çalışkan cinsel objeler olarak sunulmaktadır.
Bütün bunlar göz önüne alındığında da sinemadaki gelişimin tezahürü olarak,
televizyon dünyasında da kadınların yer alış biçimleri, hangi program, yazı, araç, görüntü
de olursa olsun kısaca şu başlıklar altında toplanabilir.
Şiddete maruz kalan kadın, zavallı, korunmaya muhtaç kadın, cinsel obje olarak kadın
roller başta olmak üzere, iyi eş, iyi anne; kötü eş, kötü anne, yuva yıkan kadın ve ahlaksız
kadın, tüketen kadın ve hatta tükettiren kadın rolleri ayyuka çıkmaktadır.
426
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sonuç olarak, kapitalist üretim anlayışı, toplumsal değer yargılarına uygun kadınerkek imgesine göre üretim yapmaktadır. Bu bağlamda, kitle iletişim araçları, var
olan feodal değerleri olduğu gibi kabul ederek, sorgulamadan yeniden üreterek, erkek
egemen ideolojinin toplumsal yaşamda sürmesine katkıda bulunmaktadır. Kitle iletişim
araçları ile dayatılan kadın imajı, toplumda kadına yüklenen rollerle özdeştir. Bu rol ya
güzel, hoş, iyi eş, iyi anne, iyi ev kadını ya da şiddet mağduru, cinsel obje olarak iyi –
kötü olarak tanımlanmaktadır. Biri toplumsal kabul gören kutsal anne-eş, ötekisi ise,
aşağılanan dışlanan kadının temsilidir.
Kitle iletişim araçlarının bireyler ve toplum üzerinde yaptığı etki düşünüldüğünde, bu
araçların yayınlarının da toplumsal sorumluk anlayışı ile bağdaşır nitelikte olması gerekir.
Bu bağlamda, kitle iletişim araçlarından, toplumun yapısını, bireyler arasında cereyan
eden toplumsal ilişkileri yeniden yaratma, yeniden şekillendirme, yeniden üretme ve
yorumlamada, toplumsal sorumluluk anlayışı içinde hareket etmesi beklenmelidir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
427
Kaynakça
1. Bayramoğlu, Yener. (2008) Reklamlar ve Cinsiyet Meselesi, İstanbul: http://www.
bianet.org/biamag/toplumsal-cinsiyet/108605-reklamlar-ve-cinsiyet-meselesi
2. Dinçsoy, Asiye. (2012) Türkiye Sinemasında “Kadın” Olmak, İstanbul: http://
www.bianet.org/biamag/sanat/136987-turkiye-sinemasinda-kadin-olmak
3. Doğan, Necmettin. (2011) Türk Muhafazakârlığının Devlet Algısı: Nurettin Topçu
Örneği, Doğu-Batı Yayınları, Yıl: 14, Sayı: 58, ss. 213-228
4. Elmacı, Tuğba. (2011) Yeni Türk Sinemasında Kadının Temsil Sorunu Bağlamında
Gitmek Filminde Değişen Kadın İmgesi, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, ss.
186-196
5. İmançer, Dilek. Ahmet İmançer, (2002) Televizyon Reklamlarında Kadın
Sunumuna Özgü Klişeler, İletişim Dergisi, ss. 1-20
6. Kalan, Özlem Gündüz. (2010) Reklamda Çocuğun Toplumsal Cinsiyet Teorisi
Bağlamında Konumlandırılışı: “Kinder” Reklam Filmleri Üzerine Bir İnceleme,
İletişim Fakültesi Dergisi, ss. 75-87
7. Karaduman, Sibel. (2010) Modernizmden Postmodernizme Kimliğin Yapısal
Dönüşümü, Yaşar Üniversitesi, ss. 2886-2899
8. Mora, Necla. (2005) Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve
Toplumda Yansıması, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ss. 1-6
9. Mühür, Melike, Sezen Ekin Gücüş. (2010) Türk Filmlerinde Kadın Temsili ve
Kadın Filmleri ( 1930-1990), ODTÜ, ss. 1-15
10. Yeşilgöz, Rojda Duygu. (2012) Medyanın Cinsiyetçi Halleri, İstanbul: http://
www.bianet.org/biamag/insan-haklari/136774-medyanin-cinsiyetci-halleri
428
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
429
430
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KENTSEL HAREKETLERDE SOSYAL MEDYA’NIN ROLÜ :
GEZI PARKI ÖRNEĞI
Özet
Necibe AYDOĞDU1
Kapitalist kent yapısına geçiş ile birlikte antik zamanlardan beri kentlilerin toplanma,
haberleşme ve sosyalleşme mekânları olan ‘agoralar’ ın yerini sosyal medya işlevsel anlamda
almaya başlamıştır. Kapitalist kent yapısı kentleri tüketim merkezlerine dönüştürmüş ve
modern kentleri oluşturmuştur. Artık modern kent, üretimden çok tüketim yapar hale gelmiş,
banliyöleşme ile tarımını ve ekolojisini kaybetmiş ve soyut mekânlara dönüşmüştür. Soyut
mekânları yeniden somutlaştırma çalışmaları son beş yılda kent hakkı ve yeni toplumsal
hareketler üzerinden yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır. Teknolojinin daha bireysel olmaya
ittiği insanlar, internet aracılığıyla adım adım sosyal medyaya yönelmektedirler. Düşüncelerine
kendi bireysel gazeteleri diyebileceğimiz kişisel sayfalarında yer vererek, toplumsal olaylara
bakışlarını ve değerlendirmelerini meydanlara inmeden yapmaktadırlar. Böylece kent
meydanlarının boşaldığı ve işlevsizleştiği gösterilerek meydanlar tehdit edilmeye başlanmıştır.
Gezi Parkı hareketine konu olduğu üzere meydanlar veya tarihi ‘Emek Sineması’ gibi kentin
kültürel mirası kabul edilen mekânlar bir bir yıkılıp yerlerine AVM (Alış-Veriş Merkezi) inşa
edilerek artı değer emilimi yapılması için daha fazla alan oluşturulmaktadır. Yapılanlara ses
çıkarmak ve tepki göstermek isteyerek kent hakkının gaspına karşı duranların ülkemizdeki tarihi
ise elli yıllık eylem tarihimiz içinde, yirmi yıl önce başlanmış, son beş yılda ağırlık kazanmıştır.
Dünyada ise son beş yılda ses getiren Arap Baharı ve Occupy Wallstreet hareketleri gibi
kentsel hareketlerin en dikkati çeken özelliği sosyal medya üzerinden örgütlenmiş olmalarıdır.
Yani sosyal medya kentlilerin/toplumların örgütlenerek bir araya gelmelerini sağlayan ve kent
hakkını savunmak için kullanılan bir örgütlenme aracı haline gelmiştir.
Diğer taraftan kamu yönetiminde merkezi yönetimin başlıca sakıncalarından olan yönetimin
halkın sorunlarından habersiz kalması ve sorunları doğru tespit edememesi hali artık geçerliliğini
kaybetmiş görünmektedir.
Hatta sosyal medya öncesi dönemlerde tabanda yaşanan sorun ve düşünceler üst düzey
yönetici ve bürokratlara neredeyse iletilemezken bugün herhangi bir vatandaş doğrudan
cumhurbaşkanına kadar duygu, düşünce ve isteklerini iletebilir hale gelmiştir.
Kısaca sosyal medya vatandaş ve iktidar arasındaki eski tip tek yönlü iletişimi diyaloga
çevirmiş ve çift yönlü hale getirmiştir.
Bu çalışmanın amacı yeni toplumsal hareketlerden olan ‘Gezi Parkı Hareketi’nde etkitepki olarak görülen vatandaş – hükümet iletişiminde sosyal medyanın rolünü ve iletişim
döngüsünün analizini şematize ederek konumunu, önemini belirlemektir. Çalışmada, Gezi
Parkı Eylemleri sırasında bazı araştırma şirketlerinin yaptığı anketler, istatistiksel veriler ile 27
Mayıs- 30 Haziran 2013 tarihleri arasındaki gazete haberleri üzerinden eylemcilerin hükümet
açıklamalarına ve kararlarına verdikleri tepkiler incelenecektir. Niteliksel araştırma yöntemi ile
eylemlerle ilgili ikincil veriler üzerinden analiz yapılmaya çalışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Gezi Parkı, Kentsel hareketler, Sosyal medya
1 Akdeniz Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
431
Abstract
ROLE OF SOCIAL MEDIA IN CITY MOVEMENT’S:
EXAMPLE OF GEZI PARK
Since ancient times, collection, communication and socialization spaces of the
citizens which ‘agoras’ s place has begun to take a functional sense from social media
with the transition to capitalist city building. The capitalist city structure has turned to
consumption centers to cities and has created the modern cities. Now modern city, has
become to making consumption more than production, has lost to agriculture and ecology
of itself with the suburbanization and has turned into abstract spaces. The studies about
re-embody of abstract spaces has been discussed extensively over The right to the city
and the new social movements in the last five years. The more people that the technology
pushed them to be individual step by step turn to social media by internet.They do their
overview and assessments about social events on personal page in individual newspaper
can say that giving the place to their ideas without going to squares. Thus squares began
to be threatened with showing that the city squares are discharged and dysfunctional.
The squares as the subject of Gezi Park actions or the places as ‘Emek Cinema’ that an
acceptable the city’s cultural and historical heritage places are demolish one by one to
built shopping centers for more places to absorbtion of surplus value.
In the world, the urban movements that make sounds in the last five years like Arab
Spring and the Occupy Wall street movement ‘s most striking feature is that the yare
organized via social media. So social media has become an organizing tool of citizens /
communities for used to defend the right to the city and come together with organizing.
On the other hand one of the main disadvantages of the central government is remain
unaware from the problems of the people by management and the situation of untruly
identifying the problems seems now outdated.
Even the problems and ideas that live in base while nearly can not transmitted to
bureaucrats and senior managers in before periods of social media, today any citizen
has become transmit his/her feelings, idea sand wishes directly to the president. Inshort,
socialmedia has turned to one-way communication that the old relation form between
citizen and government to the dialogue and has made duplex.
The purpose of the study is to analyse position of socialmedia in the communication
cycle by using a diagram to determine the significance and role of social media seen
as impact-response between citizens- the government communication in ‘Gezi Park’
movement from the new social movements. In this study, activists reactions will be
examined by using newspaper reports between the date’s of 27 May- 30 June 2013
andstatistical data with surveys made by some research companies during ‘Gezi Park’
actions with qualitative research methods via secondary data will be applied to analyse
the subject.
Keywords: Gezi Park, The City Movements, Social Media
432
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. Giriş
Neoliberal devlet anlayışı ile günümüz kapitalist kent yapısına evrim başlamıştır.
Sermaye sahiplerinin önce insanlar sonra doğa üzerinde tahakküm kurmaya
başlamasının en son örneklerinden Gezi Parkı eylemleri bu tahakkümün reddedildiğinin
en yakın örneğidir. Sermayedarların kontrolünde ve istediği yönde ilerleyen teknolojinin
gelişimi, bilgisayarların insanların gündelik yaşamlarının vazgeçilmezi haline gelmesini
sağlamıştır. İnternet erişimi ile de her türlü enformasyona ulaşım ve hizmetlerden
yararlanmak (sağlık, eğitim, bankacılık, ulaşım vb.) oldukça kolaylaşmıştır. ‘‘İnternet,
bilgisayar aracılığıyla iletişimin bel kemiğidir: Bilgisayar ağlarının büyük bölümünü
birleştiren ağdır’’ (Castells,2013:463) ‘Sosyal ağlar’, ‘Sosyal medya’ veya ‘Toplumsal
Paylaşım Ağları’ (social network sites) adları ile anılan birçok internet sitesi tarafından
sunulan bu hizmetlere iletişimi de eklemek gerekmektedir. (Bookchin, 1996; Toprak ve
diğerleri,2009) Castells’e göre bireyler artık biri biriyle bağ(ıntı)lı ağ toplumu içerisinde
yaşamaktadır.
2. Yöntem
Çalışmanın ilk bölümünde sosyal ağların/medyanın ortaya çıkışına değinilerek
yaşadığı değişim/dönüşüm, yaygınlaşması ve kimlerin ne amaçla kullandığı konusu ele
alınacaktır. İkinci bölümde Kentsel ve Toplumsal hareketlere değinilecektir. Üçüncü
bölümde Gezi Parkı eylemleri özelinde toplumsal yaşamımızda ve politik hayatımızda
sosyal medyanın üstlendiği rol şematize edilerek incelenecektir. Çalışmanın bu
bölümünde bazı araştırma şirketlerinin yaptığı anketlere ve istatistiklere yer verilerek
ikincil veriler üzerinden analiz yapılacaktır. Son bölümde ise değerlendirmelere yer
verilecektir.
3.Sosyal Medyanın Ortaya Çıkışı
‘‘Haber alma, toplumun düzgün işlemesi için gerekli temel öğe olarak iyi bir
iletişim ağı ile haberlerin özgürce ve en üst düzeyde dolaşması’’ (Ramonet, Akt.
Yurdigül,2014:74) dolayısı ile demokrasinin en önemli öğelerinden biridir. Demokrasiyi
iyi özümsemiş bir toplumda birey haber alma, düşüncesini açıklama ve yayma gibi temel
hak ve özgürlüklerini kullanarak kendisi dışında gelişen ve değişen dış dünyaya haberler
aracılığı ile ulaşma çabası içindedir. Haberleşme ile edinilen bilgiler, bireyin dış dünyaya
ilişkin merak, ilgi ve beklentilerini karşılayarak ihtiyaç duyduğu psikolojik ve sosyolojik
rahatlamanın karşılanmasına yardımcı olmakta, bireyi sosyalleştirerek toplumun bir
parçası olarak iletişim ağı içerisinde tutmaktadır. Bu nedenle de haber alma ya da haber
verme işi basit, ancak bir o kadar önemlidir.
‘Sosyal Medya’ kavramı içeriğinin genişliği itibari ile sadece politik konuları
kapsamamakta, anlık görüntü, metin ve video paylaşımına kadar çeşitli imkânlara sahip,
oldukça geniş içerikli bir başlığı oluşturmaktadır. Bu yeni kavram internet üzerinden
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
433
uluslararası yapılan, kolay yayılan ancak ana akım medyadan ve hükümetlerin baskı
ve engellemelerinden uzak daha özgür bir politika üretim alanı olarak da kullanılmaya
başlanmıştır. Zira Gezi Parkı Eylemleri süresince iletişim sadece Facebook ya da Twitter
üzerinden değil, sitelere erişimin engellendiği zamanlarda Whatsapp, Vine veya Viber
gibi akıllı telefonlardaki anlık mesajlaşma uygulamaları ile de yürütülmüştür. Bu durum
aynı zamanda teknolojinin hayatımızın içerisinde ne derece önemli bir noktaya geldiğini
de göstermektedir.
TÜİK ‘‘Hane halkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması, 2015’’ adlı
araştırmasında ‘‘İnternet kullanım amaçları dikkate alındığında, 2015 yılının ilk üç
ayında internet kullanan bireylerin %80,9’u sosyal medya üzerinde profil oluşturma,
mesaj gönderme veya fotoğraf vb. içerik paylaşırken, bunu %70,2 ile online haber, gazete
ya da dergi okuma, %66,3 ile sağlıkla ilgili bilgi arama, %62,1 ile kendi oluşturduğu
metin, görüntü, fotoğraf, video, müzik vb. içerikleri herhangi bir web sitesine paylaşmak
üzere yükleme, %59,4 ile mal ve hizmetler hakkında bilgi arama takip etti’’1 açıklaması
yapmıştır.
Sosyal medya-Toplumsal/Sosyal paylaşım ağı, dar anlamda bireylerin sanal ortamda
buluşmasını sağlayan web dayanaklı hizmetleri ifade etmektedir. Ancak teknolojinin
gelişmesi ile bu tanımlama oldukça sığ kalmıştır. Arkadaş bulma ve arkadaşlığı
sürdürmenin ötesinde gündelik hayatın rutini içerisinde alışkanlık ve yaşam biçimi
haline gelmiştir. Bu da son dönemde toplumsal ağların ara yüzlerinin gelişmesinden
kaynaklanmaktadır.
Bilinen ilk toplumsal paylaşım ağı 1997 yılında kurulan ve 2000 yılına kadar devam
eden ‘SixDegrees’dir.
İlgiyi sürdürememiş, farklı uygulamalar ile güncellenmemiş, farklı etnik kimliklere
ulaşamamış ve arkadaşlık kurulması dışında bir fonksiyonu üstlenememiştir.Onu
2001’de ‘Ryze.com’ takip etmiş ve iş dünyasında iletişim sağlanması ve portföy
oluşturulması sağlamayı amaçlamıştır. 2002’de ise Friendster onu takip etmiş ancak
hitap ettiği kitleyi daha geniş tutmuştur. Blogcular, Burning Man festivaline katılanların
ve eşcinsellerin başta üye olduğu site, arkadaşlık kurma (iletişim), sürdürme ve çevrim
içi içerik paylaşma (fotoğraf, video, resim) esası üzerine oluşturulmuştur. Teknolojik alt
yapı yetersiz hale gelmeye başlayınca bazı üyeliklerin ücretli hale getirileceği duyumları
üzerine popülaritesini kaybetmiştir. Türkiye’de de bazı ağlar kurulmuştur. Bunlarında
dünyadakiler ile paralellik taşıdığı gözlemlenmektedir. Mynet ve Yonja bunun en iyi
örnekleridir. Bugün bilinen en yaygın sosyal ağ 2004 yılında ‘The Facebook’ adıyla
kurulan 2005 yılında ise ‘Facebook’ değiştirilen sitedir. Öyle ki yaklaşık 1,5 milyar aktif
üye sayısı olan Facebook ile hayatımıza Duvar (wall), Dürtme (Pokes), Durum (status)
vb. kelimeler girmiştir. (Toprak ve Diğerleri,2009:26-33; 2)
434
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sosyal Medyanın kullanım amaçları aynı zamanda yaygın kullanılmasının da nedenidir.
Arkadaş bulmak amaçlı kullanımlarda sanal uzamda toplumsallaşma alanının oluşması
söz konusudur. Denetim ve gözetim amaçlı kullanımda ise paylaşım ve görüntüler ile
gerek bireylerin birbiri üzerinde gerekse resmi kurumların toplum üzerinde denetlemeleri
ve tahakkümleri kolaylaşmaktadır.
Video, Resim, Fotoğraf, Müzik ve Fikir paylaşmak amaçlı kullanımlar kişinin kimliği
hakkında bilgi verme-edinme özelliği taşımaktadır. Oyun oynamak amaçlı kullanımlar
da ise sosyal ağların ilk çıkışından itibaren üyelerin ilgisini canlı tutmak çabasının
bulunması etkendir. Teknolojik gelişmeler sayesinde birçok sosyal ağ çeşitli uygulamalar
ile kullanıcı ilgisini üstünde tutmak adına kendisini hızla günceller hale gelmiştir.
Örgütlenme amaçlı kullanımlarda Facebook kullanıcıları gerçek yaşamda gerçekleşmiş
bir olaya karşı hızla cevap verme eğilimi göstermektedir. Siyasal amaçlı kullanımlarda
ise siyasi partiler tabanlarına ulaşmak ve tabanlarını genişletmek, beklentisini karşılamak
için kendi sosyal medya hesaplarını açarak iletişimi güçlendirmeye, adaylarını tanıtmaya
ve diyalog oluşturmaya çalışmaktadırlar. e-Ticaret amaçlı kullanım, sosyal medyanın
yaygınlığını reklam amaçlı kullanmayı kapsamaktadır. Böylece CPC ( Cost Per Click) ile
yayıncıya tıklama başına ücret verilme sistemi oluşmuştur. Cinsel amaçlı kullanımların
ise üyelerin iletişimlerini cinsel istek ve beklentilerini karşılamak amaçlı olarak kurması
söz konusudur. Bu gibi amaçlarla oluşturulan profillerden doğan suç ve mağduriyetler
olduğu, şantaj ve tehdit amaçlı kullanılabildikleri bilinmektedir. İhbar amaçlı hesaplar
bu nedenle de oluşturulmaktadır. Son olarak ise ihbar amaçlı kullanımlar bulanmaktadır.
İhbar amaçlı oluşturulan bu hesapları TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) asker kaçaklığı
durumunda celp göndermek için kullanması gibi sanal suçların ihbarı için birçok
kurumun ihbar hesapları bulunmaktadır.(Toprak ve diğerleri,2009:44-54)
4.Kent Hakkı ve Kentsel –Toplumsal Hareketler
Kent, diyalog ve farklılıklardan oluşan zenginliğin kendi içerisinde çatıştığı alandır.
Farklı düşünenlerin, farklı edimlerin ve kimliklerin bir arada olduğu zenginlikleri içinde
barındırmaktadır. Çatışmaların var olması kentlilerin kent haklarını kullanabilmeleri ile
doğru orantılıdır. ‘Kent Hakkı’ Kavramını ilk olarak Henri Lefebvre Paris 1968 öğrenci
ayaklanmaları sırasında ortaya atarken daha adil bir kentsel düzeni tahayyül etmektedir.
Lefebvre, içinde bulunduğu yeni başlayan Fordist kent tipini, dönemin konut sorununu
ve sorunun çözümü adına banliyölere yapılan büyük konut projelerinin inşasını ve köy
hayatının, tarımının yok oluşunu gözlemleyerek ‘‘Bu sürece kentsizleşme denilebilir
hatta çelişkiyi vurgulamak üzere, kentsiz kentleşme’’ (Çavuşoğlu ve Strutz,2011:1) adını
vermiştir. Sanayileşmenin dönüştürdüğü kent artık soyutlaşmış bir mekândır. Kapitalist
mekânın üretimini, kullanım değerinden ziyade değişim değeri belirlemektedir.
Kapitalistleşen kent artık kullanım değerini kaybetmiştir. Şehrin sermaye veya mülk
sahibi olmayan, mekânların değişim değeri üzerinden para kazanamayan sınıfları ise
emeğini ücret karşılığı satarak hayatta kalmaya çalışırken şehir üzerinde söz hakkını
kaybetmiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
435
Aslında, şehir mekânlarının ve kamusal alanların kullanıcılarının hakları bu mekânların
kapitalist piyasada değişim değeri üzerinden para kazanan sınıfları tarafından sürekli
gasp edilmektedir.
Lefebvre, kenti kullananların kentten kar edenlere karşı organize olup toplumsal
mücadele yoluyla kent haklarını çekip almaları gerektiğini iddia etmiştir. Aslında burada
ifadede kullanılan ‘mücadele ile çekip alma’ yöntemi Thoreau’nun ‘Sivil İtaatsizlik’
kavramı ile ‘Kent Hakkı’nin iç içe geçtiği noktadır. David Harvey (2008,23-40) gibi
güncel radikal kentsel kuramcılar ise Lefebvre’nin ‘Kent Hakkı’ kavramının ‘kentin
mevcut kaynaklarına ulaşım hakkı’ olarak algılanmasından ziyade, kenti yeniden üreten,
siyasi ve iktisadi süreçlere müdahale edebilen, kentin daha adil şekillerde yeniden
üretilmesi üzerine geliştirilen toplumsal haklar olarak algılanması gerektiği görüşündedir.
Kısaca kentleri tüketim merkezlerinden yeniden üretim merkezlerine dönüştürmek
gerekmektedir. Bu da ancak kenti doğru tanımlamaktan geçmektedir. Robert Park’ın
‘‘kent; insanın içinde yaşadığı dünyayı daha çok gönlüne göre yeniden yapmada en
başarılı girişimidir’’ (1967:3) tanımından hareketle kentliler kentlerini gönüllerine göre
yapmak adına yola çıktığı vakit kendi içlerinde olduğundan çok kent ve ülke yöneticileri
ile çatışmaktadır.
Kentsel çatışmaların dışavurumu protesto, eylem, toplanma biçimlerinde olmaktadır.
Protesto, öncelikle özgürlük, güvenlik ve kimlik kazanma alanlarında insan haklarının
gelişimine paralellik göstermiştir.
Castells’e göre ortak tüketime dair sorunların yönetsel organlara iletilebilmesi amacıyla
yapılan protestoların, işçi sınıfı ve orta sınıf gibi farklı sınıfları birleştirebilme özelliği
vardır. Ortak tüketim ve ekonomik sorunların siyasal hareketleri ortaya çıkarmasının
ve birleştiriciliğinin üzerine çıkılarak, son yirmi yılda küresel ısınmanın öneminin ve
bilincinin artması ile ekolojik hareketlerin ardından kentsel hareketlerde artmıştır.
Kentsel hareketler ifadesi, kendi içerisinde toplumsal hareketler ve siyasal
hareketler olarak ayrılmaktadır. Zira Ertan, kentsel olanın toplumsal ve siyasal olanı
ile kültürel olanı da kapsaması nedeniyle toplumsal ifadesini çıkarıp doğrudan ‘kentsel
hareket’ ifadesini daha akla yatkın bulmaktadır(1999,118). Siyasal hareket toplumsal
hareketten farklı olarak ‘‘kamu mallarının dağılımını ya da ve kamu kuruluşlarının (işçi
sendikaları, siyasal partiler, tüketici kooperatifleri gibi) çıkarlarının dağıtma yöntemini
değiştirmeye çalışırlar’’(Ertan,1999:118). Sosyal bir topluluğu örgütlü eylemci grubuna
dönüştürebilmesi de yine siyasal hareketlere özgüdür. Ayrıca içerisinde toplumsal
unsurlarda taşımaktadır.
‘‘Toplumsal hareket, birçok çelişkiyi içeren yapısal bileşimle karşılaşılması sonucunda
belirli bir örgütlenme biçimiyle ortaya çıkmaktadır. Dizge açısından her toplumsal
hareket, düzenin korunmasını amaçlayan siyasal aygıtın müdahalesine, diğer bir
436
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ifadeyle karşı hareketine neden olur. Örgütlenme olmaksızın kentsel çelişkiler, yapısal
bir çizgiden yoksun olarak ifade edilebilir. Kentsel dizgedeki temel yapısal çelişkilerin
aralarında bir ilişki ya da örgütlenme yönünde doğrusal bir ilişki kurulduğunda kentsel
toplumsal hareket ortaya çıkar.’’ (Ertan,1999:118)
‘‘Kentsel mekâna ilişkin tıkanma noktalarını aşmak üzere kentli yurttaşların yönetim
dizgesine karşı verdiği mücadelelerin bilinen ilk örnekleri, 1500’lü yıllarda ortaya çıkmış
olan kentsel toplumsal hareketler ya da kentsel hareketler olarak adlandırılabilen örgütlü
eylemlerdir. 1970’lerde özellikle gelişmiş ülkelerde adeta patlayan kentsel hareketler,
mekânı, bu kitlenin özlem ve gereksinimleri yönünde dönüştürmeyi amaçlamıştır.
’’ (Ertan,1999:115) Dünyadaki kentsel hareketler onar yıllık zaman dilimlerine
bölündüğünde 1950-1960 yılları arasında görülen hareketler daha çok insan hakları
alanında olurken, 1960-1970 arasında çoğunlukla öğrenci hareketleri ve 1970-1980 arası
ise çevreci hareketleri ağırlıkla görülmüştür.
5.Gezi Parkı Eylemleri örneğinde sosyal medyanın rolü
2013’ün 27 Mayıs’ında başlayan ve yaklaşık bir ay kadar devam eden Gezi Parkı
eylemleri Arap Baharı ile başlayıp ‘İşgal Et’ hareketleri ile devam eden dünyada ses
getiren kentsel ve toplumsal hareketlerin sonuncusu olarak genel kabul görmektedir. Bu
hareketler her ne kadar birbirlerine yakın tarihlerde gerçekleşmiş ve ‘kentsel kitlesel
hareket’ olma özelliği taşısalar da kendi içlerinde bazı farklılıklar içermektedirler.
Arap Baharı’nda en belirgin amaç ve nedenler otoriter rejimlere karşıtlık ve ekonomik
sıkıntılar iken ‘İşgal et’ hareketlerinde işsizlik, ekonomik sıkıntılar ve yolsuzluk yapan
hükümetlere tepki olmuştur. Konda (2014,19)’nın raporuna göre Gezi Parkı’nda ise
‘Taksim yayalaştırma Projesi’ kapsamında yapılacak ağaç kesimlerinden, otoriter
hükümet yapısına ve kent hakkının gaspına kadar birçok amaçla gerçekleştirilmiş olması
dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Böylece toplumun hemen her kesiminden, hatta
bir araya gelmesi mümkün görülmeyen dünya görüşlerinden AKP (Adalet ve Kalkınma
Partisi), MHP (Milliyetçi Hareket Partisi), BDP (Barış ve Demokrasi Partisi), CHP
(Cumhuriyet Halk Partisi), vb. bireyler ortak akıl, ortak payda da bir araya gelmiştir.
27 Mayıs 2013’ten başlayarak aynı yılın Haziran ayı sonuna kadar süren eylemlerde
İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre Bingöl ve Bayburt dışında kalan 79 ilde,
2.5 milyon insan eylemlere katılmıştır. 4 bin 900 kişi gözaltına alınmış; 4 bine yakın
insan yaralanmıştır.3
Aşağıda, Şekil 1 Gezi Parkı eylemleri üzerinden oluşturulmuştur. Ancak ülkemizde
gerçekleşen birçok eylem ve olayın gelişiminde paralellik göstermektedir. Kesik
çizgiler yeni gelişmelerin yeniden döngüyü etkilemesini ve yeniden haber olmasını,
tartışılmasını ifade eden geri beslemeleri göstermektedir. Kalın olanlar ise baskı yönlerini
göstermektedir. Diğer ince ve düz çizgiler ise olayların gelişimi ile gerçekleşme akışını
göstermektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
437
Şekil 1: Sosyal medyanın politika ve kamuoyu oluşumundaki rolü
Bir olayın gerçekleşmesinin (Gezi Parkı’nda ağaçların sökülmeye başlanması ve
Taksim dayanışma Platformu ile Sırrı Süreyya Önder’in iş makinelerinin önüne geçmesi
ile park nöbetinin başlamasının) ardından her iki haberleşme kanalından olaya dair
paylaşımlar ve yayınlar yapılmaya başlanmaktadır. Böylece Ana Akım Medya (AAM)
veya Sosyal Medya’dan birisine haber olarak düşmektedir. Eğer Sosyal medya olay ile
ilgili haberi ilk paylaşan kanal olmuş ise; ilk olarak olay yerel kanallarla ya da doğrudan
sosyal medya üzerinden yayınlanmıştır. İkinci olarak AAM sansürlenmiş, haber değeri
görmeyerek yayınlamamış ya da geç haberdar olmuştur.
Diğer taraftan sosyal medya üzerinde gündemin oluşmasının ardından artık haber
değeri oluşmuş ve sansürleme de yok ise yine AAM tarafından haberi yapılarak
yayınlamaktadır. Örneğin eylemlerin şiddetlendiği 31 Mayıs- 1 Haziran 2013 akşamı
AAM’ya gelen sansür ile AAM kanallarından biri olan CNNTÜRK penguen belgeseli
yayınlayarak halkın tepkisini çekmiştir. Sadece Halk TV ve Ulus TV’nin yayınladığı
olaylar sosyal medyadaki görüntü, duvar yazıları ve tweetler ile duyulmaya başlanmıştır.
Konda (2014:64) ’nın anketine göre eylemciler Halk TV ve Ulus TV’nin yayınlarını
gerçeğe en yakın en doğru olarak görürken TRT, ATV, Samanyolu ve Kanal 7’nin
haberlerini en yanlış veya gerçekten uzak olarak görmektedir.
AAM zaman zaman sosyal medyada çok tartışılan konuların halkın gündemi haline
gelmiş olması nedeni ile kayıtsız kalamaz hale gelmektedir. Böylece bir yerde halk
AAM’nın gündem oluşturmasını beklemeden kendi gündemini oluşturmaktadır. AAM
438
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
için sosyal medya gündemini de takip etmek de mecburi hale gelmiştir. Ayrıca sosyal
medya üzerinden, hem AAM haberlerine hem de doğrudan sosyal medya haberlerine
ulaşmak mümkündür. Gezi Parkı’nda kolluk kuvvetleri ile eylemcilerin çatıştığı haberi
Facebook ve Twitter üzerinden hızla yayılmıştır. Arkadaş listelerinden kolayca yayılsa
da Konda’nın ‘Gezi Raporu’na göre Türkiye genelinde %71,3 yine televizyondan
öğrenerek parka gelmiştir.
Diğer taraftan her beş kişiden biri ilk haberi sosyal medyadan almıştır.(2014:20) Ayrıca
araştırma şirketi anketi ikiye ayırmış ve Türkiye genelindeki eylemciler ile Gezi Parkı
eylemcilerinin verilerini kıyaslamıştır. Gezi Parkı’na gelen eylemcilerin %69 ilk haberi
sosyal medyadan almıştır. Böylece sosyal medya aslında lokasyonu birbirine yakın olan
bireylerin toplanmasını kolaylaştırmıştır.
Şekil 1’de görülen ‘Uluslararası tepki ve yaptırımlar’, günümüzde birçok ülkeden
yine birçok ülkeye giden kınama ve ültimatomlar şeklinde sıklıkla görülmektedir. Çin’in
Urimçi’de yaptığı şiddet içeren tutumundan, Suriye’de Beşar Esad’ın halkına karşı
uygulamalarına kadar yakın zamanda yine ülkemiz tarafından da yapılmıştır.
Politik anlamda ‘duyarsız olunmadığı’, ‘farkındalık yaratma’, ‘destek verme’ ya da
‘baskı oluşturma’ amaçlı yapılan bu açıklamaların benzerleri de Gezi Parkı eylemleri için
AB (Avrupa Birliği) Komisyonu tarafından yapılmış ve Türkiye’nin AB üyeliğine aday
olduğu hatırlatılmış, düşünce, ifade ve toplanma özgürlüğünü tesis etmesi istenmiştir.4
Uluslararası alandan gelen tepki ve yaptırımlara dair haberler AAM ve sosyal medyaya
Şekil 1’de geri besleme olarak ifade edilen yeni haberler ile gündeme katkı yapmaktadır.
Paylaşımlara yorum yapma, duygu ve düşünceleri kolayca ifade edebilme imkânı
sağlayan sosyal medyanın aynı zamanda yanlış anlaşılmalara neden olduğu ya da her
paylaşım yapan üyenin kendi düşüncesine göre gerçekleri değiştirerek yayabileceği
ihtimali de bu haberlere ulaşan site üyelerince kabul edildiği varsayılmaktadır. Örneğin
eylemlerin zayıflama evresinde BBC Türkiye muhabiri Selin Girit’in Yoğurtçu Parkı’nda
yapılan forumdan çıkan görüşü haber olarak Twitter üzerinden paylaşmasının ardından,
haber Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından yanlış anlaşılmış
ve Selin Girit muhbirlik yapmakla suçlanmıştır.5 Ancak BBC editörü yazılı açıklama
ile duruma açıklık getirmiştir.6 Ancak siyasilerin de sosyal medyayı aktif kullanmaya
ve doğrudan eylemcilere yönelik ifadelerde bulunmaları eylemciler ile sanal uzamda
çeşitli çatışmalara da neden olmuştur. Öyle ki dönemin Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın eylemcilere yönelik ‘Geziye müdahale ederiz’7, ‘evlerinde tuttuğumuz %50
var’, 8 ‘çapulcu’ ve ‘twitter denilen bela’ ifadelerini kullanması sosyal medya da çok ses
getirmiştir.9,10 Başta Twitter olmak üzere bütün sosyal medya mecralarında seslerini
duyurmak için harekete geçen protestocuların girişimi ile ‘#ProvokatörTayyip’ hashtag
(başlığı)’i dünya TT (Trend Topic) listesinde ikinci sıraya yükselmiştir. 11
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
439
Diğer taraftan Hükümetin ‘dış mihraklar’ olarak ifade ettiği bazı yurtdışı bağlantılı
örgütlerin kışkırtması sonucu eylemlerin bu kadar büyüdüğü ve bunu sosyal medya
aracılığıyla yaptıkları yönündeki düşüncesini Köchler’in şu ifadesi destekler niteliktedir:
‘‘Son dönemde güvenlik birimleri, internet ve sosyal medyayı kullanarak sivil
toplum hareketlerinin içine sızmayı ‘başardı’. Artık her şeyi çok daha kolay bir şekilde
takip edebiliyorlar. Gerektiğinde gerçek dışı bilgiler üreterek veya yayarak mevcut
karışıklıkları kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirebiliyorlar. … ‘Yeni sosyal
medya’ kullanımının yol açabileceği anarşiyi hafife almamak gerektiğini, ilgili ülkelerde
siyasi düzeni çok derin bir şekilde istikrarsızlaştırabileceğini özellikle vurgulamak
isterim.’’(2014:368-369)
Şekil 1’de de görüldüğü üzere gündemin oluşumunun ardından internet yasaklamaları,
site kapatmalar ve gözaltılar söz konusu olabilmektedir. Bu duruma örnek olarak Gezi
Parkı eylemleri sürerken 5 Haziran 2013’te İzmir’de sosyal medya üzerinden halkı
isyana teşvik ettikleri ve propaganda yaptıkları ileri sürülen kişilere yönelik yapılan
operasyonda çok sayıda kişi gözaltına alınmıştır.12 Eylemlerin ardından tüm ülkede
Facebook’ta paylaşımlar mercek altına alınmış ve gözaltına almalar başlamıştır.
Sitelere erişimin engellenmesi, sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar sonucu
bazı gözaltılar göz önüne alındığında düşünce özgürlüğünden bahsetmek mümkün
olmamaktadır. Böylece kamu çıkarını ilgilendiren bir konu hakkında halkın genel kanaat
ve düşünceleri olarak kısaca tanımlanabilecek olan kamuoyu Şekil 1’de de görüldüğü
gibi oluşmaktadır.
Kamuoyu oluştuğunu gören hükümetin iki seçeneği bulunmaktadır. İlki halkın
beklentisi ve talepleri yönünde düzenlemeler ile memnuniyeti ve huzuru yeniden
sağlamaktır. İkincisi ise kamuoyunun oluştuğunu görmezden gelmek ya da bu anlamda
açıklamalarda bulunmak ile beklenti ve taleplerin aksine düzenlemeler ile daha otoriter bir
ortam oluşturmaya çalışmaktır. Hükümetin daha uygulamalı özgürlük talebinde bulunan
halkın beklentisi yönünde düzenlemeler yapmak yerine daha baskıcı, vatandaşlarını
daha tahakküm altına alacak, beklenti ve taleplerini görmezden gelecek düzenlemelere
yönelmesi olayların akışını değiştiren bir seyre sokmaktadır.
Halkın beklentisinin aksine karar verilerek ne olursa olsun projenin uygulanacağının13
ifade edilmesi, Parkı’ın boşaltılması talimatı üzerine polis ile yaşanan çatışmalar ve polisin
orantısız güç kullanması sonucu halkın tepkisine neden olmuş ve Park’a gelen eylemci
sayısını arttırmıştır. Konda (2014:18) araştırma şirketinin anketine göre eylemcilerin %
49,1’i polis şiddetini görünce, %14,2’si Dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan’ın
açıklamalarını duyunca, % 4,3’ü Taksimdeki ortamı görünce,%19’u ağaçları sökmeye
giriştiklerinde, %10 taksim projesini duyduğunda ve %3,2’si diğer nedenlerle gelmeye
karar vermiştir.
440
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sonuç Ve Öneriler
Gelişen teknoloji ile hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen sosyal medya,
iletişimi ve kentsel hareketler açısından ‘hızlı ve esnek bir şekilde örgütlenmeyi’
(Köchler,2014:370) kolaylaştırmıştır.
Böylece Kentsel hareketlerinde özellikle
demokratik özgürlüklerin güvence altında olduğu ülkelerde gerçekleşmesi kolaylaşmıştır.
Gezi parkı eylemlerinde AAM’ya olan güvenin sarsılması ile hemen her vatandaş
muhabir olmaya adeta güdülenmiştir. Eylemcilerin Hükümet ve Siyasi partiler tarafından
yapılan açıklamalara bireysel kanallardan sosyal medya üzerinden cevap verebildikleri
görülmüştür. Sosyal medyanın kentsel hareketler içerisindeki rolü en belirgin olarak
örgütleme ve haberleşme olarak görülse de aslında soyut mekânları somutlaştırmada
ve çatışmacı (agonistic) demokrasinin de uygulama alanı olma rolünü üstlenmesi çok
daha önemli görünmektedir. Kanaat ve görüşler coğrafi şartlardan bağımsız olarak
ortaya konularak karşıt ve yakın görüşler ile bir zeminde buluşmaktadır. Böylece iktidar/
hükümet yerelden soyutlanma-uzaklaşma, yerelin taleplerini öğrenememe gibi sorunları
artık geride bırakmıştır. Artık vatandaş uygulamalardan yana memnuniyet ve şikâyetlerini
doğrudan hükümete, yönetim kadrolarına ve siyasi parti temsilcilerine iletebilmektedir.
Ancak yine de eylemcilerin taleplerinin onlar için ne kadar önemli olduğunu ortaya
koymaları için protesto, yürüyüş ve toplanma gibi sivil itaatsizlik eylemlerinde
bulunmaları gerekmektedir.
AAM kitle iletişim araçları arasında önemini muhafaza etmeye devam etmektedir.
Ancak iletişim açısından önemi geçmiş yıllara kıyasla oldukça azalmıştır. Sosyal medyayı,
gelişen teknoloji ve halkın gündemini takip etmek AAM içinde artık kaçınılmazdır.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
441
Kaynakça
1. BOOKCHIN,M. (1996), Ekolojik Bir Topluma Doğru, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
2. CASTELLS, M. (2013), Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum Ve Kültür –Ağ
Toplumun Yükselişi, Cilt:1, Çev: Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,
İstanbul.
3. ÇAVUŞOĞLU, E. ve STRUTZ, J.,(2011), ‘Kent Hakkı Önemli’, Eğitim Bilim
Toplum Dergisi, Cilt:9, Sayı:36, s.1-7
4. ÇETİN, M. ve ARİF, B. (2014), ‘‘Geleneksel Medya Gündeminin Belirlenmesinde
Sosyal Medyanın Rolü’’ ,Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Süreli Elektronik
Dergi, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 38 / Bahar, s.56-73
5. EREN, V., AYDIN, A. (2014), ‘‘Sosyal Medyanın Kamuoyu Oluşturmadaki Rolü
ve Muhtemel Riskler’’ ,KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel
Sayı I): 197-205
6. ERTAN, K.A. (1999), ‘‘Kentsel Hareketlerden Yeni Toplumsal Hareketlere:
Castells’in Sorgulaması ve Türkiye Örnekleri’’, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:32,
Sayı:3, s.115-128, Eylül
7. HARVEY, D. (2008), “The Right tothe City” ,New LeftReview 53, Eylül-Ekim,
23–40.
8. KONDA –Gezi Raporu 2014
9. KÖCHLER, H. (2014), ‘‘Arap Baharı’nda Yeni Sosyal Medyanın Etkisi’’,
Ortadoğu Konuşmaları, Çev. Z. Tuba KOR, Bilim ve Sanat Vakfına Küresel
Araştırma Merkezi, “New Social Media andtheReshaping of Communication in
the 21st Century” başlıklı bir yuvarlak masa toplantısından, s.365-385.
10. PARK, R. (1967), On Social Control and Collective Behavior, Chicago.
11. TOPRAK, A. ve Diğerleri (2009), Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook:
‘‘Görülüyorum Öyleyse Varım!’’, Kalkedon Yayınları, Ekim, İstanbul
12. YURDİGÜL, A. (2014), ‘‘Olumsuz Olayların Ana Haber Bültenlerinde Sunumu:
‘‘Soma Faciası’’ Üzerine Bir İnceleme Çalışması’’, Gümüşhane Üniversitesi
İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Cilt:2, Sayı:4, Eylül, Sf. 71-99.
442
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Dipnotlar
1. http://tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do;jsessionid=pn1CVThhjjBD4tpKThlg
1KR2Ndlbjj6DG1yK6mLm4hSPFdGQdYph!-906726151?id=18660
(Erişim
Tarihi:19.08.2015)
2. http://teknoyo.com/facebook-kullanici-sayisi-2015/ (Erişim Tarihi: 29.07.2015)
3. http://www.milliyet.com.tr/2-5-milyon-insan-79-ilde-sokaga/gundem/
detay/1726600/default.htm (Erişim tarihi:21.05.2015)
4. http://www.hurriyet.com.tr/planet/23410185.asp (Erişim Tarihi: 27.07.2015)
5. http://www.milliyet.com.tr/gokcek-ten-selin-girit-e-buyuk/gundem/
detay/1726762/default.htm(Erişim Tarihi: 20.07.2015)
6. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/06/130628_nisancioglu_blog_
selingirit(Erişim Tarihi: 20.07.2015)
7. http://www.milliyet.com.tr/erdogan-ak-parti-nin-ankara/siyaset/detay/1723383/
default.htm (Erişim Tarihi: 20.07.2015)
8. http://www.cnnturk.com/2013/turkiye/06/03/basbakan.evlerinde.zorla.
tuttugumuz.yuzde.50.var/710432.0/ (Erişim tarihi:27.05.2015)
9. http://www.haberturk.com/gundem/haber/849452-taksime-cami-de-yapacagizchpye-ve-birkac-capulcuya-soracak-degiliz (Erişim Tarihi: 27.07.2015)
10. http://www.haberturk.com/yasam/haber/953184-gezi-analizi
22.07.2015)
(Erişim
Tarihi:
11. http://www.gazeteciler.com/gundem/provokatortayyip-dunya-tt-listesinde67225h.html (Erişim Tarihi: 22.07.2015)
12. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23438875.asp (Erişim Tarihi: 22.07.2015)
13. http://www.haberturk.com/gundem/haber/849452-taksime-cami-de-yapacagizchpye-ve-birkac-capulcuya-soracak-degiliz (Erişim Tarihi: 27.07.2015)
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
443
444
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
DERIN BEYIN EGZERSIZLERI ILE FARKLILIKLA ÖĞRENME
VE ÖĞRETME METODU
Oğuzhan GÖZEK1
Özet
Hayat her geçen gün daha karmaşık hale geliyor. Bilim gelişiyor. Hayatta ayrıntı daha
da önemli hale geliyor. Bu ayrıntıları yakalamak, hizmet alanını genişletmek için acilen
tedbirlerin oluşması gerekmektedir. Bunun içinde insanlık neslinin daha donanımlı hale
getirilmesi gerekiyor. Daha donanımlı hale getirmenin yolu ise özgür ve özgün düşünme
kanallarının açık olmasında yatmaktadır. Durum bu olunca çocukların hayal kurmalarına,
kurdukları hayallerde özgür olmalarına, soyut ve somut süreçlerinde prangalardan
uzak kendilerini gerçekleştirmeye temel teşkil eder. Oyunlara daha da önem verilmesi
gerekiyor.
Derin Beyin egzersizleri görsel algı, bilişsel beceriler ve egzersizlerle beyin kapasitesinin
artmasını sağlamaktadır. Egzersizlerde en önemli unsurlar, eğlence boyutunun çok etkin
olması, bilimsel temellere dayalı olması, her kesimden ve her yaştan bireyler için uygun
olmasıdır. Amacımız, günümüz koşullarında bireylerin refahını ve yaşam kalitesinin
arttırarak, yenilikçi bir sistem ile sportif sosyal ve kültürel değişiklileri göze alıp, özel
egzersizler yolu ile beyin gelişimini destekleyip kişisel gelişim ve başarıyı arttırmaktır.
İşbirliği içerisinde olduğumuz bireylere eğlence, yenilik ve bilimselliğin ön planda
olduğu bir bilişsel gelişim kazandırmak. Bireylerin konsantrasyon, dikkat, algı,
motivasyon, yaratıcılık, koordinasyon, denge, özgüven, öz yeterlilik, stres, çabuk
düşünme, karar verme hızı, problem çözme, okuma hızı, hata yapma oranı, zeka artışı,
gibi önemli konularda yardımcı olarak, artı motivasyon tekniklerimiz ve yepyeni
antrenman metodlarımızla yaşam boyu sağlıklı bir bilişsel ve görsel sistem sunmaktır.
Günümüzde egzersizler, eğitimler ve spor, kişisel ve toplumsal sağlığı koruyucu ve
geliştirici nitelikler ile önemli bir hizmet sektörü olarak kabul görmektedir.
Son yıllarda görülen zihinsel antrenman ağırlıklı çalışmalar, duygusal olarak gevşeme
ve rahatlamaya sebep olmakta, stres düzeyini aşağı çekilmesini sağlamakta, bireysel
performansta artış sağlamaktadır. Tüm bu etkenler bilişsel antrenmanların ve önem
kazanmasına neden olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Eğitim, zeka, beyin, farkındalık, görsel sistem
1 Gelişim Üniversitesi Hareket ve Antrenman Bilimleri Ana Bilim Dalı, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
445
DIFFERENCE IN LEARNING AND TEACHING METHOD OF DEEP
BRAIN EXERCISES
Abstract
Life is becoming more complicated every day . Science is developing . Life is becoming
more important details . To capture these details , it is necessary for the formation of
emergency measures to expand the service area . It needs to be better equipped in the
human lineage. The way to make it better equipped to be free and original thinking lies
in the open channel . That being the children of the dream, to be free in their dreams
they build the foundation to perform themselves away from the shackles of abstract and
concrete process. The game also needs to be given more importance .
Deep Brain exercises in visual perception , providing an increase in the brain with
cognitive skills and exercise capacity . The most important factor in exercise is very
effective dimension of entertainment , be based on the scientific basis is not appropriate
for individuals from all walks and all ages. Our goal is to increase the well-being of
individuals and the quality of life in today’s conditions , with an innovative system to
take into account sporting , social and cultural changes , special exercise to increase
personal growth and success by way of supporting brain development .
Entertainment to the individuals we are in cooperation , innovation and scientific
cognitive development as a gain in the foreground. Concentration of individuals ,
attention, perception , motivation, creativity , coordination, balance , self-confidence ,
self-efficacy , stress , thinking, quick decision-making speed , problem solving, reading
speed, make no mistake rate , brain growth, such as help with important issues , plus
motivation Our technology and our new training methods to provide a lifetime of healthy
cognitive and visual system.
Today, exercise , training and sports is regarded as an important personal and social
health of the service sector by protecting and improving qualifications.
Mental training works mainly seen in recent years, as emotional causes , relaxation ,
stress level down to ensure the withdrawal , thus increasing the individual performance.
All these factors have caused and the importance of cognitive training .
Keywords: education, intelligence, brain , awareness, visual system
446
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1.Giriş
Hayat her geçen gün daha karmaşık hale geliyor. Bilim gelişiyor. Hayatta ayrıntı daha
da önemli hale geliyor. Bu ayrıntıları yakalamak, hizmet alanını genişletmek için acilen
tedbirlerin oluşması gerekmektedir. Bunun içinde insanlık neslinin daha donanımlı hale
getirilmesi gerekiyor. Daha donanımlı hale getirmenin yolu ise özgür ve özgün düşünme
kanallarının açık olmasında yatmaktadır. Durum bu olunca çocukların hayal kurmalarına,
kurdukları hayallerde özgür olmalarına, soyut ve somut süreçlerinde prangalardan
uzak kendilerini gerçekleştirmeye temel teşkil eder. Oyunlara daha da önem verilmesi
gerekiyor.
Grafik 1.
Toplamda 3 ay süren ve her birinde 1 saatlik braingym çalışması olan toplam 12 çalışma
sonucunda öğretmenlere, eğitimcilere, ve ebeveynlere çocukları hakkındaki düşüncelerini
sorduk. Sonuç itibariyle çocukların %97’sinde yukarıdaki konularda gelişme görüldü.
Grafik 2.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
447
Salzburger Okuma-Tarama Testi:
Bu test Avusturya’da uygulandı çünkü onların “Salzburger Readingscreening”
isimli bir okuma testleri var. Bu test tüm ilkokullarda uygulandı ve genel amaç olarak
öğrencilerin okuma beceresindeki gelişmeleri ölçüldü. Günlük 15-20 dakikalık toplam 4
hafta süren süreç sonunda bu sonuçla karşılaştık: Ortalama ilerleme %62. bir kız çocuğu
%2 geriledi ancak tabloda görüldüğü gibi kendisinin ne kadar ileride olduğu (normalden)
açık ortada. Bu testte 4 dakika içinde kaç kelime okunduğu, bunlardan kaçının doğru
telaffuz edildiği ve metnin ne kadarının anlaşıldığı ölçüldü. Bu kız her iki testte de hiç
hata yapmadı ancak, ikinci testte daha kelime okuyabildi. Daha çok göze çarpan ise
daha önce çok kötü olan öğrencilerdeki ilerleme oldu. 1,5 yıldır okuma araştırmaları
yapmalarına rağmen Braingym ile %280’e varan gelişmeler sergilediler.
2.Sonuç
Eklerde bir kısmını sunduğumuz şimdiye kadar yapılan bilimsel çalışmalar
doğrultusunda Braingym egzersizleri farklı fiziksel ve bilişsel alanlarda olumlu etkilere
sahip olduğu kanıtlanmıştır.
Braingym egzersizleri dizaynı klasik öğrenme modelinden farklılık göstermektedir.
Antrenmanların en önemli özelliği olan eğlence, sürekli farklı egzersiz gerçekleştirmenin
öğrenme, stres ve konsantrasyon üzerinde etkisi olan dopamin ve kortizol seviyeleri
üzerinde pozitif etkileri saptanmıştır. Bu motivasyon ve dikkat düzeylerini optimal
seviyede tutmaya yarayan önemli bir faktördür.
Beynin farklı bölümlerini bir arada daha efektif kullanma imkanı sağlayan egzersizler
ile görsel egzersizlerin birleşimi okuma hızında artış, okunan metnin daha hızlı
anlaşılması, hafızadaki bilginin daha çabuk hatırlanması ve kullanılması, dolayısıyla
daha çabuk ve doğru karar verme, yeni karşılaşılan bir durumda daha hızlı düşünmek
gibi mantıksal ve sayısal yeteneği arttırma özelliği taşır.
Antrenman desenleri içinde verilen görevler ile yapılan çalışmalar takım çalışması,
işleyen bir sistemin parçası olma, sorumluluk alma-verilen göreve bağlı kalma kararı
verebilme, Kendine hakim olma, bir işten diğerine çabuk geçiş yapabilme durumdaki
verimliliği arttırır.
Braingym egzersizleri görsel sistem üzerindeki etkileri göz takibi ve görsel hafızayı
geliştirmek ve günlük hayatta da faydalı olmaktadır. Gün içerisinde insan beyni dışarıdan
gelen ve 5 farklı duyuyu uyaran bir çok etkiyle karşılaşır aynı zamanda da düşünme,
konuşma gibi aktivitelerle meşguldür. Araç sürmek gibi günlük bir aktivitede; radyodan
gelen müzik, yanınızdaki insanın size anlattıkları, aracı sürerken mekanik olarak
yapmanız gereken koordinasyon gerektiren vites değiştirme direksiyonu çevirme işlemi,
silecek çalıştırma eylemi, aynı anda trafiği takip etme, yola çıkan bir engeli fark etme
448
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
ya da trafik ışıklarına dikkat etme gibi uzayıp gidebilecek bir uyaranlar listesi biz fark
etmesek de sürekli çevreden bize ulaşmaktadır. Nöron bağlantı sayısının artışı ve sinir
iletiminin hızlanması bireyin daha çok uyaranı fark edip bunları daha kolay işlemesini
sağlar.
Yeni yapılan bilimsel çalışmalar doğrultusunda, öğrenmenin farklı hareketler ve
düşüncelerle sağlandığını ortaya koymaktadır. Tekrarlama ile yapılan ise sadece ezber
ve otomatikleşmeden ibaret olduğu anlaşılmıştır. Örneğin evinize hep aynı yoldan
giderseniz yolu ezberlemiş olursunuz, ancak farklı yollardan eve gitmeniz; evinizin
yolunu öğrenmeniz anlamına gelmektedir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
449
Kaynakça
1. Caulfield, J., Kidd, S. & Kocher, T. (2000). Brain-Based Instruction in Action.
Educational Leadership. November, 62-64.
2. De Boer, A-L. & Bothma, T. JD. (2003). Thinking styles and their roles in Teaching
and Learning. International Association of Technological University Libraries
Conference.
3. Vol.13. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
4. Dew, J.R. (1996). Are You a Right-Brain or Left-Brain Thinker?. Qality Progress
Magazine. April, 91-93.
5. Duyar, M.S. (1996). Fotoğrafik Hafıza Teknikleri. Ankara: Yeni Stratejiler Eğitim
Hizmetleri L.Ş.
6. Gazzaniga, M.S. (1998). The Split Brain Revisited. Scientific American. 279 (1),
3539.
7. Yıldırım, R. (2004). Öğrenmeyi Öğrenmek. İstanbul: Sistem Yayıncılık. Wolfe,
P. (2001).
450
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
451
452
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
KARİKATÜRLER BAĞLAMINDA KADIN TEMSİLİ
Sena ÇUBUKÇU1
Özet
Kadın ve erkek kimliğini tanımlayan unsurlar, toplumsal cinsiyet rolleridir. Medya
metinleri de bu roller bağlamında kurgulanmaktadır. Yüzyıllardan beridir toplumun
her kesiminde var olan kadın- erkek ayrımı, çeşitli medya metinlerinde karşımıza
çıkmaktadır. En çok zayıflığıyla ve muhtaçlığıyla medyada yer bulan kadın, sınırlı olarak
iyi kadın, iyi anne ve başarılı bir iş kadını olarak temsil edilmektedir. Bunların dışında en
çok karşımıza çıkan temsil biçim ise; ev içi alanla sınırlandırılmış, şişman, alışveriş-paraerkek meraklısı ve bilhassa cinsel kimliğiyle temsil edilen kadın figürüdür. Temsillerinin
yine erkek egemen söylem üzerinden yapıldığı kadın, diğer alanlarda olduğu gibi medya
metinlerinde de kendine ancak ikincil konumda yer bulabilmektedir. Erkek daima güçlü, akıllı ve üstün olan, kadınsa hep bir erkek gücüne muhtaç, aptal ve
arzu nesnesi konumunda olandır. Bu durum dizi, haber, reklam ve gazete metinlerinde
tekrar edilmektedir. Karikatürlerin ilk sırada yer aldığı bütün medya metinlerinde göze
çarpan cinsiyetçi eşitsizlik, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Karikatürler
bağlamındaki kadın temsillerini inceleyen çalışmaların sınırlı sayıda olması dolayısıyla
literatüre katkı sağlayacak olan çalışma bu yönüyle de önem arz etmektedir. Bu çerçevede
çalışmada, Erdil Yaşaroğlu karikatürlerinde yansıtılan kadın temsilleri, belirlenen;
arzu nesnesi kadın, paragöz kadın, dedikoducu kadın, alışverişkolik kadın, dırdırcı
kadın, erkek meraklısı kadın, aptal ve güçsüz kadın, şişman ve çirkin kadın evinin
kadını çocuklarının anası olarak kadın kategorileri bağlamında ele alınarak eleştirel
söylem analizi yöntemiyle incelenecektir. Bu kategorilerde göze çarpan; kadına bedene
indirgenmiş bir arzu nesnesi olarak yer verilmekle kalmayıp, bizzat yine kadın temsilleri
üzerinden bu ikincil konumunun karikatürlerle aracılanılarak desteklenir ve doğrulanır
vaziyette temsil edilmesiyle erkek egemen söylemin, hegemonik cinsiyet rejiminin ve
cinsiyetçi bakış açısının yeniden üretildiğidir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Temsil, Karikatür.
1 Sena Çubukcu, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazetecilik Anabilim Dalı Yüksek Lisans
Öğrencisi, [email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
453
WOMEN REPRESENTATION IN THE CONTEXT OF CARICATURES
Abstract
Elements that define male and female identity are social gender roles. Media texts
are commonly used in the context of these roles. Gender discrimination that exists for
centuries in every segment of the society emerges in many media texts. Females, who
are described in media mainly as weak and indigent, are scarcely represented as decent
women, good mothers and successful businesswomen. Apart from these that are given,
the female depiction that is mostly seen is the one, in which women are confined to
homes and females are portrayed as fat, shopaholic, and acquisitive nymphomaniacs that
are only sexual objects. Accordingly, females that are represented in all texts within male
dominated contexts, can merely find themselves a secondary place in those.
Males are always described as strong, smart and superior whereas females are always
publicized as objects of desire that are stupid and indigent to male power. This case is
repeated in soap operas, news, advertisement and newspapers. The scope of this study is
gender discrimination that is found in all of the media texts, mainly in caricatures. Due
to the fact that there are limited studies analyzing women representation in the context of
caricatures, this study is of the importance due to itscontribution to the literature related
to this subject. In this scope, female representations in the caricatures of Erdil Yasaroglu
will be inspected and analyzed with critical context analysis, in the categories of woman
as an object of desire, acquisitive woman, gossiper woman, shopaholic woman, nagger
woman, nymphomaniac woman, stupid and weak woman, fat and ugly woman, and
lastly woman as a mother and housewife. The remarkable fact that shows up in these
categories is the point that females are not only described as objects of desires who
are only confined to their body, but their inferior roles are also underlined once again
with women representations in the caricatures that clarify and highlight the position of
women as secondary and inferior. As a result of this depiction, male dominated context,
hegemonic gender regime and gender oriented perspective are reproduced.
Keywords: Women, Representation, Caricature.
454
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Birinci bölüm
Karikatürler bağlamında kadın temsili
Medya, cinsiyet rollerinin belirlenip inşa edildiği bir mecradır. Yalnızca toplumda
var olan cinsiyet ilişkilerini yansıtmakla kalmayıp, cinsiyet düzenini yapılandırmada da
yardımcı olmaktadır. Toplumda erkeğin kadına göre daha üstün konumlandırıldığı iki
cinsiyetli bir düzen vardır. Oluşturulan toplumsal cinsiyete özgü uygulamalar ile birlikte
cinsiyet imgeleri de medya aracılığıyla kurulmuş olur. Bu ikili cinsiyet düzenine dayanan
hiyerarşik sistem biyolojik bir farklılığın sonucu olarak değil, bilakis toplumsal etkileşim
içinde oluşturularak onaylanır ve meşrulaştırılır. Bu bağlamda erkeğin üstünlüğünü
varsayan gündelik uygulamalar aracılığı ile hem toplumsal hem de kurumsal düzlemde
cinsiyete özgü yapılar ortaya çıkar.
‘Günümüz ataerkil toplum yapısında kadın hakları konusunda düşünsel mücadelelerin
sonucu olarak kamusal alanda hukuki olarak eşit haklar elde edilse de, kadının çekirdek
aile değerleri ile sınırlandırılması ve ‘kutsal analık efsanesi’ ile ideolojik olarak ikincil
cinsiyet olarak konumlandırılması etkinliğini sürdürür. Kitle iletişim araçları da birikmiş
ideolojilere dayanan içeriği ile cinsiyet ayrımını doğallaştırmaktadır. Kadınların kültürel
olarak ikincil konumlandırılma sorununun aşılması için evcillikle sınırlandırılmışlığının
ve ekonomik düzeyde üretim ilişkilerinin değişmesi gerekir’ (İmançer, 2006:36).
Bahsedilen birikmiş ideolojiler bütün medya metinlerinde olduğu gibi karikatürlerde
de kendini göstermektedir. Birçok şekilde yansıtılan kadın, ister canlı, ister bitki, isterse
hayvan olsun karikatürlerde erkek egemen söylem bağlamında temsil edilmektedir.
‘Cinsiyetçi bakış açısı toplumdaki cins rollerine ilişkin geleneksel kalıp yargılar ve
bunun sonucunda oluşan davranış biçimleriyle beslenir. Özellikle ataerkil toplumlarda
eril ve dişil imajlar kitle iletişim araçları aracılığıyla topluma yayılır’ (Tandaçgüneç ve
Gündüz Kalan, 2010: 363).
Bu şekilde kalıplaşan inanışlar bilinçli ya da bilinçsizce toplumda dolaşıma sokulur.
Günümüzde medya metinlerinde hâkim olan bir ‘kadın’ algısı vardır. Çoğunlukla
dırdırcı, arzu nesnesi, alışveriş kolik, erkek meraklısı, evinin kadını çocuklarının anası,
zayıf ve aptal ve paragöz kimliğiyle kurgulanan kadın karikatürlerde de kişiliğiyle değil
dişiliğiyle kendine yer bulmaktadır.
1.1. Karikatür Ve Ülkemizdeki Gelişimi
Karikatür sözcüğünün kökeni İtalyanca doldurmak, yüklemek, mecazi olarak da
abartmak, alay etmek anlamına gelen ‘caricare’ sözcüğünden gelir. Karikatür sözcüğünü
ilk kez İtalyan ressam Aniballe Carracci kullanmıştır (Encyclopedia, 1993:292).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
455
Bir mizah türü olan karikatürde, kişiler ya da güncel olaylar çizerinin diliyle çizgilere
aktarılır. Dünyada çok eskiden beri örneklerine rastladığımız karikatürün ülkemizdeki
gelişimi ise Cemal Nadir Güler ve Ramiz Gökçe’nin öncülüğünde başlamıştır. Yusuf
Ziya Ortaç’ın ’Akbaba’ isimli dergisi de, döneminin parlayan yıldızlarından bir tanesidir.
Osmanlı döneminde ilk karikatür 1867’de yayımlanmıştır. 1870’te Teodor Kasap’ın
yayımladığı Diyojen ise ilk Türk gülmece dergisidir. Bu dergiyi başkaları izlemekle
birlikte, ilk karikatürlerin yayımlanmasından sonra uzunca bir süre karikatürsüz bir
dönem yaşandı. II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimi gazete ve dergilerin çıkmasını
engellemiş, çıkabilenlerde de eleştiri amaçlı gülmeceye izin verilmemiştir.
İlk dönem Türk karikatürünün özelliklerinden biri çizimlerin resim gibi oluşudur.
Başka bir deyişle, karikatürler gerçekçi çizimler üstüne kuruluydu. Abartıyı sağlamak
için düzenleme ve çizim özelliklerine önem veriliyor, gülmece daha çok yazıya
dayanıyordu. Altyazılarda açıklamalar, karşılıklı konuşmalar yer alıyor, ayrıca çizimde
gösterilen figürlerin üstüne de kim ya da ne oldukları yazılarak açıklanıyordu.
İlk dönem karikatürlerin göze çarpan bir başka özelliği ise karikatürlerde siyasilerin
kadına benzetilerek mizah öğesine dönüştürülmeleridir. Daha çok portre biçiminde
çizilen karikatürlerde siyasilerle kadına benzetilerek dalga geçilmiş, kadına benzemek
bir zayıflık ve komedi unsuru olarak gösterilmiştir.
1.2. İletişim Sürecinde Karikatür
‘Karikatür bir kitle iletişim biçimidir. Karikatürün kaderi gazetelerin, dergilerin ve
çeşitli yazıların kaderine benzer. Bireye ulaşmak için aynı yolları izler ve terimin dar
anlamında mesaj iletmeye çalışır. Bu ileti gittikçe daha çok birbirine benzeyen bir kitlenin
sosyal atomu olan bir kişiye, ya koltuğunda, ya da berberde rahatça oturan bireye ulaşır.
Karikatürün ilettiği mesaj, çeşitli durumların çözümüne ve gülmeceye dayanan sanatsal
nitelikli ve büyük ölçüde yan anlamlarla yüklü bir mesajdır’ (Hıfzı, 1986: 1).
Olayların gülünç, alışılmadık ve çelişkili yönlerini yansıtarak insanı düşündürme,
eğlendirme ya da güldürme sanatı olarak nitelendirilen mizah, iletişim aracı olarak
karikatürde etkili bir biçimde kullanılmaktadır.
‘Karikatürle iletişim süreci kaynak, mesaj, alıcı ve kanal öğelerinden oluşmaktadır.
Burada kaynak; karikatür sanatçısıdır. Mesaj; alıcıya verilmek istenen toplumsal ortamca
bilinen simgelerle kodlanmış aktarılmak, paylaşılmak istenen bilgi, duygu ve düşünce
ile yüklü karikatürdür. Alıcı ise; karikatürcünün gönderdiği mesajı ve bu mesajın içerdiği
kodları çözümleyerek alan, bu mesajdan etkilenen karikatür izleyicisidir. Kanal da;
karikatürün alıcıya ulaşması sürecinde çizgi, yazı ve simgeleri taşıyan gazete, dergi,
kitap, sergi salonu, bilgisayar ve televizyon gibi araçlardır.
456
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Karikatürcü bir mesajı hazırlarken, yani karikatürünü çizerken ya da çizmeden önce
sürekli kendi kendisiyle iletişim içinde olur. Buna İç İletişim denmektedir.
Bu iç iletişimde karikatürcü düşüncelerini, hayallerini, üzüntülerini, zevklerini kontrol
etmektedir. İç İletişim aslında oldukça karmaşıktır. Özellikle sanatçı için kendi kendisiyle
hesaplaşma neredeyse süreklidir. Karikatürcü İç İletişimle çeşitli olayları, duyguları ve
düşünceleri kafasında yoğurur, bunlardan soyutlamalar yapar ve kendine has çizgisiyle
bir yorum çıkarır. Bu yorum bazen güldürücü, bazen şaşırtıcı, bazen de düşündürücü
olabilir’ (http://www.atilaozermuzeevi.com).
‘Karikatürcü çeşitli öğelerin ve repertuarın etkisinde kalarak bir düşünce oluşturur.
Bir karikatür taslağı hazırlar. Kendi grafik biçimlerinin repertuarından simgeler seçer ve
desenini çizer. Bu kodlamadır. Karikatürcünün bu deseni, onun simgelerini çözecek olan
okuyucuya ulaşır; bu kod çizme, yani iletinin okunması evresidir. Bu kod çözme işinde
alıcı, yani okuyucu kendi gizli repertuarına başvurur, karikatürcü ile okuyucu arasında
ortak bir repertuar bölümünün bulunması gereklidir. Okuyucu bir yandan da kendi simge
ve desen repertuarına başvurur. Bu repertuarda da karikatürcünün repertuarı ile ortak
bölümlerin bulunması gerekecektir. Bu ortak bölümler yoksa okuyucu iletinin anlamını
çözemez, karikatürü anlayamaz. Repertuardaki ortak bölümlerin büyüklüğü kod çözme,
karikatürü anlama olanağı sağlar’ (Hıfzı, 1986: 37).
‘Söz konusu olan gizli repertuarına başvurma durumunda açığa çıkan, kişinin konuya
ilişkin bilinçaltı ve yargılarıdır. Medya metinlerinin toplumda yarattığı değerler de bu
noktada önem kazanmaktadır. Çünkü erkek egemen söylemi yeniden üreten bu metinler
topluma ‘erkek üstün ve akıllıdır’ mesajı verir. Sürekli bu metine maruz kalan insanlarda
da bu bilinç oluşur.
Yine bir medya metni olan karikatürlerde göze çarpan kadın temsilleri, kadının bu
zayıf ve ikincil konumunu pekiştirmekle kalmayıp aynı zamanda kadının kendi de bu
konumunu destekliyormuş gibi gösterilmektedir. Dolayısıyla medyanın dizi, reklam,
haber, karikatür ve diğer tüm mecralarında üretip bilinçli ya da bilinçsiz olarak toplumda
dolaşıma soktuğu kalıplaşmış temsil biçimleri, insanlarda oluşturduğu ‘kadın’ bilinci
bağlamında da ayrıca bir önem arz etmektedir’ (Hünerli, 1993: 49).
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
457
İkinci Bölüm
Erdil Yaşaroğlu Karikatürlerindeki Kadın Temsil Biçimleri
‘Bu çalışma, diğer medya metinlerinde olduğu gibi karikatürlerde de kadın kimliğinin
temsili ile var olan erkek egemen söylemin yeniden üretildiği ve bu bağlamda çoğunlukla
kadının kendisine yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri içerisinde, bu rollerdeki
sapmaları ve bir cinsel nesne olarak mizahi açıdan ele alındığına yönelik bir varsayıma
dayanmaktadır’ (Küçükdurur, 2013: 417).
Cinsiyetçi bakış açısı ilk dönemlerinden beri karikatürlerde kendini göstermekte,
günümüzde de bu durum hız kesmeden devam etmektedir. Türkiye’nin en tanınmış ve
başarılı karikatüristlerinden biri olan Erdil Yaşaroğlu, karikatürlerinde sıklıkla kadınlara
yer vermektedir. Ancak bu karikatürlerde ilk göze çarpan arzu nesnesi, paragöz ya da
aptal olarak konumlandırılmış kadın olmaktadır. Mesleki açıdan genel olarak ev hanımı
olarak resmedilen kadın, ister bitki isterse hayvan olsun en sıradan karikatürlerde bile en
çok dişilik özelliklerinin ağır bastığı temsil biçimleriyle karşımıza çıkmaktadır.
‘Bu bağlamda, hegemonik erkeklik söylemini yeniden üreten ve kadın-erkek
eşitsizliğini meşrulaştıran karikatür metinlerindeki kadın temsilleri, bu eşitsizlik
yapısının ezilen ya da baskılanan tarafı olan kadından yana bir bakış açısı benimsenerek
çözümlenmektedir’ (Küçükdurur, 2013: 417).
2.1. Arzu Nesnesi Kadın
Şekil 2.1.Arzu Nesnesi Kadın
458
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Şekil 2.2.Arzu Nesnesi Kadın
Şekil 2.3.Arzu Nesnesi Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
459
Şekil 2.4.Arzu Nesnesi Kadın
İster tahtadan olsun isterse inek, kadın her zaman arzulanandır. Göğüsleri, dudakları,
kalçası ve göbeği özellikle ön plana çıkarılan kadın, bedenini adeta beğeniye sunmuş
olarak gösterilmektedir. Halinden memnun yansıtılan tavırları ise erkek egemen söylemi
perçinlemekte, kadını değersizleştirmektedir.
2.2. Paragöz Kadın
Şekil 2.5. Paragöz Kadın
460
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Şekil 2.6. Paragöz Kadın
Şekil 2.7. Paragöz Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
461
Şekil 2.8. Paragöz Kadın
Şekil 2.9. Paragöz Kadın
İstiridyeden de olsa bir kadın tek taş yüzüğe hayır diyemez. En sinirli olduğu anda
bile onu yumuşatacak şey paradır. Cennetten kovulmak değil, kadının umurunda olan
yine paradır. Sırf parası için bir erkekle evlenebilir, bir saray uğruna çirkin bir kurbağayı
öpmeyi göze alabilir. Yani kadın her yerde ve her şartta kadındır ve paraya kayıtsız
kalamayandır.
462
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.3.Dedikoducu Kadın
Şekil 2.10. Dedikoducu Kadın
Şekil 2.11. Dedikoducu Kadın
Şekil 2.12. Dedikoducu Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
463
Şekil 2.13. Dedikoducu Kadın
Şekil 2.14. Dedikoducu Kadın
Kadın=MagazinKadın=Dedikodu
Kadını tanımlayan en temel özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Aldatılmak bir
yana mühim olan sağlam bir dedikodu malzemesi çıkmış olmasıdır. Verilen mesaj ise
açık; eğer kadınsa bir köpekbalığı da dedikodu yapabilir ve eşiyle olan cinsel hayatı da
dâhil her konuyu bir dedikodu malzemesine dönüştürebilir.
464
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.4.Alışverişkolik Kadın
Şekil 2.15.Alışverişkolik Kadın
Şekil 2.16.Alışverişkolik Kadın
Şekil 2.17.Alışverişkolik Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
465
Şekil 2.18.Alışverişkolik Kadın
Şekil 2.19.Alışverişkolik Kadın
Kadın bir alışveriş bağımlısıdır. Balık ya da koyun olması kadının bu özelliğine ket
vurmaz. Kadının hayattaki en temel amacını giyinmek ve süslenmek gibi gösteren bu
temsiller, kadını yalnızca bir tüketim nesnesi olarak yansıtmaktadır.
466
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.5.Dırdırcı Kadın
Şekil 2.20. Dırdırcı Kadın
Şekil 2.21.Dırdırcı Kadın
Şekil 2.22.Dırdırcı Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
467
Şekil 2.23.Dırdırcı Kadın
Şekil 2.24.Dırdırcı Kadın
Bu temsillerde ise karşımıza çıkan sürekli konuşan kadın profilidir. Kadın dırdır
eden, erkeğin başını yiyendir. Kadın sürekli konuşmakta fakat erkek tarafından dikkate
alınmamaktadır.
468
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.6.Erkek Meraklısı Kadın
Şekil 2.25. Erkek Meraklısı Kadın
Şekil 2.26.Erkek Meraklısı Kadın
Şekil 2.27.Erkek Meraklısı Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
469
Şekil 2.28.Erkek Meraklısı Kadın
Şekil 2.29.Erkek Meraklısı Kadın
Bütün temsillerde karşımıza fettan kadın çıkmaktadır. Kalıcı ilişkilerin değil sezonluk
sevgililerin peşindedir. Dahası kardan bile olsa kadın, erkeğe hatta bir köpeğe karşı
çıkamayan zayıf bir varlık olarak resmedilmiştir. Kadın adeta dişilik özelliklerini
kullanarak kendini erkeğin tüketimine sunmuştur.
470
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.7.Aptal Ve Güçsüz Kadın
Şekil 2.30.Aptal ve Güçsüz Kadın
Şekil 2.31.Aptal ve Güçsüz Kadın
Şekil 2.32.Aptal ve Güçsüz Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
471
Şekil 2.33.Aptal ve Güçsüz Kadın
Şekil 2.34.Aptal ve Güçsüz Kadın
Kadın her zaman erkekten daha zayıf ve erkeğe muhtaç olarak resmedilmiştir. Hem
muayyen gününde olup hem de beyaz pantolon giyen kadın, en savunmasız halindedir.
Asla bir erkekle denk olamaz ve onun kadar güçlü de olamaz. Çünkü kadın zayıftır,
çünkü kadın erkeğin aksine aptal olandır.
472
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.8.Şişman Ve Çirkin Kadın
Şekil 2.35.Şişman ve Çirkin Kadın
Şekil 2.36.Şişman ve Çirkin Kadın
Şekil 2.37.Şişman ve Çirkin Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
473
Şekil 2.38.Şişman ve Çirkin Kadın
Şekil 2.39.Şişman ve Çirkin Kadın
İdeal kadın her zaman güzel ve bakımlı olandır. Biraz evvelki örneklerde de görüldüğü
gibi kadın sürekli olarak bedeni üzerinden yorumlanmakta, kilosuyla ya da diğer
uzuvlarıyla kusursuz olması beklenmektedir. Eğer bunlara aykırıysa değersizdir, çirkin
ve istenmeyendir.
474
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
2.9.Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın
Şekil 2.40. Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın
Şekil 2.41. Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın
Şekil 2.42. Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
475
Şekil 2.43.Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın
Şekil 2.44.Evinin Kadını Çocuklarının Anası Olarak Kadın
Kadının en temel vazifesi her şeyden evvel anneliktir. Ancak bu temsillerde de fark
edildiği gibi kadının anneliği de yine erkek egemen söylem üzerinden yansıtılmaktadır. Anneliğin vermiş olduğu kaygıyla terli terli uçma diyen annenin oğlu bir süpermendir.
Bir yuva kur diye nasihat eden annenin karşısında da yine bir halk kahramanı, örümcek
adam vardır. Yani annelik kadının doğasında vardır, erkek ise güçlü olandır.
476
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sonuç Ve Öneriler
Ülkemizin en tanınan karikatüristlerinden olan Erdil Yaşaroğlu’nun çizimlerinde
yansıttığı kadın temsillerinin incelendiği bu çalışmada, medya metinlerinde üretilen ve
tekrar edilen erkek egemen söylemin karikatürlerde de değişmediği, tipik bir dırdırcı,
paragöz, alışveriş manyağı ve erkek meraklısı kadın algısı yaratıldığı ve çizimlerle
de bu görüşün sıkça betimlendiği tespit edilmiştir. Bu tipik kadın algısı bağlamında
görülmektedir ki kadın kişiliğinden öte dişiliğiyle ön plandadır ve daima bir arzu nesnesi,
bir ‘beden’ konumundadır.
Bu durumun onun salt cinsiyetiyle alakalı olduğu, bir kelebek bir fil ya da bir bitki
olmasının onun dişiliğinin önüne geçmeyip adeta doğasıymış gibi yansıtıldığı ve
erkeklerde oluşan tipik ‘kadın’ algısını perçinlediği görülmektedir. Yani karikatürlerde
de olsa kadın her yerde kadındır. Erkek ise daima güçlü ve akıllı olandır. Muhtaç değil,
muhtaç olunandır. Dolayısıyla mizahın en yaygın türlerinden olan karikatürlerde de
erkek egemen söylem tekrar ve tekrar üretilerek kadın değersizleştirilmektedir.
Buna karşılık medyadan, medya metinlerinden, erkeklerden ve bilhassa kadınlardan
beklenen her şeyden evvel farkındalıktır. Çünkü bir hastalığın tedavisinde en önemli
süreç ilk önce hastalığın tanısını koymak, sonrasında hastalığı kabullenmektir. Kadının
bu ikincil konumunu yaratan her ne kadar erkekler olarak bilinse de aslolan bu durumun
erkekler kadar kadınlar tarafından da meydana getirildiğidir. Kadınlar ilk önce kendi
değerlerinin farkına varmalı, sonrasında da bu yaygın zihniyeti bütün platformlarda
değiştirmeye çalışmalıdırlar. Çünkü bir erkeği de yetiştiren yine kadındır. Dolayısıyla bu
değişime zihinlerden, yani insanın temelinden başlamak gerekir. Bir reklam sloganında
da olduğu gibi, unutulmamalıdır ki; kafalar değişirse her şey değişir…
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
477
Kaynakça
1. Arık, M.B. (1998). Değişen Toplum Değişen Karikatür. İstanbul: Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları
2. Cantek, L. (2011). Şehre Göçen Eşek. İstanbul: İletişim Yayınları
3. Hünerli, S. (1993). Türkiye’de Gazete Karikatürünün Durumu ve Siyasi
Karikatürün Söylemi.(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
4. İmançer, D. (2006). Medya ve Kadın. Ankara: Ebabil Yayınları
5. Küçükdurur, E. (2013). “Karikatürde Kadın Kimliğinin Temsili” (bildiri). Bilal
Arık, Ahmet Ayhan, ve Onur Öksüz (Eds.). 1. Uluslararası Medya Çalışmaları
Sempozyumu Bildirileri, 20-23 Kasım 2013, (ss. 415-430), Antalya: Akdeniz
Üniversitesi Yayınları.
6. Tandaçgüneş, N. ve Gündüz Kalan Ö. (2010). “Mizah Dergilerinde Toplumsal
Cinsiyet rolleri Bağlamında Dişil İmajın Sunumu” (Bildiri).Önder Barlı ve Derya
Tellan(Eds). Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu Bildirileri, 13-15
Mayıs (ss.363-377). Erzurum: Atatürk Üniversitesi
7. Topuz, H. (1999). İletişimde Karikatür ve Toplum. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Basımevi
Elektronik Kaynaklar
1. www.komikaze.net,Erişim Tarihi- 27.12.2014.
2. http://forumlordum.netErişim Tarihi:28.12.2014.
3. http://erdilyasaroglu.com Erişim Tarihi: 29.12.2014.
4. http://www.penguen.com Erişim Tarihi: 31.12.2014.
5. http://tr.wikipedia.org/wiki/Erdil_Yaşaroğlu Erişim Tarihi- 02.01.2015.
6. http://www.atilaozermuzeevi.com Erişim Tarihi-02.01.2015.
478
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
479
480
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
SENDİKALARIN TARİHSEL GELİŞİMİ VE TOPLUMSAL BARIŞTA
BİRLİKTELİK SAĞLANMASI SENDİKALARIN TARİHSEL GELİŞİMİ
VE TOPLUMSAL BARIŞTA BİRLİKTELİK SAĞLANMASI
Sait KÖZOĞLU1
Özet
Latif ERDOĞAN2
Sendika; çalışanların ortak ekonomik, sosyal ve meslekî hak ve menfaatlerini korumak
ve geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır. İşçi veya işverenler
tarafından kânunlara uygun olarak kurulan ve faaliyette bulunan, bağımsız özel hukukla
kurulu, tüzel kişiliğe sâhip meslekî teşekkülleridir.
Sendikalar, insan onuruna yaraşır bir hayat düzeyi sağlamak için elverişli aylık ücret
ile daha iyi çalışma şartları ve mesleki saygınlık kazandırmak gibi temel amaçlar
üstlenmiştir.
Dünyada 18. yüzyılın sonlarında Avrupa başlayan sendikacılık, ülkemizde ise 19.
yüzyılın ortalarında ilk hareketlenmeler başlamıştır. 1876 Kanun-i Esasi’de yapılan
değişikliklerle, çalışma hayatına ait bazı düzenlemeler getirilmiştir.
Ülkemizde çalışan sayısı ile birlikte sendikaların üye sayılarında sürekli artış
olmaktadır. Sendikaların hitap ettiği iş kolları birbirlerinden bağımsız olup çok çeşitlilik
göstermekte ve sendikaların çeşitliği sendikacılığın gelişmesine katkı sağlamakta; ayrıca
sendikalar arasında yarış oluşturmaktadır. Bu yarış ise sendika yöneticilerin disiplinli ve
özverili çalışmasının önünü açmaktadır.
Ülkemizde toplam kayıtlı çalışan sayısı 15 milyon civarında olup sendikalı çalışan
sayısı 3 milyona yaklaşmıştır. Uluslararası sendikalaşma oranına göre az olmasına
rağmen sendikalar, toplumsal barışta göz ardı edilemeyecek nüfusa sahiptirler.
Ülkemizde sendika sayısının çok olmasında karşımıza çıkan en büyük sorun ise birlik
ve beraberliğin sağlamamasını güçlüğüdür, sorunun çözümü için; sosyal sorunlarda
birlikte hareket edilmelidir. Sendikalar, toplum arasında dayanışma, birlik ve beraberliği
sağlamayı, toplumsal meseleler karşısında sosyal sorumluluk bilinci ile düşüncelerini
ortaya koymayı ve bunlarla mücadele etmek öncelikli amaç olmalıdır.
Sendika üyelerinin birlik içinde olmaları, sendikal amaçlara ulaşması mümkün kılacak
ve iş motivasyonunun artışına neden olacaktır. Demokratik toplumların bir göstergesi
olan sendikalar arasındaki birlik ve beraberlik sonucunda, sosyal barış sağlanacak olup
demokrasimizin ileri düzeylere çıkmasına katkı sunacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sendika, birlik-beraberlik, motivasyon, demokrasi, sosyal barış
1 Belediye ve Özel İdare Çalışanları Sendikası, Konya Şubesi, [email protected]
2 Belediye ve Özel İdare Başkan Yrd., Belediye ve Özel İdare Çalışanları Sendikası, Konya Şubesi Konya Şubesi,
[email protected]
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
481
HISTORICAL DEVELOPMENTS OF UNIONS AND PROVIDING
ASSOCIATION IN SOCIAL PEACE
Abstract
The union are the establishments which are formed by the employees for protecting
their common economical, social and professional rights and benefits and having legal
identity which is formed for the development. They are the professional institutions which
have legal identities, are established by independence law, are established pursuant to the
laws and carry out activity by employers and employees.
The unions have basic objects like providing professional respect and better
working conditions with more appropriate salaries for a level of living which is suitable
to the human dignity.
The unionism which has started at the end of 18th century in the world, has started in
our country at the midst of 19th century. Some regulations were made related with the
working life with the changes made in 1987 Ottoman Basic Law.
Constant increase occurs in the member numbers of the unions together with the
numbers of the employees in our country. The work branches which the unions address
to, are independent from each other and they vary from each other and the variety of the
unions make contributions to the development of the unionism and make a competitions
among the unions. This competition leads up the self sacrificing and disciplined working
of the union executives.
The total registered employees in our country in approximately 15 million and the
unionized number of employees is 3 millions. Although this number is low according
to the rate of international unionism, the unions have a population which cannot be
overlooked in the social peace. Having a large number of the unions in our country causes
a problem of not providing unity and solidarity; for the solution of the problem is to act
together in the social problems. The unions must have the primary purpose to provide
the solidarity and togetherness and present their ideas with the social responsibility
awareness against social problems and to fight with them
The unity of the union members shall make the reaching to the union objects possible
and shall increase the work motivation. The solidarity of unions which are the indications
of democratic societies, shall provide social peace and bring the democracy to the
advance levels.
Keywords: unions, solidarity, motivation, democracy, social peace
482
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Giriş
Sendika Kavramı
Sendika çalışanların haklarını işverenlere ve devlete karşı korumak ve geliştirmek
üzere oluşturulan sivil toplum kuruluşlarıdır.
Sendika Çeşitleri
•
Meslek Sendikaları: Farklı iş kolunda olup farklı iş yerinde çalışsalar dahi aynı
meslekten olan çalışanlar tarafından kurulan sendikalardır.
•
Genel Sendikalar: Her iş kolundan, her meslekten ve her iş yerinden çalışanların
aynı çatı altında toplandığı sendikalardır.
•
İş Yeri Sendikaları: Belirli bir iş yerinde çalışanlar tarafından kurulan sendikalardır.
•
İş Kolu Sendikaları: Farklı iş yerlerinde çalışan, farklı mesleklerden olan fakat
aynı iş koluna dâhil çalışanlardan oluşan sendikalardır.
•
Federasyon: Sendikaların belli bir sendikal politika çerçevesinde bir araya gelerek
oluşturduğu üst yapılanmalardır.
•
Konfederasyon: Ülkedeki tüm iş kollarında ve bölgelerde faaliyet gösteren belli
sayıdaki sendikanın, ülke çapında merkezi bir üst kuruluş olarak yapılanmasıdır.
•
Uluslararası Sendikal Örgütlenmeler: Ulusal çapta örgütlenen sendikaların,
uluslararası alanda dayanışmayı ve ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayarak
konfederasyon tipinde yapılanmalardır.
Sendikaların Tarihsel Gelişimi
Sendikalar sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan çalışanlarla işverenler arasındaki güç
eşitsizliğini ortadan kaldırmak için oluşturulmaya başlanmıştır. Önceleri belirli niteliğe
sahip çalışanların oluşturduğu ve meslek sendikaları olarak tanımlanan bir yapıdan
sonraları vasıfsız işçilerinde yer aldığı genel sendikalara doğru bir evrim geçirmiştir.
İşçi veya işverenlerin müşterek, iktisadî, sosyal ve kültürel faydalarını korumak
ve geliştirmek için serbestçe, kânunlara uygun olarak kurulan ve faaliyette bulunan,
bağımsız özel hukukla kurulu, tüzel kişiliğe sâhip meslekî teşekkülleridir.
Bugünkü manâ da sendikalaşma hareketleri, 18. yüzyılın sonunda, sanayileşmeye
başlayan Avrupa devletlerinde başlamıştır. Özellikle İngiltere’deki kapitalist ekonomik
uygulama; işçilerin dayanışma teşkil edecek hareketlerden uzak kalmalarına, ücretle
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
483
çalışanların derin bir sefalete düşmelerine ve gün geçtikçe bu sefaletin daha da artmasına
sebep olmuştur. İşçilerin daha iyi şartlarda yaşamasını temin edecek her hareket, ferdin
akit yapma hürriyetine karşı gayri meşru bir müdahale teşebbüsü olarak görülmüştür.
Ağır maddî baskı altında kalan işçilerin, düştükleri sefaletten kurtulma çareleri aramaları,
onları ortak hareket etmeye yöneltmiştir. İlk hareketler, Fransa’da kalfa ve çıraklar
hareketi olarak 1520’lerde başlayarak 1799 yılına kadar aralıklı ve sık olarak devam
ettiği görülmüştür.
Türkiye ve Fransa gibi ülkelerde ise sendika kavramının başına işçi veya işveren
sıfatları getirilerek bu tip örgütlenmeler ifade edilmiştir. Sendika kavramı İngiltere’de
ilk defa bir şehir veya bölgede işçilerin genel çıkarlarını korumak için kalfalar arasında
kurulup gelişen dostluk örgütlerinin ortak eylemlerini anlatmak için kullanılmıştır.
Bu da sendikal örgütlenmenin, lonca kültürünün de etkisiyle, ilk etapta vasıflı işçiler
tarafından başlatıldığını göstermektedir. Sendikalar bugünkü anlamını 1839 yılında
kazanmıştır. İngiltere’de 1824, ABD’de 1842, Almanya’da 1869, Fransa’da ise 1884
yılında sendikaların serbestçe kurulmasına olanak tanıyan yasalar çıkarılmıştır.
Osmanlı Devletinde ve önceki İslâm devletlerinde, işçi-işveren münasebetleri hiçbir
zaman problemli olarak kendini göstermemiştir. Devlet nizamının değişmez ilâhî hukuk
kaidelerine bağlı kalması ve genel ahlâk anlayışı dolayısı ile işçi teşekküllerinin kurulması
ve işçilerin işverenler tarafından sömürülmesi de söz konusu olmamıştır. Aksine, İslâm
kültürünün içinde tabiî bir şekilde teşekkül eden Ahî teşkilâtları; çırak, kalfa ve usta
münasebetlerini bir hiyerarşi içinde düzenlemiş; sanat ve meslekte ihtisaslaşmayı, ticari
ahlâkî en üst seviyeye çıkartmış; böylece birçok sosyal ve içtimai meseleleri bir arada
yürütmüştür. Türkiye’de sendikalaşmaya doğru ilk faaliyetler, 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır.
O yıllarda özellikle savaş sanayii, tekstil, gıda, kâğıt ve matbaacılık iş kollarında
teşkilatlanmaya başlayan işçiler, 1871 yılında Ameleperver Cemiyetini kurmuşlardır. Bu
sıralarda ücret artışı sağlamak gayesiyle bazı grev hareketlerinin olduğu görülmüştür.
1895 tarihinde Tophane fabrika işçileri, ikinci büyük işçi teşkilâtını kurmuştur.
1876 Kanun-i Esasi’de yapılan değişikliklerle, çalışma hayatına ait bazı düzenlemeler
getirilmiştir.
1908 Meşrutiyetin ilanından sonra kabul edilen toplantı ve dernek kurma haklarının
arasında, işçi teşkilâtlarının 1908 yaz aylarında grev yapmaya kalkıştıkları, ancak Balkan
ve Birinci Dünya Savaşları sebebiyle bu hareketlere son verildiği görülmüştür.
Kurtuluş Savaşından sonra, İstanbul’da toplanan işçi liderleri 20 iş kolu etrafında
birleştirmeyi kararlaştırarak, 1922’de ilk amele birliklerini faaliyete geçirdiler. Bunlar
arasında, İstanbul İşçileri Amele Birliği, Zonguldak Amele Birliği ve Balya Amele
Birliği en önemlileriydi. Zonguldak Amele Birliği, halen 50 bin üyesiyle faaliyetini
sürdürmektedir.
484
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1946 yılında işçi teşkilâtları kurulmaya başladı. 1947-1961 yılları arasında hızlı
bir sendikalaşma hareketi olmuştur. 1946’da İşçi Derneği, 1952’de dokuz sendikanın
birleşmesiyle Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Türk-İş kurulmuştur. 1950’de
88 olan sendika sayısı 1957’de 440’a yükselmiştir. Bu dönemde, sendikaların grev
yapmaları, tehdit altında bulunması ve mali yönden güçsüz olmaları sebebiyle, 1961
senesine kadar bir varlık gösterememişlerdir.
1961 Anayasası ile önceden izin almaksızın, sendika ve sendika birliklerinin
kurulmasına, üye olma ve üyelikten serbestçe ayrılmasına dair hükümler getirilmiş,
1963 senesinde 274 sayılı Sendikalar Kânunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve
Lokavt Kânunları çıkartılmıştır. 274 Sayılı Sendikalar Kânununun düzenleme şekli ve bazı mevzuattaki boşluklar, gelişi
güzel sendikaların kurulmasına sebebiyet vermiş; aşırı sol ideolojiye sâhip kimselerin
yönettiği sendikalarla, başka “bağımsız” adı altında kurulmuş birçok sendika; işçi
haklarını aramadan ziyade, devletin sanayisini çökertmek, fabrikaları kapatmak, işçileri
sokağa dökmek, yokluk ve sefaleti arttırarak fikir ve düzenleri için ihtilâle hazırlamak
siyasetini takip ederek sendikalaşmayı bir siyasi vâsıta olarak kullanmışlardır. Sendikal
faaliyetlerin sonucu, kamu ve özel sektöre ait birçok işyerinde grevler başladı. Grevlerin
başladığı fabrika ve işyerlerinde millî servete zarar verecek kırıp dökme ve yakmalar
oldu. Milyarlarca lira maddî zarar ortaya çıktı.
1963-80 yılları arasında kamu ve özel sektörde 1655 grev olmuş ve 415.440 kişi greve
katılmıştır. Bunların toplam işgünü kaybı ise 20.643.885’dir.
12 Eylül 1980 askerî müdahalesinden sonra bazı sendikaların kapatılması veya
faaliyetinin durdurulması neticesinde grev ve greve katılan işçi sayısı yok denecek kadar
azaldı. Bu sebeple ülkemiz ekonomi ve iktisadi yönden biraz kendini toparladı. Son
senelerde ise yine sendikalar bir siyasi vâsıta olarak kullanılmaya başladı, işçiler sokağa
döküldü (1994). Grev ve greve katılmalar artmaya başlamıştır.
Günümüzde sendikalar, 1982 Anayasası ile, işçilerin ve işverenlerin önceden izin
almaksızın sendika kurma, sendikaya üye olma ve ayrılma hakları tanınmış; geçmiş
yıllardaki tecrübelerden de istifade edilerek, anayasayla bazı temel esaslar kabul
edilmiştir.
Buna göre, işçi ve işverenlerin aynı zamanda birden fazla sendikaya üye olamayacakları,
sendika ve üst kuruluşlarda yönetici olabilmek için en az on yıl bilfiil işçi olarak çalışmış
olması, sendikaların siyasi faaliyet gösteremeyecekleri, siyasi partilerden destek
göremeyecekleri gibi destek de olamayacakları, işyerinde sendikal faaliyet göstermenin
çalışmamayı haklı gösteremeyeceği, gelirlerini gayeleri dışında kullanamayacağı gibi
hükümler getirilmiştir.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
485
Anayasaya bağlı olarak, 1983 yılında yürürlüğe konulan 2821 sayılı Sendikalar
Kânunu ile yeni düzenlemelere gidilmiştir. Yeni kânuna göre, Sendika Federasyonları
kaldırılmış, sâdece değişik iş kollarından en az beş sendikanın bir araya gelmesiyle
kurulan ve tüzel kişiliğe sâhip organların seçimi kontrol altına alınmış; sendikaların
gösterdiği faaliyetlerin kontrolü için sendikaların denetlenmesi, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığınca belirli esaslara bağlanmıştır. Türkiye’de sendikalaşma oranı yüzde 9 civarında, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı (OECD) sendikalaşma oranı ise yüzde 5 civarındadır. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı Temmuz 2014 tarihli verilere göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı Temmuz 2014 tarihli verilere göre, Türkiye’deki işçi sendika sayısı 140 ve
toplam işçi sayısı 12,3 milyon iken bu sendikalara kayıtlı işçi sayısı yaklaşık 1,2 milyon
ve sendikalaşma oranı yüzde 9,68 olarak gerçekleşmiştir.
2015 ocak ayı verilerine göre işçi sendika sayısı 147 çıkarak toplam işçi sayısı yaklaşık
100.000 düşmüş ve sendikalılaşma oranı ise 10,65 olmuştur.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Temmuz 2014 tarihli verilere göre,
Türkiye’deki Kamu Görevlileri sendika sayısı 144 iken 2015 yılında 158’e çıkarak 10
adet konfederasyon bulunmaktadır.
Toplam memur sayısı 2,35 milyon iken bu sendikalara kayıtlı memur sayısı 1,679,28
olup sendikalaşma oranı yüzde 71 olarak gözükmektedir.
Ülkemizde toplam kayıtlı çalışan sayısı 15 milyon civarında olup sendikalı çalışan
sayısı 3 milyona yaklaşmıştır. Uluslar arası sendikalaşma oranına göre az olmasına
rağmen sendikalar, toplumsal barışta göz ardı edilemeyecek nüfusa sahiptirler.
Sendikalar, insan onuruna yaraşır bir hayat düzeyi sağlamak için elverişli aylık ve
ücret ile daha iyi çalışma şartları ve mesleki saygınlık kazandırmak gibi temel amaçlar
üstlenmiştir.
Ülkemizde çalışan sayısının ile birlikte sendikaların üye sayıları sürekli artış
olmakta sendikaların hitap ettiği iş kolları birbirlerinden bağımsız olup çok çeşitlilik
göstermektedir. Sendikaların çeşitliği, sendikacılığın gelişmesine katkı sağlamakta;
ayrıca sendikalar arasında yarış oluşturmakla sendika yöneticilerin disiplinli ve özverili
çalışmasının önünü açmaktadır.
Sendika üyelerinin birlik içinde olmaları; sendikal amaçlara ulaşması mümkün kılacak
ve iş motivasyonunun artışına neden olacaktır. Demokratik toplumların bir göstergesi
olan sendikalar arası birlik ve beraberlik sonucunda sosyal barış sağlanacak olup
demokrasimizin ileri düzeylere çıkmasına katkı sunacaktır.
486
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Sendikalar, sadece üyelerinin menfaatlerini koruyan kuruluşlar olma niteliğinden
çıkarak, ülkenin bütün sosyal katmanlarını ilgilendiren ekonomik, sosyal ve siyasal
alanlarda önemli faaliyetlerde bulunan kuruluşlar haline gelmişler ve kapsadıkları
alanlar bakımından iç içe geçmiş durumdadırlar.
Sendikaların ekonomik ve siyasal faaliyetlerinin dışında kalan ve üyeleri arasında
birlik, beraberlik ve dayanışma bilincini geliştirmek amacıyla tüzel kişiliğin işletme
içinde ve işletme dışında gerçekleştirdiği faaliyetlere sendikaların sosyal faaliyetleri
denir.
Birlikte Hareket Etmek;
Sendikalar, küresel ekonomide üyelerinin çalışma hayatlarının kalitesi ulusal ve uluslar
arası düzeye çıkarılması için mücadelede etkin rol oynaması gerekmektedir. Uluslararası
düzeye ulaşılabilmesi ve toplumun tüm kesiminin ihtiyaçlarına cevap verebilmek ve söz
sahibi olabilmek için ülkede yer alan sendikaların ulusal meselelerde birlikte ihtiyacı
vardır.
Gün geçtikçe faaliyet alanı ve sayıları artan, üyelerin menfaatlerini korumak ve
geliştirmek olan sendikalar, üyelerinin de içinde yer aldığı toplumun gelişmesine ve
kalkınmasına, dolayısı ile toplumsal barışın sağlanmasına katkı sunmalı ve mücadele
etmelidirler.
Hz. Mevlana’nın barışa dair düşünceleri ulusal ve uluslararası barışı kapsayıcı
nitelikte olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Zira “Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet
ve şehvetse hayvanlık vasfı.” sözü tüm insanlığı kuşatıcı bir mahiyeti vardır. Bir başka
sözünde ise“ Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa
bulur.” demektedir.
Toplumsal barışa katkı sunacak sendikalar;
•
Duruşu ne olursa olsun sevgi ve saygı çerçevesinde sorunların çözümünde ortak
tavır sergilemeli, çözüm odaklı hareket etmeli,
•
Sendikalar kendi aralarında etkin iletişim kurmaya başlamalı ve başarıların
yanında yaşanan zorlukları da paylaşmalı,
•
Bireyleri ve toplumu eşitliği teşvik etmek ve ırkçılık, cinsel ayrımcılık ile mücadele
etmeli,
•
Sendikacılar birbirlerinden öğrenmeleri uluslar arası sendikaların ortak sorunlarla
nasıl başa çıktığını öğrenmeli.
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
487
•
Üyeler arasında sendikal dayanışmayı geliştirmeli,
•
İhtiyacı olan sendikalara yardım ve destek sağlamalı,
•
Sorunlarla başa çıkabilmek için bilgi ve fikirleri koordine etmeli,
•
Haklarla ilgili konularda kampanya düzenlemelidir.
Sonuç
Sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi ve sağlıklı bir iletişim ortamının yaratılması için
geri bildirimlere önem verilmelidir. Sendika sayısının çok olmasında karşımıza çıkan
en büyük sorun birlik ve beraberliğin sağlamamasını güçlüğüdür, sorunu çözümü için
sosyal sorunlarda birlikte hareket edilmeli, tüm sendika üyeleri arasında dayanışma,
birlik ve beraberliği sağlamayı, toplumsal meseleler karşısında sorumluluk bilinci ile
düşüncelerini ortaya koymalı ve bunlarla mücadele etmek öncelikli amaç olmalıdır.
488
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
Kaynakça
1. M.İNCELER-Sendika Kavramı ve Tarihsel Gelişimi-Ekim 2012
2. E.MOZAKOĞLU-Dünya’da ve Türkiye’de Sendikacılık Kavramı-Felsebiyat
Dergisi
3. F.DEMİR-Sendikaların Kuruluşu ve İşleyişi
4. M.SEZİK-Toplumsal ve Uluslararası Barış İçin Adalet-Değirmen Dergisi
5. http://www.turkcebilgi.com
6. www.etuc.org
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
489
490
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
491
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ
1. ULUSAL TOPLUMSAL VE KURUMSAL ÇATIŞMALAR/ÇÖZÜMLER KONGRESİ

Benzer belgeler