Komünist Kuzey Kore

Transkript

Komünist Kuzey Kore
Komünist Kuzey Kore
-Liberal Olmayan Birinin Anlatımı İleVolkan Ertit
Kuzey Kore’yi özgürlükçü perspektiften anlatan bir makaleyi yazmak için elde yeterince veri
ve bilgi vardı. Sadece onları bir araya getirerek kolektivist, devletçi, tek adamcı bir sistemin,
yani Kuzey Kore’deki hali ile komünizmin (Kuzey Kore’de komünizm, İtalya’da Faşizm,
Almanya’da Nazizm, S.S.C.B’de Stalinizm v.b.), insanlara yaşattığı fakirliği ve yıkımı
göstermek çok zor olmazdı. Hatta kimi zaman onlarca sayfalık bir yazının yerini tek bir olay
oldukça net bir şekilde anlatabilir. Sadece Çin’in Kuzey Kore sınırına Kuzey Kore’den
kaçanları önleyebilmek için duvar ördüğünü ifade etmek bile Kuzey Kore’deki dram ile ilgili
ipucu verecek okuyucuya. Zira, özgürlükler konusunda karnesi pek de parlak olmayan Çin
Halk Cumhuriyeti’ni “kurtuluş” olarak görenlerin ülkesi Kuzey Kore.
Bununla beraber, yine de Kuzey Kore’yi bir liberalin kaleminden değil de, aksine,
kendisini liberal olarak tanımlamayan birinin kaleminden okumanın daha çarpıcı olacağı
kanısındayım. Tam da bu nedenle Kuzey Kore’yi, o ülkeyi gezmiş Atlas dergisi ekibinden
Gürsel Göncü’nün çarpıcı gözlemlerini aktararak anlatacağım. 1
Tek Adamın Ülkesi
Kore 1948 yılında ikiye bölündü. Kuzey Kore, o zaman komünist olan Rusya ve Çin’in
desteği ile komünizmi kendi sınırları içerisinde hakim kıldı. O günden beri komünizmle
yönetilen Kuzey Kore’yi Atlas yazarı Gürsel Göncü dünyanın tartışmasız en kapalı ülkesi
olarak niteliyor. 1994 yılındaki ölümüne dek 44 yıl iktidarda kalan Kuzey Kore’nin efsane
lideri Kim İl-Sung’u da “ölümünden sonra bile sözleriyle, gölgesiyle, onlarca metrelik
heykelleri ve anıtmezarındaki mumyalanmış haliyle bugün hâlâ bu ülkeye hükmediyor.” diye
anlatıyor Göncü. Yazara göre bir “ulu” ya da insan ötesi liderin ülkesinde olduklarını henüz
havalimanında hatta uçakta iken hissetmişler. Çünkü herkes göğsünde Kim-İl Sung'un
rozetini taşıyormuş.
1
Makalenin tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.kesfetmekicinbak.com/dunya/02780/
Gümrükten problemsiz geçtiklerini belirten Göncü, yanlarındaki “tüm fotoğraf
makinesi, kamera, kayıt cihazı, para, kitap, vesaire envanterini” vermek zorunda kaldıklarını
belirtiyor. Atlas ekibine eşlik edecek iki Kuzey Korelinin havalimanında onları karşıladığını
belirten Göncü, bu eşlik etme olayını şu şekilde yazmış: “Kapıda, sekiz gün boyunca
birlikte olacağımız iki mihmandarımız bizi bekliyordu. Bu birlikte olmanın anlamının
biraz değişik olduğunu hemen anladık. Bay Y ve Bay Y, sekiz gün boyunca biz sadece
oteldeki odamızda bulunduğumuz sürece yanımızda değildiler. Adam adama markajı
büyük başarıyla, yorulmadan sıkılmadan uygulayan bu baylar, aynı otelde bizimle
beraber kaldılar, hatta tuvalete bile bizimle geldiler.”
Göncü, havalimanından otele doğru giderken içinde bulundukları minibüsten bir hafta
boyunca sadece onlara izin verildiği ve programda öngörüldüğü müddetçe inebileceklerini
öğrendiklerini söylüyor ve ardından ekliyor “Hani derler ya insanoğlu her şeye alışır...
Kesinlikle doğru. Bırakın bizi, Kuzey Korelilerin nelere alıştıklarını görünce,
durumumuza şükrettik.”
Kuzey Korelilerin Alıştıkları Şeyler
Yazar Kuzey Kore sokakları ve de Kuzey Kore insanının zayıflığı için şu ifadeleri kullanmış:
“İlk gözümüze çarpan şey, son derece geniş caddeler ve bu yollarda bulunmayan
arabalardı. Kuzey Kore'de trafik diye bir şey taşıtlar için söz konusu değil. Sadece ciddi
bir yaya trafiği var. İnsanlar kâh yol kenarlarında kâh yollarda yürüyorlar. Herhangi
bir arabanın geçmemesine o kadar alışılmış ki, minibüsümüzü kullanan şoförün bir eli
sürekli klaksondaydı. Ülkede özel mülkiyet zaten çok sınırlı olduğundan, özel araba diye
bir kavram yok. Sınırlı sayıdaki arabaların ya devlete ya da üst düzey bürokrat veya
Kore İşçi Partisi üyelerine ait olduğunu varsayabiliriz.”
Yazara göre işin daha ilginci, yani sokaklarda araba olmamasından daha ilginci
bisikletlerin de olmaması: “Şehirlerarası yolculuk diye bir konu olmadığı için, düzenli
şehirlerarası otobüs seferi de bulunmuyor. Şanslı olanlar ve tabii izin belgesi bulunanlar
kamyon kasalarında bir noktadan diğerine gidebiliyor. Ama asıl çarpıcı olanı,
bisikletlerin azlığı. Uzakdoğu'nun klasikleşmiş hafif taşıtı bisiklet bile Kuzey Kore'de
tek tük. Bu neye yol açıyor? Tabii ki Kuzey Korelilerin dünyanın en sportmen halkı
olmasına; çünkü her yere yürüyerek gidiyorlar. Şaka değil; özellikle şehirlerarası
yollarda yürüyenleri ve yerleşim yerlerinin birbirine olan mesafesini görünce insan
inanamıyor. Günde ortalama 20-25 kilometre yürüdüklerini tahmin ettiğimiz insanlar,
yanlarından araba geçerken bakmıyorlar bile. Başka bir âlemdeler, başka bir
konsantrasyon içindeler. Belki de biz, yani arabayla onların yanlarından geçenler başka
bir âlemdeyiz. Kuzey Kore gerçeği yolda yürüyor. Bu sahneye şahit olunca neden bu
ülkede bırakın şişman insanı, biraz kilolu birini bile görmediğimizi anlıyoruz.”
Yağmur Yağdı, Herkes Öldü
Yazar Göncü, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki Kuzey Kore tarihini anlatırken, özellikle
1990’lara kadar Kuzey Kore’nin oldukça iyi bir durumda olduğunu, Güney Kore’nin ise
Amerikan yardımı ile ayakta durduğunu söylüyor. Ancak hemen ardından Kuzey Kore’de
yaşanan sel felaketleri ile 3 milyon kişinin öldüğünü belirtiyor. Bu inanılması güç rakamın
ardındaki nedenler üzerinde pek durmuyor. Okuyucuya sel felaketinden 3 milyon kişinin
ölmesi biraz tuhaf gelebilir, ama az sonra okuyacağınız gibi yazarı buna inanıyor.2 Bununla
birlikte Birleşik Devletler yardımı ile ayakta kaldığı iddia edilen Güney Kore’nin aynı
dönemde dünya devleri ile yarışacak bir ekonomik güç haline gelmesinin nedenleri üzerinde
durmuyor Göncü: “80'li yıllara gelindiğinde, görece planlı bir ekonomiyle idare edilen ve
hem doğal kaynakları hem de sanayi yatırımları hiç de fena olmayan Kuzey, başta
SSCB'yle olmak üzere 'sosyalist ticaret'i de başarıyla yürütüyor, Güney'e fark atmış
gözüküyordu. Tek avantajı sadece geniş tarım alanları olan Güney ise hâlâ Amerikan
yardımıyla idare eder bir vaziyetteydi. 90'lı yıllarda ise durum tersine dönmekle
kalmadı, Kuzey için çok felaketli bir hal aldı. Doğu Bloku çöktü, Kim İl-Sung öldü,
birbiri ardına gelen sel felaketleri hem evleri hem zaten kısıtlı olan tarım alanlarını yok
etti. Kişi başına düşen yıllık gelir 200 dolar seviyesine düştü. Ve en acısı 94/97 arası tepe
noktasına erişen kıtlık ve açlık sonucu Kuzey Korelilere göre 300 bin, Batılı kaynaklara
göre 3 milyona yakın, büyük ihtimalle ikisinin arasında bir sayıda insan öldü.
Kuzey'deki düşman kardeş can çekişirken, Güney'de yeni bir Asya kaplanı
doğuyordu. Otomotiv, elektronik ve iletişim teknolojisine yatırım yapan Güney Kore
yürüdü gitti ve bırakın Kuzey'le kıyaslanmayı, dünya devleriyle aşık atar hale geldi…
Kuzey Kore'nin zor zamanları hâlâ devam ediyor. Konuştuğumuz yetkililer de -ki zaten
yetkililerden başka birisiyle konuşmanın imkânı yok- bunu kabul ediyor.”
2
Bu konu ile alakalı olarak Julian Morris’in “Küresel Isınmaya Uyum Sağlama Konusunda Piyasa Kurumlarının
Rolü” adlı makalesi ufuk açıcı bir nitelik taşıyor. Morris bu yazısında doğal felaketlerin zararlarını en aza
indirmenin yöntemlerini 6 maddede özetliyor. http://www.ozgurtoplumundegerleri.com/makale.php?mid=66
Yazar Göncü, Kuzey Kore’nin 3 milyon insanını ölüme mahkûm etmesini 44 yıllık bir
liderin ölümü ve sel felaketlerine bağlıyor. Ancak aynı süre zarfında kendisinin de belirttiği
gibi Güney Kore’nin cılız bir ülke durumundan dünya devi olmasına neden olan dinamikleri
pek anlatmak istememiş görünüyor: “Kuzey Kore sosyal handikaplarının yanı sıra iktisadi
durumuyla da hiç parlak bir tablo çizmiyor. Eski teknoloji kullanan ağır sanayi
kuruluşları ya artık hiç çalışmıyor ya da son derece verimsiz bir halde. Enerji ve
akaryakıt sıkıntısı her an hissediliyor.”
Akşam olduğunda kaldıkları otelin penceresinden şehre baktıklarında ciddi bir sıkıntı
ile karşılaşıyorlar: “Yaşanan ekonomik sıkıntı, özellikle enerji sektöründe kendini belli
ediyor. Belli başlı bazı yapılar ve apartmanlar haricinde ışıkları yanmayan bir başkent
görüyoruz.” Biraz ileride bu sefer zaten tek tük gördükleri arabalardan bahsediyor: “Ülkede
gördüğümüz sınırlı sayıdaki aracın neredeyse hepsinin lastikleri kabaktı, hatta daha da
kötüydü. Yolda kalmış, arıza veya kaza yapmış araba ve kamyonlar da gördük.”
Tüm Filmler İçin Aynı Dekor
Şu ana kadar yazarın daha çok ekonomik alanda halkın çektiği sıkıntıları paylaştığını
görüyoruz. Şimdi ise ona ilginç gelen bazı “siyasi” özgürlük kısıtlamalarına bakalım. Örneğin
yazar neden günlük hayatı yansıtan fotoğraf çekemediklerini şu şekilde anlatıyor:
“Korelilerin en büyük korkusu, bizim ülkeleri hakkında kötü şeyler yazmamız, kötü
fotoğraflar çekerek bunları düşmanlara satmamızdı. Fobi haline gelmiş bu vaziyet
karşısında, tabii söylenen sözlerin hiçbir anlamı kalmıyor. Düşman veya taraf
olmadığımızı söylememiz ise ya inandırıcı bulunmuyor ya da inanılsa bile durumda bir
iyileşmeye yol açmıyor. Bu korkunun yeterince olumsuz bir sonuca yol açtığını, gündelik
hayatı ve insanları yansıtan fotoğraf ve ilk elden bilgilerin olmayışının daha da olumsuz
karşılanacağını anlatmamız da pek bir işe yaramadı.”
Konu sadece fotoğraf değil. Diktatörlüğün olduğu bir ülkede, sistemin ister istemez
âdemoğlunun tüm yaşantısına müdahale etmesi kaçınılmaz. Fotoğrafçılık ile beraber, sinema,
edebiyat, internet, tiyatro ve insana dair her türlü üretim devlet kontrolünde. Ya yasak ya da
devletin izin verdiği kadar… Örneğin yazar Göncü Kuzey Kore’de gittikleri film stüdyolarını
şu şekilde tasvir ediyor: “Burasının en önemli özelliği dekorların sabit oluşuydu. Yani her
şey üç boyutlu olarak inşa edilmiş; binalar, yapılar, yazılar, eşyalar, hepsi gerçek, hepsi
betonarme. Nedeni basit, çünkü bu dekorlar hiç değişmiyor aşağı yukarı hep aynı
filmler çekiliyor. Ya eski zamanlarda geçen aşk, intikam ve macera filmleri ya da
modern zamanlarda geçen, emperyalistlere karşı verilen mücadeleleri konu alan
filmler… Peki modern zamanlarda geçen ve içinde savaş olmayan, yani sadece 'sivil'
konuları işleyen filmler var mı? Hayır, yok. Ana konusu savaş olmasa da emperyalistler
ve onların yaptıkları kötülüklerle ilgili temalar mutlaka bugünkü filmlerin içine
sokuluyor. Tabii Korelilere göre bu, özel olarak yapılan bir şey değil. Normali bu zaten.
Diğer türlü bir film olabileceği düşünülmüyor bile.”
Ülkedeki televizyon durumu ise: “Ülkede tek bir TV kanalı bulunuyor. Otel
odasında baktığımız kanalda ya yurttan sesler korosu ya propaganda filmleri veya
dizileri ya da çeşitli komiklikler yapan bir maymunun uzun uzun gösterildiği bir
program vardı.”
Sonuç Yerine
Kuzey Kore ile ilgili Atlas’ta yayınlanan bu gezi yazısından kimi bölümleri paylaştım sizlerle.
Yazının tamamına ulaşacabileceğiniz linki ilk sayfada bulabilirsiniz. Özellikle Atlas
dergisinde yayınlanan bu yazıyı seçmem yazarın kendisini liberal olarak tanımlamıyor olması
ve kardeşi Güney Kore dünya devlerinden biri iken Kuzey Kore’nin bu felaketleri yaşıyor
olmasını totaliter, komünist sisteme bağlamıyor oluşu. Zira Kuzey Kore’de 3 milyon kişinin
ölümünü “kutsal-ulu liderleri öldü, o senede çok yağmur yağdı, sel oldu, kıtlık oldu” naifliği
ile açıklayabiliyor yazar Göncü. Ben yazarın bu ifadeyi onun komünizmi aklamak için değil,
aksine samimiyetle yazdığını düşünüyorum. Yazının geneline baktığınızda onun bu naif
üslubunu, sinsi bir komünizmi aklama çabası olarak değil, yazarın iktisat disiplinine ve
politikaya olan uzaklığı ile açıklayabiliyorum. Ancak bu konudaki yetersizlik, Türkiye’nin
Atlas gibi en saygın dergilerinden birinde yayınlanmış olan bu güzel Kuzey Kore yazısına
kayıtsız kalmalıyız anlamına gelmiyor. Aksine yazar Gürsel Göncü okuyucuya okuması
oldukça zevkli, ilginç ve üslubu akıcı bir gezi yazısı sunmuş. Kaldı ki yukarıdakiler benim
onun yazısını okuduktan sonra düşündüklerim. İnanıyorum ki başka okuyucular onun yazısı
üstünde farklı okumalar yapacaktır her ne kadar komünizmin getirdiği felaket baki olsa da.