Peyami Safa Frankfurt Richard Branson

Transkript

Peyami Safa Frankfurt Richard Branson
DüşünTaşın
düşün taşın derneğinin yayınıdır.
Ocak 2016/1
Selim Çavuş:
“Ülkemizin Geleceği İçin
Değer Üretmek
Zorundayız”
Sınır Tanımayan
Girişimci:
Richard Branson
Kitap Peşinde
Frankfurt
Dokuzuncu
Hariciye Koğuşu:
Peyami Safa
5
EDİTÖRDEN
Yeni Bir 365…
Düşün Taşın Derneği olarak 2016 yılında yepyeni bir
heyecan içerisindeyiz. altı yıldır yürütmekte olduğunuz projeler, farkındalık alanında yaptığımız çalışmalar, hayatlarına
dokuduğumuz genç arkadaşların sayısı yüz binlere ulaşmaya
başladı.
Bir hayal ile 2010 yılında tohumları toprağa saçılan bu
iyilik hareketinin giderek büyümesi ve güçlenmesi dernek
üyelerimizin özverili çalışması, yönetim kurulundaki arkadaşlarımızın çizmiş olduğu vizyon ve bize inanan, destekçilerimiz
onursal üyelerimizin katkıları ile meyve vermeye başladı.
Şu an elinizde bulunan bu dergi yıllardır hayalini kurduğumuz süreli yayın çıkarma hayalimizin gerçeğe dönüşmüş
halidir. Derneğimizin ikinci beş yıllık planları arasında yer alan
Düşün Taşın Vakfını, derneğimizin yedinci yılını kutlamayı düşündüğümüz 15 Ocak 2017 Pazar günü kurmayı hayal ediyoruz.
Kendilerini hem sosyal hem kişisel hem de akademik
olarak geliştirmek için çalışmalar yapan dernek üyelerimizin
Türkiye’nin içinde bulunmuş olduğu bu geleceğe yatırım yapmaya müsait atmosferde gençler olarak bizler de üzerimize
düşen vazifeyi yerine getirmek için var gücümüz ile çalışacağız.
İki yıldır üzerinde çalışmalar yaptığımız İstikrar kavramı ve
bu kapsamda gerçekleştirdiğimiz sekiz İstikrar Buluşmaları
etkinliklerini Ocak-Şubat-Mart-Nisan aylarında da daha geniş
kitlelerle gerçekleştirerek 11 Mayıs 2016 Çarşamba günü
WOW Convention Center’da yapacağımız İstikrar Zirvesi ile
taçlandıracağız.
“Gönlüm uçmak isterken semavi ülkelere;
Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere”
diyen Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in de şikâyetçi olduğu
gölgelerin varlığını bilip, bu ve benzeri tüm olumsuzluklara
kulağımızı tıkayıp hedeflerimiz doğrultusunda derneğimizin
20 yılına denk gelen 2030’da Düşün Taşın Üniversitesini kuracağız.
Belirlediğimiz tüm bu hedefler doğrultusunda atacağımız
AKİLANE adımlar, bize inanan insanların varlığı ve Rabbimizin
yardımı ile bu işlerin hepsinin altından kalkmak için ekip arkadaşlarımız ile daha çok çalışacağız.
Çünkü; AŞAĞIDA DAHA ÇOK YER VAR…
Düşün Taşın Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Selim ÇAVUŞ
EDEBİYAT
Peyami Safa - Hastane Koridorlarında
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
50
SÖYLEŞİ
İsmail Kılıçarslan
“Adam Olmada İstikrar” 54
GEZİ
Kitap Peşinde Frankfurt
58
AKTÜEL
Sınır Tanımayan Girişimci
Richard Branson
İmtİyaz Sahİbİ
Düşün Taşın Derneği
Selim Çavuş
62
Yayın Yönetmeni
İsmail Ünlü
Yazı İşleri Müdürü (Sorumlu)
R. Hilal Bayram
Yayın DanışmanLARI
içindekiler
HABERLER
Dehalar Aranıyor
8
PROJELER
Öğreten ve Buluşturan Şehir: İstanbul 10
RÖPORTAJ
Selim Çavuş “Ülkemizin Geleceği İçin
Değer Üretmek Zorundayız”
34
Prof. Dr. Sefer Şener
Orhan Samast
Ümit Sanlav
Mustafa Şen
Serhat Dıravacı
Cengiz Ayyıldız
Yayın Kurulu
Esra Çavuş
Merve Çelikkaynak
Şura İşçi
Aynure Muratoğlu
Züleyha Dıravacı
İsmail Kaya
Arif Acar
Ümit Türkseven
İLETİŞİM
Vatan Mah. Esenler Cad. Akasya Sok. No: 7/3 Bayrampaşa/ İstanbul
0212 501 49 87
0535 264 94 03
[email protected]
YAPIM
Cube Medya Yayıncılık Tanıtım
Organizasyon Hizmetleri Tic. Ltd. Şti.
Genel Koordinatör
İNCELEME
Edebiyatla Hukuk Arasındaki İlişki 38
MİMARİ
Azametten Zarafete
KİTAP
Kitap Okuma ve Beyin
Ömer Arıcı
Grup Direktörü
Mustafa Özkan
Yayınlar Koordinatörü
Melih Uslu
42
Editör
Hanife Çelik
Sanat Yönetmeni
44
Serpil Atmış
Yönetim Yeri
Koşuyolu Mah. Katip Salih Sok. No:48/1 Kadıköy İstanbul
İletişim: [email protected]
Tel: +90 216 325 25 52
BASKI
İMAK OFSET
Merkez Mah, Atatürk Cad, Göl Sok, No: 1 Yenibosna
34192 Bahçelievler, İstanbul. Telefon/Phone: +90 212 656 49 97
8
HABERLER
9
Dehalar Aranıyor
Toplamda 13 farklı alanda başvuru imkânı sunan çalışmalarımıza Türkiye’nin her
yerinden ‘DEHA’ olduğunu düşünen pek çok gönüllü insan başvuru yaptı.
Düşün Taşın Derneği olarak 3
Ağustos 2015 tarihinde bizimle birlikte iyiliğe, gönüllü olacak arkadaşları
bulmak için “Dehalar Arıyoruz” ilanı ile
yola çıkarak;
Donanım sahibi olmak isteyen
Eğitime, Gelişmeye önem veren
Heyecanını Harekete dönüştüren
Aktif, girişimci
olduğunu düşünen herkesi davet ettik.
İlanımızda hangi konularda çalışabileceğimize yönelik ayrıntılı bir liste oluş-
turduk. Bu listede metin yazarlığından
eğitmenliğe, kitap toplama ve bağışından kurumsal iletişime, çocuk dünyasından proje ekibine pek çok alan yer
almaktaydı.
Toplamda 13 farklı alanda başvuru imkânı sunan çalışmalarımıza Türkiye’nin
her yerinden “DEHA” olduğunu düşünen pek çok gönüllü insan başvuru
yaptı. Sosyal medya hesaplarımız ve
birkaç haber sitesinde yayınlanan ila-
nımıza çok kısa bir sürede Türkiye’nin
dört bir yanından tam 500 başvuru
aldık. Bizde ilanımızda belirttiğimiz gibi
başvuru süreci tamamlanır tamamlanmaz “DEHA” adaylarımızın başvurularını incelemeye başladık. Elemelerde
adayların bizlerle paylaştığı tüm bilgilerine dikkat ettik. Bir grup arkadaşımız İstanbul’ dan yapılan başvuruları
incelerken bir kısmımız şehir dışı başvurularını inceledi. Kimseye en ufak bir
haksızlık yapılmamasına gayret ederek
yoğun mesailer harcadık. Benimle birlikte çalışan ekip arkadaşım Hilal Taşdan ile İstanbul’dan yapılan 200 başvuruyu tek tek aradık.
İlanımızda belirttiğimiz mülakat tarihleri yaklaşırken pek çok dehayla iletişime geçmiş ve ilk randevuları oluşturmaya başlamıştık bile. 22 Ağustos
2015 tarihi geldiğinde derneğimizin
yönetim kurulu ile ofisimizde tüm
misafirperverliğimizle 46 misafirimizi
ağırlamak için hazırdık. 23 - 29 ve 30
Ağustos tarihlerinde de devam eden
bu süreç zarfında toplamda 121 kişi ile
yüz yüze görüşmemizi gerçekleştirmiş
olduk.
Görüşmeler esnasında katılım sağlayan tüm adaylara önümüzdeki sürecin
nasıl işleyeceğine dair süreci ifade ettik. Mülakatın sonucunda başvurularının kabul edilip edilmediğine dair bir
mail alacaklarını belirttik. Kabul edilen
arkadaşlarımızla ise 19 Eylül Pazar
günü gerçekleştirilecek bir oryantasyon programı ile bu zamana kadar
neler yaptığımızı, önümüzdeki dönemlerde birlikte neler yapabileceğimizi
ve bizi bekleyen yepyeni serüvenleri
paylaşmak istediğimizi izah ettik. Mülakatlar sonrasında 61 dehaya iyiliğe
dair çıktığımız bu yolda birlikte yürüyebileceğimizin müjdesini veren mailler
attık. 19 Eylül 2015 tarihi geldiğinde
ise Elit Word Hotelde gerçekleştirdiğimiz oryantasyon programında yeni
ekip arkadaşlarımız ile bir araya gelme
imkânı elde ettik. Bir tanışma toplantısı
olan bu organizasyonda ekip liderleri
tek tek kendi ekipleri hakkında bilgi
verdi. Deha Akademide ödül kazanan
arkadaşlara ödülleri takdim edildi. Fı-
rat Çakır yaptığı müthiş sunumla pes
etmemenin önemini bizlere yeniden
hatırlattı. Emre Baştürk ile hızlı okuma
konusunda eğlenceli bir söyleşi gerçekleştirildi. Son olarak derneğimizin
Başkanı Sayın Selim Çavuş ile Düşün
Taşın Derneğinin beş yıllık süre zarfında belki küçük küçük ama emin
adımlarla yoluna nasıl devam ettiğini,
Gençlik ve Spor Bakanlığıyla birlikte yürüttüğü “Kelebek Etkisi Liderlik
Projesi”ni, bu zamana kadar yürütmüş
olduğu sosyal sorumluluk projeleri,
bağışlanan kitaplanan ve gülümsetilen yüzleri, dokunduğumuz kalpleri ve
iyileştireceğimiz, güzelleştireceğimiz
bugünleri konuştuk. Yapacağımız çok iş
olduğunu bu işleri başarabilmemiz için
istikrarlı olmamız gerektiğine değindik.
Ekim ayında gerçekleştireceğimiz diğer çalışmaların ilanını gerçekleştirdik.
İkinci oryantasyon programımızı ise
25 Ekim 2015 tarihinde Beyoğlu Be-
10
lediyesi Gençlik Merkezinde gerçekleştirdik. Bu programımızda bize “Organize Deliler” gönüllülük hareketinin
kurucusu Yavuz Yiğit eşlik etti. Bizlerle
Dünyayı Değiştirme Akademisi eğitimlerinde gerçekleştirdiği bir sunumu
paylaştı. Sunum esnasında gençlerin
gelecek için çok geç kalabileceğini,
bugünün değerini bilmeden bugününü
iyileştirmeden yarına değer üretilemeyeceğini bir kez daha hatırlattı.
Yavuz Yiğit’in sunumundan sonra yeni
ekip arkadaşlarımızla birbirimizi daha
iyi tanıyabilme şansı elde edebilmek
için “Speed Networking” etkinliği gerçekleştirdik. Herkesin kendi hayatına
dair önemli gördüğü detayları paylaştığı ve birbirini tanıma fırsatı bulduğu
aynı zamanda çok eğlenceli dakikalar
yaşadığı bu etkinlikten sonra ekip liderleri bir aylık çalışmalarımızı özetleyen sunumlarını gerçekleştirdi.
Kapanışı ise Derneğimizin Başkanı Selim Çavuş bizden beklentilerini birlikte
gerçekleştirebileceklerimizi ve hayallerimizin sadece hayal olarak kalmaması gerektiğinin önemini belirten bir
konuşma gerçekleştirdi. Sen gideceğin yolu düşünme, varacağın hedefe
odaklan. Sana yapamazsın diyenlere
inat, kendine olan inancınla hedefine
doğru durmadan yürümeye bak. Ya da
Üstat’ın dediği gibi;
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylân, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
İkinci oryantasyon programı sonunda
aradığımız dehanın kendi içimizde olduğunu bilerek, daha güçlü bir aile olmanın verdiği haklı gururla, yüzlerimizde tebessümle toplantıyı noktaladık.
Üçüncü oryantasyon programımızı DEHA’lar arıyoruz ilanımızla aramıza katılan, bizlere paylaşımlarda bulunmak
isteyen arkadaşlarımızın sunumlarıyla
Kasım ayının son haftasında gerçekleştireceğiz.
“Dehalar Arıyoruz” ilanımızın kabul süreci henüz tamamlanmadı. Ama ağustos ayından beri devam eden bu süreçte bizler her gün içimizdeki dehaları
aramak için yollara çıkıyoruz. Son olarak
şehir dışından bizlere başvuru yapan
30 arkadaşlarımızla hangout üzerinden
mülakatlarımızı gerçekleştirdik.
Sizde Türkiye’nin “En Donanımlı 100
Genci” olma yolunda bizlerle birlikte
çalışmak, Düşün Taşın Derneğinin projelerinde gönüllü olarak görev alarak
değer üretmek isteyen üniversite- lise
öğrencisi veya profesyonel çalışan olarak bu yolculukta bize eşlik edebiliriniz.
Bu şansı kaçırmamak için bizi takip etmeye devam ediniz.
HABERLER
12
Türkiye’ye Kitap Okutturan Dernek
5. Yılını Kutladı
2010 yılında başlayan sıra dışı
serüvenimizin ilk beş yıllık durağında
dostlarımız ile beşinci yıl kutlamasında bir araya geldik. Açılış kokteyli
ile üyelerimizin ve misafirlerimizin
birbirleriyle sohbet etme fırsatı bulduğu beşinci yıl programı Yönetim
Kurulu Üyemiz Hilal Bayram’ın sunumu ile başladı. Ardından Düşün
Taşın’ın Aktörleri kısa filmi yayını ile
program devam etti. Tanıtım filminin
sonunda derneğin beş yılda yaptığı etkinliklerle beraber kazandığı
başarıları anlatan Başkanımız Selim Çavuş, daha sonra Hilal Bayram
Hanım’ın davetiyle kürsüye çıkarak
Tanıtım ve Medya Ekibi’nin değerli
üyelerinden Nilgün Hanım’ın hazırlamış olduğu sunum eşliğinde derneğimizin gelecekteki hedeflerini
misafirlerimizle paylaştı.
• Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul İl Müdürü Nedret Apaydın,
• Bayrampaşa Kaymakamı Hasan
Gözen,
• Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Protokol Danışmanı İhsan
Ataöv
• Ak Parti İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge
• Medya sektörünün deneyimli sunucusu Aynur Ayaz
• Proje Yönetici-Sosyal Girişimci Yavuz Yiğit
• Vizyon Koleji Kurucusu Abdülkadir
Özbek ‘e Düşün Taşın Derneği onursal üyelik beratlarının takdim edildiği programda tüm konuklarımızla
beraber beşinci yıl pastamızı kestik.
Lokomotif konsepti verilerek süslenen pasta, Düşün Taşın Derneği’nin
beş yıllık yolculuğunu simgelerken,
geleceğe dair yeni umutlar ve heyecanlarla kesildi.
Pastamızın kesilişinin ardından kapanış kokteyli ile devam eden programda derneğimizin üyeleri ve konuklarımız pasta yerken birbirleriyle
sohbet etme fırsatı buldular. Büyük
hayallerin ve heyecanların paylaşıldığı, hiç bir şeyin imkânsız olmadığının
açık bir göstergesi olan derneğimizin
faaliyetlerinin ve gelecek planlarının sunulduğu 5. yıl programımıza
katılan, sevincimizi paylaşan, kitap
okuma ve okutma ortak paydasında
buluşan bizleri yalnız bırakmayan,
bireysel olarak gelen; gelemeyip kart
– çelenk yollayan ya da mesajlarıyla
bizi destekleyen herkese bir kez daha
teşekkürü borç biliriz.
14
HABERLER
15
Zirveye Giden Yol:
İSTİKRAR BULUŞMALARI
Düşün Taşın Derneği organizasyon ekibi olarak İstikrar Zirvesine giden yolda sağlam
adımlarımız olsun diyerek İstikrar Buluşmalarını gerçekleştirdik.
İlk İstikrar Buluşmamızı 11.000
üyeye sahip, Türkiye’nin en büyük Sivil Toplum Örgütü olan ve Orta Doğu
olmak üzere birçok bölgede temsilcileri
bulunan MÜSİAD’ın Genel Sekreteri
Sn. Oğuz ÖZCAN ile gerçekleştirdik.
“İSTİKRAR’ın İş Dünyasına Yansımaları”
İstikrar Buluşmaları’nın ilk konusu oldu.
İstikrar kavramını bizler için ele alan
Sn. Özcan’dan o konuşmaya ait bir kaç
anekdot paylaşalım istedik;
“Bir mümin için dua sahibi olmak hayata karşı bir duruş sahibi olmak demektir. Bu da “istikrar”ın temelidir. En
temel abrakadabrasının bir fikrî hayata
geçirmek.” olduğunu söyleyen Özcan,
hikâye sahibi olmanın istikrarlı olmaya
eş değer olduğunu belirtti. “Senin için
ne ifade ettiğini bildiğin şeyi, zihninde
tanımladığın şeyi kuşatırsın, sahiplenirsin. Çerçeve çizebilir, sabrı gösterirsen istikrarlı duruşa talipsin demektir.”
sözleriyle bir hikâyeye, bir fikre sahip
olmanın istikrarlı bir duruşta ne kadar
önemli olduğunu bir kez daha belirtti.
Ve son olarak “İstikrar; Sabit kadem bir
duruşa sahip olmaktır.” diye ekleyen
Özcan, tüm samimiyetiyle kendi hayat
hikâyesinden örnekler vererek İSTİK-
RAR kavramını bizlerle işleyerek, bizleri
ziyadesiyle memnun etmiştir.
İstikrar Buluşmaları’nın ikinci durağındaki isim Ses ve Radyo sanatçısı Sayın
Mücahit Erboğa idi. “Medya ve İstikrar”
İstikrar Buluşmaları’nın ikinci konu başlığı oldu. Medyada ki istikrardan bahseden Erboğa şu açıklamalarda bulundu;
“Bir propaganda maksadıyla ortaya çıkmış olan medyanın temel mantığı karşı
taraftakini büyülemek, kendi gerçeklerini sunmaktır. Medyanın tasarımında
menfaate doğru haberi yönlendir-
mek, manipüle etmek, algı yönetimini
kullanmak yatar. Bu yüzden istikrar
sağlanabilmesi için medyada tek bir
düşünce olmalı bu da çok güç.” Ve bir
Müslüman olarak istikrar kavramını ele
alan Sn. Erboğa; “İstikrar, ibadetlerin
az da olsa devamlı olmasından geçer.
İnşirah suresinde de belirtildiği gibi. Bir
boşluğa denk geldiysen tekrar Rabbine dön. İstikrar noktası asıl bu noktadır.
Biz kelimelerle düşünen varlıklarız. Bu
kelimeleri kendimiz inşa etmeye başladığımız zaman kendi istikrarımızdan
bahsetmek mümkün olur. Medine’yi
ancak Medine’yi isteyenler oluşturabilir.” diyerek bu konudaki düşüncelerini
bizimle paylaştı. Ve son olarak özgür
olma kavramını ele alan Erboğa “ÖzGür olmak insanın özünü gür tutmasıdır aslında. Biz özümüzü bulamıyoruz
ki gür tutalım.” diyerek bu güzel ve
anlamlı cümle ile bizleri bir kez daha
düşünmeye ve Öz-gür olmaya sevk
etti.İstikrar Buluşmaları’nın üçüncü durağında ise GENAR Genel Müdürü Sn.
Mustafa ŞEN’ i ağırladık. “İstatistik, itibar ve İstikrar” İstikrar Buluşmaları’nın
üçüncü konu başlığı oldu. İtibar ve haysiyet kavramlarını ele alan Şen;
“İtibar Sende ki bendir. Haysiyet ise
İstikrar Buluşmaları’nın üçüncü durağında ise GENAR Genel
Müdürü Sn. Mustafa ŞEN’ i ağırladık. “İstatistik, itibar ve
İstikrar” İstikrar Buluşmalarının üçüncü konu başlığı oldu.
bende ki bendir.” diyerek haysiyetin
önemini vurguladı. Siz Türkiye’deki
hangi kurumları itibarlı ve haysiyetli
olarak değerlendirirsiniz? Sorusunu
şöyle yanıtladı; “Türkiye’nin en itibarlı
ve haysiyetli kurumlarından biri THY
ve Turkcell’dir. Coca Cola, KOÇ itibarlı
kurumlardır fakat haysiyetlerini kendilerini check etmelidir. Mesela BP petrol
itibarlı ama haysiyetli değil çünkü çevre sorunlarına yol açıyorlar.”
Ülke olarak yapmamız gerekenlerden ve
ideolojimizden bahseden ŞEN; “Bizim
ülke olarak yapmamız gereken istikrar
odası oluşturmak. Bunu biz oluşturmazsak, bu dünyada bu oluşmayacak çünkü
biz medeniyet kurucu yerdeyiz. Faydacı
16
HABERLER
17
STK ‘lar. Tüm maliyet, tüm emek, çaba,
efor markada minimilize olmuştur. Her
şeyi tek başına temsil eden tek şey
markadır. Daha az emekle daha çok kazanmak marka olmaktır.”
İstikrar Buluşmaları’nın altıncı durağında ise şair,
senaryo yazarı, televizyon programı sunucusu,
köşe yazarı Sn. İsmail KILIÇARSLAN ile birlikteydik.
istikrar burada kurulmazsa hiçbir yerde
hiçbir yerde kurulamaz. Bilişim devrimi
yapmalıyız. Bilişimde istikrar şart. Ve
insanlar parti tutarken asıl tutmaları
gerekenin Türkiye ve insanlık olduğunu unutuyorlar. Bizim halk olarak ideolojik fanatikliğimiz var. O olmasında
kim olursa olsun mantığındayız. Bu
mantıkta ne kadar doğru tartışılır tabi.
Rabbim yardımcımız olsun.” diyerek hoş
sohbetini bu cümleleriyle tamamladı.
İstikrar Buluşmaları’nın dördüncü durağında İtibar Enstitüsü Başkanı olan
Sayın Orhan SAMAST bizlerle oldu. İs-
tikrar Buluşmaları’nın beşinci durağında Yaratıcı Marka Danışmanı, Stratejist,
The Brand Age dergisi yazarlarından
Yunus Baran (Ordinaryunus) ile “Marka
ve İstikrar”ı konuştuk.
Marka nedir? diye sorduğumuzda şöyle
yanıt verdi Sn. Baran; “İnternette şahsınız adına çıkan her şey itibarınızdır.
Bir insan, bir iş, bir şirket. Her şey birer
markadır. Aradığımız kabiliyete bulduğumuz cevap markadır. İsim ve ismi
tanımlayan karakteristiğini veren tüm
açılımlar markadır. Soyut bir şeyi somut bir şeye çevirmek markadır. Örn;
Türkiye’de size göre en iyi üç marka
nedir? Sorumuzu da tabi ki cevapsız
bırakmadı Ordinaryunus; “ İlk markanın THY olduğunu, sonra bir spor
takımı GS ya da FB ve Telekomünikasyon olarak Turkcell‘in olduğunu
söyledi. Tabi Türkiye olarak THY ve
bu diğer üç markanın yanına koyabilecek 10 markamız daha var çok
şükür. Fakat bize; biz yeter, kâfi
mantığı ön planda olduğundan çok
fazla ilerleyemiyoruz. Özgün markalar oluşturmak için taze ve sağlam izleri takip etmeliyiz ama birebir
aynı yoldan giderek değil. Özgünleşmeyi benimsemeli, tembellikten
kaçınmalı kendi izlerimizi oluşturmalıyız. En önemlisi kültür yoksa
özgün marka olabilmek çok zordur.
Ve kriteri, standartları oluşmamış
her marka, iyileşme standartlarını
aşağı çekiyor. Bu yüzden ağaçtaki çürük elmaları düşürmek gerek.
Kendimizi bulduğumuzda harikalar
yaratıyoruz fakat kendimizi bir bulabilsek. Ben bu konuda potansiyel
avcılığımı seviyorum. Çünkü bir insanın o işi yapıp yapamayacağını
anlayabilirsin. Bununla ilgili yaşadığım, başarıya ulaştırdığım birçok örnekte mevcut.” diyerek iyi bir marka
olabilmenin ipuçlarını verdi bizlere.
“İstikrar Buluşmaları’nın dördüncü etkinliğinde İtibar
Enstitüsü Başkanı olan Sayın Orhan SAMAST’ı ağırladık.”
İstikrar Buluşmaları’nın altıncı durağında ise şair, senaryo yazarı, televizyon
programı sunucusu, köşe yazarı Sn.
İsmail KILIÇARSLAN ile birlikteydik. Ve
“Adam Olmada İstikrar” İstikrar Buluşmaları’nın altıncı konu başlığı oldu. “Felsefi anlamda bilimlerin birbirinden ayrılmasının, parça odaklı düşünülmesinin
yani modern akademinin şirk olduğunu
savunan Kılıçarslan aynı zamanda modern akademinin bizleri makinenin hiçbir şeyin farkında olmayan dişleri hâline
geldiğimizi ve aynı zamanda şu dönemde önemli bilgi, önemsiz bilgi diye herşeyi kafamızda sınıflandırıyor ve bunlarla gurur duyuyoruz.” diyen Kılıçarslan
“Dış etkenlerin bizleri önemli/önemsiz
bilgiyi seçmeye meyil ettirdiğini, yoksa yanı başımızda 3,5 milyon insanın
öldüğü bile bile yaşamaya takatimizin
kalmış olmasını bu olayları bilgi olarak
kabul etmeyip önemsizleştiğimizi modern hayatın bize sunduğu ‘dolma’lar.”
olarak ifade ediyor. Ve bunu da ekliyor,
“Bu önemli notunun yanına; ‘adam olmak bize uzatılan dolmanın içinde ne
olduğunu merak etmektir.” Özetle; Akıl
ile kalp Batı tarafından muazzam bir
şekilde birbirinden ayrıldığında büyük
bir yara aldı insanlık. Kalbini kullanana
romantik, aklını kullanana realist dedik
yine ayrımı yaptık farkında olmadan
belki de. Akıl ve kalbi ayırmak insan tekine yapılabilecek olan en kötü şeydir.
Bütün kararlarınızı duygularınızla alın,
biz hislerimiz ile varız. Makine miyiz nasıl
hissi davranmayalım? Ama maalesef ki
son zamanlarda aneroit gibi yaşıyoruz;
kırıyoruz, döküyoruz farkına bile varmadan yapıyoruz bunları. Ve son olarak şu
cümlesiyle bizleri ziyadesiyle memnun
ettiği sohbetimizin kapanışını yapıyor
Kılıçarslan;
“Sol elinle çay içme haram diyor hacı
amca, kız da diyor ki sağ elimle senin
faiz oranını hesaplıyorum.” Ne diyeyim
Allah’tan ümit kesilmez.
İstikrar Buluşmaları’nın yedinci durağında ise Siyaset Bilimci – Yazar Yıldıray
Oğur (@yıldırado) ile gerçekleştirdik.
“Türkiye’nin İstikrarı” İstikrar Buluşma-
ları’nın yedinci konu başlığı oldu. Türkiye’de şöyle bir pozisyon almak zorundayız; “Meşru siyaseti savunmalı,
şiddete karşı çıkmalıyız. Kimileri için bu
yandaşçılık vs. olsa da benim için bu
normalist olmaktır. Türkiye’de şiddete
karşı çıkıyorsanız HDP’ye karşı çıkmak,
DHKPC’ye karşı çıkmak zorundasınız.”
Uzun bir sohbetin ardından sorulan bir
soru üzerine konu Ak Parti- Cemaat ayrımı hakkındaki düşüncelere geldiğinde
Sn. Oğur şunları söyledi; “Şöyle bir ayrım yapmamız lazım. Biz iktidar gücünü
seçim yaparak, oy kullanarak bir partiye veriyoruz ve bu meşru bir durum
oluyor. Ve bunun sonucunda memnun
olsak da olmasak da tüm seçim gücü,
yönetme gücü iktidar partisinin oluyor
ve biz buna eş başka bir güç göremeyiz. AKP-Cemaat çatışması dediğimizde taraf tutmak zorundayız. Cemaatin
yönetme yetkisi olamaz. Bu meşru
değildir. Cemaatin iktidar için çatışma
meşrutiyeti yoktur.”
Kasım ayına kadar geçen sürede ağırladığımız tüm konuklarımızla İSTİKRAR kavramını inceleyip, hayatımızda
istikrarın yeri ve önemini çeşitli konu
başlıkları ile inceleyerek benimsedik
ve İSTİKRAR kavramını Türkiye’nin
gündemine taşıyan kurum olmayı hedefleyen Düşün Taşın Derneği, İstikrar
Zirvesi’ne giden yolda her ay farklı bir
konu ve konuşmacıyı katılımcılarla bir
araya getirmeye devam edecek.
Züleyha Dıravacı
HABERLER
18
19
2015-2016 Düşün Taşın Derneği
İftar Programı
Düşün Taşın Derneği olarak bir araya geldiğimiz tüm organizasyonlarda
birçok buluşmaya vesile olduk.
Türkiye’de Google Desteğini Alan ilk STK,
“Düşün Taşın Derneği”
Düşün Taşın, Google ile Sivil Toplum Kuruluşları Programı’na Türkiye’den kabul edilen
ilk sivil toplum kuruluşu oldu.
Ramazan Ayının güzelliklerini
paylaşmak için dör yıldır düzenlediğimiz geleneksel iftar programımızın
beşincisini bu yıl 27 Haziran 2015 Cumartesi günü Wow İstanbul Hotels&Convention Centerda gerçekleştirdik.
Düşün Taşın Derneği olarak bir araya geldiğimiz tüm organizasyonlarda birçok buluşmaya vesile olduk.
En güzel paylaşımların yapıldığı bu
gönüllüler meclisinde Ramazan
ayının manevi iklimini dernek üyelerimiz, takipçilerimiz ve dostlarımız
ile daha farklı bir havada solukladık.
300’den fazla misafirimizi ağırladığımız iftar programımızda İstanbul
İl Kültür Turizm Müdürü- Nedret
Apaydın katılımı ile bizleri onurlandırdı.
İftar programımızda misafirlerimizi
karşılarken “Diş Kiramızı“ takdim ettik.
Oruçlarımızı açtıktan sonra kürsüye
davet edilen Yönetim Kurulu Baş-
kanımız Selim Çavuş, programımıza
katılımlarından dolayı misafirlerimize
teşekkür etti. Dernek olarak bugüne
kadar yaptığımız projeler hakkındaki istatistikleri paylaşan Çavuş, “Önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğimiz
iki önemli proje var. Bunlardan ilki
İstikrar Zirvesi ikincisi de 20202030” diyerek Düşün Taşın vizyonu hakkında bilgi verdi. “Türkiye’de insanların okuma alışkanlığı
kazanmaları için çalışma yapan
ilk ve tek sivil toplum kuruluşu
olduklarını” ifade eden Yönetim
Kurulu Başkanımız bu alanda
yaptığımız çalışmaların devamını
önümüzdeki projelerde getireceklerini katılımcılar ile paylaştı.
Arama motoru TechSoup
imzası ile uygunluk koşullarını yerine getiren Düşün Taşın
Derneği, Google tarafından
STK’lara Gmail, Google Takvim,
Google Drive servislerine, Youtube’un STK’lar için düzenlenmiş portalına ve Adwords’de
ayrılan 10.000 dolarlık bağış
sistemini kullanmaya başlayan
“İlk Sivil Toplum Kuruluşu” oldu.
Bilgi Üniversitesinde yapılan
bilgilendirme toplantısında Darüşşafaka Cemiyeti, Yeşilay,
Akut Vakfı ve birçok önemli kuruluşu
temsilcilerine Düşün Taşın Derneğinin Google’dan almış olduğu bu destek ile ilgili Dernek Başkanımız Sayın
Selim Çavuş bilgilendirme sunumu
gerçekleştirdi. Kendilerini, etrafındaki
gelişmeleri ve dünyayı keşfetmelerine yardımcı olarak bilgisayar kullanımı ve içerik üretimi konusunda “Fare
Toplumundan, Klavye Toplumuna”
ülkemizin taşınmasına katkı sağla-
mayı amaçlayan Düşün Taşın
Derneği gibi bir STK’ya arama
motoru olan Google’ın destek
vermesi Düşün Taşın’ın doğru
yolda olduğunu ortaya koydu.
Düşün Taşın Derneğinin Google tarafından böyle bir program
ile desteklenmesine katkı sağlayan projenin bizzat danışmanlığını yapan isim ise dernek
üyemiz Sayın Zafer Baydere...
Bilgi ve Eğitim Teknolojileri Uzmanı olan Zafer Baydere, Sivil
Toplum Kuruluşları başta olmak
üzere, şirket ve kurumlara eğitimler
veriyor. Aynı zamanda Düşün Taşın
Derneğimizde birlikte çalıştığımız Zafer Baydere, Eğitmenlik konusunda da
çalışmalar sürdürüyor.”
HABERLER
20
Düşün’de
Ne
Var?
Dernek Yönetim
Kurulu İstikrar zirvesi
danışmanlarıyla buluştu.
Düşün Taşın Derneği Yönetim Kurulu, İstikrar Zirvesi Danışmanlarımız
Prof.Dr. Sefer Şener, Ümit Sanlav, Orhan
Samast ile İstikrar Zirvesi Projesi ‘nin
detaylarını görüşmek üzere bir akşam
yemeğinde bir araya geldi.
NERELERDE KİTAP OKUNMAZ
INSTAGRAM YARIŞMASI BAŞLADI
Kitabın her yerde okunabileceğini göstermek için yola çıktık ve kitap okumak
için hiçbir engel olmayacağını göstermek için işin içine biraz da ironi kattık,
“Nerelerde Kitap Okunmaz” dedik. Sen
de kitap okumak için hiçbir mekân sınırı
olmadığını anlatan ilginç, eğlenceli, sıra
dışı ve sanatsal kareleri #NerelerdeKitapOkumaz hashtagi ile Instagram
veya Twitter’da Kitap Hediye Çeki kazanma şansı yakalayacaklar.
Son katılım: 29 Kasım 2015
Katılım koşulları: dusuntas.in/
nerelerdekitapokunmaz
DEHALAR ARIYORUZ 2.
BULUŞMASINDA YAVUZ YİĞİT’İ
AĞIRLADIK
Dehalar Arıyoruz Sloganı ile derneğimize başvuru yapan 500 kişi arasından seçilen özel ekiple ikinci buluşmamızı 25 Ekim 2015 Pazar günü
Beyoğlu Gençlik Merkezi’nde gerçekleştirdik. Sosyal Girişimci ve Profes-
yonel İyilik İşleri’nde çalışmalar yapan
derneğimizin de onursal üyesi Yavuz
Yiğit onur konuğumuz oldu. Derneğimizin mevcut üyeleri ile yeni arkadaşlarımızın kaynaşması amacıyla Speed
Networking etkinliğini de gerçekleştiğimiz buluşmada ekiplerinin performanslarının değerlendirilmesi ile son
buldu.
23
KADRAJ
22
Öğreten ve buluşturan şehir: İstanbul.
1900’lü yılların başında çekilmiş bu
fotoğrafta Osmanlı hoşgörüsü altında
yaşayan farklı kültürden insanlar,
asırlar boyu bir arada yaşama pratiğini
öğrenmişlerdi.
KADRAJ
24
Pakistanlı bir medrese talebesi…
Bütün dünya çocukları gibi okuyor,
okumak istiyor.
Oku emrinin mucibince…
Biliyor ki mürekkebin akmadığı yerde
kan akıyor.
25
İsmail Ünlü
21
Sadece
“21 Dakika“ Kitap Okuma Kampanyası;
çok yoğun geçtiğini düşündüğümüz
bir günümüzün sadece 21 dakikasını
kitap okumaya nasıl ayırabileceğimize
dair sıra dışı formül üreten bir
farkındalık kampanyasıdır.
dakika
PROJELER
26
Sabah kahvaltısı, toplu taşıma ile ulaşım, öğle yemeği, çay molası, eve dönüş telaşı, akşam yemeği, TV izleme vb. onlarca aktiviteye her gün zaman ayırabiliyoruz.
İş, kendimizi geliştirmeye geldiğinde ise nedense bu zaman dilimini bir türlü bulamıyoruz. Okul çok yoğun, mesaiye kaldım, gel bir de sen bu iş yerinde çalış gibi söylemleri
etrafımızdaki binlerce insandan gün boyu defalarca duyuyoruz.
Öğlen yemeğini yiyip, üzerine de tatlınızı yedikten
sonra kahve niyetine yedi dakika. Akşam gerçek rüyalara
dalmadan önce sizi yepyeni dünyaları tanıtacak yedi
dakikayı kitap okumaya ayırabilir miyiz?
Peki, günün sadece üç bölümünde günlük meşgalelerimizin hemen yanı başında bizler kendimize yatırım yapabilir
miyiz?
Günde
Sıkılmadan, bunalmadan ve dahi günümüzün büyük bir
çoğunluğunu ayırmadan her hafta bir kitap bitirebilmemiz
mümkün müdür?
İşte bu sorunun cevabını Düşün Taşın Derneği gönüllüleri
ürettikleri 21 Dakika Projesi ile ortadan kaldırmanın uğraşını veriyorlar.
Sabah, öğle, akşam olarak üçe ayrılan bir günün en müsait zaman dilimlerinin her birinde sadece ama sadece yedi
dakikanızı kitap okumaya ayırmanızı istiyorlar.
Kitaplara, okumaya, öğrenmeye bu kadar
zaman ayırmaya değmez mi sizce...
Bu kadar zamanımız var iken 21 dakikayı
kitaplara ayırmak için şimdi değilse
ne zaman
21 Dakika
Haftada
147 Dakika
Ayda
630 Dakika
Yılda
7665 Dakika
27
Biliyor musunuz?
1.
2.
3.
4.
5.
Ömründe 25 yıl uyuyor.
10 yıl çalışıyor.
9 yıl televizyon seyrediyor.
48 gün yataktan çıkmıyor.
Ortalama bir kişi ömrü boyunca
2 milyon kez birine söz veriyor.
6. 2 yıl reklam izliyor.
7. 1 yıl ev temizliği yapıyor.
8. 2,5 sene yemek yapıyor.
9. Yaklaşık 4.5 yıl araç sürüyor.
10. 3 ayını trafikte geçiriyor.
11. 1,5 yılını banyoda geçiriyor.
12. 92 gününü tuvalette geçiriyor.
13. Zamanının %90’ını dışarıda
değil kapalı ortamda geçiriyor.
14. Yılda 2 bin rüya görüyor..
15. Kadınlar 8 yılını alışverişe harcıyor.
16. Yine kadınlar 1.5 senesini saç
yaptırmaya ayırıyor.
17. Yine kadınlar 17 yılını sadece
kilo vermek için harcıyor.
18. Bir işçi 5 yıl boyunca masasından kalkmıyor.
19. Ortalama bir işçi 2 senesini
toplantılara harcıyor.
Bunlara zaman bulabilen bizler,
acaba kendimizi geliştirmeye ne
kadar zaman ayırıyoruz?
28
Şura İşçi
PROJELER
29
KELEBEK ETKİSİ
Liderlik Projesi
Kelebek Etkisi Liderlik Projesi sayesinde, 13 farklı liseden 765 liseli gence ulaştık.
Kelebek Etkisi Liderlik Projesi,
Düşün Taşın Derneğinin Gençlik ve
Spor Bakanlığı Gençlik Projeleri Destek Programı tarafından desteklenen
büyük bütçeli bir projesidir. Projemiz,
Mart-Aralık 2015 arasını kapsayan 10
aylık sürede, İstanbul’un Bayrampaşa
ilçesindeki 13 lisede, her birinden 6070 arası öğrenciler hedef alınarak gerçekleştirildi. Mart ayından başlanarak
ve MEB akademik takvimi gözetilerek,
her ay ortalama iki okulda etkinliklerimizi gerçekleştirdik. Liseli arkadaşlarımıza, çağımızın ve özellikle 14-18 yaş
grubu gençlerde ihtiyaç olarak görülen
dört başlık altında eğitimler verdik. Seminer formatında gerçekleştirdiğimiz
bu eğitimlerde konu başlıklarımızı şu
şekilde belirledik:
• Sosyal Medya ve Teknolojinin
Doğru Kullanımı
• Proje Yazma
•Gönüllülük
•Girişimcilik
Sosyal Medya ve Teknolojinin Doğru
Kullanımı başlığını belirlerken, birçok
veri tespit ettik. Bunlardan birisi de
Gençlik ve Spor Bakanlığının yaptığı
Gençlik ve Sosyal Medya konulu araş-
ği ve mutlu hissedeceği farklı bir sosyal çevre arayışına girer. Kimileri bunu
kolaylıkla bulur, kimileri ise senelerce
peşinde koşar. İçerisinde, yapanı da
alan kadar mutlu eden bir yardımlaşma
kültürü barındırır “Gönüllülük” kavramı.
Kişinin sosyal ve ruhsal dünyasında
rehabilitasyon etkisi gösteren bu kavramdan, liseli arkadaşlarımız yoksun
kalmasınlar istedik. Bu sebeple derneğimiz ve birçok farklı alanda “Gönüllülük” faaliyetlerinde bulunan gönüllü
arkadaşlarımız, onları bu kavramla tanıştırdı.
tırması. Bu araştırmaya göre gençlerin
% 86’sı sosyal medyaya günde en az
bir kere, % 72’si ise her gün birkaç kere
bağlanıyor. Buna ek olarak gençlerin
bu ortamları bir araç değil amaç olarak
kullandıkları ve özellikle sosyal medyanın tüketici kısmını kullanarak içerik
üretmede dünya ülkeleri gerisinde olduğumuz tespitlerinden yola çıktık. Bu
alanda eğitim veren kişiler, dernek bünyemizde faaliyet gösterirken uzmanlık
alanları olan bilişimde yetkin, bilgisayar
yazılım ve programla alanlarını bilen,
teknolojik gelişmeleri yakalayan kişiler
olmasına özen gösterdik.
“Proje Yazma” konusu, üniversite yıllarıyla birlikte çoğu gencin hayatına
taşınan bir kavram. Fakat lise yıllarında çoğu öğrencinin kafasında sıra dışı
sorunlara, sıra dışı çözümler olmasına
karşın, bu alandaki bilgi yetersizliği
sebebiyle projeler oluşturamadıklarını
tespit ettik. Bunun sonucunda projemiz içerisine “Proje Yazma” eğitimini
ekleyerek liseli gençlerin gündemine
projeleri taşıyalım istedik.
Üniversiteye geçen çoğu öğrencinin
önünde artık sınav maratonu diye bir
şey kalmamıştır ve kendini geliştirece-
Alanında bir numara olmuş, en iyi işlere
imza atmış kişilerin kariyerlerindeki bu
sıçrayışı 20’li yaşlarında gerçekleştirdikleri söylenir. Biz de 20’li yaşlarına
yaklaşan liseli arkadaşlarımızla gelecek
planlarında rol-model almaları açısından alanlarında uzman, Genç Sosyal
ve Ticari Girişimcileri buluşturduk. Her
biri birbirinden değerli bu isimler, Yücel MURATOĞLU, Yavuz YİĞİT, Selim
ÇAVUŞ, Yılmaz AVCI, Ali Kemal ERGELEN, Kamil Mehmet ÖZKAN, Emre
BAŞTÜRK, Fatih DEMİR, Ömer NART
ve Gülçin Kaya İNCEİPLİK, alanlarındaki
tecrübeleri ve girişimcilik maceralarını
öğrenci arkadaşlarımızla paylaştı. Kelebek Etkisi Liderlik Projesi sayesinde, 13
farklı liseden 765 liseli gence ulaştık.
Her eğitim günü sonunda öğrencilerin
kafalarındaki bir fikri, aldıkları eğitimler
çerçevesinde proje formatına uygun
olarak yazıp bize göndermelerini istedik. Bunun sonucunda her okuldan iki
proje seçerek, proje sahibi öğrencileri
18-19-20 Aralık tarihlerinde Konya’ya
götürerek bir atölye çalışması gerçekleştireceğiz. Atölyemizde, Liderlik ve
Takım Çalışması Eğitimi, Beden Dili ve
Diksiyon, Proje Döngüsü Eğitimi başlıklarıyla eğitsel; Konya gezisi ve kültürel
yerleri ziyaretle ise kültürel ve tarihî bir
program gerçekleştireceğiz. Her okuldan iki olmak üzere toplamda 26 öğrenci arkadaşımızı seçtik. Şimdi sırada
onlarla Konya programımız var. Renkli
ve verimli bir üç gün bizi bekliyor.
30
PROJELER
31
Çocuk Dünyası Ekibi
Çocuk Dünyası Ekibi, hem eğlenerek okuyabileceğimiz hem de oynayarak
öğrenebileceğimiz etkinlikler planlıyor.
Çocuk Dünyası Ekibi “Ağaç yaşken
eğilir” mantığı ile çocukların kitap okuma alışkanlığını küçük yaşta elde edebilmeleri için çalışmalar yapmak amacıyla 2012 yılında kurulan bir ekiptir.
8-12 yaş grubuna hitap eden etkinlik
içerikleri planlayarak Düşün Taşın Derneğinin temel etkinliği Kitap Okuma
Günleri’nin çocuklara uygun versiyonu
olan Çocuk Kitap Okuma Günleri etkinlikleri organize etmeye başladı.
Etkinlik içeriğini her yaptığı etkinlikte
tecrübe ederek geliştiren Çocuk Dünyası Ekibi etkinlik yaptığı kurum/kuruluşlardaki çocukların potansiyeline
uygun içerikler üretiyor. İçeriğimizde
hem eğlenerek okuyabileceğimiz hem
de oynayarak öğrenebileceğimiz etkinlikler planlamaya çalışarak kitap sevgisini kazandırmaya çalışıyoruz. Hareketli
oyunlar, hafıza ve zekâ oyunları, kitap
okuma, eğitici drama, el işi faaliyetleri,
bilmeceler, kelime duvarı, toplum önünde konuşma kabiliyetlerini geliştirebilmek için kitap paylaşımlarında bulunmak gibi hem öğreten hem eğlendiren
başlıklardan oluşan içeriklere sahibiz.
İlk etkinliğimizi bir etüt merkeziyle gerçekleştirdik ve sosyal medyada paylaştığımız etkinlik fotoğrafları sonrası YTÜ
İSTYAM ile yaptığımız anlaşma sonucu
ilk paydaşımızla etkinliklere başladık.
Altı etkinlik sonrası Fatih Belediyesi’nin
desteği olan Hayat Vakfı Çocuklar Sokakta Solmasın Projesi kapsamında
etkinliklerimizi sürdürmeye devam
ettik. Bu süreçte 360 TV’de “Haftasonu Aşkına” programında yaptığımız
etkinliğin çekimleri yayınlandı. Aynı zamanda Şişli’de bulunan Down Cafe’de
Down sendromlu kardeşlerimizde “tıpkı
sizin gibiyiz +1 farkla diyerek” kitap
okuma etkinliğimizi gerçekleştirdik.
İETT ile yaptığımız görüşme sonucu
teknolojiyle kuşanmış gezici Girişimcilik Otobüsü’nde Hayat Vakfında ki
çocuklar ile beraber etkinliğimizi bir
otobüsün içinde gezerek gerçekleştirdik. Eyüp’te bulunan Beyaz İnci Rehabilitasyon Merkezinde görme engelleri
bulunan çocuklar ile bir araya gelerek
Çocuk Kitap Okuma Günleri’nde farklı
bir formatta etkinliğimizi gerçekleştirdik. İstanbul Aydın Üniversitesi Sınıf
Öğretmenliği bölümünde okuyan arkadaşlarımızla proje kapsamında Flyinn
AVM, Torium AVM, Meydan AVM’de
çocuklara kitaplar okuduk. Kâğıthane
Belediyesi Çocuk Meclisinde ki çocuklar ile beraber Çocuk Kitap Okuma Günleri’nden birini gerçekleştirmiş olduk.
beraber üniversite turu atarak etkinliğimizi sonlandırdık. 2015 yılı 23 Nisan
etkinliğimizde ise benzer etkinlik formatıyla bu sefer Nişantaşı Üniversitesi
Sadabad kampüsündeydik.
23 Nisan şenliklerimizin ilkini gerçekleştirdiğimiz YTÜ İSTYAM’dan sonra
YTÜ ‘nin Davutpaşa’da ki kampüsünün
geniş bahçesinde 150 çocuk ile buluşarak oyunlar oynadık, kitaplarımızı
okuduk, hiç üniversitenin içine girmemiş olan 8-12 yaş grubu çocuklar ile
üç yılda, 26 etkinliğe imza atan Çocuk
Dünyası Ekibi bu sezon toplamda 16
kişilik ekibiyle minik kalplere dokunmaya devam edecek. Daha fazla çocuğa
ulaşabilmek için yaptığımız görüşmeler
sonucu yeni dönemde Üsküdar Çocuk
Üniversitesindeki çocuklar ile de bir
arada olacağız. Aynı zamanda çalışmalarımıza anaokulu yaş grubu çocukları
da dâhil edebilmek için çalışmalarımıza
devam ediyoruz.
32
PROJELER
33
DEHA Akademi
14 hafta boyunca 9 Sure- Kuran-ı Kerim Meali ve 131 kitap okuduk, 11 film izledik.
Tarihler 26 Temmuz 2015’i gösterirken bir Vizyon Çalıştayı’nda atıldı
temelleri DEHA Akademinin. Sekizinci
hafta boyunca her hafta 1 kitap okuyacak ve zaman geçtikçe yeni görevler ekleyerek yolumuza devam edecektik. Her hafta her birimizden 10’ar
TL toplayacak, yapmadığımız görevler
karşılığında ceza ücreti olarak 50 TL
ödeyecektik. Bu toplanan ücretlerle
ise 2 hafta da bir kazanan DEHA Akademi üyesine çeyrek altın verecektik.
Belki cezayı duyunca ürkmüştük ama
ödül cazip gelmişti. Kazananı ise en
çok kitap sayfa sayısı okuyan kişiye
vermeye karar kıldık ve başladık.
İlk iş bir whatsapp grubu kurup bir takip çizelgesi hazırladık. Toplam 10 kişi
başladığımız yolculuğumuz 27 Temmuz Pazartesi başladı. Kitaplarımızı
fotoğrafını çekip sayfa sayısıyla beraber Salı günleri 12.00’ye kadar gru-
bumuzdan paylaşıyor ve ödül, ceza ve
kitap ve sayfa sayılarını tutan arkadaşımız hatırlatmalar yapıp görevleri
yapmaya teşvik edici hatırlatmalarda
bulunuyor.
İlk hafta toplamda 12 kitap ve 2974
sayfa kitap okuduk.
2. haftamızda da 11 kitap ve 2798
sayfa kitap okuduk. Bu okunan kitap
sayfaların en çoğuna sahip olan Züleyha Dıravacı ilk ödülün sahibi oldu.
3. haftamızda okuduğumuz kitaplara
ek olarak her hafta 1 film izlemeye
başladık. Bu hafta 12 kitap 3770
sayfa kitap okuduk. Ve 1 film izledik.
4.haftamızda 12 kitap 2385 sayfa
kitap okuyup 1 filmimizi izledik ve 2
haftanın birincisi görevlerini yerine
getirip en çok sayfa sayısına ulaşan
Hilal Taşdan arkadaşımız ödülün sahibi oldu.
5. haftamız itibariyle artık her hafta 1 kitap okuyup,1 film izlemeye
ek olarak Kuran-ı Kerim sure meali
okumaya başladık. Bu hafta 13 kitap 3445 sayfa kitap okuyup 1 film
izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure
meali okuduk. 6. haftada 13 kitap
2772 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure
meali okuduk. En çok kitap sayısına
sahip olan Demet Aydın arkadaşımız
ödülün sahibi oldu.
7.haftamızda da aynı şekilde görevlerimize devam ederek 9 kitap 2838
sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve
1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk.
8.hafta farklı olarak herkes seçtiği
bir web sitesini okudu.8 Farklı web
sitesi 220 sayfa yazı okuyup,1 film
izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure
meali okumuş olduk. En çok sayfa
sayısına sahip olan Deniz Demircioğlu arkadaşımız ödülün sahibi oldu.
Vizyon Çalıştayı’nda planladığımız
8 haftanın sonuna gelmiştik ama
kimsenin bu programdan vazgeçeceği yoktu. O kadar hayatımızda yer
etmişti ki pazar günleri haftalık görevlerimizi hatırlamak, 2 haftada bir
altın kazananı öğrenmek. Sonuç olarak haftada 1 kitap okumaya, 1 film
izlemeye, 1 Kuran’ı Kerim sure meali
okumaya. Aynı zamanda yoğunluğumuz artıyor, yetişmekte de zorlanmıyor değildik. Ama 1 haftalık bayram
tatilinden sonra çalışmalarımıza devam ettik.
ravacı arkadaşımız ödülün sahibi oldu.
9. haftamızda; 10 kitap 1920 sayfa
kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane
Kuran-ı Kerim sure meali okuduk.
DEHA Akademinin
Yeni Müfredatı
1. Haftalık ödenecek tutar 5 TL’dir
2. Yapılması gereken görevlerin yapılmaması sonucu ödenecek olan
10.haftamızda; 10 kitap 2224 sayfa
kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane
Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. En
çok sayfa sayısına sahip olan Merve
Çelikkaynak arkadaşımız ödülün sahibi
oldu.
11. haftamızda; 9 kitap 2921 sayfa
kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane
Kuran-ı Kerim sure meali okuduk.
12. haftamızda; 9 kitap 2632 sayfa
kitap okuyup 1 filmimizi izledik ve 1
tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk.
En çok sayfa sayısına sahip olan Serhat Dıravacı arkadaşımız ödülün sahibi
oldu.
13. haftamızda; 9 kitap 2982 sayfa
kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane
Kuran-ı Kerim sure meali okuduk.
14.haftamızda; 9 kitap 2018 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. En çok
sayfa sayısına sahip olan Züleyha Dı-
Yani toplam 14 hafta boyunca yaptıklarımızın toplamı;
131 kitap okuduk.
35679 sayfa sayısına ulaştık.
11 film izledik.
9 Sure- Kuran-ı Kerim Meali okuduk.
8 defa görevlerini yerine getirmeyen
arkadaşlarımızdan ceza bedeli aldık.
Ve 14 haftanın sonunda 7 tane çeyrek altın ödülü sahiplerini buldu.
14 hafta sonunda aldığımız kararlar
sonucunda artık en çok kitap okuyan
değil en çok puan kazanan kişi ödülü
kazanmış olacak! Peki nasıl?
ceza tutarı 25 TL’dir.
3. Haftalık okunması gereken sayfa
sayısı 250’dir.
(NOT: Bu her hafta yapılması zorunlu olan bir görevdir.)
4. Puanlama sistemi;
Her hafta 250 sayfa okuma:
100 puan
1 Film İzleme: 50 puan
1 Kuran-ı Kerim Suresi Okuma: 50 puan
1 Makale/Deneme Yazımı:
200 puan
5. Ödüllendirme sistemi ise bu puanlamalar ışığında en çok puanı
toplayan DEHA Akademili 2 hafta sonunda bir gram altının sahibi
olacak.
Daha nice güzel işlere imza atıp insanları teşvik etmeye, DEHA Akademinin
layığını yerine getirerek genişleyen
ekibimizle yolumuza devam edeceğiz.
34
35
ROPÖRTAJ
Gençlik alanındaki bugüne kadar yapılmış en muhalif projelerden olan;
Genç Birleşmiş Milletler için 2008
yılında Amerika Birleşik Devletleri ‘ne
gittiğimizde United Nations, Georgetown University, Marshall Foundation, Woodrow Wilson Institute gibi
kurumları ziyaret etmiştik. Bir düşünce kuruluşu olan Wilson Center dinlediklerim beni çok etkiledi. Ülkemde;
gençlerden oluşan, akademik olarak
kariyerlerini geliştirmek, projeler üretmek, sivil topluma alanında çalışmalar
yapmak, hükümetlere gençlik alanında politikalar üretmek ve gençliğin o
farklı ve radikal işler yapma potansiyelini ortaya çıkarmak için; “Genç bir
Düşünce Kuruluşu kurmalıyız “ hayali
ile döndüm Türkiye’ye döner dönmez
de Düşün Taşın’ın temellerini attık.
“Ülkemizin Geleceği İçin
Değer Üretmek Zorundayız”
Düşün Taşın Google’ın Sivil Toplum Kuruluşları Programı’na Türkiye’den kabul edilen
ilk sivil toplum kuruluşu oldu.
Okuma alanında yaptıkları faaliyetlerle Bilgi Üniversitesi Sosyal
Girişimcilik Yarı Finalistliği, 2012
Mediacat Felis Ödülleri Kamu Yararı
kategorisinde Proje ödülü, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Sıra Dışı Okurlar unvanı alan Düşün Taşın Derneği Başkanı Selim Çavuş’la keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
Düşün Taşın Derneği kuruluş
fikri ve sürecinden bahseder
misiniz?
Sıra Dışı Yaşam Becerileri seminer
programını 20 kişilik genç bir gruba
2008 yılında sunmam ile başladı tüm
süreç. O gruptaki 8 kişinin seçilmesi
ve kafa kafaya verip “Ülkemizin geleceği için değer üretmek zorundayız.“
düşüncesi ile ilerlemeye başladı. Çıktığımız yolculukta yedi senede yüzlerce etkinlik, binlerce insanın kalbine
ve ruhuna dokunma imkânımız oldu.
İçerisinde aktif görev aldığım projeler
kapsamında; iki kez ABD, İtalya, dokuz Balkan ülkesine gidip insanların
oradaki yaşantılarını, sosyo-kültürel
durumlarını analiz etme şansım oldu.
Okuma Kültürünün
geliştirilmesine ve gençlere
dair ne gibi projeleriniz var?
İlk projemiz; her hafta bir kitap bitirme
projesiydi. İlk kurulduğumuz günlerde
arkadaşlara her hafta bir kitap okuyalım ve sonrasında bu kitapların özetlerini birbirimize anlatalım demiştim. 50
hafta boyunca hiç aksatmadan her
hafta kitap bitirme projemiz devam
etti ve 50. haftanın sonunda Okuma
Bilinci ve Sevgisi adına ülkemizdeki
ender rastlanan işlerden birisine imza
attık.
Kariyer Günleri, Bilişim Günleri gibi
işler yapılıyor, biz de; “Kitap Okuma
Günleri” adında bir etkinlik yapalım
diyerek internetten bir ilana çıktık.
25 Ocak 2009 tarihinde Düşün Taşın
ilk etkinliğini gerçekleştirdi. İlk kitap
okuma etkinliğimize sadece bir kişi
geldi... Ama o, bir kişinin geldiği etkinliklerden bugüne kadar;
• İstanbul’da 100 Kitap Okuma
Günleri
• Şehir dışındaki arkadaşlarımızla
250 etkinlik yaptık
• 24 Çocuk Kitap Okuma Günleri
gerçekleştirdik.
Yaptığımız etkinliklere
45.000 kişi geldi.
toplamda
2016 Ocak ayında 21 Dakika ismini verdiğimiz, insanların okumaları
önünde var gibi görünen çok büyük
bir engeli ortadan kaldıran, ön yargılarımızı tarumar edecek bir kampanyayı
başlatacağız.
Çocukların okuma alışkanlıklarının
geliştirilmesi için Çocuk Dünyası ekibimdeki arkadaşlar çocuklara yönelik
kitap okuma etkinlikleri düzenliyor.
DEHA AKADEMİ kapsamında dernek
Derneğin
kuruluşunun
10. Senesinde
yani 2020 yılında
Düşün Taşın’ın
artık bir vakıf
olmasını ve ilk
günden beri
planımızda olan
bir Düşünce
Kuruluşu’na
geçiş yapması
için uğraş
veriyoruz.
üyelerimize özel, her hafta bir kitap, her hafta bir film, her hafta bir
sure okuttuğumuz özel bir program
uyguluyor ve bu programda birinci
olan arkadaşlara özel hediyeler veriyoruz.
Sadece metinler üzerindeki bilinci
arttırmak ile de kalmayıp hayatı,
gündemi, gelişmeleri ve dünyayı
okuyabilmek ve oralarda neler oluyor bunları birbirimize anlatabilmek
için de bugüne kadar
• 89 Kez DüşünME TaşınMA Toplantıları
• 12 Kez Kariyer Atölyesi
• 7 İstikrar Buluşmaları
adında sosyal öğrenme ortamları
oluşturduk.
ROPÖRTAJ
36
Gençler için yaptığımız tüm bu çalışmalar; Sabancı Vakfı tarafından 2011
yılında bizlere TÜRKİYE’NİN FARK
YARATANLARI unvanı, Bilgi Üniversitesi Sosyal Girişimcilik Yarı Finalistliği,
2012 Mediacat Felis Ödülleri Kamu
Yararı kategorisinde Proje ödülü ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sıra Dışı
Okurlar unvanı kazandırdı.
Ali Sami Yen Stadyumun’daki
Rekor kitap okuma
denemesinden bahseder
misiniz?
Binlerce genç sadece kitap okuma
için 13 Haziran 2010 tarihinde Ali
Sami Yen Stadyumun’da buluştu.
Dünyanın En Yüksek Katılımlı Kitap
Okuma Etkinliği her hafta bir kitap
bitiren Kitap Okuma Günleri projesinin
38. buluşmasıydı. Bu buluşma büyük
ses getiren 30 farklı TV kanalının takip ettiği bir organizasyon olmuştu.
T.C. Cumhurbaşkanlığı’ndan himaye
alan bu projemizde 14.500 kişi aynı
anda kitap okudu.
37
Okuma alanında
yaptığımız tüm
bu faaliyetler
bizlere; Bilgi
Üniversitesi
Sosyal Girişimcilik
Yarı Finalistliği,
2012 Mediacat
Felis Ödülleri
Kamu Yararı
kategorisinde
Proje ödülü,
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Sıra Dışı
Okurlar unvanı
kazandırdı.
Bayrampaşa’da başlayan bu iyilik hareketinin pozitif bir Kelebek Etkisi ile
tüm dünyaya yayılmasına bizi tanıyan insanların hepsinin şahitlik etmesini hayal ediyoruz.
Ülkemizden kültürel faaliyetler ile Guinness Rekorlar Kitabı’na girebilecek
çalışmalar yapıldığını tüm dünyaya
göstermiş olduk. . Dönemin Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve devlet
erkanı da bizi bu etkinliğimizde yalnız
bırakmamıştı. Bu etkinlik öncesinde
11 Haziran akşamı Türkiye’nin en
uzun soluklu TV Showlarından Beyaz
Show’a canlı yayına katılıp tüm stüdyoya kitap okutarak okuma alanındaki
en sıra dışı projeye imza attık.
Derneğin Gelecek hedefleri
nelerdir?
Ülkemizin ve dünyanın istikrara ne
kadar ihtiyacı olduğunu Antalya’da
yapılan G20 ve son seçimlerde bir
kez daha görmüş olduk. Yıllardır yaptığı istikrarlı projeler ile büyüme trendi
yakalayan Düşün Taşın olarak; İstikrar
kavramının önemine iki yıldır yatırım
yapıyoruz. Türkiye’nin en önemli isimlerini davet edip şu ana kadar sekiz kez
İstikrar Buluşmaları gerçekleştirdik. 11
Mayıs 2016 Çarşamba günü de WOW
otelde İstikrar Zirvesi projesi ile bu konudaki çalışmalarımızı taçlandıracağımız bir zirve gerçekleştireceğiz.
Düşün Taşın Vakıf Olma Yolunda
12 Ocak 2017 Perşembe günü derneğimizin yedinci kuruluş yılında inşallah düşünce kuruluşu olmamız hususundaki en mühim adımlardan olan
Düşün Taşın Vakfını Allah’ın izniyle
kurmuş olacağız.
Google’dan Düşün Taşın
Derneği’ne Büyük Destek
2016 bizim için çok önemli bir yıl. Düşün Taşın olarak Google’ın Sivil Toplum
Kuruluşları Programı’na Türkiye’den
kabul edilen ilk sivil toplum kuruluşu
olduk. Bu sebeple gençlerin çok sık
ziyaret etmesi için web sitemizi çok
daha işlevsel bir hâle getireceğiz .
Ve bu hayal ettiklerimizin hepsinin
gerçekleştirileceği bir mekân kurmak,
orada gençlere DüşünME TaşınMA
merkezinde yeni fikirlerini projeye
dönüştürmelerini, “Sosyal İnovasyon”
temelinde kurulan ilk ÜNİVERSİTEYİ
kurabilmeyi hayal ediyoruz.
100’lerce Kitap 1000’lerce
Gülümseme Projesi
100’lerce kitap 1000’lerce gülümseme projesi ile ihtiyacı olan 100 okulu
bağış severler ile buluşturacağız. Yine
kitap okuma alanında sıra dışı bir proje
olan #21Dakika projesini 21 Ocak’ta
başlatmış olacağız.
Şu an ellerinizin arasında olan Düşün
Taşın adında yepyeni bir dergiyi takipçilerimizin beğenisine sunmuş olduk.
Proje ekibimiz ve diğer tüm ekiplerimiz yeni yılda yepyeni birçok başlık
üzerinden çalışmalarını sürdürüyorlar.
Düşün Taşın Üniversitesi
2030’da…
Derneğin kuruluşunun 10. senesinde
yani 2020 yılında Düşün Taşın’ın artık
oturmuş ve köklü bir vakıf olmasını ve
ilk günden beri planımızda olan bir Düşünce Kuruluşuna geçiş yapması için
uğraş veriyoruz. Bu konuda çalışmalarımız büyük bir hızla ilerliyor.
Derneğin 20. yılında da hepimizin projeler üreteceği, dernek üyelerimizin
akademisyen olarak öğrencilere ders
vereceği Düşün Taşın Üniversitesini
2030 yılında hayata geçirmek istiyoruz. Ülkemizin içerik üretimi konusun-
da “Fare Toplumundan, Klavye Toplumuna” geçiş yapması için gecemizi
gündüzümüze katıp çalışmaya devam
edeceğiz.
Bunların hepsi zor, ama mümkün.
Çünkü daha önce yaptıklarımıza bakıp
onların gücü, ama yapılacak olan işlerimizin ve hayallerimizin zorluğuyla
diyoruz ki; AŞAĞIDA DAHA ÇOK YER
VAR…
Bir HAYALİMİZ Var!
Bir hayalimiz var... Kitaplara daha çok
zaman ayırdığımız ve okuduklarımızı
hayata geçirmek için uğraş vereceğimiz bir Türkiye hayal ediyoruz.
Okunan metinlerdeki kelimeleri hayata tatbik edildiği, sosyal öğrenme ortamlarında kulaklarımızı fısıldanan o
güzel sözleri ve sohbetleri hayata geçirebildiğimiz bir ülke hayal ediyoruz.
Bir hayalimiz var; sadece tüketen değil aynı zamanda içerik de üreten ve
TÜRETİCİ olabilmek için var gücü ile
çalışan bir gençlik hareketi olmak istiyoruz.
Gelişen teknolojide bilgisayar kullanımı açısından fare toplumu olmaktan
klavye toplumuna geçiş yapmış olmayı hayal ediyoruz.
Ulaşılması zor hedefler belirleyip
gökteki yıldızlar misali ulaşamasak
bile yakınlaşmayı bir öğrenme süreci
kabul edeceğimiz projeler üretmek
istiyoruz.
12 Ocak 2017
Perşembe günü
derneğimizin
yedinci kuruluş
yılında inşallah
düşünce
kuruluşu
olmamız
hususundaki
en mühim
adımlardan
olan Düşün
Taşın Vakfını
Allah’ın
izniyle kurmuş
olacağız.
Sena Şenol
İnceleme
38
39
Edebiyatla Hukuk Arasındaki
İlişki
Edebiyatla hukukun kesişim kümesi hemen hemen her edebi eserde vurgulanan adalet,
vicdan, kabahat, suç, ceza unsurlardan oluşmaktadır.
Hukuk ve edebiyat öteden beri
sosyal bilimlerin en temel alanlarını
oluşturmaktadır. Bu iki disiplin arasındaki temel ilişki ise yüzyıllar önce kurulmuş kaçınılmaz bir bağdır. Bu ilişki,
her iki disiplin alanının da toplumla iç
içe ve toplumun sorunlarını ele alıyor
olmalarından kaynaklanmaktadır. Sermayeleri ise “söz”den başka bir şey
değildir. Yapı taşı aynı olan bu iki alan
birbirinden ne kadar uzak olabilir? Ya
da sadece edebiyat okuyanlar mı yazar? Sözcükler olmadan bir hukukçu
nasıl meramını anlatabilir?
Bu bağlantının temeline baktığımızda
iki mesleğin iç içe geçtiğini gösteren
birçok örnek karşımıza çıkar. Kanuni
döneminin en büyük şairi olan Bakî,
“Sultânü’ş-şuarâ” unvanını sahip olmakla beraber aynı zamanda kadılık
görevini de icra etmiştir. Örnekleri
çoğaltmamız için aslında öyle çok
uzaklara da gitmeye gerek yoktur.
Yakın tarihimizde de Orhan Seyfi Orhun, Mithat Cemal Kuntay gibi isimler
hukuk eğitimi alan çok sayıda yazarlarımızdan bir kaçıdır.
Aynı durum Dünya edebiyatı için de
söz konusudur. Dostoyevski, Kafka,
Camus, Faulkner gibi devleşmiş yazarların eserlerinden de anlaşılacağı
gibi edebiyatsız bir hukuk fakir olduğu kadar pek de mümkün olmamaktadır. Her iki alanında birbiri içinde olmasını edebi metinlerde hukuki terim avı
yapmaktan ziyade asıl olanın hayatın
ta kendisi olduğunu göz önünde bu-
Dostoyevski, Kafka, Camus, Faulkner gibi devleşmiş
yazarların eserlerinden de anlaşılacağı gibi edebiyatsız bir
hukuk fakir olduğu kadar pek de mümkün olmamaktadır.
lundurarak sosyal hayatta birbirinden
ayrıştırılmasının mümkün olmadığı
üzerinden anlayabiliriz.
Bu iki disiplin alanın hüküm kaynağı harflerden, sözcüklerden, cümlelerden oluşmaktadır. Ve bir yazılma
amacının sonucunda oluşan metinler
yer yer birleşmekte, yer yer de uzaklaşmakta ancak hiçbir zaman aradaki
akrabalık bağı kopmamaktadır. Bu iki
disiplin arasındaki köprünün oluşumu, temel sorularının ortak olmasıdır.
Farklılık ise bu sorulara verilen yanıtların yönteminden kaynaklanmaktadır. Edebiyat ve hukukun kesiştiği
gerçek nokta tüm olan bitenin “söz”de gizli olmasıdır. Sözün kullanılış
yöntemi, hukukta oldukça baskıcı, katı
kalıplara sahipken, edebiyatta da bir o
kadar özgürdür.
ması, onun kaynaklarına ve bu kaynaktan doğan diğer kollara bakılması
gerekir. Kurallarla çevrilmiş alanda
sıkışıp kalmış ve hukukun dışına çıkamayanların, hukuk fakültesinde bile
hukukun dışında kalacakları açıktır.
“Sözel olan bu iki alan gerçekten birbirlerinden beslenmekte midir?” sorusuna verilebilecek muhtemel cevap;
“Evet” dir. Peki, ama nasıl beslenir?
Edebiyatla hukukun kesişim kümesi
hemen hemen her edebi eserde vurgulanan adalet, vicdan, kabahat, suç,
ceza unsurlardan oluşmaktadır. Hukukun teknik yönünden –yasa yapmaöte gerçek anlamda hukuk bilincinin
oluşturulabilmesi için hukukun kalıplara sıkışmış, kazüistik yapısını edebi
eserlerde vurgulanan bu unsurlarla
aynı potada eriterek adaletin temeli
oluşturulmalıdır.
Bu noktada hukuku biraz daha irdelediğimiz zaman temel olarak hukuk
nedir sorusuna cevap vermek gerekir.
Hukukçuların dahi bu soruya cevap
verebilmesi için hukukun dışına çık-
Öte yandan hukukun en temel kaynaklarından biri toplum düzenine
aykırı davranma sonucunun, toplum
tarafından tasvip edilmeyen davranışların kınanması ve bir yaptırıma
bağlanması, yani fertlerin suç işlemesidir. O nedenle, yasa koyma işlemi
farklılık gösterse de her toplum için
kaçınılmazdır. Oluşturulan sistemlere
göre suç sayılan fiilin farklılaşması
olağandır. Toplumsal yaşama ve bireylere bu kadar bağlı olan bu sistem,
her durumda bir şeyin suç sayılacağını gösterir. “Ve sosyal farklılıklara
göre hangisi olursa olsun, her suç tabii olduğu için gerçekleşir ve tabiiliğin
içinde, yasayı karşısına alır.”[1]Adalet
ve ondan türeyen nosyonlar ise her
toplum için ortak bir değerdir. Suç bu
bağlamda sosyal bir olgudur. Sosyal
olan bu durum en önemli dünya klasiklerinden olan Dostoyevski’nin Suç
ve Ceza”sında çok güzel bir şekilde
ele alınmıştır.
Sonuç olarak, hukuk ve edebiyat birbirinden beslenen ve asla ayrılamayacak ikiz kardeştirler. Hem ele alınan
sorun hem de kullanılan malzeme bakımından bu iki disiplin etle tırnak gibidir. Toplum var olduğu sürece sosyal
hayatın kaçınılmaz ikilisi olan hukuk
ve edebiyat da varlığını sürdürecektir.
Akal, Cemal Bâli. Hukuk ya da Kukla Tiyatrosu “Edebiyat ve Hukuk”
Yazıları, “Gerçek Hukukçunun İçine
Düştüğü Sonsuz Sıvıdır, s 80.
[1]
40
Hüseyin Can Türkmen
MİMARİ
41
Şehrin Kimliği
mimari
Mimari düşünceyi inanç ve kültürler
oluştururken mimari düşünce de
şehirlerin kimliğini oluşturur.
İnsan, Allah’ın akıl ve irade ile donatarak yeryüzüne
halife kıldığı yegâne varlık olması hasebiyle yaratılışından
bugüne yeryüzündeki her şey ile etkileşim içerisindedir.
Yaratılış serüveninin başlangıcından bu yana insan fıtratı
gereği muhtaçtır. Ve ihtiyaçlarına çözümler ararken en tabii ihtiyaçlarından olan barınma ihtiyacını da gidermek için
birtakım uğraşlar içerisinde kendisini bulmuştur.
Tarihi gelişimi sürecinde barınma ihtiyacına çözüm olarak
öncelikle doğada hazır bulunan ortamlar yer almaktadır.
Zamanla insan tecrübe ederek bu tecrübeleri bilgi birikimine dönüştürmüş ve doğada bulunan malzemeleri kullanarak barınma ihtiyacını gidermeye çalışmıştır.
man olan balkonu kullanarak mimarinin şehrin kimliğine
etkisini imgeleştirmiştir.
Yapıların birer dışsal öğesi olarak balkon bizim hayatımıza
modernleşme olgusu dâhilinde girer; modernleşme/Batılaşma beraberinde kendi şehir kültürünü de getirmiştir.
Balkon modern ve Batılı mimarinin simgesel bir unsurudur.
Bizim yapılarımızda evlerin ön cephelerinde balkon değil
cumba vardır. Balkon ise modernist şehirleşme olgusu ile
birlikte bize gelmiştir. Mimarimizin geçirdiği bir dizi dönüşümün (buna rahatlıkla bozulma da diyebiliriz) sonucunun
simgesidir. Ancak bu küçük şiirin evreni bir balkona sığmayacak kadar geniştir.
Barınma ihtiyacı insanı beraber yaşamaya iterken bunun
neticesinde toplum olma bilinci oluşmuş ve oluşan toplumlar kendilerine yaşam alanı inşa etmeye başlamışlardır.
Toplumlar inşa ettikleri yapıları; geçmiş bilgi birikimlerine,
kültürlerine ve mensup oldukları dinlerin etkilerine göre
şekillendirmişlerdir. Bu etkenlerin beraberinde mimari olgu
ortaya çıkmıştır.
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Dinî ve kültürel etkilerin şekillenmesiyle oluşan mimari
anlayışı zamanla bozulmalara uğramış ve günümüz hâlini
almıştır.
İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü
Geçmişten günümüze değişen ve gelişen dünyada insanın
barınma ihtiyacına çözüm olarak bulunan bugünkü haliyle
konut tipi yapılar toplumumuzda İslam ruhundan noksan
bir mimari anlayış ile yapılmaktadır. Bu da belli bir mesafeyi içinde bulunduran karşılıklı huzur ve mahremiyet çerçevesinde ki komşuluk ilişkilerine zarar vermektedir. Necip
Fazıl’ın deyişiyle “Apartman denilen sefer tası biçiminde
evleri her birinin nefes kokusunu duyacak kadar insanları
burun buruna getirmekle, aşırı yakınlık yüzünden öyle bir
uzaklık doğurmuştur ki, Avrupalı bir muharririn de dikkat
ettiği gibi, komşuluk denilen aziz manayı tam kökünden
kurutmuştur.” diyebiliriz. Öyle ki insanlar apartmanlarda
âdeta mahkûm hayatı yaşarcasına birbirlerinin gözü önünde birbirlerine yabancı kalmışlardır.
Şehrin binaları ve oluşumunun birçok yönden toplumun
inancı ve kültürlerinin fiziki yansımasını oluşturmakta olduğunu görmekteyiz. Öyle ki mimari düşünceyi inanç ve
kültürler oluştururken mimari düşünce de şehirlerin kimliğini oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim Sezai Karakoç Balkon adlı şiirinde mimari bir ele-
Diyerek sıradan bir gerçeklik olan ölümü anormal kılan şeyin yapılış amacının insanın dış etkilerden koruması amacıyla inşa ettiği evin artık onun için öldürücü olduğunu
vurguluyor ve devam ediyor Karakoç;
Evet, balkonu ölümle o kadar bağdaştırmış ki şair balkonların ölüme bir araç olduğunu söylüyor bizlere. Bir tabut
kadar dar ve bunaltıcı olan balkonlarda ölüden farksız bir
yaşam sürüldüğünü belirtiyor. Baktığımız zaman balkon
şehrin küçültülmüş bir imgesidir. Ve modern şehrin bunaltıcı yüzünü göstermektedir. Balkon bize modern mimarinin
sunduğu yaşam biçiminin taşlamasıdır.
Son olarak Sezai Karakoç:
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların
Diyerek mimari eserlerin, İslam ruhu ve mimari anlayışını
kendi kültür dinamiklerimizle harmanlayarak inşa edilmesini istemektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki günümüz “modern” mimari anlayışı ile yapılan ve dışa yönelimi gösteren
balkonlar öz benliğimizden çıkarak farklı kültürel etkileşimlerin altında boğulduğumuza çok net bir örnektir. Buradan
yapacağımız çıkarım doğrultusunda şehirlerin kimliğini
oluşturan mimari elemanların toplumun kültürünü yansıttığını söylemek yerinde olacaktır. Vesselam.
42
43
Elif Nur Çakmak
MİMARİ
sıraladı bir bir. Süleymaniye ikinci kez
hayat buldu Yahya Kemal’in dizeleriyle. Mimar Sinan’ın kalfalığını tamam
eden nasıl bu taşlar olduysa, Yahya
Kemal’i de şair yapan en önemli satırlar bunlar oldu şüphesiz. Onlar sayesinde daha güzel bakabildik hem
Allah’ın yarattıklarına hem kendi tasarladıklarımıza. Bakarken daha güzel düşündük, daha güzel hissettik.
Mimarların ince fikirlerini gözlerimizden gönüllerimize onlar akıttı.
“Bursa’da eski bir cami avlusu
Küçük şadırvanda şakırdayan su
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar.” diyerek hayatın her anında yer edinmiş
olan edebiyatı mimariyle buluşturdu.
Hatta o ulvi şairleri birer mimar eyledi. Mimar Sinan nasıl emek emek
o taşları dizerek Süleymaniye’yi dirilttiyse Yahya Kemal de sözcükleri
Azametten Zarafete
Mimar Sinan nasıl emek emek o taşları dizerek Süleymaniye’yi dirilttiyse
Yahya Kemal de sözcükleri sıraladı bir bir.
Estetik zevkimizin giderek
azalmaya başladığı şu günlerde Süleymaniye Camii gibi nice güzel eser
gönlümüzün aydınlığını her saniye
arttırmaya devam ediyor. Rezidans,
gökdelen ve plaza görmeye alışmış
zavallı gözlerimizin yegâne kurtarıcıları onlar.
Kimi zaman Rabbe olan bağlılığı gös-
termek için, kimi zaman da mutluluk
veren bir çatı olsun diye “Aşiyan” dediğimiz, özel anlamlar yüklediğimiz, binanın ötesinde bir sıcak yuva oldular
bizlere. Bu binaların mimarları klasik
mimarimizin de temellerini oluşturdular ve tekniği estetikle buluşturdular.
Çizdikleri kubbe ve minareler ilahi âlemin güzelliğini kucaklamak istercesine göğe uzandılar yıllar yılı. Görkemle-
ri dilimize, zarafetleri bulutlara ulaştı.
Peki, bu nasıl mı oldu? Kimi:
“Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.” dedi. Kimi:
“En güzel mabedi olsun diye en son
dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin.”
dedi. Kimi ise:
Bizlerse zamanla önce gönül kapılarımızı sonra göz kapaklarımızı
kapattık estetiğe. Bir medeniyetin
can verdiği ne varsa silip attık hafızalarımızdan. Ve sonra modern dünyanın verdikleriyle avutmaya çalıştık
kendimizi. En çok da mimari bütünlüğün, insanlar arasındaki duygu birliğini sağlayacağını unuttuk. Ne diyor
Murat Menteş bir yazısında: “Yapısal,
ortak paydadan mahrum bir muhitte insanların aşkları kısa sürer; kavgaları uzun…” Bende kavgalarımızın
tamamen biteceği günlerin varlığına
kalpten inanıyorum. Bu milletin dünyaya bırakacağı daha çok Süleymaniye var.
Cemile Altun
KİTAP
44
45
&
Kitap Okuma
“Kitap okudum hayatım değişti”
söylemlerinin beyinde okuma
eylemiyle gerçekleşmesinin yanında,
bu eylemin beyin üzerindeki etkileri de
merak konusu olmuştur.
Gözlerimiz satırlar arasında
gezinirken, zihnimiz yeni dünyalara
yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta beynimiz, olağanüstü değişimler-başarılar
gösterir. Üzerinde hiç düşünmediğimiz “okuma” işlevi beynimizin olağanüstü başarılarından biridir.
Karaçay “okuma” eylemini şöyle açıklamaktadır; “Okuma, gözlerin yazılı
kelimeleri algılamasıyla başlar. Satırları okurken gözlerimiz, sayfayı soldan
sağa, spazmodik hareket adını verdiğimiz ve saniyede dört beş defa tekrarlanan çok kısa süreli duraksamalarla
tarar. Sözcüklerden yansıyan fotonlar
retinaya ulaştığında beyaz kâğıt ve
üzerindeki siyah harflere ait bilgi, retinadaki nöronlar tarafından tüm şekli
ile değil, sayısız parçalara ayrılmış bilgi
olarak algılanır ve beynin görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezimiz
bu bilgileri tekrar bir araya getirir. Bu
aşamada bir yandan beynimiz harfleri sese dönüştürürken (fonolojik yol)
diğer yandan okunan sözcüklerin ne
olduğunu, dağarcığımızdaki sözlüğe
başvurarak belirler (leksikal yol). Sonuçta harfler hem belli bir sesi hem de
belli bir anlamı olan sözcükler olarak
algılanır.”
Dahaena ise “okuma” işlevini şöyle
açıklar; “Beynin sol oksipito-temporal
bölgesinde yer alan görsel harf merkezini, harf kutusu olarak düşünülebiliriz. Okuma dili ister İngilizce, ister
Fransızca, ister Çince olsun, harf kutusunun yeri hep aynı yerdedir. Beynin
harf kutusu, harflerin ve sözcüklerin
görsel şekillerini algılar. Harf kutusu bu bilgiyi sol yarıkürede bulunan
ve sözcük anlamını, ses motiflerini,
harflerin seslendirilişini kodlayan çok
sayıda değişik bölgelere iletir. Dolayısıyla işitme ve konuşma bölgeleri ile
doğrudan bağlantılar söz konusu olur.
Sözcüklerde yüklü anlamların algılanması ve yorumlanması, beynin hafıza
ve duygu gibi işlevlerinden sorumlu
bölgelerinin katılımı da gerekmektedir.
Bu bölgeler arasındaki karşılıklı bilgi
akışıyla sadece insan türüne ait bu
olağanüstü beceri gerçekleşir.”
Buradaki ilginç noktalardan biri; işitme, görme, tat alma, dokunma, yazı
yazma, okuma vb. işlevler beyin içerisinde birbirleriyle bağlantı kurabildiği
gibi, bağlantılardaki kopukluk bölgelerin çalışmasını engellememektedir.
Örneğin, “okuma güçlüğü” olarak tanımlanan “aleksi” hastalarında olduğu gibi okuma yeteneği kaybolsa bile
yazma yeteneği devam eder.
İlginç olan diğer bir nokta; okuma işlevini gerçekleştiren bağlantıların kopukluğu kaynaklı okuyamama rahatsızlıklarında, kopukluk farklı yollardan
tamir edilebilirse okuma işlevi gerçekleşebilir. Örneğin, okunan yazıya ait
görsel bilgi harf merkezine ulaşmazsa
okuma mümkün olmayacaktır. Aynı
Beyin
bilgi, el ayasına harfler yazılarak merkeze ulaşırsa okuma gerçekleşebilir.
Araştırmaların yoğunlaştığı konular
arasında; okuyan-okumayan ya da
az okuyan-çok okuyan kişilerin beyin
yapıları ve zihinsel kapasiteleri arasındaki farklılıklar yer alır. Beynin yakıtlarından biri olan oksijenin, tüketimini
takip ederek beyindeki etkin bölgelerin tespitini yapan fMRI (Fonksiyonel
Manyetik Rezonans Görüntüleme)
teknolojisi sayesinde beyindeki fonksiyonel farklılıklar kolayca tespit edilir.
Bilişsel Beyin Görüntüleme Merkezi
araştırmacılarından Marcel Just ve Timothy Keller, 8-12 yaşları arasındaki
çocuklarda okumanın beyin üzerindeki etkilerini araştırdı. Okuma problemi olan çocuklar ve normal düzeyde okuyabilen çocuklar diye iki grup
oluşturuldu. Bu gruplarda, beynin
değişik bölgeler arasındaki bilgi akışını sağlayan “beyaz madde” incelendi.
Çalışma, okuması zayıf olan çocukların, beyinlerinin beyaz maddesinin
yapısal kalitesinin, normal okuyan
çocuklarınkine kıyasla daha düşük
olduğunu ortaya koydu. Daha sonra
okuması zayıf olan çocuklara yoğun
bir program izlenerek okumaları ilerletildi. Yoğun program bittiğinde çocukların beyin görüntülerinden beyin
dokusunun geliştiği, beyaz maddede
iyi-leşmeler olduğu gözlendi. Okumanın beyinde sinirler arası bağlantılar
olan beyaz maddeyi etkilediği, üst
düzey zihinsel etkinliklerinin arttığını
tespit etti.
“Kitap okudum hayatım değişti”
söylemlerinin beyinde okuma eylemiyle gerçekleşmesinin yanında, bu
eylemin beyin üzerindeki etkileri de
merak konusu olmuştur. Brain Connectivity’de yayımlanan makaleye
göre, kurgusal bir hikâyeye dalmak,
beyin fonksiyonlarının işleyişinde
beş güne kadar değişiklik yaratabiliyor. Alışkanlık hâline gelmiş okuma
eyleminin loblar arasında bağlantıları
arttırarak beyin kapasitesini arttırdığı
tespit edilmiştir. Zaten başarı beynin
her iki lobunun kullanılmasında gizlidir. Kitap okumak bu iki lobun birlikte
kullanılmasına imkân sağlar. Çünkü
kitap okurken sol tarafla takip edilen
ve kavranan kavramlar beynin sağ tarafıyla hayal edilir. Televizyon izlemek
sağ lobu pasif bırakır. Aynı zamanda,
otizmli çocuklar üzerinde 200 saatlik
okuma etkinlikleri yapılarak beyinleri
incelendi; beyin kan akımı, elektrik aktivitesi ve metabolizmasında büyük
artışlar olduğu gözlemlendi. Nitekim
kitap okumak sadece bilgi edinme
amaçlı bir faaliyet olmadığını bu zaKaynaklar
mana kadar yapılan bilimsel çalışmalar
bilimsel gösterir. Okumanın; katillerde,
zalimlerde, diktatörlerde, şiddete meyilli insanlarda az bulunan “empatiyi”
(anterior insular cortex ) geliştirdiği
Amerika’daki Buffalo Üniversitesi
tarafından kanıtlandı. American Academy of Neurology dergisinde yayımlanan bir habere göre, herhangi bir yaş
döneminde yapılan kitap okuma, yazı
yazmak, beyin uyarıcı aktivitelere katılmak belleği koruyabiliyor, beyin hastalıkların riskini azaltıyor.
Okunan eserin türüne göre beyindeki
gelişimler de farklılıklar göstermektedir. Ancak beynimizin zorluklar ile
beslendiğini düşündüğümüzde her
tür kitap okumanın beyin için ayrı bir
yararı vardır. Herkesin her şeyi okuyabildiği şu dönemde, gelişime aç
beyinlerimizi kitapla besleme, uyandırma zamanı. James Howell’in söylediği gibi,
“Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep
ve kâğıttır.”
1. Bahri Karçay, “Okuyan Beyin”, Bilim ve Teknik, Eylül, 2011
2. Dehaene, S., “ Reading İn The Brain”. The Science And Evolution Of A Human Invention, Viking, Penguin Group, 2009.
3. Timothy Keller and Marcel Just, “Carnegie Mellon Scientists Discover First Evidence of Brain Rewiring in Children”,
Decem-ber, 2009
4. Autism Speaks, “Reading program improves brain connectivity in students with autism”, July, 2015
5. Lana Wınter-Hébert, “10 Benefits Of Reading: Why You Should Read Every Day”, Blog
Yadigar Can
ROPÖRTAJ
46
47
Evren Allah’ın Sanatının
Muhteşem Bir Göstergesi
Dil ve bilim felsefesi üzerine çalışmalar yürüten akademisyen,
yazar Prof. Dr. Caner Taslaman ile çalışmaları ve kitapları üzerine konuştuk.
Cevap aramaya lise döneminde
başladığı soruyla dinî konulara ilgisinin
başladığı Taslaman; akademik hayatı,
yazıları üzerine sorduğumuz soruları
samimiyetle cevapladı.
Merhaba Sn. TASLAMAN,
dergimizin bu özel sayısında
bizlerle söyleşi talebimizi
kabul ettiğiniz için öncelikle
çok teşekkür ediyorum. Ben
sizi Felsefe bölümünde eğitim
almak üzere arayış hâlinde
olan bir öğrenci iken tanıdım,
okurlarımıza da tanıtmak için
heyecanlanıyorum. Sizi kısaca
tanıyabilir miyiz?
Sosyoloji ile başladım. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü bitirdim.
Yüksek lisans diplomam da Felsefe ve
Din Bilimleri idi. Master ve doktora konularımda Modern Bilim, Felsefe ve Din
ilişkisi konuları üzerindeydi. Doçentlik
için çalıştığım konular da Modern Bilim,
Felsefe ve Din ilişkisi üzerineydi. Aralarda yazdığım makalelerin çok büyük bir
kısmı bu konular üzerineydi. Tabi bununla birlikte yaptığım ikinci bir doktora
var, konusu “Küreselleşme Sürecinde
Türkiye’de İslam” bu daha çok Sosyoloji,
Siyaset Bilimi konularını içermektedir.
Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri bölümünde, Big Bang Teorisi’nin
felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine
yaptığım tez ile yüksek lisans, Evrim
Teorisi’nin felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine yaptığım teziyle doktora
derecesini kazandım. Daha sonra ise
Kuantum Teorisi’nin felsefe ve teoloji
ile bağlantısı üzerine yazdığım kitapla
doçent oldum, yine bilim-felsefe-din
üçgenindeki çalışmalarımla da profesörlük derecesini de aldım, şu an Yıldız
Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümünde
öğretim üyeliği yapmaktayım.
Öğretim üyesi olduğunuz için
yazmaya makaleler ile başlamış
olmalısınız fakat yayınlanan
ilk kitabınız neydi ve ne zaman
yazdınız?
Evet, akademisyenlik yaşamım boyunca hem akademik kariyerim hem de
çalışmalarımı yayınlamak adına yüksek
lisanstan itibaren makaleler; düşüncelerimi tanımlayan ilk yayınlarım oldu.
Yüksek lisans tezim konum olan Big
Bang Teorisi hakkında yazdığım kitap
Big Bang ve Tanrı ilk kitabımdı. Diğer kitaplarımın da bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Kuran ve Bilimsel Zihin
İnşası, Parçacık Fiziği Felsefi ve Teolojik
Değerlendirmeler, Modern Bilim, Felsefe ve Tanrı, Evrim gibi kitaplar yazdığım
kitaplardan birkaçıdır.
nasıl kapılar açtı ve sizce bu
sorunun cevabı neden önemli?
Benim özellikle dinî konulara yönelmemde çok eskiden kendime
sorduğum bir soru var. O zamanlar daha lise talebesiydim şimdi
profesör oldum ama hâlâ o basit
sorunun etkili olduğunu düşünüyorum. Bir soru bir lise talebesine,
üniversiteliye, bir profesöre her
yaştan ve kültür düzeyinden kişiye etkili olabildiyse bence o soru
gerçekten güçlü bir sorudur. O soru
şu bence “Şu anda ölmüş olsan,
geçmişte nasıl bir hayat yaşamış
olmak isterdin.” Bu soruyu kendimizi kandırma sürecini durdurmak için
sorabiliriz. Şu anda bende tek kalan
amelim ve Allah’ın rızasını kazanıp
kazanmadığımdır. Gerçek endişem
alamadığım araba, oturamadığım
evler yerine Allah’ın rızasını alıp almadığımdır.
Kitaplarınız da hangi konulara
yer veriyorsunuz, öğretim
üyeliğinizle ilgili alanlarda mı
yayınlar yapıyorsunuz?
Sosyoloji ile başladığım bu serüven,
felsefe bilimi çevresinde ilerlerken birçok farklı alanlarda ki konuları da içine
aldı. Bu geniş başlıklar içerisinde, Fizik,
Astronomi, Felsefe, Siyaset Bilimi gibi
alanlardan ele alığım konuları eserlerimde görebilirsiniz.
Cambridge Üniversitesi
Faraday Enstitüsünde misafir
akademisyenliğiniz süresince
yaptığınız çalışmalar hangi
konular üzerineydi? Bu
çalışmalarınız Türkiye’de ki
çalışmalarınıza nasıl yansıdı?
Faraday Enstitüsü Modern Bilim ve
Din üzerine bir enstitüdür. Cambridge Üniversitesinde kısa bir süre
bulundum. Burada yaptığım araştırmalar misafir akademisyenliğimde
sonra yayınladığım kitaplara ham
madde olup, düşüncelerimin derinleşmesine fayda sağlayan donelerle
dönmeme fırsat olmuştur.
Öğrencilik yıllarınızda kendinize
sorduğunuz, her yaştan ve her
meslekten insanın kendisine
sormasını da salık verdiğiniz
bir soru var. Bu soruyu bizlerle
paylaşır mısınız? Bu soru size
Fizik ve Astronomi Bilimlerine
olan merakınız nasıl oldu?
Birçok yayın ve konuşmanızda
bilimin bu dallarından
yararlandığınızı görüyoruz.
Evrenin Allah’ın sanatının muhte-
şem bir göstergesinin olduğunu düşünüyorum. Evrenin büyüklüğünün
bizde ürperti hissettirecek kadar
etkileyici olduğunu aynı zamanda
burada ne kadar muazzam bir incelik
de olduğunun göstergesidir. Bu estetikten büyülenirken aynı zamanda
acizliğimizin de farkına varıyoruz.
Bunları yaratanın her derdimize
deva olacağını da görüp evreni aynı
zamanda bir ümit olarak da yorumluyorum. Bence fizikçiler piyano üreten ney üreten sanatkârlar gibidir.
Teoloji ve Felsefe de yorumcudur.
Felsefeciler bilimden gelen ham
maddeyi yorumlarlar. Asıl olan ise
bunu nasıl kullanacağımız, üreteceğimiz yorumlayacağımızdır. Bu bakış
açımdan dolayı Fizik ve Astronomi
bilimine ilgim bulunmaktadır.
Yoğun bir yaşantınız
olduğunu tahmin ediyorum.
Makaleler, öğretim üyeliği TV
programları ve özel yaşantınız
yoğunluğunda değerli
kitaplarınızı yazma fırsatını
nasıl sağlıyorsunuz? Genç
yazar adaylarına bu konuda
tavsiyeleriniz var mı?
Geceleri yazmayı tercih ediyorum.
Gece vakitlerini değerlendirmeyi
seviyorum. Gündüz öğretim üyeliği
çalışmalarım devam ediyor. Bu süreç zarfında son zamanlarda yüksek
lisans öğrencilerine ders veriyorum.
Araştırma okumalarımı ve yazılarımı geceleri yazıyorum. Herkesin
kendine göre farklı meşguliyet ve
yoğunlukları var. Ben işlerimi bu
şekilde yürütmekten tasarruf ediyor ve üretmeye çalışıyorum. Genç
adaylara bu anlamda fayda sağlayabileceksem ne mutlu bana.
Yeni yayınlanacak olan son
kitabınız hakkında bize birkaç
ufak bilgi verebilir misiniz?
Son kitabımın adı Allah’ın Varlığının
12 Delili. Bu kitabı iki başlıkta topladım. 7 tane Evren Delileri başlığı,
5 tane Fıtrat Delili başlığı altında
açıklamaya çalıştım. Allah’ın varlığını herkesin bildiği fakat farkındalık
oluşmayan konular hakkında tanımlamaya çalıştım. İnançsız kişilerin kitabı eline aldığında ve tarafsız
bir şekilde değerlendirdiğinde Allah’ın varlığını görebileceği bir kitap
olmasını arzulayarak yazdım.
Birbirinden farklı ve geniş
bir okur kitleniz var.
Takipçileriniz sizlere nasıl
ulaşabilir?
Kendime ait web sitemde iletişim
bölümü bulunmaktadır. Okurlarım
orada yorumlarını benimle paylaşıyor. Vakit buldukça cevaplayıp geri
dönmeye çalışıyorum. Yoğunluğum
vesilesi ile cevaplayamadığım mailler olmuyor değil fakat okurlarımın
ilgisi her yazarın hissettiği gibi beni
de mutlu ediyor ve motivasyon
kaynağı oluyor. Buradan hepsine
teşekkür ederim.
Düşün Taşın Derneği olarak
size teşekkürlerimizi
sunuyoruz. Benim için
gerçekten çok keyifli bir
sohbetti. Değerli vaktinizi
bizlere ayırıp sizleri tanıma
fırsatı sağladınız. Öğretim
üyeliğiniz ve çalışmalarınızda
size başarılar diler bir başka
söyleşi de görüşmek üzere
iyi günler dileriz.
Ben de sizlere teşekkür ederim.
Kitap okumayı sevdiren ve bir sivil
toplum örgütünü faaliyetlerini aşmış gönüllü ve dolu dolu etkinlikler
gerçekleştiren derneğinize başarılar dilerim.
48
49
AKTÜEL
olduk. Peki, gerçekten zamanda yolculuk mümkün mü?
Yılmaz Varış
Lisedeki fizik ve matematik derslerinden x, y, z koordinatları ile hatırlayacağımız konum boyutlarına bir de “t=zaman”
boyutunu eklediğimizde (eğer insan aklının algılayamadığı
başka boyutlar da mevcut değilse) 4 boyutlu bir dünyada
yaşıyoruz.
Konum boyutlarında ileri geri gidebiliyoruz. Her gün okula
işe gidip gelirken yaptığımız şey aslında 3 konum boyutunda ileri geri hareket etmek oluyor. Evet, işten tekrar eve dönebiliyoruz ama geceden sabaha geri dönemiyoruz, sadece
bir sonraki güne ilerleyebiliyoruz. Yani diğer 3 boyutta ileri
geri hareket edebilirken zaman boyutunda sadece ve sadece ileri doğru hareket edebiliyoruz.
Eğer geçmişe dönmek gibi bir hayaliniz varsa artık bunu
bir kenara bırakabilir hatta tamamen unutabilirsiniz. Fakat
geleceğe yolculuk hâlen mümkün! Mesela yazının bu kısmına gelene kadar zamanda 1-2 dakikalık bir yolculuk gerçekleştirdiniz. Peki, size çok daha ileriki yıllara çok daha hızlı
bir şekilde gitmenin mümkün olduğunu söylesem... Evet, bu
gerçekten mümkün. En azından şimdilik teoride ve yüksek
teknolojiye sahip laboratuvarlarda mikro kütleler üzerinde
yapılan deneylerde mümkün gözüküyor…
Fiziğin Metafizik Fantezileri
Bilimsel ilerlemeler hayatı direkt ileri taşımıyor, mühendisliğe ve teknolojiye yansıdığı
zaman hayatımıza dokunabiliyor.
Zamanda yolculuk, görünmezlik, ışınlanma, duvardan geçebilme ve
uçabilmek gibi hayal gücümüzün ürünü olan çeşitli fantezilerimiz var. Kimileri için bu fanteziler sadece imkânsız
bir hayalden öte gitmez, kimilerimiz de
bunları bilimsel açıdan acaba mümkün
mü şeklinde sorgularız.
Sadece yüz yıl önce imkânsız bir hayal
olarak görünen yüzlerce icat ve ürünün
şu anda gündelik hayatımızın sıradan
bir parçası hâline geldiğini görüyoruz.
Gelecek için de robotlarla birlikte ya-
şadığımız, şoförsüz araçların, uçakların
ve hatta uçan taksilerin olduğu, kök
hücrelerden üretilecek canlı organlar,
150 yıla kadar uzayacak insan ömrü ve
yapay zekâ ile tanışacağımız bir geleceğin bizi beklediğini düşündüğümüzde zamanda yolculuk gibi hayal ürünü
beklentilerin de yer alması daha kabul
edilebilir oluyor.
1900’lü yılların başlarında gerçekleştirilen bilimsel ilerlemelerin bir kısmının
teknolojiye aktarılması bizi günümüz
dünyasına taşımıştır. Yani bilimsel iler-
lemeler hayatı direkt ileri taşımıyor,
mühendisliğe ve teknolojiye yansıdığı
zaman hayatımıza dokunabiliyor. Peki,
bilimsel olarak ispatlanan ama teknolojiye yansımayan daha neler mevcut?
Zamanda Yolculuk
“Back to The Future” filminde Dr.
Brown ve Marty’nin gelecekte seyahat ettiği tarih olan 21 Ekim 2015
tüm dünyada “Geleceğe Dönüş Günü”
olarak kutlandı. Bu nedenle Ekim ayında “zamanda yolculuk” konusunu her
yerde gereksiz bir yoğunlukta görmüş
İzafiyet Teorisi ve İkizler Paradoksu
Einstein’ın o çok meşhur izafiyet teorisi aslında bunu anlatıyor. İzafiyet teoremine göre ölçebildiğimiz 4 boyut görecelidir, yüksek hızlarda zaman daha yavaş akar ve diğer
3 boyutun da boylarında kısalma meydana gelir. Işık hızına
yaklaştıkça da bu zaman ve boy farkı çok çok artar.
Örneğin, aynı anda doğan ikiz kardeşlerden birinin bir uzay
gemisine bindirilip ışık hızının 0,3 katı hızında hareket ettirildiğini düşünelim. Hareket eden gemide zaman daha yavaş
geçecektir. Öyle ki uzay gemisi içindeki kardeşe göre 25 yıl
sonra tekrar dünyaya geldiğinde dünyada 80 yıl geçmiş
olur. Yani ikiz kardeşlerden biri 25 yaşında genç bir delikanlı
iken diğer kardeşi Allah ömür verirse 80 yaşında bir dede
hâline gelecektir. İşte buna da “İkizler Paradoksu” diyoruz.
En ilginç tarafı ise bu anlattıklarım sadece kâğıtlardaki
formüllerden ibaret formüller değil laboratuvar ortamında
atom altı parçacıklar üzerinde yapılan deneylerde de doğrulanmıştır. Yani bir gün çok yüksek hızlarda gidebilecek
araçlar yapabilirsek gelecekte bir zamana seyahat etmiş
gibi olacağız.
Peki, Duvardan Nasıl Geçeceğiz?
Eğer zamanda geriye yolculuk yapabilseydik sizinle ortaokuldaki fen bilgisi dersimize ya da lise1 kimya dersimize
gidebilirdik. Orada basitçe ama yanlış anlatılan atom çevresindeki orbitallere elektron yerleştirmesini sizlere göstermek isterdim.
“Say Say Paranı Say Paranı Say Faruk Dedenin Parasını.” tekerlemesiyle ezberlediğimiz elektronların çekirdek etrafındaki SPDF orbitallerine yerleştirilmesi sonucunda elektron
yerleşimine göre atomlar çeşitli orbital kuantum sayılarına
sahip olurlar ve bu yerleşimler onların davranış yapısının
çok farklı şekillerde olmasını sağlar.
Elektron dizilimlerine göre ortaya fermion ve boson denilen
farklı davranış sergileyen iki yapı grubu ortaya çıkar. Fermionların aynı anda bir arada bulunabilmesi mümkün değildir.
Çevremizde gördüğümüz birçok şey ve kendi vücudumuzun
yapısı da fermiondur diyebiliyoruz. Bu nedenle biz ve diğer maddeler birbiri içinden geçemiyoruz ve bir fantezimiz
daha burada sonlanmış oluyor. Bunu dışında bozon dediğimiz maddelerin bizim içimizden geçme durumu olabilir ama
bunun da çok sağlıklı olmayacağını söylemek gerek.
Buraya kadar okuduklarımızdan zamanda yolculuğun istediğimiz manada bir zaman makinesi ile olamayacağını
ve duvardan geçme gibi bir durumun söz konusu olmadığı öğrenmiş bulunuyoruz. Bu fizik denen şey hiç eğlenceli
değilmiş diyebilirsiniz. Ama daha ışınlanma ve görünmezlik
konularına girmedik.
Görünmezlik konusunun neredeyse çözüldüğünü ve ışınlanmanın da mümkün olduğunu da anlatmak istiyorum ama
bunun için zamanda ileri doğru bir yolculuk yapıp sonraki bir
sayıyı beklememiz gerekiyor.
50
EDEBİYAT
51
Peyami
Safa
PEYAMİ SAFA’NIN
ÇOĞU ROMANINDA
OLDUĞU GİBİ
DOKUZUNCU HARİCİYE
KOĞUŞU’NDA DA
KONU HAYATIN KENDİDİR.
AŞİNA OLDUĞUMUZ HAYATA
YAZARIN HAYAL GÜCÜ
EKLENMİŞTİR.
İÇİMİZDEN BİRİDİR
KAHRAMAN.
HUYLARI, DAVRANIŞLARI,
KARAKTERİ, İÇ DÜNYASI
TANIDIKTIR.
Safa
Peyami
Safa
Safa
Dokuzuncu
Hariciye
Koğuşu
“Beklemesini onlar kadar bilen yoktu.”
Safa
PEYAMİ
Hastane koridorlarında
PeyamiSafa
Peyami
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun esas kahramanı bulunmak zorunda olduğu yerdedir.
Hasta çocuklar, yanlarında ailelerinden bir
büyük endişeli yüzler, iyot ve eter kokusu.
Yalnız ve hasta bir gençtir hastane koridorlarında bekleyen. Roman, onun temiz aşkını
ve aşkıyla birlikte büyüyen derin ıstırabını
konu edinir. Mutlu olmayı düşleyen uçarı bir
kızdır sevdiği. Hastanın ruhunu kuruntular
kemirirken hıçkırıkları hastanenin çıplak duvarlarında yankılanır. Dokuzuncu Hariciye
Koğuşu, Peyami Safa’nın kendi geçmişinden izler taşır. Server Bedi ismini de kullanan Peyami Safa, 1899 yılında İstanbul’da
doğdu. Babası Servet-i Fünun Dönemi
şairlerinden İsmail Safa’ydı. Sivas’a sürgüne gönderilen babası orada ölünce Safa
iki yaşında hayatla yüzleşti. Sekiz-dokuz
yaşlarındayken bir kemik hastalığına yakalandı. On yedi yaşına kadar hastalığının
fiziksel ve ruhsal bunalımlarıyla mücadele
etti. Hekimler kolunun kesilmesine karar
52
53
EDEBİYAT
verseler de Safa bunu kabul etmedi. “Kendimizi herkesten iyi tanırız.
Onun için romanlarımızda herkesten
çok biz varız. Fakat bizi başkalarına
dağıtarak otobiyografik olmaktan
kurtuluruz. Çevre, zaman ve mekân
başkalıkları bu işi kolaylaştırır” diyen
Peyami Safa, hasta olduğu yıllarda
yaşadıklarını Dokuzuncu Hariciye
Koğuşu romanında anlattı.
İçimizden bir kahraman
Peyami Safa’nın çoğu romanında
olduğu gibi Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda da konu hayatın kendidir.
Aşina olduğumuz hayata yazarın
hayal gücü eklenmiştir. İçimizden
biridir kahraman. Huyları, davranışları, karakteri, iç dünyası tanıdıktır.
Kahramanın gördüğü, düşündüğü,
konuştuğu, davrandığı minvalde
romanın bütünü ortaya çıkar. Doku-
zuncu Hariciye Koğuşu, psikolojik bir
romandır. Peyami Safa, geniş bir felsefe kültürüne ve fıkra yazarlığı becerisine sahiptir. Bundan kaynakla
romanlarında metafizik meselelere
eğilir, sosyal konuları ele alır. Fakat
anlattıklarını ispata uğraşmaz.
Sol dizdeki meçhul hastalık
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda
olaylar, izlenimler, duygu ve düşünceler kahramanın dilinden kaleme
alınmıştır. O genç ki ağaçların bile
sıhhatine imrenerek yürür hastane
bahçesinde. On beş yaşındaki roman
kahramanı sekiz yaşından bu yana
sol dizindeki meçhul hastalıkla mücadele etmektedir. Muayene odalarının önünde senelerce beklemiştir,
hâlâ beklemektedir. Bir köşeye ilişmiş, kımıldamadan, sessiz, korkudan
büzülmüş, rengi uçuk. Dizinden iki
Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat
annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler
taksim değil zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat
şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyür de büyür...
defa ameliyat olmasına rağmen ıstırabı azalmamış, üçüncü bir ameliyat
daha mevzubahis olmuştur.
Muayene odasındaki bir günü şöyle
anlatır:
“Yara açıldı. Operatör eğildi ve benim
pek iyi anladığım vahim bir teşhis yerine geçen manalı bir sesle mırıldandı:
“Hımmm…”
Hava dokundukça, yaralı çıplak et derisiz gibi ürperiyor ve benden fazla
korkuyordu.”
İçinde garip bir karıncalanma hâlin-
de, birtakım iniltiler, mırıltılar, şekilsiz
gölgeler… Bir insanın başına gelen bir
felaketi başkalarıyla paylaşması acısını hafifletir. Fakat roman kahramanının ıstırabını paylaşabileceği kimsesi
yoktur, annesinden başka. Oysa bilir
ki “Annelere anlatılan kederler taksim
değil, zarbedilmiş olur.” Yani, azalacağına katlanarak artar. Çocuklarının
felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına daha
fazla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her
geçişinde büyüdükce büyür. Bu yüzden hasta genç sustukça susar.
Karşılıksız aşkın pençesinde
On beş yaşındaki birinden çok kırklı
yaşlarının ortasında bir adamın olgunluğunu taşır hasta. Bunun nedeni
ise çektiği acılarla yaşıtlarından önce
büyümüş, olgunlaşmış olmasıdır. Bacağının acısıyla inlerken karşılıksız bir
aşkın pençesine de düşmüştür.
“Havuzda yıldızların aksine bakıyoruz;
fakat aynı şeyi hissettiğimizden emin
olamamak azabı içindeyim.” sözleriyle
ifade eder karşılıksız hislerini. Nüzhet
ise hercaidir. “Onun birçok heyecanları otomatiktir.” sözleriyle tarif eder
Öyle bir yaştaydım ve öyle bir mizaçtaydım ve çocukluğumda o kadar az
oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil,
eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan
etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır...
genç kızı. Nüzhet’in kahkahalarından
ürker. Çünkü Nüzhet, kahkahalarını bir
başkasının zaaflarının üzerine merhametsizce boşaltır. Roman kahramanının içinde bulunduğu çaresiz durum
karşısında bir de rakibi vardır: Doktor
Ragıp. Uzun boylu, ince, seyrek ve sarı
saçlı genç bir hekim. Sağlıklı bir yüzde
daima gülmeye alışmış, ciddi hâlinde
dahi gülümseyen bir ağız. Kıvrak mavi
gözler muzip. Doktor Ragıp’ın dinç görünümü hasta gencin trajedisini daha
da belirgin kılar. Dokuzuncu Hariciye
Koğuşu’nda hasta gencin ruh hâli keder, korku, yoksulluk, ölüm,
yalnızlık hissi etrafında karanlıktır. Defalarca gidilmiş hastane yolu, beyaz
önlüklü hemşireler, hekimler; ilaç kokuları, kanlı pamuklar arasında bacağını
kaybetme korkusu. Bazı sayfalarda
tabiatın uyanışına benzer umut tomurcukları yeşerse de egemen olan
sürekli bir kederdir.
Romanın sonunda operatör müjdeli
haberi verir: “Bacağın kurtuldu. Fakat yere basmayacaksın!” Nüzhet’ten
kart gelmiştir. Ziyaret edemediği için
af istemektedir. Hastalar affetmesini
bilirler ama…
Büşra Kalemci-Eslem Kıdıl
SÖYLEŞİ
54
55
Adam Olmada İstikrar
İstikrar Zirvesi’ne giden yolda altıncı etkinliğimizi şair, senaryo yazarı, televizyon
programı sunucusu, köşe yazarı Sayın İsmail KILIÇARSLAN ile gerçekleştirdik. “Adam
Olmada İstikrar” İstikrar Buluşmalarının altıncı konu başlığı oldu.
”Demeliyiz: biz buradaydık ve pek
umurunda değildik dünyanın,
Yaşıyorduk gene de -ki en az birkaç
kez yaşamalı insan, öğrenmeli çarpışarak çekilmeyi- denilebilir ki yanlış
saatleri doğru zamanlara ayarlayan
yaramazın biriyim ben. Belki de şunu
demek istiyorum: dünyanın bir namaz
ferahlığına ihtiyacı var. “
Sohbetimize İsmail Kılıçarslan’ın bu
anlamlı dizeleriyle başladıktan sonra
bize kendisini kendi dilinden anlatmasını rica ettik. Eyvallah deyip sözü
bizden alan Sayın Kılıçarslan sözlerine
hoş ve esprili bir diyaloğu anlatarak
başladı.
“Yine böyle bir sohbet ortamında hem
ilahiyat hem de iletişim okuduğumu
söylediğimde bir arkadaş şöyle bir
soru yöneltti bana.”
Abi adınız neden Cebrail değil?
Yani hem iletişim hem ilahiyat okuyunca İlahî bir mesajı iletecekmişim
gibi oldu sanırım. Oysaki benden Cebrail olsa yarım bir Cebrail olurdu dedim
bende. Çünkü ilahiyatı da, iletişimi
de yarım bıraktım. Bitirsem iyi olurdu
elbet ama bunun içinde çok pişman
olduğumu söylemem.” diyen Kılıçarslan; akademi şirktir. Çünkü bilimlerin
ayrılmasına, birlikteliğine yapılmış bir
ihanettir diyerek şu örneklerle sözlerine devam etti;
“Psikoloji bölümünde okuyan birine
bir sosyoloji makalesi, konusu sorduğumda -abi ben psikoloji okuyorum
sosyoloji değil- diyerek cevap veriyor.
Aynı şekilde bir makine mühendisine
insan kalbi nasıl çalışır dediğimde;
-ben bilmem doktor değilim ki makine
mühendisiyim- diyerek cevap veriyor.
Felsefi anlamda bilimlerin birbirinden
ayrılmasının, parça odaklı düşünülmesinin yani modern akademinin şirk
olduğunu savunan Kılıçarslan aynı
zamanda modern akademinin bizleri
makinenin hiçbir şeyin farkında olmayan dişleri hâline getirdiğini söylüyor.
Bunların aksine geçmişi örnek gösteren Kılıçarslan; İbni Sina’nın mütevazılığı ve bilgeliğinden bahsediyor bizlere. 40 yaşındayken birinin İbni Sina’ya
“Tıp Uzmanı” dediğini ve karşılık olarak
-gençliğimizde tıpla biraz iştigal ettikdiyerek cevap veren Sina’nın kitabının
18. yy’a kadar yazılmış en önemli tıp
kaynağı olduğunu hatırlatıyor bizlere.
İbni Sina için ilimin; bilinmeye değer
olan şeylerin birbirinden ayrı olmadığı,
aynı zamanda kafasında önemli bilgi,
önemsiz bilgi ayrımı yapmadığı ve kılıç
sallamakla bypass yapmanın arasında
bir bilgi farkı görmediğini anlatıyor
bizlere.
Oysa bizler şu dönemde önemli bilgi,
önemsiz bilgi diye her şeyi kafamız-
da sınıflandırıyor ve bunlarla gurur
duyuyoruz diyen Kılıçarslan dış etkenlerin bizleri önemli/önemsiz bilgiyi
seçmeye meyil ettirdiğini, yoksa yanı
başımızda 3,5 milyon insanın öldüğü
bile bile yaşamaya takatimizin kalmış
olmasını bu olayları bilgi olarak kabul
etmeyip önemsizleştirğimizi modern
hayatın bize sunduğu ‘dolma’lar olarak ifade ediyor. Ve bunu da ekliyor bu
önemli notunun yanına; ‘adam olmak
bize uzatılan dolmanın içinde ne olduğunu merak etmektir.’ Bizlere paket
dolmalar gelir hep. Örneğin;
“Abi dünyayı sen mi kurtaraksın ya?
(O an tüm cesaretini toparlayıp) “ Evet
ben kurtaracağım.” dersin.
(Arkadan hemen içeriği değiştirilmiş
dolma gelir.)
Çok zayıfsın, tek başınasın yapamazsın ki.
Düşünürsün, düşünürsün. Sonra pes
edersin evet kurtaramam dersin ve
o an Batı dünyasına yenilmiş olursun.
Halbuki dünyayı kurtarmak için pelerinli, uçan bir kahramana gerek yok.
Benim dünyayı kurtarmam 50-60
kişiye verdiğim konferanstır.” diyor Kılıçarslan.
Mimar Sinan olmasaydı Süleymaniye
yine de olur muydu? sorusunu bizlere
yönelten Kılıçarslan, aldığı farklı ce-
DüşüNÜrsün,
düşünürsün.
Sonra pes edersin
evet kurtaramam
dersin ve o an
Batı dünyasına
yenilmiş olursun.
Halbuki Dünya’yı
kurtarmak için
pelerinli, uçan bir
kahramana gerek
yok. Benim dünyayı
kurtarmam 50-60
kişiye verdiğim
konferanstır.”
vaplardan sonra “olurdu” diyor. Başka
biri başka bir yerde başka bir isimle
bu camiyi yapardı ve o zaman biz onu
bilirdik diyerek bazı şeyleri sadece tek
bir kişiye bağlamamamız gerektiğini,
hikâyelerin kahramanlarının farklı ve
hatta hikâyelerin de farklı olabileceğini söylüyor. Konuyu farklı örneklerle
şöyle açıklıyor Kılıçarslan;
1326’ da Bursa fethedildiğinde aslında o gün İstanbul’da fethedilmiş oluyor. Nasıl mı? Orhan Gazi’nin Yahudi
halkına şöyle bir çağrısı oluyor; gelin
ticaretinizi Bursa’da yapın. İşte bu
cümle bir adım ve hatta İstanbul’un
fethinin ta kendisi. Çünkü bir sen teki-
nin başarabileceği bir şey değildir fetih. Birbirileri ile farklı şekilde birleşmiş
insanların fethidir o.
İnsan kavramını da ele alan Kılıçarslan
bu konudaki görüşlerini de şu şekilde
ifade ediyor;
Asr-ı saadet dediğimiz Medine bizlere
hiçbir şey öğretemediyse de farklılıklarımızla yaşamayı öğretti. Sahabelere baktığımızda hiç biri birbirine benzemiyor.
Ebuzer(R.A): Anarşist (iyi manada)
yerleşik düzene karşı, az uyur, az yer.
Hz. Osman: Edep timsali.
Hz Ömer: Öfkesiyle bilinir.
Ama Osman’ın varlığı Ömer’in varlığını
ortadan kaldırmıyor. Onlar birbirinin
zıttı değil birbirini tamamlıyor.
Tamamı aynı parçalardan oluşan legolar verilse ellerimize ve bir ev yapmamız istense yapabilir miyiz sizce?
Evet yapamayız. Fakat modern dünya
iyi insandan çok tane olursa ancak
iyi bir dünya olabilir görüşünü savunuyor. Bu şekilde iyi bir dünya olmaz!
Birbirine benzemeyen insanlardan iyi
bir dünya oluşabilir. Birbirimizden ne
kadar farklılaşırsak o kadar iyi. Tek
benzeyen yanımız hayallere inanmak,
onlara tutunmak olmalıdır. İnsanların sizden farklı düşünüyor olması
aynı yolu yürümenize engel değildir.
“Adam” demenin, “adam” olmanın temeli bu ayrımlardan geçer.
Özetle; akıl ile kalp Batı tarafından
muazzam bir şekilde birbirinden ayrıldığında büyük bir yara aldı insanlık.
Kalbini kullanana romantik, aklını kullanana realist dedik yine ayrımı yaptık
farkında olmadan belki de. Akıl ve kalbi ayırmak insan tekine yapılabilecek
olan en kötü şeydir. Bütün kararlarınızı duygularınızla alın, biz hislerimiz ile varız. Makine miyiz nasıl hissi
davranmayalım? Ama maalesef ki son
zamanlarda android gibi yaşıyoruz;
kırıyoruz, döküyoruz farkına bile varmadan yapıyoruz bunları.
56
57
ROPÖRTAJ
Akıl yoksa ‘adamlık’ yoktur!
Akıllı insan mıyız dersek şüpheliyim,
inşallah mükellef değilizdir.” diyerek
bu konudaki bilgilerini de keyifle bizlerle paylaşıyor.
Bugün biraz dağınık konuştuğunu
fakat böyle konuşmak istediğini belirten Kılıçarslan, bizlerinde onu can
kulağıyla dinlediğini görünce konuya
etimoloji ve adam kavramlarını birleştirerek harika bir yön verdi.
akıl ile kalp
Batı tarafından
muazzam
bir şekilde
birbirinden
ayrıldığında
büyük bir yara
aldı insanlık.
Kalbini kullanana
Romantik, aklını
kullanana
realist dedik
yine ayrımı yaptık
farkında olmadan
belki de.
Etimoloji yani kökenbilimin bize sağladığı imkânları şöyle anlattı Kılıçarslan;
“Sağ: sağlam, sağlak, güç, kuvvet
Sol: Solgun, solak, zayıflık, geçicilik
anlamlarına gelir.
Arapça ’da akıl deve ile ilgilidir. Nasıl
mı? Hemen aktaralım.
Develer hızlı gidip düşmesin diye sol
ön ayak ile sağ arka ayak arasına çapraz olacak şekilde ip bağlanırmış ve
deve hızlandığı zaman bu onu durdururmuş. Bu ipe Araplar ‘akıl’ derlermiş.
Akıl: iki durum arasında bağlantı kurma yeteneğine denir ve sürüden ayrılmama, gereğinden hızlı konuşup
düşmemeye yarar.
Akıl…
Sohbetimiz keyifle devam ederken bu
soru geldi Kılıçarslan’a; Toplum olarak
ipin ucunu kaçırdığımız yer tam olarak
neresi?
Biz ipin ucunu kaçırdık mı bilmiyorum.
1923’ te T.C. Devleti kuruldu. 1927
de ilk Cumhuriyet balosu yapıldı. Daha
500 m yolumuz yokken Batı tipi modernleşmeye adımımızı attık. Batı tipi
modernleşme de arttıkça garip olaylar
ortaya çıkmaya başladı. Buradan da
görebileceğimiz gibi bizde ipin ucunu
kaçıran okumuş diğer tabirle üst kısım
oldu. Halk asla ipin ucunu kaçırmadı.
Tercüme kitaplarla İslami düzen kurulmaya çalışıldı. Okumuş kesim doğru
yanlış düşünmeden Batı kaynaklarını
benimsedi o yüzden ipin ucunu kaçıran kısım oldu.
Diğer bir sorumuz ise; Cins Dergisi’ni
ne zaman çıkartmaya karar verdiniz ve
yeter artık dediğiniz nokta nedir?
“Ramazan ayında çıkartmaya karar
verdik. Yeter artık demedik. Baktık ki
memlekette ana çalışma hattı gavurluk olan dergiler var. Dedik ki neden bizim kızımız çocuğumuz bunları
okusun. Biz bunun daha iyisini yapar,
kızımıza da çocuğumuzu da bunu
okuturuz. Tek kaygımız ‘gavurluk’
yapmayalım yeter!
Ben ve arkadaşlarım var olanların
daha iyisini yaptık. Konu dönüp dolaşıp sosyal medyaya gavur denilen
kısmın sosyal medyayı aktif kullanıp
geliştirdiğine ve bizim bu konuda
daha geride kaldığımıza gelince ise
Kılıçarslan bakın neler diyor; “Bizde bu konuda özgüven eksikliği var.
Başkaları yapıyor biz sadece aa bizde
bunu düşünmüştük deyip kalıyoruz.
Bana diyorlar sosyal medyayı çok iyi
kullanıyorsun. Kullanırım tabi. Bunun
kuralı var saati var. Ona uygun davranıldığı zaman sosyal medyada başarılı olursun, davranmazsan başarılı
olamazsın bu kadar basit.”
Konu hiç Kılıçarslan’ ın belki de en
çok konuşulan yazısına gelmeden
olur mu? Neşeli Dindar Kızlar,
Mutsuz İslamcı Delikanlılar yazısını
kaleme almanıza sebep olan nedir?
Sorusuna cevap şöyleydi;
“Bizim mahalle, 28 Şubat başörtüsü
sorununu sadece kadınlara ait olarak
tanımladığımız gün neşeyi, hayatın
tüm yükünü kadınlara bıraktık. Biz
sakallarımız kesip sınavlara girdiğimiz
o gün sınavı kaybettik işte. Tabirimi
maruz görün ‘bir avuç kız çocuğu’ sorunu gibi oldu. Sınavlara giremeyen
neşeli dindar kızlar kurslara gitti, sınavlara giren İslamcı erkekler nargileye. Ara böylece gittikçe çoğaldı.
Erkekler özellikle bir atarlı yaklaştılar
yazıma. Ama ben sürekli kızların mücadeleleriyle karşılaştım bir tane de
olsa erkek grubu gelmedi bunu yapıyoruz abi diyerek. Örneğin; üç kız geldi yanıma. ‘Ayraç alır mısın abi?’ dedi
yardım için. ‘Pakistan’da yetimhane
açtık. Bunların parası oraya gidiyor.’
dediler. ‘Yetimhaneyi nasıl açtınız?’
dedim. ‘Ayraç satarak.’ dediler. Ayraç
lan ayraç..!
Başka bir yerde başka bir örnek yardım toplayarak kuyu açan kız çocukları... Nerede bizim atarlı erkekler. Yok,
Hamsterlar sürekli çemberde koşup
duruyorlar. Salak hayvan! Bir yere
gittiğini sanıyor. Bir dursa, bir görse
gitmediğini.
Asıl mesele şu; Ah bir dursak. Asla
fark etmiyoruz.
Süleyman Seyfi Öğün’ün de dediği
gibi vasatların ambalajlandığı bir dünyada yaşıyoruz.
somut bir şey yok. Bakın bu konferansta bile kızlar daha çok. Hayatın
kendini geliştirme alanında, neşeye
dair hep kızları görüyoruz.”
Cemaatlerde, vakıflarda inandığımız
gibi yaşamanın kapalı kutu içinde
kaldığı, yaşantılara aktarılamadığı
doğru mudur? Bunu nasıl kırarız?
Sorusuna cevabı şöyle oluyor
Kılıçarslan’ın;
Bana öyle bir adam getirin ki hem
Müslüman, hem hiç sokaklardaki reklam panolarındaki kızlara/erkeklere
bakmamış, hiç Tarkan dinlememiş, hiç
survivor izlememiş. Hayaller asr-ı saadet, hayatlar Show TV…
Bundan dolayı bu yapılar sadece
düzgün bir poza bürünmüş insanlar
yetiştirmiş oluyorlar. Neden? Çünkü
gittiğimiz dergâhı çamaşır makinası gibi kullanıyoruz. Üç saat güzelce
içine giriyoruz, üç saat sonra dışarı
çıkıp hayatımıza geri dönüyoruz. Bir
kıza aşık olduğu için utanan Müslüman olur mu hiç? İşte böyle kodlanıyor bazı dergâhlarda ve sonra oradan
kurtulduğu anda sapıtıyor insanlar.
Mesela bir grup gezici Divan Otelini
alkışladılar. Devrim yaptıklarını sandılar.
Ben umutsuzum.
Kendimle ilgili umutluyum ama elimde geleni yapıyorum.
Son olarak şunu söyleyeyim size;
“ Sol elinle çay içme haram diyor hacı
amca, kız da diyor ki sağ elimle senin
faiz oranını hesaplıyorum.”
“Ne diyeyim Allah’tan ümit kesilmez.”
diyen Kılıçarslan tüm samimiyetiyle
kendi hayat hikâyesinden örnekler
vererek İSTİKRAR kavramını ADAM
kavramını bizlere benimsetip, bizleri
ziyadesiyle memnun etmiştir. Altıncısını gerçekleştirdiğimiz “İstikrar
Zirvesinin” altıncı adımı olan İstikrar
Buluşması’nı gerçekleştirmiş bulunmaktayız.
İSTİKRAR kavramını Türkiye’nin gündemine taşıyan kurum olmayı hedefleyen Düşün Taşın Derneği, İstikrar
Zirvesi’ne giden yolda her ay farklı bir
konu ve konuşmacıyı katılımcılarla bir
araya getirmeye devam edecek.
Mehmet Kamil Özkan
GEZİ
58
59
Kitap Peşinde
Frankfurt
Kitap fuarı sadece fuar alanında değil şehrin her yanına dağılmış.
Frankfurt uçağının kapı kapamasına yaklaşık olarak 1,5 saat
var ve ben hâlâ elimde valizim ile
Harbiye’de bulunan ve onlarca bankosu ile Avrupa ülkelerine gitmek
isteyenlerin ilk duraklarından biri
olan VSF ofisinin kapısındayım. Daha
önce defalarca kez almama rağmen
yeni bir Schengen Vizesi için bekliyorum. Son günlerde global gündem
karışık olunca vize süreçleri de sıkıntıya girmiş bir gün önce beklememe
rağmen çıkmamış ve seyahatimi ertelemek zorunda kalmıştım. İçeriden
benim evraklarımla ilgilenen şirket
yetkilisinin elinde tek pasaport var
ve o benimki. Diğer 20 kişi bir gün
sonrasını beklemek zorunda.
Koşturmaca başlıyor. Metrolar, merdivenler, güvenlik kontrolleri ve nihayet havalimanındayım. Biraz soluklanıp Frankfurt Kitap Fuarı’na gitmek
için hazırım. Ve koridordan tercih
ettiğim koltuğuma yerleşiyorum. Az
sonra bu metal boru aracı ile 2300
km yol kat ederek Frankfurt Main
Aim bölgesinin en büyük havalimanına gideceğim. Kayseri Develi’den 45
yıl önce çıkıp Frankfurt’a yerleşmiş
bir amca ile başlayan yolculuk, leziz
bir akşam yemeği ile devam ediyor.
İki yıl önce ilk ziyaret ettiğimde şaşkınlığımı gizleyememiş ve durmadan
yürüdüğüm hâlde bütün salonları bitirememiştim. Gezegende yayıncılık
üzerine iş yapan ne kadar kurum varsa sanki burada toplanmıştı. Bu yıl ile
hem dijital kütüphanemiz Sky Library
için içerik anlaşmaları hem de basılı
yayıncılık alanında takip ettiğim Türk
Hava Yolları Yayınları için yeni içerik
seçimi ve yayıncılık alanındaki trendleri takip etmek için gidiyorum. Ayrıca
Türk Hava Yolları olarak fuara sponsoruz ve burada konuklarımıza yayınları
ve dijital kütüphane Sky Library’i deneyimletiyoruz.
Frankfurt Kitap Fuarı 1949 yılından
beri her yıl düzenleniyor ve 100 ülkeden 7000’den fazla yayınevi katılıyor.
Geçtiğimiz yıl 290.000 kişi fuarı ziyaret etmiş ve bu yıl daha da fazlası
bekleniyor. Bu yıl gerek iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin artması ve iş
yapış biçimlerini değiştirmesi gerekse
fuarlara global anlamda rağbetin düşmesi nedeni ile tüm salonlarda değil,
on iki salondan sadece altısında firmalar yer alıyor.
Kâğıt ve matbaa teknikleri çok eskilere dayansa da son 300 yıldır ha-
yatımıza yaygın olarak giren matbaa
ile birlikte bireysel kütüphaneler her
geçen yıl artmaya başladı. Yayınevleri
çoğalmaya başladı. Artık her isteyenin
kendi fikir ve düşüncelerini, yazdığı
romanları ve şiirleri istediği özgürlükte basabildiği bir dünyada yaşıyoruz.
Frankfurt Kitap Fuarı salonlarında
gezerken tam da bu manzaraları görüyor insan. Ancak diğer taraftan da
yakın gelecekte yok olmayacak olsa
da oldukça küçülecek olan basılı kitap pazarını düşünmeden edemiyor
insan koridorlarda gezerken. En son
bu cümleyi Türkiye’nin en büyük matbaalarından birini gezerken söylediğimde biraz kızgınlık, biraz kırılganlık
ile yüzüme bakıp hiçbir şey dememişti
bizi gezdiren yönetici. Üzgünüm ama
haklıydım.
Gözüme bağımsız yazar birliklerinin
geniş stantları çarpıyor. Herhangi
büyük bir yayıncıya bağlı olmadan
eserlerini yazan bu bağımsız yazarlar
ülkelerin ve farklı vakıfların desteği ile
gezegenin diğer tarafından kalkıp buraya gelmiş ve kitabını hiç görmediği
insanlar okusun diye bir kelime bile
bilmediği başka bir dildeki basımı için
telif anlaşması yaparken buluyor kendini. Diğer taraftan Amazon’un birkaç
yıl önce benzer bir hizmetle yazarlara
ne kadar faydalı bir platform sunduğunu hatırlıyorum. Chris Anderson’un
“Uzun Kuyruk” teorisine göre bu fuarda yer bulan bu yazarlar maalesef fiziksel mekân kısıtları ve ticari kaygılar
yüzünden çoğu zaman raflarda yer
bulamıyorlardı kendilerine.
Her yaştan çocuk için özel üretilmiş
içerikler, dünya mutfağının her türü
için özel oluşturulmuş tariflerin yazılı olduğu yemek kitapları, yalnızlık
ve özlem içinde yazılmış şiirlerin bulunduğu şiir kitapları, iş dünyasının
en bilinen kurallarının ve yaşanılmış
tecrübelerinin yer aldığı iş kitapları, önümüzdeki yıl için üniversiteye
hazırlanan öğrencilerin okuması için
yeni hazırlanmış ders kitapları, ülke-
61
GEZİ
lerin tarihleri, milletlerin kültürleri...
Hepsi fuar alanında bulunan milyonlarca kitabın içinde yer alıyor. İnsanın
sihirli bir güç ile tüm kitapları anında
okuyası geliyor.
Frankfurt’ta hava soğuk. Ara sıra yağmur da yağıyor. Akşam olduğunda
fuar alanındaki tüm yabancılar şehrin
sokaklarına dağılıyor. İş yemekleri için
en şık restoranlarda rezervasyonlar
hazır. Ben ise yalnız bir turist olarak
sokaklarda yürümeyi tercih ediyorum. İlk gün için önemli toplantılarımı
tamamlamanın vermiş olduğu huzur
ile şehrin merkezine doğru giden
trene biniyorum. Bugün güzel geçti
ve güzel proje fikirleri ve iş birlikleri
düşüncesi ile tren istasyonuna doğru
yürüyorum. Her gün İstanbul’da kıta
değiştiren biri olarak 10 dakikada bir
yere gidebilmeye çok alışık değilim.
Ancak şehrin merkezi diyebileceğim
Hauptwache İstasyonu’ndan otelimin bulunduğu havalimanına uzaklık
15 dakika olunca akşam da olsa bol
bol yürüyüp sokaklarda kaybolmaya
başlıyorum.
tadt mağazası bile yeter. Bir katını bile
hakkıyla dolaşıp ürünlere bakabilmeniz için en az iki saat gerekebilir. Veya
ara sokaklara serpiştirilmiş butiklerde
özel ürünler bulma ihtimaliniz daha
yüksek. Soğuk havada yorulduysanız
gidip sıcak bir kahve veya çay içmek
en keyifli deneyim olabilir.
Bir turist olarak Frankfurt biraz sıkıcı
denilebilir. Alışveriş anlamında istediğiniz her şey bulabileceğiniz mağazaların dışında akşam saatlerinde çok da
yapabileceğiniz bir aktivite yok. Römer bölgesine gidip tarihî evlerin yer
aldığı meydanda bir şeyler atıştırabilirsiniz. Eğer hafta sonu gittiyseniz ve
hava güzelse nehrin kenarında yürüyüşe çıkabilir, nehir kenarına dizilmiş
müzeleri ziyaret edebilirsiniz. Önceki
gidişimde saatlerimi harcadığım bitpazarı sadece hafta sonu kuruluyormuş. Bu sefer ziyaret edemiyorum.
Şehrin sokaklarında yürürken büyükçe bir kitapçı gözüme çarpıyor. Burası
İstanbul’daki pek çok AVM ile yarışabilecek kadar büyük olan ve içinde
binlerce kitabın 5-6 kata dağıldığı bir
derya. İçeride farklı katlarda farklı etkinlikler devam ediyor. Bir söyleşiye
rastlıyorum. Biraz dinledikten sonra
hiç anlamadığım bir dilde yazılmasına
rağmen çok faydalı içeriklerin yer aldığına inandığım binlerce kitabın arasında dolaşmaya başlıyorum. Kitapların arasında kayboluyorum. Kitap fuarı
sadece fuar alanında değil şehrin her
yanına dağılmış. Söyleşi afişleri, mini
sergiler, kampanyalar her yerde.
Alışveriş yapacaksanız sadece Kars-
Soğuk bir Frankfurt akşamında sokaklar sakinleşirken gündüzleri binlerce avroluk ürünlerin satıldığı mağazaların girişlerini soğuğa karşı siper
etmeye çalışan evsizlerin ve seyyar
yaşam alanlarının yanında içim burkularak geçiyorum. Milyarca doların döndüğü Frankfurt finans merkezlerinin
gölgesinde bu tezatlık karşısında yapabileceğimiz pek bir şeyin de olmaması ayrı çaresizlik duygusu yaşatıyor
insana.
Biraz alışveriş ve fazladan bir kaç toplantı ile geçen ikinci günün sonunda
Frankfurt’tan ayrılma vakti geliyor.
Gelirken yaşadığım karmaşanın aksine S hattındaki S8 treni ile 15 dakikalık yolculuk sonunda havalimanındayım ve gece yolculuğu ile dönüş
başlıyor. Kitap dolu ve güzel amaçlar
için yapılmış bir dizi görüşme sonrasında dönüş yolundayım. Önümüzdeki yıl tekrar bulunma dileği ile uçağın
camından son kez şehri selamlıyorum.
62
63
Hilal Kartal
AKTÜEL
RIchard Branson 1950’de
Surrey’da orta hâlli bir İngiliz ailenin çocuğu olan televizyon ve
radyo olmadan büyüyen, disleksi
olması sebebiyle derslerinde zorluk çeken, arkadaşları tarafından
alay konusu olan bir çocukluk geçirmiştir. Branson, eğitimde başarılı
olamayınca ‘’neyde başarılı olurum’’
sorgulamasına girer ve ailesini ikna
edip 16 yaşında okulu bırakıp ‘’Student’’(öğrenci) isimli gençlik dergisi
çıkarmaya karar verir. Okulu bırakıp
öğrencilik ile ilgili dergi çıkartması
onun mizahi yönünün kuvvetli olduğunun göstergesidir.
Branson, hatalı iş yapan kişilerin eksik yönlerini bulup kendine
dersler çıkarır ve bu doğrultuda yeni bir girişimde bulunur.
SINIR TANIMAYAN
GİRİŞİMCİ:
RICHARD BRANSON
Derginin ilk çıkışı oldukça sıkıntılı
olsa da yılmayan Branson, ilerleyen yıllarda bekleyişinin meyvesini
derginin her sayısını 50.000 kişinin okuyuşu ile alır. Student dergisi
Branson’a ‘’Girişimci nasıl olunur?
Ticaret nasıl yapılır? İnsanlar nasıl
ikna edilir? İşler nasıl organize edilir ?’’ sorularına uygulamalı şekilde
cevap olanağı tanıyan başarılı bir
girişim hâline gelir. Ve bu dergi Richard Branson’u Nirvana’ya götüren
ilk minik ama kuvvetli adımdır.
Derginin gençlere odaklı oluşu aktif okuyucu sayısına etkisi büyük
olup genelde ‘’müzik’’ ve ‘’parasızlık’’
temaları işleyen Richard Branson
‘’piyasa fiyatının altında, eve teslim plak/kaset’’ projesi ile ilk müzik
girişiminde bulunur. 1970 yılında
ayakkabı satan bir dükkânın içinde
müzik mağazasını açar elbette ama
ayakkabıcıda bunu açmak epey zorlu olmuştur. İkna gücünü kuvvetlendiren Branson ayakkabıcıya ‘’Benim
sayemde daha çok ürün satacaksın
ve daha çok müşterin olacak’.’ deyip
ikna eder. Mağazaya gelen müşterilere pozitif enerji veren Richard
Branson’un tavrı kısa zamanda bu
küçük müzik mağazasının gençlerin
buluşma noktası haline gelmesine
ve adının iyice yayılmasını sağlar.
Hem eve plak teslim projesi ile hem
de mağazasındaki kaset /plak satışlarıyla girişimciliğinde büyümeye
devam eder.
Ve 20 yaşında ‘’Virgin Mail Order
Record Company’’i kurar.
15 yaşındaki müzisyen arkadaşı
Mike Oldfield’in şarkısını hiçbir yapımcıya kabul ettiremeyince her
riski göze alarak ‘’Ben yaparım.’’ der.
Çünkü bu şarkıların müthiş olduğuna ve gençlerin büyük ilgi göstereceğine inanır ve yanılmaz. Mike Oldfield’in Tubular Bells albümü uzun
yıllar en çok satan listelerinde yer
alır bu anlık ‘’ben yaparım’’ cümlesi
Richard Branson’u bir adım daha
ileri götürür ve ‘’Virgin Records’’u
kurmasını sağlar.
Pek çok dalda girişimci vizyonu taşıyan Branson, bir gün havacılık şirketlerinin yolculardan fazla maliyet
almasına karşın hem müşterilerinin
hem de şirket çalışanlarının mutsuz olduğunu fark eder. Havacılık
sektöründe ‘’yok’’ olan olguları ‘’var’’
etmeye çalışır. Çünkü Branson hatalı iş yapan kişilerin eksik yönlerini
bulup kendine dersler çıkarır ve bu
doğrultuda yeni bir girişimde bulunur. Hava yolu taşımacılığı kurma isteğini rasyonel hâle getirmeyi hayal
eden Richard Branson bir gün eşi
ile Puerto Rico’ya seyahat etmek
için havaalanına gelir ve o an uçuş
iptal edilir. Tüm yolcular söylenmeye başlar, hiç kimse etkili bir çözüm
üretmez. Ama ‘’biri bir şey yapmalıydı’’ ve bunu yapan kişi Richard
Branson olur. O anda 2000 dolara
bir charter kiralar ve uçuşu iptal
edilen yolcu sayısına böler. Bir tahta
RIchard
Branson’un
gerçekleştirilmek
için çalıştığı
üç hayali var.
İstanbul- Sidney
ve İstanbul-Los
Angeles arası
uçuşun yarım
saate indirmek,
uzaya yolculuk
ve uzayda otel
kurma hayali.
AKTÜEL
64
üzerine ‘’ Virgin Airways 39 Dolar Tek
Uçuş’’ yazar ve Virgin Airways’ın ilk uçuşu böyle bir hikâye ile başlar. Olağan dışı
olmak Branson’un yapısında vardı, ancak gelenek dışı çözümler bulunabilirse
insan farkındalıklı olabilirdi ve farkındalık
en büyük başarıydı Branson için...
Diğer hava yolu taşıma şirketleri Virgin
Airways’ın başarısızlığı için ellerinde geleni yapmış olsalar da, medya ‘’Virgin ile
kim uçar’’ yazsa da Virgin Airways bunlara kafa yormayıp girişimcilik vizyonuna
odaklanmış ve Virgin Atlantic’le ilk Londra-New York uçuşunu gerçekleştirmiş.
ABD ve Avrupa arasında en fazla yolcu
taşıyan uçak şirketi konumuna gelmiştir.
Bir röportajında “Bizi hava yolu sektörüne geçerken çok uyardılar, farklı
sektörlere geçmenin çok riskli olacağını
söylediler ama bence iş hayatında başarılı olmak için sürekli evrim geçirmenin, sadece bir iş kolunda kalmamanın
doğru olduğuna inanıyorum. Biz de Virgin olarak bunu yaptık ve büyüdük, biz
ilk günden beri hayal ediyoruz ve ha-
yallerimizi gerçekleştimeye çalışıyoruz.’’
sözleri ile iyi bir girişimcinin yeniliklere
açık, tek bir alanda değil pek çok alanda düşünebilir, çözümcü ve elbette ki
kendine güvenen risk alan birey olması
gerektiğini anlıyoruz.
Richard Branson’un gerçekleştirilmek
için çalıştığı üç hayali var. İstanbulSidney ve İstanbul-Los Angeles arası
uçuşun yarım saate indirmek, uzaya
yolculuk ve uzayda otel kurma hayali.
Otelde Ay’ın dönüş hızından faydalanarak enerji harcamayıp bir tur atmayı
sağlamak. Şimdiden uzaya yolculuk biletleri satışa çıkan Branson bu alanda
da başarılı olacağına inanıyor. Çünkü
‘’insana değer veriyorum’’ diyen Richard Branson bir marka için en büyük
yatırımın insana verilen değer olduğu
görüşünde.
Her işi denemeye değer gören Branson bundan olsa gerek son 35 yılın en
vizyoner girişimcisi ve dünyayı şekillendiren 100 insandan biri durumundadır.
Eğer başarılı bir
girişimci olmak
istiyorsanız
‘’Neden’’ yerine
‘’neden olmasın ki’’
demelisiniz.
AKTÜEL
66
E-Dönüşüm Gençlere İş Hayatında
Gelecek Sunuyor
Dijitalleşen dünya ile birlikte, sosyal ve profesyonel hayatımız ihtiyaçlar
doğrultusunda dönüşmeye devam ediyor.
İş süreçlerinin daha hızlı, tasarruflu, kolay ve verimli bir şekilde sürdürülebilmesi için ihtiyaca uygun çözümler
tercih ediliyor. Dijital dönüşüm, e-dönüşüm hizmetlerle birlikte iş süreçlerini hızlandırıyor, zaman ve maliyetten
önemli oranda tasarruf edilmesini mümkün kılıyor. Bu dönüşümün itici gücünü
gençlerin oluşturması kaçınılmaz. Sürdürülebilir kalkınmanın temel faktörü
olarak görülen nitelikli genç girişimcilerin desteklenmesi, ülkemizin kalkınma
hedefleri arasında en önemli stratejiyi
oluşturuyor.
E-dönüşüm stratejisi kapsamında yürürlüğe giren hizmetler, ülke çapında
hızla yaygınlaşıyor. Günümüzde teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, yasal
düzenlemeler; toplumu, kurumları ve
bireyleri yakından etkiliyor. Teknoloji ve
internet, bir yandan önemli kolaylık, verimlilik ve maliyet avantajları sağlarken,
diğer yandan e-dönüşümün lokomotifi
oldu. Küresel çapta önemli bir eğilim olarak uzun zamandır gündemde yer alan
e-dönüşüm, ülkemizde de son zamanlarda en çok konuşulan konulardan biri. Ticaretin ve iş süreçlerinin fiziki ortamdan
bilgisayar ortamına taşınması ile yeni bir
dönem şekillenmeye başladı. E-fatura,
e-defter ve e-arşiv şirketlerin faturaya
geçiş süreçlerinde ihtiyaçlarını analiz etmelerine ve belirlemelerine imkân sağlayan TÜRKKEP, uluslararası standartlara uygun şekilde sağladığı hizmetleri
ile e-dönüşümde güvenilir öncü kurum
olma misyonunu sürdürüyor.
GÜVEN KURUMU TÜRKKEP
E-DÖNÜŞÜMDE LİDER ÇÖZÜM
ORTAĞINIZ
TÜRKKEP, uluslararası standartlarına
uyumlu hizmet ve çözümleri sayesinde
verimliliğinizi artırarak, deneyimli ekibiyle fark yaratıyor. İş süreçlerinizi tasarruflu, verimli ve doğa dostu bir şekilde gerçekleştirme olanağı sağlıyor. TÜRKKEP,
e-dönüşüm, iş süreçlerinin daha kolay
ve hızlı ilerlemesini sağlarken, bir yandan
da zaman, iş gücü ve maliyet açılarından
önemli tasarruflar sağlanmasına olanak
yaratıyor. Sadece teknoloji değil, hukuki
ve kültürel boyutların da dâhil edilmesiyle oluşturulan e-dönüşüm süreçleri
sağlıklı sonuçlar veriyor.
TÜRKKEP HİZMETLERİYLE
HAYATINIZI KOLAYLAŞTIRIYOR
TÜRKKEP, kurumsal güvenirliği ve tarafsızlığı ilke edinen; sahip olduğu birikimi, deneyimi, teknolojik altyapısı,
uzman kadrosu ve güven kurumu olma
özellikleriyle; ülkemizin öncü güven kurumlarından biri olarak tüm şirketlere,
kurumlara, kuruluşlara ve bireylere KEP,
e-imza, e-fatura, e-defter, e-mutabakat, e-tebligat ve e-bordo gibi hizmetler
ile e-saklama hizmetlerini tek noktadan, ülke geneline yaygın hizmet ağı ile
sağlıyor.
TÜRKİYE GENELİNDE GENİŞ
BAYİ AĞI VE YERİNDE HİZMET
OLANAĞI İLE FARK YARATIYOR
Kayıtlı Elektronik Posta (KEP)’da öncü
kurum TÜRKKEP; e-postalarınızın yüzde 100 güvenli ve yasal geçerli olmasını sağlıyor. Çözüm ve hizmetleriyle
zaman, emek, maliyet ve hız sağlayarak
iş gücünden tasarruf etmenizi mümkün
kılıyor. Türkiye genelinde geniş bayi ağı
ile yerinde hizmet olanağı sunarak, 7/24
müşteri desteği sunuyor. TÜRKKEP, Kayıtlı Elektronik Posta (KEP) hizmetleri
sağlamak üzere, Bilgi Teknolojileri ve
İletişim Kurumu (BTK) tarafından yetkilendirilmiş bir hizmet sağlayıcı konumunda. E-fatura ve e-defter, hizmetleri
ve çözümleri sağlamak üzere Gelir İradesi Başkanlığı (GİB) tarafından yetkilendirilmiş hizmet sağlayıcılarından biri
olan TÜRKKEP; Türk Ticaret Kanunu,
Tebligat Kanunu ve Vergi Usul Kanunu
kapsamındaki KEP, e-tebligat, e-fatura
ve e-defter düzenlemelerine göre, gönderme, alma ve saklama hizmetlerini
vermek için yetki almış; bu hizmetleri
tüm Türkiye genelinde sağlayan, ülkemizin öncü güven kurumu olarak hizmet
vermeye devam ediyor.

Benzer belgeler