Şubat2015 - Atatürk İletişim Gazetesi

Transkript

Şubat2015 - Atatürk İletişim Gazetesi
Özgecan’a yapılan
‘cinsiyetçi terör’dür
KADIN HAKLARI DEĞİL İNSAN HAKLARI
Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mevlüt Özben, Özgecan
Aslan cinayeti ve benzer vakaların ‘cinsiyetçi
terör’ bağlamında ele alınıp ceza yasalarının buna göre düzenlenmesi gerektiğini belirtti. ‘Kadın hakları’ ayrımını doğru bulmadığını belirten
Özben, sorunların insan hakları
kapsamında ele alınması gerektiğini söyledi. Ayşe İlgen t Sayfa 6
Yıl: 13 Sayı: 83
Şubat-Mart 2015
İki yeni fakülte
Karne sevinci
Doç. Dr.
Mevlüt
Özben
Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Yolgeçti köyünde yaşayan
kadınlara ‘kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini’ projesi
kapsamında iki ay boyunca eğitim verildi. Okuma yazma, töre,
aile baskısı, erken evlilik gibi çeşitli konularda ders ve seminer
alan kadınlara sertifika da verildi. Melike Ceyhan t Sayfa 16
Atatürk Üniversitesi’nde iki yeni
fakülte kurulmasına ilişkin 8 Mart
2015 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı
kabul edildi. Karar ile Oltu’da Beşeri ve Sosyal Bilimler Fakültesi ile
merkez yerleşkede Spor Bilimleri
Fakültesi kuruldu.
Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Hikmet Koçak, kuruluşu gerçekleşen iki yeni fakültenin hayırlı olmasını diledi. Koçak, yeni fakültelere
yeni eğitim-öğretim yılında öğrenci
alınacağını da duyurdu. İFHA
Atatürk İletişim
Haber Hattı
Tel: 0 442 231 51 61
Fax: 0 442 236 09 64
At a t ü r k Ü n ive r s i te s i İ l e t i ş i m Fa kü l te s i Ö ğ re n c i U yg u l a m a G a z e te s i
e-mail: [email protected]
Atatürk İletişim unutulmaya yüz tutan iki dramatik olayın üzerindeki sır perdesini aralıyor.
Başbağlar’ın katilleri nerede?
Yavi’de
33 ölü
KÖYÜN ERKEKLERİNİ TARADILAR
Turgut Özal
TÜRKİYE’NİN KARANLIK YILI: 1993
1993 yılı bir dizi karanlık olayla tarihe geçti.
Faili meçhul cinayetler, şüpheli kazalar ve ölümler... PKK, 24 Mayıs’ta Bingöl’de 33 eri katletti. 2
Temmuz’da Sivas’ta Madımak otelinde, iki gün
sonra Erzincan Başbağlar’da insanlar katledildi.
Adnan Kahveci
Org. Eşref Bitlis
1993 yılına damga vuran faili meçhul
cinayet ve katliamlar
unutuluyor...
SİVAS’IN İNTİKAMI ALINDI!
Uğur Mumcu
YAVİ VE ÇİÇEKLİ’DE KATLİAM
Sonbaharda ise Erzurum’un Yavi ve ve Çiçekli köylerinde teröristler masum köylüleri kurşuna dizdi. Yavi katliamının failleri bulunamadı;
1993’teki diğer karanlık olaylar gibi unutulmaya
terk edildi. Ahmet Kotan t Sayfa 12-13
Bu anıt
ne için
dikildi?
Ulaşım yaşlı
ve engelliler
için sıkıntılı
Yurt yok,
kiralar
pahalı
Erzurum’da iki üniversitede 100 bin öğrenci öğretim
görüyor. Bu öğrencilerin en önemli sorunu barınma. Her
10 öğrenciden sadece 1’i devlet yurdunda kendisine
yer bulabiliyor. Yabancı öğrencilerin durumu ise daha
kötü. Öğrenciler, yurtların yetersizliği ve yüksek kiralardan muzdarip. Ev sahipleri ve emlakçılar ise öğrencilerin kiracılığından şikayetçi. Semih Yüksel t Sayfa 10
ERZURUM için Zorlu yolların
özveriyle çalışıyoruz kahramanları
65 yaş üstü ve engellilere tanınan
ücretsiz ulaşım hakkı, otobüs şoförlerince hiçe sayılıyor. Soğuk kış günlerinde duraklarda bekleyen yaşlı ve
engelliler, gelip geçen otobüslere binememekten yakınıyor. Şoförler ücretsiz
ulaşım hakkının istismar edildiğini
savunuyor. Ulaşım Daire Başkanı
Yeniay, çok sayıda şikayet aldıklarını
ve şoförlere ceza kestiklerini söyledi.
Erzurum Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Selami Keskin
Erzurum için yeni yatırım projelerini
büyük bir özveriyle sürdürdüklerini
söyledi. Yoğun bir çalışma temposu
içerisinde bulunduklarını dile getiren
Keskin, “Erzurum’u dünyanın sayılı
merkezlerinden biri haline getireceğiz.”
dedi. Öztan Aydın t Sayfa 5
Selami Keskin
Lavaş bizimdir,
kaptırmayız!
Tır şoförleri ağır yüklerin yılmak bilmez taşıyıcıları. Bilmedikleri ülkelere, zor
yollara, farklı kültürlere yelken açarlar
her seferinde. Vedat Demirci tır şoförlüğünün iyi ve kötü yönlerini anlattı. Kısmet
Demirci t Sayfa 7
Dershane 5,
motivasyon 95
Kapatılması gündemde olan dershaneler konusunda Doç. Dr. Başaran Gençdoğan’dan ilginç bir tespit geldi: “Başarı için
dershane katkısı yüzde 5, motivasyonun
katkısı yüzde 95’tir.” Yağmur Teke t Sayfa 15
Yavuz Aktürk t Sayfa 4
2
Olay yerine “Sivas’ın intikamı alındı” şeklinde not bırakıldığını belirten Başbağlar Köyü Dernek Başkanı
Mehmet Ali Dikkaya katliamla ilgili
kimsenin ceza almadığını söyledi.
Dikkaya, şüpheli isimler üzerinde
durulmadığı için olayın unutulmaya terk edildiğini de ifade etti.
Işıl Çimen t Sayfa 13
Ağrı şehir merkezindeki Hava Şehitleri Anıtı, Belediye
Başkanı Sırrı Sakık’ın “Kaldıracağım” sözleriyle gündeme gelmişti. “Anıtıma dokunma” hesabı ile karşı kampanya başlatıldı.
Resmi görüş, anıtın İran’dan
dönerken düşen uçağı temsil
ettiğini savunurken karşı görüş
anıtın Ağrı isyanı sırasında
isyancılar tarafından düşürülen
uçak için dikildiğini iddia ediyor. Y. Özgür Bülbül t Sayfa 8
Doğuda çiçekçilik
yapmak zor
1993 yılının karanlık olaylarının en
dramatiklerinden biri Erzincan’ın
Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar
Köyü’nde yaşandı. 5 Temmuz’da
iftar saatinde köyü basan teröristler köyün erkeklerini hunharca katletti. Aradan geçen 22 yıla rağmen
katiller yakalanamadı. Katliam faili
meçhuller arasında yerini aldı.
3
Sinemanın sansür
sorunu yok
9
2
Şubat-Mart 2015
Şehir
Doğuda çiçekçilik zor iş
İklim şartlarından dolayı üretimin yapılamadığı Erzurum’da çiçekçiler, ürünleri başka şehirlerden ya da yurt dışından tedarik ediyor. Ancak diğer şehirlerle aynı fiyata satıyor. Çiçekçi
Aşkın Urhan, “Fiyat aynı fiyat olunca kârımız düşük oluyor” dedi.
E
rzurum’da iklim koşulları sebebiyle çiçek üretimi yapılamıyor. Hal
böyle olunca çiçekçiler ürünlerini
batı illerinden ya da yurtdışından tedarik
etmek zorunda kalıyor. Uzak mesafeden
gelen çiçekler ya deforme oluyor ya da raf
ömrü azalıyor.
Bunun yanında farklı şehirlerdeki
çiçek fiyatlarıyla aynı fiyata satış yapan
çiçekçilerin kârları azalıyor. Çiçek alanların çoğunluğunu batı kültürüne sahip
insanların oluşturması doğuda çiçekçilik
yapmanın zorluklarını ikiye katlıyor.
Erzurum’da çiçek yetiştirilemiyor
Erzurum’un soğuk iklimi ve rakım
yüksekliği yüzünden çiçek yetiştirmek
için uygun ortam bulunamıyor. Sera
kurarak üretim yapılabilse de bu iş hayli
yatırım gerektiriyor. Yaprak çiçekçilik
işletme sahibi Aşkın Urhan, çiçek üretiminin yapılamaması hakkında, “Erzurum’da
çiçek üretimi yok. Çünkü bu iş endüstriyel manada devasa yatırımlar gerektiriyor.
Bu devasa yatırımların en önemli unsuru
da enerji maliyetleri… Belli bir sıcaklık,
nem, buhar gibi koşulları oluşturmak
lazım. hadi bütün koşullar sağlandı
diyelim. Bu sefer de rakım yüksek…
Böyle bir dengesizlik söz konusu olunca
üretim yapmak da imkansızlaşıyor.” diye
konuştu.
Erzurumlu çiçekçiler ürünleri dışarıdan getirttiği için maliyetler arrtıyor. Bu
Erzurum’da
Özgecan
protestosu
Ü
durum Erzurum’daki çiçekçilerin diğer
şehirlerdeki çiçekçilere oranla kârlarını
düşürüyor. Diğer şehirlerle fırsat eşitliğinin olmadığını söyleyen Yaprak çiçekçilik
işletme sahibi Aşkın Urhan, “Antalya’da
gül 5 liraya satılıyorsa burada da 5 liraya
satılıyor. Ama oradaki 1 liraya mal edip
5 liraya satıyor. Biz burada 3 liraya alıp
5 liraya satıyoruz. Fiyat aynı fiyat ama
kârımız düşük.” diyerek şikayetlerini dile
getiriyor.
Çiçek poşete konur mu?
Doğuda yaşamak çiçek almaya engel
değil ama algı ve çevre faktörleri işin
içine girince doğu bölgesinde insanlar
çiçek taşımaya utanıyor. Urhan, “İnsanlar
çiçekleri poşetlerle taşıyor. Çünkü insanlar çiçek alıcısı ama sevicisi değil” diye
konuşuyor.
Öte yandan prestij için çiçek alışverişi
yapan da yok değil. Urhan’ın dediği gibi
dizilerde gördüğü için çiçek alan da var,
komşusunda olduğu için alan da…
r Sadiye Kafalı
niversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın
katledilmesi, Erzurum’da Atatürk
Üniversitesi Öğrenci Konseyi başkanlığının düzenlediği yürüyüşle protesto
edildi.
Sosyal medya üzerinden organize
olan yüzlerce öğrenci, Atatürk Üniversitesi kampüsü içerisinde bulunan anıtlarda
toplandı. Buradan çeşitli sloganlar atarak
kampüs çıkışına kadar yürüyen kalabalık,
kartal heykelinin önünde basın açıklaması
yaptı.
Toplanan grup adına basının karşısına
geçen Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi
Merve Aydın; “Özgecan cinayeti sıradan
bir olay değildir, toplumsal çürümenin
vardığı boyutun bir yansımasıdır. İnsana
yatırım yapmamanın bir karşılığıdır. Özgecan’ı katleden zihniyete savaş açıyoruz
ve ilk işimiz Atatürk Üniversitesi Öğrenci
Konseyi Başkanlığı olarak hukuk fakültesinden arkadaşlarımızla oluşturduğumuz
Hukuk Komisyonu aracılığıyla bu cani
yaratığın yargılanma sürecini yakından
takip edeceğiz. Şunu hiç kimse unutmasın
ki erdemli bir toplum inşaa edene kadar
yüreğimiz Özgecan’la beraber yanmaya
devam edecek.” diye konuştu.
Kalabalık basın açıklamasının ardından kadına şiddete hayır temalı sloganlar
atarak dağıldı. r Ahmet Atsız
‘Bugün git, yarın
gel’ dönemi bitti
E
Kongre müzesi ziyaretçi bekliyor
C
umhuriyet’in temellerinin atıldığı Erzurum Kongre Binası,
iki yıl önce başlatılan yenileme çalışmalarını tamamladı.
Erzurum Kongresi’nin 95. Yıldönümünde açılışı yapılan
ve “Kongre ve Milli Mücadele Müzesi” olarak yenilenen bina
ziyaretçi sayısının az olması nedeniyle tarihimize tam anlamıyla
sahip çıkamadığımızı gösteriyor.
23 Temmuz-1 Ağustos 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün
önderliğinde toplanan ve Erzurum Kongresine ev sahipliği yapan
tarihi bina, sanat okulu, lise, ilkokul ve Atatürk Sanat Okulu
olarak kullanıldı. Eski ve bakımsız olan kongre binası, iki yıl
önce başlatılan çalışmalarla yenilenerek “Kongreler ve Milli Mücadeleler Müzesi” ve “Erzurum Resim Heykel Müzesi” olarak
yeniden düzenlendi.
Erzurum İl Kültür Turizm Müdür Yardımcısı Hasan Mazlumoğlu, binanın daha fonksiyonel hale getirilmesi için çalışmalar
yapıldığını ve kapatılan Resim Heykel Müzesi’nin, Erzurum
Valiliğinin başlatmış olduğu çalışmayla, bir kısmının da resim müzesine ayrıldığını ifade etti. Mazlumoğlu, resim heykel
müzesi olacak kısmın düzenlenme çalışmalarının hala devam
ettiğini belirterek; “Bakanlığımızdan yetkili elemanlar, genel
müdürümüz, genel müdür yardımcımız seviyesindeki amirlerimiz
gelecekler, teknik heyet daha sonra gelip binanın resim heykel
müzesi işlevini yerine getirecek şekilde düzenlemesi çalışmalarını tamamlayacak” dedi.
Öğrenciler tarihimizi merak etmiyor
Kongre merkezi görevlisi Resim Heykel Müzesi Uzmanı
Heykeltıraş Hasan Gazi Güley, müzeyi ziyaret etmek için en
çok il dışından turist geldiğini belirterek, öğrencilerin meraktan
dahi olsa gelmediğini söyledi. Uzman Heykeltıraş Hasan Gazi
Güley, “Özellikle Güzel Sanatlar Fakültesi, Eğitim Fakültesi ve
Tarih bölümünden hiç gelen öğrenci olmuyor. Erzurum Kongresi
tüm tarihi derslerde geçer, inkılap tarihlerinin tümünde bu konu
vardır. 90 bin öğrencisi olan üniversitede herkes zorunlu inkılap
tarihi dersi görmüştür, merak için bile olsa öğrenciler Kongre
Binasını görmeye gelebilirlerdi ama gelen olmadı” dedi.
Öğrencilere kıyasla halkın daha çok ilgisi olduğunu belirten Güley, “Müze haline getirilmiş bu tarihi değerimize sahip
çıkılması gerektiğine inanıyorum. Cumhuriyetin temelleri burada
atıldı. Tabii ki Cumhuriyete sahip çıkmak isteyen olur ya da
istemeyen olur, her türlü düşünceden insan olabilir fakat herhangi
bir düşünceden olmaksızın gelip öğrencilerin burayı görmelerini
isteriz, tarihle yüzleşmediğimiz zaman önümüzü göremeyiz”
diye konuştu.
r Elif Okutan
rzurum Aile ve Sosyal Politikalar İl
Müdürü Sedat Abdülhakimoğulları,
“Bürokraside kapı her zaman açık
olmalı. Devlet ve kurumları halkından bir
şey saklamayacak.” dedi.
‘Bugün git yarın gel’ dönemi Erzurum’da yerini ‘Bugün gel işini hallet’
dönemine bıraktı. Erzurum’da vatandaşlar
resmi kurumlarda artık güleryüzle karşılanıyor. Erzurum Aile ve Sosyal Politikalar İl
Müdürü Sedat Abdülhakimoğulları, “Gelen bütün vatandaşa yardımcı olacaksın.
Yardımcı olamazsan bile bireyin işi için yol
göstereceksin. Halkı bürokraside yapılan
işler için afiş, broşür ve duyuru gibi durumlarla bilgilendireceksin.” diye konuştu.
Vatandaşların sabırla dinlenmesi gerektiğini söyleyen Abdülhakimoğulları şunları
kaydetti: “Ayrıca bürokrasi de en önemli
husus, kapının açık olması ve memurun
masasında olması son derece önemli. Diğer
bir konu vatandaş ile duygudaşlık yapacaksın. Yani kendini kişinin yerine koyacaksın.
Bizim teşkilatta ketumluk söz konusudur.
Vatandaş sabırla dinlenilmeli. Çünkü bu
bizim işimiz, gelen insanların dili lehçesi farklı olabilir, derdini anlatamayabilir.
Bunun için gerekirse tercüman tutacaksın.
Sonuç olarak devletin kurumları vatandaşa
hizmet için var. Halkın bürokraside işini
halletmesi önemli bir husustur.”
Mithat Yılmaz
Şubat-Mart 2015
Şehir
3
Erzurum’un asırlık
sofra kültürü: Lavaş
Türk mutfağının geleneksel ekmeği olan lavaş, UNESCO tarafından dünya somut olmayan
kültürel miras listesine alınmıştı, ancak Ermenistan’ın kültürel mirası olarak. Azerbaycan’ın itirazı üzerine UNESCO, lavaşı Ermenistan mutfağına has bir gıda türü olmaktan çıkarmıştı. Lavaş
tartışmalarına Erzurumlular da katıldı ve “Kimseye kaptırmayız!” mesajı verdiler.
Y. Özgür Bülbül
K
ebap, dürüm, çiğköfte… Bu
yemekleri çoğu zaman geleneksel
lavaş ekmeği tamamlıyor. UNESCO lavaş ekmeğini dünya somut olmayan
kültürel miras listesine almıştı. Hal böyle
iken Azerbaycan’ın itirazı üzerine aradan
24 saat geçmeden UNESCO konvansiyonu
uyarınca kaydedilen dosya ismi değiştirildi
ve böylece lavaş, Ermenistan mutfağına
has bir gıda türü olmaktan çıktı. Aslında
Türkiye ve Azerbaycan lavaş için ortak
proje hazırlığındaydı. İki ülke lavaşın kültürel miras sayılabilmesi için UNESCO’ya
ortak dosya verecekti. Ancak Erivan yönetimi daha erken davranmıştı. Azerbaycan
Kültür Bakanlığı da lavaş kararı ile ilgili
olarak, “Komitede yapılan toplantı neticesinde, bir yiyecek türünün, Ermenistan
topraklarında pişse bile Ermeni halkına has
sayılamayacağı sonucuna vardık” açıklamasını yapmıştı. Lavaş yıllar önce şarkılara da konuk oldu sanatçı Burhan Çaçan
‘Erzurum Yapıları’ adlı şarkısında lavaş
ile ilgili, ‘Erzurum’un Dadaşı Dürüm Eder
Lavaşı’ ve ‘Yine Burnuma Geldi Lavaşın
Kokuları’ sözlerine yer vermişti.
150 yıldır Erzurum’da yapılıyor
Lavaş ekmeği, lokantalar ve
işyerleri haricinde sofralarda
da yerini koruyor. Erzurum’da
lavaş tandırı işleten Kasım Gök,
Lavaş ekmeğinin Erzurum yöresine has bir gıda türü olduğunu
söyleyerek, “Ben 50 yıldır bu işin
içindeyim. Ermenilerle kesinlikle
bir alakası yok. Ben 100 yaşında
ustaları da gördüm. Bildim bileli
en az 150 yıldır bu lavaş ekmeği Erzurum’da yapılıyor. Türk
kültürünün bir ürünüdür lavaş.”
ifadelerini dile getirdi.
Ülkemizde dürüm kültürü
yaygın
Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okuyan Şanlı Urfalı
öğrenci Ayşe Gedik lavaşın daha
çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde tüketildiğine dikkat çekerek, “Aslında
lavaşında türleri var. Erzurum lavaşı olarak
tabir edilen lavaş ekmeği aslında çok incedir ve bu Erzurum’a has olan lavaş türüdür.
Bizim oralarda ise biraz daha kalın olabiliyor. Zaten en çok bu bölgelerde tüketiliyor.
Batıda da tabi kebapla, çiğköfteyle falanda
tüketilebiliyor. Ülkemizde dürüm kültürü
de yaygındır.” şeklinde konuştu.
Lavaş Erzurum’dan Türkiye’ye
yayıldı
Erzurumlu vatandaşlardan Ali Töz ise
Ermenistan’ın zaman zaman Türkiye’nin
değerlerine sahip çıkarak kendini hissettirmeye çalıştığını kaydetti. Töz şöyle konuştu: “Ermenistan zaten kuruluşundan belli
Türkiye’den örnekler ala ala, kültür ala ala
şimdi de lavaşımıza sahip çıkıyor. Hiç aslı
yok. Lavaş dediğimiz doğunun köylerinde
tandırda pişirilen bir ekmek olarak bilinir.
Ermenistan’da doğuda kaldığı için buradan
çalarak götürüp memleketlerinde kültür
yapmaya çalışıyor. Özellikle Erzurum’dan
öğrenmişler çünkü buralarda daha
çok yaşadılar. Lavaş Erzurum’dan Türkiye’ye
yayılmıştır. Kültür
bakanlığımızda
lavaşa sahip
çıkmalıdır.”
Lavaş bölgesel bir değer
Erzurum Tarım ve Hayvancılık İl
Müdürlüğü Gıda Yem Şube Müdür Vekili
Hakan Kızılcım, kültürel değerlere daha
fazla sahip çıkılması önerisinde bulundu.
Kızılcım, “Lavaş; un, su ve tuzla yapılan
bir ekmek çeşididir. Özellikle ilimizde
ve ülkemizde kebap ve köftelerle birlikte
yaygın olarak tüketilir. Köylerde zaten
somun ekmek yerine lavaş ekmek kullanılıyor. Lavaşın bölgesel bir değer olduğunu
düşünüyorum. Ne Azerbaycan’ın ne Ermenistan’ın, ne Türkiye’nin ne de İran’ın.
Sadece bir millete ait bir kültür mirası
olarak kabul edilemez. Ermenistan’ın bu
yanlıştan da kısa sürede vazgeçmesi doğru
olur. Erzurumlu olarak doğduğumdan beri
lavaşı severek tüketiyorum.” değerlendirmesini yaptı.
Lavaş kavgası ilk değil özellikle Türkiye ve Yunanistan arasında; baklava, ayran
ve Türk kahvesi üzerinden yıllardır kültür
savaşı yaşanıyor. Savaşta en son zafer
Türkiye’nin olmuştu: UNESCO Türk kahvesini Türkiye geleneği olarak kültürel
miras
listesine almıştı.
Kadana Camisi kaderine terk edildi
Merkez Yakutiye ilçesi Mahallebaşı semtinde bulunan 1744 yılında yapılan Kadana Camisi günümüze kadar restore edilmedi. Yetkililer bahar aylarında cami ve çevresine bakım yapılacağını söylediler.
17.
yüzyılda yapılmış
olan, minber ve
tavanda aşı boyalı
nakışlar bulunan Kadana Cami,
kerpiç, ahşap ağırlıklı ve taş
duvarlı çatılı bir yapıya sahip.
Eski caminin tadilatı veya bakımı
için mahalle halkının ve muhtarlığın gerekli yerlere müracaat
etiği belirtildi. Mahalle sakinlerinden Erkan Güler "271 yıllık
tarihi cami şu anda bakımsızlıktan yıkılmaktadır. Camimizin
içerisinde bulunan mihrapta, hat
sanatı ve işlemeler bulunmaktadır. Ancak cami bakımsızlıktan
yıkılmak üzere. Camide bir an
önce yenileme çalışmalarının
yapılmasını istiyoruz. Cami tarihi
olduğu için tamirini kendimiz
yapamıyoruz. Bugüne kadar
çok istemimize rağmen restore
ettiremedik. Bu güzelim eser göz göre göre
çökmektedir. Camimiz çok eski olduğu
için kışın yağan kar ve yağmur sularından
daha da fazla etkileniyor. Tarihimize sahip
çıkılmasını istiyoruz. Şu an kaderine terk
edilmiş durumda. Yetkililerden bu konuda
destek istiyoruz” dedi. Mahalle Muhtarı
Hasan Geçer ise ilgili kurumlara birçok kez
dilekçe ile başvurduklarını ama hiçbir netice alamadıklarını söyledi. Geçer, “Caminin
acil tadilata ihtiyacı var. Bu bir değerdir ve
sahip çıkılması gerekir” şeklinde komuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bir
yetkili ise Kadana Cami’sine İlkbaharla
birlikte yenileme yapılacağını belirterek,
“Tarihi eser olduğu ve Vakıflara ait bir yer
olduğu için de kimse bir şey yapamamış
ama nihayet çalışma yapılacak, cami ve
çevresi yeniden hayat bulacak. Yeşillendirme çalışmaları gerçekleştirilerek, cami
alanına oturma bankları yerleştirilecek.”
ifadelerini kullandı. r Dilare Kara
‘Ehram’ da
modern çağa
ayak uydurdu
Erzurum’un geleneksel kadın örtüsü olan ehram, yeni haliyle görenleri kendine hayran
bırakıyor. Önceleri soğuktan
korunmak için kullanılan ehram
günümüzde farklı tasarımdaki
birçok ürünüyle ilgi görüyor.
K
oyun yününden yapılan ve soğuktan korunma amaçlı olarak
kullanılan ehram modern çağa
ayak uydurdu. Zamana bağlı olarak eski
değerini kaybeden ehram günümüzde
farklı bir şekilde tüketicilere sunuluyor.
Farklı kullanım alanlarıyla ehrama eski
değerini tekrardan kazanabiliriz düşüncesiyle yola çıkan ve bu işin öncülüğünü
üstlenen emekli öğretmen Erakday Başkanı Hülya Saltuklar, ehramı dünyaya açma
isteklerinin en büyük hedefleri olduğunu
söyledi.
Ehramla değişik tasarımlar
Gazi Üniversitesi Meslek Eğitim
Fakültesi mezunu olan emekli öğretmen
Hülya Saltuklar; “Yöresel giysi olan
ehramı ceket, pelerin, yelek, atkı, küpe,
yüzük, magnet, anahtarlık, kitap ayracı,
tablo, perde, yatak, masa örtüsü olarak
çok değişik türlerde tasarlayıp üretiyoruz.
Üzerlerine de Erzurum'un Çifte Minareli
Medrese'si ile çift başlı kartal gibi simgeleri işliyoruz. Günümüzde kadınların
artık ehramı kullanmadıklarını, sandıklara
kaldırdıklarını belirten Saltuklar işe önce
eski ehramları toplayarak başladığını söyledi. Böylece amaçlarının ehramı tekrardan kullanılan bir kumaş haline getirmek
olduğunu söyledi. Erzurum'un organik
ehramını dünya pazarına sunmak için
KUDAKA'dan destek aldığını bildiren
Saltuklar, 15 kişiye eğitim verdikten sonra
istihdam edeceğini söyledi.
Artık doğallık ön planda
Saltuklar, ehram kumaşının tamamen
doğal koyun yünü olduğunu, günümüzde de artık doğallığın daha ön planda
tutulduğunu ve bu nedenle beklenen
talebin sağlandığını ifade etti. Ehramı
yurt dışına taşımanın en üst hedefleri
olduğunu söyleyen Saltuklar, “Erzurumda
oltu taşından sonra ikinci bir hediyelik
eşya sınıfı oluşturduk. Artık Erzurum’ a
gelip dönenler yanında oltu taşı dışında
ehramdan ürünler de götürüyorlar. Zaten
şimdi amaçladığımız oranda hedef kitleye
ulaşmış durumdayız. Bundan sonraki hedefimizde daha fazla gelişerek yurt dışına
açılmak ve orada bir pazar oluşturmak
var” dedi.
r Gülseren Danışman
4
Şubat-Mart 2015
Şehir
Ulaşımda 65 yaş sıkıntısı
65 yaş üstü ve engellilere tanınan ücretsiz ulaşım hakkı, otobüs şoförlerince hiçe sayılıyor. Soğuk kış günlerinde duraklarda
bekleyen yaşlı ve engelliler, gelip geçen otobüslere binememekten yakınıyor. Şoförler ücretsiz ulaşım hakkının istismar edildiğini
savunuyor. Ulaşım Daire Başkanı Yeniay, çok sayıda şikayet aldıklarını ve şoförlere ceza kestiklerini söyledi.
65
yaşını geçmiş olanlar ve engelliler, 2014 yılında tanınan hak
gereği toplu ulaşım araçlarından
ücretsiz yararlanıyorlar. Uygulama bütün
Türkiye’de olduğu gibi Erzurum’da da geçerli. Ancak yine bütün Türkiye’de olduğu
gibi Erzurum’da da sorunlu bir şekilde
yürüyor. Bazı sürücüler yaşlı ve engellileri
taşımakta oldukça ihmalkar davranıyor;
araca almıyor, alınca iyi davranmıyor.
Yaşlılar uzun süre duraklarda beklemek zorunda kalıyor. Erzurum’da ulaşım yaşlılar
ve engelliler için tam bir çileye dönüşüyor.
Kendilerine verilen ücretsiz ulaşım hizmeti,
onları toplu taşıma araçlarından daha da
uzaklaştırıyor. Yaşlıların ve engellilerin
ücretsiz binişlerinin, kendilerini maddi
kayba uğrattığını düşünen bazı otobüs
şoförleri, ücretsiz ulaşım hakkının istismar
edildiğiniden de yakınıyor. Onlara göre,
canı sıkılan yaşlılar otobüslerle ordan oraya
gezip zaman geçiriyorlar.
Şoförler takip ediliyor
Erzurum Büyükşehir Belediyesi yaşlı
ve engellilerin mağduriyetlerinin farkında. Çünkü toplu ulaşım müdürlüğüne çok
sayıda ihbar geliyor. İhbarları değerlendiren
yetkililer araç sürücülerine ceza yağdırıyor.
Ulaşım Daire Başkanı Abdulgafur Yeniay, yaşlı ve engellilerin mağduriyetlerinin
farkında olduklarını söylüyor. Engelli ve
yaşlıların haklarını arayamadıkları durumların da olduğunu belirterek bu noktada
çalışmalarının olduğunu ifade eden Yeniay;
“Bize gelen şikâyetlerin 10 tanesinden 7’si
otobüslerin durmaması yönünde. Biz de
kameralı sistemimizle izlediğimiz kadarıyla bu durumlara rastlıyoruz. Ancak böyle
bir suçu kesinlikle cezasız bırakmıyoruz.
Gelen şikayetleri değerlendirip gerekli
durumlarda şoföre ceza kesiyoruz. Olay
sonuçlandıktan sonra şikayetçiye mutlaka
geri dönüş yapıyoruz” diyor. Yeniay, yakında otobüslerde ücretsiz internet hizmeti
ve aktif olarak çalışacak irtibat bilgi ekranı
hizmeti verilmeye başlanacağının müjdesini veriyor. Sorumluluk sahibi her insanın,
ortaya çıkan her türlü mağduriyeti şoförle
diyaloğa girmeden gerekli yerlere bildirilebileceği bu çalışmanın, önümüzdeki
günlerde uygulamaya girmesi bekleniyor.
Art niyetli kullanımlar var
Öte yandan, ücretsiz ulaşım haklarını
art niyetli kullananlar da yok değil. Ücretsiz geçiş kartına sahip bazı yaşlılar, şoförleri çileden çıkarıyor. Bu durumu Yeniay;
“Ücretsiz biniş hakkına sahip vatandaşların
mağduriyetleri gündemimizi oluşturuyor.
Lakin öyle durumlar oluyor ki, bize gelen
görüntülerden izlediğimiz kadarıyla şoför
iyi dayanmış diyoruz. Kişi yakınını bindiriyor kendi iniyor ve ya arkadaşlarının yerine
de kartı kullanıyor. Bazı yaşlı amcalarımız
ise işi ihtiyaçtan öte keyif haline getiriyor.
Böyle durumlarda şoförler olumsuz davranışlar sergilemekten kaçınmıyor.” şeklinde
dile getiriyor.
Yetkililer bu tür art niyetli kullanımların
zorunlu olarak araçları kullanmak durumunda olanları da mağdur ettiğini vurgu-
Mustafa Koç
luyor.
Şoförlere kameralı takip
Sinirli duruşlarıyla hafızalarda kazınan otobüs şoförleri, toplu ulaşım şube
müdürlüğüne bağlı en az 10 tane personel
tarafından, kamera takip sistemi aracılığıyla izleniyor. Otobüsteki kameralardan,
şoförlerin olumsuz tutumları, sigara içip
içmedikleri gözetlenip gerekli durumlarda
cezai işlem uygulanıyor. Bu sistemin yıllık
maliyetinin 120 bin TL olduğunu açıklayan, Toplu Taşıma Şube Müdürü Mustafa
Koç; “Sistem her ne kadar masraflı da olsa
gereklidir. Geçtiğimiz günlerde yaşanan
Özgecan Aslan cinayeti, burada olsaydı
olay yaşanmadan müdahale edilirdi.” diyerek, kamera takip sisteminin hayati önem
taşıdığına dikkat çekiyor.
G1 hattındakiler
hep böyle yapıyor
K
Öğrencilerin dolmuş çilesi
A
tatürk Üniversitesi öğrencileri
dolmuşların azlığı ve şoförlerin
arabaları tıka basa doldurmaları
sebebiyle çileden çıktı.
Erzurum’un soğuk hava şartları şehir
içi ulaşımını da kötü etkiliyor. Bundan en
çok nasibini alanlarsa üniversite öğrencileri. Özellikle ikinci öğretim öğrencileri
geç saatlerde okuldan çıktıktan sonra
uzun süre duraklarda dolmuş bekliyor.
Geç ve dolu gelen dolmuşlarda yer
bulamayan öğrenciler ev ve yurtlarına
varıncaya kadar büyük zorluk çekiyorlar.
Öğrenciler “Bazen hiç yer bulamıyoruz.
Bir iki saat sadece araba beklediğimiz
oluyor. Araba geldiğinde yine hayal kırıklığı yaşıyoruz. İçi dolu oluyor genelde
ve çaresiz sıkışarak binmek zorundayız.
Yapacak bir şey yok. Bu işe yetkililerin el
atmasını bekliyoruz.” diye yakınıyorlar.
Öğrenci Cem Aksu, şöyle konuştu:
“Ben birinci sınıf ikinci öğretim inşaat
mühendisliği okuyorum. Derslerimiz geç
bitiyor. Akşam dersten çıktığım zaman
araba bulamıyorum. Yürümek istesem
evim çok uzak, yürüyemiyorum. Gelen
arabalar genellikle dolu oluyor. Ya diğer
arabayı beklemek zorundasın ya da
sıkışarak binmek zorundayız. Tercih
hakkımız fazla yok. Bence hiç değilse
öğrencilerin ders bitim saatleri sırasında belli dolmuş sayılarını arttırsalar iyi
olacağını düşünüyorum’’
Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü
öğrencisi Özlem ise dolmuş şoförlerinin
dikkatsiz araba sürdüklerinden ve sürekli
birbirleri ile yarış içinde olduklarından
yakındı: “Bence burda dolmuşların azlığından ziyade dolmuş şoförleri arabaları
çok hızlı kullanıyorlar. Sürekli bir yarış
ve rekabet var dolmuşlar arasında.
Sürekli bir yere yetişme ve bir diğerini
geçme çabasındalar. Ben birkaç defa
yavaş gitmelerini söyledim şoförlere
ama maalesef hiç umursanmadım. Erzurum hava şartları yolda olan buzlanmalar beni doğal olarak korkutuyor. Benim
isteğim şoförlerin daha dikkatli ve biraz
da güler yüzlü olması.”
Öğrenciler ulaşım sorununun
çözülmemesi halinde imza toplayarak,
yürüyüş yaparak yetkilileri uyaracaklarını
da belirttiler.
r Kadir Avcı
imisi hastalığının tedavisi için
çıkıyor evinden, kimisi ise eş dost
ziyaretine gidiyor. Uğradıkları
haksızlık karşısında çaresizce bekliyorlar.
Yaşadıkları sorunları bazıları dile getiriyor,
bazıları ise sesini bile duyuramıyor.
Yaşlıların bu türden sorunlarına şahit
olanlardan biri Dadaşkent’te yaşayan
Sevgi Hançer. Hançer, yaşlıların maruz
kaldığı muameleye ilişkin şunları anlatıyor: “Geçtiğimiz günlerde Dadaşkent’te
bindiğim otobüs arkamda binmek isteyen
yaşlı amcayı sırf ücretsiz geçiş olduğundan dolayı almadı. Ben kendilerine
‘Ayıptır, günahtır neden almadınız?’
dedim. Bana ‘Sen bin, gerisini boş ver!’
dedi. Sözlü tartışma yaşadığım aynı araç
sürücüsü, dün beni de otobüse almadı.”
Konuyu daha iyi kavrayabilmek için
gözlem yaptığımız bir gün, durakta
bekleyen orta yaşını aşmış bir kadına
rastladık. Yanındaki çocuğuyla birlikte
otobüs bekliyordu. Otobüs şoförü kadının
gerisinde durup bir kaç yolcuyu aldıktan
sonra hareket etti; kadın eliyle dur işareti
yapmasına rağmen otobüs şoförü görmezden gelerek hareket edip gitti. Kadın
çaresizce bir sonraki otobüsü beklemeye
koyuldu. Sinirlerine hakim olamayan
kadın içten içe söyleniyordu. Yaklaşıp
sordum: “Bir sorun mu yaşadınız, sizi
almadı mı?” Kadın, “Hep böyle yapıyorlar.
Özellikle G1 hattı hep böyle, sürekli bu
türden sorunlarla karşılaşıyorum.” şeklinde cevap vererek dert yandı.
Şoförün kadını durakta bırakıp
gitmesinin yanlışlığı ortadaydı ancak o
otobüsteki onlarca insandan birinin bu
duruma müdahale etmemiş olması da
yanlıştı. Toplum olarak bu konularda ne
kadar duyarsız olunduğunu gösteren bu
tür vakaların her gün onlarcası yaşanyor
büyük şehirlerde...
r Yavuz Aktürk
Şubat-Mart 2015
Üniversite
5
ERZURUM dünyanın sayılı
merkezlerinden biri olacak
Öztan Aydın
B
ürokraside, siyasette, STK’larda ve iş
hayatında birçok başarılı işlere imza
atan Selami Keskin, şimdi Erzurum
Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter
Yardımcılığı görevinde bulunuyor. Mehmet
Sekmen ile birlikte göreve başlayan Keskin,
Erzurum için yaptıkları çalışmaları anlattı.
Keskin, üstlendiği görevin büyük bir sorumluluk içerdiğini belirtti; bundan memnun
olduğunu, Erzurum için büyük bir özveri ve
disiplinle çalıştıklarını, halkın bunu fazlasıyla hak ettiğini dile getirdi. Yapılacak çok
işin olduğunu ve farklı bir şehir planlaması
için uğraştıklarını söyleyen Keskin sözlerine
şöyle devam etti: “Şehrin siluetini değiştirmek istiyoruz. İmardan, eğitime, sağlıktan,
sosyal kültürel alanlara kadar birçok yönde
değişim yaptığımızı söyleyebiliriz fakat bu
daha başlangıç. Erzurum çok şeyi hak ediyor bu yüzden şehre hak ettiğinden fazlasını
kazandıracağız.”
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen’in yaklaşık bir yıldır görevde
bulunduğunu belirten Keskin, ekip olarak
yoğun bir tempoda çalıştıklarını söyledi. 30
Mart seçimlerinin ardından Nisan, Mayıs,
Haziran aylarında koordinasyon ve belediye
dizaynını gerçekleştirdiklerini ifade eden
Selami Keskin, Temmuz ayında projeleri
başlattıklarını ve büyük bir hızla devam
ettiklerini, kısa sürede çok iş yaptıklarını
fakat daha yapılacak çok işin olduğunu
vurguladı. Köylerde, ilçelerde, merkezlerde vatandaşın yararına dokunacak projeler
gerçekleştirdiklerini söyleyen Keskin,
“Aziziye, Palandöken, Yakutiye gibi ilçe
merkezlerini çıkardığımızda sadece mahal-
Selami Keskin
lelerimizde kültür-sanatta, altyapı ve yol
çalışmalarında, küçük barajlarda, sulama
kanallarında, aydınlatmalarda, park, bahçe
ve peyzaj çalışmalarında birçok düzenleme
yaptık.” dedi.
Atölye ve fabrika kurduk
Seçimlerin ardından gözle görülür işler
yaptıklarını ve halkın bundan memnun kaldığını belirten Keskin, Erzurum’a birçok yenilik getirdiklerinin altını çizdi. Her alanda
değişime başvurduklarını söyleyen Selami
Keskin, en büyük hedeflerinin Erzurum’u
dünya merkezi yapmak olduğunu ifade etti.
Keskin şunları dile getirdi: “‘Ahd-i Vefa’
gecesini TRT sanatçılarıyla birlikte yaptık.
Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu kurduk
tam 20 ilçede. Bununla beraber Büyükşehir
Belediyesi Korosunu kurduk ve Erzurum’un
önemli ismi Mehmet Çalmaşır’ı başkan
danışmanlığına getirdik. Koroyu organize
Erzurum Büyükşehir
Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Selami
Keskin Erzurum için
yeni yatırım projelerini büyük bir özveriyle
sürdürdüklerini söyledi.
Yoğun bir çalışma temposu içerisinde bulunduklarını dile getiren
Keskin, “Erzurum’u
dünyanın sayılı merkezlerinden biri haline
getireceğiz.” dedi
ediyor. Birçok öğrenciye burs verdik.
Bununla birlikte en önemlisi bitmiş
bakırı bulduk ve Büyükşehir Belediyesi
Bakır Atölyeleri kurduk. Artık Erzurum’dan
bakır gidecek Türkiye’ye. Ayrıca ayakkabı
fabrikası da kurduk. Bu yenilikler bizim için
çok önemli.”
Keskin, Yedigöller’de tabiat parkı
oluşturmaya çalıştıklarını, kentsel dönüşüm
alanlarında yeni bir şehir siması çıkardıklarını, Erzurum’un örf ve adetleriyle örtüşen
bir “Kuş cenneti” planladıklarını ve bununla
birlikte Tortum Şelalesi’nde büyük bir değişime gittiklerini ve bu değişimin uluslararası
bir proje içerisinde olacağını belirtti.
Ulaşım master planı
Öğrenci şehri Erzurum’da birçok öğrencinin ve halk kesimin sorun yaşadığı ulaşımda yeni düzenlemeler yapılıyor. Ulaşım için
yeni bir plana başvurduklarını söyleyen
Keskin “Ulaşım Master Planı” ile Halk
Otobüslerinde ve minibüslerde daha rahat
ve düzgün bir ulaşım sağlayacaklarını dile
getirdi. Keskin, şu bilgileri verdi: “Otobüs
ve minibüs içlerinde kamera takılı olacak ve
bunlar sürekli izlenecek, yolcular yolculuk
yaparken internette takılabilecek. Kartlı sistem yine devam edecek ve bununla birlikte
ayakta yolculuk yapan kimse olmayacak.
Çünkü biz bu planla otobüs sayılarını da yükselttik ve saatlerde değişimlere
gittik. Bunun daha uygulanabilir bir plan
olduğunu düşünüyoruz. Kimse tıka basa
dolu bir taşıta binmek istemez herhalde. Bir
yaşlı da olabilir otobüste, bir çocuk da, bir
hamile de. Bunu kabul ediyorsak sorun yok
fakat biz bunu kabul etmiyoruz. Bu Ulaşım
Master Planı ile hem dağılım rahatlayacak
hem akslar rahatlayacak hem de yolcular
rahatlayacak.”
Bitmeyen medrese
3 yıl önce başlatılan ve bir türlü bitirilemeyen Çifte Minareli Medrese restorasyonu ile ilgili son durmu anlatan Keskin
şunları söyledi: “Halkın çoğu Çifte Minareli
Medrese’nin yenileme çalışmasının bize ait
olduğunu sanıyor fakat bu bize ait değil.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptığı bir
çalışmadır. Birçok kişi bize şikâyete geliyor.
Başkanımız da bu çalışmanın kendisine
devredilmesini çoğu kez istedi. Çünkü turistik açıdan büyük bir öneme sahip olan bu
yapının bu kadar bekletilmesi hoş değil.”
Erzurum Kalesi için de önemli çalışmalar yürüttüklerini söyleyen Keskin, “Kale
için ıslah çalışmalarına başladık. Bu çalışmalar turistik açıdan bize değer katacak çalışmalardır. Erzurum, kış turizmi ile birlikte
tarihsel ve kültürel turizm ile de adından söz
ettirecek. Bu alanda önemli çalışmalarımız
var.” diye konuştu.
EBOLA değil söylentiler de öldürüyor
Ebola salgınının gün geçtikçe yayıldığı ülkelerden biri olan Sierra Leone'de, salgının tedavisi olmadığına yönelik etrafa yayılan söylentiler
yüzünden karamsarlığa kapılan bölge halkı, ‘nasıl olsa bu hastalığın çaresi yok’ diyerek evlerinde ölüyorlar. İHH Sierra Leone Temsilcisi Hacı
Bayram Şahin, söylentilere kulak asmayıp basit temizlik kurallarına önem verildiğinde salgının önlenebildiğini söyledi.
E
bola salgının merkez üssü olan doğu
bölgesinin karantina altında tutulduğunu belirten yetkililer, salgına karşı
gerekli her türlü önlemin alındığını bildirdi. Ebola virüsünün tedavisi olmadığına
yönelik çıkan söylentilerden dolayı tedaviyi
reddeden Ebola hastalarının, kapı kapı
dolaşarak tespit edilmesi için sağlık ekipleri
görevlendirildi. İHH Sierra Leone Temsilcisi Hacı Bayram Şahin, söylentilere itibar
edilmeyip basit temizlik kurallarına dikkat
edildiğinde salgının önlenebildiğini söyledi.
Ebolanın daha fazla yayılmaması için ülke
içi yolculuklar en aza indirilirken, insanların toplu halde bir arada olduğu ortamların
yeni salgın vakaları meydana getirebileceği
gerekçesiyle toplu yapılan etkinlikler yasaklandı. Ebola hastalığından şimdiye kadar 6
bin 800 kişi hayatını kaybetti.
‘Hastalar iğne vurulup öldürülüyor’
Bölge halkının hastalıktan çok söylentiler yüzünden öldüğünü ifade eden Hacı
Bayram Şahin, “Burada ‘nasıl olsa bu
hastalığın çaresi yok. Hastaneye götürülenler iğne vurulup öldürülüyor’söylentisi
nedeniyle insanlar hastalarını hastaneye
götürmüyor. Hastaneye gitseler hastalığın
yayılması önlenecek. Kendi başına kimler
evinde ölüyor ya da onlar kimlerle temas
ediyor bilmiyoruz ”dedi. Hastanelerin teknik
imkânlarının olmaması nedeniyle hastalıkla
yeterince mücadele edilemediğini de kaydeden Şahin, bölge halkının normal hastalıklar
için bile ‘ebola
bulaşır’ korkusuyla hastanelere
gitmemeye başladıklarını ve bu
tip basit hastalıklardan da ölümlerin yaşandığını
söyledi. Ebola da
en önemli ihtiyacın doğru bilgi ve
temizlik malzemesi olduğunu ifade
eden Şahin, “basit
temizlik kurallarına dikkat edilse bu
hastalığın yayılması önlenecek belki”
şeklinde konuştu.
Sierra Leone’de,
içerisinde hijyen
malzemelerinin bulunduğu dezenfektan kutuları
dağıtan İHH ekipleri, salgın bölgesinde İHH
dışında birebir yardım yapan başka bir sivil
toplum kuruluşunun olmadığını belirtti.
Her 5 çocuktan 2’si ölüyor
Dünyanın en fakir 4 ülkesinden biri
olan Sierra Leone’de nüfusun yüzde 60’ı
Müslüman, ortalama ömür yaşı 45 ve her 5
çocuktan ikisi 5 yaşını göremeden ölüyor.
Ebola salgının neden olduğu sağlık felaketinden dolayı Sierra Leone’de okullar sık sık
tatil ediliyor. Halkın toplu halde
bir arada bulunmasının tehlikeli olduğu
gerekçesiyle futbol karşılaşmaları ve toplu
yapılan etkinlikler yasaklanıyor. Ebola’nın
daha fazla yayılmaması için ülke içi ve dışı
yapılan uçuşlar da en aza indirildi.
Tüm kutlamalar iptal edildi
Ebola salgının ciddiyetini koruduğu
Sierra Leone’de, insanların toplu halde bir
arada bulunduğu ortamların yeni salgın
vakaları meydana getirebileceği gerekçe-
siyle yılbaşı kutlamaları iptal edildi.
Noel ayinlerinden sonra halktan yemek
davetleri gibi eğlence organizasyonları
yapılmamasını isteyen Devlet Başkanı
Ernest Bai Koroma , “Sierra Leone
halkının coşkuyla ve gösterişli bir
şekilde kutladığı festival döneminde
olduğunu biliyorum fakat ülkemizin
hain bir düşmanla savaş halinde olduğunu da hatırlatmak isterim” dedi.
Hain düşman ‘ebola’
Dünya Sağlık Örgütü verilerine
göre, Batı Afrika’da bulunan Gine,
Liberya, Nijerya ve Sierra Leone’de
ebola hastalığından şimdiye kadar
6 bin 800 kişi hayatını kaybetti.
Ebola’ya yol açan virüs sudan veya
havadan geçmiyor, hastaların vücut
sıvıları yoluyla yayılıyor. Virüs,
bugüne kadar daha çok, hastayla
temasa geçen hasta yakınlarına ve
hastalara müdahale ederken yeterli önlem
almayan sağlık personeline bulaştı. Ebola
virüsünün yol açtığı viral hemorajik ateş,
ani ateş, bulantı, yoğun halsizlik, kas, boğaz
ve baş ağrısıyla kendini gösteriyor. Bu
belirtileri kusma, ishal, böbrek ve karaciğer
fonksiyonlarında bozulma ve bazı vakalarda
da iç ve dış kanamalar takip ediyor. Temas
yoluyla bulaşan ve ölüm oranı yüzde 90′u
bulan hastalık için herhangi bir tedavi yöntemi veya aşı bulunmuyor.
r Sümeyye İnal
6
Toplum
Şubat-Mart 2015
Kadın hakları ihlalleri
artık son bulsun!
Ayşe İlgen
K
adınlar gerek aile gerek sosyal yaşamlarında pek çok zorlukla karşılaşıyor. Şüphesiz bunların en başında
haklarının ihlali geliyor. Kadın hakları, insan hakları kapsamında en çok sınır ihlaline
uğrayan haklarının başında yer alıyor. Kadına yönelik şiddetin de temel nedenini bu
sınır ihlalleri oluşturuyor. Kadının adeta bir
nesne olarak görüldüğü kesimlerde ihlaller
ve şiddet olayları daha belirgin bir şekilde
kendini gösteriyor. Kadın hakları ayrımının
doğru olmayıp insan hakları kapsamında ele
alınması gerektiğini söyleyen Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Bölüm Başkanı
Doç. Dr. Mevlüt Özben, kadın haklarının
dezavantajlı mağduriyet olduğunu da ekledi.
Kadın hakları konusunda genel bir
değerlendirme yapar mısınız?
Kadın hakları ayrımını doğru bulmuyorum. Tabi ki dezavantajlı mağduriyet olduğu
için gündeme gelen bir şey bu ama kadın
hakları benim açımdan insan hakları bağlamında değerlendirilecek bir şey. Dolayısıyla
böyle ekstradan altı çizilecek çağı geçtik
aslında. Yani bütün dünyada kadınların
ataerkil toplum yapısından dolayı öngörmüş
olduğu bu durum modern toplumlarla birlikte belli bir mesafe kat etti. Türkiye’de bu
modernleşme çabaları içinde belki görece
erken bir tarihte. Fakat uygun toplumsal
yapının oluşmasıyla bu görüş değişecek.
Kadın hakları ile ilgili yasalar çıkarılıyor. Mesela erkeğin kadına “seni
öldürürüm” lafı bile tek başına boşanma
nedeni olabiliyor. Bakıldığında bu yasalar
yeterli midir? Eksik var mıdır ya da neler
yapılabilir?
Bu işlerde tabi ki yasalardan destek
alacağız.
Peki caydırıcı oluyor mu bunlar?
Tabii ki caydırıcı olabiliyor. Ama az
önce de dediğiniz örnekten gidecek olursak
“seni öldürürüm” lafı ciddi ya da şaka fark
etmeksizin -kadın ciddi algılıyorsa- bunu
bir boşanma nedeni olarak kullanabilir. Bir
boşanma hakkı olarak kullanabilir. Şimdi
düşünelim; böyle ne kadar kadın vardır?
Yani zaten şiddet gördüğü için ya da ağır
koşullara rağmen boşanmayan, boşanmayı
göze alamayan -toplumsal koşullardan dolayı göze alamayan- pek çok kadın var Türkiye’de ve dünyada. Bu tip yasalarla birtakım
şeyleri belki destekleyebilirsiniz, caydırıcı
olur ama bu şuna benziyor: Bir burjuvanın
fakir bir çocuğa cappuccino ısmarlayıp
kendi vicdanını rahatlatması gibidir. Devleti
idare edenler ya da bu tip unsurları değerlendirmeye muktedir kamuoyu yasaların
çıkmasıyla rahatlıyor. Ama aşağıd,a yaşama
dünyalarında ne oluyor bilemiyoruz.
Kadınların tüm
yaşamları boyunca haklarının ihlal
edilmesi ve kadınlara yönelik şiddet
günümüzde artan
eğitim düzeyine
rağmen bir türlü
sonlandırılamıyor.
Toplumun bu görüşünü değiştirebilecek yasalar dışında neler olması lazım?
Toplumun bu zihniyeti nasıl değişir?
İşte bu sosyolojik anlamda süreç içerisinde olgunlaşıp büyümesini bekleyeceğimiz bir olgu. Kentleşmenin artması, kadının
eğitim alarak sosyal ve iş hayatına girmesi
gibi toplumsal koşullar birleşince bu sefer
de artık bir yasaya gerek kalmaksızın zaten
bu uygulanır oldu. Yani koşullar çok önemli.
Kadına şiddet, kadının mağduriyeti, kadının
ikinci sınıf olarak kabul edilmesi erkek
dünyası açısından ya da dezavantajlı oluşlarıyla ilgili maalesef kültürümüzün birtakım
hastalıklı yönleri var. Kültürümüzün, toplumsal yapımızın, geleneklerimizin, bazen
inançlarımızın, inançlarımızı yorumlama
biçimlerimizin sıkıntılı yönleri var. Dolayısıyla hukuk kurallarını değiştirmektense
buralarda değişmeleri hızlandırabilmek için
bir şeyler yapılmasının doğru olduğuna
inanıyorum.
Bir kavga sırasında cinnet geçirmek
ya da namus davaları gibi nedenler şiddeti meşrulaştıran sebepler gibi gösterilebiliyor. Bu doğru mudur, bu haller şiddeti
meşrulaştırır mı?
Asla değil. Hiçbir şekilde kadının evlilik
akdi ya da normal kadın-erkek ilişkileri bağlamında toplumun meşru gördüğü, normal
gördüğü şeyin dışına çıkmış olması onun
uğrayacağı şiddet ya da daha üst biçimdeki
cezaları meşrulaştırmaz. Hiçbir şekilde. Ne
hukuken ne dini bakımdan ne de vicdani bakımdan meşrulaştırır. Bu tamamen Türkiye’
de namus kavramına yüklenen kompleksli
anlamlardan kaynaklanıyor.
Dolayısıyla hapishanelerde bile namus
meselesi yüzünden cinayet işleyenler –ya
başkasını öldürenler ya da eşini öldürenler
farketmez- sanki daha ayrıcalıklı bir yerde
duruyorlar. Çok yanlış bir şey. Kimsenin
birini öldürmeye ya da şiddet göstermeye
hakkı yok. Kadınlar günah keçisi değil.
Kadınlar maalesef Türkiye’de pek çok sıkıntıdan sonra erkeklerin stresini attığı ilk yer
olmuş oluyor. Nesneleştiriliyorlar. Buna tabi
ki az önce sizin de söylediğiniz gibi meşrulaştırıcı kılıflar uyduruluyor. Bu yanlışları
aşmak gerekiyor. Tabi bunun için de zamana
ihtiyacımız var.
Medyanın kadına bakış açısını ve
medyanın kadın haklarını kamuya yansıtma şeklini nasıl buluyorsunuz?
Şimdi medyanın dünyası ayrı. O ayrı
bir dünyada yaşıyor. Medyayı eleştirdiğim yerler çok fazla. Mesela haber değeri
olsun, daha çok ses getirsin diye aktarmak
istedikleri şeyi aktarıyorlar sadece. Bir
bütünlük olarak vermiyorlar. Ama kadına
şiddet konusunda medya duyarlı. Duyarlı
da olması gerekiyor ama ne kadar duyarlı?
Ya da işte sadece olaylarla sınırlı tutmak…
Sosyolog Doç. Dr. Mevlüt Özben, Özgecan Aslan cinayeti ve
benzer vakaların ‘cinsiyetçi terör’
bağlamında ele alınıp ceza yasalarının buna göre düzenlenmesi
gerektiğini belirtti.
Doç. Dr.
Mevlüt
Özben
Bir şey olduğunda medya hemen olayın
üstüne gidiyor ama sonrasında unutuluyor
çok çabuk. Kadınlar gününde ya da bir
şiddet olayında hatırlanıyor kadınlar. Evet,
vicdan rahatlatılıyor böylece ama sonrasında
unutulup gidiliyor.
Medyanın toplumun bu konudaki
bakış açısını değiştirebileceğine inanıyor
musunuz?
Medyanın elinde sihirli bir değnek yok.
Yani medya kendi çıkarları etrafında –başta
ekonomik çıkarları olmak üzere- haber
yapıyor. Fakat şu önemli; kadınlar kendi
uğradıkları bu dezavantajlı durumları
kendileri inşa etmek bakımından erkeklerden geri kalmıyorlar. Yani kendi ikincil
pozisyonlarını gündelik yaşamdaki kabullenmeleriyle, yapıp etmeleriyle kendileri
zaten üretiyorlar. Yani belki çok somut bir
örnek ama “eşimdir döver de, sever de”
mantığının kabullenilmesi gibi. Ya da daha
pek çok şeyi yapmış olmakla kadınlar zaten
bu kendilerine yönelik ikincil durumu kabul
etmiş oluyorlar. Erkeklerle el ele yeniden
üretiyorlar. Tabi ki umudumuz bu görüşün
değişmesinden yana.
Bunun adı ‘cinsiyetçi terör’dür
M
evlüt Özben, tüm yurtta büyük
bir infiale neden olan Özgecan
Aslan cinayetinin ardından yazdığı yazıda Özgecan’ın da ismi unutulan
diğer kadın kurbanların arasındaki
yerini alacağını belirtti; bu yüzden,
ahlanıp-vahlanmayı, hatta Özgecan
üzerinden kendi çıkarları hesabına türlü
türlü şarlatanlıklar yapanları bir kenara
bırakıp bundan sonra yapılabilecekleri
konuşmak gerektiği konusunda uyarılarda bulundu.
Haberx.com’da yayınlanan yazısında
Özben şu görüşleri dile getirdi: “Sanırım,
kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin her birinin ayrı ayrı vakalar olmadığı, daha kestirmeden söylersek kadın
sorununun politik olduğuyla yüzleşmenin vakti, geldi de geçiyor bile. Evet, çok
açık söylüyorum: Kadına yönelmiş olan
her türlü şiddet ve katletme temelde politiktir, çünkü bu fiillerin altında kadını
yönetmeye, belirlemeye yönelik ataerkil
düşünce ve edimler yatmaktadır.
Bir benzetmenin de ötesine geçecek
şekilde, tıpkı terör olgusunda olduğu
gibi kadına yönelik şiddet ve katletme
vakalarında da, belirleme-yönetme
itkisinden hareketle, açıkça, korkutma,
sindirme, panikletme vb. amaçlar söz
konusudur. Öyle ki, ataerkil düzenin gözünde kadın karnından sıpanın sırtından
sopanın eksik edilmemesi gereken bir
varlıktır. Yani gözünü açmasına imkân
verilmeden yönetilmesi, belirlenmesi
gereken bir varlıktır kadın.
Benim tüm bu olup bitenlerden sonra
önerim şudur: Kadına yönelik her türlü
kötü muamele, taciz, şiddet, tecavüz ve
öldürme vakaları “cinsiyetçi terör” ve
yerine göre “nefret suçları” biçiminde
düşünülmeli ve terör suçu kapsamında değerlendirilmelidir. Öyle ki, gerek
fiilin sahibi gerekse dolaylı –dolaysız
fiilin sahibiyle ilişkilendirilecek herkes
maddi-manevi hukuki ve belki de daha
önemlisi toplumsal yaptırım(lar)la karşı
karşı kalmalarıdır.
Sözgelimi, “annesinin diz kapaklarını
görünce erkek tahrik olur” anlamında
bir şeyler söyleyen hoca lakaplı kimseler ve benzerlerinin bu abuk-sabuk
konuşmaları/beyanları pekala kolaylıkla
cinsiyetçi tahakküm bağlamında değerlendirilerek “nefret suçu” kapsamına
sokulabilir. Yani bu kimselerin hukukun
sopasıyla sesleri bir çırpıda kesilebilir.
Önüne gelenin cinsiyetçi bir kategori
anlamında kadınları belirlemesinin,
kadınlar hakkında ahkam kesmesinin
önüne geçilebilir. Bu önlemler basitmiş
gibi gözükse de, pek çok, potansiyel olarak saldırgan ve şiddet eğilimli insan için
bir “geri durma” nedeni olabilir.
Ben diyorum ki, Özgecan’ı katleden caniye en ağır cezanın verilmesini
ummakla, onun isminin açılışı yapılacak
olan bir merkeze vermekle ya da birkaç
medya şarlatanına linç kampanyaları
düzenleyerek olup-biteni sulandırmakla,
konuyu kapatmaktan, hatta üzerine bir
bardak su içmekten öte bir şey yapmış
olmayız.
Şimdi yetkili ve sorumlulara sesleniyorum; elbette tartışalım, ama ben
önerimin arkasındayım; gelin cinsiyetçi
saiklerle (yani bir anlamda politik saiklerle) kadına yönelmiş tüm şiddet ve katletme olaylarını hukuki bir tanımlama
çerçevesi içinde birleştirelim ve adına da
“cinsiyetçi terör” diyelim.
Türkiye’nin sosyal bir gerçeklik olan
“cinsiyetçi terör” ile yüzleşmesinin vakti
geldi. Anayasaya, ceza kanunlarına,
iç-güvenlik paketlerine, kısacası hukuki
tanımlama çerçevelerinin içine gelin
“cinsiyetçi terör” olgusunu da ekleyelim
ve suç ve ceza yönetmelikleri bağlamında gerekli düzenlemeleri bir an önce
yapalım…”
Şubat-Mart 2015
Toplum
7
Bu adam benim babam
Kısmet Demirci
K
endini yollara adayan adam…
Hayatın zorlukları içinde çizilen
yollarda kolay değil ekmek parası
kazanmak, çektiğin tüm sıkıntıların tek dert
ortağı yollar olur. Hüzünlenmek, sevinmek,
düşünmek, bitmek bilmeyen uzun yollarda
teselli aramak…
Uzun yolların acısını aileler paylaşır,
çaresiz sızlanışları anlamaz kimse. Geçim
derdi denince bir durup düşünürsün çünkü
kolay değil direksiyon başında ekmek parası
kazanmak. Küçüklüğümden beri gözüm hep
yollarda kalır, dalar giderim babam gelir
aklıma. Geçen her tır şoföründe gözümde
canlanır babam, yutkunurum. Gözlerim
nemli kalır.
Annem 25 yıldır çekti bu acıyı, hala
da çekmeye devam ediyor. Çocuklarının
yanında yansıtmasa da anlarım küçüklüğümden beri annemin yollara bakan derin
bakışlarını. Babam eve gelince bayram
sevinci yaşanır her seferinde. Ama yetmez
zaman bilirim ki geldiği gibi dönecek yine
yollara. Kızgınlığım, öfkem çocukluğumda
kaldı. Biliyorum, babam bizim için çekiyor
bu sıkıntıları…
Babamla nadir görüşmelerimizden
birinde kendisinin karşısına bir gazeteci
olarak oturdum ve uzun yol şoförlüğünün
sıkıntılarını, zorluklarını, heyecanlarını,
tehlikelerini, anılarını anlatmasını istedim.
Anlattı da. Hem de yeniden yaşıyormuş
gibi, yüzünde beliren derin ifadelerle...
İlk sorum neden bu mesleği seçtiği ile
ilgili oldu. Okulu bıraktığı için 16 yaşında şoförlüğe başladığını, kendilerine ait
kamyonları ile ilk olarak direksiyon başına
oturduğunu söyleyen babam, o günden sonra da direksiyonun başından kalkamadığını
ve daha birkaç sene de kalkamayacağını
söyledi.
Değişik ülkeler, değişik insanlar demek…
Bu zamana kadar kaç ülkeye gittiğini
sorduğumda; “Sayısını tam olarak hatırlayamıyorum. Birçok ülkeye gittim. Fransa,
Rusya, Almanya, İran, Irak, Türkmenistan,
Azerbaycan, Hollanda, Belçika, İtalya ve
daha aklıma gelmeyen bir sürü ülke” diye
cevap verdi.
İlk zorluğu, ilk kez yurt dışına çıktığı
Almanya seferinde yaşamış. Yeni evlendiği
için evi bırakıp gitmek zor gelmiş: “İlk defa
yurt dışına çıkmışım ne yol, ne iz, ne de dil
biliyorum. Yükü boşaltacağım yeri bulamıyordum. Yoldan geçen birine sordum ancak
ne o beni anlıyor ne de ben onu anlıyordum.
İletişim kuramadım. Bizi duyan yaşlı bir
kadın geldi yanıma ve nereye gitmek istediğimi sordu. Bir Türk’tü. Bana tarif etmeye
çalıştı baktı anlamıyorum bindi yanıma ve
gideceğim yere kadar eşlik etti. Bu ilk seferimi asla unutamıyorum.”
Babama en uzun seferini sorduğumda,
eve bir buçuk iki ay hiç gelmediği birçok
seferinin bulunduğunu hatırlattı; derin iç
çekişlerle...
25 yıllık şoförlük hayatı boyunca birkaç
kez saldırıya uğradığını öğrendim. Bu
saldırıların nasıl gerçekleştiğine değindik.
Baba-kız sohbete devam ederken onu en
çok korkutan saldırının uzun yol şoförlüğünün ilk yıllarında gerçekleştiğini, Fransa’da
meydana gelen bu saldırının yeterli yol
bilgisinin olmaması ve yanlış yerde mola
vermesinden kaynaklandığını dile getirdi.
Akşam uyumak için mola verdiği yerde
cama vurulmasıyla uyandığını, yüzleri
maskeli elleri silahlı birkaç kişinin arabadan
inmesini söylediklerini anlayınca soğukkanlılığını koruyarak kafasını kaldırmadan
arabayı sürdüğünü söylüyor. Daha sonra
tırda bulunan kurtarma düğmesine bastığını,
biraz daha gittikten sonra durduğunu anlatırken kızı olarak babamdan hayatımın en kötü
anısını dinliyordum. Arabadan inip baktığında tırın çadırını boydan boya yırttıklarını
söylüyor. Çadırın içindeki malları almaya
çalışmışlar soyguncular: “Allah’tan yüküm
çamaşır makinesiymiş, ağır oldukları için
alamamışlar, yoksa başıma dertler açılacaktı.” Babam o günü yaşarken nasıl soğukkanlı olduysa bana bunları anlatırken de bir o
kadar soğukkanlıydı. Ama ben dinlerken o
kadar soğukkanlı olamıyordum.
Kim bilir diğer tır şoförleri neler yaşıyor, ailelerini geçindirmek için.
Babam ile konuşmaya devam ederken
başından geçen başka bir olayı anlatıyor.
Rusya’da yanlış bir sokağa girdiğini ve
orada ekmek parası için hayatlarını hiçe
sayan insanları gördüğünü anlattı: “Yolda
gidiyordum biri arabanın önüne kendini attı.
Ne yapacağımı düşünemeden polisler beni
karakola götürdü. Ben dil bilmediğim için
kendimi ifade etmekte çok zorlandım. Bir
hafta boyunca doğru dürüst tanımadığım bir
ülkenin karakolunda kaldım. Sonra patronlarım araya girmesi ve kendini arabamın
Tır
rinin
e
l
r
ö
f
şo
yen
e
m
n
i
l
bi
sı
dünya
altına atan adamın bunu isteyerek yaptığı
öğrenilince beni serbest bıraktılar.” O günleri hatırlıyordum, evet, babamdan haber
alamayınca ne zor günler geçirmiştik.
Ne taşıyorlar?
Akla gelebilecek her şey. En kolay, sorun yaşamadan taşıdıkları yük ise boş çuval.
Tır şoförlerinin en çok zorlandığı
mevsimin kış olduğunu çünkü arabalarının
soğuktan donduğunu buda şoförleri çok zor
durumda bıraktığından bahsetti.
Tır şoförleri için önemli olan uyku
düzeni kuralların başında geliyor. Çünkü
kaza riski yüksek olan bu mesleğin uyku
saatlerine, şoförlerin dikkat etmesi gerekir.
Babam, şoförlerin günde belirli aralıklarla
en fazla 9 saat araba sürmeleri gerektiğini
söyledi. Ayrıca aralıksız 4 buçuk saat araba
kullanmanın yasak olduğuna da değindi.
Bunca zahmet, bunca emek ve bir o
kadar da hasretlik çektiği bu meslekte emeğinizin karşılığını alıyor musunuz sorusuna
ise şu cevabı verdi: “Daha önceki çalıştığım
şirket de tam 17 yıl şoförlük yaptım. Hiçbir
zaman emeğimin tam karşılığını alama-
Tır şoförlüğü en zor
mesleklerden biri. Bitmeyen yollar, ayları bulan
ayrılıklar, yabancı ülkeler,
tonlarca yükün ağırlığı... 25
yıllık tır şoförü Vedat Demirci, bu zorlukların hepsini, hatta daha fazlasını
yaşamış; saldırıya uğramış
mesela... Ama “Farklı ülkeler görmek, yeni kültürler
tanımak ve yeni insanlarla
tanışmak şoförlüğün bana
kattığı en güzel şeyler. Bu
mesleği yapmasaydım bu
kadar ülke gezemezdim,
farklı insanlarla tanışamazdım.” diyerek mesleğin
olumlu yönlerinden de bahsedebiliyor. Kısmet Demirci, babası Vedat Demirci ve
onun şahsında tır şoförlerinin bilinmeyen dünyasını
yazdı.
dım. Bu yüzden o şirkete dava açtım. Şu
anda mahkememiz devam ediyor. Davamın
sonucu bekliyorum. İnşallah hakkımı alacağım.” Şimdi çalıştığı şirketten çok memnun
babam; çalışanlarının emekleri zamanında
ve hak ettiği kadar ödeniyormuş. .
Genel olarak, tır şoförlüğünün olumlu
ve olumsuz yönleri hakkında ise şunları
söyledi: “Tabii ki zorlukları çok aile özlemi,
saldırıya uğrama gibi ancak farklı ülkeler
görmek, yeni kültürler tanımak ve yeni
insanlarla tanışmak şoförlüğün bana kattığı
en güzel şeyler. Bu mesleği yapmasaydım
bu kadar ülke gezemezdim, farklı insanlarla
tanışamazdım.”
Şoförlük hayatında çok sıkıntılar ve zorluklar çektiğinden bahseden babamı şimdi
daha iyi anlayabiliyorum. Hiçbir meslek
kolay değil elbette uzun yol şoförlüğü dışarıdan kolay gibi görünse de diğer mesleklere
göre daha zor. Çünkü bütün hayatınız tek bir
koltuk üstünde, direksiyon başında; ailesiz,
hasret dolu günler bir türlü geçmek bilmez.
‘Bitmek bilmeyen yollarda kaybolursunuz.’
Sistematik bir okul olarak Liberal Düşünce Topluluğu
Erat Kocaoğlan
L
iberal Düşünce Topluluğu, kendisini özgürlük, özel mülkiyet, piyasa
ekonomisi, insan hakları, özgürlükçü demokrasi, hukukun üstünlüğü,
adalet ve barışı inşa etmek ve tanıtmak
üzerine konumlandıran bir dernek. Yönetim kurulu başkanlığını Prof. Dr. Atilla
Yayla’nın üstlendiği, 1 Nisan 1994’te
dernek olarak kurulan Liberal Düşünce
Topluluğu, medeniyetin temelinde yatan
fikrî geleneklerin Türkiye’de tanıtılması
amacıyla Türkiye’nin temel problemlerine liberal ilkelerle bağdaşan çözüm
yolları arıyor.
Siyasi partilerden bağımsız fikri bir
hareket olarak çalışmayı ilke edinen
topluluk, kamu politikasının oluşturulmasında yetkili çevreleri bilgilendirmek gibi bir misyonu da hedeflemekte.
İnsanların düşünme ve muhakeme
kabiliyetlerini geliştirmek için başvurabilecekleri fikri ve felsefî kaynakların
oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla
dernek amaçlarına uygun araştırma ve
inceleme yapan kişilere maddî ve manevî destek sağlandığını söyleyen İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi
ve topluluğun yönetim kurulu başkanı
Prof. Dr. Atilla Yayla, “Liberal düşüncenin Türkiye’de ilk defa sistematik bir
fikir akımı haline gelmesi süreci 1992’de
kurulan Liberal Düşünce Topluluğu ile
başladı. Yirmi iki yıldır başarıyla yoluna
devam eden Liberal Düşünce Topluluğu
liberal düşüncenin ana kaynağını teşkil
etti. Faaliyetleriyle ve yayınlarıyla memleketin her yanında liberal nesillerin
yetişmesine herkesten ve her çevreden
daha fazla katkı sağladı. Bugün ülkenin
neresinde liberalim diyen biri varsa o
mutlaka ama mutlaka doğrudan veya
dolaylı olarak Liberal Düşünce Topluluğu’nun faaliyetlerinden ve yayınlarından
etkilenmiş ve yararlanmıştır. Bu gurur
verici çalışmanın başından beri içinde
yar almış olmaktan kıvanç duymaktayım” dedi.
Türkiye ve dünyada önemli bir yere
sahip olan Liberal Düşünce Toplulu-
ğu, 2006’dan beri her yıl Pensilvanya
Üniversitesi tarafından hazırlanan ve
Türkiye’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika
Bölgesi içerisinde değerlendirildiği
2013 yılı “Dünyanın En iyi Düşünce
Kuruluşları Endeksi” verilerine göre,
Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi’nin
en iyi 12.si, Amerika Birleşik Devletleri
hariç dünya sıralamasında en iyi 67.si ve
ABD dahil dünyanın en iyi 87. topluluğu
seçildi. Dış ilişkiler, Kamu politikaları,
Ekonomi politikaları gibi çeşitli tasnifler
ve bu alanlarda kuruluşların etkinlikleri
dikkate alınarak değerlendirilen sıralamada önemli bir başarı kazanan topluluğun hedefi daha geniş kitlelere ulaşmak.
Entelektüel bir okul
Türkiye’nin her bölgesinde birçok
akademisyen, gazeteci, yazar, kanaat
önderi, hukukçu, siyaset bilimci, sivil
toplum gönüllüsü ve çok sayıda liberal
fikirlere yakın kişinin bünyesinde bulunduğu topluluk, bir fikir okulu işlevine
sahip. Türkiye genelinde kongreler,
uluslararası ve ulusal toplantılar, yazı
yarışmaları ile paneller düzenleyen
Topluluk, Türkiye ve Dünya’da liberal bir
ağ oluşturma amacıyla çalışıyor. Türkiye’nin sayılı Liberallerinden ve topluluğun Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Yayla,
Liberal kuruluşların sayısının artmasını
istediğini söyledi.
Renkli bir mozaiğe sahip olduklarını ifade eden Yayla, “Liberal Düşünce
Topluluğu’dan sonra liberal çerçevede
kurulan Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin ortaya çıkmasını memnuniyetle
karşılıyorum. Yeni enerjiler ve yetenekler oryaya çıkabilir. Bu sayede daha
önceden ulaşılmamış veya ulaşılamamış
çevrelere ulaşılabilir. Akademik iç rekabet bizleri daha üretken kılabilir. Liberallerin kullanabildiği araçların ve mecraların sayısı artar. Bu yüzden Özgürlük
Araştırmaları Derneği’nin kuruluşunu
hem liberal akademik blokun kuvvetlenmesi hem de bazı yerlerde ortaya çıkan
seviyesizliği ve çapsızlığı gidermekte
yararlı olabilecek bir gelişme olarak da
görüyorum. Ayrıca, liberal camianın bu
sayede daha sağlıklı olacağına eninim”
ifadelerini kullandı.
8
Tarih
Şubat-Mart 2015
Ağrı’daki anıt düşürülen
uçağı mı temsil ediyor?
Y. Özgür Bülbül
H
ava Şehitleri Anıtı tartışması Sırrı
Sakık’ın, 1 Haziran 2014’te Ağrı
Belediye Başkanlığına seçilmesinin
ardından şehrin göbeğindeki anıtları kaldırmak istemesiyle başladı. Sakık’ın, militarizmi çağrıştıran
anıtların kaldırılmasına yönelik
açıklamaları bazı kesimler
tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Açıklamanın üzerinden kısa
bir süre geçtikten sonra Twitter
üzerinden ‘Anıtıma Dokunma’
adlı bir hesap açıldı. Hesabın
yaklaşık 2 bin takipçisi bulunuyor. Hesap üzerinden anıtla
ilgili medyada yer alan haberler
paylaşılıyor. Ayrıca anıtın yıkılmaması yönünde de bildiriler
yayınlanıyor.
Neyi temsil ediyor?
Sırrı Sakık’ın sözleriyle
gündeme gelen anıt Ağrı’nın
tam göbeğinde yer alıyor.
Anıtın altında resmi
bilgilere göre İran’dan
dönerken şehit olan
iki havacının kabri
bulunuyor. Karşı görüş
ise Ağrı 1926 yılındaki
Ağrı İsyanını bastırmak için isyancıları
bombalarken “düşürülen” uçağı temsil
ettiğini savunuyor.
Ağrı Kültür
Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği
(AKYAD) Başkanı ve Araştırmacı Mehmet
İzci, konuyla ilgili makalesinde, 1926-1930
yılları arasında Ağrı dağı ve civarı ile İran
topraklarının da dahil olduğu coğrafyada
meydana gelen Ağrı İsyanında, dönemin
önemli aktörlerinden biri olduğunu belirttiği
Kor Hüseyin Paşa’nın oğlu Nadir Beg’in
olayı ailesine anlattığını aktardı.
Nadir Beg’in hatıraları, bahse konu
edilen iki havacının Ağrı İsyanı sırasında
isyancıları bombaladığını ortaya koyuyor.
Nadir Beg olayı şöyle anlatıyor: “Patnos
ilçesini kuşatmam için geçici hükûmetten
tarafıma bilgiler tebliğ edildi. Komutamdaki
200 süvarimle, İran tarafından Türkiye sınırına geçiş yapan, Seyit Resul komutasındaki
100 süvari ile Zilan Deresi’nde buluştuk ve
toplam sayımız 300 oldu. 30 Haziran 1930
Ağrı şehir merkezindeki Hava Şehitleri Anıtı, Belediye Başkanı Sırrı Sakık’ın yaptığı açıklamalarla gündeme oturdu. “Militarizmin sembolü” olarak nitelediği anıtının kaldıracağını söyleyen
Sakık’a “anıtıma dokunma” hesabı ile karşı kampanya başlatıldı. Peki sözkonusu anıt neyi temsil
ediyor? Atatürk İletişim, anıtı dikilen uçağın düşürüldüğü dönemin önemli aktörlerinden biri olan
Kor Hüseyin Paşa’nın oğlunun hatıraları ve tanıklıklarla “anıt gerçeği”ni günyüzüne çıkarıyor.
bu benim atalarımı bombalayan
uçağın pervanesi ise isyanın
adresi dağlardır’ deyip dağlara
gidiyorsa merkezi hükümet de
buna bir çözüm bulmalıdır. Bütün
değerleri yan yana yaşatmak gibi
bir derdimiz var. Anıtla ilgili bu
konuda beni hiç kimse ikna edemez. Tank da gelse, top da gelse,
benim hareketim de çıksa dese bu
yanlıştır. Ben bu söylediklerimin
arkasındayım.” açıklamasında
bulundu.
Vali:
Sırrı Bey yanılıyor
Resmi kaynaklar ise
olayın tamamen farklı olğrı il merkezinde
duğunu iddia ediyor. Ağrı
Sıddıkiye Mahal
lesi
203\1 parselde
Valisi Mehmet Tekinarsbulunan
Hava Şehitleri An
lan, 1967 yılında Milli
ıtı, 3 bin
67 metrekare yü
Savunma Bakanlığı’nca
zölçümüne sahip. Anıt “1
tahsis edilen, 15 bin TL
4 Haziran
2011 tarih ve 2 bi
ödenek ile yenilenen
n 367 sayılı yevmiye ile
şehitlikte kabri bulunan
korunması
gerekli taşınmaz
pilotların kesinlikle Ağrı
kültür
varlığı” olarak M
Dağı'nda 1926-1930 yılları
aliye
ni öğrendik.”
Hazinesi adına
kayıtlı ve
arasındaki çatışmalarda
Milli Savunma Ba
Cenazeler Patnos’tan
kanlığı
şehit olmadığını ve hava
adına tahsisli. An
Ağrı’ya taşınmış
ıt, burnu
operasyonlarına
katılmadıküzerine yere ça
İzci, 1960 yılında iki
kılan çift
larını
bildirdi.
kanatlı bir uçağ
dönem Ağrı Milletvekilliği
ın yerdeki
Tekinarslan, Sakık’ı
iki kanadı, yere
yapan Halis Öztürk’ün de
dik şekilde
eleştirerek,
“Bu uçakların
du
ra
n
uçak gövdesi ve
olayı aynen Nadir Beg gibi
1929'da
düştüğü
fikrini
uçakta kuyruk ka
hatıralarında yakınlarına
natlarını
aklına
kim
soktu
bilmiyoruz.
te
m
si
l edecek şekilde
anlattığını ileri sürdü. İzci,
haUçağın düşüş şekli, düşzırlanmış. Gövd
eyi temsil
Patnos’a defnedilen iki
tükten sonraki kalıntıları ve
eden sütun üzer
ine de bir
pilota ait cenazelerin 1950
bu
kalıntıların hangilerinin
uçak pervanesi
yerleştiyılında yerinden alınarak
anıtta
kullanıldığı bilgileril
miş.
Ağrı merkeze getirildiğini
rini Belediye Başkanımız
ve Atatürk heykelinin de
Sayın Sırrı Bey ile paylaştım.
bulunduğu mevcut yerine defneBiz
kendisine değer veriyoruz,
dildiğini aktardı. İzci, bu alana ve mahallesamimi ve içten buluyoruz. Ancak gündeme
ye de Abide isminin verildiğini hatırlattı.
getirdiği konuya bakış açısı kendi tercihi
“Atalarımı bombalayan uçak”
olabilir. Resmi kaynaklar dışında bu konuyEllerinde bulunan çeşitli fotoğraflarla
la ilgili paralel bilgiler var. Burada herhangi
da konuyu tespit ettiklerini dile getiren Ağrı
bir işlem yapmak hukuken de mümkün
Belediyesi Eş Başkanı Sırrı Sakık, çatışarak
değildir. Türk Tarih Kurumu'ndan, Milli
değil uzlaşarak sorunları çözmek istedikleSavunma Bakanlığı'ndan, Kültür ve Turizm
rini belirtti. Sırrı Sakık toplumsal yapılarla
Bakanlığı'ndan buradaki anıtla ilgili tarihçeoynama gibi bir dertlerinin olmadığını
yi sorabilirler.” ifadelerini kullandı.
kaydetti. Sakık, “Oraya bakan genç, ‘Ya
A
tarihinde Patnos’a
yürüdük. Xırındas
(Patnos’un beldesi
olan Dedeli yakınlarındaki Meydan dağı)
Köyüne vardığımızda
askerler ile aramızda
büyük bir çatışma çıktı. İlk çatışmada yörenin tanınmış simalarından Hesenê Sêçarıx,
Sultan Efendi, Akifê Delo ve birçok kişi yaşamını yitirdi. Çatışmada daha önce ordudan
elimize geçen ağır silahlar da bulunuyordu.
Komutamdaki birliğim çatışmada üstünlüğü sağlayınca savaş uçakları üzerimizde
uçuşmaya başladı. Uçaklar alçak uçuş
yaparak halka bomba yağdırmaya başladı.
Bombardımanda yine çok kayıp verdik. Ben
ve yakınımdaki savaşçılar uçağa yoğun ateş
etmeye başladık. Bu esnada uçağın birini
vurmayı başardık ve uçak düşmeye başladı.
Sonradan askeri birlikler düşen uçağın enkazına ulaşarak olayda hayatını kaybeden iki
pilotun cenazelerini alarak, Patnos merkeze
götürdüler. Götürülen cenazelerin Eski Hal
binası ilçe Jandarma bitişiğine defnedildiği-
O uçak düşürülmedi, kırım geçirdi
H
ürriyet yazarı Taha Akyol da anıtla
ilgili bir yazı yazdı. Akyol, yazısında, anıtın temsil ettiği uçakların
düşürülen uçaklar olmadığı görüşünü
savundu. Akyol, 1939 yılındaki bir uçuştan bahsetti ve o uçuştan dönen uçakların Ağrı yakınlarında hava muhalefeti
sebebiyle mecburi iniş yaparken ağır
hasar gördüklerini yazdı.
Akyol’a göre, olay şöyle gerçekleşti:
“İran veliahdının nişan törenine katılmak üzere Türk Havacıları Tahran’a gidecekti. Bu görev, Diyarbakır’daki İkinci
Tayyare Alayı Komutanlığı’na verilir. İran
Veliahdının düğününe Diyarbakır’dan
kalkan uçaklar gider. Tahran’da kalınır.
Yapılan törene Türk Havacıları da katılır.
Resmi geçişler gerçekleştirilir.
O yıllarda Diyarbakır 2. Tayyare Alayı’na bağlı olarak 27. ve 28. Bölüklerde
Vultee V-11GBT tipi uçaklar bulunmaktaydı.
Dönüş yolculuğu 26 Nisan 1939’da
başlar. Uçaklar önce Tebriz’e gidecek,
oradan Ağrı’dan sınıra geçiş yapıp Diyarbakır’a ulaşacaktı.
Ancak işler beklendiği gibi gitmez.
Tahran’dan kalkış yapıldıktan sonra filo
Tebriz üzerindeyken alçalan bulut tavanı
nedeniyle zor durumda kalır. Bir süre
sonra yerle görüş kaybedilir.
Bunun üzerine bazı uçaklar Tahran’a
döner. Birkaç uçak yoluna devam eder
ama Miskin Köyü yakınlarına mecburi
iniş yapmak zorunda kalır. Sadece bir
uçak Diyarbakır’a ulaşmayı başarır.
Mecburi iniş sırasında iki uçak ağır
hasarlanır.
Bu uçaktaki uçuş ekiplerinde bulunan 28. Bölük’te görevli Pilot Astsubay Çavuş Fethi Sülker ile diğer
V-11GBT’deki Pilot Sivil Sıddık Uyar
da mecburi iniş sırasında kırım geçiren
uçaklarda şehit olur. Her ikisi de Ağrı
Karaköse Şehitliği’ne defnedilir.
Kazalar, hem Türkiye hem de İran’da
büyük üzüntüye sebep olur. Uçaklar
olaydan birkaç gün sonra havanın
düzelmesiyle birlikte Tebriz’de toplanır
ve Diyarbakır’a dönebilir. Dönüş yolculuğunda hayatlarını kaybeden Makinist
Astsubay Çavuş Fethi Sülker ve Sivil
Makinist Sıddık Uyar’ın adına Ağrı’da bir
anıt yapılır.”
Taha Akyol
Şubat-Mart 2015
Üniversite
Sansürü yanlış anlıyoruz
Sansürün anlam ve uygulama bakımından Türkiye’de yanlış anlaşıldığını
belirten Hıdıroğlu, sanatçıların baskıları içselleştirmesinin de bir sorun olduğunu söyledi. Hıdıroğlu, başlarda ilgili yasada çocukları ve gençleri koruyan hükümlerin bulunmadığını ifade etti.
9
İletişim’de
bir ilk
S
ansür; söz, yazı, resim ve
sesle yapılan her çeşit yayının
Yrd. DOç. Dr. İrfan Hıdıroğlu
devlet tarafından denetlenmesi ve bu amaçla yapılan güvenlik
tedbirlerini ifade ediyor. Kavram
hem anlam bakımından hem de
sansüre karşı geliştirilen tavır
sebebiyle tartışmalara sebep oluyor.
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema
bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr.
İrfan Hıdıroğlu, “Sansürün genel
tanımları önemli değil, önemli olan
baskıcı geleneği sanatçılar üzerinde
gereğinden fazla kendisini hissettirmesi sonucu o baskıyı içselleştiren
sanatçıların ona göre davranmasını
konu alan denetlemedir. Yani sektörün kendisinden, özünden gelen bir
sansür uygulaması değil var olan
ülkedeki baskıcı ortamın içselleştirilmesi ile alakalı bir şeydir.” dedi.
İrfan Hıdıroğlu, Türkiye’de ilk
sansür uygulamasının Osmanlı zamanında Lumiere Kardeşlere yapıldığını ifade etti. 1895’te sinemanın
icadı ile birlikte Lumiere Kardeşler
Fransa’nın Paris şehrinde Du Grand
Cafe’de ilk filmlerini gösterime sunarlar. Osmanlı Devleti’ne 6 ay gibi
yaptığı, hepimizin defalarca izlemekten sıkılmayacağı
kısa bir dönemden sonra haber filmi
film: Hababam Sınıfı. Türkiye’de böyle bir sınıf yoktur
çekmek için gelen kardeşlerin ülkeye rüşvet yoluyla
ve böyle bir şeyi göstermek gençlere kötü örnektir
soktukları makineleri kontrol etmek adına tedbiren
baskıcı bir uygulama yapılır. Ülkenin de karışık olduğu gerekçesiyle yasaklanır.
1962 yapımı, Süha Doğan’ın yönetmenliğini yaptığı
bu dönemde tek yasaklamanın burada yaşandığını
film: Şoförün Karısı. Filmin bir sahnesinde Handan ve
görüyoruz. Osmanlı Devleti’nin filmlerin sansürlenLeyla adlı karakterler birlikte bir eve çıkıp oturmaya
mesiyle ilgili herhangi bir derdi olmadığını söyleyen
Hıdıroğlu; “Aslında Osmanlı’nın sinemaya ilişkin tavrı karar verir. Aralarında şöyle bir konuşma geçer: “Kazancımızı ortaya koyar beraber harcarız.” Bu söz bir
şöyle: Filmlere ne sansürlenecek kadar önem veriliyor
ne de onun politik gücünden faydalanacak ya da estetik çeşit komünizm propagandasını takip ettiğinden dolayı
yasaklanır.
gücünden yararlanacak kadar önem veriliyor. Sinema
1952 yapımı, Metin Erksan’ın yarı kurmaca yarı
halkın ucuz eğlencesi olarak görülüyor.” dedi.
belgesel olan filmi: Âşık Veysel’in Hayatı ya da KaranÇocuklar korunmuyor
lık Dünya. Bu film “Türkiye’nin ekinleri bu kadar cılız
1932-1934 yılları arasında sinemayı düzenleyecek
gösterilemez.” gerekçesiyle sansürlenir.
olan Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu devreye
Sansürün 90’lardan sonra ‘yumuşadığını’ söyleyen
girer. 10 maddelik kısımda en önemli konunun atlanılHıdıroğlu, o dönemlerde ülkemizde yayınlanan Ameridığını vurgulayan İrfan Hıdıroğlu; “Kesinlikle dünya
kan filmleri, gençlik Amerikan komedileri, en önemlisi
üzerinde farklı devletlerde farklı zamanlarda sansür
AB ortak yapım mevzuatı Eurimages’e girmemizle
üzerine bir şeyde uzlaşılmışsa uzlaşılan şey şudur:
sansürün esnekleştiğini ifade etti. Hıdıroğlu, 1980’lerÇocukların ve gençlerin fiziksel ve psikolojik gelişimden itibaren uygulamaya sokulan neo-liberal ekonomik
lerini kötü yönde etkileyecek yayınların yapılmaması.
ve kültürel politikaların yeni yasal düzenlemelere ihtiBu maddenin bizim yasamızda olmadığını görüyoruz.
yaç duyulmadan fiilen sinemada sansürü yumuşattığını
Sonralardan giriyor ama 10 maddenin içinde en önembelirtti. Fiili durumun ilerleyen yıllarda yasal zemininin
lisi yok. Sansür gençleri ve çocukları korumak için
oluşturulduğu kaydeden Hıdıroğlu, sansür kurullarınvardır.” ifadelerini kullandı.
da değişim yaşandığını, özel yayıncılığa geçişin ve
Trajikomik örnekler
neo-liberal politikaların gereği olarak AB ve Eurimages
Türkiye’de sansürün uygulandığı filmler, ömür
ile ortak yapımların devreye girdiğini, bu gelişmelerle
boyu yasaklı olan yönetmenler, şairler, yazarlar saybirlikte sansürün kademeli olarak azaltıldığını sözlerine
makla bitmez. Trajikomik örnekleri içinde barındıran
ekledi.
filmler ise şöyle:
r Melis Ceyhan
1975 yapımı, Ertem Eğilmez’in yönetmenliğini
Kuduz riski
en fazla
Doğu
Anadolu’da
Ü
lkemizde en yaygın hayvan hastalığı olarak görülen kuduz, Doğu
Anadolu başta olmak üzere pek
çok bölgede insan sağlığını tehdit ediyor.
Özellikle hayvancılığın en çok yapıldığı
Erzurum’da 2013 yılında 22 kuduz vakasına rastlandı.
Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özkan Timurkan kuduzun en çok memeli hayvanlarda
görüldüğünü belirterek, “Kurt, tilki ve çakal
ile temas sonrası hastalık oluşma ihtimali
köpekle temasla oluşma ihtimalinden
fazladır. Ancak insanların köpek ile teması
özellikle kentlerde yaşayan popülasyon
için daha fazla olduğundan köpek temaslı
kuduz olayları fazla görülmektedir” dedi.
Timurkan kuduzdan korunmak için
ülkemizde çeşitli çalışmaların yapıldığını
ve sağlık bakanlığına bağlı, kuduz hay-
A
tatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
bölümü öğrencilerinin Alternatif Medya dersine
telekonferansla katılan Bağımsız İletişim Ağı (BİA)
Haber Müdürü Haluk Kalafat Hak Haberciliğini anlattı.
BİA’nın Okuldan Haber Odasına (OHO) programına katılan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü son sınıf öğrencisi Nur Ener’in hazırladığı Alternatif
Medya bağlamında Hak Odaklı Habercilik konulu sunuma
telekonferansla katılan Haluk Kalafat, gazeteci adaylarının sorularını da cevapladı. BİA’nın hak odaklı habercilik
anlayışını öğrencilerle paylaşan Kalafat, “Şiddet dilinden,
hakaret içeren sıfatlardan, cinsiyetçi söylemlerden uzak
durmaya çalışıyoruz.” dedi.
Okuldan haber adasına
Yrd. Doç. Dr. Ömer Alanka’nın Alternatif Medya
dersini alan gazeteci adaylarının sorularını samimiyetle
cevaplandıran Kalafat BİA’nın haber anlayışının anlatıldığı Okuldan Haber Odasına programına katılmak isteyen
öğrencilerin soruları karşısında ise son derece masraflı
bir iş yaptıklarını söyleyerek bütçenin şimdilik az sayıda
öğrenciyi ağırlamaya yettiğini ifade etti. Yeni bir haber dili
oluşturma gayretinde olduklarını söyleyen Kalafat ajans
haberciliği ile hak haberciliğini bütünleştirme noktasında
sorulan soruya, “Biz rahatız tabi, ajansta hızlı olmanız
gerekir ama habercinin de en büyük düşmanı heyecandır,
hızdır. Biz Gezi olaylarında hata yaptık, çok büyük hatalar
değil ama yaptık. Zamanla aşılamayacak mesele değil.
Ajanslar ham haber yapıyor. Gazetecilere de bu noktada
büyük sorumluluk düşüyor. Değişiklik yapılabilir.” şeklinde
konuştu.
Silahın olduğu yerde hak ihlali vardır
Bağımsız İletişim Ağı’nın zaman içerisinde oluşturduğu habercilik anlayışı ve haber dilini ayrıntılarıyla anlatan
Haluk Kalafat, şu bilgileri verdi: “Kadın Hak Haberciliği,
Çocuk Hakları, Çevre, Hayvan Hakları gibi başlıklarımız
var. Alanımız diğer medya kuruluşlarına göre biraz dar. Biz
genelde özel haber yapmaya çalışıyoruz yani haberlerimizi
kendimiz üretiyoruz. Bunun nedenlerini Hak Haberciliği
yapmak meselesi üzerinden açıklamak lazım. Bizim dilimiz
biraz farklı. Habere yaklaşımımız farklı. Bu farklılıklar
nedeniyle özel haber yapmamız gerekiyor. Bizim için en
genel anlamda insan hakları öncelikli haber konusu oluyor.
Burada Hak Haberciliği dediğimiz yerde sorun olarak gördüğümüz devlet aslında. Devlet karşısında insanın haklarını
önceliyoruz. Bu hakları öncelerken de tek tek grupların, dezavantajlı grupların devlet karşısında en güçsüz olduğu yerleri önceliyoruz. Romanlar, azınlıklar bizim için öncelikli
alanlar. Haber yaparken de zaman içinde geliştirdiğimiz bir
dil kullanıyoruz. Militarist dil kullanmıyoruz. Bomba gibi
haber demiyoruz mesela. Şiddet dilinden, hakaret içeren
ifadelerden, sıfatlardan, cinsiyetçi kelimelerden uzak durmaya çalışıyoruz. Şimdi de maden kazları için aynı şeyler
söyleniyor iş kazası deniyor. Biz şunu söylüyoruz iş kazası
diye bir şey yok iş cinayeti diye bir şey var.” r İHA
vanları kontrol enstitülerin bulunduğunu
söyleyerek, Erzurum’un hayvancılık yapan
bir bölge olması nedeniyle köpek kuduzu
vakalarının sık görüldüğünü belirtti.
180 bin şüpheli vaka
Yrd. Doç. Dr. Hakan Aydın ise özellikle kuduz şüphesiyle onbinlerce insanın
hastanelere başvurduğunu belirterek,
“Ülkemizde yaklaşık her yıl 180 bin kuduz
şüphesiyle hastaneye başvuru yapılmakta
ve bunlardan ikisine kuduz teşhisi konulmaktadır. Ülkemizde 1991-2013 yılları
arasında yaklaşık 4 bin 600 evcil hayvana
kuduz teşhisi konulmuştur. İlimizi de içine
alan Doğu Anadolu bölgesinde son yıllarda kuduz hayvan saldırıları sonucu hayatını kaybeden insan vakaları bildirilmiştir.
Ülkemizde her yıl kuduzdan korunma
amacıyla yapılan uygulamalar nedeniyle
milyonlarca lira harcama yapılmaktadır”
dedi.
İlk müdahale çok önemli
Kuduzun ilk belirtilerini sıralayan Yrd.
Doç. Dr. Hakan Aydın, “Ateş ve karın
ağrısıyla başlayan kuduz belirtileri; susama, korku hali, ışık ve gürültüye verilen
ani tepki gibi bulgularla devam ederek
yerini nörolojik ve saldırganlık bulgularına
bırakır. Isırılan bölgeden başlayan hissizlik
durumu yutkunma ve solunum kaslarına
da yayılması sonucu koma ve ölümle son
bulur. Semptomlar görülmeye başladıktan
sonra hastalığın tedavisi genellikle mümkün olmamaktadır” dedi.
Hakan Aydın, ilk müdahalenin çok
önemli olduğunu vurgulayarak, hızlı bir
şekilde yaralı yerin tazyikli su ve sabunla
temizlenerek derhal en yakın enfeksiyon
hastalıkları uzmanına başvurmaları gerektiğini ifade etti. r Elif Okutan
10
Toplum
Şubat-Mart 2015
Yurt yok, kiralar yüksek,
öğrenciler mağdur
Erzurum’da iki üniversitede 100 bin civarında öğrenci öğretim görüyor. Bu öğrencilerin en
önemli sorunu barınma. Her 10 öğrenciden sadece 1’i devlet yurdunda kendisine yer bulabiliyor.
Yabancı öğrencilerin durumu ise daha kötü. Öğrenciler, yurtların yetersizliği ve yüksek kiralardan muzdarip. Ev sahipleri ve emlakçılar ise öğrencilerin kiracılığından şikayetçi.
Semih Yüksel
Dil kurslarına
yoğun ilgi
E
rzurum’da 58 yıllık köklü bir mazisi
ve 80 bini aşkın öğrencisi ile Atatürk
Üniversitesi (AÜ) ile 2010 yılında
kurulmuş olmasına rağmen binlerce öğrencisi ile Erzurum Teknik Üniversitesi (ETÜ)
olmak üzere iki üniversite bulunuyor. Bu
üniversitelerde yükseköğrenime devam
eden 100 bini aşkın öğrencinin büyük kısmı barınma sorunu yaşıyor. YURT-KUR’a
bağlı 6 yurdun toplam kapasitesi 9 bin 800
civarında. Her 10 öğrenciden sadece 1’i
devlet yurdunda kendisine yer bulabiliyor.
Yurtlarda kalanlar da yurtların bakımsızlığından ve ilgisizlikten şikayetçi. Devlet
yurtlarının yetersizliği nedeniyle binlerce
öğrenci çareyi özel yurtlarda ve kiralık
evlerde ararıyor.
Öğrenci yurtları yetersiz
Birçok öğrenci, ekonomik olarak
uygun olması dolayısıyla devlet yurtlarını
tercih ediyor. Ancak Erzurum’daki yurtlar
öğrencinin barınma sorununa çare olamıyor. Kalanlar ise bazı yurtların bakımsız
olmasından, odalardaki yatak sayısının
arttırılmasından ve yurtta çıkan yemekten
şikayetçiler. Bu konuya dikkat çeken AÜ
İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü
öğrencisi Mehmet Koca “Özel yurt pahalı
olduğu için bir süre Ilıca’da akrabamızda
kaldım. Daha sonra yurt çıktı. Ama yurt
odalarında kalmak mümkün değildi. Rutubetten çok kötü kokuyordu ve küçücüktü.
Odaya yerleştikten 1 hafta sonra rahatsızlandım. Durumu yurt yönetimine bildirdim
fakat fayda etmedi, bunun sonucu olarak
da arkadaşlarımla eve çıkmak durumunda
kaldım” diyor.
Çareyi özel yurtlarda ararsanız…
Devlet yurduna yerleşemeyen öğrencilerin ilk başvurdukları çare genellikle
Erzurum Merkez ve Yüksekokulların bulunduğu ilçelerde özel öğrenci yurtları ve
öğrenci konuk evleri oluyor. Milli Eğitim
Bakanlığına bağlı 63 özel yurt bulunuyor.
6 bin 831 kişilik kapasitesi bulunan bu özel
yurtların aylık ücretleri 500 ile 1000 lira
arasında değişiyor. Özel yurtların sayıları
son yıllarda bir hayli artmasına rağmen
ücretleri yüksek olduğu için dar gelirli
öğrenciler bu yurtlara başvuramıyor. ETÜ
öğrencisi Yunus Emre Yetim de yurtların
pahalı ve bakımsız olmasından şikayetçi:
“Erzurum’da üniversiteyi kazandığımda
devlet yurduna yerleşemediğim için özel
yurda yerleşmek zorunda kaldım. Özel
yurtlar çok kalabalık ve pahalı. Erzurum’un kış aylarında soğuk olmasından
dolayı ısınma en büyük problemimizdi.
Yurt sahipleri de yakıttan tasarruf etmek
için çok fazla doğalgazı açmıyorlardı.
Ayrıca yemekler de zamanla kötüleşmeye
başlamıştı. Ancak ev kiraları ve depozito
bedelleri çok yüksek olduğundan ev de
alternatif olamıyor.”
Yabancı öğrenciler daha da yabancılaşıyor
Lisans ve lisansüstü eğitimi almak üzere Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan
gibi ülkelerden Türkiye’ye gelen yabancı
öğrenciler de Erzurum’da barınma sorunuyla karşılaşıyor. Ev ve yurt fiyatlarının
yüksek olduğunu dile getiren öğrenciler,
yerli öğrencilerin 400 lira gibi bir rakamla
konaklama imkanı bulduğunu, kendilerinden daha yüksek fiyat istendiğini belirtti.
Yakutiye Gençlik
Merkezi Lideri
Fırat Altunok
Yakutiye Gençlik Merkezinin
ücretsiz kurslarına gençler yoğun
ilgi gösteriyor. Merkezin lideri
Fırat Altunok, İngilizce, Arapça
ve Osmanlıca kurslarının ciddi
rağbet gördüğünü söyledi.
Y
Türkmenistanlı yüksek lisans öğrencisi
Begenç Seyit Kuliyev, bu sorunun aşılması
noktasında yabancı uyruklu öğrencilere
yönelik devlet yurdu talebinde bulundu.
Yabancı uyruklu öğrenci olduklarını anladıkları vakit ev sahiplerinin ya ev vermediğini ya da çok yüksek kira istediğini
söyleyen Kuliyev, "Ben ve benim gibi
birçok arkadaşım barınma sıkıntısı yaşıyor.
Ya istediğimiz gibi ev bulamıyoruz ya
da bulduğumuzda ücretini ödeyemeyeceğimiz meblağlarla karşılaşıyoruz. Ben
İstanbul’da yaşadım, başka ülkelerde de
öğrenim gördüm, ancak Erzurum kadar pahalı bir şehirde daha önce yaşamamıştım"
diye konuştu.
Ev bulmak zor, masraflar çok yüksek
Erzurum’da inşaat sektörünün son
derece hızla büyümesine karşın, öğrenciler
kiralık ev bulmakta zorluk yaşıyor. Yurtta
yaşamak istemeyip evde yaşamaya karar
verenler de, yurda yerleşemediği için ev
arayanlar da binbir güçlükle karşılaşıyor.
Barınma sorunu nedeniyle ortaya çıkan
eğitim ve ekonomik sıkıntıların çıktığını
söyleyen AÜ Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü 3. sınıf öğrencisi Ferhat Kiraz,
ev kiralamak istediklerini fakat kiraların
yüksek oluşundan dolayı kiralayamadıklarını ifade etti. Kentte kiraların 600 ila 750
TL arasında değiştiğini ve yakıtların dolar
bazından satıldığını söyleyen Kiraz, burs
alamadığı için de ekonomik olarak ciddi
zorluklar yaşadığını vurguladı.
Ev sahibi olan Habip Güler ise evini
öğrencilere kiraya vermemesinin sebeplerini şöyle sıralıyor: Eve kız veya erkek
arkadaş getirme, 5 kişi evde yaşayacağız
deyip evde 15 kişi kalma, evlere zarar
verme, doğalgaz, su, elektrik faturalarını
ödemeden evden çıkma.
Emlakçı Zikri Çınar ise öğrencinin
ev bulmaktaki zorluklarını şöyle anlattı:
“Ev sahiplerinin öğrenciye evinin kiraya
vermemesinin sebebi öğrencinin arkada
dayanağı yok. Yanında kefil getiremiyor.
3 kişi tuttukları evde 13 kişi yaşıyorlar.
Evi verdikten sonraki durum içler acısı,
bir evin yıpranma payı aile de yüzde 10,
öğrencide ise yüzde 70’dir. Elektrik, su,
doğalgaz faturalarını ödemeden evden
çıkıyorlar. Erkekler kız arBekadaşı, bayanlar erkek
arkadaşı eve getiregenç Seyit
bilelim diyorlar.
Kuliyev: “Ben ve
En çok da
benim gibi birçok arkabayanlar bunu
daşım barınma sıkıntısı
istiyorlar.
yaşıyor. Ya istediğimiz gibi
Bir emlakçı
ev bulamıyoruz ya da bulduğu- olarak çok
muzda ücretini ödeyemeyeceği- öğrenci evmiz meblağlarla karşılaşıyoruz. leri gezdim
öyle öğrenciBen İstanbul’da yaşadım,
ler var ki evi
başka ülkelerde de öğrenim
aileden daha
gördüm, ancak Erzurum
temiz tutuyorlar. Öyle de
kadar pahalı bir şehirde
öğrenciler var ki
daha önce yaşamamutfakta yıllık mömıştım.”
nüyü çıkarabilirsin.”
eni hizmet binasına taşınan Yakutiye Gençlik Merkezi’nde kurslar
başladı. Gençlik Lideri Fırat Altınok
öğretici kurslar içerisinde İngilizce, Arapça
ve Osmanlıca kurslarının yoğun ilgi gördüğünü söyledi. 2015 yılı kurslarına yaklaşık
500-600 dolaylarında kayıt gerçekleştiğini
dile getiren Altunok kayıtların devam ettiğini ifade etti.
Altunok şöyle konuştu: “Kurslarda bir
sınırımız yok. Kurs sayısını artırabiliyoruz.
14-29 yaş arası bütün gençlerimizi Yakutiye Gençlik Merkezinin ücretsiz kurslarına
bekliyoruz. Gitar, bağlama, keman, ney,
kısa film atölyesi, Erzurum Halk Oyunları,
resim, ebru, ahşap boyama, fotoğrafçılık,
diksiyon, Osmanlıca, İngilizce ve Rusça
kurslarımız bulunuyor. Ayrıca diğer diye
işaretlediğimiz kurs var. Gerekli sayı bulunduğunda istenilen o kursumuzu da açıyoruz.
Gençlik genellikle gitar ve bağlama kurslarına ağırlık veriyor.”
Bu yıl Çanakkale ve Sarıkamış’ın 100.
Yılında 100 Bin Mektup Yarışması düzenlendiğini hatırlatan Gençlik Lideri, yarışmaya 27 Mart’a kadar başvuruların devam
edeceğini kaydetti. Altunok, “Birinciye
ultrabook ve bakanlık seti, ikinciye laptop
ve bakanlık kitap seti, üçüncüye ise akıllı
devan ile bakanlık kitap seti hediye edilecek.” dedi.
Sadece kurs değil
2014 yılı içerisinde Yakutiye ve Palandöken bölgelerinde 15 okula gidip madde
bağımlılığıyla ilgili konferanslar verdiklerini dile getiren Altunok şunları söyledi:
“Bakanlığımızın da bir amacı gençleri
dışarıdaki kötü alışkanlıklardan uzak tutup
gençlik merkezlerine çekebilmektir. Geçen
sene birkaç arkadaşımız bu kurslarla üniversitedeki müzik bölümüne yerleştiler. Bu
arkadaşlar piyano ve gitar çalmaya başladılar ve bu yönde iyi olduklarını anladılar.
Fiziki olarak Erzurum ve bölgede çok iyi
imkanlara sahip bir gençlik merkezimiz var.
Merkezde bulunuyoruz. Liseden çıkan bir
arkadaşımız hemen buraya gelip kursunu
alabiliyor. 8-9 Gençlik lideri arkadaşımız
burada hizmet verecek onlarla birlikte alanında uzman hocalarımız kursları veriyorlar.
Burası sadece kurs yapılan bir yer değil. Yaz
aylarında 12-15 yaş aralığı çocuklara deniz
kamplarımız var yüzme öğreniyorlar. Doğa
kamplarımızda 18-22 yaş arası gençlerimize yönelik burada da çadır kuruyorlar, ata
biniyorlar ve rafting yapıyorlar. Geçen sene
Türkiye geneli Ekim ayında 181 gençlik
merkezi arasından 2. olduk. Gurur verici bir
durum oldu. Sosyal medyadan gençlerimiz
bize ulaşabiliyorlar.”
Altunok gençlerin internet üzerinden
kendileriyle irtibata geçebileceklerini de
sözlerine ekledi. r Rıdvan Dereli
Şubat-Mart 2015
Toplum
11
çözüm
değil çözümsüzlüktür
Son yıllarda giderek artan uyuşturucu madde kullanımı, gençleri ve çocukları esir aldı. Kullanım yaşının 14’e düştüğü ülkemizde bu sorun ciddi boyutlara ulaştı. Genç yaşında uyuşturucu kullanmaya başlayan Cemal Y. madde bağımlılığı ve bu bağımlılığın yıkıcı etkilerini anlattı.
Ş. Tuba Özkan
“B
ile bile kendimi ölüme sürükledim, gecelerce acılar çektim,
çok defa bırakmaya karar
versem de o gücü kendimde bulamadım.
Etrafımdaki insanlar bana canavarmışım
gibi bakıyordu, artık buna katlanamıyordum. Bir şey olmaz demişlerdi evet bir şey
olmadı, çok şey oldu!”
Bu sözlerin sahibi “Bir defadan bir
şey olmaz” tuzağına düşünce hayatının
hatasını yaptığını yıllar sonra anlayacak
olan Cemal Y. İçinde bulunduğu sıkıntı
ve aile sorunları yüzünden kendini bir
anda bu yanlış ve tehlikeli yolda buldu.
Cemal, henüz 25 yaşında hayatının
en güzel zamanlarını, uyuşturucu
bağımlılığı yüzünden mahvetti.17
yaşında başladığı bağımlılığı, 4 yıl
günden güne artarak devam eden
Cemal, birçok kez bırakmaya
karar verse de hayat ona bu şansı
vermedi. Tam her şeyin bittiğini
düşündüğü anda tek bir düşünce
onu içinde bulunduğu durumdan
kurtardı. “Etrafımdaki insanların
birer birer kaybolmasına, maddi
manevi her şeyimin ellerimden
gitmesine şahit oldum” diyen
Cemal şu an hayatının hatasından geç de olsa döndüğü için
çok mutlu ve 2 buçuk yıldır
temiz…
Herkesin hikâyesi farklı
derler ya seninki nasıl başladı? Bu
bağımlılığı senden dinleyebilir miyim?
“Babamı kaybetmiştim, bütün dert tasa
benim omzuma bindi. Annem ve iki kız
kardeşim vardı. Çalışmaya başladım ama
zannettiğim gibi kolay değilmiş. Bu madde ile ilk kez arkadaş çevresinde tanıştım.
Bağımlı olmam diyordum, ama öyle değil.
Kısa bir sürede bağımlı hale geldim. Eğer
artık kullanmaya başladıysanız etrafınızda
bunu temin edebilecek çok sayıda insan
bulunuyor, çünkü artık seni tanıyorlar ve
nasıl bir madde olduğunu biliyorlar.”
Nasıl bu hale geldiğini açıklayan
Cemal, “ ilk kullanımlarda paket ücretleri
çok düşük oluyor, bunun sebebi ise bağımlı olmayı kolaylaştırmak. Ama iş ona muhtaç olduğun anda başlıyor çünkü ücretleri
ilk aldığının neredeyse 20 katından fazla
hale geliyor, işte o anda devreye insanlık
dışı manzaralar çıkıyor.” dedi.
Uyuşturucu madde için hırsızlık
yapmayan yok; “Ruhsal bağımlılığı olan
kişi, uyuşturucu maddelerin yokluğunda
huzursuzluk duyar. Huzursuzluktan kurtulmak için devamlı ya da belirli aralıklarla
bağımlı olduğu maddeyi alma isteği duyar.
Ne olursa olsun artık bulmak zorunda
hissedersin. O anki psikoloji, uyuşturucunun etkisi size hayatta her şeyi yaptırabilir. Çalışıyorken rahatça alabiliyordum
ama sonrasında ben de hırsızlık yapmaya
başladım. Evdeki işe yarar yaramaz her
şeyi sattım, akrabalarımı dolandırdım, en
sonunda dilencilik bile yaptım.”
Peki, bunları yaparken hiç pişmanlık yaşamadın mı?
Gözleri dolarak cevap verdi: “Evet,
çok utanç verici fakat bunu yapmalıydım.
O günleri hatırladığımda pişmanlıklarla
dolu yıllar geçirdim, başlamam bir hataydı
devam ettirmek de daha büyük bir
felaket olurdu.”
Bir
süre durdu; uzunca bir
soluk aldı ve şöyle devam etti: “Çocuk ve
gençlerde madde kullanımının en büyük
nedeni merak. Uyuşturucu kullanım yaşı
14’lere kadar düştü. Kullandığım zamanlarda çocuk yaşta diyeceğimiz kişilerin
kullanmasına şahit oldum. Yaş düştükçe bırakma şansı da o kadar düşüyor.
Maddeyi aldığın zamanlarda ne yaptığını
bilmiyorsun o yüzden kendi bedenine zarar verenleri, kafalarını duvarlara vuranları
gördüm.”
Uyuşturucu kullandığından bu yana,
hayatında çok fazla değişiklik olduğunu
belirtiyor Cemal: “Önceleri kendime,
bedenime zarar verdiğimi düşünüyordum.
Arkadaşlarım “mutlu olacaksın dene”
dediklerinde o mutluluğu yaşamıştım,
fakat sahte bir mutlulukmuş; kısa sürdü.
Ama gün geçtikçe çevremdeki insanlar
da bunlardan etkilenmeye başladı. Bana
bakışlarında, davranışlarında farklılıklar
sezdim, etrafıma ve kendime karşı kontrol
edemediğim bir öfke, kin duyguları besliyordum.”
Senden önce birkaç hikaye dinlemiş
ve okumuştum; kiminin annesi, kiminin
eşi sebep olmuş kurtulmak için. Senin
kurtuluş hikayen neydi?
Hafiften tebessüm etti ve başladı anlatmaya: “O zamanlarda her şeyi denemiş ve
kötü şeyler yapan biri olarak sebebim çok
farklı. Hiç umurumda mıydı bilmiyorum
ama… Bir süre sokaklarda yaşadım, sürekli çevresinde bulunduğum bir ev vardı.
O evden çıkan bir kız görüyordum gözleri
deniz mavisi… Günler geçiyor ben sıklıkla onu görmeyi istiyordum. Hakkım mıydı
bilmiyorum ama evet aşık olmuştum.
Bir süre uyuşturucudan uzaklaştırmaya
çalıştım kendimi; ama çok uzun sürmedi.
Yine bir gün onunla karşılaştım, konuşmaya çalıştım ama arkadaşı büyük bir
öfkeyle “defol git buradan
önce dön bir kendine bak
sonra konuş.” dedi. Haklıydı
önce kendime bakmalıydım.
O gün aklımdan hiç çıkmadı
o sahne, o gün uyuşturucuyu bırakmaya karar verdim.
Birçok kez başarısız olsam da,
başardım. 1,5 yıl süren tedavimin ardından şu an temizim…”
Çekinerek sordum:
Peki hiç o mavi gözlü gördün mü?
Bir daha tebessüm etti: “Mavi
gözlü kız… Adını bile bilmiyorum. O günden sonra hiç görmedim Bir daha da uğramadım zaten
evlerinin yanına…”
Son olarak “Uyuşturucu çözüm
değil çözümsüzlüktür” diyen Cemal şunları ekledi: “Uyuşturucudan kurtulduktan
sonra düzenli bir işim olmadı ama yine de
bir işim var. Bu durumda iken kimse bana
güvenmiyor, haklılar da ama yine de bu
sorunları yaşayan insanların topluma kazandırılması lazım, toplumdan dışlanması
değil. Zaten kötü olan yaşam şekillerinden
dolayı bu yola girmişler. Bir de şu nasihati
sakın unutmayın, ne olursa olsun mutluluğu yanlış yerlerde aramayın, hayatta
sizden daha önemli hiçbir şey yok.”
Hayat her zaman istediğimiz gibi
gitmez. Hayatın bize sunduklarını iyi değerlendirip yaşamak lazım. Sunmadıkları
için de direnmek… Finali güzel olan bu
hikayenin kahramanı Cemal ile sohbetin
ardından onun gibi nice bağımlının bir an
önce eski sağlıklarına kavuşması dileğiyle
teşekkür ederek oradan ayrıldım.
Tanıtım için basına ihtiyacımız var
E
rzurum Çevre ve Şehircilik İl Müdür
Vekili Rahmi Şenocak, kurumlarında basın biriminin olmamasını
büyük bir eksiklik olarak değerlendirdi.
Her kurumda basın biriminin olması
gerektiğini dikkat çeken Şenocak, birim
olmadığı için halkın kendilerini tanımadığını ve uzak durduğunu belirtti.
Basın biriminin eksikliği sebebiyle halk ile kurumların birbirinden uzak
kaldığı dile getiren Şenocak, şunları
söyledi: “Dışarda insanların uzak durduğu
bir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünden
çok halkla daha da iç içe bir müdürlük
planlıyoruz. Kurumların iş ve faaliyetlerin
tanıtılması kurumun daha iyi bilinmesini
sağlıyor. Faaliyetler duyurulmasa kurumun
kimliği de bilinemez. Bunu en iyi ve doğru
yapacak olan basının her kurumda olması
gerekiyor. Ayrıca basının diğer bir görevi
kurumun reklamını yapmasıdır. Bununla
beraber birçok platformda kurum ve kuruluşları en iyi tanıtabilecek olan basının
kurumlara girmesiyle onları önemli bir
konuma getirecek. Yapılan toplantılar,
projeler, geziler, etkinlikleri en iyi bir dille
anlatabilecek olan basının günümüzde ne
kadar gerekli ve önemli olduğunu gözler
Rahmi Şenocak
önüne seriyor. Ayrıca basın biriminin açılmasıyla şuan iş alanı bulamayan gazetecilere iş imkânı da sağlanabilecek.” şeklinde
konuştu.
Şenocak, kurumlarda basın birimlerinin oluşturulmasının gazeteciler için istihdam oluşturacağını da sözlerine ekledi.
r Sabahattin Gültekin
Prof. Dr. Zühal Güvenalp
Farmakon 2015
300’den fazla
eczacı adayını
buluşturdu
A
tatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi tarafından organize edilen
“III. Ulusal Eczacılık Öğrenci
Kongresi Farmakon 2015” Kültür ve
Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zühal Güvenalp,
Kongrenin açılışında yaptığı konuşmada,
“Açıldığı tarihten bugüne kadar birçok
kongreye ev sahipliği yapan fakültemizde, düzenlenen III. Ulusal Eczacılık
Öğrenci Kongresinin bilimsel kısmında
söz alacak konuşmacıların konu başlıklarına bakıldığında, eczacıların çalıştığı
her alanla ilgili farklı konuların, mesleğin
şu anda sahip olduğu sorunların ve gelecekten beklentilerin konuşulup tartışılacağı görülmektedir” dedi.
Güvenalp, eczacılık öğrencilerinin
mesleğe dair amaçlarını sorgulayabilecekleri, mesleki bilimsel bilgiyi paylaşma
ve tartışma fırsatı yakalayabilecekleri,
akranları ile bir arada olmanın heyecanını yaşayabilecekleri, yeni dostlukların
gelişeceği başarılı bir kongre olmasını
diledi.
13. Bölge Erzurum Eczacı Odası
Genel Sekreteri Hakan Özcan da 17
yıldır eğitim veren Eczacılık Fakültesi
yönetim kadrosunun ve öğretim üyelerinin, öğrencilerini bilim insanı, araştırmacı, yönetim becerisi olan, eğitimli, etik
değerlere bağlı, bilgi ve görgü bakımından en üst
seviyede eczacılar olarak
mezun etmek
için elindeki
bütün imkânları kullanarak
üstün gayretle
çalıştıklarını belirtti.
Özcan, “Eczacılar olarak
gelecek
vizyonumuz;
insanların
sağlık ve
esenliğini arHakan Özcan
tırmada, halk
sağlığını koruyup güçlendirmede, evrensel, eşitlikçi,
sürdürülebilir, yüksek kaliteli, yenilikçi ve
insan odaklı sağlık sistemlerinin oluşmasında eczacıyı birinci basamak sağlık
danışmanı olarak merkeze koymak,
eczacının vazgeçilmezliğini kanıtlamak
olmalıdır” diye konuştu.
20 üniversiteden 321 katılımcının
iştiraki ettiği program, Erzurum şehir gezisi ve Palandöken Tesislerinde yapılan
kayak etkinliği ile sona erdi.
r İFHA
12
Toplum
Şubat-Mart 2015
Türkiye’nin karanlık ve
puslu yılında ‘Yavi Katliamı’
1993 yılı akıllarda neden karanlık yıl olarak kaldı? 1993 yılında Türkiye üzerinde oynanan oyunlar… Madımak olayı ve
Başbağlar katliamını gerçekleştiren odak ile Yavi katliamı ve Çiçekli katliamını gerçekleştiren odak aynı odak mı? Yavi katliamından sonra yaşanan acılar… Bu karanlık yılın karanlıkta kalan olayı Yavi katlimanı değerlendiren Erzurum milletvekili
Cengiz Yavilioğlu, katliamın, Ruslar ve Ermenilerle yaptığımız savaşın intikamı olabileceğini iddia etti.
Ahmet Kotan
1
993 karanlık yıl olarak kazındı Türkiye’nin hafızasına. İnsanlar artık her
sabaha yeni bir faili meçhul cinayeti
veya faili meçhul bir olayı haberlerde
görme korkusuyla uyanır olmuştu. Deyim
yerindeyse ‘faili meçhul silsilesi’ 24
Ocak’ta Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bomba ile öldürülmesiyle başlamıştı.
Daha sonra 17 Şubat’ta Jandarma Genel
Komutanı Org. Eşref Bitlis’in şüpheli bir
uçak kazasında hayatını kaybetmesi…
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın görevi
başında şüpheli ölümü… 2 Temmuz’da
Madımak Oteli’nin ateşe verilmesi ve
otopsi raporunda bazılarının dumandan
zehirlenerek öldüğünün, bazılarının ise
ateşli silahla vurularak öldürüldüğünün
tespit edilmesi… Aradan üç gün geçtikten
sonra 3 Temmuz’da Erzincan’ın Başbağlar
köyünde kurşuna dizilerek ve evleri yakılarak 33 vatandaşımızın katledilmesi…
Bu olayın faili olarak yakalananların bir
süre sonra salıverilmesi ve bugüne kadar
hiçbir failin yakalanmaması…
Ve Yavi katliamı… Yavi’de yaşananlar
belki de 1993 yılının karanlık yıl olarak
anılmasında en büyük etkiye sahipti. Yavi
tam bir muammaydı. Yavi özellikle mi
seçilmişti? Yavi’nin Başbağlar ve Madımakla ilişkisi var mıydı? Beş gün sonra
yine Erzurum’un Pasinler ilçesinde Çiçekli
köyünün PKK’lılar tarafından basılıp 6 kişinin öldürülmesi Yavi’nin devamı mıydı?
Karanlık yılda karanlık bir olay
Yavi, Erzurum’un Çat ilçesine bağlı,
Çat’a 17 kilometre, Erzurum il merkezine
70 kilometre uzaklıkta bir Türk köyü. 25
Ekim 1993 gününün akşamı 19:40 sıralarında beş kişilik bir grubun Zeki Bingöl’e
ait kamyoneti gasp ettiği, Yavi’nin telefon
hatlarının kesildiği ve askeri kamuflaj
giymiş G-3 piyade tüfeği taşıyan kişilerin
şüphe çekmeden köye girdikleri, MİT’in
TBMM meclis araştırma komisyonuna
gönderdiği ‘gizli’ bilgi notunda yer alıyor.
Grup köye girdikten sonra köy kahvesine gidiyor. Kahve sahibinin yeğeni
Ahmet Yavilioğlu, o gün kahvenin kapalı
olduğunu, cenazeleri olduğu için 2-3 gün
kahvenin açılmadığını, o gün ise köylülerin gelip amcasında anahtarı istediklerini
ve o şekilde açıldığını söylüyor. Ahmet
Turgut Özal
Uğur Mumcu
Org. Eşref Bitlis
Üçü de 1993 yılında öldü
Yavilioğlu ve diğer köylüler, olay günü
kahvede olan kişilerden dinlediklerine
göre, gelen beş kişilik grubun kahvede
çay içerken bir yandan da kahvede az kişi
olmasından dolayı birkaç defa gidip gelerek kişi sayısının artmasını beklediklerini
dile getiriyorlar. Kahvede bulunan insan
sayısı artınca grup harekete geçerek,
köylüyü kahvenin bir köşesine topluyor
ve silahlarını insanlara doğrultuyor. O
gün kahveye geç giden ve olaydan yaralı
olarak kurtulan Fahri Kocaoğlu köylünün
nasıl bir köşede çaresizce durduğunu ve
olanları görünce neler yaşadığını şöyle
anlatıyor: “Ben gittim, masayı sandalyeyi
toplamışlar. Kahve halkı da öyle köşede sıkışmış ayakta duruyor. Ben içeriye girdim,
tabi onların ne olduğunu fark etmedim;
şaştım kaldım.”
Şarjörleri üzerimize boşalttılar
Kocaoğlu kahveye sonradan gitmişti.
MİT’in Yavi raporunda geçen ifadesinde
asker kıyafetli G-3 piyade tüfekli kişilerin
olduğunu söyleyen Kocaoğlu, sorularımıza karşılık, asker kıyafetli kimseyi görmediğini, kot pantolon giymiş, tarayan iki
tane sivilin olduğunu, birinin kısa boylu
esmer saçını sıfıra vurmuş, diğerinin ise
uzun boylu saçları önüne gelmiş kıvırcık
saçlı biri olduğunu ifade etti. İçerideki iki
kişiden başka bir kişinin de kamyonetin
üstünde beklediğini söyleyen Kocaoğlu, onun da asker kıyafetli olmadığını
söylüyor. Kahveye girdikten sonra olayın
devamını Fahri Kocaoğlu şu şekilde aktarıyor: “Girdim içeri, yan tarafta bir masa
vardı, o masanın arka tarafına geçtim,
içeride terörist olduğunu fark etmedim,
sonradan bir tanesi kalabalığın yanına geç
dedi bana.”
Teröristler Kocaoğlu’nu görünce telaşa
kapılıp onun da hemen diğer insanların
yanına geçmesini istemiş, çünkü Kocaoğlu
kahveye girdikten sonra köylülere silah
doğrultan kişiyle sözlü tartışmaya girmiş.
O ana kadar kahvede silahlı bir kişi varmış. Sonrasında ateş açılmış, o dakikaları
Kocaoğlu şöyle anlatıyor: “O anda içeriye
bir kişi daha girdi, girmesiyle tarama
emri verdi, seriyle taramaya başladılar
iki kişi. O anda bir arkadaş kenardaydı,
benim arka tarafıma düştü, bana da üç
tane isabet etti. İkişer şarjör boşalttılar,
üçüncü şarjörü taktılar, ben hala kendimi kaybetmemişim, o üçüncü şarjörü de
biraz boşalttıktan sonra tek teke düştüler.
Sonra tarama bitti, dışarıya çıktılar.”
Kolundan, bacağından ve karnından
yaralanan Kocaoğlu ateş açan iki kişinin
dışarı çıkmasından sonra tekrar bir ses
duyduğunu, bu sefer içeriye bomba attıklarını sandığını söyledi. Hala kendinde
olan Fahri Kocaoğlu dışarıya çıktığını, o
gelen sesin de yaşlı bir hacı amcaya sıkılan kurşunun sesi olduğunu fark ettiğini
söyledi.
‘Anadolu’dan Görünüm’ ekranda
Küçük bir detay: Olayın yaşandığı akşam kahvenin televizyonunda o tarihlerde
pazartesi günleri yayınlanan ‘Anadolu’dan
Görünüm’ adlı program izleniyordu; programda PKK’nın acımasızca gerçekleştirdiği katliamlar, baskınlar gösteriliyordu.
Evleri kahvenin karşısında olan, o
zaman dokuz yaşında olduğunu söyleyen
Ahmet Yavilioğlu olayın hemen sonrasını şöyle anlatıyor: “Bizi, çocukları bir
odaya topladılar çıkmamamızı söylediler,
ben camdan bakıyordum, herkes kendi
cenazesini sırtına alıp gidiyordu.” Olaydan
sonra uzun bir süre (hatta jandarmanın
sabah ancak geldiğini ifade edenler de
var), jandarma olay yerine gelmemiş ve
insanlar çaresizce kendi cenazelerini sırtına alıp evlerine götürmüş.
Yavi’de yaşayan ve şu an 50 yaşlarında
Yavi’de katledilen 33 kişinin
katilleri henüz bulunamadı.
olan kişilerin beyanına göre 1988 yılında Yavi’de jandarma karakolu varmış, o
yıllarda karakol kapanmış ve bu talihsiz
olaydan sonra tekrar açılmış. Olayın
yaşandığı yıl 30 yaşlarında olan kişiler ise
doğduklarından beri jandarmanın olduğunu daha sonra karakolun kapandığını
dile getirdiler.
Olaydan sonra sıra şehitlerin defnedilmesine gelmişti. O gün, Yavililerin aklında
tam anlamıyla canlanamıyordu bile. O
günü hatırlayanlar Yavi’de hiç kimsenin
aklının başında olmadığını, büyük üzüntülerin, acıların yaşandığını dile getiriyorlar.
Olayın gerçekleştiği tarihte 30 yaşında
olan Atığ Kırbaş, şehitlerin defnedildiği
günü şöyle anlatıyor: “32 hanede ateş
yanması, her köyden imamın gelmesi, onları yıkaması, bir tane değil ki, olanlar çok
büyük meseleydi Allah kimseye vermesin”. O gün, kahvede 33 kişi şehit ediliyor
bunların 32’si Yavili, kalan bir kişi ise o
gün teyzesini, düğününe götürmek için
Yavi’ye gelen misafir. Yavi’de o zaman iki
tane cami ve iki imam varmış, çevre köylerden, Erzurum’dan şehitlerin bedenini
yıkamak için imamlar gelmiş. Kırbaş her
evin önünde kara kazanların kaynadığını,
kaynayan o kazanların görüntülerinin gözünün önünden hiç gitmediğini söylüyor.
Kırbaş o elim olayda hiç yakınını kaybetmemiş fakat nasıl bir birlik ve kardeşlik
duygusuyla yaşadıklarını, “Siz yakınınızı
kaybettiniz mi?” sorusuna verdiği yanıt
açıklar nitelikte. Yakınının şehit olmadığını “ama benim kardeşim de, yanımızdaki
köylüsünü göstererek bunun kardeşi de
ve bana dönerek seninki de şehit olsa aynı
şey, burada böyle” diyerek herkese her
kesime ders olacak bir cevap verdi.
Neden yavi?
Yavi’nin Başbağlar ve Madımak’la
alakası var mıydı?
Yavi bulunduğu konum itibariyle bir
geçiş güzergâhı, çevresinde birçok Kürt
ve Alevi köyü mevcut ve oradaki en fazla
nüfusa sahip köy durumunda. Bu sebeplerden dolayı Yavi’nin bilerek seçildiği,
amacın Madımak ve Başbağlar üzerinden
çıkarılmaya çalışılan Alevi-Sünni çatışmasının bir benzeri olarak bu defa Türk-Kürt
çatışması çıkarmak olduğu, Yavi’nin de bu
nedenle seçilmiş olabileceği düşünülüyor.
Özellikle Yavi’de yaşanan olaydan üç gün
önce Diyarbakır İl Jandarma Komutanı
Bahtiyar Aydın’ın şehit edilmesinden
sonra Lice’de yaşanan olayların 33 sivilin
hayatını kaybetmesiyle sonuçlanması
ve ardından bir Türk köyü olan, Yavi’de
olanlar, birilerinin sanki kardeşi kardeşe
kırdırma çabasında olduğunu düşündürüyor.
Erzurum ayağa kalktı
Yavi’den beş gün sonra Pasinler’in
Çiçekli köyünün basılıp 6 köylünün daha
şehit edilmesiyle sonuçlanan diğer bir
üzücü olay da bu iddiaları destekler
nitelikte.
Bu yaşananlardan sonra Erzurum
halkı HADEP’in il binasına saldırıyor, daha
sonra da Kürt vatandaşların yoğunlukta
olduğu Mahallebaşı semtine girmeye çalışıyor. Erzurum’da herkesin sevip saydığı
‘Naim hoca’ diye bilinen Naim Gölleroğlu,
dönemin valisi Oğuz Berberoğlu ve halkın
itibar ettiği kişiler devreye giriyor ve son
anda Türk- Kürt çatışması önleniyor.
Şubat-Mart 2015
Toplum
13
Dinmeyen acının çığlığıdır
Başbağlar Katliamı
1993 yılı, bir dizi karanlık olayın yaşandığı yıl olarak tarihe
geçti. Aradan geçen 22 yıla rağmen bu olayların üzerindeki sır perdesi aralanamadı. 5 Temmuz 1993’te gerçekleşen
Başbağlar katliamı da faili meçhul olaylardan biri olarak kaldı.
Işıl Çimen
B
aşbağlar köyü Erzincan’ın Kemaliye
ilçesine bağlı Tunceli sınır noktasında bulunuyor. Kemaliye ilçesiyle ulaşımı Fırat nehri üzerindeki sallarla mümkün
olabiliyor. Türkiye’de 1993 yılına damgasını veren karanlık ve acı olaylardan birine
adını yazdıran Başbağlar böylesine zor bir
yerde kurulu (idi). Yaşanan acının tarifi yok,
yaşayanların ise anlatacakları çok şey var.
Bitmek bilmeyen bir acı bu. Zor değil midir
22 yıldır katliamı yapanların kim olduğunu
bilmek ama ceza aldıklarını görememek?
Yarım kalan namaz
Yaşanan katliamı Dernek Başkanı Mehmet Ali Dikkaya anlatıyor: “Tarih 5 Temmuz 1993, Ramazan ayı. Akşam ezanıyla
birlikte cemaat camiye toplanıyor. Olacaklardan habersiz, her şey her zamanki gibi
devam ediyor. Cemaat namazını kılmaya
Mehmet Ali Dikkaya
başlıyor. O sırada camide yirmi iki kişi
bulunuyor. Daha namaz bitmeden cami
basılıyor. Köylüler neye uğradıklarını
anlamadan camiden çıkarılıyor.”
Telefon kabloları kesiliyor
“Aslında her şey çok önceden
planlanmış gibi” diyor Başkan Dikkaya,
altmış kadar terörist köye geliyor. Geliş
yolları Tunceli olan teröristler yol üzerinde yaylada tırpan biçmekte olan iki
köylüyü de zorla yanlarına alıyor. Köyün
iletişimini engellemek için telefon
kabloları kesiliyor. Bu sayede köylüler
yardım isteyemeyecek ve kanlı eylemleri istedikleri şekilde olacaktı. Bir grup
terörist ise evlerden erkekleri çıkarmaya
başlıyor. Herhangi bir sıkıntı çıkmaması
açısında da sadece konuşma yapacakları söylenerek tüm erkekler köyün tepe
noktasında bir yere götürülüyor. Durumdan
endişe duyup gitmek istemeyenlerin ise
şansı olmuyor. Eli silahlı gözü dönmüş bu
insanlar zorbalıkla istediklerini yaptırıyor.
Yavaş yavaş o acı sona
doğru yokuştan çıkılıyor.
Bu sırada çıkmakta zorlanan ancak sürekli ikaz
edilen yaşlı bir köylüyü
bir genç sırtına alarak
birlikte ölüme adım
adım yaklaşıyorlar.
28 masum insan
Köyün bütün erkekleri toplantı yeri olarak
belirlenen bölgeye getiriliyor. PKK’lı teröristler
örgüt propagandası
yapmaya başlıyorlar.
Çocuklarınızı askere
göndermeyeceksiniz,
vergi vermeyeceksiniz
sözlerine karşılık kimse
bir şey söyleyemiyor.
Nasıl söylesinler ki, içle-
rinde bir nebze olsun yaşama umudu varken
geride bırakacakları anne, eş ve çocuklarını
düşünürken sadece dinleyebiliyorlar.
Yaklaşık iki saat süren bu konuşma
sonrasında sıraya dizilen savunmasız köylüler için acı son geliyor: 28 masum köylü
vahşice kurşuna diziliyor. Oracıkta hayatını
kaybediyor köyün erkekleri…
Giden canlar yanan ocaklar
“Sadece 28 canın gitmesi yetmedi” diyen Başkan Dikkaya şunları söyledi: “Nasıl
bir öfke nasıl bir kinse bu köyün çeşitli
bölgelerine dağılan teröristler haneleri ateşe
verdi. 191 ev, köy okulu, halk evi (köy odası), öğretmen lojmanı, imam evi ve en ilginç
ayrıntı ise ilk defa bir köy camii yakılıyordu. Başlayan bu yangınla evlerinde yanarak
5 kişi daha hayatını kaybetti. Benim de 29
yaşındaki kardeşim katledildi. Yıllar geçti
ama hala acımızın tarifi yok.”
“Not: Sivas’ın intikamı”
Köy camisinin yakılmasındaki amaç çok
geçmeden anlaşıldı. Terör örgütü 2 Temmuz
1993 yani Başbağlar Katliamı’ndan üç gün
önce Sivas Madımak Oteli’nde yaşanan
katliamı öne sürmüştü. Notta yazan ise
şuydu; “Sivas’ın intikamı alındı”! Yaşanan
iki olayla alevi-sünni çatışmasının yaratılmak istendiği açıkça görülüyordu. Dernek
Başkanı Mehmet Ali Dikkaya “Bu iki olayın
çok önceden planlandığı görüşündeyim ve
Türkiye’de bir kargaşa ortamının yaşanması
için alevilerle sünniler karşı karşıya getirilmek isteniyordu.” dedi.
Yürek burkan gerçekler
Yanarak hayatını kaybeden beş kişinin
cesedi olay yerine gelen iş makinelerinin
evleri yıkması sonucu toprağa karıştı ve bulunamadı. Olayla ilgili olarak on gün sonra
Erzincan’da 16 Temmuz 1993 günü 16 kişi
yakalandı ancak bir süre sonra serbest bırakıldı. Mahkeme Erzincan’dan İzmir’e alındı. Toplamda yirmi sekiz duruşma yapıldı.
Dernek Başkanı Mehmet Ali Dikkaya
Başbağlar Katliamıyla ilgili kimsenin ceza
almadığını, yakalanan sanıkların da söyledikleri isimler üzerinde durulmadığını ve
cenazelere otopsi yapılmadığını, bu konuda
sıkıntılar yaşadıklarını ifade etti.
Köyün ateşe verilmesinden ve köyde
kimsenin kalmamasından dolayı cenazeler
Erzincan’ın Başpınar Köyüne defnedildi.
Geride ise 33 ölü, 30 dul kadın, 100’e yakın
yetim çocuk ile evlerin enkazı kaldı.
Yavi katliamını çözmek için 1993’ü iyi anlamak lazım
Y
Cengiz Yavilioğlu
avi’nin bilerek mi seçildiği sorusuna kendisi de Yavili olan AK Parti
Erzurum milletvekili Dr. Cengiz
Yavilioğlu farklı bir yönden bakmamızı
sağlayacak şeyler söylüyor:
“Ermeni-Rus savaşı zamanında
Ruslara ve Ermenilere karşı savaş
Yavi’de başlatıldı. Bunun masum bir şey
olmadığına tarihsel olarak inanıyorum,
bunun izdüşümünü orada bulmak lazım.
Çünkü savaşı ilk Muhammed Lütfü
Efe başlatmıştı. Halit Paşa daha sonra
devralmıştı ama ilk savaşı Muhammed
Lütfü Efe Yavi’de başlatmıştı.”
Savaşın bir Cuma günü Lütfü Efe’nin
Cuma namazına gelen insanlara, Cuma
namazının ve hutbesinin üzerlerinden
düştüğünü, çünkü memleketin istila
edildiğini söyleyerek köylülerden 50-60
kişilik bir müfreze oluşturduğunu ve
mücadelenin başlatıldığını söylüyor
Yavilioğlu ve ekliyor: “Bu anlamda Yavi’nin seçilmesi konusunda bir intikamın
olduğuna dair bir şey de konuşuluyor,
ben tarih kodlarına bu anlamda iyi bakılmasını istiyorum.”
Yavi neden bilinmiyor?
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu 1993’te yaşanan olayları
incelemeye alıyor fakat bunun içerisine
Yavi alınmıyor. Bunun nedeni bilinmiyor.
Yavi’nin Başbağlar ve Madımak’tan ne
farkı vardı? 93’teki olayları incelemek
için açılan dosyaya, Yavi katliamı Dr.
Cengiz Yavilioğlu’nun çabalarıyla giriyor. Yavilioğlu, “Yavi’deki olayın sırlarının çözümlenmesi için 93’ü incelememiz
lazım. Dolayısıyla Yavi tek başına değil
bütünün içerisinde inceleniyor. Yavi bu
kapsamın dışındaydı, biz bilgi ve belgeleri vermek suretiyle Yavi’yi de dahil
ettik.” diyor.
Yavi olayı kamuoyundan o kadar
uzak tutulmuş ki konuyla ilgili Erzurum’da konuşma fırsatı bulduğum insanların birçoğu Yavi’de neler olduğundan
habersiz. Bu durum Erzurum içerisinde
bu haldeyken Türkiye genelinde bu ola-
yı bilenlerin sayısı hayli az olsa gerek.
Durum böyleyken bu gibi olayların üzerinde durulması imkânsız hale geliyor.
Bundan dolayı zaten karanlık olan olay
iyice karanlığa gömülüyor ve bu da,
geçen zamanın şer odaklarının lehine
işlemesine sebep oluyor.
Yavi davasında zaman aşımı
Yavi’de yaşananların üzerinden
neredeyse 22 yıl geçti ve fail olarak
yakalanan hiç kimse yok. 22 yıl geçmesinden dolayı davanın zaman aşımına
uğrayıp düşme ihtimali söz konusu. Bu
konuyla alakalı Dr. Cengiz Yavilioğlu
“Bununla ilgili bir karar alınabilir, zaman aşımına uğramaması için bir karar
verilebilir. Bu zaman aşımına uğratılabilecek bir mesele değil çünkü.” diyor.
Bir 1993 yılının, bir Başbağların, bir
Madımak ve bir Yavi’nin daha tekrar
yaşanmaması herkesin temennisi. Yavi
katliamında daha anne karnında yetim
kalan çocukların olduğunun bilinmesi ve
unutulmaması lazım.
14
Şubat-Mart 2015
Şehir
Pratik Türkçe kursunun
çok renkli öğrencileri
A
Müziğin en
doğal hali
GERÇEKLiK
tatürk Üniversitesi Dış İlişkiler
Ofisi ve DİLMER tarafından
organize edilen ve bu yıl altıncısı
düzenlenen “Kış Okulu, Pratik Türkçe
Kursu” uluslararası gün etkinliği, Kültür
Merkezi Mavi salonda gerçekleştirildi.
Gürcistan, Kazakistan, Polonya,
Moğolistan, Rusya, Kırgızistan’dan
gelen Türk Dili Edebiyatı, Türk Tarihi ve
Türk Kültürü’yle ilgili çeşitli bölümlerde
okuyan 26 öğrencisi üç hafta sürecek “Kış
Okulu, Pratik Türkçe Kursu”na katılmak
için Erzurum’a geldi.
Atatürk Üniversitesi Dış İlişkiler Koordinatörü Prof. Dr. Fahri Yavuz, öğrencilere Dış İlişkiler Ofisi’nin misyonunu
anlattı.
Atatürk Üniversitesi’nin dünyada daha
çok bilinen bir üniversite statüsüne kavuşturma amaçlarının olduğunu belirterek,
bu nedenle her fırsatı değerlendirdiklerini
söyledi. Yavuz, üniversitelerin uluslararasılaşmanın eğitimde bir kalite göstergesi
olarak kabul edildiğine de dikkat çekti.
Dil Eğitimi Uygulama ve Araştırma
Merkezi Müdürü Doç. Dr. Osman Mert
ise, dünyanın farklı yerlerinden Türkçe
dil eğitimini almak için gelen öğrencilerin, programa renk kattıklarını söyledi.
Erzurum’un önemli bir şehir olduğunun ve Atatürk Üniversitesi’nin Türk
Kültürünü en iyi öğrenilecek yerlerden
biri olduğunun altını çizen Osman Mert;
“Erzurum Türk kültürünün en yoğun
yaşandığı illerimizden biridir. Dolayısıyla Türkçeyi ve Türk kültürünü de
en iyi öğrenebileceğiniz yerlerden biri
hiç kuşkusuz Atatürk Üniversitesi’dir.
Üniversitemizin uluslararalılaşmasında
önemli bir paya sahip olan DİLMER ise
Üniversitemizin ve şehrimizin dışa açılan
pencerelerinden biridir” diye konuştu.
Öğrenciler, program sonunda konuklara ülkelerinden getirdikleri yiyecekleri
ikram etti.
r İFHA
Özgün müzik ve türkü alanında birçok başarıya imza atan baterist Ali Bicerikli, müziğin evrenselliğine dikkat çekerek zengin
müzik altyapımızın Türkiye’de yaşayan etnik çeşitlilikten beslendiğini söyledi.
Alev Bicerikli
A
li Bicerikli, profesyonel baterist.
Toplumsal olayların içine aldığı
özgün müzik ve türkü alanında
kendini geliştiren birçok sanatçıyla çalıştı,
ezilmiş halkların sesinin yankı bulduğu bu
alanda Pınar Aydınlar, Hasan Ali, Ayfer
Düzdaş gibi pek çok sanatçıyla müzik yaptı.
Cem TV'de Hasan Ali ile Üç Renk adlı
programında, TRT Müzik kanalında, Eğlem
Eğin ile birlikte şarkılara ritim tuttu. Müziğin evrenselliğine dikkati çeken ve “Müzik;
bir duygu hissiyat işidir” diyen Bicerikli,
“Türkiye'de birbirinden çok farklı halklar
yaşıyor ve bu durum çok zengin bir müzik
yapısına sahip olduğumuzu gösteriyor. Bu
halkların birbirinden çok farklı kültürleri,
dilleri yaşanmışlıklarıyla topluma etki eden
sosyo-politik olaylarla birleşerek müzikte
kendini göstermiştir.” şeklinde konuştu.
Popüler olanın dışındaki halkın duygularını yansıtan bu müziğe ilişkin, “Zulüm
gören halklar yaşadıklarını, başlarına gelen
olayları müzikle dışa vurmuştur” yorumunu
yapan Ali Bicerikli, buna örnek olarak doğu
coğrafyasında ün kazanmış olan dengbejleri
verdi. “Acıyı, hüznü, hasreti içinde barındırır, müziğin en doğal hali; gerçekliktir” dedi.
Bunların dışında yer alan ve daha çok
kitleye yönelik olanın niteliklerine bakılmaksızın iyi ilan edilmesini ise şöyle
yorumladı: “Niteliğine bakılmaksızın en
iyi grup diye işaret edilen muzik gruplari
yoktur bana göre... Eğer ses getirmisse,
seviliyorsa gercekten islerini iyi yapiyorlardir. Müzik yapmak duygu işidir. Kişi ne
hissediyorsa onu yansıtır yasadığı, büyüdüğü ortamlada ilgilidir bu durum. Yetenekli muzisyenler kendilerini belli ederler,
sevilirler tekrar tercih edilirler. Ben bir
müziyen olarak konser izlemeye gittiğimde,
sahnedeki müziği icra eden kişinin sahne durusuna disiplinine sanata saygisina
bakarim bunlari bir konserde çözümlemek
çok da zor değil. Eğer bunlar mevcutsa iyi
muzisyendir. Dedigim gibi müzik duygu,
hissiyat işidir, sahnesinde yada albümünde
kendi duygusunu yansıtmışsa, insanlar tarafindan farkedilmesi daha kolay oluyor. Bir
gruba iyi yada kötü demek de zor aslında.
Bu bir tercih meselesi olduğu için kişiye
göre değişir. Müzik evrenseldir ve herkes
mutlaka ufakda olsa kendisinden birşeyler
buluyor. Kendimden örnek verecek olursam;
Benim hiç beğenmedigim, dinlediğimde sarkının bitmesini bile beklemeden kapattığım
sarkıları arkadaşlarım çok beğenebiliyor. Bu
tur örneklerin sayısını fazlalaştırabiliriz...”
Müziğe merakı daha çocukluk yıllarına
dayanıyor Bicerikli'nin. Bir müzik klibi
döndüğünde gözünü bateriden ayırmadığını söylüyor ve ekliyor: “Mahallede kendi
çabamızla bir müzik grubu kurduk, bende
grubun davulcusu oldum. Harçlıklarımla
kendime davul aldım ilk önce kendi çabamla çalmaya başladım. Daha sonra mahallede
olan düğünlerde kendimizi gösterdik. Baktık
ki bu işten yavaş yavaş para kazanıyoruz hemen paralarımızı biriktirip kendimize müzik
aletleri aldık.”
Ali Bicerikli kendine örnek aldığı, idol
olarak seçtiği ve hayranlık duyduğu Bülent
Ay ve Volkan Öktem ile tanışmasını heyecanla anlattı:
“Bateristleri araştırıyordum ve karşıma Bülent Ay diye bir Baterist çıktı ilk
onu tanıdım idolüm o diyebilirim.. Son iki
senedir kendisiyle tanışmış ve iyi bir abi
kardeş ilişkimizin olduğunu söyleyebilirim.
Yeteneklerini bana aktarması da cabası...
Onun dışında tabii ki Volkan Öktem bence
Türkiye’nin ve dünyanın en iyi bateristleri
arasındadır.”
Müzikle ilgili hiç bir fikri olmayan,
ondan hiç anlamayan bir kişi bile bateriye
bakınca onda farklı bir ritmin, dengenin olduğunu fark edebilir. Bicerikli “Evet baterisler zeki insanlardır.” Gülüyor ve ekliyor:
“Bateri çalmak bir hız işidir, denge işidir
fakat bunula sınırlı bir meziyet değildir.”
Çanakkale şehitleri için
duygulu anma töreni
A
tatürk Üniversitesi Genç Akademi
Kulübü ve İlim Yayma Cemiyeti
(İYC) Erzurum Şubesi tarafından
18 Mart Çanakkale zaferinin yıl dönümü
sebebiyle şehitleri anma programı gerçekleştirildi. Programa eğitimciler ve öğrencilerin yanı sıra vatandaşlar da ilgi gösterdi.
Açılış konuşmasını yapan İYC Erzurum şubesi 2. Başkanı Cemalettin Hınıslıoğlu, Çanakkale Zaferinin önemine dikkat çekti ve unutmadan dersler çıkarılması
gerektiğini dile getirdi. Anma programı
kapsamında Çanakkale savaşı sırasında
yaşanan olayların anlatıldığı bir tiyatro
oyunu sergilendi, şehitler için Kur’an-ı
Kerim okundu, dualar edildi. Programın
son bölümünde ise Güzide Erkek Öğrenci
Yurdu öğrencilerinin hazırladığı “Çanak-
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Öğrenci Uygulama Gazetesi
Atatürk Üniversitesi adına sahibi
Dekan Prof. Dr. Uğur Yavuz
Genel Yayın Koordinatörü
Doç. Dr. Hakan Temiztürk
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. Uğur Yavuz
Haber Müdürü
Uzm. Gülhanım Küçükalkan
Sayfa Tasarımı
Sefa Sargın, Can Bayrak
kale Zaferi” adlı fotoğraf sergisinin açılışı
yapıldı.
Anma programının ardından salondan
ayrılan konuklar mutluluk, hüzün ve gururu bir arada yaşadıklarını dile getirdi.
r Burhan Konak
Haber Merkezi
Ahmet Atsız, Melik Bulmuş, Melike Ceyhan,
Gülseren Danışman, Sümeyye İnal, Kısmet
Demirci, Ayşe İlgen, Burhan Konak, Alev
Bicerikli, Ahmet Kotan, Işıl Çimen, Sabahattin Gültekin, Mithat Yılmaz, Yavuk Aktürk,
Y. Özgür Bülbül, Semih Yüksel, Elif Güneş,
Melis Ceyhan, Ş. Tuba Özkan, Öztan Aydın,
Rıdvan Dereli, Yağmur Teke, Elif Okutan,
Erat Kocaoğlan, Dilare Kara, Kadir Avcı, Nur
Ener
İletişim Adresi
Atatürk Üniversitesi İletişim
Fakültesi Dekanlığı ERZURUM
Tel: 0442 231 51 51
Faks: 0442 236 09 64
Baskı
Kardelen Matbaacılık
0 442 233 25 45
Üniversite
Şubat-Mart 2015
15
Yanlış sorunun doğru
cevabı olmaz
Bir Tıp profesörü olan Bünyami Ünal “İç İçe Hayatlar” adlı romanının yazarı. Romanı ve romanın öyküsü hakkında sorularımızı yanıtlayan Ünal, insanların mutsuz olduğunu belirtti; bu
mutsuzluğun hayata dair sorulan soruların yanlış olmasından kaynaklandığını ifade etti. Ünal,
romanda ‘yanlış sorunun doğru cevabı olmaz’ mesajı verdiğini söyledi.
B
ünyami Ünal, bir doktor; Atatürk
Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji
ve Embriyoloji bölümünde profesör.
Ünal geçtiğimiz günlerde “İç İçe Hayatlar”
adıyla bir romanı yayımlandı. Kendisiyle
mesleğini değil, romanını ve edebiyata
olan ilgisini konuştuk. Konuşunca Ünal’ın
edebiyata, yazıya ilgisinin çok fazla olduğu
ortaya çıktı. Kendisi Haber Ajanda ve
Kültür Ajanda dergilerinde yazarlık yapıyor.
Aynı zamanda Boğaziçi Gündem’de ara ara
yazılar yazıyor. Romanında gerçek hayattan
izler taşıyan olaylar, kişiler ve mekanlar
tıpkı bir film tadında anlatılıyor. Ünal, romanının ana mesajını “yanlış sorunun doğru
cevabı olmaz” biçiminde formüle ediyor.
Kitap yazma fikri nasıl oluştu? Nasıl
karar verdiniz yazmaya?
Yazı yazmak bende hastalık. İşte sigara
içmek gibi, kahvehaneye gitmek gibi… Yazma bende ihtiyaç gibi, yazmam lazım. Hatta
bazen yazdıklarımı okuyunca onlardan bile
yeni şeyler öğreniyorum. 12 yaşımdan beri
düzenli olarak gazete okurum ve herhalde
bir de Nurcuların da etkisi oldu. Sürekli
okurum ve yazarım. 6-7 sene evvel roman
yazmak istedim ve bu roman öyle bir roman
olmalı ki Şeytanın Avukatı ve Aşkın Sözü
filmleri gibi olmalı dedim. Beni etkileyen
romanlar da var; çocukluğumda etkilendiğim romanlar var. Ve ben de bir şeyler
yazmalıyım çok güzel olmalı dedim. Kitabım henüz bir kıvama gelmedi. Kitabıma 10
üzerinden 2 veriyorum. Dekan olarak Kars’a
atandım; geceleri yalnızdım ve yalnızlığın
ürünü olarak bu romanımı yazdım.
Doktorluğun yanında yazarlık nasıl
yürüyor?
Romanı yazdıktan sonra bir konuya
saygı duydum, bir meseleyi de daha iyi
anladım. İlk olarak hakikaten romancılara
saygı duydum; zor iş. İkincisi ise Allah’ı anladım; uyduruk bir kader yazmak ne kadar
zor, kişilerin uyumunu, olayların uyumunu;
bunları denk getirmek... Bu kadar insanın
kaderini nasıl uyumlu hale getirmiş? Gerçekten Allah’ın büyüklüğünü anladım.
Kitabınızda yer alan konulardan biri
de yeni Türkiye’de yeni Türk romanı.
Yeni dönemi iki açıdan da nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence herhangi bir mesele, ülke ya da
toplumla bir bütün olarak ele alınır. Bir
memleketin milli eğitimi kötüyken sağlık
sistemi iyi olmaz, olamaz; eşyanın tabiatına
aykırı. Hayat bir bütündür. Diğer taraftan
doktorları çok iyiyse romancıları da bir o
kadar iyi ve yaratıcıdır.
Kitapta birçok hikayenin olması ve
bunların birbirleriyle bir bütün ve ilişkiyle kurgulanması söz konusu. “Yağmur
(X)” kişisinin incelediği Mehmet’in kitabında olaylar ve kişilerin gerçek hayattan
olması sizin hayatınızdan da izler taşıyor
mu?
O bence benim bilim adamı kafamın,
projeci kafamın ürünü. Romanı yazdıktan
sonra anladım ki bir adam tamamen kendi
dışında bir roman yazamaz. Kendi dışında
yazabilecek bir tek Allah var. Onun dışında
kimse böyle bir şey yapamaz. Aslında romanımda benim hayatımdan bir şeyler var. Bu
roman acemi bir adamın ilk romanı…
Romanınızda ilk olarak dikkatimi
çeken; “insanın kaderi çabasına bağlı
kılındı” ifadesi oldu. Bununla ilgili neler
söylemek istersiniz?
Hak edilecek donanımlara sahip olalım.
İnsanoğlu talep etmekle özgür ama dönün
bir de bunun gereğini yapın. Bütün bunlara
rağmen, sahip olduğun donanımlara rağmen
zor sorular da gelebilir. Allah istedi deyip
geçmek gerekir. Bediüzzaman diyor ki; vazifeni yap, vazife-i ilahi’ye burnunu sokma;
eğer vazife-i ilahi’ye burnunu sokarsan Allah sana aynı soruyu bir defa soruyor. Aynı
soru neden bir daha soruluyor diye dönüp
yaptıklarına bak.
Kitabınızda mekan olarak Erzurum’u
seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Ben Erzurum’a aşığım. Bir laf vardır
“Ey Filistin sen dünyanın en güzel memleketi değilsin ama ben seni yine de çok
seviyorum.” Bu yüzden Erzurum’u tercih ettim. Erzurum açısından olacaksa bir reklam
olsun istedim.
Bünyami Üna
1968 Erzurum l kimdir?
doğumluyum.
Bütün eğitim
hayatımı devle
t
okullarında ge
çird
Lisesini bitird im. Erzurum
ikte
Mayıs Üniversi n sonra 19
düğüm ilk kız tesinde görevlendim. 12 ya a aşık oldum ve
cuların içinde şımdan beri Nurbü
etkilediler; hay yüdüm. Beni çok
at
öğretmenler o ımdaki en büyük
nlar. Sonra ün
iversiteyi kazandım
ve
Aynı üniversite Samsun’a gittim.
d
Histolojiyi çok e asistan oldum.
sevdim. Çok iy
i bir
hocanın yanın
d
mim geçti. Dah a asistanlık dönea so
Yrd. doç oldum nra Gaziantep’te
Yrd. doç. oldu , Erzurum’da yine
m
ve Profesör o daha sonra Doçent
ldum. Bir süre
Kars’ta
Kafkas Üniver
site
Dekanlığı göre si Tıp Fakültesi
vini yürüttüm
.
Kitabı yazmaya karar verdikten sonra
destek ya da yardım aldınız mı?
Aldım, herkesten destek aldım. Romanımda yer alan ajandayı eşim yazdı. Daha
sonra aşk mektubuna ihtiyacım vardı onu da
yeğenim yazdı, bu işten anlayan asistanlarım kitabı defalarca okudular. Dil düzeltmelerini romanda adı geçen yeğenim Özge’den
istedim.
Bu kitabı yazdıktan sonra ne tür yorumlar aldınız?
Çok güzel yorumlar yapanlar oldu. Bazı
insanlar ise bir daha okumak zorunda kaldık
dediler. Gramerini eleştirenler oldu. Ama
okuyucularda toplam 10 üzerinden 7 almıştır. Ben ise iki veriyorum ama…
Roman yazmaya devam edecek misiniz? Ederseniz hangi konuyu ele almayı
düşünüyorsunuz?
Edeceğim; ta ki bir roman yazacağım
işte bu oldu dediğim zamana kadar. İkinci
kitabımda cemaat ve hükümet meselesini
daha farklı bir dille ele almak istiyorum.
r Elif Güneş
Dershane yetmez; motivasyon daha önemli
Dershanelerin kapatılması önümüzdeki aylarda yeniden gündeme gelecek. Eğitim bilimci Gençdoğan, sınav kazandırmada dershanelerin
sanıldığı kadar etkili olmadığını söyledi, motivasyonun çok daha önemli olduğunu vurguladı.
İ
ki yıl önce 2015’e kadar kapatılmasına
veya dönüştürülmesine karar verilen
dershaneler önümüzdeki aylarda yeniden
gündemin en önemli konularından biri olacak.
Dershanelerin kapanmasının maddi durumu
iyi olmayan öğrencilerin aleyhine olacağı yorumları yapılıyor. Okullarda verilen eğitimin
yetersiz olması, maddi durumu iyi olan ailelerin çocuklarına özel hoca desteği sağlamalarıyla dengelenirken fakir öğrencilerin yaşayacağı zorluklar, bunun neticesinde oluşacak
merdiven altı kurslar, dershane tartışmalarının
öne çıkan başlıklarını oluşturacak.
Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir
Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr.
Başaran Gençdoğan dershanelerin kapatılmasıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
konuştuk. Konuşmasının başlangıcında eğitim
sistemi ile ilgili olarak Gençdoğan; “Bir
ülkede Milli Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir ideolojiye bağlı kalmadan, ayrı bir birim olması
lazım, her iktidara göre bu sistem değişirse bu
millet harcanıp gider.” dedi.
Dershane değil motivasyon
Gençdoğan, dershaneler konusunda ise
oldukça dikkat çekici değerlendirmeler yaptı:
“Dershaneler kapatılınca, öğrenciler sınavı kazanamayacağım korkusuna kapılıyor.
Dershanenin öğrenciye katkısı yüzde 5 iken,
öğrencinin psikolojik ve motive faktörü yüzde
95'tir. Eğer dershaneler sınav kazandırıyor
olsa bütün öğrenciler sınavları kazanırdı.
Dershaneye gidip kazanamayan çok sayıda
öğrenci var. Bu dershaneden çok öğrencinin
çalışmasıyla alakalı.”
Gençdoğan; dershanelerin dışsal motivasyon açısından faydalı, ama öğrenci başarı
odaklı değil de öğrenme odaklı ise, içsel motivasyon düşükse, içsel motivasyonu hareketi
geçirmek açısından dershanenin ne olursa
olsun etkisi olmayacağını, sadece kişinin daha
düzenli hareket etmesini ve sistemli çalışmasını sağladığını belirtti.
Gençdoğan, “Dershanelerin faydalı olması
öğrencinin kendisiyle alakalı bir şey, biz de
kursa gidiyorduk, kurstan sonra çalışmamız
gerekirdi. Kursa gidiyoruz diye çalışmazsak
hiç bir şey olmaz.” dedi. Ancak başarısız bir
öğrencinin dershanede denemelerle de başarısız olursa bir süre sonra kendine olan güvenini kaybetmeye başlayacağını ve olumsuz
sonuçlar doğurabileceğini de ifade etti. Sınav
kazanmadaki tek etkenin dershaneler olmadığını, öğrenci içsel motivasyonu sağlayamıyorsa, bunu destekleyemiyorsa, öğrencinin
kendisini daha kötü hissetmesine yol açacağını dile getirdi.
Dershanelerin yeni düzenlenmesiyle
ilgili konuşan Gençdoğan, hafta sonu okulda
yapılacak olan kursların faydalı olmayacağını,
zaten okullarda verilecek olan kurslara aynı
öğretmenlerin geldiğini, faydalı olsaydı okula
giden bir öğrencinin dershaneye ve kurslara
ihtiyaç duymayacağını sözlerine ekledi.
r Yağmur Teke
16
Şubat-Mart 2015
Şehir
Kadınlar yeniden doğuracaklar
kendilerini!
Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Yolgeçti köyünde yaşayan
kadınlara ‘kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini’ projesi kapsamında iki ay boyunca eğitim verildi. Okuma yazma, töre, aile
baskısı, erken evlilik gibi çeşitli konularda ders ve seminer alan
kadınlara sertifika da verildi.
A
lmanya’daki Joint Civic Education
adlı şirket tarafından finanse edilen
‘kadınlar yeniden doğuracaklar
kendilerini’ projesi Erzurum’un Tortum
ilçesine bağlı Yolgeçti köyünde uygulamaya
konuldu. 22 Eylül ile 3 Aralık tarihleri arasında düzenlenen eğitim projesinde Atatürk
Üniversitesi İktisadi ve idari bölümler ve
iletişim fakültesinden öğrenciler yer aldı.
25 ile 50 yaş arasında 25 kadının katılımı
ile gerçekleştirilen projede, kırsal kesimde
birçok haklarından habersiz olan kadınlar
ve kız çocukları aile baskısı, kadına şiddet,
kadına verilen yasal haklar, erken evlilik,
ekonomik yetersizlikler, töre, eğitim gibi
konularda bilgilendirildi.
Toplumun temel taşı: Kadınlar!
Projenin koordinatörlüğünü üstelenen
Elif Çelik, “Kadınlar toplumun en temel
taşıdır. Her bireyin olduğu gibi kırsal kesimlerde yaşayan kadınlarımızın da en temel
hak ve hürriyetlerinin bilincinde olması
gerektiğini düşünüyoruz. Bu haklardan
mahrum olan kadınlar ve kız çocukları
günlük hayatlarında bir takım engellerle
karşılaşmaktadır. Yine aynı şekilde bu kadın
ve kız çocukları devlete karşı ödevlerini de
yerine getirememektedir. Tanık olduğumuz
bu durum karşısında ulaşabildiğimiz tüm
köy ve kasabalarda bu durumu düzeltmek,
kadınlara farkındalık ve doğru bilinç telkin
edebilmek için bir adım başlatabileceğimizi
umuyoruz.” şeklinde konuştu.
Eğitim çalışmaları
3 ay boyunca devam eden, toplamda 167
saat süren eğitim çalışmasında önceliğin
okuma yazma bilmeyen kadınlara verildiğini belirten Çelik. “Gittiğimiz köydeki birçok
kadın okuma yazma bilmediği için derslerimiz okuma yazma eğitimi ile başladı. Bu
sürecin çok kolay olmayacağını düşündüğümüz halde kadınların öğrenme hevesi
ile bu zorlu süreci kısa zamanda atlattık”
dedi. Tamamlanan okuma yazma eğitiminin
ardından kadınların sosyal yaşama katılabilmeleri amacıyla sinevizyon gösterimleri
ile beraber kadının toplumdaki yerine dair
küçük paneller yapıldı.
Düzenlenen panellerde kadına şiddet,
aile içinde ve toplumsal yaşamda kadının
yeri, kız çocuklarının erken yaşta ve zorla
evlendirilmesi gibi konular tartışıldı.
Kadınların kendilerini çalışmaya daha
fazla katabilmeleri ve kendilerini daha rahat
ifade edebilme amacıyla sosyal ilişkilerde kurmaya çalıştıklarını belirten Çelik,
“Zaman zaman evlerinde hazırladıkları
kek, börek, poğaça gibi aparatları getirerek
ders bitimlerinde sınıfta hep beraber oturup
sohbet eşliğinde yedik. Kimi zaman ağladık
kimi zaman güldük. Bu tarz sosyal projelerde en önemli şey sıcak ilişkiler geliştirmektir” diye konuştu.
Defterimi aldım okula gittim!
Böyle bir projeyle ilk defa karşılaşan
kadınlar olumlu yönde tepkiler gösterirken
birçok erkek ise bu projenin gereksiz olduğunu, kadının okumayla yazmayla işi olmayacağını asıl işlerinin ev işleri ve çocuklara
bakmak olduğunu söyleyerek tepkilerini
dile getirdi. İlk günlerde kadınlar eşlerinin
tepkisinden korktukları için eğitime katılım
göstermezken sonrasında eğitmenlerin
erkekleri ikna etmeleri ile katılımda artış
görüldü.
Fatma anne “Eşim başta bu yaştan sonra
ne okuluymuş diye kızdı; sonra ise hocalarımız gelip konuştu. Ben her gün kalktım
çocuklarımı doyurdum temizliği yaptım,
yemeğimi pişirdim, her işim bitince ise
defterimi aldım okula gittim” dedi.
Kadınlar yeniden doğuracaklar kendi-
Üniversiteliler birlik ve
beraberlik için yürüdü
A
tatürk Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanlığı,
birlik ve beraberliğin önemine vurgu yapmak için
yürüyüş düzenledi. Yürüyüş, sosyal medya üzerinden örgütlenen öğrencilerin anıtlarda toplanmasıyla
başladı. Toplanan kalabalık, polis ve güvenlik görevlilerinin önceden belirlediği güzergâh istikametinde birlik
ve beraberliğe vurgu yapan sloganlarla yürüdü.
Yürüyüşe dersleri olduğu için katılamayan öğrenciler Fakültelerin pencerelerine çıkarak kalabalığa el
salladı. Dev Türk bayrağı eşliğinde yapılan yürüyüş
başlangıç noktasına gelinmesiyle son buldu.
Atatürk Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanı
Abdulkadir Gökçan, kalabalık adına kısa bir basın
açıklaması yaptı. Gökçan; “Bugün burada toplanmamı-
zın amacı birliğimizi ve beraberliğimizi tüm Türkiye’ye
göstermektir. Üniversitenin içerisinde misyonerlere,
provokatörlere yer vermemek için burada toplanmış
bulunuyoruz. Kampüste 70 bin öğrencimiz var Edirne’den, Kars’tan, Diyarbakır’dan gelen bütün öğrenci
arkadaşlarımıza sahip çıkacağız. Bütün Türkiye olarak
birer yumruğuz bu yumruğu açmaya çalışanlar var,
öğrencileri birbirlerine düşürmeye çalışan insanlar var
bunlara karşı duyarlı olmak zorundayız. Amacımız
üniversitede ve öğrenci arkadaşlarımız arasında sulhu
sağlamaktır.” diye konuştu.
Kalabalık yapılan basın açıklamasının ardından
olaysız bir şekilde dağıldı.
r Ahmet Atsız
lerini projesine katılan 50 yaşındaki Zeliha
Akkurt ise eğitim sonunda yeniden doğduğunu hissettiğini ifade ederek, “İlk defa
birileri bizimle bu kadar yakından ilgilendi.
Bizim dönemimizde kız çocuklarını okula
göndermezlerdi. Okuma yazma öğreten de
olmadı. Oyumuzu ata, ampule, oka bakarak
kullandık hep. Fatura bile ödeyemiyordum
öğrendiğim şeylerden sonra artık her işimi
kendim halledebileceğim” dedi.
Fırsatı yakala!
Projenin Türkiye Koordinatörü Özgür
Nuri Demir, 6 ay boyunca gençlerin proje
ürettiğini belirterek, Joint Civic Education
programı 2011 yılında bu yana Kafkas ülkelerinde ayrıca Rusya ve Türkiye’de aktif
vatandaşlık kavramını desteklemek amacıyla yerel partnerler ile yürütülen bir proje.
Türkiye’de 2012 yılından bu yana yürütülüyor ve ‘Türkiye 2014 Fırsatı Yakala’ adıyla
Erzurum’da bu organizasyon gerçekleştirildi. Projelerini üretip hayata geçiren öğrencilerden ve katılım sağlayanlardan olumlu
tepkiler geldi. Yeni projeler için gençleri her
zaman desteklemeye hazırız.” dedi.
r Melike Ceyhan
Börekçi İstiklal
Marşı’nı anlattı
A
tatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde İstiklal
Marşı’nın kabulünün yıldönümü dolayısı ile “Safahatın Işığında İstiklal Marşı” adlı bir program düzenlendi.
Programda konuşan Prof. Dr. Muhsine Börekçi İstiklal
Marşı’nın tam manasıyla anlaşılması için tarihsel bağlamıyla ele alınması gerektiğini belirtti.
Börekçi konuşmasında İstiklal Marşının genel özelliklerini anlattı. İletişimin bağlama dayalı bir süreç olduğunu
belirten Börekçi marşımızın tam manası ile anlaşılabilmesi için tarihsel süreciyle birlikte ele alınması gerektiğini
vurguladı. İstiklal Marşımızı günümüzün koşullarında da
değerlendirmemiz gerektiğini belirten Börekçi Marşın satır aralarının tekrar tekrar incelenmesi gerektiğini ve çok
derin bir metin olduğunu ifade etti. İstiklal Marşının genel
özelliklerine değinen Börekçi marşın millette uyandırdığı
aidiyet hissine ve at-güneş-bayrak-ölüm gibi kavramların
kutsallığına da dikkat çekti.
İstiklal Marşı’ndaki “ben” vurgusuna dikkat çeken Börekçi marştaki iman gücüne de vurgu yaptı. Marşta geçen
“garbın afakını
saran çelik zırhlı
duvarın” önemli olmadığını ve önemli
vurgunun “iman
dolu göğüs” ibaresi
olduğunu belirtti.
İstiklal Marşının
öyküsünü de anlatan Börekçi Meclis
Zabıt kayıtlarından
aldığı bilgilere
göre Meclisteki
yaşanan olayları
tüm detayları ile
ifade etti. 12 Mart
1921’de sözlerin
kabul edilişini ve
güftenin serüvenini
anlattı.
r Nur Ener